Ýslam Kavramlarý M-Z
Pages: 1
Vatan By: armi Date: 05 Nisan 2010, 13:42:02

VATAN



Bir kimsenin yerleþip yurt edindiði yer. Sýðýr ve koyun aðýlý. Çoðulu "evtân"dýr. Vatan sözcüðü "vatane" fiilinden bir isim olup, fiil anlamý; yerleþmek, ikamet etmek demektir. Ayný fiilin if´âl ve tef´îl babý ise; yurt edinmek, kendisini alýþtýrmak anlamýna gelir. Ayný kökten yer ismi olan "mevtýn" sözcüðü ise; yer, yurt, toplantý yeri, savaþ sahnesi anlamlarýna gelir. Çoðulu "mevâtýn" dýr.

Kur´ân-ý Kerîm´de yurt, vatan anlamýnda "ed-dâr" lafzý kullanýlýr. "Dünya hayatý eðlence ve oyundan baþka bir þey deðildir: Âhiret yurdu ise, Allah´tan korkanlar için daha hayýrlýdýr. Aklýnýzý kullanmaz mýsýnýz?" (el En´âm, 6/32). "Biz onlara ahiret yurdunu hatýrlama özelliði verdik" (Sa´d 38/4). Vatan kelimesi Kur´ân´da geçmez, bu kökten "mevtýn"in çoðunu "mevâtýn" yer ve mevki anlamýnda bir âyette þöyle kullanýlýr: "Þüphesiz ki Allah size bir çok yerde ve Huneyn savaþý yapýldýðý günde yardým etmiþti" (et-Tevbe, 9/25).

Hadislerde ise "vatan" ve "mevtýn" sözcükleri; yer, mevki, yurt, belde ve ülke anlamlarýnda kullanýlmýþtýr. Hadiste "O, benim vataným ve yurdumdur" (Ebû Dâvud, Ýmâre, 36) buyurulur. Burada "vatan" ve "dâr" eþ anlamlýdýr. Abdullah b. Ömer´in naklettiði; "Rasûlüllah (s.a.s) yedi yerde namaz kýlýnmasýný yasaklamýþtýr. Bunlar; çöplük, hayvan kesilen yerler, mezarlýk, yol kenarý, hamam, deve aðýlý ve Beytullah´ýn üstünde namaz kýlmak" (Tirmizî, Mevâkît, 141). Burada "mevâtýn" (yer, yerler) anlamýnda çoðul kullanýlmýþtýr.

Günümüzde vatan sözcüðü belli bir topluluðun hakim güç olarak yaþadýðý, sýnýrlarý belirli toprak parçasýný ifade etmektedir. Böyle bir beldeye "ülke" veya "yurt" denildiði gibi, tebeasýna da "vatandaþ" veya "yurttaþ" denir.

Ýslâmî açýdan yurt veya vatan "dâr" sözcüðü ile ifade edilir. Bu da Ýslâm toplumunun yaþadýðý ve hâkim olduðu yerler için "dârul-islâm" düþman elinde bulunan ülkeler için de "dârul-harp" olarak ifade edilir. Ýslâm fýkhýnda dâr; "bir Müslüman veya gayrimüslim idarecinin hâkimiyeti altýnda bulunan ülke" olarak tarif edilir (Ýbn Âbidîn, Reddü´l-Muhtâr, Bulak, 1272, III, 247).

Dünya ülkelerinin dârulislâm ve dârulharp olarak ikiye ayrýlmasý Kur´ân ve sünnette yapýlmýþ bir tasnif deðildir. Bazý muasýr Müslüman müellifler bu taksimi olaylar ve siyasî þartlar karþýsýnda fakihlerin yapmýþ olduðunu belirtmiþlerdir (Ahmet Özel, Ýslâm Hukukunda Ülke Kavramý, Ýstanbul,1988, 79). Muteber hadis kaynaklarýnda yer almayan ve daha çok Hanefîlere delil olarak kullanýlan bazý hadislerde bu tabirlerin kullanýldýðý görülür. Þu hadisler örnek olarak verilebilir: "Dârulharp´te hâdler uygulanmaz" (ez-Serahsî, el-Mebsût, IX,100; Zeylaî, et-Tebyîn, I, Baský, Bulak,1313, IV, 97; Ýbnü´l-Hümam, Fethu´l-Kadîr, Mýsýr, 1319, IV,178). " Dârulharp´te Müslümanla harbî arasýnda faiz yoktur" (es-Serahsî, a.g.e., X, 28, XIV, 56; Zeylaî, a.g.e., IV, 97; Ýbnü´l-Hümâm, a.g.e., VI, 178). " Dârulislâm kendinde bulunaný saldýrýdan korur darulharp de içinde bulunaný mübah kýlar" (el-Mâverdî, el-Ahkâmu´s-Sultâniyye, 2. baský, Kahire, 1966, 60). Buharî (ö. 256/869),

"Sahîh" inde baþlýk olarak daru´l islâm ve dârul-harp ifadelerini kullanmýþ ise de, bu baþlýk altýnda verilen hadislerde bu terimler yer almamýþtýr. Buhârî, hadislerin mefhumunu dikkate alarak bu baþlýklarý koymuþ olmalýdýr (bk. Buhârî, Sahîh, Cihad IV, 31, 33; Aynî, Umdetu´l-Kârî, Kahire 1348, XIV, 303).

Asr-ý Saadette dârulislâm ve darulharp kavramýnýn ortaya çýkýþý þu þekilde olmuþtur. Mekke döneminde mü´minlerin sayýsý az olup, güç bakýmýndan baðýmsýz yaþayabilecek durumda deðillerdi. Çünkü Mekke yöresinde yönetim ve ekonomik güç müþriklerin el-indeydi. Zaten Ýslâm´ýn devlet sisteminde gelmiþti.

Ýslâm´ýn ilk zamanlarýnda davet ve ta´lim iþleri Mekke´de Erkam b. Ebi´l Erkam´ýn (ö. 13/634) evinde gizlice yürütülmüþtü. Ýçlerinde Hz. Ömer´in (ö. 23/643) de bulunduðu bir çok kimse orada Müslüman olmuþtu. Bu yüzden o eve "darûl-Ýslam" denilmiþtir (Hâkim, el-Müstedrek, 1. Baský, Riyad 1968, Fezâil, III, 502; Zeylaî, Nasbü´r-Râye, III, 477). Buradaki "dâr" sözcüðünün "ev, bina" anlamýnda kullanýldýðý açýktýr.

Diðer yandan Mekke müþriklerinin baskýlarý artýnca Hz. Peygamber, tebeasýna zulüm yapmadýðý bilinen bir kralýn yönettiði Habeþistan´a hicret edilmesini emir buyurdu. Bu ülke için Allah elçisinin " Ârdu sýdk (doðruluk ülkesi)" deyimini kullanýldýðý nakledilir. Bunun hukuk terimi olarak bir anlamý yoktur, sadece iþ baþýnda doðruluk üzere olan bir yönetimin varlýðýný ifade eder (bk. Ýbn Hiþâm, es-Sîre, Mýsýr 1355, I, 339, 340). Mekke döneminde dârülislâm´dan söz etmek imkâný yoktur. Ancak Mekke fethedilinceye kadar bu yörenin dârulharp sayýldýðýnda þüphe yoktur. Nitekim Mâlikî fakihlerinden Ýbn Kasým (ö. 191/807), dârulharp´te Müslüman olan bir kölenin, Ýslâm´a girmemiþ olan efendisiyle mülkiyet iliþkisini incelerken Mekke için þöyle der: "... Bilal, efendisinden önce Ýslâm´a girdi. Ebû Bekir de onu alýp azat etti. Ülke de o zaman dârulharp idi, çünkü o sýrada Mekke´de cahiliyye devri otoritesi ve hükümleri hâkimdi" (Malik, el- Müdevvene, Mýsýr 1323, II, 22).

Hanefilere göre dârulharp´te Müslümanýn harbîlerle mal ve para karþýlýðýnda bahse girmesi caizdir. Delil; Rum Sûresi´nin ilk âyetleri inince, Hz. Ebu Bekr´in (ö.13/634) müþriklerle girdiði bir bahse Hz. Peygamber´in izin vermesidir. Buna göre, belli bir zaman süreci içinde, ehl-i kitap olan Bizans, Müþrik olan Ýran´a karþý galip gelecekti. Nitekim zaman Hz. Ebû Bekr´i doðrulamýþ ve Bizans galip gelmîþti. es-Serahsî (ö. 490/1097), bu bahisle ilgili olarak þöyle der: "...Çünkü Ebû Bekir, Mekke´de, islâm hükümetlerinin uygulanmadýðý dâruþþirk´te (þirk ülkesi) idi" (es-Serahsî, el-Mebsût, Mýsýr 1331, XIV, 57; Ýbnü´l Hümâm, Fethu´l-Kadîr, VI,178). Ýbn Abbas (r.anhümâ)´ýn hicretten önceki dönem için Medine hakkýnda da dâruþþirk deyimini kullandýðý görülür. O þöyle demiþtir: "Allah elçisi, Ebû Bekir ve Ömer de muhâcirlerdendi, çünkü onlar da müþriklerden hicret ettiler. Ensar´dan muhacir olanlar da vardý. Çünkü Medine dâruþþirk idi, onlar da Akabe gecezi Rasûlüllah´a geldiler" (Nesâî, Sünen, Bey´a, 13; Mýsýr 1348/1930, VII, 145).

Müslümanlar Medine´ye hicret edip siyasî, ekonomik ve askerî bir güç olarak kendi toplumlarýný yönetecek güce kavuþunca Ýslâm Devlet sistemi uygulamasý baþlamýþtý. Ýþte artýk Medine yöresinde yahudilerle ve diðer müþrik topluluklarla Ýslâm toplumu arasýnda bir takým ikili anlaþmalar yapýlýyordu. Bu konuda hazýrlanan ilk islâm Anayasasý´ný örnek verebiliriz (bk. Muhammed Hamidullah, Ýslâm Peygamberi, I,121 vd,; Salih Tuð, Ýslâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, Ýstanbul 1970, 35 vd.; Ahmet Akgündüz, Eski Anayasa Hukukumuz ve Ýslâm Anayasasý, 38 vd).

Böylece Medine´de dârulislâm uygulamasý söz konusu idi. Ancak, Mekkeli mü´minlerin hicret ederek yerleþmeleri nedeniyle önceleri Medine bir "dârulhicre" yani "hicret vataný" durumunda idi. Mekke ise halen "dârul-küfr ve´l-harp" durumundaydý. Çünkü orada hiçbir Müslüman bir yakýný veya müþriklerden birisinin himayesi olmadan namaz bile kýlamýyordu. Ýbn Hazm bu durumu þöyle belirtir: "Rasulüllah (s.a.s)´in Medine´si dýþýnda her yer dârulharp, düþmanla çatýþma ve cihad alanýydý" (el Hazm, el-Muhallâ, VII, 353).

Bu duruma göre hicretten önce dârulislam mevcut deðildi. Hicretle birlikte Medine yöresi dârulÝslam halini aldý. Daha sonra Hz. Peygamber zamanýnda fethedilen yerler dârul Ýslam´a katýlýrken, fetihten sonra Mekke de darulislâm´a katýlmýþ oldu.

Ýþte sýnýrlarla çevrili bir topraðýn mü´minlere vatan oluþu bu ölçüler içinde gerçekleþmiþtir. Mekke´de doðup büyüyen, mal-mülk sahibi olan ilk mü´minler mal, can, ýrz güvenliði, inanç ve ibadet öðürlüðünü tehlikede görünce önce Habeþistan´a daha sonra da Medine´ye hicret ederek öz yurtlarýný terketmiþlerdir. Ancak bu sürekli terketmekten çok, Ýslâm´ý serbest yaþayýp yayabilecekleri yeni bir ortam arayýþýydý. Nitekim Hz. Peygamber´in hicret için Mekke´den ayrýlýrken Kâbe´ye doðru bakarak; "Vallahi biliyorum ki, sen hiç þüphesiz Allah´ýn yarattýðý yerlerin hayýrlýsý ve Allah´a en sevgili olansýn " dediði nakledilir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 305; Dârimî, Sünen, II,156). Yine vatanýndan kendi isteði dýþýnda çýktýðýný þöyle belirtir: "Eðer senin halkýn, beni senden çýkarmamýþ olsaydýlar, çýkamazdým. Beni, beldelerin sana en sevgili olanýnda yerleþtir" (Ahmed b. Hanbel, IV, 305; Beyhakî, Delâlilünnübilvve, II, 243).

Diðer Müslümanlar da Mekkelilerin dayanýlmaz iþkenceleri karþýsýnda hicret için izin isteyince Allah elçisi þöyle buyurmuþtur: "Sizin hicret edeceðiniz yurt bana gösterildi. Orasýnýn iki kara taþlýk arasýnda, hurmalýk, çorak bir yer olduðunu gördüm. Orasý Yesrib (Medine)´dir. Gitmek isteyen oraya gitsin. Orasý yakýn bir beldedir. siz orayý biliyorsunuz Þam´a giderken ticaret kervanýnýzýn yoludur" (Buhârî, Menâkýbu´l-Ensâr, 45, Ta´bîr, 39; ibn Sa´d Tabakât, I, 226; Abdurrazzak, el-Musannef, V, 387; Beyhakî, Sünen, IX, 9).

Hicret emri verilince þu âyet inmiþtir: "Þöyle de: Rabbim! Beni takdir ettiðin yere gönül rahatlýðý ve selâmetle girdir. Oradan gönül rahatlýðý ve selâmetle çýkar. Sen bana nezdinden yardýmcý bir güç ver" (el-Ýsrâ,17/80).

Hz. Peygamber´in yeni yurdu olan Medine´ye hicreti bütün Medîneli mü´minlerce büyük sevinç gösterilerine neden olmuþtur. Mü´minler evlerinin damlarýna çýkmýþ, gençler ve hizmetçiler yollara dökülmüþ; "Ey Allah´ýn Rasulü! Ey Muhammed" diye sesleniyorlardý. Çocuklar ve hizmetçiler yollarda ve damlarda; "Allah´ýn elçisi geldi, Muhammed geldi. Allah´ý ekber (Allah her þeyden büyüktür)" sesleriyle ortalýðý çýnlatýyorlardý (bk. Müslim, Sahih, VIII, 237; Ebu Davud, Sünen, II, 579; "Hicret" maddesi).

Hz. Ýbrahim, Ashab-ý Kehf, Yunus (a.s) gibi tarihte yaþadýklarý vatanda hak dini teblið etme ve yaþama imkâný bulamayanlar da hicret etmiþlerdir. Eðer bir kimse yaþadýðý ülkede mal, can, ýrz, dinî inanç ve dinini koruma ve yaþama hürriyetini kaybetmiþse bunlarý koruyup, dinini yaþabileceði yöreye hicret etmesi gerekir. Nitekim dinini gizleyen bazý mü´minlerin Mekke´de kalmasý ve zorla sokulduklar Bedir Gazvesinde ölmesi üzerine þu âyet inmiþtir: "Nefislerine yazýk eden kimselere, canlarýný alýrken melekler: "Dünyada ne iþ yaptýnýz?" derler. Bunlar; "Biz yeryüzünde güçsüz býrakýlmýþ kimseler idik"diye cevap verirler. Melekler derler: "Allah´ýn yeri geniþ deðil miydi ki, oraya göç etseydiniz". Ýþte onlarýn duraðý cehennemdir. Ne kötü bir gidiþ yeridir orasý" (Nisâ, 4/97).

Hanefîlere göre küfür diyarýndan Ýslâm diyarýna hicret etmek vaciptir. Hanbelîlere göre, bir kimse dârulharp´te dinini açýða vurup yaþýyor olsa bile, Müslümanlarýn sayýsýný çoðaltmak ve cihada katýlmak için bunun darûlislam´a hicreti sünnet olur. Þâfiîlerden el-Mâverdî´ye (ö. 450/1058) göre, ´bir Müslüman küfür diyarýnda dinini açýða vurabiliyorsa, orasý bu kimse için darûlislam hükmünde olur. Onun orada kalmasý, hicret etmesinden daha faziletlidir. Çünkü onun yardýmýyla orada Ýslâm´ýn yayýlmasý umulur (eþ-Þevkânî, Neylü´l-Evtâr, VIII, 28, 29).

Hicret edilecek yerle ilgili duyulabilecek iþ bulamama, aç kalma, çevre edinememe gibi endiþeleri þu âyet kaldýrmaktadýr: "Kim Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde giderek, barýnacak bir çok yerler bulur, geniþlik de bulur. Kim evinden Allah ve Rasûlüne muhacir olarak çýkýp da sonra yolda ölürse, onun mükâfatý Allah´a aittir" (es-Nisâ, 4/100).

Allah´ýn elçisi hicreti teþvik etmiþtir. Hadiste þöyle buyurulur: "Âllah yolunda hicret eden kimseyi, yüce Allah´ýn baðýþlamasý hak olur" (Tirmizî, Cennet, 4; Ahmed b. Hanbel,V, 240). Muhâcir, hadislerde þöyle tarif edilmiþtir: "Gerçek muhâcir, Allah´ýn haram kýldýðý þeyleri terk eden, yani haramlarý iþlememek için yurdundan ayrýlan kimsedir" (Buharî, Ýmân, I, Rikak, 26; Ebu Davud, Vitr, 2,1 l, 12, Cihad, 2; Nesaî, Ýmân, 9; Ýbn Mace, Fiten, 2; Ahmed b. Hanbel, II, 163,192,193, 205).

Ýþte belli bir toprak parçasý üzerinde yaþayan dil, din, tarih ve kültür birliði bulunan bir toplumun teþkil ettiði birlik ona bir millet özelliði kazandýrýrken, üzerinde yerleþilen toprak parçasý da vatan adýný alýr. Sýnýrlarý belli vatan topraðý, dýþ saldýrýlardan korunmuþ, içte mal, can, ýrz ve namus güvenliði saðlanmýþ, din ve vicdan özgürlüðü tanýnmýþ olunca mü´minin yaþayabileceði bir belde sayýlýr. Artýk bu ülkenin bir tebeasý olarak iç ve dýþ düþmanlara karþý bu topraklarýn savunulmasý özellikle saldýrýlan ülke mal, can, ýrz güvenliði ve dinine sahip olmayý tehdit ediyorsa vacip olur. Çünkü mü´minin bu manevi deðerlere sahip olmasý ve önceden elde ettiði haklarý koruyabilmesi belli toprak parçasý üzerinde güven içinde yaþamasýna baðlýdýr. Bu güveni tehdit eden güçlere karþý ülkeyi savunmasý bir görev olur.

Nitekim Türkistan, Kafkasya, Kýrým, Azerbaycan, Bulgaristan gibi ülkelerde uzun yýllar baský ve tehdit altýnda dinî inanç ve ibadet özgürlüðü tanýnmayan Ýslâm topluluklarý buðün bu haklarýný elde etme imkanýna savuþabilmiþlerdir. Ancak hicret etmeme yüzünden kültürünü imanýný ve Müslümanlýðýný yitiren ve bu yüzden çok büyük acýlar çeken toplumlar da vardýr.

Müslümanlarýn azýnlýða düþtüðü ve devlet yönetiminde etkili olamadýðý yörelerde, Müslümanlar cemaatleþerek Ýslâm´a uygun eðitim, öðretim ve Ýslâm´ýn güzelliklerini yaþamak, çevrenin de bu adet fazilet ve ahlâk deðerlerinden yararlanmasýný saðlamak amacýyle gerekli giriþim, çalýþma ve kurumlaþma yoluna gitmelidir. Bunun yolu bilimsel çalýþmalardan geçer. Türkiye gibi büyük çoðunluðu Müslüman olup, beþerî kanunlarla yönetilen ülkelerde ise Ýslâm´ýn bu yüce deðerleri toplumun yararlanmasýna sunulmalýdýr. Çünkü zekât, vakýf yardýmlaþma, karz-ý hasen gibi yaygýn halk kitlelerine mutluluk getirecek ve servet daðýlýmýnda adaletli bir denge oluþturabilecek güçteki Ýslâmî deðerlerin dýþlanmasý veya bunlarýn terkedilmiþ durumda býrakýlmasý topluma pahalýya mal olmaktadýr. Yapýlan istatistik çalýþmalarý ile meselâ; zenginlik ölçüleri tutan kimselere ait bütün nakit para, döviz, altýn ve alýp-satmak üzere elde bulunan tüm ticaret mallarý, þirket ve fabrikalarýn döner sermaye, hammadde ve üretilmiþ madde ile kesin alacaklarý kýrkta bir zekâta tabidir. Tarým ürünleri onda bir, sulama ile tarým yapýlan yerde yirmide bir, madenlerde beþte bir ve hayvanlarda cinse göre belli oranlarda zekât yükümlülüðü gerçekten yoksul kesimîn mesken problemi, yüksek öðretim gençliðinin tümüne yeterli bursu, ve yoksul ailelere geçinecek kadar yardýmý ya da gelir getirecek bir iþ kurmayý makul sürede saðlayabilecek güçtedir.

Osmanlý Ýmparatorluðu uygulamasýnda önce sultan ailelerinden baþlanarak varlýklý kesim özellikle Ýstanbul, Bursa, Ýzmir, Kayseri, Konya gibi þehirlerde ve ülkenin diðer yerleþim birimlerinde pek çok vakýf eserler meydana getirmiþlerdir. Bununla toplumun eðitim, öðretim faaliyetlerini, saðlýk iþlerini, din görevlilerinin geçimini, zekât yerine yoksullara daha düzenli yardýmý bu vakýflar üstlenmiþtir. Günümüzde vakýflar da tarihteki bu güzel fonksiyonu üstlenecek durumdan çýkarýlmýþtýr. Halbuki vakýflarýn vakýfnâmelerindeki esaslara göre idaresi ve gelirlerinin burada belirlenen yerlere verilmesi gerekirken mütevellilerin yerini alan vakýflar idaresi vakýfnâmeleri dikkate almaz olmuþtur. Bu yüzden de vakýflarýn fonksiyonu eski önemini kaybetmiþtir. Bu da toplumun zarar gördüðü önemli bir alandýr. Diðer yandan gerçek vakýf hükümlerinin uygulanmamasý, takipsizlik ve sorumsuzluk yüzünden vakýflarýn gelirleri de azalmýþtýr. Halbuki yetim malý, vakýf malý ve beytülmale ait mal gerektiðinde usulüne göre satýlacaksa veya kiraya verilecekse "rayiç bedel" ile verilebilir. Rayiç bedelden fahiþ gabin ölçüsünde düþük bedel satým veya kira akdini batýl kýlar ve bu idarelerin ya bedeli tamamlatma ya da akdi feshetme hakký doðar. Fahiþ gabin ölçüsü Hanefilere göre gayri menkullerde rayiç bedelden % 20 düþük olan bedeldir. Bu oran hayvanlarda % 10 diðer menkul eþyada % 5 ve daha fazla rayiç bedelin altýna inilmesidir. Mecelle´nin kanunlaþtýrdýðý ölçüler de bunlardýr (bk. Ýbn Nüceym el-Mýsrî, el-Bahru´r-Râik, Mýsýr, 1334, 1330/1912, I, 247; Mecelle, mad.165; Hamdi Döndüren, Ýslam Hukukuna Göre Alým-Satýmda Kâr Hadleri, Balýkesir, 1984, 145-147).

Sonuç olarak vatan ve üzerinde yaþayan tebea unsuru bir bütün olarak düþünülmelidir. Bunlar birbirinin ayrýlmaz parçasýdýr. Biri diðerine feda edilemez. Pek çok Ýslâm fakihinin tarif ettiði þekliyle dârulislam; "Müslümanlarýn idare ve hamiyetleri altýndaki yerdir" (es-Serahsî, el-Mebsût, X,81, Þerhu´s-Siyer, IV,1253). Ýmam Þâfiî dârulislâm´ý daha geniþ olarak tarif etmiþtir. O´na göre: a) Müslümanlarýn meskûn bulunduðu yerler, b) Müslümanlarýn fethedip gayri müslim halký cizye karþýlýðý yerlerinde býraktýklarý topraklar, c) Önceden Ýslâm´ýn uygulandýðý, ancak daha sonra gayri Müslimlerin eline geçen topraklar (Nevevî, Ravdatilt-Tâlibîn, y.y, 1386/1966, V, 433; Ömer Nasuhî bilmen, Istilâhât-ý Fýkhýyye Kâmusu, III, 371). Bu nitelikleri taþýmayan yerler de dârulharptir.

Ancak dârulharp sayýlan yerlerde de yukarýda belirttiðimiz gibi Ýslâm toplumu varlýðýný korumalý, kültürüne, ve manevî deðerlerine sahip çýkmalý, üzerinde yaþanan topraklara saldýrý olduðunda da, kendisine düþen görevi yapmalýdýr. Çünkü sýnýrlarla çevrili topraðý koruma ve bakýma orada yaþayan Ýslâm toplumunun mal, can ve ýrzýný koruma, din ve vicdan özgürlüðünün devamým saðlama ile eþ deðerdedir.

Vatanýn Seferiliðe Etkisi:

Ýslâm yolcu olanlara ibadetlerde bir takým kolaylýklar getirmiþtir. Dört rekatlý farz namâzlarýn iki rek´at olarak kýlýnmasý, mestlere mesih süresinin üç güne çýkarmasý, ramazan oruç günü oruç tutulmayarak daha sonra kaza edilebilmesi gibi. Ýþte kiþinin içinde doðup büyüdüðü veya halen yaþamakta olduðu yerle yolculuk sýrasýnda kaldýðý yerler de birer vatan parçasýdýr. Buna göre vatan üçe ayrýlmýþtýr.

a) Aslî Vatan: Bir insanýn doðup büyüdüðü veya evlenip içinde yaþamak istediði ya da içinde barýnmayý kasd edip, baþka yeri vatan edinmek istemediði yere "aslî vatan" denir.

b) Ýkamet Vataný: Bir kimsenin doðduðu, evlendiði ve yerleþmeye karar verdiði yerden ayrýlýp yalnýz içinde onbeþ günden fazla kalmak istediði yere "ikâmet vataný" denir. Bu yer aslî vatana sefer mesafesi uzakta olmalýdýr.

c) "Süknâ Vâtaný: Bir yolcunun kendisinde onbeþ günden az oturmak istediði yerde "süknâ vataný? adým alýr. Bu sonuncuya itibar edilmez. Bununla ne aslî ve ne de ikamet vataný deðiþmiþ olmaz.

Seferilik konusunda bu vatanlar kendi misli ile veya üstü ile bozulur, aþaðýsý ile bozulmaz. Meselâ, Bulgaristan´dan Türkiye´ye göç edip yerleþen kimsenin artýk aslî vataný Türkiye´de oturduðu yer olur. Yine mesela; Kars´ýn bir köyündeki mülkünü satarak Ýstanbul´a yerleþen bir ailenin aslî vataný Ýstanbul olur (Ayrýca bk. "Daru´l-Ýslâm" ve "Darul-Harb" mad.).

 


radyobeyan