Allah a kulluk nasil olmali ? By: sumeyye Date: 05 Eylül 2010, 13:20:31
ALLAH'A KULLUK NASIL OLMALI?
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede þöyle buyurmuþtur: "Allah'a karþý gelmekten sakýnanlar, cennetlerde ve ýrmaklarýn baþýndadýrlar. (Onlara) "Selametle, güven içinde girin!" denilir." (Hicr; 45-46)
Allah-u Zülcelal baþka bir ayet-i kerimede þöyle buyurmuþtur: "Ne yerde, ne gökte zerre aðýrlýðýnca bir þey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz. Bundan daha küçüðü ve daha büyüðü de hariç olmamak üzere (hepsi) muhakkak apaçýk bir kitapta (yazýlý) dýr." (Sebe; 3)
Dünyada ister günah olsun, isterse sevap olsun her ne yapmýþsak, kýyamet gününde zerre kadar kaybolmamak þartýyla karþýmýza çýkacaktýr. Peki kýyamet gününde Allah-u Zülcelal tarafýndan kendisine: "Selametle, güven içinde (cennete) girin!" denilmesini kim iste mez? Herkes ister. Ama sadece istemek doðru deðildir. Onunda bazý þartlarý vardýr.
Nasýl dünyadaki bazý nimetleri elde etmek için istemek yeterli gelmeyip, çaba göstermek gerekiyorsa; ahiretin nimetlerini kazanmak içinde yalnýzca istemekle kalmayýp, biraz çaba göstermek lazýmdýr.
Bizden önceki insanlarda Allah-u Zülcelal'in kuluydular. Allah-u Zülcelal'in yanýndaki nimetlere öyle meraklýydýlar ki, gece gündüz hiç akýllarýndan çýkmýyordu.
"Neden evlenmiyorsun?"
Anlatýldýðýna göre, bir gün birkaç alim, Rabia-i Adeviyye'nin yanýna gitti ve ona: "Neden evlenmiyorsun?" diye sordular. Rabia-i Adeviyye onlara þöyle dedi:
"Benim üç büyük derdim var. Bunlarýn sýkýntýsýndan kolayca kurtulmamý garanti ederseniz, o zaman evlenirim. Birincisi: "Acaba ben son nefesimde imanýmý kurtarabilecek miyim?" O kimseler:
"Biz bu sualin cevabýný söylemekten aciziz." dediler. Rabia-i Adeviyye tekrar:
"Kýyamet gününde amel defterimi sað tarafýmdan mý, yoksa sol tarafýmdan mý verecekler?" diye sordu. O kimseler bu soruya da:
"Biz bu sualin cevabýný söylemekten aciziz." dediler. Rabia-i Adeviyye tekrar:
"Herkesin hesabý görüldükten sonra bir grup cehenneme ve bir grup cennete giderken, acaba ben hangi grupta bulunacaðým?" diye sordu. O kimseler þaþýrarak:
"Biz bu sualin cevabýný da söylemekten aciziz." dediler. Bunun üzerine Rabia-i Adeviyye onlara þöyle dedi:
"O halde önümde böyle dehþetli günler varken ve bu günlere hazýrlanmak elbette lazým iken, evlenmeyi nasýl düþünebilirim!"
Ýþte herkes böyle olmalýdýr. Rabia-i Adeviyye'nin bu hali herkes için büyük bir derstir. Eðer bunlarý dünyada biraz olsun düþünmeyip, önümüze her geleni yaparsak, kýyamet gününde periþan oluruz. O gün piþmanlýk günüdür. O gün herkes piþman olacak ama o gün piþmanlýk da fayda vermez.
Þeytanýn belini kýran soru?
Þeytanýn belini kýran en büyük þey, insanýn: "Acaba benim sonum ne olacak?" diye düþünmesidir. Yani: "Sekarat esnasýnda benim halim ne olacak? Acaba dünyadan imanlý olarak mý, yoksa imansýz olarak mý ayrýlacaðým?" diye düþünmek, lain þeytanýn belini kýran en büyük haldir. Çünkü böyle bir düþüncenin sahibi, daima Allah-u Zülcelal'in rýzasýný kazanmak için gayret eder.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hadis-i þerifte þöyle buyurmuþtur: "Aðýz tatlarýný bozan, bütün ümitleri kýran ölümü çok düþünün." (Tirmizi, Taberani, Ýbn Mace)
Tabi ölümü düþünmek, sadece ölüm vardýr diye düþünmek deðildir. Kendimizi o ölen kiþinin yerine koymamýz lazýmdýr. "Bu ölen kiþi benim. Beni kabre koyup üzerime toprak attýlar. Buradan kalkamazsam benim halim ne olur?" diye düþünürsek, ölümü hatýrlamýþ oluruz. Böyle düþündüðümüz zaman çok piþman olacaðýz ve kendi kendimize:
"Bundan sonra kalbimden bu dünyanýn muhabbetini söküp atayým; zikir ve ibadetle daima Allah-u Zülcelal'in rýzasýný kazanmak için gayret göstereyim." diyeceðiz.
Bir insan için en önemli þey akýbettir. Onun için insan daima: "Acaba benim akýbetim ne olacak. Dünyadan imanlý olarak mý, yoksa imansýz olarak mý ayrýlacaðým?" diye düþünmelidir.
Bu düþünce insanýn hatýrýndan hiç çýkmamalýdýr. Çünkü bazý insanlar vardýr ki, daima günahlarla meþgul oluyorlar. Ama sonradan piþman olup öyle bir tevbe ediyorlar ve kendileri ile Allah-u Zülcelal'in arasýný öyle bir düzeltiyorlar ki, bununla cenneti kazanýyorlar. Ama bir kimse ibadet yaptýðý halde sonradan bozulursa, bu hal onun için çok büyük bir tehlikedir. Onun için lain þeytan demiþtir ki:
"Ýnsanlardan: "Ýþte bu amel beni kurtaracak!" demesini bekliyorum."
"Bu amel beni kurtarýr" dememeli
Onun için insan ne amel yaparsa yapsýn, hiçbir zaman bu yaptýðý amele güvenmemelidir. Bu þeytanýn bir tuzaðýdýr. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kâinatýn en efdali olduðu halde, Allah-u Zülcelal onu miraca çýkarýrken:
"Geceleyin kulunu, ayetlerimizden bir kýsmýný göstermek için Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kýldýðýmýz Mescid-i Aksa'ya götüren Allah, noksan sýfatlardan münezzehtir. O, gerçekten iþitendir, görendir." (Ýsra; 1) buyurarak, ne Peygamber ne de Resul dememiþ, kul diye hitap etmiþtir. Kulluk, Allah-u Zülcelal'in yanýnda çok makbuldür.
Onun için Bayezid-i Bestami þöyle demiþtir: "Ýnsanlar; 'Keþke Allah-u Zülcelal benimle hesap görmese, çünkü O'nun hesabýndan korkuyoruz!' diyorlar. Ben de istiyorum ki Allah-u Zülcelal benimle hesap görsün." Yanýnda bulunanlar:
"Senin güvendiðin þey nedir?" diye sorduklarýnda, Bayezid-i Bestami þöyle cevap vermiþtir:
"Benim bir güvencem yoktur. Ama Allah-u Zülcelal'in benimle hesap görürken, bir sefer: "Ey Kulum!" demesi benim için kâfidir. Bana: "Ey Kulum!" dedikten sonra, beni ister cennete koysun, isterse cehenneme koysun farketmez."
Ýþte Allah-u Zülcelal'e kul olmak böyle kýymetlidir. O'na kul olalým. Bizi kurtaracak olan budur. Onun için Allah-u Zülcelal'in kudret ve azamet sahibi olduðunu ve herþeyin O'nun elinde bulunduðunun idrakinde olmamýz lazýmdýr.
Þeytanýn hýrsýzlýðý
Ýnsanýn çaresi, daima Allah-u Zülcelal'in yanýndaki ecir ve sevaplara karþý meraklý olmaktýr. Allah-u Zülcelal insana, bu merakýna göre salih amel yapmayý nasip etmektedir. Bir kiþi bir Evliyanýn yanýna giderek:
"Benim evime hýrsýz girdi ve bütün eþyalarýmý çaldý!" dedi. Evliya o adama:
"Allah-u Zülcelal'e þükret ve hamd-ü senada bulun ki, hýrsýz senin kalbine girip de imanýný çalmadý. O hýrsýzýn çaldýðý dünya malýdýr. Bir gelir, bir gider." diye cevap verdi.
Ne kadar da doðrudur. Eðer biraz derin olarak düþünürsek, lain þeytan insanýn kalbine girdiði zaman, kalbin içindeki imaný, Allah sevgisini, günahlardan muhafaza olma halini çalýp götürür. Böyle olduðu halde hiçbir þey olmamýþ gibi davranýp, adi olan bir dünya malýmýz çalýndýðý zaman merak edip üzülüyoruz. Halbuki biraz derin olarak düþünürsek, þeytan bizim kalbimize girip hýrsýzlýk yapýyor ama bizim haberimiz olmuyor.
Ýlk önce kalbe giriyor ve iman aðacýný yaþ tutan, sulayan ve daima imaný kuvvetlendiren Allah-u Zülcelal'in zikrinin aþkýný, muhabbetini çýkarýyor. Daha sonra günahlardan muhafaza olma gücünü çýkarýyor ve insan günahlara gidiyor. Vesvese ile bütün hayýrlý olan halleri çalýyor ve yerine dünya muhabbetini koyuyor. Ama maalesef bundan hiç haberimiz bile olmuyor.
Oysa zahiri olarak bir þeyimiz çalýndýðý zaman nasýl üzülüyor ve daha dikkatli hareket ediyorsak, manevi olan ve ebedü'l-ebed baki hayatýmýza yarayacak olan þeyleri, lain þeytanýn çalmamasý için uyanýk olmamýz lazýmdýr. Uyanýk olup, çalýndýðýný bilirsek bir daha çaldýrmamak için daha dikkatli oluruz. Ama -neuzübillah- bunun farkýna varamazsak tâ kabre kadar öyle gideriz ve çok periþan oluruz.
Peki þeytan, kalbimizdeki zikrin aþkýný, muhabbetini nasýl alýyor?
"Senin zikir yapmaya vaktin yoktur. Þu iþini yap!" diyerek, elimizde sermaye olan vaktimizi boþa geçirtiyor ve zikir yapmamýza engel oluyor. Oysa iman, yeþil bir aðaç gibidir. Sýcak bir havada yeþil bir aðaca biraz su vermezsek, yavaþ yavaþ kuruyacaktýr.
Buna bakarak iman aðacýnýn kurumamasý için hergün mutlaka Allah-u Zülcelal'in zikrini yapmamýz lazýmdýr. Çünkü günahlarýn zulmeti o yeþil olan aðacýmýzýn üzerine gelerek onu kurutuyor. Onun kurumasýný önlemek için kalbimizin üzerinde Allah'ýn zikrini yaparsak kurumaz inþaallah.
Biz huzursuz olarak gafletle O'nun zikrini yapýyoruz; zannediyoruz ki, hiçbir þey olmuyor. Eðer insan Allah-u Zülcelal'in zikrini huzurlu olarak yaparsa çok büyük kemalat sahibi olur.
Ayný þekilde Ahmed er-Rufai bazý zamanlarda kendi cemaatinin içindeyken, Allah-u Zülcelal'in tecelliyatý üzerine öyle geliyordu ki, kan pýhtýsý gibi oluyordu. Sonra yavaþ yavaþ eski halini alýyordu ve diyordu ki:
"Vallahi, eðer Allah-u Zülcelal'in rahmeti olmasaydý, ben sizin yanýnýza dönemezdim."
Ýþte Allah-u Zülcelal'in zikri böyledir. Ýnsaný bu þekilde Allah-u Zülcelal'e kavuþturuyor. Onu yapmamak sanki ahirete inanmamak gibidir. Hem kendimize hem de birbirimize Allah-u Zülcelal'in zikrini yapma hususunda daima tavsiyede bulunalým.
Bilhassa yalnýz kaldýðýmýz zaman zikir ve ibadet yapmak, Allah-u Zülcelal ile aramýzdaki gizli olan hali düzeltmeye çalýþmak çok kýymetlidir. Veyahut da arkadaþlarýmýzla birlikte olduðumuz zaman, kimse kimsenin kalbini bilmediði için, Allah-u Zülcelal'e karþý olan manevi halimiz, kalbimiz, ruhumuz, sýrrýmýz daima düzgün olmalýdýr. Samimi ve sadýk olmalýdýr.
Onun için Sehl bin Abdullah þöyle demiþtir: "Kim Allah-u Zülcelal'e karþý gizli olarak hýyanetlik yaparsa, Allah o hýyaneti kýyamet gününde, hatta bu dünyada da açýða çýkarýr."
Yani insan ne yaparsa yapsýn, onun içindeki gizli hali, zahiri vücudunda meydana çýkýyor. Eðer bir kiþi iyi bir kimse ise, Allah-u Zülcelal'e karþý samimi ise ve manevi olarak doðru ise; mutlaka onun ahlakýný insanlar güzel olarak görürler. Ama onun içi, Allah-u Zülcelal'e karþý hain ise, kendini her ne kadar iyi göstermeye çalýþýrsa da ara sýra içindeki kötülüðü meydana çýkar ve insanlar bunu görürler.
Çünkü Allah-u Zülcelal açýða çýkarýyor. Zaten ahirette de zerre kadar hiçbir þey gizli kalmaz. Yani insanýn çaresi, kendisini Allah-u Zülcelal'e karþý sadýk ve doðru yapmaktýr. Ýnsan, kalbinden dünyanýn muhabbetini söküp attýðý zaman, gece gündüz dünya ile meþgul olsa da, o dünya ona zarar vermez.
Çünkü kalp Allah-u Zülcelal'e baðlýdýr. Ama kalp dünyaya baðlý olduðu zaman, dünya ile bir saniye dahi meþgul olsa, zarar görür. Kalp, Allah'ýn nazargâhýdýr. Onu Allah-u Zülcelal'e baðlamak lazýmdýr.
Allah-u Zülcelal'in dostlarý manevi doktordurlar. Onlar kalbi, nasýl dünyadan çözüp Allah-u Zülcelal'e baðlayacaklarýný çok iyi biliyorlar. Allah yüz bin defa onlardan razý olsun.
Kalbi Allah-u Zülcelal'e baðlamanýn da bir takým alametleri vardýr. Kalp, Allah'a baðlandýðý zaman, daima O'nun yolundan, aþk ve muhabbetinden bahseder. Onun için bir adam bir Evliyanýn yanýna gelerek:
"Allah'a nasýl kavuþulur?" diye sormuþ. Evliya ona: "Sana müjdeler olsun!" demiþ, adam: "Niye?" diye sorunca Evliya þöyle cevap vermiþtir:
"O yolu soran kimse, o yola meraklý demektir. Allah ona nasip edecektir inþallah!"
Demek ki Allah'ýn yolunu merak etmek, daima onunla meþgul olmak, Allah-u Zülcelal'in yanýnda çok makbuldür. Sehl bin Abdullah þöyle demiþtir: "Kim kalbini Allah-u Zülcelal'e teslim ederse, Allah-u Zülcelal onun âzâlarýna sahip çýkar."
Ýnsan kalbini Allah'a teslim ederse, O da o kimsenin gözlerine, ellerine, ayaklarýna, diline yani bütün âzâlarýna sahip çýkar. Gözünün harama bakmasýný engeller, dilinin haram konuþmasýna engel olur. Ayaklarýnýn günah yerlerine gitmesine engel olur.
Kalp, bir þey deðildir ki! Allah-u Zülcelal'in yaratmýþ olduðu bir et parçasýdýr. Peki neden onu Allah'a teslim etmiyoruz? Onu Allah-u Zülcelal'e teslim edip:
"Ya Rabbi! Bu kalbi sen yaratmýþsýn. Onu sana teslim ediyorum." diyerek, O'nun önüne koyalým. O zaman Allah-u Zülcelal'in rahmeti kalbimize girer ve bütün âzâlarýmýz da Allah-u Zülcelal'e karþý teslim olur ve Allah-u Zülcelal'in yanýndaki ecir ve sevaplara doðru gider.
Nefisle mücadele
Esasen bizi mahveden þeytan ve nefstir. Onun için Bayezid-i Bestami þöyle demiþtir: "Ben nefsimi çaðýrýp; 'Gel, Rabbime gidelim' dedim. Ama gelmedi. 'Madem ki gelmiyorsun, sen kal ben gidiyorum' dedim."
Tabi nefse sadece sen kal diye söylemek kolaydýr. Asýl önemli olan onu terkedebilmek, onun heva ve heveslerini býrakabilmektir. Demek ki, onu terketmek Bayezid-i Bestami'ye göre kolaydý.
Onun için þöyle demiþtir: "Ben bir gün rüyamda Allah-u Zülcelal'e dedim ki: "Ya Rabbi! Ben sana nasýl gelebilirim?" Allah-u Zülcelal buyurdu ki: "Ya Bayezid! Nefsini býrak öyle gel!"
Bu zamanda nefsimizi yediriyoruz, içiriyoruz, rahat ettiriyoruz. Hiç olmazsa biraz Allah-u Zülcelal'in ibadetini de yapalým. Devamlý olarak nefsi doyurmak, ibadetin önünde büyük bir engeldir. Çünkü denilmiþtir ki: "Dünyada daima tok olan kimse, kýyamet gününde aç olur. Dünyada aç olan kimse, kýyamet gününde tok olur."
Yemek þehvetinin zararlarýndan bazýlarý þunlardýr:
a-Allah korkusu kalpden gider.
b-Mahlukata karþý merhamet duygusu kalbinden çýkar.
c-Fazla yemek insana bir aðýrlýk vererek, taat ve ibadetine mani olur.
d-Hikmetli sözleri duysa da, kalbi yumuþamaz.
e-Kendisi hikmetli sözleri konuþsa da, baþkalarýna tesir etmez.
Öyle ise hiç olmazsa, bir iki saat nefsimizi aç býrakalým. En azýndan aç olduðumuzu hissedelim. Ýnsan günde üç sefer yemek yerse aç kalmaz. Ama bir sabah, bir de akþam yediði zaman, sabah yediði yemekten sonra, ancak akþama doðru aç olduðunu hisseder.
Hülasa; insan, Allah-u Zülcelal'e karþý sadýk olup ve daima O'nun yanýndaki ecir ve sevaplara karþý meyilli olursa, Allah-u Zülcelal ihlasý da, sadakati de, doðruluðu da ona nasip edecektir.
Fatýma-i Niþaburi þöyle demiþtir: "Sadýklar ve takva sahipleri bu zamanda bir derya içindedirler. O deryanýn dalgalarý onlara çarpmaktadýr. O derya içinde boðulmuþcasýna Allah-u Zülcelal'e dua ve feryad ederler."
Böyle olduðu zaman, Allah-u Zülcelal o kimseyi günahlardan da muhafaza eder, ibadet yapmayý da nasip eder, zikir yapmayý da nasip eder. Ama biz Allah-u Zülcelal'e yalvarmýyoruz ve istemiyoruz. Ýstediðimiz zaman isteksiz bir þekilde istiyoruz. Oysa samimi bir þekilde, mahzun ve çok kýymetli bir þeyimiz kaybolmuþ da onu arýyormuþ gibi istersek, Allah-u Zülcelal bize istediðimizi nasip edecektir inþaallah.
Bütün bu bilgiler, bizim manevi olan hastalýklarýmýza ilaçtýr. Bu ilaçlarý bilip yapmamak, ayný bir kimsenin hastalýðýnda ilaç alýp bir poþetin içine koyup hiç kullanmamasý gibidir.
Ýlaçlarý kullanmayan hasta iyileþebilir mi? Onun için bu bildiðimiz ilaçlarý kalbimize, ruhumuza ve sýrrýmýza tatbik etmemiz lazýmdýr.
Allah-u Zülcelal kendi fazlý ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razý olacaðý þekilde salih amel nasip etsin...ALINTI