Denemeler
Pages: 1
Anahtar By: rabia Date: 21 Mayýs 2010, 05:26:14
Anahtar

Çocukluðumda anahtar yalnýz önemli merasimlerde kullanýlan eþyalar cinsindendi benim gözümde. Anahtar ancak bütün ev halkýnýn dedemin, babaannemin, amcamýn, halamýn ve bizim topluca gittiðimiz bir ziyaret, düðün ve benzeri yerlerden dönüþlerde büyük bir acemilikle kullanýlýrdý. Anahtarý kullananýn kapýyý açmasý, önemli törenlerde bir devlet büyüðünün kurdeleyi kesmesi gibi heyecanla beklenir ve kapýnýn açýlýþý merakla seyredilirdi! Öyle herkesin anahtarý olmazdý hem. Zaten normal günlerde anahtara pek fazla gerek de yoktu. Kapýmýz açýk olurdu umumiyetle. Açýk deðilse ya annem açardý ya babaannem ya da evdeki herhangi birisi... Doðrusu misafirin yedi gün yirmi dört saat eksik olmadýðý, bir hana benzeyen o evde tanýdýk biri size kapý açmýþsa (Çünkü misafirler de kendi evlerindeymiþ gibi rahat olduklarýndan kapý açabilirdi.) bu garipliðin neden kaynaklandýðýný anlamak istercesine tuhaf tuhaf karþýnýzdakinin yüzüne bakar, büyük bir hayretle bu garip durumun sýrrýný çözmek için etrafý dikkatlice yoklardýnýz!

Anahtar benim el sürmeyi aklýmdan bile geçirmediðim büyüklere ait þeylerdendi. Annem bir uzman doktor feraseti ile bendeki eþyalarý kaybetme hastalýðýný daha o yaþlarýmda teþhis ettiðinden anahtarla benim aramda en ufak bir gönül baðýnýn oluþmamasý için her türlü tedbiri almýþtý. Olur, da, çok önemli bir iþ, ama yalnýz çok önemli bir iþ için, bana anahtarý vermesi gerekirse misafir çocuðunun istediði kýymetli bir eþyayý ayýp olmasýn diye bin bir sýkýntý ile veren ev sahibinin kaygýlý bakýþlarýyla, eli titreyerek uzatýr ve daha avucuma koymadan “kaybetmememi”, “bir yerde býrakmamamý”, “evin içinde unutmamamý”, “yolda düþürmememi” ve sigortacýlarýn bile sözleþmelere þerh düþmeyi akýl edemeyeceði bilumum þeyi sýký sýký tembihler, bütün tedbirleri aldýðýna kâni olduktan sonra da Allah’a yönelir “Ýnþallah kaybetmez!” diye endiþeyle gizli gizli duâ ederdi.

Arada bir kullanmak tamam ama bir ev anahtarýna sahip olmak o yýllarda aklýmýn ucundan bile geçmezdi. O zamanlar düþlerimi süsleyen, beni asýl etkileyen baþka bir anahtar vardý. Dedemin kendi yaptýðý ceviz konsolun geniþ çekmecesinin -o dipsiz hayal kuyusunun- anahtarý… O çekmecede odalar dolusu para ve dünyadaki en önemli iþlerle çok yakýndan alâkalý kaðýtlar ve eþyalar olduðunu düþünürdüm hep.. ve o anahtarýn âdeta, evin direði, en önemli adamý dedemin taþýdýðý evin kalbinin anahtarý olduðunu… Ah, böyle bir anahtara sahip olmak ne eriþilmez ne güzel hayâldi.

...
Ýlkokulu bitirir bitirmez dükkân sahiplerinin yaðmurdan, soðuktan zarar görmeyecek eþyalarý gece rahatça sokakta býraktýðý; manavlarýn meyve, sebze dolu kasalarýn üstünü bir branda ile örtüp gece huzurla evlerine gittikleri küçük bir kasabadan, bir yatýlý okulda okumak için daha büyük ve kapýlarýn sýký sýký kilitlendiði bir yere gidince anahtar sahibi oldum ilk defa. Çelik dolabýmýn asma kilidinin anahtarý… Orta boy, orta kalite, hemen hemen bütün öðrencilerde olan, Çarþamba’nýn bilmem hangi hýrdavatçýsýndan alýnmýþ ve en önemlisi(!) anahtarýný kaybederseniz kýramayacaðýnýz (Çünkü dolap kapaðýnýn kilit takýlan yeri daha önce kýrýlýrdý.) ve (Kimin buluþuydu hatýrlamýyorum. Belki de benim!) demir testeresiyle kilidin damak yerini (Kapýyý tutan çelik kýsmý kesilmezdi.) keserek açmak zorunda kalacaðýnýz bir asma kilitti iþte. Kaç tane mi kullandým ondan?

-Hesabý mý olur!
Yatýlý okulda okumak için yanýp tutuþuyor, kendi dolabýmý kendi komodinimi kullanmak için sabýrsýzlanýyordum. Artýk benim de dedeminki gibi, ‘çok gizli’ þeylerimi saklayacaðým ve herkesin onun benim olduðunu bilerek bana ‘saygý’ duyacaðý bir dolabým olacaktý ve o dolabýn yalnýzca bana ait olduðunu kendisine her baktýðýmda, onu her elime aldýðýmda bana hatýrlatacak bir anahtarým. Yani büyüyecektim ve büyümek için bir gün daha bekleyemezdim! Bir gece daha yanýnda kalmam için ýsrar eden anneme “Yok, yok, siz beni burada býrakýn!” dediðimi sonralarý hep hüzünle hatýrlamýþýmdýr. Ah, yokluðumda bile masaya benim için tabak kaþýk koymaya devam eden, yokluðuma hiç alýþamayan, ama okumam için bunu hiç belli etmeyen, her tatil dönüþü -okula gitmek istemediðimden- karnýma gitme sancýlarý girdiðinde beni gülerek uðurlayan ve peþimden gözleri dolan annem...

Her ne kadar yatýlý okulda okumak için çok hevesli olsam da (Nice çocuk ulu orta iki gözü iki çeþme aðlarken ve bir o kadarýnýn da gece herkes uyurken yataðýný yorganýný sular seller alýrken.. Hatta aðlayanlarla dalga geçenler bile bir hafta sonra kýsa bir telefon görüþmesinin ardýndan ortalýkta herkesten beter yaygara koparýrken gözlerimden tek damla yaþ gelmemiþtir!) avucuma o soðuk anahtarý aldýðýmda kalbim gizli bir hisle bu ‘acý iþareti’ sezdi ve sýzladý sanýrým. Zaten bir süre sonra ne komodin ne dolap ne de anahtar sahibi olmanýn bir büyüsü kalmýþtý. Yurdun penceresinden uzaklara bakýyor; evimi, kasabamý düþlüyor, okuldan yurda dönerken yatýlý okumayýp evlerine dönenlere imreniyordum. Bir ara, yarým dönem tanýdýk birkaç üniversiteli ile evde de kaldým. Bu dönemde insaný karþýlayan sýcak bir gülümsemeden yoksun kapýlarýn ardýndaki odalarýn soðukluðunu yüreðimde daha þiddetli duydum. Artýk beðenmediði bir yerini; saçýný, burnunu, kulaðýný vs. bir suç gibi taþýyan ergenlik çaðýndaki çocuklar gibi taþýyordum anahtarýmý cebimde. Para almak, bir kalem bulmak ve daha kim bilir ne iþler için elimi cebime atýp yanlýþlýkla(!) ona her deðdiðimde, rahatsýz edilmiþ birisinin homurtusuyla bulunduðum yere ait olmadýðýmý ihtar ederek azarlýyordu beni anahtarým…

Yine de bütün bu gizli çekiþmeler ev ahalisinin arasýndaki sýr gibi ikimizin arasýnda kalýr, dýþarýya asla sýzmazdý. Anahtarým herkesin görebileceði bir þekilde elimde ise her zaman büyüklere has bir eda ile tutar ve onu kendi baþýma ayakta durabilmemin bir zafer niþaný olarak anlý þanlý niþanlarýný göðüslerinde taþýyan eski zaman paþalarýnýnkileri kýskandýracak yakýþýklý bir pozla diðer çocuklarýn gözüne sokardým.

Dört yýl su gibi akýp geçti. Memleket özlemine ailemin de ýsrarý eklenince Anadolu lisesini býrakýp, yedeklerden girebileceðim Fen lisesine göz ucu ile bile bakmadan kendi ilçemizdeki Ladik Akpýnar Anadolu Öðretmen Lisesi’ne kayýt yaptýrdým. Akpýnar gerçekten hiçbir yeri aratmayacak müstesna bir okuldu. Kütüphanesi, laboratuarlarý, kapalý spor salonu, futbol sahasý (Onu nasýl unutabilirim!), marangozhanesi, tiyatro ve sinema salonu, resim atölyesi, müzik odasý, çam ormaný ve meyve bahçeleri ile âdeta yeþilliklerin içinde küçük, þirin bir kasabaydý. Gerçi yine yatýlý okuyacaktým tabi ona yatýlý okumak denirse! Canýn sýkýlýnca atla bir arabaya (Yani müdür yardýmcýsý Erkan Beyse veya diðer müdür yardýmcýlarý günündeyse ve izin koparabilirsen.) on dakikada evindesin! Evine gittiðinde de anahtar çektirmenin hâlâ lüzumsuz masraflar cinsinden telakki edildiðini görerek hayli mesut... Zaten herkesin bir dolabý dolayýsýyla da bir anahtarý olduðu, kendi memleketimin sýnýrlarý içerisindeki o yerde anahtar da artýk asýk çehreli bir adam deðildi. Hatta o yýllarda anahtarýn hayallerimizde güzel bir peri çehresiyle eþdeðer bir ýþýltýya sahip olduðunu söylesem? Niye mi? O yüzlerce odalý bir konaða benzeyen okulda her anahtar ayrý bir güç simgesi ayrý bir statü sembolüydü. Önemli bir anahtarý eline geçiren çocuk, masallarda yaþayan bir peri kýzýný koluna takmýþ gibi kurula kurula yürür, gýpta ile karýþýk bir hürmetle seyredilirdi. “Hamamýn anahtarý Sinan’daymýþ!” vayyy… O halde sabah hamama ilk önce girip güzel bir kurna (Kurnalarýn iyiliði, çatlaðýnýn olmamasý ve musluðundan akan suyun bolluðu ile deðerlendirilirdi.) kapmak isteyenler o akþam Sinan’ýn gönlünü hoþ etmeli, aralarýnda bir kýrgýnlýk varsa en kýsa zamanda “Hemþo”, “Gardaþ” gibi aradaki kýrgýnlýðýn gelip geçici olduðunu ima eden sözlerle diplomatik giriþimlerde bulunmalýydý. Sinan’la arasý iyi olanlar ise o akþam Sinan’ýn yanýnda her zamankinden daha uzun kalmalý, her zamankinden daha neþeli ve koyu bir muhabbete dalmalý ve bu önemli insanla arasýnýn ne kadar iyi olduðunu, isterse yarýn en iyi kurnada yýkanabileceðini ‘ince’ bir çalýmla herkese göstermeliydi. Hele alt sýnýflardan birisi –Nasýl olup da!- önemli bir anahtarý eline geçirdiyse yaþýtlarý arasýnda bir efsane adam, bir kahraman gibi görülür; ayný zamanda bu önemli hadise, hepsinin üst sýnýflara karþý kazandýklarý ortak bir zafer olarak destanlaþýr, dilden dile dolaþýrdý.
...
...
...
Ne anahtarlar geçti elime…
“Spor salonunun anahtarý Ali Osman’daymýþ!” vayyy!
“Kütüphanenin anahtarý Ali Osman’daymýþ!” vayyy!
“Yatakhanenin anahtarý Ali Osman’daymýþ!” vayyy!
...
...
...
Ve anahtarlarýyla ve o anahtarlarda ýþýldayan fakat yalnýz on yedi yaþýndakilerin görebildiði daima neþeli ama biraz da hüzünlü peri yüzlerle beraber o günler de geride kaldý.

Üniversite yýllarýmda anahtar çok gerekli bir âletti benim için. Bir ev bulup taþýnamadýðým ve eþte dostta kaldýðým günlerde ya evde birisi olmaz da dýþarýda kalýrsam diye kaygýlandýðým zamanlar bir anahtar sahibi olamamanýn üzüntüsünü duyardým hep. Evime taþýnýp anahtarýmý aldýðým zamanlar ise kendimi kuþlar gibi özgür hissettiðimi hiç unutmam. (Zile bastýðýmda kapýyý açanýn yüzünde olmasa da sizin psikolojikmen gördüðünüz ‘yine mi!’ ifadesi ile haþlanmadan istediðim kadar girip çýkabilecektim ya.. ve evde birisi var mýdýr acaba diye düþünmeksizin…) Küçük yerleþim merkezlerinde yaþayýp da komþudan akrabaya çalacak onlarca kapýsý olanlar bu kaygýyý yaþamaz pek. Büyük þehirlerde ise gönül huzuru ile gidebileceðiniz akraba, dost genelde az olur. Onlar da gidilmesi meþakkatli ve hayli uzun zaman alan yerlerde otururlar çoðunlukla. Tabii ki oturacak kahvehaneler, ‘cafe’ler, lokantalar vardýr ama eðer buralara sýk uðrayan birisi deðilseniz hemen sýkýlýr, orada kendinizi rahat hissetmezseniz. Bu yerler hiçbir zaman size dýþarýda kalmýþlýðýnýzý unutturmaz.

Lise yýllarýnda bir âdet edinmiþtim. Caným sýkýldýkça Ladik'teki meþhur Seyit Ahmet Kebir türbesine gider dua ederdim. Türbedarýn evinin penceresinin önünde duran anahtarý alýr, yemyeþil aðaçlarýn gölgelediði türbeyi açar, onun huzurlu atmosferinde gönlümü serinletirdim. Belki de bundandýr bilmiyorum; Ýstanbul'da bu tip yerler zamanla bana bir akraba evi, bir tanýdýk kapýsý gibi oldu. Özellikle Beþiktaþ’ta, Tanpýnar’ýn “Ýlahî maðfiret Yahyâ Efendi Dergâhý’nda âdeta güzel bir insan yüzü takýnýr. Ölüm burada, hemen iki üç basamak merdiven ve bir iki sedle çýkýlýveren bu bahçede hayatla o kadar kardeþtir ki, bir nevî erme yolu, yahut aþk bahçesi sanýlabilir.” diye tarif ettiði Yahyâ Efendi Dergâhý’na gitmek bana ayrý bir haz veriyordu. Yahyâ Efendi Ýstanbul’da içim daraldýkça ziyaret ettiðim, ‘elini öptüðüm’ büyüklerden oldu zamanla.

Yine böyle sýkýntýlý olduðum bir gün dergâha gittiðimde kapýlarýn kilitli olduðunu görünce boynum bükük geri dönmek zorunda kaldým ve taþlarla örülmüþ yokuþtan mahzun mahzun indim. Eve dönünce Yahyâ Efendi’ye þu þiiri yazdým.

ANAHTAR
yollar içimizden uzar gibi...
taþlar içimizde yatar...
kendimize bastýðýmýz bu durmadan
akan zaman
tutunduðumuz bir gül gibi
ellerimize batar...
kilitler kapýlardan çok çok önce
yollara vurulmuþ
hýrsýzlar sürgü satar...
yanýldýysam her gece
kalbim bir saattir kurulmuþ
hüzünleri kovar çaresiz
akrebe katar...
kilit belki bende ama
neyleyim açamadým bir ömür
ellerim göklere sürülür
anahtar... anahtar...

Üniversite yýllarý da geçip gitti, geçip giden nice yýllar gibi… Ýþ güç sahibi oldum. Anahtarlýðýmdaki anahtarlar arttý. Kimi mutluluk oldu kimi sorumluluk kimi de aðýrlýk… Bakalým, ömrümüz varsa kim bilir daha kaç anahtar girecek hayatýmýza. Yalnýz, bildiðim bir þey varsa o da annemin kaç yaþýnda olursam olayým bana bir anahtar verirken hep o kaygýlý gözlerle bakacaðý ve hep içinden gizli gizli duâ edeceði: “Ýnþallah kaybetmez!”

 Ali Osman KURUN


radyobeyan