Ýslam Kültürü A-Ý
Pages: 1
Davet-Misafirperverlik By: neslinur Date: 31 Mart 2010, 16:28:21
Davet-Misafirperverlik

DAVET  MÝSAFÝRPERVERLÝKEvliyânýn büyüklerinden Ali Müttekî el-Hindî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini birgün vezirlerden birisi, "Fakirhânemize teþrîf etseniz." diyerek ziyâfete dâvet etti. Maksadý onun teþrîfi ile bereketlenmek idi. Bu tür yemeklerden hoþlanmayan, yediði lokmalarýn helâl olmasýna çok dikkat eden Ali Müttekî; "Beni mâzur görünüz. Buradan da size duâ ederim. Ýnþâallah, Allahü teâlâ size bereket ihsân eder." dedi. Fakat o þahýs çok ýsrar edince; "Peki geleyim. Fakat üç þartým var.

1) Nereye istersem oraya oturacaðým. Bana daha yukarýya otur! Boþ yere otur diye teklîf etmeyeceksin. Vezir; "Öyle olsun. Zâtý âliniz nereyi isterse oraya otursunlar." dedi. 2) Bunu yiyiniz, yahut þunu yiyiniz diye sözlerde bulunmayýnýz. Ben ne hoþuma giderse onu yiyeyim. 3) Ne zaman istersem kalkýp gideyim. Bu sýrada "Biraz daha otursanýz." denilmesin." buyurunca, Vezir bu þartlarý kabûl etti. Ali Müttekî; "Yarýn gelirim inþâallah." diye söz verdi. Ertesi gün olunca, Ali Müttekî dâimâ yanýnda taþýdýðý torbasýna bir parça ekmek koyup, vezirin evine gitti. Yemek yenilecek odanýn hemen kapýsýnýn yanýna oturdu. Hâlbuki vezir, yemek sofrasýný çok mükemmel hazýrlatmýþtý. Ali Müttekî´ye bir yer göstererek; "Buraya oturunuz!" dedi. Bunun üzerine Ali Müttekî; "Ben istediðim yere otururum demedim mi?" buyurdu. Vezir bir þey diyemedi. Sonra Ali Müttekî; "Çabuk olunuz vakit dardýr." deyince, yemek hemen getirildi. Ali Müttekî torbasýndan çýkardýðý kuru ekmeði yemeye baþladý. Vezir, hazýrlanan yemeklerden yemesini isteyince; "Unutmayýnýz ki, istediðimden yememe müsâade edecektiniz." buyurdu. Bir süre sonra vedâ ederek oradan ayrýldý. Son þartý gereðince vezir bir þey diyemedi.

Anadolu velîlerinden Gavsî Ahmed Dede (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerin Galata Mevlevîhânesi þeyhliði sýrasýnda Halvetiyye yolu büyüklerinden Muhammed Nasûhî Üsküdârî hazretleri ile görüþüp sohbette bulundu. Muhammed Nasûhî hazretleri, Üsküdar´da yaptýrdýðý dergâhýn açýlýþý sýrasýnda Gavsî Ahmed Dedeyi de dâvet etti.

Gavsî Ahmed Dede, dâveti kabûl etti. Fakat Üsküdar´a gidecekleri gün sâhile vardýklarý zaman hava rüzgarlý ve denizin dalgalý olduðunu gördüler. Bu sebeple kayýklar yolcu taþýyamýyorlardý. Bâzý kayýklarý dalgalar deniz dýþýna atmýþ, bâzýlarý da dalgalar arasýnda bir o tarafa bir bu tarafa yatýyordu. Gavsî Ahmed Dedenin yanýnda bulunan bâzý kimseler bu fýrtýnalý havada yola çýkýlamayacaðýný söylediler. Halbuki Gavsî Dede, verdiðimiz sözde durmalýyýz ve Üsküdar´a gitmeliyiz diyordu. Gavsî De­denin büyük bir velî olduðunu bilen bâzý arkadaþlarý ise, ona teslim olup gitmek istiyorlardý. O sýrada deniz üzerinde bir gemi peyda oldu. Gavsî Dede ve onun büyüklüðünü bilen talebeleri hemen gemiye bindiler. Gavsî Dedenin büyük bir velî olduðunu bilmeyenler ise tereddüd ettiler. Fakat diðerleri binince onlar da bindiler. Deniz bir müddet durgunlaþtý. Allahü teâlâya tevekkül edip gemiye binen Gavsî Dede, yanýndakilerle birlikte sað ve sâlim Üsküdar´a ulaþtý.

Allahü teâlâ Gavsî Dedeye verdiði sözde durmak istemesi, kendisine tam tevekkül ile baðlý olmasý sebebiyle kerâmet olarak bu hâli ihsân etti. Gavsî Dedenin büyüklüðünü bilmeyen diðer derviþleri de onun büyüklüðünü anladýlar. Gavsî Dede, Nasûhî Muhammed Efendinin dâvetine icâbet edip, dergâhýnýn açýlýþýnda bulundu. Onunla uzun sohbet edip biribirlerinden istifâde ettiler

Evliyânýn büyüklerinden Hâtim-i Esam (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri hakkýnda þöyle naklederler: "Birisi bir gün evliyânýn büyüklerinden Hâtim-i Esam´ý evine dâvet etmiþti. Fakat kabûl etmedi. Isrâr edin- ce ona: "Gelirim ama üç þartým var. Nereye istersem oraya otururum. Ýstediðimi yerim. Ne dersem onu yapacaksýnýz." dedi. Adam kabûl etti. Hâtim-i Esam dâvet edenin evine gitti ve ayakkabýlarýn konulduðu yere oturdu. Senin yerin orasý deðil dediklerinde, "Ben önceden þart koþtum." dedi. Sofra gelince, yanýnda getirdiði ekmeði çýkarýp yedi. Efendim bura- dan yiyin dediklerinde; "Ben ne istersem onu yerim diye þart koþmuþ- tum." dedi. Sofra kalktýktan sonra hizmetçiye; "Demir tavayý ateþte kýzdýr getir." dedi. Hizmetçi söyleneni yaptý. Hâtim-i Esam demir tavanýn içine ayaðýný koydu ve; "Somun yedim." dedi. Sonra oradakilere; "Yarýn kýyâ- met günü yaptýðýnýz her iþten ve yediðiniz her þeyden Allahü teâlânýn sizden hesap soracaðýna inanýyor musunuz?" diye sorunca, oradakiler "Evet." dediler. "Diyelim ki, burasý Arasat meydaný, her biriniz sýrayla ge- lip þu tavaya ayaðýnýzý koyarak, burada yediklerinizin hesâbýný veriniz." dedi. Bunun üzerine oradakiler; "Buna gücümüz yetmez." dediler. "Yarýn kýyâmet günü Allahü teâlâya nasýl cevap vereceksiniz. Arasat meydaný- nýn kýzgýn zemini üzerinde nasýl duracaksýnýz? Halbuki Allahü teâlâ me- âlen; "Her nîmetin þükründen muhakkak sorulacaksýnýz." (Tekâsür sûresi: 8) buyurmaktadýr." dedi. Bunun üzerine orada bulunanlarýn hepsi aðlamaya baþladýlar."

Tâbiînden, Ýslâm âleminde Eshâb-ý kirâmdan sonra yetiþen evliyânýn ve âlimlerin en büyüklerinden Ýmâm-ý A´zam Ebû Hanîfe (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini çekemiyen biri, o´nu ve talebelerini nehir kena- rýnda bulunan bahçesinde bir ziyâfete dâvet etti. Ýmâm-ý A´zam bu dâveti kabûl edip talebelerine ben ne yaparsam siz de onu yapýn, diye tenbih etti. Oraya vardýklarýnda dâvet eden adam buyurun yemeðe deyince, Ýmâm-ý A´zam ellerini yýkamak için nehire gitti, talebeleri de onu takib et- tiler ve hocalarýnýn bir müddet orada kalmasýnýn sebebini merak etmeye baþladýlar. Sonra döndüklerinde, bir kedinin tabaklardaki yemeklerden yiyip zehirlendiðini görerek, yemeðin zehirli olduðunu ve hocalarýnýn ke- râmetini anladýlar ve böylece bir sünnete, yâni yemekten önce el yýka-maya uymanýn bereketine kavuþtular. Bunu gören dâvet sâhibi, yaptý- ðýna piþman oldu. Özür dileyip, onu sevenler arasýna katýldý.

Hindistan´ýn büyük velîlerinden. Seyyid Mîr Muhammed Numân (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün derviþlerden bir grupla, kendisini sevenlerden birinin evine dâvet edildi. Mîr, ev sâhibini huzûruna çaðýrýp; "Ýkrâmda ifrâta, aþýrýlýða gitmemesini söyledi ve sakýn yemeklerde þüpheli bir þey bulunmasýn." buyurdu. O da elden geldiði kadar ihtiyâtlý hareket etti. Ama hazret-i Mîr´in yanýnda kalabalýk bir cemâat bulunduðun­dan, pekçok keçi ve koyun kestiler. Âniden, kesilen bu hayvanlarýn birinin eti üzerinde sayýsýz kurtlar peydâ oldu. Öyle ki, bir anda etten kemiðe geçtiler. Hazret-i Mîr´e getirdiler; "Bunun için çok dikkat edin demiþtik. Keçi, helâlden deðildir. Allahü teâlâ kurtlarla bunu bize gösteriyor. Siz yine de araþtýrýn." buyurdu. Araþtýrdýlar. Anlaþýldý ki, bu keçi, hayvan zekâtý toplama memuru arkadaþýnýn zulmen alýp, kendisine gönderdiði ve ev sâhibinin bundan hiç haberi olmadýðý bir hayvandý.

Anadolu´yu aydýnlatan meþhûr velilerden Seyyid Muhammed Çelebi Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir defâsýnda Uluborlu´ya dâvet edilin- ce, halký irþâd, doðru yolu göstermek için bu dâveti kabûl edip gider. Uzun sohbetler ve vâzlarla halka öðüt verir ve vâzý son derece istifâdeli olur. Dönecekleri sýrada birisi evine yemeðe dâvet eder. Dâveti kabul edip o gece orada kalýr. Ertesi gün vedâlaþýp ayrýlýr. Bîlköy denilen yere varýnca atýný durdurup bir talebesini yanýna çaðýrýr; "Git þu evinde kaldýðýmýz kimsenin kapýsýný çal! Bir kap iste! Kabýn aðzýný aç o zaman Allahü teâlânýn kudretini göresin. Ev sâhibine de, þeyh harcadýklarýna piþman olmasýn. Dünyâda hakkýný alsýn âhirete kalmasýn dedi, diyesin." der. Talebesi emir üzere, kendilerini dâvet eden kimsenin evine varýp bir kap ister. Kabý eline alýnca dâvet eden kimse dâvet için ne kadar akçe, para harcadýysa, o kadar akçe kabýn içine gaybden dökülür. Ev sâhibi çok þaþýrýr. Meðer þeyh hazretleri evinden ayrýlýnca, ona ziyâfet vermek için harcadýðý parayý hesaplayýp ziyâfet verdiðine piþman olmuþ.

Irak´ta ve Mýsýr´da yaþamýþ olan velîlerden ve Þâfiî mezhebi fýkýh âlimlerinden Muhammed Emin Erbilî (rahmetullahi teâlâ aleyh) fakir-zengin herkesin dâvetini kabul eder giderdi. Onu sevenlerden fakir bir kimse, çocuðunu sünnet ettirecekti. Fakat sünnete dâvet edeceði kimselere ikrâm edeceði bir þey yoktu. Muhammed Emin Erbilî hazretlerine gelip, çocuðunun sünnet merâsimine dâvet etti. Muhammed Emin Erbilî ona; "Misâfirlere ikrâm edecek neyin var?" diye sordu. O kimse bir koyunu ile bir mikdâr buðday unu olduðunu söyledi. Muhammed Emin hazretleri; "Allahü teâlâ bu ikrâmýný bereketli eder inþâallah. Baþka bir þey hazýrlamak için kendini zorlama. Misâfirlerin oturabilecekleri geniþ bir çadýr hazýrla. Ben gelinceye kadar hazýrladýðýn þeylerden kimseye bir þey ikrâm etme." buyurdu. O kimse gidip Muhammed Emin Erbilî´nin buyurduðu gibi geniþ bir çadýr ve ikrâm edilecek þeyleri hazýrladý. Dâvetliler gelip oturdular. Bu sýrada Muhammed Emin Erbilî hazretlerinin oraya geldiðini iþiten talebeleri ve sevenleri de geldiler. Dört yüz kiþiden fazla bir kalabalýk meydana geldi. Muhammed Emin Erbilî, hazýrlanan yiyeceklere bereketle duâ buyurdu. Onun duâsý bereketiyle hazýrlanan az bir mikdar yemekle oradakilerin hepsi doyuncaya kadar yediler. Fakat yemekler hiç yenilmemiþ gibi ortada duruyordu. Çünkü Allahü teâlâ pey­gamberlerine mûcize ihsân ettiði gibi, velî kullarýna da kerâmetler ihsân etmiþti.

Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin otuz birincisi olan Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin hocasý Mevlânâ Hâlid (rahmetullahi teâlâ aleyh) kendisine yazdýðý Fârisî mektuplarýndan birinde þöyle buyurdular: "Kýymetli Seyyid Tâhâ! Allahü teâlânýn emânýnda olunuz! Âfet olan þöhretten dâimâ çok sakýnýnýz! Kiþi için, talebelerin çokluðu büyük belâ olabilir. Allahü teâlâ sizi o âfetten korusun! Âmîn. Kalbin acem beldelerine meylini, öldürücü, rûhu kurutucu zehir biliniz! Nerede kaldý ki, onlarýn yanýna gidilsin. Onlara yakýn olmaktan, tatlý, idâreli dil kullanmaktan çok uzak olmalýdýr. Ýnþâallah bir araya gelmezsiniz. Eðer þah bile bizzat dâvet ederse, gitmemelidir. Nerede kaldý ki, baþkalarýnýn dâvetine gidilsin. Böyle dâvete verilecek cevap þudur: "Biz derviþ kimseleriz. Bizim iþimiz, dünyâdan kesilmek ve Ýslâm pâdiþâhýna duâ etmek, insanlarýn dînine hizmettir. Devlet reislerinin meclisinin edeblerini bilmeyiz." Sana emrettiðim üzere ol, muhâlefet etme! Molla Mustafa Eþnevî´ye de fakîrin selâmýný söyle ve bu yazdýklarým ayný zamanda onun içindir. Fitne olan yerden çok uzak olup, dîne hizmet edecek yerde bulunmak ve yerleþmek zarûrîdir. Bizden bir þey gizli tutulmasýn ki, helâke sebeb olur. Kullarýn en zayýfý Hâlid-i Nakþibendî Müceddîdi."

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) misâfirperverdi. Canýnýn istediði bir þeyi misafirsiz yemezdi. Sebebini sorduklarýnda; "Kýyâmet günü misafir ile yenenden sual olunmayacaðýný duydum da ondan." diye cevap verirdi. Onun çok ikrâmda bulunduðunu gören birisi; "Malýnýz azalýyor, misâfire ikrâm iþini biraz azaltsanýz?" dediðinde; "Mal azalýyorsa, ömür de bitiyor." buyurdu.

Hindistan´ýn büyük velîlerinden Ahmed Kihtû (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlatýr: Bu fakîr, Mekke´ye gidip hac yaptýktan sonra, Medîne´yi ziyârete gittim. Hâncihân Câmii imâmý ve Þeyh Tâceddîn Serkeþî ve bir kiþi daha berâberimde idi. Resûlullah´ýn mescidine gelince, arkadaþlar; "Bir þeyler yiyelim." dediler. Ben; "Biz, Resûl-i ekremin misâfiriyiz." dedim. Onlar gidip yemek yediler, geldiler. Yatsý namazýnda bir yerdeydik. Namazdan sonra onlar yattýlar. Bu fakîr, tesbîh çekiyordum. Âniden bir þahýs gelip, yüksek sesle; "Hazret-i Mustafa´nýn misafiri kimdir?" diye seslendi. Bir baþkasý olacaðýný düþündüm. Ýki-üç defâ tekrar edince, beni çaðýrdýðýný anladým. Kalkýp, o þahsýn yanýna gittim. Elinde bir tabak var- dý. "Peygamber efendimiz gönderdi." dedi. Bana bir mikdâr hurma verdi. O hurmalarýn tadý ve lezzeti, anlatýlmaya gelmez.

Büyük velîlerinden Ahmed bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) çok misâfirperverdi. Misâfirlerine devamlý hizmetten zevk alýrdý. Bir misâfiri bunun sebebini sordu. O da; "Misâfirlik üç gündür. Bundan fazla kalýrsan bana ikrâmda bulunmuþ olursun." buyurdu.

Nakþibendî büyüklerinden Alvarlý Muhammed Lütfi (rahmetullahi teâlâ aleyh) misâfirperverdi. Herkesi severdi. Zâviyesinde her gün en az yirmi misâfir bulunurdu. Misâfirleri uzaktan geldiyse, gece evinde aðýrlar, sabah kahvaltýlarýný verir, dertlerini dinler ve uðurlardý. Altmýþ sekiz sene misâfirsiz bir sofraya el uzatmadý.

Evliyânýn büyüklerinden ve kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin on beþincisi olan Þâh-ý Nakþibend Behâeddîn Buhârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin en baþta gelen talebelerin- den Alâeddîn-i Attâr þöyle anlatmýþtýr: "Hâce Behâeddîn Nakþibend haz- retleri; Tanýdýðý veya tanýmadýðý bir kimse evlerine ziyârete gelse, güler- yüzle karþýlar, nezâketle yol gösterir, evde ne bulunursa ikrâm ederlerdi. Misâfirlerine bizzat kendisi hizmet ederdi. Eðer ev soðuk olursa, kendi giyeceðini ve yataðýný misâfire verirdi. Misâfirin hayvaný varsa, hayvanýn yemini ve suyunu verirdi.

Büyük velîlerden Ebû Hafs Haddâd en-Niþâbûrî, Ebû Bekr-i Þib- lî´nin evinde kýrk gün misâfir kaldý. Çeþit çeþit yemeklerini yedi. Ayrýlýp giderken yanýna vardýðýnda; "Ey Þiblî! Eðer yolun Niþâbur´a uðrarsa, yanýma gel! Misâfirperverlik nasýl oluyormuþ, sana öðretirim." dedi. Þiblî de; "Ben ne yaptým ki?" deyince; "Baþka ne yapacaksýn, külfete girerek çeþitli yemekler hazýrladýn, civanmertlikte bu yoktur. Misâfir gelince öyle davranmalý ki, hizmet ederken üzerine bir aðýrlýk çökmemeli, gittiði için de ferahlamamalýsýn! Külfete girdiðinde, geliþi aðýr gelir, gittiðinde de rahatlarsýn. Böyle ev sâhipliði olmaz." buyurdu. Bir müddet sonra, Ýmâm-ý Þiblî kýrk arkadaþýyla berâber Niþâbur´a geldi. Ebû Hafs-ý Haddâd´a uðradý. Ebû Hafs-ý Haddâd o gece kýrk bir mum yakmýþtý. Þiblî bunlarý görünce; "Bu ne hâl böyle?" dedi. Ebû Hafs-ý Haddâd; "Ne oldu?" buyurdu. Þiblî; "Külfete girmeyin, demiþtiniz. Bu mumlar ne böyle?" dedi. Ebû Hafs-ý Haddâd; "Öyleyse onlarý söndür." buyurdu. Þiblî, kalkýp hepsini söndürmeye çalýþtý, fakat, birini söndürebildi. Bunun üzerine Ebû Hafs-ý Haddâd; "Sizi Allahü teâlâ gönderdi. Ben de Allah rýzâsý için kýrk mum yaktým. Birini de kendim için yaktým. Benim için olaný söndürdün. Allah rýzâsý için olaný söndüremedin. Sen ise Baðdât´ta her yaptýðýn þeyi benim için yapmýþtýn. Seninki külfet oldu, benimki ise külfet olmadý." bu­yurdu.

Tebe-i tâbiînden meþhur fýkýh âlimi ve velîlerden Evzâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) misâfire ikrâmýn ne olduðunu soranlara, "Güler yüz ve tatlý dildir." diye cevap verdi.

Çin, Hindistan, Ýran ve Anadolu´da Ýslâmiyetin yayýlmasýnda büyük hizmeti geçen âlim ve mücâhid velî olan Ebû Ýshâk Kâzerûnî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) hazretlerine yahûdînin biri gelip misâfir oldu. Yahûdî, mescidde bir sütunun arkasýna oturup kendini gizliyordu. Ebû Ýshak haz- retleri her gün ona yemek gönderiyordu. Bir müddet sonra yahûdî gitmek için müsâade istedi. Ona; "Ey yahûdî! Niçin buradan git­mek istiyorsun, yoksa yerinden memnun deðil misin?" dedi. Yahûdî mahcûb oldu ve; "Mâdem benim yahûdî olduðumu biliyordun. Niçin bana bu kadar çok ik- râmda bulundun?" dedi. Bu suâle; "Gayr-i müslim de olsa misâfire ik- râm edilir." cevâbýný verdi. Bunu iþiten yahûdî Kelime-i þehâdet getirerek müslüman oldu.

Tebe-i tâbiînin ve evliyânýn büyüklerinden, Mýsýr´da yetiþen meþhûr hadîs ve fýkýh âlimlerinden Leys bin Sa´d (rahmetullahi teâlâ aleyh) çok misâfirperverdi. Gittiði ve bulunduðu her yerde mutlaka misâfir aðýrlamaya çalýþýrdý. Abdullah bin Sâlih diyor ki: "Ben, Leys bin Sa´d ile beraber tam yirmi sene kaldým. Sabah ve akþam yemeðini hiç yalnýz yediðini görmedim. Yemeklerini muhakkak misâfirlerle, et yemeðini ancak hasta olduðu zaman yerdi.

Tâbiînin ve âlimlerin büyüklerinden veli Ebû Eyyûb Meymûn bin Mihrân (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: ?Gelen misâfirine yemek verip de imkâný varken tatlý ikrâm etmiyen kimse, yatsý namazýný kýldýðý halde vitri kýlmýyan kimse gibidir.?

Tâbiînden ve haným velîlerin büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rah-metullahi teâlâ aleyhâ) hazretlerine bir gün ikindi vakti bir misâfir geldi. Tencerede bir parça et vardý. Eti piþirip misâfire ikrâm edeyim diye dü- þündü. Fakat, yemeði hazýrlamak için de misâfirin yanýndan ayrýlamadý. Nihâyet akþam vakti oldu. Namazlarýný kýldýlar. Kendisi de, misâfiri de o- ruçlu idiler. Nihâyet evde bulunan bir kuru ekmek ve bir mikdar suyu mi- sâfire ikrâm için hazýrladý. Sonra, etin bulunduðu tencerenin Allahü teâ- lânýn izni ile kaynadýðýný ve yemeðin çok güzel piþtiðini gördü. Misâfire ikrâm ile iftarý birlikte yaptýlar. Misâfir; "Hayâtýmda bu kadar lezzetli bir yemek yemedim." deyince, Râbia-i Adviyye; "Her hâlinde Allahü teâlâyý hatýrlýyan ve sâdece O´nun rýzâsýný istiyenlere iþte böyle yemek piþirir- ler." buyurdu.

Velî, aklî ve naklî ilimlerde âlim Sarý Abdullah Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Baban ile annen için hazýrladýðýn nîmetten bile mesûl olursun. Ama misâfirler için tedârik ettiðin nîmetten mesûl olmazsýn. Hele o misâfirler Allahü teâlânýn dostlarýndan ise, kazancýn daha da çok olur."

Evliyânýn büyüklerinden Þakîk-i Belhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: ?Misâfiri çok severim. Çünkü, rýzkýný Allahü teâlâ veriyor. Ben hiçbir þey yapmýyorum. Bununla berâber, Allahü teâlâ bana sevâb veriyor

Ýslâm âlimlerinden ve evliyânýn büyüklerinden Tâcüddîn Zâhid-i Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin yolu Erdebîl´e düþtü. O- rada Abdülmelik Mescidi diye bilinen bir mescidde misâfir oldu. Mescidin vazifeli müezzini o gece rüyâsýnda, mescidin bânîsi (inþâ ettireni) olan Abdülmelik hazretlerini gördü. Abdülmelik, müezzine; "Bu gece mesci- dimize bir misâfir geldi. Git bak. Onu aðýrla." dedi. Müezzin de, misâfire ikrâm edecek bir þeyi bulunmadýðýný söyledi. Bunun üzerine Abdülmelik; "Evin falanca yerindeki yað ile, falan kimsenin hediye ettiði pirinci ve filan yerdeki eti piþir. Mescidde bulunan misâfirimize ikrâm et!" dedi. Bundan sonra uyanan müezzin, rüyâya îtimâd etmeyip tekrar yattý. Ayný rüyâyý tekrar gördü. Uyandý. Tekrar yattý. Ayný rüyâyý üçüncü defâ görüp biraz da îkâz edilince, kalktý ve mescide geldi. Ýbrâhim Zâhid mescidde oturup, Allahü teâlâyý zikretmekle meþgûldü. Müezzin ona, rüyâdan hiç bahset- meden; "Efendim! Hoþ safâ geldiniz. Bir þeyim yok ki size ikrâm ede- yim." dedi. O da; "Þimdi geri git, Abdülmelik´in târif ettiði þekilde yemek yap getir! Ona îtirâz etme! Sonra zarar görürsün." dedi. Onun bu apaçýk kerâmeti karþýsýnda hayrete düþen müezzin, karþýsýndaki þahsýn, sýra- dan bir kimse olmayýp velîlerden olduðunu anladý ve ellerine sarýldý. Hemen gidip yemeði hazýrladý. Ýbrâhim Zâhid hazretlerine ikrâm etti ve talebeleri arasýna katýldý.


radyobeyan