Hanefi Fýkhý
Pages: 1
Cihad By: neslinur Date: 02 Mart 2010, 21:55:06
Reddü´l Muhtar / Cihad

CÝHÂD BAHSÝ

GANÝMET VE TAKSÝMÝNE DAÝR MESELELER BEYANINDA BÂB.

GANÝMETÝN NASIL TAKSÝM EDÝLECEÐÝ BEYANINDA FASIL

KÂFÝRLERÝN BÝRBÝRÝNÝ VEYA BÝZ MÜSLÜMANLARIN MALLARINI ÝSTÝLÂLARI BEYANINDA BÂB.

MÜSTEMÝNÝN HÜKÜMLERÝ BÂBI

KÂFÝRÝN EMÂNLA ÝSLAM MEMLEKETÝNE GÝRMESÝ BEYANINDA FASIL

ÖÞÜR, HARAÇ VE CÝZYE BEYANINDA BÂB.

CÝZYE FASLI





CÝHÂD BAHSÝ


METÝN


Musannýf cihâdý hadd (ceza) lerden sonra zikretti. Çünkü hadler ile cihâd´dan maksad yer yüzünü fitne ve fesaddan temizlemektir, Hadlerden cihâda yükselmek, bilenler için gizli deðildir.

Cihâd lügatta: "Câhede fi sebilillâhi: ALLAH yolunda savaþtý" terkibindeki "câhede" fiilinin masdarýdýr.

Þeriatta cihâd: "Hak dinine davet etmek ve daveti kabul etmeyenlerle savaþmak" tan ibarettir. Þümunnî.

Ýbn-i Kemâl, cihâdý: "Bir müslümanýn ALLAH yolundaki bir harbe bedeni ile katýlmasý yahut malý ile yardým etmesi yahut re´yi ile yardýmda bulunmasý yahut Ýslâm ordusunun kalabalýðýný artýrmasý yahut yaralýlarýn tedavisine bakmasý yahut ordunun yiyeceklerini, içeceklerini hazýrlamasý gibi elinden gelen gayreti göstermesidir." diye tarif etmiþtir.

Ribat da cihâddýr. Ribat: Arkasýnda müslüman bulunmayan düþman sýnýrýnda oturup müslümanlarý korumaktýr. Ribatýn muhtar olan kavle göre tarifi budur.

Sahih hadîsde vârid olmuþtur ki, düþmandan sýnýn muhafaza; bir zâtýn bir vakit namazý beþ yüz vakit namaza denkdir. Bir dirhem harcamasý yedi yüz dirhem harcamasýna denkdir. O halde ölürse, amelinin sevabý ve rýzký kýyamete kadar devam eder. Münker ve Nekî «sualinden. kabir azabýndan emin olur. Kýyametin dehþet ve þiddetinden: emniyet üzere þehid olarak kabrinden kalkar. Tamamý Fetih´dedir.

ÝZAH

«Cihâd bahsi ilh..." Ýslâm hukukunda cihâda aid bahisleri ve hükümleri ihtiva eden kýsma "Kitâbü´s-Siyer", "Kitâbü´l-Cihâd" veya "Kitâbü´l-Meðazi" adý verilir.

Siyer, sîretin cem´idir. Sîret ise esasen yol, haslet, hey´et ve, bir nevi hareket mânâlarýný ifade eder. Bu takdirde siyerin hey´et ve haletini beyan içindir. Fakat þeriat lisanýnda savaþla ilgili iþlerde kullanýlmasý galibdir. Nitekim "menâsik" hac iþlerinde kullanýlýr.

Cihâdýn fazileti pek büyüktür. Nasýl büyük olmasýn ki, bir müslüman bu sayede ALLAH´a yaklaþmak için onun uðrunda nefsine meþakkatlarýn en aðýrýný yükletmekte ve en aziz varlýðý olan canýný feda etmektedir. Bununla beraber nefsi devam üzere ibâdet ve taatlara hasrederek onu neva ve heveslerine tâbi olmaktan men etmek cihâddan da güçtür. Bundan dolayýdýr ki, bir gazadan dönerken Resûl-i Ekrem Efendimiz: "Küçük cihâddan büyük cihâda döndük." buyurmuþlardýr. Nitekim Ýbn-i Mes´ûd (R.A.)´dan rivayet edilen bir hadîs-i þerifte Resûl-i Ekrem Efendimizin cihâdý fazilet itibariyle namazdan sonra zikretmesi de bunu gösterir.

Ýbn-i Mes´ûd (R.A.) þöyle diyor: "Dedim ki:

- Yâ Resûlallah, amellerin en faziletlisi hangisidir?

- Vaktinde kýlýnan namazdýr, buyurdular.

- Ondan sonra hangisidir? dedim.

- Anneye, babaya itaattir, buyurdular.

- Ondan sonra hangisidir? dedim.

- ALLAH yolunda cihâddýr, buyurdular. Daha ziyade sorsaydým bana daha ziyade cevap verecekti." Bu hadîs-i þerifi Buhârî rivayet etmiþtir.

Ebû Hureyre (R.A.)´den rivayet edilen bir hadîs-i þerifte: Resûl-i Ekrem Efendimiz cihâdý imândan sonra zikretmiþlerdir.

Ebû Hureyre (R.A.) þöyle diyor: "Resûlullah (S.A.V.)´e:

- Amellerin hangisi efdaldir? diye sordular,

- ALLAH´a ve Resûluna imân, buyurdu.

- Ondan sonra hangisi? dediler.

- ALLAH yolunda cihâd, buyurdu.

- Ondan sonra da hangisi? diye sordular.

- Makbul (olmuþ, içine günâh ve riya karýþmamýþ) hac, cevabýný verdi,"

Bu hadîs-i þerifteki "imân" lafzýyla umum mecaz olarak "namaz" ile "zekât" tan her birinin murad edilmesi lâzýmdýr. Çünkü devamlý vaktinde kýlýnan farz namazlarýn cihâddan efdal olduðunda þübhe yoktur. Namaz her gün tekrarlanan farz-ý ayndýr. Cihâd ancak imân ve namaz için meþru kýlýnmýþtýr. Bu yüzden cihâdýn güzelliði baþkasýndan, namazýn güzelliði ise kendisindendir. Cihâdýn faziletine dair malûmat Fetih´de zikredilmiþtir.

Es-Siyerü´l-Kebir þerhinde bildirildiðine göre, Ebû Katâde (R.A.) þöyle demiþ: Resûlullah (S.A.V.) insanlara bir hutbe okuyup önce ALLAH-ü Teâlâ´ya hamd-ü sena ettiler, sonra cihâdý anlatýp, farzlarýn dýþýnda ondan daha üstün bir ibâdet ve taatýn mevcud olmadýðýný beyan buyurdular. Ebû Katâde "farzlar" ile farz-ý ayn olarak sabit olan "Ýslamýn beþ þartý"ný murad etmiþtir. Cihâd, her ne kadar farz ise de fârz-ý kifâyedir. Farz-ý ayn, farzý kifâyeden daha kuvvetlidir. Sevâb ise farzýn kuvvetli olmasýna göredir. Bundan dolayý Resûl-i Ekrem Efendimiz cihâdýn farz-ý ayn olan ibâdetlerden üstün olmadýðýný beyan buyurmuþlardýr.

Ebû Katâde demiþ ki: O vakit bir kimse ayaða kalkýp: "Ya Resûlullah! ALLAH yolunda þehid olanýn þahadeti günâhlarýna keffaret olur mu?" diye sordu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz biraz sukut buyurdular. Hatta kendilerine ilâhi vahiy indiðini anladýk. Sonra: "Evet, sabýr ve sebat edip sevabýný ALLAH-ü Teâlâ´dan diler ve düþmana hücum eder de kaçmazsa» þehid edildiðinde borçlarýndan baþka günâhlarýna keffaret olur. Zira borçlarý ile muâhaze olunur. Nitekim Cebrail (A.S.) bana böyle bildirdi." diye buyurdular. Bu hadîs-iþerifde þehidlerin derecelerinin yüksek olduðunu beyan, þehidlik rütbesinin günâhlarýn affýna sebep olduðunu ilân vardýr. Yine bu hadîs-i þerifde kul hakkýnýn pek büyük olduðu bildirilmektedir. Çünkü þehid için böyle yüksek dereceler var iken yine borç ile muâhaze olunacaðýný haber verip "Cebrail (A.S.) bana böyle bildirdi" ifadeleriyle de bunu vahye dayanarak söylediklerine iþaret buyurmuþlardýr. Tâ ki kýyamet gününde hasýmlarý razý etmenin pek zor bir iþ olduðunu herkes bitsin.

Bazý âlimler demiþlerdir ki; bu hüküm Ýslamýn ilk devrinde müslümanlarýn mallarý az olup, borçlarýný veremedikleri için Resûl-i Ekrem Efendimiz onlarý borçlanmaktan nehiy buyurduklarý vakitlerde idi. Bundan dolayýdýr ki, Resûl-i Ekrem Efendimiz borcunu ödeyecek mal býrakmayan ölünün namazýný kýlmazlardý. Sonra bu hüküm :

"Her kim mal býrakýrsa, o mal ölünün veresesine aiddir. Her kim de borç veya aile aðýrlýðý býrakýrsa, bu da bana aiddir." hadîs-i þerifiyle nesholunmuþtur (hükmü kaldýrýlmýþtýr). Bu hadîs-i þerifin benzer) hac bahsinde de þu þekilde vârid olmuþtur: Resûl-i Ekrem Efendimiz Arafat´ta ümmetinin af ve maðfireti ipin dua ettiler, kul hakkýndan baþka her hususta dualarý kabul edildi. Sonra Müzdelife´de de sabahleyin Meþ´ar-i Harâm´da dua ettiler, dualarý kul hakkýnda da kabul edildi. Cebrail (A.S.) inerek: "ALLAH-ü Teâlâ bazýlarýnýn hakkýný diðer bazýlarýndan dolayý fazl-u inayetiyle ödeyecektir." diye haber verdi. Bu kerametin misli, borçlu þehid hakkýnda da ALLAH-ü Teâlâ´nýn lütûflarýndan uzak deðildir. Ebû Hureyre (R.A.)´deh rivayet edilmiþtir, demiþtir ki: «Bir kimse: "Ya Resulûllah! Bir þahýs ALLAH yolunda cihâdý kasdedip cihâdda dünya malýný da murad etse sevabýna mâni olur mu?"» diye sordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz: "Onun için sevâb yoktur." buyurdular. Bu hadîs-i þerif iki vecihle te´vil edilir.

Birinci vecih: Cihâd için çýkmýþ olduðunu gösterip hakikatte maksadý mal kazanmaktýr. Bu münafýklarýn halleridir, onlar için asla sevâb yoktur.

Ýkinci vecih: Cihâd kasdýyla çýkar fakat en büyük arzusu mal elde etmektir, yoksa âhirette sevaba nail olmak deðildir. Resûl-i Ekrem Efendimiz, cihâd için iki dinar (altýn) a kiralanan sahsa hitaben : "Senin için dünyada ve âhirette ancak iki dinar vardýr." buyurmuþlardýr. Ama bir kimsenin asýl maksadý ALLAH yolunda cihâd olup bununla birlikte ganimeti de arzu ederse yine sevaba nail olur. O; "(Hac yolunda ticaretle) Rabbýnýzdan rýzýk istemenizde bir günâh yoktur." (Bakara Sûresi, âyet: 198) âyet-i kerîmesinin hükmünde dahildir. Yani hac ehli ticaret yapmakla haccýn sevabýndan mahrum olmadýðý gibi bu mücahid de ganimet arzu etmekle cihâdýn sevabýndan mahrum olmaz.

"Bilenler için gizli deðildir ilh..." Çünkü hadler dünyayý fýsk-u fücurdan temizler. Cihâd ise küfürden temizler. H.

"Câhede fiilinin masdarýdýr ilh..." Cihâd elden gelen kuvvet ve kudreti sarfetmek manasýnadýr. Buna göre iyiliði emredip kötülükten menetmek suretiyle halkla mücahede eden herkese þâmildir. H.

"Ribat da cihâddýr ilh..." "Es-Siyerü´l-Kebir þerhinde zikredilmiþtir ki, hadîs-i þerifteki "Ribât" ve "Mürâbata"nýn mânâsý: Ýslâm dinini aziz kýlmak, müslümanlardan kâfirlerin þerrini defetmek için düþman sýnýrýnda oturmaktan ibarettir

"Ribat" ýn aslý "at baðlamak" tan alýnmýþtýr.

ALLAH-ü Teâlâ : "Siz de düþmana karþý kuvvet ve (cihâd için) baðlanýp beslenen atlar hazýrlayýn." (Enfal Sûresi, âyet: 60) buyurmuþtur. Mücahid müslüman düþmanýný korkutmak için oturduðu sýnýrda atýný baðlar. Düþmaný da böyle yapar. Bundan dolayý bu iþe "Mufâale" babýndan "Mürabata" denilmiþtir.

Ýmam Mâlik´e göre; sýnýr vatandan deðildir. Ýbn-i Hâcer : "Orada oturulup düþmanýn þerrinin defedilmesi niyet edildiði için vatan olur." demiþtir. Bundan dolayý selefden bir çoklarý sýnýrda oturmayý tercih etmiþlerdir.

"Ribatýn muhtar olan kavle göre tarifi budur ilh..." Sýnýrdan içte kalan yerlere de "Ribat" denilse beldelerinde oturan bütün müslümanlara "Mürabatin: Sýnýrda oturanlar" denilmesi lâzým gelir, bu ise olmaz. Tamamý Fetih´dedir.

Ben derim ki: Düþman sýnýrýnda oturanlar düþmanýn þerrini defedemeyip sýnýr yakýnýnda oturanlarla birlikte defederlerse, orasý da "Ribât" olur.

"Sahih hadisde ilh..." Ribatýn faziletine dair pek çok hadis-i þerif cardýr. Bunlardan birisini Sahih-i Müslim Selman-ý Farisi (R.A.)´den rivayet etmiþtir ki, Resûl-i Ekrem Efendimiz : "Bir gün bir gece hudud boyunda nöbet beklemek; gündüzleri oruçla, geceleri de ibâdetle geçirilen bir aydan daha hayýrlýdýr. O halde ölürse, yapmakta olduðu amelinin sevabý ve (þehidlere olduðu gibi) rýzký devam eder ve kabir fitnesinden kurtulur." buyurmuþlardýr.

Taberânî "kýyamet gününde þehid olarak kalkar" ziyadesini rivayet yet etmiþtir. Ýbn-i Mâce Ebû Hureyre (R. A.) ´den sahih senedle: "ALLAH-ü ölürse, kýyamet gününün þiddet ve dehþetinden emin olunur." diye rivâetmiþtir. Taberânî sahih senetle: "Bir kimse hududu muhafaza ederken Teâlâ hududu beklerken öleni kýyamet gününde korkulardan emin olarak diriltir." lafzýný ziyade etmiþtir.

Ebû Ümame (R.A.)´den; Resûl-î Ekrem (S.A.V.) :

"Sýnýn muhafaza eden bir zâtýn bir vakit namazý (sýnýr beklemeyen bir þahsýn kýlmýþ olduðu) beþ yüz vakit namaza denkdir. Onun bir dinar (altýn) veya bir dirhem harcamasý baþka yerde harcanan yedi yüz dinardan efdaldir." buyurmuþlardýr. Ýbn-i Mâce.

"O halde ölürse amelinin sevabý ve rýzký kýyamete kadar devam eder ilh..." Ýmam-ý Serahsîbunun mânâsý: "O kimsenin ameli kýyamete kadar çoðalýr." demiþtir. Nitekim buna :

"Kim evinden ALLAH´a ve O´nun Resulüne muhacir olarak çýkýp da sonra kendisine ölüm yetiþirse, muhakkak ki onun mükâfatý ALLAH´a aiddir." (Nisâ Sûresi, âyet: 100) âyet-i kerîmesi delâlet ettiði gibi, Resûl-i Ekrem Efendimizin : "Hac yolunda ölen bir kimse için her sene mebrûr (içine günâh ye riya karýþmamýþ) bir hac sevabý yazýlýr." hadîs-i þerifi de buna delâlet etmektedir.

Bir hadis-i þerifde : "Bîr kimse cihâd ederek yahut sýnýr boyunda muhafýz iken ölürse onun etini, kanýný yerin yemesi haram olup, cesedi çürümez. Anasýndan doðduðu gün gibi günâhlarýndan çýkmadýkça, Cennetteki yerini ve hurilerden olan zevcesini görmedikçe, akrabasýndan yetmiþ kimseye þefaat etmedikçe o kimse dünyadan çýkmaz. Sýnýr boyundaki muhafýzlýk sevabý kýyamete kadar devam eder." buyurulmuþtur. Bu hadîs-i þerifden "Sýnýr boyunda muhafýz iken ölen kimsenin kabrinde þehidler gibi diri olup kendisine rýzkýnýn devam edeceði" anlaþýlmaktadýr.

"Kabir azabýndan emin olur ilh..." Bîr çok âlimler, bu hadîs-î þerifi delil göstererek: "Þehidlere kabir suali olmadýðý gibi, düþman sýnýrýnda muhafýz iken ölen kimseye de kabir suali yoktur," demiþlerdir.

METÝN

Cihâda ilk önce müslümanlarýn baþlamasý -düþman baþlamasa bile- farz-ý kifâyedir. Cenaze namazý selâm alma gibi baþka bir þey dolayýsýyla farz kýlýnan her þey farz-ý kifâyedir. Müslümanlarýn bir kýsmý tarafýndan düþmanýn þerri defedilirse cihâd farz-ý kifaye, defedilemezse farz-ý ayn olur.

Zannederim ki, farz-ý kifâyenin beyanýný musannifin ilende gelecek olan "Düþman hücum ederse farz-ý ayn olur." ifadesinin üzerine takdim etmesi kifâye kýsmýnýn çok olmasýndandýr.

Müslümanlarýn savaþabilmesi için, savaþýn önce düþman tarafýndan baþlatýlmýþ olmasýný gerekli kýlan ALLAH-ü Teâlâ´nýn:

"Eðer düþmanlar sizi öldürürlerse siz de onlarý öldürün." (Bakara Sûresi, âyet: 191) kavl-i kerîmi ve "eþhürü´l-hurum" denilen Receb, Zilkâ´de, Zilhicce ve Muharrem aylarýnda savaþýn haram olmasý:

"Müþrikleri, onlarý nerede bulursanýz öldürün." (Tevbe Sûresi, âyet: 5) gibi umum ifade eden âyet-i kerîmelerle neshedilmiþ (hükmü kaldýrýlmýþ) týr.

Köle ve kadýn bile olsalar müslümanlarýn bir kýsmý tarafýndan bu cihâd yapýlýrsa, diðer bütün müslümanlardan düþer. Þayet hiç bir vakitte hiç bir kimse tarafýndan cihâd vazifesi yapýlmazsa, terk etmeleri sebebiyle mükellef kimselerin hepsi günahkâr olur. Bundan, meselâ Anadolu halkýnýn cihâd etmesiyle Hindistan ahâlisinden farzýyyetîn düþeceðianlaþýlmasýn. Çünkü düþmanýn þerri defedilinceye kadar sýrasýyla yakýn bulunan beldelerdekî müslümanlara cihâd farz olur. Müdafaa ancak bütün müslümanlarýn savaþmasýyla olursa namaz, oruç gibi cihâd da mükellef olan bütün müslümanlara farz-ý ayn olur. Bir cenazeyi techîz ve tekfin etmek de bunun gibi sýrasýyla yakýn bulunan beldelerdekî müslümanlarýn üzerine lâzýmdýr. Bu bahsin tamamý Dürer´dedir.

ÝZAH

"Farz-ý kifâyedir ilh..." Eddürü´l-Müntekâ´da zikredilmiþtir ki, hükümdarýn her sene bir veya iki defa dar-ý harbe seriyye göndermesi vâcibtir. Halkýn da hükümdara bu hususta yardýmcý olmalarý lâzýmdýr. Hükümdar seriyye göndermezse kendisi günahkâr olur. Hükümdar üzerine seriyye göndermenin vâcib olmasý, gönderdiði seriyyenin düþmana üstün geleceði kanaatýnda bulunduðu takdirdedir. Yoksa cihâd yapýlmasý mubah olmaz. Ama iyiliði emretmek bunun gibi olmayýp tesiri olsun veya olmasýn terk edilmez.

"Müslümanlarýn bir kýsmý tarafýndan düþmanýn þerri defedilirse ilh.." Yani hudutlardan birinde çýkan bir harbi önlemek için orada bulunan Ýslâm kuvveti kifayet ettiði takdirde cihâd farz-ý kifâye olup bütün müslümanlarýn silâh altýna alýnmasýna lüzum görülmez. Eðer harp sahasýnda bulunan Ýslâm kuvveti kifayet etmezse, harp mýntýkasýnda ve civarýnda bulunan bütün efrad harp için seferber haline getirilir ve cihâd bir farz-ý ayn olur.

"ALLAH-ü Teâlâ´nýn... kavl-i kerimi ilh..." Cihâdý emreden âyet-i kerimeler þu tertip üzere indirilmiþtir:

Peygamber Efendimizin ilk vazifesi tebliðden ve Cenab-ý Hakk´a eþ koþanlardan yüz çevirmekten ibaretti. Nitekim ALLAH-ü Teâlâ:

"Þimdi sen ne ile emrolunuyorsan (kafalarýný çatlatýrcasýna) apaçýk bildir." (Hicr Sûresi, âyet: 94) buyurmuþtur. Sonra Ýslâm dinine güzellikle ve tatlýlýkla davet emredilmiþtir. Nitekim ALLAH-ü Teâlâ :

"(Ýnsanlarý) Rabbinin yoluna hikmetle güzel öðütle davet et! Onlarla mücadelenin en güzelini yap." (Nahl Sûresi, âyet: 125) buyurmuþtur.

Bundan sonra savaþa izin verilmiþtir. Nitekim ALLAH-ü Teâlâ;

"Kendilerine karþý harb açýlan Müslümanlara zulme uðradýklarý için cihâda izin verilmiþtir." (Hac Sûresi, âyet: 39) buyurmuþtur.

Daha sonra düþman harb açtýðýnda onlara karþý koymakla emrolundu. Nitekim ALLAH-ü Teâlâ :

"Düþmanlar sizi öldürürlerse siz de onlarý öldürün." (Tevbe Sûresi, âyet: 5) buyurmuþtur.

Bundan sonra haram olan aylar geçmek suretiyle cihâd emredildi. Nitekim ALLAH-ü Teâlâ:

"(Dokunulmasý) haram olan aylar çýktýðý zaman, artýk o müþrikleri nerede bulursanýz öldürün." (5) buyurmuþtur.

En sonra bütün zamanlarda ve bütün mekân (yer) larda cihâd farz kýlýndý. Nitekim ALLAH-ü Teâlâ:

"Size harb açanlarla ALLAH yolunda siz de muharebe edin. Fakat aþýrý gitmeyin. Þübhesiz ki ALLAH aþýrý gidenleri sevmez." (Bakara Sûresi, âyet: 190) buyurmuþtur. Bu bahsin tamamý Es-Siyerü´l-Kebîr þerhindedir.

"Müslümanlarýn bir kýsmý tarafýndan bu cihâd yapýlýrsa ilh..." Yani cihâd ölüyü yýkamak, kefenlemek, cenaze namazýný kýlmak ve selâm almak gibi farz-ý kifâyeler, mükelleflerin hepsine birden farz kýlýnmýþtýr. Bundan dolayý farz-ý kifâye bir kýsým müslümanlar tarafýndan yapýldýðý takdirde diðer müslümanlardan düþer. Çünkü farz-ý kifâyeden maksad yapýlmasýdýr. Mükelleflerden hiç biri bunu yapmazsa, bunu bilen ve mükellef olan bütün müslümanlar günahkâr olur.

Farz-ý ayýn böyle deðildir. Çünkü farz-ý ayýn mükellef olan müslümanlardan her biri üzerine ayrý ayrý farz kýlýnmýþtýr. Bundan dolayý farz-ý ayýn bir kýsým müslümanlar tarafýndan yapýldýðý takdirde diðerlerinden düþmez. Bunun için farz-ý ayýn, farz-ýkifâyeden efdaldýr.

METÝN

Cihâd, küçük çocuða farz deðildir. Ana ve babaya itaat etmek farz olduðu için ana ve babasýndan her ikisi veya birisi hayatta olan mükellef kimseye de cihâd farz deðildir. Resûl-i Ekrem Efendimiz, cihâda gitmek isteyen Abbâs b. Mirdâs´a: "Anandan ayrýlma! Çünkü Cennet ananýn ayaðýnýn altýndadýr." buyurmuþlardýr. Sirâc. Yine Sirâc´da zikredilmiþtir ki, bir kimse tehlikeli bir sefere ancak anasý ve babasýnýn izni ile çýkabilir. Ama tehlikeli olmayan bir sefere onlardan izinsiz çýkabilir, ilim tahsili için de izinsiz çýkabilir.

Efendisi ile kocasýnýn haklarý þer´an önce geldiði için köleler ile kadýnlara cihâd farz deðildir. Bundan anlaþýlan, kocasýnýn izin verdiði kadýn ile kocasý olmayan kadýnlara cihâdýn farz olmasýdýr.

Þarih der ki: Þümunnî; "Kadýnlara cihâdýn farz kýlýnmamasýnýn sebebi, bünyelerinin zayýf olmasýdýr." demiþtir. Bahýr´da zikredilmiþtir ki, kocasýnýn emrettiði þeyin vâcib olmasý nikâh ve nikâh ile ilgili hususlardadýr, yoksa her þeyde deðildir.

Kör, topal, eli ve ayaðý kesilmiþ kimselere de cihâd farz deðildir. Çünkü bunlar âcizdirler.

Borçlu kimselere de alacaklýlarýnýn hatta kendilerinin emri ile kefil olan kefillerinin -her ne kadar kefaletleri nefislerine ise de- izni bulunmaksýzýn cihâd farz olmaz. Tecnîs, Nehir. Borçlunun alacaklýsýndan veya kefilinden izinsiz çýkamamasý, borcu vadesiz olduðuna göredir. Eðer borcu vadeli ´Olup vadesi gelmeden önce döneceðini bilirse Cihâda çýkmasý caizdir. Bulunduklarý beldede kendilerinden daha fakîh ve âlimi bulunmayan kimselere de cihâd farz deðildir. Böyle âlimler farz olmayarak cihâda gidecek olsalar kendilerine cihâd etmek caiz deðildir. Çünkü o belde halkýnýn din cihetinden zayi olma korkusu vardýr. Bezzâziye sahibi: "Böyle fakîh ve âlim olan kimselerin farz olan hac seferkiden baþka hiç bir sefere çýkmalarý caiz deðildir." demiþtir. Zira bilenlere gizli deðildir ki, fakîh ve âlimlere farz olan cihâd seferinin caiz olmamasýndan, ticaret gibi nafile seferin caiz olmamasý evleviyetle sabit olur.

ÝZAH

"Cihâd küçük çocuða farz deðildir ilh..." Zahire´de zikredilmiþtir, ki, babanýn erginlik çaðýna yaklaþmýþ olan çocuðuna -her ne kadar öldürüleceðinden korksa bile- cihâda izin vermesi caizdir. Sadî: "Çocuðunun öldürülmesinden korkmadýðýnda izin vermesi caizdir. Öldürülmesinden korkarsa izin vermesi caiz deðildir." demiþtir. Nehir.

"Ana ve babasýndan her ikisi veya birisi hayatta olan mükellef kimseye de cihâd farz deðildir ilh..." Bu ifadeden "mükellef olan evlâdýný cihâda göndermeyen ana ve babanýn günahkâr olmayacaðý" anlaþýlmaktadýr. Eðer günahkâr olsalar evlâdýn cihâda gidip onlarý günâhdan kurtarmasý lâzým olurdu. Yani müslümanlarýn bir kýsmý tarafýndan düþmanýn þerri defedilirse cîhâd farz-ý kifâye olur. Evlâdlarýnýn ayrýlýðýndan sýkýntýya düþecek olan ana-babanýn evlâdýný böyle bîr cihâddan menetme hakký vardýr. Ayný hak her ikisi veya birisi kâfir olan ana-baba için de vardýr. Ancak kâfir olan ana-baba kendi dindaþlarýný, müslüman olan evladlarýný öldürmesini hoþ görmediði için ona mâni olmak isterlerse, onlarýn sýkýntýya düþüp ölmelerinden korkmadýkça onlara itaat etmez. Fakir olup bakýma muhtaç olan ana-babaya -kâfir olsa bile- hizmet etmek evlâdý üzerine farz-ý ayndýr. Farz-ý kifâye sevabýný elde etmek için farz-ý ayný terketmek doðru deðildir.

Anasý babasý ölen bir kimsenin babasýnýn babasý ile anasýnýn anasý kendisine cihâd için izin verip anasýnýn babasý ile babasýnýn anasý izin vermese, cihâda gitmesinde bir beis yoktur. Çünkü ana-baba öldüðünde, babanýn babasý ile ananýn anasý ana-baba yerine geçer. Ananýn babasý ile babanýn anasý yabancý hükmündedir. Ancak babanýn babasý ile ananýn anasý olmadýðýnda ananýn babasý ile babanýn anasý ana baba yerine geçer, fakat hepsinin izniyle çýkmasý müstehabdýr.

Anasýnýn anasý ile babasýnýn anasý bulunan bir kimsenin cihâda gidebilmesi için anneannesinin izin vermesi lâzýmdýr. Çünkü çocuða bakma hususunda anneanne, babaanneden önce gelir. Babasý ile babaannesi bulunan bir kimsenin cihâda gidebilmesi için babaannesinin izin vermesi lâzýmdýr. Çünkü babaanne anne gibidir. Zira bakma hakký onundur.

Zevcesi, çocuklarý, kardeþlen, amcalarý bulunan bîr kimsenin bunlardan izinsiz cihâda çýktýðý takdirde zayi ve telef olacaklarýndan korkarsa izinsiz çýkamaz. Es-Siyerü´l-Kebîr Þerhi.

"Ama kendisinde tehlike olmayan bir sefere ilh." Yani ticaret, hac ve umre seferleri gibi kendisinde tehlike bulunmayan seferlere, anasý ve babasýnýn sýkýntýya düþmesinden korkmadýkça onlardan izinsiz çýkmasý caizdir.

"Ýlim tahsili için de izinsiz çýkabilir ilh..." Yani bir kimsenin yolda emniyet bulunup anasý ve babasýnýn da sýkýntýya düþmesinden korkmadýkça onlardan izinsiz ilim tahsili içîn çýkmasý caizdir.

"Çünkü bunlar âcizdirler ilh..." Nitekim ALLAH-u Teâlâ´nýn, "Köre (cihâddan geri kalmak hususunda) vebal yok, topala vebal yok, hastaya vebal yok." (Fetih Sûresi, ayet: 17) kavl-i kerîmi özür sahiblerî hakkýnda nazil olmuþtur. Bu âyet-i kerîmede her hangi bîr sebebden dolayý cihâda gitmekten âciz olan kimse üzerine cihâdýn farz olmadýðýna iþaret vardýr Zeylaî.

"Borçlu kimselere de ilh..." Yani borçlu bîr kimsenin borcuna yetecek kadar malý bulunmadýðýnda alacaklýsýndan izinsiz cihâda gitmesi caiz deðildir. Çünkü kendisine alacaklýnýn hakký teallûk etmektedir. Eðer kendisine alacaklýsý cihâda gitmesi için izin verip fakat alacaðýndan berî kýlmasa, borçlunun cihâda gitmeyip borcunu ödemesi müstehabdýr. Çünkü kul hakký olan borcunu ödemesi cihâda gitmekten daha evlâdýr. Þayet cihâda giderse bunda da bir beis görülmemiþtir. Alacaklýsý gâib olup borcuna kâfi malý mevcud olan bir borçlu vefatý halinde terekesinden borcunu ödemek üzere birini vasî teayyün ettikten sonra cihâda gidebilir. Çünkü, bu takdirde alacaklýnýn hakký korunmuþ olur. Eðer borcuna kâfi malý bulunmazsa cihâda gitmeyip borcunu ödemesi lâzýmdýr.

Keza emânet sahibi gâib olup yanýnda emânet bulunan kimse emâneti sahibine yermek üzere bir kimseyi vasî tâyin edip emâneti bu vasîye tealim ettikten sonra cihâda çýkabilir. Tecnîs, Zahire. Bahýr.

"Kefaletleri nefislerine ise de ilh..." Yani bir kimse bir þahsýn nefsine kefil olsa o kimsenin o þahsý seferden menetmesi caizdir. Nehir.

"Eðer borcu vadeli olup ilh..." Yani vadeli borcu olan kimsenin vadesi gelmeden önce cihâddan döneceðini bilirse cihâda gitmesi caizdir. Fakat cihâda gitmeyip borcunu ödemesi efdaldýr. Zahire.

METÝN

Düþman Ýslâm memleketine hücum ederse cihâd farz-ý ayn olur. Artýk her ne kadar izinsiz olsa bile bütün müslümanlarýn cihâda çýkmasý lâzým gelir. Zevcesini cihâda çýkmaktan men eden zevç gibi kimseler günahkâr olur. Zahire.

Cihâdýn farz olmasý için baþka bir kayýd daha lazýmdýr ki, kuvvet ve kudrettir. Buna göre tedavi edilemiyen aðýr hastalar cihâda çýkmaz. Ama çýkmaya kadir olup cihâda kudreti olmayan kimselerin ordunun kalabalýðýný artýrmak ve düþmaný korkutmak için çýkmalarý münasibdir. Fetih.

Sirâc´da zikredilmiþtir ki, cihâdýn vâcib olmasý için silâh kullanmaya kudretin bulunmasý þarttýr, yolun emniyeti þart deðildir. Savaþtýðý takdirde öldürüleceðini, savaþmadýðý takdirde esir edileceðini bilen kimsenin savaþmasý lâzým gelmez.

Cihâda çýkýlmasýný bildiren ve hükümdar tarafýndan nida eden kimsenin haberleri -her ne kadar fâsýk olsalar bile- kabul edilir. Çünkü bu gibi haber derhal yayýlýp duyulur.

Beytülmâlde gazilere sarfedilecek gerek ganimet malý gerekse baþka yerden toplanan mal var iken hükümdarýn insanlardan cihâd için mal almasý mekrûhdur. Dürer. Sadru´þ-Þeria. Beytülmâlde gazilere sarfolunacak mal bulunmazsa, düþmanlarýn þerrini defetmek için hükümdarýn halktan para almasý mekruh deðildir.

Düþmaný çember içerisine alýrsak onlarý müslümanlýða davet ederiz. Müslüman olurlarsa ne a´lâ, olmazlarsa cizye ehlinden iseler cizye vermeye davet ederiz. Cizyeyi kabul ederlerse, bizim lehimize olan adaletle muamele onlarýn da lehine, bizim aleyhimize olan ceza ile muamele onlarýn da aleyhinedir.

ÝZAH

"Düþman Ýslâm memleketine hücum ederse ilh..." Yani düþman Ýslâm beldelerinden bir beldeye ansýzýn girerse, cihâd farz-ý ayn olur. Bu hale "nefîr-i âmm" denilir. "Ýhtiyar" adlý kitabta: "Nefîr-i âmm; bütün müslümanlara muhtaç olunmasýdýr." diye tarif edilmiþtir.

"Bütün müslümanlarýn cihâda çýkmasý ilh..." Yani kadýnlar kocalarýndan, köleler efendilerinden, borçlular alacaklýlarýndan izinsiz çýkarlar, imam Serahsî: "Nefîr-i âmmede cihâd edebilecek balið olmayan çocuklarýn cihâda çýkýp savaþmalarýnda -her ne kadar ana-babalarý razý olmasa bile - bir beis yoktur." demiþtir.

"Cihâdýn vâcib olmasý için ilh..." Yani bir kimseye cihâdýn vâcib olmasý için silâh kullanmaya kudretinin bulunmasý, erzaka ve gideceði yer sefer müddet kadar olursa bineðe mâlik olmasý þarttýr. Harb olduðunu bilmesi de þarttýr. Kâdîhân, Kuhistânî.

"Savaþmasý lâzým gelmez ilh..." Bu ifadede "öldürülünceye kadar savaþmasýnýn caiz olduðuna" iþaret vardýr.

Es-Siyerü´l-Kebir Þerhinde zikredilmiþtir ki, öldürme yahut yaralama yahut hezimete uðratma gibi bir þey yaptýktan sonra kendisinin öldürüleceðini bilen bir kimsenin tek baþýna düþmana hücum etmesinde bir beis yoktur. Nitekim Uhud Muharebesinde Peygamberimizin huzurunda ashab-ý kiramdan bir cemaat böyle yapmýþtýr. Peygamberimiz (SAV.) onlarý bu yaptýklarýndan dolayý medhetmiþtir. Ama düþmana hiç bir suretle zarar vermeden kendisinin öldürüleceðini bilen bir kimsenin düþmana hücum etmesi caiz deðildir. Çünkü bu þekilde saldýrmada dine hizmet yoktur. Fakat þer´an susmasý için her ne kadar ruhsat var ise de kendisini öldüreceklerini bilen bir kimsenin fâsýk olan müslümanlarý fena fiillerinden nehyetmesinde bir beis yoktur. Çünkü müslümanlar fâsýk olsalar bile kendilerine emreden kimsenin emrettiði þeyin hak olduðuna inanýrlar. Bu yüzden öldürdükleri kimsenin öldürülmesi içlerinde derin tesir býrakýr.

"Hükümdarýn insanlardan cihâd için mal almasý mekrûhdur ilh..." Çünkü böyle bir þey almak ücrete benzer. Cihâdda ücret almak haramdýr, ücrete benzeyen þey de mekrûhdur. Zira zaruret yoktur, Beytülmalde bulunan mal müslümanlarýn ihtiyacý için hazýrlanmýþtýr. Buradaki kerahat, kerahat-ý tahrimiyyedir. Çünkü Fetih´de: "Taat üzerine ücret haramdýr, ücrete benzeyen þey ise mekrûhdur." denilmiþtir.

"Düþmanýn þerrini defetmek için ilh..." Yani beytülmalde mal bulunmazsa hükümdarýn zenginlerden mal almasý mekruh deðildir. Çünkü umumi zararý defetmek için hususi zarar ihtiyar olunur.

TENBÝH: Nefsiyle, malýyla cihâd edebilecek kimsenin gerek beytülmalden gerekse baþkasýndan bir þey almasý lâyýk ve münasib deðildir. Malý bulunup cihâda çýkmaktan âciz olan kimsenin kendi yerine malýyla baþkasýný göndermesi lâzýmdýr. Malý bulunmayýp harbe gidecek kudrette olan kimseye gelince: Hükümdar kendisine beytülmaldan kifayet edecek kadar verirse, baþkasýndan bir þey almasý lâyýk deðildir. Cihâda gitmeyen bir kimse bir þahsa hitaben: "Benim yerime cihâd etmen için þu malý al." dese caiz olmaz. Çünkü bu cihâd üzere kiralamaktýr. Cihâd bir vecibe olduðundan bunun ifasý için ücret alýnamaz. Ama "þu malý al bununla cihâd et" dese bu caizdir. Fakir olup cihâda gitmesi için kendisine para verilen kimsenin verilen paradan bir mikdarýný çoluðuna çocuðuna nafaka olarak býrakmasý caizdir. Çünkü çotuðunun çocuðunun nafakasýný býrakmadan cihâda gitmesi doðru deðildir. Bu bahsin tamamý Bahýr´dadýr.

"Müslüman olurlarsa ilh..." Yani Kelime-i Þehadet getirerek müslümanlýðý kabul ederlerse cihâda son verilir. Düþman hristiyan veya yahudi olursa, müslüman olmalarý için dinlerinden beri olmalarý lâzýmdýr. Müslümanlýk, kelime-i þahadeti söyleyerek kaville olduðu gibi, cemaatla namaz kýlma, hac etme gibi fiil ile de olur. Bu bahsin tamamý Bahýr´dadýr.

"Cizye ehlinden iseler ilh..." Yani mürted ve arap müþriklerinden deðillerse kendilerinden cizye kabul edilir. Nitekim beyaný cizye bahsinde gelecektir. Nehir´de zikredilmiþtir ki, çember içine aldýðýmýz düþman cizye ehlinden olup cizyeyi kabul ettiklerinde hükümdar onlara cizyenin mikdarýný ve ne zaman üzerlerine vâcib olacaðýný zengin olanlarla fakir olanlarýn verecekleri cizye mikdarýný açýklar.

"Cizyeyi kabul ederlerse bizim lehimize olan ilh..." Yani biz onlarýn can)arýna, mallarýna dokunursak bizim birbirimize dokunduðumuzdaki vâcib olan ceza ne ise o ceza tatbik olunur. Onlar bizim malýmýza, canýmýza dokunduklarýnda bize tatbik edilen ceza onlara da tatbik edilir.

Bahýr´da zikredilmiþtir ki, onlarýn þarap ve domuz üzerine yaptýklarý akidler, bizim þýra ve köyün üzerine yaptýðýmýz akidler gibidir. Zimmî (Ýslâm memleketinde oturan gayr-i müslim) hadler ve kýsas ile muahaze olunur. Ýçki haddiyle muahaze olunmaz. Nikâh bahsinde geçtiði üzere nikâhýn mehirsiz yahut þâhidsiz yahut iddet içinde caiz olacaðýna inansalar kendi inançlarý üzerine býrakýlýrlar.

METÝN

"Bizim lehimize ve aleyhimize olan muameleler" kaydý ile ibâdet ve taatlarý tariften çýkar. Çünkü kâfirler, biz Hanefilere göre ibâdetle muhatab deðillerdir. Bunu Hz. Ali (R.A)´nin: "Kâfirler cizyeyi ancak canlarý canlarýmýz gibi, mallarý mallarýmýz gibi olmasý için vermiþlerdir." sözü te´yid eder.

Ýslâm dinine davet, kendilerine eriþmemiþ olan kimselerle davet etmeden önce cihâd etmemiz helâl, ve meþru deðildir. Zamanýmýzda Ýslâm dinine davet her ne kadar doðuda ve batýda yayýlmýþ ise de, fakat þübhe yok ki ALLAH´ýn beldelerindeÝslâm dinine þuur ve ilmi olmayan kimseler de vardýr.

Beyan edilmedik bir mesele kaldý þöyle ki: Kâfirlerden kendilerine Ýslâm dinine davet eriþmiþ fakat cizyeye davet eriþmemiþtir. Tatarhâniyye´de: "Böyle kimseler cizyeye davet edilmedikçe kendileriyle cihâd edilmesi lâyýk deðildir." diye zikredilmiþtir.

Ýslâmiyet kendilerine ulaþmýþ olan kimseleri de yeniden Ýslama davet etmek mendûbtur. Ancak davetimiz, onlarýn bize karþý hazýrlanmalarý veya kaleye girmeleri gibi bir zararý gerektirirse - bu zanný galiple olsa bile - artýk böyle bir davet mendûb olmaz. Fetih.

Cihâd edeceðimiz kâfirleri önce Ýslâmiyete davet ederiz, kabul ederlerse ne a´lâ. Etmezlerse, cizye ehlinden iseler cizyeye davet ederiz. Cizyeyi kabul ederlerse cihâd etmeyiz. Cizyeyi de kabul etmezlerse ALLAH-ü Teâlâ´dan yardým dileyerek onlarla cihâd ederiz. Cihâd sýrasýnda düþmanýn kendileri, meyvalý olsa bile aðaçlarý, ekinleri mancýnýkla, yakýcý maddeler ile, su ile ve diðer vasýtalarla tahrib ve imha edilebilir. Ancak böyle yakýcý, yýkýcý aletleri kullanmadan zafer elde edileceði bilinirse bunlarý kullanmak mekrûhdur.

Düþman, esir aldýklarý müslümanlarý siper edinmiþ olsa, siper edinilen müslümanlarý deðil bilâkis onlarýn arkasýnda saklanan düþman kasdedilerek harbe devam edilir. Bunun neticesinde siper edinilen müslümanlar þehid edilseler, þehid eden müslümanlara diyet ve keffâret lâzým gelmez. Çünkü farzlarýn yerine getirilmesi ödemeyle beraber olmaz.

Ýçinde müslüman veya zimmî bulunan bir beldeyi hükümdar fethettiðinde o belde halkýndan hiç birinin öldürülmesi asla helâl deðildir. Eðer o beldede bulunan müslüman veya zimmînin sayýsý kadar insan çýkarýlsa bu takdirde geri kalanlarýn öldürülmesi helâldir. Çünkü çýkarýlanlarýn müslüman veya zimmî olmalarý ihtimali vardýr. Mushaf-ý þerif, fýkýh kitablarý, hadîs kitablarý ve kadýn gibi kendilerine tazim etmek vâcib, hafif ve hakir görmek haram olan þeylerle cihâda çýkmak yasak edilmiþtir. Esah olan kavle göre, yaralýlarý tedavi için olsa bile yaþlý kadýnlarýn ve cariyelerin de çýkarýlmalarý yasakdýr. Bunlarýn yasak olmalarýna delil Müslim-i Þerif´deki: "Kur´ân-ý azimüþan ile düþman topraðýna yolculuk etmeyiniz." hadîs-i þeriftir. Fakat bunlarýn emniyet ve selâmet bulunan ceyþ (ordu) ile beraber çýkarýlmasý mekruh deðildir. Bununla beraber yaþlý kadýnlarýn ve cariyelerin çýkarýlmasý evlâdýr.

Müste´men (pasaportlu) olan bir müslümanýn, arada anlaþma bulunan ve ahitlerinde duran kâfir memleketine Mushaf-ý þerifle gitmesi caizdir. Çünkü bu halde onlarýn müslümana dokunmamasý gerekir. Hidâye. Kâfirlerle yaptýðýmýz ahdi bozmak, taksim edilmeden önce ganimete hýyanetlik etmek, zafer kazanýldýktan sonra kâfirlerin burun ve kulaktan gibi azalarýný kesmek þer´an yasaktýr. Ama zafer kazanýlmadan, harb devam ederken burun ve kulaklar gibi âzalarýnýn kesilmesinde beis yoktur. Ýhtiyar.

Savaþta kadýnlar, çocuklar, deliler, harbde baðýrýp çaðýramayacak ve çocuðu olmayacak derecede yaþlý olanlar - bunlar mürted olsa bile- körler, topallar, kötürümler, bunamýþlar, insanlara karýþmayan rahipler ve kilise hademesi öldürülmez. Ancak bunlardan biri kral yahut savaþabilir yahut harbde rey sahibi olur yahut mal sahibi olup malýyla savaþa yardým ederse öldürülür.

Bir müslüman mücahid bu öldürülmeyecek kâfirlerin birini öldürürse, diðer günâhlar gibi kendisine ancak tevbe ve istiðfar lâzým gelir. Çünkü kâfirin kam ancak eman (pasaport) ile deðerli olur da öldürüldüðünde diyet lâzým gelir. Bunda ise eman mevcud deðildir. Bu öldürülmeleri helâl olmayanlarý müslümanlar dar-i harbde býrakmayýp ganimeti çoðaltmak için onlarý Ýslâm memleketine getirirler. Bahsin tamamý Sirâc´dadýr.

Düþmanýn öfkesini artýrmak için, içlerinden öldürülmüþ olan ileri gelenlerin baþlarýný kesip, müslümanlar tarafýna getirerek teþhir etmekte bir beis yoktur. Bununla o öldürülen kâfirlerin þerlerinden kurtulmuþ olduðuna dair müslümanlarýn kalblerinde bir kanaat hâsýl olarak gönüllerinin hoþ olmasýna sebeb olur. Nitekim Abdullah b. Mes´ûd (R.A.) Bedir Muharebesinde Ebû Cehil´in baþýný Resûlullah´ýn huzuruna getirerek: "Yâ Resûlallah! Bu, senin düþmanýn Ebû Cehil´in baþýdýr." demiþ, bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz: "ALLAHüekber! Ýþte bu, hem benim hem de Ümmetimin firavunudur. Bunun benim ve ümmetim üzerine fer ve zararý, Firavun´un Hz. Musa (A.S.) ve ümmeti üzerine þer ve zararýndan daha þiddetli idi." buyurdular. Ebû Cehil´in baþýnýn kesilip huzuruna getirilmesini men ve inkâr etmediler. Zahîriyye.

Mal aramak için düþmanýn kabirlerini açmakta bir beis yoktur. Tatarhâniyye. Hâniyye´de: "Kâfirlerin kabirlerinin açýlmasýnda bir beis yoktur." diye zikredilmiþtir. Bu ifade, zimmîlerin kabirlerinin açýlmasýna da þâmildir.

ÝZAH

"Çünkü kâfirler biz Hanefilere göre ibâdetle muhatab deðillerdir ilh..." Menar´ýn þerhinde zikredilmiþtir ki, kâfirler imân ve ukubât (cezalar) ile muhatabdýrlar, fakat içki haddi (cezasý) ve muameleler ile muhatab deðildirler.

Ýbâdete gelince: Semerkantlý âlimlere göre kâfirler ibâdetle gerek eda ve gerekse i´tikâd cihetinden muhatab deðildirler. Buhârâlý âlimlere göre kâfirler ibâdetle yalnýz eda cihetinden muhatab deðildirler. Iraklý âlimlere göre kâfirler ibâdetle hem eda hem de i´tikâd cihetinden muhatabdýrlar. Mu´teber olan kavil de budur.

"Sözü te´yid eder ilh..." Yani cizyeyi kabul eden kâfirlere ukubât ve muameleler hususunda biz müslümanlara tatbik edilen hükümler tatbik edilir. Fakat onlar imân edip ibâdet yapmadýktan için her ne kadar âhirette kendilerine azab edilecek ise de müslümanlar onlardan imân edip ibâdet yapmalarýný isteyemez.

"Helâl ve meþru deðildir ilh..." Yani Ýslâm dinine davet kendilerine ulaþmamýþ olan kimselerle müslümanlýða davet olunmadan önce harb etmek caiz deðildir, Ýslâm dini kendilerine ulaþmayan kimselerin cihâddan önce Ýslâm dinine davet edilmeleri lâzýmdýr. Tâ ki müslümanlarýn menfaat uðrunda harb etmediklerini bilsinler, böyle kimseler çok defa Ýslâm dinini kabul ederler. Müslümanlar böyle kimseleri Ýslama davet etmeden harbe baþlarlarsa günahkâr olurlar. Bu günâhlarýndan dolayý kendilerine ancak tevbe ve istiðfar lâzým gelir, diyet ve keffâret lâzým gelmez. Çünkü öldürdükleri kimseler din veya Ýslâm memleketiyle korunmuþ deðildirler. Bunlarýn öldürülmeleri, kâfir olan kadýnlarýn ve çocuklarýn öldürülmeleri gibidir.

"Mancýnýkta ilh..." Yani mancýnýk kurarak düþman kalelerini tahrip ve imha ederiz. Çünkü Peygamberimiz Tâif´i muhasara ettiklerinde mancýnýk kurarak savaþmýþlardýr. Mancýnýk, kendisiyle büyük taþlar atýlan bir âlettir. Zamanýmýzda modern silâhlar icad edildiði için buna ihtiyaç kalmamýþtýr.

"Düþmanýn kendileri ilh..." Yani düþmanýn bizzat kendilerinin mancýnýk ve yakýcý maddelerle yakýlmasý caiz olunca yurtlarýnýn mallarýnýn yakýlmasý evleviyetle caiz olur. Gerek düþmanýn gerekse yurtlarýnýn ve mallarýnýn yakýlmasý zaferi elde etmek için bundan baþka çare bulunmadýðý takdirdedir. Eðer yakýlmadan zafer kazanma imkâný olursa, yakmak asla caiz deðildir. Çünkü yakmada kadýnlarýn, çocuklarýn ve onlarýn yanýnda bulunan müslüman esirlerin de imhasý vardýr.

"Ceyþ (ordu) ile beraber çýkarýlmasý ilh..." Ýmam-ý Azam´a göre ceyþ; en az dört yüz neferden müteþekkil bir askeri kýtadýr. Seriyye ise; en az yüz neferden müteþekkil bir askeri bölükdür. Hâniyye´de: "Seriyye, iki yüz neferden bir askeri koldur." diye yazýlýdýr. Þeyh Ekmeliddin: "Ýbn-i Ziyad´ýn seriyye en az dört yüz neferden, ceyþ ise en az dört bin neferden teþekkül eder, demesi doðru deðildir." demiþtir.

Fetihd´e zikredilmiþtir ki, oniki bin kiþi büyük bir ordu sayýlýr. Çünkü Peygamberimiz: "Oniki bin kiþi azlýktan dolayý maðlup olmaz." buyurmuþlardýr.

Ben derim ki: Oniki bin kiþilik bir ordu maðlup olmaz, eðer maðlup olursa zamanýmýzdaki kumandanlarýn hýyaneti yüzünden maðlup olur.

TETÝMME: Hâniyye´de zikredilmiþtir ki, oniki bin kiþilik bir Ýslâm ordusunun her ne kadar düþman ordusu daha fazla olsa bile kaçmasý lâyýk deðildir. Velhasýl maðlup olacaðýný bilirse kaçmada bir beis yoktur. Silâhý bulunmayan bir müslümanýn silâhlý olan iki düþmandan kaçmasýnda bir beis yoktur. Ýmam Muhammed´in bir kavline göre kuvvetli olan bir müslümanýn iki kâfirden, yüz müslümanýn iki yüz kâfirden kaçmasý mekrûhdur. Fakat bir müslümanýn üç kâfirden, yüz müslümanýn üç yüz kâfirden kaçmasýnda bir beis yoktur.

"Yaþlý kadýnlarýn ve cariyelerin ilh..." Fetih´de zikredilmiþtir ki, yaralýlarý tedavi, su daðýtmak için genç kadýnlarýn deðil yaþlý kadýnlarýn çýkarýlmasý evlâdýr. Cinsî yakýnlýk için hür kadýnlarýn deðil cariyelerin çýkarýlmasý evlâdýr.

"Harb devam ederken burun ve kulaklar gibi azalarýn kesilmesinde beis yoktur ilh..." Fetih´de zikredilmiþtir ki, harb sýrasýnda, bir müslüman kýlýcýyla bir kâfire vurup kulaðýný kesebilir, ikinci sefer vurup gözünü çýkarabilir, üçüncü sefer vurup elini kesebilir, dördüncü sefer vurup burnunu kesebilir. Bir müslüman, harb devam ederken bir kâfiri yakaladýðýnda onun azalarýný kesmeyip doðrudan doðruya öldürür.

TENBÝH: Sahih-i Buharý ile Sahih-i Müslim´de ve diðer mu´teber hadîs kitablarýnda harb halinde kâfirlerin âzalarýnýn kesilmesi yasaklanmýþtýr.

Bir kimse bir cemaat üzerine cinayet iþleyip birinin burnunu, diðerinin kulaklarýný, baþka birinin ellerini, öbürünün ayaklarýný, daha baþka birinin de gözlerini çýkarsa, bu cani kimseden her biri için kýsas alýnýrken bir önce yapýlan kýsasýn yerinin iyi olmasý beklenir. Bir kimse bir þahsýn azalarýný kestikten sonra öldürse, bu cani kimsenin azalarý kesilmeyip doðrudan doðruya öldürülür. Fetih.

"Rahip ilh..." Es-Siyerü´l-Kebir´de zikredilmiþtir ki, insanlara karýþmayan manastýrdaki rahipler, kilisedeki hadameler öldürülmez. Keþiþler gibi insanlara karýþýrlarsa öldürülürler. Bazen çýldýrýp bazen ayýlan deliler her ne kadar harbe katýlmasalar bile ayýk hallerinde öldürülürler. Cevhere´de zikredilmiþtir ki; dilsizin, saðýrýn, sol eli kesilmiþ veya ayaklarýndan biri kesilmiþ olanlarýn öldürülmesi caizdir. Çünkü bunlarýn süvari olarak savaþmalarý mümkündür. Keza savaþan kadýnlarýn da öldürülmeleri caizdir.

"Bunlardan biri kral ilh..." Peygamber Efendimiz Düreyd b. Sýmne´nin harb iþlerinde görüþünden istifade edilen bir kimse olduðu için yüzyirmi yaþýnda ve kör olduðu halde öldürülmesini emretmiþtir. Deli, çocuk ve kadýn gibi öldürülmeyenlerden birisi savaþýrsa öldürülür. Çocuk ve deliler savaþýrlarken öldürülür. Kadýnlar, rahipler vesaire esir edildikten sonra savaþtýklarý takdirde öldürülürler. Hükümdar olan kadýn, her ne kadar savaþmasa bile öldürülür.

Keza hükümdar olan çocuk da öldürülür. Çünkü hükümdarlarýnýn öldürülmesinde kuvvet ve kudretlerinin kýrýlmasý vardýr. Cevhere´de: "Hükümdar olan çocuk harb meydanýnda hâzýr olduðunda öldürülür." diye zikredilmiþtir.

"Bu öldürülmeleri helâl olmayanlarý ilh..." Yani öldürülmeleri helâl olmayan kâfirler dar-ý harbde býrakýlmayýp Ýslâm memleketine getirilir. Çünkü onlarý orada býrakmak müslümanlarýn zararýna olur. Meselâ çocuklar büyüyüp harb ederler. Ama savaþamýyacak, çocuklarý olmayacak, görüþünden istifade edilemeyecek derecede yaþlý olanlar hususunda müslüman hükümdar muhayyer olup dilerse onlarý dar-ý harbde býrakýr. Çünkü onlarýn kâfirlere de faydasý yoktur. Dilerse müslüman esirlerle deðiþtirmek için Ýslâm memleketine getirir. Çocuðu olmayacak derecede yaþlý olan kadýnlar da yaþlý erkekler hükmündedir, insanlara karýþmayan ve evlenmeyip manastýrlarda yaþýyan rahipler de yaþlý erkekler hükmündedir. Bahýr.

METÝN

Savaþ halinde bir kimsenin kâfir olan aslý (her ne kadar yukarý çýkarsa çýksýn babasý ve dedeleri) ný öldürmesi caiz deðildir. Fakat onlarý býrakmayýp baþkasý öldürsün diye oyalar. Eðer onlarý öldürecek baþka birisi bulunmazsa kendisi öldürür. Onlarý öldürecek baþka birisi bulunduðu halde kendisi öldürürse, tevbe ve istiðfar eder, diyetleri lâzým gelmez. Çünkü onlarýn þer´an korunmasý, lâzým deðildir.

Asýl, ferî (her ne kadar aþaðý inerse insin oðlu ve torunlarý) ný öldürmeyi kasdedip, oðlu veya torunlarý aslýný öldürmekten baþka çare bulamazsa, bu takdirde öldürmeleri caizdir. Çünkü müslüman olan baba bile oðlunu öldürmek istese, oðlunun kendi nefsinden zararý defetmek için babasýný öldürmesi caizdir. Savaþ meydanýnda kâfir olan baba, müslüman olan oðlunu öldürmek isterse, müslüman olan oðlun kendi nefsinden zararý defetmek için kâfir olan babasýný öldürmesi evleviyetle caiz olur.

Bir kimsenin hükümdara isyan eden âsiler arasýndaki yakýn akrabasýný öldürmesi caiz deðildir. Müslümanlarýn menfaati bulunursa, düþman tarafýndan veya müslümanlar tarafýndan mal karþýlýðýnda cihâd etmemek üzere sulh yapýlmasý caizdir. Çünkü ALLAH-ü Teâlâ´nýn:

"Eðer (düþman) barýþa meylederse sen de ona yanaþ." kavl-i kerimi kâfirlerle barýþ yapýlmasýnýn caiz olacaðýna delildir.

Düþmanla barýþ yapýldýktan sonra barýþýn bozulmasýnda müslümanlarýn menfaati bulunursa, haram olan zulümden sakýnmak için, barýþý bozduðumuzu kendilerine bildiririz. Çünkü Peygamber Efendimiz Mekke ehline böyle yapmýþlardýr. Eðer barýþ yaptýðýmýz düþman hükümdarý hainlik ederse, meselâ onun izniyle askerlerinden bazýlarý müslümanlara saldýrýrsa, barýþý bozduðumuzu bildirmeksizin kendileriyle savaþýrýz. Eðer düþman hükümdarýnýn izni olmadan askerlerinden bazýlarý müslümanlara saldýrýrsa yalnýz onlar hakkýnda barýþ bozulmuþ olur. -ALLAH´a sýðýnýrýz - bir kavim mürted olup, bir beldeyi elegeçirip yurtlan dar-ý harb olup, onlarla barýþ yapýlmakta menfaat bulunursa mal almadan barýþ yapýlýr. Eðer bir ´beldeyi ele geçirmiþ olmazlarsa kendileriyle barýþ yapýlmasý caiz deðildir. Çünkü barýþ yapýldýðý takdirde mûrtedleri mürtedlikleri üzere býrakmak vardýr. Bu ise caiz deðildir.

Kendilerinden mal alýnmýþ olursa geri verilmez. Çünkü bu alýnan malýn korunmasý lâzým olmadýðýndan müslümanlar için ganimet olmuþ olur. Fakat isyancýlardan mal alýndýðýnda harb bittikten sonra alýnan mal kendilerine geri verilir.

Kâfirlere savaþta kuvvet olacak demir, köle ve at gibi þeyleri satmak veya taþýmak -her ne kadar barýþtan sonra olsa bile- haramdýr. Çünkü Peygamber Efendimiz bunlarýn düþmana satýlmasýný yasaklamýþlardýr. Ama yenilecek maddelerin, kumaþýn satýlmasý istihsanen caizdir.

ÝZAH

"Kâfir olan aslýný ilh..." Yani savaþ meydanýnda oðlun, kâfir olan babasýný öldürmesi caiz deðildir. Çünkü yaþamasý için babasýna bakmasý oðlu üzerine vâcibtir. öldürmek ise buna zýddýr. Ayný zamanda oðlun dünyaya gelmesine babasý sebeb olmuþtur. Müslüman olan babanýn kâfir olan oðlunu öldürmesi caizdir. Keza müslüman olan bir kimsenin kâfir olan kardeþi, amcasý ve dayýsý gibi akrabalarýný öldürmesi caizdir.

"Oðlunun kendi nefsinden zararý defetmek için ilh..." Yani müdafaayý nefis için oðlun babasýný öldürmesi -her ne kadar babasý müslüman olsa bile- caizdir. Hatta bir baba ile oðul bir seferde iken susuzluktan ölecek derecede susayýp oðlun yanýndan birisini kurtaracak kadar su bulunsa, babasý susuzluktan ölse bile suyu kendisi içer. Müslüman olan bir kimsenin kâfir olan babasýnýn ALLAH-ü teâlâ veya Peygamber Efendimizin aleyhinde fena söz söylediðini iþitse. onu öldürmesi caizdir. Çünkü Ebû Ubeyde b. Cerrah (R.A.)´ýn Peygamberimizin aleyhinde fena söz söyleyen babasýný öldürdüðü, Resûl-i Ekrem Efendimizin de bunu inkâr etmediði rivayet edilmiþtir.

"Düþman tarafýndan ilh..." Yani müslümanlarýn menfaati bulunursa, düþmandan alýnan mal karþýlýðýnda savaþ yapmamak üzere düþmanla barýþ yapmak caizdir. Bu barýþ düþman sahasýna varmadan önce yapýlýrsa onlardan alýnan mal haracýn ve cizyenin sarf edildiði yere sarf edilir. Ama onlarýn sahasýna vardýktan sonra yapýlýrsa, alýnan mal ganimet olup beþte biri beytülmâl için ayrýldýktan sonra geriye kalan mal askerler arasýnda taksim edilir. Nehir.

"Müslümanlar tarafýndan ilh..." Yani müslümanlar muzdar durumda bulunurlarsa, bu takdirde mal vererek barýþ yapmak caizdir. Nehir.

"Barýþý bozduðumuzu kendilerine bildiririz ilh..." Düþman hükümdarý barýþý bozduðumuzu memleketinin her tarafýna duyuracak kadar bir zaman geçmedikçe onlarla cihâd etmemiz caiz olmaz. Hatta barýþ yapýldýðý için kalelerini yýkýp beldelerine daðýlmýþlar ise zulümde kaçýnmak için kalelerine dönüp onlarý tamir edinceye kadar savaþmamýz caiz deðildir. Bu. tâyin edilen barýþ zamaný geçmediði takdirdedir. Tâyin edilen barýþ zamaný geçtikten sonra dahi bozduðumuzu kendilerine bildirmek lâzým deðildir. Muayyen bir zaman cihâd etmemek özere mal karþýlýðýnda düþmanla barýþ yapýp o müddet bitmeden önce barýþý bozsak, kalan müddetin hissesi düþmana geri verilir. Çünkü alýnan mal harb etmemenin karþýlýðý olarak alýnmýþtýr. Zeylaî.

"Yalnýz onlar hakkýnda barýþ bozulmuþ olur ilh..." Yani hükümdarlarýndan izinsiz saldýran düþman askerlerinin kuvveti bulunursa, yalnýz kendileri hakkýnda barýþ bozulmuþ olur, öldürülürler ve esir edilirler. Bir asker hükümdarýndan izinsiz saldýrýp sonra vazgeçse, onun hakkýnda barýþ bozulmuþ olmaz.

"Mal almadan barýþ yapýlýr ilh..." Yani mürted olan kavmin ileride tekrar müslüman olmalarý ümid edilirse kendilerinden mal almaksýzýn barýþ yapýlmasý caizdir. Çünkü alýnan mal cizye mânâsýnda olacaðý için mürtedlerden kabul edilmez. Zaruret zamanýnda mürtedlere mal vermek suretiyle barýþ yapýlmasý caizdir. Nitekim yukarýda geçtiði üzere zaruret zamanýnda kâfirlere bile mal vermek suretiyle barýþ yapýlmasý caizdir. Þu kadar var ki, mürtedlerle barýþ yapýldýðýnda müddet tamam olmadan ahdi bozduðumuzu kendilerine bildirmemiz lâzým deðildir. Çünkü bunlar tekrar müslüman olmalarý için cebrolunur, ama kâfirler cebrolunmazlar.

"Demir ilh..." Yani iðne gibi küçük olsa bile harb için silâh olarak kullanýlacak maddelerin düþmana satýlmasý haramdýr. Keza ipek gibi demir hükmünde olan þeylerin de satýlmasý mekruhtur. Çünkü ipekten sancak yapýlýr.

"Köle ilh..." Yani kölelerin düþmana satýlmasý da haramdýr. Çünkü köleler gerek müslüman olsun gerekse kâfir olsun düþman yurdunda çoðalýp müslümanlarla harb ederler.

"Taþýmak ilh..." Yani satýlacak demir, köle ve at gibi þeylerin düþman memleketine götürülmesi de haramdýr. Emân (pasaport) ile düþman memleketine giden bir müslüman tacirin satmak istemediði ve düþmanýn da dokunmayacaðýný bildiði silâhýný yanýnda götürmesinde bir beis yoktur. Eðer dokunacaklarýný bilirse silâhýný götürmez. Hâkimin Kâfîsi´nde zikredilmiþtir ki, kýlýçla Ýslâm memleketine gelen bir kâfir onun yerine ok yahut mýzrak yahut at satýn alsa, götürmesine müsaade edilmez.

Keza kýlýcýný kendisinden daha iyi bir kýlýçla deðiþtirse yine götürmesi için müsaade edilmez. Eðer deðiþtirdiði kýlýç kendi kýlýcý gibi veya kendi kýlýcýndan âdi olursa götürmesi için müsaade edilir.

"Ýstihsanen caizdir ilh..." Yani yenilecek ve giyilecek maddelerin düþmana satýlmasýnýn caiz olmasý müslümanlarýn bunlara ihtiyacý olmadýðý takdirdedir, Bunlara müslümanlar muhtaç olurlarsa satýlmalarý caiz deðildir

Ynt: Cihad By: neslinur Date: 02 Mart 2010, 21:57:59
METÝN

Hür erkeðin veya kadýnýn her ne kadar fâsýk yahut kör yahut ihtiyar olsa bile yahut cihâd için kendilerine izin verilmiþ çocuk veya köle de olsa eman (emniyete kavuþtuðu hakkýnda düþmana verilen söz yahut yapýlan iþaret yahut yazýlý emannâmeden ibarettir) verdiði kâfirler öldürülmezler. Müslümanlar o emaný bildikten sonra her ne kadar kâfirler o lisaný bilmeseler bile öldürülmezler. Ancak kâfirlerin bu emaný müslümanlardan iþitmeleri þarttýr. Kâfirler müslümanlardan uzak bir yerde olduklarý için emaný iþitmezlerse, bu emana itibar edilmez.

Emanýn rüknü emaný bildiren þeylerdir. Bu cihetten üç nev´e ayrýlýr: Açýk lâfýzla olan eman, "sana eman verdim" yahut "sizin üzerinize bir beis yoktur" gibi. Kinaye lafzýyla olan eman, eman olduðunu zannettiðinde "gelin" denilmesi veya parmakla semaya doðru iþaret edilmesi gibi. Yazýyla olan eman, emannâme gönderilmesi gibidir.

Bir kâfir "eman" diye çaðýrdýðýnda müslümanlarýn kendisine ulaþmasý mümkün olmayan bir yerde bulunsa bile eman sahih olur. Bir kimsenin kendi çocuklarý için eman istemesi sahihdir. Fakat ehli için eman istemesi sahih deðildir.

Bir kâfir evlâdlarý hususunda eman istese, emanda oðullarýnýn çocuklarý dahil olur. Fakat kýzlarýnýn çocuklarý dahil olmaz. Kendilerine eman verilen kâfirlerin üzerine diðer bir Ýslâm ordusu baskýn yapýp mallarýný aralarýnda taksim enikten sonra önceden bunlara eman verildiðini bilseler, o halde öldüren müslümanýn üzerine diyet, cinsî yakýnlýkta bulunanýn üzerine mehr-i misil lâzým gelir. Çocuk babasýna tâbi olmakla kýymetini ödemeksizin hür ve müslüman olur. Mallan ve üç hayýz gördükten sonra kadýnlarý sahihlerine verilir.

Emânýn devamýnda müslümanlarýn zararý bulunursa hükümdar onu bozar. Faidesiz eman veren kimse te´dîp olunur. Zimmînin, esirin, tacirin, savaþtan menedilmiþ olan köle ile çocuðun, delinin ve dar-ý harbde müslüman olup Ýslâm memleketine hicret etmemiþ olan kimselerin emanlarý geçersizdir. Çünkü bunlar savaþmaya mâlik deðildirler. Ancak bir zimmîyye eman vermesi için bir müslüman emrettiði vakitte emaný geçerlidir, imam Muhammed´e göre harbden menedilmiþ kölenin emaný sahihtir.

Hâniyye´de zikredilmiþtir ki, müslümanýn kâfir olan mâlikine hizmet! kâfir için emandýr. iþin hakikatini Allah-ü Teâlâ Hz. bilir.

ÝZAH

"Eman verdiði kafirler öldürülmez ilh..." Yani hür olan erkek veya hür olan kadýn bir kâfire yahut bir kâfir topluluðuna yahut kâfir bir kale ehline yahut kâfir bir þehir ehline eman verse sahih olur ve emandan sonra onlarýn öldürülmesi müslümanlardan hiç bir kimseye caiz olmaz.

Fâsýk olsa bile bir müslümanýn Kâfirlere verdiði ahit ve emanýn bütün müslümanlarýn üzerine geçerli olmasýnýn delili, Peygamberimizin:

"Müslümanlarýn kanlarý, kýsas ve diyette müsavidir. Bütün müslümanlar düþmana karþý bir el gibidir. Yani birbirine yardýmcý olmalarý vâcibdir. zimmetlerine ednâlarý da çalýþýr ve çalýþmasý geçerlidir." hadîs-i þerifidir. Bu hadîs-i þerifdeki "zimmet" ile murad geçici veya devamlý olan ahiddir. Eman ve zimmet akdi de budur. Yine hadîs-i þerifdeki "ednâ" lâfzý ile eðer: "Velâ ednâ zâlike velâ ekser" (Mücadele Sûresi, âyet: 7) nazm-ý kerîminde vâki olduðu gibi çoðun mukabili olan en az mânâsýnaalýnýrsa, bir kiþinin emanýnýn sahih olduðuna delildir ve eðer: "Fekâne kabe kavseyni ev ednâ" (Necm Sûresi, âyet: 9) kavl-i þerifinde olduðu gibi yakýnlýk mânâsýna olan «dünüvv" den alýnmýþsa denaet (adilik) vasfý müslümanlardan ancak fâsýka nisbet olunmak lâyýk olduðu için fâsýkýn emanýnýn sahih olduðuna delildir. Es-Siyerü´l-Kebir Þerhi.

"Müslümanlar o emaný bildikten sonra ilh..." Yani müslümanlar o lâfzýn eman olduðunu bildikten sonra, kendilerine eman verilen kâfirleri öldürmeleri caiz olmaz.

Ben derim ki: Bundan anlaþýlan, eman veren kimsenin kendisiyle eman verdiði lâfzýn emana delâlet ettiðini bilmesi þarttýr. Bir kimse hakkýnda eman sabit olunca, bütün müslümanlar hakkýnda da sabit olmuþ olur.

"Emaný iþitmezlerse bu emana itibar edilmez ilh..." Musannif bu ifadesiyle "düþmanýn hükmen olsun, emaný iþitmesinin lâzým olduðuna" iþaret etmiþtir. Çünkü Hindiyye´de zikredilmiþtir ki, müslümanlar sesin duyulacaðý bir yerde bulunan düþmana "size eman verdik" diye nida edip onlar uyku veya harble meþgul olduklarý için duymasalar bu, eman sayýlýr.

"Gelin ilh..." Bu ifadenin eman olduðuna Ýmam Muhammed, Hz. Ömer (R.A.)´den:

«Müslümanlardan her hangi bir kimse, düþmandan bir þahsa, "beri gel, eðer gelirsen seni öldürürüm" deyip o da gelse, emin olur, ona dokunmak caiz olmaz.» diye nakledilen eseri delil göstermiþtir. Bu eser þöyle te´vil edilir: Düþman, müslümanýn: "Eðer gelirsen seni öldürürüm." ifadesini ya iþitmemiþ veya anlamamýþtýr. Eðer iþitip anladýktan sonra yine gelirse ganimet olur.

"Parmakla semaya doðru iþaret edilmesi ilh..." Bu iþaret "Ben sana göklerin Ma´bûdu olan Allah-ü Teâlâ´nýn ahdi ve emanýný verdim." veya "Sen Allah hakký için eminsin." mânâsýný ifade eder.

"Bir kâfir emân diye ilh..." Yani müslümanlar tarafýndan ses iþitilemeyecek kadar uzak bir yerde ve kendi kuvvetleri arasýnda bulunan bir düþman neferi müslümanlarýn bulunduklarý tarafa silâhsýz olarak gelip de ses iþitilecek bir yerden eman dilediði takdirde emana nail olmuþ olur. Artýk kendisi ganimet sayýlmaz. Fakat Ýslâm ordusunun arkasýnda veya sað, sol cenahlarýnda silâhlý olarak dolaþmakta görülen bir düþman, eman için gelmekte olduðunu söylese de sözüne itibar olunmaz. Çünkü kendisinin bu vaziyeti, casusluðuna sû-ikastine delildir. Bu cihetle hakkýnda esir muamelesi yapýlabilir. Es-Siyerü´l-Kebir Þerhi. Nitekim bir kimsenin evine geceleyin bir þahýs girip ev sahibi o þahsýn hýrsýz olup olmadýðýný bilmese, eðer onun üzerinde hýrsýz alâmeti bulunursa onu öldürmesi caizdir. Bulunmazsa caiz deðildir.

Ýslâm memleketinde bulunan bir kâfir emanla girdiðini iddia etse tasdik edilmez. Hatta krallarý tarafýndan Ýslâm hükümdarýna elci gönderildiðini iddia etse yine tasdik edilmez. Ancak krallarýnýn mektubuna benzeyen bir mektup çýkarsa - her ne kadar bu mektubun kendisi tarafýndan yazýlmýþ olmasý ihtimali bulunsa bile- emin olur. Çünkü gerek cahiliyette, gerekse Ýslâmiyette elciler emniyettedir.

"Çocuktan için eman istemesi sahihtir. Fakat ehil için eman istemesi sahih deðildir ilh..." Bu ifade yanlýþtýr. Bahýr´ýn ibaresi þöyledir: Bir kâfir ehli için eman istese, kendisi bu eman altýna girmez, fakat çocuklarý için eman istese, kendisi de bu eman altýna girer. Bu ifadeler bir kâfirin hem ehli için hem de çocuklarý için eman istemesinin sahih olduðu hususunda acýktýr. Þu kadar var ki, ehli için eman istediðinde kendisi bu eman altýna girmez. Çocuktan için eman istediðinde kendisi de bu eman altýna girer. Meselâ bir kâfir müslümanlara hitaben "ehlime eman veriniz" deyip müslümanlar da eman verseler, kendisi bu eman altýna girmez. "Çocuklarýma eman veriniz" deyip müslümanlar da eman verseler, kendisi de bu eman altýna girer. Eðer "bana ehlim üzerine yahut çocuklarým üzerine yahut eþyam üzerine yahut kale ehlinden on kimseye eman veriniz"dese, bu suretlerde kendisi de eman altýna girmiþ olur.

"Bir kâfir evlâdlarý hususunda eman istese ilh..." Yani bir kâfir müslümanlara hitaben "bana evlâdlarým üzerine eman veriniz" deyip, müslümanlar da kendisine eman verseler, bu emana kendi çocuklarý ve erkek çocuklarýnýn çocuklarý girer. Kýzlarýnýn çocuklarý girmez. Çünkü kýzlarýnýn çotuklarý kendi evlâdlarý deðildir. Ýmam Muhammed böyle zikretmiþtir. Hassâf, imam Muhammed´den "Kýzlarýnýn çocuklarý da girer." diye nakletmiþtir. Çünkü Peygamber Efendimiz, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin (R.A.)´i kucaklarýna aldýklarýnda: "Evlâdlarýmýz ciðerlerimizdir." buyurmuþlardýr. Emanda "Kýzlarýnýn çocuklarý girmez." diye nakledilen birinci rivayete göre bu hadis-i þerif Allah-ü Teâlâ´nýn : "Muhammed Aleyhisselâm balið olan erkeklerden hiç bir ferdin hakikî babasý deðildir." kavl-i kerîminin deliliyle mecaze hamledilmiþtir. Yahut hadis-i þerifinmânâsý gereðince kýzlarýnýn çocuklarýnýn evlâd sayýlmasý Hz. Fâtýma (RA.)´nýn çocuklarýna mahsustur. Nitekim Peygamber Efendimiz : "Bütün çocuklar babalarýna nisbet olunurlar. Ancak Hz. Fâtýma (R.A.)´nýn çocuklarý bana nisbet olunur, ben onlarýn babalarýyým." buyurmuþlardýr. Fakat bu hadîs-i þerif þazdýr. Zikredilen âyet-i kerîmenin mânâsýna muhaliftir. Eðer "çocuklarýmýn çocuklarý üzere bana eman verin" dese, bu emanda kýzýnýn çocuklarý da dahil olur.

"Kendilerine eman verilen kâfirlerin üzerine ilh..." Yani kendilerine eman verilen kâfirlerin ne kendileri öldürülür, ne de çoluk çocuklarý esir alýnabilir, ne de mallarýna, namuslarýna tecavüz olunabilir. Bunun aksine hareket Ýslâm ahkâmýnca büyük bir günâh teþkil eder ve ödemeyi gerektirir. Çünkü emana nail olan bir düþmanýn nefsi korunmuþ, mallarý kýymetli olmuþ olur. Müslümanlardan bir kimse bir kâfir topluluðuna eman vermiþ olduðu halde bunu bilmeyen diðer bir kýsým müslümanlar baskýn yaparak onlarýn mallarýný alýp bazý erkeklerini öldürüp, bazý kadýnlarýný da esir ederek taksim ettikten sonra onlara cinsî yakýnlýkta bulunacak olsalar, emaný bildiklerinde o mallarý ve kadýnlarý geri vermeleri, öldürdükleri erkeklerin diyetlerini, cinsî yakýnlýkta bulunduklarý kadýnlarýn da mehirlerini vermeleri lâzým gelir. Bu kadýnlar üç hayýz görünceye kadar geri verilmez. Bu müddet içinde yaþlý, emin bir kadýnýn yanýna konur. Þayet bu cinsî yakýnlýk neticesinde çocuklar doðacak olurlarsa, bunlar babalarýna tâbi olarak kýymetini ödemeksizin hür olmuþ bulunurlar.

"Te´dip olunur ilh..." Yani bir kimse düþmana faidesiz yere eman verilmenin þer´an yasak olduðunu bildiði halde eman verirse te´dip olunur. Bilmeyerek verirse, bilmezliði özür sayýlacaðý için te´dip olunmaz. Kuhistânî.

"Ancak bir zimmîye eman vermesi için bir müslüman ilh..." Yani bir müslüman bir zimmîye "sen kâfirlere eman ver" deyip o da kâfirlere hitaben "ben size eman verdim" yahut "fülan müslüman size eman verdi" dese, bu iki surette eman sahih olur. Ama müslüman zimmîye "sen kâfirlere fülan müslüman size eman verdi de" deyip zimmî kâfirlere hitaben "fülan müslüman size eman verdi" derse, eman sahih olmaz. Çünkü elcilik vazifesini tam olarak ifâ etmiþtir. Eðer "ben size eman verdim" derse, bu eman sahih olmaz. Çünkü müslümanýn emrine muhalefet edip emaný kendiliðinden vermiþ olur ki, buna mâlik deðildir. Ancak müslüman ona "kâfirlere eman ver" derse, zimmî bu þekilde eman vermeye mâlik olur. Zimmîye emreden müslüman gerek kumandan olsun, gerekse ordudan bir nefer olsun fark yoktur. Zimmînin emanýnýn sahih olmamasý onlara meyletme töhmetinden dolayýdýr. Bir müslüman ona eman vermesini emredince bu töhmet kalkmýþ olur. Bu bahsin tamamý Es-Siyerü´l-Kebir Þerhindedir.

"Esirin, tacirin ilh..." Yani dar-ý harbde bulunan müslüman bir esirin veya tacirin müslümanlar nâmýna eman vermesi sahih deðildir. Çünkü bunlar dar-ý harbde bulundukça onlarýn emri altýnda olup serbest harekete mâlik deðillerdir. Ayný zamanda kâfirler bunlardan korkmaz. Eman ise korkulan yere mahsustur. Zahîre´den naklen Bahýr´da zikredilmiþtir ki, müslüman esir veya tacirin verdikleri eman diðer müslümanlar hakkýnda sahih deðildir. Hatta müslümanlarýn onlarýn eman verdikleri kâfirler üzerine baskýn yapmalarý caizdir. Ama eman veren esir veya tacir hakkýnda verdiði eman sahih olup, emanla dar-ý harbe giren gibi olur da rýzalarý olmadan mallarýndan hiç bir þey alamaz.

Keza harbden menedilmiþ kölenin vermiþ olduðu eman da baþkasý hakkýnda sahih olmayýp kendi hakkýnda sahihtir.

Ben derim ki: Emanla dar-ý harbe giren tacirin verdiði eman da baþkalarý hakkýnda sahih olmayýp kendi hakkýnda sahihtir.

TENBÝH: Es-Siyeür´l-Kebir þerhinde zikredilmiþtir ki; esir, kâfirlere eman verip sonra geceleyin onlarý islâm ordusuna getirse ganimet olurlar. Ýstihsanen erkekleri öldürülmez. Çünkü onlar harb için deðil eman istemek için gelmiþlerdir. Nitekim kuþatýlmýþ bir düþman neferi silâhýný atmak suretiyle savaþý býrakarak "eman" diye nida etse emin olur, kendisine dokunulmasý caiz olmaz.

"Hâniyye´de zikredilmiþtir ki ilh..." Hâniyye´nln ibaresi þöyledir: Bir kâfirin kâfir bir kölesi olup da köle müslüman olsa, sonra efendisine hizmet etse, bu hizmeti eman olur. Dar-ý harbde bulunan müslüman esir ve tacirin emanlarýnýn caiz olmamasý bu kölenin hizmetinin de eman olmamasýný gerektirir.

Ben derim ki: "Hizmeti eman olur" ifadesi kölenin kendi hakkýnda eman olup, diðer müslümanlar hakkýnda eman olmaz mânâsýna hamledilir, iþin hakikatim Allah-ü Teâlâ bilir.

Ynt: Cihad By: neslinur Date: 02 Mart 2010, 22:00:51
GANÝMET VE TAKSÝMÝNE DAÝR MESELELER BEYANINDA BÂB



METÝN


Muðrîb´de zikredilmiþtir ki, ganimet; kâfirlerle savaþýrken onlardan zorla alýnan maldýr. Bu malýn beþte biri beytülmâla ayrýldýktan sonra kalan kýsmý gaziler arasýnda taksim edilir.

Fey; haraç gibi kâfirlerden harbden sonra alýnan maldýr. Bu fey, bütün müslümanlarýn masraflarýna sarfolunur.

Ýslâm hükümdarý bir beldeyi sulh yoluyla fethettiðinde hem kendisinin hem de kendisinden sonra hükümdar olacak zatlarýn yapýlan sulh þartlarýna riayet etmeleri icab eder. Buna göre o belde sulh yapan kavmin elinde mülk olarak kalýr.

Hükümdar bir beldeyi zorla fethedince muhayyer olup dilerse o beldeyi gaziler arasýnda taksim eder, dilerse o beldeyi ahalisi elinde býrakýr. Kendilerinden cizye, arazilerinden de haraç alýr. Gazilerin ihtiyacý bulunursa, o beldenin aralarýnda taksim edilmesi evlâdýr. Dilerse beldenin ahalisini Çýkarýr, yerlerine hariçden baþkalarýný getirip yerleþtirir. Getirdiði kimseler kâfir iseler üzerlerine cizye ve haraç koyar, müslüman iseler üzerlerine yalnýz öþür koyar.

Hükümdar esir aldýðý kâfirler Ýslâmiyeti kabul etmezlerse muhayyer olup dilerse onlarý öldürür, dilerse köle olarak kullanýr, dilerse müslümanlara haraç ve cizye vermek üzere kendilerin) hür ve zimmî olarak býrakýr. Arap olan müþrikler Ýle mürtedler ehl-i zimmet olarak býrakýlmaz. Nitekim yakýnda gelecektir.

Kâfirlere galip gelip esir edildikten sonra her ne kaçlar Ýslâmiyeti kabul ettikten sonra olsa bile meccanen salýverilmeleri haramdýr. Çünkü gazilerin hakký teallûk etmiþtir. Ýmam Þafiî Allah-ü Teâlâ´nýn : "Ya iyilik (karþýlýðýnda hiç bir þey almayarak âzâd) edin, yahut fidye (alýn)." (Muhammed (S.A.V.) Sûresi, âyet: 4) nazm-ý celilinin gereðince esirlerin meccanen býrakýlmasýný caiz görmüþtür.

Biz Hanefiler: Ýmam Þafiî´ye bu âyet-i kerîme, "Müþrikleri, nerede bulursanýz öldürün." (Tevbe Sûresi, âyet: 5) âyet-i kerîmesiyle neshedilmiþtir.» diye cevap veririz.

Harb bittikten sonra kâfirlerden biraz mal alýp da esirlerini salývermek þer´an haramdýr. Ama harb bitmeden önce mal karþýlýðýnda esirlerin býrakýlmasý caizdir. Müslüman esir karþýlýðýnda caiz deðildir. Ýmameyn´e göre caizdir, Ýmam-ý Azam´ýn iki rivayetinden kuvvetli olaný da budur.

Kâfirlerden esir alýnan kadýnlarýn ve çocuklarýn mal karþýlýðýnda býrakýlmalarý caiz deðildir. Kâfirlerden alýnan at, kýlýç da fidye karþýlýðýnda verilmez. Zaruret olursa bunlarýn hepsinin fidye karþýlýðýnda verilmeleri caizdir.

Ýslâmiyeti kabul eden esir ile kâfirlerin esir aldýklarý müslümanlarla deðiþtirilmesi caiz deðildir. Ancak kendisinin müslümanlýðýna emniyet hâsýl olup kendi rýzasýyla deðiþtirilmeyi kabul ederse, olur. Dürer. Þadru´þ-Þeria, Þümunni.

ÝZAH

"Ganimet ve taksimi babý ilh .." Musannýf cihâdý ve sulhu zikredince elde edileni beyan etmeye baþladý.

"Fey ilh..." Yani harbden sonra kâfirlerden alýnan maldýr. Buna göre harb yapýlmadan kâfirlerin Ýslâm hükümdarýna verdikleri hediyeler fey delildir. Hindiyye´de zikredilmiþtir ki, ganimet; gazilerin kuvvetiyle zorla kâfirlerden alýnan maldýr. Fey ise haraç ve cizye gibi harbsiz kâfirlerden alýnan maldýr. Ganimette beþte biri beytülmâl için ayrýlýr, feyde ise ayrýlmaz.

Kâfirlerden hediye yahut hýrsýzlýk yahut kapmak yahut hibe suretiyle alýnan mallar ganimet olmayýp alan kimseye aid olur. Müslümanlarýn menfaati bulunursa hükümdar kendisine verilen mal karþýlýðýnda bir sene harb yapmamak üzere kâfirlerle barýþ yapsa caiz olur. Hükümdarýn aldýðý bu mal fey ve ganimet olmaz. Fakat haraç gibi olup beytülmâla konulur. Çünkü ganimet at ve deve koþturmak suretiyle alýnan malin ismidir, Fey zor yoluyla düþmandan bize gelen maldýr. Anlaþma ile hükümdarýn aldýðý mal, rýza yoluyla alýndýðý için cizye ve haraç gibi beytülmâla konulur. Netice olarak savaþ ve harb ile alýnan mal ganimettir. Harbden sonra cizye ve haraç gibi düþmandan alýnan mal feydir. Harbsiz ve zor kullanmaksýzýn hediye ve sulh yoluyla alýnan mal ganimet ve fey deðildir. Bu malýn hükmü fey´in hükmü gibi olup beþte biri alýnmaz. Bütün müslümanlarýn masrafýna sarfedilmek üzere beytülmâle konulur.

"Ýslâm hükümdarý bir beldeyi sulh yoluyla fethettiðinde ilh..." Sulhta haraç suyu ve öþür suyu nazar-ý itibare alýnýr. Eðer sularý haraç suyu olursa haraç üzerine, eðer sularý öþür suyu olursa öþür üzerine sulh yapýlmýþ olur. Kuhistânî.

"Dilerse o beldeyi gaziler arasýnda taksim eder ilh..." Yani alýnan ganimetin beþte biri çýkarýldýktan sonra esir edilen ahalisi köle olarak, mallarý da ganimet olarak gaziler arasýnda taksim edilir. Fetih.

"Dilerse o beldeyi ahalisi elinde býrakýr ilh..." Yani canlarýný baðýþlar, arazilerini ve mallarýný da kendilerine verir. Kendilerinden cizye alýnýr. Arazilerini sulayan gerek yaðmur, kaynak, dere, kuyu suyu gibi öþür suyu, gerekse acemlerin (arap. olmayanlar) açtýðý ýrmak suyu gibi haraç suyu olsun su nazar-ý itibara alýnmaksýzýn arazilerinden de haraç alýnýr. Çünkü bu haraç ilk defa kâfir üzerine konulan bir vergidir. Çanlarýný ve arazilerini kendilerine karþýlýksýz baðýþlamak mekrûhdur. Ancak arazilerinden mahsul çýkana kadar kendilerine diðer ganimet mallarýndan barýnabilecekleri miktarda mal verilir. Esirleri mal karþýlýðýnda býrakmak caiz deðildir. Çünkü harbedecek kâfirlerin para karþýlýðýnda olsa bile salýverilmesi müslümanlarýn zararýnadýr. Fetih.

"Müslüman iseler üzerlerine yalnýz öþür koyar ilh..." Çünkü bu, ilk defa müslümanlar üzerine konulan bir vergidir.

TENBÝH: Þürunbulâlî "Et-Dürretü´l-Yetime fil´gânime" ismindeki risalesinde zikretmiþtir ki, Ýslâm hükümdarý zorla almýþ olduðu bir belde hakkýnda muhayyerdir, demek sahabenin icma´ýna muhâlifdir. Çünkü Hz. Ömer (R.A.) alýnan arazileri gaziler arasýnda taksim etmemiþ ve beþte birini beytülmâl için ayýrmamýþtýr. Âlimlerimiz bunu nakledip ikrar etmiþlerdir.

Ben derim ki: Hz. Ömer (R.A.) münasib olaný yapmýþtýr. Nitekim kýssadan da bilinmektedir. Yoksa muhakkak lâzým olaný yapmýþ deðildir. Nasýl lâzým olaný yapsýn ki, Peygamber Efendimiz Hayber´i fethettiðinde arazisini gaziler arasýnda taksim etmiþtir. Bundan maltým oldu ki, Ýslâm hükümdarý bir yeri zorla fethettiðinde oranýn arazisi hakkýnda muhayyer olup münasib olaný yapar.

"Dilerse onlarý öldürür ilh..." Yani alýnan esirlerden -gerek arap olsun gerekse acem olsun- harb edenler öldürülür. Kadýnlar ve çocuklar öldürülmeyip müslümanlarýn menfaatine köle olarak kullanýlýr. Kuhistânî.

"Dilerse köle olarak kullanýr ilh..." Esir edilmeden önce müslüman olmayan kâfirlerin esir edildikten sonra Ýslâmý kabul etmeleri köle olmalarýna mâni olmaz.

"Meccanen salýverilmeleri haramdýr ilh..." Hatta mal veya müslüman esir karþýlýðýnda býrakýlmalarý da caiz deðildir. Ýhtiyaç zamanýnda mal karþýlýðýnda býrakýlmalarý caizdir. Ýmam Muhammed´e göre çocuðu olmayacak derecede yaþlý olursa mal karþýlýðýnda býrakýlmasý caizdir. Ýmameyn´e göre müslüman esir karþýlýðýnda býrakýlmalarý caizdir. Diðer üç mezheb imamlarýnýn kavilleri de böyledir. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz bir müþrikle iki müslümaný deðiþtirmiþtir. Bir müþrik kadýnla Mekkelilerin esir ettiði müslümanlarý deðiþtirmiþtir. Sahih-i Müslim.

Ben derim ki: Kâfir esirlerin mal karþýlýðýnda býrakýlmalarýnýn haram olmasý ihtiyaç olmadýðýna göredir. Ama ihtiyaç olursa mal veya müslüman esir karþýlýðýnda býrakýlmalarý caizdir.

"Kadýnlarýn ve çocuklarýn mal karþýlýðýnda býrakýlmalarý caiz deðildir ilh..." Çünkü çocuklar büyüyüp müslümanlarla savaþýrlar. Kadýnlar ise doðurup nüfusun artmasýna sebeb olurlar.

"Kendi rýzasýyla deðiþtirilmeyi kabul ederse olur ilh..." Yani Ýslâmiyeti kabul eden esir kendi gönül hoþluðuyla kâfirlerin elinde bulunan bir müslümanla deðiþtirilmesini kabul ederse caiz olur. Çünkü baþka bir insana zarar vermeksizin bir müslümaný kurtarmýþ olur. Fetih.

T E N B Ý H :Kinye´de: "Dar-ý harbde esir bulunan erkekler, kadýnlar, âlimler ve cahiller satýn alýnmak istendiðinde önce erkekler ile cahiller satýn alýnýr." diye zikredilmiþtir. Buna þöyle cevap verilmiþtir: Bu seleften nakledilen bir delile dayanýyorsa, denilecek bir þey yoktur. Þayet bir defile dayanmýyorsa müslüman kadýnlarýn namusunu korumak için önce onlarýn satýn alýnmasý lâzýmdýr.

Ben derim ki: Ýlme hürmeten önce âlimlerin satýn alýnmasý lâzýmdýr. Bezzâziye sahibi: "Faziletlerinden dolayý âlimler sonraya býrakýlýr. Çünkü onlar aldatýlamaz, cahiller aldatýlabilir." demiþtir.

Bazý fukâha: "Harbde kendilerinden faydalanmak için önce erkekler satýn alýnýr." demiþtir. Önce erkeklerin alýnmasý kendilerine muhtaç olunduðu takdirdedir. Kendilerine muhtaç olunmazsa, önce kadýnlarýn satýn alýnmasý lâzýmdýr. Teemmül et.

METÝN

Kâfirlerden alýnan esirlerin memleketlerine gönderilmesi haramdýr. Bu ibare Dürer´e tâbi olarak þerhin nüshalarýnda sabittir. Ýbn-i Kemâl´e tâbi olarak metinde sabit deðildir. Çünkü esirlerin bir þey alýnmaksýzýn býrakýlmalarý haram olunca memleketlerine býrakýlmalarýnýn haram olmasý evleviyetle sabit olur. Ýslâm memleketine taþýnmasý mümkün olmayan hayvanlarýn ayaklarýnýn kesilmesi haramdýr, önce kesilir, sonra yakýlýr. Çünkü diri olarak yakmak ancak Allah´a mahsustur. Nitekim taþýnmasý mümkün olmayan silâhlarýn ve eþyalarýn da yakýlmasý lâzýmdýr. Kâfirleri kýzdýrmak için demir gibi taþýnmasý mümkün olmayan þeyleri gizli bir yere defnedilmeleri kaplarýnýn kýrýlmasý, yaðlarýnýn dökülmesi lâzýmdýr.

Ýslâm memleketine taþýnmalarý mümkün olmayan çocuklar ile kadýnlar açlýk ve susuzluktan ölmeleri için harabe bir yerde býrakýlýr. Çünkü onlarýn öldürülmesi yasaktýr. Fakat onlar hayatta da býrakýlmaz.

Müslümanlar dar-ý harbde kâfirlerin yüklerinde yýlan veya akrep bulsalar, kendilerinden zararý defetmek için onlarýn nesillerinin devam etmesi için akrebin kuyruðunu yýlanýn diþlerini çýkarýrlar. Tatarhâniyye. Yine Tatarhâniyye´de zikredilmiþtir ki, kâfir memleketinde müslüman kadýnlar ölüp kâfirlerin kendilerine cinsî yakýnlýkta bulunmalarýndan korkulursa ateþte yakýlýrlar.

Dar-ý harbde ganimet malý taksim edilmez. Ancak hükümdar ganimet malýnýn gaziler arasýnda taksim edilmesinin faydalý olduðu içtihadýnda bulunur veya gazilerin ona ihtiyacý olursa, bu takdirde taksim sahih olur.

Hükümdarýn ganimet mallarýný taþýyacak vasýtasý bulunmadýðý takdirde bu mallarý gazilere sehimleri nisbetinde emanet olarak vermesi helâldir. Hükümdarýn ganimet malýný taþýyacak vasýtasý bulunmayýp askerler de ganimet malýný taþýmayý kabul etmedikleri takdirde, hükümdar ganimet mallarýný ücret karþýlýðýnda taþýmalarý için askerlere cebredebilir mi edemez mi bu hususta iki rivâyet vardýr.

Ganimet malýnýn emanet olarak taksim edilmesi mümkün olmadýðý takdirde, gazilerden her biri kendi hissesini taþýmaya muktedir olursa aralarýnda taksim edilir. Eðer her biri kendi hissesini taþýmaya muktedir olmazsa, artýk taþýnmasý mümkün olmayan mallardan olmuþ olur ki, bunun da hükmüyukarýda geçti.

Gerek hükümdar gerekse baþkasý mülk edinmek için, ganimet malýný taksim edilmeden önce satamaz. Ama yenilecek þey için ganimet malýndan bir mikdar þey satýlsa caizdir. Satýlmasý caiz olmadýðý halde ganimet malý satýlmýþ olursa fesadý Önlemek için geri alýnýr. Geri alýnmasý mümkün olmazsa ganimete konulmak üzere parasý alýnýr. Cevhere, Haniyye.

ÝZAH

"Çünkü diri olarak yakmak Allah´a mahsustur ilh..." Buhâri-i Þerifde: "Þübhe yok ki, ateþ ile ancak Allah-ü Teâlâ azab eder." diye vâriddir.

Osman b. Hibbân´dan rivayet edilmiþtir; Demiþtir ki: "Ben Ümmüdderdâ (R.A.)´nýn yanýnda iken bir pire yakalayýp onu ateþe attým." Bunun üzerine Ümmüdderdâ dedi ki; Ben Ebudderdâ´yý þöyle derken iþittim: Ben Rasûlüllah (SAV.)´ý: "Ateþle ancak ateþin sahibi (olan Allah-ü Teâlâ) azab eder." buyururken iþittim. Buna, yukarýda geçtiði üzere "Savaþ halinde düþmanýn yakýcý maddelerle yakýlmasý caizdir." diye itiraz edilemez. Çünkü düþmanýn yakýcý maddelerle yakýlmasýnýn caiz olmasý baþka vasýtalarla üstün gelme imkâný bulunmadýðý takdirdedir.

Hayvanlarýn kesildikten sonra yakýlmasýnýn caiz olmasý ölünün acý duymamasýný gerektirir. Halbuki "Ölü, kemiðinin kýrýlmasýyla acý duyar, diye eser vardýr." denilirse "Bu, insanoðluna mahsustur. Çünkü insanlar kabirlerinde ya nimetlenirler veya azab görürler. Hayvanlar ise böyle deðildir. Þayet hayvanlar, kemiklerinin ve diðer âzalarýnýn kýrýlma ve kesilmesiyle acý duymuþ olsalar, onlarýn kemikleri ve diðer azalarýyla faydalanýlmasýnýn caiz olmamasý lâzým gelirdi." diye cevap verilir.

"Fakat onlar hayatta da býrakýlmaz ilh..." Çünkü hayatta býrakýldýklarý takdirde kadýnlar çoðalmalarýna sebeb olur. Çocuklar ise büyüyüp biz müslümanlarla harbederler. Valvalciyye. Fetih´de: "Kâfir olan esir kadýnlar ile çocuklarýn harabe bir yerde açlýk ve susuzluktan ölmeleri için býrakýlmalarý, haklarýnda yasak edilmiþ olan öldürülmekten daha büyük günâhtýr. Ancak onlarý taþýyacak vasýta ve erzak bulunmadýðý takdirde mecburi olarak býrakýlýr." diye Valvalciyye´ye itiraz edilmiþtir.

Fetih sahibinin bu itirazý þaþýlacak bir þeydir. Çünkü Valvalciyye: "Esir kadýnlar ile çocuklarýn açlýk ve susuzluktan ölmeleri için harabe bir yerde býrakýlmalarý ancak Ýslâm memleketine taþýnmalarý mümkün olmadýðý takdirdedir" diye açýklamýþtýr. Bu mesele Muhît ile Bahýr´da da böyledir. Ama söz götürür. Zira Fetih sahibi esir kadýnlar ile çocuklarýn yiyeceksiz ve susuz harabe bir yerde býrakýlmalarý, öldürülmelerinden daha günâhtýr." ifadesiyle "Onlarý Ýslâm memleketine taþýmak mümkün olmadýðý takdirde öldürmek için her hangi bir sebebe teþebbüs edilmeksizin olduklarý yerde býrakýlýrlar." demek istemiþtir.

"Onlarýn nesillerinin devam etmesi için ilh..." Yani müslüman askerler dar-ý harbden döndükten sonra yýlan ve akrepler çoðalýp onlarý soksun diye öldürülmez.

"Ateþte yakýlýrlar ilh..." Yani ölen müslüman kadýnlarý kâfirlerin bulamayacaðý gizli bir yere defnetmek mümkün olmadýðý veya zaman uzayýp cesedleri bozulmadýðý takdirde, kâfirlerin bunlara cinsî yakýnlýkta bulunmalarýndan korkutursa cesedleri ateþte yakýlýr.

"Ganimet malý dar-ý harbde taksim edilmez ilh..." Hanefî mezhebinin meþhur kavline göre ganimet malý Ýslâm memleketine getirilmedikçe buna mücahidler mâlik olamaz. Bazý fukâhaya göre ganimet malýnýn dar-ý harbde taksim edilmesi tahrimen mekrûhdur. Dürr-i Müntekâ.

"Gazilerin ona ihtiyacý olursa ilh..." Keza gaziler ganimet malýnýn aralarýnda taksim edilmesini hükümdardan isteyip hükümdar da fitne çýkmasýndan korkarsa, ganimet malým dar-ý harbde gaziler arasýnda taksim eder. Nitekim Muhît´ten naklen Hindiyye´de de böyle zikredilmiþtir.

"Bu takdirde taksim sahih olur ilh..." Dar-ý harbde ganimete gazilerin ihtiyacý bulunursa, bu takdirde ganimetin taksimi sahih olur. Yani cinsi yakýnlýkta bulunma, satma, âzâd etme, miras kalma gibi hükümler sabit olur. Fakat ganimet mallarý, Ýslâm memleketine çýkarýldýktan sonra olsa bile hükümdarýn içtihadý veya ihtiyaç olmaksýzýn taksim edilmeden önce cinsî yakýnlýk, satma, âzâd ve miras kalma gibi hükümler sabit olmaz. Ed-Dürrü´l-Müntekâ´da zikredilmiþtir ki, ganimet mallarý Ýslâm memleketine getirildikten sonra taksim edilmeden önce hiç bir kimsenin ganimet mallarýnda mülkü sabit olmaz. Bundan dolayý gazilerden biri ganimet malý Ýslâm memleketine çýkarýldýktan sonra bir köle âzâd etse, âzâd olmaz. Ortak yoluyla olsun, mülkü olmuþ olsaydý âzâd olurdu. Velhâsýl Mebsût´dan naklen Fetih´de zikredildiði gibi biz Hanefîlerce ganimet mallarým kâfirlerden almakla hak sabit olur. Bu hak islâm memleketine çýkarýlmakla kuvvetlenir. Taksim edilmekle de mücahidler ganimet malýna mâlik olur. Nitekim þüf´a hakký satýlmakla sabit olur. Taleb etmekle kuvvetlenir, almakla mülk tamam olur. Hak zayýf oldukça ganimet malýnýn taksimi caiz olmaz. Bütün bu hükümler. Ýslâm ordusu bir beldeyi tam olarak ele geçirmediðine göredir. Eðer islâm ordusu bir beldeyi ele geçirip o belde Ýslâm beldesi olursa ganimet Ýslâm memleketine getirilmiþ olur. Hak kuvvetlenir ve taksim edilmesi sahih olur.

"Emânet olarak vermesi helâldir ilh..." Yani hükümdar ganimet mallarýnýn Ýslâm memleketine taþýnmasý için gazilere sehimleri nisbetinde emânet olarak verir. Gaziler bu mallarý Ýslâm memleketine çýkardýktan sonra hükümdar onlardan alýp bir yerde toplar, sonra bu mallarý kendilerine kesin surette taksim eder. Cevhere.

"Bu hususta iki rivayet vardýr ilh..." Fetih´de zikredilmiþtir ki, dar-ý harbde hükümdar ganimeti gaziler arasýnda taksim ettiði- takdirde gazilerin daðýlmasýndan korkarsa ücret karþýlýðýnda ganimet mallarýný taþýmalarý için gazilere cebreder. Daðýlmalarýndan korkmazsa dar-ý harbde ganimetigaziler arasýnda taksim eder. Çünkü ihtiyaç bulunduðu için bu taksim sahihdir. Ayný zamanda bu taksimde hem zorlamayý hem de ücreti düþürmek vardýr.

"Ganimet malýný taksim edilmeden önce satamaz ilh..." Yani gerek dar-ý harbde gerekse Ýslâm memleketine çýkarýldýktan sonra olsun satamaz. Çünkü taksim edilmeden önce ganimet malýna mâlik olamaz. Fetih´de: "Taksim edilmeden önce ganimet malýný gaziler satamaz, ama hükümdarýn satmasý caizdir." diye yazýlýdýr.

Tahâvî´de zikredilmiþtir ki, dar-ý harbde hükümdar taksim edilmeden önce ganimet malýnýn satýlmasýný faydalý görürse satar. Satmada gazileri ve hayvanlarý yükden ve meþakkattan kurtarma vardýr.

METÝN


Dar-ý harbde orduya sonradan katýlan yardýmcý kuvvet de ganimetten, savaþanlar gibi hisse alýr. Fakat dar-ý harbde savaþmayan tüccar, müslüman olan kâfir veya müslüman olan mürted ganimetten bir þey alamaz. Eðer bunlar orduyla beraber savaþýrlarsa ganimetten hisse alýrlar. Dar-ý harbde ganimet malý taksim edilmeden veya satýlmadan önce ölen kimse için de ganimetten hisse yoktur. Ama dar-ý harbde ganimet malý taksim edildikten sonra yahut satýldýktan sonra yahut islâm memleketine ganimet malý çýkarýldýktan sonra ölürse, ganimetteki mülkü kuvvetlendiði için hissesi veresesine miras kalýr. Tatarhâniyye.

Yine Tatarhâniyye´de zikredilmiþtir ki, bir kimse ganimet malý taksim edildikten sonra cihâda katýldýðýný iddia edip þâhidle isbat etse, istihsanen ganimet malýnýn taksimi bozulmaz. Kendisine ganimetteki hissesi mikdarý beytülmâldan mal verilir.

Bahýr sahibinin: "Vakfý ganimete kýyas edip vakýfda hissesi olan bir kimse vakýf geliri toplanýp taksim edilmeden önce ölse, hakký kuvvetlendiði için hissesi miras kalýr." ifadesini Nehir sahibi reddetmiþtir. Biz bunu vakýf bahsinde beyan ettik. Gaziler ganimet mallan içinde hayvan yemi, insan yiyeceði, odun, silâh ve yað kabilinden olarak bulunan þeylerden dar-ý harbde taksim edilmeden istifade edebilirler. Fakat bunlarý satmalarý ve kendilerine mal olmak üzere almalarý caiz deðildir. Musannýf Kenz sahibine tâbi olarak: "Gaziler bunlardan mutlak surette istifade ederler." dedi. Vikaye sahibi: "Silâhtan ihtiyaç halinde istifade ederler." diye kayýdladý. Hak olan da budur. Zahîriyye sahibi: "Hükümdar yasaklamadýðý takdirde bunlarýn hepsinden istifade edilir, yasakladýðý takdirde istifade edilmesi mubah olmaz." demiþtir. Metinleri de bununla kayýdlamak münasibdir.

Gazilerden birisi bunlardan bir þey satsa, parasýný ganimete verir. Ganimet taksim edilmiþ olursa, satan fakir deðilse parasýný tesadduk eder.

Gazilerden bir kimse av ve bal gibi kâfirlerin mâlik olmadýðý bir þeyi bulsa, o þey kendisiyle diðer gaziler arasýnda ortak olur. Onu satmasý hükümdarýn iznine baðlýdýr. Satýlan þey helâl olup veya parasý daha faydalý olursa hükümdar satýþa izin verir, parasýný gaziler arasýnda taksim eder, malýn kendisini almak daha faydalý ise satýþý fesheder, onu ganimete katar.

Dar-ý harbden gaziler çýktýktan sonra bu gibi þeylerden hiç birisiyle faydalanmalarý caiz deðildir. Ancak bütün gazilerin rýzalarýyla faydalanýlýr.

Kâfirlerden bir kimse yakalanýp esir edilmeden önce Ýslâm þerefiyle müþerref olsa kendi nefsini, küçük çocuklarýný, yanýnda olan yahut müslüman veya zimmînin yanýnda emânet býraktýðý bütün mallarýný kurtarmýþ olur. Eðer kendisinin Ýslâm þerefiyle müþerref olmadan önce küçük çocuklarýyla malý alýnmýþ olursa, yalnýz kendi nefsini kurtarmýþ olur. Kâfirin yanýnda emânet bulunan malý ganimet olur. Nitekim bir kimse dar-ý harbde Ýslâm þerefiyle müþerref olup sonra Ýslâm memleketine gelse, daha sonra müslümanlar tarafýndan memleketi fethedilse, küçük çocuklarýndan baþka bütün mallarý ganimet olur. Küçük çocuklarý kendisine tâbi olduðu için ganimet olmaz. Bu müslümanýn büyük çocuklarý, zevcesi, zevcesinin karnýndaki yavrusu, gayr-i menkûl mallarý, müslümanlarla savaþan kölesi, cariyesi, cariyesinin karnýndaki çocuðu annesine tâbi olduðu için bunlarýn hepsi kendisine tâbi olmadýðý için ganimet olur.

Emansýz Ýslâm memleketine girip kendisini müslümanlardan birinin yakalayýp esir ettiði kâfir ve yanýnda bulunan mal bütün müslümanlar için ganimet olur. Gerek müslüman olmadan önce gerekse sonra yakalansýn müsavidir. Ýmameyn´e göre yalnýz yakalayanýn ganimeti olur. Bundan beþte birinin beytülmâle ayrýlmasýnda iki rivayet vardýr. Kýnye.

Yine Kýnye´de zikredilmiþtir ki, bir kimse seferde kendisine hizmet etmek için bir. þahsý kiralayýp onun atý ve silahýyla harbetse, o gazinin sehmi kiraladýðý þahýsla ortakdýr. Ancak sehmin hepsinin kiraladýðý þahsýn olmasý için þart koþarlarsa onun olur.

ÝZAH

"Dar-ý harbde orduya sonradan katýlan yardýmcý kuvvet ilh..." Yani dar-ý harbde savaþanlara sonradan yardýmcý bir kuvvet katýlýp onlara yardým ederlerse, ganimette onlarla ortak olurlar. Çünkü yukarýda geçtiði üzere mücahidler taksim edilmeden önce ganimete mâlik olamazlar. Tatarhâniyye´de zikredilmiþtir ki. yardýmcý kuvvet üç surette ganimetten hisse alamaz.

1) Ganimet mallarýnýn Ýslâm memleketine çýkarýlmasýyla.

2) Ganimet mallarýnýn dar-ý harbde taksim edilmesiyle.

3) Hükümdarýn ganimet mallarýný dar-ý harbde satmasýyla.

Zira yardýmcý kuvvet, satýlan ganimet mallarýnýn parasýnda ortak olamaz.

Þürunbulâlî´de zikredilmiþtir ki. Ýslâm ordusu dar-ý harbde bir beldeyi fethedip orayý tam ele geçirdikten sonra yardýmcý kuvvet orduya katýlsa, ganimette onlara ortak olamaz. Zira o belde islâm beldesi olup ganimet Ýslâm beldesinde korunmuþ olur. Ýhtiyar´da da böyle zikredilmiþtir.

Ben derim ki: Es-Siyerü´l-Kebir þerhinde: "Harb Ýslâm memleketinde olursa yardýmcý kuvvete ganimetten bir þey verilmez." diye zikredilmiþtir.

T E N B Ý H: Bahýr´da zikredilmiþtir ki, bil - fiil harbe iþtirak etmiþ olan mücahidler ganimetten hisse alacaklarý gibi bunlara yardým için hazýr bulunan erler ve harb sahasýnda bulunduklarý halde hastalýk gibi bir sebebten dolayý harbe iþtirak edememiþ islâm neferleri de bundan hisse alýr. Hatta ordu kumandaný dahil bunlardan hiç biri diðerinden fazla bir þey alamaz. Fetih´de de böyledir.

"Ýslâm memleketine ganimet malý çýkarýldýktan sonra ilh..." Ed-dürrü´l-Müntekâ´da zikredilmiþtir ki, dördüncü madde olarak nefl (hükümdar tarafýndan harbe tergib ve teþvik için gazilere verilen fazla sehim) de ilave edilmelidir. Þöyle ki; Mücahid dar-ý harbde ölüp her ne kadar kendisi nefle mâlik olmasa bile bu nefl veresesine miras olarak kalýr. Bu mesele lûgaz (bilmece) olarak sorulur: Bir kimse kendisi mâlik olmadýðý halde veresesine miras olarak býraktýðý mal hangisidir?

"Nehir sahibi reddetmiþtir ilh..." Þöyle ki: Dürer´de zikredilmiþtir ki, imam ve müezzin vakýfdan hisselerini almadan ölseler, sýla (hediye) kabilinden olduðu için ancak almakla mâlik olacaklarý için hisseleri düþer. Buna göre vakfý, ganimete kýyas etmek sahih olmaz. Fakat mütaahhirin ulemanýn kavilleri üzere ücret olursa düþmez. Mütevellinin elinde toplansýn veya toplanmasýn miras olarak kalýr.

"Gaziler ilh..." Yani ganimette sehmi olan veya ganimetten bir mikdar kendisine verilen kimselerdir. Þürunbulâlî´de zikredilmiþtir ki, gazilerin yanlarýnda bulunan köle, kadýn ve çocuklarý da kendileri hükmünde olup taksim edilmeden önce ganimet malýndan kendileri için almalarý caiz olan þeyi bunlar için de almalarý caizdir.

"Ýnsan yiyeceði ilh..." Bu yiyecek gerek yenilmek için hazýrlanmýþ olsun veya olmasýn gazilerin almasý caizdir. Hatta koyun, sýðýr gibi hayvanlarý kesip yemeleri caizdir. Þu kadar var ki, derilerini ganimet mallarýna koyarlar.

"Vikaye sahibi ilh..." Fethü´l-Kadir´de zikredilmiþtir ki, dar-ý harbde mücahidlerin ganimet malý içinde bulunan silâhý, atý, katýrý kullanmalarý muhtaç olmalarý þartýyla caizdir. Meselâ mücahidlerden birinin atý ölür veya kýlýcý kýrýtýrsa, taksim edilmeyen ganimet malýndan at veya kýlýç alýp kullanýr. Ama kýlýcýný veya atýný çoðaltmak isteyip taksim edilmedik ganimet malýndan at veya ´kýlýç alýp kullanmasý caiz deðildir. Eðer bu þekilde alýp kullanýrsa günahkâr olur. Þu kadar var kî, kullandýðý at veya kýlýç telef olursa ödemez.

Es-Siyerü´s-Saðîr´de: "Taksim edilmedik ganimet malýnýn içinde bulunan yenilecek maddelerden gazilerin istifade edebilmeleri için bu maddelere muhtaç olmalarý þarttýr." diye yazýlýdýr. Bu, kýyasa göredir. Es-Siyerü´l-Kebir´de: "Gazilerin taksim edilmedik ganimet malý içindeki yenilecek maddelerden istifade edebilmeleri için bunlara muhtaç olmalarý þart deðildir." diye zikredilmiþtir. Bu ise istihsana göredir. Diðer üç mezheb imamlarýnýn kavilleri de böyledir. Buna göre zengin ve fakir olan bütün mücahidlerin ganimet içinde bulunan yenilecek maddelerden istifade etmeleri caizdir.

Ben derim ki: Mültekâ sahibi bu kavli tercih etmiþtir. Bilindiði gibi hak olan da budur. Nehir´de zikredilmiþtir ki, mücahidlerin hepsi silâha ve elbiseye muhtaç olursa bu takdirde aralarýnda taksim edilir. Fakat kendilerine hizmet ettirmek için esirlere muhtaç olurlarsa, hizmet asýl ihtiyaçtan olmadýðý için verilmez.

"Yasakladýðý takdirde istifade edilmez ilh..." Velhâsýl hükümdarýn taksim edilmedik ganimet malý içinde bulunan silâhdan, hayvanlardan ve ilaçtan faydalanmayý menetmesi bunlara muhtaç olunmadýðý takdirdedir. Dar-ý harbde esir alýnmýþ olan kadýnlara cinsî yakýnlýkta bulunmak mutlak surette yasaktýr. Çünkü mücahidlere esir kadýnlarýn helâl olmasý mücahidlerin onlara mâlik almasýyladýr. Ýslâm memleketine esir kadýnlar getirilip taksim edilmedikçe mücahidler onlara mâlik olamazlar. Hatta bir kimse esir edilmiþ cariyesini dar-ý harbde bulsa, ona cinsî yakýnlýkta bulunamaz. Fakat bir kimse dar-ý harbde zevcesini yahut müdebberinî yahut ümmüveledini esir edilmiþ bulup bunlara her hangi kafir cinsi yakýnlýkta bulunmamýþ ise kendisi bunlara cinsî yakýnlýkta bulunabilir. Bu mesele böylece bilinmelidir. Dürr-i Müntekâ.

Bahýr´da zikredilmiþtir ki, hükümdarýn taksim edilmedik ganimet içinde bulunan yenilecek ve içilecek maddelerden istifade edilmesini yasakladýðý takdirde bakýlýr: Eðer bu maddelere ihtiyaç bulunmazsa bunlardan istifade edilmesi caiz olmaz. Bu maddelere ihtiyaç hasýl olursa, hükümdarýn yasaðýyla amel olunmaz.

"Dar-ý harbden gaziler çýktýktan sonra ilh..." Yani taksim edilmemiþ ganimet mallarýnýn bazýlarýyla dar-ý harbdeyken faydalanýlmasý mubah iken. dar-ý harbden çýktýktan sonra faydalanýlmasý mubah olmaz. Çünkü faydalanýlmayý mubah kýlan sebep ortadan kalkmýþtýr. Ganimet malýndaki gazilerin hakký kuvvetlenmiþ olur. Hatta içlerinden ölenlerin hissesi vereselerine miras olarak intikâl eder. Dar-ý harbden çýkmadan önce almýþ olduðu ganimet malýndan elinde bir þey kalan kimse Ýslâm memleketine çýktýktan sonra ganimet malý taksim edilmemiþ ise onu ganimet malýnýn içine koyar. Ganimet malý taksim edilmiþ ise bakýlýr: Eðer o kimse zengin olup kalan ganimet malý da elinde mevcud ise onu tesadduk eder. Zayi ve telef olmuþsa, onun kýymetini tesadduk eder. fakir ise onunla kendisi faydalanýr. Nehir.

"Kâfirlerden bir kimse ilh..." Yani dar-ý harbde kâfirlerden bir kimse yakalanýp esir edilmeden Ýslâm þerefiyle müþerref olsa, küçük çocuklarýndanbaþka bütün mallarý ganimet olur. Müste´men (pasaportlu) olarak Ýslâm memleketine gelen bir kâfir Ýslâm þerefiyle müþerref olduktan sonra memleketi müslümanlar tarafýndan fethedilip zaptedilse, memleketinde býrakmýþ olduðu küçük çocuklarý ve malý ganimettir. Çünkü memleketinin ayrý olmasý matýnýn korunmasýna, küçük çocuklarýnýn kendisine tâbi olmasýna engeldir. Bahýr.

"Yakalanýp esir edilmeden ilh..." Yani dar-ý harbde bir kâfir yakalanýp esir edilmeden önce müslüman olursa kendisine, küçük çocuklarýna ve mallarýna dokunulmaz. Eðer yakalanýp esir edildikten sonra müslüman olursa köle olur. Çünkü bu kimse kendisinde mülk sebebi mün´akid olduktan sonra müslüman olmuþtur. Bahýr.

"Zevcesinin karnýndaki yavrusu ilh..." Müslüman olan kâfirin zevcesinin karnýndaki yavrusu da ganimet olur. Çünkü bu yavru annesinden bir parçadýr. Annesinin köle olmasýyla o da köle olur. Her ne kadar bu yavru babasýna tebaen müslüman ise de, annesinin karnýnda bulunduðu için annesine tebaen köle olur. Annesinden ayrýlmýþ olan küçük çocuklar annesinin parçasý olmaktan kurtulduklarý için, babasýna tebaen hür olur. Bahýr.

Ynt: Cihad By: neslinur Date: 02 Mart 2010, 22:03:28
GANÝMETÝN NASIL TAKSÝM EDÝLECEÐÝ BEYANINDA FASIL



METÝN


Askerlerin süvari ve piyade sehmini almalarýnda itibar Ýslâm hududundan ayrýlma vaktinedir. Ýmam Þafiî´ye göre savaþ vaktinedir. Buna göre bir kimse dar-ý harbe süvari olarak girip sonra atý ölse, iki senim alýr. Bir kimse de piyade olarak girip sonra bir at satýn alsa, bir sehim alýr. Savaþa elveriþli saðlam büyük bir attan baþka at için sehim yoktur. Eðer at hasta olup ganimet malý alýnmadan önce iyi olursa süvari sehmini istihsanen alýr. Eðer dar-ý harbe girerken tay olup orada büyüyüp at olsa, süvari sehmini alamaz. Aralarýnda fark; hasta olan büyük atla düþman korkutulur, ama tayla korkutulmaz.

Bir mücahidin atý dar-ý harbe girmeden önce gasbolunup yahut baþka bir kimse binip yahut firar edip kendisi piyade olarak dar-ý harbe girip sonra atýný alsa kendisi için iki sehim vardýr. Fakat atýný satarsa, her ne kadar satmasý savaþýn tamamýndan sonra olsa bile süvari sehmini alamaz. Esah olan kavle göre bu mücahidin maksadýnýn ticaret olduðu meydana çýktýðý için atýn sehmi düþer. Fetih. Bunu musannif (Hidâye sahibi) da ikrar etti. Fakat Þürunbulâlî´de Cevhere ile Tebyîn´den buna muhalif ifade nakledilmiþtir.

Kuhistânî´de zikredilmiþtir ki, süvari bir kimse savaþ devam ederken atýný satarsa, esah olan kavle göre piyade sayýlýr, harb bittikten sonra satarsa ittifakla süvari sayýlýr, Bu kayýdlarýn iyice bellenip zabt olunmasý lâzýmdýr ki, fetva ve hüküm vermede hataya düþülmesin.

"Ganimetin nasýl taksim edileceði ilh..." Musannif ganimetin hükümlerini beyan edince taksiminin beyanýna baþladý. Taksimi de her ne kadar ganimetin ahkâmýndan ise de bahisleri çok olduðundan kendisi için müstakil bir fasýl tâyin edilmiþtir. Taksim etme: Ganimet mallarý içinde daðýlmýþ hisseyi muayyen bir yerde kýlmaktan ibarettir. Nehir.

Mültekâ´da zikredilmiþtir ki; hükümdarýn, ordu dar-ý harbe girerken süvariler ile piyadeleri tesbit etmek için orduyu teftiþ etmesi lâzýmdýr.

Mültekâ þerhinde: "Hükümdarýn orduya katýlan neferlerin isimlerini yazmasý ordu üzerine harb usul ve kaidelerini bilen ve harbi idare edecek bir kumandan - isterse bu kumandan âzâd edilmiþ bir köle olsun - tâyin etmesi lâzýmdýr. Ordunun bu kumandana itaat etmeleri vâcibtir. Çünkü kumandanýn emrine karþý gelmek haramdýr. Ancak kumandanýn emrettiði ve yasakladýðý þeyin bir günâh olduðu veya uygun olmayan bir hareket olduðu herkesçe bilinirse, o halde kendisine itaat icab etmez." diye yazýlýdýr.

"Müstahik olmalarýnda itibar ilh..." Yani gaziler ganimet malýnýn beþte dördünü hak ederler. Ganimetten piyade olan mücahidlere birer, süvari olan mücahidlere de ikiþer sehim verilir. Gazilerin piyade mi süvari mi sayýlacaklarý Ýslâm hududundan dar-ý harbe girerken belli olur. Atlý olarak girmiþse süvari sehmini. piyade olarak girmiþse piyade sehmini alýr.

Ganimet malýnýn beþte biri fakirlere, yoksul yetimlere, parasýz kalmýþ yolculara sarfedilmek üzere beytülmâle ayrýlýr.

"Bir kimse dar-ý harbe süvari olarak girip sonra atý ölse, iki sehme müstahik olur ilh..." Süvari; yanýnda at bulunan kimsedir, isterse atý gemide götürsün. Bu kimse at üzerinde savaþmak için hazýrlanmýþtýr. Bir þey için hazýrlanan o þeyi yapmýþ gibidir. Dar-ý harbe atla giren kimsenin atýný bir þahýs öldürüp ondan atýnýn kýymetini alsa bile yine süvari sehmi alýr. Atýný düþman alsa yine süvari sehmi alýr. Ama savaþtan önce atýný satsa piyade sehmi alýr. Süvari olanlara iki sehim verilir. Hissenin biri kendisi için, diðeri de atý içindir. Bu Ýmam-ý Azam´a göredir. Ýmameyn´e göre üç hisse verilir. Bir hisse kendisi için, iki hisse de atý içindir. Buhar-ý Þerif ve diðer hadîs kitablarýnda rivayet edildiði üzere Peygamberimiz böyle taksim etmiþtir. Ýmam-ý Azam rivayetlerin arasýný birleþtirmek için bunu tenfîl (hükümdarýn veya kumandanýn fazla bir sehim vermek üzere gazileri harbe teþvikde bulunmasýdýr.) üzere hamletmiþtîr. Þürunbulâli, Es-Siyerü´l-Kebir Þerhi.

"Bir attan baþka at için sehim yoktur ilh..." Ýmam Ebû Yusuf´a göre iki at için sehim verilir.

T E N B Ý H :
Atýn ortak olmamasý þarttýr. Nöbetle üzerinde savaþýlan ortak at için sehim yoktur. Ancak dar-ý harbe girmeden önce ortaklardan biri attaki diðer ortaðýnýn hissesini kiralarsa at için sehim verilir. Atýn, mücahidin kendi mülkü olmasý þart deðildir. Buna göre kiralanmýþ yahut ariyet olarak alýnmýþ yahut gasbedilmiþ at için de sehim verilir.

"Orada büyüyüp at olsa ilh. ." Yani bir mücahid tay ile dar-ý harbe girip orada uzun zaman kalmasý sebebiyle tayý büyüyüp üzerinde savaþsa yine süvari sehmini alamaz. Bahýr.

"Aralarýnda fark ilh..." Ýmam-ý Serahsî: "Hasta olan at, üzerinde savaþýlmaya elveriþlidir. Ancak geçici bir arýzadan dolayý üzerinde savaþmak mümkün deðildir. Bu arýza geçince hiç hasta olmamýþ gibi olur. Tay böyle deðildir. Çünkü tay, üzerinde savaþýlmaya elveriþli deðildir. Dar-ý harbde üzerinde savaþýlmaya elveriþli hale gelmiþtir. Buna da itibar yoktur.

Bunun benzeri: Küçük zevcenin nafakasý zevci üzerine lâzým deðildir. Çünkü küçük zevce, zevcinin hizmetine elveriþli deðildir. Ama hasta olan büyük. zevcenin nafakasý kocasý üzerine lâzýmdýr. Çünkü o hizmet etmeye elveriþlidir. Fakat hizmeti geçici bir arýzadan dolayý mümkün deðildir." demiþtir.

"Sonra atýný alsa ilh..." Yani savaþtan önce atýný alsa kendisi için istihsanen iki sehim vardýr. Çünkü evinden çýkarken atýn zahmetini çekmiþ ve dar-ý harbde at üzerinde savaþmýþtýr. Gasbedilmesi baþkasýnýn binmesi gibi arýzý ve geçici bir sebebten dolayý süvari sehminden mahrum edilemez. Ama gasbeden þahýs at üzerinde savaþýp hatta ganimeti elde edip dar-ý harbden çýksalar, gasbeden kimse için süvari sehmi asýl at sahibi için piyade sehmi vardýr. Çünkü gasbedilmiþ at ile mülk olan at arasýnda fark yoktur. Eðer sahibi atýný aldýktan sonra yeni ganimet elde edilirse, bu ganimetten at sahibine süvari sehmi, gasbeden þahsa da piyade sehmi verilir. Nitekim dar-ý harbe girildikten sonra bir þahýs bir kimsenin atýný ðasbedip onun üzerinde harb etse, gasbedene piyade sehmi, at sahibine süvari sehmi verilir. Bu bahsin tamamý Es-Siyerü´l-Kebir þerhindedir.

"Atýný satarsa her ne kadar satmasý savaþýn tamamýndan sonra olsa bile ilh..." Yani atýný kendi arzusu ile satarsa süvari sehmini alamaz. Ama zorla sattýrýlýrsa süvari sehmini alýr. Atýný rehin verenin yahut kiraya verenin yahut hibe edenin hükmü de satan kimsenin hükmü gibidir. Bahýr.

Þârih "her ne kadar satmasý savaþýn tamamýndan sonra olsa bile süvari sehmini alamaz ifadesiyle" Hidâye sahibine tâbi olmuþtur. Fakat bu ifadeyi Fetih´den yanlýþ olarak nakletmiþtir. Fetih´in ibaresi þöyledir: Bir mücahid savaþ tamam olduktan sonra atýný satsa, ittifakla süvari sehmini alýr.

Keza savaþ devam ederken atýný satarsa, bazý fukahaya göre yine süvari sehmini alýr. Hidâye sahibi: "Esah olan kavle göre savaþ devam ederken atýný satan mücahid süvari sehmini alamaz. Çünkü onun maksadýnýn ticaret olduðu anlaþýlmýþtýr." demiþtir.

METÝN


Savaþan kölelere, çocuklara, kadýnlara, zimmîlere, delilere, bunamýþlara, mükâtebtere, hastalara hizmet ve yaralýlarý tedavi eden kadýnlara, yol gösteren zimmîlere biz Hanefîlerce. ganimet malýndan beþte biri çýkarýlmadan önce bir mikdar þey verilir, buna "razh" denilir. Bunun mikdarý, mücahidlerin sehimlerinden noksan olur. Ancak orduya yol gösteren zimmîye, bir mücahide verilen setlimden ziyade verilebilir. Çünkü buna verilen razh ücret gibidir. Bundan anlaþýlan ihtiyaç zamanýnda kâfirden yardým istemenin caiz olmasýdýr.

Resûl-i Ekrem Efendimiz Hayber yahudilerine gazalarýnda, Medine-i Münevvere yahudilerinden on kadar kimseden yardým isteyip kendilerine ganimet malýndan bir mikdar þey vermiþlerdir.

"Berâzin" denilen acem atlarý, "ýtâk" denilen soylu arap atlarý, babasý arap atý anasý acem atý olup "hecin" denilen atlar, babasý acem atý anasý arap atý olup "mukrif" denilen atlar arasýnda sehim verilmesi bakýmýndan fark yoktur.

Deve, katýr ve merkep için sehim verilmez. Çünkü bunlarla düþman korkutulmaz. Ganimetten ayrýlan beþte biri biz Hanefilerce yetimlere, yoksullara ve parasýz kalmýþ yolculara verilmek üzere üç kýsma ayrýlýr Bu üç sýnýfdan yalnýz bir sýnýfa verilmesi de caizdir.

Münye´de zikredilmiþtir: "Bu bahsi Mültekâ þerhinde tahkîk ve beyan ettik" demiþtir.

Beni Haþim´den Peygamber Efendimize akrabalýðý bulunan üç sýnýf fakirler diðer kabilelerden olan üç sýnýf fakirler üzerine takdim olunur. Çünkü baþka kabileden olan fakirlerin sadaka almalarý caizdir. Beni Haþim fakirlerinin sadaka almalarý caiz deðildir. Biz Hanefilerce Beni Haþim´in zenginleri için beþte birden hak yoktur. Musannýfýn Bahýr´dan Hâvî´deki: "Ganimetin beþte biri Beni Haþim´in zenginlerine sarf edilmesinin tercihini ifade eder." diye naklettiði söz götürür. Çünkü Nehir´de bu reddedilmiþtir. "va´lemû ennemâ anhum min þey´in feinne lillâhi humusehû"âyet-i kerîmesinde "Ganimetin beste biri Allah´ýndýr." ilâhi kelâmýn iptidasýnda Allah-ü Teâlâ´nýn ism-i þerifinin zikredilmesi teberrük içindir. Yoksa hepsi Allah-ü Teâlâ´nýndýr. Resûl-i Ekrem Efendimizin beþte birdeki sehimleri vefatlarýyla düþmüþtür. Çünkü Peygamberimizin beþte birdeki sehimlerinin kendilerine tahsisi, müþtak olan risaletlerine baðlý bir hükümdür. Nitekim ganimet malý taksim edilmeden ve beþte biri çýkarýlmadan önce Resûl-i Ekrem Efendimizin kendileri için seçtikleri at, kýlýç, zýrh gibi þeylerin kendilerinden sonra düþmesi gibi.

ÝZAH

"Zimmîlere ilh..." Eðer ganimet taksim edilmeden ve Ýslâm memleketine çýkmadan önce, zimmî müslüman. çocuk akýl balið ve köle âzâd olsa kendilerine sehim verilir. Es-Siyerü´l-Kebir, Nehir.

"Biz Hanefilerce ganimet malýndan beþte biri çýkarýlmadan ilh..." Yani harbde hizmetleri görülen zimmîlere, kadýnlara, kölelere, çocuklara biz Hanefilerce ganimet malýndan beþte biri çýkarýlmadan "razh" denilen hisse verilir, imam Þafiî ile Ýmam Ahmed´e göre; "razh" denilen hisse ganimetten beþte biri çýkarýldýktan sonra verilir. "Razh"ýn mikdarýný tâyin hükümdara aiddir.

"Resûl-i Ekrem Efendimiz Hayber yahudilerine gazalarýnda ilh..." Fetih´de zikredilmiþtir ki, Peygamber Efendimizin Hayber gazalarýnda yahudilerden yardým istemeleri hakkýndaki hadîs-i þerifin senedinde zayýf vardýr. Çünkü fukahadan birçoklarý:, "Cihadda kâfirden yardým istemek caiz deðildir." demiþlerdir. Zira Peygamber Efendimiz Bedir gazasýna çýktýklarýnda kendilerine bir kâfir yetiþip müslümanlar safýnda savaþmak için geldiðini söyledi. Peygamber Efendimiz kendisine: "Allah´a ve Resulüne imân ediyor musun?" diye sordu, o da "hayýr" dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz: "Öyle ise dön! Ben bir kâfirden asla yardým istemem." buyurdu. Bu hadîs-i þerifi Müslim rivayet etmiþtir.

Ýmam Þafiî demiþtir ki, Resûl-i Ekrem Efendimiz Bedir gazasýnda bir veya iki kâfirin cihada katýlmasýný reddetmiþtir. Sonra Peygamber Efendimiz Hayber gazasýnda Beni Kaynuka yahudilerinden yardým istemiþtir. Huneyn gazasýnda Safvân b. Umeyye´den kâfir olduðu halde yardým istemiþtir. Buna göre Peygamber Efendimiz kâfirden yardým istemek ile istememek arasýnda muhayyer olduðu için Bedir gazasýnda kâfirin yardýmýný reddetmiþ ise iki hadîs-i þerif arasýnda muhalefet yoktur. Þayet Bedir gazasýnda o kimsenin kâfir olduðu için yardýmýný reddetmiþ ise, sonra Hayber gazasýnda ve diðer gazalarda kâfirlerden yardým istemesi hakkýndaki hadîs-i þerifleri Bedir gazasýnda kâfirden yardým istemediðine dair hadîs-i þerifin hükmünü neshetmiþtir.

"Buna verilen razh ücret gibidir ilh..." Zimmînin yol göstermesinde müslümanlar için büyük fâide bulunursa kendisine hükümdar tarafýndan tâyin edilen mikdar -her ne kadar bu mikdar iki süvari sehimleri kadar olsa bile - verilir.

Þârih "Yol gösteren zimmîye verilen razh ücret gibidir." ifadesi ile savaþma ile yol gösterme arasýnda fark bulunduðuna iþaret etmiþtir. Þöyle ki: Bir zimmî müslümanlarla birlikte savaþtýðý takdirde kendisine razh olarak verilen mikdar gazilere verilen sertimden noksan olur. Ama islâm ordusuna yol gösterdiði takdirde kendisine sehimden ziyade verilmesi sahihtir. Yol göstermesinde kendisine verilen þey "razh" deðil, ücrettir. Savaþmasýnda ise kendisine verilen þey ücret deðildir. Bu yüzden kendisine sehim mikdarý verilmez. Bu zimmî her ne kadar cihâd ameli gibi amel yapmýþ ise de, cihâd amelinden dolayý sevâb kazanan kimse ile kendisinden cihâd ameli kabul edilmeyen kimsenin arasý sertimde müsavi tutulamaz.

"Biz Hanefilerce ilh..." Ýmam Þafiî´ye göre ganimetten ayrýlan beþte biri, beþ kýsma bölünür. Bir kýsmý Peygamberimizin akrabalarýna sarf edilir, diðer bir kýsmý Peygamberimiz için ayrýlýp bu zamanýn hükümdarýna kalýr. Hükümdar da bunu müslümanlarýn ihtiyaçlarýna sarfeder. Diðer üç kýsmý da âyet-i kerîmede beyan edilen fakir yetimlere, yoksullara ve parasýz kalmýþ yolculara sarfedilir. Zeylaî.

"Bu üç sýnýfdan yalnýz bir sýnýfa verilmesi de caizdir ilh..." Çünkü Kür´ân-ý Kerîm´de ganimet mallarýndan ayrýlan beþte birinin sarf edileceði yerleri açýklamak için beþ sýnýf zikredilmiþtir. Yoksa bu sýnýflardan her bir sýnýfa bir þey verilmesinin vâcib olduðunu açýklamak için deðildir. Ancak bu sýnýflardan baþkasýna sarfedilmesinin caiz olmayacaðýný tâyin etmek içindir. Bedâyý.

"Mültekâ þerhinde ilh..." Mültekâ þerhinin ibaresi þöyledir: Bulunan maden ve definelerin beþte biri muhtaç olan yetimlere, yoksullara ve parasýz kalmýþ yolculara sarfedildiði gibi, ganimet malýnýn beþte biri de bu üç sýnýfa verilmek üzere üç sehme ayrýlýr. Bu sýnýflarýn ya hepsine veya bir kýsmýna sarfedilir. Bu sýnýflardan baþkasýna sarfedilemez. Bu sýnýflara sarfedilmesinin sebebi, muhtaç olduklarý içindir. Bu yüzden bu sýnýflarýn zenginlerine verilmesi caiz deðildir.

"Biz Hanefilerce ilh..." Beni Haþim´in zenginlerine ganimet mallarýndan ayrýlan beþte birinden hisse verilmez, imam Þafii´ye göre Beni Haþim´in zenginleri fakirleri ganimet malýnýn beþte birinden hisse almalarý hususunda müsavi olup kadýnlara birer, erkeklere ikiþer hisse verilmek üzere aralarýnda taksim edilir. Çünkü âyet-i kerîmede zenginleri ile fakirlerinin arasý ayýrt edilmemiþtir. Biz Hanefilerin delili: Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (R.A.) bizim dediðimiz gibi sahabelerin huzurunda ganimet malýnýn beþte birini taksim etmiþlerdir. Artýk bu þekilde taksim icma olmuþtur.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Abdullah´ýn, Abdullah Abdulmuttalib´in, Abdulmuttalib Hâþim´in. Hâþim de Abdülmenâf´ýn oðludur. Abdülmenâf´ýn dört oðlu vardý: Hâþim, Abdüþþems, Muttalib ve Nevfel. Resûl-i Ekrem Efendimiz Hayber ganimetini gaziler arasýnda taksim buyurduklarýnda ganimetin beþte birini hýsýmlarýndan Hâþim Oðullarý ile Muttalib Oðullarý orasýnda taksim ederek onlarý diðerlerinden üstün tuttuðu zaman Abdüþþems Oðullarýndan olan Hz. Osman Ýle Nevfel Oðullarýndan olan Cübeyir: "Yâ Resûlallah! Hâþim Oðullarýnýn üstünlüðünü inkâr etmiyoruz. Allah-ü Teâlâ sizleri onlardan kýldý. Muttalib Oðullarý kardeþlerimizin halleri nedir ki onlara da hýsýmlýklarýndan dolayý beþte birden ihsan buyurdunuz da bizleri terkettiniz. Halbuki hýsýmlýklarýmýz birdir." dediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz: "Bizler ve Muttalib Oðullan gerek cahiliyet zamanýnda ve gerekse þimdi afla birbirimizden ayrýlmadýk, hepimiz bir þey gibi olduk." buyurdular. Çünkü Peygamberimiz Hâþim Oðullarýndan gönderildiðinde Kureyþliler hasedlik edip kendi aralarýnda: "Hâþim Oðullarý, Hz. Muhammed (SAV.)´i bize teslim edip biz onu öldürmedikçe onlarla konuþmayacaðýz, alýþ - veriþ yapmayacaðýz." diye anlaþma yaptýlar. Hâþim Oðullan da kendi aralarýnda Resûlullah´a yardým etmek üzere anlaþma yaptýlar. Nevfel Oðullarý ile Abdüþþems Oðullan Kureyþlilerin tarafýný tuttular. Muttalib Oðullarý ise Hâþim Oðullarýnýn tarafýný tuttular. Bundan dolayý Resûl-i Ekrem Efendimiz Muttalib Oðullarýna ihsanda bulundular.

"Musannýf ilh..." Hâvî´l-Kudsi´de zikredilmiþtir ki, Ýmam Ebû Yusuf´a göre ganimetin beþte biri Peygamberimizin hýsýmlarýna, fakir olan yetimlere, yoksullara ve parasýz kalmýþ yolculara sarfedilir. Ýmam Ebû Yusuf´un bu kavli ile amel ederiz. Bahir sahibi: "Fetva, ganimetin beþte birindenPeygamberimizin hýsýmlarýndan zengin olanlarýna da verilmesi üzerinedir." demiþtir. Bu böyle bilinmelidir.

"Nehirde reddedilmiþtir ilh..." Nehir sahibi: "Ganimetin beþte birinden Peygamberimizin fakir olan hýsýmlarýna verileceði bilindiði için ayrýca "fakir olanlarýna verilmesi þarttýr" diye zikredilmemiþtir." demiþtir.

"Risaletlerine baðlý bir hükümdür ilh..." Yani Resul i Ekrem Efendimizin ganimetin beþte birindeki haklarý risaletleri sebebiyledir. Vefatlarýyla her ne kadar risaletleri kesilmemiþ ise de, fakat Resul olarak kendilerinden sonra hiç bir kimsenin kendilerinin yerine geçmesi mümkün olmadýðý için sanki "Resul" kelimesinin alýnmýþ olduðu risalet sebebi yok olmuþtur.

T E M B Ý H :
Yukarýda beyan edildiði üzere Ýmam Þafiî´ye göre Resûl-i Ekrem Efendimizin ganimetin beþte birindeki sehimleri kendilerinden sonra kendi yerine kalan halifeye kalýr. O da müslümanlarýn ihtiyaçlarýna sarfeder. Ýmam Þafiî´ye göre, Peygamberimizin ganimetin beþte birindeki sehimleri hükümdar olduklarý içindir. Biz Hanefilerce Resul (Peygamber) olduðu içindir. Peygamber Efendimizden sonra resul yoktur. Bundan dolayý vefatlarýyla ganimetin beþte birindeki sehimleri düþmüþtür.

"Resûl-i Ekrem Efendimizin kendileri Ýçin seçtikleri ilh..." Meselâ Bedir savaþýnda Hz. Ali (RA)´nin öldürdüðü Münebbih b. Haccac´ýn "Zülfikar" adýndaki kýlýcýný seçmiþtir. Hayber ganimetinden Hz. Safiyye (R.A.)´ yi seçmiþtir. Ganimet taksim edilmeden böyle kýymetli þeyleri almak Peygamber Efendimizin hasâisinden olduðu halde bu dünyadan ebedî aleme göçmekle düþmüþtür. Peygamber Efendimiz sehimlerinden ziyade seçmezlerdi. Þürunbulâli.

METÝN


Bir kimse hükümdarýn izniyle yahut kuvvet sahibi kimseler dar-ý harbe girip baskýn yapsalar, almýþ olduklarý mallardan beþte bir alýnýr. Çünkü almýþ olduklarý mallar ganimettir. Eðer kuvvet ve kudreti olmayan kimseler hükümdardan izinsiz dar-ý harbe girip birþeyler alsalar, almýþ olduklarý þeylerden beþte biri alýnmaz. Çünkü o aldýðý þeyler kapma ve çalma yoluyla alýnmýþtýr.

Münye´de zikredilmiþtir ki, dört kimse dar-ý harbe girip birþeyler alsalar, aldýklarý þeylerden beþte biri alýnýr. Üç kiþi olurlarsa alýnmaz.

Hükümdar bir kaç müslümana; kâfirlerden aldýðýnýz maldan beþte bir almam dese bakýlýr-. Eðer kuvvet ve kudretleri varsa beþte birini düþürmesi caiz deðildir. Eðer kuvvet ve kudretleri yoksa beþte birini düþürmesi caizdir

Hükümdarýn savaþ zamanýnda mücahidleri harbe tergîb ve teþvik için tenfili mendûbdur. Meselâ hükümdarýn: "Kim bir kâfir öldürürse, kâfirin bütün eþyasý öldürenin olacaktýr." yahut "Kim kâfirlerden bir þey alýrsa, o aldýðý þey kendisinin olacaktýr." demesi tenfildir. Tenfil, bazen mal vermekle veya istikbale tergip ve teþvik etmekle de olur.

Harbe tergip ve teþvik etmek vâcibtir. Bunun hakkýnda Allah-ü Teâlâ Hâbibine:

"Ey Peygamber, mü´minleri harbe teþvik et." (Enfal Süresi, âyet: 65) âyet-i kerimesiyle emretmiþtir. Bu hitab her ne kadar Peygamber Efendimize ise de hükmü hilâfet makamýnda bulunan islâm hükümdarlarýna þâmildir.

Ýstenileni elde etmeyi gerektiren þeyi seçmek mendûbdur. Mendûb olmasý Kuduri´nin "beis yoktur" diye tâbir etmesine muhalif deðildir. Çünkü "beis yoktur" terkibinin terki evlâ olan þeyde kullanýlmasý umum bir kaide deðildir. Hatta musannýfýn beyanýna göre bunda kullanýldýðý gibi mendûbda da kullanýlýr. Bundan dolayý Mebsût´da müstehabla tâbir edilmiþtir.

ÝZAH

"Bir kimse hükümdarýn izniyle ilh..." Hatta zimmî olan bir kimse hükümdarýn izniyle dar-ý harbe girip birþeyler alsa, aldýðý þeylerden beþte bir alýnýr. T.

"Beþte bir alýnýr ilh..." Yani hükümdar almýþ olduklarý mallardan beþte birini alýr, geri kalan dört kýsým kendilerinin olur. Fetih´de zikredilmiþtir ki, hükümdarýn dar-ý harbe girmeleri için izin verdiði kimselere yardým etmesi lâzýmdýr. Nitekim hükümdarýn, müslümanlarý ve dini zayýf düþürmemek için izinsiz dar-ý harbe giren kuvvet ve kudret sahibi kimselere yardým etmesi de lâzýmdýr. O halde hükümdarýn yardýmýyla dar-ý harbden mal alan kimseler hýrsýzlýkla almayýp zorla aldýklarý için almýþ olduklarý mallar ganimet olur.

"Eðer kuvvet ve kudreti olmayan kimseler ilh..." Yani üç kimse kuvve-i ve kudret sahibi sayýlmaz. Ýmam Ebû Yusuf´a göre yedi kimse kuvvet ve kudret sahibi sayýlmaz. On kimse kuvvet ve kudret sahibi sayýlýr.

"Tenfili mendûbdur itti..." Tenfil: hükümdarýn süvariye sehminden fazla vermesidir. Tenfil "Nefi" den alýnmýþtýr, Nefi, lügatta ziyade manasýnadýr. Farzdan ve vâcibden ziyade olan namazlara da nafile denilir. Evlâdýn evlâdýna da nafile denilir.

"Savaþ zamanýnda ilh..." Kudurî sahibi: "Tenfil harb devam ederken caizdir. Harb bittikten sonra hükümdarýn tenfilde bulunmasý caiz deðildir." demiþtir. Bazý fukâha: "Hükümdarýn dar-ý harbde olduðu müddetçe tenfilde bulunmasý caizdir." demiþlerdir. Bunlarýn sözünü Peygamber Efendimizin, Huneyn muharebesi bittikten sonra:

"Her kim bir kâfiri öldürürse, eþyasý öldürenin olacaktýr." hadîs-i þerifleri te´yid etmektedir. Nehir.

Ben derim ki: Bu söz götürür. Çünkü Peygamber Efendimiz bu hadîs-i þeriflerini müslümanlar hezimete uðradýklarýnda onlarý tekrar savaþa tergib ve teþvik için buyurmuþlardýr.

Kuhistânî´de zikredilmiþtir ki, "savaþ, zamanýnda" ifadesinde tenfilin savaþa baþlamadan önce caiz olduðuna ve savaþ bittikten sonra caiz olmadýðýna iþaret vardýr. Sirâc´da zikredildiðine göre, ganimet mallarý islâm memleketine çýkarýldýktan sonra hükümdar tenfilde bulunursa, beytülmâl için alýnan beþte birden verebilir. Çünkü ganimetten alýnan beþte bir mücahidlerin hakký deðildir. Düþman ordusu hezimete uðradýktan sonra hükümdarýn tenfilde bulunmasý caiz deðildir. Çünkü tenfilden maksad, mücahidleri harbe tergip ve teþvik etmektir. Düþman ordusu hezimete uðradýktan sonra buna ihtiyaç yoktur.

METÝN

Hükümdar "Her kim bir kâfir öldürürse eþyasý öldürenin olsun." deyip kendisi bir kâfir öldürse, öldürdüðü kâfirin eþyasý istihsanen Kendisinin olur. Ama ordusuna hitaben "Sizden kim bir kâfir öldürürse eþyasý onun olsun" veya "Ben bir kâfir öldürürsem eþyasý benim olsun" deyip bir kâfir öldürse, öldürmüþ olduðu kâfirin eþyasý kendisinin olmaz. Fakat bu ifadeleri söyledikten sonra tekrar umûm olarak "Her kim bir kâfir öldürürse eþyasý öldürenin olsun" deyip kendisi bir kâfir öldürdüðü takdirde, öldürdüðü kâfirin eþyasý kendisinin olur. Zahîriyye.

Tenfili. ganimetten sehim ve razh alan herkes alabilir. Hata zimmî. tüccar, kadýn vs köle de alabilir. Tenfil ancak öldürülmesi mubah olan kimseler hakkýnda caizdir. Kadýn ve deli gibi öldürülmeleri caiz olmayan kimseleri öldüren kimse bunlarýn eþyalarýný alamaz.

Hükümdarýn tenfil ettiði þeyi mücahidlerin hak etmeleri hususunda öldürenin, hükümdarýn "Her kim bir kâfir öldürürse eþyasý öldürenin olsun." sözünü iþitmesi þart deðildir. Çünkü hükümdar ordusunda bulunan her nefere sesini iþittirme gücüne sahip deðildir. Kumandan tenfilde bulunduðu takdirde ordu harbden dönmedikçe o sene içinde yapýlacak savaþlarýn hepsine o tenfil þâmil olur. Her ne kadar kumandan ölse veya azle-düþe bile ikinci kumandan tenfilden men etmedikçe birinci kumandanýn tenfili devam eder. Kumandanýn "Her kim bir kâfir öldürürse eþyasý öldürenin olsun." sözüyle yaptýðý tenfil, öldürülmesi lâzým olan her kâfire þâmildir. Çünkü "bir kâfir" kelimesi nekre (belirsiz) olarak þart mânâsýna olan "her kim" kelimesinden sonra gelmiþtir. Ama kumandan bir kimseye hitaben: "Sen bir kâfir öldürürsen eþyasý senin olsun." deyip o da iki kâfir öldürürse, yalnýz evvelkinin eþyasýný alýr. Kumandan: "Filan adlý kâfiri öldürürsen senin için yüz altýn vardýr." dese, cihâd ücretle olmadýðý için bu icare akdi sahih olmaz. Kumandan: "Sen þu kâfirlerin baþlarýný kesersen sana þu kadar meblað verilecektir." dese, bu akid sahih olur. Ordu kumandaný bir seriyyeye ganimetten beþte biri ayrýldýktan sonra geri kalan dördünü tenfil edip bu tenfili ordu iþitip seriyye iþitmese. seriyye için istihsanen bu nefil vardýr.

Seriyye: Dörtten dörtyüze kadar olan askeri bir bölüktür. "Seriyyeye" lâfzý geceleyin yürüyüþ demek olan "sera" dan alýnmýþtýr. Seriyyeye ganimet mallarýnýn hepsini veya bir kýsmýný tenfil vermek caizdir. Ama ordunun hepsine birden tenfilde bulunmak caiz deðildir. Seriyye ile ordu arasýndaki fark Dürer´de zikredilmiþtir.

ÝZAH

"Her kim bir kâfir öldürürse eþyasý öldürenin olsun ilh..." Bu ifade öldürülmeleri caiz olan kâfirlere þâmildir. Bu cihetten bu ifade altýna, kâfirlerin kiraladýktan askerler, kâfir olan tacirler, efendilerine hizmet eden köleler, dar-ý harbe kaçmýþ olan mürtedler veya zimmîler, harb edemese bile hasta ve yaralý olan kâfirler, rey sahibi veya çocuðu olmasý umulan yaþlý kâfirler girer. Çünkü bunlarýn öldürülmeleri caizdir. Bir müslüman, kâfirlerin safýnda savaþan müslümaný öldürse, öldürülen müslümanýn eþyasý öldüren müslümanýn olmaz. Çünkü her ne kadar kâfirlerin safýnda savaþan müslümanýn öldürülmesi caiz ise de eþyasý ganimet olmaz. Nitekim hükümdara isyan eden müslümanlarýn mallarý ganimet olmadýðý gibi. Ancak kâfirlerin safýnda savaþan müslümanýn eþyasý kâfirlerin olup kâfirler o eþyayý müslümana ariyet olarak vermiþler ise, bu takdirde bu müslümanýn eþyasý öldüren müslümanýn olur. Es-Siyerü´l-Kebir Þerhi.

"O sene içinde ilh..." Es-Siyerü´l-Kebir þerhinde zikredilmiþtir ki, kumandan dar-ý harbde savaþtan önce tenfilde bulunsa, bu tenfilin hükmü ordu dar-ý harbden çýkýncaya kadar devam eder. Hatta bir müslüman uyuyan bir kâfiri öldürse, eþyasý kendisinin olur. Nitekim savaþ halinde veya düþman ordusu hezimete uðradýktan sonra öldürdüðü kâfirin eþyasý kendisine kaldýðý gibi. Ama ordu harb için saf olduktan sonra kumandan tenfilde bulunsa, bu tenfil yalnýz bu harbe aid olmuþ olur.

"Kumandan ölse ilh..." Es-Siyerü´l-Kebir þerhinde zikredilmiþtir ki, yardýmcý kuvvetle yeni bir kumandan gelip birinci kumandan azledilmiþ olsa, onun tenfili sona ermiþ olur. Çünkü azledilmekle onun velayet ve salahiyeti kalmamýþtýr. Ama yeni bir kumandan gelmeyip birinci kumandan ölse. askerler kendilerine baþka bir kumandan tâyin etseler, ölen kumandanýn tenfilinin hükmü sona ermiþ olmaz. Çünkü tâyin ettikleri ikinci kumandan birinci kumandanýn yerine geçmiþtir. Ancak ikinci kumandan birinci kumandanýn tenfilini iptal eder veya hükümdar orduya hitaben: "Kumandanýnýz ölürse, falan kimse kumandanýnýz olacaktýr." derse, birinci kumandanýn tenfilinin hükmü sona ermiþ olur. Çünkü ikinci kumandan hükümdar tarafýndan tâyin edilmesiyle hükümdarýn naibi olmuþ olur da sanki hükümdar ilk defa ikinci kumandam tâyin etmiþtir. Bu yüzden birinci kumandanýn re´yinin hükmü kendisinden daha üstün bir kumandanýn re´yile son bulmuþtur.

"Filân adlý kâfiri öldürürsen, senin için yüz altýn vardýr ilh..." Ücret kelimesi söylenirse bu akid icare akdi olmuþ olur. Cihâd ücretle olmadýðý için bu icare akdi sahih olmaz. Eðer ücret kelimesi söylenmezse bu tenfil olmuþ olur.

Es-Siyerü´l-Kebir þerhinde zikredilmiþtir ki, kumandan hür olan bir müslümana veya köleye: "Sen kâfirlerden þu süvariyi öldürürsen, sana yüz dinar ücret vereyim." deyip o da onu öldürse, kendisine ücret verilmez. Çünkü ücret lâfzýný açýk olarak söylediði için kumandanýn sözünü tenfile hamletmek mümkün deðildir. O halde bu kiralamak olur. Cihâd için adam kiralamak ise caiz deðildir. Ordu kumandaný bu ifadeyi bir zimmî için söylese, Ýmam-ý Azam ile Ebû Yusuf´a göre tâyin edilen ücreti zimmî de alamaz, Ýmam Muhammed´e göre alýr.

Ýmam Muhammed´e göre harb için adam kiralamak caizdir. Ýmam-ý Azam ile Ýmam Ebû Yusuf´a göre caiz deðildir. Çünkü cihâd ruhu yok etmektir. Ruhu yok etmek ise insanýn iþi deðildir.

Öldürülecek esirler bulunup ordu kumandaný: "Kim bu esirlerin baþýný keserse ona on dirhem ücret verilecektir." deyip bu iþi bir müslüman veya zimmi yapsa, on dirhem ücreti alýr. Çünkü bu cihâd iþlerinden deðildir. Ordu kumandaný esirleri öldürmek isteyip onlarý öldürmesi için bir müslüman veya bir zimmîyi kiralasa, Ýmam-ý Azam ile imam Ebû Yusuf´a göre caiz deðildir, Ýmam Muhammed´e göre caizdir.

Kumandan: "Her kim düþmandan bin dirhem ganimet getirirse, kendisine iki bin dirhem verilecektir." deyip bunun üzerine bir kimse bin dirhem ganimet getirse, kendisine getirmiþ olduðu bin dirhemden fazla ganimet verilmesi lâzým gelmez. Fakat ordu kumandaný: "Her kim düþmanýn bir neferini esir ederse, kendisine onunla beraber beþ yüz dirhem verilecektir." dese, kumandanýn bu þarta riayet etmesi lâzým gelir. Çünkü bu ifade ile düþmanýn yenilmesi istenilmektedir, önceki ifade ile mal istenilmektedir.

Kumandan: "Her kim düþman hükümdarýný öldürürse, kendisine on bin dinar verilecektir." deyip bunun üzerine bir müslüman nefer onu öldürse, kendisine tâyin edilen mikdar verilir. Ordu savaþ için saf olduklarý zaman kumandan: "Her kim bir düþman baþý getirirse, kendisine yüz dinar verilecektir." dese, baþ ile kâfirlerin erkeklerinin baþý murad edilir. Çünkü bu halde maksud olan harbe tergib ve teþvik etmektir.

"Dürer´de zikredilmiþtir ilh..." Dürer´in ibaresi þöyledir: Siyer-i Kebir´den naklen Nihâye´de zikredilmiþtir ki, hükümdar bütün orduya: "Ganimet olarak elde ettiðiniz mallarýn beþte biri alýndýktan sonra geri kafan nefil olarak sizin olacaktýr." dese, bu caiz olmaz. Çünkü tenfilden maksad yiðitleri harbe teþvik etmektir. Bu ise ancak bazýlarýna sehimlerinden ziyade bir þey vermekle olur. Ordunun hepsine tenfilde bu faide yoktur. Ayný zamanda alýnan ganimet ordunun hepsine nefil olarak verilip aralarýnda eþit olarak taksim edildiðinde süvarilerin fazla olan sehimlerini ibtal vardýr.

METÝN

Ganimet mallarý Ýslâm memleketine çýkarýldýktan sonra tenfil, ancak beytülmâl için alýnan beþte birden caizdir. Çünkü beþte birin bir sýnýfa sarfedilmesi caizdir. Nitekim yukarýda geçmiþtir. Bir kâfirin eþyasý (selebi); bindiði hayvaný, elbisesi, silâhý ve bindiði hayvanýn üzerinde bulunan mallarý deðildir.

Tenfilin hükmü, ondan baþkalarýnýn hakkýný kesmektir. Yoksa mülkünü kesmek deðildir. Çünkü ganimet Ýslâm memleketine getirilmeden önce ganimette mücahidlerin haklarý sabit olmaz. Hükümdar: "Her kim kâfirlerden bir cariye elde ederse, cariye onun olsun." dese de mücahidlerden biri bir cariye elde etse, cariye âdet görerek temizlense bile ona cinsî yakýnlýkta bulunmasý veya onu satmasý caiz olmaz. Nitekim dar-ý harbde bir cariyeyi bir kimse hýrsýzlýk yoluyla alýp, cariye âdet görerek temizlense bile orada cariyeye cinsî yakýnlýkta bulunmasý icmâen helâl olmadýðý gibi. Öldürülen bir kâfirin eþyasý tenfil olunmadýkça ganimet olarak bütün mücahidlerin olur. Çünkü Peygamber Efendimiz, Habîb b. Seleme´ye hitaben:

"Öldürdüðün kâfirin eþyasýndan sana bir þey yoktur. Ancak hükümdarýn gönül hoþluðu ile sana verdiði vardýr." buyurmuþlardýr. Buna göre Peygamber Efendimizin kâfirin eþyasý hakkýndaki:

"Bir kimse bir düþmaný öldürürse, ölenin eþyasý öldürenindir." hadîs-i þerifini biz Hanefiler tenfile hamlederiz. Bu suretle iki hadîs-i þerifin arasýný bulmuþ oluruz.

Þarih der ki: Müftü Ebussûud´un Mâruzat´ýnda Ebussûud hazretlerine: "Bu zamanda mücahidlerin aralarýnda ganimet inallarýnýn meþru bir surette taksim edilmesinde þübhe bulunduðuna göre, bunlardan satýn alýnan cariyelere cinsî yakýnlýk helâl olur mu?" diye sorulmuþ, Ebussûud hazretleri: "Zamanýmýzda meþru bir surette taksim bulunmamaktadýr. Fakat 948 tarihinde sultan tarafýndan umum tenfil vâki olmuþtur. Artýk ganimet mallarýndan beþte biri verildikten sonra ilk baþtan itibaren þübhe bakî kalmaz." diye cevap vermiþtir. Bu mesele böylece bilinmelidir, iþin hakikatini Allah-ü Teâlâ Hazretleri bilir.

ÝZAH

"Ganimet mallarý Ýslâm memleketine çýkarýldýktan sonra ilh..." Yani ganimet mallarý islâm memleketine çýkarýldýktan sonra tenfil caiz olmadýðý gibi ganimet mallan elde edildikten sonra dar-ý harbde de tenfil caiz olmaz.

"Bir kâfirin eþyasý ilh..." Yani kumandan: "Her kim bir kâfir öldürürse, ölenin eþyasý öldürenin olsun." dese, mücahidlerden biri bir kâfir öldürdüðünde, öldürdüðü kâfirin atý. atýnýn üzerindeki mallarý, heybesinde veya bejinde baðlý olan altýný, gümüþü, yüzüðü, bileziði, kemeri, elbisesi, silâhý kendisinin olur. Nehir.

"Tenfilin hükmü, ondan baþkalarýnýn hakkýný kesmektir ilh..." Yani mücahidlerin hakkýný kesmektir. Bu takdirde tenfilden beþte bir alýnmaz. Mücahid dar-ý harbde ölürse veresesine miras olarak intikal eder.

Ben derim ki: Tenfilin diðer bir hükmü de süvari ile piyadenin eþit olarak hak almasýdýr.

"Mülkünü kesmek deðildir ilh..." Ýmam-ý Azam ile imam Ebû Yusuf´a göre ganimet mallarý Ýslâm memleketine çýkarýlmadan önce onda mücahidlerin mülkü sabit olmaz, imam Muhammed´e göre sabit olur. Hatta ganimet malýný zayi ye telef eden öder.

Ben derim ki: Ýmam-ý Azam ile Ýmam Ebû Yusuf´a göre "mülk sabit olmaz" ile tam mülk sabit olmaz, mânâsýný murad etmiþlerdir. Yoksa dar-ý Ýslama çýkarýlmayan ganimet malýnda mücahidlerin mülkleri noksan olarak sabit olur. Bu yüzden ölen mücahidlerin sehimleri vereselerine miras olarak intikal eder. Dürr-i Müntekâ.

"Öldürülen bir kâfirin eþyasý ilh..." Ýmam Þafii´ye göre öldürülen bir kâfirin eþyasý öldürenin olur.

"Sultan tarafýndan umum tenfil vâki olmuþtur ilh..." Yani sultan: "Her kim kâfirlerden bir þey alýrsa kendisinin olacaktýr." demek suretiyle umum tenfilde bulunmuþtur. Bu surette yapýlan tenfil þahindir. Ama sultan orduya hitaben: "Kâfirlerden ganimet olarak aldýðýnýz mallar hepinizin olacaktýr," dese bu þekilde yapýlan tenfil yukarýda geçtiði üzere sahih deðildir.

Sultanýn umum olarak tenfili caiz olduðuna göre kendisi öldükten sonra veya azledilip yerine baþka sultan geçtikten sonra bu umum tenfilin devam edebilmesi için, ikinci sultanýn da yeniden umum tenfilde bulunmasý lâzýmdýr.

"Ganimet mallarýndan beþte biri verildikten sonra ilh..." Yukarýda geçmiþtir ki, hükümdar umum tenfilde bulunduðu takdirde ondan beþte birinin verilmesi lâzým gelmez. Nitekim tenfilde süvari ile piyadeler eþittir. Çünkü zamanýmýzda taksim edilmemekte ve beþte biri verilmemektedir. Ganimet mallarýnýn beþte birinin verilmesinin farz olduðuna göre beþte biri verilmeyen ganimet mallarýnda nasýl þübhe bulunmaz!

Zamanýmýzdaki sultanýn umum tenfilde bulunup bulunmadýðýný bilmediðimiz için ganimet mallarýndaki þübhe bakîdir. Birisi buna "Zamanýmýzda ganimet mallarýnýn taksim edilmemesi, hükümdarýn umum tenfilde bulunduðunun delilidir." diye cevap veremez. Çünkü zamanýmýzýn ordularý islâm beldelerinden olsa bile zorla, yaðma, kapma suretiyle alýyorlar. Hatta almýþ olduklarý mallarýn, müslüman sahihleri ortaya çýktýklarýnda mallarý kendilerine para ile verilmektedir. Buna göre onlarýn hallerini iyiye yormak mümkün deðildir. Keza bu zamanýn hâkimleri ve ordu kumandanlarý tenfilde bulunmuyor, ganimeti taksim etmiyor ve beþte birini de vermiyorlar. O halde zamanýmýzda ganimetten alýnan malýn hükmü, ganimetten hainlikle alýnan malýn hükmü gibidir.

Es-Siyerü´l-Kebir þerhinde zikredilmiþtir ki, ganimetten hýyanetlikle bir þey aþýran kimse piþman olup ordu daðýldýktan sonra aþýrmýþ olduðu þeyi hükümdara getirse, hükümdar muhayyer olup dilerse onu tekrar getirene verip hak sahihlerine yermesini emreder. Dilerse onu ondan alýp beþte, birini hak sahiblerine verir. Geri kalan dört kýsmý buluntu gibi olur. Hak sahiblerini bulamazsa onu ya tesadduk eder veya beytülmâla koyup üzerine emrini yazar. Ganimetten hainlikle bir þey aþýran kimse aþýrdýðý þeyi hükümdara getirmezse bakýlýr; eðer hak sahiblerini bulamazsa onu tesadduk etmesi müstehabdýr. Eðer hak sahiblerini bulursa, onun hükmü buluntunun hükmü gibi olur. Nitekim buluntuda olduðu gibi hükümdara verilmesi evlâdýr. Çünkü ondan beþte biri alýnýp hak sahihlerine verilir. Bir mücahidin ganimet malý taksim edilmeden önce sehmini satmasý bâtýldýr. Nitekim taksim edilmeden önce sehmini âzâd etmesi bâtýl olduðu gibi.

Hâvi´de zikredilmiþtir ki, bir kimse kendisinden beþte bir alýnmamýþ olan esir bir cariyeyi ordu kumandanýndan satýn alsa, bu alým satým sahih olup bu cariye kendisine helâl olur. Cariyeden alýnacak beþte bir cariyenin kendisinden deðil parasýndan vâcib olur.

Bir kimsenin yanýnda emânet mal bulunup emânet býrakan kimse ölüp veresesi olmasa, emanetçi fakir olursa o malý kendisi kullanýr, zengin olursa fakirlere verir. Çünkü beytülmâla vermiþ olsa fakirlere sarfedilmeyip zayi olur. Bezzâziye.

Bir kimse ganimetten bir cariye satýn alsa bakýlýr; eðer satýn alan kimse ganimetten ayrýlan beþte birden sehim alanlardan olursa, cariyeden alýnacak olan beþte biri kendi nefsine sarfeder. Eðer beþte birden sehim alanlardan olmayýp fakat zengin olan afim gibi baþka yoldan beytülmaldan sehim alanlardan olursa cariyeyi beþte birden sehim alan fakire mülk olarak vermeli, sonra ondan cariyeyi satýn almalý veya cariyeden alýnacak olan beþte biri fakire mülk olarak vermeli, sonra ondan cariyenin beþte birini satýn almalýdýr. Çünkü böyle yapmadan cariyeyi kendi nefsine sarfetse, cariyeden alýnacak olan beþte bir fakirlerin hakký olarak kalýr da cariyeye cinsî yakýnlýkta bulunmasý helâl olmaz.

Bana göre bu mesele þöyle halledilmelidir: Ganimet malý islâm memleketine getirildikten sonra mücahidler ile beþte birden sehim alanlar arasýnda ortak olur. Yukarýda geçtiði üzere ganimet malý islâm memleketine getirildikten sonra mücahidlerden ölenlerin sehimleri vereselerine miras olarak kalýr. Fakat ganimet malýndan sehim alacak olanlar bilinmeyip onlarý bilmek umudu da kalmayýnca, ganimet malý muayyen kimseler arasýnda ortak olmaktan çýkýp bütün müslümanlarýn hakký olmak üzere beytülmâldaki diðer mallar gibi beytülmâl haklarýndan olmuþ olur. Beytülmâldaki mallarda bütün müslümanlarýn hakký vardýr. Fakat bu ,hak mülkiyet yolu ile deðildir. Çünkü beytülmâlda hakký olan bir kimse öldüðü takdirde hakký miras olarak vereselerine kalmaz. Ganimet malý islâm memleketine çýkarýldýktan sonra mücahidler daðýlýp onlarý bulmak imkâný olmadýðý takdirde ganimet malý beytülmâla kalýr. Kendisinden beþte bir de alýnmaz. Buna göre beytülmâlda hakký olan bir kimse beþte biri alýnmamýþ bir cariyeyi beytülmâldan satýn almýþ olduðu takdirde cariyeden alýnacak olan beþte bir sehmini kendi nefsine sarfetmesi caizdir.

Þafiî muhakkýklarýndan Seyyid Semhudî risalesinde zikretmiþtir ki; babam bana odalýk bir cariye aldý. Sonra babam zamanýmýzýn muhakkiki AllâmeCelâl-i Mahalli ile ganimet mallarý ve beytülmâl vekilinden mal satýn alma hususunda konuþup ona: "Beytülmâldaki alamadýðýmýz hakkýmýz olan mallarý zafer yoluyla alýyoruz. Çünkü bu cariye þer´î surette taksim edilmeyen ganimet mallarýndan olduðu takdirde hak sahihleri bilinmediði için cariye beytülmâla aid olmuþ olur." dedi. Bunun üzerine Celâl-i Mahalli: "Evet, sizin beytülmâlda bir çok bakýmdan haklarýnýz vardýr." dedi. Bu, Bezzâzlye ve Kýnye´den nakledilene muvafýktýr, iþin hakikatini Allah-ü Teâlâ bilir.

Ynt: Cihad By: neslinur Date: 02 Mart 2010, 22:12:24
KÂFÝRLERÝN BÝRBÝRÝNÝ VEYA BÝZ MÜSLÜMANLARIN MALLARINI ÝSTÝLÂLARI BEYANINDA BÂB



Ýstilâ, lügatta mutlaka gâlib ve üstün olmak manasýnadýr, Fýkýh ýstýlahýnda, bir kavmin mallarýný veya memleketini diðer bir kavmin üstünlük yoluyla elde etmesinden ibarettir. Dar-ý harbde bir kâfir diðer bir kâfiri esir edip malýný alsa ona mâlik olur. Çünkü av gibi mubah olan malý istilâ etmiþtir. Kâfirler islâm memleketinden zimmîleri esir etseler, onlara mâlik olamazlar. Çünkü zimmîler hürdürler.

Biz müslümanlar kâfirlere üstün gelip onlarýn esir ettiklerini bulup alsak, onlarýn mallarýna kýyasla o esirlere de mâlik oluruz.

Kâfirler biz müslümanlarýn mallarýný istilâ edip -her ne kadar bu mallarýmýz mümin köle olursa da- memleketlerine götürseler, onlara mâlik olurlar. Mâlik olmalarý mubah olan malý istilâ ettikleri için deðildir. Çünkü ehl-i sünnet mezhebinden sahih olan kavle göre eþyada asýl olan tevakkufdur. Eþyada asýl olar. mubah olmasý, Mutezile´nin mezhebidir. Belki kâfirlerin müslümanlarýn mallarýna mâlik olmalarý, bir kimsenin mülkü olan malý dokunulmaz olup baþka þahýslarýn o malý korumasý þer´î hükümlerdendir. Kâfirler ise þer´î hükümler ile muhatab deðildirler. Biz müslümanlarýn mallarý onlar hakkýnda dokunulmaz mallardan deðildir. Bu cihetten o mallara mâlik olurlar. Nitekim Mecmâ sahibi þerhinde bu bahsi incelemiþtir. Kâfirler mallarýmýzý aldýklarý takdirde mallarýmýzý kurtarmak için onlarýn arkasýna düþmek biz müslümanlara farzdýr. Mallarýmýzý aldýktan sonra müslüman olsalar, mallarýmýz kendilerinden alýnmaz.

Kâfirler, müslümanlarýn mallarýný memleketlerine götürdükten sonra müslüman mücahidler onlara üstün gelerek götürmüþ olduklarý mallarý onlardan alsalar, bakýlýr; eðer eski sahibleri mallarýný müslüman mücahidler arasýnda taksim edilmeden önce bulurlarsa, onlara meccanen mâlik olurlar. Eðer taksim edildikten sonra bulurlarsa ve mallan da kýyemiyyât (çarþý ve pazarda benzeri bulunmayan yahut bulunsa da aralarýnda fazla fiat farký bulunan mallar) dan olursa, mümkün olduðu kadar iki tarafýn zararýný önlemek için mücahidlere verildiði gündeki kýymetiyle alabilirler. Bu mallar misliyyât (aralarýnda fazla fiat farký olmayýp, kendileri gibi pazarda bulunan mallar) dan olursa taksim edildikten sonra onlarý almaya yol yoktur. Zira bunlarý kendi misliyle almakta bir fâide yoktur. Eðer taksim edilmeden önce mallarýný bulurlarsa, onlarý meccanen alýrlar. Nitekim yukarýda geçmiþtir.

Kâfirler zorla müslümanlardan almýþ olduklarý mallan islâm memleketinden çýkarmadan müslüman mücahidler kâfirlerden o mallarý geri alsalar, eski sahihleri mallarýný gerek taksimden önce olsun ve gerekse taksimden sonra olsun meccanen alýrlar.

ÝZAH

"Kâfirlerin birbirini veya biz müslümanlarýn mallarýný istilâlarý ilh..." Musannýf biz müslümanlarýn kâfirleri istilâ etmemizin hükmünü beyan edince kâfirlerin birbirlerini ve biz müslümanlarý istilâ etmelerinin hükmünü anlatmaya baþladý. Fetih.

"Dar-ý harbde ilh..." Kâfirler dar-ý harbde birbirinden istilâ yoluyla aldýklarý mallara, esirlere derhal yani bunlarý daha kendi memleketlerine götürmeden mâlik olurlar. Meselâ kâfir Türkler ile kâfir Hintliler, kâfir Rumlarý istilâ edip onlarý Hindistan´a götürseler, bu esirlere Hintli kâfirler mâlik olduðu gibi, kâfir Türkler de mâlik olurlar.

"Zimmîleri esir etseler ilh..." Kâfirler Ýslâm memleketinden zimmîlerin mallarýný zorla alsalar, kendi memleketlerine götürmedikçe mâlik olamazlar. Bir zimmî geri dönmek üzere dar-ý harbe gittiðinde müslümanlar onun gitmiþ olduðu dar-ý harbi zabdedip onu esir etseler, ona mâlik olamazlar. Çünkü onun müslümanlarla yapmýþ olduðu zimmet ahdi bakîdir.

"Onlarýn mallarýna kýyasla ilh..." Yani müslüman mücahitler kâfirlere üstün geldiklerinde onlarýn mallarýna mâlik olduklarý gibi onlar tarafýndan esir edilmiþ olan diðer kâfirlerin mallarýna da - her ne kadar bu esir edilmiþ kâfirler ile müslümanlar arasýnda antlaþma bulunsa bile - mâlik olurlar. Çünkü müslümanlar onlarýn ahdini bozmamýþlardýr. Ancak onlarýn mülkünden çýkan mallarý almýþlardýr.

TENBÝH: Nehir´de zikredilmiþtir ki, dar-ý harbde bir kâfir çocuðunu bir müslümana satsa, Ýmam-ý Azam´a göre caiz deðildir. Ama müslümana çocuðu geri vermesi için cebir olunmaz, Ýmam Ebû Yusuf´a göre kâfir dâva, ettiðinde cebrolunur. Bir kâfir çocuðu ile beraber islâm memleketine emanla gelip çocuðunu satsa, ittifakla bu satýþ caiz deðildir.

"Kâfirler biz müslümanlarýn mallarýný istilâ yoluyla memleketlerine götürseler mâlik olurlar ilh..." Ýmam Mâlik ile Ýmam Ahmed´in kavilleri de böyledir. Böyle kâfirlerden bir müslüman yenilecek bir þey veya cariye satýn alsa, bunlar kendisine helâl olur. Çünkü Allah-ü Teâlâ (Haþr Sûresi, âyet: 8) âyet-i kerîmesinde memleketlerinden ve mallarýndan mahrum edilerek çýkarýlmýþ olan muhacirlere fakir ismini vermiþtir. Bu âyet-i kerîme hicret eden müslümanlarýn mallarýna kâfirlerin mâlik olduðuna delâlet etmektedir.

Malýna eriþemeyen bir kimseye fakir denilmeyip parasýz kalmýþ yolcu denilir. Bundan dolayý sadaka "âyetinde (Tevbe Sûresi, âyet: 60) parasýz kalmýþ yolcular fakirler üzerine atfedilmiþlerdir.

"Mâlik olmalarý mubah olan malý istila ettikleri için deðildir ilh..." Bu ifade Hidâye sahibini reddetmek içindir. Hidâye sahibi: «Ýmam Þafiî´ye göre kâfirler müslümanlarýn mallarýna mâlik olamazlar. Zira dokunulmaz olan mâllarý istilada bulunmuþ olmalarý haklarýnda mâlikiyyeti ifade etmez. Biz Hanefilerce kâfirler mubah olan malý istila etmiþlerdir. Günkü malýn dokunulmazlýðý Allah-ü Teâlâ´nýn: "Yerde ne varsa hepsini sizin (faideniz) için yaratan O (Allah-ü Teâlâ) dur." (Bakara Sûresi, âyet: 29) kavl-i kerîmine münafi olarak sabit olmuþtur. Zira bu âyet-i kerime bütün mallarýn dokunulmaz deðil, mubah olmasýný gerektirir. Fakat malýn dokunulmaz olmasýnýn sebebi, sahibinin ondan faydalanma imkâný bulmasý içindir. Buna göre kâfirler istila yoluyla müslümanlarýn mallarýný memleketlerine götürüp asýl sahiblerinin onlardan faydalanma imkâný kalmayýnca, mallar eski mubah olan hallerinedönerler.» demiþtir.

"Ehli sünnet mezhebinden sahih olan kavle göre eþyada asýl olan tevakkuftur Ýlh..." Hidâye sahibinin "Eþyada asýl olan mubah olmasýdýr." ifadesi Mutezile´nin görüþüdür. Ehli sünnet mezhebinden sahih olan kavle göre eþyada asýl olan tevakkufdur. Yani mubah veya haram olduðuna dair þer´î bir delil gelinceye kadar durulur ve bunlardan biriyle hüküm verilemez. Biz Hanefilerce malýn dokunulmazlýðý seri hitabla sabittir. Kâfirler hakkýnda mallarýn dokunulmaz olmasý zahir deðildir. Çünkü kâfirler þeriatla muhatab deðildirler, imam Þafiî´ye göre kâfirler þeriatla muhatabdýrlar. Bu bakýmdan kâfirlerin böyle dokunulmaz mallara istilada bulunmuþ olmalarý, haklarýnda mâlikiyyeti ifade etmez. Bu, Mecma þerhi Menba´da zikredilenin hülâsasýdýr

Ben derim ki: Bu, birkaç bakýmdan söz götürür:

1) Hidâye sahibi "Eþyada asýl olan mubah olmasýdýr." demek istememiþtir. Çünkü eþyada asýl olan mubah olmasý mýdýr, haram olmasý mýdýr veya tevakkuf mudur? Bu husustaki ihtilâf þeriat gelmeden önceye aiddir. Hidâye sahibi ise þeriat geldikten sonra delil ile eþyada asýl olan mubah olmasýný isbat etmiþtir. Malýn dokunulmazlýðý mülk sahibinin malýndan faydalanmasý gibi ârizî bir sebebten dolayý sabit olmuþtur.

Usul-i Pezdevî´de: "Þeriat geldikten sonra haram olduðuna dair delil bulunmadýkça icma ile mallarýn mubah olmasýdýr. Çünkü Allah-ü Teâlâ: "hüvellezi haleka leküm mâ filardý cemîan"kavl-i kerîmi ile bütün mallarý mubah kýlmýþtýr." diye zikredilmiþtir.

2) Kâfirler imân ile, içki haddinden baþka ukûbât (cezalar) ile ve muameleler ile muhatabdýrlar ibâdetler ile muhatab olmalarýnda ihtilâf vardýr. Nitekim bu bahis cihâd bahsinin evvelinde beyan edilmiþtir.

3) "Kâfirler hakkýnda mallarýn dokunulmaz olmasý zahir deðildir." ifadesinin mânâsý "mallar onlar için mubahtýr" demektir. "Bu ifadede eþyada asýl olan mubah olmasýdýr." diyenlerin kavline dönüþ vardýr.

4) "Eþyada asýl olan mubah olmasýdýr.""görüþünü Mutezile´ye nisbet etmek usûl kitablarýnda beyan edilene muhaliftir, Ýbn-i Hümâm´ýn "Tahrir" isimli kitabýnda Hanefi ile Þafiî cumhur fukahasýnýn muhtar olan kavline göre; "Eþyada asýl olan mubah olmasýdýr." denilmiþtir.

Usûl-i Pezdevî þerhinde Allâme Ekmel diyor ki: Biz Hanefilerin ve Þâfiîlerin ekseri fukâhasýna göre, þeriatýn mubah veya haram kýlmasý caiz olan eþyanýn þeriat gelmeden önce mubah olmasýdýr ki, eþyada asýl olan budur. Hatta þeriat kendisine eriþmeyen kimsenin dilediðini yemesi mubahdýr. Buna Ýmam Muhammed Ýkrah Bahsinde "Laþenin yenmesi, þarabýn içilmesi ancak þeriat tarafýndan yasak edilmekle haram olmuþtur." diyerek "mubahýn asýl, haramýn yasak sebebiyle sonradan olduðuna" iþaret etmiþtir. Bu, Cübbaî, Ebû Haþim ve Zahirîlerin kavlidir.

Biz Hanefiler ile Þâfiilerin bazý fukâhasýna ve Baðdat Mutezilesine göre, eþyada asýl olan haram olmasýdýr.

Eþariler ile bütün hadîscilere göre eþyada asýl olan tevakkufdur. Hatta þeriat kendisine eriþmeyen kimse bekleyip hiç bir þey yiyip içmez. Eðer bir þey yiyip içerse, onun fiil helâl ve haram ile vasýflanmaz.

Baðdatlý Abdülkahir bunun mânâsý, "sevaba ve günâha girmez" demektir, demiþtir. Þeyh Ebû Mansûr da buna meyletmiþtir.

"Onlarýn arkasýna düþmek biz müslümanlara farzdýr ilh..." Yani kâfirler müslümanlarýn mallarýný elde ederek dar-ý harbe götürmek isteseler, müslüman memleketinde bulunduklarý müddetçe bunlarý onlarýn elinden almak için arkalarýna düþmek farzdýr. Elde ettikleri mallarý dar-ý harbe götürmüþ olurlarsa, artýk takib etmek farz olmaz. Evlâ olan takib edilmesidir. Ama kadýnlar ite çocuklarý dar-ý harbe götürmüþ olurlarsa, onlarý takib etmek farzdýr. Meðerki kuvvet ve imkân mevcud bulunmasýn.

"Mallarýný müslüman mücahidler arasýnda taksim edilmeden önce bulurlarsa, onlara meccanen mâlik olurlar ilh..." Bir kâfir emanla islâm memleketine girip bir müslümanýn malýný çalar ve memleketine götürse, sonra onu baþka bir müslüman satýn alýp islâm memleketine getirse, eski sahibi malýný ondan meccanen alýr.

Keza bir köle dar-ý harbe kaçtýktan sonra bir müslüman tacir onu satýn alýp getirse, eski sahibi kölesini ondan meccanen alýr. Muhit, Kuhistânî.

"Kýymetiyle olabilirler ilh..." Asýl mal sahteleri ölse, verese için mücahidin etinde bulunan malý kýymetiyle alma hakký yoktur. Çünkü mücahidin elindeki malý kýymetiyle alýp almama arasýndaki muhayyerlik miras olarak vereseye intikâl etmez.

Hâniyye´den naklen Sâihânî´de zikredilmiþtir ki, bir kâfir bir müslümandan esir ettiði köleyi dar-ý harbe götürdükten sonra müslüman bir tacir o köleyi kâfirden satýp alýp islâm memleketine getirdikten sonra asýl sahibi ölse, Ýmam Muhammed´e göre vereselerin hepsi o köleyi alabilir. Ama vereselerinden bir kýsmý alamaz, Ýmam Ebû Yusuf´a göre vereselerin o köleyi olma hakký yoktur.

TENBÝH:
Müslüman mücahidler maðlub ettikleri bir düþmanýn elinden vaktiyle müslümanlardan zorla alýp memleketlerine götürmüþ okluktan köle ve mallan geri alýp islâm memleketine getirilip bu mallar mücahidler arasýnda taksim ettikten sonra sehmine köle düþen mücahid köleyi âzâd etse köle âzâd olur, eski sahibinin hakký bâtýl olur. Sehmine köle düþen mücahid köleyi satmýþ olursa, eski sahibi köleyi parayla alabilir. Satýþý bozamaz. Þürunbulâli.

"Ýki tarafýn zararýný önlemek için ilh..." Zira eski sahibi, rýzasý yok iken mülkünün elinden çýkmasýyla zarar görür. Hissesine düþen mücahidin elinden de meccanen alýnmasýyla zarar görür. Çünkü mücahid onu ganimetteki sehmine karþýlýk olarak almýþtýr. Buna göre mümkün olduðu kadar her ikitarafýn hakkýna riayet etmek için bu malýn eski sahibine bunu kýymetiyle almak selâhiyeti verilmiþtir.

Ganimet taksim edilmeden önce o mal bütün mücahidlerin mülküdür. Bu maldan her birine elinden çýkmasýyla üzülecek mikdar hisse isabet etmez. Bu yüzden zarar görmezler. Bunun için taksim edilmeden önce eski mal sahibleri mallarýný alýrlar. Dürer.

METÝN


Bir tacir kâfirlerin istilâ yoluyla elde etmiþ olduðu müslüman mallarýný onlardan satýn alarak islâm memleketine getirirse, eski sahibleri bu mallarý o tacirin vermiþ olduðu para ile diðer bir mal karþýlýðýnda satýn almýþ ise, vermiþ olduðu malýn kýymetiyle eðer kâfirler tarafýndan kendisine hibe edilmekle veya fâsid akidle mâlik olmuþsa, mallarýnýn kendi kýymetleriyle alabilirler.

Bahýr´da zikredilmiþtir ki, tacir mallan kâfirlerden þarab veya domuz karþýlýðý satýn alsa, eski sahibleri onlarý ittifakla þarab ve domuzla alamayýp kendilerinin kýymetleriyle alýrlar.

Keza tacir misliyattan olan mallarý veresiye olarak, kendilerinin misliyle yahut mikdar ve vasýf itibariyle kendilerinin misliyle sahih veya fâsid akidle satýn alsa, eski sahihlerinin almalarýnda faide olmadýðý için yine onlarý almazlar. Ama mikdar itibariyle az ile veya vasýf itibariyle düþük mal ile satýn alsa, eski sahiblerinin almalarýnda fayda olduðu için mallarýný alabilirler. Bu fidye olup karþýlýk olmadýðý için bunda riba (faiz) olmaz.

Kâfirlerin istilâ yoluyla memleketlerine götürmüþ olduklarý bir köleyi müslüman bir tacir, onlardan satýn alarak Ýslâm memleketine getirse de kölenin gözü çýkarýlýp veya eli kesilip tacir ersi (uzvunun diyeti) ni alsa yahut kölenin gözünü, satýn alan tacir çýkarmýþ olsa, kölenin eski sahibi muhayyer olup dilerse tacirin kâfirden satýn almýþ olduðu paranýn hepsiyle alýr, ersi alamaz; dilerse köleyi hiç almaz. Tacir ile eski mal sahibi paranýn mikdarýnda ihtilâf etseler, þâhid bulunmadýðý takdirde yeminiyle tacirin sözü kabul edilir. Ama biri þâhid getirirse onun þahidi kabul edilir. Çünkü þâhid açýklayýcýdýr. Eðer her ikisi de þâhid getirirse, eski sahibinin þahidi kabul edilir. Ýmam Ebû Yusuf´a göre, tacirin þahidi kabul edilir. Nehir.

Kâfirler bir kimsenin kölesini esir edip memleketlerine götürdükten sonra müslüman bir tacir o köleyi satýn alýp islâm memleketine getirse, bundan sonra o tacirin elindeyken kâfirler o köleyi tekrar esir ederek memleketlerine götürseler, sonra baþka bir müslüman tacir o köleyi satýn alýp Ýslâm memleketine getirse, birinci tacir ikinci tacirden parasýyla alýr. Çünkü köle birinci tacirin mülkünde iken ikinci defa esir edilmiþtir, ikinci tacirden o köleyi iki kat parasýný vererek alýr. Çünkü birinci tacire köle iki fiata mal olmuþtur. Birinci tacirin parasý zayi olmamasý için eski sahibi ikinci tacirden köleyi alamaz. Kâfirler harb neticesinde müslümanlardan hür, müdebber, ümm-i veled, mükâteb elan erkek ve kadýnlarý esir ederek memleketlerine götürseler onlara mâük olamazlar. Çünkü onlar bir bakýma hürdürler.

Sonra müslümanlar kâfirleri yenerek bunlarý geri alsalar, ganimet taksini edilmeden önce eski sahibleri bunlarý meccanen alýrlar. Ganimet taksim edildikten sonra sehimlerine düþen mücahidtere beytülmâldan kýymetleri verilir. Biz müslümanlar kâfirlere galip gelince onlarýn her þeylerine mâlik oluruz. Çünkü þer´i þerif cinayetlerini cezalandýrmak için onlarýn dokunulmazlýðýný kaldýrmýþtýr.

Ýslâm memleketinden bir hayvan dar-ý harbe kaçsa, istilâ gerçekleþtiði için ona mâlik olurlar. Çünkü hayvanýn Ýslâm memleketinden çýkmasýnda ona yardým edecek bir el yoktur, Ýslâm memleketinden dar-ý harbe müslüman bir köle kaçýp da kâfirler onu zorla yakalasalar, ona mâlik olamazlar. Çünkü Ýslâm memleketinden çakmakla kendi kendine mâlik oldu da baþkasýnýn kendisine mâlik olmasýna mahal kalmadý. Ýmameyn´e göre, kâfirler buna mâlik olurlar. Ama -Allah´a sýðýnýrýz- köle mürted olduktan sonra dar-ý harbe kaçýp kâfirler onu yakalasalar, ittifakla ona mâlik olurlar.

Bir köle bir ot ve eþya ile birlikte dar-ý harbe kaçýp müslüman bir tacir onlarý kâfirlerden satýn alýp islâm memleketine getirse, kölenin eski sahibi köleyi meccanen alýr. Çünkü kâfirler köleye mâlik olamazlar. At ile eþyalarýný para ile alýr. Çünkü kâfirler bunlara mâlik olurlar.

Müstemen (pasaportlu kâfir), müslüman veya zimmî bir köleyi satýn alýp memleketine götürse, bu müslüman veya zimmî köle âzâd olur. Çünkü islâm memleketiyle dar-ý harbin birbirinden ayrý olmasý âzâd etme yerine geçer. Nitekim kâfirler müslüman bir köleyi istilâ yoluyla kendi memleketlerine götürdükten sonra köle dar-ý harbden Ýslâm memleketine kaçsa âzâd olur.

Musannýf "müstemen, müslüman veya zimmî bir köleyi satýn alýp memleketine götürürse âzâd olur" diye kayýdlamýþtýr. Çünkü müstemen olmayan bir kâfir müslüman veya zimmî bir köleyi satýn alýp memleketine götürse, ittifakla bu müslüman veya zimmî köle âzâd olmaz. Çünkü buâ Nehir. Nitekim kâfirlerin bir kölesi dar-ý harbde müslüman olup sonra müslüman memleketine yahut dar-ý harbde olan ordumuza gelse yahut dar-ý harbde onu bir müslüman veya zimmî veya kâfir satýn alsa veyahut onu satýþa arzetse, satýn alacak olan kabul etsin veya etmesin yahut müslümanlar bu kâfirlere üstün gelseler, bu dokuz surette köle âzâd edilmeksizin ve hiç bir kimsenin ona velâsý olmaksýzýn âzâd olmuþ olur. Çünkü bu suretlerdeki azada "hükmen âzâd" denilir.

Zeylaî´de zikredilmiþtir ki, bir harbî (kâfir) kendi kölesinin elinden tutup gitmesi için müsaade etmediði halde "sen hürsün" dese, Ýmam-ý Azam´a göre köle âzâd olmaz. Çünkü köleyi dili ile âzâd etmiþ, fakat eliyle âzâd etmemiþtir.

ÝZAH

"Onlarýn her þeylerine mâlik oluruz ilh..." Kâfirlerin hükümdarý bir müslümana hür olan kâfirlerden bir þahsý hediye olarak verse, müslüman ona mâlik olur. Ancak vermiþ okluðu þahýs müslümanýn akrabasý olursa müslüman ona mâlik olamaz.

Bir müslüman dar-ý harbe eman ile girip kâfirlerden birinin çocuðunu satýn aldýktan sonra onu zorla Ýslâm memleketine^getirse, çocuða mâlik olur. Dar-ý harbde iken çocuða mâlik olup olmamasýnda ihtilâl vardýr. Esah olan kavle göre mâlik olmaz. Nitekim Muhît´te de böyle zikredilmiþtir. Bu ifade "kâfirlerin memleketlerinde hür olduklarýný" bildirmektedir. Halbuki kâfirlere hiç bir kimse mâlik olmasa bile onlar kendi memleketlerinde köledirler. Nitekim Mûstesfâ. Kuhistânî ve Dürr-i Müntekâ gibi mu´teber kitablarda böyle zikredilmiþtir.

Ben derim ki: Âzâd Bahsinde beyan edilmiþ olduðu üzere "kâfirler köledirler" ifadesinin mânâsý "müslümanlar onlarý istilâ ettikten sonra köledirler" demektir, istilâ edilmeden önce onlar hürdürler. Zira Zahîriyye´de zikredilmiþtir ki, bir kimse kölesine "senin nesebin hürdür" yahut "senin aslýn hürdür" dese, eðer kölenin esir edilmiþ olduðu bilinirse âzâd olmaz, bilinmezse âzâd olur. Ýþte bu, kâfirlerin, hür olduðuna delildir; Muhit´de zikredilen de buna delildir.

"Dar-ý harbe müslüman bir köle kaçýp da ilh..." Yani kaçan kölenin müslüman veya zimmînin kölesi olmasý arasýnda fark yoktur. Musannif "dar-ý harbe müslüman bir köle kaçýp" diye kayýdlamýþtýr. Çünkü kâfirler köleyi istila yoluyla islâm memleketinden alsalar, ittifakla ona mâlik olurlar.

Musannýf "müslüman bir köle kaçsa" diye kayýdladý. Çünkü - Allah´a sýðýnýrýz- köle mürted olduktan sonra dar-ý harbe kaçarsa, ona mâlik olurlar.

Zimmî bir köle dar-ý harbe kaçýp kâfirler bunu yakaladýklarýnda buna mâlik olup olmamalarý hususunda iki kavil vardýr: Bir kavle göre mâlik olurlar, diðer kavle göre mâlik olmazlar. Nitekim Fetih´de de böyledir. Þârih "kâfirler onu zorla yakalasalar" diye kayýtladý. Kâfirler onu zorla yakalamasalar ittifakla ona mâlik olamazlar. Nehir.

"Ona mâlik olamazlar ilh..." Yani o köle kâfirler tarafýndan bir müslümana hibe edilip yahut bir müslüman tacir tarafýndan satýn alýnýp yahut ganimet olarak islâm memleketine getirilse eski sahibi kölesini meccanen alýr. Ganimet malý taksim edilip bu köle mücahidlerden birinin sehmine düþtükten sonra eski sahibi kölesini alýrsa, sehmine düþen mücahide beytülmâldan kölenin kýymeti verilir. Bu bahsin tamamý Fetih´dedir.

"Kendi kendine mâlik oldu da ilh..." Yani köle mükellef bir insan olup kendi kendine mâliktir. Efendi kölesinden faydalanma imkâný bulabilmesi için kölenin kendi kendine mâlik olmasý itibardan düþmüþtür. Köle dar-ý harbe girince efendinin köle üzerindeki mâlikiyeti kalkar, köle kendi kendine mâlik olarak dokunulmaz bir insan olur da baþkasýnýn kendisine mâlik olmasýna mahal olmaz. Bu bahsin tamamý Fetih´dedir.

"Müslüman veya zimmî bir köleyi satýn alýp ilh..." Yani müstemen (pasaportlu) bir kâfir müslüman veya zimmî bir köleyi satýn aldýðý takdirde geri satmasý için cebrolunur. Dar-ý harbe götürmesi için müsaade edilmez. Zeylai.

"Ýslâm memleketiyle dar-ý harbin birbirinden ayrý olmasý âzâd etme yerine geçer ilh..." Yani müstemen (pasaportlu) bir kâfir müslüman bir köleyi satýn alýp dar-ý harbe götürse Ýmam-ý Azam´a göre âzâd olur. Ýmameyn´e göre âzâd artmaz. Ýmam-ý Azam´ýn delili þudur: Kâfirin zilletinden müslümaný kurtarmak vâcibdir. Birbirine zýd olan dar-ý harb ile islâm memleketi kölenin âzâd olmasýna sebebdir. Nitekim dar-ý harbde karý ile kocadan birisi müslüman olunca kadýnýn üç adet görmesi aralarýnýn ayrýlmasý yerine geçer.

Ýmameyn´in delili þudur: Bizim üzerimize vâcib olan müslüman köleyi kâfirin zilletinden kurtarmak için kâfiri satmasý için cebretmektir, fakat dar-ý harbe giden kâfiri satmaya zorlamamýz mümkün deðildir. Bu bakýmdan müste´menin elinde köle olarak -kalýr, âzâd olmaz. Ýbn-i Kemâl.

"Kâfirler müslüman bir köleyi ilh..." Yani kâfirler islâm memleketinden bir köleyi esir edip memleketlerine götürdükten sonra köle oradan islâm memleketine kaçsa köle efendisine geri verilir, bir rivayete göre âzâd olur. Ama racih olan kavle göre âzâd olmaz. Çünkü müslüman olan efendinin kölesini geri alma hakký vardýr. Bezzâziye. Tatarhâniyye.

"Kâfirlerin bir kölesi dar-ý harbde müslüman olup ilh..." Bir köle efendisine kýzarak dar-ý harbden kaçýp islâm memleketine gelerek müslüman olsa âzâd olur. Ama bir kâfirin kölesi efendisinin izniyle veya emriyle bir iþ için islâm memleketine gelip müslüman olsa islâm hükümdarý onu satýp parasýný kâfir olan efendisi için muhafaza eder. Bahýr.

"Bir harbi kendi kölesinin elinden tutup ilh..." "Harbî" ile dar-ý harbde doðup büyüyen kimse murad edilmiþtir, gerek orada müslüman olsun gerekse olmasýn. Bir müslüman dar-ý harbe girip harbî bir köle satýn alarak âzâd etse -her ne kadar kölenin gitmesine müsaade etmese bile - istihsanen âzâd ölür. Kölenin velâsý kendisi için olur.

"Ýmam-ý Azam´a göre köle âzâd olmaz ilh..." Hatta köle yanýnda iken harbî müslüman olsa köleye mâlik olur. Ýmameyn´e göre âzâd olur. Çünkü âzâdýn rüknü âzâd etmeye ehil olan kimse tarafýndan meydana gelmiþtir.

"Çünkü köleyi diliyle âzâd etmiþ ilh..." Yani harbi kölesini diliyle âzâd etmiþ, eliyle köle edinmiþtir. Ýmam-ý Azam´ýn kavlinin izahý þöyledir: Harbî ´kölesini lisanýyla âzâd etmekle kölesi üzerindeki mülkü kalkmýþtýr. Fakat dar-ý harbde köleyi eliyle yakalayýp býrakmamakla onu yeni baþtan istilâ etmek suretiyle kendisine köle yapmýþtýr. Müslüman köle böyle deðildir. Çünkü müslüman köle istilâ yoluyla mülk olmaya mahal deðildir. Zeylaî. Ýþin hakikatini Allah-ü Teâlâ Hazretleri bilir.

Ynt: Cihad By: neslinur Date: 02 Mart 2010, 22:30:55
MÜSTEMÝNÝN HÜKÜMLERÝ BÂBI



Müstemin: Hem emân isteyen, hem de kendisine emân verilen kimse demektir. Fýkýh ýstýlahýnda; gerek müslüman gerek harbî (kâfir) olsun, baþka bir milletin memleketine emân (pasaport) ile giren kimsedir. Bir müslüman emânla dar-ý harbe girerse kendisine onlarýn kanlarýndan, mallarýndan, namuslarýndan bir þeye dokunmasý haramdýr. Çünkü müslümanlar þartlarýnda sabittirler. Þayet onlardan bize izinsiz bir þey çýkarýrsa ahdini bozduðu için ona haram olarak mâlik olur ve onu tasadduk etmesi vâcib olur.

Musannýf "dar-ý harbe emânla giren bir müslüman onlardan bize izinsiz bir þey çýkarýrsa" diye kayýdladý. Çünkü onlardan bir þey gasbetse, onlarýn memleketlerinde bulundukça onu onlara vermesi vâcibdir. Ama esir olan bir kimse - her ne kadar kâfirler bu esiri kendi rýzalarýyla býraksalar bile- müstemin gibi olmayýp hýrsýz gibi olduðundan kendisine onlarýn mallarýný almasý kendilerini öldürmesi caizdir. Fakat kadýnlarýna dokunmasý meþru deðildir. Kadýnlarýn helâl olmasý ancak mâlik olmakladýr. Þu kadar var kî esir olan kimse dar-ý harbde esir olan zevcesini yahut ümmi veledini yahut müdebberesini orada bulup onlara kâfirler cinsî yakýnlýkta bulunmuþlarsa, onlar kendisine mubahtýr. Çünkü kâfirler onlara mâlik olmamalardýr. Eðer kâfirler onlara cinsî yakýnlýkta bulunmuþlarsa mülk þübhesi için iddet vâcib olur. Cariyesini dar-ý harbde bulursa ona cinsî yakýnlýkta bulunmasý kendisine mutlak surette helâl delildir. Dar-ý harbde bir kâfir, müstemini satýþla veya ödünç vermekle borçlandýrsa yahut müslüman müstemin kâfiri satýþla veya ödünç vermekle borçlandýrsa yahut birisi diðerinin malýný gasbetse, sonra islâm memleketine gelseler hiç birisine bir þeyle hüküm olunmaz. Çünkü kâfir müstemin dar-ý harbde iken Ýslâm hükmünü kabul etmeyip bilâkis gelecekte olacak hükümleri kabul etmiþ olur. Ancak müstemin müslümana kâfirden gasb veya borç yoluyla almýþ olduðu þeyleri diyâneten geri vermesi için fetva verilir. Çünkü emânla onlara hainlik etmemeyi kabul etmiþtir. Ama kazaen hüküm olunmaz.

Ýki kâfirden biri diðerine borç verse veya biri diðerinden gasb yoluyla bir þey alýp sonra bu iki kâfir müstemin olarak Ýslâm memleketine gelseler yine hiç birisine bir þeyle hüküm olunmaz. Dar-ý harbden bir kâfir ile bir müslüman Ýslâm ordusuna gelip müslüman, kâfirin kendisinin esiri olduðunu iddia edip kâfir ise "ben emanla çýktým" dese kâfirin sözü kabul edilir. Ancak esir olmasýna iple veya zincirle baðlý olmasý gibi bir alamet bulunursa, görünüþe göre hüküm verilerek müslümanýn sözü kabul edilir, iki kâfir müslüman olarak Ýslâm memleketine gelip muhakeme olsalar aralarýnda din ile hüküm olunur. Çünkü din ile hükmedil-meþine razý olmuþlardýr. Ama gasp dâvalarýnda din ile hüküm olunmaz. Çünkü kâfirlerin istilâ etmesi bahsinde geçtiði üzere gasbeden kimse dar-ý harbte gasbetmiþ olduðu þeye mâlik olur.

Emânla dar-ý harbe giren iki müslümandan biri gerek kasden gerekse hataen diðerini öldürmüþ olsa -dar-ý harbde haddin düþtüðü gibi kýsas da düþeceði için - katilin öldürdüðü kimsenin diyetini kendi malýndan vermesi vâcib olur. Çünkü iki memleket birbirinden ayrý olduðu için âkilenin katili korumalarý mümkün olmadýðýndan kendilerine bir þey lâzým gelmez. Hataen öldürmede ayrýca keffâret de vâcib olur. Çünkü hataen öldürmede keffâretin vâcib olmasý hususundaki âyet-i kerîme mutlakdýr. Dar-ý harbde iki esirden biri diðerini hataen öldürürse, kendisine ancak keffâret lâzým olur. Kasden öldürürse kendisine hiç bir þey lâzým gelmez. Çünkü esir olmasýyla kâfirlerin elinde bulunduðu için onlara tâbi otur da kendisine saldýrýlmasý vaktinde ´kýymeti gerektiren dokunulmazlýðý düþmüþ olur. Bu yüzden gerek hataen gerekse kasden öldürülmesinde diyet vâcib olmaz. Nitekim bir müslüman dar-ý harbde bir esiri veya orda müslüman olmuþ bir kimseyi öldürse - bu öldürülen kimsenin vereseleri dar-ý harbde olurlarsa - bakýlýr; eðer hataen öldürmüþse kendisine yalnýz kefaret lâzým gelir. Kasden öldürmüþse kendisine hiç bir þey lâzým gelmez. Çünkü öldürülen kimse Ýslâm memleketine gelip kendisini korumamýþtýr.

ÝZAH

"Müstemin ilh..." Bu kelime ism-i mef´ûl sigasýyla "müstemen" diye de okunabilir. Bu takdirde kendisine eman verilmiþ kimse mânâsýný ifade eder.

"Bir þeye dokunmasý haramdýr ilh..." Hatta müslüman olan müstemin, kâfirler ´tarafýndan esir edilmiþ cariyesine bile dokunamaz. Çünkü bu cariye onlarýn mülkü olmuþtur. Ama zevcesini, ümmi veledini ve müdebberesini imkanýný bulursa, kurtarýr. Çünkü kâfirler bunlara mâlik olmamýþlardýr. Keza esir edilmiþ müslüman kadýnlarý ve çocuklarý da imkanýný bulursa onlarýn elinden kurtarýr.

TENBÝH: Hâkimin Kâfî´sinde zikredilmiþtir ki, dar-ý harbde müslüman bir müste´minin bir dirhemi iki dirhem ile peþin veya veresiye olarak deðiþmesi yahut fâsid akidler ile elde edeceði ´bir maldan istifade etmesi caizdir Çünkü dar-ý harbde müstemin bulunan bir kimsenin onlarýn mallarýný rýzalarýyla almasý caizdir. Bu Ýmam-ý Azam ile Ýmam Muhammed´e göredir, Ýmam Ebû Yusuf´a göre bu gibi muameleler dar-ý harbde de caiz deðildir, Ýmam Ebû Yusuf´a göre bir müslüman nerede olursa olsun müslümanlýðýn hükümlerini kabul etmiþtir, ona aykýrý olan bir þeyi yapamaz.

"Müslümanlar þartlarýnda sabittirler ilh..." Çünkü emân ile dar-ý harbe giren bir müslüman onlarýn haklarýna tecavüz etmemeyi ´kabul etmiþtir. Bu bakýmdan onlara hýyanette bulunmasý haramdýr. Ancak o memleketin hükümdarý veya hükümdarýn müsaadesiyle birisi, müslümanýn hakkýna tecavüz ederek malýný alýr veya kendisini hapsederse, bu takdirde verilen ahdi bozmuþ olduðundan müslüman da bazý hususlarda misliyle mukabelede bulunabilir. Bahýr.

"Ve onu tasadduk etmesi vâcib olur ilh..." Çünkü hýyanet etmekle onu haram yoldan elde etmiþtir. Hatta müslüman müsteminin dar-ý harb-den hýyanetle çýkarmýþ olduðu þey cariye olsa ona cinsî yakýnlýkta bulunmasý helâl olmaz. Ondan o cariyeyi satýn alan kimseye de helâl olmaz. Ama fâsid olarak satýn alýnan cariyeye cinsî yakýnlýkta bulunmak yalnýz satýn alana haramdýr. Fâsid olarak satýn alan kimseden o cariyeyi baþka bir þahýssatiri alsa, kendisine o cariye helâl olur. Çünkü cariye ikinci satýn alan þahsa sahih olarak satýlmýþtýr. Bu yüzden cariyeyi ilk satan kimsenin geri alma hakký kalmamýþtýr. Bu bahsin tamamý Fetih´dedir.

Yine Fetih´de zikredilmiþtir ki; dar-ý harbe müste´min olarak giren kimse orada bir kadýnla evlense, sonra kadýný zorla islâm memleketine çýkarsa ona mâlik olur. Nikâh bozulur, onu satmasý sahih olur. Eðer kadýn kendi rýzasýyla islâm memleketine gelmiþ otursa, onu satmasý sahih olmaz. Çünkü ona mâlik olmamýþtýr.

"Esir olan kimse esir olan zevcesini ilh..." Bu ifadede nikâhýn bozulmadýðýna iþaret vardýr. Gerek zevce zevcinden önce esir edilmiþ olsun, gerekse sonra esir edilmiþ olsun.

"Âyet-i kerîme mutlaktýr ilh..."

"Kim bir mümini hataen (yanlýþlýkla) öldürürse, mümin bir köleyi âzâd etmesi ve ölenin ailesini (mirasçýlarýna) teslim edilecek bir diyet vermesi lâzýmdýr." (Nisâ Sûresi, ayet: 92) Bu âyet-i kerîmede Ýslâm memleketi veya dar-ý harble kayýdlanmaksýzýn hataen öldürülmede diyetle beraber keffâretin de vâcib olduðu beyan buyurulmuþtur.

"Kasden öldürürse kendisine hiç bir þey lâzým gelmez ilh..." Yani dar-ý harbde iki esirden biri diðerini kasden öldürürse. Ýmam-ý Azam´a göre kýsas vâcib olmadýðý gibi keffaret de vâcib olmaz. Ýmameyn´e göre öldürülme gerek hataen gerekse amden olsun her iki surette katile kendi malýndan öldürdüðü kimsenin diyeti vâcib olur. Bu bahsin tamamý Bahýr´dadýr.

"Çünkü esir olmasýyla ilh..." Bu ifade Ýmam-ý Azam´a göre dar-ý harbde bulunan müslüman müsteminler île esirler arasýndaki farký açýklamak içindir. Þöyle ki: Dar-ý harbde bulunan esirler kâfirlerin elinde bulunduklarý için onlara tâbi olup onlarýn mukim olmasýyla mukim, misafir olmalarýyla misafir olurlar. Nitekim müslümanlarýn köleleri efendilerine tâbi olurlar. Müslüman esirler kâfirlere tâbi olunca -asýl olan kâfirlerden birisinin öldürülmesiyle diyet vâcib olmadýðý gibi- esirlerden birinin diðerini öldürmesiyle kendisine diyet vâcib olmaz. Ancak hataen öldürmüþ olursa, kendisine yalnýz kefaret lâzým gelir.

Þu halde dar-ý harbde esir bulunan müslümanlar, dar-ý harbde müslüman olup Ýslâm memleketine hicret etmemiþ müslümanlar gibi olurlar. Nitekim metinde beyan edildiði üzere dar-ý harbde müslüman olup Ýslâm memleketine hicret etmemiþ bir kimseyi bir müslüman orada hataen öldürse kendisine yalnýz kefaret vâcib olur, kasden öldürse kendisine bir þey lâzým gelmez. Çünkü dar-ý harbde müslüman olan kimse Ýslâm memleketine hicret ederek kendisini korumamýþtýr. Orada kaldýðý için onlara tâbi olmuþtur. Biz Hanefilerce kýsasý veya diyeti gerektiren dokunulmazlýk ancak Ýslâm memleketinde korunmakla sabit olur. Yalnýz müslüman olmakla sabit olmaz. Ýmam Þafiî´ye göre hataen öldürülmede diyet, kasden öldürülmede kýsas vâcibdir. Çünkü günahsýz olan bir müslüman öldürülmüþtür.

Dar-ý harbde müstemin olarak bulunan müslümanlara gelince: Bunlarýn her zaman kendi istekleriyle oradan çýkmalarý mümkün olduðu için kâfirlere tâbi olmazlar. Bu bakýmdan müsteminlerden biri diðerini orada kasden veya hataen öldürürse her iki surette kendisine öldürdüðü kimsenin diyetini kendi malýndan vermesi vâcib olur. Hataen öldürmüþ ise diyet vâcib olduðu gibi keffaret de vâcib olur.

Ynt: Cihad By: neslinur Date: 02 Mart 2010, 22:33:05
KÂFÝRÝN EMÂNLA ÝSLAM MEMLEKETÝNE GÝRMESÝ BEYANINDA FASIL



Müstemin bir kâfire Ýslâm memleketinde bir sene ikâmet etmesine müsaade edilemez. Çünkü bir sene Ýslâm memleketinde ikâmet eden bir kâfirin müslümanlar aleyhine hareket ederek casuslukta vesairede bulunabilmesi melhuzdur, islâm hükümdarý tarafýndan müstemine "Eðer müslüman memleketinde bir sene ikâmet edersen üzerine cizye konulacaktýr." diye tenbih edilip, bu tenbihden sonra müstemin bir sene kalýrsa zimmî olur. Bir sene ile kayýdlamak az zamana nisbetle ittifakýdýr, çok zamana nisbetle deðildir. Çünkü kâfir bir müste´minin Ýslâm memleketinde bir seneden az meselâ bir veya iki ay ikâmet etmesine müsaade etmek caizdir. Fakat çak az ikâmet etmesine izin vermek suretiyle ona zarar verilmemelidir. Metinlerden anlaþýlan, Ýslâm hükümdarý tarafýndan kâfir müstemine "Bir sene ikâmet edersen üzerine cizye konulacaktýr." diye tenbihde bulunulmasý, onun zimmî olmasý için þarttýr., Buna göre kendisine böyle tenbihde bulunulmayan bir kâfir müste´min islâm memleketinde bir veya iki sene ikâmet etse zimmî olmaz. Attâbi bunu açýklamýþtýr. Bazýlarý "zimmî olur" demiþlerdir. Dürer sahibi de "Kesin olarak zimmî olur." demiþtir. Fetih´de "Zimmî olmasý evlâdýr." diye zikredilmiþtir.

Müsteminin ilk ikâmet ettiði senede kendisinden cizye alýnmaz. Ancak o senenin cizyesinin kendisinden alýnmasý þartýyla anlaþma yapýlmýþ olursa alýnýr. Kâfir müstemin, zimmî olunca kendisiyle müslümanlar arasýnda kýsas yapýlýr. Bir müslüman, zimmînin þarabýný veya domuzunu telef etse kýymetlerini öder. Bir müslüman bir zimmîyi hataen öldürürse kendisine diyet vâcib olur. Müslüman gibi zimmîye eza etmek ve onu gýybet etmek haramdýr. Fetih.

Yine Fetih´de zikredilmiþtir ki, Ýslâm memleketinde kâfir bir müste´min ölüp veresesi dar-f harbde olsa. malý ve eþyasý veresesi için bekletilir. Veresesi, ölen müste´minin veresesi olduklarýný þahidle -isterse þâhidler zimmîlerden olsun- isbat ederlerse kefille malýný ve eþyasýný alýrlar. Kendihükümdarlarýnýn "bunlar ölen müste´minin varisleridir" diye haklarýnda yazmýþ olduðu mektup kabul edilmez.

ÝZAH

"Müstemin bir kâfire ilh..." Musannýf "müstemin" ile kayýdladý. Günkü bir kâfir emânsýz Ýslâm memleketine girse kendisi ve beraberinde bulunan eþyasý ganimet olur.

Emânla girdiðini iddia etse isbat etmedikçe kabul edilmez. Eðer hükümdarýn elçisi olduðunu iddia edip yanýnda hükümdara aid mühürlü mektup bulunursa müste´min olmuþ olur. Bir kâfir Haremi Þerife girmiþ olsa, Ýmam-ý Azam´a göre ganimet olur. Ýmameyn´e göre yakalanmaz, fakat kendisine yiyecek, içecek verilmez, eza edilmez. Harem-i Þerîf´den çýkarýlmaz.

Bir kâfir Ýslâm memleketinde gerek müslüman olmadan önce, gerekse müslüman olduktan sonra yakalansa, bir müslüman "ben ona emân vermiþtim" dese tasdik edilmez. Ancak iki erkek þâhid emân verilmiþ olduðuna þâhidlik yaparlarsa tasdik olunur. Bu, Ýmam-ý Azam´a göredir, imameyn´e göre kâfir yakalanmadan önce müslüman olursa hür olur. Kâfir gemileri tayfasýndan bazýlarý Ýslâm sahilindeki ýrmaklardan su almak üzere emânsýz Ýslâm topraklarýna çýkmakla müslümanlar tarafýndan yakalansa Ýmam-ý Azam´a göre bütün müslümanlarýn namýna ganimet olmuþ olurlar. Bunlarýn beþte birinin alýnmasýnda iki rivayet vardýr.

"Casuslukta ilh..." Bu ifadede, "kâfir bir müsteminin üzerine cizye konulacaðý þart koþulmaksýzýn Ýslâm memleketinde, bir sene ikamet etmesine müsaade edilmesinin haram olduðuna" iþaret vardýr. Remli.

"Zimmî olunca kendisiyle müslümanlar arasýnda kýsas yapýlýr ilh..." Kâfir olan müstemin zimmî olmadan önce bir müslüman tarafýndan öldürülürse, müslüman kýsas edilmez, kendisine diyet vacib olur.

Es-Siyer þerhinde zikredilmiþtir ki, Ýslâm memleketinde bulunan kâfir olan müsteminlere hükümdarýn yardým etmesi vâcibdir. Onlarýn hükmü zimmîlerin hükmü gibidir. Ancak bir müslüman veya zimmî, kâfir olan müstemini öldürürse kýsas edilmez. Kâfir olan müstemin kendi gibi kâfir olan bir müste´mini öldürüp, öldürülenin, varisi yanýnda bulunursa katil kýsas edilir. Kâfir olan müstemin Ýslâm memleketinde cezayý gerektiren bir günâh iþlediði takdirde bakýlýr; eðer iþlediði günâh kýsas veya kazf haddi kul hakkýndan olursa kendisine cezasý tatbik edilir, kul hakkýndan olmazsa cezasý tatbik edilmez, imam Ebû Yusuf´a göre kendisine bütün cezalar tatbik edilir. Yalnýz zimmîlere tatbik edilmiyen içki haddi tatbik edilmez.

Kâfir olan müsteminin kölesi müslüman olsa, köleyi satmasý için kendisine cebrolunur ve köleyi dar-ý harbe götürmesi için müsaade edilmez.

Karý ile koca müstemin olarak islâm memleketine delip de bunlardan birisi Ýslâmiyeti veya zimmiliði kabul etse, yanlarýnda bulunan balið olmayan çocuklarý ona tâbi olurlar. Balið olan çocuklarý kýz çocuklarý olsa bile ona tâbi olmazlar. Çünkü akýl balið olmakla tâbi olma sona erer. Zahir rivayete göre babasý ölmüþ olsa bile balið olmayan çocuk kardeþine, amcasýna, dedesine tâbi olmaz. Hasan b. Ziyad´dan bir rivayete göre balið olmayan çocuk dedesinin müslüman olmasýyla müslüman kabul edilir. Fakat esah olan birinci kavildir. Çünkü balið olmayan çocuk en yakýn dedesinin müslüman olmasýyla müslüman sayýlmýþ olsaydý, en son dedesinin müslümanlýðýyla da müslüman sayýlýrdý. Buna göre bütün kâfirlerin mürted olmalarýyla hükmedilmesi lâzým gelirdi. Çünkü bütün insanlar Hz. Adem ile Hz. Nuh (A.S.)´ýn çocuklarýdýr, islâm memleketinde bir müstemin müslüman olsa dar-ý harbde bulunan küçük çocuklarý kendisine tebaen islâmiyeti kabul etmiþ sayýlmazlar. Ancak babalarý ölmeden islâm memleketine gelirlerse babalarýna tebaen müslüman sayýlýrlar.

Müstemin, bir müslümaný öldürse -isterse amden öldürmüþ olsun- yahut yol kesse, yahut casusluk yapsa, yahut müslüman veya zimmî bir kadýna zorla zina etse, yahut hýrsýzlýk yapsa kendisine verilmiþ olan emân bozulmuþ olmaz. Velhasýl islâm memleketinde bulunan bir müste´min zimmî olmadan önce zimmî hükmündedir. Ancak öldürülmesiyle kýsas vâcib olmaz. Kul hakký olmayan suçlar ile cezalandýrýlmaz.

Bir müsteminin malýný islâm memleketinde fâsid akidle elinden almak helâl olmaz. Ama dar-ý harbde bulunan müslüman bir müsteminin onlarýn mallarýný kendi rýzalarýyla isterse ribâ veya kumar yoluyla olsun almasý caizdir. Çünkü onlarýn mallarý müslümanlar için mubahdýr. Ancak hýyanet etmek haramdýr. Müslüman müsteminin kendilerinin rýzalarýyla almýþ olduðu mal ise hiyanet deðildir. Ama islâm memleketinde bulunan kâfir bir müstemin böyle deðildir. Çünkü islâm memleketi seri hükümlerin icra edildiði bir yer olduðu için Ýslâm memleketinde bulunan bir müstemin temin ile bir müslüman ancak müslümanlar ile yapýlmasý helâl olan akidleri yapabilir. Dar-ý Ýslâm´da alýnmasý þer´an lâzým gelmeyen bir þeyi müsteminlerden isteyip almak caiz deðildir. Beytülmakdis gibi bazý mabedleri, makamlarý ziyaret ettirmek için müste´minlerden para alýnmasý bu kabildendir. Ýsterse bu hususta bir âdet mevcud olsun.

"Ve onu gýybet etmek haramdýr ilh..." Çünkü zimmet akdi yapýlmakla biz müslümanlar için vâcib olan, zimmî için de vâcib olur. Müslümanýn gýybeti haram olunca, zimmînin gýybeti de haramdýr. Hatta fukahâ: "Zimmîye zulmetmek daha günâhtýr." demiþlerdir.

"Ýsterse þahidler zimmîlerden olsun ilh..." Fetih´de zikredilmiþtir ki; veresesi, ölen müsteminin veresesi olduklarýna dair zimmîlerden þâhid getirseler istihsanen kabul edilir. Müslümanlardan þâhid getirmeleri mümkün deðildir. Çünkü onlarýn neseb (soy) leri dar-ý harbde olduðu için neseblerini müslümanlar bilemezler. Buna göre zimmîlerin þâhidlikleri, erkeklerin bakamýyacaðý husustaki kadýnlarýn þâhidlikleri gibi olmuþtur. Zimmîler "ölen müste´minin bunlardan baþka varisini bilmiyoruz" dedikleri takdirde onlara ölen müste´minin malý ve eþyasý teslim edilir, ileride veresesi çýkmasýihtimalinden dolayý kendilerinden kefil alýnýr.

METÝN

Þart gereðince bir sene Ýslâm memleketinde ikâmet etmekle zimmî olan bir müste´min bir sene sonra dar-ý harbe dönmek istese -her ne kadar ticaret veya bir iþ için olursa da- dönmesine müsade edilmez: Çünkü zimmet akdi bozulmaz. Bundan "bir zimmînin de dar-ý harbe dönmesine müsaade edilemiyeceði" anlaþýlmaktadýr. Nitekim bir müstemin Ýslâm memleketinde haraç arazisinden bir yer satýn alýp o yerin haracýný kabul etmekle üzerine haraç konulsa yahut kitabî (yahudi veya hristiyan) olan müstemine bir kadýnýn, müslüman veya zimmî kocasý olsa - her ne kadar kocasý kendisine cinsî yakýnlýkta bulunmamýþ olsa bile - dar-ý harbe dönmelerine müsaade edilmez. Çünkü arazinin haracý cizye gibidir. Zamaný geldiðinde kendisinden haraç alýnýr. Kitabî olan müstemine kadýn ise kocasýna tâbidir.

Kitabî olan bir müstemin Ýslâm memleketinde bir zimmîye kadýnla evlense zevcesini boþamasý mümkün olduðu için memleketine dönmesine mani olunamaz. Fakat evlendiði zimmîye zevcesi ondan mehrini istediðinde onu memleketine dönmekten men edebilir. Artýk bir sene geçinceye kadar müste´min mehri vermezse Dürer´den: "Ýslâm hükümdarýnýn: Bir sene Ýslâm memleketinde ikâmet edersen senin üzerine cizye konulacaktýr, sözü müsteminin zimmî olmasýnda þart deðildir." diye nakledilen kavle göre lâyýk olan bu müsteminin zimmî olmasýdýr. Bu mehrin hükmünden Ýslâm memleketinde müsteminin yapmýþ olduðu diðer borçlarýn hükümleri de bilinmiþ oldu. Bir müstemin kendi memleketine veya baþka bir dar-ý harbe dönmüþ olsa emâný bâtýl olduðu için öldürülmesi helâl olur.

Kâfir bir müsteminin bir müslüman veya zimmînin yanýnda emâneti yahut bunlarda alacaðý olsa, o müste´min esir edilse, yahut müslümanlar kâfirlere galip gelip onu yakalayýp öldürseler alacaðý, selemi kendisinden gasbolunan þey, kiraya verdiði þeyin ücreti düþer. Çünkü ellerinde bulunan kimseler diðerlerinden önce o mallara sahib olmuþlardýr. Bu müste´minin yakalanýp öldürüldüðü zaman elinde bulunan malý, müslüman veya zimmîdeki emâneti, ortaðý ve muzaribi yanýndaki malý, Ýslâm memleketinde evinde bulunan mallan ganimet olur. Bu müsteminin rehninde ihtilâf vardýr. Nehir´de raci´h olan kavle göre: "Rehin alacaðýna karþýlýk olarak alan kimsenin olur." diye zikredilmiþtir.

Sirâc´da zikredilmiþtir ki, müstemin emânetini ve alacaðýný almasý için emanetçiye ve borçlusuna bir adam gönderse, bunlarýn o adama müsteminin malýný teslim etmeleri vâcib olur. Müsteminin emânet býrakmýþ olduðu malýný ve alacaðýný vermek vâcib olunca -her ne kadar emânet malý ganimet olsa bile- müsteminin Ýslâm memleketinde yapmýþ olduðu borcu bu emânet malýndan veya alacaðýndan ödenir. Müslümanlar kâfirlere üstün gelmeksizin bu müstemin öldürülse veya kendi eceliyle ölse alacaðý, ödünç vermiþ veya emânet býrakmýþ, olduðu malý veresesine kalýr. Çünkü kendisi ganimet deðildir ki, malý da ganimet olsun. Nitekim müslümanlar kâfirlere üstün geldiklerinde bu müstemin kaçsa malý ve alacaðý kendisinin olur.

Bir kâfir emân ile Ýslâm memleketine gelse de dar-ý harbde zevcesi ve çocuklarý bulunup orada bir müslümanýn yahut zimmînin yahut kâfirin yanýnda emânet malý bulunsa kendisi Ýslâm memleketinde müslüman veya zimmî olsa, bundan sonra müslümanlar o kimsenin memleketini harb neticesinde ele geçirseler, zevcesi, çocuklarý ve mallarý ganimet olur. Çünkü malý üzerinde kendi eli ve velayeti yoktur. Akýl balið olmayan çocuðu esir edilip Ýslâm memleketine getirilse müslüman köle olur.

Bir kâfir dar-ý harbde müslüman olup islâm memleketine geldikten sonra onun memleketi Ýslâm ordusu tarafýndan zabtedilse, kendisi dar-ý harbde müslümanlýðý kabul ettiði için memleket bir olmasý dolayýsýyla balið olmayan çocuklarý kendisine tebean hür ve müslüman olurlar. Müslüman veya zimmînin yanýnda bulunan emânet malý kendinin olur. Çünkü onlarýn eli kendinin eli gibi muhteremdir, ama kâfirin yanýnda bulunan emâneti ganimettir. Bu emâneti her ne kadar bir müslüman gasbetmiþ olsa bile yine ganimet olur. Çünkü gasb edenin eli sahih bir el olmadýðý için sahibinin eli yerine geçemez. Fetih.

Eðer velîsi olmayan bir müslüman yahut islâm memleketinde müslüman olan müstemin yanlýþlýkla öldürülürse, hükümdarýn katilin âkile-sinden diyet almasý lâzýmdýr. Çünkü o katil dokunulmaz olan bir kimseyi öldürmüþtür. Eðer bunlar kasden öldürülseler hükümdarýn katili ya kýsas etmesi veya sulh yoluyla diyet almasý lâzýmdýr. Ammenin hakkýna riayet etmek için katili affetme hakký yoktur.

Bir kâfir yahut mürted yahut üzerine kýsas vâcib olan kimse Harem-i Þerife iltica etse öldürülmez. Ancak çýkýp öldürülmesi için kendisine yiyecek, içecek verilmez.

Cinayetler bahsinde gelecektir ki, Harem-i Þerife giren bir kimse âyet-i kerîme ile emniyet ve selâmette olduðu beyan edilmiþtir.

Bir Ýslâm memleketinin dar-ý harb olmasý için Ýmam-ý Azam´a göre þu üç þartýn gerçekleþmesine baðlýdýr:

1 - Ýçerisinde þirk ahkâmý icra edilmelidir.

2 - Dar-ý harbe bitiþik olmalýdýr.

3 - Ýçinde evvelki emân ile nefsi üzere emin bir müslüman veya zimmî kalmýþ olmamalýdýr.

Bir dar-ý harbin Ýslâm memleketi haline gelmesi için yalnýz bir þart vardýr: O da - ister içinde eski kâfir ahalisi ikâmet etsin, ister islâm memleketine bitiþik bulunmasýn- o yerde cuma ve bayram namazlarýnýn kýlýnmasý gibi bütün islâm ahkâmýnýn icra edilmesinden ibarettir. Dürer.

ÝZAH

"Zimmet akdi bozulmaz ilh..." Zira zimmî olan müsteminin dar-ý harbe dönmesi müslümanlarýn zararýnadýr. Þöyle ki, dar-ý harbe dönmekle müslümanlara düþman olur. Dar-ý harbde nesli çoðalýr, vermiþ olduðu cizye kesilmiþ olur. Zeylaî.

"Bir zimmînin de dar-ý harbe dönmesine ilh..." Yani gelmemek üzere dar-ý harbe gitmek isteyen bir zimmiye müsaade edilmez. Fakat ticaret maksadýyla müste´min olarak gitmek isterse müsaade edilir.

Es-Siyerü´l-Kebir´de zikredilmiþtir ki, bir zimmî at ve silâhla beraber müstemin olarak dar-ý harbe gitmek isterse müsaade edilmez. Çünkü onun hail bunlarý, onlara satacaðýna delâlet etmektedir, Ancak gitmek istediði dar-ý harbin ahalisine düþman olduðu bilinirse, atý ve silâhýyla gitmesine müsaade edilir. Bir zimmî ticaret maksadýyla katýr, merkeb ve gemiyle müstemin olarak dar-ý harbe gitmek istese müsaade edilir. Çünkü bunlar yük içindir. Yalnýz bunlarý onlara satmayacaðýna dair yemin ettirilir.

"Kitabi olan müstemine bir kadýnýn, müslüman veya zimmî kocan olsa ilh..." Bu müstemine kadýn kocasýna tebean zimmî olur. Bu müstemine kadýnýn islâm memleketine geldikten sonra müslüman veya zimmî ile evlenmiþ olmasý þart deðildir, »atta kâfir olan karý ile koca müstemîn olarak islâm memleketine geldikten sonra, kocasý müslüman veya zimmî olsa icadýn kocasýna tebean zimmî olur. Sarih "kitabî olan müstemine bir kadýn" diye kayýdladý. Çünkü kadýn mecûsî olup kocasý müslüman olsa, kaadý kadýna müslüman olmasýný teklif eder. Kadýn müslüman olursa ne âlâ. Þayet müslümanlýðý kabul etmezse aralarýný ayýrýr. Kadýn iddetini bitirdikten sonra memleketine dönebilir. Bahýr, Es-Siyer Þerhi.

"Müstemine kadýn kocasýna tâbi olur ilh..." Kadýnýn kocasýna tâbi olmasýyla kocasýnýn ikâmet ettiði yerde ikâmet etmesi murad edilmiþtir.

"Bu mehrin hükmünden ilh..." Yani islâm memleketinde bulunan müste´min borçlansa alacaklý olan kimsenin onu kendi memleketine dönmesinden menetme hakký vardýr. Bir sene geçip borcunu ödemezse zimmî olur.

"Müslüman veya zimmîdeki emâneti ilh..." Yani bu emâneti ganimet olur. Çünkü bu emânet malý sanki kendi elinde bulunmuþtur. Emanetçinin eli kendi eli gibi ötmüþ da kendisine tebean ganimet olmuþtur. Malý ganimet olunca beþte bir alýnmaz, ancak haraç ve cizyenin sarfedildiði yere sarfedilir. Çünkü bu mal savaþsýz müslümanlarýn kuvvetiyle alýnmýþtýr. Ganimet ise savaþ ile. zorla alýnan maldýr.

"Bu müsteminin rehninde ihtilâf vardýr ilh..." Ýmam Ebû Yusuf´a göre rehin, alacaðýna karþýlýk olarak alan kimsenin olur. Ýmam Muhammed´e göre rehin satýlýr, rehin alanýn alacaðý bu rehin parasýndan ödenir. Bir þey artarsa, müslümanlar için ganimet olur. Bu kavil racih görülmüþtür. Çünkü borçdan ziyade olan mikdar emânet bahsindedir. Bahýr.

Nehir sahibi Bahýr´da zikredileni reddederek: "Racih olan Ýmam Ebû Yusuf´un kavlidir." demiþtir. Çünkü müste´minin emânet malý yukarýda geçtiði üzere hükmen kendi elinde bulunduðu için ganimet olur. Rehin vermiþ olduðu malý emânet býrakmýþ olduðu malý gibi deðildir. Hamevî: "Müsteminin rehin vermiþ olduðu malý borcu kadar olursa Ýmam Ebû Yusuf´un kavli tercih edilir. Ama rehin bahsinde: "Rehin verilen mal borçdan ziyade olursa, ziyade olan kýsým zayi olduðu takdirde ödenmesi lâzým olmayan emânettir." diye açýklanmýþtýr. O halde hak olan Bahýr´da zikredilendir." diye Nehir sahibine cevap vermiþtir.

"Müsteminin malýný teslim etmeleri vâcib olur ilh..." Çünkü müsteminin malý ancak kendisinin esir veya öldürülmesiyle ganimet olur. Halbuki bunlardan birisi bulunmamýþtýr. T.

"Dar-ý harbde zevcesi ve çocuktan ilh..." Çünkü balið olmayan çocuklar ancak memleket bir olduðunda müslüman olan babalarýna tebean müslüman sayýlýrlar. Bahýr. Keza müslüman olan baba dar-ý harbde olup balið olmayan çocuklar islâm memleketinde bulunsa yine babasýna tebean müslüman sayýlýrlar. Çünkü dar-ý harbde bulunan müslüman islâm memleketi ahalisinden sayýlýr.

T E N B i H: Es-Siyerü´l-Kebir þerhinde zikredilmiþtir ki, kendi vaziyetini anlatabilecek balið olmayan bir çocuk ana ve babasýný ziyaret için islâm memleketine gelmiþ olsa bakýlýr; eðer anasý, babasý zimmî olurlarda memleketine dönmesine müsaade edilir. Eðer anasý ve babasýndan her ikisi veya birisi müslüman olursa müslüman olana tâbi olarak müslüman olacaðý için memleketine geri dönmesine müsaade edilmez. Çünkü kendi vaziyetini anlatabilecek balið olmayan çocuk ile kendi vaziyetini anlatamýyacak balið olmayan çocuk müslüman olan ana veya babasýna tebean müslüman sayýlmakta ayný hükümdedir.

Velhâsýl çocuklarýn akýl-bâlið olmasýyla müslüman olan ana veya babasýna tâbi olmalarý sona ermiþ olur. Hatta çocuk mecnun olarak balið olsa müslüman olan ana veya babasýna tâbi olmasý devam eder. Ýslâm memleketinde müslüman olan bir kimsenin oðlu balið olduðunu iddia edip þâhid getirse, babasý da balið olmadýðýný iddia edip þâhid getirse kaadý çocuðu bilirkiþiye gösterir. Ama babasý müslüman olup bir müddet geçtikten sonra çocuðu böyle bir dâvada bulunacak olursa, çocuðun müslüman sayýlmasý için Babanýn þâhidleri kabul edilir.

"Hükümdarýn katilin âkýlesinden diyet almasý lâzýmdýr ilh..." Hükümdar bu diyeti kendisi için almayýp beytülmâla koymak için alýr.

"Hükümdarýn katili ya kýsas etmesi ilh..." Hükümdarýn katili öldürmesinden diyet almasý beytülmâl için daha faydalý ise de, fakat katili kýsas etmesinde de müslümanlarýn öldürülmesini menetme bakýmýndan baþka bir faide vardýr. Bahýr.

"Veya sulh yoluyla diyet almasý ilh..." Yani katilin rýzasýyla diyet almasýdýr. Çünkü amden öldürmenin cezasý kýsastýr. Velhâsýl velîsi olmayan birmüslüman amden öldürüldüðü takdirde hükümdar "ya katili kýsas olarak öldürür veya katil razý olursa öldürülenin diyetini" alýr. Çünkü hükümdar öldürülenin velîsidir. Bunun delili, Peygamber Efendimizin:

"Müslüman hükümdar velisi olmayanlarýn velisidir." hadis-i þerifidir. "Ammenin hakkýna riayet etmek için katili affetme hakký yoktur ilh..." Çünkü hükümdarýn âmme üzerindeki velayet ve selahiyeti onlarýn hakkýný korumak içindir. Katili diyet almadan affetmesi ise onlarýn hakkýný korumaktan deðildir. Fetih.

Yine Fetih´de zikredilmiþtir ki, amden öldürülmüþ olan lâkît (ailesi tarafýndan sokaða atýlmýþ çocuk) olursa Ýmam-ý Azam ile Ýmam Muhammed´e göre hükümdar, katili kýsas olarak öldürür, Ýmam Ebû Yusuf´a göre öldürmez. Bu bahsin tamamý Fetih´dedir.

"Üzerine kýsas vâcib olan ilh..." Yani bir kimse bir þahsýn bir azasýný kestikten sonra harem-i þerife iltica etse, ittifakla caninin harem-i þerifde kýsas olarak azasý kesilir. T.

"Harem-i þerife iltica etse im..." Yani bir kimse harem-i þerifin haricinde amden bir þahsý öldürdükten sonra harem-i þerife iltica etse harem-i þerifde öldürülmez. Ancak kendi rýzasýyla çýktýktan sonra öldürülmesi için kendisine yiyecek, içecek verilmez. Eðer bir kimse bir þahsý amden harem-i þerifde öldürürse, ittifakla katýr harem-i þerifde öldürülür. Eðer Beytullah´da öldürürse, orada öldürülmez.

Es-Siyerü´l-Kebir þerhinde zikredilmiþtir ki, bir cemaat savaþmak için harem-i þerife girmiþ olsalar, onlar ile savaþmakta bir beis yoktur. Çünkü Allah-ü Teâlâ:

"Onlar, Mescid-i Haram yanýnda sizinle savaþýncaya kadar, siz de orada kendileriyle savaþmayýn. Fakat (orada) sizi öldürürlerse siz de onlarý öldürün." (Bakara Sûresi, âyet: 191) buyurmuþlardýr.

Harem-i þerifin hürmeti onlarýn ezalarýna katlanmamýzý gerektirmez. Nitekim harem-i þerifte bir av hayvaný bir insana saldýrsa, ezasýný defetmek için onu öldürmesi caizdir, O cemaat harem-i þerifin haricinde savaþýp hezimete uðradýktan sonra harem-i þerife girseler kendilerine dokunulmaz. Ancak onlarýn harem-i þerifde cemiyetleri bulunup kuvvet teþkil ederlerse öldürülürler. Kâfirler hakkýnda zikredilen bütün hükümler hariciler ile baðlý (kendilerince doðru görülen bir delilden dolayý isyan eden kimse) ler hakkýnda da geçerlidir.

"Bir islâm memleketinin ilh..." Kâfirlerin islâm memleketlerinden bir memleketi mücerred ele geçirseler yahut bir þehir ahalisinin mürted olarak küfür ahkâmýný icra etseler yahut zimmîlerin ahidlerini bozarak memleketlerini ele geçirseler bu üç surette islâm memleketi, dar-ý harb olmaz. Bir islam memleketinin -Allah korusun- dar-ý harb olabilmesi için metinde zikredilen üç þartýn tahakkuk etmesi lâzýmdýr. Bu, imam-ý Azam´a göredir, imameyn´e göre, bir islâm memleketinin -Allah korusun- bir dar-ý harbe çevrilmesi için þu bir þartýn gerçekleþmesine baðlýdýr. O da içerisinde küfür ahkâmýnýn icra edilmesidir. Hindiyye.

Bir islâm memleketi-Allah korusun- dar-ý harb olunca orada hadler ve kýsas icra edilmez. Müslüman bir esirin kâfirlerin mâllarýna ve canlarýna taarruz etmesi caizdir. Kadýnlarýn namusuna dokunmasý caiz deðildir. Bir dar-ý harbde, dar-ý islâm olunca islâm ahkâmý tatbik edilir.

Dürerü´l-Bihar´da zikredilmiþtir ki, yukarýda yazýlý üç þartýn gerçekleþmesiyle dar-ý harbe çevrilmiþ bir islâm þehrinin ahalisine emân verilip içinde Ýslâm ahkâmýný icra edecek bir kaadý tâyin edilince tekrar islâm memleketine dönmüþ olur. Eski mülk sahihleri mallarýný bizzat bulurlarsa meccanen alýrlar. Mallarýný bir müslüman veya kâfir, bir müslümana veya zimmîye satmýþ veya hibe edip teslim etmiþ olduktan sonra bulurlarsa, kýymetleriyle alabilirler.

"Ýçerisinde þirk ahkâmý icra edilmelidir ilh..." Yani Ýslâm hükümlerinden herhangi bir hüküm icra edilmelidir, hem islâm ahkâmý hem de þirk ahkâmý icra edilse dar-ý harb olmaz. Hindiyye.

"Evvelki emân ile nefsi üzerine emin bir müslüman ilh..." Evvelki emândan maksad, müslüman için Ýslâmiyeti cihetiyle zimmî için de zimmet akdi sebebiyle islâm hükümetinin kuvvetine dayanmýþ olarak sabit olan emniyet ve selamettir.

T E T Ý M M E : Câmiu´l-Fûsuleyn´in evvelinde zikredilmiþtir ki, kâfirler tarafýndan vali tâyin edilen her þehirde, müslümanlar üstün bulunduðu için, cuma ve bayram namazlarýnýn kýlýnmasý haracýn alýnmasý, kadý tâyin edilmesi, yetimlerin evlendirilmesi caizdir. Kâfirlere itaat etmeye gelince; bu bir anlaþmadan ibarettir. Kâfir valiler bulunan beldelerde müslümanlarýn, cuma ve bayram namazlarýný kýlmalarý caizdir. Müslümanlarýn rýzalarýyla bir zat kaadý olur. Müslümanlarýn kendi üzerlerine müslüman bir valinin tâyin edilmesini talebi etmeleri vâcibtir.

Ynt: Cihad By: neslinur Date: 02 Mart 2010, 22:37:31
ÖÞÜR, HARAÇ VE CÝZYE BEYANINDA BÂB



METÝN


Þam ile Küfe hududundan Yemen´in son noktasýna kadar olan arap arazisi, halký kendi istekleriyle müslüman olan memleketlerin arazisi, harble alýnýp mücahidler arasýnda taksim edilen memleketlerin arazisi ve ashab-ý kiramýn icma ile Basra arazisi de öþriyedir. Çünkü öþür müslümanlara daha lâyýktýr.

Keza bir memleket ilk fethedildiðinde hükümdar tarafýndan kendisine mülk olarak verilen hanesini bir müslüman bahçe veya bað yapsa, yine öþriye olur. Dürer. Bu mesele ile ilgili bahis tam olarak Âþir babýnda geçmiþtir. Sarih: "Biz buna dair tafsilâtý Mültekâ üzerine olan þerhimizde yazdýk." demiþtir.

Irak sevadi (arazisi) haraciyedir. Bu arazinin eni Uzeyb (Küfe köylerinden bir köy) den, Akâbe-î Hulvan (Baðdat ile Hemedan arasýnda bir köy) a, uzunluðu ise Als (Dicle´nin doðusunda alevilere vakfedilmiþ bir köy) den Abba´dan (Abadan) (deniz kenarýnda küçük bir kale) a kadardýr. "Abadan´ýn gerisinde köy olmayýp Basra körfezi vardýr." demek darb-ý mesel olmuþtur. "Als" yerine "sa´lebe" denilmesi musannýfýn Muðrib adlý lügat kitabýndan galet olarak nakletmiþ olmasýdýr.

Irak arazisinin uzunluðu yirmi iki buçuk günlük, eni ise on günlük mesafedir. Sirâc.

Mekke-i Mükerreme´den baþka harb yoluyla fetholunup müslümanlar arasýnda taksim edilmeyip gerek kendi ahalisine, gerekse dýþarýdan getirilen ve müslüman olmayan halka mülk olarak verilen arazi yahut sulh yoluyla fetholunan arazi haraciyedir. Çünkü haraç kâfirlerin hallerine daha lâyýktýr.

Irak arazisi halkýnýn mülküdür, arazilerini satmalarý ve onda diledikleri gibi tasarrufda bulunmalarý caizdir. Diðer üç mezheb imamlarýna göre bu arazi müslümanlar için vakýftýr, satmalarý caiz deðildir. Fetih.

Vakfýn, balið olmayan çocuðun, delinin arazileri haraciye olursa haraç, öþriye olursa öþür vâcib olur. Ancak beytülmâldan satýn alýnan araziyi satýn alan kimse" vakfederse, o arazide öþür ve haraç olmaz. Mültekâ þerhinde sarihin zikrettiðine göre vakfetmese de satýn alan kimseye yine öþür ve haracdan bir þey lâzým gelmez.

Fukâha : "Mýsýr ile Þam´ýn, arazisi haraciyedir." demiþlerdir.

Fetih´de zikredilmiþtir ki, zamanýmýzda Mýsýr arazisinden alýnan meblað ücrettir, haraç deðildir. Galiba bu arazi ekip biçenlerin mülkü olmayýp, eski mülk sahihleri zamanla varissiz olarak öldükleri için beytülmâla kalmýþtýr. Buna göre hükümdarýn bu araziden herhangi bir yeri satmasý veya beytülmâla vekil tâyin ettiði zattan satýn almasý sahih deðildir. Çünkü hükümdar yetimin vekili gibidir. Bu araziden herhangi bir yeri zaruretten dolayý satmasý caizdir. Zamanýmýzda arazilerde ve beytülmâlde yersiz tasarruf ve muamelelerin fena akýbetinden Allah-ü Teâlâ´ya sýðýnýrýz.

Bahýr sahibi hükümdarýn zaruretten dolayý tasarrufunun caiz olmasý üzerine müteahhirinin müftâbih olan "Akar (gayr-i menkûl mal) da iki kat kýymet koymak suretiyle kendisine meyil ve raðbet ettirmesi caizdir." kavillerini de ziyade etmiþtir.

Sarih þöyle diyor: Vasî babýnda gelecektir ki, balið olmayan çocuðun yedi yerde akarýnýn satýlmasý caizdir.

Þam müftüsü Fazlullahý´r-Rûmî, "Bizim arazimizin ekseri sahihleri kalmamýþ olup beytülmâlýn olmasýyla, sultaniye arazisidir ki, ekip biçenlerin elinde ariyet gibidir." diye fetva vermiþtir.

Vâkýât´dan naklen Nehir´de zikredilmiþtir ki, hükümdar sultaniyye araziden bir yeri kendisi için satýn almak istese, beytülmâl vekili gibi baþka bir kimseye onu satmasýný emreder. Sonra satýn alan kimseden kendisi satýn alýr. Böyle sert yol ile beytülmâldan satýn alýnmýþ olduðu bilinmezse, yine asýl olan alýþ-veriþin sahih olmasýdýr. Alýþ-veriþin sahih olmasýyla, "beytülmâldan satýn alýnan mallarýn vakfedilmesinin sahih olmasý, vakfedenlerin þartlarýnýn sahih olmasý, bu araziler üzerine haracýn lâzým olmamasý" bilinmiþtir.

ÝZAH

"Öþür, haraç ve cizye ilh..." Musannýf müste´minin nasýl zimmî olacaðýný beyan edince, zimmî olduðuna göre arazisine mâlî vazifeden ne lâzým olduðunu beyan etmeye baþladý. Arazinin vazifesini tamamlamak için haraçla beraber öþrü de zikretti, öþür de ibâdet mânâsý bulunduðu için onu önce zikretti. Sarfedilecek yerleri bir olduðu için cizyeyi de ona ilhak etti. Nehir.

"Arap arazisi ilh..." Tatvim´ül-Büldân Muhtasarýnda zikredilmiþtir ki, Arap Yarýmadasý, Tîhâme, Necid, Hicaz, Uruz ve Yemen olmak üzere beþ bölgeye ayrýlýr. Tihâme, Hicaz´ýn güney bölgesidir. Necid, Hicaz ile Irak arasýnda bulunan bölgedir. Hicaz, Yemen daðlarýndan baþlayýp Þam´a kadar devam eden bölgedir. Bu bölgede Medine ve Amman þehirleri vardýr. Uruz, Yemame dahil olmak üzere Bahreyn´e kadar uzanan bölgedir. Hicaz´a, Necid ile Yemame arasýný ayýrdýðý için Hicaz adý verilmiþtir.

"Basra arazisi de asriyedir ilh..." Ýmam Ebû Yusuf´a göre, kýyas Basra arazisinin haraciyye olmasýdýr. Çünkü Basra arazisi haraç arazisine yakýndýr. Fakat ashab-ý kiramýn icma´ýyla kýyas býrakýlmýþ ve öþür arazisi olmuþtur. Dürr-i Müntekâ.

Velhâsýl ilerde gelecektir ki, bir müslüman hükümdarýn müsaadesiyle boþ ve sahibsiz bir araziyi ihya etse, yani ekse, biçse Ýmam Ebû Yusuf´a göre bu arazi haraciye arazisine yakýn ise haraciye, Öþriye arazisine yakýn ise Öþriye olur. Ýmam Muhammed´e göre kendisini sulayan suyuna itibar edilir. Haraç suyu ile sulanýyorsa haraciyye, öþür suyu ile sulanýyorsa Öþriye olur. Fakat fetva Ebû Yusuf´un kavline göredir. Basra arazisinimüslümanlar ihya etmiþlerdir. Çünkü Basra þehri Hz. Ömer Ýbn-i Hattab zamanýnda yapýlmýþtýr. Haraç arazisi olan Irak arazisine yakýndýr.

"Çünkü Öþür müslümanlara daha lâyýktýr ilh..." öþürde ibâdet mânâsý vardýr, öþür tarladan çýkandan alýndýðý için hafiftir. Öþür, halký kendi istekleriyle müslüman olanlarýn arazisinden veya harb yoluyla fethedilip müslümanlar arasýnda taksim edilen arazilerden alýnýr. Arap arazisi asriyedir. Çünkü Peygamber Efendimiz ve dört halifeden hiç birisi arap arazisinden haraç almamýþlardýr, Arablarýn kendileri köle olmadýðý gibi arazileri üzerine de haraç yoktur. Çünkü arablarýn köle olmalarý caiz deðildir. Ya müslüman olurlar ya öldürülürler. Nehir. Bu bahsin tamamý Bahýr´dadýr.

"Mültekâ üzerine olan þerhimizde ilh..." Mültekâ þerhinin ibaresi þöyledir: Bir hane batice yapýlýrsa batice zimmînin olursa, mutlak surette haraciyye olur. Bu, Ýmam-ý Azam´a göredir, Ýmameyn buna muhaliftir. Müslümanýn olursa, haraç suyu ile sulanýyorsa haraciyye, öþür suyu ile sulanýyorsa öþriye olur. Bir müslüman veya zimmî arazisini bazan öþür suyuyla, bazan da haraç suyu ile sulasa, müslümanýn öþür zimmînin haraç vermesi lâzýmdýr. Nitekim Mi´râc´da böyle zikredilmiþtir. Bâkânî: "Arazisini haraç suyu ile sulayan müslüman üzerine iptidaen haracýn vâcib olmasýný müþkül görmüþ, müslüman arazisini hangi su ile sularsa sulasýn üzerine öþür vâcib olur." demiþtir. Ýmam-ý Serahsî: "Ezhar olan budur." demiþtir. Gaye. Bahir sahibi buna "Müslümanýn üzerine zorla haraç konulmasý yasaktýr. Ama kendi isteðiyle konulmasý caizdir. Nitekim bir müslüman, hükümdarýn izniyle boþ ve sahibsiz olan bir araziyi ihya etse, arazi haraç suyu ile sulanýrsa haraciyye olur." diye cevap vermiþtir, öþür suyu ile haraç suyu hakkýnda ilerde malûmat gelecektir.

"Irak sevadi ilh..." Yani Irak ile Arap Irak´ý kasdedilmiþtir. Acem Irak´ý kasdedilmemiþtir. Dürer. Dürr-i Müntekâ´da zikredilmiþtir ki, sevad; þehrin kenarýndaki köy ve kasabalardýr. Aðaçlarý yeþil, hububatý bol olduðu için bu isim verilmiþtir.

Irak: Basra, Küfe, Baðdat ve bu þehirlerin etraflarýnýn ismidir.

"Küfe köylerinden bir köy ilh..." Takvimü´l-Büldan´da zikredilmiþtir ki, "Uzeyb" Ben-i Temim suyunun adý olup Küfe Kâdsiye´sinden Mekke-i Mükerreme´ye giden kimsenin çölde ilk karþýlaþtýðý sudur. Galiba köy ile bu Kâdsiye murad edilmiþtir.

"Salebe ilh..." Bazý nüshalarda "Salebiyye" þeklindedir.

"Mekke-i Mükerreme´den baþka ilh..." Mekke-i Mükerreme her ne kadar harb yoluyla alýnmýþ ise de arazisi öþriyedir. Çünkü Mekke-i Mükerreme´nin arazisi -yukarda geçtiði üzere- Arap Yarýmadasýndadýr.

"Gerek kendi ahalisine ilh..." Yani harb yoluyla alýnan arazinin haraciye olmasýnda kendi ahalisinin üzerinde býrakýlmasý þart deðildir. Þart olan arazinin müslümanlar arasýnda taksim edilmemesidir. Böyle bir arazinin haraciyye olmasý için haraç suyu ile sulanmasý da þart deðildir. Böyle bir arazi gerek haraç suyu ile, gerekse öþür suyu ile sulansýn haraciyye olur. Nitekim böyle bir arazi müslümanlar arasýnda taksim edildiði takdirde her ne kadar haraç suyu ile sulansa bile öþriye olur.

Haraç suyu ile sulanýrsa haraciyye, öþür suyu ile sulanýrsa öþriyye olmasý, bir müslümanýn hükümdarýn müsaadesiyle ihya ettiði boþ ve sahibsiz arazi hakkýndadýr. Tahâvî þerhi, Bahir, Fetih.

"Haraç kafirlerin hallerine daha lâyýktýr ilh..." Çünkü haracda ceza mânâsý mevcud olduðu için cizyeye benzer. Haraç her ne kadar arazý ekilmese bile vâcib olduðu için aðýrdýr, öþür ise tarlaya baðlý olmayýp tarladan çýkan mahsûle baðlý olduðu için hafifdir.

"Irak arazisi halkýnýn mülküdür ilh..." Keza harb yoluyla alýnýp kendi ahalisi üzerinde býrakýlan yahut sulh yoluyla alýnýp üzerlerine haraç konulan araziler de ahalisinin mülküdür. Dürr-i Müntekâ.

Ben derim ki: Sahih olan kavle, göre harb yoluyla alýnmýþ olup haraç vermek üzere ahalisi üzerinde býrakýlmýþ olan Þam ile Mýsýr arazisi de halkýnýn mülküdür.

Ýmam Ebû Yusuf, "Kitabü´l-Harac" da: "Bu yerler taksim edildiði takdirde -hükümdar her ne kadar bu araziyi maðlub edilmiþ olan ahalisinin elinde býrakmýþ olsa bile- öþriye olur." demiþtir. Ýmam Ebû Yusuf´un bu kavli güzel görülmüþtür. Çünkü müslümanlar Irak, Þam ve Mýsýr´ý fethettiklerinde araziyi müslümanlar arasýnda taksim edilmeyip Hz. Ömer (R.A.) bu arazi üzerine haraç koymuþtur. Bu yerler ahalisinin mülküdür.

"Diledikleri gibi tasarrufta bulunmalarý ilh..." Yani Irak arazisi halkýnýn mülkü olduðu için onu satmalarý, rehin vermeleri ve hibe etmeleri gibi her türlü tasarruflarý caizdir. Zira islâm hükümdarý bir beldeyi harb yoluyla fethedip arazisi üzerine haraç, ahalisi üzerine cizye koyduðu takdirde arazisi ahalisinin mülkü olarak kalýr. Evlâdlarýna miras olarak intikâl eder, vârislerden hiç bir kimse kalmayýnca beytülmâla kalýr. Fetih, Dürr-i Müntekâ.

"Vakfýn ilh..." Yani haraciyye olan arazi vakfedilse yine araziden haraç alýnýr.

"O arazide öþür ve haraç olmaz ilh..." Bahýr´da "öþür" zikredilmemiþtir. Bahir sahibi "Mýsýr arazisinden haraç kalkmýþtýr. Çünkü eski mülk sahihleri öldüðü için beytülmâle kalmýþtýr." diye inceledikten sonra þöyle devam ediyor: Bir kimse Mýsýr arazisinden herhangi bir yeri hükümdardan sahih olarak satýn aldýðý takdirde ona mâlik olur ve o yerin haracý da yoktur, kendisine haraç vermek de vâcib olmaz. Çünkü hükümdar o yerin bedelini müslümanlar nâmýna almýþtýr. O kimse bu yeri vakfettiði takdirde bu yer üzerine haraç vâcib olmaz. Bu bahsin tamamýný "Et-Tûhfetü´l-Marziyye fi´l-Arâzi´l-Mýsriyye" isimli risalemizde yazdýk. Bahir sahibinin sözü burada sona erer.

Ben derim ki: Bahýr sahibi bu risalesinde "Böyle bir yerde öþür de vâcib olmaz. Çünkü öþür vâcib olur diye herhangi bir nakil görülmemiþtir." diyezikretmiþtir. Bahir sahibinin "Böyle bir yerde öþür de vâcib olmaz." sözünün zayýf olduðu bilenler için gizli deðildir. Çünkü fukâhâ: "öþrün farzýyyeti kitab, sünnet, icmâ ve kýyasla sabittir, öþür, meyvelerin ve hububatýn zekâtýdýr, öþür haraciye olmayan arazide vâcibtir. öþür sahralar, daðlar gibi öþrî ve haracý olmayan yerlerden toplanan meyvalardan bile vâcibtir. Öþrün vücubunun sebebi, mahsul verecek kabiliyyette olan arazinin kendisidir. Öþür, balið olmayan çocuðun, delinin ve mükâtebin arazisinde de vâcibtir. Çünkü öþürde itibar, araziyedir, mal sahibine deðildir, öþürde araziye mâlik olmak þart deðildir. Þart olan, çýkan mahsule mâlik olmaktýr. Buna göre vakýf arazilerde de öþür vâcibtir. Çünkü Allah-ü Teâlâ´nýn:

"Ey imân edenler, kazandýklarýnýzýn en güzellerinden ve sizin için yerden çýkardýklarýmýzdan infâk edin." (Bakara Sûresi, âyet: 267) Ve :

"Biçildiði günde hakkýný (sadakasýný) verin." (Enâm Sûresi, âyet: 141) kavl-i kerîmleri ve Peygamber Efendimizin :

"Yaðmurun suladýðý herþeyde öþür vardýr, kova veya dolapla sulananlarda ise öþrün yarýsý vardýr." hadîs-i þerifi umumi olduðu içindir, öþür, arazinin kendisine deðil çýkan mahsulatýndan vâcibtir, demiþlerdir. Þübhe yok ki, hükümdardan satýn alýnan yerde, öþrün vücubunun sebebi olan mahsul verecek kabiliyette arazi mevcuddur. öþrün vücubunun þartý olan araziden çýkan mahsule mâlik olmak da mevcuddur. "Bu araziye öþür yoktur." diyebilmek ipin hususi delile ve açýk nakle ihtiyaç vardýr. Arazi ile ilgili haracýn düþmesinden, araziden çýkan mahsul ile ilgili öþrün düþmesi de lâzým gelmez. Bedayi.

"Fukâhâ ilh..." Hidâye´de ve diðer mu´teber fýkýh kitablarýnda Þam arazisi ile Mýsýr arazisinin haraciyye olduðu açýklanmýþtýr. Velhâsýl bu arazilerin haraciyye olduðunda ittifak vardýr. Fakat Mýsýr´ýn harb yoluyla mý yoksa sulh yoluyla mý alýnmýþ olduðu hususunda fukâhâ arasýnda ihtilâf vardýr.

"Zamanýmýzda Mýsýr arazisinden alýnan meblað ücrettir, haraç deðildir ilh..." Keza Þam arazisi de böyledir. Dürr-i Müntekâ´da zikredilmiþtir ki, hükümdar Mýsýr arazisini kiraya verip bütün ücretini beytülmâl için alýr. Nitekim bir hane beytülmâle kaldýðý zaman hükümdar muhayyer olup dilerse haneyi kiraya verip kirasýný alýr, dilerse haneyi satýp parasýný beytülmâle koyar. Buna göre Mýsýr ve Þam arazisinin kendi mâliki tarafýndan yahut hükümdar tarafýndan satýlmasý sahihtir. Mâliki tarafýndan satýlýrsa, arazi yine haraciye olur. Hükümdar tarafýndan "satýlýrsa bakýlýr: Eðer mâliki ekip biçmekten âciz olduðu için satýlmýþ ise yine arazi haraciye olur. Mâliki ölmüþ olduðu için satýlmýþ ise -yukarýda geçtiði üzere- beytülmâla kalmýþ olduðundan araziden haraç düþmüþ olur. Hükümdar böyle bir araziyi sattýðý takdirde satýn alan üzerine haraç vâcib olmaz. Satýn alan ister bu araziyi vakfetsin, isterse kendisine mülk olarak býraksýn.

Ben derim ki: Bu, üçüncü nevi arazidir. Yani bu nevi arazi, öþriye ve haraciye deðildir. Buna "memleket arazisi" denilir. Bu, ya asýl mâlikleri vârissiz olarak ölüp beytülmâle kalmýþ veya harb yoluyla alýnýp kýyamete kadar müslümanlar için býrakýlmýþ olan topraklardýr. Tatarhâniyye´de "memleket arazisi"nin hükmü þöyle beyan edilmiþtir: Hükümdar bu araziyi iki yoldan biriyle çiftçilere verir. Ya ekip biçme hususunda çiftçileri mülk sahihleri yerine koyup onlardan haraç alýr veya araziyi haraç mikdarýyla onlara kiraya verir. Bu araziden alman kira hükümdar hakkýnda haraç yerine geçer. Bu alýnan kira para olarsa vazife haracý olur. Araziden çýkanýn bir kýsmý alýnýrsa mukâseme haracý olur. Bu araziden alýnan kira kiracý hakkýnda ücret olup öþür ve haraç deðildir.

Memleket arazisinde öþür ve haraç lâzým olmayýnca, bu araziden alýnan yalnýz ücret olmuþ olur.

Ben derim ki: Buna göre memleket arazisini ekip biçen çiftçiler üzerine öþür veya haraç lâzým gelmez. Þu kadar var ki, Ýmameyn´in kavline göre öþür kiracý üzerine lâzýmdýr. Ancak bu araziden alýnan ücret her bakýmdan ücret deðildir. Hükümdar hakkýnda bu ücret haraç yerine geçer. Haraç ile öþür ise bir arazide toplanmaz. Teemmül et. Sonra, Hayriyye´de: "Vakýf arazisini ekip biçen çiftçi hisse ile çatýþtýðý için kiracý gibi olup kendisine haraç lâzým gelmez." diye zikredilmiþ olduðunu gördüm.

Ýs´af´da zikredilmiþtir ki, Mütevelli vakýf araziyi müzâraa (çýkan mahsulün bir kýsmýný iþleyen almak þartýyla yeri ekmek için yapýlan akid´dir) olarak verse, haraç veya öþür vakýf ehlinin hissesinden lâzým gelir. Çünkü müzâraa mânâ bakýmýndan kiradýr.

"Arazi beytülmâl için olup çiftçilere müzâraa olarak verildiði takdirde onlardan alman kira bedelidir, haraç deðildir." diye hüküm verilir. Nitekim ´bunu Kemdi ve diðer fakihler açýk olarak beyan etmiþlerdir. Çiftçilerden çýkan mahsulün dörtte biri veya üçte biri kira bedeli olarak alýndýðý takdirde araziden çýkacak mahsulün bir kýsmýna arazinin kiraya verilmesinin fâsid olmasý lâzým gelir. Çünkü araziden ne kadar mahsul çýkacaðý bilinmemektedir. Burada "Arazinin bu seklide kiraya verilmesinin caiz olmasýnýn sebebi nedir?" diye sorulursa, Dürr-i Müntekâ´da buna "Alýnan kira bedeli hükümdar hakkýnda haraç yerine geçmektedir. Kiracýlar hakkýnda da hakikaten ve hükmen haraç sahih olmadýðý için zaruri olarak kira bedeli ücret yerine geçmektedir." diye cevap verilmiþtir.

Ben derim ki: Hayriyye de geçtiði üzere bunu hakiki kira deðil de, kira mânâsýnda müzâraa demek mümkündür. Bundan dolayý Fetih´de zikredilmiþtir ki, memleket arazisinden alýnan kira bedelidir. Bundan sonra bilmiþ ol ki, "Memleket arazisi" denilen beytülmâl arazisi elinde bulunanlar, bu arazinin vergisini verdikleri müddetçe ellerinden alýnmaz, kendileri öldüðü zaman miras olarak çocuklarýna geçmez, bu araziyi satmalarý sahih olmaz. Fakat Osmanlý devletinde resmî hüküm þöyledir: Bir kimse ölüp oðlu bulunursa, arazi meccanen oðluna geçer. Oðlu bulunmazsa beytülmâla kalýr. Ölen kimsenin kýzý veya baba bir kardeþi bulunup araziyi isterlerse, arazi kendilerine fâsid kira ile verilir.

Araziyi tasarrufunda bulunduran kimse, arazinin durumuna göre araziyi üç veya daha fazla sene boþ býrakýrsa, arazi kendisinden alýnýpbaþkasýna verilir. Arazi elinde bulunan kimselerden hiç birisi sultanýn veya naibinin izni olmaksýzýn baþkasýna devretmesi sahih deðildir. Nitekim Mültekâ þerhinde de böyle zikredilmiþtir.

"Bu arazi ekip biçenlerin mülkü olmayýp ilh..." Ben derim ki: Þam arazisi ekip biçenlerin mülkü olup olmadýðý bizim için malum deðildir. Vakýf köyler ile vakýf arazinin ve beytülmâla aid bulunan arazinin ekip biçenlerin mülkü olmadýðý malumdur. Bunlardan baþka arazilerin nesilden nesile miras olarak geçtikleri ve satýldýklarý görülmektedir.´

Fetâvay-i Hayriyye´nin þüf´a bahsinde zikredilmiþtir ki; "Birkaç kardeþin aðaçlýk arazisi bulunup baþka bir kimsenin de bu araziye komþu olan aðaçlýk bir arazisi bulunursa, bu iki arazinin yollarý bir olup o kimsenin arazisi haraciye olursa, arazisini satmak istediðinde kardeþler bu araziyi þüf´a hakkýyla alabilirler mi, yani arazinin haraciye olmasý þüf´a hakkýna mâni olur mu?" diye sorulmuþ, "Arazinin haraciye olmasý þüf´a hakkýna mâni deðildir. Çünkü arazinin haraciye olmasý araziye mâlik olmaya münâfî deðildir." diye cevap verilmiþtir.

Tatarhâniyye´de ve diðer mu´teber fýkýh kitablarýnda zikredilmiþtir ki; haraç arazisi sahibinin mülküdür, öþür arazisi de sahibinin mülküdür. Bu arazilerin satýlmalarý, vakfedilmeleri caiz olur ve diðer mülkler gibi vârislere miras olarak kalýr. Bu arazilerde þüf´a hakký sabit olur. ama hükümdar beytülmâla tahsis etmiþ olduðu araziyi halka müzâraa olarak verse, bu arazi satýlmaz ve bunda þüf´a hakký da yoktur.

Elinde arazi bulunan kimse araziye satýn alma yahut kendisine miras kalma yahut mülk sebeblerinden herhangi bir sebeb ile mâlik olduðunu ve arazinin haracýný verdiðini iddia etse, sözü kabul edilir. Baþka bir þahýs da arazinin kendi mülkü olduðunu dâva etse, kendisinden sâhid istenir. Eðer þer´î cihetten þâhidle dâvasýný isbat ederse, arazi birinci kimseden alýnýp bu sahsa teslim edilir. Bu, memleketimizde çok vâki olduðundan dolayý milletin hakkýný korumak için her zaman kendisine muhtaç olunan þeriatýn hükmünü açýkladým, iþin hakikatini Allah-ü Teâlâ bilir.

Fetâvay-ý Hayriyye´de zikredilen fýkýh kaideleri üzerine cari gazel bir söz olduðu bilenler için gizli deðildir. Þöyle ki: fukâha "Bir arazinin bir kimsenin elinde olup, onda tasarrufda bulunmasý arazinin kendisinin mülkü olduðunu gösteren en kuvvetli delillerdendir. Bundan dolayý "bu arazi bu kimsenin mülküdür" diye þâhidlik yapmak þahindir." demiþlerdir.

Ýmam Ebû Yusuf´un harac risalesinde zikredilmiþtir ki, haraç veya harb ehlinden herhangi bir kavim helak olup onlardan hiçbir kimse kalmayýp arazileri boþ kalsa, kimin elinde olduðu bilinmeyip hiçbir kimse bu arazi hakkýnda dâvada bulunmasa, bir kimse bu araziyi alýp ekip, biçip veya üzerinde aðaç yetiþtirip haracýný veya öþrünü verse, arazi kendisinin olur. Bu beyan edilen arazi sahibsiz ve boþ arazidir. Hükümdarýn herhangi bir kimsenin elinde bulunan arazisini alma hakký yoktur. Meðerki bilinen sabit bir hak ile alýnmýþ olsun, Ýmam Ebû Yusuf (Rh. A.)´a göre; Irak, Þam ve Mýsýr arazileri, harb yoluyla alýnýp maðlûb olan ahalisine býrakýlmýþ olduðu için haraciyyedir.

Es-Siyerü´l-Kebîr þerhinde zikredilmiþtir ki; bir kavim kendi arazileri üzerine -meselâ Þam arazisi gibi gerek þehirleri gerekse köyleri olsun- müslümanlarla sulh olduklarý takdirde müslümanlarýn bunlarýn hanelerinden veya arazilerinden herhangi bir yeri almalarý veya onlarýn yerlerinde konaklamalarý caiz deðildir. Çünkü onlar ahid ve sulh ehildir. Bu araziler ahalisinin mülküdür. "Eski ahalisinin hepsi varissiz olarak ölmüþ ve bu araziler beytülmâla kalmýþtýr." demek ihtimal ile verilen bir hükümdür, ihtimal ile nasýl hüküm verilebilir? Çünkü ihtimal sabit olan mülkü nefyedemez.

Metinde, Hidâye´ye tâbi olarak "Irak arazisi ahalisinin mülkü olup, bunu satmalarý ve her türlü tasarrufda bulunmalarý caizdir. Mýsýr ile Þam arazisi de Irak arazisi hükmündedir." diye açýklanmýþtýr. Bu, biz Hanefilerin mezhebine göre açýktýr. "Bu araziler müslümanlara vakfedilmiþtir." diyen zâta göre de acýktýr, Ýmam-ý Sübkî: " Þam ve Mýsýr arazileri ya vakýf veya mülk cihetinden ellerinde bulunan müslümanlarýn olmasýnda þübhe yoktur. Çünkü bir kimsenin elinde bir þey bulunup kendisine o þeyin kimden kaldýðýný bilmese, o þey kendinin olur O þeyin kimden kaldýðýna dâir kendisinden þâhid istenmez.

Bir kimsenin elinde veya mülkünde bir yer bulunsa, "Yâ ihya (hükümdarýn izniyle boþ ve sahibsiz bir araziyi ekip biçme) veya þer´an sahih bir yoldan elde etmiþtir." diye hüküm verilir, demiþtir.

Ýbn-i Hacer-i Mekki, Fetâvâ´sýnda Sübkî´nin sözünü naklettikten sonra, bu söz bizim "Mülk ve vakýf sahiblerinin arazileri olduðu gibi ellerinde býrakýlýr. Arazinin aslýnýn beytülmâlin mülkü veya müslümanlara vakfedilmiþ olmasý bize zarar vermez." diye hükmetmemiz hususunda acýktýr. Çünkü vakýf veya mülk olduðu bilinmeyen bir arazinin hükümdarýn izniyle boþ ve sahibsiz bir yerden ihya edilmiþ olmasý muhtemeldir. Beytülmâldan alýnmýþ olduðunu farzetsek uzun zaman bu kimselerin ellerinde bulunup mâliklerin mülklerinde tasarruf ettikleri gibi tasarruf etmeleri bu arazinin bu kimselerin ellerinden alýnamýyacaðýna kesin ve acýk bir karinedir." demiþtir.

Sübkî; "Beyyine (delil, þâhid) ile deðil de istishâb (geçmiþte sabit olan bir þeyin þimdi de sabit ve bakî olduðunu söylemek) ile arazi elinde bulunan kimsenin elinden alýnýr, diye hüküm verilecek olsa, zalimlerin insanlarýn ellerinde bulunan arazilerin üzerine musallat edilmesi lâzým gelir." demiþtir.

Ýbn-i Hacer uzun uzadýya izanda bulunduktan sonra þöyle devam ediyor; Mýsýr ve Þam arazisi kendilerine nereden intikal ettiði bilinmeyen kimselerin ellerinden alýnmaz. Çünkü imamlarýn "Küfür için yapýlmýþ kiliseler bir sahraya yapýlmýþ olup, sonra þehrin kiliselere kadar geniþlemiþ olmasý ihtimali ile amel ederek kiliseler yýkýlmayýp olduktan gibi býrakýlýr" demeleri caiz olursa, "Ellerinde arazi bulunan kimselerin bu araziyi ya sahibsiz bir yerden ihya etmiþ olmalarý veya þer´an sahih bir yoldan kendilerine intikal etmiþ olmasý ihtimalinden dolayý arazi ellerinden alýnmaz." demeleri evleviyetle caizdir.

Mýsýr harb yoluyla alýndýðý için beytülmâla aiddir, bu arazinin vakfedilmesi sahih olmaz; diyerek vakýf olsun veya olmasýn bütün Mýsýr topraklarýný beytülmâl namýna almak isteyen kimseyi Ýbn-i Hacer güzel bir þekilde reddetmiþtir.

Ýbn-i Hacer´in karþý çýktýðý bu zalim hükümdardan önce, bir hükümdar ayný hükmü yani Mýsýr harb yoluyla alýnmýþ olduðu için beytülmâle aiddir diyerek gayr-i menkûl malý bulunan herkesin elinde bulunan mallarýn kendisinin mülkü olduðuna dâir senet getirmesini, aksi takdirde topraklarýný ellerinden alacaðýný ilân etti. Bunun üzerine ÞeyhülÝslâm Ýmam-ý Nevevî "Hükümdara bunun cehalet ve inattýk olduðunu, bunun Ýslâm âlimlerinden hiçbir âlime göre helâl olmadýðýný, bir kimsenin elinde bulunan þeyin kendisinin mülkü olduðunu, hiç bir þahsýn onun mülküne dokunamayacaðýný, bir kimseye elinde bulunan þeyin kendisine aid olduðuna dâir þâhidle isbat et. diye teklif edilemeyeceðini" bildirdi. Nevevî hükümdarý bu fikrinden vazgeçirinceye kadar ona va´z ve nasihatte bulunmaya devam etti.

Dört mezhebten herbirine baðlý olan bütün âlimler Ýmam-ý Nevevî´nin incelemesini ye üstünlüðünü itiraf ederek onun naklini ulemanýn icmâi nakli gibi kabul etmiþ ve "bir kimsenin elinde bulunan þeyin kendisinin mülkü olduðuna dâir senet istenmeyeceði" hususunda ittifak etmiþlerdir.

Ben derim ki: Sübkî, Ýbn-i Hacer ve Nevevî gibi âlimlerin mezhebine göre Mýsýr ile Þam arazisinin aslý ya müslümanlara vakfedilmiþ veya beytülmâla aiddir. Bununla beraber bu âlimler: "Bir kimse bir arazinin kendi mülkü olduðunu iddia ettiði takdirde kendisinin olduðuna dâir senet istenmez. Çünkü kendisine þer´an sahih bir yoldan intikal etmiþ olmasý ihtimali vardýr." demiþlerdir.

Biz Hanefilere göre; Mýsýr ile Þam arazileri maðlûb edilen ahalisine býrakýlmýþtýr. O halde nasýl olur da "Eski mâliklerinin zamanla varissiz olarak ölmeleri ihtimalinden dolayý bu araziler beytülmâla kalmýþ olup elinde bulunanlarýn mülkü deðildir." denilebilir? Þayet "Bu araziler ellerinde bulunanlarýn mülkü deðildir." denilecek olsa, bu takdirde vakýflarýn ve miraslarýn bâtýl olmasý ve uzun zamandan beri ellerinde bulunan kimselerin arazilerinin üzerine zalim hükümdarlarýn mücadelesiz musallat edilmesi lâzým gelir.

Bir arazinin üzerine öþür veya haraç konulmasý arazinin mülkiyetine münafi deðildir. Nitekim yukarýda geçmiþtir. Musannifin ve diðer fukahânýn kavline göre, Irak arazisi haraciyedir, ahalisinin mülküdür. Eski ahalisinin varissiz olarak ölme ihtimali, mülkü isbat eden eli ibtal etme hususunda delil olamaz. Çünkü delilden meydana gelmeyen ihtimal, kesin olarak sabit olan þeye karþý gelemez. Arazilerde asýl olan mülkiyetin devam etmesidir. Arazinin elde bulunmasý araziye mâlik olmanýn en kuvvetli delilidir.

Velhâsýl: Þam, Mýsýr ve bunlar gibi olan memleketlerin arazisinden serî bir yol ile beytülmâle aid olduðu bilinen topraklarýn hükmünü sarih Fetih´den naklen zikretmiþtir. Bunlardan beytülmâle aid olduðu bilinmeyen topraklar ise sahiblerinin mülküdür. Bunlardan alýnan haraçtýr, ücret deðildir. Çünkü bu memleketlerin arazileri asýlda haraciyedir. Bu izahý ganimet bil. Çünkü bu, bilinmesi gerekli bir hakikattir. Bu bahse temas eden bir kimseyi görmediðim için sözü uzattým. Bu bahiste diðerleri muhakkik Kemâl´e tâbi olmuþlardýr. Hak, kendisine uyulmaya daha lâyýktýr. Galiba Kemâl´in ve ona tâbi olanlarýn maksadlarý beytülmâla aid olduðu bilinen arazidir. Ýþin hakikatini Allah-ü Teâlâ Hazretleri bilir.

"Buna göre ilh..." Yani arazinin beytülmâla aid olduðuna göre hükümdarýn bu araziden herhangi bir yeri satmasý sahih deðildir.

"Beytülmâla vekil tâyin ettiði zâttan satýn almasý sahih deðildir ilh..."

Çünkü hükümdar yetimin vasisi gibidir. Yetimin vasisinin yetimin malýný satýn almasý sahih deðildir. Bundan dolayý "Hükümdar beytülmâl vekilinden satýn alamaz." diye kayýdlanmýþtýr.

Hâniyye ile Hülâsa´da zikredilmiþtir ki; hükümdar beytülmâla aid olan herhangi bir þeyi almak istediði takdirde o þeyi baþkasýna satar, sonra satýn alan kimseden satýn alýr.

Tecnis´de zikredilmiþtir ki; hükümdar beytülmâla aid olan herhangi bir þeyi kendisi için almak istediði takdirde bir kimseye o þeyi bir þahsa satmasýný, sonra satýn alan kimseden kendi namýna almasýný emreder. Bu töhmetten daha uzaktýr.

"Zaruretten dolayý satmasý caizdir ilh..." Yani beytülmâlýn ihtiyacýna göre beytülmâla aid olan herhangi bir þeyi hükümdarýn satmasý câizdir. Bahýr sahibi: "Hükümdarýn mutlak surette beytülmâla aid olan herhangi bir þeyi satmasý hükümdarýn umum velayeti bulunduðu için müslümanlarýn menfaatlarý hususunda dilediði gibi tasarrufta bulunmasý caizdir." demiþtir.

"Çocuðun yedi yerde akarýnýn ilh..." Yani vasinin yedi yerde balið olmayan çocuðun akar (gayr-ý menkûl mal) mý baþkasýna kýymetinin iki katýyla satmasý caizdir.

1 - Çocuðun nafakasý için.

2 - Ölünün borcu için.

3 - Yerine getirilmesi ancak akardan olan vasiyet-i mürselesi (vasiyet edilen þeyin mikdarý malûm olup da üçte bir, dörtte bir gibi bir kesir ile kayýdlanmýþ olmayan vasiyettir. Bir kimseye meselâ otuz bin lira vasiyet edilmesi gibi) için.

4 - Geliri masrafýný karþýlamadýðý için.

5 - Harab olma korkusu için.

6 - Noksan olma korkusu için.

7 - Zorbanýn elinde bulunduðu için.

Bu suretlerde yetimin akarýnýn satýlmasý caizdir. H.

"Ariyet gibidir ilh..." Yani elinde Þam arazisi bulunan kimseler mülk sahihleri gibi alma - satma tasarrufunda bulunamazlar. Hükümdarýn kendisine arazi verdiði kimsenin o araziyi icareye vermesi caizdir.

"Alýþ-veriþin sahih olmasýyla ilh..." Bu ifadelerin hepsi Nehir sahibinindir. Ama asýllarý Bahir sahibine aiddir.

Velhâsýl: Bir kimse beytülmâla aid olan bir araziyi satýn alsa - her ne kadar satýn alýrken o yerin beytülmâla aid olduðunu bilmese bile - alým-satýmýn sahih olduðuna hamledilerek o araziye mâlik olur. Bu arazi üzerine haraç yoktur. Çünkü bu arazinin eski sahibleri varissiz olarak ölmüþ olup, arazi beytülmâla kalmýþ olduðundan üzerine haraç vâcib olacak kimse bulunmadýðý için haraç düþmüþtür. Hükümdar, bu araziyi sattýðý takdirde arazinin bedelini almýþ olacaðý için satýn alan kimse üzerine haraç vâcib deðildir. Yukarda geçtiði üzere öþür de vâcib deðildir. Satýn almakla bu araziye mâlik olunca araziyi vakfetmesi sahih olur. Vakýf þartlarýna riayet edilir.

Tuhfetü´l-Marziyye´de zikredilmiþtir ki; gerek sultan, gerek kumandan ve gerekse bunlardan baþkasý vakfetmiþ olsun vakfýn þartlarýna riayet edilir.

Eþbâh Haþiyesinde zikredilmiþtir ki; Ebussûud: "Hükümdar ve ümerânýn vakýf þartlarýna riayet edilmez. Çünkü bu vakýflar beytülmâldan veya beytulmâla katacak mallardandýr. Bunlarýn þartlarýna riayet edilmeyince vakýfnamede olmayan fakat beytülmâlýn sarfedileceði yerlerden olmak üzere vazife (þahýslara hizmetleri karþýlýðý olarak vakfýn gelirinden verilen ücret) veya müretteb (þahýslara ilmi, salâhý veya fakirliklerinden dolayý bir hizmet mukabili olmayarak vakfýn gelirinden verilen þeydir ki, buna örfde (zevaid) denir) ihdas edilmesi caizdir." demiþtir.

Ebussûud, hükümdarlarýn vakýflarýnýn hallerini bildirmiþtir.

Sarih, Mebsûd´dan naklen vakýf bahsinde zikredecektir ki; vakýf cihetlerinin ekserisi köyler ve mezraalar (tarlalar) olduðu takdirde hükümdarýn vakfýn þartýna muhalefet etmesi caizdir. Çünkü bu yerlerin aslý beytulmala aiddir. Yani bu yerlerin beytulmala aid olup vakfedenin buna mâlik olduðu bilinmediði takdirde bu, hakikaten vakýf olmayýp irsâd (tahsisat kabilinden) olarak caizdir. Nitekim hükümdar beytulmala aid araziden bir parçayý beytülmâlda hak sahibi olanlarýn haklarýný elde etmeye yardýmcý olmak üzere meselâ âlimler ve talebelere vakfetse tahsisat kabilinden olarak caiz olur. Buna "vakf-ý ýrsâdî" denilir. Bundan dolayý Mýsýr Sultaný Berkûk (? - 1398) vakýflarýn beytülmâldan alýnmýþ olduðunu ileri sürerek vakýflarý bozmak istemiþ ve bunun için bir toplantý yapmýþtýr. Bu toplantýda Sýracûddin Bülkînî, Burhan b. Cemâa ve Hidâye sarihi Ekmelûddin hazýr bulunmuþlar.

Bülkânî: "Âlimlere ve talebelere yapýlan vakýflar katiyen bozulamaz. Çünkü onlarýn beytulmala ayrýlan beþte birde bundan daha çok haklarý vardýr." demiþtir. Orada bulunanlar bunu kabul etmiþlerdir. Nitekim bunu Suyûtî "En-Naklülmestûr fi-cevâz-i kabz-ý malûmi´l-vezâif bilâ huzur" isimli eserinde zikretmiþtir. Sonra bunun benzerini Mültekâ þerhinde de gördüm. Bundan açýk olarak anlaþýlmaktadýr ki; sultanlarýn beytülmâldan yaptýklarý vakýflar, hakiki Vakýf olmayýp irsâddýr. Beytülmâldan yapýlan vakýflar beytülmâlýn sarfedileceði yerlerden olan bir cihete yapýlmýþ Ýse bozulmaz. Ama sultan, çocuklarýna, âzâdlýlarýna vakfetmiþ ise bozulur. Sultanlarýn yaptýklarý vakýflar irsâd olunca vakfýn þartlarýna riayet edilmesi lâzým gelmez. Çünkü bu vakýflar sahih bir vakýf deðildir. Vakfýn sahih olabilmesi için vakfedilen malýn vakfedenin mülkü olmasý þarttýr. Sultan, beytülmâldan bir yeri satýn almadan ona mâlik olamaz. Buna Ekmelûddin muvafakat etmiþtir. Bu, Mebsûd´dan ve Ebussûud´dan nakledilene de muvafýktýr.

Þarih, Nehir´den naklen vakýf bahsinde zikredecektir ki; Ýktâât (hükümdar tarafýndan baðýþlanan topraklar) in vakfedilmesi, ancak bu topraklar mevad (sahibsiz) araziden veya hükümdarýn kendi mülkü olup bir kimseye vermiþ olduðu topraklardan olduðu takdirde caizdir. Bu, Allâme Kâsým´dan Et - Tûhfetü´l-Marziyye´de: "Sultanýn beytülmâla aid bir araziyi vakfetmesi þahindir." diye zikredilene muhaliftir.

Ben derim ki: Galiba "Allâme Kasým bu beytülmâla aid olan arazi bütün müslümanlarýn menfaati için vakfedildiði takdirde lâzým olup bozulmaz,"´ demek istemiþtir. Nitekim Kâdîhân´dan naklen Tarsûsî: "Sultan beytülmâla aid bir araziyi bütün müslümanlarýn menfaati için vakfetse, caiz olur." diye nakletmiþtir.

Ýbn-i Vehbân: "Hükümdar þer´an sarfedilecek yere, bir araziyi vakfettiði takdirde zalim hükümdarlarýn o arazinin gelirini sarfedilmeyecek yere sarfetmelerini önlemiþ olur." demiþtir. Yani, vakfýn geliri ebedî olarak müslümanlarýn menfaati için hükümdarýn tâyin ettiði cihete sarfedilir. Yukarýda gecen "irsâd"ýn mânâsý da budur, iþin hakikatini Allah-ü Teâlâ Hazretleri bilir.

METÝN


Bir zimmî, müslüman hükümdarýn izniyle sahibsiz bir yeri ihya, yani ekse biçse yahut yukarýda geçtiði üzere ya müslümanlarla birlikte harbettiði veya yol gösterdiði için kendisine ganimetten yer verilse, bu yer haraciye olur. Çünkü bu ilk defa kâfir üzerine konulmaktadýr. Kâfirin haline lâyýk olan haracdýr.

Bir müslüman, hükümdarýn izniyle sahibsiz olan bir yeri ihya ederse, "bir þeye yakýn olana o þeyin hükmü verilir" mânâsý gereðince yakýnýndaki haraciye olursa o da haraciye, öþriye olursa o da öþriye olur. Bu, Ýmam Ebû Yusuf´un kavlidir.

Bu yerin öþriye veya haraciye olmasýnda karayý sulayan suyuna itibar edilir. Öþür suyu ile sulanýrsa ondan öþür, haraç suyu ile sulanýrsa haraç alýnýr. Çünkü mahsulün yetiþmesi suya baðlýdýr. Ancak kâfirin sahibsiz yerden ihya ettiði yer, öþür suyu ile sulansa bile haraç alýnýr. Çünkü kâfirin üzerine ilk defa öþür konulamaz. Bu, Ýmam Muhammed´in kavildir.

Haraç (arazi vergisi) iki nevidir:

1 - Mukâseme haracýdýr ki. araziden çýkan mahsulün beþte biri veya onda biri mikdarýndaki vâcib olan vergidir. Bu haraç araziden çýkan mahsule baðlýdýr.

2 - Vazife haracýdýr ki, araziden faydalanma imkânýna baðlý olarak zimmette vâcib olan vergidir. Nitekim Hz. Ömer (R.A.) Irak topraklarýna sulanan yerlerde dönüm (her bir zirâi yedi kabza: 28 parmak olan Kisra zirâiyle uzunluðu ve eni altmýþ zira yer) baþýna buðday veya arpadan bir sâ ile bir dirhem para vergi koymuþtur. Bazý fukahâ: "Dönümde muteber olan her beldenin örf ve âdetidir," demiþlerdir. Mýsýr´da dönüm "Feddan" Ýle takdir edilmiþtir. Fetih, Muteber olan birinci kavildir. Bahýr.

Ratbenin dönümü baþýna beþ dirhem, birbirine bitiþik üzüm baðlarý ile hurma bahçelerinin her dönümü baþýna on dirhem haraç vardýr. Hububat ratbe, üzüm, hurmadan baþka ve kendisine Hz. Ömer (R.A.) tarafýndan haraç konulmamýþ olan zâferan ekilen ve etrafý duvarlarla çevrili bahçelerin içindeki aðaçlarý seyrek olup, altlarýnýn ekilmesi mümkün olan yerlerden verimine göre haraç alýnýr. Yerin verimine göre en fazla yansý alýnabilir. Çünkü yarýsýný almak insafýn ta kendisidir. Binaenaleyh sahih olan- kavle göre her ne kadar yer verimli olsa bile bu gibi yerlerde çýkanýn yarýsý üzerine Hz. Ömer (RA)´in mukâseme ve vazife haracýnda koymuþ olduðu mikdar üzerine haraç ziyade edilemez. Her tarafý duvarla çevrili bahçelerin içindeki aðaçlar sýk olup aðaçlarýn altýný ekmek mümkün olmazsa bu yerler bað sayýlýr. Eðer arazinin kendisine konulmuþ olan vazife haracýnýn iki katý mahsul vermeye tahammülü olmazsa vâcib olarak, iki. katý mahsul vermeye tahammülü olursa, caiz olarak mahsulünün yansýna kadar haraç indirilir.

Mukâseme haracý, çýkan mahsulün yarýsý üzerine ziyade ve beþte birinden noksan edilemez. Haddâdî. Yine Haddâdî´de zikredilmiþtir ki; bir kimse, haracý olan araziye bað veya meyve fidaný dikse, o bað veya bahçe meyvesini verinceye kadar o araziye hububat haracý yani bir sâ´, zahire ile bir dirhem para lâzým gelir,

Keza bir bað sökülüp yerine hububat ekilse, o yere devamlý olarak bað haracý lâzým olur.

Haracý olan araziye dikilmiþ olan bað veya meyve fidaný meyvesini vermeye baþlayýnca o bað veya bahçenin verimine göre haraç konulur. Fakat bu haraç on dirhem üzerine ziyade edilmez. Eskiden her dönüm baþýna konulmuþ olan bir sâ, zahîre ile bir dirhem paradan da noksan edilmez.

Aðaçlýk bir yerin aðaçlarýnýn altýnýn ekilmesi mümkün olursa böyle bir yere "bahçe", ekilmesi mümkün olmazsa böyle yere "bað" denir. Su bendi ve arký üzerine dikilmiþ olan aðaçlardan çýkan meyvalardan öþür ve haraç alýnmaz. Burada Haddâdî´nin nakli son buldu.

Hâniyye´nin zekât bahsinde zikredilmiþtir ki; bir kavm, içinde bað ve arazi bulunan bir çiftlik satýn almak isteyip bunlardan bir kýsmý baðlarý, diðer kýsmý da araziyi satýn alýp aralarýnda haracýn taksimini isteseler, baðlar ile araziden her birinin haraçlarý bilinirse, satýn almadan önce olduðu gibi baðlara bað, araziye arazi haracý konulur. Þayet her birinin satýn alýnmadan önceki haraçlarý bilinmeyip hepsinin birden haracý alýnýyorsa, bu takdirde bað olarak bilinen yere bað, arazi olarak bilinen yere arazi haracý hisseler mikdarýnca konulup taksim edilir.

Bir köyün haraçlarý farklý olup köy halkýndan haracý çok olanlar diðerleri ile aralarýnda haracýn müsavi olmasýný isteseler, haracýn ilk defa müsavi olarak konulup konulmadýðý bilinmezse, olduðu hal üzere býrakýlýr.

ÝZAH


"Bu verin öþriye veya haraciye olmasýnda kendisini sulayan suyuna itibar edilir ilh..." Musannýf burada Dürer sahibine tâbi olmuþtur. Bu, Hidâye, Tebyîn, Kâfî ve diðer fýkýh kitablarýnda zikredilene muhaliftir. Çünkü suya itibar edilmesi, bir müslüman hanesini bahçe yaptýðý takdirdedir.

Kâfî´de zikredilmiþtir ki; öþriye veya haraciye olduðuna dair delil bulunmayan bir yerin öþriye veya haraciye olmasýnda kendisini sulayan suyuna itibar edilir. Eðer kuyu veya kaynak suyu ile sulanýrsa öþriye, arab olmayanlarýn ýrmaklarýnýn suyuyla sulanýrsa haraciye olur. Bazen haraciye bazen öþriye suyu ile sulanýrsa, müslümanýn haline lâyýk olan öþriye olmasýdýr.

Arab arazisi gibi öþriye veya Irak arazisi gibi haraciye olduðuna dâir delil bulunursa, bu yerlerde suya itibar edilmez.

Vehâsýl: Bir memleket harb yoluyla alýnýp topraklarý kendi ahalisine býrakýldýðý takdirde her ne kadar yaðmur suyu ile sulansa bile bu topraklardan yalnýz haraç alýnýr. Harb yoluyla alýnan bu topraklar müslümanlar arasýnda taksim edilirse, her ne kadar ýrmak suyu ile sulansa bile bu topraklardan öþür alýnýr.

Bir müslüman, hükümdarýn izniyle sahibsiz bir yeri iþleyip tarla yapsa, ýrmak suyu ile sulanýrsa haraciye, yaðmur ve kaynak sularýyla sulanýrsa öþriye olur. Bu, Ýmam-ý Azam ile Ýmam Muhammed´in kavlidir. Ýmam Ebû Yusuf´a göre bu tarla haraciye arazisine yakýn ise haraciye, öþriye arazisine yakýn ise öþriye olur. Fetih.

"Öþür suyu ile sulanýrsa ilh..." Yani yaðmur, kuyu, kaynak sulan ile hiç bir kimsenin velayeti altýnda olmayan deniz sularý öþür suyudur. Acem (arabolmayan) ýrmaklarýnýn Seyhun, Ceyhun, Dicle ve Fýrat´ýn sularý haraç suyudur.

Velhâsýl, kâfirlerin elinden harb yoluyla alýnan sular, haraç sularýdýr. Bu sularýn dýþýnda kalan sular öþür sularýdýr. Bu bahsin tamamý öþür bâbýnda geçmiþtir.

"Mükâseme haracýdýr ki ilh..." Yani mukâseme haracý da vazife haracý gibi ilk defa kâfirler üzerine konulan haracdýr. Bir memleket harb yoluyla alýnýp topraklan ahalisine býrakýldýðý takdirde topraklarý üzerine mukâseme veya vazife haracý konulur. Ama bu topraklar mücahidler arasýnda taksim edilirse, öþür konulur.

"Fetâvây-i Hayriyye" de zikredilmiþtir ki; mukâseme haracý; sarfedileceði yer bakýmýndan vazife haracý gibi, araziden çýkan mahsulden alýnma bakýmýndan öþür gibidir. Mukâseme haracýnda yoncalýk, tarla, bað ve hurma bahçesi arasýnda fark yoktur. Topraðýn verimine göre mahsulün yarýsý yahut üçte biri yahut dörtte biri yahut beþte biri haraç olarak alýnýr. Mukâseme haracý öþür gibi araziden çýkan mahsule baðlýdýr. Bundan dolayý araziden bir sene içinde kaç defa mahsul çýkarýlýrsa, her defasýnda haraç alýnýr. Mukâseme haracý, sarfedileceði yer bakýmýndan öþürden ayrýlýr.

Kendisinden öþür veya öþrün yarýsý alýnan her þeyden mukâseme haracý alýnýr

Öþür hakkýnda beyan edilen hükümler uygunluk ve ayrýlýk bakýmýndan mukâseme haracýnda da geçerlidir. Mukâseme haracýnýn mikdarý, hükümdarýn reyine býrakýlmýþtýr.

"Vazife haracýdýr ki ilh..." Bu haracda, senelik belirli bir mikdarýn beytülmâl adýna alýnmasý asýldýr. Bu haraç zimmete teallûk eder ve araziden bizzat faydalanmaya baðlý olmayýp faydalanma imkânýna baðlýdýr. Bu itibarla böyle bir araziyi sahibi kasden boþ býrakacak olsa, haracýný yine vermesi vâcibdir.

"Kisra zirâiyle ilh..." Bu ifade âmme zirâinden ihtirazdýr. Amme zirâi altý kabza (24 parmak) dýr.

"Feddan ilh..." Feddan asýlda çift âleti ve ekmede kullanýlan bir çift öküz demektir. Cem´i: fedâdîn´dir. Feddan: Bir çift öküz ile sürülüp ekilebilen yerdir. Burada "yer" murad edilmiþtir.

Feddan: Þam örfünde "Rumâni" ve "Hattatý" olmak üzere iki kýsým olup çiftçilere e mikdarý bilinen bir dönümlük yerdir.

"Bir sâ ilh..." Bu sâ Hz. Ömer (RA)´den gelen Hâþimi ölçeðidir ki, sekiz rýtl: Dört batman: 3,380 kg. dýr. Bu, Resûlullah (S.A.V.)´ýn sâýdýr. Haccac´a nisbet edilip "Haccac sâý" denilir. Çünkü ortadan kalktýktan sonra Haccac tarafýndan tekrar meydana çýkarýlmýþtýr.

"Dönüm baþýna buðday veya arpadan ilh..." Yani haraç sahibi, dönüm baþýna bir sâý buðdaydan veya arpadan verme hususunda muhayyerdir. Fetâvây-i Kâdîhân. Sahih olan kavle göre; tarlaya ekilen arpa ise arpadan, buðday ise buðdaydan bir sâ alýnýr. Tarlayý boþ býraktýðý takdirde hükümdar muhayyer olup bir sâý dilerse buðdaydan, dilerse arpadan alýr.

"Ratbenin dönümü baþýna ilh..." Ratbe. Yonca, kavun, karpuz, hýyar, patlýcan ve pýrasa gibi þeylerdir. Bunlarýn her dönümünden beþ dirhem haraç alýnýr.

"Etrafý duvarlarla çevrili bahçe ilh..." Bað ile bahçe arasýndaki fark: Aðaçlarý sýk olan yere "bað", aðaçlan seyrek olan yere "bahçe" denilir.

Hükümdarýn vazife haracýný mukâseme haracýna, mukâseme haracýný da vazife haracýna çevirmesi caiz deðildir. Çünkü bunda ahdi bozmak vardýr, ahdi bozmak ise haramdýr.

"Bir bað sökülüp yerine hububat «kilse, o yere devamlý olarak bað haracý lâzým olur ilh..." Çünkü kýymet itibariyle üstün olan mahsulü elde etmeye kudreti varken kýymet itibariyle aþaðý olan mahsulü elde etmeye meyil etmiþtir.

Fetâvây-i Hindiyye´de zikredilmiþtir ki; fukahâ: "Bir kimse arazisinde kýymetli mahsul yetiþtirmeyi özürsüz olarak býrakýp onun yerine kýymeti düþük olan mahsul yetiþtirse, kendisine kýymetli mahsulün haracý lâzým gelir. Meselâ zâferan yetiþecek araziye zâferan ekmeyip hububat eken kimse üzerine zâferan haracý lâzýmdýr.

Kert baðýný söküp yerine hububat eken kimse üzerine bað haracý lâzýmdýr. Bu mesele öðrenilmeli, fakat zalimler, insanlarýn mallarýna tamah etmesinler diye bununla fetva verilmemelidir." demiþlerdir.

METÝN

Haraç arazisini su bassa yahut suyu kesilse yahut yangýn veya þiddetli soðuk gibi semavi bir afet isabet etse. haraç alýnmaz. Ancak seneden ikinci defa mahsul yetiþtirecek kadar zaman kalýrsa haraç alýnýr.

Eðer afet kendisinden korunulmasý mümkün olan fare, böcek, koyun, keçi, sýðýr, deve, at, katýr, eþek, maymun veya yýrtýcý hayvanlarýn yemesi veya telef etmesi gibi semavi olmayan afet olursa yahut mahsul hasâddan sonra helak olursa, haraç alýnýr. Hasâddan önce helak olursa haraç alýnmaz. Çýkan mahsulün bir kýsmý helak olursa, çiftçinin sarfettiði masrafýndan bir mikdar þey artarsa, ondan yukarýda açýklandýðý üzere her dönüm baþýna bir sâ zahîre ile bir dirhem para alýnýr. Musannýf bunu Sirâc´dan nakletmiþtir. Bu bahsin tamamý Þürünbulâli´dedir

Keza kiralanan arazideki kiranýn hükmü de böyledir.

Kendisine vazife haracý lâzým olan bir tarlayý sahibi boþ býraksa yahut sahibi müslüman olsa yahut bir müslüman bir zimmîden haraç arazisini satýnalsa, bu suretlerin her birinde haraç vâcib olur.

Bir kimse, toprak sahibini topraðýný ekmekten menetse yahut topraðýn haracý mukâseme haracý olsa, toprak sahibinin topraðýný boþ býrakmasýyla kendisine bir þey vâcib olmaz.

Yukarýda geçtiði üzere Mýsýr arazisinden alýnan; ücrettir, haraç deðildir. Buna göre; Mýsýr arazisinde çiftçilerden ekmeseler bile "felâhat: Çiftçilik" adýna vergi almak, onlarý yurtlarýný mamur etmeleri ve arazilerini sürmeleri için muayyen yerde oturmaya cebretmek þübhesiz haramdýr. Nehir.

Bunun gibi Bahýr´a nisbet edilerek Þurünbulâli´de zikredilmiþtir ki; Bahir sahibi: "Yukarýda geçtiði üzere Mýsýr þimdi haraciye deðildir. Bilâkis kendindeki müzâraa ücretledir. Artýk arazisini þeriat yoluyla kiralamayan ve ekmeyen kimseye þer´an bir þey lâzým olmaz. O halde arazisini býrakýp köyden giden bir çiftçiye geri dönmesi için cebrolunmaz. Buna göre; zalimlerin çiftçilere verdikleri zarar haramdýr. Bilhassa ilim tahsil etmek isteyen kimselere mâni olup kendilerini çiftçilik yapmaya zorlamak en çirkin zulümdür." demiþtir.

Fukahâ: "Bir kimse, zâferan gibi kýymetli bir mahsulü ekmeye kadir iken, kýymeti düþük bir mahsulü ekse, kendisine kýymetli mahsulün haracý lâzým gelir. Bu mesele öðrenilmeli. Fakat zâlimler insanlarýn mallarýný almaya cesaret etmesinler diye bununla fetva verilmemelidir." demiþlerdir.

Bir kimse, haraç arazisini baþkasýna sattýðý takdirde seneden mahsul yetiþtirecek kadar müddet kalmýþsa, haraç satýn alan üzerine, kalmamýþsa satýcý üzerine lâzým olur. Ýnâye.

ÝZAH

"Haraç alýnmaz ilh..." Yani vazife haracý alýnmaz. Böyle felaketlerde mukâseme haracý ile öþür evleviyetle alýnmaz. Çünkü bunlarda vâcib, çýkan mahsulün bizzat kendisiyle ilgilidir. Fetâvây-i Hayriyye.

"Seneden ikinci defa mahsul yetiþtirecek kadar zaman kalýrsa ilh..." Fetva, bu zamanýn üç ay olmasýnadýr. Nehir.

"Âfet kendisinden sakýnýlmasý mümkün olan ilh..." Bu ifadeyle "çekirge gibi kendisinden sakýnýlmasý mümkün olmayan âfetlerden" ihtiraz edilmiþtir. Bezzâziyye.

"Fare, böcek ilh..." Bahýr´da zikredilmiþtir ki; böcek veya fare mahsulü yedikleri takdirde haraç düþmez.

Ben derim ki: Bunlar, defileri mümkün olmama hususunda çekirge gibidirler. Nehir´de: "Böceðin semâyý âfetten olmasýnda tereddüd yoktur. Çünkü bundan korunmak mümkün deðildir." diye zikredilmiþtir.

Fetâvây-i Hayriyye´de zikredilmiþtir ki; böcek çok olup ilaçla defi mümkün olmazsa bununla haraç düþer, ilaçla defi mümkün olursa haraç düþmez. Doðru olan budur.

"Kiranýn hükmü de böyledir ilh..." Yani bir kimse bir tarlayý kiralasa da tarlayý su bassa veya suyu kesilse kira vâcib olmaz. Ama mahsule afet isabet etse, mahsulün helakinden önceki zamanýn kirasý düþmez. Çünkü kira menfaat karþýlýðý olarak yavaþ yavaþ vâcib olur. Haraç ile kira arasýnda fark vardýr: Kirada menfeatlandýðý müddetin kirasý vâcib olur, menfeatlanmadýðý müddetin kirasý vâcib olmaz. Haraç böyle deðildir. Menfeatlandýðý müddetin haracý da düþer.

Muhît´den naklen Bezzâziye´nin icare bahsinde zikredilmiþtir ki;mahsulün helakinden sonra seneden mahsul yetiþecek kadar müddet kalmamýþsa kira vâcib olmaz. Þayet birinci mahsul kadar veya ondan az mahsul yetiþecek kadar müddet kalmýþsa kira vâcib olur, fetva bunun üzerinedir.

"Kendisine vazife haracý lâzým olan bir tarlayý sahibi boþ býraksa ilh..." Yani ekmeye elveriþli olan tarlayý boþ býrakýrsa sahibinden haraç alýnýr. Dürr-i Münteka.

Hâniyye´de zikredilmiþtir ki; bir kimsenin haraç arazisinde ekmeye elveriþli olmayan veya kendisine su ulaþmayan bir yer bulunup o yerin ekilip biçilecek bir hale getirilmesi mümkün iken getirmezse, o kimse üzerine haraç lâzým, ekilip biçilecek hale getirilmesi mümkün olmazsa, haraç lâzým deðildir.

Ýsafýn "Kabirlerin Hükümleri Faslý"nda zikredilmiþtir ki; bir kimse haraç arazisini kabristan yahut gelir için han yahut mesken yapsa, o kimseden haraç düþer. Bazý fukahâ "haraç düþmez" demiþlerdir. Esah olan birinci kavildir. Haraç arazisinin sahibi arazisini ekmekten âciz olsa hükümdar o araziyi müzâraa (ortak) olarak baþkasýna verip, sahibinin hissesinden haracý alýr, geri kalan mahsulü sahibine verir. Hükümdar dilerse o araziyi kiraya verip kira bedelinden haracý alýr, dilerse bu araziyi beytülmâl namýna ektirir. Hükümdar bunlardan hiç birini yaptýramazsa, bu araziyi satýp parasýndan haracý alýr.

Ýmam Ebû Yusuf´a göre hükümdar, arazisini ekmekten âciz olan kimseye arazisini ekip biçmesi için beytülmâldan yetecek kadar ödünç verir. Zeylaî.

Zahîre´de zikredilmiþtir ki; âciz olan sahibi arazisini tekrar ekip biçmeye muktedir olursa, hükümdar arazisini kendisine verir. Ancak hükümdar araziyi satmýþ ise satýþý bozmaz.

METÝN

Haraç arazisinden çýkan mahsulden öþür alýnmaz. Çünkü öþür ile haraç bir arada toplanmaz, Ýmam Þafiî´ye göre haraç alýnan mahsulden, öþür dealýnýr.

Haraç, vazife haracý olursa, bir sene içinde mahsulün tekrar çýkmasýyla tekrar haraç alýnmaz. Mukâseme haracý olursa, öþür gibi çýkan mahsule baðlý olduðu için, bir sene içinde kaç defa mahsul çýkarýlýrsa her defasýnda haraç alýnýr.

Hükümdar veya naibi arazi sahibine haracý býraksa yahut þefaatle olsa bile ona baðýþlasa. Ýmam Ebû Yusuf´a göre caiz olur. Arazî sahibi haracýn verildiði kimselerden olursa, onu yemesi helâl olur. Haracýn verildiði kimselerden atmazsa onu tasadduk eder

Hâvî´de : "Arazi sahibi haracýn kendilerine verildiði kimselerden olmasa bile onu yemesi helâldir." diye zikredilen kavi. meþhur olan kavle muhaliftir.

Hükümdar veya naibi öþrü arazi sahibine býraksa, ittifakla caiz deðildir. Arazi sahibi onu fakirlere verir. Sirâc. Bu mesele Eþbâh´ýn "hükümdarýn tasarrufu maslahata baðlýdýr" bahsinde Bezzâziye´ye nisbet edilerek zikredilene muhaliftir.

Nehir´de zikredilmiþtir ki; Ýmam Ebû Yusuf´un -yukarýda geçtiði üzere- "Hükümdar veya naibi arazi sahibine haracý býraksa veya hibe etse caizdir." kavlinden beytülmâla aid arazilerden iktâat (hükümdarýn toprak baðýþlamasýn) in hükmü bilinmiþtir. Çünkü iktâatýn hasýlý rekabe beytülmâl için, haraç kendi için olmasýdýr. Buna göre kendisine hükümdar tarafýndan toprak baðýþlanan kimsenin bu topraðý satmasý, hibe etmesi ve vakfetmesi sahih deðildir. Ama bu topraðý kiraya vermesi sahihtir. Nitekim bir yeri kiralayan kimsenin o yeri baþka bir þahsa kiraya vermesi caizdir. Bazen vâki olan hadiselerdendir ki, hükümdar bir araziyi bir kimsenin kendisine, çocuklarýna, torunlarýna ve çocuklarýndan biri öldüðü takdirde hissesi kardeþine kalmak üzere baðýþlasa, sonra hükümdar ölse, kendisine arazi baðýþlanan kimse ikinci hükümdarýn zamanýnda ölse, o arazi çocuklarýna kalýr mý? Þarih: "Ben fukahânýn buna dâir kavillerini görmedim. Ama fukahânýn "talîk eden kimsenin ölmesi ile talik hükümsüz olur" kaidesi gereðinde bu araz: çocuklarýna kalmaz." demiþtir. Bir kimseye, hükümdar sahibi olmayan bir yeri baðýþlayýp o kimse de hükümdarýn izniyle o yeri iþleyip tarla haline getirse yahut hükümdar sahibsiz olan bir yeri kendisi için tarla haline getirttikten sonra bir kimseye onu baðýþlasa, o kimsenin o yeri vakfetmesi caiz olur.

Hükümdar tarafýndan yapýlan "irsad" vakýf deðildir. Eþbâh´da "borç hakkýnda kavi" bahsinden önce zikredilmiþtir ki; Allâme Kasým: "Kendisine hükümdar tarafýndan arazi baðýþlanmýþ kimsenin o araziyi kiraya vermesi sahihtir ve hükümdar dilediði zaman o araziyi o kimsenin elinden alabilir." diye fetva vermiþtir.

Ýbn-i Nüceym; "O arazi beytülmâla aid arazilerden olursa onu o kimsenin elinden alabilir. Fakat o arazi boþ ve sahibsiz yerden baðýþlanýp o kimse o araziyi iþleyip tarla haline getirmiþ ise elinden alýnmaz. Çünkü o kimse, iþleyip tarla halîne getirdiði için o yere mâlik olmuþtur." demiþtir. Bu mesele ezberlenmelidir.

ÝZAH

"Vazife haracý olursa, tekrar haraç alýnmaz ilh..." Fetih´de zikredilmiþtir ki; vazife haracýnda, araziden faydalanma imkânýna baðlý olmasý itibariyle; þiddet, bir senede kaç defa mahsul çýkarsa çýksýn bir defa haraç alýnmasý itibariyle; kolaylýk vardýr, öþürde ise, bir senede kaç defa mahsul çýkarsa çýksýn her defasýnda alýnmasý itibarýyla; þiddet, çýkan mahsule baðlý olmasý itibarýyla kolaylýk vardýr. Bundan dolayý sahibi, öþür arazisini boþ býraksa kendisine bir þey lâzým gelmez.

"Ona baðýþlasa ilh..." Yani hükümdar veya naibi arazi sahibinden haracý aldýktan sonra kendisine baðýþlasa.

"Arazi sahibi haracýn verildiði kimselerden olursa onu yemesi helâl olur ilh..." Yani arazi sahibi müftî, mücâhid, Kur´ân-ý Kerîm muallimi, talebe, müzakereci ve vaiz gibi haracýn kendilerine verildiði kimselerden olursa onu yemesi helâl olur. Haracýn kendilerine verildiði kimselerden olmazsa onu tasadduk eder. Haraç tahsildarý, hükümdarýn bilgisi olmadan haracý arazi sahibine býrakýrsa ayný hüküm geçerlidir. Kýnye.

"Meþhur olan kavle muhaliftir ilh..." Yani Ýmam Ebû Yusuf´dan âmmenin naklettiði meþhur olan kavle muhaliftir. Nehir.

"Ýttifakla caiz deðildir ilh..." Caiz olmamasýnýn sebebi galiba öþürün sarfedildiði yere zekâtýdýr. Bir kimsenin kendisi zekâtýnýn sarfedileceði yer olamaz. Fakat haraç çýkan mahsulün zekâtý deðildir. Bundan dolayý haraç kâfirlerin arazisi üzerine konur.

"Bezzâziye´ye nisbet edilerek ilh..." Bezzâziye´de zikredilmiþtir ki; hükümdar öþürü arazi sahibine býrakýrsa arazi sahibi gerek zengin gerekse fakir olsun caiz olur. Þu kadar var ki, arazi sahibi fakir olursa hükümdar býraktýðý öþürün bedelini ödemez. Zengin olursa, hükümdar öþürün bedelini fakirler namýna haraç beytülmâlýndan, sadaka beytülmâlýna öder.

Ben derim ki: Kendine öþür býrakýlan zengin, haraç almaya hakký olan kimselerden olursa, hükümdar o öþürün bedelini haraç beytülmâlýndan öder. Þayet haraç almaya hakký olan kimselerden olmazsa, hükümdar öþürün bedelini kendi malýndan öder. Mücahidlere öþürün verilmesi caizdir. Çünkü öþür onlarýn kuvvetleriyle elde edilmiþ olan maldýr.

"Kaidesi gereðince bu arazi çocuklarýna kalmaz ilh..." Bu arazi çocuklarýna ta´lik yoluyla deðil ölen hükümdar tarafýndan kendilerine esalet yoluyla baðýþlanmýþtýr.

"Ýrsâd ilh..." irsâd, beytülmâla aid köy ve mezra (ekilecek tarla) tarlalarýn yine rekabesi beytülmâla aid olmak üzere menfaatlarýnýn hükümdar tarafýndan kurra, imam ve müezzinler gibi beytülmâlda hakký olan kimselere tahsis edilmesidir. Bu, caizdir fakat hakiki vakýf deðildir. Çünkü vakýfancak hakiki mülk sahibinden sahihtir. Hükümdar ise bunlara mâlik deðildir.

Ýrsâd, mahalline olursa, caiz ve meþrudur. Sonra gelen hükümdarlarýn böyle bir irþadý deðiþtirmeleri ve bozmalarý caiz deðildir. Beytülmâl müslümanlarýn menfeatý için kurulmuþtur.

Ynt: Cihad By: neslinur Date: 02 Mart 2010, 22:47:05
CÝZYE FASLI



METÝN


Cizye: Lügatta ceza manasýnadýr. Çünkü cizye, öldürme yerine geçmektedir. Cemi "cizâ" dýr. Lihye (sakal) nin cemi lihâ olduðu gibi.

Cizye iki nevidir:

1 - Sulh yoluyla konulan cizyedir. Bunun mikdarý þeriat tarafýndan tâyin edilmemiþtir. Bunun mikdarý sulh þartlarýna baðlýdýr. Bu mikdar haksýzlýktan sakýnmak için sonradan deðiþtirilemez.

2 - Bir memleket harb yoluyla zabtedilip müslüman olmayan ehalisi yurtlarýnda "tebea" olarak býrakýldýktan sonra kendilerine konulan cizyedir. Bu nevide cizyenin mikdarý, þahýslara göre üç derecede bulunur:

1 - Herhangi bir kazanç yoluyla para kazanmaya muktedir olan fakirlere senede oniki dirhem cizye konulur. Her ayda bir dirhem alýnýr. Bir kimsenin üzerine cizye konulabilmesi için, senenin ekserisinde sýhatta bulunmasý kâfidir. Yenâbi, Hidâye.

2 - Orta hallilere senede yirmidört dirhem cizye konulur. Her ayda iki dirhem alýnýr.

3 - Zengin olanlara senede kýrksekiz dirhem cizye konulur. Her ayda dört dirhem alýnýr. Cizyenin böyle oniki ayda taksitle alýnmasý kolaylýðý beyan içindir, yoksa vâcib olduðunu beyan için deðildir. Çünkü cizyenin vâcib olmasý senenin ibtidasýndadýr. Edasýnýn vücubu, senenin sonundadýr.

Onbin ve daha ziyade dirheme mâlik olan zengin, ikiyüz ve daha ziyade dirheme mâlik olan orta haili, ikiyüzden az dirheme veya hiç bir þeye mâlik olmayan fakir sayýlýr. Bunu, Ýmam-ý Kerhî söylemiþtir. Bu, kavillerin en güzelidir, itimad bunun üzerinedir. Ýmam Ebû Cafer, bu hususta örfe itibar etmiþtir. Esah olan da budur. Bu sýfatlarýn mevcud olmasýnda itibar senenin sonunadýr. Çünkü cizyenin edasýnýn vücubunun vakti senenin sonudur. Bahýr, Tatarhâniyye, Fetih.

ÝZAH

"Cizye faslý ilh..." Cizye haracýn ikinci nevidir. Haraç, arazi sahihleri müslüman olsalar bile kendilerine vâcib olduðu için kuvvetli olmasýndan dolayý önce zikredilmiþtir, cizye böyle deðildir. Yani cizye veren kimse müslüman olsa cizye kendisinden düþer.

Haraç araziden alýnan vergide hakikattir. Haraç denildiðinde hatýra gelen arazi haracýdýr. Cizyeye haraç denilmez. Ancak kendisine bir ketime ekleyerek "haracurre´s" denilir. Cizyeye haraç denilmesi mecazdýr.

"Cizye öldürme yerine geçmektedir ilh..." Yani cizyeyi kabul eden kimseden öldürme düþer. Bahir. Cizye, küfrün ukubeti (cezasý) olarak vâcib olmuþtur. Bundan dolayý cizye denilmiþtir. Cizye ve ceza bir mânâyadýr. Ceza ise hem mükâfat, hem de mücâzat: Ukubet manasýnadýr. Taatýn sevabýna ceza denildiði gibi masiyet (günâh) ýn ukubetine de ceza denir.

"Bu mikdar sonradan deðiþtirilemez ilh..." Yani sulh yoluyla tâyin edilen mikdar sonradan ziyade ve noksan edilmek suretiyle deðiþtirilemez. Dürer. Nitekim Peygamber Efendimiz Yemen´e yakýn hýristiyan olan Necran ahalisi ile senede ikibin kat elbise üzerine anlaþmýþtýr.

Hz. Ömer (R.A.), Hýristiyan olan Benî Taðlib kabilesi ile her birinden zekâtýn iki katý alýnmak üzere anlaþmýþtýr. Bunun tafsili zekât bahsinde geçmiþtir. Fetih.

"Para kazanmaya muktedir olan fakirlere ilh..." Para kazanmaya muktedir olmak, üzerine cizye konulan kimselerin hepsi hakkýnda þarttýr. Bundan dolayý kötürümlere - her ne kadar zengin olsalar bile - cizye lâzým gelmez. Keza senenin yarýsýnda hasta olanlar da cizyeye tâbi deðildirler, iþ yapmaya muktedir olduðu ´hakle çalýþmayan kimseden cizye alýnýr. Nitekim haraç arazisini boþ býrakandan haraç alýndýðý gibi.

"Cizyenin böyle oniki ayda taksitle alýnmasý kolaylýðý beyan içindir ilh..." Muhît´ten naklen Kuhistânî´de zikredilmiþtir ki; üç imamýmýza göre: Cizye senenin evvelinde vâcibdir. Çünkü cizye, öldürmenin yerine geçmektedir. Zimmet akdiyle öldürme düþer, öldürmenin yerine gecen cizye derhal vâcib olur. Ancak Ýmam-ý Azam´a göre; kolaylýk için hepsi senenin sonunda, Ýmam Ebû Yusuf´a göre; iki aylýk taksit iki ayýn sonunda, Ýmam Muhammed´e göre; bir aylýk taksit bir ayýn sonunda alýnýr. Velhâsýl, namaz vaktin evvelinde geniþ olarak vâcib olup vaktin sonunda edasý vâcib olduðu gibi, cizye de senenin evvelinde geniþi olarak vâcib olup senenin sonunda edasý vâcib olur..

"imam Ebû Cafer bu hususta örfe itibar etmiþtir ilh..." Yani halk kendi beldelerinde, kimleri zengin, kimleri fakir, kimleri orta halli sayýyorsa, cizye konulmasýnda buna itibar edilir. Meselâ Belh beldesinde elli bine sahip olan kimse zenginlerden sayýlýr. Basra ile Baðdat´ta ise zengin sayýlmaz. Kýsaca her beldenin örf ve âdetine itibar edilir. Fetih.

"Bu sýfatlarýn mevcud olmasýnda itibar senenin sonunadýr ilh..." Bahýr sahibi: "Bu sýfatlarýn senenin evvelinde mevcud olmasýna Ýtibar edilmesi dahalâyýktýr. Çünkü cizyenin vâcib olmasýnýn vakti senenin evvelidir." demiþtir. Nehir sahibi: "Fukahâ, bu sýfatlarýn senenin sonunda mevcud olmasýna itibar etmiþtir. Çünkü cizyenin ödenmesinin vâcib olmasýnýn vakti senenin sonudur." diyerek bunu reddetmiþtir. Bundan dolayý fukahâ "Senenin ekserisinde zengin olandan zengin cizyesi, fakir olandan fakir cizyesi alýnýr." demiþtir. Eðer fakirlik, orta hallilik, zenginlik gibi sýfatlara senenin evvelinde itibar edilseydi, senenin evvelinde zengin olup senenin ekserisinde fakir olan kimseye zengin cizyesi vâcib olurdu. Halbuki zengin cizyesi vâcib olmaz. Bir þeyin çoðunun bulunmasý hepsinin bulunmasý gibidir. Yakýnda musannif zikredecektir ki; bir kimsenin cizyeye ehil olup olmamasýndan cizyenin konulduðu zaman muteberdir. Binaenaleyh sene baþýnda cizye ile mükellef olmayanlar sene içinde mükellef olsalar bile artýk o sene içinde cizyeye tâbi olmazlar.

METÝN

Cizye, kitab ehli olan yahudiler ile hýristiyanlardan ve kendilerinde kitab ehli þübhesi bulunan mecusîlerden, Arap olmayan putperestlerden alýnýr.

Sâmire taifesi, yahudilere dahildir. Çünkü onlar, Hz. Musa (A.S.)´ýn þeriatý ile amel ederler.

Frenk ile Ermeniler, hýristiyanlara dahildir.

Ýmam-ý Azam´a göre. Sabitlerin cizyeleri kabul edilir. Ýmameyn´e göre kabul edilmez. Hâniyye.

Mecûsiler, Arap ýrkýndan olsalar bile kendilerinden cizye alýnýr. Çünkü Peygamber Efendimiz, Bahreyn´de Hecer denilen beldenin Mecûsilerinden cizye almýþlardýr. Arap olmayan putperestlerin köle olmalarý caiz olduðu için, kendilerinden cizye alýnmasý da caiz olmuþtur.

Arap ýrkýndan olan putperestlerin cizyeleri kabul edilmez. Çünkü mucize haklarýnda pek acýk olduðu için ma´zeretleri kabul edilmez. Mürtedlerin cizyeleri de kabul edilmez. Putperest olan Araplar ile mürtedler, ya müslüman olurlar veya öldürülürler. Bunlara üstün gelirsek kadýnlarý ve çocuklarý ganimet olur.

Çocuklar, kadýnlar, köleler, mükâtebler, müdebberler, ümmüveledin oðullarý, kötürümler, felçliler, çok yaþlýlar, âmâlar, çalýþamayan fakirler, insanlardan uzak bulunan rahiblerden cizye alýnmaz. Çünkü savaþda bunlarýn öldürülmeleri caiz deðildir. Cizye öldürmeyi düþürmek içindir.

Haddâdi: "Cizye, kesin olarak rahiblere vâcibdir." demiþtir, ibn-i Kemâl "kýyâs, vâcib olmasýdýr" diye nakletmiþtir. Bundan "rahiblere cizyenin istihsânen vâcib olmadýðý" anlaþýlmýþtýr.

Bir kimsenin cizyeye ehil olup olmamasýnda, cizyenin konulduðu zaman muteberdir. Bu bakýmdan hükümdar cizyeyi koyduktan sonra deli iyi olsa yahut köle âzâd olsa yahut çocuk balið olsa yahut hasta iyi olsa, o sene bunlardan cizye alýnmaz. Ama fakir cizye konulduktan sonra zengin olsa, üzerine cizye konulur. Senenin Ýhtidasýnda âciz olduðundan dolayý kendisine cizye konulmamýþtý. Artýk bu hal zail olmuþtur. Ýhtiyar.

Cizye, mülhidlerin dediði gibi müslümanlarýn kâfirlerin küfürlerine razý olmalarý deðildir. Bilâkis cizye kâfirlerin küfürleri üzerine kalmalarýnýn cezasýdýr. Ýmâna davet etmek için kâfirlere cizyesiz mühlet vermek câiz olduðu takdirde cizye ile mühlet vermek evleviyetle caizdir. Nitekim Allah-ü Tealânýn :

"Kâfirler, zelil ve hakir olarak kendi elleriyle cizye verinceye kadar onlarla muharebe ediniz." (Tevbe Sûresi, âyet: 29) âyet-i kerîmesi ve Peygamber Efendimizin Hecer Mecûsilerinden, Necran Hýristiyanlarýndan cizye alýp kendilerini dinleri üzere býrakmalarý da, cizyenin caiz olduðuna delildir.

ÝZAH

"Kitab ehli ilh..." Kitab ehli olanlar Arap ýrkýna mensub olsa bile kendilerinden cizye alýnýr. Kitab ehliyle Yahudi ve Hýristiyanlar gibi Cenâb-ý Hak tarafýndan indirilen bir kitaba inanan kimseler murad edilmiþtir, Fetih.

"Samire Ýlh..." Yahudilerden bir fýrkadýr. Hükümlerin ekserisinde Yahudilere muhalefet ederler. Yaptýðý bir buzaðý heykelini tanrý diye gösteren ve ona taptýran Sâmiriy, Sâmire kabilesindendi. Misbah.

"Ýmam-ý Azam´a göre; Sabitlerin cizyeleri kabul edilir Ýlh..." Ýmam-ý Azam´a göre; Sabitler ya Yahudilerden veya Hýristiyanlardan olduklarý için kitab ehlidirler, Ýmameyn´e göre; Sabitler yýldýzlara taptýklarý için kitab ehil olmayýp putperest gibidirler. Bu üç imamýmýzýn kavillerinden anlaþýlmýþtýr ki, Sabiiler Arap ýrkýndandýr. Arap ýrkýndan olmasalardý elbette ihtilâf etmezlerdi. Çünkü Arap ýrkýndan olmayanlar müþrik olsalar bile kendilerinden cizye kabul edilir. Fetih. Nehir.

Bedâyý´dan naklen Sâihânî´de zikredilmiþtir ki; Sabitler, Arap ýrkýndan olmadýklarý takdirde putperestler gibi olurlar ve kendilerinden cizye kabul edilir.

"Mecûsi ilh..." Ateþe tapanlardýr. Fetih.

"Çünkü mucize haklarýnda pek açýk olduðu için ilh..." Yani Kur´ân-ý Kerîm onlarýn lisâný üzere nazil olduðu için onlarýn küfürleri diðer milletlerin küfürlerinden daha aðýr olduðundan bunlardan cizye alýnmaz. Ya islâmiyeti kabul ederler veya öldürülürler.

"Bunlara üstün gelirsek kadýnlarý ve çocuklarý ganimet olur ilh..."

"Çünkü Hz. Ebubekir (R.A.) mürted olan Benî Hanîfe´nin kadýnlarýný ve çocuklarýný esir edip mücahidlerin arasýnda taksim etmiþ, erkeklerinden de müslüman olmayanlarý öldürtmüþtür. Hidâye.

Fetih´de zikredilmiþtir ki; mürtedlerin çocuklarý ve kadýnlarýna esir edildikten sonra Ýslâmiyet! kabul etmeleri için cebrolunur. Ama putperestlerinçocuklarý ve kadýnlarýna Ýslâmiyet! kabul etmeleri için cebrolunmaz. Aralarýndaki fark, mürtedlerin çocuklarýnýn babalarýna tâbi olmasýdýr. Babalarýnýn cebrolunduðu gibi çocuklarý da cebrolunur. Keza mürtedlerin kadýnlarýna da Ýslâmiyeti kabul etmeleri için cebrolunur. Zira onlar daha önce islâmiyeti kabul etmiþlerdi. Zýndýk tevbe etmeden önce yakalanýrsa öldürülür. Kendisinden cizye kabul edilmez.

T E N B Ý H : - Fetih´de zikredilmiþtir ki; fukahâ: "Zýndýk yakalanmadan önce gelerek kendisinin zýndýk olduðunu haber verip tevbe ederse, tevbesi kabul edilir. Yakalandýktan sonra tevbe ederse, tevbesi kabul edilmeyip öldürülür. Çünkü zýndýklar bâtýniyye olup, batýnda söylediklerinin hilâfýna inanýrlar. Bu yüzden zýndýk öldürülür, kendisinden cizye kabul edilmez." demiþlerdir. Mürted babýnda geleceði üzere bununla fetva verilmiþtir.

Kuhistânî´de zikredilmiþtir ki; bidatcý kâfir olsa bile köle olamayacaðý için kendisinden cizye kabul edilmez. Bid´atým açýklayýp ondan dönmediði takdirde öldürülmesi mubah olur. Tevbe ederse tevbesi kabul edilir. Bazý fukahâ: "Ýbâhiyye, Þîa, Karâmita, felâsifeden zenadika´nýn tevbesi kabul edilmez." demiþlerdir. Bazý fukahâ "bidatcý, yakalanmadan ve bidatini açýklamadan önce tevbe ederse, tevbesi kabul edilir. Bid´atým açýklamýþ olup yakalandýktan sonra tevbe ederse, tevbesi kabul edilmez. Nitekim Ýmam-ý Azam´ýn kavline göre kýyas da budur. Ettemhîdîs-sâlimî´de de böyle zikredilmiþtir.

"Çünkü savaþta bunlarýn öldürülmeleri caiz deðildir ilh..." Cizyenin aslý öldürmeyi düþürmek içindir. Harbte öldürülmesi vâcib olmayanlardan cizye alýnmaz. Ancak reyleriyle veya mallarýyla yardým ettikleri takdirde cizye vâcib olur. Ýhtiyar. Dürr-i Müntekâ.

"Haddâdî ilh,.." Yani çalýþmaya muktedir olan rahiblerden cizye alýnýr. Çünkü onlarda çalýþma kudreti mevcuddur. Fakat onlar çalýþma kudretini zayi etmektedirler. Nitekim haraç arazisini boþ býrakandan haraç alýnýr. Çalýþmayan rahiblerden cizye alýnmaz.

Hâniyye´de zikredilmiþtir ki; Zahirü´r-Rivayet´e göre, rahiblerden ve keþiþlerden cizye alýnýr. Ýmam Muhammed´e göre; bunlardan cizye alýnmaz.

"O sene bunlardan cizye alýnmaz ilh..." Çünkü cizyenin vâcib olduðu vakit, hükümdarýn cizyeyi koyduðu senenin baþýdýr. Çocuklarýn balið olmasý kölelerin âzâd olmasý gibi insanlarýn halleri deðiþtiði için her sene baþýnda hükümdar cizyeyi yeniler. Cizye konulduktan sonra çocuk balið olsa veya köle âzâd olsa cizyenin vâcib olduðu vakit geçmiþ olduðu için o sene bunlardan cizye alýnmaz. Valvaiciyye.

"Artýk bu hal zail olmuþtur ilh..." Yani cizye verecek duruma geldiði andan itibaren senenin ekserisi mevcud ise üzerine cizye konulur.

"Bilâkis cizye kâfirlerin küfürlerinin üzerine kalmalarýnýn cezasýdýr ilh..." Cizye Ýslâmiyete davet yollarýnýn en güzelidir. Zira cizye verenler müslümanlarýn arâsýnda ve Ýslâmýn güzelliklerini görüp müslüman olurlar. Kuhistânî.

METÝN

Bundan sonra musannif cizyenin küfürün cezasý olduðunu açýklayarak diyor ki: Cizye ile mükellef olan kimsenin -her ne kadar sene tamam olduktan sonra olsa bile- müslüman olmasýyla yahut ölmesiyle yahut tedahül için tekrarýyla yahut âmâ yahut yatalak yahut çalýþamayacak derecede fakir, yaþlý veya kötürüm olmasýyla, düþer.

Bir kimse iki senenin cizyesini peþin olarak verdikten sonra müslüman olsa, ikinci senenin cizyesi kendisine geri verilir. Hulâsa. Bundan sonra musannýf kendisiyle cizyenin düþtüðü tekrarý beyan ederek der ki; bir zimmînin üzerinde iki senenin cizyesi toplanmýþ olsa, cizyeler tedahül eder. Yani kendisine bir cizye lâzým gelir. Esah olan kavle göre; ikinci senenin girmesiyle birinci senenin cizyesi kendisinden düþer. Zira cizye arazi haracýnýn aksine senenin evvelinde vâcib olur. Ödemesi ise senenin sonunda vâcibtir. Sahih olan kavle göre; cizye gibi haraç da sahibinin ölmesiyle veya tedahülüyle düþer. Bazýlarýna göre; haraç, öþür gibi düþmez. Haraç ceza olduðu için lâyýk olan birinci kavlin tercih edilmesidir, öþür ise ceza olmayýp ibâdettir. Hâniyye sahibi: "Bu kavil Ýmam-ý Azam´ýndýr." demiþtir. Binaenaleyh mezheb budur. Hâniyye´de zikredilmiþtir ki; arazi sahibinin haracýný vermeden önce arazinin mahsûlünden yemesi helâl deðildir.

Zimmî cizyesini baþkasýyla gönderirse esah olan kavle göre, kabul edilmez. Bizzat kendisi getirip ayakta olduðu halde verir. Alan müslüman ise oturduðu halde alýr ve zimmînin boynuna sille vurarak "ey Allah´ýn düþmaný cizyeni ver" der. "Ey kâfir cizyeni ver" demez, Eðer "ey kâfir cizyeni ver" deyip bu sözle zimmî eza duyarsa, böyle söyleyen müslüman günahkâr olur ve tâzîr edilir. Kýnye.

Zimmîlerin Ýslâm memleketinde muhtar olan kavle göre; köyde olsa bile yeni kilise, havra, manastýr, ateþgede, kabristan ve put yapmalarý caiz deðildir. Havî. Fetih. Hükümdarýn yýktýðý deðil kendi kendine yýkýlan kilise veya havra eski binasý üzerine ziyade edilmeksizin yeniden yapýlmasýna müsaade edilir. Eþbâh. Eski malzemesi kifayet ederse, bunun üzerine bîr þey ilave edilmez. Bu bahsin tamamý Vehbâniyye þerhindedir. Eski kilise veya havralar fetih yoluyla alýnan beldelerde mesken olarak býrakýlýr. Sulh yoluyla alýnan beldelerde yine kilise veya havra olarak býrakýlýr. Bahýr. Kuhistânî´de zikredilen buna muhaliftir.

ÝZAH

"Sene tamam olduktan sonra olsa bile müslüman olmasýyla ilh..." Yani zimmi sene tamam olmadan önce müslüman olsa, müslüman olmasýyla cizye kendisinden düþer. Sene tamam olup ikinci sene girdikten sonra müslüman olsa, cizyesi müslüman olmasýyla deðil ikinci senenin girmesiyle düþmüþtür. Çünkü senenin tekrarýyla cizye tedahül eder.

"Bir kimse, iki senenin cizyesini peþin olarak verdikten sonra müslüman olsa ilh..." Ýkinci senenin cizyesini vâcib olmadan önce verdiði içinkendisine geri verilir. Birinci senenin cizyesi kendisine geri verilmez. Çünkü onu vâcib olduktan sonra vermiþtir. Bu, "Cizyenin vâcib olmasý senenin evvelindedir." diyen zâtýn kavline göredir. Fetva da bunun üzerinedir. Valvalciyye.

"Ey kâfir cizyeni ver ilh..." Bundan anlaþýlmýþtýr ki. "Ey Allah´ýn düþmaný" demek, yakasýndan tutup sarsmak, boynuna sille vurmak da þübhesiz ona eziyet verir. Bundan dolayý Þafiî muhakkýklarýndan bazýlarý: "Sünnette bunlarýn aslý yoktur ve dört halifeden hiç birisi de bunu yapmamýþtýr." demiþlerdir.

"Yapmalarý caiz deðildir ilh..." Havra, kilise ve manastýr gibi eski tapýnaklarýn baþka yere nakledilmesine de izin verilmez.

"Muhtar olan kavle göre; köyde olsa bile yeni kilise, havra ilh...". Fetva için muhtar ve sahih olan kavil zikredildikten sonra zamanýmýzda herhangi bir kimsenin köylerde zimmîlerin yeni kilise, havra veya manastýr yapmalarý hususunda fetva vermesi helâl deðildir. Muhtar olan kavle muhalif olarak fetva veren kimsenin fetvasýna bakýlmaz. Onun fetvasýyla amel edilmez. Onun fetvasý kabul edilmez. Böyle bir kimse fetvadan menedilir.

Nehir´de zikredilmiþtir ki; ihtilâf Arap yarýmadasýnýn dýþýndadýr. Arap yarýmadasýnda kesinlikle zimmiler köylerde olsa bile yeni kilise, havra ve manastýr gibi þeyleri yapmaktan men olunurlar. Çünkü bir hadîs-i þerifde:

"Arap yarýmadasýnda Ýki din bir arada toplanmaz." diye buyurulmuþtur. Arap yarýmadasýndaki kiliseler yýkýlýr. Kilise ehlinin orada oturmasýna izin verilmez.

Ben derim ki: Söz, Ýslâm memleketinde zimmîlerin yeni kilise ve havra gibi tapýnak yapmalarý hakkýndadýr. Arap yarýmadasýnda yeni kilise ve havra yapma þöyle dursun, eskiden yapýlmýþ olan kilise ve havralar yýkýlýr. Çünkü biraz önce geçen hadîs-i þeriften dolayý müslüman olmayanlarýn Arap yarýmadasýnda oturmalarýna müsaade edilmez. Nitekim gelecektir. Fetih ile Essiyerü´l- Kebîr þerhinde bu hususta geniþ malûmat vardýr.

Þehirlerin üç kýsým olmasý ve bunlarda yeni kiliselerin yapýlmasý:

T E N B Ý H : Fetih´te zikredilmiþtir .ki; þehirler üç kýsýmdýr;

1 - Küfe, Basra, Baðdat ve Vâsýt gibi müslümanlar tarafýndan kurulmuþ olan þehirlerdir. Bunlarda kilise, havra gibi tapýnaklarýn yapýlmasý ittifakla caiz deðildir.

2 - Müslümanlar tarafýndan harp yoluyla alýnan þehirlerdir. Bunlarda da yeni kilise ve havra gibi tapýnaklarýn yapýlmasý ittifakla caiz deðildir.

3 - Müslümanlar tarafýndan sulh yoluyla alýnan þehirlerdir ki bakýlýr: Eðer yurtlarý ve arazîleri kendi ahalisine býrakýlmak þartýyla sulh yapýlmýþ ise bu þehirlerde kilise ve havra gibi tapýnaklarýn yapýlmasý caizdir. Eðer yurtlarý ve arazileri kendi ahalisine býrakýlmamak þartýyla sulh yapýlmýþ ise bu þehirlerde kilise ve havra gibi tapýnaklarýn yapýlmasý caiz deðildir. Ancak sulh yapýlýrken yeni kilise ve havra gibi tapýnaklarýn yapýlmasýný þart koþarlarsa, bu takdirde bunlarýn yapýlmasý caiz olur.

Ben derim ki: Yurtlarý ve topraklarý kendilerine býrakýlmak þartýyla sulh yapýldýktan sonra bu þehirler müslümanlarýn olsa, onlarý yeni kilise ve havra yapmaktan men ederler. Daha sonra bu þehirlerde çok az müslüman kalsa, onlarýn yeni kilise ve havra yapmalarý caiz olur. Müslümanlar tekrar o þehirlere geri dönseler, bu arada onlarýn yeni yapmýþ olduklarý havra ve kiliseleri yýkmazlar. Nitekim Es-Siyerü´l-Kebîr þerhinde de böyle zikredilmiþtir.

Müslümanlar bîr dar-ý harbi harb yoluyla alýp ahalisini zýmmî yaptýklarý takdirde onlarý yeni kilise yapmaktan menetmezler. Çünkü zimmîlerî yeni kilise yapmaktan menetme, içinde cuma namazlarýnýn kýlýndýðý ve hadlerin tatbik edildiði müslüman þehirlerine mahsustur. Þehirleri müslüman þehri olunca, zimmîler yeni kilise yapmaktan men olunurlar. Eski kiliseleri de kendilerine býrakýlmaz. Nitekim harp yoluyla alýnan yerler mücahidler arasýnda taksim edildiði takdirde, kiliseler zimmîlere býrakýlmaz. Ancak kiliseler yýkýlmayýp zimmîlere mesken olarak verilir. Çünkü bunlar onlarýn mülküdür. Ama onlara üstün gelmeden önce onlarla sulh yapýlýrsa, eski kiliseleri kendilerine býrakýlýr. Þehirleri müslüman þehri olduktan sonra bu þehirlerde yeni kilise yapmalarýna müsaade edilmez.

T E T Ý M M E : Bir beldenin sulh veya harp yoluyla alýnmýþ olduðunda müslümanlar i!e zimmîler ihtilâf etseler bakýlýr: Eðer o yerin sulh veya harp yoluyla alýnmýþ olduðuna dâir eser bulunursa onunla amel edilir. Eðer eser bulunmazsa o yer zimmîlere býrakýlýr.

Zimmîlerin bir þehirde kilisesi bulunup zimmiler "yurdumuz ve arazimiz bizlere býrakýlmak üzere sulh olduk" diye iddia etseler, müslümanlar "hayýr sizin yeriniz harp yoluyla alýnmýþtýr" deyip zimmîleri kilisede âyin yapmaktan men etmek isteseler, aradan uzun zaman geçtiði için o yerin sulh veya harp yoluyla alýnmýþ olduðu bilinmese hükümdar fukahâ ve tarihçilere sorar. Eðer sulh veya harp yoluyla alýnmýþ olduðuna dâir bir eser bulunursa, onunla amel edilir. Eser bulunmaz veya eserler deðiþik olursa bu hususta zimmîlerin sözü kabul edilip o yerin sulh yoluyla alýnmýþ olduðuna hükmedilir. Çünkü o yer onlarýn elinde bulunmaktadýr ve onlar asýlý iddia etmektedirler. Bu bahsin tamamý Es-Siyerü´l-Kebîr þerhindedîr.

"Hükümdarýn yýktýðý deðil kendi kendine yýkýlan kilise veya havra eski binasý üzerine ziyade edilmeksizin yeniden yapýlmasýna müsaade edilir ilh..." Bu. müslümanlar düþmana üstün gelmeden önce onlarla eski kiliseleri bak? kalmak üzere sulh yaptýklarýna göredir.

Hidâye´de zikredilmiþtir ki; binalar devamlý kalýcý deðildir. Ýslâm hükümdarý gayr-ý müslimlere kendi yurtlarýný býrakýnca onlara yýkýlan kiliselerini tamir etmelerine müsaade etmiþtir. Ancak kiliseyi baþka bir yere nakletmelerine müsaade edilmez. Günkü kiliseyi baþka bir yere nakletme gerçekteyeniden yapmaktýr.

"Eþbâh ilh..."

- Kilise haksýz olarak yýkýlmýþ olsa bile tekrar yapýlmasý caiz deðildir. -

Ben derim ki: Kilise, sebebsiz olsa bile kapatýldýðý takdirde açýlmaz. Nitekim bu, asrýmýzda Kahire´de Hâret-i Zevile kilisesinde vâki olmuþtur. Bu kiliseyi Kaadu´l-Kuzât Þeyh Muhammed b. Ýlyas kapatmýþtýr. Bu zamana kadar açýlmamýþtýr. Hatta açýlmasýna dâir sultanýn emri geldiði halde hâkim onu açmaya cesaret edememiþtir.

T E N B Ý H : Zimmîlere yýkýlan kiliselerini ayný þekilde tekrar yapmalarý için müsaade etmemizden onlara "tekrar yapmalarý için emretmemizin caiz olmasý" murad edilmeyip bilâkis onlarý kendi dinleri üzerine býrakmamýz murad edilmiþtir,

Þürunbulâlî kiliselerin hükmüne aid risalesinde Ýmam-ý Sübkî´den naklen zikretmiþtir ki; fukahânýn "biz zimmileri kiliselerini tamir etmekten menetmeyiz" kavilleri, bizim onlara "tamir etmeleri için emretmemizin caiz olmasý" mânâsýna olmayýp, bilâkis "onlarý kendi dinleri üzerine býrakýrýz" manasýnadýr. Buna göre onlarýn kiliseleri tamir etmeleri, þarab içmeleri gibi üzerinde devam ettikleri günâhlardandýr. "Kiliseyi tamir etmeleri onlar için caizdir" demiyoruz. Hükümdarýn veya hâkimin onlara "kiliseyi tamir edin" demesi ve bu hususta onlara yardým etmesi helâl deðildir. Hiç bir müslümanýn da onlar namýna bu iþte çalýþmasý helâl deðildir.

Ýmam-ý Sübki tarafýndan nakledilenin biz Hanefilerin kaidesine uygun olduðu bilenler için gizli deðildir,

Sahabe-i Kiram yahudilerle sulh yapmamýþtýr.

Sirâc-ý Bülkînî´den: "Yahudilerin havrasý hakkýnda ashab-ý kiram fütuhat zamanýnda yahudilerle asla sulh yapmamýþlardýr." diye nakledilmiþtir.

Ben derim ki: Bu açýktýr. Çünkü yahudilerin üzerine zillet ve meskenet mührü vurulmuþ olduðu için bütün beldeler hýristiyanlarýn elinde bulunmaktaydý. Sonra Rahmetî´nin haþiyesinde: "Zimmîler Tatar vakasýnda ahidlerini bozmuþlar ve hepsi öldürülmüþlerdir. Þimdi kiliseleri haksýz olarak durmaktadýr." diye yazýlmýþ olduðunu gördüm.

- Yahudilerin terkedilmiþ havrasýný hýristiyanlarýn almasý hususundaki mühim fetva hadisesi -

Benim bu mevzuyu yazmama yakýn bin iki yüz kýrksekiz senesinde vâki olan fetva hadisesi þöyledir: Yahudilerden "Yahûdî´l-Kurrâyîn" denilen bir fýrkanýn çok eskiden beri kullanýlmayan bir havrasý vardý. Çünkü bu fýrka Dýmýþk´da ölmüþ ve nesilleri kalmamýþtý. Sonra bu fýrkadan Dýmýþk´a garip bir yahudi geldi. Hýristiyanlar o havrayý kilise yapmalarýna izin vermesi için o yahudiye bir mikdar para verdiler. O da izin verdi. O vakit Hýristiyanlar kuvvetli olduðu için Yahudilerden bir cemaat bu hususta Hýristiyanlar! tasdik etti. Bu havra, Yahudilere aid bir çok binalar bulunan "Hâre" denilen yerin içinde bulunuyordu. Hýristiyanlarýn maksadý bu "Hâre" yi satýn alýp kiliseye katmaktý. Hýristiyanlar bu havranýn kilise yapýlmasý için verilmiþ olan iznin sahih olduðuna dâir fetva istediler. Ben fetva vermedim ve bu "caiz deðildir" diye kendilerine söyledim.

- Zamanýmýzda bazý düþüncesiz kimselerin bu husustaki fetvasý-

Dünya malýna tamah eden bazý düþüncesiz kimseler onlara bunun sahih ve caiz olduðuna dâir fetva vermiþlerdir. Kendilerine verilmiþ olan fetvaya dayanarak maksadlarýnýn þeriat hükmüne uygun olduðunu beyan edip bu hususta kendilerine izin verilmesi için bu hali veliyyül emre arz ettiler. Ýþin nereye vardýðýný bilmiyorum. Benim söylediðim hususta þikayetim yalnýz Allah-ü Teâlâ´yadýr. Ýstinadgahým da ancak Cenâb-ý Hak´týr.

Yahudilerin ahidlerinde durmadýklarý malûmdur. Onlarýn eskiden kalmýþ havralarý tapýnak olarak deðil mesken olarak býrakýlmýþtýr. Artýk býrakýldýðý gibi devam edecektir.

Zimmi hýristiyanlar, kâfir tatarlarla beraber olup, müslümanlarla savaþtýklarý için onlar da ahidlerini bozmuþlardýr. Artýk kiliseleri hakkýndaki ahidleri bakî kalmadýðý için þimdi haksýz olarak kiliseleri bulunmaktadýr. Peygamberimizin aleyhinde söz söyleme bahsinde gelecektir ki, Þam´daki zimmîlere yeni havra ve kilise yapmamalarý, hiç bir müslümana sövmemeleri ve hiç bir müslümam dövmemeleri þartý ile ahid verilmiþtir. Þayet buna muhalefet ederlerse, zimmetleri kalmayacaktýr. Ehalisi kalmayýp içinde küfür icra edilmeyen bir havranýn içinde yeniden küfür icra edilmesi için yardým etmek caiz deðildir

Þürunbulâli risalesinde Ýmam-ý Karâfî´nin "yýkýlan kiliseler yeniden yapýlmaz. Kim bunlara yardým ederse küfre razý olmuþ olur. Küfre rýza ise küfürdür, diye fetva vermiþ olduðunu" zikretmiþtir.

Yahudilerin Hýrýstiyanlara düþmanlýklarý biz müslümanlara olan düþmanlýklarýndan daha þiddetlidir. Yahudilerin havralarýnýn kilise yapýlmasýna razý olmalarý ve Hýristiyanlarý tasdik etmeleri -yukarýda geçtiði üzere- onlarýn kuvvetinden korktuklarý içindir.

Biz müslümanlarca her ne kadar küfür bir millet olsa bile bir fýrkaya mahsus olan bir tapýnaðý, o fýrkadan hiç bir kimsenin o tapýnaðý baþka bir cihete sarfetmesi câiz deðildir. Nitekim Ýslâmiyet bir millet olduðu halde meselâ Hanefilere vakfedilmiþ olan bir medreseyi hiç bir kimse baþka bir mezhebin ehline vermeye mâlik deðildir. Þam´ýn fethi zamanýnda ´hýristiyanlarla yapýlan sulhta, o zaman mevcud olan kiliselerinin bakî kalmasý ve yeni kilise, manastýr yapmamalarý þart koþulmuþtur. Hýristiyanlarýn kendilerinin olmayan havrayý kiliseye çevirmeleri yeni kilise yapmaktýr. Dört mezheb imamý, zimmîlerin yeni kilise, havra ve manastýr yapmaktan men edilmeleri hususunda ittifak etmiþlerdir. Nitekim Þürunbulâlî mezheb imamlarýnýn delillerininaklederek bu bahsi izah etmiþtir

Zimmîler kendileri için mesken olarak hazýrlanmýþ bir haneyi kilise edinip orada toplansalar, bundan men olunurlar. Çünkü bunda müslümanlara karþý gelme ve Ýslâm dinini hakir görme vardýr.

"Bu bahsin tamamý Vehbâniyye þerhindedir ilh,.."

- Yýkýlan kiliselerin yeniden nasýl yapýlacaðý -

"Yýkýlan kilise veya havra, eski binasý üzerine ziyade edilmeksizin yeniden yapýlýr" ifadesinin mânâsý "kerpiçle yapýlmýþ bir kilise yýkýldýðýnda tuðla ile, tuðla ile yapýlmýþ bir kilise yýkýldýðýnda taþ ile, hurma aðacý ve dallarý ile yapýlmýþ bir kilise saç aðacý île yapýlamaz" demektir,

"Yýkýlan bir kilise ancak eski malzemesiyle yapýlýr" ifadesini mutemed kitablardan hiç birisinde bulamadým. "Yýkýlan kilise iade edilir" ifadesindeki "iade"nin þeriatta ve lügatta "eski malzemesiyle yapýlýr" mânâsýna olmasý bence acýk deðildir. Çünkü Ýmam Muhammed´in ibaresinde "yýkýlan kiliseler yapýlýr", Hâniyye´nin icâre bahsinde "yýkýlan kiliseler tamir edilir" þeklindedir. Bu ibarelerden yýkýlan kilisenin eski malzemesiyle yapýlmasýnýn þart olduðu anlaþýlmamaktadýr.

Yýkýlan kiliselerini tamir etmeleri þartýyla sulh yapýlan zýmmîler, kilise veya havralarý yýkýldýðý takdirde eski binasý üzerine ziyade edilmeksizin kerpiç ve çamurla yeniden yaparlar, taþ ve tuðla ile yapamazlar:

Hükümdar yeni yapýlmýþ veya eski binasý üzerine ziyade edilmiþ bir kilise gördüðü takdirde yýktýrýr. Bundan anlaþýlmaktadýr kî, eski malzemesi ayný þekilde yapýlmasýna kifayet ederse, bunun üzerine yeni bir þey ilave edilmez.

"Bahir ilh..." Bahýr´ýn ibaresi Fethü´l-Kadir´de zikredilenin aynýdýr. Þöyle kî: Bilmiþ ol ki, bütün rivayetlere göre köylerdeki eskiden yapýlmýþ olan kiliseler ve havralar yýkýlmaz. Þehirlerde eskiden yapýlmýþ olan kilise ve havralar hakkýnda Ýmam Muhammed´in kavli muhteliftir, öþür ve haraç bahsinde "yýkýlýr", îcâre bahsinde ise "yýkýlmaz" demiþtir. Ýnsanlar "yýkýlmaz" kavli ile amel etmektedirler. Bu kadar âlimler bu kadar zaman geçtiði halde îslâm memleketinde bir çok kilise ve havralarýn hâlâ mevcud olduðu görülmektedir. Hiç bir hükümdar bunlarýn yýkýlmasýný emretmemiþtir. Ashab-ý kiram zamanýndan beri böyle devam edegelmiþtir. Kilise veya havra bulunan bir sahrada þehir kurulup bunlar surun içinde kalsalar lâyýk olan yýkýlmamalarýdýr. Çünkü onlar sur yapýlmadan önce emâna hak kazanmýþlardýr. Kahire´nin içinde bulunan kiliseler de bunun üzerine hamledilir. Yani bu kiliseler sahrada îdi. Kölemenler bunlarýn etrafýna sur yaptýlar. Þimdiki Kahire´de bulunan kiliseler bunlardýr. Ýslâm hükümdarýnýn zimmîlerin aþikâr olarak yeni kilise yapmalarýna müsaade etmesi mümkün deðildir. Buna göre Arap yarýmadasýndan baþka Ýslâm memleketinde el´an mevcud olan kiliseler yýkýlmaz. Çünkü bu kiliseler þehirlerde eskiden kalma ise þübhe yok ki Ashab-ý Kiram veya Tabiîn þehirleri fethettikleri zaman bunlarý bilerek býrakmýþlardýr. Bundan sonra bakýlýr: Eðer belde harp yoluyla alýnmýþ ise kiliselerin tapýnak olarak deðil mesken olarak býrakýlmýþ olduðuna hükmedilir de yýkýlmaz. Fakat orada toplanýp âyin yapmalarýna müsaade edilmez. Eðer beldenin sulh yoluyla alýnmýþ olduðu bilinirse, kiliselerin tapýnak olarak býrakýlmýþ olduðuna hükmedilir. Orada âyin yapmalarýna mâni olunmaz. Ancak âyini açýktan yapmalarýna müsaade edilmez.

METÝN

Zimmîler kýyafetlerinde, bineklerinde, eyerlerinde ve silâhlarýnda müslümanlardan ayrýlýrlar Ata binemezler. Ancak Ýslâm hükümdarý zimmîlerden düþmaný defetmek için harbe katýlmalarýný isterse, bu takdirde ata binmelerine müsaade edilir. Zahire.

Merkebe binmeleri caiz olduðu gibi katýra binmeleri de caizdir. Fetih´de zikredilmiþtir ki; zîmmilerin harbte ata, diðer zamanlarda merkebe ve katýra binmelerine müsaade edilmesi mütekaddimîne göredir. Müteahhirîne göre; hiç bir þeye binemezler. Ancak zaruretten dolayý binmelerine müsaade edilir.

Eþbâh´ta zikredilmiþtir ki; gerek merkep gerekse diðer herhangi bir hayvana binemezler. Sarýk saramazlar. Zaruretten dolayý merkebe binerlerse, müslümanlarýn toplantý yerlerine uðradýklarýnda inerler.

Zaruretten dolayý ata binerlerse, örtü çýkýntýlý palan gibi eyere binerler. Silâh kullanamazlar. Küfür alâmeti olan yünden veya kýldan yapýlmýþ parmak kalýnlýðýnda olan zünnarý elbiseleri üzerine baðlarlar. Zîmmilerin her alâmetle ayrýlmalarý lâzým mýdýr? Bunda ihtilâf vardýr. Sahih olan þudur: Eðer bir belde harp yoluyla alýnmýþsa, her alâmetle ayrýlmalarý lâzýmdýr. Sulh yoluyla alýnmýþsa, sulh þartlarýna göre hükmolunur. Doðru olan kavle göre; mavi veya sarý olsa bile sarýk sarýnmaktan menolunurlar. Nehir. Bahýr´da da böyle zikredilmiþtir. Yukarýda geçtiði üzere Eþbâh´da da bu kavle itimad edilmiþtir. Zimmîler ancak siyah uzun külah giyerler. Zimmîler ipek zünnar baðlamaktan, yünden yapýlmýþ biniþ, iyi çuha, ince hýrka gibi kýymetli elbiseleri, ilim ehline ve eþrafa mahsus olan elbiseleri giymekten menolunurlar. Müslümanlar yanýnda hürmet gören katiplik mübaþirlik gibi hizmetlerden de men olunurlar. Bu bahsin tamamý Fetih´dedir.

Hâvî´de zikredilmiþtir ki; zimmîlerle müslümanlar arasýndaki her muamelede zimmîler kendilerini daima zelil ve hakir görürler. Buna göre; yanlarýnda bir müslüman ayaktayken onlar oturmaktan men olunurlar. Bahýr. Onlara tazim etmek haramdýr. Onlarla musâfaha etmek de mekrûhdur. Onlara selâm verilmez. Ancak ihtiyaç olursa verilir. Eðer onlar selâm verirlerse, cevabýnda "aleyküm" denilir, "aleykümüsselâm" denilmez. Zimmîlere yol daraltýlýr, hanelerinin üzerinde alâmet bulundururlar. Bu bahsin tamamý Eþbâh´ýn "zimmî ahkâm"ýndadýr.

Þürunbulâlî´nin Vehbâniyye þerhinde zikredilmiþtir ki; zimmîlerin Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere´de oturmalarýna müsaade edilmez. Çünkü bu yerler, Arap topraklarýdýr. Arap topraklarý hakkýnda Resûl-i Ekrem Efendimiz:

"Arap yarýmadasýnda iki din bir arada toplanmaz." buyurmuþlardýr. Bu yerlere ticaret için girmeleri caizdir. Fakat uzun zaman kalmalarda müsaade edilmez.

Es-Siyerü´l-Kebîr´de zikredilene göre; zimmîlerin Mescid-i Haram´a girmelerine müsaade edilmez. El-câmiü´s-Saðîr´de zikredilene göre müsaade edilir. Es-Siyerü´l-Kebîr Ýmam Muhammed´in son telif ettiði kitabý olduðu için onda zikredilen kavil üzerinde karar kýlmýþ olduðu acýktýr.

Hâniyye´de zikredilmiþtir ki; zimmîlerin köleleri deðil kadýnlarý da bellerine zünnar baðlamakla müslüman kadýnlardan ayrýlýrlar. Bir zimmî bir þehirde bir haneyi satýn almak isterse kendisine satýlmaz. Þayet satýn almýþ olursa, onu bir müslümana satmasý için cebrolunur. Bazýlarý: "Cebrolunmaz, ancak çok satýn aldýklarý takdirde cebrolunur." demiþlerdir. Dürer.

Müftî Ebussûud´un Ma´ruzât´ýnýn namaz bahsinde zikredilmiþtir ki;

- Zimmîlerin þehirde müslümanlarla birlikte oturmalarý -

Ebussûud Hazretlerine "Bir mescidin etrafýnda hiç bir müslüman hanesi kalmayýp mescidi kâfirlerin haneleri kuþatmýþ olup yalnýz vazifeleri için imam ile müezzin onda ezan okuyup namaz kýlsalar kendilerine tâyin edilen ücret helâl olur mu?" diye sorulmuþ. O da: "Bu mescidin etrafýndaki haneleri müslümanlar kýymetleriyle acele olarak cebren satýn alýrlar." diye cevap vermiþ. Sultan da böyle yapýlmasýný emretmiþ. Hâkimin de bu hükmü tehir etmesi asla caiz deðildir.

Yine Maruzât´ýn cihâd bahsinde zikredilmiþtir ki; Ebussûud Hazretlerinde "Zimmîler köle veya cariyeyi hizmetçi olarak kullanmasýnlar, diye padiþahýn fermaný sâdýr olduktan sonra bir zimmî köle veya cariyeyi hizmetçi olarak kullansa kendisine ne lâzým gelir?" diye sorulmuþ. O da: "O zimmî þiddetti tazîr ve hapsedilir." diye cevap vermiþtir.

Hâniyye´de zikredilmiþtir ki; zimmîler, hor ve hakir gördükleri iþleri yapmakla emrolunurlar. Hanelerini de üzerlerinde alâmet bulundurmak suretiyle müslümanlarýn hanelerinden ayýrýrlar.

ÝZAH

"Zimmîler kýyafetlerinde ilh..." Yani zimmîler müslümanlara karýþýnca, müslümanlara yapýlan tazim ve hürmet onlara da yapýlmamasý için müslümanlardan ayrý kýyafette bulunmalarý lâzýmdýr. Ayrý ´kýyafette bulunmamýþ olsalar, onlardan biri yolda ansýzýn ölür de üzerine cenaze namazý kýlýnabilir. Kýyafetlerinin ayrý olmasý vâcib olunca, hakir ve zelil bir kýyafette bulunurlar. Tazim edilecek bir kýyafette bulunamazlar. Sebebsiz olarak eza edilmeksizin onlarý alçaltmak lâzýmdýr.

"Bineklerinde ilh..." Nehir sahibi "Zimmîler hayvana bindikleri takdirde devamlý bir taraftan binmek suretiyle binmede müslümanlardan ayrýlýrlar. Bunu kardeþimden iþittiðimi zannediyorum." demiþtir.

Ben derim ki: Bu böyledir. Allâme Kasým risalesinin kilise bahsinde zikretmiþtir ki; Hz. Ömer (R.A.) ordu kumandanlarýna "zimmîleri kurþunla mühürlemelerini, onlar hayvana bindikleri takdirde palan üzerine yan binmelerini" yazmýþtýr.

"Silâhlarýnda ilh..." Musannýf bunda Dürer sahibine tâbi olmuþtur. Bu ise metin sahihlerinin "zimmîler silâh kullanmaz" ifadelerine münafidir. Meðer ki, "müslüman hükümdar zimmîlerin harbe katýlmalarýný isterse bu takdirde silâhlarýný müslümanlardan ayrý takýnýrlar" mânâsýna hamledilmiþ olsun. Musannif "zimmîler silâhlarýnda müslümanlardan ayrýlýrlar" ifadesiyle "silâh kullanamazlar" mânâsýný murad etmiþse, bu da çok uzaktýr.

"Katýra binmeleri de caizdir ilh..." Yani katýra binmede izzet ve þeref olmadýðý takdirde zimmîlerin katýra binmesine müsaade edilir. Bu bahsin tamamý Vehbâniyye þerhindedir.

"Zaruretten dolayý binmelerine müsaade edilir ilh..." Yani zimmî köye giderse veya hasta olursa merkebe binmesine müsaade edilir. Fetih.

"Silâh kullanamazlar ilh..." Çünkü silâh kullanmada izzet ve þeref vardýr, izzet ve þerefli olan her þeyden menolunurlar. Bu kaideden pek çok hüküm bilinir. Dürr-i Müntekâ.

"Mavi veya sarý olsa bile sarýk sarmaktan menolunurlar ilh..." Bu Fetih´de zikredilene muhaliftir. Fetih´de: "Maksad zimmîlerin bir alâmetle ayrýlmalarý olunca her beldenin örf ve âdeti itibar edilir. Bizim memleketimizde alâmet sarýkladýr. Hýristiyanlar mavi, Yahudiler sarý sarýnmaktadýr. Beyaz sarýnmak ise müslümanlara mahsusdur." diye zikredilmiþtir. Zahîriyye´de bildirilmiþtir ki; zimmîlerin sarýk sarýnmalarý, ipek zünhar baðlamalarý müslümanlarý üzer. Zimmîler bu alâmetle ayrýlmaktan men olunurlar. Tatarhâniyye´de zikredilen de bunu te´yid eder. Þöyle ki: Zimmîler küçük külah giymekten menolunurlar. Siyaha boyanmýþ bezden, astarlý uzun külah giymelerine müsaade edilir. Bu alâmet olarak daha lâyýktýr.

Ben derim ki: Bu, Ýmam Ebû Yusuf´un Haraç kitabýnda "Zimmîler astarlý uzun külah giymeleri için cebrolunurlar. Çünkü Hz. Ömer bununla emretmiþtir. Sarýk sarýnmaktan menolunurlar." diye zikredilene muvafýktýr.

TENBÝH: Fetih´de zikredilmiþtir ki: zimmîye kadýnlar sokaklarda kýyafetleri ile tanýnmalarý için yahudi kadýnlarý çarþaflarýnýn üzerine sarý bir bez, hýristiyan kadýnlarý ise mavi bir bez dikerler.

Keza zimmî kadýnlar hamamda da tanýnmalarý için boyunlarýna demir halka takarlar. Ýhtiyar´da da böyle zikredilmiþtir.

Ben derim ki: Zimmîye bir kadýn müslüman bir kadýna bakmada esah olan kavle göre yabancý erkek gibidir. Binaenaleyh zimmîye bir kadýn müslüman bir kadýna asla bakamaz.

"Yünden yapýlmýþ biniþ ilh..." Þimdi bu elbise, Kur´ân ve ilim ehline mahsus olduðu için zimmîler bu elbiseyi giymekten menolunurlar. T.

"Zimmîler kendilerini daima zelil ve hakir görürler ilh..." Bahýr´da zikredilmiþtir ki, zimmîler müslümanlarla beraber bulunduklarýnda kendilerini hakir ve zelil görmeleri lâzým olunca, müslümanlarýn onlara tazîm etmemesi vâcibdir. Fakat Zahîre´de zikredilmiþtir ki. hamama gelen bir yahudinin parasýna tamah ederek bir müslümanýn ona hizmet etmesinde bir beis yoktur. Kalbi Ýslâmiyete meyletsin diye ona tazimde bulunmasýnda da bir beis yoktur. Bunlardan hiç ´birine niyet etmezse ona hizmet veya tazîm etmesi mekrûhdur.

Keza kalbi Ýslâmiyete meyletsin diye bir müslümanýn bir zimmî için. ayaða kalkmasýnda bir beis yoktur. Eðer kalbinin Ýslâmiyete meyletmesine niyet etmeksizin ayaða kalkar veya zenginliði için ona tazimde bulunursa mekrûhdur.

Tarsûsî: "Bir zimmînin zatýna veya dinine tazîm için bir müslüman ayaða kalkarsa kâfir olur. Çünkü küfre rýza küfürdür. O halde küfre nasýl tazîm edilir?" demiþtir.

Ben derim ki: Bundan þu anlaþýlmýþtýr: Bir müslüman bir zimmînin þerrinden korktuðu için ayaða kalkarsa, bunda bir beis yoktur. Hatta kesin olarak zarar geleceðini bilirse ayaða kalkmasý vâcib, zann-ý galibine göre zarar geleceðini bilirse ayaða kalkmasý müstehab olur.

"Zimmilere yol daraltýlýr ilh..." Yani müslüman ile zimmî birbirleriyle karþýlaþtýklarýnda ihanet için müslüman onu yolun en dar tarafýna sevkeder.

"Hanelerinin üzerinde alâmet bulundururlar ilh..." Yani zimmîler bilinip kendilerine dua ve istiðfar edilmemesi için evlerinin üzerinde alâmet bulundururlar.

"Bu yerler Arap topraklandýr ilh..." Zimmilerin yalnýz Mekke ile Medine´de deðil, Arap yarýmadasýnýn hiçbir yerinde oturmalarýna müsaade edilmez.

Muvatta ve diðer hadîs kitablarýnýn tahricine göre metinde geçen hadîs-i þerifi Peygamber Efendimiz vefat ettikleri hastalýðýnda buyurmuþlardýr.

"Onda zikredilen kavil üzerinde karar kýlmýþ olduðu açýktýr ilh..."

Buna göre "zimmîlerin Mescid-i Harama girmelerine müsaade edilmemesi" mezhebin mu´temed kavli olmuþ olur.

Ben derim ki: Fýkýh metinlerinin Hazr ve Ýbâhe bahsinde "zimmîlerin Mescid-i Harama ve diðer mescidlere girmelerine müsaade edilir" diye zikredilmiþtir. Sarihin burada "zimmîlerin Mescid-i Harama girmelerine müsaade edilmez" sözü Ýmam Muhammed, Ýmam Þafiî ve Ýmam Ahmed´in kavilleridir.

Es-Siyerü´I-Kebîr´de zikredilen Ýmam-ý Azam´ýn deðil yalnýz Ýmam Muhammed´in kavlidir. Fýkýh metinleri Ýmam-ý Azam´ýn kavli üzeredir. Bilinmiþ olduðu üzere fýkýh metinleri mezhebi nakletmek için yazýlmýþlardýr. Bu bakýmdan metinlerde zikredilenlerden sapýlmaz.

Ýmam-ý Serahsî Es-Siyerü´l-Kebîr þerhinde zikretmiþtir ki; Ebû Süfyan imân etmeden önce Medine´ye geldiðinde Mescid-i Nebeviyye´ye girmiþtir. Bu, "müþriklerin hiçbir mescide girmesine müsaade edilmez" diyen Ýmam Mâlik´in aleyhine biz Hanefilerin delilidir.

Ýmam Þafiî:

"Müþrikler ancak ve ancak necistirler. Binaenaleyh bu seneden sonra Mescid-i Haram´a yaklaþmasýnlar." âyet-i kerimesinden dolayý "müþriklerin yalnýz Mescid-i Haram´a girmelerine müsaade edilmez." demiþtir.

Biz Hanefilere göre; kâfirler diðer mescidlerden menedilmedikleri gibi Mescid-i Haram´dan da menedilmezler.

"Bir zimmî bir þehirde bir haneyi satýn almak isterse ilh..." Es-Siyerü´l-Kebîr þerhinde zikredilmiþtir ki; Hz. Ömer´in Basra ile Kûfe´yi þehir yaptýðý gibi, bir islâm hükümdarý zimmîlerin arazisinde müslümanlar için bir þehir kursa da zimmîler oradan haneler satýn alýp müslümanlarla beraber oturmak isteseler bundan menedilmezler. Zira islâm dininin güzelliklerini görüp imân etmeleri için onlarýn zimmî olmalarýný kabul ettik. Onlarýn müslümanlara karýþmalarý ve müslümanlarla birlikte oturmalarý bu mânâyý gerçekleþtirir.

Ýmam-ý Hulvanî: "Zimmîlerin Ýslâm þehrinde hâne satýn almalarý az olduklarý takdirdedir. Onlarýn sakin olmasýyla müslüman cemaat azalacak veya daðýlacak olursa buna müsaade edilmez. Zimmîlere þehrin bir kenarýnda oturmalarý emrolunur." demiþtir. Bu, Ýmam Ebû Yusuf´un "Emâlî" ismindeki eserinde mevcuddur.

"Cebren satýn alýrlar, diye cevap vermiþ ilh..." Bu cevap imam-ý Hulvanî´nin kavline göredir. Ebussûud Hazretleri "imam ile müezzin vazifelerini yaptýklarý için tâyin edilen ücret kendilerine helâl olur." diye cevap vermesi lâzým iken sorulana cevap vermemiþtir.

Ben derim ki: Bu acýk olduðu için buna cevap vermeyip daha mühim olaný bildirmiþtir. Buna belagatta "üslûbü´l-hakîm (hikmetli söz söyleme tarzý)" denir.

METÝN

Zimmîler þehirde müslümanlar arasýnda oturmak için ev kiralamak isteseler, kendilerinden kira almak menfaati bizlere aid olduðu için ve müslümanlarýn güzel muamelelerini görüp müslüman olmalarý için kiralamalarý caizdir. Fakat Ýmam-ý Hulvanî: "Onlarýn oturmalarýyla müslümanlarýnazalmamasý þartýyla kiralamalarý caizdir." demiþtir. Onlarýn oturmalarýyla müslümanlar azalacak olursa, müslümanlardan ayrýlýp müslümanlarýn bulunmadýðý bir tarafda oturmakla emrolunurlar. Bu, Zahîfe´den naklen Bahýr´da imam Ebû Yusuf´dan hýfz ve rivayet edilmiþtir.

Eþbâh´ta zikredilmiþtir ki; zimmîlerin þehirde müslümanlar arasýnda oturmalarýnda ihtilâf vardýr. Mu´temed olan kavle göre; müstakil bir mahallede oturmalarý caizdir. Bunu musannýf ve diðerleri ikrar etmiþtir. Fakat Þeyhülislâm Cûyzâde, zimmîlerin müstakil bir mahallede oturmalarýný reddederek: "Eþbâh sahibi yanlýþ anlamýþtýr. Galiba Zahîre´nin "nahiye" kavlini "mahalle" mânâsýna anlamýþtýr. Halbuki böyle deðildir." demiþtir.

Timurtâþî, Nesefî´den naklen Ýmam Þafiî´nin "Zimmîlerin müstakil bir mahallesi olmamasý için, müslüman þehirlerindeki hanelerini satmalarý, þehirden çýkýp haricinde sakin olmalarý kendilerine emrolunur." dediðini naklettikten sonra Câmiu´s-Saðîr þerhinde açýklamýþtýr ki; zimmîlerin müslüman þehirlerinden men olunmalarýndan maksad, þehirde oturduklarý müstakil bir mahalleleri ve orada müslümanlarýn kuvveti gibi kuvvet ve askerleri olmasýdýr. Ama müslümanlar arasýnda zelil ve hakir olarak oturmalarý böyle deðildir. Fetâvây-ý Üskûbî´de de böyledir.

-Zimmîlerin ahdini bozup bozmayan haller -

Zimmîlerin harb için bir yeri ele geçirmeleriyle yahut dar-ý harbe gitmeleriyle, yahut cizyeyi kabulden imtina etmeleriyle yahut nefsini müþrikler için casus kýlýp meselâ bir müsteminin bir sene Ýslâm memleketinde ikâmetiyle kendisine cizye konulup maksadý müslümanlarýn aleyhine kâfirler için casusluk yapmak gibi müslümanlarýn haber ve sýrlarýný bildirmek için gönderilmiþ olmasýyla iþte bu dört surette ahitleri bozulur. Casusluk için göndermiþ olmazlarsa ahdi bozulmaz. Mahît´in kelâmý bu kavil üzerine hamlolunur. Bu dört surette zimmî bütün hükümlerde mürted gibidir. Þu kadar var ki, zimmî esir edilse köle olur. Mürted ise öldürülür. Tekrar zimmeti kabul etmesi için kendisine cebredilmez. Mürted ise Ýslâmiyeti kabul etmesi için kendisine cebrolunur. Zimmînin "ben ahdi bozdum" demesiyle ahdi bozulmuþ olmaz. Ama harbî (kâfir) nin "ben emâný bozdum" demesiyle emân bozulmuþ olur. Bahir. Fetih.

Zimmînin cizyeyi vermekten imtina etmesiyle ahdi bozulmuþ olmaz. Yukarýda geçtiði üzere cizye konulurken kabulünden imtina etmesiyle ahdi bozulmuþ olur. Aynî, "Vâkýât´tan" cizyeyi vermekten imtina edenlerin öldürülmelerinin caiz olduðunu "nakledip ´bu üç imamýn kavlidir" demiþtir. Fakat bu, Bahýr´da zayýf görülmüþtür. Bir zimmînin müslüman bir kadýna tecavüz etmesiyle yahut bir müslümaný öldürmesiyle yahut bir müslümaný din cihetinden fitneye düþürmesiyle yahut yol kesmesiyle ahdi bozulmuþ olmaz. Peygamber Efendimize dil uzatmasýyla da ahdi bozulmuþ olmaz. Çünkü ahde yakýn olan asýl küfrü ahid yapýlmasýna mâni olmaz. Artýk asýl küfrü üzerine Peygamber Efendimiz (SAV.)´e dil uzatmasýyla zâid olan küfrü ahdini bozmaz. Bir müslüman Peygamber Efendimiz (SAV.)´e dil uzatýrsa, öldürülür. Nitekim ileride gelecektir.

Bir zimmî islâm dinine yahut Kur´ân-ý Kerîm´e yahut Peygamber Efendimiz (SAV.)´e dil uzatýrsa, kendisine icab eden ceza tatbik edilir. Aynî Peygamberimize dil uzatan zimmînin muhtar olan kavle göre öldürülmesidir." demiþtir, ibn-i Hümam da Aynî´ye tâbi olmuþtur.

Þarih der ki: Bu öldürme kavliyle ancak þeyhimiz Remli Hayrüddin fetva vermiþtir, imam Þafiî´nin kavli de budur. Bundan sonra Müftî Ebus-sûud´un Maruzât´ýnda gördüm ki; zimmînin Peygamber Efendimize dil uzatma âdeti ise öldürülmesini söyleyen imamlarýn kavliyle amel edilmesine dâir sultanýn emri vârid olmuþtur ve bununla Ebussûud Hazretleri fetva vermiþtir. Bundan sonra yine Müftî Ebussûud: "Hýristiyan olan Biþr´e Peygamberiniz Ýsa (A.S.) veled-i zinadýr." diyen Yahudi Bikr Peygamberlere dil uzattýðý için öldürülür." diye fetva vermiþtir.

Þarih der ki: ibn-i Kemâl´in Hadîs-i Erbain´ininin otuz dördüncü:

"Ey Âiþe lanet gibi fena söz söyleme." hadîs-i þerifinde "Biz Hanefilere göre hak olan; Peygamber Efendimize alenî dil uzatan bir zimmînin öldürülmesidir." diye açýkladýðý bunu teyid eder. Bu, Zahîre´nin Siyer´inde tasrih edilmiþtir. Þöyle ki: imam Muhammed Peygamber Efendimize alenen dil uzatan kadýnýn öldürülmesinin caiz olduðunu beyan için "Ömer b. Ady Mervan kýzý Asma´nýn Resûl-I Ekrem Efendimize dil uzatarak eza cefa ettiðini iþitince onu geceleyin öldürmüþ, Peygamber Efendimiz onu bu fiilinden dolayý methetmiþtir." diye rivayet edilen hadîs-i þerif ile istidlal etmiþtir. Bu böylece bilinmelidir.

ÝZAH

"Zimmîler þehirde müslümanlar arasýnda oturmak için ev kiralamak isteseler ilh..." Musannýf zimmîlerin hâne satýn alma hakkýnda olan bahsi bitirince hâne kiralamalarý ile ilgili bahse baþlamýþtýr. Musannýfin kelâmýndan anlaþýlmýþtýr ki, bunlarýn arasýnda fark vardýr. Þöyle ki: Bir zimmî müslüman þehrinde bir hâne satýn aldýðýnda satmasý için kendisine cebrolunur. Halbuki mu´temed olan kavle göre; kiralama ile satýn alma arasýnda fark yoktur. Ancak asýl ibare satýn alma hakkýndadýr.

"Orada müslümanlarýn kuvveti gibi ilh..." Yani kendilerini müdafaa edecek bir kuvvetin bulunmasý ancak müstakil bir mahallede oturmalarýyla mümkün olur. Bu yüzden böyle müstakil bir mahallede oturmaktan men olunurlar. Ama müslümanlar arasýnda daðýnýk, zelîl ve hakir olarak oturmalarýna mâni olunmaz.

TENBÝH: -Zimmîler binalarýný müslümanlarýn binalarýndan yüksek yapmaktan men olunurlar -

Dürr-i Müntekâ´da zikredilmiþtir ki; zimmîler binalarýný müslümanlarýn binalarýndan yüksek veya müsavi yapmaktan men olunurlar. Zimmîlerin yüksek olan eski binalarý yýkýlmaz.

Remli Hayreddin´e "Bir yahudinin bir müslümanýn odasý üstünde bir odasý bulunsa, müslüman kendisinden yüksekte bulunduðu için onu orada oturmaktan men etmek istese men etme hakký var mýdýr?" diye sorulduðunda: "Men etme hakký yoktur. Çünkü fukahâ zimmîlerin mâlik olduklarý eskiden kalma haneleri müslümanlarýn hanelerinden yüksek olsa yýkýlmadýðý müddetçe yýkýlmamasýný ve onlarda oturmalarýný caiz görmüþlerdir. Kendi-kendine yýkýldýðý takdirde eskisi gibi yüksek olarak yapýlmasýna müsaâde edilmez.", diye cevap yermiþtir. Zimmîler yüksek binalarda hýrsýzdan korunmak için otururlarsa buna mâni olunmaz. Çünkü onlar Dununla müslümanlarýn yüksek olmayý deðil korunmayý kasdetmiþlerdir. Müslümanlardan üstün olmak istediklerinde men olunurlar.

Kaariü´l-Hidâye Fetâvâ´sýnda; "Zimmîler muamelelerde müslümanlar gibidir. Bir müslümanýn mülkünde yapmasý caiz olan þeyi onlarýn da yapmasý caizdir. Bir müslümanýn mülkünde yapmasý câiz olmayan þeyi onlarýn da yapmasý caiz deðildir. Ancak binasýný yükselttiði takdirde komþusunun ýþýk ve havasýna mâni olma gibi bir zarar hâsýl olacak olursa buna müsaade edilmez. Bu. mezhebin zahir olan kavlidir." demiþtir.

Ýmam Ebû Yusuf Haraç kitabýnda zikretmiþtir ki: Kaadýnýn zimmîleri müslümamlar arasýnda oturmaktan men edip, onlara ayrý olarak oturmalarýný emretme hakký vardýr. Kaariü´l-Hidâye: "Ben bununla fetva veririm." demiþtir. Yani kaadýnýn zimmîlerin müslümanlar arasýnda oturmalarýna mâni olma hakký olunca, onlarý yüksek binalarda oturmaktan men etme hakký evleviyetle vardýr. Zimmîlerin binalarýný müslümanlarýn binalarýndan yüksek yapmalarý ve müslümanlar arasýnda yüksek binalarda oturmalarý caiz deðildir. Hatta müslüman mahallelerinde oturmalarýna müsaade edilmez.

Hâvî´de zikredilmiþtir ki: Zimmîlerin kendileri ile müslümanlar arasýndaki her muamelede zelil ve hakîr olmalarý vâcibdir. Binalarýnýn müslüman olan komþularýnýn binalarýndan yüksek olmasý hakîr ve zelîl olmalarýna muhaliftir.

Fetih´de zikredilmiþtir ki: Müslümanlardan üstün olduðunu söyleyen bir zimmîyi hükümdarýn öldürmesi helâldir. Ýmam Þafiî: "Zimmîleri üstünlükten men etmek vâcibdir. Bu Allah´ýn hakký ve dine tazimdir." demiþtir. Biz Hanefilerin kaidesi de böyledir. Yukarýda geçtiði üzere zimmîye tazim etmek haramdýr. Zimmînin üstünlüðüne razý olma ona tazim etmektir. Bu mahalde bana zahir olan budur, iþin hakikatim Allah-ü Teâlâ Hazretleri bilir.

"Ahidleri bozulur ilh..." Yani zimmîler ahidlerinin bozulmasýyla müslümanlara karþý düþman olurlar. Zimmet akdi. onlarýn düþmanlýk þerrini def içindir.

"Zimmilerin harb için bir yeri ele geçirmeleriyle ilh..." Yani zimmîlerin Ýslâm beldelerinden birini zorla elde ederek harbe cür´et etmeleriyle ahidleri bozulmuþ olur. Zimmîler. kendilerince doðru görülen bir delile dayanarak hükümdara karþý isyan edenlerle beraber olup savaþta onlara yardým etseler ahidleri bozulmaz. Zeylaî.

"Cizyeyi kabulden imtina etmeleriyle ilh..." Yani cizyeyi kabul etmemeleriyle ahidleri bozulmuþ olur. "Cizyeyi kabul etmemek ancak cizye ilk defa konulurken mümkündür. O zaman da ise zimmet akdi yok ki bozulmuþ olsun." denilirse; "Babasýna tâbi olmakla zimmî olan bir çocuk, büyüyüp de sene baþýnda kendisine cizye konulmak istenildiðinde cizyeyi kabulden imtina edecek olsa babasýna tâbi olarak kendisine sabit olan zimmeti bozmuþ olur." diye cevap verilir. T.

"Muhit´in kelâmý bu kavil üzerine hamlolunur ilh..." Muhît´in ibaresi þöyledir: Bir zimmî müslümanlarýn ayýplarýný ve sýrlarýný düþmana haber verse yahut müslümanlardan birini öldürmek istese zimmet ahdini bozmuþ olmaz.

"Bütün hükümlerde mürted gibidir ilh..." Yani bir zýmmi, ticaret gibi maksadla olmaksýzýn müsadesiz olarak dar-ý harbe çýkýp gitmekle dar-ý harbe girdiðine hüküm olunsa, zimmeti bozulmuþ olup hakkýnda mürted ahkâmý geçerli olur; Ýslâm memleketinde býrakmýþ olduðu zimmîye zevcesi kendisinden boþ olur. Ýslâm memleketinde bulunan mallarý veresesi arasýnda taksim edilir. Sonra piþman olarak Ýslâm memleketine gelirse zimmeti avdet eder. Fetih. Bu bahsin tamamý Bahýr´dadýr.

"Mürted ise öldürülür ilh..." Çünkü onun küfrü aðýr ve þiddetlidir. Bahýr.

"Ben ahdi bozdum demesiyle ahdi bozulmuþ olmaz ilh..." Yani zimmet ahdi mücerred söz ile bozulmayýp fiil ile bozulur. Ama harbî (Pasaportlu kâfir) "ben emâný bozdum" dese, mücerred söz ile emân bozulmuþ olur. .

Ben derim ki: Galiba bunlar arasýndaki fark harbînin emâný mu-olup devamlý deðildir. Bundan dolayý harbî istediði zaman memleketine dönebilir. Fakat zimmet ahdi devamlýdýr. Zimmînin bundan dönmesi sahih deðildir. Bundan dolayý zimmînin dar-ý harbe gitmesine müsaade edilmez. Zimmî Ýslâm hükümdarýnýn kahrý altýnda bulunduðu müddetçe cizye vermesi için kendisine cebrolunur.

"Aynî, Vâkýât´tan ilh..." Ayni: "Hüsamüddin´in Vâkýât´ýnda zikredilen rivayete göre; zimmîler cizyeyi vermekten imtina ettikleri takdirde ahidleri bozulmuþ olup kendileriyle savaþýlýr. Bu üç imamýn kavlidir." demiþtir. Bunun rivayet ve dirayet cihetinden zayýf olduðu bilenler için gizli deðildir. Bahýr.

Ben derim ki: Rivâyet cihetinden zayýf olmasýnýn vechi, metinlerde yazýlý olan mezhebin meþhur rivayetine muhalif olmasýdýr, dirayet cihetinden zayýf olmasýnýn vechi öldürmeyi defeden ahid bakî olduðu için cizyenin kendilerinden zorla alýnmasýdýr.

Vâkýât´taki rivayet "Zimmîler bir yeri zorla ele geçirip harbe cüret ettiklerinde kendilerinden cizyeyi almak ancak savaþ ile mümkün olur." diye tevil edilebilir.

"Bir zimmînin müslüman bir kadýna tecavüz etmesiyle ilh..." Zimminin ahdi bozulmaz. Fakat kendisine had tatbik edilir.

Keza bir zimmî bir müslüman kadýný nikâhlasa ahdi bozulmaz. Fakat nikâhtan sonra bir müslüman olsa bile nikâh bâtýldýr. Zýmmý ve kadýn tazir edilir. Ýkisinin arasýný bulan kimse de ta´zîr edilir. Bahýr.

-Peygamber Efendimize dil uzatan zimminin hükmü-

"Peygamber Efendimize dil uzatmasýyla ilh..." Yani bîr zimmi Peygamber Efendimize alenen dil uzatmadýðý takdirde ahdi bozulmaz. Alenen dil uzatýr, veya dil uzatmayý âdet edinirse, kadýn olsa bile öldürülür. Bugün bununla fetva verilir. Dürr-i Müntekâ.

Remlî Hayrüddin: "Bu gibi hallerden dolayý zimmet ahdinin bozulmasý þart koþulmadýðý takdirde ahdi bozulmaz. Zimmet ahdinin bozulmasý evvelce þart koþulmuþ ise bu haller ile ahid bozulur." demiþtir.

Ben derim ki: Ýmam Ebû Yusuf´un Haraç kitabýnda zikredilmiþtir ki: Ebû Ubeyde (R.A.) Þam ahalisi île eskiden kalma kilise ve havralarýn býrakýlmasý, yeni kilise ve havra yapýlmamasý, hiç bir müslümanýn sövülüp dövülmemesi þartý ile sulh yapmýþtýr.

Allâme Kâsým´ýn, Hilâl, Beyhâki ve diðerlerinden rivayet ettiði ahidnâmenin sonunda þu ifadeler vardýr:

Ebû Ubeyde (R.A.); "Ben sulh yaptýðým zýmmilerle beraber Hz. Ömer (R.A.)´e ahidnâmeyi getirdiðimde Hz. Ömer (R.A,) zimmilere ilave olarak þunlarý yazdýrdý" demiþtir

Bizim ve kendi milletimizin aleyhine müslümanlarýn lehine olarak hiç bir müslümaný dövmemek þartýyla sulh yapýp müslümanlarýn emânýný kabul ettik, Eðer müslümanlarýn lehine ve kendi aleyhimize tekeffül ettiðimiz þartlardan herhangi birine uymayacak olursak zimmetimiz kalmayacak ve diðer kâfirler gibi kanýmýz helâl olacaktýr.

Hilâl´in rivayetine göre. Hz. Ömer (R.A.) Ebû Ubeyde (R.A.)´a; "Onlara istediklerini ver ve kendi aleyhlerine þart koþtuklarýna "bizim esirlerimizden hiç birini satýn almayacaklar ve bir müslümaný kasden dövdüklerinde ahidleri bozulacaktýr "þartlarýný da ilave et." diye yazmýþtýr.

Þürunbulâlî, risalesinde ahîdnâmeyî tamamiyle zikrettikten sonra "Kaadý Bedrüddin-î Karâfî´nin naklettiði gibi bütün mezheblerin fukahâsý buna itîmad etmiþtir. Bundan sonra zîmmîler benim zamanýmda yeni kilise yapmakla ahidlerini bozmuþlardýr." demiþtir. Risalesini bunun hakkýnda telif etmiþtir. Þürunbulâlî risalesinde Hz. Ömer (R.A.)´in ilave ettiði þartlarý zikrettikten sonra: Bu, "zîmmiler müslümanlara karþý yükseklik taslayýp inat ettikleri için ahidleri bozulmuþtur" diyen Kemâl b. Hümam´a delildir." demiþtir.

"Cihâd kýyamete kadar devam edecektir." hadîs-i þerifinin gereðince her Ýslâm hükümdarý bir beldeyi harp yoluyla aldýðý zaman Hz. Ömer (R.A.)´in þart koþtuðu maddeleri þart koþmamýþtýr. Bundan dolayý Ýslâm hükümdarlarý Hz. Ömer (R.A.)´in Þam ve diðer fethedilen yerlerin ahalisine þart koþtuðu maddeleri açýk olarak zikretmeyi býrakmýþlardýr.

Ýslâm hükümdarý harp yoluyla aldýðý yerin ahalisine Hz. Ömer (R.A.)´ in þart koþtuðu maddeleri þart koþmuþ olduðu bilinmedikçe o maddelerin hükmü o yerin ahalisine tatbik edilemez.

Velhâsýl: Bir zimmî bir müslüman kadýna tecavüze yahut müslüman kadýnla nikâh akdine yahut bir müslümaný dininden çýkarmaya yahut yol kesmeye yahut Resûl-i Ekrem hakkýnda dil uzatmaya cesaret edecek olsa bakýlýr: Eðer bu gibi hallerden dolayý zimmet ahdinin bozulmasý evvelce þart koþulmuþ ise zimmet ahdi bozulmuþ olur. Þart koþulmamýþ ise zimmet ahdi bozulmamýþ olur. Bununla beraber o zimmî hakkýnda ahdi bozulsun bozulmasýn bu suçundan dolayý gereken had veya ta´zîr cezasý kendisine tatbik edilir Þu kadar var ki. Peygamber Efendimize alenen dil uzatýr veya dil uzatmayý âdet edinirse, kadýn olsa bile öldürülür.

Hafýzüddin-i Nesefî´den naklen Þilbî´de zikredilmiþtir ki: Bir zimmî islâm dinine açýktan ta´n etmeye cür´et edecek olursa öldürülmesi caizdir: Çünkü Ýslâm dinine ta´n etmemesi üzerine ahid yapýlmýþtýr. Ta´n ettiði takdirde ahdini bozmuþ, zimmî olmaktan çýkmýþ olur.

TENBÝH: Zahire´den naklen Ebussûud Efendinin haþiyesinde zikredilmiþtir ki: Bir zimmî inandýðý ve itikad ettiði fena bîr þeyi Resul-i Ekrem hakkýnda söyleme cür´etinde bulunursa meselâ "Hz. Muhammed (s. A.V.) Peygamber deðildir" yahut "Yahudileri haksýz yese öldürmüþtür" yahut "yalancýdýr" dese, bazý imamlara göre ahdi bozulmuþ olmaz. Ama inanmadýðý ve itikad etmediði fena bir þeyi Peygamber Efendimiz hakkýnda söyleme cür´etinde bulunsa, meselâ Peygamber Efendimizi zinaya nisbet ederse yahut neþeti hakkýnda ta´n ederse ahdi bozulmuþ olur.

Ben derim ki: Þafiî mezhebine göre, bir zimmî bir müslüman kadýna tecavüze yahut bir müslüman kadýna nikâh ile cinsî yakýnlýða yahut müslümanlarýn noksanlarým kâfirlere yahut bir müslümaný dininden çýkarmaya yahut islâm veya Kur´ân-ý Kerim hakkýnda tana yahut Allah-ü Teâlâ´ya yahut Resûl-l Ekrem´e yahut Kur´ân-ý Kerîm´e yahut bir peygambere inanmadýðý ve itikad etmediði fena bir þeyi açýktan nispet etmek cüretinde bulunacak olsa - esah olan kavle göre - bakýlýr: Eðer bu gibi hallerden dolayý ahdin bozulmasý evvelce þart koþulmuþ ise þarta uymadýðý için ahid bozulmuþ olur. Eðer evvelce þart koþulmamýþ ise ahid bozulmuþ olmaz. Fakat bu gibi hallerden dolayý ahdin bozulacaðý þart koþulur. Eðer evvelce þart koþulup koþulmadýðýnda þübhe edilirse evceh olan ahdin bozulmamasýdýr. Çünkü bu haller akdin maksudunu ihlal etmez. Aslu´r-Ravza´da "Bu haller ile mutlak surette ahid bozulmaz." diye zikredilmiþtir. Fakat bu, zayýftýr. Minhâc Þerhi.

"Bir müslüman Peygamber Efendimize dil uzatsa öldürülür ilh..." Yani tevbe etmediði takdirde öldürülür. Dürer, Bezzâziye ve diðer bazý fýkýh kitablarýnda "tevbe etse bile hadden öldürülür" diye zikredilmiþtir. Bu biz Hanefilerin mezhebi deðil, Mâlikilerin mezhebidir. Nitekim ilerde gelecektir.

"Bir zimmî Ýslâm dinine yahut Kur´ân-ý Kerim´e yahut Peygamber Efendimize dil uzatýrsa kendisine icab eden ceza tatbik edilir ilh..." Zimmi bunlardan birine açýktan dil uzatýr veya dil uzatmayý âdet edinirse öldürülür. Nitekim gelecektir. Tazîr babýnda geçtiði üzere açýktan haksýz olarak baþkasýnýn malýný alan, yol kesen, gümrükçü, zalim, büyük günâh isteyen kimselerin icab ederse öldürülmeleri caizdir,

Nâsýhî: "Bozgunculuk eden, insanlara zarar veren, eza eden kimselerin öldürülmeleri caizdir." diye fetva vermiþtir.

Hanbeli mezhebinden olan Þeyhülislâm Ýbn-i Teymiyye´nin "Es-Sarü´l-meslûl" adlý, kitabýnda zikredilmiþtir ki: Ýmam-ý Azam Ebû Hanife ve onun mezhebinde olan fukahâ: "Peygamberimize dil uzatan zimmînin ahdi bozulmaz ve zimmî bu yüzden öldürülmez. Fakat açýktan dil uzatma cüretinde bulunursa tazîr edilir. Nitekim kendi kitablarým sesli okumalarý gibi yapmalarý caiz olmayan suçlarý açýktan yaptýklarýnda tazîr edildikleri gibi. Bunu Ýmam-ý Tahâvi, Ýmam-ý Sevrî´den nakletmiþtir. Hanefi mezhebinin usûl ve kaidesine göre keskin olmayan bir aletle âdâm öldürme ve ön tarafý dýþýnda cinsî yakýnlýkta bulunma gibi fena fiilleri iþleyen kimseler öldürülmez. Ama böyle fena fiilleri tekrarlýyan kimseyi hükümdarýn öldürmesi caizdir.

Kezâlik: Hükümdarýn lüzum görürse, tâyin edilen had üzerine ziyade etmesi de caizdir.

Hanefiler, Peygamber Efendimiz ve ashabý tarafýndan "Bu gibi fena fiilleri iþleyen kimseler öldürülür," diye vârid olan haberleri hükümdarýn lüzum görmesi üzerine hamlederler ve buna "siyaseten öldürme" adýný verirler.

Velhâsýl, cinsînde öldürme meþru olan fena filleri tekrar iþleyen kimseleri hükümdarýn tazir cezasý olarak öldürmesi caizdir. Bundan dolayý Hanefilerin ekseri fukahâsý "Resûl-i Ekrem Efendimize devamlý dil uzatan zimmînin -yakalandýktan sonra müslüman olsa bile- öldürülmesine" fetva vermiþler, buna "siyaseten öldürme" demiþlerdir. Bu. onlarýn usûl ve kaidelerine göredir. Ýbn-i Teymiyye´nin sözü burada son bulmuþtur. "Yakalandýktan sonra müslüman olsa bile öldürülür" ifadesini biz Hanefilerce açýklayan bir zatý görmedim. Fakat Ýbn-i Teymiyye bunu biz Hanefilerin mezhebinden naklettiði için kendisine itimad edilir.

"Ayni ilh..." Bahýr sahibi, "Peygamberimize dil uzatan zimminin öldürüleceðine dâir rivayet yoktur." demiþtir.

Remli Hayreddin Bahir sahibini reddetmiþtir. Þöyle ki: Zimminin ahdinin bozulmamasýndan öldürülmemesi lâzým gelmez. Bütün fukahâ bu yüzden zimmînin tazîr ve tedip edileceðini açýk olarak söylemiþlerdir. Bu ise baþkasýný böyle fena bir f

Ynt: Cihad By: Sevgi. Date: 14 Nisan 2023, 20:31:44
Esselâmu Aleyküm Rabbim ilmimizi artýrsýn inþaAllah

radyobeyan