Ýslam Kavramlarý A-L
Pages: 1
Fussilet By: armi Date: 16 Þubat 2010, 16:27:10
FUSSÝLET SURESÝ




Kur´an-ý Kerîm´in kýrkbirinci suresi.

Mekke´de nâzil olmuþtur. Ellidört ayet ve yediyüz kelimedir; fâsýlasý: Dât, Zý, Tý, Sâd, Be, Zý, Rý, Dâl, Nun, Mîm harfleridir. "Fussilet, uzun uzun ve ayrýntýlý olarak anlatmak demektir. Sure adýný üçüncü ayette geçen "Teðabün Fussilet" (Tafsilâtlý Kitap) lâfzýndan almýþtýr.

Kur´an-ý Kerîm´in tafsilâtlý kitap olmasý þöyledir:

Onda yüzondört sure, altýbinalýtýyüzaltmýþaltý ayet bulunmaktadýr. Bütün kitapta mucizevî bir üslûp, belið ifadeler hakim olup; temel olarak inancý Allah´ýn varlýðý ve birliði, kudretinin delilleri, ahiret günü, müminler, münâfýklar ve kâfirlerin durumlarý, emirler, yasaklar, öðütler, kýssalar yeralmaktadýr.

Kur´an´da geçmiþ, hal ve geleceðe iliþkin temel bilgiler yeraldýðý için bu kitap tafsilâtlý bir kitaptýr. Bu bilgiler kesindir ve baþka hiçbir bilgi onlarýn verdiði malûmatý ihtiva etmez. Hangi yaklaþýmla okunursa okunsun her okuyan onun çok anlamlý mucizevî bir metin olduðunu farkedebilir. Allah, kullarýna acýmýþ ve bütün hakikatleri bu kitapta bildirmiþtir. Yeryüzündeki milyonlarca kitap iþte bu Kur´an´a dayanmakta ve onu tefsir etmektedir. Kur´an öyle tafsilâtlýdýr ki, hemen her surede birbirine benzer veya tekrar tekrar vurgulanan gerçekler, birbiriyle baðlantýlý olarak birçok açýdan deðiþik meseleleri iþlemektedir.

Bu sebeple tarih boyunca yüzlerce tefsir yazýlmýþtýr.

Yirmiüç yýlda ayet ayet, sure sure tamamlanan bu kitabýn koruyucusu Allah´týr ve O, kitabýný Arapça indirmiþse bunun mutlaka dil açýsýndan bir hikmeti vardýr. Kur´an´ýn iki kelimesini anlatmak için sayfalarca tercüme yapýlmasý da buna basit bir delildir. Ve hiçbir kitap onun gibi göze, kulaða, bütün ruha tesir etmez. Hiçbir musiki onun tilâveti kadar insaný rahatlatmaz, duygulandýrmaz. Bu yüzden o indirildiði zaman þairler þiirlerini Kâbe duvarýndan indirmiþler, herkes onun ilâhî bir nur olduðunu anlamýþtýr.

Fussilet suresinin ilk ayetleri þöyle baþlamaktadýr:

"Hâ, Mîm. Bu Kur´an, Rahman ve Rahîm olan Allah tarafýndan bilen bir kavim için ayetleri çeþitli biçimlerde teker teker açýklanmýþ, Arapça bir Kur´an ve müjde verici bir uyarýcý olarak indirilmiþtir. Böyleyken onlarýn çoðu bunu düþünüp kabul etmekten yüz çevirmiþtir. Arlýk onlar dinlemezler. Onlar, Bizi davet ettiðin þeye karþý kalplerimiz bir örtü içindedir, kulaklarýmýzda bir aðýrlýk, bizimle senin aranda bir perde vardýr. Artýk sen dinince yapabileceðini yap, biz de dinimize göre hareket ederiz.´ derler" (1-5).

Surenin baþýndaki mukattaa harflerinin manasýný ancak Allah bilir. O nedenle sureye Hâ-Mîm ve Secde olmak üzere iki kelimeden oluþan Hâmîm secde adý da verilmiþtir. Ayrýca Mesâbih, Secde, Akvât adlarý da verilmektedir.

Surenin nüzûl sebebi olarak þu rivâyet nakledilir: Ebû Cehil ve Kureyþ´in ileri gelenleri biraraya gelirler; Muhammed (s.a.s)´in durumunu araþtýrmak üzere sihir, kehânet ve þiirden anlayan birini araþtýrýrlar. Utbe b. Rabia, "Ben, bu hususlardan anlarým; Muhammed´in bu gibi iþlerle bir ilgisi varsa, bunu ortaya çýkarýrým" der. Utbe, Hz. Peygamber (s.a.s.)´e gider ve, "Ey Muhammed´ sen mi daha hayýrlýsýn, Hâþim mi; sen mi daha hayýrlýsýn, Abdûlmuttalib mi?" der. Bu sözleriyle, peygamberlik gelse gelse bunlara gelirdi, demek ister. Peygamber (s.a.s.), cevap vermeden dinlemeye devam etti. Utbe, sözlerini sürdürdü: "Ýlahlarýmýzýn aleyhinde konuþuyorsun, atalarýmýzý sapýklýkla itham ediyorsun. Reislik istiyorsan seni reis edinelim, mal istiyorsan, seni zengin kýlacak kadar mal verelim. Kadýn istiyorsan, Kureyþ kýzlarýndan beðendiðin on tanesini seç, al. Hasta isen seni tedavî ettirelim." Hz. Peygamber (s.a.s.), hep susuyor, Utbe´nin sözlerini bitirmesini bekliyordu. Sözünü bitirdiðinde, Resulullah (s.a.s.) "Sözlerin bitti mi?" dedi ve, "Bismillahirrahmanirrahim" diyerek Fussilet suresini okumaya baþladý: "Eðer yüz çevirirlerse de ki: Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerinin baþýna gelen yýldýrýma benzer bir yýldýrýma karþý uyardým" ayetini okuyordu ki, Utbe, yerinden fýrladý ve Peygamber (s.a.s.)´in aðzýný eliyle kapadý, devam etmemesi için yalvardý.

Utbe, okunan ayetlerin etkisi altýn da kalarak, birkaç gün Kureyþlilere görünmedi. Ebû Cehil, Utbe´yi arayarak onu buldu. Utbe, olayý anlattýktan sonra þöyle devam etti: "Bundan böyle ben Muhammed´e hiçbir þey söylemeyeceðim. Bana öyle birþeyle cevap verdi ki, Allah´a yemin ederim, Muhammed´in okuduðu ne sihir, ne þiir, ne de kehânet türünden birþeydir. Bilirsiniz, Muhammed´in söylediði yalan çýkmaz Onu rahat býrakýn. Baþýnýza bir azap gelmesinden korkuyorum" (Razî, et-Tefsîru´l-Kebîr, XXVII, 3: Ýbn Hiþâm, I, 313 vd., Ýbn Kesir, IV, 90 vd.).

Rivâyetten de anlaþýldýðý gibi, sure indiði sýralarda Kureyþli müþrikler, bu tür meselelerin dedikodusunu yapýyor; Kur´an´ý sihir, kehânet ve þiir olmakla itham ediyorlardý. (Araplara göre þiir de cin iþidir. Her þaire þiiri imlâ ettiren bir cinni vardýr Böylece Kur´an´ý anlaþýlmaz kapalý sözler manzumesi olmakla suçluyorlardý.

Sure, iddia ettikleri gibi Kur´an´ýn anlaþýlmaz sözlerden deðil, Arapça bir da kitap olduðu ve sözlerinin apaçýk olduðunu anlatmakla konuya giriþ yapar. Hem Hz. Peygamber de aralarýndan çýkmýþ bir insandýr. Kur´an´ýn onun eseri olmasý mümkün deðildir; ve o, herþeye gücü yeten yüce Allah´ýn eseridir.

Sure, giriþinde konusunu belirlemektedir: Konu, Kur´an-ý Kerîm´dir; Allah´ýn bu indirdiði ayetleri, kâinatta her an olup biten ayetleridir. Ayrýca kâfirlere karþý deliller getirilmekte, müminlerin özelliklerine deyinilmektedir. Ýbret alýnsýn diye azaba uðrayan kavimlerin haberleri anlatýlýrken onlarýn neden helâk edildikleri açýklanmaktadýr.

Surede Kur´an hakkýnda indirilen ayetlerde þöyle buyurulmaktadýr: "O küfredenler, þöyle dedi: "Bu Kur´an´ý dinlemeyin. Onun hakkýnda (okunurken) manasýz yaygaralar yapýn; belki üstün gelirsiniz (susturursunuz)."iþte biz o kâfirlere en çetin bir azabý tattýracaðýz. Onlarý yapageldiklerinin en kötüsüyle cezalandýracaðýz. Halbuki o Kur´an cidden sarp bir kitaptýr ki, ne önünden ne ardýndan ona hiçbir bâtýl yanaþýp gelemez. O, bütün kâinatýn hamdettiði o yegane hüküm ve hikmet sahibi Allah´tan indirilmedir. Eðer biz onu yabancý dilden bir Kur´an yapsaydýk muhakkak ki, " Ayetleri açýklanmalý deðil miydi? Arabra, Arapça olmayan bir Kur´an mý?" diyeceklerdi. Onlara de ki: "O Kur´an, iman edenler için bir hidayet ve þifâdýr. Ýman etmeyenlerin ise kulaklarýnda bir aðýrlýk vardýr. Onlar Kur´an´ý duymazlar, duymak istemezler. O Kur´an bunlara karþý bir körlüktür. Onlar, uzak bir yerden çaðrýlýp da duymayan kimseler gibidir. Andolsun ki biz Musa ya kitap (Tevrat´ý) verdik de, onda da ihtilâf edildi. Eðer Rabbinden bir söz geçmiþ olmasaydý (hesab gerektirilmemiþ olsaydý), aralarýnda olup bitirilmiþti (helâk olmuþlardý). Herhalde onlar bundan, þüpheci bir tutum içindeler. De ki: Eðer o Kur´an Allah nezdinden gelmiþ de sonra siz ona küfretmiþseniz, bana haber verin, haktan uzak bir muhâlefette bulunanýn ta kendisi olan sizden daha sapkýn kim vardýr?"

Günümüzde de inanmak istemeyenler, Kur´an´ýn Arapça bir kitap olarak indirildiðini ve onun yalnýz Araplara geldiðini söylerler. Halbuki, herhangi bir kitabýn ve bu Kur´an´ýn bütün yeryüzüne þâmil olmasý için yine yeryüzü dillerinden biriyle indirilmesi kadar doðal bir þey olamaz. Aslýnda onlarýn her birine tek tek de Kur´an indirilse onlar yine inanmazlar. Kaldý ki Allah´ýn elçisi ve sevgili kulu Muhammed (s.a.s.) Arap toplumunda doðdu ve ona -o ümmiye- Kur´an Arapça indirilmeseydi de meselâ Ýbranice indirilseydi, bu sefer de Allah´ýn buyurduðu gibi "Arap´a Arapça olmayan bir kitap mý?" diyeceklerdi. Kýsaca, kâfirler, yolu yokuþa sürmek için her zaman saçmasapan iddialarda bulundular. Kâh onu Muhammed uydurdu" dediler, ama o ümmî idi; kah "Bunlar defi saçmasý" dediler ama onun gibi bir ayet dahi getiremediler. Yine onlar ayetlerin mucizeliðini reddettiler; siyak ve sibakýný, ayetlerin anlam örgüsünü bozarak ayetleri asýl manalarýndan baþka manalara tefsir ederek sapýttýlar. Ama, Kur´an´ýn hiçbir bilgisini yalanlayamadýlar. Kur´an´ýn doðruluðu her zaman ortada var oldu ve var olup gidecektir. Onlar Muhammed´e "mecnun" dediler ama onun doðumundan beri aralarýnda yaþayan en dürüst insan olduðunu da reddedemediler. Allah onlara ayetlerini gösterdi. Her peygamberi ve onlara verilen kitabý da geçmiþte kavimleri yalanlamýþlardý. Ama baþlarýna korkunç azap gelmiþ Meselâ Âd ve Semud bunlardandý. Doðru yol gösterildiði halde körlüðü tercih etmiþlerdi. Allah da onlarý alçaltýcý azabýn yýldýrýmý ile yakalayýverdi. Ancak iman edenleri ve sakýnanlarý kurtardý. Allah þöyle buyurmaktadýr: "Ýþte siz kulak, göz ve derileriniz aleyhinizde Þahitlik eder diye korunuyordunuz. Aksine, yapmakta olduklarýnýzýn birçoðunu Allah´ýn bilmeyeceðini sanýyordunuz. Ýþte bu sizin zannýnýz, Rabbiniz hakkýndaki zannýnýz sizi bir yýkýma uðrattý; böylelikle de kayba uðrayanlar olarak sabahladýnýz" (22-23). Hz. Peygamber, (s.a.s.) bu ayeti çok veciz bir þekilde açýklamýþtýr: "Rabbin, kulum beni nasýl tasavvur ederse ben öyleyim, der." Yani insan Allah´ý nasýl tasavvur ederse, amellerini ona göre ayarlar. Müminin amelinin doðru olmasý, kâfirin amelinin yanlýþ olmasý gibi.

Suredeki ahlâkî kaideler:

1. "
Allah´a çaðýran, salih amelde bulunan ve gerçekten ben müslümanlardaným diyenden daha güzel sözlü kimdir? Ýyilikle kötülük eþit olmaz. Sen en güzel olan tarzda kötülüðü uzaklaþtýr; o zaman görürsün ki, seninle arasýnda düþmanlýk bulunan kimse sanki sýcak bir dost oluvermiþtir. Buna da sabredenlerden baþkasý kavuþturulmaz. Ve buna büyük bir pay sahibi olanlardan baþkasý da kavuþturulmaz. Þayet sana þeytandan yana bir kýþkýrtma gelecek olursa hemen Allah´a sýðýn. Çünkü O iþitendir, bilendir" (33-36). "Kim sâlih bir amelde bulunursa kendi nefsi lehinedir, kim de kötülük ederse o da kendi aleyhinedir. Senin Rabbin kullara zulmedici deðildir... Ýnsan hayýr istemekten býkkýnlýk duymaz, fakat ona bir þer dokundu mu artýk o umutsuzluða kapýlýr" (46, 49). "Ýnsana nimet verdiðimiz zaman yüz çevirir ve yan çizer, ona bir þer dokunduðu zaman ise artýk o geniþ dua eden biridir" (51).

Bu âyetlerde Allah, insan psikolojisinin deðiþmez gerçeklerini bildirmekte, mü´minlerin amellerinin boþa gitmeyeceðini, fazlasýyla karþýlýðýný vereceðini, beyan edip onlarý cennetle müjdeleyerek teþvik etmektedir. Daha önce kötü insanlara kötü, iyi insanlara iyi arkadaþlarý nasib ettiðini haber veren Allah Teâlâ, müslümanlar henüz az bir grup iken ve Mekkeli kâfir çoðunluðun baskýlarýyla bunalýrken, onlara kötülüðün tabiatý icâbý zayýf ve çökmeye mahkum bulunduðunu beyan etmekte; iyilik ve doðruluðun iddia ettikleri gibi zayýf deðil, aksine hakiki fethedici bir güç olduðunu bildirmektedir. Kaldý ki, mü´minlerin en büyük vasfý, kötülüðe iyilikle karþýlýk vermektir. Hiçbir kötülük, iyiliðin yüceliði karþýsýnda tutunamaz, çöker. Ýþte Allah mü´minlerin bu vasfýný "büyük bir pay" diye nitelendirmektedir. Çünkü gerçekten bunu herkes yapamaz. Genellikle insan, kötülüðe kötülükle mukabele etmek ister; hatta insan kinci ve intikamcýdýr. Ancak o en güzel ahlâka sahip Rasûlullah´(s.a.s.)´dir ki, kendisine her kötülüðü yapanlarý, hattâ zehirlemek isteyenleri bile affetmiþtir. Ýþte müslümanýn tavrý budur.

Üstelik müslümanýn bu tavrýndan þeytan kahrolur. Çünkü o her zaman müslümanýn hatalý bir tavrýný yakalamak ister. Þeytanýn kýþkýrtmasý iþte budur. Onun tuzaðý müminlerin açýðýný kollamaktýr. Ebû Hûreyre bu konuda þöyle demektedir: "Bir gün birisi Resulullah´ýn yanýnda Ebû Bekir´e geldi ve ona sürekli sövmeye baþladý. Ebû Bekir susuyor, cevap vermiyor, Resulullah da sesini çýkarmýyordu. Ebû Bekir sonunda taþtý ve sert bir karþýlýk verdi. Resulullah´ýn çehresi hemen deðiþti ve oradan uzaklaþtý. Hz. Ebû Bekir ona yetiþerek niçin böyle davrandýðýný sorunca o þöyle buyurdu: "Sen sessiz durduðun sürece bir melek senin yerine ona cevap veriyordu. Fakat sen aðzýný açtýðýnda yanýna þeytan geldi. Bense þeytanýn olduðu yerde bulunmam. " Bu tavýr, müminlerin her zaman Allah´ýn hiçbir þeyden habersiz olmadýðýný dâima hissetmektir. Zaten kâfirler haksýz yere kötülük çýkarýrlar; giderek bunalýma düþerler; sürekli þek ve þüphe içinde hastalýða yakalanmýþ gibi olurlar ve sonunda hevâ ve hevesleri onlarý helâka götürür. Allah hiçbir zaman zulmetmez, salih amelleri zayi etmez ve kötülükleri de cezasýz býrakmaz.

Nihayet sure þu ayetlerle sona ermektedir:

"Biz ayetlerimizi hem âfakta hem de (enfüsde) kendi nefislerinde onlara göstereceðiz. Öyle ki, þüphesiz onun hak olduðu kendilerine besbelli olsun. Herþeyin üzerinde senin Rabbinin þahit olmasý yetmez mi? Dikkatli olun; gerçekten onlar Rablerine kavuþmaktan yana derin bir kuþku içindedirler. Gözünü aç; gerçekten O, herþeyi kuþatandýr" (53-54).

Müfessirler ayetlerin gösterilmesi konusunda þu önemli görüþleri ortaya koymuþlardýr:

1
. Onlar, Ýslâm´ýn kýsa bir sürede çevreye yayýlacaðýný, ve kendilerinin de teslim olacaklarýný tahmin edemezler. Nitekim Ýslâm´ýn adâleti her yere yayýlýnca herkes ayetleri gördü.

2. Allah insanlara kendi vücutlarýnda, yeryüzünde, gökyüzünde ayetlerini göstermektedir. Her devirde bilimin yeni bulgularý keþifler ve icatlar buna bir iþarettir.

3. Tabiî ölüm halinde veya ölmeden önce ölerek herþeyden hakký görmekle ayetler gösterilecektir.

4. Bu ayetler, indikleri tarihsel ortam içerisinde Bedir zaferi, Mekke´nin Fethi vb. olaylara iþaret ederek mucizevî haberler yakýn gelecekte gerçekleþtiði gibi; dünya döndükçe genelde tüm insanlar ve toplumlar üzerinde de gerçekleþecektir.

Genel Olarak Fussilet Suresi þu mesajlarý taþýr:

1. Allah´ýn kelâmý Arapça´dýr; bir müjde, bir uyarýcýdýr; dileyen akýl sahipleri onu okursa gerçeðin farkýna varýr. Kalpleri kapanmýþ kiþiler ise onu anlayamazlar.

2. Ýnkârcýlar ne yaparlarsa yapsýnlar kendi acý sonlarýný hazýrlamaktan baþka birþeye nâil olamazlar. Allah´ýn bir olduðu gerçeði deðiþmez.

3. Ne kadar aptal beyinsizdir þu inkârcýlar. Allah onlarý yoktan varetmiþ, iþte þu kâinatta sayýsýz nimetleri onlarýn emrine vermiþ, þu âlemin nizamýný saðlamýþ olduðu halde ve kullarýna hidâyete iletmek için Ýslâm´ý bildirdiði halde ona inanmýyorlar ve üstelik elçisini, kitabýný yalanlýyorlar. O halde geçmiþ ümmetlerin anlatýlan acý âkýbetleri de onlarý düþündürmüyorsa, cehennem ateþinde yanmalarý kaçýnýlmazdýr.

4. Þimdi müminlere karþý güçlü gibi görünen, þeytanýn da her kötülüðü güzel gösterdiði, akýlsýz güruh, kýyâmette birbirini bile tanýmayacaktýr.

5. Kur´an, istenildiði kadar mesajý engellenmeye çalýþýlsa da tahkim edilmiþtir ve kimse onun insanlara ulaþmasýný önleyemez.

6. Allah herþeyi yaratandýr; yaratýklarýna karþý çok merhametlidir ve o yarattýklarýný baþýboþ býrakmaz, onlara doðru yolu gösterir; bu onun büyük bir fazlýdýr. Zaten hayat bir imtihandýr, bir oyalanmadýr.

7. Peygamber de bir insandýr ve aldýðý vahyi teblið eder.

8. Allah rýzýklarý dört günde takdir etti; sonra kendisi duman halinde olan göðe yöneldi; yeri ve göðü yedi gök olarak iki günde tamamladý ve her bir gökte kendi emrini vahyetti; dünya göðünü de kandillerle süsleyip donattý ve bir koruma altýna aldý. Ýþte bu üstün ve güçlü olan, bilen Allah´ýn takdiridir. O halde nasýl O´na ortaklar koþabiliyorlar? Allah´a karþý edepsizlik edip de Resulünü tanýmýyorlar ve,

"O dileseydi bize melek gönderirdi" diye yalanlýyorlar? Veya Kur´an´ý Arapça diye küçümsüyorlar?

9. Müminler, kâfirlerin bu dünyadaki geçici üstünlüklerine aldýrmasýnlar. Þeytan ve dostlarý bir tarafta, müminler ve melekler bir taraftadýr. Müminler, cennete gitmekle müjdelenirler ve onlara, "Orada artýk tüm sýkýntýnýz, çileniz bitti, sonsuz nimetler sizin," denilir. Oysa kâfirler "bir yolcunun aðaç gölgeliðinde dinlenmesi gibi olan þu kýsacýk oyalanma dünyasýndan" sonra cehennem´e giderler. Onlar da orada ebedî kalýcýdýrlar.


radyobeyan