Ýslam Kavramlarý A-L
Pages: 1
Hicret By: armi Date: 20 Þubat 2010, 15:03:32
HÝCRET




Bir yerden baþka bir yere göç etmek.

Hz. Peygamber (s.a.s) ve ashabýnýn Ýslâm devletini kurmak üzere Mekke´den Medine´ye göç etmeleri.

Rasûlullah Mekke´de teblið görevini sürdürürken Kureyþliler de inkârlarýnda diretiyorlardý. Peygamberimiz teblið görevini Mekke´nin dýþýna taþýrmak istiyordu. Bu nedenle Taif´e gitti. Tâifliler de Kureyþliler gibi inkârcýlýkta direnmiþler ve Peygamberimizi taþa tutmuþlardý. Peygamberimiz onlarýn bu cahilce hareketleri karþýsýnda yýlmamýþtýr. Özellikle hacc mevsiminde Mekke dýþýndan gelen insanlarla görüþüyor onlara Ýslâm´ý anlatýyordu. Peygamberimiz bir gün Akâbe mevkiinde Medineli altý kiþi ile karþýlaþtý. Onlara Kur´ân okudu ve Ýslâm´a davet etti. Medineliler Peygamberimizle konuþtuktan sonra durumu kendi aralarýnda deðerlendirdiler.

"Yahûdilerin geleceðini bildikleri ve kendisiyle bizi korkuttuklarý peygamber bu olmasýn" dediler. Yahûdilerden önce müslüman olmanýn gereðine inanýp müslüman oldular.

Medine´de bulunan Yahudiler bir Peygamber´in geleceðini biliyorlardý. Medinelilerle aralan açýlan Yahudiler onlara "Bir Peygamber gönderilmek üzeredir. O Peygamber gelince biz ona tabi olacaðýz, Ýrem ve Âd kavimleri gibi sizin kökünüzü. kazýyacaðýz" diyorlardý.

Akabe´de Müslüman olan Medineliler memleketlerine gittiklerinde bu durumu yakýnlarýna aktardýktan bir yýl sonra, daha önceki Müslümanlarla birlikte on iki kiþilik bir topluluk Hacc için Mekke´ye geldi. Bunlar Peygamberimizle görüþtü ve "hýrsýzlýk yapmamak, zina etmemek, çocuklarý öldürmemek, iftira etmemek, Allah ve Rasûlüne muhalefette bulunmamak hususunda" peygamberimize söz verip bey´at ettiler.

Peygamberliðin onüçüncü yýlýnda Medineli müslümanlardan yetmiþ iki kiþilik bir grup hacc için Mekke´ye geldiler. Peygamberimizle Akabe mevkiinde görüþmek üzere toplandýlar.

Hz. Peygamber (s.a.s), amcasý Abbas´la birlikte Akabe´ye geldi. Abbas henüz müslüman olmamýþtý. Ebu Talib´in vefatýndan sonra peygamberimizle daha çok ilgilenmeye baþlamýþtý. Bu ilgi kabile baðýndan ileriye gitmiyordu. Toplantýda ilk konuþmayý Abbâs yaptý; "Ey Hazrec topluluðu, bu benim kardeþimin oðludur. Benim yanýmda insanlarýn en sevgilisidir. Siz onu tasdik ediyor onun getirdiklerine inanýyor ve kendisini alýp götürmek istiyorsanýz, sizden bu hususta beni tatmin edici bir söz almak isterim. Siz ona vereceðiniz sözü yerine getirebilecek ve kendisini muhaliflerinden koruyabilecek misiniz? Bunu gereði gibi yaparsanýz ne iyi; yok eðer Mekke´den çýktýktan sonra kendisini yardýmsýz býrakacak rüsvay edecekseniz þimdiden bu iþten vazgeçiniz, onu býrakýmý. Yine kavmi arasýnda ve yurdunda izzet ve þerefiyle korunmuþ olarak yaþasýn."

Hz. Abbas´tan sonra Hz. Peygamber (s.a.s) konuþtu. Bundan sonra Medineli müslümanlar düþüncelerini þöylece açýkladýlar: "Allah´tan getirdiklerine bilerek ve inanarak sana bey´at ediyoruz. Biz, Rabbýmýza bey´at ediyoruz Allah´ýn kudret eli ellerimizin üzerindedir. Kendimizi, oðullarýmýzý, kadýnlarýmýzý esirgeyip koruduðumuz þeylerden seni de, esirgeyip koruyacaðýz. Eðer bu ahdimizi bozarsak, Allah´ýn ahdini bozan, yaramaz, bedbaht insanlar olalým. Ya Rasûlallah! Biz ahdimizde sadýkýz".

Peygamberimiz iki þart ileri sürdü, "Rabbim için þartým: O´na hiç bir þeyi ortak koþmamanýz yalnýz O´na ibadet etmeniz, kendinizi, çocuklarýnýzý, kadýnlarýnýzý esirgeyip koruduðunuz þeylerden, beni de esirgeyip korumanýzdýr" buyurdu. Medineliler: "Böyle yaptýðýmýz zaman bizim için ne var" dediler. Allah Rasûlü de: "Cennet var" buyurdular. Medineliler "bu kârlý alýþ veriþtir" deyip Allah Rasûlüne bey´at ettiler.

Mekke müþrikleri Akabe bey´atlarýyla ilgili haberi alýnca Allah Rasûlünü Mekke dýþýna çýkarmamak için önlemler almaya baþladýlar. Bir müddet sonra peygamberimiz müslümanlarýn Medine´ye hicret etmelerine izin verdi. Ýlk olarak Cahþoðullarý hicret ettiler. Bunlardan sonra Hz. Ömer hicret için önce silahýný kuþandý, Kâbe´yi tavaf etti. Çevrede bulunan müþriklere de hicret etmekte olduðunu bildirdi. "Anasýný aðlatmak karýsýný dul býrakmak isteyen varsa beni izlesin" diyerek büyük bir grup sahabe ile birlikte hicret etti."

Hz. Ömer´den sonra Hz. Hamza ve diðer müslümanlar hicret ettiler.

Hz. Ebû Bekir de hicret etmek istiyordu ancak, Peygamberimiz ona "acele etme, belki Allah sana bir arkadaþ bulur" diyerek beklemesini söyledi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir iki deve satýn alýp, hicret edeceði günü beklemeye baþladý.

Kureyþliler müslümanlarýn Medine´de tutunduklarýný görünce telaþa düþtüler. Peygamberimizin hicretine engel olabilmek için Darü´n-Nedve adý verilen meclis binasýnda toplandýlar. Çeþitli fikirler ve düþünceler ileri sürerek sonuçta Ebû Cehil´in düþüncesinde karar kýldýlar.

Ebu Cehil, her kabileden bir delikanlýnýn seçilmesini, bunlarýn hep birlikte Peygamberimizi öldürmelerini teklif etti. Böylece Abdi Menâçoðullarýnýn bütün kabilelerle çarpýþamayacaðýný, kan davasýndan vazgeçeceklerini bildirdi.

Onlar bu tip hileler düþünürlerken Peygamberimiz Hz. Ebû Bekir´in evine vardý. Allah´ýn kendilerine hicret iznini verdiðini bildirerek yol hazýrlýklarýna baþlanýldý. Mekkelilere ait bazý emanetlerin sahiplerine teslim edilmesi ve müþrikleri yanýltmak amacýyla Hz. Ali´ye Peygamberimizin evinde kalmasý emredildi.

Gecenin geç vaktinde müþrikler Peygamberimizin evini kuþattýlar. Allah Rasûlü Kur´ân okuyarak Allah´a sýðýnmýþ böylece müþriklerin arasýndan görünmeden geçmiþtir. Bir müddet sonra müþrikler Peygamberimizin yataðýnda yatanýn Hz. Ali olduðunu görünce hayrete düþmüþ ve tuzaklarýnýn boþa gittiðini anlamýþlardýr.

Rasûlullah (s.a.s) Hz. Ebu Bekir´le birlikte Sevr Daðý´na doðru yol alýp Hýra maðarasýna gizlendiler. Bu dað Medine tarafýnda deðil, Cidde tarafýnda Mekke´nin kuzey batýsýnda yer alýyordu. Müþrikleri þaþýrtmak için de böyle bir yola baþvurulmuþtu.

Müþrikler hz. Ali´yi ve Hz. Ebû Bekir´in kýzý Esma´yý sýkýþtýrmýþ fakat bir þey öðrenememiþlerdir. Ýz sürenleri yanlarýna aldýlar; dað, tepe demeden her tarafý aradýlar. Bir ara maðaranýn aðzýna kadar geldiler, maðaranýn önüne bir güvercinin hemen Rasûlullah´ýn oraya girmesinden sonra yuva yaptýðýný, örümceðin að örttüðünü görünce Allah Rasülünün maðarada gizlenmesinin mümkün olabileceðini düþünemediler. Elleri boþ olarak geri döndüler.

Hz. Peygamber (s.a.s) ile Hz. Ebu Bekir bu maðarada üç gün kaldýlar. Hz. Ebu Bekir´in oðlu Abdullah ve kýzý Esma onlara yemek taþýdýlar. Hz. Ebu Bekir´in çobaný da koyunlarýný Abdullah´ýn geçtiði yerlere sürerek izlerini silmeye çalýþtý. Yol Kýlavuzu Uraykýt Peygamberimiz ve Hz. Ebubekir´in bineceði develeri getirdi. Peygamberimiz devenin ücretini Ebu Bekir´e ödeyerek yola koyuldular. Yolculukta geceleri yol alýyor, gündüzleri gizleniyorlardý.

Kureyþliler, Peygamberimizi bütün uðraþlarýna raðmen bulamayýnca þaþkýna döndüler. Onu bulana yüz deve vereceklerini vadettiler. Bu ödül herkesi heyecanlandýrdý. Yüz deveye sahip olabilme ümidiyle her tarafý aramaya baþladýlar. Her yöne haberciler gönderildi. Bu habercilerden birisi de Süraka´nýn yurduna gelmiþti. Onlar da Allah Rasûlünü bulabilmek ve yüz deveye sahip olabilmek için fýrsat kolluyorlardý. Bir gün adamýn birisi üç kiþilik bir yolcu kabilesinin gitmekte olduðunu gördü. Bunu bir toplulukta anlattý. Süraka uyanýk bir kimse idi. Adamý yanýltmak ve sözü kesmek için onlar falancalardýr dedi. Adam da kesin bir þey bilmediðinden susmak zorunda kaldý. Bunun üzerine Süraka evine geldi. Atýný ve oklarýný hazýrladý. Belirtilen yöne doðru hýzla yol almaya baþladý. Süraka kýsa bir müddet sonra Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir´e yetiþti. Onlara "bugün seni benden kim kurtarabilir" diye baðýrdý. Peygamberimizin duasýyla Süraka´nýn atýnýn ön ayaklarý kuma gömüldü. Böylece Allah bu kutsî Medine yolculuðunda Rasûlünü yalnýz býrakmamýþ ve onu tehlikelere karþý bir kez daha korumuþtu.

Atýnýn kuma gömülmesi sonucunda gerçeði anlayan Süraka affýný rica etti. Peygamberimiz de ona dua ederek affetti. Süraka minnet altýnda kalmak istemiyordu. Peygamberimize ikramda bulunmak istiyordu. Peygamberimiz de onun hiç bir ikramýný kabul etmek istemedi. Ýkramýnýn kabul edilebilmesi için müslüman olmasýnýn gerektiðini öðrendi ve müslüman oldu.

Kureyþ´in vadettiði yüz deveye sahip olmak isteyenlerden birisi de Büreyd idi. O da kendi kabilesinden yetmiþ atlý ile yola çýkmýþ, Peygamberimize yetiþmiþti. Ancak bütün gayretlerine raðmen muvaffak olamamýþ sonuçta Büreyd´e Ýslâm teblið edildi. Büreyd ve yanýndakiler müslüman oldular. Büreyd, peygamberimizin Medine´ye bayraksýz girmesinin uygun olmayacaðýný düþünerek, baþýndan sarýðýný çýkardý, mýzraðýnýn ucuna baðladý, böylece Medine´ye kadar Peygamberimizin bayraktarlýðýný yapmýþ oldu.

Peygamberimizin Mekke´den çýktýðýný duyan Medine´deki müslümanlar yollarý gözlüyorlardý. Her gün güneþin doðumundan önce Harra mevkiine çýkýyorlar, sýcak bastýrýncaya kadar bekliyorlardý. Bir gün Yahudi´nin birisi bir iþiyle ilgili olarak yüksek bir kuleye çýkýp etrafý gözetlemeye baþlamýþtý. Peygamberimizin ve arkadaþlarýnýn gelmekte olduðunu gördü. Kendisini tutamayarak heyecanla " ey Arap topluluðu! Ýþte nasibiniz, devletliniz, beklediðiniz ulu kiþiniz geliyor" diyerek Rasûlullah´ýn geldiðini onlara haber verdi.

Medineliler yollara dökülüp Peygamberimizi karþýladýlar. Peygamberimiz burada bir müddet kaldý ve Kuba Mescidi´ni inþa ettirdi. Hz. Ali de Kuba´da Rasûlulah´a yetiþti.

Süheyb b. Sinan da hicret etmek için yola çýkmýþtý. Kureyþliler onun yolunu çevirdiler, göndermek istemediler. Süheyb, biriktirdiði bütün serveti Kureyþlilere býrakmak þartýyla yoluna devam etti.

Peygamberimiz bir kaç gün sonra Medine´ye hareket etti. Hareketinden önce Neccâroðullarýna kendisini Medine´ye götürmeleri için haber gönderdiði de rivayet edilmektedir. Abdulmuttalib´in annesi Neccaroðullarýnýn kýzýydý. Dolayýsýyla Neccaroðullarý Abdulmuttalib´in dayýlarý oluyordu.

Neccaroðullarý Peygamberimizi Medine´ye götürdüler. Halk Peygamberimizi aðýrlamak için can atýyordu. Allah Rasûlü hiç kimseyi kýrmak istemiyordu. " Devenin yolunu açýnýz. Nereye çökeceði ona buyrulmuþtur" diyordu. Deve boþ bir araziye çöktü. Peygamberimiz bu araziye akrabalarýndan kimin evinin yakýn olduðunu sordu. Böylece Neccaroðularýndan Ebu Eyyûb El-Ensâri´nin evine misafir oldu.

Hz. Peygamber (s.a.s)´in Medine´ye geliþi Medineli mü´minleri büyük bir sevince boðdu.

Bütün mü´minler, evlerinin damýna çýkmýþ; gençler ve hizmetçiler yollara dökülmüþler "Yâ Rasûlallah! Yâ Muhammed! Yâ Rasûlallah!" diyerek baðýrýyorlardý. (Müslim, Sahih, VIII, 237). Çocuklar ve hizmetçiler, yollarda ve damlarda "Rasûlullah geldi! Allahû ekber! Muhammed geldi! Allahû ekber! Muhammed geldi! Allahu ekber, Muhammed geldi! diyorlar, Habeþliler de, sevinçlerinden kýlýç kalkan oynuyorlardý (Ebû Davud Sünen, II, 579)

Kadýnlar ve çocuklar, hep bir aðýzdan: "Vedâ tepelerinden dolunay doðdu bize! Allah´a yalvaran oldukça, þükür etmek gerekir halimize, Ey bize gönderilen Peygamber! Sen boyun eðmemiz gereken bir emr ile geldin bize" diye þiirler okuyorlardý (Semhudî, Vefaü´l-Vefa, I,187, Halebi insanü´l-Uyun, II, 58).

Berâ´ b. Âzib: "Peygamber (s.a.s) Medine´ye gelince, Medinelilerin Rasûlullah´a sevindikleri kadar hiç bir þeye sevindiklerini görmedim demiþtir.

Enes b. Mâlik de: "Ben, Rasûlullah´ýn Medine´ye girdiði günden daha güzel, daha parlak bir gün görmedim" der (Ýbn Sâ´d, Tabakat, I, 233, 234).

Rasûlullah Medine´ye varýnca mü´minlerin her biri kendi evinde aðýrlamak istediler ve bu konuda yarýþýrcasýna hareket ettiler. Rasûlullah´ý misafir edebilmek için devesinin önüne geçiyorlardý. Efendimiz onlara "Devenin yolunu açýnýz! Nereye çökeceði ona emir buyurulmuþtur" diyordu (Semhûdî-Vefâü´l-Vefâ, I,183).

Tarihte Hicret: Hz. Ýbrahim (a.s)´ýn Hicreti:

Hz. Ýbrahim, kendi kavmine Allah´ýn dinini anlatmada hiç bir engel tanýmamýþ, Nemrut´un zorbalýðýna boyun eðmemiþ, bir bir iþkencelere maruz kalmasýna raðmen yolundan dönmemiþtir. Fakat O´nun bütün gayretleri bir netice doðurmamýþ ve toplumunu küfür bataklýðýndan çekip almamýþtýr. Artýk netice belli olmuþtur; kavmi kendi doðrultusunda gitmektedir. Hz. Ýbrahim de tevhid üzere yoluna devam etmektedir.

Hz. Ýbrahim kavminin iman etmesine imkân ve ihtimal kalmadýðýný anlarýnca, sapýklýk ve küfür diyarýndan uzak kalmak amacýyla, her þeyiyle yalnýz Allah´a kulluk edebilmek için hicret etmiþtir (Elmalýlý Muhammed Hamdi Yazýr, Hak Dini Kur´ân Dili, II, 1437).

Hz. Peygamber (s.a.s) de þöyle buyurmuþtur: "Her kim diniyle bir yerden bir yere hicret ederse, gittiði yer bir karþý yer de olsa Cennet´te Ýbrahim ve Muhammed (s.a.s) onun arkadaþý olur."

Ashab-ý Kehf´in Hicreti:


Batýl düzenler, gerçekten Hakk´a inananlara hayat hakký tanýmak istemezler. Onlar gerektiðinde bütün zulüm mekanizmalarýný inananlarýn aleyhine çalýþtýrmaktan geri durmazlar. Çünkü, yarasanýn ýþýktan ürktüðü gibi, onlar da inananlarýn gerçekleri ve mutlak doðrularý gözleri önüne sermeleri böylece kendi menfaatlerinin ortadan kalkmasýndan, ilahlýk davalarýnýn sahteliðinin ortaya çýkmasýndan, sömürü çarklarýnýn durmasýndan endiþelenirler, korkarlar. Tarih boyunca inananlara zâlim düzenler eliyle yapýlan zulüm, baský ve þiddetin asýl nedeni budur. Bugün yeryüzünün her bölgesinde müslümanlar üzerindeki baský ve terör bundan kaynaklanmaktadýr.

Kur´ân-ý Kerîm Ashab-ý Kehf´ten: "Rablerine inanan gençler" (el-Kehf, 18/13) olarak söz etmektedir. Bunun üzerine; "Allah da onlarýn hidayetlerini artýrmýþtý". Ashab-ý Kehf´in, kavimleri Allah´tan baþka tanrýlara taptýklarý için onlardan uzaklaþmalarýný Kur´ân övgüyle anlatmaktadýr. Onlar bu davranýþlarýyla doðru yolu bulman ve Allah´ýn rahmetine kavuþmayý gaye edinmiþlerdi.

"... Þunlar, þu bizim kavmimiz, Ondan (Allah´dan) baþka tanrýlar edindiler. Bunlarýn üzerine bari açýk bir delil getirseydiler ya? Artýk yalan yere Allah ´a karþý iftira edenlerden daha zâlim kimdir?" dediklerinde, onlarýn kalplerini (sabýr ve sebat ile hakka) baðlamýþtýk."

(Birbirlerine þöyle demiþlerdi):

"Madem ki siz onlardan ve Allah´tan baþka tapmýþ olduklarýndan ayrýldýnýz, o halde maðaraya (çekilip) sýðýnýn ki; Rabbiniz size rahmetinden geniþlik versin, iþinizden de size fayda hazýrlasýn " (el Kehf,18/ 14,16) Böylece onlar, zâlim bir toplum içinde yaþayýp, dinlerini açýða vuramamaktansa maðaraya çekilip orada inançlarýný yaþamayý tercih etmiþler ve son derece az olduklarý için, mevcut düzene karþý duramayacaklarýný anlamýþ bulunuyorlardý.

Habeþistan´a Hicret: Ýslâm´ýn ilk yýllarýnda, sahabîlerin önemli bir kýsmýna ve özellikle zayýf ve kimsesizlere, "Rabbiniz Allah´týr" demeleri nedeniyle sayýsýz zulümler uygulanýyor, dinlerinden vazgeçirmeleri için onlara büyük baskýlar yapýlýyordu. Peygamber Efendimiz, sayýlarý yüzü bulan sahabiye Habeþistan´a hicret etmelerini tavsiye etti. Orada kendilerini himaye edecek iyi niyetli bir hükümdarýn varlýðýndan söz etti. Bunun üzerine Habeþistan´a iki defa hicret edildi.

Mekke o sýralarda gerçekten Ýslâm gibi eþsiz, tevhide dayalý yüce bir inanç ve hayat düzenini kabul edenler için aðýr þartlarý bulunan bir ortamdý. Habeþistan´da da Ýslâmî bir düzenin varlýðýndan söz edilemezdi ama. en azýndan orada dini hürriyet vardý ve zulüm yoktu. Diðer taraftan Ýslâm ülkesi diyebileceðimiz bir yerin de varlýðý söz konusu deðildi. Henüz böyle bir teþebbüse girebilmek için gerekli þart ve imkanlardan da müslümanlar tamamýyla mahrum bulunuyorlardý. Bu nedenle Dârü´l- Küfr olan Mekke´yi býrakýp Darü´l-Emin (güven ülkesi)´e göç için bir izin verilmiþ oluyordu...

Hicretin Hükmü:

Kur´ân´ýn bir çok âyeti hicretten, hicretin gereðinden, hicret edenlerden ve etmeyenlerden... söz eder.

Hicretin ne denli önemli olduðuna þu âyetler gayet açýk bir þekilde iþaret etmektedir:

"Öz nefislerinin zâlimleri olarak canlarýný alacaðý kimselere melekler derler ki: "Ne iþte idiniz?" Onlar: "Biz yeryüzünde dinin emirlerini uygulamaktan aciz kimseler idik" derler. Melekler de: "Allah´ýn arzý geniþ deðil miydi? Siz de oradan hicret etseydiniz ya" derler. Ýþte onlar böyle. Onlarýn barýnaklarý Cehennemdir. O ne kötü bir yerdir. Erkeklerden, kadýnlardan, çocuklardan zayýf ve acz içinde býrakýlýp da hiçbir Çareye gücü yetmeyen ve (hicret) için bir yol bulamayanlar müstesna" (en-Nisâ, 4/97, 98).

Bu âyetlerin iniþ sebebi hakkýnda Ýbn Abbas (r.a) þunu nakletmektedir:

"Peygamber (s.a.s) zamanýnda bazý müslümanlar müþriklerle birlikte durup onlarýn sayýlarýnýn artmalarýna neden oluyorlardý. (savaþ sýrasýnda) ok, onlardan bazýlarýna isabet edebiliyor veya boynu vurulup öldürülebiliyordu. Bunun üzerine bu ayetler nazil oldu. Yine Ýbn Abbas (r.a.)´ýn rivayet ettiðine göre; bir kýsým Mekkeliler Ýslâm´a girmiþ, fakat müslümanlýklarýný açýða vurmamýþlardý. Bedir savaþý gününde müþrikler onlarý da beraberlerinde savaþa götürdüler ve bazýlarý bu savaþta öldü. Müslümanlar bunun üzerine: "Bizim arkadaþlarýmýz müslüman idiler, savaþa zorla sokuldular" deyip, onlara Allah´tan maðfiret dilediler. Bunun üzerine bu âyetler nazil oldu" (Ýbn Kesîr, Tefsiru´l-Kur´âni´l-Azim, I, 542).

Demek ki mü´minler, bu gibi durumlarda "biz Ýslâm´ý ayakta tutamayacak kadar zayýf kimseler idik" demekle kendilerini kurtaramayacaklardýr. Çünkü bunlar Ýslâm´ý tamamiyle yaþayabilmek için herhangi bir teþebbüste bulunmamýþlar ve böylece "kendilerine zulm etmiþlerdir" fakat, gerçekten hicret edemeyecek durumda bulunan zayýf kimseler bundan müstesnadýr.

Bu âyetler, müþrikler arasýnda bulunup da dinini ayakta tutamayan herkesi kapsamaktadýr. Hicret edebilecek durumda olup da hicret etmeyenlerin, kendi nefislerine zulmetmiþ olduklarý ve bu ayetin hükmüne göre, haram iþledikleri icmâ ile kabul edilmiþtir (Ýbn Kesîr Tefsîr, I, 542). Bu hüküm kýyamete kadar bakîdir ve genel bir hükümdür. Herhangi bir durum onu, dinini yaþayabileceði, inancýnýn gereklerini yerine getirebileceði Darü´l-Ýslam´a hicret etmekten alýkoymaz.

Hanbelî hukukçulara göre bir kimsenin, Darü´l- Harp´te dinini açýða vurup yaþayabiliyor bile olsa, müslümanlarýn sayýsýný çoðaltmak ve cihada katýlabilmek için Dârü´l-Ýslâm´a hicret etmesi sünnet olur. Hanefi mezhebinde ise küfür diyarýndan Ýslâm diyarýna hicret etmek vaciptir. Þâfiîlerden el-Mâverdî´ye göre de, müslüman herhangi bir küfür beldesinde dinini açýða vurabiliyorsa, orasý onunla Daru´l-Ýslâm olmuþ olur. Orada durmak, hicret etmekten daha iyidir. Çünkü böylelikle kendisinden baþkalarýnýn,da Ýslâm´a girmeleri umulabilir. Ancak el-Mâverdî´nin bu görüþüyle, konu ile ilgili olarak Darü´l-Harp´ta kalmayý haram kýlan ayet ve hadisler arasýndaki aykýrýlýk açýktýr. Hicret hükmü, Darü´l-Harp´te müslüman olup oradan uzaklaþabilecek güçte olan herkes için geçerlidir (eþ-Þevkânî, Neylü´l-Evtâr, VIII, 28, 29). Darü´l-Harp´ten hicret etmenin, herhangi bir ma´siyetin iþlenmesi veya herhangi bir emrin yerine getirilmemesi veya Ýslâm devlet baþkanýnýn istemesiyle vacip olacaðý konusunda icmâ´ vardýr (eþ-Þevkânî, a.g.e., VIII, 29).

Kiþi "ben hicret edeceðim ama, gideceðim yer tanýmadýðým, yabancýsý olduðum bir yerdir. Acaba orada geçimimi saðlayabilecek miyim? Sonra ne zaman geleceði bilinmeyen ölüm, beni yolda yakalarsa hicret etmiþ sayýlabilir miyim..." gibi bir takým düþünceleri içinden geçirebilir. Ancak bunlar yersiz düþüncelerdir. Çünkü: "Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek, barýnacak bir çok yerler bulur, geniþlik de bulur. Kim evinden Allah ve Rasûlüne muhâcir olarak çýkýp da sonra yolda ölürse, onun mükâfatý Allah´a aittir (en-Nisâ, 4/100). Bu bakýmdan ne rýzýk endiþesi ne de "yolda ölüm" düþüncesiyle farz olan hicretten geri kalamaz.

Yeryüzü iman-küfür mücadelesinin alanýdýr. Bu mücadelede kimi zaman iman bazan da küfür egemen olmuþtur. Mü´minler Ýslâmî kimliklerini yitirdikleri, imanî zaaflara düþtükleri, Ýslâmi ilimlerin yeterince tahsil edilmediði ve cehaletin yaygýnlaþtýðý dönemlerde küfür Ýslâm´a gâlib gelecektir. Ýslâmî ilimlerin çok iyi bilindiði, Ýslâm´ýn yaþandýðý, imanýn kalb atýþlarýnda bile hissedildiði dönemlerde ise kuþkusuz Ýslâm egemen olacaktýr.

Ýslâm´ýn ve küfrün egemenliði ya da þeytana zaman zaman fýrsat verilmesi insanýn ve yeryüzünün kanunu hükmündedir. Dolayýsýyla mü´minler Ýslâm´ýn egemen olmadýðý toplumlarda yaþama durumunda kalabilirler. Bundan dolayý hicret zaman zaman gündeme gelebilir. Hicret dönemi asla kapanmaz, Mekke´nin de fethinden sonra hicret gündeme getirilemez; hicret tarihin belirli bir dönemine ait bir olay deðildir. Hicret süreklilik arzeder ve kýyamete kadar kaimdir.

Mekke´nin fethedildiði gün Abdurrahman b. Safvan (r.a) babasýný getirerek, Rasûlullah´a babasýnýn da hicret sevabýndan payýný almasýný istediðini bildirdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "Artýk hicret yoktur" diye cevap verir. Rasûlullah´ý bu konuda yumuþatmak amacýyla, amcasý Hz. Abbâs´ýn yanýna gider ve bu konuda kendisine yardýmcý olmasýný ister. Hz. Abbâs .(r.a), Peygamber (s.a.s)´e "Allah aþkýna kabul et" derse de, Hz. Rasûlullah þu cevabý verir: " Amcamýn yeminini yerine getiririm, ama hicret yoktur" Hadîsin râvilerinden olan Yezid b. Ziyâd: "Halký Ýslâm´ýn egemenliði altýna girmiþ bulunan bir yerden hicret edilemez, demek istiyor" diye hadisi açýklamýþtýr (Ýbn Mace Keffâret).

Burada görüldüðü gibi Mekke´den hicret etmek artýk söz konusu deðildir. Çünkü, hicretten maksat gerçekleþmiþ bulunuyor. Artýk Mekke´nin kendisi fethedilmek suretiyle Darü´l-Ýslâm olmuþ ve Ýslâm´ýn bütünüyle hayata yansýyacaðý bir yer haline gelmiþtir. Allah´tan baþka hiçbir varlýðýn hâkimiyetinden söz edilemeyecektir.

Diðer bir kýsým hadislerde ise, hicretin sürekliliðinden söz edilmektedir:

"Kâfirlerle savaþýldýkça hicretin sonu gelmeyecektir (eþ-Þevkânî a.g.e., VIII, 27). "Hicretten sonra hicret olacaktýr. Yeryüzünün en hayýrlýlarý, Hz. Ýbrahim´in hicretini kendisine örnek alanlardýr" (Ebû Davûd, Cihad).

Bu hadislerden anlaþýldýðýna göre, Ýslâm hâkim olduðu bir yerden hicret etmenin farz veya vâcib olmasý söz konusu deðildir. Ancak Darü´l-Harb´den Darü´l-Ýslâm´a hicret etmemin vucûbu kýyamete kadardýr. Ebu Bekr Ýbnü´l-Arabî: "Hicret, Peygamber (s.a.s) zamanýnda farz idi. Kendi dini veya nefsi için korkusu olan herkese farz olarak devam etmektedir. Kesilen hicret Mekke´nin fethinden sonra, Mekke´den Medine´ye olan hicrettir" (eþ-Þevkânî a.g.e., VIII, 29) der.

Hicretin hayata yansýmasýnda genel etkenlerden biri de Ýslâm devlet baþkanýdýr. Halife, mü´minlerin bir yerden bir yere hicret etmelerini isteyebilir. Mü´minler de buna aymak zorundadýrlar. Zira müslümanlar Halifenin Ýslâm´a muhalif olmayan bütün emirlerine uymak zorundadýrlar. Hilafet, Ýslâm´ýn bütün hükümlerinin direkt ya da dolaylý olarak baðlantýlý olduðu bir müessesedir.

Peygamber Efendimiz, bazan büyük kalabalýklarý bile hicret edip etmemekle serbest býrakmýþtýr. Gönderdiði askerî müfreze (seriyye) kumandanlarýna verdiði tâlimât arasýnda þunlarý da görmekteyiz: ".. Onlarý Ýslâm´a davet et. Kabul ederlerse, sen de bunu kabul et ve onlarla savaþma. Sonra bulunduklarý yerden muhâcirlerin yurduna hicret etmelerini iste. Bunu yaptýklarýnda do muhacirlerin leh ve aleyhlerinde olanýn, kendilerinin de leh ve aleyhlerine olacaðýný bildir. Eðer hicret etmeyecek olurlarsa, durumlarýnýn bedevî müslümanlarýn aynýsý olacaðýný onlara bildir. Onlara mü´minlere uygulanan Allah´ýn hükümleri uygulanacok, ancak müslümanlarla birlikte cihada katýlmadýkça fey´ ve ganimetten pay alamayacaklardýr" (Ýbn Kesîr, Tefsîr, III, 329).

Hicretin devlet politikasýnda önemli bir yeri olmalýdýr. Ýslâm Devleti, durumuna göre hicretle ilgili bir takým düzenlemelere giriþmek zorundadýr.

Bu gibi istisnâî durumlarýn maksat ve nedenleri araþtýrýldýðýnda bazý zümrelerin bundan istisna edilmesi de tamamen toplumun iyilik ve hayrýyla yakýndan ilgilidir. Mesela: Müzeyne, Medine´nin 35 km. uzaðýndaydý ve yüzlerce savaþçýya sahipti. Bunlarýn bulunduklarý topraklarda býrakýlmasý, Ýslâm Devlet topraklarýný geniþletme maksadýný taþýyordu. Bunlarýn Ýslâm ülkesine hicret etmeleri birçok iktisâdî zorluklarýn doðmasýna neden olacak ve terkedilmiþ verimli topraklar ve sular, yabancýlarý ve belki de Ýslâm düþmanlarý tarafýndan iþgal edilecekti (Muhammed Hamidullah, Ýslam Peygamberi, II, 277, 278). Bu bakýmdan Peygamber Efendimiz Ýslâm devleti sýnýrlarýnýn geniþlemesi ve müslümanlarýn savaþ gücünün artýrýlmasý noktasýndan hareket etmiþ ve duruma göre hicret üzerinde durmuþtur. Hicretin diðer bir amacý da; Ýslâm devletinin gücünü arttýrmaktýr.

Hicret Edenler ve Ecirleri:


Allah (c.c) için yapýlan her hareket, tavýr ve söz´ün karþýlýksýz kalmasý mümkün deðildir. Allah için bulunduðu yeri, bin bir zorluk altýnda terk eden ve bununla Ýslâm´ý daha iyi yaþamayý, Allah´a daha mükemmel bir þekilde kullukta bulunmayý amaçlayan bir kimsenin eli boþ döndürülmesi düþünülemez. Allah (c.c) Kur´ân-ý Kerîm´de, hicret edenlere müjdeler vermektedir:

"Muhakkak iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler, iþte onlar, Allah´ýn rahmetini umabilirler" (el-Bakara, 2/ 219; et-Tevbe, 9/20).

"Muhacir ve ensardan daha önce iman etmiþ olanlarla (sonradan) onlara ihsan ile uyanlardan Allah razý olmuþtur. Ve onlar da Allah (ýn kendilerine verdiði nimet ve sevap)dan razi olmuþlardýr. Onlar o cennetlerde ebedî kalýcýdýrlar" (et-Tevbe, 9/100).

"(Kendilerine) Zulmettikten sonra Allah yolunda hicret edenleri dünyada iyi bir þekilde yerleþtireceðiz elbette, ahiretteki ecir (leri) ise daha büyüktür. Keþke ölmüþ olsalardý" (en-Nahl, 16/41).

Amr b. el-Âs (r.a), Rasûlullah´a kendisinin günahlarýnýn affedilmesi þartýyla bey´at edeceðini söyleyince, Rasûlullah´tan þu cevabý aldýðýný anlatmýþtý: "Sen Ýslâm´ýn kendisinden (yani kiþi müslüman olmadan) önce iþlemiþ günahlarý yok ettiðini bilmiyor muydun? Hicretin ve haccýn da ayný þekilde (bunlar yapýlmadan önce) iþlenmiþ günahlarý silip süpürdüðünü bilmiyor muydun?"

Allah, bütün yeryüzünün ve tüm kâinatýn biricik ve mutlak sahibidir. Bütün varlýk âlemini insan için yaratan ve onlarý insanýn emrine veren Allah´týr. Ýnsan ise; kendisine kulluk etmek, Ýslâm düzenini gerekleriyle birlikte, noksansýz olarak yaþamak için yaratýlmýþtýr. Bundan yüz çevirenleri cezalandýracak, sudan bahanelerle ibadetten geri kalanlarýn mazeretlerini kabul etmeyecektir. Ve bu mazeretler onlarý kendi nefislerine zulüm etmiþ olmaktan" kurtaramayacaktýr. Bu konuda Allahu Teâlâ kullarýna þöyle seslenmektedir:

"Ey inanmýþ olan kullarým, muhakkak, benim mülküm olan yeryüzü (çok) geniþtir. O halde (þuna buna deðil de) yalnýz bana ibadet edin (el-Ankebût; 29/56).

Bu ayetin, Ýslâm´ý açýkça yaþayamayan Mekkeli, güçsüz bir kýsým müslüman hakkýnda nazil olduðu bildirilmektedir.

Bu ayet, Allah´ýn inanan kullarýna, dinlerini açýða vurup yaþayamadýklarý bir yerden, onu kolayca yaþayabilecekleri baþka bir yere hicret etmeleri için bir emirdir. Rasûlullah (s.a.s) þöyle buyurmuþtur: "Memleketler, Allah´ýn memleketleridir. Kullar da Allah´ýn kullarýdýr. Nerede hayýr bulursan orada yerle" ( Ýbn Kesîr, Tefsirü´l-Kur´âni´l Azim, II,14). Bütün insanlar Allah´ýn kuludur ve yeryüzü de Allah´ýndýr, bütün geniþliðiyle yalnýz onundur. Arz bütün insanlarý içine alacak kadar geniþtir. O halde insan bulunduðu yerde dininî, bütünüyle Allah´ýn emirlerini yaþayamýyor, bu konuda zorluklarla karþý karþýya býrakýlýyor, Allah´tan baþka her þeye ve herkese kul olmasý için zorlanýyor ve bu telkin yapýlýyorsa orasý müslümanýn yaþayabileceði yer deðildir. Yaþayabileceði yeri aramalý ve bulmalýdýr. "Bütün yeryüzü Allah´ýn olduktan sonra, onun Allah indinde en çok sevileni kullarýnýn yalnýz kendisine ibadet ettikleri yerdir."

Ýslâm´da hiç bir þey putlaþtýrýlamaz, isterse, bu içinde doðup büyüdüðümüz, yakýnlarýmýzýn malýmýzýn, ticaretimizin, acý tatlý her türlü hatýralarýmýzýn ve daha nice güzel þeylerimizin bulunduðu yer olsun. Müslüman nerede inancýný yaþayabiliyorsa, vataný orasýdýr. "Kiþinin bulunduðu memlekette yalnýz Allah´a ibadet etmek kolay olmaz; dinini açýða vurmakta zorluklarla karþýlaþýr, daralýrsa, orada baðlanýp kalmamalý, ibadetlerini serbest yapabileceði yere gitmelidir. Hicret edip o darlýktan geniþliðe çýkmak için ne gerekiyorsa yapmak ve Allah´a kulluk etmek mü´minin prensibi olmalýdýr" (Elmalý, U.H. Y. Hak Dinî Kur´ân Dili, V, 3790).

Þâmil ÝA


radyobeyan