> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Cihad
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Cihad  (Okunma Sayısı 4521 defa)
02 Mart 2010, 21:55:06
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 02 Mart 2010, 21:55:06 »



Reddü´l Muhtar / Cihad

CİHÂD BAHSİ

GANİMET VE TAKSİMİNE DAİR MESELELER BEYANINDA BÂB.

GANİMETİN NASIL TAKSİM EDİLECEĞİ BEYANINDA FASIL

KÂFİRLERİN BİRBİRİNİ VEYA BİZ MÜSLÜMANLARIN MALLARINI İSTİLÂLARI BEYANINDA BÂB.

MÜSTEMİNİN HÜKÜMLERİ BÂBI

KÂFİRİN EMÂNLA İSLAM MEMLEKETİNE GİRMESİ BEYANINDA FASIL

ÖŞÜR, HARAÇ VE CİZYE BEYANINDA BÂB.

CİZYE FASLI





CİHÂD BAHSİ


METİN


Musannıf cihâdı hadd (ceza) lerden sonra zikretti. Çünkü hadler ile cihâd´dan maksad yer yüzünü fitne ve fesaddan temizlemektir, Hadlerden cihâda yükselmek, bilenler için gizli değildir.

Cihâd lügatta: "Câhede fi sebilillâhi: ALLAH yolunda savaştı" terkibindeki "câhede" fiilinin masdarıdır.

Şeriatta cihâd: "Hak dinine davet etmek ve daveti kabul etmeyenlerle savaşmak" tan ibarettir. Şümunnî.

İbn-i Kemâl, cihâdı: "Bir müslümanın ALLAH yolundaki bir harbe bedeni ile katılması yahut malı ile yardım etmesi yahut re´yi ile yardımda bulunması yahut İslâm ordusunun kalabalığını artırması yahut yaralıların tedavisine bakması yahut ordunun yiyeceklerini, içeceklerini hazırlaması gibi elinden gelen gayreti göstermesidir." diye tarif etmiştir.

Ribat da cihâddır. Ribat: Arkasında müslüman bulunmayan düşman sınırında oturup müslümanları korumaktır. Ribatın muhtar olan kavle göre tarifi budur.

Sahih hadîsde vârid olmuştur ki, düşmandan sının muhafaza; bir zâtın bir vakit namazı beş yüz vakit namaza denkdir. Bir dirhem harcaması yedi yüz dirhem harcamasına denkdir. O halde ölürse, amelinin sevabı ve rızkı kıyamete kadar devam eder. Münker ve Nekî «sualinden. kabir azabından emin olur. Kıyametin dehşet ve şiddetinden: emniyet üzere şehid olarak kabrinden kalkar. Tamamı Fetih´dedir.

İZAH

«Cihâd bahsi ilh..." İslâm hukukunda cihâda aid bahisleri ve hükümleri ihtiva eden kısma "Kitâbü´s-Siyer", "Kitâbü´l-Cihâd" veya "Kitâbü´l-Meğazi" adı verilir.

Siyer, sîretin cem´idir. Sîret ise esasen yol, haslet, hey´et ve, bir nevi hareket mânâlarını ifade eder. Bu takdirde siyerin hey´et ve haletini beyan içindir. Fakat şeriat lisanında savaşla ilgili işlerde kullanılması galibdir. Nitekim "menâsik" hac işlerinde kullanılır.

Cihâdın fazileti pek büyüktür. Nasıl büyük olmasın ki, bir müslüman bu sayede ALLAH´a yaklaşmak için onun uğrunda nefsine meşakkatların en ağırını yükletmekte ve en aziz varlığı olan canını feda etmektedir. Bununla beraber nefsi devam üzere ibâdet ve taatlara hasrederek onu neva ve heveslerine tâbi olmaktan men etmek cihâddan da güçtür. Bundan dolayıdır ki, bir gazadan dönerken Resûl-i Ekrem Efendimiz: "Küçük cihâddan büyük cihâda döndük." buyurmuşlardır. Nitekim İbn-i Mes´ûd (R.A.)´dan rivayet edilen bir hadîs-i şerifte Resûl-i Ekrem Efendimizin cihâdı fazilet itibariyle namazdan sonra zikretmesi de bunu gösterir.

İbn-i Mes´ûd (R.A.) şöyle diyor: "Dedim ki:

- Yâ Resûlallah, amellerin en faziletlisi hangisidir?

- Vaktinde kılınan namazdır, buyurdular.

- Ondan sonra hangisidir? dedim.

- Anneye, babaya itaattir, buyurdular.

- Ondan sonra hangisidir? dedim.

- ALLAH yolunda cihâddır, buyurdular. Daha ziyade sorsaydım bana daha ziyade cevap verecekti." Bu hadîs-i şerifi Buhârî rivayet etmiştir.

Ebû Hureyre (R.A.)´den rivayet edilen bir hadîs-i şerifte: Resûl-i Ekrem Efendimiz cihâdı imândan sonra zikretmişlerdir.

Ebû Hureyre (R.A.) şöyle diyor: "Resûlullah (S.A.V.)´e:

- Amellerin hangisi efdaldir? diye sordular,

- ALLAH´a ve Resûluna imân, buyurdu.

- Ondan sonra hangisi? dediler.

- ALLAH yolunda cihâd, buyurdu.

- Ondan sonra da hangisi? diye sordular.

- Makbul (olmuş, içine günâh ve riya karışmamış) hac, cevabını verdi,"

Bu hadîs-i şerifteki "imân" lafzıyla umum mecaz olarak "namaz" ile "zekât" tan her birinin murad edilmesi lâzımdır. Çünkü devamlı vaktinde kılınan farz namazların cihâddan efdal olduğunda şübhe yoktur. Namaz her gün tekrarlanan farz-ı ayndır. Cihâd ancak imân ve namaz için meşru kılınmıştır. Bu yüzden cihâdın güzelliği başkasından, namazın güzelliği ise kendisindendir. Cihâdın faziletine dair malûmat Fetih´de zikredilmiştir.

Es-Siyerü´l-Kebir şerhinde bildirildiğine göre, Ebû Katâde (R.A.) şöyle demiş: Resûlullah (S.A.V.) insanlara bir hutbe okuyup önce ALLAH-ü Teâlâ´ya hamd-ü sena ettiler, sonra cihâdı anlatıp, farzların dışında ondan daha üstün bir ibâdet ve taatın mevcud olmadığını beyan buyurdular. Ebû Katâde "farzlar" ile farz-ı ayn olarak sabit olan "İslamın beş şartı"nı murad etmiştir. Cihâd, her ne kadar farz ise de fârz-ı kifâyedir. Farz-ı ayn, farzı kifâyeden daha kuvvetlidir. Sevâb ise farzın kuvvetli olmasına göredir. Bundan dolayı Resûl-i Ekrem Efendimiz cihâdın farz-ı ayn olan ibâdetlerden üstün olmadığını beyan buyurmuşlardır.

Ebû Katâde demiş ki: O vakit bir kimse ayağa kalkıp: "Ya Resûlullah! ALLAH yolunda şehid olanın şahadeti günâhlarına keffaret olur mu?" diye sordu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz biraz sukut buyurdular. Hatta kendilerine ilâhi vahiy indiğini anladık. Sonra: "Evet, sabır ve sebat edip sevabını ALLAH-ü Teâlâ´dan diler ve düşmana hücum eder de kaçmazsa» şehid edildiğinde borçlarından başka günâhlarına keffaret olur. Zira borçları ile muâhaze olunur. Nitekim Cebrail (A.S.) bana böyle bildirdi." diye buyurdular. Bu hadîs-işerifde şehidlerin derecelerinin yüksek olduğunu beyan, şehidlik rütbesinin günâhların affına sebep olduğunu ilân vardır. Yine bu hadîs-i şerifde kul hakkının pek büyük olduğu bildirilmektedir. Çünkü şehid için böyle yüksek dereceler var iken yine borç ile muâhaze olunacağını haber verip "Cebrail (A.S.) bana böyle bildirdi" ifadeleriyle de bunu vahye dayanarak söylediklerine işaret buyurmuşlardır. Tâ ki kıyamet gününde hasımları razı etmenin pek zor bir iş olduğunu herkes bitsin.

Bazı âlimler demişlerdir ki; bu hüküm İslamın ilk devrinde müslümanların malları az olup, borçlarını veremedikleri için Resûl-i Ekrem Efendimiz onları borçlanmaktan nehiy buyurdukları vakitlerde idi. Bundan dolayıdır ki, Resûl-i Ekrem Efendimiz borcunu ödeyecek mal bırakmayan ölünün namazını kılmazlardı. Sonra bu hüküm :

"Her kim mal bırakırsa, o mal ölünün veresesine aiddir. Her kim de borç veya aile ağırlığı bırakırsa, bu da bana aiddir." hadîs-i şerifiyle nesholunmuştur (hükmü kaldırılmıştır). Bu hadîs-i şerifin benzer) hac bahsinde de şu şekilde vârid olmuştur: Resûl-i Ekrem Efendimiz Arafat´ta ümmetinin af ve mağfireti ipin dua ettiler, kul hakkından başka her hususta duaları kabul edildi. Sonra Müzdelife´de de sabahleyin Meş´ar-i Harâm´da dua ettiler, duaları kul hakkında da kabul edildi. Cebrail (A.S.) inerek: "ALLAH-ü Teâlâ bazılarının hakkını diğer bazılarından dolayı fazl-u inayetiyle ödeyecektir." diye haber verdi. Bu kerametin misli, borçlu şehid hakkında da ALLAH-ü Teâlâ´nın lütûflarından uzak değildir. Ebû Hureyre (R.A.)´deh rivayet edilmiştir, demiştir ki: «Bir kimse: "Ya Resulûllah! Bir şahıs ALLAH yolunda cihâdı kasdedip cihâdda dünya malını da murad etse sevabına mâni olur mu?"» diye sordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz: "Onun için sevâb yoktur." buyurdular. Bu hadîs-i şerif iki vecihle te´vil edilir.

Birinci vecih: Cihâd için çıkmış olduğunu gösterip hakikatte maksadı mal kazanmaktır. Bu münafıkların halleridir, onlar için asla sevâb yoktur.

İkinci vecih: Cihâd kasdıyla çıkar fakat en büyük arzusu mal elde etmektir, yoksa âhirette sevaba nail olmak değildir. Resûl-i Ekrem Efendimiz, cihâd için iki dinar (altın) a kiralanan sahsa hitaben : "Senin için dünyada ve âhirette ancak iki dinar vardır." buyurmuşlardır. Ama bir kimsenin asıl maksadı ALLAH yolunda cihâd olup bununla birlikte ganimeti de arzu ederse yine sevaba nail olur. O; "(Hac yolunda ticaretle) Rabbınızdan rızık istemenizde bir günâh yoktur." (Bakara Sûresi, âyet: 198) âyet-i kerîmesinin hükmünde dahildir. Yani hac ehli ticaret yapmakla haccın sevabından mahrum olmadığı gibi bu mücahid de ganimet arzu etmekle cihâdın sevabından mahrum olmaz.

"Bilenler için gizli değildir ilh..." Çünkü hadler dünyayı fısk-u fücurdan temizler. Cihâd ise küfürden temizler. H.

"Câhede fiilinin masdarıdır ilh..." Cihâd elden gelen kuvvet ve kudreti sarfetmek manasınadır. Buna göre iyiliği emredip kötülükten menetmek suretiyle halkla mücahede eden herkese şâmildir. H.

"Ribat da cihâddır ilh..." "Es-Siyerü´l-Kebir şerhinde zikredilmiştir ki, hadîs-i şerifteki "Ribât" ve "Mürâbata"nın mânâsı: İslâm dinini aziz kılmak, müslümanlardan kâfirlerin şerrini defetmek için düşman sınırında oturmaktan ibarettir

"Ribat" ın aslı "at bağlamak" tan alınmıştır.

ALLAH-ü Teâlâ : "Siz de düşmana karşı kuvvet ve (cihâd için) bağlanıp beslenen atlar hazırlayın." (Enfal Sûresi, âyet: 60) buyurmuştur. Mücahid müslüman düşmanını korkutmak için oturduğu sınırda atını bağlar. Düşmanı da böyle yapar. Bundan dolayı bu işe "Mufâale" babından "Mürabata" denilmiştir.

İmam Mâlik´e göre; sınır vatandan değildir. İbn-i Hâcer : "Orada oturulup düşmanın şerrinin defedilmesi niyet edildiği için vatan olur." demiştir. Bundan dolayı selefden bir çokları sınırda oturmayı tercih etmişlerdir.

"Ribatın muhtar olan kavle göre tarifi budur ilh..." Sınırdan içte kalan yerlere de "Ribat" denilse beldelerinde oturan bütün müslümanlara "Mürabatin: Sınırda oturanlar" denilmesi lâzım gelir, bu ise olmaz. Tamamı Fetih´dedir.

Ben derim ki: Düşman sınırında oturanlar düşmanın şerrini defedemeyip sınır yakınında oturanlarla birlikte defederlerse, orası da "Ribât" olur.

"...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Cihad
« Posted on: 27 Nisan 2024, 11:41:37 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Cihad rüya tabiri,Cihad mekke canlı, Cihad kabe canlı yayın, Cihad Üç boyutlu kuran oku Cihad kuran ı kerim, Cihad peygamber kıssaları,Cihad ilitam ders soruları, Cihadönlisans arapça,
Logged
02 Mart 2010, 21:57:59
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 02 Mart 2010, 21:57:59 »

METİN

Hür erkeğin veya kadının her ne kadar fâsık yahut kör yahut ihtiyar olsa bile yahut cihâd için kendilerine izin verilmiş çocuk veya köle de olsa eman (emniyete kavuştuğu hakkında düşmana verilen söz yahut yapılan işaret yahut yazılı emannâmeden ibarettir) verdiği kâfirler öldürülmezler. Müslümanlar o emanı bildikten sonra her ne kadar kâfirler o lisanı bilmeseler bile öldürülmezler. Ancak kâfirlerin bu emanı müslümanlardan işitmeleri şarttır. Kâfirler müslümanlardan uzak bir yerde oldukları için emanı işitmezlerse, bu emana itibar edilmez.

Emanın rüknü emanı bildiren şeylerdir. Bu cihetten üç nev´e ayrılır: Açık lâfızla olan eman, "sana eman verdim" yahut "sizin üzerinize bir beis yoktur" gibi. Kinaye lafzıyla olan eman, eman olduğunu zannettiğinde "gelin" denilmesi veya parmakla semaya doğru işaret edilmesi gibi. Yazıyla olan eman, emannâme gönderilmesi gibidir.

Bir kâfir "eman" diye çağırdığında müslümanların kendisine ulaşması mümkün olmayan bir yerde bulunsa bile eman sahih olur. Bir kimsenin kendi çocukları için eman istemesi sahihdir. Fakat ehli için eman istemesi sahih değildir.

Bir kâfir evlâdları hususunda eman istese, emanda oğullarının çocukları dahil olur. Fakat kızlarının çocukları dahil olmaz. Kendilerine eman verilen kâfirlerin üzerine diğer bir İslâm ordusu baskın yapıp mallarını aralarında taksim enikten sonra önceden bunlara eman verildiğini bilseler, o halde öldüren müslümanın üzerine diyet, cinsî yakınlıkta bulunanın üzerine mehr-i misil lâzım gelir. Çocuk babasına tâbi olmakla kıymetini ödemeksizin hür ve müslüman olur. Mallan ve üç hayız gördükten sonra kadınları sahihlerine verilir.

Emânın devamında müslümanların zararı bulunursa hükümdar onu bozar. Faidesiz eman veren kimse te´dîp olunur. Zimmînin, esirin, tacirin, savaştan menedilmiş olan köle ile çocuğun, delinin ve dar-ı harbde müslüman olup İslâm memleketine hicret etmemiş olan kimselerin emanları geçersizdir. Çünkü bunlar savaşmaya mâlik değildirler. Ancak bir zimmîyye eman vermesi için bir müslüman emrettiği vakitte emanı geçerlidir, imam Muhammed´e göre harbden menedilmiş kölenin emanı sahihtir.

Hâniyye´de zikredilmiştir ki, müslümanın kâfir olan mâlikine hizmet! kâfir için emandır. işin hakikatini Allah-ü Teâlâ Hz. bilir.

İZAH

"Eman verdiği kafirler öldürülmez ilh..." Yani hür olan erkek veya hür olan kadın bir kâfire yahut bir kâfir topluluğuna yahut kâfir bir kale ehline yahut kâfir bir şehir ehline eman verse sahih olur ve emandan sonra onların öldürülmesi müslümanlardan hiç bir kimseye caiz olmaz.

Fâsık olsa bile bir müslümanın Kâfirlere verdiği ahit ve emanın bütün müslümanların üzerine geçerli olmasının delili, Peygamberimizin:

"Müslümanların kanları, kısas ve diyette müsavidir. Bütün müslümanlar düşmana karşı bir el gibidir. Yani birbirine yardımcı olmaları vâcibdir. zimmetlerine ednâları da çalışır ve çalışması geçerlidir." hadîs-i şerifidir. Bu hadîs-i şerifdeki "zimmet" ile murad geçici veya devamlı olan ahiddir. Eman ve zimmet akdi de budur. Yine hadîs-i şerifdeki "ednâ" lâfzı ile eğer: "Velâ ednâ zâlike velâ ekser" (Mücadele Sûresi, âyet: 7) nazm-ı kerîminde vâki olduğu gibi çoğun mukabili olan en az mânâsınaalınırsa, bir kişinin emanının sahih olduğuna delildir ve eğer: "Fekâne kabe kavseyni ev ednâ" (Necm Sûresi, âyet: 9) kavl-i şerifinde olduğu gibi yakınlık mânâsına olan «dünüvv" den alınmışsa denaet (adilik) vasfı müslümanlardan ancak fâsıka nisbet olunmak lâyık olduğu için fâsıkın emanının sahih olduğuna delildir. Es-Siyerü´l-Kebir Şerhi.

"Müslümanlar o emanı bildikten sonra ilh..." Yani müslümanlar o lâfzın eman olduğunu bildikten sonra, kendilerine eman verilen kâfirleri öldürmeleri caiz olmaz.

Ben derim ki: Bundan anlaşılan, eman veren kimsenin kendisiyle eman verdiği lâfzın emana delâlet ettiğini bilmesi şarttır. Bir kimse hakkında eman sabit olunca, bütün müslümanlar hakkında da sabit olmuş olur.

"Emanı işitmezlerse bu emana itibar edilmez ilh..." Musannif bu ifadesiyle "düşmanın hükmen olsun, emanı işitmesinin lâzım olduğuna" işaret etmiştir. Çünkü Hindiyye´de zikredilmiştir ki, müslümanlar sesin duyulacağı bir yerde bulunan düşmana "size eman verdik" diye nida edip onlar uyku veya harble meşgul oldukları için duymasalar bu, eman sayılır.

"Gelin ilh..." Bu ifadenin eman olduğuna İmam Muhammed, Hz. Ömer (R.A.)´den:

«Müslümanlardan her hangi bir kimse, düşmandan bir şahsa, "beri gel, eğer gelirsen seni öldürürüm" deyip o da gelse, emin olur, ona dokunmak caiz olmaz.» diye nakledilen eseri delil göstermiştir. Bu eser şöyle te´vil edilir: Düşman, müslümanın: "Eğer gelirsen seni öldürürüm." ifadesini ya işitmemiş veya anlamamıştır. Eğer işitip anladıktan sonra yine gelirse ganimet olur.

"Parmakla semaya doğru işaret edilmesi ilh..." Bu işaret "Ben sana göklerin Ma´bûdu olan Allah-ü Teâlâ´nın ahdi ve emanını verdim." veya "Sen Allah hakkı için eminsin." mânâsını ifade eder.

"Bir kâfir emân diye ilh..." Yani müslümanlar tarafından ses işitilemeyecek kadar uzak bir yerde ve kendi kuvvetleri arasında bulunan bir düşman neferi müslümanların bulundukları tarafa silâhsız olarak gelip de ses işitilecek bir yerden eman dilediği takdirde emana nail olmuş olur. Artık kendisi ganimet sayılmaz. Fakat İslâm ordusunun arkasında veya sağ, sol cenahlarında silâhlı olarak dolaşmakta görülen bir düşman, eman için gelmekte olduğunu söylese de sözüne itibar olunmaz. Çünkü kendisinin bu vaziyeti, casusluğuna sû-ikastine delildir. Bu cihetle hakkında esir muamelesi yapılabilir. Es-Siyerü´l-Kebir Şerhi. Nitekim bir kimsenin evine geceleyin bir şahıs girip ev sahibi o şahsın hırsız olup olmadığını bilmese, eğer onun üzerinde hırsız alâmeti bulunursa onu öldürmesi caizdir. Bulunmazsa caiz değildir.

İslâm memleketinde bulunan bir kâfir emanla girdiğini iddia etse tasdik edilmez. Hatta kralları tarafından İslâm hükümdarına elci gönderildiğini iddia etse yine tasdik edilmez. Ancak krallarının mektubuna benzeyen bir mektup çıkarsa - her ne kadar bu mektubun kendisi tarafından yazılmış olması ihtimali bulunsa bile- emin olur. Çünkü gerek cahiliyette, gerekse İslâmiyette elciler emniyettedir.

"Çocuktan için eman istemesi sahihtir. Fakat ehil için eman istemesi sahih değildir ilh..." Bu ifade yanlıştır. Bahır´ın ibaresi şöyledir: Bir kâfir ehli için eman istese, kendisi bu eman altına girmez, fakat çocukları için eman istese, kendisi de bu eman altına girer. Bu ifadeler bir kâfirin hem ehli için hem de çocukları için eman istemesinin sahih olduğu hususunda acıktır. Şu kadar var ki, ehli için eman istediğinde kendisi bu eman altına girmez. Çocuktan için eman istediğinde kendisi de bu eman altına girer. Meselâ bir kâfir müslümanlara hitaben "ehlime eman veriniz" deyip müslümanlar da eman verseler, kendisi bu eman altına girmez. "Çocuklarıma eman veriniz" deyip müslümanlar da eman verseler, kendisi de bu eman altına girer. Eğer "bana ehlim üzerine yahut çocuklarım üzerine yahut eşyam üzerine yahut kale ehlinden on kimseye eman veriniz"dese, bu suretlerde kendisi de eman altına girmiş olur.

"Bir kâfir evlâdları hususunda eman istese ilh..." Yani bir kâfir müslümanlara hitaben "bana evlâdlarım üzerine eman veriniz" deyip, müslümanlar da kendisine eman verseler, bu emana kendi çocukları ve erkek çocuklarının çocukları girer. Kızlarının çocukları girmez. Çünkü kızlarının çotukları kendi evlâdları değildir. İmam Muhammed böyle zikretmiştir. Hassâf, imam Muhammed´den "Kızlarının çocukları da girer." diye nakletmiştir. Çünkü Peygamber Efendimiz, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin (R.A.)´i kucaklarına aldıklarında: "Evlâdlarımız ciğerlerimizdir." buyurmuşlardır. Emanda "Kızlarının çocukları girmez." diye nakledilen birinci rivayete göre bu hadis-i şerif Allah-ü Teâlâ´nın : "Muhammed Aleyhisselâm baliğ olan erkeklerden hiç bir ferdin hakikî babası değildir." kavl-i kerîminin deliliyle mecaze hamledilmiştir. Yahut hadis-i şerifinmânâsı gereğince kızlarının çocuklarının evlâd sayılması Hz. Fâtıma (RA.)´nın çocuklarına mahsustur. Nitekim Peygamber Efendimiz : "Bütün çocuklar babalarına nisbet olunurlar. Ancak Hz. Fâtıma (R.A.)´nın çocukları bana nisbet olunur, ben onların babalarıyım." buyurmuşlardır. Fakat bu hadîs-i şerif şazdır. Zikredilen âyet-i kerîmenin mânâsına muhaliftir. Eğer "çocuklarımın çocukları üzere bana eman verin" dese, bu emanda kızının çocukları da dahil olur.

"Kendilerine eman verilen kâfirlerin üzerine ilh..." Yani kendilerine eman verilen kâfirlerin ne kendileri öldürülür, ne de çoluk çocukları esir alınabilir, ne de mallarına, namuslarına tecavüz olunabilir. Bunun aksine hareket İslâm ahkâmınca büyük bir günâh teşkil eder ve ödemeyi gerektirir. Çünkü emana nail olan bir düşmanın nefsi korunmuş, malları kıymetli olmuş olur. Müslümanlardan bir kimse bir kâfir topluluğuna eman vermiş olduğu halde bunu bilmeyen diğer bir kısım müslümanlar baskın yaparak onların mallarını alıp bazı erkeklerini öldürüp, bazı kadınlarını da esir ederek taksim ettikten sonra onlara cinsî yakınlıkta bulunacak olsalar, emanı bildiklerinde o malları ve kadınları geri vermeleri, öldürdükleri erkeklerin diyetlerini, cinsî yakınlıkta bulundukları kadınların da mehirlerini vermeleri lâzım gelir. Bu kadınlar üç hayız görünceye kadar geri verilmez. Bu müddet içinde yaşlı, emin bir kadının yanına konur. Şayet bu cinsî yakınlık neticesinde çocuklar doğacak olurlarsa, bunlar babalarına tâbi olarak kıymetini ödemeksizin hür olmuş bulunurlar.

"Te´dip olunur ilh..." Yani bir kimse düşmana faidesiz yere eman verilmenin şer´an yasak olduğunu bildiği halde eman verirse te´dip olunur. Bilmeyerek verirse, bilmezliği özür sayılacağı için te´dip olunmaz. Kuhistânî.

"Ancak bir zimmîye eman vermesi için bir müslüman ilh..." Yani bir müslüma...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Mart 2010, 22:00:51
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 02 Mart 2010, 22:00:51 »

GANİMET VE TAKSİMİNE DAİR MESELELER BEYANINDA BÂB



METİN


Muğrîb´de zikredilmiştir ki, ganimet; kâfirlerle savaşırken onlardan zorla alınan maldır. Bu malın beşte biri beytülmâla ayrıldıktan sonra kalan kısmı gaziler arasında taksim edilir.

Fey; haraç gibi kâfirlerden harbden sonra alınan maldır. Bu fey, bütün müslümanların masraflarına sarfolunur.

İslâm hükümdarı bir beldeyi sulh yoluyla fethettiğinde hem kendisinin hem de kendisinden sonra hükümdar olacak zatların yapılan sulh şartlarına riayet etmeleri icab eder. Buna göre o belde sulh yapan kavmin elinde mülk olarak kalır.

Hükümdar bir beldeyi zorla fethedince muhayyer olup dilerse o beldeyi gaziler arasında taksim eder, dilerse o beldeyi ahalisi elinde bırakır. Kendilerinden cizye, arazilerinden de haraç alır. Gazilerin ihtiyacı bulunursa, o beldenin aralarında taksim edilmesi evlâdır. Dilerse beldenin ahalisini Çıkarır, yerlerine hariçden başkalarını getirip yerleştirir. Getirdiği kimseler kâfir iseler üzerlerine cizye ve haraç koyar, müslüman iseler üzerlerine yalnız öşür koyar.

Hükümdar esir aldığı kâfirler İslâmiyeti kabul etmezlerse muhayyer olup dilerse onları öldürür, dilerse köle olarak kullanır, dilerse müslümanlara haraç ve cizye vermek üzere kendilerin) hür ve zimmî olarak bırakır. Arap olan müşrikler İle mürtedler ehl-i zimmet olarak bırakılmaz. Nitekim yakında gelecektir.

Kâfirlere galip gelip esir edildikten sonra her ne kaçlar İslâmiyeti kabul ettikten sonra olsa bile meccanen salıverilmeleri haramdır. Çünkü gazilerin hakkı teallûk etmiştir. İmam Şafiî Allah-ü Teâlâ´nın : "Ya iyilik (karşılığında hiç bir şey almayarak âzâd) edin, yahut fidye (alın)." (Muhammed (S.A.V.) Sûresi, âyet: 4) nazm-ı celilinin gereğince esirlerin meccanen bırakılmasını caiz görmüştür.

Biz Hanefiler: İmam Şafiî´ye bu âyet-i kerîme, "Müşrikleri, nerede bulursanız öldürün." (Tevbe Sûresi, âyet: 5) âyet-i kerîmesiyle neshedilmiştir.» diye cevap veririz.

Harb bittikten sonra kâfirlerden biraz mal alıp da esirlerini salıvermek şer´an haramdır. Ama harb bitmeden önce mal karşılığında esirlerin bırakılması caizdir. Müslüman esir karşılığında caiz değildir. İmameyn´e göre caizdir, İmam-ı Azam´ın iki rivayetinden kuvvetli olanı da budur.

Kâfirlerden esir alınan kadınların ve çocukların mal karşılığında bırakılmaları caiz değildir. Kâfirlerden alınan at, kılıç da fidye karşılığında verilmez. Zaruret olursa bunların hepsinin fidye karşılığında verilmeleri caizdir.

İslâmiyeti kabul eden esir ile kâfirlerin esir aldıkları müslümanlarla değiştirilmesi caiz değildir. Ancak kendisinin müslümanlığına emniyet hâsıl olup kendi rızasıyla değiştirilmeyi kabul ederse, olur. Dürer. Şadru´ş-Şeria, Şümunni.

İZAH

"Ganimet ve taksimi babı ilh .." Musannıf cihâdı ve sulhu zikredince elde edileni beyan etmeye başladı.

"Fey ilh..." Yani harbden sonra kâfirlerden alınan maldır. Buna göre harb yapılmadan kâfirlerin İslâm hükümdarına verdikleri hediyeler fey delildir. Hindiyye´de zikredilmiştir ki, ganimet; gazilerin kuvvetiyle zorla kâfirlerden alınan maldır. Fey ise haraç ve cizye gibi harbsiz kâfirlerden alınan maldır. Ganimette beşte biri beytülmâl için ayrılır, feyde ise ayrılmaz.

Kâfirlerden hediye yahut hırsızlık yahut kapmak yahut hibe suretiyle alınan mallar ganimet olmayıp alan kimseye aid olur. Müslümanların menfaati bulunursa hükümdar kendisine verilen mal karşılığında bir sene harb yapmamak üzere kâfirlerle barış yapsa caiz olur. Hükümdarın aldığı bu mal fey ve ganimet olmaz. Fakat haraç gibi olup beytülmâla konulur. Çünkü ganimet at ve deve koşturmak suretiyle alınan malin ismidir, Fey zor yoluyla düşmandan bize gelen maldır. Anlaşma ile hükümdarın aldığı mal, rıza yoluyla alındığı için cizye ve haraç gibi beytülmâla konulur. Netice olarak savaş ve harb ile alınan mal ganimettir. Harbden sonra cizye ve haraç gibi düşmandan alınan mal feydir. Harbsiz ve zor kullanmaksızın hediye ve sulh yoluyla alınan mal ganimet ve fey değildir. Bu malın hükmü fey´in hükmü gibi olup beşte biri alınmaz. Bütün müslümanların masrafına sarfedilmek üzere beytülmâle konulur.

"İslâm hükümdarı bir beldeyi sulh yoluyla fethettiğinde ilh..." Sulhta haraç suyu ve öşür suyu nazar-ı itibare alınır. Eğer suları haraç suyu olursa haraç üzerine, eğer suları öşür suyu olursa öşür üzerine sulh yapılmış olur. Kuhistânî.

"Dilerse o beldeyi gaziler arasında taksim eder ilh..." Yani alınan ganimetin beşte biri çıkarıldıktan sonra esir edilen ahalisi köle olarak, malları da ganimet olarak gaziler arasında taksim edilir. Fetih.

"Dilerse o beldeyi ahalisi elinde bırakır ilh..." Yani canlarını bağışlar, arazilerini ve mallarını da kendilerine verir. Kendilerinden cizye alınır. Arazilerini sulayan gerek yağmur, kaynak, dere, kuyu suyu gibi öşür suyu, gerekse acemlerin (arap. olmayanlar) açtığı ırmak suyu gibi haraç suyu olsun su nazar-ı itibara alınmaksızın arazilerinden de haraç alınır. Çünkü bu haraç ilk defa kâfir üzerine konulan bir vergidir. Çanlarını ve arazilerini kendilerine karşılıksız bağışlamak mekrûhdur. Ancak arazilerinden mahsul çıkana kadar kendilerine diğer ganimet mallarından barınabilecekleri miktarda mal verilir. Esirleri mal karşılığında bırakmak caiz değildir. Çünkü harbedecek kâfirlerin para karşılığında olsa bile salıverilmesi müslümanların zararınadır. Fetih.

"Müslüman iseler üzerlerine yalnız öşür koyar ilh..." Çünkü bu, ilk defa müslümanlar üzerine konulan bir vergidir.

TENBİH: Şürunbulâlî "Et-Dürretü´l-Yetime fil´gânime" ismindeki risalesinde zikretmiştir ki, İslâm hükümdarı zorla almış olduğu bir belde hakkında muhayyerdir, demek sahabenin icma´ına muhâlifdir. Çünkü Hz. Ömer (R.A.) alınan arazileri gaziler arasında taksim etmemiş ve beşte birini beytülmâl için ayırmamıştır. Âlimlerimiz bunu nakledip ikrar etmişlerdir.

Ben derim ki: Hz. Ömer (R.A.) münasib olanı yapmıştır. Nitekim kıssadan da bilinmektedir. Yoksa muhakkak lâzım olanı yapmış değildir. Nasıl lâzım olanı yapsın ki, Peygamber Efendimiz Hayber´i fethettiğinde arazisini gaziler arasında taksim etmiştir. Bundan maltım oldu ki, İslâm hükümdarı bir yeri zorla fethettiğinde oranın arazisi hakkında muhayyer olup münasib olanı yapar.

"Dilerse onları öldürür ilh..." Yani alınan esirlerden -gerek arap olsun gerekse acem olsun- harb edenler öldürülür. Kadınlar ve çocuklar öldürülmeyip müslümanların menfaatine köle olarak kullanılır. Kuhistânî.

"Dilerse köle olarak kullanır ilh..." Esir edilmeden önce müslüman olmayan kâfirlerin esir edildikten sonra İslâmı kabul etmeleri köle olmalarına mâni olmaz.

"Meccanen salıverilmeleri haramdır ilh..." Hatta mal veya müslüman esir karşılığında bırakılmaları da caiz değildir. İhtiyaç zamanında mal karşılığında bırakılmaları caizdir. İmam Muhammed´e göre çocuğu olmayacak derecede yaşlı olursa mal karşılığında bırakılması caizdir. İmameyn´e göre müslüman esir karşılığında bırakılmaları caizdir. Diğer üç mezheb imamlarının kavilleri de böyledir. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz bir müşrikle iki müslümanı değiştirmiştir. Bir müşrik kadınla Mekkelilerin esir ettiği müslümanları değiştirmiştir. Sahih-i Müslim.

Ben derim ki: Kâfir esirlerin mal karşılığında bırakılmalarının haram olması ihtiyaç olmadığına göredir. Ama ihtiyaç olursa mal veya müslüman esir karşılığında bırakılmaları caizdir.

"Kadınların ve çocukların mal karşılığında bırakılmaları caiz değildir ilh..." Çünkü çocuklar büyüyüp müslümanlarla savaşırlar. Kadınlar ise doğurup nüfusun artmasına sebeb olurlar.

"Kendi rızasıyla değiştirilmeyi kabul ederse olur ilh..." Yani İslâmiyeti kabul eden esir kendi gönül hoşluğuyla kâfirlerin elinde bulunan bir müslümanla değiştirilmesini kabul ederse caiz olur. Çünkü başka bir insana zarar vermeksizin bir müslümanı kurtarmış olur. Fetih.

T E N B İ H :Kinye´de: "Dar-ı harbde esir bulunan erkekler, kadınlar, âlimler ve cahiller satın alınmak istendiğinde önce erkekler ile cahiller satın alınır." diye zikredilmiştir. Buna şöyle cevap verilmiştir: Bu seleften nakledilen bir delile dayanıyorsa, denilecek bir şey yoktur. Şayet bir defile dayanmıyorsa müslüman kadınların namusunu korumak için önce onların satın alınması lâzımdır.

Ben derim ki: İlme hürmeten önce âlimlerin satın alınması lâzımdır. Bezzâziye sahibi: "Faziletlerinden dolayı âlimler sonraya bırakılır. Çünkü onlar aldatılamaz, cahiller aldatılabilir." demiştir.

Bazı fukâha: "Harbde kendilerinden faydalanmak için önce erkekler satın alınır." demiştir. Önce erkeklerin alınması kendilerine muhtaç olunduğu takdirdedir. Kendilerine muhtaç olunmazsa, önce kadınların satın alınması lâzımdır. Teemmül et.

METİN

Kâfirlerden alınan esirlerin memleketlerine gönderilmesi haramdır. Bu ibare Dürer´e tâbi olarak şerhin nüshalarında sabittir. İbn-i Kemâl´e tâbi olarak metinde sabit değildir. Çünkü esirlerin bir şey alınmaksızın bırakılmaları haram olunca memleketlerine bırakılmalarının haram olması evleviyetle sabit olur. İslâm memleketine taşınması mümkün olmayan hayvanların ayaklarının kesilmesi haramdır, önce kesilir, sonra yakılır. Çünkü diri olarak yakmak ancak Allah´a mahsustur. Nitekim taşınması mümkün olmayan silâhların ve eşyaların da yakılması lâzımdır. Kâfirleri kızdırmak için demir gibi taşınması mümkün olmayan şeyleri gizli bir yere defnedilmeleri kaplarının kırılması, yağlarının dökülmesi lâzımdır.

İslâm memleketine taşınmaları mümkün olmayan çocuklar ile kadınlar açlık ve susuzluktan ölmeleri için harabe bir yerde bırakılır. Çünkü onların öldürülmesi yasaktır. Fakat onlar hayatta da bırakılmaz.

M...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Mart 2010, 22:03:28
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 02 Mart 2010, 22:03:28 »

GANİMETİN NASIL TAKSİM EDİLECEĞİ BEYANINDA FASIL



METİN


Askerlerin süvari ve piyade sehmini almalarında itibar İslâm hududundan ayrılma vaktinedir. İmam Şafiî´ye göre savaş vaktinedir. Buna göre bir kimse dar-ı harbe süvari olarak girip sonra atı ölse, iki senim alır. Bir kimse de piyade olarak girip sonra bir at satın alsa, bir sehim alır. Savaşa elverişli sağlam büyük bir attan başka at için sehim yoktur. Eğer at hasta olup ganimet malı alınmadan önce iyi olursa süvari sehmini istihsanen alır. Eğer dar-ı harbe girerken tay olup orada büyüyüp at olsa, süvari sehmini alamaz. Aralarında fark; hasta olan büyük atla düşman korkutulur, ama tayla korkutulmaz.

Bir mücahidin atı dar-ı harbe girmeden önce gasbolunup yahut başka bir kimse binip yahut firar edip kendisi piyade olarak dar-ı harbe girip sonra atını alsa kendisi için iki sehim vardır. Fakat atını satarsa, her ne kadar satması savaşın tamamından sonra olsa bile süvari sehmini alamaz. Esah olan kavle göre bu mücahidin maksadının ticaret olduğu meydana çıktığı için atın sehmi düşer. Fetih. Bunu musannif (Hidâye sahibi) da ikrar etti. Fakat Şürunbulâlî´de Cevhere ile Tebyîn´den buna muhalif ifade nakledilmiştir.

Kuhistânî´de zikredilmiştir ki, süvari bir kimse savaş devam ederken atını satarsa, esah olan kavle göre piyade sayılır, harb bittikten sonra satarsa ittifakla süvari sayılır, Bu kayıdların iyice bellenip zabt olunması lâzımdır ki, fetva ve hüküm vermede hataya düşülmesin.

"Ganimetin nasıl taksim edileceği ilh..." Musannif ganimetin hükümlerini beyan edince taksiminin beyanına başladı. Taksimi de her ne kadar ganimetin ahkâmından ise de bahisleri çok olduğundan kendisi için müstakil bir fasıl tâyin edilmiştir. Taksim etme: Ganimet malları içinde dağılmış hisseyi muayyen bir yerde kılmaktan ibarettir. Nehir.

Mültekâ´da zikredilmiştir ki; hükümdarın, ordu dar-ı harbe girerken süvariler ile piyadeleri tesbit etmek için orduyu teftiş etmesi lâzımdır.

Mültekâ şerhinde: "Hükümdarın orduya katılan neferlerin isimlerini yazması ordu üzerine harb usul ve kaidelerini bilen ve harbi idare edecek bir kumandan - isterse bu kumandan âzâd edilmiş bir köle olsun - tâyin etmesi lâzımdır. Ordunun bu kumandana itaat etmeleri vâcibtir. Çünkü kumandanın emrine karşı gelmek haramdır. Ancak kumandanın emrettiği ve yasakladığı şeyin bir günâh olduğu veya uygun olmayan bir hareket olduğu herkesçe bilinirse, o halde kendisine itaat icab etmez." diye yazılıdır.

"Müstahik olmalarında itibar ilh..." Yani gaziler ganimet malının beşte dördünü hak ederler. Ganimetten piyade olan mücahidlere birer, süvari olan mücahidlere de ikişer sehim verilir. Gazilerin piyade mi süvari mi sayılacakları İslâm hududundan dar-ı harbe girerken belli olur. Atlı olarak girmişse süvari sehmini. piyade olarak girmişse piyade sehmini alır.

Ganimet malının beşte biri fakirlere, yoksul yetimlere, parasız kalmış yolculara sarfedilmek üzere beytülmâle ayrılır.

"Bir kimse dar-ı harbe süvari olarak girip sonra atı ölse, iki sehme müstahik olur ilh..." Süvari; yanında at bulunan kimsedir, isterse atı gemide götürsün. Bu kimse at üzerinde savaşmak için hazırlanmıştır. Bir şey için hazırlanan o şeyi yapmış gibidir. Dar-ı harbe atla giren kimsenin atını bir şahıs öldürüp ondan atının kıymetini alsa bile yine süvari sehmi alır. Atını düşman alsa yine süvari sehmi alır. Ama savaştan önce atını satsa piyade sehmi alır. Süvari olanlara iki sehim verilir. Hissenin biri kendisi için, diğeri de atı içindir. Bu İmam-ı Azam´a göredir. İmameyn´e göre üç hisse verilir. Bir hisse kendisi için, iki hisse de atı içindir. Buhar-ı Şerif ve diğer hadîs kitablarında rivayet edildiği üzere Peygamberimiz böyle taksim etmiştir. İmam-ı Azam rivayetlerin arasını birleştirmek için bunu tenfîl (hükümdarın veya kumandanın fazla bir sehim vermek üzere gazileri harbe teşvikde bulunmasıdır.) üzere hamletmiştîr. Şürunbulâli, Es-Siyerü´l-Kebir Şerhi.

"Bir attan başka at için sehim yoktur ilh..." İmam Ebû Yusuf´a göre iki at için sehim verilir.

T E N B İ H :
Atın ortak olmaması şarttır. Nöbetle üzerinde savaşılan ortak at için sehim yoktur. Ancak dar-ı harbe girmeden önce ortaklardan biri attaki diğer ortağının hissesini kiralarsa at için sehim verilir. Atın, mücahidin kendi mülkü olması şart değildir. Buna göre kiralanmış yahut ariyet olarak alınmış yahut gasbedilmiş at için de sehim verilir.

"Orada büyüyüp at olsa ilh. ." Yani bir mücahid tay ile dar-ı harbe girip orada uzun zaman kalması sebebiyle tayı büyüyüp üzerinde savaşsa yine süvari sehmini alamaz. Bahır.

"Aralarında fark ilh..." İmam-ı Serahsî: "Hasta olan at, üzerinde savaşılmaya elverişlidir. Ancak geçici bir arızadan dolayı üzerinde savaşmak mümkün değildir. Bu arıza geçince hiç hasta olmamış gibi olur. Tay böyle değildir. Çünkü tay, üzerinde savaşılmaya elverişli değildir. Dar-ı harbde üzerinde savaşılmaya elverişli hale gelmiştir. Buna da itibar yoktur.

Bunun benzeri: Küçük zevcenin nafakası zevci üzerine lâzım değildir. Çünkü küçük zevce, zevcinin hizmetine elverişli değildir. Ama hasta olan büyük. zevcenin nafakası kocası üzerine lâzımdır. Çünkü o hizmet etmeye elverişlidir. Fakat hizmeti geçici bir arızadan dolayı mümkün değildir." demiştir.

"Sonra atını alsa ilh..." Yani savaştan önce atını alsa kendisi için istihsanen iki sehim vardır. Çünkü evinden çıkarken atın zahmetini çekmiş ve dar-ı harbde at üzerinde savaşmıştır. Gasbedilmesi başkasının binmesi gibi arızı ve geçici bir sebebten dolayı süvari sehminden mahrum edilemez. Ama gasbeden şahıs at üzerinde savaşıp hatta ganimeti elde edip dar-ı harbden çıksalar, gasbeden kimse için süvari sehmi asıl at sahibi için piyade sehmi vardır. Çünkü gasbedilmiş at ile mülk olan at arasında fark yoktur. Eğer sahibi atını aldıktan sonra yeni ganimet elde edilirse, bu ganimetten at sahibine süvari sehmi, gasbeden şahsa da piyade sehmi verilir. Nitekim dar-ı harbe girildikten sonra bir şahıs bir kimsenin atını ğasbedip onun üzerinde harb etse, gasbedene piyade sehmi, at sahibine süvari sehmi verilir. Bu bahsin tamamı Es-Siyerü´l-Kebir şerhindedir.

"Atını satarsa her ne kadar satması savaşın tamamından sonra olsa bile ilh..." Yani atını kendi arzusu ile satarsa süvari sehmini alamaz. Ama zorla sattırılırsa süvari sehmini alır. Atını rehin verenin yahut kiraya verenin yahut hibe edenin hükmü de satan kimsenin hükmü gibidir. Bahır.

Şârih "her ne kadar satması savaşın tamamından sonra olsa bile süvari sehmini alamaz ifadesiyle" Hidâye sahibine tâbi olmuştur. Fakat bu ifadeyi Fetih´den yanlış olarak nakletmiştir. Fetih´in ibaresi şöyledir: Bir mücahid savaş tamam olduktan sonra atını satsa, ittifakla süvari sehmini alır.

Keza savaş devam ederken atını satarsa, bazı fukahaya göre yine süvari sehmini alır. Hidâye sahibi: "Esah olan kavle göre savaş devam ederken atını satan mücahid süvari sehmini alamaz. Çünkü onun maksadının ticaret olduğu anlaşılmıştır." demiştir.

METİN


Savaşan kölelere, çocuklara, kadınlara, zimmîlere, delilere, bunamışlara, mükâtebtere, hastalara hizmet ve yaralıları tedavi eden kadınlara, yol gösteren zimmîlere biz Hanefîlerce. ganimet malından beşte biri çıkarılmadan önce bir mikdar şey verilir, buna "razh" denilir. Bunun mikdarı, mücahidlerin sehimlerinden noksan olur. Ancak orduya yol gösteren zimmîye, bir mücahide verilen setlimden ziyade verilebilir. Çünkü buna verilen razh ücret gibidir. Bundan anlaşılan ihtiyaç zamanında kâfirden yardım istemenin caiz olmasıdır.

Resûl-i Ekrem Efendimiz Hayber yahudilerine gazalarında, Medine-i Münevvere yahudilerinden on kadar kimseden yardım isteyip kendilerine ganimet malından bir mikdar şey vermişlerdir.

"Berâzin" denilen acem atları, "ıtâk" denilen soylu arap atları, babası arap atı anası acem atı olup "hecin" denilen atlar, babası acem atı anası arap atı olup "mukrif" denilen atlar arasında sehim verilmesi bakımından fark yoktur.

Deve, katır ve merkep için sehim verilmez. Çünkü bunlarla düşman korkutulmaz. Ganimetten ayrılan beşte biri biz Hanefilerce yetimlere, yoksullara ve parasız kalmış yolculara verilmek üzere üç kısma ayrılır Bu üç sınıfdan yalnız bir sınıfa verilmesi de caizdir.

Münye´de zikredilmiştir: "Bu bahsi Mültekâ şerhinde tahkîk ve beyan ettik" demiştir.

Beni Haşim´den Peygamber Efendimize akrabalığı bulunan üç sınıf fakirler diğer kabilelerden olan üç sınıf fakirler üzerine takdim olunur. Çünkü başka kabileden olan fakirlerin sadaka almaları caizdir. Beni Haşim fakirlerinin sadaka almaları caiz değildir. Biz Hanefilerce Beni Haşim´in zenginleri için beşte birden hak yoktur. Musannıfın Bahır´dan Hâvî´deki: "Ganimetin beşte biri Beni Haşim´in zenginlerine sarf edilmesinin tercihini ifade eder." diye naklettiği söz götürür. Çünkü Nehir´de bu reddedilmiştir. "va´lemû ennemâ anhum min şey´in feinne lillâhi humusehû"âyet-i kerîmesinde "Ganimetin beste biri Allah´ındır." ilâhi kelâmın iptidasında Allah-ü Teâlâ´nın ism-i şerifinin zikredilmesi teberrük içindir. Yoksa hepsi Allah-ü Teâlâ´nındır. Resûl-i Ekrem Efendimizin beşte birdeki sehimleri vefatlarıyla düşmüştür. Çünkü Peygamberimizin beşte birdeki sehimlerinin kendilerine tahsisi, müştak olan risaletlerine bağlı bir hükümdür. Nitekim ganimet malı taksim edilmeden ve beşte biri çıkarılmadan önce Resûl-i Ekrem Efendimizin kendileri için seçtikleri at, kılıç, zırh gibi şeylerin kendilerinden sonra düşmesi gibi.

İZAH

"Zimmîlere ilh..." Eğer ganimet taksim edilmeden ve İslâm memleketine çıkmadan önce, zimmî müslüman. çocuk akıl baliğ ve köle âzâd olsa kendilerine sehim verilir. Es-Siyerü´l-Kebir, Nehir.

"Biz Hanefilerce ganimet malından...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Mart 2010, 22:12:24
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #4 : 02 Mart 2010, 22:12:24 »

KÂFİRLERİN BİRBİRİNİ VEYA BİZ MÜSLÜMANLARIN MALLARINI İSTİLÂLARI BEYANINDA BÂB



İstilâ, lügatta mutlaka gâlib ve üstün olmak manasınadır, Fıkıh ıstılahında, bir kavmin mallarını veya memleketini diğer bir kavmin üstünlük yoluyla elde etmesinden ibarettir. Dar-ı harbde bir kâfir diğer bir kâfiri esir edip malını alsa ona mâlik olur. Çünkü av gibi mubah olan malı istilâ etmiştir. Kâfirler islâm memleketinden zimmîleri esir etseler, onlara mâlik olamazlar. Çünkü zimmîler hürdürler.

Biz müslümanlar kâfirlere üstün gelip onların esir ettiklerini bulup alsak, onların mallarına kıyasla o esirlere de mâlik oluruz.

Kâfirler biz müslümanların mallarını istilâ edip -her ne kadar bu mallarımız mümin köle olursa da- memleketlerine götürseler, onlara mâlik olurlar. Mâlik olmaları mubah olan malı istilâ ettikleri için değildir. Çünkü ehl-i sünnet mezhebinden sahih olan kavle göre eşyada asıl olan tevakkufdur. Eşyada asıl olar. mubah olması, Mutezile´nin mezhebidir. Belki kâfirlerin müslümanların mallarına mâlik olmaları, bir kimsenin mülkü olan malı dokunulmaz olup başka şahısların o malı koruması şer´î hükümlerdendir. Kâfirler ise şer´î hükümler ile muhatab değildirler. Biz müslümanların malları onlar hakkında dokunulmaz mallardan değildir. Bu cihetten o mallara mâlik olurlar. Nitekim Mecmâ sahibi şerhinde bu bahsi incelemiştir. Kâfirler mallarımızı aldıkları takdirde mallarımızı kurtarmak için onların arkasına düşmek biz müslümanlara farzdır. Mallarımızı aldıktan sonra müslüman olsalar, mallarımız kendilerinden alınmaz.

Kâfirler, müslümanların mallarını memleketlerine götürdükten sonra müslüman mücahidler onlara üstün gelerek götürmüş oldukları malları onlardan alsalar, bakılır; eğer eski sahibleri mallarını müslüman mücahidler arasında taksim edilmeden önce bulurlarsa, onlara meccanen mâlik olurlar. Eğer taksim edildikten sonra bulurlarsa ve mallan da kıyemiyyât (çarşı ve pazarda benzeri bulunmayan yahut bulunsa da aralarında fazla fiat farkı bulunan mallar) dan olursa, mümkün olduğu kadar iki tarafın zararını önlemek için mücahidlere verildiği gündeki kıymetiyle alabilirler. Bu mallar misliyyât (aralarında fazla fiat farkı olmayıp, kendileri gibi pazarda bulunan mallar) dan olursa taksim edildikten sonra onları almaya yol yoktur. Zira bunları kendi misliyle almakta bir fâide yoktur. Eğer taksim edilmeden önce mallarını bulurlarsa, onları meccanen alırlar. Nitekim yukarıda geçmiştir.

Kâfirler zorla müslümanlardan almış oldukları mallan islâm memleketinden çıkarmadan müslüman mücahidler kâfirlerden o malları geri alsalar, eski sahihleri mallarını gerek taksimden önce olsun ve gerekse taksimden sonra olsun meccanen alırlar.

İZAH

"Kâfirlerin birbirini veya biz müslümanların mallarını istilâları ilh..." Musannıf biz müslümanların kâfirleri istilâ etmemizin hükmünü beyan edince kâfirlerin birbirlerini ve biz müslümanları istilâ etmelerinin hükmünü anlatmaya başladı. Fetih.

"Dar-ı harbde ilh..." Kâfirler dar-ı harbde birbirinden istilâ yoluyla aldıkları mallara, esirlere derhal yani bunları daha kendi memleketlerine götürmeden mâlik olurlar. Meselâ kâfir Türkler ile kâfir Hintliler, kâfir Rumları istilâ edip onları Hindistan´a götürseler, bu esirlere Hintli kâfirler mâlik olduğu gibi, kâfir Türkler de mâlik olurlar.

"Zimmîleri esir etseler ilh..." Kâfirler İslâm memleketinden zimmîlerin mallarını zorla alsalar, kendi memleketlerine götürmedikçe mâlik olamazlar. Bir zimmî geri dönmek üzere dar-ı harbe gittiğinde müslümanlar onun gitmiş olduğu dar-ı harbi zabdedip onu esir etseler, ona mâlik olamazlar. Çünkü onun müslümanlarla yapmış olduğu zimmet ahdi bakîdir.

"Onların mallarına kıyasla ilh..." Yani müslüman mücahitler kâfirlere üstün geldiklerinde onların mallarına mâlik oldukları gibi onlar tarafından esir edilmiş olan diğer kâfirlerin mallarına da - her ne kadar bu esir edilmiş kâfirler ile müslümanlar arasında antlaşma bulunsa bile - mâlik olurlar. Çünkü müslümanlar onların ahdini bozmamışlardır. Ancak onların mülkünden çıkan malları almışlardır.

TENBİH: Nehir´de zikredilmiştir ki, dar-ı harbde bir kâfir çocuğunu bir müslümana satsa, İmam-ı Azam´a göre caiz değildir. Ama müslümana çocuğu geri vermesi için cebir olunmaz, İmam Ebû Yusuf´a göre kâfir dâva, ettiğinde cebrolunur. Bir kâfir çocuğu ile beraber islâm memleketine emanla gelip çocuğunu satsa, ittifakla bu satış caiz değildir.

"Kâfirler biz müslümanların mallarını istilâ yoluyla memleketlerine götürseler mâlik olurlar ilh..." İmam Mâlik ile İmam Ahmed´in kavilleri de böyledir. Böyle kâfirlerden bir müslüman yenilecek bir şey veya cariye satın alsa, bunlar kendisine helâl olur. Çünkü Allah-ü Teâlâ (Haşr Sûresi, âyet: 8) âyet-i kerîmesinde memleketlerinden ve mallarından mahrum edilerek çıkarılmış olan muhacirlere fakir ismini vermiştir. Bu âyet-i kerîme hicret eden müslümanların mallarına kâfirlerin mâlik olduğuna delâlet etmektedir.

Malına erişemeyen bir kimseye fakir denilmeyip parasız kalmış yolcu denilir. Bundan dolayı sadaka "âyetinde (Tevbe Sûresi, âyet: 60) parasız kalmış yolcular fakirler üzerine atfedilmişlerdir.

"Mâlik olmaları mubah olan malı istila ettikleri için değildir ilh..." Bu ifade Hidâye sahibini reddetmek içindir. Hidâye sahibi: «İmam Şafiî´ye göre kâfirler müslümanların mallarına mâlik olamazlar. Zira dokunulmaz olan mâlları istilada bulunmuş olmaları haklarında mâlikiyyeti ifade etmez. Biz Hanefilerce kâfirler mubah olan malı istila etmişlerdir. Günkü malın dokunulmazlığı Allah-ü Teâlâ´nın: "Yerde ne varsa hepsini sizin (faideniz) için yaratan O (Allah-ü Teâlâ) dur." (Bakara Sûresi, âyet: 29) kavl-i kerîmine münafi olarak sabit olmuştur. Zira bu âyet-i kerime bütün malların dokunulmaz değil, mubah olmasını gerektirir. Fakat malın dokunulmaz olmasının sebebi, sahibinin ondan faydalanma imkânı bulması içindir. Buna göre kâfirler istila yoluyla müslümanların mallarını memleketlerine götürüp asıl sahiblerinin onlardan faydalanma imkânı kalmayınca, mallar eski mubah olan hallerinedönerler.» demiştir.

"Ehli sünnet mezhebinden sahih olan kavle göre eşyada asıl olan tevakkuftur İlh..." Hidâye sahibinin "Eşyada asıl olan mubah olmasıdır." ifadesi Mutezile´nin görüşüdür. Ehli sünnet mezhebinden sahih olan kavle göre eşyada asıl olan tevakkufdur. Yani mubah veya haram olduğuna dair şer´î bir delil gelinceye kadar durulur ve bunlardan biriyle hüküm verilemez. Biz Hanefilerce malın dokunulmazlığı seri hitabla sabittir. Kâfirler hakkında malların dokunulmaz olması zahir değildir. Çünkü kâfirler şeriatla muhatab değildirler, imam Şafiî´ye göre kâfirler şeriatla muhatabdırlar. Bu bakımdan kâfirlerin böyle dokunulmaz mallara istilada bulunmuş olmaları, haklarında mâlikiyyeti ifade etmez. Bu, Mecma şerhi Menba´da zikredilenin hülâsasıdır

Ben derim ki: Bu, birkaç bakımdan söz götürür:

1) Hidâye sahibi "Eşyada asıl olan mubah olmasıdır." demek istememiştir. Çünkü eşyada asıl olan mubah olması mıdır, haram olması mıdır veya tevakkuf mudur? Bu husustaki ihtilâf şeriat gelmeden önceye aiddir. Hidâye sahibi ise şeriat geldikten sonra delil ile eşyada asıl olan mubah olmasını isbat etmiştir. Malın dokunulmazlığı mülk sahibinin malından faydalanması gibi ârizî bir sebebten dolayı sabit olmuştur.

Usul-i Pezdevî´de: "Şeriat geldikten sonra haram olduğuna dair delil bulunmadıkça icma ile malların mubah olmasıdır. Çünkü Allah-ü Teâlâ: "hüvellezi haleka leküm mâ filardı cemîan"kavl-i kerîmi ile bütün malları mubah kılmıştır." diye zikredilmiştir.

2) Kâfirler imân ile, içki haddinden başka ukûbât (cezalar) ile ve muameleler ile muhatabdırlar ibâdetler ile muhatab olmalarında ihtilâf vardır. Nitekim bu bahis cihâd bahsinin evvelinde beyan edilmiştir.

3) "Kâfirler hakkında malların dokunulmaz olması zahir değildir." ifadesinin mânâsı "mallar onlar için mubahtır" demektir. "Bu ifadede eşyada asıl olan mubah olmasıdır." diyenlerin kavline dönüş vardır.

4) "Eşyada asıl olan mubah olmasıdır.""görüşünü Mutezile´ye nisbet etmek usûl kitablarında beyan edilene muhaliftir, İbn-i Hümâm´ın "Tahrir" isimli kitabında Hanefi ile Şafiî cumhur fukahasının muhtar olan kavline göre; "Eşyada asıl olan mubah olmasıdır." denilmiştir.

Usûl-i Pezdevî şerhinde Allâme Ekmel diyor ki: Biz Hanefilerin ve Şâfiîlerin ekseri fukâhasına göre, şeriatın mubah veya haram kılması caiz olan eşyanın şeriat gelmeden önce mubah olmasıdır ki, eşyada asıl olan budur. Hatta şeriat kendisine erişmeyen kimsenin dilediğini yemesi mubahdır. Buna İmam Muhammed İkrah Bahsinde "Laşenin yenmesi, şarabın içilmesi ancak şeriat tarafından yasak edilmekle haram olmuştur." diyerek "mubahın asıl, haramın yasak sebebiyle sonradan olduğuna" işaret etmiştir. Bu, Cübbaî, Ebû Haşim ve Zahirîlerin kavlidir.

Biz Hanefiler ile Şâfiilerin bazı fukâhasına ve Bağdat Mutezilesine göre, eşyada asıl olan haram olmasıdır.

Eşariler ile bütün hadîscilere göre eşyada asıl olan tevakkufdur. Hatta şeriat kendisine erişmeyen kimse bekleyip hiç bir şey yiyip içmez. Eğer bir şey yiyip içerse, onun fiil helâl ve haram ile vasıflanmaz.

Bağdatlı Abdülkahir bunun mânâsı, "sevaba ve günâha girmez" demektir, demiştir. Şeyh Ebû Mansûr da buna meyletmiştir.

"Onların arkasına düşmek biz müslümanlara farzdır ilh..." Yani kâfirler müslümanların mallarını elde ederek dar-ı harbe götürmek isteseler, müslüman memleketinde bulundukları müddetçe bunları onların elinden almak için arkalarına düşmek farzdır. Elde ettikleri malları dar-ı harbe götürmüş olurla...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes