> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Bir Bilim Olarak Tasavvuf
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Bir Bilim Olarak Tasavvuf  (Okunma Sayısı 716 defa)
06 Eylül 2010, 20:09:06
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 06 Eylül 2010, 20:09:06 »



Bir Bilim Olarak Tasavvuf

Prof. Dr. Abdulhakim Yüce

Kültür ve medeniyetlere bariz vasıflarını kazandıran ve bu yolla bir kültürü başka bir kültürden ayırmamıza yardımcı olan birtakım temel unsurlar vardır. İslam kültür ve medeniyeti söz konusu olduğunda bu ayırıcı vasıf, şüphesiz ilimdir. İslam bir ilim dinidir ve meydana getirdiği medeniyet ilim medeniyetidir. Özellikle klasik dönem (XIII. yüzyılın sonuna kadar) için bu geçerli ve doğrudur.

Şüphesiz ilim her medeniyette vardır ve her medeniyet için önemlidir. Ama bu medeniyetlerde ilim, bütün boyutlarıyla hayatın bütün derin noktalarına nüfûz etmiş görünmüyor. Oysa İslam'da el yıkamadan, ölmeye varıncaya kadar, her şey, bir ilim ve kitap meselesi hâline gelmiştir. Kur’ân-ı Kerim, peygamberlere ve onlar vasıtasıyla bütün insanlığa ilim, kitap ve hikmetin öğretildiğinden sık sık bahsederek, vahiy müessesesinin İlahî bir mektep olduğu hakikatını hatırlatır. İlim kelimesi ve ondan türeyen isim ve fiiller Kur’ân'da yaklaşık 750 yerde geçmektedir. Çoğu kez epistemolojik bir anlam ifade eden hikmet, kitap gibi kelimeler; anlama, farkında olma, akl etme vs. gibi terimler (ve bunlardan türeyen yüzlerce isim, sıfat ve fiil), yukarıda verilen sayının dışında kalmaktadır. Bir de kelimelerin zıtları düşünülürse, Kur’ân'ın epistemolojik terimler örgüsünün genişliği ortaya çıkar.

İşte İslam medeniyetini bir ilim medeniyeti hâline getiren baş faktör, Kur’ân'ın ilime verdiği bu değerdir. Bu görüş doğru ve tam olarak anlaşıldığı sürece Müslümanlar, insanlık tarihinin medenîleştirici gücü olmuşlar, yanlış ve eksik anlaşıldığı zaman ise, Müslüman’ın fikir ve fiili darmadağınık, hayatı ise alt üst olmuştur.

Kur’ân'ın ilim ve hikmet telakkisi, ilk tatbik sahasını elbette ki, Hz. Peygamberin hayatında bulmuştur. Müslümanlar bu Yüce insanın zuhurundan önceki dönemi cahiliye devri olarak vasıflandırmakla, Kur’ân'ın beşer tarihinde başlattığı yeni döneme de adını vermiş oluyorlardı. İlim ve hikmetle gerçekleştirilmiş Saadet Asrı'nın kurucusu Hz. Peygamberin ilim telakkisini görebilmek için, elimizdeki hadis külliyatına bir göz atmak kafidir. Başta kütüb-ü sitte olmak üzere, hemen her hadis mecmuasında yer alan müstakil kitabu'l ilimler (ilim bölümleri) vardır.

Yine hemen bütün kelâm kitapları, epistemoloji konusunu, yani bilginin kaynağı ve değeri problemini ön planda tutmakta ve bütün kelâmî meseleleri epistemolojik bir zeminde tartışmaktadır.
Eğer tasavvufu bir tek kelime ile anlatmaya çalışmak durumunda kalsaydık, ilim kelimesinin çok kere eş anlamlısı olan marifet kelimesini kullanırdık. Muamelat sahasında ilmin yer ve önemini görmek için bu sahanın disiplinli bir etüdü demek olan fıkıh kelimesinin Tabiûn devrinden itibaren kazandığı anlamı hatırlamak yeterlidir. Felsefe ise, Müslüman filozofların gözünde bir ilmu'l- ulûmdur (ilimlerin ilmi); yani bilgi objesi olma vasfını kazanmış her şeyin bütünlük içinde ele alındığı bir sahadır.

Bu söylediklerimiz, ilim kavramı ile ilgili -tabir yerinede ise- coğrafyanın kaba çizgilerinden sadece bir kısmını teşkil etmektedir. Ama bu bile İslam medeniyeti bir ilim medeniyetidir hükmünün teyidi için yeterlidir. Bilmiyorum ki, yeryüzünde, ilim talebini, dinin merkezî kategorisi olan farz terimiyle (ama farz-ı 'ayn, ama farz-ı kifaye) açıklayan başka bir kültür var mıdır? 1

İşte ilme bu derece önem veren İslam medeniyeti, Mekke ve Medine'de doğup dört bir yana yayıldı. Önceleri yakın çevredeki düşüncelerle ilgilenmeye başladı, giderek âleme bütünüyle yöneldi. Burada çıkış noktası daima, Kur’ân ve Hz. Peygamber'in sünneti oldu. Bu iki kaynak üzerinde düşünüldü ve hakikat, öncelikle onlardan çıkarılmaya çalışıldı.

Dolayısıyla İslam düşünce/ilim hayatı, Kur’ân'ın anlaşılıp yorumlanması gayretinden başka bir şey değildir demek mümkündür. Nitekim, ondaki amelî hükümler Fıkıh ve Hukuk, onun metafiziği belirleyen İlahî bir kitap olarak anlaşılmasından Kelâm ve bir dereceye kadar Felsefe, İlahî bir lisan olarak anlamaktan Dil ve Tefsir ve nihayet uhrevî bir kaynak diye değerlendirilmesinden zühd, ahlak ilmi ve Tasavvufun doğduğunu; keza sünnetin bir bütün olarak ortaya konması çabalarından Hadisin ilminin doğduğunu ve yine İslam dünyasında talî derecedeki görüş, ilim ve sanatların, başka kültür ve düşüncelerin kendisine uygun gelen katkılarını da alarak, bu asılların dallanıp budaklanmasından oluştuğunu söylemek mümkündür.

Konumuz olan tasavvufun, diğer İslamî ilimler gibi, ilmî bir disiplin olup olmadığını tartışmadan önce, ilmin ne olduğu konusuna değinmek gerekir.


İlim Nedir?

Bir çok İslâm âlimi, hem ilmi tarif etmiş hem de ilim tasnifleri yapmıştır. Değişik ilimlerle olan yakın irtibatından ötürü, Gazalî'nin ilmi nasıl tarif ettiğine bakmak istiyoruz. Gazalî, kendinden önce, özellikle kelâmcıların yaptığı ilim tariflerini ele alarak tahlil eder ve tenkitlerini sıralar.
Görüşlerini şöyle özetlemek mümkündür: "İlim, marifettir" şeklinde yaygın olan tarif, lafzî bir tariftir. Burada ilim, aynı anlamda başka bir terimle tarif edilmiştir. "İlim, malumu olduğu gibi bilmektir" tarifinde ise, sözü uzatma, tekrar ve gereksiz sözler vardır. "İlim, kendisiyle bilinen ve insanın onunla alim olduğu şeydir" şeklinde yapılan tarif de gayeyi tam anlatamamaktadır. "İlim, öyle bir şeydir ki, onunla muttasıf olan, yaptığı şeylerden emin olur" tarifinde her ne kadar ilmin gerektirdiği şartlardan biri varsa da yeterli değildir. "İlim, bir şeye olduğu gibi inanmaktır" şeklindeki tarifte, anlamı çok geniş olan ilim özelleştirilmiş ve ilimle inanç bir birine karıştırılmıştır. 2

Kendinden önce yapılan ilim tariflerini bu şekilde bir tenkide tabi tuttuktan sonra kendi görüşünü ortaya koyan Gazalî, ilmin müşterek bir isim olduğunu ve çok çeşitli şekillerde tarif edilebileceğini, bu sebeple tam ve kesin bir ilim tarifinin güç olduğunu söyler. Bu güçlüğe rağmen kısaca, "Aklın, eşyanın hakikatını ve şekillerini alması" daha kısa bir ifadeyle "Eşyayı olduğu gibi bilmek ve tanımak" şeklinde bir tarifi olabileceğini belirtir. 3

Günümüzde yapılan ilim tarifleri de Gazalî'nin tarifinden pek farklı sayılmaz. Bir tanesini vermekle yetiniyoruz: "İlim, insan ruhunun tek başına veya bir bütün olarak eşyanın hakikatını ve çeşitlerini, niteliği, niceliği, mahiyeti, cevheri ve özüyle, maddeden mücerret olarak tasavvur etmesinin neticesinde, hafızalarda ve değişik yerlerde kaydedilen şeydir. Bir başka açıdan ilim, kainatta tecelli edegelen nizam ve İlâhî isimlerin ayineleri olarak, değişik şekillerde tecelli eden şeylerin birbiriyle olan münasebetlerini idrakten ve bu idraklerin tasnifi ve bir araya getirilmesinden ibarettir." 4


Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:"Bildiğiyle amel edeni Allah bilmediğine varis kılar."



Bu şekilde tarif edilen ilmin, İslam âlimleri tarafından yapılan çeşitli tasnifleri bulunmaktadır. Bu tasnif bir hiyerarşiye dayanır ve bu sıra yüz yıllarca Müslümanların eğitim düzeninin temelini oluşturmuş, çerçevesini çizmiştir. İlimlerin birliği bu süre boyunca, başta gelen en önemli ilke olmuş, değişik ilimler bu ilkelerin ışığında öğretilmiştir. Bu ilkeden hareketle, bütün ilimler aynı ağacın dalları gibi düşünülmüş, her dalın, ağacın yapısıyla uyum içinde, kendi yapraklarını yeşertip kendi meyvelerini olgunlaştıracağı kabul edilmiştir. Bir ağaç dalı nasıl sonsuza kadar büyüyemezse, bir ilim dalı da belirli bir sınırı aşmaya çalışmamalıdır. Orta çağ Müslüman müellifleri, belirli bir bilgi dalını, kendi sınırlarını aşması için zorlamayı, böylece eşyadaki uyumu ve orantıyı bozmayı, faydasız ve hatta meşru olmayan bir etkinlik saymışlardır. Müslüman ilim adamları, ilimler arasındaki orantıyı ve sırayı korumanın aracı olarak gördükleri sınıflandırmayı işte bu yüzden önemsemişlerdir. Bu yolla her ilim dalının bir bütün olarak bilgi şemasındaki yeri ve hedefi sürekli göz önünde tutulmuştur.

Müslümanlar arasında ilimleri sınıflandırma girişimleri daha üçüncü/dokuzuncu yüz yılda Kindî ile başlamış, o tarihten itibaren artarak sürmüştür. Farâbî, İbn Sina, İhvan-ı Safa, Gazalî, Razî, İbn Hâldun başta olmak üzere, bir çok ilim adamı eserlerinde, ilimleri sınıflandırmaya yer vermişlerdir. Çeşitli ilimler geliştikçe, ilimlerin sınıflandırılması ve ilimlerin tek tek tanımlanması için ayrıca eserler yazma geleneği de hız kazanmıştır. Razî, daha altınca asırda, altmış ilmi ele alarak tanımlamıştır. Daha sonra Taşköprüzade'nin Miftahu's- saade ve Misbahu's- Siyade'si (ki, oğlu Kemaleddin Efendi tarafından, Mevzuâtu'l- ‘Ulûm adıyla tercüme edilmiştir), Katip Çelebî'nin Keşfu'z- Zunûn'u ve İbn Hâldun'un Mukaddimesi ile ilimlerin tanım ve sınıflandırılması âdeta zirveleşmiştir. Yapılan ilk sınıflandırmalarda bulunmasa bile, çok geçmeden Tasavvufun da bir İslamî ilim olduğu belirtilmiştir. Nitekim hicrî beşinci asırda yaşayan Gazalî, Munkiz'inde bu ilim ve metodundan övücü bir şekilde söz eder.5

Tasavvuf ilmi, yapısı gereği uzun süre gizli kalmış, ayrıca ilk dönemlerde, nisbeten fıkıh içinde veya ahlak ve zühd adıyla ele alınmıştır. Bundan ötürü, yapılan ilk ilim tasniflerinde tasavvuf adıyla şayet yer almamışsa, bu durum garipsenmemelidir.


İslâmî İlimlerin Ortaya Çıkışı

Bilindiği gibi, İslam'ın ilk dönemlerinde şer'î hükümler nesilden nesile aktarılarak öğreniliyordu. Bu noktada itikad, ibadet ve muamelat arasında fark yoktu. Ancak çok geçmeden Müslümanlar dinî konuları tartışmaya ve ilim hâlinde öğretmeye başladılar. İlmî usûllere göre araştırmalar yapıp bunları kitaplara geçirdiler. İlk ele alınan konular şer'î meseleler yani fıkıh ilminin konusu olan hususlar oldu.6 Öyle ki, bir çok Müslüman bu ilimle uğraşmayı en önemli dinî vecibelerden saymaya başladı. Bu yaklaşım tarzı, neticede içtihadın zirveleşmesinin başlıca nedeni oldu. Fıkıh kavramı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Bir Bilim Olarak Tasavvuf
« Posted on: 29 Mart 2024, 16:37:05 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Bir Bilim Olarak Tasavvuf rüya tabiri,Bir Bilim Olarak Tasavvuf mekke canlı, Bir Bilim Olarak Tasavvuf kabe canlı yayın, Bir Bilim Olarak Tasavvuf Üç boyutlu kuran oku Bir Bilim Olarak Tasavvuf kuran ı kerim, Bir Bilim Olarak Tasavvuf peygamber kıssaları,Bir Bilim Olarak Tasavvuf ilitam ders soruları, Bir Bilim Olarak Tasavvufönlisans arapça,
Logged
06 Eylül 2010, 20:09:32
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 06 Eylül 2010, 20:09:32 »

Tasavvuf İlminin Kapsamı Ve Bölümleri

Kısa zamanda diğer İslamî ilimler gibi konusu, metodu, önderleri, kitapları ve mektepleri olan, kısacası bağımsız bir disiplin hâline gelen tasavvuf, pratik (amelî) ve teorik (nazarî) olmak üzere iki temel bölüme ayrılır. Ancak bu iki yön iç içe girmiş bir birlik arz ederler. Tasavvufun pratiği (amelî yönü) ilimsiz, ilmi de amelsiz olmaz ve elde edilemez. Aslında ilmin kendisi amel etmeye işaret eder; ilim ve amel birbirini gerektirir.9 Cüneyd-i Bağdadî (297/909), "eğitim sırasında ilimle amel edilmezse bereketi kaçar gider," der.10 Zahid ve sûfîler, ilimle amel etmenin doğuracağı bu bereketle, bilmediklerine ulaşmayı umarlar. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: "Bildiğiyle amel edeni ALLAH bilmediğine varis kılar."11

Diğer bir rivayet de şöyledir: "ALLAH için kırk gün ihlasla ibadet eden hiç bir kul yoktur ki, hikmet kaynakları kalbinden diline çıkmasın."12 Aynı konuda İbn Sâdân şöyle der: "Rivayet ilmiyle amel eden dirayet ilmine varis olur. Dirayet ilmiyle amel eden ri’ayet ilmine varis olur. Riayet ilmiyle amel eden de hak yoluna hidayet edilir." 13 Bu şekilde ilham ve mükâşefe ile ortaya çıkan bilginin kaynağına da işaret edilmek istenir. Bu ilim, ibadet ve riyazetle ruhun tasfiyesi sonucu ALLAH'ın verdiği bir ilimdir.

Taşköprüzade, meşhur eseri Miftahu's- Sa’ade'nin üçüncü cildini bütünüyle hudûrî [huzûrî] adını verdiği, genellikle tasavvufa konu olabilecek ilimlere ayırmıştır. Girişinde şu sözlere yer vermektedir: "Bu ilmi elde etmenin yolu tasfiyedir. Tasfiye yolu ikiye ayrılır:
1.Nefsi, riyazet ve mücahede ile alışkanlıklarından alıkoyarak gidilen yol ki, bu yolla elde edilen ilme ilm-i batın denir.
2.Ruhun, tasfiyeden sonra, kudsî ruh alemine olan aşkından ötürü, ona müşahede ve tahakkuk yoluyla bir ilim hasıl olur ki, buna da mükâşefe ilmi denir.
Bu iki ilim arasındaki fark ancak bir misalle anlaşılabilir. Batınî ilim, cilalanmış bir aynaya, karşısında bulunan bir ışık kaynağından ışığın yansımasına benzer. Mükâşefe ilmi ise, ışık kaynağını da taşıyan cilalanmış bir aynaya benzer. Böylece ışığın kaynağına varmış olur. İkinci

ilmin, birinci ilmin semeresi olduğunu da belirtmeliyiz. 14
Dolayısıyla tasavvufun ilim yönünü de ikiye ayırmak gerekir: 1.Tasavvufa has olan ve onun metotlarıyla elde edilen mükâşefe ve marifet, 2. Diğer İslamî ilimlerle aynı özellikleri taşıyan kalb fıkhı, batın fıkhı15 (fıkh-ı batın) veya tasavvufî ilim. Biz bu çalışmamızda, diğer İslamî ilimlerle aynı özellikleri taşıyan ve bir yönüyle aynı metotlarla tahsil edilen tasavvuf ilminden söz etmek
istiyoruz.


Tasavvuf İlmi veya Batın Fıkhı

Nasıl ki, fıkıh alimleri Kur’ân ve Hadis'ten yararlanarak konularıyla ilgili usûl ve kitaplar yazdılarsa, tasavvuf ehli da kendi görüşlerini ayet ve hadislere dayandırarak kitaplar ve yollar oluşturdular. Neticede özel konusu, hedefi, metodu ve ıstılahları olan Tasavvuf ilmi sistemleşti ve bu konuda bir çok kitap yazıldı.16 Said Havva, tasavvuf ilminin doğuş nedenini şöyle açıklar: "Bütün ilimler gibi, tasavvuf ilminin de doğuş sırrı şudur: Kur’ân ve Sünneti okurken kalp, iman, zevk, takva, nefis, tezkiye vb. anlamlardan çokça söz edildiğini görmekteyiz. İslam alimlerinin bu anlamlarla ilgisi bulunan şeyleri özel bir kitapta tescil ederek zaptetmeleri olağan bir şeydir. Yine bu anlamların keyfiyetleriyle ilgisi bulunan her şeyi kapsayan özel bir ilmin bunun neticesi olarak gelişmesi de en makul olanıdır. O hâlde tuhaf olan bu ilmin bulunması değil, bulunmamasıdır. Zira İslam alimleri her alanda eserler yazmış, benzer şeyleri birbirine eklemiş, şerh ve tafsil etmiş ve konu ile ilgisi bulunan her soruya cevap vermeye gayret etmişlerdir. Tasavvuf ilmi de bu şekilde doğdu ve gelişti. Müntesip olmayan kimselerden gördüğü muhâlefet, hakkını verenle vermeyen, benimseyenle benimsemeyenlerin hakkında yazı yazmaları gibi her ilmin başına gelen bu ilmin de başına gelmiştir. Ama her şeye rağmen tasavvuf ilmi var olmuş, uzmanları yetişmiş, alıcıları bulunmuş ve pazarı da kurulmuştur. Durum bu şekilde olunca, ekollerinin bulunması, üzerinde tartışmaların olması, ek ve tamamlayıcı mahiyette şeylerin ortaya çıkması gayet normaldir. Ama öğrenmek, bilmek ve tanımak isteyen için en kısa yol, bu ilmi kendi kitaplarından okuması ve onu kaynaklarından almasıdır. 17


Tasavvufun ilim yönünü de ikiye ayırmak gerekir:
1.Tasavvufa has olan ve onun metotlarıyla elde edilen mükâşefe ve marifet,
2. Diğer ‹slamî ilimlerle aynı özellikleri taşıyan kalb fıkhı, batın fıkhı veya tasavvufî ilim.



Tasavvuf, marifet konusunu da ele aldığından, bu noktada kelâm ilmine yakındır. Çünkü, metodu ayrı bile olsa, kelâm ilmi gibi, ALLAH'ı, sıfatlarını, melekleri, vb. itikadî konuları ele alır.18 İncelemeye çalıştığımız yönü itibariyle de fıkıh ilmine yakındır. Onun için biz de, daha çok fıkıh ilmi ile kıyaslayarak, konuyu aydınlatmaya çalışacağız.

Fıkıh, şer'î-amelî hükümleri, tafsilî delillerine dayanarak bilmektir. Buna göre fıkıh ilminin konusu iki kısımdan ibarettir:

1.Şer'î amelî hükümleri bilmek. Dolayısıyla, ALLAH'ın birliğini, peygamberlerin gönderilişini ve ALLAH'tan aldıklarını tebliğ etmeleri gerektiğini, ahiret günü ve bu günle ilgili şeyleri bilmek gibi itikadî hükümler, fıkhın ıstılahî anlamına dahil değildir.

2.Her hükmün tafsilî delillerini bilmek. Meselâ, "içkinin azı da haramdır çoğu da haramdır" deyince buna dair kitap ve (sünnetten) bir delil zikretmek gerekir. Demek ki, fıkıh ilminin konusu, helal, haram, mekruh ve vacip olma yönünden insanların işlerine (ef'al) ait hükümler ve bunların dayandığı konulardır. 19

Fıkhın temel kaynakları Kur’ân ve Sünnettir. Bu iki kaynakta yer alan ve mükelleflerin fiillerine terettüp eden hususları tesbit edip gerekli incelemeleri yapmanın, fıkıh ilminin konusu olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, fıkıh ilminin söz konusu ettiği amellerin zâhirî hükümlerinin yanı sıra, bu zâhirî hükümlerden daha az önemli olmayan bir de batınî, kalb ve niyete ait yönleri vardır ki, fıkıh ilmi bunlarla pek ilgilenmez.20 İşte bu noktada tasavvuf devreye girmekte ve zahirî fıkhın yanı başında, batınî fıkıh adıyla yer almaktadır.22

Meselâ, namazın huşu ve ihlasla, riyadan uzak bir şekilde kılınması bir batınî farzdır ve önemi zâhirî farzlardan geri değildir. Çünkü, "Namaz her türlü kötülükten alı koyar" (Ankebût, 29/45) ayetinin sırrının tecelli etmesi, namazın zahirî farzlardan başka batınî farzlarının da yerine getirilmesine bağlıdır. Nitekim, "Namazlarını huşu ile kılan mü'minler kurtuluşa erdi." (Mü'minûn, 23/1-2) ayeti buna işaret etmektedir.

Zekâtın bizzat kendisi temizlemek anlamındadır. Hem malı hem de sahibindeki cimrilik duygusunu silmektedir. Cihad konusunda ise, ALLAH'ın "Nefislerinizle cihad ediniz" (Tevbe, 9/41) nevinden ayetleri, bizzat canlarınızla cihada katılınız anlamına olduğu gibi, "Nefislerinize karşı da cihad ediniz," şeklinde de düşünülebilir. Çünkü nefsine karşı koyma engelini aşamayan, yani kendisiyle kavgasını bitiremeyen kimse, cihada katılamaz. Bu yüzden mutasavvıflar, nefs ile cihadı, mücahedenin bir parçası saymışlardır. Diğer ibadetlerde de bu tür yaklaşım ve batınî şartlar söz konusudur. Bu noktada fıkıh ilmini tamamlayan disiplin şüphesiz tasavvuftur.

Ancak onun görevi bununla kalmamaktadır. İhlası öğretmek ve yolunu göstermek gibi fıkıh ilminin söz konusu etmediği konuları da ele almaktadır. Aslında fıkıh ilmine bağlılık kabiliyetini geliştiren de bu ilimdir. Onun için mürşitler ahkâmda fanî olmaktan söz etmektedirler. Nitekim Cenab-ı Hakk'ı tam tanıma zevkinin neticesi, O'nun koyduğu hükümlere tam bağlılıktır. 23
Nedvî de konuyu şöyle dile getiriyor: "Kur’ân ve hadisten istifadeyle bize aktarılan şeyler iki kısma ayrılır:

Biri, heyet ve ef'alden, daha açığı duyulara hitap eden iş ve hareketlerden ibarettir. Namazdaki hâl ve hareketler, bir çok ahkâm ve menâsik bunlardandır. Bunları rivayet ve tedvin yönünden hadis, istinbat ve istihraç yönünden de fıkıh tekeffül etmiştir. Mühaddis ve fakihler bu işi gereğine uygun yerine getirmişlerdir.

İkinci kısım ise, yukarıdaki fiil ve hey'etlerin edası sırasında onlarla beraber bulunması icap eden bir takım batınî keyfiyetlerdir. Hz. Peygamber bunlara, kıyamda ve kuudda, dua ve zikir hâlinde, emredici ve nehyedici durumunda, evinin içinde ve cihad meydanında devamlı uymuştur. Bunlar ihlas, sabır, tevekkül, zühd, gönül zenginliği, sahavet, huşu', tazarru, ahireti dünyaya tercih, edep ve haya, duada hissedilen derûnî samimiyet, likaullaha duyulan şevk vb. keyfiyetlerdir. Bunlar imanî ahlak ve batınî keyfiyettendir. 24

Bu unvan kapsamına, müstakil bir ilim, başlı başına bir fıkıh olabilecek bir çok adap ve erkan, cüz'î ve tafsilî hüküm girmektedir. Eğer birinci kısmının şerh, izah ve tafsilatını ve buna delalet eden tahsil yollarını tekeffül eden ilme zahirî fıkıh denirse, bu batınî keyfiyetin şerhini ve ona ulaşan yolları gösteren ilme de batınî fıkıh denilmelidir."

Hasan-ı Basrî (110/729) şöyle der: "İlim ikidir. Biri kalptedir, işte bu faydalı ilimdir. Biri lisan üzerindedir. Bu ademoğluna karşı ALLAH'ın hüccetidir." Bu taksimat Ebu Yezid el-Bistamî'de şu şekli alacaktır: "İlim ikidir. Zahir ilim, batın ilim. Zahir ilim, ALLAH'ın mahlukatı üzerindeki (aleyhindeki) hüccetidir. Batın ilim ise, işte o faydalı ilimdir."26 H.303'te vefat eden Bağdatlı Ruveym, bu ayırımı aynen aktararak, tasavvufun özüne işaret etmiştir.27 Hasana-ı Basrî'nin fakih tarifi de dikkat çekicidir: "Fakih dediğin, dünyaya karşı isteksiz, ahiret hususunda arzulu, dinin emrine itina gösteren, Rabb'inin ibadetine devamdan geri kalmayan kimsedir." 28 Muhasibî (243/867) ise şu görüşü beyan ediyor: "ALLAH'tan kork ve fetvaları bilmekle ilim iddiasında bulunma. Çünkü ilim, ancak ilim billahtır (ALLAH’ı b...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes