Ýslam Kavramlarý M-Z
Pages: 1
Tarih By: armi Date: 30 Mart 2010, 15:39:21

TARÝH





Tarih, insanoðlunun hayat faaliyetlerini en kapsamlý bir þekilde ele alan sosyal ilimlerin basýnda gelmektedir. Çünkü tarih, geçmiþin bilgisini bize getirmektedir. Özellikle belirli bir toplunun bilgisidir bu. Ama bazen ayný kaderi taþýyan birkaç toplumun geçmiþi ve birbirleri ile olan iliþkisi de tarihin belirli bir alaný içerisinde incelenir. Bu durum, genelde en büyük belirleyici olan "din faktörü"nün ortaklýðý ile gerçekleþir.

Tarihi çalýþmalarýn ilmî bir noktaya ulaþmasý, onun kendine ait bazý kanunlar bulmasýyla gerçekleþmiþtir. Böylece o, bulduðu genel ve evrensel yasalarla gerek þimdiki gerekse geçmiþteki benzer olaylarý rahatlýkla yorumlayabilecektir. Ýþte bu tarihe "ilmî tarih" adý verilmiþtir (March Bloch, Tarihin Savunmasý ya da tarihçilik mesleði, 1985).

Tarih çalýþmalarýný ilmi bir metotla ele almanýn gerekliliði ortada iken, bizzat tarihin kendisi, "sosyal bir ilim" olmasý sebebiyle ait olduðu toplumun deðer yargýlarýný yansýtýr. Böylece pozitif ilimlerin "genel geçerliliði"nden farklý bir yapýya kavuþur.

Tarih dökümanlarý genellikle karmaþýktýr. Bu dökümanlar, ilimden ziyade edebiyata yakýn düþünce, duygu ve hayalin ürünü olan ve yazýldýðý ya da yaþandýðý ortamýn þartlarýyla sýnýrlý siciller topluluðu, eserler, izlenim ve düþünceler, yazýlý ve sözlü haberlerdir. Bunun için fertlerin yetkinliðinin farklýlýðýndan, zaman ve mekan deðiþikliðinden dolayý belirlenmiþ yasalara boyun eðmezler. Dolayýsýyla tarihçi görevi daha çok bir yorumlayýcý ve deðerlendirici niteliktedir.

Tarihçinin analizi ispatlanabilir gerçekler üzerine deðil, mantýk ve rasyonalite üzerine örülüdür. Bu yönüyle tarihçinin görevi, bir ilim adamýndan çok, felsefecinin görevine yakýndýr. Ýlmi tarih, nakli tarih gibi, içinde bulunduðu aný deðil, geçmiþi içine alýr (Aziz Duri, Ýlk Dönem Ýslâm Tarihi, 1992).

Tarih, ayný özelliðe sahip bir toplum tipini ele alýyorsa, ister istemez bu toplumun her yönü ile iliþki halinde olmalýdýr. Bu husus, Raymond Aron tarafýndan þöyle açýklanmaktadýr: "Toplum, yaþayan bir organizmayla karþýlaþtýrýlabilir. Eðer üzerinde çalýþacaðýmýz ya da gözlem yapacaðýmýz bir organý, canlýnýn bütününden baðýmsýz olarak deðerlendirirsek, yanlýþ bir metodoloji izlemiþ oluruz. Ayný þekilde, devlet politikasý üzerinde çalýþýrken de onu toplum baðlamýndan yalýtýrsak, onu anlamamýþ oluruz. Dinamik hareketlilik ise, toplumlarýn ard arda geçiþ aþamalarýný inceleyen bir kategoridir (Mutahhari, Tarih ve Toplum, 1988).

Hiçbir âlim, tarihçi kadar uçsuz bucaksýz alanlarda hükmetmemiþ, karar vermemiþtir. Tarihçi, geçmiþin muhasebe ve muhakemesini yapmakta, hadiseler, þahýslar ve milletler hakkýnda hükümler vermektedir. Hükümleriyle bazen topyekün bir toplumu mahkum etmekte, bir diðer cemiyeti þan ve þerefe boðmaktadýr. Hadiseler deðiþmez. Þüphesiz tarihi yapan þahýslar ve topluluklar da ayný þahýs ve topluluklar olarak kalýr. Fakat deðer hükümleri, tarihçiden tarihçiye bazen hayret uyandýracak derecede deðiþir.

Tarihe içinden bakmak, yani ele alýnan devrin þahýslarýyla hasýr neþir olmak, devrin toplumunun bütün problemlerini, dünyanýn o çaðdaki bütün akým ve eðilimlerini bilmek, tarihçi için kâfi deðildir. Ele alýnan konuya, objektif olarak yaklaþmak lazýmdýr.

Bugünü anlamak, gelecek için hazýrlanabilmek için, saðlam ve doðru bir tarih bilgisi þarttýr. Baþarýlý ve büyük devlet adamlarý iyi tarih bilen adamlardýr. Hareket edilen nokta bilinmeksizin, yönelecek hedefi bulmanýn imkâný yoktur. Bugün "geliþmiþ ülke" diye anýlan ve sayýlarý 172 dünya devleti arasýnda hiçbir zaman 2525´i geçmeyen devletlerde tarih ilmi, son derece ilerlemiþtir. Bu milletler, tarihlerini en in? teferruatýna kadar incelemiþler, bütün tarih kaynaklarýný yayýnlamýþlar, ilmi eserlerin bile halka mahsus baskýlarýný yapmýþlardýr. Netice olarak bu milletlerde, çok canlý bir tarih þuuru teþekkül etmiþtir. Misal olarak Avrupa ve Amerika´dan deðil, medeniyetler beþiði Asya´dan örnek vermek isteriz. Bugün geliþmiþ devletler arasýnda sayýlan yalnýz iki Asya devleti vardýr: Kýtanýn doðu ucunda Japonya ve batý ucunda Ýsrail. Her ikisinde de tarih þuuru, en ileri derecededir (Yýlmaz Öztuna, Türk Tarihinden Yapraklar, 1983).

Tarih, geçmiþler hakkýnda bilgi alma ve haberden ibaret deðildir. Tarih, yalnýzca önceden olmuþ hadiseler deðildir. Tarih, bir asýrdaki baðýmsýz kültürlerin, baðýmsýz medeniyetlerin, baðýmsýz toplumlarýn, belirli kavimlerin ve ýrklarýn incelenmesi deðildir. Tarih, þimdiki zamaný ortaya çýkarmýþ olan bir geçmiþtir. Tarih, geleceðe dönük bir harekettir. Tarih, insan türünün ömrüdür. Gerçek bir insan gibidir. Doðumundan þimdiye kadar ki ömür sürecinin üzerinden seneler geçmiþ, þahsiyet bulmuþtur. Ýnsan çeþidi de ömrü boyunca tarihte hayat sürmüþ ve þimdiki þekle ulaþmýþtýr.

Ferdin ömrünün, bütün kanunlarýn esas ve genel usuller üzerinde olmasý, çözümleme ve tahlilin mümkün olmasý, gidiþatýnýn tahmin edilmesi gibidir. Çeþitli merhaleleri dikkatli, müþahhas, ilmî, mantýkî ölçülere uygun olarak ard arda birbirlerine ulaþýyorlar ve birbirlerinden ayrýlýyorlar. Binaenaleyh tarih, insanýn geçmiþini tanýmak deðildir. Ýnsanýn ve insan toplumunun niteliðini, nasýl olduðunu, deðiþme kanunlarýnýn sebeplerini ve faktörlerini, tekâmülünü, hastalýðýný, zaafýný, selametini ve kudretini tanýmaktýr. Bu tanýma ve güç sayesinde insan, toplumuna hakim olan ilmi cebr, deðiþme, rüþd, yýkýlma, yükselme ve devrime kendi iradesini þuurlu bir þekilde nasýl yükleyeceðini bilmiþ olur. Tarihi takdire ulaþmakla kendi toplumu ve hürriyeti takdirini de yerine koymuþ olur. Botanik, Zooloji ve tabiat ilminde hayat ve hareket kanunlarýnýn keþfi ile onlara hakim oluyordu. Her zaman onlarýn egemenliði ve tabiatýn cebri altýnda olacaðý yerde, onlara hakim oluyor, tabiatýn cebrini kendi hizmetine alýyor. Tarihi tanýmasý ile tarihin cebrine gem vuruyor. Kendisinin niteliðini keþfetmekle, "kendi olmasýný", kendi isteði ile kendi insiyatifine alýyor. Bu þekilde insan, sadece kendini tanýmaya deðil, belki de yapýcýlýða ve eþitçiliðe ulaþýyor. Bu tabiat ve tarihin elleriyle yaratýlmýþ olan mahluk, kendisinin, tabiatýn ve tarihin gerçek yaratýcýsý olan Allah´a dönmüþ oluyor. Burasý dinin dediði gibi, insanýn, Allah´ýn yeryüzündeki halifesi olmasý hakikatinin tecelli ettiði yer oluyor.

Tarihten hedef, sadece tarihte gizlenmiþ olan meçhulleri ve kanunlarý bulmaktýr. O kanunlarýn ve meçhullerin bulunmasý, tarihin incelenmesi dýþýnda mümkün deðildir. Bu hedefe dikkat ederek, benim fikrime göre, tarihi tanýmak için ilmi bir metot olan "insaný tanýmak"tan istifade etmek gerekir. Çünkü tarih, aynen bir þahýs gibi bütün zaman boyunca, tabiatýn içinde kendinde mevcut olan kanunlarýn esasý üzerinde, zati özellikleri ve kendi mahiyeti ile yaþamaktadýr (Ali Þeriati, Medeniyet Tarihi, 1987).

Tarih ve sosyolojinin birbirleri ile olan yakýnlýðý göz ardý edilemeyecek bir þekildedir. Hatta bu özellikten dolayý, bazen birbirlerinin rolünü bile üstlendikleri görülmektedir. Prof. Braudel, "Tarih ile sosyoloji, ayný kumaþýn tersi ile yüzü gibidir" demektedir. Çünkü her ikisi de insanýn ve toplumun temel özelliklerini belirlemeye ve geliþim çizgisini açýklamaya çalýþmaktadýrlar.

Aslýnda tarihe kazandýrýlan bu yeni mana, son yýllarýn bir ürünüdür. Tabiatýyla her disiplin, ele aldýðý konularý daha iyi açýklayabilmek için metot ve muhtevasýnda bazý deðiþiklikler yapmak durumunda kalmaktadýr. Dolayýsýyla tarihin sosyal bir nitelik kazanmasý, onun toplumsal faaliyetleri bütünüyle ele almasýnýn bir sonucu olarak gerçekleþmiþtir.

Bugün, toplumun veya kültürün sadece belli kesimini veya sadece bunlarýn faaliyet alanýný konu edinen kýsýtlý ve dar bir tarih anlayýþýna ortak yer verilmemektedir. Tarih, bütün kültür sahasýný içine almaktadýr. Burada ortaya çýkan tarih anlayýþý Ýngilizlerin "kültür tarihi" ve Fransýzlarýn "ekonomik ve sosyal tarih" kavramlarýyla ifade etmek istedikleri tarih anlayýþýna tekabül etmektedir. Bu, üretim, mübadeleler ve sosyal münasebetler seviyesinde kavranan, düþünceyi ve duyguyu, ahlak ve estetiði içine alan toptan bir medeniyet tarihidir. Gerçekten dini tarihi, sosyal tarihten; hukuki müesseseler tarihini bu müesseseleri deðiþikliðe uðratan ve yok eden siyasi kargaþalýklar tarihinden ayýrmak mümkün deðildir. F. Braudel´in dediði gibi tarih; kültürel ve sosyal, kültürel ve siyasi, sosyal ve iktisadi, iktisadi ve siyasi ve bunlar gibi sayýsýz manzaralar arasýndaki komþuluklarýn, ortaklýklarýn ve sonsuz etkilerin bütünüdür.

Bu iliþkileri 16. asýrda dünyada ilk defa gören ve sosyal ilimlerin temeli olarak tarih ilmini kuran Ýbn Haldun olmuþtur. Onun anladýðý tarih "Umran ilmidir" ki, bu sosyal tarihi yani, kültürlerin ve medeniyetlerin tarihinden baþka bir þey deðildir (Yaþar Yücel, Bahattin Yediyýldýz, Tarih ve Kültür, 1991). Ýbn Haldun, ilk defa tarih ilminin, olaylarýn sadece görünen yönü ile yetinilmemesini, bu arada onlarýn arkasýnda yatan gerçek sebeplere eðilinmesini dile getirmiþtir. Bu konudaki görüþü þöyledir: "Tarih, zahiri itibariyle devletlerin ve çaðlarýn haberlerine bir þey eklemez. Oysa iç yapýsýnda, bir görüþü, bir araþtýrmayý, varolanlar ve onlarýn varoluþ ilkeleri konusunda saðlam bir tümevarým gerektirir. Tarihi bu batýnî yönüyle bilmek demek, olaylarýn niteliðini ve derinden akan sebeplerini bilmek demektir. Bu yüzden bu ilim hikmetle soydaþ, kökü derin bir ilimdir ve hikmet ilimlerinden sayýlmaya yeterince layýk ve uygundur" (Cevdet Said, Bireysel ve Toplumsal Geliþmenin Yasalarý, 1987).

Tarih ilmiyle uðraþanlar, zamanla tarihin duraðan bir bilgi yýðýný olmasýndan rahatsýzlanarak, olaylar arasýndaki iliþkilerin kanunlarýný bulmasýný arzu etmiþlerdir. Geliþmeci olarak toplumlarýn bir dönemden diðer bir döneme geçiþ merhalesini irdeleyen kanunlara da toplumlarýn "oluþum kanunlarý" adý verilir. Kýsaca tarih, üçüncü disiplin gereðince, toplumlarýn bir merhaleden diðer bir merhaleye geçiþ kanunlarýný inceleyen ilim dalýdýr. Yoksa, biyolojide olduðu gibi, sadece onlarýn hayat bilgisi ya da hikayesi deðildir (Mutahhari, 1988).

Tarihin gerçek tarifine baðlý olarak, insan geliþiminin ilmidir denebilir. Ve bu, öyle bir mevzudur ki, insanýn yaratýlýþ felsefesini ele almaktadýr.

Tarih ilmi öyle bir hakikat ve vakýadan ibarettir ki, zamanýn içinde cereyan etmekte, özel bir akýþla seyretmekte ve deðiþmez ilmi kanunlarla hareket etmektedir. Zaman akýþý içindeki tarihi bu hareketi boyunca meydana gelen sapma ve deðiþikliklerin, deðiþmez ve müþahhas ilmi kanunlar ve amillerle karþýlaþmasý ve bir bütün halinde gérçeðin tahlili hep tarihtir (Ali Þeriat, Toplumbilime giriþ, 1987).

Bütün bu geliþmelerden sonra, tarihe yeni bir mana ve görev yüklenmiþtir. Bu haliyle tarih, özellikle batýda metafizik bir mana kazanan ve sosyal açýklamalar için baþvurulan bir doktrin hüviyeti taþýmaktadýr.

Þimdi pek çok kiþi tarihe, tabiatý aþan ve beþeri varoluþa bir mana kazandýran biricik insan yapýsý kuþatýcý süreç gözüyle bakýyor. Hegelci metafiziðin ve onun sað ve sol türevlerinin temel motifi tarih. Marksistler için tarih, esenliðin ta kendisi, insanýn zihni çabasýyla ve iradesiyle tarihi denetim altýna almasý ve insan topluluðunun bütün düþlerini gerçekleþtirecek bir malzemeye dönüþmesi hem mümkün, hem kaçýnýlmaz (Perviz Manzur, Ýslâm ve Batý, 1991). Bu haliyle ister istemez, toplumsal açýklamalarý kendine hedef gören tarih ve toplum felsefeciliði konusunu gündeme getirmek durumundayýz .

Ýslam Tarihi:

Ýslâm´ýn tevhide daveti ve peygamber (a.s)´nin asrý, tefessüh etmiþ, hurafelerle dolu, karýþýk bir ilme ve tarihi malumata sahip, aklý gönlüne, nefsi ahlakýna, zulüm ve gazabý insafýna galip bir toplum yapýsýna sahip bir milletle mücahede asrýdýr. Ýslâm, cahiliyyenin her müessesesine, fikir ve þahsiyetine karþý gerçekleþtirilen tam bir inkýlâpdýr.

Kur´an, ayný zamanda beþer tarihinden misallerle, hilkatten, peygamberlerin tevhid mücadelesinden, tarih boyunca geçmiþ milletlerin ve ümmetlerin mücadelelerinden bahisle, Hatemünnebi ve Resul olan Efendimiz (a.s) ile baþlayýp, bütün insanlýðý kuþatan bir "ýslah hareketi" niteliðinde olan, Ýslâm ta´lim ve tebliðini bildirir. Bu mesaj evrenseldir. Yine Kur´an; kainatýn yaratýlýþ hikmetlerini, insanlarýn varoluþ sebeplerini, arzýn gezilip görülmesi, insanlarýn farklý yaratýlýþýndaki hikmetleri, canlý türlerinin ve ekolojik dengedeki fýtr yerini ve bu yaratýlmýþýn Allah´ýn mahza ayetleri olduðunu, insanlarýn dil, din, ýrk gibi farklý yaratýlmasýndaki hikmeti, tanýþýp görüþmelerinin inceliklerini, mahlukatý nutfeden, eþyayý ise zerreden halk ettiðinin hikmetlerini, insanýn ise bu makro ve mikro âlemin merkezinde, Allah´ýn halifesi olarak yüklendiði ve mesuliyetli olduðu kadar þerefli vazifenin hikmetlerini, Allah´a isyan eden milletlere, eski ve harab þehirleri dolaþmalarýný, evvelkilerin akýbetlerini düþünüp, akýbetlerini tasavvur ederek, gerçek tarih yorum ve diyalektiðini bize haber vermektedir.

Ýlk müslüman tarihçiler, tarih ilminin geliþmesine kendilerinden evvelki toplumlarýn bilmediði iki esas noktada katkýda bulunmuþlardýr.

1. Yaþadýklarý asrýn tarihini (hayatlarýnýn her yönüyle) tesbit ettiler.

2. Ýslâm´dan önce, þahidleri sadece kazai konularda tatbik ettiler. Hakim, hak isteyenlerden, bizzat olayý görenden þahitlik istiyordu. Ýlk Müslümanlar, þahitlik sýnýrlarýný geniþletip, bunu tarihi olaylara da tatbik ettiler. Öyle ki, herhangi bir haberi veya sözü duyan, olayý bizzat görenden alýr ve silsile halinde nakledilen, "rivayet usulü"nü tesbit ve kabul ediyordu.

Eski milletlerde, özellikle eski Yunan ve Roma´da mitos, kýssa, hurafe esatir ve masallarla karýþýk bir halde verilen tarih metinleri, Ýslâm´ýn rivayet metodu ile ilk defa ilmi ve güvenilir bir metot haline geldiðini, Alman orientalist ve tarihçi Henry Springer de itiraf etmektedir. Zira, onlarýn Rabbi sadece Kâbe´nin Rabbi deðil, âlemlerin, âlemin (akl ve temyiz sahiplerinin) hayrý þerden ayýrabilenlerin Rabbi olarak kabul edilir.

Müslümanlarýn Kur´an´ýn emirleri ve Efendimiz (a.s.)´ýn sünneti sebebiyle ilme verdikleri yüksek deðer sebebiyle, "Tarih" ilmi de sür´atle geliþmiþ ve dünya tarih ve ilim anlayýþýna metodoloji açýsýndan büyük katkýlarda bulunmuþtur (M. Hüseyin Tabatabai, Ýnsan´ýn Tarihte Tekâmülü, 1989).

Sahabe-i kiram, Efendimiz (a.s)´ýn hayat ve tevhid mücadelesini kendinden sonra gelen insanlara "tabiin"e nakl ve rivayetleri ile tarih ilmi faaliyetleri baþladý. Bunu takib eden asýrlarda, ortaya çýkan farklý rivayet ve nakiller, ilmi metotlarla elenip, doðrularý tesbit edildi. Bu husus, Ýslâm kaynaklarýnda þöyle ifade edilir: "Bir hikayeci, sabah namazýný mescidde kýlýp, oturur ve hikayesini anlatýr. Sözü bitinceye kadar Hz. Muaviye (r.a) onu dinler, sonra kalkýp odasýna girer. Mushaf´ýndan bir cüz okurdu. Yatsý ezaný okununca yine çýkar namazýný kýlar, sonra seçkin kiþi, çevresini kabul edip, birlikte istiþare ile gecenin bir bölümünde yapmak istediði þeyler görüþülürdü. Bunlar Araplarýn haberleri, günleri, krallar, siyaset ve milletleri, hayat hikayeleri, harp, tuzak ve hileleri, teb´alarýna karþý tatbik ettikleri siyasetleri, geçmiþ ümmetleri (Babil, Eyke, Habe, Yemen, Ýran ve Roma dönemi devletlerinin hikayeleri) tarihlerini ifade eden hikayeleri üst üste okur, sonra onlarýn kanunlarýndan bahsederdi. Sonra helva ve yemekler birlikte yenir, sonra Hz. Muaviye (r.a) tekrar odasýna çekilirdi. Gecenin üçte birinde uyur, üçte birinde kalkýp oturur ve ibadetlerini ifa eder, huzuruna (bir tarih defteri demek olan) içinde hükümdarlarýn hayat, haber, savaþ ve adaletlerini nakleden küçük bir defter getirilirdi. Bu defteri ona genç bir delikanlý ezberden okurdu. böylece gece, onun bu hikayeleri dinlemesiyle geçerdi (M. Serhan Tayþi, Ýslâmi Tarih Düþüncesi ve Ýlk Dönem Tarih Yazýcýlýðý, 1992).

Ýslâm tarihinin ruhu, temeli "ibret" kelimesi üzerine oturur. Tarih, ibret kaynaðýdýr: "Peygamberlerin haberlerinden onunla kalbini (tatmin ve) tesbit edeceðiniz her çeþidini sana kýssa (tarih) olarak anlatýyoruz. Bunda (bu sure ile) de sana hak ve müminlere bir öðüt ve bir muhtýra gelmiþtir" (Hud, 11/120) Andolsun, onlarýn kýssalarýný (tarihlerini) açýklamada salim akýl sahipleri için birer ibret vardýr" (Yusuf, 12/26).

Bu bakýmdan Ýslâm toplumlarýndaki sosyal çalýþmalar, kendi tarihi geliþmeleri içerisinde ortaya çýkar ve bir takým özel þartlarý bünyesinde barýndýrýr. Dolayýsýyla batý dünyasýndaki geliþme ve sosyal yapýlanmalara bakýlarak sistemleþtirilmiþ bir sosyal bilimin deðerleri ve teorileri, Ýslâm toplumlarýnda fayda yerine tahribat yapar. Batý uygarlýðýnýn tarihi þartlarýnýn ve tabii geliþmesinin yansýmalarýndan olan sosyal bilimlerin ard arda ortaya çýkýp, kültürel yapýsý farklý olan toplum ve medeniyetlerde ayný hedefleri gerçekleþtirmesi bir yana sosyal problemler çýkardýðýna çokça rastlanmýþtýr. Ortaçað´da Ýslâm toplumlarýna bakýldýðýnda, tarih çalýþmalarýnýn sosyal hayatýn bütün yönlerini ele aldýðý goze çarpmaktadýr. Rosental bu durumu þöyle dile getirmektedir: "Ortaçað Ýslâm ülkelerinde tarih, sadece eðitimde deðil, siyasi hayatta ve dinî düþüncede de mühim bir yer tutar" (Rosental´den Ümit Meriç, Cevdet Paþa´nýn Devlet ve Cemiyet Görüþü, 1992) .

Tarih, müslümanlar için bilhassa tercüme-i hal ile yakýn münasebeti bakýmýndan kendini müþahhas olarak ifade etmek, gündelik hayatýn bütün cephelerine eðilmek, insaný ve onun temayüllerini tahlil etmek imkanýný veren biricik alandýr. Bunun kökleri, Kur´an´ýn tarih yorumuna dayanmaktadýr. Kur´an´da kabul edilen siyasi yol, daha ziyade tarihi metoddur. Onun için ön hükümler, Arabistan´ýn ve civar memleketlerin tarihinden misallere müracaat suretiyle açýklanmýþtýr.

Kur´an, bazen milletlerin gerileme sebeplerini iþbaþýndaki hükümetlerine yüklemeden umumileþtirir ve "Bir kavim kendi halet-i ruhiyesini deðiþtirmedikçe Allah onlarýn halini deðiþtirip bozmaz" der. Devletin özü olan beþer cinsinde olduðu gibi, milletlerin de yükselmeleri ve düþüþleri vardýr. Ve bir defa o kavim sosyal hastalýðý þifa bulmaz bir hale gelirse, týpký bir insan gibi evvelden takdir olunmuþ bir kanuna uyarak yerini yeni ve daha kuvvetli bir Irka vererek ölür. Ve bu âlemin nizamýdýr.

Görüldüðü gibi, tarihi bakýþ açýsý ile Kur´an, toplumlarýn geliþme ve deðiþme durumlarýna dikkati çekmekte ve buna ait bazý kanunlarýn varlýðýna temas etmektedir. Bazý araþtýrmacýlar, Kur´an´ýn o zamana kadar rivayet ve hikayelerden ibaret olan tarihe bir metod getirmek suretiyle, tarihi ilmî bir çehreye soktuðunu söylemektedirler. Böylece olaylar arasýnda bir iliþki kurulmakta ve geçmiþten birtakým dersler alýnmasý gerektiði anlaþýlmaktadýr. "Yeryüzünü gezin ve geçmiþ kavimlerin eserlerini inceleyin, yoldan sapanlarýn acýklý hallerinden ibret alýn" temasý çok sayýda Kur´an ayetiyle dile getirilen bir konudur (Sami Þener, Tarih-Sosyoloji Münasebeti, 1992).

 


radyobeyan