Ýmam-ý Þafi
Pages: 1
Hariciler By: sidretül münteha Date: 14 Eylül 2010, 16:29:39
Hariciler



68- Hariciler Nasýl Meydana Çýktý?:


Hâriciler, kendi inançlarýna ve fikirlerine müthiþ bir taassupla baðlý, dindar görünen bir Ýslâm fýrkasýdýr. Akidelerini çýlgýnca savu­nurlar. Korkunç hükümleri olan serkeþ insanlardýr. Kanaatleri uðrunda, gayeleri yolunda her þeye göðüs gererek savaþýrlar, çekinmeden ileri atý­lýrlar. Onlarý buna sürükleyen þey, zahirine baðlandýklarý bâzý sözler ol­muþtur. Bunu mukaddes din sandýlar ve mü´min olan ondan asla ayrýlmaz hesap ettiler. Onlarýn aklý: "Hüküm ancak Allah´ýndýr" sözüne saplandýmý bir dînî düstûr gibi tutup muhaliflerinin yüzüne dâima haykýrdý­lar. Konuþmak isteyenlerin sözünü bununla kestiler. Hz. Ali´yi konuþur­ken gördüler mi, hemen bu sözü söylerlerdi. Bu söz onlarýn kalkaný ol­muþtu. Hz. Ali onlar bu sözü tekrar tekrar söyleyince þöyle demiþtir: "Doðru bir söz, fakat bununla bâtýl murad olunur, bunu kötüye kullaný­yorlar. Evet hüküm yalnýz Allah´ýndýr. Fakat bunlar amirlik ancak Al­lah´ýndýr diyorlar, insanlar için doðru, sapýk bir emîr lâzýmdýr. Onun emri altýnda mü´min amel eder, kâfir de faydalanýr. Vergiyi toplar, düþmanla çarpýþýr, yollarda emniyet ve asayiþi saðlar, zayýfýn hakkýný kuvvetliden alýverir, böylece hayýrlý olan kimse rahata kavuþur, fâcirden kurtulmuþ olunur."

Hz. Osman´dan, Hz. Ali´den ve zâlim olan hâkimlerden kendilerim uzak tutmak, onlardan teberrî etmek düþüncesi, Haricîleri o kadar þaþýrt­tý ki, akýllarým bile bozdular. Bu fikre öyle körü körüne saplandýlar ki, anlayýþlarýna hâkim olan hep bu düþünce oldu. Hakka götüren yol, on­lar için adetâ kapalý kaldý. Bu kaba kuvvete Hz. Osman´dan, Hz. Ali´den, Tâlha ve Zübeyr gibi Ashabýn ulularýndan, Bmevîlerin zâlim hükümdar­larýndan ayrýlanlar hep bunlara katýldýlar ve bu fikre saplandýlar. Tesiri daha þiddetli olan diðer prensiplerde müsamaha gösterdiler, fakat bu teberrî prensibine sýmsýký sarýldýlar. Abdullah Ibn-i Zübeyr, Emevîlere karþý ayaklandý. Haricîler onun tarafýna geçtiler. Ona yardým yapacak­larým, onun saflarýnda döðüþeceklerini va´dettiler. Fakat onun, kendi ba­basý Zübeyr ile Tâlha´dan, Ali ve Osman´dan teberrî etmediðini öðrenin­ce, ondan ayrýldýlar, onun etrafýndan savulup gittiler!

Fakat Haricîlerin kafasýna teberrî fikri saplanmýþtý. Muayyen þahýslar Müslüman saymýyorlardý. Bu-sebeple Ehl-l HUnnflt ve´l Cemâat topluluðuna giremediler, sapýk fýrkalardan oldular. [1]



69- Hâricîlerîn Nitelikleri:


Haricîler, parlak ve yaldýzlý sözlerin tesiri altýnda kalmakta Fransa´» da en korkunç cinayetleri, irtikâptan çekinmeyen Ya´kubîlere benzerler. Bunlar hürriyet, müsavat, kardeþlik kelimelerini tutturdular ve bunlar nâmýna kan döktüler, nice canlara kýydýlar, Haricîler do (gerçek îman, hüküm ancak Allah´a aittir, zâlimlerden teberrî) naralarýný tutturdular ve bunlar adýna Müslümanlarýn masum kaným mübâh sayýp kan lçtil

"Yakûbîlik zihniyeti kýsa düþünceli, dar görüþlü, inatçý bir görüf mahsûlü olup sahibini gayet basit bir adam derecesine düþürür. Bu zih­niyetin sahibi, iþlerin ancak dýþ tarafým görür, ruhunda hâsýl olan evhamý, hakikat sanýr. Olaylarý birbirine baðlayamaz. Gözünü dikmiþ olduðu hiý-yâlden asla ayýramaz. Demek oluyor ki, Yakûbî iþlemiþ olduðu cinayet­leri akýl ve mantýk sâikasiyle iþlemiyor. Çünkü akýl ve mantýktan onun nasibi yoktur. O, zayýf aklýna uyarak bu gibi þeyler peþinde koþuyor. Halbuki yüksek idrâk burada durur kalýr."

Yakûbîlerin bu hâli, birçok cephelerden Haricîlerin hâlet-i rûhiyeulnn uygun düþmektedir. Aþaðýda zikri gelecek hâdiseler ve münâkaþalar bu­nu göstermekte ve isbâta kâfi gelmektedir. [2]



70- Ruhî Haletleri:


Hamaset duygularý ve kelimelerin zahirine saplanmak hevesi; Hari­cîlerin vazýh vasýflarý yalmz bunlar deðildir. Bunlarýn yanýþýný diðer vasýflar da yer almaktadýr. Meselâ: Fedakârlýk, serkeþlik, ölümden çe­kinmemek, sebepsiz tehlikelere atýlmak gibi vasýflar, bunlar meyanýnda dýr. Bu hareketlerin bâzýlarý heves mahsûlü idi. Bâzýsý da âsâp bozuklu­ðundan ileri geliyordu. Mücerret kahramanlýk göstermek ve mezhebi þiddetle sarýlmak emri veriyordu.


Haricîlerin içinde öyleleri vardý ki, Hz. Ali hutbe okurken sözünü ke-Horlerdi. Hattâ o, namaz kýlarken namazým bile kesenler bulunurdu, Al-lah´dan sevap umarak Müslümanlara meydan okuyanlar vardý. Böyle yapmakla Allah´a yaklaþtýðýný zannederlerdi. Abdullah tbn-i Habbâb b. Aretî´yi[3] öldürdüler, cariyesinin karnýný deþtiler. Bu fecî cinayeti iþ­lediler. Hz. Ali onlara:

 Katilleri bize teslim edin, dedi.

 Onun katilleri biz hepimiziz, cevabým verdiler ve teslim etmediler. Hz. Ali onlarla savaþtý. Onlarý tepeledi, hepsini imha edecekti, buna rað­men geri kalanlar yine bildiklerinden þaþmadýlar, kudurmuþcasýna eski yollarýnda yürüdüler. O Hýristiyanlarla bunlar arasýnda bu bakýmdan bir benzerlik yok mu?

Bunlarýn çoðunda gûyâ îslâm´a hulûsla hizmet etmek düþüncesi hâ­kimdi. Fakat buna yanlýþ yoldan yürüdüler; ters bir istikamet tuttular. Hatalarý burada idi. Rivayet olunduðuna göre Hz. Ali, onlarla münakaþa yapmak üzere îbn-i Abbas´ý gönderdi. îbn-i Abbas yanlarýna gelince onu i´zâz ve ikramla karþýladýlar. îbn-i Abbas karþýsýnda öyle adamlar gördü ki: Uzun müddet secde ede ede alýnlarý daðlanmýþ gibi yara olmuþ...[4]

Bunlann akidelerinde Ýhlas üzere olduklarýnda süphe yok. Fakat Ýhlasýn noksan taraflarý da çok: dinin özünü anlayamýyorlar. Kendilerine muhalif ulun her MUslümanýn kanýný helâl saymalarý büyük hatâdýr. Enteresan olaylarýndan biri de þudur: Bir defa .bir Müslüman ile bir  hristiyana tesadüf etmiþler. Müslümaný öldürmüþler, Hýristiyana Peygamberine olan ahdini muhafaza etmesini tavsiyede bulunmuþlar... Ibn-i Habbâb´a rastladýlar, boynunda Mushaf-ý Þerif asýlý, yanýnda da. ge­be olan karýsý var. Bu insafsýzlar Abdullah´ý yakalayýp:

 Þu boynunda asýlý olan Kitap bize seni öldürmemizi emrediyor

dediler.

 Ebû Bekir ve Ömer hakkýnda ne dersin? diye sordular. O da  hayýrla yâdetti.

 Hakem tâyin etme hâdisesinden önce Hz. Ali hakkýnda ve  Hz. Osman´ýn altý senesi hakkýnda ne dersin? dediler. O da yine hayrý in yâdederek cevap verdi.

 Hakem meselesi hakkýnda ne dersin? diye sordular. O da bu ce­vabý verdi:

 Benim diyeceðim þudur: Hz. Ali Allah´ýn Kitabým sizden çok dn-ha âlâ bilir. Dînini sizden daha iyi korur, sizden daha çok-basiret sahibidir.

 Sen hidâyete tabi´ olmuyorsun, adamlara isimlerine bakarak tabi1 oluyorsun, elediler ve onu dere kenarýna çekip hayvan boðazlar gibi kei-tiler!.. Orada ´bulunan bir Hýristiyandan hurma satýn almak istediler.

O da:

 Hurma parasýz sizin olsun, dedi.

 Parasýz asla kabul etmeyiz, dediler. Hýristiyan bu adamlarýn yaptýklarýna þaþarak:

 Ne acaip kimseler, dedi. Abdullah b. Habbâb gibi bir zatý öldü­rürler, bizden parasýz hurma kabul etmezler!..[5]



71- Taassublarý, Kureyþ´e Olan Kînlerî:

On iki  Hâdiyc Araplarý mahrumiyet içinde Ýdiler. Maddî mahrumiyet içinde olan ruhu, îman kaplar ve saðlam bir Itlkad vicdana yerleþirse bu dünya nimetlerine tama´ etmekten vazgeçer dünya zevklerine göz dikmez. Kendini âhirete verir, âhiret nimetleri­ne raðbet eder. Cehennem azabýndan, uzaklaþtýracak þeylere sarýlýr. Onun için Haricîlerde dînî zühd kuvvetli idi.

Sonra onlarýn yaþayýþ tarzlarý onlarý huþunet, kasvet, ünf ve þiddet göstermeðe itecek mahiyette idi. Zîrâ nefis, gördüðü ve alýþtýðý þeylere uyar. Onlar da sert çöl gibi sert oldular. Eðer Haricîler refah içinde ya­lamalar, nimetlerden faydalansalardý, onlarýn o haþin hâli deðiþir, sert­likleri ve kabalýklarý azalýr, onlar da yumuþar ve uysal kimseler olur, tabiatlarýnda deðiþiklik görülürdü. Þu hâdiseye bakýn: Ebu´l-Hayr ismin­de yoksul ve fakîr bir adamýn Haricîlerin görüþlerine taraftar olduðunu duyan Ziyâd îbn-i Ebih, onu nezdine çaðýrýp ona valilik vermiþ ve her ay dört bin dirhem maaþ baðlamýþ, ayrýca senede yüzbin dirhem de ge­lir ayýrmýþ. Ebu´l-Hayr bu bolluða kavuþunca: îtâattan ve topluluk için­de yaþamaktan daha hayýrlý bir þey görmüþ deðilim! dermiþ. Valilik ma­kamýnda uzun müddet kalmýþ. Ziyâd onun bir hareketini beðenmemiþ, o da Ziyâd´a karþý gelmiþ, bu yüzden hapse atýlmýþ ve orada ölmüþ. Bunda gayet dikkat edilecek nokta þudur: Nîmete kavuþunca bu adamýn o sert tabiatý deðiþti, ruhu kibarlaþtý, müsamahalý ve þefkatli oldu. Taassub ve þiddetten eser kalmadý.

Hz. Ali´ye ve ondan sonra da Emevîlere karþý duran Haricîlerin ço­ðunun bu inançlarýnda ihlâs üzere olduklarým söylemiþtik. Fakat biz bu­nunla, onlarý hükümete karþý isyana sürükleyen bu akîdelerden baþka se­bepler yok demek istemiyoruz. Bunun en açýk misâli þudur: Haricîler, Hi­lâfete yalnýz Kureyþ´in geçmesini çekemiyorlar, baþkalarý dururken, an­cak Kureyþ´in hâkim olmasýný kýskanýyorlardý. Gerçekten Haricîlerin ek­serisi Rabîa kabilelerinden idiler. Bunlarla Mudar kabileleri arasýnda câ-hiliyet zamanýndan beri eski düþmanlýk vardý. Ýslâmiyet bu düþmanlýðýn Þiddetini biraz azaltmýþsa da büsbütün kaldýramamýþtý. Kalblere gizlen­miþ, ruhlara sinmiþ bâzý câhiliyet izleri kalmýþtý. Bunlar, Haricîlerin mez­hebine ve görüþüne kapýlanlarýn görüþ ve mezheblerinde farkýna va­rýlmadan, sezilmeden kendini gösterdi. Kalblerde gizli olaný en iyi bilen Allah´dýr. [6]


72- Hâricilerin Çoðu Araptýr:



Hâricilerin ekserisi Arabdýr. Aralarýnda Mevûliden olanlar (yani Arap olmýyanlar) gayet azdýr. Halbuki Haricîlerin Hilâfet hakkýnda þartlan mevcut olunca, Mevâlî de Halîfe seçebilmek hak kýný hâizdi. Çünkü onlar Hilâfeti herhangi bir Arap hanedanýna veya Ým Mleline, hattâ herhangi bir ýrka veya bir zümreye münhasýr görmüyor lardý. Bu görüþ Mevâlînin iþine uygun düþmektedir. Fakat, Mevlînin  Hollerin mezhebinden nefret etmelerinin sebebi þudur: Haricîler, Mevzii­den hoþlanmýyordu. Onlarda da koyu Arap taassubu vardý. Nehcü´l- Þârihi îbn-i Ebî Hadîd naklediyor: Mevâlî´den bir adam Hâricilerden bir kadýnla evlenmek üzere dünürlük yolladý. Haricîler buna kýzdýlar; kadýna:

 Bizi rezil ettin, dediler.

Eðer bu asabiyet dâvasým býraksalardý, Mevâlîden onlara daha uyanlar olurdu.

Haricîler arasýnda Mevâlî az olmakla beraber, bâzý fýrkalarda onla nn tesirini görüyoruz. Meselâ Yezidiyye[7]fýrkasýnýn iddiasýna göre Al-lâhu Teâlâ Acem´den = Arap olmayanlardan bir Peygamber gönderecek, ona gökten bir kitap indirecek, onunla Þerîat-ý Muhammediyyoyl neshedip kaldýracakmýþ! Meymûniyye[8] fýrkasý ise: Bir adamýn öz evlâdý­nýn kýzlarým, gerek erkek, gerek kýz kardeþlerinin evlâtlarýnýn kýzlarýný nikahlayýp almasýný mubah görürler[9].  Bunlarýn Ýran mahsulü olduðu açýktýr. Çünkü Mecûsi Fars­lar, Ýranlý bir Peygamber beklemekte olduklarý gibi bu türlü nikâhlarý da mubah saymaktadýrlar. [10]



73- Basit Ve Sathî Görüþleri:


Yukarýki sözlerden Haricîlerin nasýl bir zihniyet taþýdýklarým, onla­rýn hâlet-i ruhiyelerini ve soylarým tanýmýþ olduk. Gerçekten onlarýn aki­deleri, basît ve sâde akýl ve fikirlerinin mahsulüdür, inançlarýnda sathî görüþleri, Kureys´e ve bütün Mudar kabilelerine düþmanlýk bundan ileri´ gelir.

a) Birinci görüþleri ki bu onlarýn en doðru, saðlam görüþleridir Halîfenin bütün Müslümanlarýn hür ve serbest seçimle o makama geti­rilmesidir. Bu seçme bir fýrkaya veya bir topluluða mahsus deðildir. Adaleti icra ettikçe, dîne uydukça, hatâdan ve sapýklýktan uzak kaldýk­ça Halîfe sayýlýr. Eðer doðru yoldan saparsa azli veya katli lâzýmgelir.

b) Onlarýn görüþüne göre Halifelik Arap kabilelerinden hiçbir ha­nedana, aileye mahsus deðildir. Kendilerinden baþkalarýnýn dediði gibi Hilâfet yalnýz Kureyþ/in hakký deðildir. Yalnýz Araplara mahsus olup Arap olmayanlar o haktan mahrum edilemez. Müslümanlarýn hepsi bu hususta müsavidir. Hattâ haktan ayrýldýðý, doðruyu býraktýðý zaman azli ve katli kolay olsun diye Halîfenin Kureyþ´ten baþkasýndan olmasýný ter­cih bile ederler. Çünkü onu koruyacak kuvvetli asabiyet sahibi kabile, barýndýracak aþîret bulunmayacaðýndan azli kolay olur. Baþlan olan Ab­dullah îbn-i Vehb Râsibî bu esaslarý kurdu ve bunlar dâhilinde onu ken­dilerine reis seçerek ona Emîrü´l-Mü´minîn unvanýný verdiler. Halbuki o, Kureyþten deðildi. Bu baþlangýç esasý diðer Müslümanlarý onlara uyma­ða, mezheblerini benimsemeðe teþvik edici olmalýydý. Fakat onlarýn Me-vâlîyi hakîr görmeleri, Müslümanlarýn kanun helâl saymalarý, kadýnlarý ve çocuklarý bile esir etmeleri, Hz. Ali´nin ve Ehl-i Beyt´in çoðunun îman­larýna ta´n ile dü uzatmalarý, bütün bunlar Müslümanlarýn onlardan yüz çevirmelerine sebep oldu,

c) Burada þunu da kaydedelim ki, Haricîlerin Necdât´ kolu halkýn bir Halîfe seçmesine hacet görmezler- Müslümanlara lâzým olan, aralarýn­da adalete riâyet etmeleridir, derler. Eðer bu cihet, onlarý hakka riâye­te sevk eden bir imam olmaksýzýn tamam olmazsa, o zaman bir imam se­çerler. Halîfe seçmek ser´an vâcib deðildir. Maslahat îcâb ederse, buna ihtiyaç hâsýl olursa seçmek caizdir.

ç) Haricîler, günah iþleyenleri kâfir sayarlar ve bu iþte bilerek, kötü maksatla günah iþlemekle, bilmiyerek, farkýna varmadan, içtihadýn­da yanlýþ olmak sebebiyle hataya düðmek arasýnda hiçbir fark yapmaz­lar. Bunun içindir ki, hakem tâyin ettikten dolayý Hz. Ali´yi tekiîr eder­ler. Halbuki Hz. Ali hakem tâyinine kendi arzu ve ihtiyariyle gitmemiþti.

Haydi teslim edelim ki, hakem tâyinini kendisi istedi, bu içtihadýnda hata eden bir müctehid durumunu aþmaz. Müctehidin ise hatasý baðýþ­lanýr. Onlarýn Hz. Ali´yi tekfîr etmeleri, ictihadda hatanýn müctehidi din­den çýkardýðýna inandýklarým gösterir. Kendilerine cüz´î bir muhalefeti olan Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Osman ve diðer Ashabýn ulularý hak­kýnda ayný þeyi yapýyorlar. îctihadlarýnda hatalarýndan dolayý onlarý tekfîr ediyorlar. Nehcü´l-Belâða Sârini îbn-i Ebî Hadîd, günah iþleyen­leri kâfir saymalarý hususunda onlarýn tutunduklarý delilleri sayarak on lan birer birer reddedip çürütmüþtür. Nasýl reddettiði bizim için o ka­dar mühim deðildir. Bizim için burada mühim olan þey onlann noktai nazarlanni, nasýl düþündüklerini gösterme bakýmýndan onlann delillerini tm vasýta ile öðrenmiþ olmaktýr. Bu delillerden onlann düþüncelerinin ne kadar sathî olduðunu, bahislerinde hiç derinleþemediklerini, mevzuu et-rafiyle kavrayamadýklanný açýkça görüyoruz.

Bu delillerden bâzýsýna göz atalým: "Oraya gitmeðe takati olan in­sanlara Allah için Kabe´yi haccetmeleri farzdýr. Her kim küfrederse, bil­sin ki, AUâhu Teâlâ âlemlerden müstaðnidir." (Al-i îmrân: 97) âyetinde Haccý terk edeni kâfir sayýyor. Haccý terk etmek büyük günahtýr. Öyle ise Haricîlere göre büyük günah iþleyen her kimse kâfir olur. Diðer de­lilleri:

"Kim ki Allah´ýn inzal ettiðiyle hükmetmezse, onlar kâfirlerden olur." (Mâide: 47). Her günah iþleyen kimse, onlarca, Allâhim inzal ettiðiyle amel etmiyor demektir ve kâfir olur. Diðer bir delilleri:

"O gün bâzý yüzler aðarýr, basa yüzlerse kapkara olur. Yüzleri kara olanlara denir ki: Siz imandan sonra küfredersiniz ha, küfrettiðinizden dolayý þimdi azabý tadýn bakalým." (Âl-i îmrân: 106). Onlarca fâsýk olan kimse, yüzü ak olanlardan olamaz. Öyleyse o yüzü kara olanlardan ol­masý lâzýmgelir. Yüzü kara olanlar ise bu âyete göre kâfirdir.

"O gün bâzý yüzler parlar, güler sevinir; birtakým yüzler de tozlu topraklý ve asýk, karanlýk onn sarar, iþte bunlar kâfirler ve facirlerdir." (Abese: 38-42).

Fâsýkýn yüzü kir pas içindedir, onun kâfirlerden olacaðý muhakkaktýr. "Zâlimler Allah´ýn âyetlerini inkâr ederler." Zâlimler münkirdir. în-kâr ise kâfirlerin sýfatýdýr[11].

Bu delillerin hepsi, nasslarm aâhirine gayet sathî bir bakýsm mah­sulüdür. Âyetlerin maksadým anlayamamýþlar, esrânm kavrayamamýþlar ve hedefe de isabet edememiþlerdir. Hz. Ali kendi zamanýndaki Haricîler­le münakaþa yapar, keskin delillerle onlan sustururdu. Onlara cevap olan sözlerinden bâzýlan þunlardýr: "Haydi, inadla benim hata ettiðimi ve dalâlete düþtüðümü iddia ediyorsunuz, fakat neden benim dalâletim yüzünden bütün Muhammed ümmetini ve Âl-i Beyt´i dalâlette sayýyormusunuz? Niçin benim hatamla onlan muâhaze ediyor, benim günahýmla onlarý nasýl olup da kâfir sayýyorsunuz? Kýlýçlarýnýz omuzlarýnýzda, onla­rý yara olan yere de, yara olmayan yere de hemen vuruyorsunuz. Günah iþleyeni, günah iþlemeyenle karýþtýrýyorsunuz. Siz de bilirsiniz ki, Hz. Pey­gamber, evli olduðu halde zina yapaný recmetti, sonra onun cenaze nama­zýný kýldý, sonra ehlini onun malýna mirasçý yaptý. Kaatili kýsasan öldür­dü, ehlini ona mirasçý yapü. Hýrsýzýn elini kesti, evli deðilken zina yapa­na had vurdu, sonra onlara, diðer Müslümanlarla beraber ganimet malýn­dan hisse verdi, Müslüman kadýnJariyle onlan evlendirdi. Hz. Peygamber onlarý bu günahlarýndan dolayý cezalandýrdý, onlar hakkýnda Allah´ýn em­rini tatbik etti. Fakat onlan Ýslâm topluluðundan, dýþarý saymadý. îslâm´m onlara verdiði hisselerini menetmedî. Onlann isimlerini Müslümanlar lis­tesinden çýkarmadý."

Bu kýymetli sözler o inatçýlan susturacak mahiyettedir. Bunlarýn et­rafýnda gürültü kaldýramazlar. Hz. Ali onlara karsý Kitaptan deðil de, bizzat Hz. Peygamber´in islediði amellerden delil getirdi. Çünkü ameî te´vil taþýmaz. Baþka türlü anlaþýlmaða tahammülü yoktur. Onlann sat­hî görüþlerine meydan vermez. Onlar yalniz bir tarafa bakýyorlar, böyle bir tarafa bakanlar, ibarelerin bütününü anlamaktan uzaktýrlar. Sözleri yanlýþ ve noksan anlýyorlar. Onun için Hz. Ah´ onlara amelî deliller gös­terdi, onlann yanlýþ anlayýþla giden te´vil yollanný kapadý. Onlarýn bozuk ve fasit görüþlerini reddetti.
[12]




[1] Muhammed Ebu Zehra, Ýmam Þafii, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý Yayýnlarý: 98-99.

[2] Muhammed Ebu Zehra, Ýmam Þafii, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý Yayýnlarý: 99.

[3] Bu Abdullah´ýn babasý Habbâb ilk Müslümanlardan olup müþriklerden çok ezâ ve cefâ görmüþtür. Ümmü Enmâr isminde bir kadýnýn kölesi idi. Müslüman olduðu Ýçin, baþta efendisi gelmek üzere, Kureyþ müþriklerinden neler çekmedi. Müsrikler, diðer zayýf Müslümanlar ile ona çok iþkence yaparlardý. Kýzgýn demirler­le vücudunu daðlayýp dininden çevirmeðe çalýþýrlardý.  (Mütercim)

[4] Müberrid. El-Kamil, o. II, «. 143.

[5] Muhammed Ebu Zehra, Ýmam Þafii, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý Yayýnlarý: 99-101.

[6] Muhammed Ebu Zehra, Ýmam Þafii, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý Yayýnlarý: 101-103.

[7] Yezidiyye: Haricîlerden Tezid b. Ebî Enîse´ye tabi´ olanlardýr. Bunlur Hâricilerden, ayrýlýnca, Sicistân´da yerleþtiler

[8] Meymûniyye: Meymûn Acredl´ye tabi´ alanlar.

[9] Abdulkadir Baðdadi, El-Fark Beyne´l-Fýrak.

[10] Muhammed Ebu Zehra, Ýmam Þafii, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý Yayýnlarý: 103-104.

[11] îbn-l Ebî Hadîd, Nehcü´l-Belâga §erhi, c. II, s. 307-308. Bunlar Özet olarak alýnmýþtýr, tafsilât Ýçin oraya bak.

[12] Muhammed Ebu Zehra, Ýmam Þafii, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý Yayýnlarý: 104-106.


radyobeyan