O (s.a.v) By: rabia Date: 20 Mayýs 2010, 16:15:55
O (s.a.v)
Ýçimde bir gök gibi çoðalttým onu.
O’nu yazacak güçten acziyetim beni böyle mýrýn kýrýn etmek zorunda býrakýyor.
Ýstiyorum ki, O’nun bendeki karþýlýðýný, yüreðimden geldiði gibi yazayým. Bu yazýda, bunu deneyeceðim. On altý yýldan bu yana O’nu yazamamýþým. Yazmaya cesaret edememiþim. Þimdi bu cür’eti göstereceðim. Cahilliðimin baðýþlanmasýný dilerim.
Dedim ya, O’nun bendeki karþýlýðýný yazacaðým. O’nunla ilk kez ilkokul sýralarýnda tanýþtým. Hüseyin Ýnce -birinci sýnýf öðretmenimdi, yaþýyorsa ellerinden öpüyorum, ölmüþse rahmet diliyorum- bana Diyanet yayýnlarýnca basýlmýþ kalýnca bir kitap verdi. Adý Hatemül Enbiya idi. Kur’ân kursu öðrencilerinin ders kitabý olduðunu ilkokulu bitirip Þazibey Kur’ân kursunda okumaya baþladýktan sonra fark ettim.
Köyde Kürt aþiretlerinin katarlarýnca býrakýlmýþ gazete parçacýklarýný okuyordum. Kuzucuklarý otlatmaya gittiðim günlerde dereden tepeden gazete sayfalarýný toplar okurdum. Öðretmenim bu okuma iþtiyakýmý fark etmiþ, bana yukarýda sözünü ettiðim kitabý almýþ. O kitabý birinci sýnýf boyunca birkaç kez okuduðumu anýmsýyorum.
O’nunla ilk tanýþmam o kitapla oldu. Kulaktan dolma ufak tefek bilgiler vardý; ama ilkokul bir öðrencisi için o kitap bütün yanlýþ bilgileri siliyor, yerlerine oradan doðrularýný yazýyordu.
Köydeki kargir evimizin tahta döþemeleri gýcýrdadýkça O’nun da bizimle yaþadýðýný hayal ederdim. Evimizin içinde baþka bir ev varmýþ, O orada yaþýyormuþ, bizi her an görüyormuþ gibi gelirdi. Kuzularý otlatmaya götürdüðümde yanýmda O’nun da olduðuna inanýrdým. Ýlkokul yýllarýmda en saðlam yaným O’nunla yaþýyor oluþumdu. Namaz kýlardým bolca. O’nun çok namaz kýldýðýný öðrendiðimden olsa gerek, çocuk aklýmla, evde oyundan kotardýðým zamanlarýmý seccadede geçirirdim. Böyle yapýnca O’na daha yakýn olduðumu hissederdim.
Öðretmenim, kitabý üç kere okuduðumu öðrenince beni daha çok sevmiþti. Her okul çýkýþý o kitabý bitiriþim hatýrýna bana bir þeker verirdi. Ben de o þekeri beþikteki kardeþime götürürdüm. O þekerler sanki öðretmenimden deðil de O’ndan geliyordu.
Ýlkokul boyunca O’nun hayaliyle yaþadým. Çocukluk düþlerimin baþ kahramanýydý O. Rüyalarýmda görürdüm. O rüyalarýmdan hatýrýmda belli bir sima yok. O, yanýma o kadar yaklaþtýðý halde tasvirine dair herhangi bir unsur bulamýyorum þimdi zihnimde.
Ortaokul-lise yýllarýmda yine beni takip etti; ama artýk nahif yanýmýn kabalaþtýðýný, sertleþtiðini, köreldiðini hissediyordum. Bu hal arttýkça O’nu uzakta görüyordum.
Lise üç ve dört yýllarýmda Asým Köksal’ýn, Salih Suruç’un eserlerini okurken O’nu bir kere daha yaný baþýmda duyuyordum.
Mescide girdiðinde ibadet edenlerin yanýna deðil de müzakere edenlerin yanýna gidiþi beni çok etkiler. Ýlmi öncelemesine vurulurum.
Þair deðildir. Þair sahabelere ilgisini söylemeye gerek var mý? Cüppesini çýkarýp þair sahabeye hediye etmesi þairler için ne muhteþem bir tablodur. Ka’b bin Züheyr o sahabe deðil mi?
Taif’ten kovuluþ… Bir salkým üzüm… Ninovalý Addas… Taþlanma… Ayaklarýn kanlar içinde kalýþý… Buna raðmen beddua etmeyiþ… Bir kiþi bile inanan çýkacaksa helak olmalarýný istemeyiþ… Bu tablo ne öyküye sýðar ne de bir romana.
O’nun bendeki yansýmalarýný anlatabilir miyim? Güç iþ. Benim görebildiklerimi, hissedebildiklerimi anlatabilirim.
***
“Sen geldin benim deli köþemde durdun
Bulutlar geldi üstümde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin
Merhametin saçlarýný ýslatan sessiz bir yaðmurdu
Bulutlar geldi altýnda durduk”
(Köþe, Sezai Karakoç)
Baþýmda buluttu. Ýçimde merhamet. Ben ona layýk olamadým. Ýçimdeki O’nu koruyamadým. Büyüdükçe O’na yaklaþmam gerekirken, uzaklaþtým. Kalbim soðurdu. Aklým soðurdu. Sayrý bir halde yaþamaya baþladým. O’ndan uzak yaþamak ne kadar da zor. Ama ne hazin ki O’ndan uzak yaþamayý tercih etmek de benim elimdeydi. Bulunduðum mekanlar hep O’nun adýnýn anýldýðý yerlerdi. Ýþ arkadaþlarým hep O’nun sevdalýsý mübarek kiþilerdi. Ben onlarýn içinde böyle bîgâne kaldým. Yaþadýðým, iç çölümde susuzluða mahkum olmaktý.
Þair olsaydým þöyle derdim:
“Ah elimi tutsaydýnýz býrakýr mýydým Efendim
Ah elinizi tutsaydým
Ve deðseydi bakýþlarýnýz gözlerime
Ýstanbul’u fetheden ben olmaz mýydým Efendim”
(Mustafa Oðuz, Dergi, sayý 14)
Taþlarýn týk týklarýnda, havanýn demdemelerinde, bulutlarýn pötürtülerinde, aðaçlarýn hýþýrtýlarýnda O’ndan bir ses, bir ýþýk, bir iz var.
O’nun bendeki yansýmasý demiþtim. O, bende bir dost bir can olarak yaþadý. Kalbimin küllendiði demlerde bile beni terk etmedi.
Benim ben olmaktan çýktýðým zamanlarda varlýðýný hissettirdi. Ben ne kadar duymazdan gelsem de o seslenmeyi sürdürdü.
O’nun öldüðüne inanmýyorum. Yunus “Ölen hayvan imiþ, canlar ölesi deðil” diyor. O’nun caný yaþýyor. Yaný baþýmýzda yaþýyor.
O’nun içimdeki müziðini dinliyorum. O’nun getirdiði mektupta bildirilen habere muhatabým. Muhataplýðýmýn liyakatini bilemesem de sözün/kelamýn /sesin/özün karþýsýnda sorumlu tutulmuþum.
Hira’dan Mekke vadilerini gözlemlediði günlerin hürmetine, örümcek aðýnýn ardýnda üçüncü dostun Rab oluþunun hürmetine, Uhud daðýnýn eteklerindeki o büyük kayalarýn arasýnda diþinin kýrýldýðýný fark ettiði, dudaðýnýn yarasýndan kan aktýðý günlerin hüznü hürmetine, “Kardeþlerime selam olsun” deyip ahir zaman diriliþçilerini iþaretlediði ikindi hürmetine O’na varlýk ve yokluk adedince salat ü selam olsun.
Recep Þükrü Güngör
radyobeyan