Ýslam Kavramlarý M-Z
Pages: 1
Nur By: armi Date: 14 Mart 2010, 16:51:01

NÛR





Iþýk, aydýnlýk, ziya, parlaklýk; þan, þeref; eþyayý ortaya çýkaran ve onun gerçekliðini gözler tarafýndan görünür kýlan. Çoðulu "envâr"dýr. Ziyâ kelimesiyle eþ anlamlý olduðu kabul edilir. Ancak, bu iki kelime arasýnda ifade ettikleri þeyler açýsýndan bazý farklýlýklar ileri sürülmüþtür. Parlaklýðý bizzat kendinden olan cisimlerin yaydýðý ýþýklara ziyâ; baþka bir ýþýk kaynaðý vasýtasýyla parlak olan cisimlerin saçtýðý ýþýða ise nûr denilmektedir. Bu taným, þu ayeti kerimeye dayandýrýlmaktadýr: "Güneþi, ýþýklý (ziyalý) ayý nurlu kýlan... (Yunus,10/5). Bu ayeti esas alan bazýlarý, ziyanýn, nurdan daha kuvvetli bir anlamý olduðunu iddia etmiþlerdir.

Iþýk olarak nûr ile ziyâ arasýnda bir ayýrým yapýlmadan, Kozmoðrafya ve fizikle ilgilenen bilim adamlarý tarafýndan bir takým çalýþmalar yapýlmýþ ve ýþýða has özellikler tesbit edilerek cisimlerle olan iliþkileri açýklanmaya çalýþýlmýþtýr. Bu konudaki çalýþmalarýn en mühimi Ýbnul-Haysem´in optik ilminden bahseden Kitâbul-Menâzir´idýr. Ýbnul-Haysem, ýþýk açýsýndan cisimleri iki grup olarak deðerlendirmektedir. Bunlardan biri, parlaklýðýnýn kaynaðý bizzat kendisi olan cisimler (güneþ, yýldýzlar ve ateþ gibi) ve karanlýk olan cisimler. Karanlýk cisimler ise kendi arasýnda saydam, yarý saydam ve saydam olmayanlar gibi bir tasnife tabi tutulurlar.

Aydýnlýðý bizzat kendisinden olan cisimlerin ýþýðý onlarýn cevherî bir vasfýdýr. Karanlýk olup, baþka bir kaynaktan gelen ýþýðý yansýtan ve bu yüzden parlak olan cisimlerin bu durumu, onlar için arazdýr. Ancak ýþýk, her iki durumda da karþýsýnda bulunan cisimleri aydýnlatýr.

Kazvînî de, bir kýsmýný kozmoðrafyaya tahsis ettiði, Âcâibu´l-Mahlukât ve Garaibu´l-Mevcudât" isimli eserinde konuyla ilmî olarak ilgilenmiþ ve bazý deneylere dayanarak ýþýðýn özellikleri hakkýnda bir takým çýkarýmlarda bulunmuþtur.

Nûr (ýþýk) kavramý, antik çaðlara ait mitolojilerde, efsanelerde, gerçek ve batýl dinlerde etkileyici bir unsur olarak yaygýn bir þekilde kullanýlmýþtýr. Ayrýca, mistik ve metafizik ile ilgili açýklamalarda, ilahiyât ve kozmolojide, nûr-ýþýk-aydýnlýk motifi sürekli iþlenmiþtir.

Nûr, bazan sadece fizikî anlamda, bazan da esrarlý bir remz, bir sembol olarak kalp ile algýlanan mecazî anlamda kullanýlýr. Mecazî olarak kullanýldýðýnda; nitelediði kiþiyi, nesneyi yüceltir. Ona bir kutsiyet kazandýrýr. Bunun içindir ki, dinî olarak önemli ve büyük kabul edilen þahýslar ýþýklý, nurlu bir çerçeve içerisinde telakki edilerek insanüstü vasýflarla nitelenirler. Bazý dinler ve felsefî inançlar tamamen nûr motifi üzerine kurulmuþlardýr. Bunlardan birisi Maniheizm olup, bu inanýþa göre evren deki bütün varlýklar aydýnlýk ve karanlýk (nûr ve zulmet) karþýtlýðý üzerine kurulmuþtur. Nûr iyiliðin, zulmet de kötülüðün sebep ve kaynaðýdýr. Evren bu karþýtlýðýn mücadele alanýdýr ve iki güç arasýndaki savaþ kesintisiz olarak devam eder. Bu taným, ayný þekilde Mecusîliðin dualist (iki tanrýlý) inancýyla da uyum içerisindedir. Zaten onlar iyilik tanrýsýný sembolize eden ve bir ýþýk kaynaðý olan ateþe tapmaktaydýlar (bk. Mecusilik mad.).

Bazý batýlý filozoflar ve onlarýn Ýslâm dünyasýndaki uzantýlarý olan felsefeciler, çoðu zaman varoluþu ve bu varoluþun evrelerini ýþýk kavramý üzerine oturturlar. Allah´ýn varlýðýný ve zatýný, vahyin dýþýnda, aklý kullanarak izah etmeye çalýþanlar, ilahlýðý ýþýkla veya ýþýðýn akýlla olan iliþkileriyle tanýmlama yoluna gitmiþlerdir. Böyle bir inanç sisteminin temelleri Platon tarafýndan atýlmýþ ve Aristo tarafýndan oldukça tekâmül ettirilmiþtir. Batýlý filozoflar tarafýndan geliþtirilen metafizik ve ilahiyata dair bu nazariyeler pek az deðiþiklikle onlarýn uzantýlarý olan Farabî ve Ýbn Sina tarafýndan iktibas edilmiþtir. Onlar, ýþýk inancýný akýl ile baðlantýlý olarak kullanmýþlardýr. Farabî, Akl´ýn ýþýðýný ele alýrken bir çok eþ anlamlý kelimeler kullanmýþtýr. Ýbn Sina, Farabî´nin açýklamalarýný geniþletmiþ, onun ilahiyatýndaki ýþýk kavramýný ruh ile beden arasýnda bir birleþme olarak telakkî etmiþtir.

Sûfîler de, nûr (ýþýk) terimini yaygýn bir þekilde kullanmýþlardýr. Bunlardan bazýlarý, Kur´an-ý Kerîm´de geçen ve Allah Teâlâ´nýn yüklediði anlamlar çerçevesi içerisinde kalmýþ; diðer bazýlarý da doðu ve batýdaki nûr (ýþýk) akidelerinin tesiri altýnda kalarak farklý mecralarda yol almýþlardýr.

Burada, salt ýþýk akidesi üzerine kurulmuþ felsefi bir ekol olan ve Mecusîliðin nûr-zulmet akidesinin tesiri kadar, batýlý filozoflarýn ýþýk inançlarýnýn tesirinde de kalarak ortaya çýkan Ýþrâkîlikten bahsedilmesi gerekmektedir. Ýþrâkîliðin kurucusu, Eyyûbîler devrinde yaþamýþ olan ve yaydýðý düþünceler Ýslâm akidesiyle çeliþtiði için Halep´te 1191 yýlýnda idam edilen Þihabüddin Sühreverdî´dir. O, Ýþrakî doktrinini oluþtururken, Ýbn Sina´yý ve Ýslâm öncesi Pisagorculuk, Eflatunculuk ve Hermetizm esaslarýný kaynak almýþtýr. Ancak onun felsefesi bu felsefeyi temellendiren kaynaklarýn çokluðuna raðmen, eklektik bir felsefe olarak nitelendirilmekten uzak olup, orijinal özelliklere sahiptir. Meþþaî ekolün, hakikatýn akýl yoluyla keþfine önem vermesine karþýlýk; o, gerçeðin ancak sezgi yoluyla kavranabileceði tezini ileri sürmüþtür.

Ýþrâk kelimesi Arapça´da hem doðu hem de aydýnlarýma ve ýþýk alemiyle alakalýdýr. Sühreverdî, Kosmosun gerçekliðini açýklamaya çalýþýrken bu iki anlamý iç içe kullanmýþtýr. O, coðrafî Doðu-Batý yatay çizgisini dikey boyuta çevirir. Bu onun felsefesinde kutsal coðrafyayý oluþturur. Doðuyla kastedilen; madde ve karanlýktan tamamen soyutlanmýþ, dolayýsýyla fanî gözlere görünmeyen saf ýþýklar veya baþ melekler alemidir. Batý ise, madde ve karanlýklar dünyasýdýr. Orta batý da, ýþýðýn karanlýklarla karýþýk olduðu görünür semalardýr.

Sühreverdî´ye göre varlýðýn gerçekliði, çeþitli yoðunluk derecelerine sahip olan ýþýktan baþka bir þey deðildir. Ona göre, hakikatýn cevheri olan nûr´un tanýmlanmasý mümkün deðildir. Bu, ýþýktan daha açýk ve belirgin bir varlýðýn mevcud olmayýþýndan dolayýdýr. Iþýk ise, tüm eþyanýn açýk ve belirgin hale gelmesinin yegane sebebidir. O, varlýðý incelerken bir ýþýklar hiyerarþisi tesbit eder. Iþýklar ýþýðý (nurul-envar) dediði saf ýþýk; ýþýðýnýn yoðunluðu ve parlaklýðý sebebiyle gözlerin idrak edemeyeceði, kör edici ilahî zattýr. Bu ýþýklar ýþýðý tüm varlýðýn kaynaðýdýr: Ve mevcudatýn gerçeklik boyutlarý, ýþýk ve karanlýðýn derecelerinden baþka bir þey deðildir.

Iþýklar ýþýðýndan sonra, sýrasýyla melekler hiyerarþisini ve sonuçta þuhûd âlemini (görünen varlýk), ayný ýþýk sembolizmini kullanarak açýklar. Sühreverdî, bu konuda da Ýslâmî anlayýþtan tamamen soyutlanmýþ olarak hareket eder. Madde âlemini incelerken, madde âleminin arketipleri olan melekleri sýralar. Bu ise Mazdekî melek anlayýþýnýn aþaðý yukarý aynýsýdýr. Ayrýca bu, yýldýzlara tapan putperestlerin yýldýzlar için tayin ettikleri arketipler olan meleklerden pek de farklý deðildir. Sühreverdî´nin ortaya koyduðu ve baðlýlarýnýn geliþtirdiði Ýþrâkî felsefe, bazý sûfî akýmlar ve felsefi ekoller üzerinde derin tesirler býrakmýþtýr.

Nûr kavramý Kur´an-ý Kerîm´de bazan salt fizikî anlamda; çoðu zaman da Kalbî-ruhî gerçekleri ifade etmede mecâzî anlamlarda kullanýlmaktadýr. Kur´an-ý Kerîm, vahyin dýþýnda ve onunla zýtlaþacak bir biçimde þekillenen bütün düþünce ve sistemleri, "zulumât" (karanlýklar) olarak nitelendirmektedir. Bunun karþýsýnda ise ilahî vahyin nuruyla aydýnlanmýþ tevhid çizgisi üzerinde uzanan yol bulunmaktadýr. Ayetlerde bu yol "nûr" olarak nitelenmektedir. Ayetlerdeki kullanýmý dikkate alýndýðýnda, hidayeti içeren ve kurtuluþa götüren her þeyin nûr olarak adlandýrýldýðý görülmektedir. Allah Teâlâ her þeyi aydýnlatan ve varlýðý, rahmet nûruyla kuþatan bir nûrdur. Kur´an-ý Kerim ve onu getiren peygamber; insanlarý þirkin, putperestliðin cahilî hayatýn karanlýðýndan kurtarýp hidayet aydýnlýðýna ulaþtýran bir nûrdur. Nûr suresinde Allah Teâlâ þöyle buyurmaktadýr:

Allah göklerin ve yerin nurudur. O´nun nuru içinde ýþýk bulunan bir kandil yuvasý gibidir. Kandil cam içindedir. Cam da sanki inci gibi parlayan bir yýldýzdýr. Ne tam doðuda ne de tam batýda olan mübarek bir zeytin aðacýnýn yaðýyla tutuþturulur. Yað neredeyse ateþ deðmeden bile tutuþup ýþýk verecek kadar saf ve parlaktýr. Bu, nûr üstüne nûrdur. Allah dilediðini nûruna kavuþturur. Allah insanlara misaller verir. Allah herþeyi çok iyi bilendir" (en-Nûr, 24/35).

Müfessirler bu ayeti tefsir ederlerken Allah Teâlâ´nýn, nûr ile vasfedilmesini iþrâkîlerin ve bazý sûfilerin yaptýðý gibi gizemli ve batýnî yorumlarla deðil, lafýz ve manasýndaki i´câzý gözönünde bulundurarak açýklamýþlardýr.

Bu ayet sýnýrsýz olaný sýnýrlý olan insan idrakine yakýnlaþtýrmak için bir örnektir. Göklerde ve yerlerde bulunan bütün varlýklarý aydýnlatan, dilediðini nûruyla hidayete erdiren Allah Teâlâ kastedilmektedir. Yoksa iþrakilerin ve diðerlerinin iddia ettiði gibi Allah Teâlâ´nýn zatýnýn, nûr olduðunu söylemek sapýklýktýr. Allah Teâlâ, nûrun yaratýcýsý ve var edicisidir:

"Hamd gökleri ve yeri yaratan, karanlýklarý ve aydýnlýðý (nûru) var eden Allah´a mahsustur" (el-En´am, 6/1).

Ayetin müteþabih olduðu gayet açýktýr. Bu çerçevede deðerlendirildiðinde, ayette, mucizevî bir ifade ile Allah Teâlâ´nýn, bütün kâinatý ortaya çýkaran, insanlara bunun varlýðýný gösterip idrak ettiren, varlýða dair gerçekleri onlara bildiren, kalbleri huzura kavuþturan ve dilediðine hidayet yolunu açan gerçek Rab olduðu gerçeðinin kastedilmiþ bulunduðu açýða çýkmaktadýr. Bu kelime Allah hakkýnda dar ve sýnýrlý anlamýyla deðil, ancak mutlak anlamýyla kullanýlabilir. Yani yalnýzca o, tezahürün, görünmenin, ortaya çýkmanýn gerçek ve asýl nedenidir; aksi halde kâinatta karanlýktan baþka hiç bir þey olmaz. Ýþýk veren ve baþka þeyleri aydýnlatan her þey, ýþýðýný ondan alýr. Hiç bir þeyin ýþýðý kendinden deðildir.

Nûr kelimesi, "bilgi" anlamýnda da kullanýlýr. Dolayýsýyla, cehalete "karanlýk" denir. Allah, bu anlamda da kainatýn nûrudur. Çünkü, hakikat ve hidayetin bilgisi yalnýzca O´ndan gelir. O´nun nûruna baþvurmadan, dünyada karanlýkla cehalet ve neticede kötülük ve þerden baþka bir þey olmayacaktýr (Mevdudî, Tefhimu´l-Kur´an, Ýstanbul 1986, III, 488).

Ayetteki; "O´nun nurunun misali..."cümlesi, "Allah göklerin ve yerin nurudur" ifadesinden doðabilecek bir yanlýþ anlamayý ortadan kaldýrmaktadýr. Burada Allah için "nûr" kelimesinin kullanýlmasý, hiç bir zaman O´nun zatýnýn nûr olduðu anlamýna gelmez. Nûrun kaynaðý olarak mükemmelliðinden dolayý, Allah´a "nur" denilmiþtir. Ayetin baþýnda yer alan "Allah göklerin ve yerin nûrudur" anlamýndaki "Allahu nurissemavâti vel ard " nazmýnýn delâletiyle, Ýslamî kaynaklarýn tamamýnda, ayetten baðýmsýz olarak kullanýldýðý zaman, bu cümle ile mutlak anlamda Allah Teâlâ´nýn kastedildiði anlaþýlýr.

Allah Teâlâ için kullanýlan "nûr" kelimesinden; her þeyi kuþatan ve aydýnlatan, vahyinin ve o vahyin içerdiði kurtuluþ ve gerçek iç aydýnlýðýnýn kastedildiðini belirten ayetler vardýr. Bir ayet -i kerimede Allah Teâlâ þöyle buyurmaktadýr:

"Onlar aðýzlarýyla Allah´ýn nûrunu söndürmek isterler. Kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktýr" (et-Tevbe, 9/32; es-Saf 61/8). Buradaki nûr, Resulullah (s.a.s)´a vahyedilen Ýslâm´dýr.

Allah Teâlâ, insanlarýn þirkin ve cehaletin karanlýðýndan Ýslâm´ýn aydýnlýðýna ulaþmalarýný saðlamak için, Ýslâm dýþýlýðýn sembolü olan "zulmet" ve Ýslâm´ýn hidayetinin sembolü olan "nûr" kelimelerini bir arada, birbirine kýyaslanabilecek þekilde bir çok ayeti kerimede kullanmaktadýr. Ayrýca, Allah´ýn dinine tabi olmak; zulmetten (karanlýktan) çýkýp nûr (aydýnlýk)a ulaþmak þeklinde ifade edilmektedir:

"Allah, o kitabda rýzasýna tabi olanlarý selamet yollarýna eriþtirir. Onlarý izni ile karanlýklardan aydýnlýða çýkarýr. Ve onlarý doðru yola iletir" (el-Mâide, 5116).

Bazý ayetlerde nûr, Allah´ýn ayetlerini içeren kitablardýr:

"Þüphesiz Biz, içinde hidayet ve nûr bulunan Tevrat´ý indirdik" (el-Maide, 5/44); "Biz, (Meryem oðlu Ýsa´ya) içinde hidayet ve nûr olan Ýncil´i verdik..." (el-Maide, 5/46).

Þu ayeti kerimede olduðu gibi, bazan, Resulullah (s.a.s.)´in özelliklerinden söz eden bir tarzda kullanýlmaktadýr:

"Ey Peygamber! Biz seni, bir þahit, bir müjdeleyici, bir uyarýcý, Allah´ýn izniyle Allah´a davet eden bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik" (el-Ahzâb, 33/45-46).

Diðer bazý ayetlerde de nûr, ahirette dünyadaki iyi amelleri yüzünden mükafatlandýrýlacak kimseler için bir mükâfat olarak zikredilir. Yani o kimseler kýyamet gününde onlarý bütün endiþelerden sýyýran bir nûr´a sahip olacaklardýr. Allah Teâlâ þöyle buyurmaktadýr:

"O gün mümin erkeklerin ve mümin kadýnlarýn nurlarýnýn önlerinde ve saðlarýnda koþtuðunu görürsün. Melekler onlara "Bugün sizin müjdeniz altýndan ýrmaklar akan cennetlerdir..." (el-Hadid, 57/ 12). Allaha ve peygamberlerine iman edenler, iþte onlar gerçekten doðru olanlar ve þehitlerdir. Bunlarýn Rableri katýnda mükafatlarý ve nurlarý vardýr " (el-Hadid, 57/19).

Hadis-i þeriflerde de nûr kelimesinin bazý vahyî gerçekleri ifade etmek için kullanýldýðý görülmektedir. Bu kullaným nitelik olarak Kur´an-ý Kerim´deki kullanýmla uyum içerisinde olup, hiçbir yanlýþ tefsir ve anlamaya sebep vermeyecek bir netliktedir.

Allah´ýn kitabý, içinde hidayet ve nûr bulunan bir kitabtýr. Onun syetleri tabi olanlarý nihaî kurtuluþa ulaþtýrýp nûruyla kalbleri ve gönülleri aydýnlatarak, insanlýðý kötülüklerin karanlýðýndan, hidayet ve aydýnlýða kavuþturur. Resulullah (s.a.s) þöyle buyurmaktadýr:

"Ben size iki þey býrakýyorum. Onlardan biri, içinde hidayet ve nûr bulunan Allah Teâlâ´nýn kitabýdýr. Allah´ýn kitabýndakileri alýn ve ona sýmsýký yapýþýn..." (Ahmed b. Hanbel, IV, 367).

Yine hadisler, Kur´an ayetlerinin kýyamet günü bir nûr olarak onlarý okuyanlarý aydýnlatacaðýný haber vermektedir.

"Kim Allah Teâlâ´nýn kitabýndan bir ayet dinlerse, ona kat kat sevap yazýlýr. Her kim de onu okursa o kimse için o, kýyamet gününde bir nûr olacaktýr" (Ahmed b. Hanbel, II, 341).

Namaz da müminler için bir nûr olarak zikredilmektedir:

"Namaz bir nûrdur. Sabýr da bir ziyadýr" (Müslim, Taharet, 1).

Baþka bir hadiste de; "Gecenin karanlýðýnda namaza yürüyen kimseye Allah Teâlâ onu kýyamet gününde bir nûr olarak o kimseye gönderir" (Darimî, Salat, 133).

Kýyamet gününde nûr, yalnýzca mümin kimselere ait olarak sürekli var olacaktýr. Kâfirlerden farklý olarak, nifaklarýnýn bir cezasý olarak münafýk kimselere bir nûr verilecek; ancak o, kýsa bir süre sonra Cehennem´e yuvarlanmalarýyla sönecektir. Bir hadiste Resulullah (s.a.s) bu durumu þöyle açýklamaktadýr.

"...Mümin veya münafýk her insana bir nûr verilecek, sonra o nûrun peþine takýlacaklar. Cehennem köprüsünün üzerinde bir takým çengeller ve pýtrak dikenleri vardýr. Bunlar Allahýn dilediklerini tutacaklar, sonra münafýklarýn nûru sönecek, müminler kurtulacak. Onlardan ilk zümre yüzleri Bedr gecesinde ay gibi (parlak) yetmiþ bin kiþi olarak hesap görmeden kurtulacaklar, sonra onlarýn arkasýndan gelenler gökteki yýldýz nûrlarý gibi gelip geçecekler..." (Müslim, Ýman, 84).

Nûr kavramý yaradýlýþla alakalý olarak melekler ve Resulullah (s.a.s) için kullanýlan fizik ötesi bir manayý ifade etmektedir. Allah Teâla melekleri nûrdan yaratmýþtýr. Bir hadiste þöyle denilmektedir: "Melekler nûrdan yaratýldý. Cinler ise dumanlý alevden yaratýldýlar. " (Müslim, Zühd, 10):

Aclûnî, Cabir (r.a)´dan þöyle bir hadis nakletmektedir: "Babam anam sana feda olsun ya Resulullah, Allah´ýn eþyadan önce yarattýðý ilk þeyin ne olduðunu bana haber ver" dedim: Resuûlullah (s.a.s) þöyle dedi: Ey Cabir! Allah Teâlâ, eþyayý yaratmadan evvel kendi nûrundan senin nebînin nûrunu yarattý" Bu nûr, Allah´ýn dilediði þekilde onun kudretiyle deveran ediyordu. Bu vakitte, Levh, Kalem, Cennet, Cehennem, Mülk, Sema, Yer, Güneþ, Ay, Cin ve Ýnsan ortalarda yoktu. Ne zaman ki Allah, mahlukâtý yaratmayý diledi; bu nûru dört parçaya böldü. Birinci bölümden kalemi, ikincisinden levh´i, üçüncüsünden de Arþ´ý yarattý. Sonra da dördüncü bölümü tekrar dört parçaya ayýrdý. Bunun ilk parçasýndan Hameletül Arþ´ý, ikincisinden Kürsî´yi, üçüncüsünden de kalan melekleri yarattý. Sonra da dördüncü parçayý tekrar dört kýsma ayýrdý. Bunlarýn ilkinden gökleri, ikincisinden yerleri; üçüncüsünden de Cennet´i ve Cehennem´i yarattý. Dördüncü kýsmý tekrar dörde böldü. Birinci bölümle müminlerin gözlerinin nürunu, ikincisiyle marifetullah (Allah bilgisi) olan kalplerin nurunu, üçüncüsüyle de Kelime-i Tevhidi yarattý". Aclûnî´nin naklettiði bu hadisi Abdurrezzak, Ýbn Cabir´den rivayet etmiþtir. Aclûnî, Mevahib´de de hadisin ayný þekilde rivayet edildiðini kaydetmektedir (el-Aclûnî, Keþful-Hafâ, Kahire t.y., I, 311).

Bu hadis ve diðer bazý hadisler çerçevesinde Arþ´ýn Kalem´den önce yaratýlýþý hakkýnda ihtilaflarýn varlýðý zikredilmiþ ve hadiste geçen nûr´un ne anlama geldiði açýklanmaya çalýþýlarak, yanlýþ bir anlamanýn önüne geçilmek istenmiþtir: "Allah Teâlâ için muhal olduðundan dolayý O´nun nûrundan kastedilen, kelimenin zahirine göre, O´nun zatýyla kaim olan bir nûr deðildir. Çünkü nûr ancak cisimlerle birlikte var olabilir. Burada kastedilen, Muhammed´i, nûrundan önce yaratýlmýþ bir nûrdan varettiðidir. Buna ek olarak þu ihtimal de eklenebilir. Muhammed´i yarattýðý nûr, O´nun zatýdýr. Ancak bu, Muhammed´in yaratýldýðý nûrun madde olduðu anlamýnda deðildir. Aksine Allah Teâlâ´nýn, hiç bir þeyi aracý kýlmadan, nûru yaratmasý hakkýndaki iradesine iliþkin bir manasý vardýr (Aclûnî, 312).

Bu açýklama, iþrakîlerin, maddî nûr anlayýþý ile ilahî gerçekliði ortaya koymalarý felsefesinin çarpýklýðýný da göstermektedir. Allah Teâlâ´nýn her türlü yakýþtýrmalarýn ötesinde olduðu, Kur´anî ve mutlak bir gerçektir. Ve onun zatýnýn gerçekliði, insan aklýnýn kavrayabileceði sýnýrlarýn çok ötesindedir.

Bu hadislere dayanan bazý sûfilerin Muhammedî nûr´un intikali hakkýnda ileri sürdükleri þeyler, akli verilere dayanmakta olup; mesnedten yoksundurlar. Ayný zamanda nübüvvetin devamýný niteleyen nûr-i Muhammedî´nin Resulullah´tan sonra masum imamlar yoluyla Ehl-i beyt´te devam ettiðini iddia etmenin de hiçbir tutarlý dayanaðý yoktur.

Nûr, Allah Teâlâ´nýn elinde olan ve dilediðini delalete, sapýklýða düþmekten kurtardýðý ve onunla insanlarý hidayete erdirdiði ilâhî bir hakikattýr. Allah Teâlâ þöyle buyurmaktadýr:

"Veya inkâr edenlerin amelleri derin bir denizdeki karanlýklara benzer. Bir deniz ki, onu üst üste dalgalar örtmüþ dalgalarýn üstünden de bulutlar, bir biri üstüne yýðýlmýþ kat kat karanlýklar, insan elini çýkaracak olsa neredeyse onu bile göremeyerek. Her kime ki, Allah nûr vermedi, artýk onun nûru yoktur" (en-Nûr, 24/40).


radyobeyan