Ýslam Kültürü A-Ý
Pages: 1
Din Gayreti By: neslinur Date: 31 Mart 2010, 15:26:05
Din Gayreti

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin din gayreti çoktu. Allahü teâlâdan baþkasýna ibâdet edilmesine hiç tahammülü yoktu. Kendisi þöyle anlatýr: "Bir ateþperest ile çalýþýyorduk. Namaz vakti gelince ondan, namaz kýlarken, bana zarar vermeyeceðine dâir söz aldým. Bunun üzerine namaz vaktinde rahatça bir namaz kýldým. Sonra ateþperest þahsýn ibâdet zamâný geldi. Þimdi sýra bende, ben ibâdet ederken, sen de zarar vermeyeceðine dâir söz ver deyince, rahatça ibadet edebileceðini bildirdim.

Fakat ateþperest ateþe tapmak üzere secdeye varýnca, sözümde duramadým ve üzerine atýldým. O anda; "Söz verdiðin zaman ahdini yerine getir!" diye bir ses duydum ve hemen geri çekildim. Ateþperest ibâdetini bitirince; "Evvelâ hücûm ettin. Sonra niye vazgeçtin?" diye sordu. "Ben Allah´tan baþkasýna secde ettiðin zaman, dayanamadým, üzerine atýldým. Seni öldürmek istiyordum. Fakat tam o anda; "Söz verdiðin zaman, ahdini yerine getir!" diyen bir ses, beni bu iþten alýkoydu." dedim. Bunun üzerine ateþperest; "Rab, senin rabbindir! Kendi düþmaný için, dostunu bile azarlýyor! Ýþte huzûrunda müslüman oluyorum." diyerek Kelime-i þehâdet getirdi.

Evliyânýn meþhûrlarýdan Ali bin Meymûn Maðribî (rahmetullahi teâ- lâ aleyh) zamânýnýn, dîni dünyâlýk kazanmaya âlet eden kötü din adam- larýna çok kýzar, onlarýn zararlarýndan sakýnýlmasýný söylerdi. Dâimâ hak- ký söyler, insanlarýn kýnamasýndan hiç çekinmezdi.

Osmanlýlar zamânýnda Anadolu´da yetiþen evliyânýn büyüklerinden, tefsîr, hadîs ve Hanefî mezhebi fýkýh âlimi Behâeddînzâde (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânýnda bâzý uygunsuz hâllerin zuhûr ettiði rivâyet edilir ki: Bu hâllere devlet ileri gelenlerinden de bulaþanlar oluyordu. Behâed- dînzâde hazretleri sohbet meclislerinde meydana çýkan bu uygunsuz hâllerin, Resûlullah efendimizin bildirdiði hükümlere uygun olmadýðýný ve bunlarýn derhâl yok edilmesini, bâzý densiz kimselerin dînimize uymayan iþler yapmalarýna müsâade edilmeyip, bunlara mâni olunmasý gerektiðini söyledi. Onun bu sözleri, o uygunsuz kimselerin kulaðýna gidince, onlar bu zâta sinirlendiler. Hattâ öyle oldu ki, Behâeddînzâde´nin talebeleri, o uygunsuz kimselerin, hocalarýna bir zarar vermelerinden endiþelenmeye baþladýlar. Bu endiþelerini kendisine arzettiklerinde, dil anahtarý ile söz kilidini açarak, þu mühim ve açýk cevâbý verdi:

"Dostlarým! Sizin korku ve endiþeniz bende yoktur. Allahü teâlânýn izni ve korumasý ile onlarýn zararýndan korkmam. Eðer beni öldürecek olurlarsa þehîd olurum. Hapsederlerse, benim için uzlet ve halvet olur. Yâni orada yalnýz baþýma ibâdet ve tâat ile meþgûl olurum. Eðer beni bu beldeden uzaklaþtýrýrlarsa, hicret etmiþ olurum. Bunlarýn hepsi, Hakk´ý taleb edenler için saâdettir. Hepsinin karþýlýðýnda nihâyetsiz sevaplar ve sayýsýz faydalar vardýr." Onun bu sözlerini dinleyenler, dînimizin emirlerine ne kadar baðlý olduðunu, din gayretinin çokluðunu ve Allahü teâlâ- nýn rýzâsýný baþka her þeyden üstün tuttuðunu böylece daha iyi anladýlar.

Evliyânýn büyüklerinden ve Ýslâm âlimlerinin en meþhûrlarýndan Ýmâm-ý Gazâlî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine "Baðdât´ta, pekçok ilim talebesi varken, orada ilim neþretmekten, öðretmekten niçin vaz geçtiðinizi kimse bilemiyor ve bu kadar uzun zamandan sonra Niþâbûr´a dönmenizin sebebini kimse anlayamýyor!" dediklerinde bu hâdiseyi þöyle anlatmýþtýr:

"Ben þer´î ve aklî ilimlere bu kadar alýþkanlýk peydâ edip, her ikisinde de inceleme ve araþtýrma yaptým. O esnâda bulunduðum yolda, bende; Allahü teâlâya, nübüvvete ve âhiret gününe yakînî bir îmân hâsýl oldu. Îmânýn bu üç aslý ile kalbim çok kuvvetlendi. Ayrýca takvâ sâhibi olmak nefsin isteklerini býrakmak ve bütün dünyevî arzularý terk etmeden âhiret saâdetine kavuþmanýn imkânsýz olduðunu anladým. Hepsinin baþý dünyâ alâka ve baðlarýný kalbten tamâmen kesmek ve bu dâr-ý gurûrdan, aldanma yeri olan dünyâdan uzaklaþýp, ona muhabbet köklerini, gönül bahçesinden söküp atarak, âhirete dönmek ve azîmet etmek ve cenâb-ý Hakk´a tam gayret ile dönüp tövbe eylemektir. Bu da, emelleri kýsmak, makamý, malý ve parayý terk etmek, meþgûliyeti, tutulma ve insanlarla beraber bulunmayý býrakmanýn yanýnda, kalbin içinde sekîne ve karar hâsýl olmadan tamam olmaz.

Sonra ben hâllerimi düþündüm. Çeþitli bað ve tutulmalar içine battýðýmý gördüm. Her tarafýmý kuþatmýþlar. Amellerimi gözümün önüne getirince; hepsinin üstün ve güzelinin ilim öðretmek olduðunu anladým. Öðretmek istediðim ilimlerin, bilgilerin çoðu, önemsiz olup, âhiret için faydasýzdýrlar.

Sonra ilimdeki niyetimi düþündüm. Hâlis, Allah rýzâsý için olmayýp, belki makam sevdâsý ve þöhretle berâber karýþýk buldum. Böylece ya- kînen helâk sâhilinde olduðumu anladým. Eðer hâllerimi düzeltmekle uð- raþmazsam helâk olur, kendime kötülük ve zarar ederim. Bir müddet böyle düþündüm durdum. Fakat henüz karar veremedim. Bâzan Baðdât´tan ayrýlmaya, içinde bulunduðum hâlleri býrakmaya karar verir, bir gün azîmet yolunu seçer, ayaðýmý ileri atar, bâzan biraz daha durayým deyip, adýmýmý geri alýrdým. Bir sabah olmazdý ki, âhireti istemede sýdk ve raðbet üzere bulunayým da, ona nefsin istekleri ve dünyâ arzusu askerleri saldýrýp, akþam olunca beni uzaklaþtýrmasýnlar. Düþüncemi deðiþtirmesinler.

Bir hadde geldi ki, dünyâ arzularý beni, zincirden baðlar ile, kendilerine çeker ve bu mânânýn hâsýl olmasý için zorlarlardý. Îmân sözcüsü de seslenip: "Hadi, çabuk ol! Ömründen çok az kaldý. Önünde ise, uzun bir yolculuk var. Kazandýðýn, elde ettiðin ilmin hepsi, riyâ ve aldatmadýr. E- ðer sen, þimdi âhiret için hazýrlanmaz, o sonsuz âlem için azýk bulundurmazsan, ne zaman yapacaksýn? Þimdi alâkalarý kesmez, engelleri kaldýrmazsan ne zaman keseceksin ve kaldýracaksýn?" derdi.

O zaman kalbimde bir raðbet peydâ olup, dünyâ ve ehlinden kaçmak, onlardan uzaklaþmak için kesin karar verirdim. Sonra þeytan, aldatma ve hîle yoluna baþvurup: "Bu düþündüðün hâl, çabuk geçici bir þeydir. Sakýn bu yola gitme. Zîrâ sen bu görüþü kabûl ve karar verip, bu büyük makâmý terk edersen ve eziyetli olmayan izzet ve þâný býrakýp gidersen, hasýmlarla münâzaradan hâsýl olan zevk ve safâdan geçersen, nefsin yine sana gâlib olur. Bu sefer ondan kurtulmaya uðraþýrsýn. Hâlbuki o zaman bir daha dönemezsin, bî çâre ve dermansýz kalýrsýn." derdi.

Ýþte nefsin ve þeytanýn bâtýlý hak gösteren bu aldatma ve hîleleri sebebi ile, ben de, dünyâ arzularý ve âhiret isteði arasýnda tereddüt ve hayret vâdisinde altý ay kadar þaþkýn, inler ve aðlar hâlde kaldým. Bu zaman H.486 yýlýnýn Receb ayýnda son buldu. Nihâyet ayný ayýn sonunda iþim ihtiyâr ve irâdeden geçip, ânîden Allahü teâlâ, dilime susmak kilidi vurup, mühürledi. Dilim söylemez, kalbim ise çok muzdarib oldu. Kendimi çok zorladým, gayrete getirmeðe çalýþtým. Huzûrumda bulunan üç yüz ilim talebesinin gönlünü almak, hatýrlarýný þen etmek, bu vesîle ile bir gün ders vermek için kendimi zorladým. Dilimde söyleyecek kuvvet, bir kelime telaffuz edecek güç bulamadým. Bu dil tutulmasý, kalbime öyle bir üzüntü ve elem verdi ki, arzu ve isteðim kalmadý. Hazmým kesildi. Ne bir lokma çiðneyip yutabilir, ne de bir damla su içebilirdim. Böyle devâm edip, kuvvetten düþtüm. Zayýfladým. Hattâ doktorlar hayâtýmdan ümid kestiler. Bana ilâç vermekten imtinâ edip, bu böyle bir durumdur ki, kalbe indi. Ondan uzuvlara sirâyet edip, mizâcýný bozdu. Ýlâç kabûl etmez, iyileþmez. Ancak kalbini mühim iþlerden rahata kavuþturur, her þeyden temizlerse, belki iyileþir dediler.

Bundan sonra, ben aczimi anladým ve gördüm. Yalvararak ve sýzlýyarak Allahü teâlâya sýðýndým. Çâresi olmayan hasta gibi yanarak ve inliyerek duâ ettim. Nihâyet Neml sûresi altmýþ ikinci âyetinde meâlen; "Muztar olan (sýkýntýya düþen) kimse duâ ettiði zaman onun duâsýný kabûl edip fenâlýðý kaldýran..." buyrulduðu gibi, Allahü teâlâ duâmý kabûl edip, kalbimi uyandýrdý. Ýçimdeki mal ve makam arzusunu kaldýrdý. Hepsinden yüz çevirip, çocuklarýmdan, dostlarýmdan, vatanýmdan ve eshâ- býmdan ayrýlmayý bana kolay eyledi. Derhal içimden Þam tarafýna gitmek arzusu geldi. Ama görünüþte hacca gideceðim dedim. Halîfenin ve eshâ- býmýn, maksadýmýn Þam´da kalmak ve bu sebeble onlardan ayrýlmak isteðimi bilmelerini istemedim. Sonra bir daha dönmemek niyeti ile Bað- dât´tan çýktým. Fakat düþüncemi gizliyor, aksini bildiriyordum. Bunun için çeþit çeþit ifâde ve izâh yollarýna baþvuruyordum. Onlar ise benimle alay ediyor, beni cevr-ü cefâ oklarýna hedef tutuyorlardý. Sanki içlerinde, be- nim o tür safâ ve zevkten yüz çevirmem ve dünyâlýklardan kesilmek istememin bir din iþi ve yakîn sebebi olduðunu uygun görecek bir kimse yoktu. Onlara göre, benim bulunduðum müderrislik rütbesi, yüksek bir din mevkii olup, ilimlerinin bütünü buraya kavuþabilmek içindi.

Sonra genel vaziyetten maksadýn ne olduðunu tâyin konusunda ihtilâf edip, Baðdât´tan uzak olanlar vâli ve hükümdârlardan bir þey olduðunu sanarak utandý ve orada duramadý dediler. Ama Baðdât´a ve oradaki devlet adamlarýna yakýn olanlar, devlet adamlarýnýn bu baðlýlýklarýný, gitmemem için bana yalvarmalarýný, beni zorlamalarýný, iltifât ve alçak gönüllülüklerini ve benim onlardan yüz çevirmemi, sözlerine iltifât etme­yip, söyledikleri sözlere, okþayýcý ifâdeleri kabûl etmediðimi bilirlerdi. Onlar, bu semâvî bir iþtir ki, âlimlere ve müslümanlara bir nazar deðmesi sonucudur derlerdi.

Nihâyet Baðdât´tan ayrýldým. Yanýmda olan malý daðýtmaya baþladým. Kendime yetecek ve çocuklarýma kâfi gelecek kadar yanýmda bulundurdum. Onda da þöyle bir ruhsat yolu buldum ki, Irak malý, müslü- manlarýn iþlerini görmek için vakýf olunmuþtur. Bunun için dünyâda âile nafakasý için, bundan almaktan daha sâlih ve temiz bir mal bulamadým. Þam bölgesine gidip, Þam þehrinde iki sene kadar kaldým. Orada bir meþgalem yoktu. Ancak uzlet, halvet, mücâhede, riyâzet, nefsin tezkiyesi, ahlâkýn mükemmelleþmesi ile meþgûl oldum. Bütün bunlarý tasavvuf ehlinin ilminden öðrendiðim þekilde yaptýðým gibi, Allah kelime-i celâlini zikr ile, kalbin tasfiyesi ve hâllere kavuþmakla uðraþtým.

Böylece o büyükler yolunun ilim ve amel olmadan tamamlanamayacaðýný yakînen anladým. Onlarýn ilimlerinin hâsýlý, nefsin geçitlerini ve tehlikelerini aþmak ve kötü ahlâktan temizlenip, kötü sýfatlarýnýn kökünü söküp atmaktýr. Bununla kalbi Allah´tan baþkasýna tutulmaktan korumak ve Allahü teâlânýn zikri ile süsleyip O´na kavuþmaktýr. O zaman bana i- lim, amelden kolay geldi. O büyüklerin ilimlerini kitaplarýndan tahsîl ve onlarý mütâlaa ile tamamlamaya koyuldum. Meselâ Ebû Tâlib-i Mekkî´nin Kût-ül-Kulûb kitabýný ve Hâris-i Muhâsibî´nin kitaplarýný; Cüneyd-i Baðdâ- dî´nin, Þiblî´nin, Bâyezîd-i Bistâmî´nin ve baþka meþâyýhýn (kuddise sir- ruhum) sözlerini ve onlardan rivâyet edilen yazý ve haberleri mütâlaa eyledim. Herbirinin ilimlerinin maksadlarýna muttali oldum. Onlarýn yolun- dan öðrenerek ve dinliyerek, tahsîli mümkün olaný tahsîl ettim. Onlarýn seçilmiþlerinin seçilmiþlerine mahsûs olan ilimlere kavuþmanýn, öðren- mek ve okumakla mümkün olmadýðýný anladým.

Bir müddet Þam Mescidinde îtikâf eyledim. Uzun günlerde minâresine çýkýp, kapýsýný üstüme kapadým. Orada durdum. Sonra hac farîzasýný edâ için Beyt-ül-harama gidip, Mekke ve Medîne´nin bereketi ve Resûlullah´ýn (sallallahü aleyhi ve sellem) ziyâreti ile O´ndan imdâd ve yardým istemek arzu ve þevkim harekete geldi. Gittikçe arttý.

Hazret-i Halîlürrahmân´ýn (aleyhisselâm) ziyâretinden sonra, Hicaz´a doðru yola çýktým. Mekke-i mükerremeye gidip hac ibâdetimi yerine getirdikten ve peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmýn kabr-i þerîfini ziyâretle þereflendikten sonra beni, bâzý arzu ve insanlarla, çocuklarýn ve âilemin istemesi vatanýma çekti. Böylece vatanýma döndüm. Tabîatim bu dönüþten son derece uzak ve benim îtikâdým üzere bu görüþ gâyet yanlýþ olduðu hâlde, vatanýma kavuþtuktan sonra, orada da uzlete çekildim. Zikr ile kalbin tasfiyesine olan aþýrý baðlýlýðýmdan, hep uzlet istiyordum. Lâkin günlük olaylar ve çoluk-çocuðun geçim durumu ve hâl darlýðý kalbimin safâsýna mâni olup, maksudun yüzü bulutlandý ve halvetin safâsý bulandý. Sonra safa hâli verecek neticeler ele geçmez oldu. Ancak arasýra bir mikdâr safâ hâsýl olup, yine örtülürdü. Lâkin böyleyken yine kesmeyi tamâ etmeyip, bâzan bir zuhûrat engel, bâzan o mertebelere dönmek vâki olurdu. O yýl bu þekilde geçti. O halvetler esnâsýnda hâsýl olan hâlleri saymak mümkün deðildir. Faydasý olur ümidi ile bir iki þey bildirelim:

Ben ilm-i yakîn ile bildim ki, Allahü teâlâya kavuþanlar ve hidâyet yolunun yolcusu olanlar, bilhassa tasavvuf ehli olan büyüklerdir. En güzel sîret ve ahlâk, onlarýn sîret ve ahlâklarý, en doðru yol, onlarýn yolu, en güzel ve en olgun ahlâk, onlarýn ahlâk ve âdetleridir. Belki bütün akýllý insanlarýn akýllarý, hikmet sâhiplerinin hakîmâne buluþlarý ve Ýslâmiyetin esrârýný bilen fukahâ ve ulemânýn ilimleri toplanýp bir araya gelse, onlarýn sîret ve ahlâkýndan birini tahvîl edemez, deðiþtiremez, ondan hayýrlý ve üstün olana çevirmeyi düþünseler, çâre ve yol bulamazlar. Zîrâ onlarýn zâhir ve bâtýnýnda olan bütün hareket ve hareketsizlikler peygamberlik kandilinden alýnmýþtýr. Yeryüzünde ise, peygamberlik nûrunun ötesinde bir nûr yoktur ki, âleme ýþýk saçsýn ve daha çok parlasýn.

Velhâsýl aklý olan kimse, tasavvuf hakkýnda ne söyliyebilir ki, tasavvuf ehlinin kalbi, Allah´tan baþka her þeyden temizlenmek ve baþlangýcý, her an Allahü teâlânýn zikrine dalmak; nihâyeti ise, büsbütün fenâ fillah olmaktýr. Bunun bile son olmasý, ihtiyârý altýnda bulunan mertebeye nisbetledir. Keþf mertebesi ve onun evveliyâtýndandýr. Gerçekte ise bu fenâ makâmý tasavvufun baþlangýcýdýr. Nitekim Ýmâm-ý Rabbânî kuddise sirruh da: Fenâ fillâh, bu yolda ilk adýmdýr buyuruyor.) Ondan önceki hâller, sâlik için sülûk yolunda dehliz, aralýk gibidir. Yâni vâsýtadýrlar. Tasavvufun ilk hâlleri, keþif ve müþâhedenin zuhûra gelmesidir. Hattâ bu keþif ve müþâhede sâhibleri, uyanýkken, melekleri ve peygamberlerin ruhlarýný müþâhede ederler. Onlarýn sesini duyarlar, fayda ve hakîkat iktibâs ederler. Sonra o hâl, sûret ve misâllerin müþâhedesinden, baþka derecelere yükselir ki, o makam kelimelerle anlatýlamaz. Bahsedilirse, sarîh hatâ görünür ve ondan sakýnmak mümkün olmaz.

Bu bildirilen hâlleri zevk yolu ile tatmak saâdetine kavuþamayýp, þevk sâhibi olmayan, peygamberlik mertebesinin hakîkatýnýn yalnýz ismini anlar.

H.499 senesinde Baðdât´tan tekrar ayrýlan ve uzletle insanlardan uzak kalma müddeti on bir sene süren Ýmâm-ý Gazâlî hazretleri Niþâ- bur´a gitti. Niþâbur´a gitmek üzereyken þöyle buyurdu:

Yakînen biliyorum ki, her ne kadar görünüþte ilme ve onun yayýlmasýna dönmüþsem de, yine hakîkatta dönmüþ deðilim. Zîrâ rücû´ etmek, dönmek, ilk hâllere avdet etmektir. Ben o zaman da bir ilim neþreder, yayardým. Hattâ onunla makam ve devlet sâhibi olmak, dünyâlýk ve baþkanlýk elde etmek isterdim. Bütün insanlarý söz ve hareketlerimle ona çaðýrýrdým. Ama þimdi, bir ilme dâvet ederim ki, onunla mevki, makam ve mal terk olunur. Sevab kazanýlýr. Haþmet ve makâmýn derecelerinin dü­þüklüðü bilinir. Hâlâ niyetim ve kastým budur. Allahü teâlâ benim bu niyetimi bilicidir. Maksadým dâimâ nefsimi ve baþkalarýný ýslâh eylemektir. Lâkin o maksada kavuþacaðýmý bilemem. Hele yakînî îmân ile inanmýþ ve kalbin müþâhedesi ile iyice anlamýþýmdýr ki, her ferdde olan hareket ve kuvvet, Allahü teâlânýn ihsâný iledir. Benim her hareketim ve amelim O´ndandýr. Allahü teâlâdan yalvararak, önce beni ýslâh eylemesini, sonra da benimle baþkalarýnýn ýslâhýný isterim. Evvelâ bana hidâyet verip, sonra benimle baþkalarýna hidâyet versin. Bana hakký, sûret-i hakta gösterip, tâbi olmak, uymak nasîb eylesin. Bâtýlý, sûret-i bâtýlda gösterip sakýnmak müyesser eylesin. Âmin!".

Irak´ta yetiþen evliyâdan Seyyid Hasan Berzencî (rahmetullahi teâ- lâ aleyh) çok cesur ve gayretliydi. Allah yolunda kimsenin kýnamasýndan çekinmez, zâlim kimselerden korkmazdý. Bir zaman Acem Þâhý, ordusuyla Musul´a yönelmiþ, Surdaþ nâhiyesi Merkibe köyüne kadar gelmiþti. Nâdir Þâh burada nüfûz sâhibi vilâyetin önde gelenlerini öðrenmek istedi. Kendisine Seyyid Hasan hazretlerini söylediler. Þah bunun üzerine Seyyid Hasan hazretlerine mektup yazdý ve maksadýný îzâh edip hedefine ulaþmak husûsunda kendisinden yardým istedi.

Þâhýn mektubu özetle þöyleydi:

"Fazîletli Seyyid Hasan hazretlerine: Maksâdým dedeniz Câfer-i Sâdýk´ýn yolunu yaymaktýr. Ecdâdýnýzý seviyorum. Bize katýlmanýz en lüzumlu bir iþ olur. Mektubum size ulaþýr ulaþmaz bize geliniz. Sizi görmekle bereketlenmiþ oluruz. Aksi halde öfke ve gadâbýmý çekmiþ olursunuz. Vesselâm."

Bu mektuba Seyyid Hasan þu cevâbý yazarak din gayretini ve cesâretini göstermiþ oldu.

"Mektûbuma besmele ile baþlarým. Rabbime hamd ederim. Salât ve selâm sevgili Peygamberimizin ve âlinin ve eshâbýnýn üzerine olsun.

Mektûbunuzu aldým. Ecdâdýmý (dedelerimi) sevdiðinizi söylüyorsunuz. Bu sevginizle berâber, Eshâb-ý kirâmdan bâzýsýna düþmanlýk edip etmediðinizi bilmiyorum. Þâyet Eshâb-ý kirâmdan bâzýsýna düþmanlýk ediyorsanýz, ecdâdýma olan sevginiz kýyâmet günü size fayda vermeyecek, belki azâba ve hesâba çekilmenize sebeb olacaktýr. Hedefinizin Ýmâm-ý Câfer-i Sâdýk´ýn rahmetullahi aleyh mezhebini yaymak olduðuna dâir sözünüze gelince; o, Tâbiînin ve müctehidlerin en büyüklerinden olmakla berâber, talebeleri kalmadýðý için, mezhebi tedvîn edilmemiþ, derlenip toplanamamýþtýr. Tedvîn edildiðini bilseydik, onun neslinden gel- diðimiz için, mezhebine tâbi olurduk. Oraya gelmemizi istiyorsunuz. Fakat gelecek durumda deðilim. Ancak size bâzý tavsiyelerde bulunacaðým. Bunlara uyarsanýz kurtulur, rahat edersiniz: 1) Osmanlý sultanlarý ile harb etme. Çünkü ehl-i keþf (kalb gözü açýk olan evliyâ) onlarda baþkalarýnda olmayan husûsiyetlerin bulunduðunu, kýyâmete yakýn zamâna kadar (veya uzun zaman) yaþayacaklarýný bildirdiler. 2) Musul´u tahrîb etmeyi, halký ile harb etmeyi düþünüyorsun. Bunu yapma. Çünkü ordunun yok olmasýna sebeb olur. Ecel gelmeden önce tövbe ve istiðfârda acele et. Çünkü bâzý akrabâlarýn seni öldürmek istemektedir. Doðru yolda gidenlere selâm olsun."

Acem Þâhý, Seyyid Hasan hazretlerinin nasîhatlerini dinlemeyince, onun buyurduklarý aynen ortaya çýktý. Þah hezimete uðrayýp Ýran içlerine çekildi. Çok geçmeden de akrabâlarý tarafýndan öldürüldü.

Son asýr Ýslâm âlimlerinin büyüklerinden ve evliyâdan Yûsuf Nebhâ- nî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, o zaman Osmanlý Devletine baðlý ve önemli ilim merkezlerinden olan Beyrut?ta, Arapça neþriyat yapan ve zamânýnýn en iyi kitaplarýný en iyi þekilde basan, önce hýristiyanlýðýn Mârûnî koluna mensûb iken, daha sonra Ýslâmiyeti kabûl etmekle þeref- lenen Ahmed Fâris Þedyak?ýn, Cevâib adlý matbaa ve yayýnevinin bir çok kitaplarýný tashih etti. O devirde bütün Ýslâm dünyâsýný maddî ve mânevî yönden tehdid eden hýristiyanlýk kültürüne karþý Ýslâmiyeti müdâfaa eden eserler yazarak âlem-i Ýslâmý uyandýrmaya çalýþtý. Ýslâmiyeti temelinden yýkmak isteyen misyonerler tarafýndan açýlan kolejlere müslümanlarýn çocuklarýný göndermemeleri için gayret etti. Bu hususta Ýrþâdü?l-Hýyârâ min Tahzîri Medâris-in-Nasâra (Hýristiyan Kolejlerine Çocuk Yollamaktan Sakýndýrmak Ýçin Aklý Erenlere Yol) adlý kýymetli bir eser yazdý.


radyobeyan