Makale Dünyasý
Pages: 1
Bir Bilim Olarak Tasavvuf By: reyyan Date: 06 Eylül 2010, 20:09:06
Bir Bilim Olarak Tasavvuf

Prof. Dr. Abdulhakim Yüce

Kültür ve medeniyetlere bariz vasýflarýný kazandýran ve bu yolla bir kültürü baþka bir kültürden ayýrmamýza yardýmcý olan birtakým temel unsurlar vardýr. Ýslam kültür ve medeniyeti söz konusu olduðunda bu ayýrýcý vasýf, þüphesiz ilimdir. Ýslam bir ilim dinidir ve meydana getirdiði medeniyet ilim medeniyetidir. Özellikle klasik dönem (XIII. yüzyýlýn sonuna kadar) için bu geçerli ve doðrudur.

Þüphesiz ilim her medeniyette vardýr ve her medeniyet için önemlidir. Ama bu medeniyetlerde ilim, bütün boyutlarýyla hayatýn bütün derin noktalarýna nüfûz etmiþ görünmüyor. Oysa Ýslam'da el yýkamadan, ölmeye varýncaya kadar, her þey, bir ilim ve kitap meselesi hâline gelmiþtir. Kur’ân-ý Kerim, peygamberlere ve onlar vasýtasýyla bütün insanlýða ilim, kitap ve hikmetin öðretildiðinden sýk sýk bahsederek, vahiy müessesesinin Ýlahî bir mektep olduðu hakikatýný hatýrlatýr. Ýlim kelimesi ve ondan türeyen isim ve fiiller Kur’ân'da yaklaþýk 750 yerde geçmektedir. Çoðu kez epistemolojik bir anlam ifade eden hikmet, kitap gibi kelimeler; anlama, farkýnda olma, akl etme vs. gibi terimler (ve bunlardan türeyen yüzlerce isim, sýfat ve fiil), yukarýda verilen sayýnýn dýþýnda kalmaktadýr. Bir de kelimelerin zýtlarý düþünülürse, Kur’ân'ýn epistemolojik terimler örgüsünün geniþliði ortaya çýkar.

Ýþte Ýslam medeniyetini bir ilim medeniyeti hâline getiren baþ faktör, Kur’ân'ýn ilime verdiði bu deðerdir. Bu görüþ doðru ve tam olarak anlaþýldýðý sürece Müslümanlar, insanlýk tarihinin medenîleþtirici gücü olmuþlar, yanlýþ ve eksik anlaþýldýðý zaman ise, Müslüman’ýn fikir ve fiili darmadaðýnýk, hayatý ise alt üst olmuþtur.

Kur’ân'ýn ilim ve hikmet telakkisi, ilk tatbik sahasýný elbette ki, Hz. Peygamberin hayatýnda bulmuþtur. Müslümanlar bu Yüce insanýn zuhurundan önceki dönemi cahiliye devri olarak vasýflandýrmakla, Kur’ân'ýn beþer tarihinde baþlattýðý yeni döneme de adýný vermiþ oluyorlardý. Ýlim ve hikmetle gerçekleþtirilmiþ Saadet Asrý'nýn kurucusu Hz. Peygamberin ilim telakkisini görebilmek için, elimizdeki hadis külliyatýna bir göz atmak kafidir. Baþta kütüb-ü sitte olmak üzere, hemen her hadis mecmuasýnda yer alan müstakil kitabu'l ilimler (ilim bölümleri) vardýr.

Yine hemen bütün kelâm kitaplarý, epistemoloji konusunu, yani bilginin kaynaðý ve deðeri problemini ön planda tutmakta ve bütün kelâmî meseleleri epistemolojik bir zeminde tartýþmaktadýr.
Eðer tasavvufu bir tek kelime ile anlatmaya çalýþmak durumunda kalsaydýk, ilim kelimesinin çok kere eþ anlamlýsý olan marifet kelimesini kullanýrdýk. Muamelat sahasýnda ilmin yer ve önemini görmek için bu sahanýn disiplinli bir etüdü demek olan fýkýh kelimesinin Tabiûn devrinden itibaren kazandýðý anlamý hatýrlamak yeterlidir. Felsefe ise, Müslüman filozoflarýn gözünde bir ilmu'l- ulûmdur (ilimlerin ilmi); yani bilgi objesi olma vasfýný kazanmýþ her þeyin bütünlük içinde ele alýndýðý bir sahadýr.

Bu söylediklerimiz, ilim kavramý ile ilgili -tabir yerinede ise- coðrafyanýn kaba çizgilerinden sadece bir kýsmýný teþkil etmektedir. Ama bu bile Ýslam medeniyeti bir ilim medeniyetidir hükmünün teyidi için yeterlidir. Bilmiyorum ki, yeryüzünde, ilim talebini, dinin merkezî kategorisi olan farz terimiyle (ama farz-ý 'ayn, ama farz-ý kifaye) açýklayan baþka bir kültür var mýdýr? 1

Ýþte ilme bu derece önem veren Ýslam medeniyeti, Mekke ve Medine'de doðup dört bir yana yayýldý. Önceleri yakýn çevredeki düþüncelerle ilgilenmeye baþladý, giderek âleme bütünüyle yöneldi. Burada çýkýþ noktasý daima, Kur’ân ve Hz. Peygamber'in sünneti oldu. Bu iki kaynak üzerinde düþünüldü ve hakikat, öncelikle onlardan çýkarýlmaya çalýþýldý.

Dolayýsýyla Ýslam düþünce/ilim hayatý, Kur’ân'ýn anlaþýlýp yorumlanmasý gayretinden baþka bir þey deðildir demek mümkündür. Nitekim, ondaki amelî hükümler Fýkýh ve Hukuk, onun metafiziði belirleyen Ýlahî bir kitap olarak anlaþýlmasýndan Kelâm ve bir dereceye kadar Felsefe, Ýlahî bir lisan olarak anlamaktan Dil ve Tefsir ve nihayet uhrevî bir kaynak diye deðerlendirilmesinden zühd, ahlak ilmi ve Tasavvufun doðduðunu; keza sünnetin bir bütün olarak ortaya konmasý çabalarýndan Hadisin ilminin doðduðunu ve yine Ýslam dünyasýnda talî derecedeki görüþ, ilim ve sanatlarýn, baþka kültür ve düþüncelerin kendisine uygun gelen katkýlarýný da alarak, bu asýllarýn dallanýp budaklanmasýndan oluþtuðunu söylemek mümkündür.

Konumuz olan tasavvufun, diðer Ýslamî ilimler gibi, ilmî bir disiplin olup olmadýðýný tartýþmadan önce, ilmin ne olduðu konusuna deðinmek gerekir.


Ýlim Nedir?

Bir çok Ýslâm âlimi, hem ilmi tarif etmiþ hem de ilim tasnifleri yapmýþtýr. Deðiþik ilimlerle olan yakýn irtibatýndan ötürü, Gazalî'nin ilmi nasýl tarif ettiðine bakmak istiyoruz. Gazalî, kendinden önce, özellikle kelâmcýlarýn yaptýðý ilim tariflerini ele alarak tahlil eder ve tenkitlerini sýralar.
Görüþlerini þöyle özetlemek mümkündür: "Ýlim, marifettir" þeklinde yaygýn olan tarif, lafzî bir tariftir. Burada ilim, ayný anlamda baþka bir terimle tarif edilmiþtir. "Ýlim, malumu olduðu gibi bilmektir" tarifinde ise, sözü uzatma, tekrar ve gereksiz sözler vardýr. "Ýlim, kendisiyle bilinen ve insanýn onunla alim olduðu þeydir" þeklinde yapýlan tarif de gayeyi tam anlatamamaktadýr. "Ýlim, öyle bir þeydir ki, onunla muttasýf olan, yaptýðý þeylerden emin olur" tarifinde her ne kadar ilmin gerektirdiði þartlardan biri varsa da yeterli deðildir. "Ýlim, bir þeye olduðu gibi inanmaktýr" þeklindeki tarifte, anlamý çok geniþ olan ilim özelleþtirilmiþ ve ilimle inanç bir birine karýþtýrýlmýþtýr. 2

Kendinden önce yapýlan ilim tariflerini bu þekilde bir tenkide tabi tuttuktan sonra kendi görüþünü ortaya koyan Gazalî, ilmin müþterek bir isim olduðunu ve çok çeþitli þekillerde tarif edilebileceðini, bu sebeple tam ve kesin bir ilim tarifinin güç olduðunu söyler. Bu güçlüðe raðmen kýsaca, "Aklýn, eþyanýn hakikatýný ve þekillerini almasý" daha kýsa bir ifadeyle "Eþyayý olduðu gibi bilmek ve tanýmak" þeklinde bir tarifi olabileceðini belirtir. 3

Günümüzde yapýlan ilim tarifleri de Gazalî'nin tarifinden pek farklý sayýlmaz. Bir tanesini vermekle yetiniyoruz: "Ýlim, insan ruhunun tek baþýna veya bir bütün olarak eþyanýn hakikatýný ve çeþitlerini, niteliði, niceliði, mahiyeti, cevheri ve özüyle, maddeden mücerret olarak tasavvur etmesinin neticesinde, hafýzalarda ve deðiþik yerlerde kaydedilen þeydir. Bir baþka açýdan ilim, kainatta tecelli edegelen nizam ve Ýlâhî isimlerin ayineleri olarak, deðiþik þekillerde tecelli eden þeylerin birbiriyle olan münasebetlerini idrakten ve bu idraklerin tasnifi ve bir araya getirilmesinden ibarettir." 4


Hz. Peygamber þöyle buyuruyor:"Bildiðiyle amel edeni Allah bilmediðine varis kýlar."



Bu þekilde tarif edilen ilmin, Ýslam âlimleri tarafýndan yapýlan çeþitli tasnifleri bulunmaktadýr. Bu tasnif bir hiyerarþiye dayanýr ve bu sýra yüz yýllarca Müslümanlarýn eðitim düzeninin temelini oluþturmuþ, çerçevesini çizmiþtir. Ýlimlerin birliði bu süre boyunca, baþta gelen en önemli ilke olmuþ, deðiþik ilimler bu ilkelerin ýþýðýnda öðretilmiþtir. Bu ilkeden hareketle, bütün ilimler ayný aðacýn dallarý gibi düþünülmüþ, her dalýn, aðacýn yapýsýyla uyum içinde, kendi yapraklarýný yeþertip kendi meyvelerini olgunlaþtýracaðý kabul edilmiþtir. Bir aðaç dalý nasýl sonsuza kadar büyüyemezse, bir ilim dalý da belirli bir sýnýrý aþmaya çalýþmamalýdýr. Orta çað Müslüman müellifleri, belirli bir bilgi dalýný, kendi sýnýrlarýný aþmasý için zorlamayý, böylece eþyadaki uyumu ve orantýyý bozmayý, faydasýz ve hatta meþru olmayan bir etkinlik saymýþlardýr. Müslüman ilim adamlarý, ilimler arasýndaki orantýyý ve sýrayý korumanýn aracý olarak gördükleri sýnýflandýrmayý iþte bu yüzden önemsemiþlerdir. Bu yolla her ilim dalýnýn bir bütün olarak bilgi þemasýndaki yeri ve hedefi sürekli göz önünde tutulmuþtur.

Müslümanlar arasýnda ilimleri sýnýflandýrma giriþimleri daha üçüncü/dokuzuncu yüz yýlda Kindî ile baþlamýþ, o tarihten itibaren artarak sürmüþtür. Farâbî, Ýbn Sina, Ýhvan-ý Safa, Gazalî, Razî, Ýbn Hâldun baþta olmak üzere, bir çok ilim adamý eserlerinde, ilimleri sýnýflandýrmaya yer vermiþlerdir. Çeþitli ilimler geliþtikçe, ilimlerin sýnýflandýrýlmasý ve ilimlerin tek tek tanýmlanmasý için ayrýca eserler yazma geleneði de hýz kazanmýþtýr. Razî, daha altýnca asýrda, altmýþ ilmi ele alarak tanýmlamýþtýr. Daha sonra Taþköprüzade'nin Miftahu's- saade ve Misbahu's- Siyade'si (ki, oðlu Kemaleddin Efendi tarafýndan, Mevzuâtu'l- ‘Ulûm adýyla tercüme edilmiþtir), Katip Çelebî'nin Keþfu'z- Zunûn'u ve Ýbn Hâldun'un Mukaddimesi ile ilimlerin taným ve sýnýflandýrýlmasý âdeta zirveleþmiþtir. Yapýlan ilk sýnýflandýrmalarda bulunmasa bile, çok geçmeden Tasavvufun da bir Ýslamî ilim olduðu belirtilmiþtir. Nitekim hicrî beþinci asýrda yaþayan Gazalî, Munkiz'inde bu ilim ve metodundan övücü bir þekilde söz eder.5

Tasavvuf ilmi, yapýsý gereði uzun süre gizli kalmýþ, ayrýca ilk dönemlerde, nisbeten fýkýh içinde veya ahlak ve zühd adýyla ele alýnmýþtýr. Bundan ötürü, yapýlan ilk ilim tasniflerinde tasavvuf adýyla þayet yer almamýþsa, bu durum garipsenmemelidir.


Ýslâmî Ýlimlerin Ortaya Çýkýþý

Bilindiði gibi, Ýslam'ýn ilk dönemlerinde þer'î hükümler nesilden nesile aktarýlarak öðreniliyordu. Bu noktada itikad, ibadet ve muamelat arasýnda fark yoktu. Ancak çok geçmeden Müslümanlar dinî konularý tartýþmaya ve ilim hâlinde öðretmeye baþladýlar. Ýlmî usûllere göre araþtýrmalar yapýp bunlarý kitaplara geçirdiler. Ýlk ele alýnan konular þer'î meseleler yani fýkýh ilminin konusu olan hususlar oldu.6 Öyle ki, bir çok Müslüman bu ilimle uðraþmayý en önemli dinî vecibelerden saymaya baþladý. Bu yaklaþým tarzý, neticede içtihadýn zirveleþmesinin baþlýca nedeni oldu. Fýkýh kavramýnýn ilk dönemlerde, kelam ve ilahiyat konularýný da kapsayacak bir anlamda kullanýldýðýný unutmamak gerekir. Nitekim Ýmam-ý Azamýn el-Fýkhu’l-Ekber adlý eseri itikadî konularý iþlemektedir.

Hadis ilmi de H. III. asrýn sonunda bütün konularýyla teþekkül etmiþti. Her ne kadar bu konularý içine alan kitaplarýn telifi bir müddet gecikmiþse de, usûl ve kaidelerin, tabir ve tariflerin birinci asrýn sonundan itibaren hadis imamlarý arasýnda kullanýlmasý, ikinci asýrda ise, hiç bir kayda tabi olmaksýzýn münakaþa edilmesi, bu ilmin oldukça erken bir devirde teþekkül ettiðini gösterir. Zaten en mükemmel hadis mecmualarýnýn altýn çað diye tavsif edilen üçüncü asýrda tasnif edilmesi de, bunun bir baþka delilini teþkil eder. Zira, bir ilmin usûl ve kaideleri belirlenmeden o usûl ve kaidelere uygun mükemmel eserler tasnif edilmesi, mümkün deðildir. 7

Tefsir ve tasavvuf gibi, diðer Ýslâmî ilimlerin geliþimi için de benzer ifadeler kullanmak
mümkündür. 8


Tasavvuf Ýlminin Ortaya Çýkýþý

Ýbn Hâldun (808/1405), tasavvuf ilminin çýkýþ ve geliþimi konusunda þunlarý söyler: "Bu ilim Ýslâm'da sonradan ortaya çýkan þer'î ilimlerdendir. Aslý þudur: Sûfîlerce tutulan yol, bir hidayet ve hak yol olmak üzere, öteden beri ümmetin selefleri ve büyükleri olan sahabe, tabiûn ve bunlardan sonra gelenler tarafýndan takip edile gelmiþti. Ýbadet üzerinde önemle durmak (masivadan alakayý kesip) bütünüyle Allah'a yönelmek, dünyanýn âlâyiþ ve ziynetinden yüz çevirmek, hâlk çoðunluðunun yöneldiði (maddî) zevk, mal ve mevki hususunda isteksiz (zahid) olmak, hâlktan ayrýlarak ibadet için hâlvete çekilmek vs. bu yolun esasýný teþkil etmekte idi. Sahabe ve selefte umumî olan hâl, bu idi.

Zühd mezhebini (yolunu) benimsemek, hâlktan ayrýlmak (hâlvet) ve kendini ibadete vermek söz konusu zümrenin özelliði olunca, bir takým vecd hâllerini idrak etmek de onlarýn husûsiyeti hâline geldi. Yaptýklarý bütün iþlerin ve adým adým aþtýklarý makamlarýn kökü, itaat ve ihlastýr. (Yani iman, ibadet ve ihlasýn sonucu ve meyvesi olmak üzere bir takým manevî hâller ve vasýflar hasýl olur.)

Ýlimler tedvin edildiði ve alimler fýkýh, fýkýh usûlü, kelam, tefsir ve diðer konulara dair eserler yazdýklarý zaman bu yolun ehli olan zevat da kendi tariklerine (yollarýna) ait eserler yazdýlar... Bu sûretle tasavvuf, Ýslam'da müdevven bir ilim (sistematik bir disiplin) hâline geldi. Hâlbuki, daha evvel sadece bir ibadet (ve amel) yolu olup ona dair olan hükümler, bu yolun adamlarýndan sözlü olarak alýnýyordu. Nitekim tefsir, hadis, fýkýh, fýkýh usûlü vb. yazý ile tesbit edilerek tedvin edilen diðer ilimlerde de bu durum söz konusu olmuþtur.

II/VIII. Asýr ve sonrasýnda dünyaya yönelme yaygýnlaþýp hâlk dünyaya dalýnca, (bu konuda çekingen davranýp) kendilerini ibadete verenlere sûfî ve mutasavvýf ismi verildi.


Ynt: Bir Bilim Olarak Tasavvuf By: reyyan Date: 06 Eylül 2010, 20:09:32
Tasavvuf Ýlminin Kapsamý Ve Bölümleri

Kýsa zamanda diðer Ýslamî ilimler gibi konusu, metodu, önderleri, kitaplarý ve mektepleri olan, kýsacasý baðýmsýz bir disiplin hâline gelen tasavvuf, pratik (amelî) ve teorik (nazarî) olmak üzere iki temel bölüme ayrýlýr. Ancak bu iki yön iç içe girmiþ bir birlik arz ederler. Tasavvufun pratiði (amelî yönü) ilimsiz, ilmi de amelsiz olmaz ve elde edilemez. Aslýnda ilmin kendisi amel etmeye iþaret eder; ilim ve amel birbirini gerektirir.9 Cüneyd-i Baðdadî (297/909), "eðitim sýrasýnda ilimle amel edilmezse bereketi kaçar gider," der.10 Zahid ve sûfîler, ilimle amel etmenin doðuracaðý bu bereketle, bilmediklerine ulaþmayý umarlar. Bu konuda Hz. Peygamber þöyle buyuruyor: "Bildiðiyle amel edeni ALLAH bilmediðine varis kýlar."11

Diðer bir rivayet de þöyledir: "ALLAH için kýrk gün ihlasla ibadet eden hiç bir kul yoktur ki, hikmet kaynaklarý kalbinden diline çýkmasýn."12 Ayný konuda Ýbn Sâdân þöyle der: "Rivayet ilmiyle amel eden dirayet ilmine varis olur. Dirayet ilmiyle amel eden ri’ayet ilmine varis olur. Riayet ilmiyle amel eden de hak yoluna hidayet edilir." 13 Bu þekilde ilham ve mükâþefe ile ortaya çýkan bilginin kaynaðýna da iþaret edilmek istenir. Bu ilim, ibadet ve riyazetle ruhun tasfiyesi sonucu ALLAH'ýn verdiði bir ilimdir.

Taþköprüzade, meþhur eseri Miftahu's- Sa’ade'nin üçüncü cildini bütünüyle hudûrî [huzûrî] adýný verdiði, genellikle tasavvufa konu olabilecek ilimlere ayýrmýþtýr. Giriþinde þu sözlere yer vermektedir: "Bu ilmi elde etmenin yolu tasfiyedir. Tasfiye yolu ikiye ayrýlýr:
1.Nefsi, riyazet ve mücahede ile alýþkanlýklarýndan alýkoyarak gidilen yol ki, bu yolla elde edilen ilme ilm-i batýn denir.
2.Ruhun, tasfiyeden sonra, kudsî ruh alemine olan aþkýndan ötürü, ona müþahede ve tahakkuk yoluyla bir ilim hasýl olur ki, buna da mükâþefe ilmi denir.
Bu iki ilim arasýndaki fark ancak bir misalle anlaþýlabilir. Batýnî ilim, cilalanmýþ bir aynaya, karþýsýnda bulunan bir ýþýk kaynaðýndan ýþýðýn yansýmasýna benzer. Mükâþefe ilmi ise, ýþýk kaynaðýný da taþýyan cilalanmýþ bir aynaya benzer. Böylece ýþýðýn kaynaðýna varmýþ olur. Ýkinci

ilmin, birinci ilmin semeresi olduðunu da belirtmeliyiz. 14
Dolayýsýyla tasavvufun ilim yönünü de ikiye ayýrmak gerekir: 1.Tasavvufa has olan ve onun metotlarýyla elde edilen mükâþefe ve marifet, 2. Diðer Ýslamî ilimlerle ayný özellikleri taþýyan kalb fýkhý, batýn fýkhý15 (fýkh-ý batýn) veya tasavvufî ilim. Biz bu çalýþmamýzda, diðer Ýslamî ilimlerle ayný özellikleri taþýyan ve bir yönüyle ayný metotlarla tahsil edilen tasavvuf ilminden söz etmek
istiyoruz.


Tasavvuf Ýlmi veya Batýn Fýkhý

Nasýl ki, fýkýh alimleri Kur’ân ve Hadis'ten yararlanarak konularýyla ilgili usûl ve kitaplar yazdýlarsa, tasavvuf ehli da kendi görüþlerini ayet ve hadislere dayandýrarak kitaplar ve yollar oluþturdular. Neticede özel konusu, hedefi, metodu ve ýstýlahlarý olan Tasavvuf ilmi sistemleþti ve bu konuda bir çok kitap yazýldý.16 Said Havva, tasavvuf ilminin doðuþ nedenini þöyle açýklar: "Bütün ilimler gibi, tasavvuf ilminin de doðuþ sýrrý þudur: Kur’ân ve Sünneti okurken kalp, iman, zevk, takva, nefis, tezkiye vb. anlamlardan çokça söz edildiðini görmekteyiz. Ýslam alimlerinin bu anlamlarla ilgisi bulunan þeyleri özel bir kitapta tescil ederek zaptetmeleri olaðan bir þeydir. Yine bu anlamlarýn keyfiyetleriyle ilgisi bulunan her þeyi kapsayan özel bir ilmin bunun neticesi olarak geliþmesi de en makul olanýdýr. O hâlde tuhaf olan bu ilmin bulunmasý deðil, bulunmamasýdýr. Zira Ýslam alimleri her alanda eserler yazmýþ, benzer þeyleri birbirine eklemiþ, þerh ve tafsil etmiþ ve konu ile ilgisi bulunan her soruya cevap vermeye gayret etmiþlerdir. Tasavvuf ilmi de bu þekilde doðdu ve geliþti. Müntesip olmayan kimselerden gördüðü muhâlefet, hakkýný verenle vermeyen, benimseyenle benimsemeyenlerin hakkýnda yazý yazmalarý gibi her ilmin baþýna gelen bu ilmin de baþýna gelmiþtir. Ama her þeye raðmen tasavvuf ilmi var olmuþ, uzmanlarý yetiþmiþ, alýcýlarý bulunmuþ ve pazarý da kurulmuþtur. Durum bu þekilde olunca, ekollerinin bulunmasý, üzerinde tartýþmalarýn olmasý, ek ve tamamlayýcý mahiyette þeylerin ortaya çýkmasý gayet normaldir. Ama öðrenmek, bilmek ve tanýmak isteyen için en kýsa yol, bu ilmi kendi kitaplarýndan okumasý ve onu kaynaklarýndan almasýdýr. 17


Tasavvufun ilim yönünü de ikiye ayýrmak gerekir:
1.Tasavvufa has olan ve onun metotlarýyla elde edilen mükâþefe ve marifet,
2. Diðer ‹slamî ilimlerle ayný özellikleri taþýyan kalb fýkhý, batýn fýkhý veya tasavvufî ilim.



Tasavvuf, marifet konusunu da ele aldýðýndan, bu noktada kelâm ilmine yakýndýr. Çünkü, metodu ayrý bile olsa, kelâm ilmi gibi, ALLAH'ý, sýfatlarýný, melekleri, vb. itikadî konularý ele alýr.18 Ýncelemeye çalýþtýðýmýz yönü itibariyle de fýkýh ilmine yakýndýr. Onun için biz de, daha çok fýkýh ilmi ile kýyaslayarak, konuyu aydýnlatmaya çalýþacaðýz.

Fýkýh, þer'î-amelî hükümleri, tafsilî delillerine dayanarak bilmektir. Buna göre fýkýh ilminin konusu iki kýsýmdan ibarettir:

1.Þer'î amelî hükümleri bilmek. Dolayýsýyla, ALLAH'ýn birliðini, peygamberlerin gönderiliþini ve ALLAH'tan aldýklarýný teblið etmeleri gerektiðini, ahiret günü ve bu günle ilgili þeyleri bilmek gibi itikadî hükümler, fýkhýn ýstýlahî anlamýna dahil deðildir.

2.Her hükmün tafsilî delillerini bilmek. Meselâ, "içkinin azý da haramdýr çoðu da haramdýr" deyince buna dair kitap ve (sünnetten) bir delil zikretmek gerekir. Demek ki, fýkýh ilminin konusu, helal, haram, mekruh ve vacip olma yönünden insanlarýn iþlerine (ef'al) ait hükümler ve bunlarýn dayandýðý konulardýr. 19

Fýkhýn temel kaynaklarý Kur’ân ve Sünnettir. Bu iki kaynakta yer alan ve mükelleflerin fiillerine terettüp eden hususlarý tesbit edip gerekli incelemeleri yapmanýn, fýkýh ilminin konusu olduðu anlaþýlmaktadýr. Ancak, fýkýh ilminin söz konusu ettiði amellerin zâhirî hükümlerinin yaný sýra, bu zâhirî hükümlerden daha az önemli olmayan bir de batýnî, kalb ve niyete ait yönleri vardýr ki, fýkýh ilmi bunlarla pek ilgilenmez.20 Ýþte bu noktada tasavvuf devreye girmekte ve zahirî fýkhýn yaný baþýnda, batýnî fýkýh adýyla yer almaktadýr.22

Meselâ, namazýn huþu ve ihlasla, riyadan uzak bir þekilde kýlýnmasý bir batýnî farzdýr ve önemi zâhirî farzlardan geri deðildir. Çünkü, "Namaz her türlü kötülükten alý koyar" (Ankebût, 29/45) ayetinin sýrrýnýn tecelli etmesi, namazýn zahirî farzlardan baþka batýnî farzlarýnýn da yerine getirilmesine baðlýdýr. Nitekim, "Namazlarýný huþu ile kýlan mü'minler kurtuluþa erdi." (Mü'minûn, 23/1-2) ayeti buna iþaret etmektedir.

Zekâtýn bizzat kendisi temizlemek anlamýndadýr. Hem malý hem de sahibindeki cimrilik duygusunu silmektedir. Cihad konusunda ise, ALLAH'ýn "Nefislerinizle cihad ediniz" (Tevbe, 9/41) nevinden ayetleri, bizzat canlarýnýzla cihada katýlýnýz anlamýna olduðu gibi, "Nefislerinize karþý da cihad ediniz," þeklinde de düþünülebilir. Çünkü nefsine karþý koyma engelini aþamayan, yani kendisiyle kavgasýný bitiremeyen kimse, cihada katýlamaz. Bu yüzden mutasavvýflar, nefs ile cihadý, mücahedenin bir parçasý saymýþlardýr. Diðer ibadetlerde de bu tür yaklaþým ve batýnî þartlar söz konusudur. Bu noktada fýkýh ilmini tamamlayan disiplin þüphesiz tasavvuftur.

Ancak onun görevi bununla kalmamaktadýr. Ýhlasý öðretmek ve yolunu göstermek gibi fýkýh ilminin söz konusu etmediði konularý da ele almaktadýr. Aslýnda fýkýh ilmine baðlýlýk kabiliyetini geliþtiren de bu ilimdir. Onun için mürþitler ahkâmda fanî olmaktan söz etmektedirler. Nitekim Cenab-ý Hakk'ý tam tanýma zevkinin neticesi, O'nun koyduðu hükümlere tam baðlýlýktýr. 23
Nedvî de konuyu þöyle dile getiriyor: "Kur’ân ve hadisten istifadeyle bize aktarýlan þeyler iki kýsma ayrýlýr:

Biri, heyet ve ef'alden, daha açýðý duyulara hitap eden iþ ve hareketlerden ibarettir. Namazdaki hâl ve hareketler, bir çok ahkâm ve menâsik bunlardandýr. Bunlarý rivayet ve tedvin yönünden hadis, istinbat ve istihraç yönünden de fýkýh tekeffül etmiþtir. Mühaddis ve fakihler bu iþi gereðine uygun yerine getirmiþlerdir.

Ýkinci kýsým ise, yukarýdaki fiil ve hey'etlerin edasý sýrasýnda onlarla beraber bulunmasý icap eden bir takým batýnî keyfiyetlerdir. Hz. Peygamber bunlara, kýyamda ve kuudda, dua ve zikir hâlinde, emredici ve nehyedici durumunda, evinin içinde ve cihad meydanýnda devamlý uymuþtur. Bunlar ihlas, sabýr, tevekkül, zühd, gönül zenginliði, sahavet, huþu', tazarru, ahireti dünyaya tercih, edep ve haya, duada hissedilen derûnî samimiyet, likaullaha duyulan þevk vb. keyfiyetlerdir. Bunlar imanî ahlak ve batýnî keyfiyettendir. 24

Bu unvan kapsamýna, müstakil bir ilim, baþlý baþýna bir fýkýh olabilecek bir çok adap ve erkan, cüz'î ve tafsilî hüküm girmektedir. Eðer birinci kýsmýnýn þerh, izah ve tafsilatýný ve buna delalet eden tahsil yollarýný tekeffül eden ilme zahirî fýkýh denirse, bu batýnî keyfiyetin þerhini ve ona ulaþan yollarý gösteren ilme de batýnî fýkýh denilmelidir."

Hasan-ý Basrî (110/729) þöyle der: "Ýlim ikidir. Biri kalptedir, iþte bu faydalý ilimdir. Biri lisan üzerindedir. Bu ademoðluna karþý ALLAH'ýn hüccetidir." Bu taksimat Ebu Yezid el-Bistamî'de þu þekli alacaktýr: "Ýlim ikidir. Zahir ilim, batýn ilim. Zahir ilim, ALLAH'ýn mahlukatý üzerindeki (aleyhindeki) hüccetidir. Batýn ilim ise, iþte o faydalý ilimdir."26 H.303'te vefat eden Baðdatlý Ruveym, bu ayýrýmý aynen aktararak, tasavvufun özüne iþaret etmiþtir.27 Hasana-ý Basrî'nin fakih tarifi de dikkat çekicidir: "Fakih dediðin, dünyaya karþý isteksiz, ahiret hususunda arzulu, dinin emrine itina gösteren, Rabb'inin ibadetine devamdan geri kalmayan kimsedir." 28 Muhasibî (243/867) ise þu görüþü beyan ediyor: "ALLAH'tan kork ve fetvalarý bilmekle ilim iddiasýnda bulunma. Çünkü ilim, ancak ilim billahtýr (ALLAH’ý bilmektir)."29

Kalbî ibadetler terk edilirse namaz, oruç, zekat, hac gibi ibadetler ne kadar titizlikle yapýlýrsa yapýlsýn, ruhsuz kalmaya mahkumdurlar.



Batýnî fýkýh üzerinde hassasiyetle duran tasavvuf ehlinden, bir ikisinin düþüncelerini, özetleyerek kaydetmek istiyoruz

Serrac (378/988): Tasavvuf ehlinin nazarýnda fýkýh, hem zahirî hem de batýnî ilmi ihtiva eder. Ancak hâl ve makamlardan söz eden fýkýh, boþama ve kýsastan söz eden fýkýhtan daha az önemli deðildir. "Çünkü" diyor Serrac, "zâhirî hükümlere çok nadir ihtiyaç olmaktadýr. Böyle bir ihtiyaç anýnda da her hangi bir fakih taklit edilerek mesele hâlledilir. Fakat, hâl makam, mücahede, tezkiye ve benzeri hususlara her mü'min her zaman muhtaçtýr; herkesin bunlarý bilmesi icap etmektedir. Doðruluk, ihlas, zikir, gafletten uzak durmak vb. hususlar bunlardandýr. Nefis hâllerini bilmek herkese farz-ý ayýndýr. Gerçek fýkýh da budur. Ancak, bid'atlara ve yanlýþlýklara düþmemek için fýkýhçýlara da muhtacýz." 30

Gazalî (505/1111): "Evladým! Sana söyleyeceðim þu sözlere dikkat et! "Bir hafta sonra padiþah seni ziyarete gelecek" denilse, eminim, o andan itibaren, sadece padiþahýn gözüne çarpacak, üst baþ, evin sergileri vb. her yer ve her þeyi, yapabildiðin en güzel þekliyle düzeltmekle uðraþýrsýn. Sen anlayýþlý bir insan olduðun için, az söz yeterlidir. Hz. Peygamber þöyle buyuruyor: "ALLAH, dýþ görünüþ ve iþlerinize deðil, kalp ve niyetlerinize bakar" 31 Eðer bu konularý ele alan kalp ilimlerini öðrenmek istiyorsan Ýhya ve benzeri kitaplarýma bak. Bu ilim farz-ý ayýndýr. Diðerleri ise farz-ý kifayedir." 32

Gazalî, kendi döneminde bu ilmin ihmal edildiðinden de þöyle yakýnýyor: "Amellerin afetlerini bilip araþtýran gerçek fýkýh ilmi, bu asýrlarda yok olmuþtur. Ýnsanlar bu amelleri ve bu ilmi terk etti ve insanlarýn, davalarda aralarýný bulmak için bir ilim ortaya koydu ve buna fýkýh adýný verdiler de din fýkhýný ilimlerinin arasýndan çýkardýlar. Aslýnda, huzur içinde din fýkhýyla meþgul olabilmek için kurulan, dünya fýkhýyla uðraþtýlar da din fýkhýný attýlar. Böylece dünya fýkhý din fýkhýnýn yerini alýverdi. (Araç, amacýn yerine geçti)" 33

Bu tür yakýnmalar bir çok tasavvuf aliminde görülmektedir. Onlarýn nazarýnda fýkýhçýlar, dinî ahkamý, þekillerden ibaret, ruhsuz hareketlere çevirmiþlerdir. Bu hareketler her ne kadar aklý doyuruyorsa da, insanýn bir çok manevî lâtifesine hitap etmemektedir. Dolayýsýyla dýþ organlara hitap eden bu þekil ve hareketlerin, kalp ve diðer latifelere hitap edecek þekilde batýnî bir deðerlendirmeye tabi tutulmalarý icap etmektedir. 34

Birgivî (981/1573): Bil ki, þer'î hükümler iki kýsma ayrýlýr: 1.Zahirle ilgili olanlar, 2.Batýn, yani kalple ilgili olanlar. Bunlarýn da her birisi, yapýlmasý gerekenler ve terk edilmesi gerekenler þeklinde ikiye ayrýlýyor. Bu duruma göre þer'î hükümler dörde ayrýlmýþ oluyor: 1.Zahirî emirleri yerine getirmekle ilgili hükümler, 2.Zahirî nehiylerden kaçýnmakla ilgili hükümler, 3.Tevbe, havf, þükür gibi, batýnî (kalbî) emirlerle ilgili hükümler, 4.Riya, kibir, ucup gibi, batýnî (kalbî) nehiylerle ilgili hükümler.

Bu hükümlerin tümünün gerekliliði (vücubiyyeti) þer'î delillerle sabittir. Kim, bu dört hükümden birine muhâlefet ederse, ALLAH'a isyan etmiþ ve azabý hak etmiþtir. Çünkü ALLAH þöyle buyuruyor: "Günahýn açýðýný da gizlisini de býrakýn! Çünkü günah iþleyenler, yaptýklarýnýn cezasýný mutlaka çekeceklerdir." (En'am, 6/120)" 35

Said Havva: "Þüphesiz, nefis tezkiyesi tasavvufun ana meselelerindendir. Hatta bu ilmin neredeyse bir sembolü hâline gelmiþtir. Ne var ki, mutasavvýflar zümresi dýþýnda bu mesele hemen hemen ihmal edilmiþ gibidir. Oysa, peygamberlerin gönderilmelerinin temel gayelerinden biri de, nefis tezkiyesidir. Cenab-ý Hakk þöyle buyuruyor: "Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size kitap ve hikmeti ve bilmediklerinizi öðreten bir Resûl gönderdik." (Bakara, 2/151) Bu nefis tezkiyesi bir müzekkiye (tezkiye edene) muhtaçtýr. Sahibi tarafýndan da mücahedeye ihtiyaç gösterir. Bu da ilim gerektirir. Nefsin kemâlât ve noksanlýklarýný, bu kemâlâtlarý gerçekleþtirmenin ve noksanlýklardan kurtulmanýn yollarýný bilmeyi gerektirir. Bütün bunlar tasavvuf ilminin ana meseleleridir." 36

Kýsacasý dinin belirli emirlerini yerine getirmek, yasakladýðý þeylerden uzak durmak, elbette, inanýlan dinden zevk ve ilham almanýn ilk ve kaçýnýlmaz þartýdýr. Ancak, bununla yetinmek kitlenin ve sistemin selametine kafi gelse de insanýn ruhî derinliklerinden fýþkýran ulvî arzularý doyurmaya yetmez. Kurallarýn genel çerçevesinin ötesinde ruhun esas olarak temas edeceði bir alan vardýr. Nihaî maksad o alana rapt olmaktýr. Kur’ân bu inceliðe sýk sýk dikkat çeker. Mesela, yukarýda deðinildiði gibi, namazýn belli bedenî kurallarý yanýnda, üzerinde titizlikle durulan bir ciheti daha vardýr: Huþu'.. Huþu', bir iç hadisesidir. Kalýbý, kýyafeti, tarifi yoktur; yaþanýr. Kur’ân'da buna benzer pek çok kelime bulunmaktadýr. Tatahhur, tezkiye, ihsân, tezekki vs. Peki bu ifadeler nasýl meyvelendirilecektir? Bu noktada aleladeliði aþan ince bir terbiyenin gereði ortaya çýkar. 37

Çaðdaþ alimlerden Zühaylî, "fýkýhta, diyaneten böyledir denilen hususlarý, tasavvuf inceler" demektedir. 38

Aktarýlan bilgilerden þu neticeyi çýkarmak mümkündür: Mükelleflerin fiillerine terettüp eden hükümleri konu edinen fýkýh ilmi iki bölüme ayrýlýr:
1.Bu fiillerin zahirî yönlerine ait hükümleri konu edinen ve fýkýh denilince kastedilen; tasavvuf ehlinin ise zahirî fýkýh dedikleri ilim,
2.Bu fiillerin içe, kalbe yansýyan yönlerini konu edinen ve tasavvuf ehlinin batýnî/kalbî fýkýh dedikleri ilim.

Ancak þunu hemen ilave etmeliyiz: Batýnî fýkýh dediðimiz ve tasavvufun bir bölümü olan ilim, sadece mükelleflerin fiillerine ait kalbî ahkamý konu edinmez. Bir de dýþta yansýmasý olmayan, içe ait bazý hususlarý bulunmaktadýr.

Kalbi ibadetler terk edilirse namaz, oruç, zekat, hac gibi ibadetler ne kadar titizlikle yapýlýrsa yapýlsýn, ruhsuz kalmaya mahkumdurlar.


radyobeyan