> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Denemeler > Anahtar
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Anahtar  (Okunma Sayısı 998 defa)
21 Mayıs 2010, 05:26:14
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 21 Mayıs 2010, 05:26:14 »



Anahtar

Çocukluğumda anahtar yalnız önemli merasimlerde kullanılan eşyalar cinsindendi benim gözümde. Anahtar ancak bütün ev halkının dedemin, babaannemin, amcamın, halamın ve bizim topluca gittiğimiz bir ziyaret, düğün ve benzeri yerlerden dönüşlerde büyük bir acemilikle kullanılırdı. Anahtarı kullananın kapıyı açması, önemli törenlerde bir devlet büyüğünün kurdeleyi kesmesi gibi heyecanla beklenir ve kapının açılışı merakla seyredilirdi! Öyle herkesin anahtarı olmazdı hem. Zaten normal günlerde anahtara pek fazla gerek de yoktu. Kapımız açık olurdu umumiyetle. Açık değilse ya annem açardı ya babaannem ya da evdeki herhangi birisi... Doğrusu misafirin yedi gün yirmi dört saat eksik olmadığı, bir hana benzeyen o evde tanıdık biri size kapı açmışsa (Çünkü misafirler de kendi evlerindeymiş gibi rahat olduklarından kapı açabilirdi.) bu garipliğin neden kaynaklandığını anlamak istercesine tuhaf tuhaf karşınızdakinin yüzüne bakar, büyük bir hayretle bu garip durumun sırrını çözmek için etrafı dikkatlice yoklardınız!

Anahtar benim el sürmeyi aklımdan bile geçirmediğim büyüklere ait şeylerdendi. Annem bir uzman doktor feraseti ile bendeki eşyaları kaybetme hastalığını daha o yaşlarımda teşhis ettiğinden anahtarla benim aramda en ufak bir gönül bağının oluşmaması için her türlü tedbiri almıştı. Olur, da, çok önemli bir iş, ama yalnız çok önemli bir iş için, bana anahtarı vermesi gerekirse misafir çocuğunun istediği kıymetli bir eşyayı ayıp olmasın diye bin bir sıkıntı ile veren ev sahibinin kaygılı bakışlarıyla, eli titreyerek uzatır ve daha avucuma koymadan “kaybetmememi”, “bir yerde bırakmamamı”, “evin içinde unutmamamı”, “yolda düşürmememi” ve sigortacıların bile sözleşmelere şerh düşmeyi akıl edemeyeceği bilumum şeyi sıkı sıkı tembihler, bütün tedbirleri aldığına kâni olduktan sonra da Allah’a yönelir “İnşallah kaybetmez!” diye endişeyle gizli gizli duâ ederdi.

Arada bir kullanmak tamam ama bir ev anahtarına sahip olmak o yıllarda aklımın ucundan bile geçmezdi. O zamanlar düşlerimi süsleyen, beni asıl etkileyen başka bir anahtar vardı. Dedemin kendi yaptığı ceviz konsolun geniş çekmecesinin -o dipsiz hayal kuyusunun- anahtarı… O çekmecede odalar dolusu para ve dünyadaki en önemli işlerle çok yakından alâkalı kağıtlar ve eşyalar olduğunu düşünürdüm hep.. ve o anahtarın âdeta, evin direği, en önemli adamı dedemin taşıdığı evin kalbinin anahtarı olduğunu… Ah, böyle bir anahtara sahip olmak ne erişilmez ne güzel hayâldi.

...
İlkokulu bitirir bitirmez dükkân sahiplerinin yağmurdan, soğuktan zarar görmeyecek eşyaları gece rahatça sokakta bıraktığı; manavların meyve, sebze dolu kasaların üstünü bir branda ile örtüp gece huzurla evlerine gittikleri küçük bir kasabadan, bir yatılı okulda okumak için daha büyük ve kapıların sıkı sıkı kilitlendiği bir yere gidince anahtar sahibi oldum ilk defa. Çelik dolabımın asma kilidinin anahtarı… Orta boy, orta kalite, hemen hemen bütün öğrencilerde olan, Çarşamba’nın bilmem hangi hırdavatçısından alınmış ve en önemlisi(!) anahtarını kaybederseniz kıramayacağınız (Çünkü dolap kapağının kilit takılan yeri daha önce kırılırdı.) ve (Kimin buluşuydu hatırlamıyorum. Belki de benim!) demir testeresiyle kilidin damak yerini (Kapıyı tutan çelik kısmı kesilmezdi.) keserek açmak zorunda kalacağınız bir asma kilitti işte. Kaç tane mi kullandım ondan?

-Hesabı mı olur!
Yatılı okulda okumak için yanıp tutuşuyor, kendi dolabımı kendi komodinimi kullanmak için sabırsızlanıyordum. Artık benim de dedeminki gibi, ‘çok gizli’ şeylerimi saklayacağım ve herkesin onun benim olduğunu bilerek bana ‘saygı’ duyacağı bir dolabım olacaktı ve o dolabın yalnızca bana ait olduğunu kendisine her baktığımda, onu her elime aldığımda bana hatırlatacak bir anahtarım. Yani büyüyecektim ve büyümek için bir gün daha bekleyemezdim! Bir gece daha yanında kalmam için ısrar eden anneme “Yok, yok, siz beni burada bırakın!” dediğimi sonraları hep hüzünle hatırlamışımdır. Ah, yokluğumda bile masaya benim için tabak kaşık koymaya devam eden, yokluğuma hiç alışamayan, ama okumam için bunu hiç belli etmeyen, her tatil dönüşü -okula gitmek istemediğimden- karnıma gitme sancıları girdiğinde beni gülerek uğurlayan ve peşimden gözleri dolan annem...

Her ne kadar yatılı okulda okumak için çok hevesli olsam da (Nice çocuk ulu orta iki gözü iki çeşme ağlarken ve bir o kadarının da gece herkes uyurken yatağını yorganını sular seller alırken.. Hatta ağlayanlarla dalga geçenler bile bir hafta sonra kısa bir telefon görüşmesinin ardından ortalıkta herkesten beter yaygara koparırken gözlerimden tek damla yaş gelmemiştir!) avucuma o soğuk anahtarı aldığımda kalbim gizli bir hisle bu ‘acı işareti’ sezdi ve sızladı sanırım. Zaten bir süre sonra ne komodin ne dolap ne de anahtar sahibi olmanın bir büyüsü kalmıştı. Yurdun penceresinden uzaklara bakıyor; evimi, kasabamı düşlüyor, okuldan yurda dönerken yatılı okumayıp evlerine dönenlere imreniyordum. Bir ara, yarım dönem tanıdık birkaç üniversiteli ile evde de kaldım. Bu dönemde insanı karşılayan sıcak bir gülümsemeden yoksun kapıların ardındaki odaların soğukluğunu yüreğimde daha şiddetli duydum. Artık beğenmediği bir yerini; saçını, burnunu, kulağını vs. bir suç gibi taşıyan ergenlik çağındaki çocuklar gibi taşıyordum anahtarımı cebimde. Para almak, bir kalem bulmak ve daha kim bilir ne işler için elimi cebime atıp yanlışlıkla(!) ona her değdiğimde, rahatsız edilmiş birisinin homurtusuyla bulunduğum yere ait olmadığımı ihtar ederek azarlıyordu beni anahtarım…

Yine de bütün bu gizli çekişmeler ev ahalisinin arasındaki sır gibi ikimizin arasında kalır, dışarıya asla sızmazdı. Anahtarım herkesin görebileceği bir şekilde elimde ise her zaman büyüklere has bir eda ile tutar ve onu kendi başıma ayakta durabilmemin bir zafer nişanı olarak anlı şanlı nişanlarını göğüslerinde taşıyan eski zaman paşalarınınkileri kıskandıracak yakışıklı bir pozla diğer çocukların gözüne sokardım.

Dört yıl su gibi akıp geçti. Memleket özlemine ailemin de ısrarı eklenince Anadolu lisesini bırakıp, yedeklerden girebileceğim Fen lisesine göz ucu ile bile bakmadan kendi ilçemizdeki Ladik Akpınar Anadolu Öğretmen Lisesi’ne kayıt yaptırdım. Akpınar gerçekten hiçbir yeri aratmayacak müstesna bir okuldu. Kütüphanesi, laboratuarları, kapalı spor salonu, futbol sahası (Onu nasıl unutabilirim!), marangozhanesi, tiyatro ve sinema salonu, resim atölyesi, müzik odası, çam ormanı ve meyve bahçeleri ile âdeta yeşilliklerin içinde küçük, şirin bir kasabaydı. Gerçi yine yatılı okuyacaktım tabi ona yatılı okumak denirse! Canın sıkılınca atla bir arabaya (Yani müdür yardımcısı Erkan Beyse veya diğer müdür yardımcıları günündeyse ve izin koparabilirsen.) on dakikada evindesin! Evine gittiğinde de anahtar çektirmenin hâlâ lüzumsuz masraflar cinsinden telakki edildiğini görerek hayli mesut... Zaten herkesin bir dolabı dolayısıyla da bir anahtarı olduğu, kendi memleketimin sınırları içerisindeki o yerde anahtar da artık asık çehreli bir adam değildi. Hatta o yıllarda anahtarın hayallerimizde güzel bir peri çehresiyle eşdeğer bir ışıltıya sahip olduğunu söylesem? Niye mi? O yüzlerce odalı bir konağa benzeyen okulda her anahtar ayrı bir güç simgesi ayrı bir statü sembolüydü. Önemli bir anahtarı eline geçiren çocuk, masallarda yaşayan bir peri kızını koluna takmış gibi kurula kurula yürür, gıpta ile karışık bir hürmetle seyredilirdi. “Hamamın anahtarı Sinan’daymış!” vayyy… O halde sabah hamama ilk önce girip güzel bir kurna (Kurnaların iyiliği, çatlağının olmaması ve musluğundan akan suyun bolluğu ile değerlendirilirdi.) kapmak isteyenler o akşam Sinan’ın gönlünü hoş etmeli, aralarında bir kırgınlık varsa en kısa zamanda “Hemşo”, “Gardaş” gibi aradaki kırgınlığın gelip geçici olduğunu ima eden sözlerle diplomatik girişimlerde bulunmalıydı. Sinan’la arası iyi olanlar ise o akşam Sinan’ın yanında her zamankinden daha uzun kalmalı, her zamankinden daha neşeli ve koyu bir muhabbete dalmalı ve bu önemli insanla arasının ne kadar iyi olduğunu, isterse yarın en iyi kurnada yıkanabileceğini ‘ince’ bir çalımla herkese göstermeliydi. Hele alt sınıflardan birisi –Nasıl olup da!- önemli bir anahtarı eline geçirdiyse yaşıtları arasında bir efsane adam, bir kahraman gibi görülür; aynı zamanda bu önemli hadise, hepsinin üst sınıflara karşı kazandıkları ortak bir zafer olarak destanlaşır, dilden dile dolaşırdı.
...
...
...
Ne anahtarlar geçti elime…
“Spor salonunun anahtarı Ali Osman’daymış!” vayyy!
“Kütüphanenin anahtarı Ali Osman’daymış!” vayyy!
“Yatakhanenin anahtarı Ali Osman’daymış!” vayyy!
...
...
...
Ve anahtarlarıyla ve o anahtarlarda ışıldayan fakat yalnız on yedi yaşındakilerin görebildiği daima neşeli ama biraz da hüzünlü peri yüzlerle beraber o günler de geride kaldı.

Üniversite yıllarımda anahtar çok gerekli bir âletti benim için. Bir ev bulup taşınamadığım ve eşte dostta kaldığım günlerde ya evde birisi olmaz da dışarıda kalırsam diye kaygılandığım zamanlar bir anahtar sahibi olamamanın üzüntüsünü duyardım hep. Evime taşınıp anahtarımı aldığım zamanlar ise kendimi kuşlar gibi özgür hissettiğimi hiç unutmam. (Zile bastığımda kapıyı açanın yüzünde olmasa da sizin psikolojikmen gördüğünüz ‘yine mi!’ ifadesi ile haşlanmadan istediğim kadar girip çıkabilecektim ya.. ve evde birisi var mıdır acaba diye düşünmeksizin…) Küçük yerleşim merkezlerinde yaşayıp da komşudan akrabaya çalacak onlarca kapısı olanlar bu kaygıyı yaşamaz pek. Büyük şehirlerde ise gönül huzuru ile gidebileceğiniz akraba, dost genelde az olur. Onlar da gidilmesi meşakkatli ve hayli uzun zaman alan yerlerde otururlar çoğunlukla. Tabii ki oturacak kahvehaneler, ‘cafe’ler, lokantalar vardır ama eğer buralara sık uğrayan birisi değilseniz hemen sıkılır, orada kendinizi rahat hissetmezseniz. Bu yerler hiçbir zaman size dışarıda kalmışlığınızı unutturmaz.

Lise yıl...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Anahtar
« Posted on: 28 Mart 2024, 23:33:41 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Anahtar rüya tabiri,Anahtar mekke canlı, Anahtar kabe canlı yayın, Anahtar Üç boyutlu kuran oku Anahtar kuran ı kerim, Anahtar peygamber kıssaları,Anahtar ilitam ders soruları, Anahtar önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes