Ýmam Ebu Hanife
Pages: 1
Mutezile By: YBNGL Date: 16 Eylül 2010, 14:42:32
MUTEZÝLE

  129- Mutezile Ne Zaman Çýktý?


Mutezile fýrkasý Emevîler devrinde ortaya çýktý. Fakat asýl Ab­basîler devrinde uzun zaman Ýslâm efkârýný meþgul etti.

Hulefâ-yý Râþidin zamanýnda ve Emevîler devrinde Irak´ta muhtelif dinlere mensup birçok milletler sakin idi. Bunlarýn için­de Irak´ýn eski sekenesi olan Geldâniler, Ýranlýlar, Hýristiyanlar, Yahudiler ve Araplar vardý. Bunlarýn çoðu Müslüman olmuþtu. Bâzýlarý Müslümanlýðý, kafasýnda yerleþmiþ olan eski malûmatýn ýþýðýnda anladý ve ona içine sinmiþ olan renge göre yeni bir renk verdi. Onun anlayýþýna göre bir akîde ortaya çýktý. Bâzýlarý Islâmý, safi kaynaðýndan, temiz menbamdan aldý. Gönlüne sâfiyet-i asliye-siyle yerleþtirdi. Fakat þuurunu ve arzulan hâlis deðildi. Farkýna varmadan eskiye meyil arzularý uyandýrdý. Psikoloij bilginlerinin dedikleri gibi, þuur altý yoluyla eski sezgiler sýzýyordu. Onun için EnuVül-Mü´minîn Hz. Ali zamanýnda islâm ülkelerinde fitneler coþup kaynaþmaða baþlayýnca, Irak´ta uyumakta olan o eski arzu­lar yer yer yeniden uyandý. Ýçlerinde gömülü olan fikirler açýða vuruldu. Irak´ta ve etrafýnda Hâriciler ve Þia meydana çýktý. Ýþte bu re´y ve görüþ kaynaþmasý içinde Mutezile fýrkasý da türedi.

Ulemâ bu fýrkanýn ne zaman çiktiðýada ihtilâf etmiþlerdir. Bâ­zýlarý onun ilk meydana çýkýþýný þu hâdiseye baðlar: Hz. Ali´nin oð­lu Hz. Hasan, Müslümanlar arasýnda boþ yere kan dökülmesin diye Hilâfeti Muâviye´ye býraktýðý zaman, Hz. AH taraftarlarýndan bir kýsmý siyasetten çekilerek kendilerini ibadet ve itikat umuruna verdiler. Ebu Hüseyin tarâifî: (Ehl´ül-Ehva vel-Bidâ) adlý kitabýn­da bunlar hakkýnda diyor ki:

«Bunlar kendilerine Mutezile nammý verdiler. Zira Hz. Ali´nin oðlu Hz. Hasan Muâviye´ye bî´at edip bütün umuru ona teslim edince bunlar Hasan´dan da, Muâviye´den de, hattâ bütün halktan ayrýldýlar. Evlerine çekildiler. Mescitlere kapandýlar. Ýlim ve ibâ­detle meþgul oluruz, dediler.»

Ekseriyete göre Mutezilenin baþý. Vasýl b. Atâ´dýr. Hasan Bas-ri´nin ilim meclisinde bulunuyordu. O çaðda bütün zihinleri kur­calayan büyük günah irtikâbý mes´elesi ortaya atýldý. Hasan Basri görüsünü söyledi. Vasýl, üstadý Hasan Basri´ye muhalefet elti Ve büyük günah iþleyen mü´min deðildir, o küfür ile´îman arasýnda bir mertebededir, dedi ve üstadýnýn meclisinden ayrýlarak baþka bîr

ders halkasý kurdu. Bunun için onlara, ayrýlan mânâsýna, Mntezile denildi.

Müsteþriklerden bâzýlarý ise onlara Mutezile denilmesinin se­bebini baþka buluyorlar: Onlar dünyadan yüz çevirmiþ, kendileri­ni ibadete vermiþ muttaki kimseler, dünyadan ayrýlmýþlar, dünya­dan yüz çevirip uzlete çekilmiþler mânâsýna gelen bir vasýf imiþ! Fakat bu fýrkaya mensup olanlarýn hepsi böyle deðildir ki, içlerin­de mâsiyet iþlememiþ kimseler de var, muttakîler de var. Bâzýlarý ebrârdan Ýse, bâzýlarý fâcýrlerden.


130- Mutezile Mezhebi


Ebû Hasan Hayyat (întisar) kitabýnda diyor ki : Bir kimse Mutezilenin esasý olan beþ aslý kabul etmedikçe, Mutezile ismini almaða hak kazanmaz. Onlar da:

1- Tevhide 2- Adalet, 3- Vaad ve vaîd, 4- îki mertebe arasý, 5- Mârufla emir, kötülükten nehiydir. Bir insanda bu beþ haslet tam olarak bulunursa o Mutezile mezhebinin esasý bu beþ þeydir. Bu yoldan ayrýlan onlardan olamaz. Bu beþ asýldan herbîri-ni kýsaca bahsedelim :

1- Tevhid : Mutezile mezhebinin Özü budur. Ebû Hasan Eþ´-ari´nin Makâlât´ül-îslamiyyin kitabýnda dediði gibi tevhid demek: Allah birdir, O´nun misli yoktur, iþitir, görür fakat cisim, suret, þahýs, cevher, araz da deðildir, Renk, koku, tat, hareket, hurudet, rutubet gibi þeylerden uzaktýr, bunlar cevher ve arazýn" vasýflarý­dýr. O herþeyî ihata eder, içine alýr, mahlûklardan hiçbirinin vasýf­larýyla O vasfolunmaz. O akla gelen her tasavvurun üstündedir... Âlim, Kaadir, Hayy olarak devam eder, Gözler O´nu görmez. Ve­himler onu ihata edemez.. Tek kadîm olan odur. O´ndan baþka Tan­rý yoktur. O´nun ortaðý ve dengi yoktun Yarattýklarýný yaratmakta O´nun yardýmcýsý yoktur. Yarattýklarýný eski bir örnekten alarak yaratmýþ deðildir.[1]

Mutezile tevhid hususunda gayet titiz davranýr. Allah eþyadan hiç birine benzemez. Cisim ve cihetten münezzeh olduðundan âhý-rette Allah´ýn gözle görülmeyeceðine kânidirler. Onlarca Sýfat, Zat­tan baþka deðildir. Yoksa kadîmlerin çok olmasý icap eder. Taad-düd-i kudemâ ise bâtýldýr. Onlara göre Kur´an mahtûktur. (Bu ba­his biraz kýsaltýlmýþtýr.)

2- Ýkinci esaslarý adalettir. Mes´ûdi, Murûcuz-zehep´de bunu þöyîe açýklýyor: «Allah´u Teâlâ fesadý sevmez, kullarýn ef´alini ya­ratmaz, Allah´ýn verdiði kudretle kullar Allah´ýn emir ettiklerini iþlerler. O ancak murat ettiðini emreder. Kerih gördüðü þeyi *ýeh-yeder. Emir ettiði iyilikleri sever. Nehyettiði kötü þeyden uzaktýr. Tâkatlarý olmýyan þeyleri kullara emretmez. Güçleri yetmiyen þe­yi onlardan istemez. Bir kimse ancak Allah´ýn verdiði kuvvetle eli­ni yumup açar. Onlara bu kudreti veren Allah´týr. Ýsterse alýr yok eder. Dileme halký itaata mecbur eder, mâsiyyetten meneyler. Bu­na kaadv.-.Ýir. Bunu yapmýyor, çünkü o zaman kullarý imtihana çek­menin mânâsý kalmaz.»

Bu eMila; kul fi´linde muhtar deðildir, diyen Cehmiye´ye cevap vermiþ oluyor. Bunu zulüm sayarlar. Çünkü bir þahsa bir þeyi hem emir etsin, hem de ona muhalefete zorlasýn, böyle emirde mânâ yoktur. Bir þeyden nehyedip sonra da onu yapmaða mecbur tut­mak olmaz. Cebriye ise buna kail, bu asla dayanarak kul kendi

fi´lini yaratýr, dediler. Fakat Allah´ýn acizden tenzih elmek mânâ­sýný da düþünerek bu, Allah´ýn kulda yarattýðý ve ona verdiði kuv­vetlerle olur, hakikî Halik O´dur dediler. Bu kuvveti kula veren Al­lah´týr, Allah bu. verdiði kuvveti geri almaða, kaldýrmaða kaadirdir. Teklif umuru tam olsun diye bu kuvveti kula vermiþtir.

3- Va´d ve vaîd : Yani iyilik yapanlara sevap vaad etmek kötülük iþleyenlere azap vermek demektir. Tevbe etmedikçe, bü­yük günah iþleyenleri affetmez.

4 - îmanla küfür arasýnda bir mertebe tâyini mes´eîesi ise þudur: Þehristânî bunu þöyle anlatýyor: «Vasýl îbn-i Atâ demiþ ki: iman bir takým iyi hasletlerin mecmuundan ibarettir. Bunlar kim­de varsa sahibine: mü´min, denir. Mü´min medih ismidir. Fâsikta bu vâsýflar toplanmaz. O medih ismine lâyýk deðildir, ona mü´min denilmez. Fakat fâsýk, kâfir de deðildir. Çünkü keiime-i þahadeti söylüyor, diðer hayýrlý iþler de yapýyor, fakat o büyük günah iþle­miþ olduðu halde tevbe etmeden bu dünyadan giderse Cehennem ehlinden olur. Çünkü âhirette iki zümre vardýr: Bir zümre Cennette, diðer zümre Cehennemde. Fakat fâsýkýn azabý biraz hafif olur. Kâfirlerin üstünde bir yerde bulunur.»[2]

5- Ýyilikle emir, kötülükten nehy esasýna gelince islâm dâ­vasýný neþretmek için bunu yapmak mü´minîere vâcibdir. Sapmýþ­lara doðru yolu göstermek, azgýnlar) irþad etmek lâzýmdýr. Herkes bunu gücünün yettiði kadar yapar. Söz ve kalem sahipleri sözle ve kalemle; kýlýç sahipleri kýlýçla vu vazifeyi yerine.getirir.


132- Bu Esaslara Göre Bulduklarý Deliller


Mutezile, akideleri izahta, naklî delillere deðil, aklî delillere dayanýrlar, akla itimatlarý o kadar fazla idi ki, bunu ancak þeriatýn emirlerine olan hürmetleri tahdit edebilirdi. Her mes´eleyi akla vurrular, aklýn kabul ettiðini alýrlar, kabul etmediðini býrakýrlar­dý. Onlara bu tarzda akýlla araþtýrma usulü þu yollardan gelmiþtir:

a- Irak´da ve Ýran´da bulunmalarý, buralarda eski medeni­yetlerin ve kültürlerin seslerinden izler kalmýþtýr,

b- Arabýn gayri soylardan olmalarý, ekserisi mevâlidendi.

c- Muhaliflerine cevap verme zorunda kaldýklarýndan akla müracaatlarý.

d - Yahudilerle, Hýristiyanlarla temaslarý olduðundan eski felsefe görüþlerinin çoðu onlara geçmiþti.

Akla itimat etmeleri neticesi olarak onlar eþyanýn hüsün ve kubhu mes´elesinde: Güzel ve çirkin olmalarý hususunda akýl ile hüküm verir aklý hâkim yaparlardý: Maarifin iyi olduðunu akýl bilir. Maarif akýl nazarýnda vâcibdir. Nimeti verene þükretmek, bu­nu baþkasýndan duymadan önce de insana lâzýmdýr. Güzellik ve çirkinlik güzel ve çirkin olanýn birer zâti sýfatýdýr.[3]

Cübbâî diyor ki: «Her mâsiyet ki, Allah´u Teâlâ onu emir et­mesi caizdi, onu nehyettiði için çirkin oldu. Allah´ýn mubah kýlma­sý caiz olmýyan mâsiyet ise lizâtiht kabihtir, cehalet gibi. Allah´u Ttâlâ´mn emir etmemesi de caiz olan herþey Allah emir ettiðinden dolayý güzel olmuþtur. Ancak emir edilmesi caiz olan þeyleri ise li-zâtihi güzeldir.[4]

Buna göre Allah´a þâlih ve aslah yani yararlý ve en yararlý ola­ný yaratmak lâzýmdýr, dediler. Cumhur ise þuna kaildi: Allah´u Teâlâ´dan ancak sâlih ve faydalý þeyler sâdýr olur ve lâzým olan da budur. Allah´u Teâlâ´nýn yaptýðý herþey sâlihtir, faydalýdýr. Sâlih olmýyan bîr þeyi yapmak Allah hakkýnda mümkün deðildir.


133- Îslamý Müdafaalarý


Mecûsi, Sâbiî, Yahudi, Hýristiyan ve sair çeþitli milletler Ýs­lama girdiler. Kafalarýna eskiden o dinlerin talimatý dolmuþtu. Bunlar onlarýn iliðine, kemiðine iþlemiþti. îslâmý da onlarýn ýþýðý altýnda anladýlar. Ýçlerinde Öyleleri vardý ki, kuvvet korkusundan Müslüman görünüyor, içinde baþka þeyler gizliyordu. Bunlar Müs­lümanlar arasýnda dîni bozacak þeyler yapmaða akidelerde þüphe uyandýrmaða baþladýlar. Allah´ýn inzal buyurmadýðý fikir ve re´yle» ri araya sokuyorlar. Onlarýn ektikleri tohumlar meyve vermeðe baþladý. Ýslâm adýný taþýyan yýkýcý ve bozguncu bir zümre türedi. Mücessime, Müþebbihe, zýndýklar bunlardandý. Mâkulü, bilen men­kûlü anlayan bir sýnýf bunlara karþý Îslâmý müdafaaya koyuldu. Ýþte Mutezile de dîni müdafaa eâenlerdendi.

Yukarýda saydýðýmýz beþ esas da, muhalifleriyle aralarýnda cereyan eden þiddetli münakaþalarda kendi görüþlerini müdafaa için ortaya çýkmýþtýr. Arzettiðimiz þekildeki tevhîd esasý, Müþeb­bihe ve Mücessimeye red içindir. Adalet esasý Cehmiye´ye red için­dir. Va´d ve vaîd Mürcieye cevap içindir. Ýki menzile arasýnda bir derece ise, küçük - büyük her günah iþleyeni tekfir eden Hâricilere karþý müdafaa içindir.

Abbasî, Halifelerinden Mehdi zamanýnda Horasan´h Mükanna* ortaya çýktý. Ruhlarýn tenasuhuna kaildi. Bir sürü halký azdýrdý, peþine taktý. Mâveraünnehir´e yürüdü. Mehdi onlara galip gelme uðruna çok güçlüklerle karþýlaþtý. Onlarý araþtýrýyor, kýlýç kuvve­tiyle onlarýn iþini bitirmeðe çalýþýyordu. Fakat kýlýç bir fikri öldür­mez, bir mezhebi söndürmez. Fikre fikirle mukabele edilir. Bunun için Mehdi bunlara cevap vermek, karþý koymak için Mutezileyi harekete geçirdi. Onlarýn þüphelerini çürütmek, dalâletlerini orta­ya çýkarmak için Mutezile deliller buldu ve bu yolda yürüdüler.



134- Hulefantýn Mütezîleyî Himâyesi


Mutezile Emevîler devrinde çýktý. Emevîler onlara hiç dokun­madýlar. Çünkü Mutezile kargaþalýk çýkarmýyor, ayaklanmaða da­vet etmiyordu. Bunlar fikir ve kanaatsahibi bir zümre idi. Ýþleri: Delile delil ile mukabele etmekti. Umuru doðru Ölçülerle ölçmek istiyorlardý. Siyasete karýþmýyorlardý. Görünüþte onlarýn delili sözdü, ok deðil, silâhlan delil idi, kýlýç deðil.

Mes´udî, Murûcuz-zeheb´de naklediyor: Yezid b. Velid Mutezi­lenin re´y ve fikrinde imiþ. Onlarýn beþ prensibinin doðruluðuna itikat edermiþ.

Abbasîler devleti kurulunca, ilhâd ve zýndýklar seli anadan taþ­mýþtý. Abbasî Halifeleri, Mutezileyi zýndýklara ve mülhidlere karþý çekilmiþ bir kýlýç gibi buldular ve bu keskin kýlýcý körletmek iste­mediler. Mutezilenin ilhâda karþý açtýðý savaþý söndürmediler.

Me´mun gelince Mutezileye daha çok temayül gösterdi. Onlan kendine yaklaþtýrdý, fukahâ ile Mutezile arasýndaki ihtilâfý kaldýr­mak için aralarýnda münazaralar yaptýrýp onlan birleþtirmek iste­di. Fakat onun gibilerinden hiç beklenmiyen bir hataya düþtü : Fu-kahâyý ve muhaddisleri hükümet kuvvetiyle Kur´ân´ýn mahlûk ol­duðu mes´elesinde Mutezilenin akidesini kabule zorladý. Hâkimiyet kuvveti, re´y ve kanaatlere tahakküm için deðildir. Fikirler cebr ve þiddetle Öldürülemez. Ýnsanlar zorla baþka þeye itikada sürüklenip kanaatleri deðiþtirilemez. Mademki dinde zorlama yoktur, ikrah ve cebr haramdýr, insanlarý öyle bir akîdeye zorla sürüklemek nasýl olur ki, akîdeye karþý gelmekte küfür deðil de, tenzih daha kuv­vetlidir. Me´mun fukahâyý Kur´ân mahlûktur demeðe zorladý. Bâ­zýlarý inanarak deðil de korkudan bunu kabul etti. Bâzýlarý ise bu hususta iþkencelere katlandý, zindanlara atýldý. Yine akîde ve ka­naatlerinden baþkasýný söylemediler. Kanaatlerinden dönmediler. Halk-ý Kur´ân mese´Iesi denilen bu fitne Me´mun´un vasiyeti üze­rine Mu´tasým ve Vâsýk zamanlarýnda da ayný tempoda devam et­ti. Vâsik bu meesleye bir de þunu ilâve etti. Mutezilenin dediði gi­bi âhirette Allah´ý kullarýn göremeyeceðine inanmaða zorlamaða baþladý. Mütevekkil gelince bu zorlamalarý ortadan kaldýrdý. Bu iþ­leri tabiî seyrinde býraktý, insanlar beðendikleri görüþü almakta serbest kaldýlar.


135- Çaðdaþlarý Arasýmda Mutezilenin Mevkii



Fukahâ ve muhaddisler. Mutezileye þiddetle hücum kampan­yasý açmýþlardý. Mutezile iki kuvvetli düþman arasýnda kalmýþtý.

Bir tarafta zýndýklar ve mülhidler, diðer tarafta fukahâ ve muhad-dislcr. Bakarsýn, fýýkah: sýrasý düþtükçe hemen Mutezileye hücum ederler, îmam Þafiî, Ahmet b. Hanber vesaire kelâm ilmini ve ke-lâmciîar usuliylc ilim tahsil edeni zemmederler. Bundan maksatla­rý Mutezileyi kötülemektir. Acaba fukahânýn Mutezileden hoþlan­mamalarýnýn sýrrý nedir? Bu her iki sýnýf da dîne yardým etmek is­terken neden böyle oluyor? Halbuki her ikisi de dîni müdafaada ellerinden geleni esirgemiyorlardý. Bence bu düþmanlýðýn sebeplen dencbiîeck müteaddit þeyler bir araya gelmiþ ve bu düþmanlýðý kö­rüklemiþtir. Onlardan bâzýlarý þunlardýr :

1- Mutezile, dînî ak´idleri anlayýþta selef-i sâlÝh yolundan ay­rýldýlar. Allah´ýn sýfatlarýný bilmek, îman edilmesi gereken akîdele-ri öðrenmek isteyen herkes bunlarý Kur´ân´dan alýrdý, ona baþ vu­rurdu. Baþka bir þeye bakmazlar ve Kitap´tan baþkasýna gönülleri yatmazdý. Akaidi Kur´ân-ý Kerîm´in âyetlerinden anlarlardý. Her hangi bir hususta þüpheye düþtüler mi, Arap dilinin özelliklerinden faydalanarak þüphelerini yine âyetle halletmeðe çalýþýrlardý. Yine anlayamazlarsa bu defa burada dururlar, daha ileri gitmez, fitneye düþeriz, haktan saparýz endiþesiyle baþka birþey yapmazlardý. Bu tarz hareket, Araplarýn tabiatýna mülayim geliyordu. Ve onlara yetiyordu. Çünkü onlar ümmî bir milletti. îlim, felsefe, mantýk eh­li deðildirler, fakat Mutezile bu usulden ayrýldýlar. Aklý her þeyde ölçü tutup onu hâkim yaptýlar. Araþtýrmalarýnda aklý esas tuttu­lar. Akýllariyle her iþin künhünü ve mahiyetini anlamaða kalkýþtý­lar. Bunlarýn hepsi, bu tarz þeylere alýþýk olmýyan fukahâya bir sad­me tesiri yaptý. Mutezileye lisanla hücuma baþladýlar, onlar hak­kýnda kötü þeyler yapýp daðýttýlar. Halbuki Mutezilenin ekserisi bir Avrupalý bilginin dediði gibi idiler: «Biz Mutezileden dîne ay­kýrý bir ses iþitmedik. Onlardan duyduðumuz ses: Allah´a ve onun kullarýyla olan alâkasýna yakýþmýyan herþeyle mücadele eden din­dar bir vicdanýn sesidir.»

2- Mutezile zýndýklarla, putperestlerle, vesaire ile durma­dan mücadele ediyorlardý. Her mücadele bir nevi meydan harbi demektir. Harbe giren kimse harbde kullanýlan usulleri almak zo­rundadýr. Düþmanýn harb plânlarým ve kullandýðý silâhlarý bilme­lidir. Bu itibarla düþmandan bazý þeyler, alýr karþýsýndakinden bâzý þeyler ona da geçer. Mutezile de mücadele ettiði düþmanlarý­nýn fikir ve görüþlerinin bir dereceye kadar tesiri altýnda kalmýþ olabilir. Niberg bu hususta þöyle demektedir: Büyük bir düþman­la meydan savaþýna giren kimse savaþ þartlariyîe düþmanýn ahva­line baðlýdýr. Düþmanýn harekâtýný, kalkýp konmasýný adým adým takip etmelidir. Düþmanýn hileleri bile ona tesir eder. Fikir mey­danýnda da bu böyledir. Fikirlerin meydana gelmesinde dost ka­dar düþmanýn da tesiri vardýr. Birþeyle fazla uðraþan onun içine düþer. Bâzý Hanbeliler kendisini mülhidlere cevap hazýrlamaða vak­feden, bu iþe veren arkadaþlarýnýn kendilerini kaptýrdýklarýndan þikâyet ederler. Bu mücadelelerin tesiriyle bâzý Mûtezil I ilerin re´y-lerinde umumî yoldan bâzý ayrýlýþlar olmasý çok mudur?»[5]

3- Akaidi bilmek hususunda Mutezilenin akla dayanan bir yolu vardý. Sade nassa itimat etmezlerdi. Yalnýz mes´ele, hükm-i þer´î veya hükm-i þer´î ile münasebeti olan bir bahis olursa o za­man baþkadýr. Evet ekseriya itimatlarý akla idi. Akim türlü me­yilleri var. Sýrf akýllarýna uymalarý yüzünden hatalara düþtüler. Mutezile imamlarýndan Ebû Huzeyl´in þu sözleri buna misaldir: «Cennet halký ihtiyar sahibi deðildirler. Çünkü ihtiyarlan olsa mü­kellef olmalarý icabeder. Halbuki âhiret teklif yeri deðil, mükâfat yeridir.» Bunda yanýlýyor. Çünkü ihtiyar sahibi olmak, behemal teklifi icab etmez. Ebû Huzeyl´in bu sözünden döndüðünü Hayyât nakleder. Bu türlü çarpýk düþünceler, Mutezileden bâzýlarýnýn að­zýndan çýkýyordu. Bunlar halk arasýnda yayýlýyor, bunlarý duyan halk onlardan soðuyordu.

4- Mutezile, ümmet arasýnda yüksek mevkii olan büyük adamlarla mübahase ve mücadele yapýyorlar, onlar hakkýnda söz­lerini sakýnmýyorlardý. Bakýn Câluz, Hadîs ve fýkýh ulemâsýna nasýl çatýyor:

«Hadîs ulemâsý ve bir de avam sýnýfý taklit ederler... Taklit akýlca makbul bir þey deðildir. Kur´ân taklidi nehyeder... Abidler ve zâhidler bizde çoktur, diyorlar, Hâricilerin sayýsý onlardan az­ken yalnýz Hâricilerin âbidlerinin sayýsý onlardan daha çoktur...» Bu tarzdaki sözlerle diðer mezheb erbabýna dil uzatmalarý, halkýn Mutezileden soðumasýna sebep olmuþtur.

5- Abbasî Halifelerinden bâzýlarý Mutezile taraftardý. Bu mezhebi kabul ederek onlara yardýmda bulundular. Taraftarlýkla­rým ileri götürerek halký Mutezile mezhebini kabule zorladýlar. Bu uðurda fukahâya ve muhaddislere iþkence yaptýlar. Onlarýn böyle iþkenceye maruz kalmasý halkýn þefkatini tahrik etti. Mazluma acý­mak sânýndan olan insanlar onlara acýdýlar ve bu iþkencelere se­bep olan Mutezileye kýzdýlar,, bunlar sizin baþýnýzýn altýndan kopu­yor, diye onlara kin baðladýlar. Çünkü onlar Hulefâ ve Ümerâ ile görüþüp onlara bu fikri iþliyor, bu iþkencelere onlar sebep oluyor du... Hattâ Mutezile» fukahâya ve muhaddislere eza ve cefa yapan lan müdafaaya çalýþýyorlardý. Meselâ Câhýz´ýn þu sözlerine bakýn:

«Biz ancak delil olmaksýzýn kimseyi tekfir etmeyiz. Ancak töh met altýnda olanlarý imtihan ederiz, deneriz. îtham altýnda olanla] hakkýnda soruþturma açmak, zan altýnda bulunanlarý imtihana çekmek, kapalý örtüyü yýrtmak, saklýyý meydana çýkarmak nev´in-den deðildir. Her keþif, aybý açmak ve her imtihan tecessüs sayýl saydý kadý bunu yapanlarýn baþýnda gelmek icap eder. Ýnsanlarýn kusurlarým ve ayýplarýný mahkemede en çok o soruþturup araþ­týrýr.»[6]

Maddî kuvvetlerin yardýmýna ve himayesine sýðman fikirlerin hezimete uðramasý muhakkak bir þeydir. Çünkü maddî kuvvete dayanmanýn sonu daðýlmaktýr ana caddeden çýkmaktýr. Böyle bir kuvvete güvenenlerin iþi tersine döner, çünkü insanlar nazarýnda kýymeti kalmaz, eðer delil kuvvetli olsaydý, hâkimiyet kuvvetine ve yardýmýna muhtaç olmazdý, derler. Zorlama ile fikirler tutu­namaz.

6- îlhâd taraftarlarýndan çoðu, bozuk fikirlerini yavrulamak için Mutezile arasýnda elveriþli yuva bulabiliyordu. Ýslama fitne sokuyorlar, Müslümanlar arasýna fesat saçýyorlardý. Mutezileyi kendilerine siper yapýyorlardý. Onlarýn bu kötü maksatlarý ve ha-bîs garezleri anlaþýlýnca Mûtezüiler onlarý aralarýndan kovardý. Ýbn-i Ravendi onlardan sayýlýrdý. Ebû Ýsa Verrak, Ahmed-b. Fadl Hadsi onlara mensup idiler. Halbuki bunlarýn hepsi îslâmda gö­rülmedik þeyler çýkardýlar, kötü þeyler getirdiler. Bunlarýn içinde Müslümanlarýn akidelerini bozmak için Yahudilerin satýn aldýk­larý, vicdanlarýný kiraladýklarý kimseler de vardý. Bunlar baþtan Mutezileden aynlsalar da stirdükleri leke Mutezilenin adýný kirle­tirdi. Mutezile onlarýn kendilerinden olmadýðýný söyleseler de sü­rülen leke kolay kolay çýkmazdý. Çünkü töhmet zihinlerde temize çýkarmaktan daha çabuk yerleþir.


136- Fukahânýn Ve Muhaddîslerîn Mutezileyi Ýthamý


Fukahânm ve muhaddislerin Mutezileye hücumlarý çok þiddet­li oluyordu. Onlarý her þeyle itham ediyorlardý. Hanefiyeden Ýmam Muhammed b. Hasan Þeybânî Mutezile arkasýnda namaz kýlan kimsenin namazýný iade etmesinin lâzým geldiðine dair fetva verdi, imam Ebû Yusuf, onlarý zýndýklardan sayardý. îrnam Mâlik onla­rýn þahitliðini kabui etmezdi. Haklarýnda türlü sözler söylendi, on­larý fýskla haram þeyleri irtikâpla itham ettiler. Çünkü husûmet þiddetlenince ölçüsünü kaybeder, iþ söðüþmeye varar. îki taraf bir­birine haklý haksýz söz söyler, Ýleri geri çatar. Mutezileye yönelti­len ithamlarýn çoðu insaf ölçüsünü aþýyordu. îþe tarafgirlik ve ta­assup karýþýyordu. Her taassup anlayýþ ve idrâk yollarýndan birini mutlaka kapayýp týkar. Dîninde töhmet altýnda bulunan bâzý sapýk kimseler Mutezileye yamansa da Mutezilenin iyi taraflarý hiç yok deðildir. îslâmý ilk müdafaa edenler onlardýr. Vâsýl b. Atâ´nýn adamlarý îslâm ülkelerine daðýlarak dinsizlere karþý dîni müdafaa­ya koyuldular. Amr b. Ubeyd, zýndýklarla amansýz savaþ yapýyordu. Onlara ateþ yaðdýrýyordu. Beþþâr b. Bürdün dostu idi. Fakat onda dinsizlik sessizce onu Baðdad´dan sürgün ettirdi. Ve ancak Amr´m Ölümünden sonra Baðdad´a dönebildi. Ömer b. Ubeyd[7] hakkýn­da Câhýz þöyle diyor: «Onun ibâdeti bütün fukahâmn ve muhad-dislerin ibadetine denk gelir.»

Halîfe Vâsýk, veziri olan Ahmed b. Ebî Duâd´a sordu:

? Neden Mutezileden olanlarý, baþkalarý gibi kadý ve hâkim tayin etmiyorsun?

? Onlar bunu kabul etmiyorlar ki. Meselâ Ca´fer b, Mübeþ-þir´e onbin dirhem gönderdim, onlarý kabul etmedi. Kendim kalkýp onun ayaðýna gittim. Yanma girmek için müsâade istedim. Müsâa­de etmedi. Ben de izinsiz olarak girdim. Kýlýcýna sarýlarak:

? izinsiz girdiðinden seni öldürmek helâldir, dedi. Ben de geri dönüp kaçtým. Öylelerine kadýlýðý nasýl kabul ettirebilirim.

Halbuki bu Ca´fer ihtiyaç içinde kývranýyor. Bâzý dostlarý ona iki dirhem verdi. Onlarý kabul etti. Bunun üzerine ona:

? Onbin dirhemi geri çevirirsin, iki dirhemi alýrsýn, bu ne? dediler.

? Onbin dirhemin sahipleri olan fakirler ona benden daha müstahaktirlar, onlar milletin parasýdýr. Bana bu iki dirhem kâfi. Bunlara ihtiyacým var. Allah bana bunlarý istemeden gönderdi. Þüpheli ve haram olan dirhemlerden beni kurtardý.

Ýþte onlarýn içinde böyleleri vardý, þüpheli þeylerden çekinir­lerdi. Helâl olmýyan yollarla toplandý diye sultanýn parasýný kabul etmez, hediyeyi geri çevirir. Dostundan gelen helâl ve temiz iki dir­hemi alýr.

Bunlardan anlýyoruz ki. Mutezile içinde de zühd ve takva sa­hipleri vardý. Mutediller bulunurdu, fakat azdýlar.


137- Mutezilenin Münazaralarý Ve Ýlmi Kelâm


Mutezilenin düþmanlarýyla yaptýklarý münazara ve mübâhase-lerden kelâm ilmi meydana çýktý. Bu münazaralar Rafýzîler, Mecûsîler, Putperestler, dinsizlerle yapýldýðý gibi fýkýh ve Hadîs ulemâ-siyîe de yapýlýrdý. Bu münazaralar dairesinin merkezi Mutezile idi. Üç asýr, Ýslâm camiasýný mücadeleleri ve münazara 1 ariyle meþgul ettiler. Onlarýn meclisleri ümerâ, vüzerâ ve ulemâ ile dolup taþý­yordu. Fikirler orada birbiriyle çarpýþýyor, mezhepler birbirleriyle boðuþuyor, cevaplar hazýrlanýyor ,lslâm düþüncesi burada silâhla­nýyordu. Ýran, Yunan veya Hind fikir kýrýntýlariyîe bu meclisler süsleniyordu. Mutezile bu münazaralarda hususî bir temayüz gös­teriyordu. Hüküm çýkarma yollarý baþka baþka olsa da netice iti­bariyle dînin davet ettiði gayeye varýyorlardý. Baþlýca vasf-ý mü­meyyizleri þunlardýr:

1- Taklitten uzak kalmalarý: Araþtýrmadan, incelemeden rastgele baþkasýna tâbi olup körü körüne takip etmiyorlardý. Ýsim­lere deðiî, re´y ve kanaatlere hürmet ediyorlardý. Söylenene deðil, hakikata bakýyorlardý. Onun için birbirlerini bile taklit etmediler. Onlarýn tuttuðu yol þu idi: Her mükellef, dinde içtihadýnýn buldu­ðu þeyi alýr, onunla amel eder. Onun içindir ki, bu kadar çok kol­lara ayrýlmýþ olsalar gerektir, her þahýs bir fýrka reisi sayýlmýþtýr: Þu isimlere bakýn:

Vasiliye,[8] Hüzeyliye[9], Nazzâmiye[10], Hâtitiye[11], Biþriye[12], Muammeriye[13], Müzdariye[14], Sümâniye[15], Hýþâmiye [16], Câhýzýye [17], Hayyâtiye [18], Cübbâiye.[19]

2- Akaidi isbatta akla itimat etmekle beraber dînin ulu cad­desinden dýþan çikmasýnlar diye Kur´ân-ý Kerfm´in yardýmýna sý­ðýndýlar. Ayetlerden faydalandýlar. Hadîs bilgileri çok deðildi ve akait hususunda Hadîsi delil almazlardý.

3- Devirlerinde tercüme olunan ilimleri aldýlar, ve bu ilim­lere hizmetleri de oldu. Düþmanlarýna karþý bu ilimlerden yardýmlanarak cevap hazýrladýlar. Kelâm meydanýnda karþýlanndakîlere galebe için bunlardan faydalandýlar. O devirde Arap aklým bes­leyen yabancý kültürleri almýþ olan her Müslüman Mutezileye ka­týldý. Çünkü dînî ruh ile tevhîd ve tenzihe çok Önem veren ve aklýn ihtiyacýný karþýlayan felsefî fikirleri birleþtiren Mutezilenin görüþü onlara uygun geliyordu. Mutezile arasýnda bir çok seþkin muhar­rirler, üstün âlimler, anlayýþlý feylesoflar çýkmýþtýr.

4- Fesahat ve belagat sahibi, edebiyatçý idiler, içlerinde be­lið hatipler vardý. Münazara ve mübâhasa yaparken dilleri belaga­ta alýþmýþtý.Vâsýl b. Atâ büyük bir hatip, psikolojiye vâkýf bir âlim­di. Hazýr cevaptý, sözlerini kolayca hazýrladý. Nazzam, zeki ve be­lið bir zattý. Keskin lisanlý , düzgün sözlü bir þair ve edipti. Ebû Os­man Amr Cahýz hakkýnda Sabit b.Kurra þöyle diyor: «Cahýz Müs­lümanlarýn hatibi, kelâmcýlarýn üstadýdýr, Mütakaddîm ve mütaahhirinin en seçkinidir. Kalbur üstüne gelenlerdendir. Konuþtuðu zaman belagatta Sehbâni andýrýr. Münazara ve mübâhase yaparken münazara üstadý Nazzamý hatýrlatýr. Kitaplarý çiçek bahçesi, risale­leri meyve yüklü dallar gibi. Mübâhaseye giriþtiklerini maðlûp eder, kimse onun karþýsýna çýkamaz.» .


138- Mütezîlenîn Düþmanlarý



1- Rafýzîler, Putperestler,, Cehmiye ve diðer bid´atçýlar Mütezile ile münakaþa yapmýþlardýr.

2- Fukaha ve muhaddisler.

Evvelâ Mutezilenin dinsizler, zýndýklar, cehmiye ve saire ile yaptýklarý münakaþalarý ve mücadeleleri nakledelim-


139- Dinsizler Ve Zýndýklarla Münakaþala



Emevîlerin, son ve Abbâsîlerin ilk devirlerinde zmdýklar, sapýk­lar çoðaldý. Bunlar bâzan maskelerini indirip hakikî hüviyetler meydana çýkarlar, bâzan Ýslâm kisvesine bürünerek kendi pren­siplerini Müslümanlar arasýnda yayarlar, kimse farkýna varmadan zehirlerini saçarlardý. Bunlarýn îslâma düþmanlýðý hepsinden da­ha fazla idi, zararlarý çok olurdu. Çünkü bâzýlarý onlara aldamyor, onlarýn yaldýzlý sözlerine kapýlýyordu. Mutezile bunlarla çetin bir savaþa koyuldu ve onlarý her meydanda maðlûp etti. Vâsýl b. Atâ arkadaþlarýný îslâm merkezlerine yayarak zýndýklarla mücadeleye baþladý. Kendisi de müdafaa ediyordu. Eserleri arasýnda Maniliðe karþý bir reddiyesi vardý. Onun arkasýndan gelen arkadaþlarý da ayni þekilde hareket ettiler. Münakaþalarýný kuvvetli delillerle ya­pýyorlardý. Ýkna kuvvetleri çoktu. Düþmanlarý onlarýn kuvvetli de­lillerine karþý kaçamak bulamýyor, teslimden baþka çare kalmýyor­du. Bu münakaþalarla bir çoklarýný ikna ediyorlardý. Ebû Huzeyl Allâf´ýn eliyle üçbinden fazla mecûsî Müslümanlýðý kabul etmiþ­tir. O münazarada son derece maharet sahibi bir zattý.

Mutezilenin münazaarlanna ve nasýl kuvvetli deliller bulduk­larýna örnek olmak üzere bâzý misaller nakledelim: tntisar´da þöy­le deniyor: «Maniler sýdk ile yalaný ayrý sayarlar. Sýdk hayýrdýr, nurdandýr, yalan, ise serdir ve zulmettendir, derler. Ýbrahim Naz-zam onlara sordu:

?Bir ihsan bir söz söylese ve o söz de yalan olsa, bu yalaný söyleyen kimdir? .

? Zulmettir, dediler.

? O adam söylediði bu yalana piþman olup da: Ben yalan söyledim ve bununla kötülük iþledim derse (yalan söyledim ve kö­tülük iþledim) diyen kimdir?

Buna ne cevap vereceklerini þaþýrdýlar. Çünkü bu fazileti zul­met iþleyemez.

? Yalan söyledim ve kötülük iþledim diyen nur ise, bu yalan olur. Çünkü yalan söyleyen o deðildir. Yalan serdir, nurdan þer sadýr olmuþ olur. Bu sizin sözünüzü çürütür. (Eðer yalan söyle­dim ve kötülük iþledim) diyen zulmet derseniz baþtan baþa yalan söylemiþ, sonra da doðru söylemiþ olur/ yani ondan hem doðru, hem de yalan sadýr olmuþ olur. Halbuki sýdk ve yalan sizce birbi­rine zýddýr, zulmetten hayýr sadýr olmaz...»

Bakýnýz, geniþ bilgisiyle münakaþa yaptýðý kimseleri nasýl ya­kalýyor, onlara çýkar yol býrakmýyor. Çýkýþ yerlerini tutuyor ve on­larý susturuyor. Mutezile Rafýzîlerle ve diðerleriyle de ayný tarzda münakaþa yapýyordu. Aralarýnda þiddetli münakaþalar cereyan et­miþ olmasýna raðmen birbirlerine iyi muamele yapýyorlardý. Ule­mânýn ahlâkýna yakýþan budur. Geniþ gönüllü ve müsamahalý ol­malýdýr.


140- Fukahâ Ve Muhaddîslerle Mücadeleleri



Ruhiyat eserlerinin vardýðý neticeye göre ihtilâf hâlinde olan iki taraf eðer akidede birbirlerine yaklaþýrsa, mücadele daha þid­detli olur.[20]

Burada da bu böyle olmuþtur. Çünkü Mutezile ile fukahâ ara­sýnda ihtilâf yeri azdýr. Bunlarýn tashihi kabildir, birbirini tekfir edecek mahiyette deðildir. Birini dinden çýkaracak birþey yoktur. Bununla beraber bunlar arasýnda mücadele gayet þiddetli olmuþ­tur. Birbirlerine çok atýp tutmuþlardýr. Belki de yukarýda geçen se­bebe þunlar da ilâve olunabilir: Bu ihtilâf aklî ve mantýkî idi, din­de düþünüþ tarzlarýna aitti. Fukahâ ve muhaddisler dîni Kur´ân ve Hadîsten alýyorlardý. Onlar akýllarýný, kitabýn naslarýný anlamak ve Peygamberden naklolunan Hadîslerin sahibini öðrenmek için kullanýyorlardý. Dîni bu yollarýn dýþýnda Öðrenmek onlarca hata­dýr. Mutezile ise akideleri aklî kýyasla isbat etmeði caiz görüyor, dînî bir nassa muhalif olmadýkça bununla amel ediyorlardý. îslâm akaidini isbatta mantýk, felsefî bahisleri kullanýyorlardý, Fukahâ ise buna karþý idiler. Ayaklarý kayýp þaþýrmasýnlar diye nas üzerin­de duruyorlardý. Çünkü akýl aldanabilir ve þaþýrýr.

Bu onlar arasýnda ihtilâf yoktu demek deðildir. Mutezile ile muhaddisler arasýnda bir çok cüz´î mes´elelerde ihtilâf vardý. Fa­kat akidelerin özünde ve esasýnda ihtilâf yoktu*. Onun için Mutezile fukahâyý ve muhaddisleri tekfir etmez, onlar da Mutezileyi tekfir etmezler, yalnýz bid´atçý sayarlar.

Onlarýn mücadeleleri iþte böyle iki nevi usul ihtilâfýndan ileri geliyordu. Halk-ý Kur´ân mes´elesindeki ihtilâflarýna bak. Görür­sün ki, Mutezile tevhid ve tenzihten baþka hiçbir kayýta mukayyet olmaksýzýn aklî kýyaslar arkasýndan koþmakta, onlarý delil tut­maktadýr. Fukahâ ile muhaddisler ise tevakkuf ediyor, kitap ve sünnetten Has bulunmýyan hususta gayet çekingen davranýyor. Cumhur halk fukahâ ve muhaddislerin arkasýnda idi.


141- Mutezilenin Mücadeleleri


Abbasîler devri ilmî münazaralar ve mübâhaseler asrý idi. Bu münazaralar b,elâgat ve fesahat gösterisi meydaný halini almýþtý. Herkes mehâretini orada gösterirdi. Akaide dair mübâhase ve mü­nakaþalarda Mutezile daima koþuyu kazanýyordu.

Mutezilenin münazara meclisleri pek çoktu. Ümeranýn yanýn­da, mescidÝerde ders halkalarýnda, münazara ve mübâhaseye elve­riþli her yerde münazara yaparlar, mübâhase meclisleri kurulurdu. Fakat bu münazaralarýn çokluðuna nisbetie bize kadar naklolu-nanlar azdýr. Belki de bu þundan ileri gelmiþ olacak. Mutezile Mü­tevekkil devrinde ve ondan sonraki devirlerde daima takibe uðra­mýþ, baský altýnda kalmýþtýr. Ýslamlarýn çoðu cumhur halk onlar­dan hoþlanmamýþtýr. Bu yüzden onlarýn eserlerinin çoðu zayi ol­muþ, münazaralarý bize kadar gelememiþtir. Bugüne kadar kalan­lar, azlýðýna raðmen, onlarýn mücadeleci ruhu, mübâhase kuvveti hakkýnda bir fikir vermeðe kâfi gelmekte, onlarýn mücadeleci bir zümre olduðunu göstermektedir.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ebü Hasan Eþ´âri, Makâlât´ül-Ýslâmiyyîn.

[2] Mutezile îmanla küfür arasýnda bir dereceye kail olmakla be­raber büyük günah sahibini zimmîlerden ayýrmak için Müslüman adýný verirler. Mutezileden Ýbn-i Hadîd diyor ki: «Biz büyük günah sahibini mü´min saymakla beraber diðer zimmîlerden onu ayýrmak için ona bu adý veririz. Bununla medih ve sena, mânasý kasdetmeksizin bu ismi vermeði caiz görürüz. (Nehc´ül-Belâga þerhi).

[3] Þehristânl, EI-Milel vel-Nihal.

[4] Eþ´ari Makalâfül-Ýslamiyin

[5] întisar´ýn Önsözü.

[6] Ubeydullah b. Hassan, Fusul-i Muhtara Min Kütüb-i Câhiz.

[7] Halife Mansur bu Amr´ý son derece sever ve sayardý. Ölünce onun hakkýnda bir mersiye söylemiþtir.

[8] Vâsýl b. Ataya uyanlar.

[9] Ebû Hüzeyl Allâf´ýn taraftarlarý.

[10] Ýbrahim Nazzam´ýn taraftarlarý

[11] Ahmet b. Hâit´in taraftarlarý.

[12] Biçir b. Mûtemer´in adamlarý.

[13] Muammer b. Ýyâd taraftarlarý.

[14] Ebû Musa îsa b. Müzdar´m taraftarlarý.

[15] Sümâme b. Eþres´in taraftarlarý.

[16] Hiþam b. Ömer´in taraftarlarý.

[17] Edip Ebû Osman Câhýz´in taraitarlan.

[18] Ebû Hüaeyin Hayyât´ýn taraftarlarý.

[19] Ebû Ali Cübbaî´nin taraftarlarý

[20] Bunu Gustave le Bon, Arâ vs Mütekâdât eserinde söylüyor.


radyobeyan