Gurbette Ezan Hasreti By: sumeyye Date: 12 Haziran 2010, 14:58:10
Gurbette Ezan Hasreti
Yokluðunda anlaþýlýyor varlýðýn deðeri; hele bu, insanýn bedenî-ruhî bütünü ile alakalý bir varlýk ise; vatan ve ezan gibi Bu 2002 yazýnda, güya tatil için gittiðim Türkiye’den dönüþte, Ýngiltere’de arkadaþlarla hoþ geldin muhabbeti ederken, bir dostum tatilimin nasýl geçtiðini sordu Ben de: “Bir kiþi Ýstanbul’da iki hafta kalmýþ, ama bir kere olsun Sultan Ahmet, Ayasofya, Bayezýt, Fatih veya Eyüp Sultan camilerinden tekine olsun gidememiþ ise, bunun adýna tatil denir mi? Üstelik iznin son haftasýný da sýcak bir memlekette hem de soðukalgýnlýðýna yakalanmýþ olarak hasta yataðýnda geçirmiþse” gibilerinden daha nice zahirî olumsuzluklarý sayýp döktüm Kendimce “tatil” kavramýný reddediyordum, mefkûre insanlarýnýn “holiday”ý olmaz demeye getiriyordum Ne var ki ihtimal bu reddin tarzý, maksadý tam aksettiremeyip, içine bir de þekva rengi bulaþýnca, gurbet diyarýnda yüreði yanmýþ birisi sözüme öyle bir ünlem koydu ki, sert firen yemiþ araba gibi yerime çakýldým kaldým: “Abi, hiç olmazsa beþ vakit ezan duydunuz Biz buralarda ondan da mahrumduk” Ani bir kararla durdum ve “Evet, dedim, haklýsýnýz, hiç olmazsa beþ vakit ezan-ý Muhammedîyi dinledim Bu bile yetti, ruhumun dinlenmesi için”
Daha sonra içten içe, uzun uzadýya düþüncelere daldým, dinî-millî yoksunluklarýmýz üzerine “Köyümün bir avuç topraðýný þu koca ülkeye deðiþmem” gibilerinden duygular belirdi içimde Birkaç gün ezanýn ruhaniyeti ile yoldaþ oldum “Sabahtan kalktým da ezan sesi var / Ezan sesi deðil, burçak yasý var” türküsü takýldý bir ara dilime Benimse ne sabahlarýmda, ne öðlen, ne ikindi, ne akþam ne de yatsýlarýmda ezan sesi vardý Ezan sesi de, burçak yaylasý da vatanýmda kalmýþtý Vicdan bilgesi yine herzamanki didaktik nasihatiyle yetiþti imdadýma: “Bütün yeryüzü Allah’ýn salih mü’minlere mirasýdýr Vatanýn sýnýrlarýný kaldýracaksýn; artýk vatan bütün bir dünya” diye seslendi Hatta sözünü geri aldý ve “Bu dünyada vatan yok; asýl vatan ilk yurt, cennet ülkesi yolculuk oraya…” dedi
Yahya Kemal Beyatlý’nýn “Ezansýz Semtler” isimli makalesini hatýrladým O, Ýstanbul’un o döneme göre bazý ezansýz semtlerinde doðan, büyüyen çocuklarýn, bizi bir millet halinde ayakta tutan “Müslümanlýk rüyasý”ndan mahrum kalýþlarýnýn derdine yanýyordu Oysa bu gurbet ve hicret diyarý, -onun ifadelerine gönderme yapmak istiyorum-, evet burasý modernitenin anasý, alafranga hayatýn tâ göbeði Onu böyle üzen manzaranýn yüz katýný ayne’l-yakin ve hakka’l-yakin olarak yaþayan bizlerin bir açýdan mahrumiyetleri karþýsýnda sadece üzülme deðil, belki inim inim inlenilse sezâdýr, becâdýr
“Kendi kendime diyorum ki: Þiþli, Kadýköy, Moda gibi semtlerde doðan, büyüyen, oynayan Türk çocuklarý milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mý? O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar iþitilmez, Ramazan ve Kandil günleri hissedilmez Çocuklar Müslümanlýðýn çocukluk rüyasýný nasýl görürler Ýþte bu rüya, çocukluk dediðimiz bu Müslüman rüyasýdýr ki bizi henüz bir millet halinde tutuyor Bugünkü Türk babalarý havasý ve topraðý Müslümanlýk rüyasý ile dolu semtlerde doðdular, doðarken kulaklarýna ezan okundu, evlerinin odalarýnda namaza durmuþ ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akþamlarý bir minderin köþesinden okunan Kur’an'ýn sesini iþittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullah'ý indirdiler, küçücük elleriyle açtýlar, gülyaðý gibi bir ruh olan sarý sahifelerini kokladýlar Ýlk ders olarak besmeleyi öðrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, Ramazanlarýn, bayramlarýn toplarý atýlýrken sevindiler Bayram namazlarýna babalarýnýn yanýnda gittiler, camiler içinde þafak sökerken tekbirleri dinlediler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata girdiler Türk oldular
Bugünün çocuklarý büyük bir ekseriyetle yine Müslüman semtlerde doðuyorlar, büyüyorlar, eskisi kadar derin bir tahassüs ile deðilse bile yine Müslümanlýðý hissediyorlar Fakat fazla medenileþen üst tabakanýn çocuklarý ezansýz semtlerde, yani alafranga terbiye ile yetiþirken, Türk çocukluðunun en güzel rüyasýný göremiyorlar Bu çocuklarýn sütü çok temiz, hilkatleri çok metin olmalý ki ileride alafranga hayat, Türklüðü büsbütün sardýktan sonra milliyetlerine baðlý kalabilsinler, yoksa ne muhit, ne yaþayýþ, ne semt hiçbirþey bu yavrulara Türklüðü hissettiremez Ah! Büyük cedlerimiz! Onlar da Galata, Beyoðlu gibi frenk semtlerine yerleþirlerdi, fakat yerleþtikleri mahallede Müslümanlýðýn nuru belirir, beþ vakitte ezan iþitilir, asmalý minare, gölgeli mescid peyda olur; sokak köþesinde bir türbenin kandili uyanýr, hasýlý o topraðýn o köþesi imana gelirdi”
Türklük ile Müslümanlýðý ayný kabul eden Yahya Kemal bu sözleriyle ayný zamanda, dünyanýn bütün kara ve deniz parçalarýna, güneþin doðup battýðý her yere Muhammedî mesajý götürmeye niyetli Altýn Nesle, “kökü mazide olan bir âtî” olmayý ve eskilerin eskimeyen yeniliði ile sönmeyen iman ateþini nasýl bir kere daha tutuþturup çevrelerini aydýnlatabileceklerini ve cennet-âsâ bir bahar ümrâný kurabileceklerini de iþaret etmekteydi Daha sonra Büyükada’da kaldýðý bir vakit, sabah namazýný kaçýrmamak için gece boyu uykusuz kaldýktan sonra gittiði bayram namazýný müteakip, yeni kuþaktan birini camide gördüklerinden ötürü oradaki yaþlýlarýn kendisine gösterdikleri özlem yüklü sevinçlerini bir hatýra-i hususi kýymetinde yâd eder:
“Vaazdan sonra namazda ve hutbede onlarýn içine karýþýp Muhammed sesi kulaðýma geldiði zaman gözlerim yaþla doldu Onlarla kendimi yek-dil, yek-vücut olarak gördüm O sabah, o Müslümanlýða az aþina Büyükada'nýn o küçücük camii içinde, þafakta ayný milletin ruhlu bir cemeaati idik Namazdan çýkarken kapýda ayandan Reþid Akif Paþa durdu Bayramlaþmayý unutarak elimi tuttu: "Bu bayram namazýnda iki defa mes'udum Hamdolsun sizlerden birini kendi baþýna Câmie gelmiþ gördüm! Berhudar ol oðlum, gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni müteselli etti!" dedi Hem geldiðimi hemde bayramýmý tebrik etti Yanýndaki eski adamlar da onun gibi tebrik etti Bu basit hadiseden pek samimi olarak mahzuzdular O sabah gönlüm her sabahtan fazla açýktý”
Yalnýzca Yahya Kemal’in akranlarý deðil, belki ondan yýllar sonra da Ýzmir camilerinden birinde, sabah namazýný müteakip, “Ýmam-Hatip Liseleri”nin kapatýlmamasý için imza toplayan bir delikanlýyý gören ve gençliðin camiden kopuk oluþunun ýzdýrabýyla iki büklüm bir Hocaefendi’nin böyle bir manzara karþýsýnda çaðlayan duygularýna hakim olamamasý ve defalarca bu olayý kürsülerden cemaatine aktarmasýnýn arkasýnda da ayný hasret ü hicran vardýr Ve bu bekleyiþ, belki bütün bir Anadolu insanýnýn, hatta koca bir ümmetin yüzyýllar boyu dua dua istediði küllî bir bekleyiþti
Y Kemal, kelamýný þu dehþet ve ibret verici paragrafla taçlandýrýr: “Biz ki minareler ve aðaçlar arasýnda ezan seslerini iþiterek büyüdük O mübarek muhitten çok sonra ayrýldýk Biz böyle bir Sabah Namazýnda anne millete dönebiliriz Fakat minaresiz ve ezansýz semtlerde doðan, frenk terbiyesiyle yetiþen Türk çocuklarý dönecekleri yeri hatýrlayamayacaklar!” Evet þu son cümle imanlý her kalbe býçak gibi saplanýr: “Minaresiz ve ezansýz semtlerde doðan, frenk terbiyesiyle yetiþen Türk (Anadolu) çocuklarý dönecekleri yeri hatýrlayamayacaklar!” 300 bin Anadolu insanýnýn yaþadýðý tahmin edilen þu Ýngiltere gibi, nice dünya ülkelerinde bulunan her ýrktan Müslüman evlatlarý, dönebilecekleri bir “anne ümmet” bulamamýþ Bu kayýp nesiller þimdilerde saçlarý aðarmýþ büyükler olarak, Nesl-i Mev’ûd’u kucaklarýndaki bahar müjdecisi güllerle kapýlarýnda görünce, çölde ölmeden önce dudaklarýna bir kâse su yetiþrilebilmiþ insanlar gibi hallerinden mutlu ve gelecekten umutlu bir biçimde ötelere göz kýrpýyorlar, kýpýr kýpýr dudaklarýyla hayýr-dualar ediyorlar Bütün yeryüzünü “Müslümanlýðýn çocukluk rüyasý”nýn görülebildiði, mutluluk çaðýnýn izdüþümü sayýlabilecek cennet-endam bir keyfiyet ve kemmiyete getirmek istikametinde o Ezan Sesli Kur’an Nefesliler, ellerindeki gül-i Muhammedî tohumlarý ile geçtikleri her yere, uðradýklarý her yöreye ekim-dikim yapýyor, fakat meyve derme mevsimini beklemeksizin “vira bismillah” deyip daha baþka diyarlara yelken açýyorlar Yahya Kemal, ezansýz semtlerin derdini gayet isabetle dile getirmiþti; onlar ise ezansýz ülkelerin derdini, bizzat sa’y ü gayretleriyle gideriyorlar, gidermeye çalýþýyorlar
Vatanýný sevmeyen hiçbir insan, ezaný sevmeyen bir müslüman yoktur Yahya Kemal de, dinî ve millî deðerlere sahip þuurlu bir vatan ve ezan âþýðýdýr “Ezan-ý Muhammedî” isimli þiiri, ezanla alakalý yazýlan þiirler içerisinde kutsal bir anýt gibi yükselir; Hira gibi ilhama açýk, Ergenekon gibi destanýmsýdýr Muhammedî cihan dediði Ýslam topraklarýný ezanýn sadasýna kâfi görmez ve “Keþke sekiz yýllýk padiþanlýðýnda doðuyu fetheden Yavuz Sultan Selim erken ölmeseydi de, onun kýlýcýyla bütün bir âlemi þân-ý Muhammedî fethetseydi” temennisinde bulunarak buruk buruk iç çeker:
Emr-i bülendsin ey ezân-ý Muhammedî, / Kâfi deðil sadâna cihân-ý Muhammedî
Sultan Selim-i Evvel’i râm etmeyip ecel, / Fethetmeliydi âlemi þân-ý Muhammedî
Gök nûra gark olur nice yüz bin minâreden, / Þehbâl açýnca rûh-i revân-ý Muhammedî
Ervâh cümleten görür Allahü Ekber’i, / Akseyleyince Arþ’a lisân-ý Muhammedî
Üsküp’de kabr-i mâder’e olsun bu nev-gazel, / Bir tuhfe-i bedi ü beyân-ý Muhammedî
Viyana kapýlarýna kadar gelen ve semavîleri gýbtaya sevkeden o hükümranlýðýn elindeki Muhammedî sancaðýn, gerisin geriye çekilmek mecburiyetinde kalýþý, Üsküp’lere, oradan da Edirne’lere kadar sürülüþü karþýsýnda insan kahroluyor ve üç kýtada kükreyenince sesi yedi kýtadan duyulan bir arslanýn, üç tarafý denizlerle çevrili bir yarýmadaya hapsediliþine hamiyet-i milliyemizden çýldýracaðýmýz geliyor Tabii ki mesele toprak sevdasý deðil, o topraðýn üzerindeki bayrak sevdasý, iman davasý Ne olurdu, göðün yerliler eliyle kurduðu o mukaddes ümrân, çil çil kubbeleri, þehadet parmaðý minareleri ve beþ vakit ezanlarý ile tâ buralara, Batýnýn batýlarýna kadar ulaþsaydý da, bütün bataklýklardan kurtulan dünyada çamurlarda boðulan hiçbir insan olmasaydý
Esasýnda ahirzamanýn modern ama mutsuz yüzyýllarý, asr-ý saadet ezanlarýna hasrettir; ledünnîliðiyle, derûnîliðiyle ve lâhûtîliðiyle Nitekim çaðýn dertli ve inançlý þairlerinden Arif Nihat Asya, Peygamberimiz Efendimiz’e (sallallâhü aleyhi ve sellem) yazdýðý na’t-ý þerifine “asr-ý saadet dönemi ezanlarýna olan hasreti” ile baþlar:
“Seccaden kumlardý / Devirlerden diyarlardan / Gelip göklerde buluþan / Ezanlarýn vardý / Mescid mü’min mimber mü’min / Taþardý kubbelerden tekbir / Dolardý kubbelere “amin” / Ve mübarek geceler, dualarýmýz / Geri gelmeyen dualardý / Geceler ki pýrýl pýrýl / Kandillerin yanardý” Habîbullah’ýn vefatýndan sonra ümmetin hususiyle son yüzyýlda maruz kaldýðý dinî açlýklarý ve manevî yokluklarý uzun uzadýya bir bir saydýktan sonra, ezaný Bilal’e, olmazsa Davud’a okutur ve Rasulullah’ýn ruhaniyetini davet eder, ona Kur’ân’lar gönderir: “Açýlsýn göklerin kanatlarý / Açýlsýn perdeler kat kat / Çöllere dökülsün yýldýzlar / Dizilsin yollarýna / Yetimler günahsýzlar / Çöl gecelerinden / Yanýk türküler yapan kýzlar / Sancaðýný saçlarýyla dokusun / Bilali Habeþi sustuysa / Ezanlarýný Davud okusun! / Konsun yine pervazlara güvercinler / “Hû hû” lara karýþsýn âminler / Mübarek akþamdýr / Gelin ey fâtihâlar yâsinler”
Muhaceret duygu ve düþüncesi içerisinde geldiðim(i sandýðým ve öyle olmasýný arzuladýðým) þu Hicaz’dan uzak, Anadolu’dan ýrak topraklarda, ilk aylar itibariyle her ne vakit Peygamber kuþlarý güvercinleri görsem, içimden onlara þöyle seslenirdim: “Ne talihsiz güvercinlersiniz sizTürkiye’de olsaydýnýz, cami pervazlarýna konardýnýz” Hafýzamýn hayalinde gökleri delen minarereleriyle camileri-mescitleri, sükûtuyla vaaz eden mezarlýklarý-kümbetleri düþünür, üstlerinde kanat çýrpan, avlusunda yem yiyen kuþlarý görüyor gibi olurdum ve hâlâ olurum Ne var ki, “Hiçbir þey yoktur ki hamd ile Allah’ý tesbih etmesin” [Ýsrâ 17/44] âyetinin bildirdiði hakikat bu kuþlar da, her mahluk gibi hamd makamýnda zikirle meþgul oluyorlardý Bu inanç, manevî mahrumiyetlerden dolayý bir deri bir kemik kalmýþ ruhî bünyeme bengisu gibi diriltici, kevser misali þifalý ve zemzem ölçüsünde faydalý geldi; nihayet o türlü duyuþ ve seziþleri en azýndan akýl ve kalp planýnda bir hususîliðe ve izafîliðe baðlayýp, þâirâne özlem titizliðinde bir makbuliyetle takyit etmeyi baþarmak istedim Her ne kadar bütün hissiyat ve letâif irade-i cüz’iyenin emrine âmâde hale gelmese de, hiç olmazsa yalnýzlýðýn ve yabancýlýðýn ilacýný kelamullahýn ülfet, ünsiyet, hikmet ve irþatlarýndan meccane kullanmakla, sinenin derinliklerinde yaraya dönüþen çok büyük bir boþluk kapanmýþ oluyordu
Arif Nihat, “Dua” isimli baþka bir þiirinde de, yaþadýðý devirdeki din aleyhine yapýlan tahripler ve kaht-ý ricâl karþýsýnda duyduðu hicraný köklü bir iman þuuruyla dile getirmiþ ve gayet içli edasýyla þöyle yakarmýþtýr:
Biz kýsýk sesleriz Minareleri, / Sen ezansýz býrakma Allahým! / Ya çaðýr þurda bal yapanlarýný, / Ya kovansýz býrakma Allahým! / Mahyasýzdýr minareler göðü de/ Kehkeþansýz býrakma Allahým! / Müslümanlýkla yoðrulan bu yurdu / Müslümansýz býrakma Allahým”
Mehmet Akif’te bir yýkýlýþýn ardýnda alabildiðini mahzundur:
Görünmez âþina bir çehre olsun rehgüzârýnda
Ne gurbettir çöken Ýslam’a, Ýslam’ýn diyarýnda
Umar mýydýn mabedler ibadetler yetim olsun
Ezanlar arkasýndan aðlasýn bir nesl-i me’yûsun
Umar mýydýn cemaat bekleyip durdukça minberler
Dikilmiþ dört direk görsün, serilmiþ bir yýðýn mermer
Umar mýydýn, tavanlar yerde yatsýn rahneden bîtâb
Eþiklerden yosun bitsin, örümcek baðlasýn mihrâb
Umar mýydýn, o taþ taþ devrilen bünyân-ý marsûsun
Þu virân kubbelerde böyle son feryadý dem tutsun?
Yunan istilasý altýndaki topraklarýmýzdan, özellikle Bursa’ya dair elem verici haberler geldiði tarihlerde bir bülbül ile söyleþen Akif, bir noktaya gelir:
“Ne zillettir ki: Nakus inlesin beyninde Osman'ýn; / Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdý Mevlâ'nýn! / Ne hicrandýr ki: En þevketli bir mâzi serâb olsun; / O kudretler, o satvetler harab olsun, türâb olsun!” der ve inler
Sevr antlaþmasýnýn aðýr maddeleri ile adeta hürriyet arslanlarý olan bir millete esaret tilkiliði layýk görülmüþtü Vatanýn semalarýnda dalgalanan þanlý sancak, ya indirilirse? Ya minareler yýkýlýr, ezanlar susturulursa? Ýþte böylesi bir zaman diliminde savaþlarla, kýtlýklarla-yokluklarla kýrýlan millet-i merhûmeye ümit ve cesaret aþýlayan coþkun bir ses oluyordu M Akif: "Korkma! Sönmez bu þafaklarda yüzen al sancak / Sönmeden Yurdumun üstünde tüten en son ocak” Ne acýdýr ki, dýþtakilerin yapamadýðýný içtekiler yapmýþlardý Necip Fazýl’ýn ifadesiyle “Öz yurdunda garip, öz vatanýnda parya” haline getirilen mazlum, mahzun, maðdur ve mükedder o ata neslin ahfâdý olarak, bizler de þimdilerde vatandan uzak gurbet diyarlarýnda ezan sesine hasret kaldýk Fakat onlar kendi vatanlarýnda ezansýz kalmýþlardý, bizler ise ezansýz vatanlarda Aramýzda daðlar kadar farklar var Onlar vadinin dibine iniþteydiler, bizler ise zirvesine doðru çýkýþtayýz Hamd makamýnda secdelere kapaklanmaktan baþka nasýl þükrümüzü eda edebiliriz o Ekber’in mukaddes atýyyesine matýyyelik ettirme lütfuna mukabil Ýftiharla itiraf etmeliyim ki: Yokluklar diyarýnda yok olup kaybolmamaya çalýþmanýn da ötesinde, var olmaya ve bir varlýk cilvesi göstermeye niyetli ve kilitli o Ezan Mesajlý Nesli’n arasýnda bedenen bulunurken, ruhen de onlara liyakat kesbetme ve sýfatlar bakýmýndan onlarý yakalama çaba ve gayretinde, kavlî ve fiilî dualar etmeye çalýþmaktan baþka da isabetli bir tercih gözükmüyor
Yahya Kemal: “O (modern?) semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar iþitilmez, Ramazan ve Kandil günleri hissedilmez Çocuklar Müslümanlýðýn çocukluk rüyasýný nasýl görürler?” diyordu Batý’nýn batýsýnda bulunan bizler de þu günlerde, ümmetle beraber Mübarek Üç Aylar’ýn ilki olan Recep ayýna veda etmeye hazýrlanýyoruz Regâip kandili geldi geçti, içimden bir þey koptu Ne ezan yaðdý göklerden, ne mahyalar aydýnlattý caddeleri Osmanlý’nýn, Selçukîlerin yâdigârý camiler, gözümde tütüyor, ama ruhumda acýlý ve acýklý bir aðýt yakýlýyor ve bana: “Elveda!” diyeceksin, “Gemileri yakacaksýn!” diyor Hoþ, ne gemim vardý, ne sandalým; bir vatana olan derin aþkým, metin baðlýlýðým… Elimde valizim, düþtüm yollara
Dünyada kendime bir mezar yeri beðenmek kadar olsun herhangi bir lüksüm olmadý… Yine de vatan bir baþka (…) Ekim’in 3’ünde Mi’raç kandili, 20’sinde de Beraat kandili var Ayný halet-i ruhiye þimdiden sarmaya baþladý herbir parçasýný mahiyetimin… Gurbette kurbiyete vasýl olabildiðime dair bir recâ, hicrette vuslata erdiðime dair bir emâre olsun aþikâre göz kýrpsaydý gecemin zülüfleri arasýndan, gam yemiyecektim… Ama heyhat! Tabii bir de gurbette bu’diyet yaþýyor olduðumun –bence- farkýnda olmaklýðým yok mu, birimi bin parçaya bölüyor, volkanlara atýp alev alev yakýyor… Neyse, vicdanýmýn en nazik ve en nazdâr bir telinden kopan yýrtýcý feryat ile þimdi bu satýrlarý kana bulamanýn ne zamaný, ne de mekaný…
Daðýtmadan, ana konuya döneyim:
“Mi’rac gecesi ikinci bir Kadir gecesi hükmündedir” diyor Bediüzzaman Hazretleri [Þualar, s499; Tarihçe-i Hayat, s598] Demek Mi’raç kandili, Kadir gecesinden sonra en kutsal gece sayýlabilir Kadir gecesinin Ramazan’ýn 27 gecesi olmasý ile Mi’raç kandilinin Recep ayýnýn 27gecesi olmasý arasýnda da çok gizemli bir tevafuk var Ayrýca bu sene Mi’racýn, Cuma gününe denk gelmesi de bir baþka güzel tevafukDolayýsýyla çifte bayram olmuþ olacak Zira Cuma, müslümanlarýn haftalýk bayram günüdür [Muvatta, Taharet, 113; Ýbn Mâce, Ýkâmetü’s-Salât, 83] Olmuþ olacak diyorum, çünkü bu çifte bayramý þu gurbet ve hicret yurdunda, pek çok þeair-i Ýslamiye’den mahrum bir þekilde, ve en acýsý ezan-ý Muhammedî’yi akþamýnda, yatsýsýnda ve sabahýnda duymaksýzýn geçirmek, herhalde ancak o yokluklarý yaþayanlarýn hissederek anlayabilecekleri bir hal-i pürmelâl olsa gerek…
Allahtan ki, mahrumiyetin cinnetinde sýnýrlarý zorlayan hassas ruhlara teselli-bahþ olacak âb-ý hayat özlü sözler var, o sözlerin sahibi emin yüzler var ve muhatabý mü’min gönüller var: "Ýman erleri, gam ve keder sâikleriyle kuþatýldýklarý zamanlarda bile hep huzur içindedirlerOnlar, ne devamlý gam çeker, ne de kederin süreklisini bilirler Allah'a intisap ve O'na dostluklarý sayesinde, rahatlýkla gamýn boynunu kýrar; kederi, kendi küdûreti içinde boðar; varsa tasalarýný hüzn-ü mukaddes renkleriyle bezer ve sýkýntýlarýn arka yüzündeki uhrevî güzelliklerin tül pembe renklerini temaþa ile, elemleri lezzetlere, ýzdýraplarý da doðum sancýlarýnýn vaad ettiði inþirahlara baðlayarak, dudaklarýndan dökülen "of"larý ânýnda "oh"lara çevirir ve en muzdarip hallerinde bile çevrelerine kalplerinin diliyle sevinç neþideleri dinletirler Bir kere de bu çizgiyi yakalayýp ilk nefeslerini böyle uhrevileþtirince, ikinci kez soluklanmada, kalblerini dimaðlarýna baðlar, akýllarýný gönül diliyle konuþturur ve seslerini ta yýldýzlar ötesi âlemlere duyurarak, vicdanlarýnýn zirvelerinden bütün ruhanilere, bugüne kadar duymadýklarý ne ezanlar ne ezanlar dinletirler Bu ezanlarý mü'minin kendisi de duyup zevk edebilir; elverir ki, ufkunu dalalet kirlerinden temiz tutabilsin" [Gülen, M Fethullah, Iþýðýn Göründüðü Ufuk, s]
O iman erlerinin dünyanýn dört bir yanýnda hal lisanlarýyla okuduklarý müessir ama sessiz, gür ama derinden, coþkun ama mahzun ezanlarý ile inþallah nice müheyya kalpler imana gelecek, nice zayýf mü’minler kuvvet bulacak, nice kuvvetliler ittihat edecek ve böyle özlerinde ezan ruhu, kafalarýnda ezan mesajý ve kulaklarýnda ezan musikisi, birleþik, bütünleþik, özleþik bir topluluk bütün bir yeryüzünü mescide dönüþtürüp, tüm yerlileri ibadetlerle gökler ötesine namzet hale getirecektir, daha doðrusu o yolu açmaya vesile olacaklardýr, umudundayýz, niyazýndayýz Ve bir baþka kitâbeden devam edelim okumaya Devam edelim, zira üç aylar, içindeki dört kandil gecesi ve daha nice kutsiyet faktörleri ile dua, tevbe, münacaat, ibadet ve hizmet aylarýdýr; cihanýn yedi kýt’asýnda bedenen daðýnýk ama ruhen birleþik vaziyette bulunan bütün müslümanlar için: " Hele günler, o ibadetle derinleþen saatlerini hayatýn gerçek manasýný terennüm etmek için gönüller üstünde bir mýzrap gibi hareket ettirdiðinde, kuþ cývýltýlarý safvetinde ve bir çocuk neþesi tadýndaki ezan dakikalarýnýn cennet güzellikleri kadar tesirli ve bu güzelliklere meftun bir kalp gibi olgun ve dolgun ibadet saatlerinin Hakký muhatap alma ve hakka muhatap olma manasýyla tüten zeberced duygularýn zikr ü fikirle sinelerimizi coþturan þiiri baþlar" [Gülen, Yeþeren Düþünceler, s45, Nil Yayýnlarý, Ýzmir, 1996]
Ýbadet saatlerinin zikr ü fikirle sineleri coþturan þiirlerinden birini, M F Gülen Hocaefendi’nin “Ýçimdeki Ezan Sesi”’ isimli þiirini buyurun birlikte okuyalým:
Elimde ýþýðýn, dilimde sözün, / Bir ezan sesisin her an içimde
Nakýþ nakýþ hayâlimde gül yüzün, / Sana düþmüþ ayna olmak seçimde
Bütün varlýk Yaradan’ýn güftesi, / Peygamberlik bu mânânýn bestesi;
Mesajlarýn ötelerin saf sesi, / Çaðlar durur Ulu Furkan içinde
Hep kevserler içtik bülbül dilinden, / Hep safâlar gördük kutlu elinden;
Geçmez gönül Sen gibi emelinden, / Yok bir baþka peygamber bu biçimde
Gel gürle nâyýn hep sýzlayýp dursun! / Kalbim sözlerinin sesiyle vursun;
Ýsterse bütün düþmanlar kudursun, / Hutben okundukça Çin’de-Maçin’de
Kimbilir, mevzumuz ve durumumuz açýsýndan yorum çýkarýmýna gittiðimiz takdirde, dâru’l-hizmet denilen gayr- i müslim topraklarýnda dýþtan gürül gürül ezan-ý Muhammedî’yi duymaya layýk ve müstehak olabilmek için, içimizdeki ezanýn sesine kulak vermek ve gereðince amel etmek durumunda olduðumuzu salýk veren bu irþat ve hikmet yüklü þiir, hepimiz adýna ona bir vesile-i davet ve þefaat olsun dilerim, bunu O’ndan dilenirim
Þahsen, Londra’da nohut oda bakla sofa bir evde, cd’lerden dinlediðim ezanlar ile kendimce müteselli olmaya çalýþýyorum ama namaz vakti geldiðinde gökten nur yaðýyor gibi, vahiy iniyor gibi ve ötelerden sesleniliyor gibi en kutsi duygu tellerini harekete geçirip ondan enfüsî naðmeler çýkartacak bir ezan-ý Muhammedî yok bu mahrumiyetler ülkesinde Mekke, Medine, Mýsýr, Baðdat, Tahran ve Ýstanbul gibi nice Ýslam diyarlarýnda Arap, Acem, Fars ve Türk tarzlarýnda, kendilerine has makam ve þiveleriyle okunan ezan-ý Muhammedîleri dinliyorumMuhammed Rýfat, Kamil Yusuf, Mustafa Ýsmail, Abdüssamet, Ahmet Naina, Ebulayneyn Saisa, Fethi Melici, el-Huzeyfi, Mahmud Ali el-Bennâ, M Hüseyin Bedrî, Muhammed Tablâvî, Nasreddin Tubar, Taha el-Fesnî, M Halil el-Husârî, M Sýddýk Minþâvî; Ýsmail Biçer, Ýsmail Coþar, Durmuþ Akbulut, Vehbi Yýldýz ve Mehmet Emin Ay gibi yüzlerce kâriin gönül sesinden içlerimizi sýzlatan yüzlerce ezan, katiyen ve katýbeten hakiki bir namaz için okunan herhangi bir ezan-ý Muhammedînin bile yerini tutmuyor Tutmuyor ama, þu yoklukta böylesi bir ezan nimeti bile insanýn duygu ocaðýný hecr-i sûzân ateþiyle yangýna veriyor
“Buðra Alp Giray” imzasýný taþýyan “Paris Akþamlarý” isimli bir þiirin baþlýðýnýn altýnda þöyle bir epigraf var: "Bu þiir, 2 Dünya Savaþý’nda sürgün edilen, savaþ zamanýnda Paris’te kalýp çok fakir bir hayat süren ve cesedi Sen nehri kýyýsýnda bulunan bir Kýrým Türk’ünün üzerinden çýkmýþtýr" Ýçeriðinde bütün deðerleriyle vatan ve ezan hasretinin ocak ocak yandýðý bu acip þiir, gurbette yapayalnýz bir garibin þahsýnda evvelen kimi “Ýlkler”in, sâniyen bazý “Ýkinciler”in hallerine ve haletlerine tercüman olmaktadýr diye düþünüyorum Okuduðumda kendimden çok þey buldum Hayal dünyamda reel dünyamýn filmlerini yeniden yaþadým; saðnak yaðmurlarý altýnda ýslandým Londra’nýn, üþüdüm, düþündüm, derinlere daldým, boðulayazdým aðlamaklý oldum
Bu kent her þeyiyle bana yabancý
Caddeler, binalar, bütün insanlar
Öyle hasretim ki ezan sesine
Ararým çevremde minare, cami
Lakin takýlýrým çan kulesine
Her semtin muhteþem kilisesine
Yad el elemleri sarar içimi
Uzaklarda yurdum, burdan çok uzak
Her mevsimi güneþli, masmavi göklü
Camili, kubbeli, kümbetli, köþklü
Ozanlý, garipli, kervansaraylý
Hele insanlarý: Alpli, Giraylý
Yok haber onlardan, baba evinden
Bu yüzdendir halim, kopuk bir yaprak
Herþey benden çok uzakta, çok uzak
Gözlerim daima engine dalar
Ýsterim ki her an, ana yurdumda
Daðlarý dumanlý yaþlý Kýrým’da
Duvarýnda mavzer ve Kur’an olan
Ata ocaðýnda, bizim konakta
Bir bakýr sinili sofra baþýnda
Ýftar beklenilsin, dua edilsin
Ve sessiz sedasýz yemek yenilsin
Sonra þadýrvanda abdest alýnýp
Hep birlikte teravihe gidilsin…
Uyansam her sabah ezan sesiyle
Görsem Ayþeciði su testisiyle
Ninemi yaþmaklý, namaz kýlarken
Dinlesem dedemi, Kur’an okurken
Baþýmý huþuyla yastýða koysam
Sonra toparlanýp yola koyulsam
Yahut günün þavký vururken camdan
Heybetli sesiyle çaðýrsa babam
Anam da, kalk yavrum, aslaným dese
Tutup elleriyle omuzlarýmdan
O müþvik haliyle sarýlsa, öpse
Her zamanki gibi yorgun ve bitkin
Artýrýp yükünü hasta kalbimin
Her an heyecaný gözlerimde yaþ
Görmek ümidiyle bir Türk, bir dildaþ
Dolaþýrým Paris caddelerini
Yorgun akan Sen’i, köprülerini
Bir Karakýþ vakti, Sen kýyýsýnda
Ruhumu kavuran yurt hasretiyle
Böyle göçeceðim ebediyete
Donmuþ cesedimi bulup çöpçüler
Defnedilmek üzere götürecekler
Kimim ben, neyim, ne bilecekler!
Þiirin bitiþi M Akif’in “Sessiz yaþadým, kim beni nereden bilecek?” mýsraýndaki yalnýzlýk ve kimsesizlik halet-i ruhiyesiyle yazýlmýþ gibi; herþeyden el-etek çekmiþ, dünyaya küskün, çevresine kýrgýn ve geleceðine de sitemkâr
Kimbilir ben de, bütün eseflerim ve serzeniþlerimle þu uçsuz bucaksýz dünyanýn hangi toprak parçasýnda açýlmýþ bir kuytuda sessiz-sadasýz öleceðim ve ne zaman, hangi ýssýz makbere gömüleceðim veya mezarsýz göçüp gideceðim Alýnyazýmý yakinî imanlarýna, ihlaslý amellerine ve insaflý vicdanlarýna tevkille emanet ettiðim güzel insanlar, belki de baþýma gelip bir fatiha okuyacak mezar taþý bile bulamayacaklardýrFirdevs cennetlerine açýk melek-nümûn gönüllerinde bu iman ve amel fakiri için ayrýlmýþ bir kâþâne olmasa da, en azýndan mini bir mezar yeri olabileceði ümidi, dileði, temennisi ve duasýndan baþka da herhangi bir düþ kuramadýðýmý acziyet ve fakriyet içerisinde yutkunuyorumyutkunmasaydým acaba gerçekçiliði kadar geçerliliði de olan bir tercih mi yapmýþ olurdum, onu da yeterince bilmiyorum sadece ve sadece “ama fakat velakin” dercesine sükût kesiliyorum ()Musa Hub
Ynt: Gurbette Ezan Hasreti By: SevD@_GüLü Date: 30 Mart 2011, 17:09:18
Gurbette nasýl giderilir ezana duyulan hasret? Neler kaybetmedik ki gurbette onsuz geçen yýllarýmýzda. Günde beþ kere bize Allah’ý, Resulullah’ý (sas) hatýrlatan, bizi kulluða çaðýran ve ruhumuzu okþayan o lâhutî sesten mahrum geçen yýllarýmýzda neler kaybetmedik ki…
Þimdiye dek çok þeyler söylendi gurbet üzerine. Ezansýz ülkelerde yaþamaktýr, gurbetin bir diðer adý. Sadece doðduktan sonra kulaðýna okunan ezanla yetinen nesiller yetiþiyor bu gurbet ellerde. Ne Allah’a çaðýran bir ses duyulur orada, ne Resulullah’ý (sas) hatýrlatan bir naðme, ne de mânevî boþluklarla kývrananan nesillere kurtuluþ ufku gösteren hoþ bir sadâ. Ezansýz memleketlerde boðuþur nesiller binbir içtimaî problemle, zîrâ ezan gibi diriltici bir esintiden yoksundur onlar“Gök nûra gark olur nice yüz bin minâreden,
Þehbâl açýnca ruh-ý revân-ý Muhammedî;
Ervâh cümleten görür‚ Allahü Ekber’i,
Akseyleyince arþa lisân-ý Muhammedî.”
(Yahya Kemal)
Allah razý olsun emeðine saðlýk ablam minarelerimizi ezansýz býrakma yarabbi aminnnn iý nþ