Ýslam Kavramlarý M-Z
Pages: 1
Sigorta By: armi Date: 24 Mart 2010, 12:18:41

SÝGORTA




Herhangi bir þeyde olabilecek bir zararýn parayla karþýlanacaðýnýn önceden garanti edilmesi.

Sigorta Ýtalyanca bir kelime olup, Ýngilizce "security" veya "insurance"; Fransýzca "assurance" sözcükleri sigorta anlamýnda kullanýlýr. Bu sözcük ilk olarak Arapçada Ýbn Âbidin (ö. 1252/1836) tarafýndan "sevkara" veya "sükirta" þeklinde kullanýlmýþ, günümüzde sigorta þeklini almýþtýr. Arapça eserlerde sigorta karþýlýðý olarak "ette´mîn", "et-tekâfülül-ictimâî" ve "et-tadâmun" terimleri kullanýlmaktadýr.

Yangýndan cam kýrýlmasýna, su baskýnýndan hýrsýzlýða, uçak düþmesinden veya gemi batmasýndan trafik kazasýna, hastalýktan ölüme kadar çeþitli zarar ihtimalleri sigorta konusu olabilmektedir. sigorta, gelecekteki bir zararý garantilemek için þimdiden zarar etmeyi göze almak demektir.

Sigortanýn tarihçesi tam olarak yazýlmamýþtýr. Ancak sigortaya benzer bazý yardýmlaþma kurumlarýna eski çaðlardan beri rastlanmýþtýr. M.Ö. 2000 yýllarýnda Yunan´da, Eski Roma ve Mýsýr´da yoksullara yardým yapan dernekler görülür.

Yine Mýsýr´da Hz. Yusuf´un yedi bolluk yýlýnda depoladýðý tarým ürünlerini, sonraki yedi kýtlýk yýllarýnda daðýttýðý bilinmektedir (bk. Yusuf, 12/47, 49). Roma Ýmparatorluðunda Roman Collegia´lar, üyelerine yardým eden ve cenaze masraflarýný karþýlayan derneklerdir.

Ýslâm´da Medine döneminde hazýrlanan ilk anayasada yer alan ve kabileler arasý yardýmlaþmayý ön gören maddeler de bu niteliktedir.

Selçuklular döneminde esnaf ve tüccarýn oluþturduðu "fütüvvet" ve "âhilik" adý verilen esnaf birlikleri de bu sýnýf arasýnda yardýmlaþmayý saðlamýþtýr (Ahmet Tabakoðlu, Ýktisat Tarihi, Ýstanbul 1986, s. 163).

Osmanlýlarda loncâ teþkilatlarýnýn kurduðu orta ve teâvün sandýklarý ile esnaf vakýflarý, esnafýn karþýlaþtýðý mâlî veya meslekî problemleri çözmede etkili olmuþtur (Tabakoðlu, a.g.e., s. 414).

Günümüz anlamýnda sigortacýlýk ilk olarak Ýtalya´da deniz sigortacýlýðý olarak ondördüncü milâdî yüzyýlda ortaya çýktý. Onsekizinci yüzyýlda büyük sermaye þirketleri kurulunca, buna paralel olarak büyük ve profesyonel sigortacýlýk uygulamalarý geliþti. Zaman içinde özel sigorta þirketleri yanýnda, devlet eliyle yürütülen sosyal sigorta kurumlarý ortaya çýktý.

Sigorta genel olarak ikiye ayrýlýr: Yardýmlaþma sigortasý ve ticari amaçlý sigorta.

1. Yardýmlaþma sigortasý:

Birden çok kiþinin belli bir para ödeyerek, bunlarýn bir fonda biriktirilip ticaret iþinde ve verimli yatýrýmlarda nemalandýrýlmasý amacýyla oluþturduklarý sosyal sigortalar bu gruba girer. Böyle bir sigortanýn bütün primleri ve gelirleri, ortaklarý arasýnda sigorta sözleþmesine uygun olarak daðýtýlýr. Hastalandýklarýnda tedavi masraflarý, emekliliklerinde emekli maaþý, ölümlerinde dul kalan eþ ve küçük çocuklara maaþ baðlanmasý bu yardýmlaþmanýn kapsamýna girer. Her sigorta üyesi bir çeþit inan þirketi ortaðý gibidir. sigortadan kendi ödediði primlerden ve bunlarýn gelirlerinden fazlasýný aldýðý takdirde diðer ortaklar bu fazlalýðý ona teberru etmiþ, kendisinin, eþ ve çocuklarýnýn maaþýnýn sona ermesiyle, sigortadan payýný alamamasý halinde ise, bu fazlalýðý diðer ortaklara býrakmýþ sayýlýr. Günümüzde Emekli Sandýðý, Sosyal sigortalar Kurumu veya Baðkur gibi kuruluþlar iþleyiþ biçimleri ýslah edilerek bu grup içinde yer alabilirler.

Diðer yandan belirli kiþi, kuruluþ veya meslek sahiplerinin kendi aralarýnda benzer yardýmlaþma sandýklarý kurmalarý da mümkün ve caizdir.

Kur´an ve sünnette bu çeþit sosyal yardýmlaþmaya teþvik eden nass´lar vardýr.

Allah Teâlâ þöyle buyurur: "Yusuf dedi ki: Siz yedi yýl, önceki gibi ekin ekin; yedikleriniz dýþýnda kalaný baþaðýnda býrakýn " (Yusuf, 12/47);

"Ýyilikte ve Allah´tan sakýnmada birbirinizle yardýmlaþýn; günah ve düþmanlýkta yardýmlaþmayýn " (el-Mâide, 5/2).

Hz. Peygamber þöyle buyurmuþtur:

"Ben mü´minlere kendilerinden daha yakýným. Herhangi bir mü´min ölür ve arkasýnda mal býrakýrsa; bu, mirasçýlarrna aittir. Bir borç býrakýrsa, bana getirin, çünkü ben onun mevlâsýyým" (Ahmed b. Hanbel, II, 334, 335);

"Hz. Peygamber Beni Nadir Hurmalarýný satar ve ailesinin bir yýllýk yiyeceðini ayýrýrdý" (Buhârî, Nafakât, 3; Müslim, Cihâd, 50). Hz. Peygamber malýný vasiyet etmek isteyen bir sahabiye üçte birini vasiyet etmesini ve geri kalaný mirasçýsýna býrakmasýný bildirmiþtir (Buhârî, Cenâiz, 36; Müslim, Vasiyye, 5; Tirmizî, Cenâiz. 6). Seleme Ýbnül-Akvâ (r.a)´ten rivâyete göre, Hevâzin seferinde mücahidlerin azýðý tükenmiþ ve dara düþmüþlerdi. Develerini kesip yemek için Hz. Peygamber´den izin istediler. Kendilerine bunun için izin verildiðini duyan Ömer (r.a), binitsiz mücâhidlerin çok daha büyük sýkýntýya düþeceklerini düþünerek, durumu Allah elçisine arz etti. Hz. Peygamber herkesin geri kalan azýklarýný getirmesini emretti. Azýklar karýþtýrýldý ve Rasûlüllah (s.a.s) hayýr ve bereketle dua buyurdu. Sonra bu azýklar sahabelere daðýtýldý. Bu daðýtým iþine "Nahd" yani "ortak kumanya" denildi (bk. Buhârî, Þerike, 1; Müslim, Fezâilü´s-Sahâbe; Mâlik, Muvatta´, Sýfatü´n-Nebi, 64).

2. Yangýn, sel, kaza ve benzeri risklere karþý kurulan ticaret sigortalarý: sigorta terimi daha çok bu ikinci þýk için kullanýlýr. Bu çeþit sigorta yaklaþýk iki asýr kadar önce Ýslâm âleminde duyulmuþtur. O devirde merkezi Avrupa´da bulunan sigorta þirketlerinin temsilcileri, deniz kenarýnda bulunan bazý Ýslâm þehirlerinde bulunup, Avrupa´ya giden gemilerle taþýnan mallarýn sigortasýný yapmaya baþlamýþ ve Ýslâm ülkelerinde bazý ortaklarda temin etmek suretiyle orada da yerleþmiþlerdir. Bu çeþit sigortanýn lehinde ve aleyhinde iki görüþ ortaya çýkmýþtýr.

Çaðýmýz Ýslâm bilginlerinden Mustafa ez-Zerkâ, Muhammed Abduh, Þeltut ve Muhammed el-Behiyy, sigorta þirketinin bir yardýmlaþma þirketi olduðunu ve bu yüzden de sigortanýn Ýslâm´a göre meþrû olmasý gerektiðini söylemiþlerdir. Bunlardan Muhammed el-Behiyy þöyle demiþtir: "Sigorta akdi bir satýþ akdi deðil, maðdur olan kimselerin müsibetlerini hafifletip onlara yardým elini uzatmak için yapýlan bir yardýmlaþma ve dayanýþma aktidir. Ýster mal, ister hayat sigortasý olsun, dayanýþma ve yardýmlaþmadan baþka bir þey deðildir. Meselâ, köylü davarlarýný; tüccar, ticaret malýný; ev sahibi, evini, araba sahibi, arabasýný sigorta ettiriyor. Çünkü zarara girmenin zor olduðunu, tek baþýna zarar yükünü kaldýramayacaðýný, ancak baþkasýnýn yardýmýyla bu yükün hafifleyeceðini biliyor. Hayat sigortasý yaptýran kimse de hayatýný korumak için sigortaya baþ vuruyor. Ecelin Allah´ýn elinde olduðunu, zamaný gelince onu kimsenin geri býrakamayacaðýný biliyor. Sigortaya baþvurmaktaki amacý, erken öldüðü takdirde aile fertlerine bir yardým kaynaðý saðlamaktýr" (el-Behiyy, el-Fýkhul-Ýslâmî ve Tetavvuruhü, s. 462).

Muhammed Hamidullah ve bazý Ýslâm bilginleri de devletin organize edeceði sosyal yardýmlaþma nitelikli sigorta anlayýþýný benimser ve bunun Hz. Peygamber ile Hz. Ömer devrinde uygulama izlerinden söz ederler. Bu görüþe göre sosyal yardýmlaþma yalnýz aðýr risklerde söz konusu olur. Ýslâm´ýn doðuþu sýrasýnda hastalýklarýn tedavisi önemli bir masraf gerektirmediði gibi; evi aile reisi kendi eliyle inþa eder, hatta malzemenin önemli bir bölümüne para da vermezdi. Böyle bir toplumda hastalýða ve yangýna karþý bir sigortaya ihtiyaç duyulmamasý tabiidir. Buna karþýlýk esirlik ve insan öldürmeye karþý sosyal yardým gerçek bir ihtiyaçtý. Bu yüzden Hicretin birinci yýlýnda Medine site Devleti anayasasýnda bu sosyal dayanýþma fonuna "maâkýl" denildi. Âkile veya maâkýl sistemi Medine´deki Arap kabilelerinin Hz. Peygamber tarafýndan yeniden teþkilatlandýrýlmasý ile birlikte düzenli bir þekil almýþtýr. Çünkü bir kimse savaþta esir düþse, onun kurtarýlmasý için fidye (bk. Fidye? mad.), öldürme ve yaralamalarda ise diyet (bk. Diyet? mad.) ödenmesi gerekiyordu. Bunlarýn miktarlarý çoðu zaman esir ve suçlularýn ödeme gücünü aþýyordu. Hz. Peygamber bu durumu çözüme kavuþturmak için karþýlýklý yardýmlaþma esasýna dayanan âkile veya maâkýl sistemini kurdu. Buna göre, bir kabilenin mensuplarý kabile bütçesi için para yardýmý yapacak; buna karþýlýk, ödeme gücünü aþan bir tazminatla karþýlaþýrsa bu bütçeden yardým bekleyecekti. Hatta kabile bütçesi de yeterli olmazsa diðer akraba ve komþu kabîleler onlarýn yardýmýna gelecekti. Daha sonra âkile sistemi Hz. Ömer tarafýndan geliþtirilmiþ; insanlarýn sahip olduðu meslekler askerî, mülkî, idari niteliklerine veya çeþitli bölgelere göre bir düzenleme yapýlmýþtýr. Hür, âkil ve ergin erkeklerden oluþan âkile listesi deftere yazýlýnca, bunlara "Dîvân" adý verildi. Bazý müellifler dîvan uygulamasýnýn Hz. Peygamber´in Müstalik oðullarý gazâsýndan sonra, ganîmetlerdeki devlet hissesi olan humus´u (beþte bir) idare etmek üzere Mahmiye bin Cez´i tayin etmesiyle baþladýðýný söylerler. Hanefîlere göre, diyet yükümlüsü, suçlu dîvan ehlinden ise, dîvandýr. Bu durumda, diyet taksidi dîvan üyelerinin atâ veya rýzýklarýndan (maaþ) kesilir. Hz. Ömer´in uygulamasý bu þekilde olmuþtur. Eðer suçlu dîvan üyesi deðilse bunun âkilesi, kabilesi, hýsýmlarý ve ödeme gücünü aþan tazminatlarda yardýmlaþacaðý diðer kimselerdir. Kendi kabilesi diyeti ödemeye yeterli olmazsa asabe sýrasýna göre en yakýn nesep hýsýmlarý buna ilave edilir. Ancak buluntu çocuk, harbi ve zimmî gibi âkilesi olmayanýn âkilesi beytül-mâl´dir. Suçu iþleyen de âkileye dahildir. Ancak suçlunun eþi, babalarý ve oðullarý âkileye girmez. Kadýnlar, küçük çocuklar ve akýl hastalarý, âkile kapsamý dýþýndadýr. Çünkü âkilenin diyeti yüklenmesi teberrü niteliðindedir. Bu sonuncular ise teberrü ehlinden deðildir (el-Kâsânî, Bedâyiu´s-Sanâyi´, 2. baský, Beyrut 1394/1974, VII, 255 vd.; el-Meydânî, el-Lübâb, týpký basým, Ýstanbul t.y., III, 178 vd.; ez-Zeylaî, Nasbu´r-Râye li Ehâdisil-Hidâye, I. baský, y.y., 1393/1973, IV, 398; Muhammed Hamidullah, Ýslâm´a Giriþ, Ankara 1961, . 200 vd.; "Âkile" maddesi).

Muhammed Hamidullahýn sigortaya yaklaþýmý þöyledir: Sigorta prensip olarak her bir kiþinin yükünü azaltmak amacýyla mümkün olduðu kadar çok kimse üzerine bir tek kiþinin yükünün daðýtýlmasý demektir. Ýslâm, sermayeye dayanan sigorta þirketleri yerine, mütekabiliyet ve iþbirliði ile zirvesinde merkezi hükümetin bulunduðu birimlerin oluþturacaðý bir sigorta modelini öngörmüþtür. Böyle bir yardýmlaþma kurumu, oluþacak sermaye birikimini ticaret iþinde kullanabilir. Saðlanan gelirler artýnca, artýk sigorta mensuplarý prim ödemekten muaf tutulabileceði gibi, kendilerine dönem sonlarýnda kâr daðýtýlmasý bile söz konusu olabilir. Ýþte böyle bir yardýmlaþma kurumuna prim ödeyerek üye olan kimse, karþýlaþacaðý yangýn, sel felâketi, trafik kazasý gibi her çeþit rizikolara karþý sigortalý sayýlýr.

Ancak sigorta edilenlerin ödediði prim oranýna göre kârdan pay almadýklarý sermaye sigortalarý bir çeþit þans oyunu özelliði taþýdýklarý için, Ýslâm´da hoþ görülmezler" (Muhammed Hamidullah, a.g.e., s. 201, 202).

Sigorta Akdinin Ýslâm Dünyasýna Girmesi ve Bu Konuda Yapýlan Ýlk Araþtýrma:

Günümüz Ýslâm hukukçularýndan önceki nesil içinde, sigorta konusunu ve bunun Ýslâmî hükmünü ilk araþtýran hukukçu Ýbn Âbidîn (ö. 1252/1836) olmuþtur. Çünkü sigorta yöntemi hicrî onüçüncü yüz yýla kadar doðu ülkelerinde bilinmiyordu. Bu yüz yýlda Avrupa sanayi kalkýnmasýna paralel olarak doðu ile batý arasýndaki ticaret baðý güçlendi. Bu arada ithalatla ilgili sözleþmeleri yapmak üzere Ýslâm ülkesinde bulunan yabancý ticaret temsilcileri (müste´men-pasaportlu yabancý gayri müslim) aracýlýðý ile Avrupa´dan ithal edilen mallarýn sigorta edilmesi yoluyla bu müessese Ýslâm dünyasýna girmiþ oldu. Bu temsilciler ithal edilecek mallar üzerine yapýlan deniz sigortasýndan baþlayarak sigortayý Ýslâm ülkelerine getirmiþ oldular. Ýbn Âbidin sigorta akdini "Kitabül-Cihâd" bölümünde ve "Müste´men (pasaportlu yabancý gayri müslim)" konusu içinde incelemiþtir. Çünkü bu akdi yapan yabancý gayri müslim tüccarlara bu ad verilir.

Ýbn Âbidîn´e göre deniz araçlarý ile nakil sýrasýnda helâk olan eþyanýn tazmini için yapýlan deniz sigortasý caiz olmayýp, aþaðýdaki üç sebepten ötürü, helâk olan sigortalý malýn bedelini almak caiz deðildir.

1. Sigorta akdi þer´an gerekti olmayan bir þeyi borçlanmaktýr. Ýslâm´da bir þeyi tazminle yükümlü tutulabilmek için, dört tazmin sebebinden birisinin bulunmasý gerekir.

a. Zararýn haksýz bir fiille olmasý. Öldürme, yýkma ve yakma.

b. Malýn telefine sebebiyet vermek. Umuma ait bir yola izinsiz olarak çukur açmak ve buraya düþen bir insan veya hayvanýn telefine sebep olmak gibi.

c. Emanet sayýlmayan þeye el koymak. Gasp, hýrsýzlýk, satýlan malýn satýcýnýn elinde iken telef olmasý gibi.

d. Kefâlet sözleþmesi yapmak. Sigorta þirketi, meydana gelen zararý ne haksýz bir fiil ile meydana getirmiþ; ne malýn telefine kendisi sebep olmuþ; ne zarara uðrayan mala emin sýfatýyla el koymuþ ve ne de bu zarara kefil olmuþtur.

2. Sigorta akdi, ücret karþýlýðý emânetçilik yapanýn, emânet býrakýlan mal helâk olunca, bu malý tazmin etmesi niteliðinde de deðildir. Çünkü mal sigorta þirketine teslim edilmemiþ olup, belki gemi sahibinin elindedir. Ancak gemi sahibi ayný zamanda sigorta eden durumunda ise, bu takdirde emanetçi deðil ortak iþçi (müþterek ecir) olur. Emânetçi veya ortak iþçi ise kaçýnýlmasý mümkün olmayan zararý tazminle yükümlü tutulmazlar. Ölüm, yangýn ve batma gibi.

3. Sigorta, zarara maruz býrakmanýn tazmini kabilinden deðildir. Çünkü aldatanýn zarar riskini bilmesi; aldatýlanýn ise bunu önceden bilmemesi gerekir. Sigorta þirketi tüccarý aldatmayý kasdetmez; meselâ, bir geminin denizde batýp batmayacaðýný önceden bilemez. Ancak, sigorta þirketi ve sigorta yaptýran tüccar hýrsýzlýk, yol kesme gibi yol riskini önceden biliyorsa, sigortanýn zararý tazmini caiz olur. Fakat sigorta akdi buna tam olarak uymaz. Meselâ, bir kimse diðerine "Þu yoldan git. Eðer malýn gasp edilirse ben tazmin edeceðim" dese; zarar meydana gelirse, tazmin etmesi gerekir. Çünkü bu durumda, mal sahibi ile kefâlet sözleþmesi yapmýþ olur (Ýbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, Mýsýr, t.y., III, 273 vd. Ýstanbul 1985, IV, 170 vd.; ez-Zühaylî, el-Fýkhul-Ýslâmî ve Edilletüh, Dimaþk 1405/1985, IV, 443 vd.).

Ýbn Âbidîn´in sigortacýdan tazminat almanýn caiz olmadýðý görüþünü dayandýrdýðý esas, bundan ibarettir. Özetlersek, sigortacý bu akit ile, borçlu olmadýðý bir þeye borçlanmaktadýr. Temelde o, kendisine bir þey emânet (vedia); âriyet veya kira akdi ile býrakýlan kimse gibidir. Bunlarýn ise kastý, kusur veya ihmali olmaksýzýn meydana gelecek zararý tazmin sorumluluðu yoktur. Burada tazmin sorumluluðu akde konsa bile, bu þart geçerli olmaz.

Diðer yandan müslümanýn yabancý ülkedeki bir sigorta þirketi ile akit yapmasý Ýbn Âbidin tarafýndan caiz görülmüþtür. Buna göre, müslüman bir tüccar, dârul-harpteki bir sigorta þirketi ile sözleþme yapsa, telef olan malýnýn sigorta bedelini, dârul-Ýslâm´da sigortacýnýn vekilinden alsa bu mümkün ve caiz olur. Çünkü dârul-harpte harbi ile yapýlan böyle bir akit, sonuç doðurmaz; sigorta bedelini onun rýzasý ile almýþ sayýlýr. Bir müslüman dârul-harpteki bir gayri müslimle ortaklýk tesis etse, sigorta iþlemlerini bu gayri müslim yapsa, zarar halinde, Ýslâm ülkesine gönderilen sigorta bedelini müslüman ortaðýn almasý caiz olur. Çünkü sigorta akdi darul-harpte ve iki harbi arasýnda yapýlmýþ sayýlýr. Onlarýn malý kendi istekleri ile müslümana gönderilmiþ olur (Ýbn Âbidîn, a.g.e., IV, 170).

Sigorta ile Ýlgili Yeni Bir Fetvâ

Mekke þehrinde 4.4.1397/1977 tarihinde, Abdullah b. Humeyd´in baþkanlýðýnda Muhammed Ali el-Harekân, Abdülaziz b. Baz, Muhammed b. Abdillah es-Sabil, Sâlih b. Asimeyh, Muhammed Reþid Kabanî, Mustafa ez-Zerkâ, Muhammed Reþidî, Abdülkuddüs el-Hâþimî en-Nedvî ve Ebû Bekir Gümî´den oluþan fýkýh heyeti, sigorta konusunu incelemiþ ve heyet Mustafa ez-Zerkâ hariç, sigortanýn bütün çeþitlerinin caiz olmadýðýna karar vermiþtir.

Bu kararýn özeti þöyledir:

1. Sigorta akdi kararý (riskli aldanma) kapsar. Çünkü sigortalý çoðu kere ne kadar prim vereceðini ve ne kadar sigorta bedeli alacaðýný bilmiyor. Belki bir iki taksit prim ödedikten sonra, zarar meydana gelir ve sigortalý malýn tüm bedelini alýr. Belki de bütün taksitleri ödediði halde, malý helâk olmadýðý için hiç bir þey alamaz.

2. Sigorta, kumarýn bir çeþididir. Çünkü sigorta þirketinin, meydana gelen zararda hiçbir rolü yoktur. Buna raðmen mal helâk olursa sigorta bedelini vermektedir. Veya hiç zarar meydana gelmeyince, bedelsiz olarak taksitleri almýþ olmaktadýr.

3. Sigorta fazlalýk ve nesie ribasýný kapsamýna alýr. Çünkü sigorta, sigortalýya ödediði primlerden fazlasýný verirse fazlalýk ribasý ve para mübadelesinin vadeli olmasý yüzünden de nesie ribasý söz konusu olur.

4. Sigorta akdinde bedelsiz olarak baþkasýnýn malýnýn alýnmasý söz konusudur. Bu da; "Ey iman edenler, mallarýnýzý aranýzda haksýz yere yemeyiniz" (en-Nisâ, 4/29) âyetinin yasak kapsamýna girer.

Sonuç olarak sigortanýn hükmü üzerinde þunlar söylenebilir:

Ýslâm hukukunda sözleþme tiplerý sýnýrlayýcý bir þekilde vahiy ve Sünnetle belirlenmemiþtir. Nass´larda belirlenen akit tipleri yanýnda "akit serbestliði" prensibi geçerlidir. Ancak yapýlan akit ve sözleþmenin kapsamý, Ýslâmla çeliþmemelidir. Bu konuda þu hadisler genel düzenlemeyi yapar: "Müslümanlar kendi aralarýnda belirledikleri þartlara uyarlar. Ancak helalý haram, haramý helal yapan þart müstesnadýr" (Buhârî, Ýcâre,14; Ebû Dâvud, Ýcâre, 12; Tirmizi, Ahkâm, 17); Allah´ýn kitabýnda olmayan her þart batýldýr" (Nesaî, Talâk, 31; Büyü´, 85).

Bu duruma göre, ticari amaç dýþýnda üyelerinin karþýlaþacaðý, tek baþýna üstesinden gelemeyecekleri sýkýntý ve felâketlerin yükünü paylaþmak veya mensuplarýna tedavi, mesken, emekli maaþý gibi imkanlar saðlayan yardýmlaþma kurumlarýnýn meþrû olduðunda þüphe yoktur. Ancak bu gibi yardýmlaþma kurumlarýnýn kendi iç bünyesindeki iþleyiþinin de Ýslâmî ölçülere göre düzenlenmesi gerekir. Böyle bir sandýk veya kurumun üye prim ve aidatlarýndan oluþan ana parasýnýn iþletilmesi, ticaret ve sanayi yatýrýmlarýnda nemalandýrýlmasý mümkün ve caizdir. Böylece, üyelerine daha iyi imkanlar saðlamasý gerçekleþir. Ancak ana parayý iþletmeye gerek olmaksýzýn, mevcut mal varlýðýndan üyelerin yararlandýrýlmasý da mümkündür. Üyelerin yararlanma miktar ve süreleri önceden bilinmediði veya belirlenmediði ya da aileden aileye farklýlýk gösterdiði için, böyle bir sigorta akdinin "fasit inan þirketi" niteliðinde olmasý gerekir. Burada her üye gerçekte kuruma ödediði toplam prim kadar ortaklýk hissesine sahip olur, kâr ve zarara da bu oranda katlanýr. Ancak sigortadan kendi toplam hissesinden daha fazla pay almasý halinde diðer pay sahipleri bu fazlalýðý ona teberru etmiþ sayýlýrlar, böylece karþýlýklý yardýmlaþma ve teberrulaþma yoluyla sigorta þirketi varlýðýný sürdürmüþ olur. Ýþtirakçiler böyle bir sisteme girmekle bu muhtemel sonuçlarý da önceden kabul etmiþ olurlar. Bazan da toplum fertleri kendiliðinden, devletin düzenlediði böyle bir teþkilat kapsamýna girmiþ olurlar. Sigorta sisteminin kendi iç iþleyiþinde Ýslâm´la çeliþen muameleler bulunmadýðý sürece, katýlým paylarýnýn farklý oluþu veya farklý tazminat alýmlarýnýn gerçekleþmesi sonucu deðiþtirmez. Bunun delili muvâlât akdi ile âkile sisteminin Ýslâm´da meþrû sayýlmasýdýr.

l. Muvâlât akdi: Bu akit, ailesi bilinmeyen, buluntu bir çocuðun, baþka birisi veya kendisini bakýp yetiþtiren kimse ile þu þekilde anlaþmasýdýr: Karþý taraf çocuðun akitle velisi olacak; çocuk tazminat gerektiren bir suç iþlerse bu tazminatý, himaye eden ödeyecek. Buna karþýlýk da çocuk ileri ki hayatýnda mirasçý býrakmadan ölürse ona mirasçý olacaktýr. Hz. Ömer, Ali ve Abdullah b. Mes´ud´un benimsediði bu görüþ Hanefilerce benimsenmiþtir (ez-Zühayli, el-Fýkhul-Ýslâmî ve Edilletüh, Dimaþk 1405/1985, VIII, 283, 284). Burada, buluntu çocuk ömür boyu tazminatý gerektiren bir suç iþlememesi halinde, himaye eden onun mirasýný bedelsiz olarak alacak, diyet ödemek zorunda kalýr ve buluntu çocuðun mirasçýsý da olursa, ödediði diyet karþýlýksýz kalacaktýr.

2. Âkile sistemi. Diyet tazminatý ile yükümlü olabilen belirli hýsýmlar veya bir divana üye olan kimseler de kendi paylarýna düþen tazminatý bir bedel karþýlýðýnda ödemezler. Daha sonra bu tazminat paylarýný suçu iþleyene rücû etmek suretiyle alma imkâný da bulunmaz. Divan üyelerinin aylýk veya yýllýk olarak önceden bir katýlým payý ödemeleri halinde, günümüzdeki yardýmlaþma sigortalarýnýn benzeri gerçekleþmiþ olur. Hz. Ömer döneminde böyle bir uygulamanýn baþlatýldýðýný yukarýda belirtmiþtik.

Ancak bir kiþi veya þirketin kâr amacýyla kurduðu yangýn, sel, kaza vb. sigortalar gerek ana paranýn iþletilmesinden doðan gelirin katýlýmcýlara yansýtýlmamasý ve gerekse kaza olmamasý halinde ödenen primlerin karþýlýksýz kalmasý yüzünden yardýmlaþma sigortalarýndan farklý yapýya sahiptir. Çünkü burada sigortalý her yýl, sigorta þirketine belli bir meblað öder. Malý, bir âfet sonucunda telef olursa bedelini þirketten alýr. Böylece kumar oynayan kimse gibi kazanmýþ olur. Aksi takdirde ise þirkete ödediði taksitler boþa gitmiþ olur. Baþka bir açýdan riba iþlemi gerçekleþir. Çünkü verdiðinden daha fazlasýný alma amacýyla sigorta þirketine para yatýrýlýr.

Diðer yandan böyle bir sigorta þirketi bütün katýlýmcýlarýn ortaklýðý ile kurulduðu takdirde "yardýmlaþma sigortasý" halini alabilir. Bu takdirde elde edilecek gelir bütün ortaklara ait olacaðý için bu, mümkün ve caiz olur.

Nitekim Sudan´da kaza sigortasý zorunlu hale getirilince Hartumlu þoförler kendi aralarýnda bir yardýmlaþma sigortasý kurmuþlar, hem sigortalý ve hem de sigortacý olmuþlardýr (bk. ez-Zerka-en-Neccâr, Ýslâm´a Göre Faizsiz Banka, Kalkýnma ve sigorta, Terc. Hayreddin Karaman, Ýstanbul 1976, s. 216). Ancak bu þekilde yardýmlaþma sigortalarý gerçekleþinceye veya Devletin organizesi ile ticaret amacý dýþýnda genel bir sigorta sistemi oluþuncaya kadar, zaruret olan durumlarda sigorta mübah hale gelir. Bu takdirde de kendi iç bünyesinde ana parasýný iþletmede Ýslâmî usullere uyan sigorta tercih edilmelidir.

Bununla birlikte, küfür diyarýnda kurulmuþ bir sigorta þirketinden tazminat alýnabileceði gibi; Ebû Yusuf ve Ýmam Muhammed´e göre, Ýslâm hükümleri uygulanmayan bir ülkede gayri müslimlerin veya irtidat ehlinin kurduðu bir þirketten sigorta tazminatýnýn alýnmasýnda da bir sakýnca yoktur.

 


radyobeyan