> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Kültürü > İslam Kültürü A-İ > Din Gayreti
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Din Gayreti  (Okunma Sayısı 905 defa)
31 Mart 2010, 15:26:05
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 31 Mart 2010, 15:26:05 »



Din Gayreti

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin din gayreti çoktu. Allahü teâlâdan başkasına ibâdet edilmesine hiç tahammülü yoktu. Kendisi şöyle anlatır: "Bir ateşperest ile çalışıyorduk. Namaz vakti gelince ondan, namaz kılarken, bana zarar vermeyeceğine dâir söz aldım. Bunun üzerine namaz vaktinde rahatça bir namaz kıldım. Sonra ateşperest şahsın ibâdet zamânı geldi. Şimdi sıra bende, ben ibâdet ederken, sen de zarar vermeyeceğine dâir söz ver deyince, rahatça ibadet edebileceğini bildirdim.

Fakat ateşperest ateşe tapmak üzere secdeye varınca, sözümde duramadım ve üzerine atıldım. O anda; "Söz verdiğin zaman ahdini yerine getir!" diye bir ses duydum ve hemen geri çekildim. Ateşperest ibâdetini bitirince; "Evvelâ hücûm ettin. Sonra niye vazgeçtin?" diye sordu. "Ben Allah´tan başkasına secde ettiğin zaman, dayanamadım, üzerine atıldım. Seni öldürmek istiyordum. Fakat tam o anda; "Söz verdiğin zaman, ahdini yerine getir!" diyen bir ses, beni bu işten alıkoydu." dedim. Bunun üzerine ateşperest; "Rab, senin rabbindir! Kendi düşmanı için, dostunu bile azarlıyor! İşte huzûrunda müslüman oluyorum." diyerek Kelime-i şehâdet getirdi.

Evliyânın meşhûrlarıdan Ali bin Meymûn Mağribî (rahmetullahi teâ- lâ aleyh) zamânının, dîni dünyâlık kazanmaya âlet eden kötü din adam- larına çok kızar, onların zararlarından sakınılmasını söylerdi. Dâimâ hak- kı söyler, insanların kınamasından hiç çekinmezdi.

Osmanlılar zamânında Anadolu´da yetişen evliyânın büyüklerinden, tefsîr, hadîs ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimi Behâeddînzâde (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânında bâzı uygunsuz hâllerin zuhûr ettiği rivâyet edilir ki: Bu hâllere devlet ileri gelenlerinden de bulaşanlar oluyordu. Behâed- dînzâde hazretleri sohbet meclislerinde meydana çıkan bu uygunsuz hâllerin, Resûlullah efendimizin bildirdiği hükümlere uygun olmadığını ve bunların derhâl yok edilmesini, bâzı densiz kimselerin dînimize uymayan işler yapmalarına müsâade edilmeyip, bunlara mâni olunması gerektiğini söyledi. Onun bu sözleri, o uygunsuz kimselerin kulağına gidince, onlar bu zâta sinirlendiler. Hattâ öyle oldu ki, Behâeddînzâde´nin talebeleri, o uygunsuz kimselerin, hocalarına bir zarar vermelerinden endişelenmeye başladılar. Bu endişelerini kendisine arzettiklerinde, dil anahtarı ile söz kilidini açarak, şu mühim ve açık cevâbı verdi:

"Dostlarım! Sizin korku ve endişeniz bende yoktur. Allahü teâlânın izni ve koruması ile onların zararından korkmam. Eğer beni öldürecek olurlarsa şehîd olurum. Hapsederlerse, benim için uzlet ve halvet olur. Yâni orada yalnız başıma ibâdet ve tâat ile meşgûl olurum. Eğer beni bu beldeden uzaklaştırırlarsa, hicret etmiş olurum. Bunların hepsi, Hakk´ı taleb edenler için saâdettir. Hepsinin karşılığında nihâyetsiz sevaplar ve sayısız faydalar vardır." Onun bu sözlerini dinleyenler, dînimizin emirlerine ne kadar bağlı olduğunu, din gayretinin çokluğunu ve Allahü teâlâ- nın rızâsını başka her şeyden üstün tuttuğunu böylece daha iyi anladılar.

Evliyânın büyüklerinden ve İslâm âlimlerinin en meşhûrlarından İmâm-ı Gazâlî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine "Bağdât´ta, pekçok ilim talebesi varken, orada ilim neşretmekten, öğretmekten niçin vaz geçtiğinizi kimse bilemiyor ve bu kadar uzun zamandan sonra Nişâbûr´a dönmenizin sebebini kimse anlayamıyor!" dediklerinde bu hâdiseyi şöyle anlatmıştır:

"Ben şer´î ve aklî ilimlere bu kadar alışkanlık peydâ edip, her ikisinde de inceleme ve araştırma yaptım. O esnâda bulunduğum yolda, bende; Allahü teâlâya, nübüvvete ve âhiret gününe yakînî bir îmân hâsıl oldu. Îmânın bu üç aslı ile kalbim çok kuvvetlendi. Ayrıca takvâ sâhibi olmak nefsin isteklerini bırakmak ve bütün dünyevî arzuları terk etmeden âhiret saâdetine kavuşmanın imkânsız olduğunu anladım. Hepsinin başı dünyâ alâka ve bağlarını kalbten tamâmen kesmek ve bu dâr-ı gurûrdan, aldanma yeri olan dünyâdan uzaklaşıp, ona muhabbet köklerini, gönül bahçesinden söküp atarak, âhirete dönmek ve azîmet etmek ve cenâb-ı Hakk´a tam gayret ile dönüp tövbe eylemektir. Bu da, emelleri kısmak, makamı, malı ve parayı terk etmek, meşgûliyeti, tutulma ve insanlarla beraber bulunmayı bırakmanın yanında, kalbin içinde sekîne ve karar hâsıl olmadan tamam olmaz.

Sonra ben hâllerimi düşündüm. Çeşitli bağ ve tutulmalar içine battığımı gördüm. Her tarafımı kuşatmışlar. Amellerimi gözümün önüne getirince; hepsinin üstün ve güzelinin ilim öğretmek olduğunu anladım. Öğretmek istediğim ilimlerin, bilgilerin çoğu, önemsiz olup, âhiret için faydasızdırlar.

Sonra ilimdeki niyetimi düşündüm. Hâlis, Allah rızâsı için olmayıp, belki makam sevdâsı ve şöhretle berâber karışık buldum. Böylece ya- kînen helâk sâhilinde olduğumu anladım. Eğer hâllerimi düzeltmekle uğ- raşmazsam helâk olur, kendime kötülük ve zarar ederim. Bir müddet böyle düşündüm durdum. Fakat henüz karar veremedim. Bâzan Bağdât´tan ayrılmaya, içinde bulunduğum hâlleri bırakmaya karar verir, bir gün azîmet yolunu seçer, ayağımı ileri atar, bâzan biraz daha durayım deyip, adımımı geri alırdım. Bir sabah olmazdı ki, âhireti istemede sıdk ve rağbet üzere bulunayım da, ona nefsin istekleri ve dünyâ arzusu askerleri saldırıp, akşam olunca beni uzaklaştırmasınlar. Düşüncemi değiştirmesinler.

Bir hadde geldi ki, dünyâ arzuları beni, zincirden bağlar ile, kendilerine çeker ve bu mânânın hâsıl olması için zorlarlardı. Îmân sözcüsü de seslenip: "Hadi, çabuk ol! Ömründen çok az kaldı. Önünde ise, uzun bir yolculuk var. Kazandığın, elde ettiğin ilmin hepsi, riyâ ve aldatmadır. E- ğer sen, şimdi âhiret için hazırlanmaz, o sonsuz âlem için azık bulundurmazsan, ne zaman yapacaksın? Şimdi alâkaları kesmez, engelleri kaldırmazsan ne zaman keseceksin ve kaldıracaksın?" derdi.

O zaman kalbimde bir rağbet peydâ olup, dünyâ ve ehlinden kaçmak, onlardan uzaklaşmak için kesin karar verirdim. Sonra şeytan, aldatma ve hîle yoluna başvurup: "Bu düşündüğün hâl, çabuk geçici bir şeydir. Sakın bu yola gitme. Zîrâ sen bu görüşü kabûl ve karar verip, bu büyük makâmı terk edersen ve eziyetli olmayan izzet ve şânı bırakıp gidersen, hasımlarla münâzaradan hâsıl olan zevk ve safâdan geçersen, nefsin yine sana gâlib olur. Bu sefer ondan kurtulmaya uğraşırsın. Hâlbuki o zaman bir daha dönemezsin, bî çâre ve dermansız kalırsın." derdi.

İşte nefsin ve şeytanın bâtılı hak gösteren bu aldatma ve hîleleri sebebi ile, ben de, dünyâ arzuları ve âhiret isteği arasında tereddüt ve hayret vâdisinde altı ay kadar şaşkın, inler ve ağlar hâlde kaldım. Bu zaman H.486 yılının Receb ayında son buldu. Nihâyet aynı ayın sonunda işim ihtiyâr ve irâdeden geçip, ânîden Allahü teâlâ, dilime susmak kilidi vurup, mühürledi. Dilim söylemez, kalbim ise çok muzdarib oldu. Kendimi çok zorladım, gayrete getirmeğe çalıştım. Huzûrumda bulunan üç yüz ilim talebesinin gönlünü almak, hatırlarını şen etmek, bu vesîle ile bir gün ders vermek için kendimi zorladım. Dilimde söyleyecek kuvvet, bir kelime telaffuz edecek güç bulamadım. Bu dil tutulması, kalbime öyle bir üzüntü ve elem verdi ki, arzu ve isteğim kalmadı. Hazmım kesildi. Ne bir lokma çiğneyip yutabilir, ne de bir damla su içebilirdim. Böyle devâm edip, kuvvetten düştüm. Zayıfladım. Hattâ doktorlar hayâtımdan ümid kestiler. Bana ilâç vermekten imtinâ edip, bu böyle bir durumdur ki, kalbe indi. Ondan uzuvlara sirâyet edip, mizâcını bozdu. İlâç kabûl etmez, iyileşmez. Ancak kalbini mühim işlerden rahata kavuşturur, her şeyden temizlerse, belki iyileşir dediler.

Bundan sonra, ben aczimi anladım ve gördüm. Yalvararak ve sızlıyarak Allahü teâlâya sığındım. Çâresi olmayan hasta gibi yanarak ve inliyerek duâ ettim. Nihâyet Neml sûresi altmış ikinci âyetinde meâlen; "Muztar olan (sıkıntıya düşen) kimse duâ ettiği zaman onun duâsını kabûl edip fenâlığı kaldıran..." buyrulduğu gibi, Allahü teâlâ duâmı kabûl edip, kalbimi uyandırdı. İçimdeki mal ve makam arzusunu kaldırdı. Hepsinden yüz çevirip, çocuklarımdan, dostlarımdan, vatanımdan ve eshâ- bımdan ayrılmayı bana kolay eyledi. Derhal içimden Şam tarafına gitmek arzusu geldi. Ama görünüşte hacca gideceğim dedim. Halîfenin ve eshâ- bımın, maksadımın Şam´da kalmak ve bu sebeble onlardan ayrılmak isteğimi bilmelerini istemedim. Sonra bir daha dönmemek niyeti ile Bağ- dât´tan çıktım. Fakat düşüncemi gizliyor, aksini bildiriyordum. Bunun için çeşit çeşit ifâde ve izâh yollarına başvuruyordum. Onlar ise benimle alay ediyor, beni cevr-ü cefâ oklarına hedef tutuyorlardı. Sanki içlerinde, be- nim o tür safâ ve zevkten yüz çevirmem ve dünyâlıklardan kesilmek istememin bir din işi ve yakîn sebebi olduğunu uygun görecek bir kimse yoktu. Onlara göre, benim bulunduğum müderrislik rütbesi, yüksek bir din mevkii olup, ilimlerinin bütünü buraya kavuşabilmek içindi.

Sonra genel vaziyetten maksadın ne olduğunu tâyin konusunda ihtilâf edip, Bağdât´tan uzak olanlar vâli ve hükümdârlardan bir şey olduğunu sanarak utandı ve orada duramadı dediler. Ama Bağdât´a ve oradaki devlet adamlarına yakın olanlar, devlet adamlarının bu bağlılıklarını, gitmemem için bana yalvarmalarını, beni zorlamalarını, iltifât ve alçak gönüllülüklerini ve benim onlardan yüz çevirmemi, sözlerine iltifât etme­yip, söyledikleri sözlere, okşayıcı ifâdeleri kabûl etmediğimi bilirlerdi. Onlar, bu semâvî bir iştir ki, âlimlere ve müslümanlara bir nazar değmesi sonucudur derlerdi.

Nihâyet Bağdât´tan ayrıldım. Yanımda olan malı dağıtmaya başladım. Kendime yetecek ve çocuklarıma kâfi gelecek kadar yanımda bulundurdum. Onda da şöyle bir ruhsat yolu buldum ki, Irak malı, müslü- manların işlerini görmek için vakıf olunmuştur. Bunun için dünyâda âile nafakası için, bundan almaktan daha sâlih ve temiz bir mal bulamadım. Şam bölgesine gidip, Şam şehrinde iki sene kadar kaldım. Orada bir meşgalem yoktu. Ancak uzlet, halvet, mücâhede, riyâzet, nefsin tezkiyesi, ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Din Gayreti
« Posted on: 26 Nisan 2024, 00:56:17 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Din Gayreti rüya tabiri,Din Gayreti mekke canlı, Din Gayreti kabe canlı yayın, Din Gayreti Üç boyutlu kuran oku Din Gayreti kuran ı kerim, Din Gayreti peygamber kıssaları,Din Gayreti ilitam ders soruları, Din Gayretiönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes