Hanefi Fýkhý
Pages: 12
Kaza By: neslinur Date: 09 Þubat 2010, 14:58:25
Reddü´l Muhtar / Kaza

KÝTABU´L KAZA..

HAPSETME ÝLE ÝLGÝLÝ BÖLÜM...

HAKEM BABI





KÝTABU´L KAZA

METÝN


Çoðu kez anlaþmazlýklar borçlarda, alýþveriþlerde vuku bulduðundan bu bölümü onlardan sonra

zikretmiþ, çünkü anlaþmazlýklarý gidermenin yolu budur.

Kaza lügatte hükmetmek, hüküm vermek manasýnadýr. Þeri ýstýlahta ise «anlaþmazlýklarý giderme,

anlaþamayan kiþileri ayýrma» þeklinde tarif edilmiþ baþka tariflerin olduðu da beyan edilerek

bunlarýn yerinin daha geniþ kitaplar olduðu da ilave edilmiþtir.

Kazanýn rüknü altýdýr. Bunlarý Ýbnül Ras isimli müellif þu sözleriyle nazmen ifade etmiþtir: «Her

hüküm verme olayýnýn taraflarý altýdýr tahkikten sonra belirir. Bunlardan biri hükümdür, diðer biride

mahkemenin verdiði karardýr. Biride lehinde karar verilen öbürü ise aleyhinde karar verilendir.

Beþincisi hakim, altýncýsýda karar vermede izlenilen yoldur.»

Þahitliðe ehil olan kiþi kazaya da ehildir. Yani þehadet ehli olan herkes müslümanlar arasýnda karar

vermeye de yetkilidir. Kadý haþiyelerinde böyle zikredilmiþtir. Ancak bu ifadeye yapýlabilen îtiraz,

gayri müslim kiþinin de kendileri arasýnda yani Ýslam ülkesinde yaþayan gayri müslim ehli zimme

dediðimiz kiþiler arasýnda hüküm vermesi için hakim olmasý da caizdir sözüdür. Zeylai Hakem

bahsinde böyle demiþtir.

ÝZAH

Hidaye isimli eserde kaza ile ilgili bölümü hakimin bu konuda takýnmasý gereken tavýr ve onun

edebi ile ilgili olmasý bakýmýndan Edebülkadý diye bahsetmektedir. Bunun içinde kadý olacak yani

hakim olacak kiþiler için gerekli olan vasýflarý saymýþtýk. Sakýnmasý gereken hususlarý da bunlara

eklemiþtik. Zaten edep kelimesi lügatte toparlamak çaðýrmak manasýna gelir. Ki insanlarý yemeðe

veya herhangi bir toplantýya çaðýrmak, davet etmek manasýnadýr.

Hidaye´de bu bölüme kadý ile ilgili hususlarda takýnmasý gereken tavýrlarý, lehinde ve aleyhinde olan

hususlarý bilmesi ve hayýr diyebileceðimiz bütün vasýflarý zatýnda cem etmesine yönelik olmasý

bakýmýndan Edebülkadý adý verilmiþtir. Fethü´l-Kadir´de meselenin tamamý açýklanmýþtýr.

«Çoðu kez münakaþalar ve anlaþmazlýklar borçlarda ve alýþveriþlerde vuku bulduðundan ilh...»

Hidaye þerhleri Ýnaye ve Fethü´l-Kadir´de böyle zikredilmiþtir. Bu da açýkça þunu ifade etmektedir;

kazadan maksat burada hükümdür, hüküm vermektir. Buna göre de davanýn sonunda bunun

zikredilmesi gerekir idi. Yine bu bölümün önce geçenlerden sonra zikredilmesinin gerekçesinin de

açýklanmasý önemi sayýlan mesele idi, böyle ifade edilmiþtir. Buna cevap olarak onlarýn maksatlarý

kimlerin hüküm vermeye yetkili olduðunu açýklamaktýr ki bu da hüküm verecek kiþi nezdinde

davanýn sahih olmasý þartýna baðlýdýr. Binaenaleyh hükme esas teþkil edecek davalarýn çoðu kez

borçlarda ve mutlak havalelerde ve benzeri meselelerde olduðu için onlardan sonra zikretmenin

daha uygun olacaðý açýkça ortaya çýkmýþ olmaktadýr. Nehir.

«Lügatte hüküm etmek hüküm vermek manasýnadýr ilh...» «Rabbýn kendisinden baþkasýna ibadet

etmememizi ilzam etti.» mealindeki ayeti kerimede kaza kelimesi hükmetti, ilzam etti manasýna

gelmektedir. Diðer bir manasý da bir iþi bitirmek, sona erdirmektir. Mesela ihtiyacýmý giderdim, o

mesele ile ilgili durumu sona erdirdim manasýnadýr. Ayrýca vurdu ve öldürdü, onun hayatýný sona

erdirdi manasýna da gelmekte ve hayatýnýn son bulmasý manasýna kullanýlan Gadanabbehu ifadesi

de hayatýn sona ermesi, son bulmasý manasýnadýr. Ayrýca eda etmek, yerine getirmek, sona

erdirmek manasýna da gelir. Yaratmak, kýlmak, takdir etmek manalarý da bu kelimenin çok

kullanýlan manalarý arasýndadýr. Kaza ve kader ifadesi de bu kabildendir.

«Fýkýh ýstýlahýnda husumetlerin fasledilmesi anlaþamayan kiþilerin arasýnýn bulunmasý demektir

ilh...» Bu tarif Bahýr´da Muhit isimli esere nisbet edilmektedir. Ancak bu ifadeye «özel bir metodla»

(özel bir yol ile) ifadesi de eklenmesi gerekir. Aksi halde iki hasým arasýnda sulh olma da bunun

içine girebilir. Onu tarif dýþý tutabilmek için «özel bir yolla» diye kayýtlamasý þarttýr.

«Diðer baþka tariflerde kullanýlmýþtýr ilh...» Bunlardan biri de Allame Kasým´ýn þu sözüdür: «Dünyevi

masalihi temin bakýmýndan kendisinde çoðu kez niza vuku bulan birbirine yakýn ictihadý

meselelerde baðlayýcý bir hükmün tesisidir.» Bu ifade ile icma hilafýna verilen hüküm tarif dýþý

kalmýþ, hadise olmayan (vuku bulmayan) meseleler hakkýnda verilen kararlar do hüküm olma

niteliðinde olmadýðýndan tarif dýþý kalmýþtýr. Yine ibadetle ilgili meseleler hakkýnda verilen hükümler

de bu manada kaza ve hüküm verme manasýnda olmadýðýndan tarifin dýþýnda kalmýþ olmaktadýr.

Allame Ýbnül Karsýn ifadesi de buna yakýn bir ifadedir. Þöyle ki. «Gerçekte þer´an var olduðu kabul

edilen bir olay hakkýnda zahiri itibarýyla belirli cümle ve ifadelerle bir hüküm vermek ve taraflarý


ilzam etmektir.» þeklinde de tarif edilmiþtir. Buradaki «ilzamdan» maksat mümkün mertebe tam bir

takdiri ve kararý belirtmektir.

Zahir ifadesini kullanmýþtýr, çünkü bizatihi emirde ilzam yalnýz Allah´a mahsustur. Belirli bir kelime

ve cümle ifadesiyle de -ki bunlar ilzam ettim hükmettim hüküm verdim nafiz kýldým gibi ifadelerdir-

varlýðý þer´an kabul edilen ifadeler, yani sözü ile de kendi görüþü veya zulme dayanarak verilecek

kararýn tarif dýþý kalmasýný saðlamak içindir.

Yine þeklen ifadesi ile de görünüþte zahiren mesele böyledir. Bu da mahkemenin vermiþ olduðu

karar þer´i bir vakýayý açýklayýcý mahiyettedir. Vakýaya ters de olsa ona yeni bir durum ve hüküm

isbat edici mahiyette deðildir. Bazýlarý Ebu Hanife´nin «Yalancý þahitlerin þehadetine dayanarak

fesih ve akidlerde hakimin verdiði hem zahiren hem batýnan geçerlidir.» sözünden yeni bir hüküm

isbat ettiðine istidlal etmiþlerse de bu uygun görülmemekledir. Çünkü þer´i olaylar aslýnda sabittir,

mevcuttur. Mahkemenin kararý, þariin bu konuda vermiþ olduðu hükmü zahirde açýklayýcý, takrir

edici mahiyette olmakta, yeni bir husus isbat etme durumu söz konusu olmamaktadýr. Çünkü þer´an

bazan olmayan mevcut, bazan da mevcut yok kabul edilebilir. Mesela batýda ikamet eden bir

erkeðin þarkta ikamet eden bir kadýnla evlenmesi ve evlilikten altý ay sonra bir çocuk doðurmasý

halinde, bu çocuðun nesebinin o kocaya ait olduðunu kabul etmek, hükmen burada onlarýn

birleþmelerini kabul etmeye dayanmaktadýr. Çünkü mümkün olan husus, burada gerçekten vaki

olmuþ mesabesinde kabul edilmektedir. Bu da çocuðun nesebinin zayi olmasýný önlemek içindir.

Çünkü ortada çocuðun nesebini isbat edecek ve o nesebin varlýðýný kabul edecek bir akit mevcuttur.

«Kazanýn rüknü altýdýr ilh...» Bu tartýþýlabilir. Çünkü burada kazadan maksat yukarda belirtildiði gibi

hüküm vermektir. Hüküm vermek ise yukarda sayýlan altý husustan biridir. Buna göre hüküm,

kendisi için bir hüküm olmuþ oimaktadýr. Durum böyle olunca burada uygun olan Bahýr´daki þu

ifade olsa gerektir ki o da ona delalet eden söz ve fiilden ibarettir. Ýlerde açýklamasý gelecektir.

«Ýbni Gars´ýn nazmen beyan ettiði gibi ilh...» Bu zat Ebu Yûsûr Bedreddin Muhammed Ýbni Gars

olarak bilinen meþhur kiþidir. Bu zatýn yukardaki iki beyit üzerine þerh mahiyetinde bir risalesi

mevcuttur. Adý Elfevakinul-bedriye Filbahsi antrafil Gadaya El-Hükmiye´dir. Yine bu zata ait Akaidi

Nesefiye üzerine Taftazâninin yazmýþ olduðu þerhe bir haþiya ve þerhi vardýr.

«Hüküm olayýndaki taraflara ilh...» Buradaki olaydan maksat karþýlýklý dava konusu olan

anlaþmazlýk noktasýdýr. Mesela bir alýþveriþle ilgili dava buna örnek olabilir. Bunun hükmü de buna

delalet eden bir lafzýn bulunmasýdýr.

Hükmün sahih olmasý ve hükme davanýn elveriþli olmasý ve müddai dediðimiz kiþinin hakkýnýn sabit

olup olmamasý bu þartlarýn bulunmasýndan sonra verilecek karara baðlýdýr. Dolayýsýyla karan ihata

eden taraflar mesabesinde olduðu için verilen hükümde bu altý hususun bulunmasý gerekir, Bir

insanýn tam insan olabilmesi elinin ayaðýnýn tam olmasýna baðlý olduðu gibi.

«Hüküm kelimesi ilh...» Yukarda tarifine temas etmiþtik. Orada bunun sözlü ve fiili olabileceðine

iþaret etmiþ idik. Sözlü olan hüküm ilzam ettim, karar verdim, hüküm verdim gibi ifadelerdir. Yine

beyyinenin ikame edilmesinden sonra yanýnda olan katibine parayý ondan iste onu mesul tut gibi

ifadeler de bu kabildendir.

Bize göre sabit olmuþtur, sözü de yeterlidir. Bana zahir olduðuna göre veya benim kesin olarak

bildiðim þeklindeki ifadelere dayanarak vermiþ olduðu hüküm aslýnda sahih olan kavle göre hüküm

sayýlmakta. Hidaye isimli eserde bunun böyle olduðuna þehâdet ederim ifadesi de yeterli

sayýlmaktadýr. Tetimme isimli eserde bununla hükmün sabit olup olamayacaðýnýn ihtilaflý olacaðý

nakledilmiþ, fetva verilen kavle göre Haniye ve diðer muteber eserlerde beyan edildiði gibi, hüküm

sayýlacaðý belirtilmiþtir. Meselenin tamamý Bahýr isimli eserde mevcuttur.

Yukarda adý gecen müellifin Fevâkihûl Bedriye isimli eserinde zikrettiðine göre mezhepte mutemet

olan görüþ de budur. Günümüz alimleri ve güvenilir kiþilerin ifade ettiklerine göre bu ifadelerle

hüküm verilmiþ olmamaktadýr. Bunun içinde þöyle ifade edilmiþtir: Hakim nezdinde hüküm ve

hükmün gerekçeleri meydana geldikten sonra þöyle ifade edilmesidir. Eðer bu sabit olma hükmün

mukaddimesi mesabesinde olan hususlarda ise mesela tescil eden kiþinin ifadesine göre malýn

satýþa kadar satýcýnýn mülkünde olduðu anlaþýlmýþtýr ifadesi eðer bu malýn mülkiyetinin müþteriye

intikali ile ilgili ise bu kadarýný söylemek hüküm sayýlmamakta, yani müþterinin mülküne intikal

ettiðine dair karar kesinlikle belirtilmedikçe bu ifade hüküm sayýlmamaktadýr.

Hükmün Tenfizi

Tenfizde asýl olan hükmün olmasýdýr. Çünkü tenfiz hüküm hakkýnda kullanýlan ifadeden ibarettir.

Mesela senin hakkýnda hükmü infaz ettim, yürürlüðe koydum demektir. Bunun için de fukaha baþka


bir mahkemenin vermiþ olduðu karar kendisine getirildiði taktirde o þartlara binaen hükmü infaz

etmesi yürüriuðe koymasý da tenfiz demektir ki, þer´i manadaki tenfizde bu olsa gerektir. Çünkü

zamanýmýzdaki tenfiz çoðu kez ikinci hakimin birincisinin vermiþ olduðu hükmü bilmesi ve verildiði

þekilde aynen kabul edip onu açýða çýkarmasýdýr ki buna irtisal adý verilir.

Hakimin emri o konuda hüküm müdür, deðil midir sorusunun cevabý ise, fukahaya göre, aleyhinde

dava açýlan kiþinin hapsedilmesi hakkýnda verdiyi emir, o konu hakkýnda bir karar ve hüküm

mesabesindedir. Aynen (ödemesi gerekeni) emrinde olduðu gibi. Ancak fakirler için yapýlmýþ olan

vakýftan bir miktarýnýn vakfedenin yakýnlarýndan birine verilmesi þeklindeki emir o konuda verilmiþ

bir hüküm ve karar sayýlmamakta, ancak akraba olmayan baþka bir fakire verilmesi, sarfedilmesi

þeklindeki emri ise hüküm olarak kabul edilmektedir. Evi teslim et sözünde ise fukaha ihtilaf

etmiþlerdir. Bu mesele ile ilgili hükümler Nehir ve Bahýr isimli eserlerde açýklanmýþtýr.

Þarih feri meselelerle ilgili olarak bu faslýn sonunda Bezzaziye´ye tabi olarak hüküm olduðunu

mutlak bir þekilde ifade etmiþ, ancak vakýf meselesini istisna etmiþtir. Meselenin tamamý ilerde

gelecektir.

Sözlü ifadelerle ilgili hüküm yukarda geçti. Fiili olan hüküm ise aþaðýdaki feri meselelerde

gelecektir. Mesela hakimin herhangi bir fiili hüküm sayýlýr. Bundan iki mesele müstesnadýr. Ýbnül

Gars dediðimiz fakihin tahkikine göre, hüküm sayýlmamaktadýr. Bu konuda Bahýr ve Nehir isimli

eserlerde uzun uzadýya söz edilmiþtir. Yine ilerde açýklamasý gelecektir.

«Hükümde rükün sayýlan hükümlerden biride hakkýnda hüküm verilen husustur ilh...» Bu da dört

kýsýmdýr: 1) Yalnýz Þari´in hakký olan mesela zina ve þarap içmeden dolayý vurulmasý gereken

hadlerde, 2) Sýrf kul hakký olanlarda ki onlarda, bilinen hususlardýr. 3) Ýki hakkýn birleþmesi ve

Cenab-ý Hakk´ýn hakkýnýn daha galip olmasýdýr ki sirkat ve kazif buna örnektir. 4) Kul hakkýnýn galip

olmasýdýr ki kýsas ve tazir bunlardandýr. Ýbnül Gars´a göre bunun þartý da malum olmasýdýr. Bahýr.

Bedai. Buna göre bir hükmün gereði ile hüküm vermek ancak o hükmün tek olan mucibinin

varlýðýna baðlýdýr. Mesela satýþýn gereði, talakýn gereði veya azad etmenin gereði ile hüküm verecek

olursa ki satýþýn gereði, mülkiyetin sabit olmasý, azad etmenin gereði, hürriyetin sabit olmasý,

talakýn gereði ise karý koca arasýndaki nikah baðýnýn zail olmasýdýr. Ama mucip birden fazla olacak

olursa bakýlýr. Biri diðerini gerektiriyorsa sahihtir. Mesela kefil ve asil borçluya borçlu olmalarýna

dair hüküm vermek gibi. Çünkü kefalet gereði, hem kefili borçlu saymak hem de mevcut olmayan

asil borçluyu borçlu kabul etmektir. Eðer durum böyle olmayacak olursa, hüküm verilmiþ

sayýlmamaktadýr. Mesela bir akarýn satýþý ile ilgili meselede anlaþmazlýk vuku bulsa, Þafii kadý

bunun gereði ile hüküm verse, bununla komþunun þuf´a hakkýndan men edilmesi sabit olmaz.

Onun için Hanefi kadýsýnýn komþu ile ilgili þuf´a hakkýna karar verme yetkisi vardýr. Ýbnül Gars bu

konuda uzun uzun bahsetmiþtir. Þarih´te bundan ilerde bahsedecektir. Ancak bütün bunlar daha

çok hükümde dava açmanýn þart olmasýna racidir. Nitekim Bahýr da buna iþaret edilmiþtir. Aþaðýda

davayý yürütürken baþvurulmasý ve izlenmesi gereken yolla ilgili bölümde açýklanacaktýr.

«Hükmün diðer bir þartý da lehinde hüküm verilendir ilh...» Bu Þar´i olabilir. Mesela Þar´in hakký

olan hukuk-u mahza dediðimiz haklarda veya kul hakkýyla þer´in hakkýnýn birleþmesi halinde þer´in

hakkýnýn galip olduðu meselelerde olduðu gibi. Bu meselelerde davaya gerek yoktur. Ama yalnýz

kul hakký olur, veya kul hakkýyla þer´in hakký birleþir, kul hakký daha galip olur, davacýda kul olursa

o zaman davaya gerek vardýr.

Müddai dediðimiz davacýyý fukaha istemediði takdirde, husumete ve dava açmaya zorlanmayan

ona, mecbur edilmeyen kiþidir diye tarif etmiþlerdir. Yani dilediði zaman dava açan, dilediðinde

davayý terk eden kiþi demektir. Baþka tarifleri olduðu da söylenmiþtir. Ancak bu konuda icmaen

kabul edilen bir þart vardýr. O da davayý açan kiþinin hüküm meclisinde hazýr bulunmasý veya onun

yerine birinin kaim olmasý gerekir ki bu da vekil, veli, veya vasi olabilir. Lehinde hüküm verilen kiþi,

mahcur olduðu taktirde hazýr olmayan kiþi mesabesindedir. Fevakihi Bedriye isimli eserden özetle

bu hususlarý nakletmeye çalýþtýk.

«Diðer bir þart da aleyhine hüküm verilendir ilh...» Bu da daima kul olmaktadýr. Ancak kul belli bir

kiþi veya birden fazla kiþiler olabileceði gibi. Mesela bir öldürme olayýna birkaç kiþinin iþtirak

etmesi halinde hepsi aleyhine kýsasla verilen hükümde olduðu gibi, belirli olmayabilir de. Mesela

asli hürriyetle ilgili verilen hükümde olduðu gibi. Burada verilen hüküm belirli bir kiþiyi deðil, bütün

insanlarý ilgilendiren ve onlar için geçerli sayýlan hükümdür.

Asli olmayýp ta arýzi olan hürriyet meselesi -ki azad etme yoluyla gerçekleþen hürriyet- bunun

hilafýnadýr. Çünkü o genel deðil cüzidir, yani yalnýz azad edenle ilgilidir.


Vakýf konusunda fukaha ihtilaf etmiþlerdir. Müftabih ve sahih olan görüþe göre, bütün insanlar

aleyhine verilmiþ bir karar olmamakta, daha sonra bu konuda bazý kiþilerin mülkiyet davasý

dinlenebilmekte veya onda baþka bir vakýf davasý isbat edildiði takdirde geçerli sayýlmaktadýr.

Aleyhinde hüküm verilen mahkumualeyh dediðimiz mükellef. Þer´i hukuk bakýmýndan kendisinden

hak kamilen alýnan istenen kiþi demektir. Bu isterse aleyhinde dava açýlan olsun veya olmasýn.

Nitekim yukarda bana iþaret edilmiþ idi. Yine ayný eserden özetle bu ifadeleri nakletmeye çalýþtýk.

Burada þunu da ilave etmek gerekir. Musannýf bu bölümün sonunda bu konuda bir ihtilafýn

olduðuna yer verecektir. Özellikle mevcut olmayan gaip kiþinin aleyhine mahkemenin verdiði

hükmün geçerli olup olmayacaðý konusunda ihtilaf olduðuna ilerde temas edecektir.

«Diðer bir þartý da hakimdir ilh...» Bu da yo direk devletin ilk sorumlusu olan Ýmam diye

vasýflandýrdýðýmýz devlet baþkanýdýr veya kadýdýr (hakimdir) veya aralarýnda hüküm vermek üzere

seçtikleri hakemdir. Ýmam dediðimiz devletin birinci sorumlu ve yetkilisi hakkýnda ulemamýz þöyle

demektedir: Adil olan sultanýn hükmü nafizdir. Kadýn olduðu taktirde bu hakimin hudud ve kýsasýn

dýþýnda hükmünün geçerli olup olmadýðý konusunda ihtilaf edilmiþtir. Zira ancak þahadeti kabul

edilen kiþinin hakim olma, hüküm verme yetkisi vardýr. Hudud ve kýsas bölümünde kadýnlarýn

þahadetine yer verilmediði için o, konuda hakem veya hakim olmalarý da muteber deðildir. Bunun

dýþýndakilerde ise ihtilaf vardýr. Fukahanýn mutlak ifadeleri cahil ve fasik olanýn hükme yetkili ve

ehil olduðu anlaþýlmakta ise de ancak tartýþýlabilen bir husustur.

Hakem olarak tayin edilen, kiþinin ise vereceði hükmün geçerli olabilmesi için hakimde bulunan

vasýflarýn kendisinde bulunmasý þartýna baðlýdýr. Hakem hudut ve kýsasýn dýþýndaki konularda

hüküm vermeye yetkilidir. Devlet baþkaný tarafýndan tayin edilen hakim veya kadýnýn velayet

yetkileri zaman, mekan ve bazý olaylarla mukayyettir. Fevakih. Meseleler geniþ bir þekilde ilerde

anlatýlacak ve orada hakimle ilgili diðer sýfat ve þartlara da ayrýca yer verilecektir.

«Davada takip edilen yol ilh...» Hükme varabilmek için hakimin uygulayacaðý yol ve metod. Hükme

konu olan ve hüküm verilmesi gereken meselelerin deðiþmesiyle deðiþebilir. Özellikle mahza

hukuku ibad sayýlan meselelerde ana nokta, davanýn açýlmasý, birde bu davayý isbat eden bir

hüccet (delil)in bulunmasýdýr. Bu da ya þahit getirmek (beyyine) veya aleyhinde dava acýlanýn ikrar

etmesi veya yemin etmesi veya kendisine yemin teklif edildiði zaman yeminden vazgeçmesi

veyahut kasame dediðimiz kalili meçhul öldürülmüþ bir kiþinin ölü olarak bulunduðu bölgede

katilin bulunmamasý halinde o bölgede takip edilecek metod ve varýlacak sonuçtur ki ilerde bunun

geniþ açýklamasý gelecektir. Veya hakimin hüküm vermek istediði konuda yeteri kadar bilgiye sahip

olmasý veyahut yeterli, açýk derecede karinelerin bulunmasý ve bu karineler sebebiyle bir bakýma

kesinlik kazanmýþ bir durum arzeden hallerin ortaya çýkmasýdýr.

Bu konuda þöyle bir misal vermiþlerdir: Bir kimse kanlý bir býçakla bir evden çýksa, koþarak korku

içinde oradan uzaklaþsa, eve girdikleri zaman henüz kaný sýcak, boðazlanmýþ bir insana rastlasalar

ve orada baþka hiç kimse ile de karþýlaþmayacak olsalar oradan çýkan ve kaçan kiþinin tek olarak

orada bulunduðuna kanaat getirilecek olursa, bütün bu karineler katilin o kimse olduðunu, katil

zanlýsý olarak muhakeme edileceðini göstermektedir. Çünkü bu konuda hiç kimse o çýkan kiþiden

baþkasýnýn katil olduðunu düþünemez. Bu konuda birinin onu boðazlayýp duvara týrmanarak

kaçmýþ veya kendi kendini boðazlamýþ þeklindeki ihtimaller uzak ihtimaller olmasý bakýmýndan

bunlara iltifat edilmemekte, böyle bir ihtimal de delilden kaynaklanmadýðý için muteber

sayýlmamaktadýr. Ýbnül Gars.

Eserinde davanýn açýklanmasýyla ilgili bölümde uzun uzun bu konuda münakaþalara yer vermiþtir.

Orada tarifini, þartlarýný saydýktan sonra sözlerini þöyle noktalamaktadýr: «Hükme varabilmek için

uyguladýðý metodlarda bir hakime göre yollarýn ayný olmasý, tamamýna riayet edilmesi þart deðildir.

Hatta hakimin naibi olan kiþi nezdinde açýlan bir dava beyyine ile isbat edilecek olursa daha sonra

hadise hakime intikal etse veya bunun aksi olsa sahih olmakta, o ana kadar vuku bulan hususlar

üzerine bina etme yetkisi bulunmakta ve sonuçta karara varabilmektedir.»

Yine ayný müellif metinde bunlarý bahsettikten sonra yedinci fasýlda þu ifadelere de yer

vermektedir: «Þafii ve Hanefi imamlarý þu meselede ittifak halindedirler ki o da, verilen hükmün

sahih ve muteber sayýlabilmesi için, bilhassa hukuk-u ibad´la ilgili meselelerde, davanýn þekline

uygun bir þekilde açýlmýþ sahih bir dava olmasý ve þer´i bir husumetin bulunmasýdýr. Eðer hakim

olan kiþi iþin içyüzünün dýþ görünüþü gibi olmadýðýný bilecek olursa veya konuda karþýlýklý birbirini

suçlama gibi bir dava yoksa, iddia edenler arasýnda hattýzatýnda o konuda bir kavgada yoksa,

hakimin böyle bir davayý dinlemesi doðru olmaz ve buna binaen verilecek hükümler de muteber

sayýlmaz. Hüküm vermek için çarelere baþ vurmak, hileli yollara gitmek sahih deðildir. Ama hakim


meselenin iç yüzünü bilmeyecek olursa mazurdur. Bu konuda vermiþ olduðu hükümler geçerlidir.

Bu da çoðu kez vuku bulan umumubelva haline gelmiþ bir meseledir.»

TENBÝH: Hükmün verilmesinden sonra böyle bir hükmün (verildiðini) isbat meselesi kalmaktadýr.

Bahýr´da bunun için iki yol olduðuna yer verilmektedir. Birisi, o zamanlar devlet tarafýndan yetkili bir

hakim olduðunun itiraf edilmesi hali. Eðer azledilmiþ biri olacak olursa, diðer tebaadan biri

mesabesinde olduðundan ancak elinde olan bazý emanet mallar konusunda sözü kabul edilir, onun

dýþýnda sözüne itibar edilmez. Ýkinci husus ise, sahih bir dava sonucu, inkar etmemiþ ise, onun

hüküm verdiðine dair þehadetin bulunmasý. Ama onun hüküm verdiðine ve hükmünde þu þekildedir

diye iki þahit þahadet ederler, hakimde ben böyle bir hüküm vermedim derse, onlarýn bu konudaki

þehadetleri kabul edilmez.

Ýmam-ý Muhammed´in görüþü, bunun hilafýnadýr. Camiu´l-Fusuleyn´de zamanýmýz hakimlerinin

eskiden olduðu gibi takvanýn olmamasý nedeniyle Ýmam Muhammed´in kavli tercih edilmiþtir. Bu

meseleye ayrýca, metindeki «azledilmiþ hakimin» sözüyle amel edilmez ifadesini açýklarken geniþ

yer verilecektir. Bununla ilgili Bahýr da birçok meseleler zikretmiþtir. Onlara muttali olmak, bilmek

gerekir.

«Þahitliðe ehil olan kiþi hakim olmaya, hüküm vermeye de ehildir ilh...» Yani hakim olan, hüküm

yeren kiþinin o konuda þahit olmaya þahadetinin dinlenmesine yer verilen o konuda yetkili olan bir

kiþi olmasý þarttýr. Netice olarak þahitliðin þartlarý olarak; Müslüman olmak, akýllý olmak, balið

olmak, hür olmak, gözlerinin kör olmamasý, baþka birini zina suçuyla itham edipte kendisine had

vurulmuþ biri olmamasý gibi þartlar onun hakim olabilmesinin sýhhati ile ilgili þartlardýr. Ayrýca

hakim olduktan sonra hükmünün geçerli olmasý da bu þartlarýn kendisinde bulunmasýna baðlýdýr.

Bu sebeple gayrimüslim kiþinin hakim olarak tayini sahih olmamaktadýr. Müslüman olacak olursa,

Bahýr´da bu konuda þöyle demektedir: «Vakýati Hüsami isimli eserde, fetva, hakimin mürted olmasý

ile hemen azledilmiþ olmaz. Çünkü baþlangýçta iki rivayetten birine göre gayrimüslimin kadý olarak

tayinine cevaz vardýr. Buna göre gayrimüslim hakim olarak tayin edilir, daha sonra müslüman

olacak olursa yeniden ona hakim olmasý konusunda yetki verilmesine ihtiyaç var mýdýr

meselesinde iki rivayetin olduðu zikredilmiþtir.»

Bununla þu husus açýklýða kavuþmuþ olmaktadýr: Gayrimüslim bir insanýn hakim olarak tayini

sahihtir. Her ne kadar verdiði hüküm geçerli olmasa da. Ancak bu hükmü bir müslüman aleyhine

olmasý halinde geçerli deðildir. Yani gayri müslim iken bir hakimin müslüman aleyhine verdiði

hüküm geçerli sayýlmaz. Bahýr. Bu da yukarda fetva konusu olan mürted olmakla hakimlikten

otomatik azledilmiþ olmaz, sözüne dayanarak gayri müslimin hakim tayin edilebileceði rivayetini

tercihten ibarettir. Bu da musannýfýn hakemle ilgili bölümde sahih olmayacaðýna dair tercih ettiði

rivayetin hilafýnadýr.

Fetih isimli eserde, «Köle iken bir kiþinin hakim olarak tayin edilip daha sonra azad edilmesi

halinde tayin yenilenmeden vereceði hüküm geçerlidir. Yeniden tayine gerek yoktur. Çocuðun tayin

edilip daha sonra balið olmasý halinde verdiði hüküm bunun hilafýnadýr. Balið olduktan sonra

yetkinin yenilenmesi þarttýr.» denilmektedir.

Ayrýca yine bu konuda gayri müslim biri hakim olarak tayin edilse daha sonra müslüman olsa,

Ýmam Muhammed´e göre, birinci tayine dayanarak hakim olmaya devam eder. Bu durumda gayri

müslim kölenin durumuna benzemektedir. Aralarýndaki fark ise yani bu ikisinin meselesi ile çocuk

arasýndaki fark, bunlarýn her birinin yani gayri müslimle kölenin velayetleri var, ancak bununla

birlikte hakim olmaya mani halleri de vardýr. Kölenin azad olmasý, gayri müslimin müslüman olmasý

ile bu mani ortadan kalkmýþ olmakta, mani zail olunca memnu avdet eder hükmüne binaen, onlarýn

yetkileri devam etmektedir. Henüz sabi iken tayin edilen çocuðun durumuna gelince, onun hiç bir

surette velayet hakký olmadýðýndan yani tayini esnasýnda velayeti bulunmadýðýndan, ve buna ehil

olmadýðýndan daha sonra ehliyet kazanmasýyla eski tayinin devamý söz konusu olmamaktadýr.

Camiü´l-Fusuleyn´de bu konuda, «Eðer yetkili olan kiþi çocuða veya gayri müslime ehil olduðun

taktirde insanlara namaz kýldýr veya aralarýnda hükmet diyecek olursa caizdir sözü, yukarda çocuk

hakkýnda zikredilenlere ters deðildir. Çünkü burada çocuðun velayeti þarta talik edilmiþtir. Talik

edilen o husus, yani velayeti, þarttan önce, yani ehil olmadan önce mevcut deðildir. Yukardaki

meselede ise böyle bir talik söz konusu deðildir. Henüz çocukken kendisine yetki verilmiþtir. Yetkili

kýlýnmasý, buluð caðýna ermesine talik edilmemiþtir. Buna göre iki mesele arasýndaki farkta açýkça

ortaya çýkmýþ olmaktadýr.

Buna göre yukarda kadýlýða ehil olan kiþi ifadesinden eðer hüküm verme kastediliyor ise, gayri

müslim ve köle olanýn ehil olmadýklarý ama kadý olarak tayinleri söz konusu ise, tayin


edilebilecekleri ama hükme yetkili olmadýklarý meselesi arasýndaki fark ortaya çýkmýþ olur. Ancak

ehliyetten kamil bir ehliyet, yani hükmü nafiz olan, verdiði hükmü geçerli olan kiþi kastedilecek

olursa, o zaman yukardaki þartlar aynen geçerlidir. Saðýr olan kiþinin hakim olarak tayin edilip

edilemeyeceði meselesi ise ilerde þarih tarafýndan açýklanacaktýr.

«Bu hususta þu itiraz varittir ilh...» Yani Sadi´nin haþiyesinde meselenin müslümanlarla

kayýtlanmasý durumuna itiraz varit olabilir. Buna göre müslümanlarla kaydýnýn zikredilmemesi, daha

uygun olurdu. Çünkü bundan maksat þehadetin aleyhinde hüküm verilen kiþi hakkýnda eda

edilmesi, yerine getirilmesi kastediliyor ise o zaman gayri müslim de buna dahildir. Ancak eda ile,

yani þahadet ehli ifadesiyle eda kastediliyor ise, bu þehadeti üstlenme (tahammül) meselesinden

ihtiraz için zikredilmiþ olur. Çünkü gayri müslim ve köle olan kiþinin herhangi bir konuda þehadeti

tahammül etmeleri, üstlenmeleri caizdir. Ama eda etmeleri sahih deðildir. Zira bu edaya dayanarak

mahkeme karar veremez. Buna göre eðer ehil olmasýndan maksat hakim olmaya yani tayine ehil

olmasý kastediliyor ise, o zaman þehadet kelimesinden maksat onu üstlenmesidir. Köle ve gayri

müslimde þahadeti tahammül edebileceðine göre onlarýn hakim olarak tayinleri de sahihtir.

Ancak sabi dediðimiz çocuk hiçbir surette velayeti olmadýðý için bunun dýþýnda kalýr. Eðer

ehliyetten maksat hüküm verme ise, o zaman þahadet kelimesinden de maksat yalnýz eda etme

hususudur. Bunun içerisine ehli zimme hakkýnda hüküm vermek üzere gayri müslim bir hakimin

tayini bunun zýmninde muteala edilir. Çünkü onun onlar aleyhine vereceði hüküm geçerli ve onun

hakim olarak özellikle tayin edilmesi konuya zarar vermemektedir. Nasýl ki müslümanlarýn

hakiminin belirli bir cemaata tahsis edilmesi, onun kadýlýðýna zarar vermiyor ise, gayri müslim bir

hakimin yine gayri müslimler arasýnda hüküm vermek üzere tayini de zarar vermez. Çünkü hüküm

vermeden maksat hükmünün sahih olmasýdýr. Genelde kastedilen de budur, öyle olunca yukardaki

müslümanlarla ilgili hüküm ve kaydýn tariften çýkarýlmasý gerekir. Ancak hakimden maksadý, kamil

bir hakimin tarifi kastediliyor ise, o zaman meseleye itiraz olmamaktadýr.

«Ehli zimme arasýnda hüküm vermek üzere ilh...» Yani gayri müslim bir hakimin yine gayri müslim

tebaa arasýnda hüküm vermesi caizdir. Nitekim yukarda bunu izaha çalýþtýk ve yine yukarda beyan

edildiði gibi bir kimsenin hakim olarak tayin edilmesi mutlak þekilde caizdir. Velevki gayri müslim

olsun. Ancak müslümanlar aleyhine hüküm verebilmesi için gayri müslim hakimin hüküm

esnasýnda müslüman olmasý þarttýr. Aksi halde müslümanlar aleyhine hüküm verememektedir.

TENBÝH: Fukahanýn yukarda ifade etmiþ olduðu hususlardan anlaþýldýðýna göre, Þam þehri

yakýnlarýnda dürzülerin sakin olduðu bölgede onlarýn arasýnda hüküm vermek üzere tayin edilen

kadý (hakim) Dürzi olduðu taktirde veya Hýristiyan olduðu taktirde, onlar orasýnda hüküm vermeye

yetkilidir. Ancak onlardan hiçbirisinin müslümanlar aleyhine hüküm vermeleri sahih kabul

edilmemektedir. Çünkü Dürzi denilen o bölge sakinlerinin belirli bir semavi dine intisaplarý yoktur.

Her ne kadar kendilerini müslüman kesimden kabul edip kendilerini müslüman olarak tanýtsalar da.

Bu konuda Hayriye´de, «Onlarýn müslümanlar aleyhinde eda edecekleri þahitlikleri muteber

deðildir. Fetva da bu istikamettedir.» denmektedir. Zahir´den anlaþýldýðýna göre Dürzi dediði

kiþilerin Hýristiyanlar aleyhine veya hýristiyan hakimin dürziler aleyhine hüküm vermesi geçerli ve

sahihtir. Bütün bunlar tabiki devletin tayin ettiði, yetki verdiði kiþilerle ilgilidir. Ama o bölgenin emiri

sayýlan kendileri tarafýndan tayin edilen hakimin yetkisinin ne derece geçerli olup olmayacaðý

bilinememektedir. Yalnýz bu güne kadar örf, Soyda bölgesinin emirinin o bölgelerde olan kiþilere

hakim tayýn etme yetkisi vardýr. Þam ve benzeri etraf bölgelerdeki hakimleri tayine o bölge emirinin

yetkisi yoktur. Çünkü Þam gibi vilayet ve o eyaletlere tayin edilen kadýlar, taraf-ý sultaniden

gönderilmektedir.

Fetih´te gördüðüm bu ifadede þöyle denmektedir: «Hakim tayin etme yetkisi birinci derecede halife

ve onun vekili sayýlan ve onun tarafýndan ikame edilen sultanýndýr. Eðer kendisine bu konuda yetki

verilmiþ ise ayrýca bu sultan tarafýndan bölgeye emir olarak tayin edilen kiþilerin, bölgenin haracýný

ve vergilerini alma yetkisi kendilerine verilmiþ mutlak tasarruf hakkýna sahip ise onun tayin etmesi

ve azletmesi de sahihtir.» Yine fukahanýn burada da açýktan men edilmiþ olmamalarý örfen böyle bir

yetkilerinin olmadýðýnýn bilinmemesi halinde böyledir. Zira Þam, Halep gibi bölgemize tayin

edilenlere mutlak tasarruf hakký verilmesi ve vergileri toplama hakkýna sahip olmalarýna raðmen

hakim tayin etmeye onlarý görevden almaya yetkili kýlýnmadýklarý açýktýr. Dolayýsýyla bunlarýn ne

hakim tayinine ne de hakimleri görevden almaya yetkileri yoktur.

METÝN


Þahadete ehil olmada aranan þartlar ne ise, hakim olmada aranan þortlar da aynýdýr. Çünkü her ikisi

de velayet babýndandýr. Ancak þehadet kadý ve hakimlikten daha kuvvetlidir. Zira þahadet hakimi


ilzam eder. Hakimin hükmü ise ancak hasmý ilzam eder. Bunun içinde kaza ile ilgin hükümler

þahadetle ilgili hükümlerden kaynaklanýr, ondan alýnýr, denmiþtir. Ýbnî Kemal.

Fasýk olan kiþi þahadete ehli olduðundan hakim olmaya da ehildir. Ancak hakim tayin

edilmemelidir. Eden kiþi aynen þahadetini kabul eden gibi günahkârdýr. Fetva da bu istikamettedir.

Kaidiye isimli eserde bu þu ifade ile kayýtlanmýþtýr: «Doðru söylediði kanaati hakim olmasý halinde

fasikin þahadeti kabul edilir.» Dürer. Ebu Yusuf; toplum içerisinde kiþiliði ve yeri bulunan fasýðýn

durumunu istisna etmiþ, þahadetinin kabulunün gerektiðini söylemiþtir. Bezzaziye. Bu hususta

Nehir´de; (Buna binaen günahkar olmaz. Böyle bir kiþiyi, hakim olarak tayin eden de günahkar

olmaz. Çünkü þehadeti kabul edilen her insanýn, hakim olarak tayin edilebileceði söz konusudur.

«Ancak ikisi arasýnda fark vardýr» denecek olursa, o zaman durum deðiþir» denmektedir.

Ben derim ki: Bu rivayetin zayýf olduðu ilerde gelecektir. Yeri ve kaynaðýna bakýlmasýnda yarar

vardýr. Ebussuud efendinin Maruzat isimli eserinde konuyla ilgili olarak þu ifadelere yer verilir:

«Zamanýmýz hakim ve kadýlarý arasýnda eþitlik olunca bilhassa zahiren adalet konusunda kimlerin

tayin edileceði konusunda sadýr olan fermanda öncelikle diyanet ve adalet konusunda daha yeterli

olan kiþilerin tayin ve takdim edilmeleri vardýr. Dünyevî konularda birbirine düþman olan kiþilerin,

birbirleri aleyhinde þehadetleri kabul edilmez. Hatta böyle bir þehadete binaen hüküm verilecek

olursa, bu hüküm geçerli deðildir. Mesele, Yakup Paþa tarafýndan özelikle zikredilmiþtir. Düþmanýn

düþman aleyhine þahadeti kabul edilmediðine göre onun aleyhinde hüküm, vermesi de sahih

olmamaktadýr.» Nitekim yukarda Kaidede beyan edildiði gibi hükme yetkili olan kiþinin, þehadete de

yetkili ve ehil olmasý þartý var idi. Mýsýr müftüsü Þeyhülislâm Emirüddin Ýbni Abdül de bu hususta

fetva vermiþtir.Musannýf, Menih isimli eserinde, «Düþmanýn düþman aleyhinde vereceði raporlarýn

hükmü de böyledir, geçerli deðildir» demektedir. Daha sonra Vehbaniye þerhinden yapýlan bir nakle

göre Hanefi, mezhebinde düþman aleyhine bir hakimin karar vermesinin geçerli olmayacaðý

meselesi, bir nakle dayanmamaktadýr. Kadý (hakim) adil olduðu müddetçe hükmü geçerlidir.»

denmektedir. Ýbn-i Vehban ise konuyu daha baþka bir þekilde de izah etmektedir.. «Eðer hakim

kendi ilmine (bilgisine) dayanarak hüküm veriyor ise caiz deðildir. Ama adil kiþilerin þehadetine

dayanarak insanlar huzurunda dinlenen þehadeti ve onlarýn huzurunda o þahadete dayanarak

hüküm verecek olursa caizdir.»

Ben derim ki: Muhiddin isimli kadý, manzum eserinde bu tefsiri benimsemiþ ve nazmen þöyle

demiþtir: «Eðer kadý, düþmaný aleyhine hüküm verirse, - adil olduðu takdirde- - o hükmü sahih ve

kesinlik kazanýr. Bazý, alimler bu konuda þu tafsili de yapmýþlardýr: Eðer hakim kendi ilmine

(bilgisine) dayanarak hüküm verirse kabul edilmez ama bu bir topluluk huzurunda adil þahitlerin

þahadetine dayanarak hüküm verirse, hükmü makbuldür, kabul edilir.»

Ben derim ki: Adil olmayan bir yetkili tarafýndan hakim tayin edilir mi, edilmez mi? Bu meselenin

açýklanmasý esnasýnda Bahýr, Ayni, Zeylai, musannýf ve diðer fakihlerin bir takým nakilleri vardýr. Bu

nakiller de Nasihi isimli müellifin Hassafa ait Edebü´l Kadý isimli kitabýný ihtisar ettiði eserinden

nakledilmekte ve þöyle denmektedir: Þehadet caiz olmayanýn hükmü de caiz deðildir. Hükmü caiz

olmayanýn da yazýsýna itibar edilmez. Buradaki yazýdan maksat, hakimin düþmaný hakkýnda rapor

etmesi veya dosya hazýrlamasý veya düþmanýn düþman aleyhinde rapor vermesi demektir. Bu da

musannýfýn benimsediði görüþün sarih bir ifadesidir. Ýtimad edilen görüþte budur. Hatta Þafii

mezhebinin muhakkiklerinden Ýmam Remlî´de bu mesele ile fetva vermektedir. Ben de, bizatihi

onun yazýsýndan þu ifadeleri naklettim: «Bir kimse düþmaný aleyhinde hüküm verse, daha sonra

onun düþmaný olduðu açýkça ortaya çýksa, vermiþ olduðu hüküm geçersizdir, batýldýr.»

Þurumbulali´nin Vehbaniye þerhînde, «Aralarýnda düþmanlýðýn sabit olmasý, ýrz ve namusu ile ilgili

bir iftirada bulunmasý, yaralama ve öldürme olayý, borcunu vermemesi, mumatele etmesi olaylarý ile

sabit olur herhangi bir konuda dava açmalarý sebebiyle meydana gelen düþmanlýk ise muteber

deðildir, Her ne kadar bu konu þahadete mani ise de bilhassa muhasemenin vuku bulduðu konuda

þahadet muteber olmaz. Mesele vekîl tayin edilen kiþinin vekil tayin edildiði konu ile ilgili þahadetini

vasinin vasiyetle ilgili þahadeti ortaðýn ortaklýkla ilgili þahadetlerinin kabul edilmediði gibi. »

denilmiþtir.

ÝZAH

«Þahadete ehliyetin þartý, hakim olma ehliyetinin þartýdýr ilh...» Bu cümle yukardakinin aynen

tekrarýdýr. Yani þahadete ehil olan hakim olmaya da ehildir, hakim olmaya ehil olan da þahadete de

ehildir demektir. Bundan da anlaþýldýðýna göre musannýf birinci cümleyi Kenz ve diðer bazý eserlere

tabi olarak zikretmiþ, ikincisini de Dürer metni Gurar´a göre zikretmiþ olmakta, her ne kadar bu

konuda fasýkýn þahadete ehil olup olmadýðýný belirtmek için buna ihtiyaç duymuþtur þeklindeki


mazeretleri de bir fayda saðlamaktadýr. Ne olursa olsun ifade yukardakinin aynen tekrarýdýr.

«Fasýk þahadete ehildir ilh...» Ýlerde fasýk kimdir, fýsk nedir, adalet nedir, þahadetle ilgili bölümlerde

bunlar açýklanacaktýr. Bu meseleyi burada açýklamasý, bu cümleyi burada zikretmesi bazý

kimselerin zannýný bertaraf etmek içindir. Ki onlara göre, fasýk olan hakim olmaya ehil deðildir.

Dolayýsýyla verdikleri hüküm sahih olmaz. Fýskýndan dolayý onlarýn verdikleri hükme güven

duyulmaz. Bu üç imamýn görüþüdür. Tahtavi de bunu benimsemiþtir. Ayni bu konuda fetvanýn da

bilhassa zamanýmýzda bu kavle göre verilmesi gerekir, demektedir.

Ben derim ki: Eðer bu, nazarý itibara alýnacak olursa, bilhassa zamanýmýzda hakim tayini

konusunun artýk kapanmýþ olmasý gerekir. Bunun içinde musannýfýn kabul ettiði ve fasýk olan

kiþinin hakim tayin edilebileceði görüþü daha sahihtir. Nitekim Hülasa´da da bu görüþ

benimsenmiþtir. Ýmadiye. Nehir´de beyan edildiðine göre bu konuda söylenen ifadelerin en uygunu

da ve en sahihi de bu olsa gerektir. Fetih´te ise, «Kudretli ve otoriter sultan tarafýndan tayin edilen

herhangi bir hakimin hükmü geçerlidir. Velevki bu tayin edilen hakim cahil ve fasýk da olsa. Bize

göre zahirul mezhepte budur. Yani Hanefi mezhebinde delil bakýmýndan kabul edilmesi gereken

Zahirur rivayeninde desteklediði bu olsa gerektir» Buna binaen de onun hükmü sahih olmaktadýr.

Zira cahil olan kiþi için baþkasýndan hükmü öðrenerek fetvasýný alarak hüküm verme imkaný

mevcuttur.» denmektedir.

«Ancak fasýk olan kiþinin kadý olarak tayin edilmemesi gerekir ilh...» Bahýr´da ve diðer eserlerde bu

vacip olarak deðil, bir öncelik olarak kabul edilmektedir. Yani evla olan bu tip insanlarýn

þehadetinin mahkemece kabul edilmemesidir. Kabul edildiði taktirde hüküm verilse caizdir.

Fetih´te, «Delilin gereði helal olmamasý ve buna dayanarak hüküm verilmemesidir. Verildiði taktirde

caiz ve geçerlidir. Ancak bunun gereði günahkar olur. Cenabý Hakkýn, «Sizlere bir fasýk herhangi bir

haber getirdiðinde onu araþtýrýn.» buyurmasý ve bu ifadenin zahiri, araþtýrma yapmadan onun

sözünün ifadesinin ve bu tip insanlarýn þahadetinin kabul edilmeyeceði bunun helal olmadýðýna

delalet etmekte ve aynca þahitler hakkýnda gizli ve aleni soruþturma yapýlmasýnýn gerekli olduðu,

hasmýna ta´n edip etmediði bilhassa hudud ve kýsasýn dýþýnda da olsa bütün haklarda sahibeyne

göre ki mûftabi olan da budur. Soruþturma yapmadan hüküm vermesi araþtýrma görevini terk

ettiðinden fasýkýn sözüne itimad ederek hüküm vermiþ olduðundan günahkar olur.» denmektedir.

Ýbn-i Kemal ise bu konuda, «Bir kimse fasýk olan bir kiþiyi hakim tayin etse günahkardýr. Hakim

olan kiþi fasýkýn þahadetini kabul etse günahkardýr.» demektedir.

«Fetvada bununla verilmiþtir ilh...» Bu ifade metinde geçen fasýkýn þahadete ehil olmasý dolayýsýyla

hakim olmaya ehil olmasý ile ilgilidir. Fetvada bu istikamettedir denmek istenmiþtir. Yukarda açýkça

belirtildiði gibi sahih olan ve Hanefi mezhebinde muteber görüþün de bu olduðu belirtilmiþ idi. Ama

böyle kimselerin vazifeye getirilmemesinin vacip olduðu istikametindeki sözleri tartýþýlabilir.

«Kaidiye isimli eserde bunu þu kayda baðlamýþtýr ilh...» Yani fasýk olan kiþinin þahadetinin kabul

edilmesi, galibizan olarak doðru söylediði kanaatine varýlmasý halindedir. Bu ifadede daha sonra

gelecek hususlardan anlaþýlmaktadýr. Dürer´de «Hakim fasýðýn þahadetini kabul etse ve buna

dayanarak hüküm verse günahkardýr. Ancak hükmü geçerlidir,» denmektedir. Fetavayý Kaidiye´de

bunun doðru söylediðine dair zanný galip hasýl olursa böyledir þeklinde de kayýt vardýr.

Ben derim ki: Bunun zahirinden anlaþýldýðýna göre günahkar da olmamasý gerekir. Çünkü gereken

araþtýrma yapýlmýþtýr. Zira ayeti kerimede emrolunan araþtýrma burada gerçekleþtirilmiþ, onun

galiben doðru söylediði kanaatine varýlmýþtýr.

Tahtavi der ki: «Eðer ki kadýnýn zanný galibine göre doðru söylemediði, yalan söylediði anlaþýlacak

olursa veya doðru söyleyip söylemediði eþit olacak olursa hakimin onun þehadetini kabul

etmemesi ve bu þehadete binaen hüküm vermemesi gerekir.»

«Ebu Yusuf istisna etmiþtir ilh...» Yani hakimin þahadetini kabul ettiði taktirde hüküm vermesi ile

günahkar olmasý meselesinden Ebu Yusuf fasikin durumunu istisna etmiþtir. Bundan maksat da

hakimin galib zannýna göre doðru söylediði anlaþýlýrsa ifadesi olsa gerektir. Bu da yukarda Kaidiye

isimli eserden nakledilen ifadenin zýmninde mevcuttur, ayrýca ifadesine gerek yoktur.

«Bu meselenin zayýf olduðu ilerde gelecektir ilh...» Yani þahadet bahsinde bu kavlin zayýf olduðu

söylenecek ve þöyle denecektir: «Kýnye´de, Mücteba´da doðru söyleyen kiþilik sahibi kiþinin fasýk

da olsa þahadeti kabul edilir þeklindeki ifadeleri, Ebu Yusuf´un kavlidir. Kemal Ýbn-i Hümam bu

görüþü zayýf addetmiþ gerekçe olarakta nass karþýsýnda zanný galibe dayanarak verilmiþ bir

hükümdür, kabul edilmez demekte musannýfta bunu benimsemektedir.


Ben derim ki: Yukarda Bahýr´dan nakletmeye çalýþtýðýmýz ifadede nassýn zahirine göre fasýkýn

þahadetinin kabul edilmesi özellikle araþtýrmadan önce helal olmaz. Eðer kadýnýn yaptýðý araþtýrma

sonucu sadýk (doðru) olduðu anlaþýlýr ve buna binaen þahadetini kabul ederse, nassa uygun bir

davranýþ içine girmiþ olur. Ancak nas kelimesinden kasdý Cenabý Hakkýn

«Sizlerden adil olan iki kiþiyi þahit gösterin» sözü kasdediliyor ise, o zaman hüküm baþka olur. Zira

bu ayeti kerimenin delalet ettiði mana o zaman adil olmayan kiþilerin þahadetinin kabul

edilemeyeceðidir ki bu da mefhumu muhaliftir. Mefhumu muhalif Hanefi mezhebinde muteber

deðildir. Özellikle mefhumu lakab olacak olursa. Halbuki yukardaki ayeti kerimede fasik hakkýnda

araþtýrma yapýp soruþturmayý tamamladýktan sonra durum aydýnlanýrsa kabul edilebileceði

þeklindedir.

«Ebussuud´un maruzatýnda ilh...» Maruzattan maksat, zamanýn sultanýna taktim ettiði ve sultanýn da

o meseleler muktezatýnca amelini emrettiði meselelerdir.

«Adaletin varlýðýnda ilh...» Yani hakim ve kadý olmaya layýk olan kiþilerin o dönemde hemen hemen

hepsinde adalet müsavi þekilde mevcut idi. Bugün ise adaletsizlikte eþitlik saðlanmýþ durumdadýr.

Dolayýsýyla bu göreve talip olanlarýn düþünmeleri, dikkat etmeleri gerekir. Tahtavi.

«Eðer düþmanlýk sebebi dünyevi bir meseleye taalluk ediyorsa ilh... » Musannýf Þurumbulali

þerhinden naklen bu dünyevi dediðimiz düþmanlýðýn veya anlaþmazlýðýn açýklamasýný yapacaktýr.

Dünyevi sebeplere dayanarak anlaþmazlýk, düþmanlýk ifadesiyle dini sebeplerden dolayý

anlaþmazlýðýn ve düþmanlýðýn þahitliðe mani olmadýðý anlaþýlmaktadýr. Binaenaleyh Ýslamda helal

olmayan bir þeyi irtikap etmesinden dolayý biri ona düþmanlýk beslese müttehem sayýlmaz, ifa

edeceði þahadette de yalancý þahitliði ihtimali var denemez.

Dünyevi sebeplerden dolayý meydana gelen düþmanlýklar ise kiþinin yalan yere þahitlik yapmasýna

vesile ve vasýta olabilir. Bunun içinde müslümanýn gayri müslim aleyhinde þahitlik yapmasý caiz

görülmüþtür. Her ne kadar aralarýndaki anlaþmazlýk birbirlerinden kopma ve nefret baisi ve sebebi

dini inançlar ve dini hususlar olduðu için müslümanýn gayri müslim aleyhinde de olsa iftira

edemeyeceði, aleyhinde yalan söyleyemeyeceði sabit olduðundan þahadetinin geçerli olduðu

söylenmiþtir. Yahudinin hýristiyan aleyhine þahitliði de böyledir.

«Aralarýnda dünyevi düþmanlýk (adavet) olan kiþinin diðer biri aleyhinde þahitlik yapmasý halinde

mahkeme bu þahadete dayanarak hüküm verse, hükmü nafiz sayýlmaz ilh...» Bu konuda dünyevi

sebeplere dayanarak aradaki adalet sebebiyle yapýlan þahitlik fasýk olan kiþinin þahitliðine benzer

diyen görüþü bertaraf etmek için burada bu ifadeye yer vermiþtir. Yukarda beyan edildiði gibi fasýk

olan kiþinin þahadetinin mahkemece kabul edileceði, fetvanýn da bu istikamette olduðu metinde

beyan edilmiþti. Her ne kadar onun þahadetine dayanarak (tabiki baþkalarý varsa) hakimin hüküm

vermesi halinde dini açýdan bir mahzur irtikap etmiþ oluyor ise de. Düþmanýn düþman aleyhindeki

þahadeti fasýkýn þahadeti gibi deðil. Kölenin ve çocuðun þahitliðinin kabul edilmesi meselesi gibidir.

«Yakup Paþa bunu bu þekilde beyan etmiþtir ilh...» Bu zatýn Sadru Þeria isimli eser üzerine, yani

Vikaye þerhi üzerine yazmýþ olduðu haþiyesinde bu ifadelere yer verilmiþtir. Hayriye isimli eserde

ise, «Mesele kitaplarda deðiþik þekillerde dolaþmaktadýr.» denmektedir. Aralarýnda düþmanlýk

sebebi ile þahitliði reddedilmesi gereken kiþinin þahadetine binaen hüküm verilmesinin doðru

olmayacaðý gibi hakim olan kiþinin dünyevi sebebten düþmaný aleyhine de hüküm vermesi sahih ve

caiz deðildir.

«Hakimin düþmaný olan müddaaleyh hakkýnda verdiði hüküm sahih deðildir ilh...» Yani düþmanýn,

dünyevi sebeplerle düþmaný aleyhine yapmýþ olduðu þahadet nasýl kabul edilmiyor, mahkeme bu

þahadete dayanarak hüküm verse de hükmü geçersiz oluyor ise, hakimin düþmaný aleyhine

vereceði kararlar da ayný þekilde sahih olmamakta ve geçerli sayýlmamaktadýr. Bununla da

Yakubiye´den nakledilen ifade ve itirazlar bertaraf edilmiþ olmaktadýr.

TENBÝH:
Düþmaný aleyhinde hakimin karar yetkisi olmadýðýna göre kurtuluþ bir baþkasýný yerine

vekil tayin etmesi ki bu da vekil býrakmaya yetkili ve mezun olmasýna baðlýdýr. Nitekim, ilerde

geleceði gibi kendisi için veya çocuklarý için bir hadise vuku bulsa, mahkemeye intikal etse, kendi

davasýna ve çocuklarýyla ilgili davaya bakamayacaðýndan bir baþkasýný vekil tayin edebileceði

ilerde izah edilecektir.

«Yine musannýfýn beyanýna göre ilh...» Musannýf Menih isimli eserin de nassan þöyle demektedir:

«Bazý fetva kitaplarýna nisbet edilen güvenilir bir kaynakta, -zannedersem bu fetva kitabý Haþi´nin

Fetava-yý Kübra´sý olsa gerektir- gördüm ki, orada; «Düþmanýn düþman aleyhinde dosya

hazýrlamasý, rapor tutmasý kabul edilemez. Nasýl ki düþmanýn düþman aleyhinde þahitliði kabul


edilmiyor ise bu da aynýdýr.» denilmektedir.» Bu ifadenin zahirinden anlaþýldýðýna göre, sicil

þeklinde varit olan bu ifade, Tahtavi´nin beyanýna göre, kadýnýn diðer bir kadýya herhangi bir hadise

hakkýnda düþmaný olan kiþi ile ilgili yazýsý veya onun hakkýnda tutmuþ olduðu dosyadýr. Bu da

Nasihi´den naklen verilecek ifadeye tamamen uygundur.

Daha sonra musannýf, «Vehbaniye þerhinde böyle bir nakil görülmedi.» diye bir ifadede bulunmuþ,

yani hakimin düþmaný aleyhine karar veremeyeceði meselesinin Vehbaniye þerhinde nakli

görülmediði beyan edilmiþtir. Devamla, «Ancak bu konuda uygun olan hakim adil ise, mutlak bir

þekilde düþmaný aleyhine de olsa verdiði kararýn geçerli sayýlmasýdýr. Gerek kendi kesin bilgilerine

dayanarak bu hükmü versin, gerekse iki adil þahidin þahadetine istinaden karar vermiþ olsun. Bu

bahis Vehbaniye isimli eserin þarihi tarafýndan zikredilmiþ. Ýbni Vehbana ve onun açýklayýþ biçimine

ters düþmektedir.» dendikten sonra bu ifadenin akabinde, «þöyle derim» diyerek: «Hakim adil

olduktan sonra mutlak bir þekilde verdiði karar düþmaný aleyhine de olsa geçerlidir.» diye sözlerini

bitirmiþtir.

«Eðer kendi bilgisine dayanarak vermiþ ise caiz deðildir ilh...» Bu ifade hakimin dava ile ilgili kendi

bilgilerine dayanarak hüküm vermenin caiz olduðunu benimseyen görüþe göredir. Mutemet ve

muteber olan görüþ bunun tersidir. Yani hakim hadise hakkýndaki özel bilgilerine dayanarak karara

yetkili deðildir. Binaenaleyh Ýbni Þihne ile Ýbni Vehba´nýn sözleri arasýnda bir tezat olduðu

söylenemez. Zira her ikisinin sözlerinin neticesi «Hakim ve þahitler adil ise düþman aleyhinde

hakimin verdiði hüküm geçerlidir.» sözüdür.

«Ancak Bahýr, Ayni ve Zaylai´de nakledilen, musannýfýn da desteklediði bir görüþse ilh...» Meselenin

aslý musannýf tarafýndan beyan edilmekte ve þöyle denmektedir: «Ýbnü Vehban ile eserinin þarihi

Abdülber ibnü Þýhne fukahanýn muteber eserlerinde ittifakla kabul ettikleri hükmü sanki unutmuþ

veya ihmal etmiþ gibi davranmaktadýrlar. Ki muteber eserlere göre hükme ehil olma, þahitliðe ehil

olmadan kaynaklanýr, þahitliðe ehil olan hüküm vermeye de ehildir. Þahitliðe ehil olmayan ise,

hüküm vermeye de ehil deðildir. Düþman düþmaný aleyhinde þahitlik yapamaz. Nitekim müteahhirin

ulemanýn çoðunluðu bunu beyan buyurmuþlardýr. Dolayýsýyla düþmaný aleyhinde de hüküm

vermeye yetkili sayýlmamaktadýr. Tahtavi.

Ben derim ki: Bu ifadeleri musannýfýn þerh´ine ait elimdeki nüshalarda bulamadým. Ancak burada

söylenebilecek husus, þarihin maksadý Ýbnü Vehban ile Ýbnü Þýhne´nin söylediklerini tenkit etmek.

metindeki ifadeyi desteklemek için bunu zikretmiþtir. Zira metin sahibi müellif, hakimin düþman kiþi

aleyhinde karar verememesini onun aleyhindeki hükmünün sahih olmamasýný, aleyhinde

þahitliðinin kabul edilmemesine bina etmiþtir. Onun bir feri olarak nitelemiþtir. Bu da bütün

muteber metin kitaplarýndan anlaþýlan külli bir mefhumdur ki fukahanýn metinlerdeki ifadeleri

hüküm vermeye yetki þahadete yetkiden kaynaklanýr. Bunun aksi ise þahadete ehil olmayan hüküm

vermeye de o konuda ehil deðildir demektir. Bunun için de musannýf metinde düþmanýn düþman

aleyhine þahadeti kabul edilemez, dolayýsýyla aleyhinde vereceði hüküm de sahih olmaz, demiþtir.

Bu sonuç mefhuma dayanarak isbat edilmiþ bir sonuçtur. Bu ifade de þarihin naklettiði «Bu külli

mefhum Nasihi dediðimiz fakihin ifadesinde açýkça yer almaktadýr.» sözünü de unutmamak gerekir.

Ancak þarihin bunu açýkça beyan etmesi ile de Ýbni Vehban ve Ýbni Þýhne´nin sözleri de bertaraf

edilmiþ ve musannýfýn metinde benimsediði görüþ teyid edilmiþ olur. Bunun için de þarih,

Musannýfýn benimsediði görüþ ya açýk ya açýða yakýn bir ifade ile zikredilmiþ.» diyerek açýklamasýný

yapmýþ idi. Burada iki görüþ arasýnda bir telif ve uzlaþtýrmaya gitme konusu kendililiðinden ortaya

çýkmaktadýr. Kýnye isimli eserde zikredildiði gibi, dünyevi sebeplere dayanan düþmanlýk fýskýný

gerektirmedikçe þahadetinin kabulüne mani deðildir. Sahih olan da budur. Ýtimatta bu görüþedir.

Yine Muhit ve Vakiat isimli eserlerde, «Düþmanýn düþman aleyhine þahadeti kabul edilmez ifadesi,

müteahhirin ulemanýn benimsediði görüþtür.» denilmektedir.

Mezhepten naklen beyan edilen rivayet buna ters düþmekte, Þafii mezhebinin görüþü de bu

istikamette olmaktadýr. Ebu Hanife ise bu konuda, «Eðer adil ise kabul edilir.» demektedir. Mebsut

isimli eserde, «Düþmanlýk dünyevi bir sebebten kaynaklanýyor ise bu fasýk olmasýný gerektirir,

þahadeti kabul edilmez.» denilmiþtir.

Netice olarak meselede iki muteber görüþ bulunmakta birincisi, düþmanýn aleyhine yapýlan

þahitliðin kabul edilmemesi, bu da; müteahhirin ulemanýn benimsediði görüþtür. Kenz ve Mülteka

sahipleri bu görüþü benimsemektedirler. Bunun gereði düþmanlýktýr. Düþmanlýk sebebiyle fasýk

olmasý deðildir. Eðer böyle olmasaydý birine düþmanlýk beslemesiyle fasýk olacaðýna göre bir

baþkasý aleyhine yapmýþ olduðu þahadetinin de kabul edilmemesi gerekirdi. Bu görüþe göre,

aralarýnda dünyevi sebeplerden kaynaklanan düþmanlýk kadýnýn (hakimin) düþmaný olan kiþi


aleyhinde karara yetkili olmadýðý, verdiði kararýn geçerli olmayacaðý istikametindedir.

Ýkinci muteber görüþ ise (düþmanlýk sebebiyle fasýk olmadýkça), düþmanýn düþman aleyhinde

þahadeti kabul edilir görüþüdür. Bu da Ýbnü Vehban, Ýbnü Þýhne tarafýndan benimsenen görüþtür.

Eðer kabul ediliyor ise bunun zaruri neticesi de düþmaný aleyhinde hakimin kararýnýn da sahih ve

geçerli olacaðýdýr. Tabiki bu da hakimin adil olmasý ile kayýtlýdýr.

Bu gerekçeler muvacehesinde yukarda adý geçen iki deðerli alim sahih olduðunu benimsemiþler,

bu ifadelerle þu husus da ortaya çýkmýþ bulunmaktadýr: Düþmanýn düþman aleyhinde þahadeti eðer

adil ise kabul edilir. Dolayýsýyla hakim olduðu taktirde hükmü de sahihtir. Adil olmayan kiþinin

þahadeti kabul edilmeyeceði gibi, hükmü de geçerli deðildir.

Bu konuda Nasihi´nin yukarda beyan ettiði ifadeler bu iki bilim adamýnýn sözlerine muarýz ve ters

gelmemektedir. Çünkü illetler deðiþik sayýlmakta, meselelerin yorumu deðiþik açýlardan ele

alýnmaktadýr.

«Bu konuda itahkike deðer ver, telfiki býrak» yazýsýna itimad edilmez ilh...» Yani yukarda izahýna

çalýþtýðýmýz sicil dediðimiz dosyanýn düþman aleyhinde hazýrlanýp baþka bir mahkemeye havale

edilmesi halinde bu dosyanýn muhtevasýna güvenilemez. Tahtavi.

«Musannýfýn benimsediði görüþte de ilh...» Metinde mutlak bir þekilde kabul edilemeyeceði ifade

edilmiþtir.

«Þafiilerin muhakkýklanndan olan imam Remli de bu görüþ ile fetva vermiþtir ilh...» Bu ifade

Vehbaniye þerhinde Rafi´den, onun da Maverdi´den naklettiði görüþün aksine bir görüþtür. Ki orada

düþman aleyhine hüküm vermeye yetkili olduðu, ancak düþman aleyhine þahitliðinin kabul

edilemeyeceði ifade edilmiþtir. Çünkü hüküm verme için sebeplerin, gerekçelerin açýk olduðu

bilinmekte, þahadetle ilgili sebepler ise bizce gizli kalmýþ olduðundan þahadeti kabul edilmemekte,

ama verdiði hüküm düþmaný aleyhinde de olsa geçerli sayýlmaktadýr. Bu da yerinde bir görüþtür.

Bunun için de Ýbnü Vehban hakimin hüküm vermesinin sahih olmasý ifadesini adil þahitlerin

þahadetine dayanarak toplum huzurunda karar vermesiyle kayýtlamaktadýr. Bu da hükme dayanak

ve gerekçe olan sebeplerin müþahade edilmesiyle, töhmetin bertaraf edilmesi söz konusu

olduðundan kabul edilmesi gerekir.

Bana göre hüküm sahih olmalýdýr. Bilhassa hüküm bu þekilde verilecek olursa. Hatta, «Düþmanýn

düþman aleyhine þahitliði kabul edilmez,» diyen kavil, þahadette geçerli olsa da hüküm itibariyle

bütün tühmete vesile olacak hususlarýn ortadan kalkmasý ile sahih olmasý gerektiði kanaati bende

hasýl olmuþ olmaktadýr.

«Þurumbulali´nin Vehbaniye þerhinde ilh...» Bu kitap aslýnda nazmen Ýbnu Vehban tarafýndan

yazýlmýþ, Ýbnü Abdülber yukarda zikredilen ifadeyi ondan aynen þu þekilde nakletmiþtir: «Ýbnü

Vehban der ki: Bazý fýkýh alimlerinin vehme düþtükleri görülmekte. Þöyleki, bir kimse herhangi bir

hak konusunda mahkemede hasým olsa veya aleyhine bir hak iddia etse düþmaný olur, buna binaen

þahitlerde aralarýnda düþmanlýk vardýr þeklinde þahitlik yapabilirler, demekteler. Halbuki mesele

böyle olmamakta, düþmanlýk ancak þu gibi hususlarla sabit olmaktadýr.» diyerek yukarda

açýklamaya çalýþtýðýmýz «Þeref ve haysiyetim ihlal eden iftira, yaralama, öldürme ve borcunu

mumatele etmesi vermemesi, imkaný olmasýna raðmen geciktirmesi þeklinde tecelli eder.»

demektedir.

Ben derim ki: Yukarda bildiðimize, öðrendiðimize göre Ýbni Vehban´ýn benimsediði görüþ, dünyevi

sebeplere dayanarak arada meydana gelen düþmanlýðýn kiþinin fasýk olmasýna sebep olmadýkça

þahadetinin kabulüne mani deðildir. Buna göre dünyevi gerekçelerle meydana gelen düþmanlýk,

bazan kiþinin fasýk olmasýný gerektirir, bazan da gerektirmeyebilir. Bunun için de ancak düþmanlýk

þununla sabit olur diyerek fasýk olmasýný gerektiren bazý misaller vermekte. Bunlar düþman

aleyhine ve hatta baþkalarý aleyhine fasýk olduklarý için þahitliklerinin kabulüne mani olacaðý

hususunda bir tereddüde mahal býrakmamaktadýr. Yine ilerde, þahadet bahsinde bu gibi

düþmanlýklarýn hangilerinin insanýn fasýk olmasýný gerektirdiði, hangilerinin gerektirmediði,

dolayýsýyla þahitlik yapamayacaðý konusu, þahitler bölümünde ele alýnacaktýr.

Vasi olan kiþinin þahadeti de kabul edilmez. Yani vesayetle ilgili kendisini ilgilendiren meselelerde

ve o kiþilerle ilgili olarak þahitliði kabul edilmez. Ortaðýn da þirket malý ile ilgili diðer ortaðý

hakkýnda þahitliði kabul edilmez. Tahtavi.

Ynt: Kaza By: neslinur Date: 09 Þubat 2010, 15:04:57
METÝN

Fasýk olan kiþi müftü olmaya salih deðildir. Çünkü fetva din iþleriyle ilgilidir. Fasýk olan kiþinin sözü


dini konularda kabul edilmez. muteber sayýlmaz. Ýbn-i Melek. Ayni bu konuda þu ifadeleri de

eklemiþtir: «Müteahhirin fukahadan çoklarý bu görüþü benimsemiþlerdir.»

Mecma sahibi metninde buna kesin gözü ile bakmýþtýr. Onun þerhinde bu konuda sarih ve veciz

ifadeler bulunmakta ve üç imamýn görüþünün böyle olduðu söylenmektedir. Tahrirde olan ifadenin

zahirinden de anlaþýlacaðýna göre böyle kiþilerden dini konularýn sorulmasý ittifakla helal olmaz

denmekte, musannýf da bu görüþü geniþ bir þekilde nakledip benimsediðini ilave etmektedir.

Diðer bir kavle göre fasýk da olsa müftü olmaya salihtir. Bu görüþ Kenz isimli eserde kesin þekilde

ifade edilmiþtir. Çünkü fasýk da olsa karar verirken hataya düþmesi kiþiler tarafýndan

ayýplanacaðýndan ayýbýna sebeb olacak durumlara düþmek istemeyeceði kesin gözüyle müteala

edilmektedir.

Ancak bazýlarý müftünün aklý baþýnda, tam müslüman olmasý, bazýlarý da uyanýk, meseleleri

kavrayan biri olmasý þartýný da koþmuþlar, hürriyeti þart koþmamýþlardýr. Köle de olsa dini konuda

verdiði fetvaya güvenilir denmiþtir. Erkek olmasý da þart deðildir. Kiþinin konuþur olmasý da þart

deðildir. Dilsiz olan kiþinin fetvasý sahihtir. Ancak hakim olduðu taktirde karar vermesi, hüküm

vermesi sahih deðildir. Müftü dilsiz olduðu taktirde, iþaretiyle iktifa edilir. Ama hakimin iþaretiyle

iktifa edilemez. Çünkü belirli sigalara dayanarak hüküm vermesi ve ilzam etmesi gerekir ki bu da

«hükmettim ve ilzam ettim» demesi ile olur. Bu da sahih olarak acýlan bir dava sonucu verilmesi

þartýna baðlýdýr. Saðýr olan kiþinin, yani tamamýyla saðýr deðil de aðýr iþiten kiþinin durumu ise

sahih olan kavle göre, onun hakim olmasý, karar vermesi sahihtir. Ancak anadan doðma saðýr olan,

hiç duymayan kiþinin durumu bunun hilafýnadýr. Yani sahih deðildir. Mahkemede kadý olan kiþinin

velevki mahkeme meclisinde de olsa davayla ilgili olmayan kiþiler hakkýnda fetva vermesi sahihtir.

Ve bu görüþ sahih olan bir görüþtür.

Ýlerde geleceði gibi, kadý da müftü gibi mutlak olarak Ebu Hanife´nin kavilleriyle amel etmeli, ondan

sonra Ebu Yusuf´un, ondan sonra Ýmam Muhammed´in, daha sonra Ýmam Züfer ve Hasan Ýbnü

Ziyad´ýn görüþleriyle bu tertip üzere hüküm vermeli, müftü de fetva verirken bu tertibe riayet

etmelidir. Esah olan görüþte budur. Minye. Siraciye.

Nehir isimli eserin bu konudaki ifadesi þöyledir: «Züfer´den sonra Hasan Ýbnü Ziyad´ýn görüþü ile

hüküm verir» demekte ve bu ifadeye de dikkat edilmesi gerekmektedir. Havi isimli eserde delil

bakýmýndan daha kuvvetli olan görüþün alýnabileceði ifadeleri benimsenmekte ve sahih olduðu

söylenmekte ise de birinci görüþün daha mazbut. daha tutarlý olduðu Nehir sahibi tarafýndan beyan

edilmektedir.

Müctehid olmadýðý müddetçe hakim, görüþler arasýnda dilediðiyle hüküm verme konusunda

muhayyer deðildir. Mukallit olan bir kadý, yani meseleleri direkt kaynaðýndan çýkaramayacak kiþi

mezhebinde muteber ve mutemet olan görüþe muhalefet ettiði taktirde verdiði hükümler geçerli

deðildir, bozulur. Fetva da bu kavle göredir. Nitekim musannýf fetavasýnda ve diðer eserlerinde bu

görüþü benimsemiþtir. Bu bölümün baþ tarafýnda bununla ilgili ifadelere de yer verdik. Kuhistani ve

bazý fýkýh kitaplarýnda þöyle denmektedir: «Fukahanýn görüþü, kadýnýn görüþüdür. Buradaki rey

kadýya aittir denilen her yerde ordaki kadýdan maksat, kendisinde ictihat melekesi olan kadýdýr;»

Hülasa isimli eserde ise, «Deðiþik ictihadlar olan meselelerde, deðiþik ictihadlar olduðunu bilerek

bunlardan birine dayanýp hükmü o istikamette verirse geçerlidir, aksi halde geçerli deðildir.»

denmektedir. Bir meselenin cevabýnda iki müftü ihtilaf etseler, en fakih olanýn, fýkýhta bilgi

bakýmýndan kuvvetli olanýn görüþü ile amel edilir. Tabiki bu daha fakih olanýn daha muttaki olmasý

kayýdýný da getirir. Siraciye. Mültekat isimli eserde, «Hakim bir konuda tereddüde düþse o konuda

bir görüþ beyan edemese ulema ile istiþare eder, onlarýn görüþlerinden en uygununu seçer ve

doðru olduðuna kanaat getirdiði görüþle hüküm verir. Ancak diðer görüþleri beyan eden kiþilerin

fýkýh melekeleri daha kuvvetli ise ve delil bakýmýndan onlarýn görüþleri kuvvet kazanýyor ise, onun

reyini benimsemek için diðer görüþü terk edebilir.» daha sonra devamla, «Kadý müctehid deðil ise

onlarý taklit edebilir ve etmesi gerekir.» denmektedir. Bunun yanýnda ulemanýn görüþlerine uymasý

þarttýr. O görüþlerden birinin hilafýna karar verdiði taktirde hükmü geçerli sayýlmamaktadýr.

ÝZAH

«Fasýk olan kiþi müftü olmaya salih deðildir ilh...» Bunun fetvasýna da itimat edilmez. Mecma isimli

eserin zahirinden anlaþýldýðýna göre, bu tür insanlardan fetva istemekte helal olmaz. Bu görüþü

Kemal Ýbn-i Hümam´ýn usulü fýkýhtaki Tahrir isimli eserinde þu sözü desteklemektedir: «Ýlim ehli

arasýnda müctehid ve adil olduðu bilinen kiþilerden sormanýn helal olduðu hususunda ittifak vardýr

veya kendisini bu konuya ehil sayýp insanlarýn onu ta´zým ederek, ona hürmet göstererek fetva


sorduklarýný görmesi ondan fetva sormasý için de yeterlidir.»

Eðer bu durumlardan biri mevcut deðil ise yani adil deðil, müctehid de deðil ise, bu kimselerden

soru sormanýn fetva almanýn doðru olmayacaðý beyan edilmektedir. Nitekim þerhinde bu ifadelere

geniþçe yer verilmiþtir. Ancak buradaki ictihat kelimesinin þart koþulmasý, yani müftilerin müctehid

olmasý ifadesi usul alimlerinin ýstýlahýna göredir. Müctehid müftü direk delillere dayanarak

meselenin hükmünü belirleyen kiþidir. Ancak bu yetki kendisinde olmayan, baþkalarýnýn görüþlerini

naklederek fetva veren kiþi gerçek manada müfti deðildir. Fetvayý nakleden kiþidir.

Ýkinci husus ise kadýnýn veya müftinin müctehid olmasý. Evleviyet þartýdýr. Bugün müctehit

olmadýðýna göre, nakili fetva dediðimiz meseleleri iyi bilen, meselelerin tümüne vakýf kiþilerden

fetva sorulabilir. Netice olarak fasýk olan müftinin mutlak bir þekilde fetvasýna itimat edilemez.

«Þerhinde belið ve veciz ifadeleri vardýr ilh...» Müellif yukarda ismini verdiðimiz eserde belið

ifadelerle þunlarý söylemektedir: «Kiþinin dini meseleleri araþtýrmasý ve tahkik etmesi esnasýnda

ilahi rahmetin tecellisine en büyük yardýmcýsý ve rahmet kaynaðý Allah´a itaat etmek onun kopmaz

takva ipine sýmsýký sarýlmaktýr. Zira Cenabý Hak, «Allah´tan korkunuz ki yüce Allah sizleri ilimle

donatsýn.» buyurmaktadýr. Kim kendi görüþüne veya kendi alil ve kelil zihnine dayanarak fýkhýn ince

meselelerine ve onun inci tanelerine benzeyen hükümlerini izaha, istihraca çalýþýrsa o kimse,

masiyete günaha düþebilir. Zira kendi görüþüne dayanan kiþi yalnýz baþýna kalabilir, doðruya

muvaffak olmayabilir. Çünkü itimat edilmemesi gereken hususlara itimat etmiþ olmaktadýr. Allah´ýn

nur ve ýþýk vermediði kiþilerin ne nuru ne de ýþýðý olamaz.»

«Tahrir isimli eserin zahirinde ise ilh...» Orada sarih olarak yukarda belirttiðimiz hükümler yer

almakta, takva ve ilmine güvenilmeyen fasýk kiþilerden fetva sormanýn caiz olmadýðý beyan

edilmektedir.

«Kenz´de bu görüþe kesin gözle bakýlmýþtýr ilh...» Orada fasýk da olsa o kiþi müftü olabilir. Diðer bir

kavle göre olamaz denmiþtir. Birinci görüþ Kenz sahibi tarafýndan benimsenmiþ, ikinci görüþ ise

zayýf bir kavil sigasý olan kýyl ifadesi ile mahaline ve kailine nisbet edilmeye çalýþýlmýþtýr.

«Bazýlarý uyanýk olmasýný, yani meseleleri iyi kavrayan biri olmasýný da þart koþmuþlardýr ilh...»

Sehve, hataya, gaflete düþme korkusu olabileceðinden bu þartý ileri sürmüþlerdir.

Ben derim ki: Bu zamanýmýzda gerekli bir þarttýr. Çünkü bugün örfte elinde bir müftü fetvasý olan

kiþi hasmýna karþý haddini aþmakta ve falan müftü bana þu þekilde fetva verdi diyerek onu ezmeye

çalýþmaktadýr. Ve bunu söylerken de hak benimle beraberdir, hasmým ise cahildir, fetvada ne

olduðunu bilmemektedir. Bunun içinde müftünün uyanýk olmasý insanlarýn desise ve hilelerini

kavramasý, bilmesi sorudan maksadýn ne olduðunu öðrenmesi bakýmýndan uyanýk olmasý þartý

bugün önem kazanmaktadýr.

Binaenaleyh bir müstefti gelip kendisine soru sorduðu zaman meseleyi onun dilinden ikrar yoluyla

dinler, ondan sonra verilen ikrarý kaleme almasý da uygun olur. Ancak, «Eðer þöyle ise haklý sensin,

þöyle ise haklý hasmýndýr» gibi ifadelere baþ vurmaz. Çünkü sözünde daima kendi lehinde olaný

tercih edecektir. Hatta yalancý þahitlerle söylediklerini isbattan aciz kalmayacaktýr. Bunun için de

mümkün mertebe müftünün her iki tarafý da birleþtirmesi, her iki tarafý da dinledikten sonra hak

kimin lehine tecelli ediyor ise yazýyý (fetvayý) ona göre yazmasý ve bu konuda hasým olan kiþilerin

vekillerini kabul etmekten sakýnmasý gerekir. Çünkü onlardan herhangi biri kendi meselesini

olduðu gibi söylemekte ve mübalaða etmekte tereddüt etmeyecek kendi lehine yontacaktýr.

Bilhassa bu konuda ilerde tazir konusunda açýklanacaðý gibi, mahir olan kiþiler vardýr, sözü

deðiþtirebilir, batýlý hak suretinde sunmaya çalýþýr ve bu ifadelerle müftüden aldýðý fetvaya

dayanarak hasmýný ezmeye çalýþýr, fasit maksat ve hedefine ulaþýr. Bunun için de müftinin böyle

kimselere yardýmcý olmasý onun batýla yönelmesine yardým etmesi caiz olmaz. Bunun içindir ki

ulema zamanýn ehlini bilmeyen kiþi cahildir demiþlerdir. Bakarsýn þer´i bir mesele hakkýnda

kendisine soru sorulur. Uyanýk olan müftü karineler yoluyla bu sorudan maksadýn ne olduðunu,

nereye varýlmak istendiðini, hangi fasit garaz ve hedefe ulaþýlmak istendiðini bilebilir. Biz benzeri

meselelere çoðu kez þahit olduk.

Netice olarak müftünün gafil olmasýnýn bu zamanda büyük zararlarý doðuracaðý kesindir. Soruyu iyi

anlamasý, cevabý verirken cevabýnýn hangi hedeflere yönelik olduðunu da tartmasý önem kazanýr.

«Hür olmasý þartý yoktur ilh...» Çünkü müftü hadis rivayet eden kiþinin durumuna benzer. Þahit ve

kadý gibi deðildir. Dolayýsýyla lehinde þahadeti kabul edilmeyen yakýn akrabalarýna fetvasý sahihtir.

Ama kadý olduðu taktirde onlar için hüküm vermeye yetkili deðildir.

«Dilsiz olan kiþinin fetvasý sahihtir ilh...» Yani eðer iþareti anlaþýlýr þekilde ise. Hatta konuþan bir


kiþinin anlaþýlýr mahiyette olan iþareti ile amel etmek dahi caizdir. Nitekim Hindiye´de böyle ifade

edilmektedir. Musannýfýn genel bir þekilde bu ifadeye yer vermesi de bunu göstermektedir. Çünkü

musannýf, «iþareti ile iktifa edilir» demektedir. Tahtavi.

«Sahih olun görüþe göre onun hakim olmasý sahihtir ilh...» Çünkü dava açanla, aleyhinde dava

açýlan kiþiyi (davalýyla davacýyý) fark edebilecek durumdadýr. Bir rivayete göre ise caiz deðildir.

Çünkü ikrarý yeteri kadar duyamamakta, dolayýsýyla insanlarýn hakkýnýn zayi olmasý ihtimali ile karþý

karþýya bulunmaktadýr.

Tamamen saðýr olan kiþi ise, kadý olduðu taktirde, hüküm vermeye yetkili bulunmamaktadýr.

Vehbaniye þarihi de meseleyi bu þekilde tafsil etmiþ, müftülükte de durumun ayný olmasý

gerektiðini söylemiþtir. Eðer ikisi arasýnda bir fark vardýr denecek olursa, mesela müftü fetvanýn

suretini okur, cevabýný yazabilir. Dinlemeye ve meseleyi duymaya ihtiyaç hissetmeyebilir, diye bir

itiraz vaki olursa cevaben derim ki, fukahanýn zahir ifadelerinden anlaþýlan da kadýnýn mahkemede

bununla iktifa edememesi, halbuki hasýmlarýn cevabýnýn ona yazýlý olarak verilmesi mümkündür.

Müftüde de durum böyledir.

Ancak ikisi arasýnda fark olmasý gerekir. Çünkü hükümde belirli sigalarla sahih davadan sonra

ifade kullanarak kararý açýklamasý gerekir. Bu da ihtiyatý gerektirir. Müftüdeki durum bunun

hilafýnadýr. Çünkü onun görevi þer´i olan bir hükmün ifadesidir. Velevki bu ifade iþaretle de olsa,

kendisinin duymasý þart deðildir. Menih isimli eserden özetle bunlarý nakletmeye çalýþtýk.

Ben derim ki: Eðer kendisine yazý ile soru tevcih edilir o da buna binaen yazýlý cevap verecek

olursa, bununla amel etmek caizdir. Eðer bu kimse fetvaya ehil, fetva vermek üzere devlet

tarafýndan görevlendirilmiþ ve insanlarýn ekseriyetinin fetva sormak için bu kimseye geliyorlar ise,

o zaman bunun verdiði fetva ile amel etmek caiz olur. Buna göre iyi duyan bir kimse olmasý þarttýr.

Çünkü her soran kiþinin sorusunu yazýlý olarak sormasý mümkün olamamakta, bazan iki hasým iki

tarafta huzura gelmektedirler. Birinin lehindeki veya aleyhindeki ifadeleri müftü duyamadýðý taktirde

ancak duyduðu bazý ifadelere dayanarak fetva verme durumu ile karþý karþýya bulunmakta,

dolayýsýyla hasmýn (diðer tarafýn) hakkýnýn zayi olmasýna yol açacaðýndan onun da duyan kiþi

olmasý þartý getirilmektedir.

Biz bunlarý çoðu kez müþahade ettik. Bu durumda olan aðýr iþiten veya hiç iþitmeyen kiþilerin

genelde müftü olmayacaðý hususunda hiç tereddüde düþmemek gerekir. Çünkü böyle bir makamda

olan kiþilerin cevabý, kadý tarafýndan da benimsenecek ona göre hüküm verilecektir. Anlaþýlamadýðý

takdirde bunun üzerine tereddüp edecek zararýn menfaatinden daha çok olacaðýndan böyle

kimselerin müftü olarak tayin edilmeleri uygun olmamaktadýr.

«Kadý da fetva verir ilh...» Zahiriye´de bu konuda, «Kendisine dava için müracaat etmeyen herhangi

bir kiþiye kadýnýn fetva vermesinde bir beis yoktur. Ama kendisine herhangi bir konuda davalý veya

davacý olarak müracaat eden iki hasýmdan birine dava konusunda fetva veremez.» denmektedir.

Bahýr. Hülasa´da kadýnýn (hakim) fetva verip veremeyeceði konusunda birkaç görüþün olduðu

beyan edilmekte, sahih olan görüþe göre kaza meclisinde ve o meclisin dýþýnda da olsa ibadet ve

muamelatla ilgili konularda fetva vermesinde bir beis yoktur. Bu ifadeyi kendisine herhangi bir

davada hasmý için müracaat edenlerin dýþýnda olan kiþilere hamletmek gerekir. Bu do Zahiriye´deki

ifadeye uygun düþmesi bakýmýndan gereklidir. Bu sebebten bu eserde o görüþ muteber kabul

edilmiþ, bununla iktifa edilmiþtir. Menih.

Þarih bu iki ifade arasýný yukarda beyan ettiðimiz uyum þeklinde açýklamaya çalýþmýþ, sonuç

itibariyle ayný olduðu kararýna varmýþtýr. Hakim´in Kafi isimli eserinde, «Kaza meclisinde kadýnýn

hasýmlardan herhangi biri için fetva vermesini hoþ karþýlamam. Çünkü diðer hasým verilen fetvaya

muttali olup baþka yollardan doðruyu söylemekten sakýnabilir, kaçýnabilir. Bunu önlemek için

mecliste hasýmlardan biri için fetva vermesini uygun görmüyorum.» denmektedir.

«Kadý da müftü gibi mutlak olarak Ebu Hanife´nin kavli ile amel eder ilh...» Bu görüþünde Ebu

Hanife´yi talebelerinden biri desteklesin veya desteklemesin durum aynýdýr denmekte ise de bir fasýl

sonra ve ondan önce geleceðine göre davayý yürütme ile ilgili meselelerde daha fazla tecrübesi

olmasý bakýmýndan fetvanýn Ebu Yusuf´un kavli ile olacaðý belirtilmektedir.

«Daha sahih olan görüþ de budur ilh...» Yani müftü ve kadý birinci derecede Ebu Hanife´nin daha

sonra Ebu Yusuf´un daha sonra Ýmam Muhammed´in daha sonra Züfer´in ve Hasan Ýbn-ü Ziyad´in

kavilleri ile bu dereceye göre amel eder, onlarla fetva verir. Bu kavlin mukabili olarak Havi´den

naklen bu ifade aynen Camiü´l-Fusuleyn´de de mevcuttur. Ebu Hanife´yle birlikte iki talebesi Ebu

Yusuf ve Ýmam Muhammed´den biri onunla birlikte olduðu taktirde yani ayný görüþü paylaþtýklarý


zaman Ebu Hanife´nin kavli ile amel edilir. Eðer talebeleri Ebu Yusuf´la Ýmam Muhammed Ebu

Hanife´ye görüþünde muhalefet ederler, onunla ayný görüþü paylaþmazlarsa, bu durumda bir kavle

göre durum aynýdýr. Yani Ebu Hanife´nin kavli ile fetva verilmesi gerekir. Diðer bir kavle göre ise

müftü veya kadý muhayyerdir. Ýsterse Ebu Hanife´nin kavli ile, isterse talebeleri Ebu Yusuf´la Ýmam

Muhammed´in kavli ile amel edilir.

Ancak ihtilaf zamanla ilgili bir meselede ise, yani fetvanýn deðiþmesi, zamanýn deðiþmesinden

kaynaklanýyor ise, mesela Ebu Hanife þahitlik yapacak kiþilerin zahiri durumlarýyla iktifa edip

haklarýnda bir soruþturmaya gerek duymamakta, talebeleri Ebu Yusuf´la Ýmam Muhammed zahirî

adaletle iktifa etmeyip þahitler hakkýnda aleni ve gizli soruþturma yapýlmasý gerektiðini

söylemektedirler. Yine istisna edilebilecek meselelerden biri de müteahhir ulemanýn ittifakla kabul

ettiði, Ebu Hanife´nin ise kabul etmediði meselelerdeki muamele, yani aðaç yetiþtirmedeki ortaklýk

veya ekimindeki müzaraa dediðimiz ortaklýk konularýnda hüküm ve fetva Ebu Hanife´nin talebeleri

olan Ebu Yusuf´Ia Ýmam Muhammed´in kavline göredir. Dolayýsýyla müftü ve kadý onlarýn görüþünü

benimser.

«Nehr´in ibaresi ise þöyledir ilh...» Yani Ebu Hanife, daha sonra Ebu Yusuf, daha sonra Ýmam

Muhammed daha sonra Ýmam Züfer ondan sonrada Hasan Ýbnü Ziyad Lü´lüi´nin kavli ile bu

sýralamaya göre amel edilir fetva verilir demektedir. Zira Hasan Ýbnü Ziya Lü´lüi´nin ilmi derecesi,

görüþlerine itibar ve itimat Ýmam Züfer´den sonra gelmektedir. Bu ifade ise musannýfýn benimsediði

ifadenin tersinedir. Çünkü Ýmam Züfer´le Ýmam Hasan Ýbn Ziyad Lü´lüi´nin ayný derecede olduðunu

kabul etmiþtir. Dolayýsýyla musannýfýn ibaresi bütün fýkýh kitaplarýnda meþhur olan görüþe göredir.

Nehir sahibi ise bu görüþü deðil Hasan Ýbn Ziyad´ýn Züfer´den sonraki bir derecede olduðu

görüþünü benimsemektedir.

«Havi isimli eserde ise þu görüþ daha sahihtir denmiþtir ilh...» Yani Kutsiye ait Havi isimli eserde

þöyle denmektedir: «Ebu Hanife ile talebeleri Ebu Yusuf ve imam Muhammed ayrý görüþlerde

olurlarsa bu durumda iki görüþten birinin tercih edilmesinde delil hangi tarafý destekliyor, hangi

tarafýn delili daha kuvvetli görünüyor ise onu benimsemek, onunla amel etmek gerekir. Zira hükmü

ortaya koyan çýkaran delildir. Hüküm delilden alýnmaktadýr. Bu sebeple hangi tarafýn delili daha

kuvvetli görülüyor ise onunla amel edilmesi gerekir. Tabiki bu da deliller arasý tercih yapabilecek

durumda olan kiþiler için geçerlidir.

«Birinci görüþ daha kuvvetli görülmektedir ilh...» Çünkü Havi´de biraz önce zikredilen görüþ ayet ve

hadislere muttali olan, onlarýn delalet etmiþ olduðu hükümlerin kuvvet derecesini idrak eden

kiþilere mahsustur. Kendisinde deliller arasý tercih yapma melekesi olan, direk onlardan hüküm

çýkarma imkanýna sahip olan kiþiler için durum böyledir. Bu da mutlak müctehidler içindir veyahut

mezhep içerisinde müctehit olan kiþiler içindir. Birinci görüþ ise bunun hilafýnadýr. O deliller arasý

tercih yapamayan, müctehit olmayan. ancak hazýr malzeme olarak hükümleri bulan kiþilerin

yapacaklarý birinci derecede Ebu Hanife´nin kavli, daha sonra Ebu Yusuf´un kavli daha sonra

ilaahirihi bu þekilde devam eder denmektedir.

«Müftü veya kadý istediði görüþü almakta muhayyer deðildir, ancak müctehid olduðu taktirde

muhayyerdir ilh...» Yani yukarda saydýðýmýz o tertibe muhalefet etmek doðru deðildir. Ancak

kendisinde delillere ýttýla imkaný olan, deliller arasý tercih yapma istidadý bulunan kiþiler için iki

görüþten birim seçme muhayyerliði vardýr. Bu son duruma göre birinci görüþ Havi´deki ifadeye irca

edilmiþ olmaktadýr. Þöyle ki, müctehid müftülerde itibar deliledir. Delil kuvvetli görüldüðü taktirde o

görüþle amel etmesi gerekir.

Her ne kadar Havi´nin susmayý tercih ettiði bu konuda tafsilat var ise de sonuçta iki görüþ ittifak

halindedir. Þöyle ki, mezhepte müctehid olan ulemanýn, tercihine muhatab olan kiþiler hakkýnda

sahih olan görüþ, o sýrayý takip etmemesi mutlak bir þekilde Ebu Hanife´nin kavli ile amel etmesi,

fetva vermesi gerekir, sözü bunlar için geçerli olmamaktadýr. Zira onlarýn delillere bakarak delilleri

kuvvetli olan görüþü diðerlerine tercih etmesi gerekir. Bizim de uyduðumuz benimsediðimiz onlarýn

tercih ettikleri, mutemet (muteber) görüþ olarak benimsedikleri kavillerdir. Mesela onlarýn

hayatlarýnda fetva verdikleri görüþler ne ise, bizde onlarý tercih ederiz, Nitekim þarih kitabýnýn

baþýnda bununla ilgili olarak âllame Kasým´dan bazý tahkikler beyan etmiþti.

Yine biraz sonra Mültekat isimli eserden naklen þu ifadelere de yer verilecektir: «Eðer kadý veya

müftü müctehid deðil ise, onlarý taklit etmesi ve onlarýn görüþlerine uymasý gerekir. Bunlarýn

hilafýna hüküm verdiði taktirde kadý´nýn verdiði hüküm nafiz olmaz, geçerli sayýlmaz. Ýbn-i Þelebi´nin

Fetava isimli eserinde Ebu Hanife´nin görüþünden ancak daha sonra gelen Ashabý tercih dediðimiz

ulemanýn sarih bir ifade ile fetva baþkasýnýn kavline göredir dedikleri zaman onun kavlinden


vazgeçilerek fetva verilir, onunla amel edilir. Bu ifade ile de Bahýr isimli eserde ilerî sürülen bazý

hususlar kendiliðinden düþmüþ olur ki orada bizim için gerekli olan baþta Ebu Hanife´nin kavli ile

fetva vermektir. Her ne kadar ulema fetva onun hilafýna deseler de.»

Bu görüþ biraz önce belirttiðimiz gibi pek muteber sayýlmamaktadýr. Nitekim Bahýr üzerine haþiye

yazan Hayreddin Remli itiraz etmiþ ve özetle þöyle demiþtir: «Müftü hakikatte müctehid olan kiþidir.

Müctehit olmayan müftü ise daha önce verilmiþ fetvalarý nakleden kiþidir. Nasýl olur da Ebu

Hanife´nin kavli ile fetva vermek bize vacip olur? Her ne kadar ulema fetvanýn onun görüþü

hilafýnadýr deseler de biz onlarýn fetvalarýný naklettiðimize göre fetva verilen görüþ hangisi ise

onunla amel ederiz.»

Bu meselelerin tamamý ve geniþ bir þekilde izahý manzum olarak yazdýðýmýz Resmýl Müftü adýný

verdiðimiz ve üzerine de þerh yazdýðýmýz risalemizde geniþ bir þekilde açýklanmýþtýr. Oradaki

ifadelerden bazýlarýný haþiyemizin baþýnda nakletmeye çalýþtýk.

«Mukallit durumda olan kiþi mezhebince muteber ve mutemet olan görüþe ters düþerse ilh...»

Velevki bu mesele Ebu Hanife´nin görüþüne muvafýk olmasýn. Daha sonra gelen alimler, «Mezhepte

muteber ve mutemet olan görüþ budur.» dedikleri taktirde Ebu Hanife´nin görüþüne uyup

uymamasýna bakýlmaksýzýn onunla hüküm vermesi gerekir. Aksi halde hüküm geçerli

sayýlmamaktadýr.

«Fukahanýn görüþ kadýya aittir dedikleri her yerde ilh...» Ben derim ki müctehid olan kadýlar

kasdedilmektedir. Bu meseleleri yani kadýnýn görüþüne terfiz edilen meseleleri Eþbah isimli eser

onbir olarak saymakta, onun üzerine haþiye yazan Hayreddin Remli ise bunlara ondört mesele daha

ilave etmektedir. Bunlarý Hamevi, haþiyesinde zikretmiþtir. Musannýfýn torunu Muhammed Ýbn-i

Salih´e ait bu konuda bir de risale bulunmaktadýr. Bu risalede hakimin kendi görüþüne dayanarak

hüküm vereceði meseleler açýklanmaktadýr.

Ancak oradaki hakimin mutlak müctehid bir hakim olduðu meselesi üzerinde tereddütler de

bulunmaktadýr. Nitekim bunlarla ilgili meseleler ilerde «Münasip gördüðü þekilde onu

hapsedebilir.» ifadesi açýklanýrken zikredilecektir.

«Hakim müctehit olduðu taktirde görüþlerden herhangi birini benimseyerek vermiþ olduðu hüküm

geçerlidir ilh...» Bu müctehid olan hakimler ve kadýlar içindir. Ama mukallit mertebesinde olan

kadýlarýn mezhepte muteber olan görüþle amel etmesi gerekir. O meselede bir ihtilafýn olduðunu

bilsin veya bilmesin, ulemanýn fetva için seçtiði görüþlerle amel etmesi gerekir. Meselenin

devamýna, «Hakime bir hüküm iletildiði taktirde yani baþka bir hakimin verdiði hüküm iletildiði

getirildiði taktirde onu uygular» ifadesi açýklanýrken daha da açýklýk getirilecektir.

«Hakim bir konuda tereddüt ederse ilh...» Hindiye´de bu konuda eðer hakimin içtihadý, müctehid

olduðu taktirde bir noktada tebarüz etmeyecek olursa, mesele hala ihtilafýný sürdürüyor ise,

zamanýnda bulunan diðer fakihlere meseleyi yazý ile bildirir, onlarla istiþarede bulunur. Bu da

eskiden beri devamedegelen bir adettir, gelenektir.

Onlarýn görüþleri bir noktada birleþtiði taktirde onunla amel eder. Bu da görüþü onlarýn görüþüne

muafýk olacak olursa. Eðer kendisi de yukarda belirttiðimiz gibi görüþ beyan edecek ehli içtihadtan

biri ise hükmü o istikamette uygulamaya koyar. Eðer onlar da ihtilaf edecek olurlarsa kimin daha

çok isabet etmiþ olduðu hususunda araþtýrma yapar. Eðer kendisi de bu araþtýrmalara ehil biri ise.

Yok deðil ise, daha fakih olan, daha müttaki olan kiþinin görüþü ile amel ederek hükmü uygular

demektedir. Tahtavi.

«Kanaatine göre hangisi daha doðru ise onunla hüküm verir ilh...» Yani ulema ile istiþare ettikten

sonra içtihadýnýn ve görüþünün hangi istikamette olduðu belirlenecek olursa, onunla hüküm verir.

Bu ifade de yukarda söylediðimiz hakimin eðer bu konuda bir görüþü yoksa meselesine ters

düþmemektedir. Çünkü istiþareden sonra muhakkak ki onda da bir görüþ meydana gelecek,

bunlardan birini tercih edecektir.

«Ancak diðeri kendisinden daha fakih ise ilh...» O taktirde kendi görüþünü terk edip o daha fakih

olan müftünün görüþü ile amel etmesi caiz görülmektedir. Ancak bu da kendi görüþünü

beðenmediði taktirde böyledir.

Hindiye´de Muhit´ten naklen «Hakim bir kiþi ile istiþare etse, yeter, «Eðer görüþü onun görüþüne

ters olacak olur ve onun kendisinden daha fakih, daha meziyetli olduðu kanaatine varacak olursa

bu durumda ne yapar.» meselesinin hükmü burada zikredilmemiþtir.

Hududla ilgili bölümlerde o alim olan kiþinin görüþü ile hüküm verdiði taktirde caiz olacaðý


kanaatindeyim. Eðer kadý (hakim) kendi görüþünü zayýf bulmaz, delillere uygun olduðu kanaatine

varacak olursa, o zaman kendi görüþünü terk etmesi gerekmez ve görüþüne muhalif gelen fetva ile

hüküm vermesi mecburiyeti hasýl olmaz. Çünkü müctehid olan hakim baþkasýný taklit edemez.

«Görüþ sorduðu taktirde toplu halde bir görüþ üzerinde kanaat belirtilirse ona uymasý gerekir ilh...»

Bu da yukarda belirtildiði gibi bir konuda ittifak halinde olduklarý taktirde böyledir. Eðer onlar da

ihtilaf etmiþler ise, yine yukarda belirtildiði gibi, onun kanaatine göre hem fakih (bilgili) olan, hem

müttaki olanýn görüþü ile amel eder. O görüþ istikametinde hükmü uygular.

Fetih´te bu konuda þöyle demektedir: «Bana göre kalben meyletmediði görüþ ile de amel etse

caizdir. Çünkü onun meyledip etmemesi eþittir. Üzerine düþen müctehit olan bir imamýn görüþünü

taklit etmek, o hükmü benimsemektir. O da o hükmü uygulamýþtýr. Müctehid görüþünde isabet

kaydetsin veya hata etmiþ olsun, ondan sorumlu deðildir.

Ben derim ki: Bunlar müftülerin müctehit olmalarý ve hükümde ihtilaf etmiþ olmalarý halindedir.

Benzeri durum aynen mukallit olan kiþiler için de geçerlidir. Kitaplarda hangi görüþün tercih

edildiði, hangi görüþün daha muteber olduðu açýkça belirtilmemiþ ise veya görüþler tercih edilmiþ

ama aksi istikametlerde tercihle karþý karþýya geldiði taktirde, durum aynen yukardaki gibidir.

Olmadýðý taktirde günümüzde vacip olan, tercih konusunda ittifak ettikleri görüþe uymasý gerekir

veya zahirur rivaye ne ise ona uymasý gerekir veyahut Ebu Hanife´nin kavli ile amel ederek o

istikamette uygulamaya girmesi gerekir. Veya benzeri tercih sebeplerinden herhangi biri ile

karþýlaþacak olursa o tercih edilen kavli benimseyerek onunla amel eder. Niitekim kitabýmýzýn

baþýnda yukarda adý gecen risalemiz ve þerhinde bunlarla ilgili geniþ açýklamalara yer verilmiþtir.

Ynt: Kaza By: neslinur Date: 09 Þubat 2010, 15:24:08
METÝN

Zahirur rivayeye göre verilen hükmün geçerli sayýlmasý için þehir veya þehir hükmünde olan bir

yerde olmasý þarttýr. Nevadurul rivayeye göre þart deðildir. Buna göre köylerde verilen/hükümler ve

hakimin velayetinin dýþýnda (yetki alanýnýn dýþýnda) olan bir akar hakkýnda verilen hüküm sahih olan

kavle göre geçerlidir. Hülasa. Fetvada bu görüþe göredir. Bezzaziye.

Hakim olmasýný rüþvetle saðlamýþ ise ve bu rüþveti devletin en yüksek kademesinde olan sultana

veya onun haþiyesi olan kiþilere sultanýn bilgisi altýnda vererek elde etmiþ veya bazý vasýtalar ile

elde etmiþ ise -ki Camiü´l Fusuleyn Fetavayý Ýbn-ü Nüceyn´de böyle nakledilmiþtir- veya hakim

kendisi rüþvet alýr veya onun bilgisi dahilinde avenesi alýrsa. Þurumbulaliye´nin ifadesine göre bu

durumda olan hakim hüküm verse dahi hükmü geçerli deðildir.

Kendisini tayin eden kiþiye ayda belirli bir meblaðý ödemeyi üstlenir, o da buna karþýlýk o bölgenin

hakimliðini ona verirse caiz deðildir. Fetava el Musannýf. Ancak Fetih isimli eserde «Tavassut ve

vasýta ile hakimlik mesleðini alan kiþi, hizmet vermek için alan kiþiye benzemektedir. Rüþvet

yoluyla alan kiþi gibi deðildir.» denilmektedir. Benzeri mesele Bezzaziye´de de biraz farklý olarak

zikredilmiþtir. Orada, «Her ne kadar vasýtalar yolu ile böyle bir görevi istemesi helal olmuyor ise

de.» denmektedir.

Hakim göreve baþlarken adil olarak baþlasa, rüþvet almasý veya baþka sebeblerden dolayý fasýk

olsa -burada rüþvet kelimesi çoðu kez vuku bulduðu için özellikle zikredilmiþtir- bu kadý azle

müstehaktýr. Görevden alýnmasý yetkililer üzerine vaciptir. Diðer bir kavle göre görevden alýnmaya

gerek yoktur, kendiliðinden azledilmiþ sayýlýr. Fetva da buna göredir. Ýbni Kemal. Ýbni Melek.

Nevadir´den naklen Hülasa isimli eserde, «Hakim fasýk olsa veya irtidad etse (dinden çýksa) veya

gözleri kapansa daha sonra durumunu düzeltse veya gözleri açýlsa eski görevine devam eder.

Ancak fasýk iken veya diðer hallerde iken hüküm vermiþ ise o hükmü batýldýr, geçerli deðildir.»

denilmiþtir. Bahýr´da da bu görüþ benimsenmiþtir. Fetih´te ise, «Fukahanýn, emir ve sultan gibi

kimselerin fasýk olmalarý sebebi ile azl olunmayacaklarý üzerinde ittifak etmiþlerdir. Çünkü bu

görevler güç ve kuvvete bina edilir.» denmektedir. Ancak Haniye isimli eserin dava bölümünün baþ

tarafýnda, «Vali kadý gibidir.» denmiþtir.

ÝZAH

«Zahiru´r Rivayeye göre ilh...» Hanefi mezhebinde Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve Ýmam Muhammed´in

görüþlerinin Ýmam Muhammed tarafýndan altý kitapta derlenmesi ve bu kitabýn günümüze kadar

meþhur veya mütevatir bir þekilde nakledilmiþ olmasý sebebiyle en kuvvetli görüþler olduðundan

bunlara Zahiru´r Rivaye denmektedir. Bahýr isimli eserde «Zahiru´r Riyave´ye göre hükmün þehir

veya þehir hükmünde olan yerde verilmiþ olmasý þart deðildir. Köylerde ve daha küçük bölgelerde

verilen hükümler de sahihtir. Fetva da Bezzaziye´de olduðu gibi bu görüþe göredir.» denmektedir.

Bununla da her iki gö´´üþün Zahiru´r Rivaye´ye isnat edildiði anlaþýlmaktadýr. Remli. Ancak bu görüþ


tartýþýlabilir.

«Akarda ise ilh...» Bahýr´da yine bu konuda, «Dava açan kiþilerin hakimin bulunduðu bölgeden

olmalarý þart deðildir. Özellikle dava konusu borç ve menkul mallarda ise. Ama hakimin yetki

bölgesinde olmayan bir akar konusunda açýlan davada sahih olan kavle göre hakimin bu davaya

bakmasýnýn ve hüküm vermesinin caiz olduðu istikametindedir. Hülasa ve Bezaziye isimli eserlerde

de bu görüþ benimsenmiþtir. Bunun tersini anlama dikkat et, aksi halde hataya düþersin.»

denilmiþtir.

Rüþvet ve hediye ile ilgili özel meseleler

«Hakimlik görevini rüþvetle alan kiþi ilh...» Rüþvet kelimesi rüþvet ve raþvet þeklinde söylenebilir.

Misbah isimli lügat kitabýnda rüþvet þeklinde zaptedilmiþ ve kiþinin hakime veya bir baþkasýna

lehinde hüküm vermek için veya istediðine ulaþabilmek için vermiþ olduðu þey diye tarif edilmiþtir.

Fetih´te rüþvetin dört bölümde inceleneceðine yer verilmiþ, dört kýsým olduðu da söylenmiþtir.

Bunlardan biri alana ve verene haram olan rüþvettir. O da valilik, emirlik, hakimlik almak için verilen

rüþvettir. Ýkincisi, bir kimsenin lehinde hüküm vermek için hakimin rüþvet almasýdýr. Onun hükmü

de aynýdýr, yani haramdýr. Velev ki verdiði hüküm doðru da olsa. Çünkü doðruyu bulup çýkarmak o

istikamette hüküm vermek onun görevidir. Görevine karþý rüþvet almasý kesinlikle haramdýr.

Üçüncüsü, daha üst kademede iþini görmek üzere birinden bir mal almasý veya ona bir menfaat

saðlamasý için rüþvet almasý, yüksek kademede ki memurlarýn amirlerin verebilecekleri zararý

bertaraf etmesi için ona mal para vermesidir. Bu da ancak alan kiþi için haramdýr. Bunun helal

olmasýnýn yolu ise bu iþini görmek ve takip etmek için onu belirli günler karþýlýðýnda ücretle

tutmasýdýr. Bu durumda o kimsenin mesaisi (iþleri) onu tutan kiþiye ait olacaðýndan amirlere

(sultana) belirli bir iþ için göndermesi sahih görülmektedir.

Yine kaza bahsinde hediyeler de kýsýmlara ayrýlmýþ bu da hediyelerden bir kýsým olarak mütalaa

edilmiþ ve þöyle denmiþtir: «Birbirlerine olan sevgilerinin artmasý, dostluðun pekiþmesi için

hediyeleþmeleri her iki taraf için helaldir. Ama haksýz olduðu bir konuda kendisine yardýmcý olmasý

için yapýlan hediye her iki taraf için de haramdýr. Kendisine gelebilecek bir zulmü ve bir zararý

önlemesi için vermiþ olduðu hediye ise yalnýz alan kiþi için haramdýr. Bunun helal olmasý için çare,

yukarda zikrettiðimiz meseledir.»

Yine ayný bölümde devamla, «Eðer bu hediye verilirken þartlý olarak verilirse hüküm böyledir. Ama

þart koþulmadan verilecek olursa karinelerle sultan veya baþkan nezdinde ona yardýmcý olmasý için

hediye ettiðini yakýnen bilirse ulemamýz böyle bir hediye verilmesinde bir beis olmadýðýný

söylemiþlerdir. Eðer ihtiyacýný þart koþmaksýzýn ve ondan bir þey beklemeksizin giderir o da buna

karþýlýk daha sonra bir hediye getirirse o helaldir, alýnmasýnda bir beis yoktur.

Ýbn-i Mesut´tan mekruh olduðuna dair nakledilen ifade takva ve vera gereði olsa gerektir.»

denilmiþtir.

Dördüncüsü ise parayý verdiði kiþinin zulmünden ve onun yapacaðý bir kötülükten korktuðu için

kendisine bir miktar para veya mal verecek olursa, bu durumda yalnýz kendi nefsi ve aile efradý için

korkmasý þart deðil, malý için korkmasýnda da durum yine aynýdýr. Bu durumda verilen, veren kiþi

için helal, alan kiþi için haramdýr. Çünkü herhangi bir müslümana karþý meydana gelecek zararý

önlemek vaciptir. Buna mukabil bir mal almakta caiz deðildir. Çünkü üzerine düþen görev karþýlýðý

para almasý caiz deðildir. Fetih´teki ifadeler özetle bundan ibarettir.

Kýnye isimli eserde, «Rüþvet olarak verilen paranýn veya malýn iade edilmesi vaciptir. Çünkü alan

kiþi ona malik olamaz.» denilmektedir: Yine ayný eserde, «Kadýya veya bir baþkasýna haram bir mal

verilse, önemli bir durumu islah etmesi için verse, o da islah etse, daha sonra alan aldýðýna nadim

olsa geri vermesi gerekir.» denilmiþtir. Meselenin tamamý Bahýr´dadýr.

Ýlerde kadýya, müftüye veya devlet memurlarýna valiye veya hükümet temsilcilerine verilen

hediyelerin hükmü açýklanacaktýr.

«Devletin en üst kademesindeki bir memura hakimlik görevini tevdi etmek için rüþvet verse ilh...»

Yaný hakým vazife alabilmek için bu görevi veren kiþiye veya bir baþkasýna rüþvet vererek bu görevi

alacak olursa hüküm yukarda belirtildiði gibidir. Nitekim Bezzaziye´den naklen Bahýr´da da böyledir.

«Veya hakim hükmü esnasýnda rüþvet alsa ilh...» Uygun olan bu ifadenin buradan kaldýrýlmasýdýr.

Çünkü daha sonra bu konuda söyleyeceði «Adil olarak göreve baþlayýp rüþvet almasý ile fasýk

duruma düþerse» meselesinde bu hüküm beyan edileceðinden burada zikredilmesine gerek yok idi.

«Rüþvet olarak veya rüþvet vererek görev alan kiþinin hüküm vermesi halinde verdiði hüküm


geçerli olmaz ilh...» Bu ifadede rüþvet vererek görev alma ile göreve geldikten sonra rüþvet almanýn

hükmü sanki eþitmiþ gibi görünmektedir. Halbuki hakimlik görevini rüþvet vererek alan kiþinin

hakimliði sahih olamamakta, verdiði hüküm de geçerli sayýlmamaktadýr. Nitekim Kenz isimli eserde

bu þekilde ifade edilmiþtir. Adý geçen kitabýn þerhi Bahýr isimli eserde sahih olan da budur

denmiþtir. Bahýr´da devamla, «Hüküm verse de verdiði hüküm geçerli olmaz. Fetva da buna

göredir.» denmiþtir. Benzeri ifadeler Ýmadiye´den naklen Dürer´de de yer almýþ bulunmaktadýr. Ama

bütün þartlarýn kendisinde bulunmasý nedeniyle göreve getirilmiþ, göreve geldikten sonra henüz

hüküm vermeden rüþvet almýþ veya hüküm vermiþ, daha sonra rüþvet almýþ ise -Fetih´te olduðu

gibi- durum ne olur? Ýmadiye isimli eserde bu konuda üç görüþün olduðuna yer verilmiþtir. Bir

görüþe göre verdiði hüküm gerek rüþvet aldýðý konuda gerek baþka konularda olsun geçerlidir.

Diðer bir rivayete göre ise rüþvet aldýðý konuda geçerli deðil, diðer konularda geçerlidir. Serahsi de

bu görüþü benimsemiþtir. Diðer bir görüþe göre ise, her ikisinde de hükmü geçerli olmaz, yani

rüþvet aldýðý konuda ve baþka konuda hüküm geçerli olmaz. Birinci görüþ Bezdevî tarafýndan

benimsenmekte, Fetih´te de bunun daha uygun olacaðý söylenmektedir. Çünkü hak ve doðru olarak

hüküm vermesi halinde ancak rüþvet almakla fasýk olmuþ olur. Bu da Ýmam Bezdeviî´nin «Fasýk

olmasý onun azlini gerektirmez» görüþünden kaynaklanmakta, dolayýsýyla onun hakim olarak

göreve devam etmesi ve verdiði hükmün geçerli olmasý gerekir. Neden geçerli olmasýn, ki fasýk

olmasý onun hüküm vermesine mani deðildir. Ancak bu konuda söylenebilecek, husus, rüþvet

aldýðý taktirde bütün mesaisini kendisi için yapmýþ olmaktadýr. Halbuki onun görevi hükümde

adaleti gerçekleþtirmek ve o konuda hakký arayýp bulmak, hüküm verirken de Allah rýzasýný

kastedmesi gerekmektedir.

Nehir´de Bahýr´a uyarak þöyle denmiþtir: «Görüyorsun ki bu fasýk olma durumu hükümde müessir

deðildir» sözü pek kabul edilir cinsten deðildir. Nasýl tesir etmez, nasýl müessir olmaz. Çünkü bu

rüþveti almakla kendisi için çalýþýr duruma gelmiþtir. Bunun için de Serahsi´nin görüþünün tercih

edilmesi gerekir. Yani o rüþvet konusu olan meselede geçerli deðil, onun dýþýndaki meselelerde

verdiði hüküm geçerlidir görüþü daha uygundur. Haniye´de fukahanýn þu konuda icma ettiðine yer

verilmiþtir: Rüþvet alacak olursa, rüþvet aldýðý konuda verdiði hüküm geçerli olmaz.»

Ben derim ki: Bu konuda icma vardýr sözü de geçerli olmasa gerektir. Çünkü Ýmamý Bezdevi bunun

hilafýný tercih etmiþtir. Onun bulunmadýðý bir icmaa icma denemez. Bezdevi´nin o görüþü

Fethü´l-Kadir´de de hoþ karþýlanmýþ, benimsenmiþtir. Zarurete binaen bilhassa günümüzde o görüþ

ile amel etmek gerekir. Aksi halde bu olayýn yaygýn olmasý sebebiyle bütün verilen hükümlerin

geçersiz sayýlmasý gerekir. Zira hiçbir hadisede hakimin mahsul adýný verdiðimiz rüþvet almadan

hüküm verdiðine rastlanmamakta, ancak bu bazan hükümden önce bazan da hükümden sonra

olmaktadýr. Buna göre eðer verilen hükümler caiz deðildir denecek olursa bu ana kadar verilmiþ

bütün hükümlerin tümünün iptal edilmesi gerekir, bu da mümkün olmamaktadýr.

Halbuki Nehir sahibinden naklettiðimiz ifadeye göre fasýk olan kiþinin hakim olmaya ehil olduðu

benimsenen bir görüþtü. Bütün hakimler de istenilen vasýfta adalet aranacak olursa, kaza

kapýlarýnýn kapanmasý gerekir. Ayný þeyin burada da tekrarý mümkündür. Ýlerde hakem konusunda

söyleyeceklerimiz buradakilere açýklýk getirecektir.

Hamidiye´de Cevahirul Fetva isimli eserden naklen þöyle denmekte: «Hocamýz ve imamýmýz

Cemaluddin Bezdevi ben bu konuda mütereddidim bir þey söylemeye muktedir deðilim. Özellikle

verdikleri hükümler geçerlidir diyemem. Çünkü iþlenen suçlar konu hakkýndaki bilgisizlik ve fazla

miktarda cüret beni onlarýn verdiði hükümlerin geçerli olmayacaðý sevkediyor. Öbür taraftan geçerli

deðildir de diyemiyorum çünkü zamanýmýz hakimlerinin hepsi böyledir. Davalarýn batýl olduðu

istikametinde fetva versem bütün verilen hükümlerin batýl olmasý gerekir. Burada tek söylenecek

söz mesele Allaha kalmýþ, onlarla bizim aramýzda hüküm verecek yine odur. Çünkü hakimler bizim

adil olan dinimizi ifsad etmektedirler. Hazreti Peygamber Aleyhüsselatu Vessellamýn bizlere teblið

ettiði o yüce dininden ve onun þeriatýndan ancak bize onlarýn davranýþlarý sebebiyle bir isim bir de

resim kalmýþtýr.» Bu, o günkü kadýlarla ilgili bir durumdur. Ya zamanýmýz kadýlarý hakkýnda ne

denir? Bugünküler onlarý aþmýþlar hatta aldýklarý rüþvetin helal olduðuna itikat ederek, helal

olduðunu sanarak almaktadýrlar. Gerekçe olarak ta «Sultan da bizden alýyor ve bize almamýz için

izin veriyor.» gibi batýl mesnetleri kendilerine mesnet kabul ediyorlar. Hatta bazýlarýndan Ebu

Suud´un bu konuda fetva verdiðini bile naklettiðini duydum. Zannedersem bu o büyük alime bir

iftiradýr. Bununla ilgili þahadet babýndan önce zikredeceðimiz meselelerle karþýlaþtýrmaný istiyorum.

Güç kuvvet yalnýz Allahtandýr, iltica yalnýz onadýr.

«Yine o kabildendir ilh...» Yani rüþvet yoluyla göreve gelme kýsmýndan sayýlýr. Buna zamanýmýzda

mukataa ve iltizam adý verilmektedir. Mesela bir bölgenin hüküm verme yetkisi bir kimseye tevdi


edilir, bir baþkasý da ona bir bölgede hüküm vermek üzere bir miktar para verecek olursa, daha

sonra mahsul adý altýnda aldýklarýnýn tümü de kendisine kalacak olursa bu durumda rüþvet yoluyla

göreve gelme demektir. Hayriye´de bu gibi kimseler hakkýnda nazmen ifade edildiðine göre,

bunlarýn dini bakýmdan inançlarýnýn bile zedelenmiþ olduðu söylenmektedir.

«Yalnýz Fetih isimli eserde ilh...» Bu ifade, vasýta ile göreve gelenlerin durumunun da ayný olduðu

söylenmiþ idi ona itiraz mahiyetinde, vasýta ile göreve gelenlerin durumu rüþvet yolu ile göreve

gelenlerin durumundan farklý olduðunu belirtmek için zikredilmiþtir.

«Adil iken göreve baþlayýp daha sonra rüþvet alarak veya baþka sebeplerle fasýk olsa ilh...» Yani

zina yapsa içki içse bunlar sebebiyle fasýk olan kiþinin görevden azledilmesi gerekir. Yetkililer

üzerine bunu görevden almasý vaciptir denmektedir.

«Çünkü rüþvet çoðu kez alýnan olmasý bakýmýndan ilh...» Çünkü kadýlarýn çoðunun fasýk olmalarý,

yoldan çýkmalarý, sapmalarý rüþvet kanalý ile olmaktadýr. Nehir.

«Bu tip kadý azle müstehaktýr ilh...» Mezhebin kabul ettiði zahir görüþ budur. Buharalý ve

Semerkantlý ulemanýn görüþleri de bu istikamettedir. Yani devlet baþkaný üzerine bunlarý azletmek,

görevden almak vaciptir. Camiü´l Fusuleyn´de de þöyle zikredilmiþtir: «Bir baþka rivayete göre adil

olarak göreve baþlayýp daha sonra fasýk olan kiþi, azle gerek kalmadan kendiliðinden otomatik

olarak azledilmiþ sayýlýr. Çünkü hakimliðe devam etmesi adaletinin devamý ile kayýtlýdýr. Adaleti zail

olunca görev de zail olur. Zira onu o göreve getiren kiþi, onun adil olduðuna inanarak, güvenerek,

adaleti sebebiyle getirmiþtir. Adaletin zail olmasýyla görev de zail olur.»

«Diðer bir görüþe göre kendiliðinden otomatik azlolunmuþ olur fetva da buna göredir ilh...» Bahýr

isimli eserde bunu naklettikten sonra, «Garip bir olaydýr. Mezhepte muteber olan görüþ bunun

hilafýnadýr» demektedir.

«Görevine devam eder ilh...» Fasýk olan, irtidad eden, gözlerini kaybeden daha sonra müslüman

olsa, adaleti tövbe ile yerine gelse, gözleri açýlsa görevine devam eder. Bu da Bezzaziye´den naklen

Bahýr´da zikredilen þu ifadelere ters düþmektedir: «Dört haslet vardýr ki hakim olan kiþide

bulunduðu taktirde azledilir. Duyma hissini, görme hissini, aklýný ve dinim kaybettiði taktirde kadý

görevden alýnýr.» Bundan sonra devamla «Vakaatý Hüsamiye isimli eserde fetva verilen görüþe göre

hemen irtidad etmesi ile otomatik hakimlikten düþmüþ olmaz çünkü insanýn müslüman olmamasý

iki rivayetten birine göre kadý olarak tayinine baþlangýçta münafi deðildir.» Daha sonra devamla,

«Bununla da yukarda söylenenlerin fetva verilen görüþün mukabili bir görüþ olduðu ortaya

çýkmaktadýr.» denilmektedir. Velvaliciye´de «Kadý irtidad eder veya fasýk olur, daha sonra islahý hal

ederse eskiden olduðu gibi görevine devam eder. Çünkü irtidad fýsýktýr. Fasýk olma ile otomatik

görevden düþmez. Ancak irtidat halinde verdiði hükümler batýldýr, geçerli deðildir.» denilmiþtir.

Ben derim ki:Velvaliciye´deki ifadenin zahirinden anlaþýldýðýna göre fasýk iken vermiþ olduðu

hükümleri geçerlidir. Bu da yukarda geçen ifadeye uygundur. Ancak fasýk olma ifadesiyle Hülasa´da

zikredilen «rüþvet yoluyla fasýk olma» kastedilirse o zaman hüküm deðiþik olmaktadýr.

«Bahýr´da da bu görüþe itimad edilmiþ o görüþ benimsenmiþtir ilh...»

Ayný eserde söylenenlerin özeti þundan ibarettir: Kadý fasýk olduðu taktirde görevden düþmez,

verdiði hükümleri geçerlidir. Ancak rüþvet yoluyla fasýk olduðu taktirde o zaman rüþvet aldýðý

olayda rüþvet sebebiyle o konuda vermiþ olduðu hüküm geçerli deðildir. Tarsusi bu konuda, «Azle

müstehaktýr diyenler, hükmünün sahih ve geçerli olduðunu kabul edenlerdir. Azledilmiþ sayýlýr

diyenler yani kendiliðinden azlolunur diyenler. verdiði hükümlerin batýl olduðunu söyleyenlerdir.»

demiþtir.

«Ancak Haniye´nin dava ile ilgili bölümünün baþ tarafýnda ilh...» Bu ifade Bahýr´da aynen

nakledilmektedir. Vali fasýk olduðu taktirde kadý mesabesindedir, azle müstahaktýr. Fakat otomatik

görevden düþmez, azledilmiþ olmaz. Gördüðüm kadarýyla bu da Fetih´deki ifadeye muhalif deðildir.

Sultan yani devlet baþkaný olan kiþi iki husus ile devlet baþkaný olur. Bahýr´da Haniye´den naklen bu

konuda þöyle denmektedir: «Devletin baþýnda sultan namý ile bulunan kiþi iki husustan biri ile

sultan olur. Bir ayan ve eþrafýn kendisine mubayaat etmesiyle, bir de hükmünün tebaa üzerinde

onun kahýr ve zulmünden korkulduðu için geçerli sayýlmasý ile. Eðer kendisine mubayaat edilmiþ ve

hükmü onlar hakkýnda aczinden dolayý geçerli deðil ise, sultan sayýlmaz. Mubayaa ile sultan olur,

daha sonra halka zulmederse. Eðer kahýr ve galebesi var ise, görevden azledilmiþ olmaz. Çünkü

azledilse yine kuvveti ve otoritesiyle o göreve devam edecektir. Baþka türlü mümkün olmamakta,

azledilir denmesi de bir faide saðlamamaktadýr. Ama gücü kuvveti de yok ise otomatik

azledilmiþ.görevden alýnmýþ sayýlýr.» Uygun olan burada ikinci ifadenin Feth´ül Kadir´deki ifadeye


uyum saðlamasý için daha sonra zikredilmesi gerekirdi. Oradaki ifade, güç ve kuvveti olan kiþinin

hükümden azlolunmayacaðý istikametindedir.

METÝN

Hakým olan kiþinin güvenilir, iffetli, akýl ve düþüncesine güvenilir, salah ve takvasýna itimat edilir,

anlayýþ kabiliyeti olan, sünnet ve Hazreti Peygamberden varit olan eserler hakkýnda bilgisi olan,

fýkhý bütün yönleri ile bilen kiþi olmasý gerekir. Müçtehit olmasý tercih sebebidir. Çünkü müctehid

her zaman olmasý mümkün olmamaktadýr. Ayrýca bazan belirli zaman dilimleri arasýnda ekseri

fukahaya göre müctehid bulunmayabilir, bulunmamasý da caizdir. Nehir. Dolayýsýyla avni âmm´l

olan kiþinin göreve getirilmesi sahihtir. Ýbni Kemal. Bu kiþi, baþkasýndan alacaðý fetvalarla

hükmünü verebilir.

Ancak Bezzaziye´nin bir bölümünde bulunan, «Müftü olan kiþi nakledilen meselede, vak´ada durum

ne ise ona göre fetva verir. Kadý veya hakým ise zahire göre hüküm verir.» ifadesi, cahil olan kiþinin

baþkasýndan alacaðý fetva ile hüküm vermesinin mümkün olmayacaðýna delalet etmektedir.

Dolayýsýyla kan davalarýnda, evlilik ve diðer konularda hüküm verme hakime ait olduðundan.

dindar, alim bir kiþi olmasý gerekmektedir ki, bu durumda olan kiþiler kibrit-i ahmer (kýymetli

maden) kadar nadirdir. Bu nadir maden nerde, ilim nerde?

Kadý hakkýnda yukarda söylenenler usul alimlerine göre, aynen müftü için de söylenir. Yani usul

alimlerine göre müftünün müctehid olmasý gerekir. Ama müctehitlerin kavillerini ifadelerini bilen

kiþi aslýnda müftü deðildir. Verdiði fetvalar, fetva deðil, bir önceki fetvayý nakilden ibarettir. Bu

görüþ aynen Kemal Ýbnül Hümam tarafýndan da benimsenmiþtir.

Ýnsan kadý olmayý kalben istememeli ve bu isteðini de diliyle ifade etmemeli. Hülasada görev

isteyen kiþi göreve getirilmez kendisine görev verilmez. Ancak ondan kadý olmaya layýk baþka biri

bulunmaz, yalnýz onun olmasý gerekirse veya vakýf konusunda mütevellilik onun için þort koþulmuþ

ise veya birinci kadý tarafýndan azlinin gerekçesiz ve sebepsiz yere olduðunu iddia edip görevine

dönmeyi istemesi hali müstesnadýr. Nehir. Þafii ve Maliki ulemasýndan nakledilen bir ifadeye göre,

bilinmeyen tanýnmayan meþhur bir alimin ilmini neþretmek üzere kadýlýða talip olmasý müstehaptýr.

ÝZAH


«Kadýnýn aþaðýdaki sýfatlarla muttasýf olmasý þarttýr ilh...» Kadý, þiddete kaçmadan otoriter, zafa

düþmeden yumuþak olmalýdýr. Çünkü hükmetme, müslümanlar için önemli bir olaydýr. Daha çok

bilen, daha kudretli olan, daha heybetli ve insanlar arasýnda daha çok maruf olan, insanlarýn ona

olan davranýþlarýna karþý daha sabýrlý olanlar, kadý olmaya daha layýk olanlardýr. Devletin birinci

kademesinde olan sultanýn bu sýfatlarý taþýyan kiþileri aramasý ve en evlâ olanýn, görevlendirmesi

gerekir.

Buna delil olarak Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellemin þu ifadeleri getirilmektedir: «Kim

ki bir insaný bir iþ baþýna getirir, o toplum içerisinde ondan daha evlâsý, o iþe daha layýký varsa,

Allaha ve Resulüne ve Ýslam toplumuna hýyanet etmiþ olur.» buyurmaktadýr. Bahýr. Benzeri ifade

Zeylai´de de mevcuttur. Burada «gerekir» ifadesinden anlaþýldýðý ve hadisi þerifin de delalet ettiði

gibi, devlet baþkanýnýn veya tayine yetkili olan kiþinin daha ehli dururken zayýflarý tayin etmesi

günahtýr.

«Güvenilir bir kiþi olmasý gerekir ilh...» Kadýnýn her hususta kendisine güvenilir bir insan olmasý,

afif olmasý, günahlardan sakýnan bir kiþi olmasý, kiþiliðini zedeleyen küçük düþürücü hadiselerden

sakýnmasý gerekir. Burada «güvenilir kiþi» olmasýndan maksat her bakýmdan mükemmel, aklý

baþýnda. kâmil, ehliyetli birisinin olmasý demektir. Hafif meþrep kiþiler veya akýl noksanlýðý olan

kiþiler, þerre meyyal ve þerden kaçýnmayan kiþilerin tayin edilmemesi gerekir.

Burada «salih» olarak geçen kelimeyi Ýmam Hassaf. «Hali mestur istediði suçlarla rezil olmuþ veya

þahsiyeti zedelenmemiþ, þüpheleri üzerinde toplayan biri olmamasý, istikamette olmasý, her

bakýmdan mükemmel, insanlara eza ve cefadan uzak, insanlar arasýnda en az kusur iþleyenlerden

biri olmasý, alkollü içki kullanmayan, kullananlarýn sohbetinde bulunmayan, afif insanlarý itham

etmeyen, yalan söylemeyen bir insan olmasý gerekir.» Bu sýfatlarý þahsýnda toplayan kiþi bize göre

ehli salahtan bir kiþidir.» demiþtir.

Sünnet hakkýnda bilgisi olmasý gerektiði ifadesinden maksat da Hazreti Peygamber Alehüsselatu

vesselamdan varit olan söz, takrir ve fiilleri bilen, fýkýhta mesnetleri, delilleri ve fýkýh kaidelerini

bilen biri olmasý demektir. Seleften varit olan eserlerin merfu veya mevkuf olaný hakkýnda yeterli

bilgiye sahip olmasý gerekir. Her ne kadar bazý fakihlerimiz eser kelimesini yalnýz mevkufa

hamlediyorlar ise de.


Müctehit ve ictihadýn þartlarý

«Hakimde ictihad öncelik þartýdýr ilh...» Ýctihad lugatta insanýn güç sarf etmesi, zor olan bir þeyi

baþarmasý demektir. Istýlahta ise þeri hükümleri kaynaklarýndan doðru bir þekilde çýkaran ve bunlarý

layýký vecile baþaran kiþiye müctehit denir. Telvihte gücün sarf edilmesi demek o konuda daha

fazlasýný baþaramayacaðýný hissetmesi demektir. Yani son merhaleye kadar gücünü sarfedecek

fakat aciz olduðu konularda da haddi aþmayacak.

Ýctihadýn þartlan ise birinci derecede müslüman olmak, akýllý olmak, balið olmak, meseleleri

kaynaklarýndan istimbata ehil olmak, arapçaya tam vakýf olmak, ahkamla ilgili ayetleri çok iyi

bilmek, hadislerin senet ve metinleri ile ilgili yeterli bilgiye sahip olmak, nasih ve mensuhu bilmek,

kýyas ve kýyasýn þartlarýný iyi bilmektir. Bütün bu þartlar mutlak müþtehitlerde aranan þartlardýr ki

bu müctehit her hususta, bütün hükümlerde fetva vermeye yetkili olan kiþi demektir.

Ama bir konuda hüküm verebilen, diðerinde hüküm veremeyen müctehit ise. yukarda saydýðýmýz

þartlan ihtiva etmesi, mesela namazla ilgili bir hükümde müctehit olan bir kiþinin, nikahla ilgili

bütün meseleleri bilmesi gerekmez. Ama namaz konusuyla ilgili bütün mesele ve delilleri bilmesi,

onlarý ihata etmesi gerekir. Burada musannýfýn ictihattan maksadý birinci manada olan ictihattýr.

Yani bütün konularda mutlak müctehid olan kiþidir. Nehir.

«Müctehidin bulunmasý mümkün olmayabilir ilh...» Her zaman ve her yerde müctehit olmayabilir.

Bunun için de kadýnýn müctehit olmasý öncelik þartýdýr. Yani müctehit olan kiþi varken diðerini tayin

etse sahihtir, ama müctehit olanýn tayinde öncelik hakký vardýr demektir.

«Ekseri ulemaya göre asýrlar veya herhangi bir asýr müctehitten hali olabilir ilh...» Bu her asýrda bir

müctehidin bulunmasý gerekir diyen görüþün hilafýnadýr. Mesele usulü fýkýhla ilgili olduðundan

geniþ bilgi için usulü fýkýh kitaplarýna müracaat edilmesi gerekir.

«Binaenaleyh amm´i olan kiþinin görevlendirilmesi caizdir ilh...» Bu arada amm´i kelimesinden

maksat hiç okuma yazma bilmeyen anasýndan doðduðu gibi cahil olan bir insan demek deðildir.

Burada mukallit olan, müctehit olmayan bir alimin kadý olarak tayini sahihtir demesi daha uygun

olurdu. Çünkü müctehid kelimesinin mukabilinde kullanýlan ifade mukallit ifadesidir. Her ne kadar

mukallit, amm´i dediðimiz avami nasdan birini ihtiva ediyor ise de. Ancak Ýbnül Ðars´ýn ifadesine

göre buradaki amm´iden maksat ilim ve irfan sahibi olan, ancak müctehit olmayan mukallitlerdir. Bu

konuda en az bazý hadiseleri deðerlendirebilen ve birtakým meselelere nüfuz edebilen, hükümlerin

nereden ve nasýl alýnacaðýný nasýl uygulanacaðýný, meselelerin hangi kitaplarla olduðunu bilen biri

olmasýdýr. Ayrýca mezhep içerisinde hangi alimlerin görüþlerinin tercih edilmesi gerektiði,

meselelerin nasýl deðerlendirîldiðini, vaka ve davalarda fetvalarýn nasýl istimbat edildiðini, delillerin

deðerlendirilmesini ve muhaliflerle en azýndan o konuda münakaþa edebilecek durumda olan biri

olmasý gerektiðine iþaret edilmiþtir. Ancak Ýbnül Ðars´ýn bu ifadeleri Nehir sahibi tarafýndan

münakaþa edilmiþ, buradan amm´inden maksadýn cahil bir insan olduðu görüþü tercih edilmiþtir.

Çünkü fukahanýn meseleyi izah ederken ve gerekçesini anlatýrken her ne kadar kendisi bilemiyor

ise de hakký ehline ulaþtýrmada, doðruyu bulmada baþkalarýna sorarak onlardan aldýðý fetva ile

amel edebilir demektedirler. Bu da direk kendisinin kitaplara inemeyecek meselelere nüfuz

edemeyecek derecede biri olduðunu gösterir ki o da cahil biridir.

Yakubiye haþiyesinde bu konuda þöyle denmiþtir: «Baþkasýnýn fetvasýna muhtaç olan kiþi, fýkýh

kitaplarýndan meseleleri direk almaya, çýkarmaya muktedir olamayan kiþidir. Fukahanýn sözlerini

kaidelere irca ederek zapturap altýna alamayan kiþi demektir.»

Ayný görüþler Ýnaye´den naklen Bahýr´da da zikredilmiþ, Kemal Ýbnül Hümam da bunu tercih etmiþtir.

Ben derim ki: Bu konuda münakaþaya yer verilebilir. Zira usul alimlerine göre müftü müctehid

olandýr. Nitekim ilerde de buna aynca temas edilecektir. Binaenaleyh bu ifadeye göre, kadý olan

kiþinin müctehit olmasý gerekmez. Çünkü baþkasýnýn içtihadýna dayanarak amel etme imkaný vardýr.

Bundan da amm´inin cahil biri olmasý anlaþýlmaz. Yalnýz denebilir ki, içtihat, kadý olan kiþide

mümkün olamadýðý gibi, zamanýmýz müftülerinde de mümkün olmamaktadýr. Ýhtiyaç duyduðu

taktirde kitaplardan hükümleri nakledebilecek kiþilere sormasý, kendisinin kitaplardan hükmü

çýkarmaya muktedir olamadýðýný gösterir.

«Müftü diyaneten fetva verir ilh...» Yani bir kimse gelip «Ben karýma sen boþ oldun dedim. Ancak

bu ifade ile de geçmiþte yalan olan bir olayý kasdettim.» dese, müftü bu durum karþýsýnda talakýn

vaki olmadýðý istikametinde fetva verir, oma kadý talakýn vuku olduðu istikametinde hüküm verir.

Çünkü kadý zahire göre hükmeder, Eðer hakim (kadý) fetva dayanarak hüküm verse, onun

hükmünün bu konuda batýl olmasý gerekir. Çünkü müftüye sorduðunda talakýn vuku olmadýðýný


söyleyecek, halbuki onun zahire dayanarak talakýn vuku bulduðu istikametinde hüküm vermesi

gerekecektir. Bu da alýnan fetva ile her konuda hükmetmenin mümkün olamayacaðýný gösterir.

Bu ifade münakaþa edilebilir. Çünkü kadý olan kiþi, benzeri bir meselede müftüye sorduðu zaman

müftü ona talakýn vaki olmadýðý þeklinde fetva vermez. Çünkü kadý hüküm vereceði bir mesele

hakkýnda sormuþ, hükmün hangi istikamette olmasý gerektiðini ondan istifsar etmiþtir. Buna göre

kaza yoluyla hüküm neyi gerektiriyorsa, müftünün ona onu açýklamasý gerekir. Bundan da

anlaþýldýðýna göre Bezzaziye´de olan husus, fukahanýn baþkasýnýn fetvasýna dayanarak hüküm verir

sözlerine ters düþmemektedir.

«Kanlarda ve ýrzlarda ilh...» Hatta mallarda hüküm verecek bir kiþi olmasý, dolayýsýyla güveniIen biri

olmasý þarttýr. Kanlarda ve ýrzlarda ifadesini özellikle zikretmesinin sebebi bu iki hususta hiçbir

surette bunlarýn mubah olmayacaðý, mubah sayýlarak bunlara tevessül edilemeyeceðidir.

Mal konusu ise bunun hilafýnadýr. Bir ikinci sebebte bu iki noktanýn çok önemli konular olduðuna

iþaret etmek içindir. Zira hükümleri içerisinde bu iki hususun da bulunduðu kabul edilirse, hakimin

alim olmasý, dindar olmasý, güvenilir bir kiþi olmasý gerekir.

Müctehide ait bir sözü nakletmenin yolu

«Müctehit olmayan müftünün naklettiði içtihat deðil baþkasýna ait bir sözü nakilden ibarettir ilh...»

Müctehidin görüþlerini, verdiði hükümleri nakletmenin yolu da iki þekilde olur. Onun söylediðine

dair kuvvetli bir kaynaktan veya hadislerde olduðu gibi bir senetle sözün ona ait olduðunu isbat

etmekle olur. Kitaptan derken herhangi bir kitabýn ifadesi bu konuda yeterli deðildir. Ulema

arasýnda muteber sayýlan, o müctehidin sözlerini ihtiva ettiðine kesin gözüyle bakýlan, mesela

Ýmam-ý Muhammed´in Zahirü´r Rivaye dediðimiz kitaplarý buna bir örnek teþkil edebilir. Diðer

müctehitlerin ayný derecede þöhrete sahip olmuþ eserleri de bu kabildendir. Çünkü bu kitaplar

onlardan bize kadar mütevatir ve meþhur bir þekilde nakledilen haberler mesabesindedir. Ýmam

Razi bu þekilde zikretmiþtir.

Buna göre nevadýrür rivayeye ait eserlerin zamanýmýzda bulunan bazý nüshalarýndaki meselelerin

bir kýsmýný Ýmam Muhammed´e veya Ýmam Yusuf´a nisbet etmenin doðru olmadýðý beyan edilmiþtir.

Çünkü bölgemizde ve caðýmýzda o kitaplarýn tevatür veya þöhret yoluyla nakledilegelen eserler

olmadýðý bilinmektedir. Çünkü ulema arasýnda elden ele dolaþan, müracaat kaynaðý sayýlan

eserlerden olmamaktadýr.

Eðer nevadirden nakledilen bir mesele meþhur bir eserde yer almýþ ise, mesela Hidaye gibi Mebsut

gibi eserlerde yer almýþ ise, bu gibi eserlere güvenmek ve kavillerin müctehitlere ait olduðuna dair

hüküm vermek caizdir. Fetih. Bu görüþe Bahýr sahibi, Nehir ve Menih sahibi fakihler de

katýlmýþlardýr.

Ben derim ki: Buna göre günümüzde çok geniþ yazýlmýþ bir takým þerhlerden nakiller yapmak caiz

deðildir, denmesi gerekir veya isimleri meþhur bazý fetva kitaplarýnda yer alan görüþlerin

müctehitlere ait olduðu söylenmesine raðmen kabul edilmesinde tereddüt olmasý gerekir. Çünkü

bu eserler Fukahanýn elinde olmayabilir. Dolayýsýyla ondaki ifadeler tevatür veya þöhret yoluyla

ulaþan haberler mesabesinde kabul edilmeyebilir. Bu kitaplardan çoðu bazý medreselerde veya bazý

kimselerîn kütüphanesinde bulunmayabilir. Mebsut gibi, Muhit gibi. Bedai gibi.

Ancak bu görüþte de münakaþa edilecek taraflar vardýr. Çünkü her eserin tevatür yoluyla

nakledilmiþ olmasý gerekmez, galibi zan yeterlidir. Mesela nüshalarý pek bulunmayan bir eserden

ulema nakil yaptýðý"a göre meseleyi de öyle bir kitaba nisbet etmeleri halinde o kitaba nüshalarý

azdýr diye güvensizlik duymaya da bir gerek yoktur. Bazen kitabýn bir nüshasý, bazan bir koç

nüshasý bulunabilir. Meselenin o kitapta yer almasý, belki bir senetle müctehide isnadý

yapýlmaktadýr. Ama her sene din mütevatir veya meþhur olmasý gerekmez.

Mesela yukarda beyan ettiðimiz gibi kadýnýn herhangi bir konuda þüpheye düþmesi halinde o

bölgenin fakihlerine yazý ile soru tevcih etmesi ve onlarla istiþare etmesi hafinde -ki bu þer´i

meselelerde çoðu kez vuku bufan bir adettir- onlarýn yazý ile vermiþ olduklarý cevapta tezvir ihtimali

(hata ihtimali) eski hat ile yazýlmýþ büyük bir esere nisbet edilen hata ihtimalinden daha çok olsa

gerektir. Alimlerin vermiþ olduklarý bu cevaba itibar edileceðine göre, muteber eserlerden

nakledilen özellikle özerinde bazý alimlerin yazýsý veya tahkiki olan eserlere güvenmek gerekir.

Binaenaleyh bu konuda zanný galiple iktifa edilmelidir. Aksi halde Ýslam hukuku ve diðer konularda

yazýlmýþ birçok eserleri terketmek, onlarýn muhtevasý ile amel etmemek gerekir. Bu da doðru bir

ifade olmaz. Özellikle zamanýmýzda bu meseleler daha da kendisini göstermektedir.

«Hakîm olmak için tayinini istemez ilh...» Zira bu konuda Ebu Davud´un tahriç ettiði, Ýmam Tirmizi


ve Ýbn-i Mace´nin de rivayet ettikleri Enes hadisinde, Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem,

«Bir kimse kadý olmayý isterse kendi nefsiyle baþ baþa býrakýr. Ama o görevi kabul etmesi

kendisinden istenir veya ehil iken ona zorlanýrsa onu doðru yola sevk edecek bir melek indirilir.»

buyurmaktadýr. Ayrýca Ýmam Buhari´nin rivayet ettiði bir hadisi þerifte Hazreti Peygamber. «Ey

Semura oðlu Abdurrahman sen valilik ve emirlik isteme. Eðer istediðin taktirde sana bu görev

verilirse kendi nefsinle baþ baþa kalýrsýn. Sormadan sana bu görev verilecek olursa Cenab-ý hak

tarafýndan sana yardým edilir.» buyurmuþtur. Durum böyle olduðuna göre, böyle bir görevi istemesi

helal olmasa gerektir. Çünkü kendi haline terk edilen, Kendisinden yardým esirgenen kiþinin çoðu

kez hataya düþeceði malum olmaktadýr. Fetih.

«Kalben böyle bir þey istemez ilh...» Yani arzulamaz. Bu ifade ile de talep ve sual arasýnda bir farkýn

olduðu belirtilmek istenmiþtir. Arzulama kalp ile olan, istemek ise dille olan talepler þeklinde tefsir

edilmiþtir. Nitekim Mustasfa´da bu þekilde beyan edilmiþ, Nehir´de de mesele aynen benimsenmiþtir.

«Hülasa isimli eserde ilh...» Böyle bir görevi kalben ve lisanen istemenin helal olmadýðýna göre bu

gibi taliplerin göreve getirilmesinin, kendilerine görev verilmesinin de helal olmadýðý anlaþýlýr.

Nitekim Nehir´de bu ifade açýkça zikredilmiþtir. Bu özellikle hakim olma ile ilgili deðildir. Genel veya

özel bütün vazifelerde hüküm aynýdýr. Mesela vakýf mal üzerine mütevelli tayin edilmesini istemek,

yetimin malý üzerinde vasi olmasýný talep etmek te aynýdýr.. Bahýr.

«Ancak hakim olmasý onun üzerine þart olur bir baþkasý bulunmadýðý için onun olmasý gerekirse

durum müstesnadýr ilh...» Bu metinde ve Hülasa´da olan ifadelerden istisna edilmiþtir. Yani vazife

istemez, talep etmez ama ondan baþka o vazifeye ehil biri bulunmayacak olursa, müslümanlarýn

haklarýný korumak, adaletin tecellisine yardýmcý olmak o zaman vacip olmaktadýr. Bu durumda tayin

edilmesi gereken, ondan baþka o vazifeye ehil olan biri bulunmadýðý halde göreve getirilmez ve

göreve gelebilmesi için bir miktar mal, yani rüþvet vermesi gerekirse böyle bir durumda vermesi

helal olur mu, olmaz mý meselesine rastlamadým. Yine baþkasý olmadýðý taktirde böyle bir vasýfta

kadýnýn vazifeden azledilmesinin caiz olup olmadýðý meselesine de tesadüf etmedik. Cevap olarak

deriz ki, böyle bir vazifeyi talep etmesi, kendisinden baþka bu vazifeyi üstlenecek biri bulunmaz, bu

vazifeye de ancak bir mal ödeyerek gelmesi gerekiyorsa ödemesi helaldir. Bu insanýn -baþka biri

olmadýðý takdirde- vazifeden azledilmesi de haram olsa gerektir. Ve azledilse azlin sahih olmamasý

gerekir. Bahýr. Nehir´de bu konuda böyle kimselerin vazifeye getirilmesi, göreve atanmalarýnýn

sahih olduðu hakkýnda acýk bir ifade olsa gerektir. Musannýfýn mutlak bir þekilde ifadeye yer

vermesi de yani hakimliði rüþvet yoluyla alsa, kadý olamaz, tayin edilemez ifadesine ters

düþmektedir. Böyle bir kimsenin vazifeden azil edilmesi sahih olmaz sözü ise o da kabul edilemez.

Çünkü Fetih´te bu konuda, «Sultanýn þüpheye binaen kadýyý azletmesi yetkileri arasýndadýr. Hatta

bir þüpheye maruz kalmasa da onu azledebilir. Ancak azil haberi kendisine ulaþmadan yani

vazifeden alýndýðý kendisine teblið edilmeden görevden uzaklaþmýþ sayýlmaz. Teblið anýna kadar

verdiði hükümler geçerli sayýlýr. Bu durumda azli caiz olmaz dense yeridir. Adil olan vasinin azlinin

caiz olmadýðý gibi onun azlinin de caiz olmamasý gerekir.» denilmiþtir.

Ben derim ki: Böyle bir kiþinin göreve getirilmesi gerektiði taktirde, vazifeyi istemekle üzerine

düþen görevi yapmýþ sorumluluktan kurtulmuþ olur. Kendisine görev vermeyen sultan günahkardýr.

Çünkü daha ehil olan varken baþkasýný tayin eden yetkili, hadiste geçtiði gibi; Allaha, Resulüne ve

Ýslam toplumuna hýyanet etmiþ olduðuna göre, burada da kendisine görev vermediði taktirde

sorumluluk, günah, ona aittir. O kimse üzerine terettüp eden baþka bir vacip olmasa gerektir.

Bunun için kendisinin rüþvet vererek böyle bir vazifeye gelmesinin helal olmasýnýn delili, gerekçesi

ne olabilir? Hatta bu konuda bazý alimlerimiz, bedevilere rüþvet vererek hacca gitmesi gerekiyorsa,

yol emniyeti saðlanýncaya kadar haccýn farziyeti muvakkat bir zaman için de olsa ondan sakýt olur,

demektedirler. Nitekim hac bahsinde bu konuya temas etmiþtik.

Ama bu gibi kadýlarýn azledilmesi de, azillerinin sahih olmasý da açýktýr. Çünkü o sultanýn vekilidir.

Verdiði hükümleri ona niyabeten vermektedir. Azletmesiyle günahkar olan o yetkilidir. Bundan da

azlin sahih olmadýðý anlaþýlmaz. Mesela kadý tarafýndan tayin edilen adil vasinin durumu do buna

benzemektedir.

Ölen kimse tarafýndan nassan vasi tayýn edilen kiþiye gelince, mutemet olan kavle göre onun

azledilmesi sahih deðildir. Ancak burada bu meseleyle bizim þerhini yapmaya çalýþtýðýmýz mesele

arasýnda bir fark olsa gerektir ki o da, bu vasi ölünün yerine kaimdir. Hakimin onu azletmesi doðru

olmaz. Yetkisi dahilinde deðildir. Ama direkt halife tarafýndan tayin edilmiþ kadý ise sultanýn halifesi

ve onun yerine kaim olan bir kiþidir. Çünkü hakim yetkilerini ondan almaktadýr. Dolayýsýyla onu

azledebilir. Kadý tarafýndan tayin edilen vasi de yetkisini kadýdan aldýðýna göre kadý onu da dilediði


zaman görevden alabilir.

«Veya tayin edilmesi bilhassa þart koþulmuþ ise ilh...» Mesele Nehir´de zikredilmiþ, gerekçe olarak

da, «Vakýfýn þartýna binaen belirli bir kiþinin vakfa mütevelli olarak tayin edilmesi þart koþulmuþ ise,

vakýfýn þartýnýn yerine getirilmesi demek olacaðýndan onu vazifeye getirmek gerek.» denilmiþtir.

Ben derim ki: Bu hakikatte kadý tarafýndan kendisinin vazifeye getirilmesini talep deðildir. Çünkü o

þart gereði vakýf mütevellisi olmuþtur. Bunu kadý nezdinde tescil ettirmeye ve onun onayýný talep

etmek için müracaat mesabesindedir. Çünkü bir baþkasý çýkýp yetkisi olmadan bu görevi isteyebilir.

Ölen kiþinin tayin ettiði vasinin durumu da buna benzemektedir. Hakime müracaatý vesayeti

istemek deðil, vesayetin tescili ve hakim nezdinde bilinmesini ve göreve ölen kiþinin vasiyeti ve

isteðine binaen geldiðini belirtmesi demek olur. Bununla da Bahýr´daki þu ifadenin muteber

olmadýðý anlaþýlýr: Fukahanýn zahiri ifadelerinden anlaþýldýðýna göre, vakýf konusunda da mütevelli

olma talebi sahih deðildir. Velevki bu vakýfýn þartýna binaen de olsa. Zira fukahanýn mutlak ifadeleri

bunu gerektirir.»

Bir önceki kadýnýn haksýz yere, hiçbir suçu olmadan azlettiði göreve dönmek istediðini söylemesi,

böyle bir talepte bulunmasý halinde, ikinci kadý böyle bir talepte bulunan kiþiye, «Senin velayete

ehil olduðunu tesbit ettim. Dolayýsýyla seni vasi tayin ettim.» demesi gerekir. Ýmam Hassaf nassan

bu meseleyi zikretmiþtir. Nehir.

«Meþhur olmayan bir kiþi için ilh...» Alim, fazýl, mütedeyyin fakat halk arasýnda þöhreti olmayan bir

kiþinin ilmini yaymak. insanlara faydalý olmak maksadýyla bir vazife talep etmesi Þafii ve Maliki

ulemasýnca müstehap olarak kabul edilmiþ, özellikle kadý olmasýný istemesi yerinde müteala

edilmiþtir. Zira böyle bir insanýn vazifeyi talep etmesi ne þahsý için bir çýkar saðlamak, ne de riyakar

bir tutum içine girmesidir. Ancak adaletin tecellisi için öðrendiklerini neþretmesi, bildiklerini

yaymasý hedef alýndýðýna göre bir mahzur olmasa gerektir.

Ynt: Kaza By: neslinur Date: 09 Þubat 2010, 15:26:26
METÝN

Görev vermeye yetkili olan kiþi göreve daha ehil ve muktedir olaný seçmelidir. Bu tayin edilen

kiþinin kötü huylu, sert mizaçlý, mütekebbir, hakký görmesine raðmen görüþünde ýsrar eden kiþi

olmamasý da lazýmdýr. Çünkü hakim ve kadý olan bu kimse, bir bakýma Resulullah´ýn halifesi, onun

getirdiði hükümleri onun adýna uygulayan birisidir. Bir kimseye mutlak olarak Allah´ýn halifesi

isminin verilmesi tartýþýlan bir husustur. Tatarhaniye.

Vazifeyi aldýðý taktirde zulmedeceðinden korkan kiþinin bu görevi almasý tahrimen mekruhtur.

Kendisini aciz hisseden, görevi tam o!arak yapamayacaðýný bilen kiþilerin durumu da aynýdýr. Bu iki

husustan birinin bulunmasý, görevin alýnmasýnýn mekruh olmasý için yeterlidir. Ýbni Kemal. Ama

kendisinden emin olan, baþka ehil bulunmadýðý taktirde bu görevi üstlenmesi gereken kiþiler için

mekruh deðildir. Fetih.

Ondan baþka bu görevi yapacak biri olmadýðý taktirde üzerine farzdýr. Baþkalarýnýn da yapabilme

imkaný var ise farzý kifayedir. Ekseri ulemaya göre böyle bir görevi almak ruhsat (mubah) ise de

almamak daha evladýr. Bezzaziye.

Ehil olmayan kiþiye ise haramdýr ve bunun haram olduðunda da tereddüt yoktur. Dolayýsýyla kadýlýk

görevini alma ile ilgili beþ hüküm varit olmaktadýr. Bazan farz, bazan vacip, bazan mendup, bazan

mekruh, bazan da haram olmaktadýr.

Adil sultandan böyle bir görevi almak caiz olduðu gibi caiz ve zalim olandan kafir de olsa böyle bir

görevi almak da caizdir. Molla Miskin ve diðer fakihler bu þekilde zikretmiþlerdir. Ancak bu son

durumda, zalim olan gayri müslim olan bir kiþiden görev aldýðý taktirde, hakký yerine

getiremeyeceði, adaleti tecelli ettiremeyeceði, onun buna mani olacaðý kesinleþirse, o zaman görev

almasý haram olur.

Gayri Müslimlerin bir yere girmeleri, orada ekseriyeti teþkil etmeleri, orayý zaptetmeleri hafinde

Ýslam ülkesi tarafýndan tayin edilmiþ bir voli bulunmadýðý taktirde, orada yaþayan müslümanlara

kendi iþlerini idare edecek. cumalarýný kýldýracak bir görevli ve vali tayin etmek vaciptir. Fetih.

Harici mezhebinden olan bir sultandan görev olma da caizdir. Meþru nizama gayrý meþru bir þekilde

el koyan ve kendisini devlet baþkaný olarak ilan eden kiþiden de görev olmak caizdir. Görev vermek

sahih olduðuna göre görev almak için azletmek de sahihtir.

Bâðî dediðimiz gayri meþru bir nizamýn hakimi olan kadýnýn vermiþ olduðu hüküm, Ýslamýn

hükümran olduðu ve meþru bir idarenin adil hakimine getirildiði taktirde aynen uygulayabilir. Bir

diðer kavle göre uygulamaz. Nasihi de bu görüþü benimsemiþtir.


Göreve atanan kadý bir önceki kadý tarafýndan tutulan dosya ve mahkeme zabýtlarýný ister. Hapse

mahkum edilmiþ olan kiþilerin durumunu gözden geçirir. Ama vali tarafýndan hapsedilmiþ olan

kiþilerin durumunu devlet baþkaný incelemekle görevlidir. Tedibi gerekenleri tedip eder,

cezalandýrýr. Gerekmiyorsa tahliye eder.

Katil zanlýsý olan kiþi müstesna, hiçbir kimsenin ayaklarýna zincir vurularak gecelemesini tasvip

etmez. Nafakasý olmayan kiþilerin nafakalarýný da Beyt´ül-maldan temin eder. Bahýr.

Dosyalarý inceledikten sonra birer birer hapiste olan kiþilerin durumu ile ilgilenir. Onlardan hakký

ikrar eden çýkarsa veya aleyhlerinde beyyine sabit olursa hapislerine hükmeder ve eski hali devam

ettirir. Molla Miskin. Ýkrar etmediði beyyine ile sabit olmadýðý taktirde münasip görürse belirli bir

süre ilan eder, daha sonra þahsýna kefil alarak onu serbest býrakýr. Kefil vermeden vaz geçer,

imtina ederse bir ay onun hakkýnda çýðýrtkanlar vasýtasýyla ilanda bulunur. Kimse çýkmadýðý taktirde

salýverir.

Ayrýca bir önceki kadý nezdine býrakýlmýþ emanetleri vakýf gelirleri konusunda beyyine veya ikrara

dayanarak hüküm verir. Bu konuda azledilmiþ olan kadýnýn ifadesine dayanarak çalýþamaz. Onun

görevlerini, onun sözlerini bir düstur ´kabul etmez. Çünkü azledilmekle tebadan biri olmuþtur,bir

ferttir. Bir insanýn þahadeti ise, bilhassa kendi iþine dair þahadeti, özellikle kabul edilmez. Dürer.

Bu ifadenin gereði. baþka biri ile birlikte ayný konuda þahit de olsa, onun þahadeti kendi iþine dair

olmasý sebebiyle red edilir. Nehir.

Ben derim ki: Kariul-Hidaye namýyla meþhur fakih onun þahadetinin baþka biri ile birlikte kabul

edilebileceði istikametinde fetva vermiþ, Ýbni Nüceyn de bu görüþe tabi olmuþ, onu benimsemiþtir.

Ancak mal elinde bulunan kiþi ikrar eder, o mal kendisine azledilen kadý tarafýndan teslim edildiði

söylenir, teslim edilen bu mal emanet olsun veya vakfýn gelirleri olsun, bu durumda azledilmiþ

kadýnýn sözleri, bu iki meselede kabul edilir. Mesela, «Bu emanet mal falan kiþiye aittir » dese

ifadesi makbuldür. Ancak elinde mal bulunan kiþi önceden o malýn baþka birine ait olduðunu ikrar

eder, daha sonra kadýnýn kendisine teslim ettiðini söylese, kadý da bir baþkasýna aittir dese o

zaman o malý birinci ikrar ettiði kiþiye teslim eder, ayrýca ikinci ikrarýndan dolayý o malýn kýymetini

veya benzerini birinci kadýnýn belirttiði yere verilmek üzere, o malý yeni kadýya teslim eder.

ÝZAH


«Görev verme yetkisi olan kiþi seçer ilh...» Bu seçim ehil olan kiþiler için vaciptir. Aksi halde

Allah´a, Resulüne ve müminlere hadiste geçtiði gibi hiyanetlik etmiþ olur.

«Seçilen bu insanýn kötü huylu olmamasý gerekir ilh...» Kötü huylu olan, merhametsiz olan,

mütekebbir olan, hakký gördüðü zaman teslim etmeyip kendi görüþünde ýsrar eden, hakka sanki

düþman olmuþ kiþileri tayin etmez. Bahýr. Çünkü kadý bir bakýma Resulullahýn halifesidir. Ona inen

hükümleri, onun açýkladýðý ahkamý þeriyeyi uygulamada bir bakýma onun vekili demektir.

«Görev almasý tahrimen mekruhtur ilh...» Bazý kitaplarda görev vermek, onu göreve getirmek

tahrimen mekruhtur, denmekte, ancak musannýfýn üzerine þerh düþtüðü görevi kabul etmek

ifadesiyle ilgilidir. Bu ibarenin siyakýna daha uygun düþmektedir.

«Zulmetmekten korkan kiþi için ilh...» Ama kesin olarak veya galibi zan ile zulmedeceðini,

hükümlerde adaleti uygulamayacaðýný bilen kiþinin vazifeye gelmesinin haram olmasý gerekir. Bahýr.

«Aciz olduðunu bilen kiþi ilh...» Buradaki acizlik kelimesi ile hasýmlar arasý davayý yürütmede,

dinlemede aciz kalmasý demek olabileceði gibi, hakký ifa edemeyeceði, adaleti tecelli

ettiremeyeceði, üzerine düþen görevi bihakkýn yapamayacaðý, rüþvet alma konusunda kendisine

güvenemeyeceði, aciz kalacaðýný bilen kiþinin böyle bir görevi üstlenmesi de yine tahrimen

mekruhtur.

«Zulmedeceðinden korkmasýna raðmen ondan baþka bu göreve gelecek bulunmazsa ilh...» Fetih´te

bu konuda, «Eðer ondan baþka biri bulunacak olursa mekruhtur. Ama ondan baþkasý

bulunmayacak olursa, bu görevi almasý üzerine farz ve kendini zapturap altýna almasý, kontrol

etmesi de ayrýca üzerine düþen bir görevdir. Ancak görev veren kiþinin ona vereceði görevi bizatihi

kendisi üstlenebilecek durumda olur, hasýmlar arasý meselelere bakma zamaný ve yetkisi olacak

olursa, o zaman, böyle bir kiþinin göreve getirilmesi caiz olmaz.» denilmiþtir.

Sultanýn direkt hasýmlarý muhakeme etmesi meselesi

Yukarda beyan ettiðimiz ifadeye göre, sultanýn (devlet baþkanýnýn) hasýmlar arasý meselelere

girmesi, onlar hakkýnda hüküm vermesi, onun yetkileri arasýndadýr. Yukarda Ýbni Ðars´tan

sarahaten beyan ettiðimize göre. hakim meselesini anlatýrken onun da bu konuda yetkili


olduðundan bahsetmiþ idik. Remli der ki, «Hülasa ve Nevazil isimli eserlere göre onun hükmü

geçerli deðildir. Hassaf isimli imamýn Edebül Kadý ile ilgili eserinde hüküm verdiði taktirde

geçerlidir, esah olan görüþte budur, denmektedir. Kadý Ebu Zeyd´de geçerlidir ifadesini

kullanmakta, sahih olan ve kendisiyle fetva verilen görüþte budur, denmektedir.»

TENBÝH:
Görev almak onun üzerine vacip olduðu taktirde kabul etmeye zorlanýr mý? Bahýr sahibi bu

konuda, «Bir þey görmedim» fakat, «Zahir ifadeye göre evet zorlanýr.» demektedir.Keza ehil olan

kiþilerden birinin de bu görevi almak için cebredilmesi caizdir. Ancak Ýhtiyar isimli eserde sarih bir

ifade ile üzerine görev almasý gerekli olan kiþinin diyaneten bu görevi almasý üzerine farzdýr, fakat

almadýðý taktirde buna zorlanmaz denmektedir.

«Görev almak mubahtýr ilh...» Kendisine güvendiði ve ondan baþkalarýnýn bulunmasý halinde görev

olmasý ruhsattýr (mubahtýr), alabilir. Terketmesi, almamasý ise azimettir.

«Daha evladýr ilh...» Sahih olan da budur. Nitekim Nihaye´den naklen Nehir´de böyle ifade edilmiþ,

Fetih´te bu görüþe kesin gözü ile bakýlmýþ, gerekçe olarak da þunlar ilave edilmiþtir: Kendisine

güvenen kiþilerin güvenmeleri ve adaletle hükmedeceklerini zannetmeleri çoðu kez hata olmakta,

bunun tersi görünmektedir. Diðer bir rivayete göre görevi almak evladýr, almamak ise ruhsattýr,

mubahtýr. Bu görüþ yukardakinin tersi olmaktadýr. Kifaye´de bu konuda þöyle denmekte: Eðer

denirse, farzý kifaye olduðu taktirde bu görevi üstlenmesi mendup olmaktadýr. Zira farzý kifayenin

en alt derecesi mendup olmasýdýr. Nitekim cenaze namazýnda olduðu gibi. Çünkü cenaze namazý

farzý kifayedir. Baþkalarý kýlma imkaný olduðu taktirde onun kýlmasý menduptur.

Biz deriz ki: Evet öyledir ama bunda da büyük bir tehlike söz konusudur. Bu denizde herkes

yüzemez. Bu görevden salimen herkes elinin yüzünün akýyla çýkamaz. Ancak Cenabý Hakkýn

koruduðu kiþiler müstesnadýr. Ama bunlarýn sayýsý da maalesef azdýr.

Ebu Hanife üç defa kadý olmaya davet edilmiþ, her seferinde red etmiþtir. Hatta bu konuda her

reddediþinde kendisine otuz kýrbaç vurulduðu da rivayet edilmiþtir. Üçüncü defasýnda teklifi

reddettiðinde veya kendisinden kadý olmasý istendiðinde, «Dostlarýmla bir istiþare edeyim.» demiþ,

Ebu Yusuf´la istiþare etmiþtir. Ebu Yusuf kendisine, «Eðer kabul edersen insanlara fayda saðlarsýn,

insanlar senden istifade eder.» deyince, Ebu Hanife ona kýzgýn bir þekilde bakmýþ ve þöyle cevap

vermiþtir:«Söyle bakalým, bana yüzerek þu denizi aþacaksýn deseler ben buna muktedir olabilir

miyim? Sanki seni kadý olmuþ görüyorum.»

Keza Ýmam Muhammed de kadý olmaya davet edilmiþ, o da imtina etmiþtir. Hatta eli ayaðý

baðlanmýþ, hapsedilmiþ, mecbur kaldýðý için görevi kabul etmiþtir.

«Ehil olmayan kiþilere bu görevi kabul etmek haramdýr ilh...» Bu ifadenin zahirinden de

anlaþýldýðýna göre, buradaki ehil olmadan maksat, þahadete ehil olanýn kazaya da ehil olmasý

deðildir. Çünkü orada ehil olmadan maksat, kimlerin vazifeye getirileceði, velevki fasýk olsun, zalim

olsun, cahil olsun helal ve haram olmasý meselesi deðil, burada ise kadý olan kiþinin güvenilir bir

kiþi olmasý, afif bir insan olmasý, akli dengesinin, muhakemesinin yerinde olmasý ifadeleri

nakledildiðine göre, buradaki maksat cahil olan kiþinin böyle bir görevi almasý helal olmaz denebilir.

Fetih´te ise Ebu Davud´un Büreyde´den, onun da babasýndan naklettiði bir hadisi þerifte Cenabý

Peygamberin þöyle buyurduðu nakledilmiþtir: «Kadýlar üçtür. ikisi cehennemde, biri ise

cennettedir. Kiþi hakký bilir hakký uygular ise cennettedir. Kiþi hakký bilir, onunla hükmetmez ve

verdiði hükümde zulmederse cehennemdedir. Kiþi hakký bilmez, insaný lor arasýnda cehaletine

dayanarak hüküm verirse o da cehennemdedir, ateþtedir. »

«Zalim ve adil sultandan kaza görevi almak caizdir ilh...» Zalim olan sultandan görev almak caizdir.

Bu ifade böyle bir görev verme yetkisinin devlet baþkaný olan sultana ait olduðunu da belirlemekte

ve onun tarafýndan verilebileceðine iþaret etmektedir. Hatta belirli bir belde ahalisi birinin kadý

olmasýnda karar kýlsalar, onun kadý olmasý sahih olmaz. Ama kendi aralarýnda sultanýn ölümünden

sonra birini sultan olarak nasbetmeleri konusunda ittifak etseler ve onu icmaen sultan olarak ilan

etseler sahihtir. Nitekim Bezzaziye ve Nehir´de bu þekilde ifade edilmiþtir.

Ben derim ki: Bu da bir zaruret olmadýðý zaman böyledir. Ama zaruret olacak olursa, onlarýn da

görevlerini yürütmek için bir kadý tayin etmeleri gerekir, edebilirler. Nitekim ilerde gelecektir.

«Görev aldýðý kiþi velevki gayrý müslim olsun ilh...» Tatarhaniye´de görev verme konusunda görev

veren kiþinin müslüman olmasý þartý olmadýðý gibi, görev almak için Ýslam ülkesinde olmasý da þart

deðildir. Gayri Müslimlerin elinde bulunan müslüman topraklarýnda -ki oralar dan Ýslam´dýr, darý

harp deðildir, çünkü orada henüz küfür hükümlerini izhar etmemiþlerdir- kadýlar müslümandýrlar.

Ýtaat ettikleri melikler, krallar, sultanlar ise onlarý itaate zorlamýþ kiþilerdir. Ancak itaate zorlamakla


müslüman olmaktan da çýkmýþ deðillerdir. Eðer zorlamadan bu görevi onlara vermiþler ise, onlar

fasýk kiþilerdir.

Her vilayette onlar tarafýndan tayin edilen valilerin cuma namazý kýldýrmalarý, bayram namazlarýný

kýldýrmalarý, arazilerden haraç olmalarý, vergi toplamalarý, kadý tayin etmeleri, dul ve yetimleri

evlendirmeleri caizdir. Çünkü bu durumda müslüman olan kiþilerin zalimane bir istilasýndan

ibarettir. Küfre itaat gibi görünme, bir bakýma aldatmadýr.

Ama kafir, gayri müslim hakimlerin ve idarecilerin hakim olduðu bir ülkede müslümanlar cuma ve

bayram namazlarýný ikame ederler. Müslümanlarýn kendi aralarýnda rýza göstermeleriyle kadýlarý

kadý olur. Onlarýn üzerine düþen görev müslüman bir valiyi, bir idareciyi kendi aralarýndan bulup

seçmeleridir. Molla Miskin þerhinde bu ifadeyi Ýmam Muhammed´in Asýl isimli Mabsut´una nisbet

etmekte ve ayný ifade Camiü´l-Fusuleyn´de de mevcut bulunmaktadýr.

Müslümanlarýn azýnlýkta olduðu ve gayri müslimlerin galip bulunduklarý ülkede yargý ve kadýnýn

tayini

Fetih´de bu konuda þöyle denmektedir: «Eðer görev verecek sultan yoksa veya kendisinden görev

alacak bir yetkili bulunmazsa -ki bazý müslümanlarýn yaþadýðý bölgelerde olduðu gibi- o bölgelere

gayri müslimler hakim olmuþlar, müslümanlar bir bakýma azýnlýkta kalmýþlar veya müslümanlar

mahkum durumda, gayn müslimler hakim durumdadýrlar. Kurtuba´da bugün olduðu gibi. Yani

Endülüs´te bulunan durum. Bu durumda ne yapýlmalýdýr? Gerekli olan. müslümanlarýn kendi

aralarýndan birine bu görevi vermeleridir. Onda ittifak etmeleri vaciptir. Onu kendilerine idareci

olarak seçerler, o da kadý tayin eder. Böylece kendi aralarýnda vuku bulan hadiselerin yargý

organlarýna aktarýlmasý saðlanmýþ olur. Yine buralarda kendilerine cuma namazý kýldýracak bir

imam da nasbederler.» Ýnsanýn mutmain olduðu, kabul edebileceði görüþ de bu olsa gerektir. Bu

görüþ istikametinde amel edilmelidir. Nehir.

Burada Kemal Ýbnül Hümam´ýn Fetih´te ifade ettiði gibi, gayri müslim bir yöneticiden hakimlik

görevinin alýnmasýnýn sahih olmadýðý nakledilmekte, ancak bu görüþ Tatarhaniye´de nakledilen

yukarda da temas ettiðimiz görüþe aykýrý bulunmaktadýr. Bütün bunlara raðmen gayri müslim olan

idareci, onlarýn aralarýnda vuku bulan meselelerinde hükmetmek üzere bir kadý tayin etse,

müslümanlar da onun kadý olmasýna rýza gösterseler, þüphesiz bu atama (tayin) sahih olur.

Bu ifadenin zahirinden de anlaþýlacaðýna göre, sultanýn egemenliði dýþýnda olan bir bölgede bir

emir bulunur ve orada kendi emirliðini ilan eder veya müslümanlarýn ittifaký ile emir olarak ilan

edilmiþ ise, bu emir sultan hükmünde olduðundan kadý tayin etmeye yetkisi vardýr. Ondan böyle bir

görevi almak da caizdir.

«Havariçlerin sultaný ve gayrimeþru bir idarede bulunan kiþilerden bu görevi almak da caizdir ilh...»

Havariç ile ehli bâði dediðimiz kiþiler arasýndaki fark daha önce baðiler ve asiler babýnda zikredildi.

Tekrarýna gerek duymuyoruz.

«Azli sahihtir ilh...» Yani idareyi zorla ele geçiren bir idarecinin yine kendi taraftarlarýndan bir kadý

tayin etmesi halinde, meþruiyet o zemine avdet ettiði taktirde, meþru idarenin baþýnda atan kiþi o

kadýyý azledebilir. Bu ülkede daha önce meþru hükümet tarafýndan tayin edilmiþ olan kadý, otomatik

olarak göreve gelmez. Yeniden bir tayýn gerekir. Nehir.

«Baði dediðimiz gayri meþru idarenin kadýsý hüküm verdiði ve bu hüküm meþru hükümetin

kadýsýna aktarýldýðý taktirde uygulayabilir, yürürlüðe koyabilir ilh...» Bu da eðer þer´i þerife uygun

veya müctehidler orasýnda ihtilaf edilmiþ bir konu olduðu taktirde, onun verdiði karar bu

ictihatlardan birine uyuyor ise onu uygulayabilir, diðer kadýlarda olduðu gibi. Bu mesele Ýmâdi´nin

Fusul isimli eserinde açýkça belirtilmiþtir. Bu da mefhum olarak kâdýnýn eðer gayri meþru idare

tarafýndan tayin edilen biri ise, diðer meþru hükümetlerin idaresinde hüküm vermekte olan fasýk

kadýlarýn durumuna benzemektedir. Onlarýn verdikleri hükümler nasýl yürürlüðe konuyor ise,

onlarýn veya o kadýnýn verdiði hüküm de yürürlüðe konur. Çünkü fasýk olan kiþi, sahih olan görüþe

göre kadý olmaya sahihtir.

Fusul isimli eserde bu konuda üç görüþ nakledilmiþtir. Birincisi yukarda zikrettiðimiz görüþtür ki,

mutemet ve muteber olan da odur.

Ýkinci görüþ, nafiz olmamasý, geçerli sayýlmamasýdýr. Gayri meþru bir idarenin kadýsýnýn vermiþ

olduðu hüküm, meþru idarenin kadýsýna iletildiði taktirde, o hükmü yürürlüðe koymaz.

Üçüncü görüþ ise, onun hükmü hakimin hükmüne benzemektedir. Meþru idaredeki kadýnýn

görüþüne uygun olduðu taktirde yürürlüðe koyar, aksi halde iptal eder uygulamaz. Bahýr. Nasihi de


bu görüþe kesin gözü ile bakmýþtýr. Yani gayrý meþru idarenin kadýsýnýn vermiþ olduðu hüküm,

meþru idarenin kadýsýna iletildiði taktirde, geçerli sayýlmaz, yürürlüðe konmaz. Ancak yukarda

belirttiðimiz ve muteber dediðimiz görüþ bu olmamaktadýr.

Eski vakýflara ait yazýlar ve mahkemenin dosyalarý ile amel etme

«Görev alan kadý bir önceki kadýnýn dosyalarýný talep eder ilh...» Burada «divan» kelimesi

geçmektedir. Divandan maksat, eskiden devletin idaresinde gerekli olan kayýtlarý alan, istatistikleri

yapan, kimlere ne verildiði, kimlere ne verilmesi gerektiðini bildiren yazý ve dosyalar

manzumesinden ibarettir ki burada askerde olan kiþilerin durumlarý kendilerine hangi tip ulufe ve

âtâya verileceði bildirilen kiþiler yazýlýdýr. Böyle bir uygulamayý ilk olarak Hazreti Ömer Radýallahu

anh koymuþtur. Fakat burada daha çok harait adýný verdiðimiz mahkemenin celselerini ve o

celselerde tutulan zabýtlarý ve ifade örneklerini, raporlarý ve benzeri davanýn yürütülmesiyle ilgili her

türlü evraký ihtiva eden dosya demektir. Bugünkü ifade ile bitmiþ ve arþive kaldýrýlmýþ çuvallar

içerisinde veya dosyalar içerisinde muhafaza edilen evraklar demektir.

Þarih de metinde geçen «divan» kelimesini «sicillat», yani ikinci manada olan mahkeme ile ilgili

bütün evraký ihtiva eden dosyalar manasýnda kullanmýþtýr.

Molla Miskin´e tabi olarak Bahýr´daki ifade ise mecazi bir manada olsa gerektir. Çünkü divan aslýnda

o dosyalarýn veya o yazýlarýn, o evraklarýn bizatihi kendisine denir. Onu ihtiva eden kaba deðil.

Ancak bu görüþte tartýþýlabilir. Çünkü sicil kelimesi lugatta hakimin mahkeme ile ilgili yazdýklarý ve

yazdýrdýklarý ve bir dosyada derleyip cem ettikleri demektir. Dürer´de bu konuda: Mahdar adýný

verdiðimiz hasýmlar arasýnda geçen bütün ifadeleri þahitlerin sözlerini ihtiva eden dosyalar

demektir. Ýkrar olabilir inkar olabilir beyyine ile hüküm verdiði beyan edilmiþ olabilir veya kendisine

yemin teklif edilipte yeminden nukul etmesine binaen hüküm verilmiþ olabilir yani þüpheyi ortadan

kaldýracak ve hükmün gerekçelerini belirten dosyalar demektir. Aslýnda bir bakýma sicil ve sâkk

alýþveriþin, rehmin, ikrarýn ve benzeri bir takým tasarruf ve akitlerin yazý ile tesbit edildiði senede ve

bir takým taahhüt ifadelerine benzer. Huccet kelimesi vesika kelimesi her üçünü de içine

olmaktadýr.» denilmektedir.

Ama bugün örfümüzde vak´anýn dermeyan edilip yazýldýðý ve kadý nezdinde býrakýlan bizatihi kendi

yazýsý olmayan hususa sicil denmekte, hüccet ise, kadýnýn üzerinde onayýný bildiren bir ifade veya

þahitlerin altýnda yazýlý ifadeleri ve hasýmlarla ilgili hususlar yer almasýdýr. Bahýr. Yeni tayin edilen

kadý bunlarý ister, çünkü ihtiyaç duyulduðu zaman onlara yeniden bakmak için muhafaza edilmesi

zaruridir. Yeni görevi alan kiþinin gerektiði zaman eline geçmesi. eski hadiseleri tetkik etmesi

bakýmýndan da önem kazanýr. Ancak hasmýn elinde bunlarla ilgili olan suretler

deðiþtirilebileceðinden o suretlere itimat edememektedir. Zira onlarda eksiklik ve fazlalýk olabilir.

(Bütün bunlar o günün þartlarýna göredir.)

Eðer bu dosyalarýn tutulmasý için gerekli evraklarýn masrafý beytül-maldan ödenmiþ ise, bunlarýn

yeni kadýya teslim edilmesi gerekir. Eðer mahkemeye müracaat eden hasýmlardan alýnmýþ veya

kadýnýn bizatihi kendi cebinden ödenmiþ ise, sahih olan kavle göre, yine kadýnýn isteðine binaen

ona getirilmesi gerekir.Zira onlarýn kadý elinde býrakýlmasý gerektiði zaman muhtevasýyla amel

etmek veya ihtilaf halinde ona rucu etmek içindir. Ayrýca kadýnýn masraflarý kendi cebinden

ödemesi halinde onlarý bir mal edinmek maksadýyla veya kendi mülkü olarak satýn almak

maksadýyla deðil, dindarlýðýndan ve dini vecibeleri yerine getirmek istediðinden ilerde kaynak

olabilmesi için muhafazasý gerektiði inancýndandýr. Meselenin tamamý Zeylai´de geniþ biçimde

açýklanmýþtýr.

TENBÝH: Zeylai´nin ifadesinin özeti ise, ihtiyaç anýnda huccet olmasý içindir. Ayný ifade Fetih´te de

mevcuttur. Buna göre yeni tayin edilen kadýnýn (hakimin) eski hakimin hazýrladýðý dosyalara

güvenmesi, onlarýn muhtevasýna inanmasý caizdir. Biraz sonra geleceði gibi, azledilmiþ olan

hakimin sözleri ile amel edilmez dense de orada þahit olarak sözü muteber sayýlmaz denmek

istenmiþtir. Eþbah´ta, «Yazýya, bilhassa el yazýsýna güven duyulmaz. Vakýflarla ilgili geçmiþ

kadýlarýn yazýlarýný ihtiva eden bu yazýlarla amel edilmez.» denmektedir.

Ancak Eþbah þarihi biri, Ýbni Nüceym´in «itimad edilmez» sözünün maksadý ayný konuda bir

husumet meydana geldiði taktirde, yeni tayin edilen hakim veya kadýnýn onunla hüküm

veremeyeceðidir. Çünkü yazý deðiþtirilebilir, tezvir edilebilir. Nitekim bu gerekçeler Zahiriye´nin

muhtasarýnda da aynen zikredilmiþtir. Ecnasta bulunan ifade bu kabilden deðildir ki orada yeni

tayin edilen kadýnýn önceki kadýlara ait dosyalan bulmasý ve onlar hakkýnda resmi kayýtlarýn

bulunduðu ve kadýlarýn divanýnda bulunan hususlar orada olduðu gibi eski haline göre icra edilir.

Her ne kadar o konunun þahitleri ölmüþ olsalar da. Ebul Abbas bu konuda hükümde kendisinden


önce emin sayýlan ve emin olunan kadýlarýn topladýklarý ve dosya olarak tanzim ettikleri divandaki

hükümlere bakmasý onlara rucu etmesi caizdir. Çünkü kadýnýn elinde bulunan dosyalar tezvirden

uzaktýr. Zira emin ellerde ve emin yerlerde muhafaza edilmektedir. Hasmýn etinde bulunan suretler

ise deðiþmiþ olabilir. Vakýf bahsinde bu konuyu anlatýrken Hayriye´den naklen þöyle bir ifade

nakletmiþtik: «Eðer vakfa ait kadýlar nezdindeki sicil ve divanda bir yazý var ise, o da hala dosyada

mevcut ise, yeni tayin edilen kadýnýn istihsanen ondaki muhtevaya uymasý yeni bir anlaþmazlýk

çýktýðýnda ayný hükmü yenilemesi caizdir.» Bu konuda Ýsa´f isimli eserde sarih bir þekilde kadýlarýn

divanýnda olan hususlarla amel etmek -istihsan yolu ile- caiz görülmüþtür. Bu durumda istihsanýn

delili ise vakýf gibi müesseselerin ihyasý ve devamý ancak o þekilde mümkündür. Özellikle aradan

uzun yýllar geçmiþ ise ona itibar edilmelidir. Yeni yazýlmýþ kayýtlar bunun hilafýnadýr. Çünkü onda

bulunanlarýn gerçeðe uyup uymadýðýna, hasmýn ikrarý veya beyyine ile ýttýla mümkün olmaktadýr.

Bunun için yeni yazýlara güvenilmemektedir. Buna göre ise Zeylai´nin kullanmýþ olduðu ifade,

zamaný geldiðinde huccet sayýlmasý. hasýmlarý ilzam edebilmek içindir sözü, aradan uzun yýllar

geçtiði taktirde demektir. Bu ifade ile de muhakkýk Hibetullah Ba´li´nin Eþbah üzerine yazmýþ

olduðu þerhinde söyledikleri kuvvet kazanmakta, yukardan beri nakledilenleri verdikten sonra,

«Huccetle amel edilebileceðinin caiz olduðuna dair sarih bir ifadedir,» demektedir. Her ne kadar

þahitleri ölmüþ olsalar da. Zira onlarýn muhtevasý emin yerlerde korunan dosyalarda mevcut

bulunmaktadýr.» demiþtir.

Yalnýz burada uzun zaman geçmiþ olmasý kaydýnýn da nazarý itibara alýnmasý gerekir. Aksi halde

fukahanýn ifadeleri orasýnda telif yapýlamaz, uyum saðlanamaz. Bu da eski dosyalar için geçerlidir.

Yeni dosyalar ile ilgili hususlar böyle deðildir. Zira ihtiyaç duyulduðu taktirde davanýn

yenilenebileceði, hasýmlarýn tekrar mahkemeye çaðrýlarak durumun yeniden tesbitine gidileceði

beyan edilmektedir. Aynca bu konuya tekrar kadýnýn diðer bir kadýya yazýsý ile ilgili konuda tekrar

ele alýnacaktýr. Geniþ bilgi için Tenkihül fetava El-hamidiye isimli eserin dava bölümünde

yazdýklarýmýza bakabilirsin.

«Mahkum olan þahýslarýn durumunu gözden geçirir ilh...» Hapishaneye bir memur göndererek

ordakilerin sayýlarýný, isimlerini. orada bulunmalarýnýn sebebini sorar. Bulunuþ sebeplerini

öðrenmesi gerekir, zira bir öncekinin kanaatine göre sabit olmasý, hapis edilmelerini gerektiren bir

hususun onca tespit edilmiþ olmasý, ikinci kadý için huccet sayýlmamaktadýr. Özellikle onlarýn hapis

sürelerinin uzatýlmasý veya devamý için. Zira azledilmiþ, görevden alýnmýþ kiþinin ifadeleri artýk

huccet olarak ikinci kadý nezdinde kabul edilmemektedir. Fetih. Nehir.

«Onlarý tahliye eder ilh...» Eðer kalmalarý için bir gerekçe, onlarý ilgilendiren bir mesele olmayacak

olursa. Bu konuda Nehir´in ifadesi, Ebu Yusuf´a ait Harac isimli kitaptan naklen aynen þöyledir:

«Hapisler arasýnda cinayetle veya hýrsýzlýkla veya kötü bir takým suçlarla meþhur olan kiþiler var

ise, hakimin de onlarý tedip etmesi gerekiyorsa tedip eder. Ama bu durumla ilgileri olmayan,

muvakkat bir zaman için tutuklu bulunan kiþilerle ilgili bir konu olmadýðý taktirde, ikinci hakim

onlarý serbest býrakabilir.»

«Ancak kendi ikrarlarý veya beyyine ile isbat edilmiþ suçlar tespit edildiði taktirde ilh...» Bu

durumda hakim onlarýn hapsinin ve mahkumiyetlerinin devamýna karar verir. Bahýr.

Bu konuda Fetih´te þöyle denmektedir: «Tekrar suçlu olduðunu aleyhinde hakkýn tespit edildiðini

bizatihi kendisi itiraf edecek olursa, hapishaneye iade eder.» Bahýr´da bu ifadeye itiraz edilmiþ ve

þöyle denmiþtir: «Azledilmiþ, görevden alýnmýþ kadýnýn celsesinde (mahkemesinde) zina suçunu

itiraf etmiþ olsa muteber sayýlmaz. Çünkü önceki itirafý batýl sayýlmaktadýr. Ýkinci kadý davaya

yeniden bakar, tekrar ayrý ayrý meclislerde dört defa ikrarda bulunduðu taktirde, ona haddi ikame

eder cezasý ne ise onu verir.»

«Ama bir þey ikrar etmeyecek olursa ilh...» Ve onun aleyhinde bir isbatta bulunmayacak olur,

suçsuz yere hapsedildiðini iddia edecek olursa. Nehir.

«Hakim onun hakkýnda soruþturma yapar. Çaðrýda bulunur ilh...» Ve gönderdiði kiþiler vasýtasýyla

günün þartlarýna göre falan oðlu falandan hak talep edenler varsa mahkemeye gelsin, diye ilan

verir. Bunun için de bir süre takdir eder. Zeylai.

«Kefaletle tahliye eder ilh...» Ama kefil vermeden imtina eder veya, kefilim yoktur derse, yukarda

belirttiðimiz gibi onun hakkýnda ilanlarla belirli bir süre -bir ay gibi bir süre- ilanda bulunur. Ýlanlar

neticesi, davacý bir kiþi çýkmadýðý taktirde tahliyesine karar verir.

«Emanet mallarda ilh...» Daha çok bu emanet mallar, yetim çocuklara ait olan mallardýr. Kadý

tarafýndan muhafaza edilmesi için onun nezdinde veya onun denetiminde yedi emine teslim edilir.


Nehir.

«Veya beyyine ile ilh...» Yaný birinci kadýnýn elinde emanet olan mallar veya vakfa ait gelirler vasi

tarafýndan isbat edilir ve falanýn iþrafýnda bulunan veya yedi eminde bulunan mallar falan yetime

aittir veya falan vakfa aittir diye vakýf mütevellisi veya nazýrý tarafýndan mahkemeye müracaatta

bulunulur. Bu da o günün örfüne binaen yedi eminde býrakýlan mallar içindir. Ama zamanýmýzda

vakýf mallarý daha çok mütevellilerin (vakýfa bakan nazýrlarýn) ellerinde bulunmakta, yetimlere ait

emanetler ise onlar için tayin edilen vasilerin elinde bulunmaktadýr.

Farz edelim ki azledilmiþ kadý onla.ý yedi emine emanet olarak býrakmýþ, bu durumda göreve gelen

ikinci kadý bu konuda yukarýda, beyan edilen þartlarla amel eder. Nehir.

«Yeni tayin edilen kadý Dürer´de beyan edildiði gibi ilh...» Birinci kadýnýn ifadesine dayanarak

hüküm veremez. Özellikle onun sözleri kendi yaptýðý iþlerle ilgili olduðu için, kendi iþi lehinde

þahadet mesabesinde kabul edilir. Onun için dinlenmez.

Konunun aslý Bahýr sahibi tarafýndan incelenmiþ ve þöyle denmiþtir:«Hakim´in Kafi isimli eserinde

sarih olarak þu ifadelere rastladým: «Bir kimse mahkemeden yani hakimlikten azledilirse, daha

sonra ben þu mesele hakkýnda falan kiþi lehine þöyle hüküm vermiþtim der, ikinci kadýya verdiði

hüküm hakkýnda bu þekilde bilgi verecek olursa sözü kabul edilmez. Hatta onun bu ifadesine baþka

bir þahidin þahadeti de eklense yine kabul edilmez. Ancak ondan baþka bu konuyla ilgili iki þahidin

þahadeti bulunacak olursa o zaman amel edilir.»

Benzeri bir ifade Mebsut´tan naklen Kuhistani´de de mevcuttur. Ýbni Nüceym, Kariul Hidaye´nin

«Baþka birinin þahadetiyle birlikte olursa kabul edilir» ifadesini Fetava isimli eserinde

benimsemiþtir.

Ama Bahýr isimli eserinde ,söyledik!erinin ise yukarda Nehir´deki ifadeye uyan bir ifade olduðunu

görmüþ idik. Fetava isimli eserindeki ifadeleri aynen þöyledir: Ki bu kitap kendi yazdýðý deðil,

talebesi tarafýndan tertip edilmiþ, onun söyledikleri kaleme alýnmýþtýr: «Bir hakim verdiði hüküm

hakkýnda baþka bir hakime bilgi verecek olursa durum, ne olur sorusuna cevap olarak onun tek

baþýna sözüne güvenilir mi, onun ifadesiyle hüküm verilir mi, yoksa baþka bir þahide de ihtiyaç var

mýdýr? Onun verdiði haberle (bilgi ile) iktifa edilmez. Ýkinci bir þahide muhakkak ki ihtiyaç vardýr.»

Bu fetvayý düzenleyen, kaleme alan der ki: «Hocamýz bu konuda Kariul Hidaye diye bildiðimiz þey

Siraciddin´in verdiði fetvaya uyarak bu ifadeyi kullanmýþtýr. Bunun da Ýmam Muhammed´in kavli

olduðunda þüphe yoktur. Ama Ebu Yusuf´Ia Ýmam Ebu Hanife ise rücuu sahih olmayan ve mutlak

bir þekilde yapmýþ olduðu ikrar ile ilgili haberinin kabul edilebileceði istikametindedir. Ýmam

Muhammed ilk olarak bu görüþü benimsemiþ, daha sonra bu görüþten rucu ederek bir baþkasýnýn

þahadetinin de bunu teyid etmesi þarttýr demiþtir. Ancak birinci kadý, hükmedilen kiþinin

dönebileceði bir konudaki mesela had konusundaki ikrarýna dair bir haber vermiþ ise, îkinci kadý

için bu haber icmaen geçerli deðildir. Diðer bir husus, kadý beyyine ile hak sabit olmuþtur ve

þahitler hakkýnda gereken soruþturma yapýlmýþ, adil olduklarý tespit edildikten sonra þahitlikleri

kabul edilmiþ ve buna dayanýlarak hüküm verilmiþtir diye haber verecek olursa, o zaman ifadesi

kabul edilir.» Fetava´daki ifadelerin özeti bundan ibarettir.

Netice olarak denebilir ki, birinci kadý herhangi bir kiþinin rücuu sahih olmayan herhangi bir

konuda, mesela alýþveriþ veya karz gibi konularda ikrarýnýn bulunduðuna dair haber verecek olursa,

Ýmam Ebu Hanife ile Ýmam Ebu Yusuf´a göre mutlak bir þekilde kabul edilir. Ýmam Muhammed ilk

olarak bu görüþü benimsemiþ, daha sonra rucu etmiþ ve demiþtir ki: «Baþka bir þahit bulunmadýðý

taktirde, azledilen (görevden alýnan) hakimin tek baþýna sözü bu konuda kabul edilmez, geçerli

sayýlmaz.» Daha sonra Ýmam Muhammed tekrar Ebu Hanife ile Ebu Yusuf´un görüþüne rucu

etmiþtir.

Mesela hakkýn beyyine ile sabit olduðu hakkýnda haber verecek olursa, bu durumda imam

Muhammed tekrar Ebu Hanife ile Ebu Yusuf´a iþtirak etmiþtir. Buna göre kadýnýn sözünün kabul

edilebileceði hususunda bir ihtilaf kalmasa gerektir. Þurasýný da hatýrlatmakta yarar var. Bizim

sözümüz burada azledilen (görevden alýnan) kadý ile ilgilidir. Bu mesele ise yeni tayin edilen kadý ile

ilgili görülmektedir. Nitekim Edebül Kada þerhinde böyle ifade edilmekte, oradan böyle

anlaþýlmaktadýr. Aynca þahadetle ilgili bölümün baþ tarafýnda «Adil bir hakim (kadý) ben bu adam

aleyhine recmedilmesi için karar verdim» meselesi açýklanýrken de beyan edilecektir. Bundan da

anlaþýlan, mesele yeni hakimle ilgili bir mesele olsa gerektir. Zaten Kariul Hidaye´nin ifadesi de

öyledir Nehirde´ki ifadeye yapýlan itirazlarýn konu dýþý bir itiraz olduðu anlaþýlmaktadýr.

«Azledilen kadýnýn ifadesi kabul edilir ilh...» Bu da üç meseleyi ihtiva eder. Elinde emanet mal


bulunan kiþi, azledilmiþ kadýnýn kendisine teslim ettiðini ikrar ettikten sonra, bu mal kadýnýn do

ifade ettiði gibi falan kiþiye aittir demesi veya baþkasýna aittir demesi veya kime ait olduðunu

bilmiyorum demesi halleridir. Bu üç surette kendisinin azledilen kadý tarafýndan yedi emin olarak

tayin edilip malýn teslim edildiðine dair ikrar mevcuttur. Emanet kendisine tevdi edilen kiþinin eli

tevdi eden kiþinin eli mesabesinde olduðuna göre, sanki o mal azledilen kadýnýn elindeymiþ gibi

müteala edilir. Onun bu konudaki ikrarý da makbul sayýlýr. Zeylai.

Ama elinde mal olan kiþi, kadý tarafýndan kendisine teslim edildiðini inkar ederse, azledilen kadýnýn

bu konudaki sözü geçerli deðildir. Bu mesele yukardakinin hilafýnadýr. Bahýr.

«Kendi lehinde ikrar edilen birincisine teslim eder ilh...» Çünkü elinde mal olan kiþi ikrara kendi

isteði ile baþladýðý için ikrarý sahih ve ikrarýnýn gereði üzerine vacip olmuþtur. Çünkü elinde olan

malýn ona ait olduðunu ikrar etmiþtir. Daha sonra, onu bana kadý verdi demesi ile de önceden o

malýn kadýnýn elinde olduðunu ikrar etmiþ olur. Kadý da bir baþkasýna ait olduðunu ikrar ettiðine

göre, dolayýsýyla o da onun baþka birine ait olduðunu ikrarda bulunmuþ sayýlýr. O malý birinci ikrar

ettiði kiþiye teslim etmekle kadýnýn ikrar ettiði ve onun do kabul ettiði ikinci malýný telef etmiþ

sayýlýr. Fetih daha sonra buna uygun bir feri meselede zikretmiþtir.

Eðer iki þahit, bu malý, kadý, falan oðlu falan kiþi lehine hükmetti, deseler, kadý da ben hiçbir þey

hakkýnda hüküm vermedim dese, onlarýn þahitliklerine Ebu Yusuf´la Ýmam Muhammed´e göre itibar

edilmez. Aksine itibar kadýnýn ifadesinedir. Ýmam Muhammed´e göre ise, þahitlikler kabul edilir ve

bu istikamette yürürlüðe konur.» Yine Bahýr´dan naklettiðimiz bir ifadeye göre Camiü´l-Fusuleyn´de,

«Zamanýmýzýn þartlarýna uygun olan Ýmam Muhammed´in görüþüdür. Bunun içinde o görüþ tercih

edilir. » denmiþtir.

Ynt: Kaza By: neslinur Date: 09 Þubat 2010, 15:28:09
METÝN

Hakim hüküm vermek için mescidi seçer. Bu mescidin insanlarýn kolay bulmalarý. onlar için

kolaylýk olmasý bakýmýndan þehrin ortasýnda bir mescit olmasý tercihe þayandýr. Hatibin veya

müderrisin camide oturduðu gibi sýrtýný kýbleye dönerek davayý yürütür. Haniye.

Mahkemeye getirmek için mubaþir görevi yapan veya davayý teblið eden kiþiler için harcanan

masraflar, esah olan kavle göre, davayý açana aittir. Bezzaziye´den naklen Bahýr´da bu þekilde ifade

edilmiþtir. Haniye´de ise, «Aleyhinde dava acýlan kiþiye aittir.» denmekte, «Sahih olan görüþte

budur.» ifadesine yer verilmektedir.

Sultanýn, müftünün ve fakihin halkla iliþkilerindeki durum da ayný kadýnýnkine benzemektedir. Kadý

mescitte hüküm verebileceði gibi kendi evinde de herkese açýk olmasý þartý ile hüküm verebilir.

Az da olsa gelen hediyeleri kabul etmez, reddeder. Ýbnü Kemal. Bu hediyeler kendisine yardýmcý

olmasý þartý koþulmaksýzýn verilenlerdir. Rüþvet ise bunun hilafýnadýr. Ýbni Melek. Ama hediyeyi

getiren kiþi hediyesinin iade edilmesinden dolayý üzülecek olur veya rahatsýz olacak olursa bu

durumda hakim getirilen hediyenin kýymetini ona verir. Hulasa.

Getirilen hediyeyi red etmek getirenin kim olduðu bilinmediði için mümkün olmayacak olursa veya

getirenin yerinin uzak olmasý halinde iade edemeyecek olursa, hediyeyi beytilmale býrakýr. Gelen

hediyelerin ona ait olmasý düþünülemez. Çünkü bu Hazreti Peygamber Aleyhüsselatu vesselamýn

hususiyetlerindendir. Yani ona gelen hediyeler onun mülkü sayýlýr. Tatarhaniye.

Bu ifadeden de anlaþýldýðýna göre herhangi bir devlet yetkilisinin bilhassa devlet baþkanýnýn hediye

kabul etmesi uygun olmaz. Eðer böyle olmasa idi Hazreti Peygamber Aleyhüsselatu vesselamýn

hususiyetlerinden sayýp ona ait olduðu söylenmezdi. Yani devlet baþkaný ve kadý olarak

Resulullaha gelen hediyeler müstesna, ona ait bir özelliktir. Baþkalarýnýn Resulullah hediye kabul

ederdi diye kabul etmeleri uygun olmaz.

Ayný eserde imamýn yani devlet baþkanýnýn, müftünün, vaizin hediye kabul etmesinin caiz olduðuna

yer verilmiþ. Çünkü bu hediyeler alime ilminden dolayý yapýlmýþtýr. Kadýya yapýlan hediyeler ise

bunun aksinedir. Lehinde hüküm verme veya ona bir fayda temin etmesi için verilmiþtir. Hediye

kabul etmeme meselesinden aþaðýdaki dört husus istisna edilmiþtir. Sultanýn getirdiði hediye,

paþanýn verdiði hediye, -Eþbah ve Bahýr- yakýn akrabalýðý dolayýsýyla yakýnýn getirdiði hediye, kadý

olmazdan önce aralarýnda hediyeleþme adeti olan kiþinin getirmiþ olduðu hediyeler. Bu da eski

adet üzere getirilmiþ bir hediye olacak olursa. Ama eskilere oranla daha çok getiriliyor ise ve bu

yakýnýnýn veya aralarýnda hediyeleþme adeti olan bir kiþinin bir davasý yok ise kabul eder. Davalarý

olduðu taktirde veya eski hediyeden fazla getirmeye baþladýklarý taktirde, fazlasýný kabul edemez.

Dürer.


Özel davetlere de icabet etmez. Özel davetten maksat daveti tertib eden kiþi kadýnýn gelmeyeceðini

bilseydi o daveti yapmaz ve hazýrlamazdý diyebileceðimiz davetlerdir. Velevki bu yakýn akrabasý

veya aralarýnda eskiden davete gelip gitme adeti olan kiþiler tarafýndan do olsa.

Diðer bir rivayete göre özel davetler bu gibi yakýn akrabasý ve eski hediyeleþme adeti olan dostlar

tarafýndan yapýlan davet durumu hediye mesabesindedir. Siraçta ve þerhi Mecma´da «Hasýmlardan

herhangi birinin davetine icabet etmez ve adet olmayan davetler genel de olsa töhmete vesile

olabileceði ihtimaline binaen onlara da icabet etmez, iþtirak etmez.» denilmiþtir.

Cenazeyi teþyedebilir, hastalarý ziyaret edebilir. Eðer bunlarýn lehlerinde ve aleyhlerinde açýlmýþ bir

dava yok ise. Þurumbullaliye.

Mahkemede hasýmlarýn arasýnda eþit davranmasý kadýnýn üzerine düþen önemli vazifelerden biridir.

Oturturken eþit yerlere oturtur, onlara hitap ederken ayný þekilde hitap eder. Ýþaret ederken, onlara

bakarken eþit davranmayý kendisine prensip edinmesi vaciptir. Onlardan birinin kulaðýna gizli bir

þey söylemesi ve özellikle birine iltifatvari iþaretlerde bulunmasý yasaktýr. Birine kýzmayýp diðerine

kýzmasý, sesini yükseltmesi veya birinin yüzüne gülüp diðerine gülmemesi gibi durumlar da yasak

olan hususlar arasýndadýr.

Birinin içeriye girmesinden dolayý ayaða kalkmasý, kesinlikle caiz olmayan bir husustur. Ya her

ikisine de ayný iltifatta bulunacak veya hiç bulunmayacaktýr. Birine ikram edip diðerine ikram

etmemesi de bu kabildendir. Evet, bütün bu söylenenleri her ikisine de eþit bir þekilde yapacak

olursa, o zaman caizdir. Nehir.

Hiçbir surette hüküm meclisinde þaka yapmaz. Velevki baþkalarý ile de olsa. Çünkü bu tür þakalar

onun heybetini giderebilir, kiþilerin gözünde onu küçültebilir. Herhangi birine ne söyleyeceðini

telkin etmez. Ýmam Ebu Yusuf´tan bir rivayete göre böyle bir telkinde bulunmasý veya imalý ifadeler

kullanmasýnda bir beis yoktur. Ayni.

Þahide de nasýl þahadet edeceði konusunda telkinde bulunmaz. Ebu Yusuf yine bu konuda,

«Vereceði bilgiden fazla bir bilgiyi ona öðretmiyorsa, bildiklerini anlatmasý için ona yardýmcý olmasý

iyi bir þeydir.» demektedir. Fetvada bu yürütme ile ilgili meselelerde (kaza konusunda) fazla

tecrübesi olduðu için Ebu Yusuf´un görüþü ve kavli istikametinde olmalýdýr. Bezzaziye.

Velvaliciye isimli eserde þöyle hikaye edilmektedir: «Ebu Yusuf ölümü esnasýnda þöyle demiþtir:

«Rabbim, her þey sana malumdur ki ben hakim olduðum sürece hasýmlardan birine meyletmedim.

Hatta kalben de olsa birinin kazanýp diðerin;n kaybetmesini tercih etmedim. Ancak Harun Reþid´le

ilgili bir davada, hasmý olan hýristiyan bir kiþi ile arasýnda bir eþitlik saðlayamadým. Harun Reþid´in

kazanmasýný kalben temenni ettim. Fakat hakkýn onun aleyhine olduðunu gördüðüm anda hemen

aleyhinde de hükmü verdim.» demiþ ve sonra aðlamýþtýr.»

Ben derim ki: Bu ifadeden de anlaþýldýðýna göre, hakim kendisini tayin eden kiþi aleyhinde de

hüküm verebilir. Mülteka´da þöyle denmekte: «Hakimin kendisini tayin eden kiþi lehinde ve

aleyhinde hüküm vermesi sahihtir.» Nitekim ilerde de gelecektir.

FERÝ MESELELER: Bedai´de kâdýnýn riâyet etmesi gereken hususlardan biri de hasýmlardan birine

diðerinin anlamadýðý bir dille hitap etmemesidir. Tatarhaniye´de ise itiyatlý olan görüþ her iki

hasmada aranýzda hüküm vereceðim demesi hatta onun tayininde birtakým eksiklikler de olsa bu

durumda onlarýn yani hasýmlarýn kabulü ile hakem durumunda sayýlýr. Hakim herhangi bir konuda

hüküm verdikten sonra sultan alimler huzurunda mahkemeyi yenilemesini emretse, emre uyarak

mahkemeyi yenilemesi gerekmez. Bezzaziye.

Aleyhinde hüküm verilen kiþi, lehinde hüküm verilen kiþiden davanýn bir suretini istemesi ve

alimlere göstereceðim, demesi sahih midir, deðil midir sorusuna cevap olarak, «Ýstenilen nüshayý

vermediði taktirde kadý onu vermeye zorlar.» denilir. Cevahirul Fetava. Fetih´te, «Hakim hüküm

verirken mümkün mertebe hasýmlarý birbiri aleyhine kýþkýrtmadan, birbirlerine kin besletmeden

hükmünü ifa etmesi yerine getirmesi gerekir.» denmektedir.

Hakim hüküm vermek üzere oturduðu zaman, hasýmlardan birinin takdim edeceði dilekçeyi

(arzuhali) kabul edebilir mi sorusuna, «hayýr» diye cevap verilmiþ. eðer oturmamýþ ise alabilir,

denmiþtir. O dilekçedeki ifadelerden dolayý karþý tarafý muhaheze etmez. Ancak bu ifadeler sarih bir

þekilde ikrarý ihtiva ediyorsa o zaman muhtevasý ile amel edebilir.

ÝZAH


«Hakim hüküm vermek için mescidi seçer ilh...» Bu görüþ ayný zamanda Ýmam Ahmet ve Ýmam

Malik´in görüþüdür. Ýmam Malik´ten sahih olan rivayet de budur. Þafii´nin görüþü ise bunun


hilafýnadýr. Ýmam Þafii´ye göre, mescide gayri müslim olan kiþiler de geleceðinden baþka bir yer

seçer. Çünkü Kur´an-ý Kerim´de nassan onlarýn temiz olmadýklarý ifade edilmekte ve mescide

giremeyecekleri belirtilmektedir.

Fethü´I-Kadir´de Hanefi mezhebinin ve diðer iki mezhebin bu konudaki delilleri hususunda uzun

uzun bahsedilmiþ ve caiz olacaðý sonucuna varýlmýþ, daha sonra þu cümle ile baðlanmýþtýr: «Gayri

müslim olan kiþinin temiz olmamasý (necis olmasý) itikatla ilgili bir husustur. Burada teþbih

kasdedilmiþtir.»

Ay baþý gören kadýnlar do camiye giremeyeceklerine göre hakim onlarýn ifadesini dinlemek için

onlarýn bulunduðu yere gider veya mescidin dýþýna çýkar veya kendi gidemiyor ise vekilini gönderir.

Mesela dava konusu bir hayvan olduðu taktirde nasýl ki yerine gidip onu tesbit etmek veya cami

dýþýnda onu görmek gerekiyorsa, bu durumda do bunlar camiye giremeyeceklerinden onlarýn

bulunduklarý yere kendisinin gitmesi veya bir vekilini göndermesi gerekir. Meselelerin tamamý ve

bunlardan kaynaklanan feri meseleler Fethü´l-Kadir´de zikredilmiþtir. Bahýr´da da ayný ifadelere yer

verilmiþtir.

«Camide sýrtýný kýbleye dönerek oturur ilh...» Bu ifade oturma þeklinin nasýl olmasý hususunu

belirtmektedir. Yani kadýnýn hüküm vermek için mescitte sýrtýný kýbleye dönerek oturmasý

menduptur. Ayný durum insanlara kolaylýk saðlamasý bakýmýndan þehrin ortasýnda olan bir mescidi

seçmesi de böyledir. Tahtavi.

«Hasýmlarý mahkemeye çaðýranýn ücreti ilh...» Hasýmlarý mahkemeye çaðýran kiþiler için masrafýn

kime ait olduðu konusu belirtilmekte, bunun davayý açan kiþiye ait olduðu, Bahýr isimli eserde bu

þekilde beyan edilmektedîr. Bezzaziye´de ise onlarýn mahkemeye celbi için zabýta kuvvetlerinden

(emniyet kuvvetlerinden) yararlanýr ve bu konuda ödenen ücretler de beytilmalden olmasý gerekir.»

denmektedir.

Diðer bir rivayete göre ise aleyhinde dava açýlan kiþi gelmemede direnecek olursa, getirilmesi

halinde ücreti onun ödemesi gerekir. Eðer þehir içinde ise yarým dirhemden bir dirheme kadar,

þehir dýþýnda ise, her fersah için üç ila dört dirhem arasý bir ücret taktýr edilir. Davalýyý takibe

memur edilen müvekkel kiþinin ücreti, sahih olan kavle göre dava açana aittir.

Zahire´de þöyle denmektedir: «O müþehhistir. Yani davayý açan kiþi tarafýndan davalýyý mahkemeye

getirmek üzere görevlendirilen ve onu takib eden kiþidir.» Bu ifadeye göre mahkemeye her ikisini

çaðýran kiþi ile yani muhzir kiþi ile mülazim dediðimiz kiþi arasýnda fark olmakta, bu da þarihin

naklettiðinin hilafýna görülmektedir.

Minyetil Müfti´de ise, «Aleyhinde dava açýlan kiþiyi çaðýrmak üzere ona mülazemet eden, onu takip

eden kiþi için yapýlan masraflar beytilmaldendir. Fakat esah olan kavle göre davayý kabul etmeyen

ve mahkemeye gelmemede direten aleyhinde dava açýlan kiþiye aittir» denmektedir. Bu da

Haniye´de olan ifadenin özetidir.

Netice olarak sahih rivayete göre, eðer müþhýs dediðimiz kiþi aleyhinde dava açýlaný takib eden kiþi

manasýna alýnacak olursa, ona ödenen ücret davayý açandan, yok eðer mahkemenin elçisi olarak

kabul edilecek olursa, buna ödenen ücretin de aleyhinde dava acýlan kiþiden alýnacaðý, bu da

gelmemede direnecek olursa böyledir. Eðer direnmez, celbi alýr almaz hemen mahkemeye gelecek

olursa bu durumda masraflarýn dava açan tarafýndan karþýlanmasý gerekir, denmektedir. Bu

Vehbaniye þerhinde olan ifadelerin özetidir.

«Veya evinde hüküm verir ilh...» Çünkü ibadet herhangi bir yer ile mukayyet deðildir. Bu durumda

da yukarda beyan edildiði gibi mescitte aranan nitelik, yani þehrin ortasýnda olma durumu ev içinde

aranan niteliklerden biridir. Nehir.

Kadýya verilen hediyeler

«Kendisine az da olsa verilen hediyeleri reddeder ilh...» Bu konuda delil, Buhari´de Ebu Humeyd.

Esayidi´den rivayet edilen þu hadisi þeriftir: Ebu Humeyd bu konuda þöyle demektedir: «Hazreti

peygamber (S.A.V.) Ezd kabilesinden bir kiþiyi devlet görevine atadý. Ona Ýbni Lüteybe deniyordu.

Zekat toplamak üzere tahsildar olarak görevlendirmiþti. Döndüðü zaman, «Bu size verilendir, bu da

bana verilendir.» deyince Hazreti Peygamber, «Babasýnýn veya anasýnýn evinde otursaydý da

görseydi. Ona bunlar hediye edilir miydi, edilmez miydi.» diye cevap vermiþtir. Ömer Ýbni Abdülaziz

bu konuda, «Hediyeler Hazreti Peygamber devrinde hediye idi, bugün ise rüþvettir.» demekte

Buhari de bu ifadeye yer vermektedir.

Hazreti Ömer (R.A.) Ebu Hüreyre´yi bu vazifeye tayin etti. Bir miktar mal ile dönen Ebu Hüreyre´ye


Hazreti Ömer, «Bu nerden geldi sana.» diye sordu. O da «Hediyelerin peþ peþe gelmesindendir.

Yani bana verilen hediyelerin birikimidir.» deyince Hazreti Ömer, «Ey Allahým düþmaný, evinde

otursaydýn, sana böyle hediye edilir miydi» der ve onlarý onun elinden alýr, beytimale koyar. Hazreti

Peygamber Aleyhüsselatý vessellemin yukarda beyan buyurduklarý gerekçe, bir otorite ve yetki

gereði gelen hediyelerin haram olduðuna dair bir delil .olmaktadýr. Fetih´te böyle ifade edilmiþtir.

Bahýr´da ise hediye kelimesinin özellikle zikredilmesi, ondan baþkasýnýn caiz olacaðýna iþaret

deðildir. Hediyesini kabul edemeyeceði kiþilerden borç almasý, onlardan ödünç bir þey almasý da

haramdýr, denmekte ve bu ifadeyi de Haniyye´ye nisbet etmektedir.

Ben derim ki: Bunun gereði de diðer teberrularýnda hakime verildiði taktirde haram olmasýdýr.

Kayýrma da haramdýr. Bunun için de, yani bir satýþta kendisi kayrýlacak olursa, hakimin bu

kayýrmadan dolayý kendinde kalan miktar rüþvet mesabesindedir. Bunun içinde eðer mahkemede

zabýtlarý yazmak için alýnan kaðýtlara bir ücret almasý gerekiyorsa ecri misil (emsali ücret) neyi

gerektiriyorsa onu alýr, ondan fazlasýný almasý caiz deðildir. Çünkü muhabadýr denmekte, buna göre

de bazý kiþilerin yaptýðý gibi hem hediyeyi çok ucuz bir fiata satýn alma veya ödenen herhangi bir

dosya bedelini cüzi bir fiatla veya fahiþ bir fiatla satma durumu helal olmaz. Yine bazýlarýnýn

yaptýklarý gibi yukarda da beyan edildiðine göre mahsul denilen bir miktarý almasý esnasýnda veren

kiþinin hakime bir divit veya býçak karþýlýðý bunu satmýþ görünmesi veya benzeri çok cüzi bir þeyle

satýn almasý ve bunun satýþ þeklinde gösterilmesi de helal olmaz. Çünkü borç almak ve ondan

ödünç bir þey almak horam olduðuna göre bunun daha da haram olmasý gerekir.

«Sahibi bilinmeyen hediyeleri veya uzak yerde olan kiþilerin hediyesini beytilmale koyar ilh...» Bu

da veren kiþinin malý ve onun emaneti olarak býrakýlýr. Geldiði taktirde yitik mal mesabesinde

kendisine verilir. Fetih.

«Yine Tatarhaniye´de ilh...» Bu söyledikleri imam hakkýnda, yani devlet baþkaný hakkýnda daha önce

söylediklerine ters düþmektedir. Birinci görüþü Fethü´l-Kadir´den naklettiðimiz Hazreti Peygamber

Aleyhisselatu vessellemin bu þekilde açýklamalarý velayet veya otorite sonucu alýnan hediyelerin

haram olduðuna delildir, ifadesini teyid etmektedir. Ve yine müslümanlar için genel bir vazife yapan

devlet memurunun almýþ olduðu hediyelerin hükmü, kadý ile ilgili olan hediyelerin hükmüne

benzemektedir.

Müftü olan kiþilerin aldýðý hediyeler hakkýnda Bahýr isimli eserde þarihin Tatarhaniye´den ve

Haniye´den naklettiði ifadelere itiraz edilmiþ ve denmiþtir ki: «Ýmam ve müftü için hediye kabul

etmek, özel davetlere icabet etmek caizdir.» Daha sonra devamla, «Eðer buradaki imamdan maksat

cami ve mescit imamý ise, o zaman bir diyeceðimiz yoktur. Ama vali manasýna olan devletin üst

kademelerindeki görevli kasdediliyor ise o zaman helal olmaz.» denilmiþtir. Bu durumda iki ifade

arasýnda bir tezat bulunmamaktadýr. Delilere uygun olan da budur. Çünkü imam dediðimiz devletin

en üst kademesinde olan kiþidir.

Nehir´de bu konuda þöyle denmektedir: Bunlardan da anlaþýldýðýna göre. burada amel ve iþten

maksat devlet baþkanýnýn veya onun vekilinin yetkisine binaen kiþiye verdiði görevdir. Mesela

tahsildar, öþür alan kiþi buna bir örnektir.

Ben derim ki: Onlarýn benzeri de köylerde þeyh diye bilinen köyün ileri geleni (þeyhul kariye)

veyahutta sanatýn piri olan ve benzeri kiþilerin musallat olup onlarý zorla bir ödemeye mecbur

ettikleri taktirde, onlarýn aldýklarý hediyeler de haramdýr. Çünkü onlara verilen, onlarýn þerrinden

kurtulmak için veya onlarýn nezdinde bir itibar kazanmak içindir. Buradaki görevden maksat, devlet

baþkaný veya onun vekili tarafýndan verilen yetki veya vazife ifadesi, müftünün görevlerini de bu

genel hüküm çerçevesi içerisine almaktadýr. Eðer müftü devlet baþkaný veya vekili tarafýndan

görevlendirilmiþ ise.

Ancak bu görüþ fukahanýn mutlak kullandýklarý ifadeye ters düþmektedir. Çünkü onlar müftünün

hediye kabul etmesinin caiz olduðunu ifade etmektedirler. Aksi halde cami imamý veya vaiz veya

öðretmen devlet tarafýndan görevlendirilmiþ kiþilerdir. Bunlarýn da hediye kabul etmemeleri gerekir.

Ancak müftünün cami Ýmamý veya vaiz ve diðer görevlilerden farklý olabileceði söylenir. Çünkü

müftüye hediye getiren kiþi, hasmýna karþý kendi davasýný savunmak, haklý olduðunu göstermek

için hediye getiriþ olabilir. Bu durumda müftü kadý mesabesinde olur. Ancak buna göre müftü

devlet tarafýndan görevlendirilmemiþ kiþi de olsa, yukardaki talile binaen durumun ayný olmasý

gerekir. Bu da müftünün hediye kabul edebileceði istikametindeki sarih ifadelere ters düþer.

Binaenaleyh burada söylenebilecek husus, müftü ile kadý arasýndaki fark acýktýr. Çünkü kadý verdiði

hükmü ilzami olarak uygulamakta ve ayný zamanda hükümleri yerine getirmede Hazreti

Peygamberin vekili mesabesinde olmaktadýr. Onun hediye kabul etmesi, vereceði hükümde karþý


tarafýn lehinde bir hüküm beklemesi ihtimaline binaen rüþvet sayýlmaktadýr. Bu da hükmün batýl

olmasýný gerektirir. Müftüde ise durum böyle deðildir.

Ama þöyle bir itiraz yapýlabilir: Müftünün hediye kabul etmesinin caiz olmasý ifadesinden fukahanýn

maksadý, onun ilmine saygý olmasý bakýmýndan takdim edilen hediyelerdir. Sorduðu meseleye

hüküm çýkarmasý ve ona yardýmcý olmasý maksadýyla deðildir. Eðer ona yardýmcý olmak, hasmýný

ilzam etmesinde ona delil bulmak için olacak olursa, bu durumda rüþvet kelimesinin genel manasý

burada tecelli etmiþ olacaðýndan müftünün de onu almasý caiz olmaz. Ancak yukarda zikredilen

yardým etme þartý konusunda Fetih´ten naklettiðimiz bir ifadeye göre, eðer kadýya taktim edilen bir

hediye, sultan nezdinde ona yardýmcý olmasý için olur, bunda da þart olmayacak olursa, yakinen

ona yardým etmesi için hediye takdim ettiðini de bilecek olursa, fukahamýzýn çoðu bunda bir beis

olmadýðýný söylemiþlerdir. Bu durumda isterse devlet görevlisi, isterse bir baþkasý olsun, tümüne

bu hükmün þamil olmasý gerekir.

Bu sebepten dolayýdýr ki Camiü´l-Fusuleyn´de, «Kadý hediye kabul edemez. Özellikle kadý olmasaydý

kendisine bir kiþi tarafýndan hediye gelmesi mümkün olmuyor ise, o kimsenin kadý olduktan sonra

hediyesini kabul edemez. Çünkü bu durumda takdim edilen hediyeler, þartlý hediyeler

mesabesindedir.» Daha sonra þöyle denilmektedir: «Bu da kaza bahsinde zikredilenlere muhalif

düþmektedir.»

Ben derim ki: Ýfadenin zahiri muhalefetin olmamasýdýr. Çünkü kadýnýn hediye kabul etmemesi

nassan belirtilen hükümler arasýndadýr, ama Kitab-i Kazada tahsilatý açýklanan þekildedir. Müftünün

de bu þekilde olmasý veya olmamasý ihtimali mevcuttur. Þüphesiz hediye kabul etmemesi kalben

insanýn mutmain olacaðý ve kabul edebileceði hükümlerdendir.

Þafii mezhebinde Muhammed bin Davudi´ye ait Menhec þerhinin haþiyesinde þöyle bir ifadeye

rastladým: «Þehirler ve pazarlarda kontrol görevi yapan kiþiler de devlet tarafýndan görev alan

kiþiler mesabesindedir. Evkaf iþlerine, vakýflara direk olarak bakan kiþiler ve müslümanlarla ilgili

herhangi bir iþi yapan kiþiler de devlet tarafýndan görev alan memurlar mesabesindedirler.»

Diðer bir þerhte ifade edildiðine göre, müftü, vaiz ve Kur´an öðretmeni ve ilim ehti buna dahil

olmasa gerektir. Çünkü onlarýn verdikleri hükümde zorla uygulama yetkileri yoktur. Her ne kadar

onlar hakkýnda evla olan eðer hediye, verdikleri fetva, yaptýklarý vaaz. öðretmiþ olduklarý ilim

karþýlýðý geliyor ise kabul etmemeleridir. Zira ilmin Allah rýzasý için olmasý bunu gerektirir.

Ynt: Kaza By: neslinur Date: 09 Þubat 2010, 15:31:10
HAPSETME ÝLE ÝLGÝLÝ BÖLÜM

METÝN


Hapis cezasý, Ýslam hukukunda varit olan bir husustur buna delil olarak Cenabý Hakkýn Kur´aný

Kerim´de, «Bulunduklarý yerlerden sürülürler.» ifadesi, ayrýca Hazreti Peygamber Aleyhisselatu

vessellemin bir töhmetten dolayý birini mescitte hapsetmesi de buna sünnetten delil olmaktadýr.

Ýlk defa hapishaneyi ihdas eden Hazreti Ali Radiyallahu taala anh olmuþtur. Ýlk defa nafi adýný

verdiði hapishaneyi kamýþlarýn birbirine baðlanmasý þeklinde bina etmiþ idi. Hýrsýzlar onu delip

içerisine girdiklerinden ötürü, çamur ve taþtan bina halinde yapmýþ, adýna da muhayyes demiþtir.

Bu da kiþilerin tedip edildiði, yaptýklarý suçtan dolayý kendilerinin bir bakýma tezlil edildikleri bir

yerdir. Hatta bu konuda Hazreti Ali´den þu þiirler de rivayet edilmektedir. Özetle Hazreti Ali þöyle

demektedir: «Beni akýllý, dengeli ve her þeyi yerinde yapan biri olarak görmüyor musun, ben nafi

denilen hapishaneden sonra muhayyes denilen yeri gecilmez bir kale gibi yaptým ve onun baþýna

güvenilir emin kiþiler diktim.»

Hapishanenin durumu, içinde örtü yataðý olmayan bir yer olmasý gerekir. Zira oraya alýnan kiþinin

sýkýntý çekmesi, üzerine düþen görevi ve üzerindeki borcu bir an önce ödemeye zorlanmasý

bakýmýndan bu vasýfta olmalýdýr. Buna göre, kendisine bir yatak veya örtü getirildiði taktirde

verilmez, ondan men edilir.

Onu teselli etmek için yanýna kimse sokulmaz. Ancak ziyaret maksadýyla komþularý ve akrabalarý

yanýna girebilir. Çünkü bazý konularda onlarla istiþareye ihtiyacý vardýr. Ancak onlar da yanýnda

fazla kalmazlar. Bu ifadenin gereði, eðer onu hapsettiren kendi ailesi ise, karýsý da onunla birlikte

hapsedilmez. Zahir olan da budur.

Mülteka´da bu konuda, «Cariyesi ile temas etme imkaný olacak olursa cariyesinin yanýna gelmesine

mani olunmaz. Eðer yer ve durum buna müsait ise. Cuma namazý, cemaat namazý ve farz olan haccý

için hapishaneden çýkarýlmaz. Bunlar için çýkarýlmadýðýna göre, diðer ihtiyaçlarý için hiç

çýkarýlmaz.» denmektedir.

Cenaze teþyii için de serbest býrakýlmaz. Velevki kefaletle de olsa, kendisine izin verilmez. Zeylai.

Hülasa´da, «Yakýnlarýndan, asýl ve feri akrabalarýndan, ana, baba, çocuklarýndan birinin ölümü

halinde kefaletle tahliye edilir, hapishaneden çýkarýlýr.» denmiþtir. «Baþkalarý için ise izin verilmez.

Fetva da buna göredir» denmektedir.

Hastalanacak olur ve hastalýðý müzminleþir, zayýflamasýna, halsiz ve mecalsiz kalmasýna sebeb olur

ise, kendisine orada hizmet edecek biri de yoksa, kefaletle tahliyesi yapýlabilir, hapishaneden

çýkarýlýr. Aksi halde çýkarýlmaz. Fetva da bu istikamettedir. Hapishanede tedavisi mümkün olduðu

müddetçe tedavi için çýkarýlmaz.

Borçlarýný ödemek için kazanç ve çalýþma maksadýyla da çýkmasýna izin verilmez. Diðer bir rivayete

göre hapishanede bir kazanç elde etmesi için çalýþmasýna da izin verilmez. Eðer alacaklarý varsa,

alacaklarýný takip için çýkarýlýr. Daha sonra yine hapsedilir. Haniye.

Hapishaneye düþen kiþi dövülmez. Ancak üç durum bundan müstesnadýr. Keffareti zýhar dediðimiz

keffaretten imtina ederse, yakýnlarýna infak etmekten imtina ederse, birde birden fazla evli olan

kiþilerin kendisine nasihatten sonra karýlarý arasýnda eþit bir muameleye yanaþmazsa bu hallerde

döðülür. Bu meseledeki kaide þudur: Tehir edilmesiyle elden çýkan onun yerine bir þey ikame

edilemeyen hususlarda dövülür. Eþbah.

Ben derim ki: Vehbaniye´deki, «Þu hususlar da eklenebilir: Eðer hapisten kaçarsa, dövülebilir.

Ancak baðlanmaz, kendisine kayýt vurulmaz. Hakkýn sabit olmasýna raðmen üzerine düþen görevi

yapmaz, alacaklýlara haklarýný tediye etmezse, hapishanenin kapýsý hava alacak, ekmek uzatýlacak,

su verilecek kadar bir yer býrakýlma suretiyle üzerine kapatýlýr.» denmiþtir.

Boynuna tasma takýlmaz, boynundan demire vurulmaz. Ancak kaçmasý söz konusu olduðu taktirde

ayaklarýndan baðlanabilir veya daha muhkem bir hapishaneye aktarýlýr. Kapýsýnýn kapatýlýp bir hava,

ekmek, su deliði dýþýnda sývanýp sývanamayacaðý konusunda karar kadýya aittir. Bezzaziye.

Elbiselerinden soyulmaz, iþçi olarak çalýþtýrýlmaz. Ebu Yusuf´tan borcunu ödemek için bir ücret

karþýlýðý çalýþtýrýlabileceði de rivayet edilmiþtir.

Hakaret olsun diye hak sahibi (alacaklý) olan kiþinin huzurunda da ayakta tutulmaz. Eðer bulunduðu

yerde kadý yok, mahkemesi mümkün deðil ise, olacaklý olan kiþi gece gündüz onu takip edebilir. Bu

durum hakkýný alýncaya kadar sürebilir. Cevahürü´l Fetava.


Hak sahibinin iradesi olmadýðý taktirde hapsedileceði yerin tayin edilmesi de kadýnýn yetkileri

arasýndadýr. Ancak baþka bir yerde hapsedilmesin; dava açan istediði taktirde kadý onun isteðini de

uygun karþýlar. Kýnye. Musannýf Kariül Hidaye´ye tebaen þu hususta fetva vermiþtir «Burada itibar

hak sahibinedir, kadýya deðildir.»

Nehir´de ise, «Hýrsýzlar arasýnda bir yerde hapsedilmesi istendiði taktirde, hakimin bu isteðe cevap

vermemesi gerekir.» denmektedir.

FERÝ MESELE: Bahýr´da Muhit´ten naklen, «Kadýnlar için özel bir hapishane yapýlýr. Bu fitne ve

töhmetten uzak olmasý, fitneyi önlemesi bakýmýndan önemlidir. Dava açan kiþinin açmýþ olduðu

davada hakký sabit olur, isbat edilirse. velevki cüzi bir mal da olsa, bir dirhemin altýda biri olan

danik mesabesinde de olsa, bu isbat beyyine ile olduðu taktirde, karþý tarafýnda ödeme imkaný var,

ödemiyor ise, dava açanýn isteðine binaen onu hemen kadý hapsedebilir. Çünkü inkar etmesi ile

borcunu ertelemesi þahitlerin þahadeti ve beyyine ile (isbatla) ortaya çýkmýþtýr. Eðer hak beyyine ile

deðil de onun ikrarý ile ortaya çýkmýþ ise, hemen hapsi gerekmez. Ödemekle emreder, ödememede

direnecek olursa, o zaman hapseder.

Ýmam Serahsi ise meseleyi, ters olarak almýþtýr. Yani beyyine ile sabit olduðu zaman hapsetmez,

ikrarý ile sabit olduðu taktirde hemen hapsedebilir. Kenz ve Dürer isimli eserde her iki mesele eþit

olarak kabul edilmiþ, Ýmam Zeylai de bu görüþü teyit etmiþtir. Birinci görüþ Hidaye ve Vikaye ve

Mecma sahiplerinin benimsediði görüþtür. Bahýr´da ise, «Hanefi mezhebinde muteber olan görüþ

budur.» denmektedir.

Ben derim ki: Münyeti´l-Muhti´de, «Eðer isbat ile alacaklýnýn durumu ortaya çýkmýþ ise hemen ilk

olayda kendisi hapsedilir Ýkrar yoluyla olduðu taktirde birinci durumda deðil, ikinci ve üçüncü

durumlarda hapsedilir.» denilmiþtir. Böylece de görüþler arasý telif ve uyum saðlanmýþ olur.

Hapis cezasý

ÝZAH


Hapisle cezalandýrma kaza ile ilgili hükümlerden biridir. Yalnýz bunun özel olarak birçok meseleleri

ihtiva etmesi bakýmýndan müstakil bir fasýl halinde zikretmiþtir. Nehir.

«Hapis cezasýnýn uygulanmasý Ýslam hukukunda varit olan bir husustur ilh...» Bu ifadeyle Kur´an-ý

Kerim´de ve Sünneti seniyede hapis cezasý ile tecziye edilmenin meþru olduðuna iþaret edilmek

istenmiþtir. Zeylai bu iki delile ek olarak icmaý da eklemiþtir. Çünkü sahabeler böyle bir hususun

yani hapsetmenin caiz olduðunda icma etmiþlerdir.

«Bulunduklarý yerden sürülürler ilh...» Bu ayeti kerimedeki «sürülürler» (nefyedilirler) ifadesinden

maksat. yukarda yol kesenler bahsinde belirtildiði gibi hapsedilmeleridir. Halebi.

«Ýlk defa hapishaneyi yapan Hazreti Ali´dir ilh...» Özel olarak ilk hapishane yapan Hazreti Ali´dir. Bu

fukahanýn «Hazreti Peygamber ve Ebu Bekir devrinde hapishane yoktu.» sözüne de münafi deðildir.

Çünkü o zaman insanlar mescitte veya bir dehlizde hapsedilirlerdi. Hatta Hazreti Ömer Raduallahu

anhý Mekke´de dörtbin dirheme bir ev satýn aldý ve bu evi hapishane olarak kullandý.

«Baþýna da bir emin kiþi býraktým ilh...» Hazreti Ali bu ifadesiyle güvenilir, emin bir gardiyan tayin

ettim, hapis iþleriyle meþgul olan birini tayin ettim demek istemiþtir. Fetih.

«Yatak olmayan bir yer olmasý gerekir ilh...» Yukarda metinde geçen vita kelimesi yatak manasýna

gelen firaþ kelimesinden sonra zikredilmiþtir. Eðer vita denilen kelimeden maksad yumuþak bir

yatak ise, sertine izin verilmediðine göre yumuþaðýna da izin verilmez. Bu üzerine örtünebileceði

bir þey demek deðildir. Ancak burada ek olarak söyleyebileceðimiz, hapis etmeden maksat o insaný

öldürmek veya hastalandýrmak deðildir. Bu, Mekke ve Medine gibi sýcak olan bölgelerin þartlarýna

göre normal karþýlanabilir. Ancak soðuk olan yerlerde ölmeyecek ve hastalanmayacak kadar

kendisine örtünecek bir þeyin verilmesi uygun olur kanaatindeyiz. Nitekim ilerde bu konuya daha

da açýklýk getirilecektir.

Kimsenin yanýna girmesine izin verilmez. Ýzin verilen yakýn akrabalarý da yanýnda uzun süre

kalmazlar. Çünkü onlarýn oraya girmeleri onu teselli etmek, onun yalnýzlýðýný gidermek deðil, belki

onlarla istiþare edebileceði bir husus vardýr, o hususu da kýsa sürede giderebileceðinden fazla

kalmalarýna izin verilmez.

«Bunun ifade ettiði husus þudur ilh...» Yani yalnýzlýðýný gidermek için onlarýn yanýnda fazla

kalmalarýna izin verilmez sözünden maksat bu olsa gerektir. Ancak Nehir isimli eserde, «Hapis olan

kiþinin eþine veya cariyesine ihtiyaç hissettiði zaman eðer eþi ile birlikte kalabileceði veya onunla

halvet yapabileceði bir yer olacak olursa izin verilir ve eþi yanýna konur.» denmiþtir. Bundan da


anlaþýldýðýna göre onu hapsettiren karýsý da olsa onunla birlikte hapsedilmez. Zahir olan da budur.

Görüyorsun ki þarihin meseleyi açýklamak maksadýyla getirdiði ifade, Nehir´deki ifadeden daha

uygun olsa gerektir. Çünkü onun ünsiyet kesbetmesi, yalnýzlýðýný gidermesi için hiçbir kimsenin

huzuruna sokulmayacaðý ifadesi, karýsýnýn da beraber hapsedilmeyeceði ifadesinden daha sarih,

hedefe daha yaklaþtýrýcý mahiyettedir. Zira onunla birlikte karýsý da hapsedilecek olursa bundan

meydana gelecek istinas ve yalnýzlýðý giderme durumu gerçekleþmiþ olur. Halbuki hapisten maksat,

sýkýlýp borcu bir an evvel ödemesini saðlamaktýr.

Eðer onu hapsettiren karýsý olacak olur, biz de karýsýnýn onunla birlikte hapsedilmesi caizdir

diyecek olursak maksat hasýl olmaz. Hatta maksadýn zýddý olan durum gerçekleþmiþ olur ki o da

kadýnýn sýkýlmasý ve hakkýndan vaz geçip kocasýný hapisten çýkarmasý ve dolayýsýyla kendisi de

oradan çýkmýþ olmasýdýr. Bu da koca, karýsýnýn isteði üzerine veya ona karþý olan borcundan dolayý

hapsedilmiþ ise, kadýnýn beraber hapsedilmeyeceðini gösterir.

Burada, Nehir´in ifadesinde, buna delalet eden bir husus yoktur. Bunun için þarih de Nehir´in

ifadesinden vaz geçerek baþka ifadeler kullanmýþtýr. Bu ifadeyi kullanmasýndan maksat, bazýlarýnýn

«Karýsý da onunla birlikte hapsedilir» iddiasýna bir red mesabesindedir.

Bahýr´da Hülasa´dan naklen, «Kadýn kocasýný hapsettirirse kadýn onunla birlikte hapsedilmez.»

denmektedir. Yine ayný eserde Bezzaziye´den naklen, «Eðer kadýnýn dýþarýda kalmasý, ýrz ve

namusu konusunda tehlikeli olursa müteahhir ulema istihsan yolu ile kadýnýn da kocasýyla birlikte

hapsedilebileceðini söylemiþlerdir.» denilmektedir.

Özetleyecek olursak, kadýn kocasýný hapsettirir, kadýnýn da þere meyli olan ve kocasýnýn

yokluðunda kötü yola düþebilecek korkusu var ise ve onu o yoldan alýkoyacak ve onu takip edecek

biri de bulunmayacak olursa, bu durumda kadýnýn kocasýný hapsettirmesi, bu kötü hedefine nail

olma için hapsettirdiði ihtimali söz konusu olabilir. Kocasýndan mücerret hakkýný almak için

deðildir. Bu durumda kadýnýn kocasýyla birlikte hapsedilmesi uygun olur.

Ama durum böyle olmayacak olursa, kadýnýn kocasýyla birlikte hapsedilmesi için bir gerekçe

yoktur. Hülasa´da ifade edilen sözden maksat da bu olsa gerektir.

«Cariyesine yaklaþmasýna izin verilir ilh...» Eþi, kansý da böyledir. Nitekim yukarda beyan edildi.

Diðer bir rivayete göre, bundan men edilir. Çünkü karýsý veya cariyesine yaklaþmasý onun asli

ihtiyaçlarýný gidermesi, karþýlamasý demektir. Bu ise hapis cezasý ile cezalandýrýlan kiþi için uygun

olmasa gerektir. Fetih.

«Hülasa´da, kefaletle çýkarýlýr ilh...» Doðru olan da budur. Özellikle Hülasa´nýn ifadesinde de bu

husus yer almaktadýr. Bahýr´da ise Hülasa isimli eserden naklen «Kefil çýkarýlýr» ifadesi kullanýlmýþ,

Bezzaziye´de bu ifade ayný hata ile tekrar edilmiþtir. Hatta orada. «Kadý kefilin ana ve babasýnýn

cenazesini teþyi etmek üzere hapisten çýkarabilir.» denmiþtir. Halbuki Fetava-yý Kadýhan´da

«Kefaletle çýkarýlýr» denmektedir. Doðrusu da budur.

«Fetva da buna göredir ilh...» Fetih´te, «Bu fetva buna göredir» sözü tartýþýlabilir. Çünkü gereksiz

yere bir insanýn hakký iptal edilmektedir. Evet eðer yakýný ile ilgili ölüm hadisesinde onun defnini

yapacak, techiz ve tekfinine yardýmcý olacak baþka biri olmadýðý taktirde bu kadarýna izin verilir ve

böyle olmasý da uygundur.» denilmiþtir.

Ýmam Muhammed´in bu konuda, «Anasý ve babasý öldüðü zaman hapisten çýkarýlýr mý.» þeklinde

kendisine tevcih edilen soruya «Hayýr» cevabý verdiði de Fethü´l-Kadir´de ifade edilmekte,

dolayýsýyla yukardaki «Fetva da bu istikamettedir» sözü, bir bakýma önemini kaybetmiþ olmaktadýr.

Netice olarak Hülasa´daki ifade, Ýmam Muhammed´in nassan beyan ettiði ifadeye ters düþmektedir.

Bahýr´da, «Bu konuda itirazý þu þekilde bertaraf etmek mümkündür. Ýmam Muhammed´in

«býrakýlmaz, çýkarýlmaz» sözü, bizatihi asaleten borçlu olanla ilgilidir. Ama bizim «çýkarýlýr»

sözümüz kefille ilgilidir. Bu da yukarda hatasýný tesbit ettiðimiz ifadeye göre yapýlmýþ bir tevildir.»

denilmiþtir.

«Kefaletle tahliye edilir ilh...» Fetih´te bu konuda, «Hapiste hastalanýp kendisine bakacak bir

hadimi, hizmetçisi olmayan kiþi çýkarýlmadýðý, kendisine bakýlmadýðý taktirde ölümle karþýlaþacak

olursa, o zaman kefaletle tahliye edilir.» denmiþtir. Bu durumda onun helak olmasýna göz

yumulamaz. Borcunda onu ölüme götürecek bir sebeb olmasý caiz görülemez. Bu talilin gereði de,

bir kimse bulamadýðý taktirde, yani kefil olacak bir kiþi bulamadýðý taktirde çýkarýlýr. Çünkü ölümüne

göz yumulmaz.

Ancak Menih´te Hülasa´dan naklen, «Kefil bulamadýðý taktirde çýkarýlmaz.» denmiþtir. Eðer hizmet


edecek biri var ise o zaman hapisten çýkarýlmaz. Bu Imam Muhammed´den de rivayet edilen bir

husustur. Bu ölüme götürebilen hastalýkta böyledir. Ýmam Muhammed´den bir, Ýmam Ebu Yusuf´tan

bir kavle göre, onu hapisten çýkarmaz. Hapishanede ve onun dýþýnda ölmesi durumu eþittir. Ancak

Hülasa´dan naklen Menih´te de belirttiði gibi, fetva imam Muhammed´in rivayeti istikametinde

verilmektedir.

«Mualecesi ve tedavisi için ilh...» Yani hapishanede tedavi imkaný varken, tedavi maksadýyla

mahkum hapishaneden salýverilmez.

«Bir rivayete göre, hapishaneden kazanç saðlamasýna izin verilmez ilh...» Bazý nüshalarda. «Hatta

çalýþmasýna dahi izin verilmez.» denmekte, doðru olan ifade de bu olmaktadýr. Çünkü bir rivayete

göre ifadesi de onun zayýf bir kavil olduðunu göstermektedir. Bahýr ve diðer fýkýh kitaplarýnda esah

olan görüþe göre, mahkum çalýþmadan men edilir. Bu ifade, adý geçen eserlerde sarih olarak yer

almaktadýr. Kaza ile ilgili bölümlerde Serahsi´den naklen, «Hanefi mezhebinde sahih olan görüþ de

budur.» denmektedir. Çünkü hapis sýkýntýya düþmesi için meþrudur. Kazanç elde etme imkaný

bulduðu taktirde sýkýntýya düþmeyecek ve böylece hapishane onun için bir iþyeri mesabesinde

olacaktýr.

«Eðer onun alacaðý varsa muhasama için çýkarýlýr daha sonra hapsedilir ilh...» Bu ifade ile þuna

iþaret edilmek istenmiþtir: Baþka birisi onun üzerinde bir borç iddia edecek olursa, davayý dinlemek

için çýkar. Vechi þerî ile isbat ettiði taktirde hapishaneye iade edilir. Sayýhanî.

«Keffaretten imtina edecek olursa ilh...» Çünkü kadýnýn cimadaki hakký, yaklaþmadaki hakký

gecikme ile düþebilir. Eþbah. Hamevi bu söze itiraz etmiþ ve demiþtir ki: «Kadýnýn kocasýndaki cima

hakký kaza yoluyla ömürde bir defadýr.»

Ben derim ki: Bu bir defa meselesi, erkek hakkýndaki iktidarsýzlýðý ortadan kaldýrmak için ve sabit

olmadýðý taktirde iktidarsýzlýk sebebiyle aralarýnda tefrik yapýlmasý içindir. Aksi halde durum kadýnýn

o bir defa dan sonra da hakký sabittir. Onun için erkeðin iyla yoluyla kadýna yemin edip kadýndan

uzaklaþmasý caiz deðildir ve müddetin bitmesiyle ikisi arasýnda tefrik yapýlýr. Çünkü erkeðin

kadýndan imtina etmesi yasak olan bir sebebe dayanmaktadýr. Zýharda da durum böyledir. Çünkü

zýhar uygun olmayan bir tutum, davranýþtýr. Bu nedenle zýharda kansýna dönmek isteyen kiþinin

zýhar keffareti ödemesi gerekir. Keffaretten imtina ettiði taktirde, karýsýna yaklaþmak isteyen kiþi

dövülür. Ancak yalnýz kadýndan imtina etmesi, ona yaklaþmamasý, dövülmesini gerektirmez.

«Yakýn akrabasýna nafaka vermekten imtina eden kiþi ilh...» Kefareti zýhardan imtina ettiði zaman

kansýna yaklaþmak isteyen kiþi nasýl döðülür ise, yakýn akrabalarýna infaktan imtina ettiði zaman da

döðülür. Yine karýlarý arasýnda eþitlik saðlamayan kiþinin durumu da böyledir. Bu ifade, yukarda

nafaka bahsinde söylediðimiz duruma ters düþmektedir. Zira orada yakýnýna nafaka vermekten

imtina eden kiþi döðülür, fakat hapsedilmez denmiþ idi. Kanlar arasýndaki eþit ve adil

davranmamada da durum aynýdýr, Nitekim nikahla ilgili bölümde geçti.

Ancak nafaka bölümünün son kýsmýnda bu konuda Bahýr´a tabi olarak onun da Bedai´den naklettiði

bir ifadeye göre, «Nafakasýný vermekten imtina ettiði kiþi babasý olsun, baþkasý olsun hapsedilir,

ama karýlarý arasýnda eþitlik saðlamaktan imtina eden kiþinin durumu bunun hilafýnadýr, o döðülür,

hapsedilmez.» Bu da ilerde musannýfýn metnen zikredeceði ifadeye uygun düþmektedir. Bahýr´da

ise bu konuda þöyle denmektedir: «Fukaha sarih bir ifade ile imkaný olmasýna raðmen kefareti

zýharý ödemeden karýsýna yaklaþmak isteyen ve yakýnýna infaktan imtina eden kiþiler nafaka

ödemediði takdirde dövülür.» Diðer borçlar ise bunun aksine olmaktadýr.

«Bu meseledeki kaide þudur ilh...» Yani hapsolan kiþinin dövülebileceði hususlarýndaki kaide.

Tehir edilmekle düþen ve yerine bir þey ikame edilemeyen hususlardýr. Yukarda zikrettiklerimizden

imtina ettiði taktirde vacip olan ihmal edilmekte, onun yerine baþka bir þey de ikame

edilememektedir. Mesela yakýn akrabasýnýn nafakasýný süresi içinde vermediði taktirde, velevki bu

nafaka mahkeme kararý veya karþýlýklý anlaþma ile de olsa belirli sürenin geçmesi ile düþer. Yerine

baþka bir þey de ikame edilemez. Yine karýsýna yaklaþmamada direnmesi veya karýlarý arasýnda

geceleyin taksim yapmamasý halinde üzerine düþen vacip sakýt olmakta ve bunlarý telafi edecek

baþka bir þey de onun yerine ikame edilememektedir.

«Vehbaniye´de bu üç nokta üzerine bir dördüncüsü eklenmiþtir ilh...» O da hapishaneden

kaçmasýdýr. Hapishaneden kaçan kiþiye hakim münasip gördüðü taktirde belirli bir kýrbaç cezasý

uygulayabilir.

«Sabit olan bir hakký ödememekte direnen kiþi ilh...» Eðer zimmetinde sabit olan borcu

ödememekte direnecek olursa bir rivayete göre, hapishanede onun üzerine kapý kapanýr, hatta kapý


sývanýr. Kendisine hava alacaðý, ekmek ve su alacaðý bir delik býrakýlýr. Diðer bir rivayete göre bu

konuda ceza taktiri kadýya aittir. Dilediði cezayý verir. Bezzaziye´den naklen bununla ilgili hüküm

ilerde zikredilecektir.

«Boynuna tasma takýlma ilh...» Bu da demirden, insanýn kaçmamasý için hapishanede boynuna

takýlan bir demir tasmadýr. Bunun takýlmasý yasaktýr. Ancak ayaklara vurulan zincire gelince -ki

onun adý da kayýttýr- kaçma tehlikesi olan kiþiyi ayaðýndan baðlama ve ayaðýna kayýt vurma yukarda

da belirtildiði gibi caiz görülmektedir.

«Elbiseleri soyulmaz ilh...» Hapishaneye düþen kiþilerin üzerindeki elbiseleri çýkartýlamaz. Zira bu

davranýþ uygun bir davranýþ olmamaktadýr.

«Ebu Hanife´den, Ebu Yusuf´tan bir rivayete göre ilh...» Nehir´de nakledilen bir ifadeye göre hapiste

olan bir kiþi ücretle çalýþtýrýlmaz. Ancak Ebu Yusuf´tan diðer bir rivayete göre çalýþtýrýlabilir.

«Kadýnýn olmadýðý bir beldede ilh...» Yani olacaklý olan kiþi o kimseyi gece gündüz takip edebilir.

Bu da kadýnýn olmadýðý bir þehir veya mýntýkada olacak olursa. Mesela kadý ölmüþ olabilir veya

azledilmiþ olabilir. Menah.

«Alacaklý olan onu takip eder ilh...» Onu kazançtan, çalýþmadan men etmez, evine girmesine mani

olmaz. Çünkü bu konularda alacaklýnýn borçlu üzerinde bir velayet hakký yoktur. Kadýnýn durumu

ise bunun hilafýnadýr. Çünkü kadýnýn onu çalýþmadan men etme ve hapsetme ve diðer bazý zecri

tedbirler almasý caizdir. Çünkü kadýnýn onun üzerinde ve diðerleri üzerinde velayet hakký vardýr.

Menih.

«Kýnye´de ise ilh...» Kýnye´nin ibaresi aynen þöyledir: «Bir kimse kýzýnda bir hakký olduðunu iddia

edip ondan bir hak talep etse ve alacaðý olduðunu söylese ve kýzý da vermemekte dirense, bölgenin

hakimi de kýzýn hapsedilmesini emretse, baba da kýzýnýn o hapishaneden baþka bir hapishaneye

nakledilmesini istese ve buna gerekçe olarak hapishanenin kýzýnýn namusu bakýmýndan emin

olmadýðýný ileri sürse, hakimin bu talebe icabet etmesi gerekir.» Müddaaleyh ile birlikte her

müddainin durumu da buna benzemektedir. Onun yakýn bölgede olmasýnýn kendisinin zararýna

olduðunu iddia eden kiþi, hapsedilen kiþinin baþka bir hapishaneye naklini isteyebilir.

«Musannýfýn verdiði fetvaya göre ilh...» Menih´te zikrettiði ifade Kariü´l-Hidaye diye tanýdýðýmýz

meþru fakih´in ibaresini nakildir. Bu nakli yaptýktan sonra þöyle devam etmektedir: «Bu görüþle

naklettiklerimiz arasýnda bir fark olmasa gerektir. Çünkü hak sahibi bir istek belirtmediði taktirde,

nerede hapsedileceði hakký hakime aittir. Ama hak sahibi belirli bir yerde hapsedilmesini istediði

zaman burada itibar onun talebinedir.»

«Dava açan kiþi için hak sabit olduðu taktirde ilh...» Yani kadý nezdinde dava açan kiþinin davasýný

beyyine ile isbat edip hak sahibi olduðu sabit olacak olursa. Bunun hükmü Hidaye´de ve diðer

kitaplarda olduðu gibi, karþý taraf sabit olan bu hakký ödemekten imtina eder ve ödememekte

direnecek olursa, kadýnýn o direneni hapsetmesidir. Bu ifadenin zahirinden anlaþýlan, hakem tayin

edilen kiþinin (hak sabit olsa ve alacaklý hapsini istese de) hapsetmeye yetkisi yoktur. Bahýr´da,

«Ben bu hükme rastlamadým,» denmektedir. Yalnýz Eþbah þarihi Hamevi, Sadru Þeria´dan naklettiði

bir ifade de, «Hakem olan kiþinin de hapsetme yetkisi vardýr.» demektedir.

«Velevki hakký bir danikte olsa ilh...» Hakim´in Kafi isimli eserinde, «Alacaklý olan kiþi, alacaðýný

mahkemede isbat edip karþý taraf ödememekte direnir ve onun hapsini isteyecek olursa, borç bir

dirhem olsun veya bir dirhemden az olsun hakimin isteðe binaen hapsetme yetkisi vardýr.»

denmektedir. Benzeri bir ifade de Fethü´l-Kadir´de yer almaktadýr. Fethü´l-Kadir´de buna gerekçe

olarak þu ifadeler eklenmektedir: «Hakkýn mahkemece sabit görülmesine raðmen karþý tarafýn

ödememede direnmesi zulümdür, yani karþý tarafa zulmetmiþ olur dolayýsýyla hapsine karar talebe

binaen hakimin hakký ve yetkisinde olmuþ olur.»

«Beyyine ile sabit olursa ilh...» Yani bir kimse baþka biri aleyhinde hak davasý açýp olacaðý

olduðunu söylese, karþý tarafýn inkar etmesine karþýlýk beyyine ile alacaðý olduðunu isbat etse veya

beyyine getiremeyip karþý tarafa yemin teklifi yapsa, o tarafta yeminden imtina etse hakim onu

hapsedebilir. Galanisi´den naklen Bahýr´da böyle ifade edilmektedir. Yalnýz borçlu olan kiþinin fakir

olduðunu iddia etmesi, borcu ödeyecek durumu olmadýðýný söylemesi halinde durum da bunu

gösteriyor ise, hakim hemen hapsine karar vermez. Tahtavi. Hapis cezasý hakimin isteðine binaen

deðil, haklýnýn isteðine binaendir. Ýmam Kadýhan, dava açanýn talebine binaen hapsedilmesi gerekli

bir kayýttýr bu olmadan hakim kendi isteðine binaen hapsedemez, demektedir.

«Eðer alacaklýnýn hakký karþý tarafýn ikrarý ile mahkemede sabit olmuþ ise hepsi talep edilse dahi

hemen hapsedilmez ilh...» Çünkü hapis cezasý üzerine düþen borcu ödememede direnmesi ve onu


atlatmanýn bir cezasý olarak verilmektedir. Burada ise bu durum ilk anda belirmiþ olmamaktadýr.

Kendisine bir mühlet tanýnacaðý ümidi ile mahkemeye gelmiþ, beraberinde ödeyecek miktarý

getirmemiþ olabilir. Ondan sonra imkaný varken ödememede, direnir. ödemeden imtina eder. karþý

taraf da hakkýný isteyecek olursa, haksýzlýðý ortaya çýkmýþ olduðundan hakim hapsine karar

verebilir.

«Ýkrarla sabit olan hakta ilk olarak hakim ödemesini emreder ilh...»Bu ifadenin þununla

kayýtlanmasý gerekir: «Borç mahkemede ikrarla sabit olup hakimin borçlunun elinden bir þey alýp

direk alacaklýya vermesi mümkün olmadýðý taktirde kýsa zamanda ödemesini emreder.» Mesela

baþkasýnýn elinde olan bir malýn kendisine ait olduðunu iddia etse veya ona ait nezdinde bir

emaneti olduðunu söylese ve o emanetin de elinde olduðunu veya onun zimmetinde bir alacaðý

olduðunu iddia etse ve bunu da mahkeme nezdinde beyyine ile isbat edecek olursa, kadý

alacaklýnýn cinsinden aleyhinde dava açtýðý kiþinin elinde bir þey bulduðu taktirde hemen onu

ondan alýr, alacaklýya öder ve alacaklýya öderken de onun iznini istemez. Hatta bu konuda, alacaklý

olan kiþinin kendi alacaðý cinsinden borçlunun elinde bir þey gördüðü taktirde mahkemeye

müracaat etmeden alabileceðini de söylemiþlerdir. Borçlu neden alýndýðýný bilmese de durum

aynýdýr. Alacaklý direk alabildiðine göre, kadýnýn yetkisinin daha geniþ olmasý hasebiyle onun

elinden alýp alacaklýya verebilir. Nehir. Hamevi de bu görüþü benimsemiþ ve ayný istikamette fetva

vermiþtir. Tahtavi.

Ben derim ki: «Onun izni olmaksýzýn hemen hakim onun elinden alýr, öder» sözünde biraz tereddüt

etmek gerekir. Çünkü hakimin borçlu olan kýþýnýn malýný hemen alýp karþý tarafa vermesi ve onun

borcunu ödemesi gerekmez. Ancak borçlu olan kiþi vermemede direnecek olursa hakim müdahale

eder, elinden alýr alacaklýya verir. Bu ifadenin, «Eðer borcu ödemede gecikir, vermemede direnirse

hapseder» ifadesiyle birlikte zikredilmesi uygun olur idi. Yani, «Karþý taraf borcu ödemez ve

hakimin borcu alýp kendisini ibra etme ve alacaklýya verme imkaný olmayacak olursa o zaman tek

çare hakimin onu hapsetmesidir» þeklinde olmasý daha uygundur.

«Borçlu olan kiþi borcunu ödememede direnirse hakim talebe binaen onu hapseder ilh...» Bu

durumda borçlu olan kiþi, «Borcunu ödemek üzere bana üç gün mühlet ver.» dese, hakimin böyle

bir mühlet vermesi gerekir. Bu ifadesi ile yani mühlet talep etmesi ile borcu ödemekten imtina

etmiþ sayýlmaz. Dolayýsýyla hapis cezasýný da hak etmiþ olmaz. Hidaye þerhinden naklen Vehbaniye

þerhinde böyle iade edilmektedir. Benzeri bir ifade musannýfýn þu sözünde de bulunmaktadýr:

«Mühlet istemesinin sebebi elinde nakit parasýnýn olmamasý ve bazý mallarýný satýp borcunu

ödemek istemesi ise hakim ona üç günlük bir müddet tanýr.

«Serahsi ifadeyi aksi þekilde yorumlamýþ ilh...» Yani Serahsi´ye göre hak, beyyine ile sabit olacak

olursa hakim hemen onu hapsetmez. Çünkü borçlu olan kiþi «Efendim bende olacaðý olduðunu

sanmýyordum, bir borcu olduðunu, bir alacaðý olduðunu bilmiyordum.» þeklinde mazeret ileri

sürebilir.

Ýkrar ile borç sabit olacak olursa, o zaman durum bunun hilafýnadýr. Çünkü ikrar ettiði zaman daha

önceden borçlu olduðunu biliyor ve bunu mahkemede ikrar ediyor. Borcunu ödememiþ, karþý

tarafýn þikayet etmesine kadar durumu uzatmýþ olduðundan hakim ikrardan sonra hapseder. Ama

beyyine ile sabit olmasýndan sonra hapsetmez.

«Kenz´de her ikisinin de eþit olduðu söylenmiþtir ilh...» Kenz´de þöyle demiþtir: «Mahkemede dava

açan lehine hak sabit olsa, evvelemirde hakim borcu sabit olan kiþiye ödemesini emreder. Eðer

ödememede direnir veya ödemeyeceðini söylerse hapseder.»

Bu konuda Dürer´in metni daha da açýktýr ki o da þöyledir: «Hasým zimmetinde dava açan kiþinin

borcu ve hakký gerek ikrarý ile gerek beyyine ile sabit olsun, her iki halde de hakim zimmetinde

sabit olan bu borcu biran evvel ödemesini emir eder.»

Hakim´in Kafi isimli eserinde ise, «Hakim borçluyu ilk mahkemeye geldiði zaman hak ne suretle

sabit olursa olsun hapsetmez. Ancak ona, git ve alacaklýnýn hakkýný öde ve onu razý et der. Karþý

taraf mahkemeden çýktýktan sonra ödememede direnir, davacý borçluyu alýpta hakimin huzuruna

ikinci defa getirecek olursa, o zaman borcu ödememede direndiði için hapseder.» denmektedir.

«Zeylai Kenz´in ifadesini benimsemiþtir ilh...» Þerhinde þöyle demiþtir: «En uygunu Kenz´de

zikredilendir. Borçlu olan kiþinin gerek ikrarla ve gerek beyyine ile borçlu olduðu sabit olduðu

taktirde ödemekle emrolunur. Çünkü bu emre binaen ödeme ihtimali vardýr. Bu ihtimal kaim olduðu

müddetçe hemen hapsine karar vermez. »

«Bahýr´da, «Takip edilecek yol bize göre de budur.» denmekte ilh...» Bu ifadesini kaza ile ilgili


bölümü açýklarken sarih bir þekilde ifade etmekte ve þöyle demektedir: «ikrar yoluyla veya beyyine

yoluyla borcun mahkemede sabit olmasý eþit durumdadýr. » sözü bir rivayettir.

Ben derim ki: Yukarda Hakimin Kafi isimli eserinden nakledilenleri gördün. O eser Hanefi

mezhebinde Zahiru´r Rivaye dediðimiz en kuvvetli kavilleri cem eden, ihtiva eden bir kitaptýr. Onun

ve Kafi´nin ibaresinden de anlaþýldýðýna göre, orda da iki durum eþittir. Durum böyle olunca da

Kafi´deki ifadeyi Hidaye´deki ifadeye irca ederek tefsir etmek gerekir. Bu durumda da mezhebde

muteber olan budur görüþüne de ters bir ifade nakledilmiþ olmaz.

«Böylece iki görüþ arasý da telif edilmiþ olur ilh...» Bu telifin nasýl olduðu bana pek açýk

gelmemektedir. Zira Minyetil Müfti´den nakledilen ifade, «Beyyine ile sabit olduðu taktirde hemen

hapsedilir, ikrar ile sabit olduðu taktirde ikinci ve üçüncü defalarda hapsedilir. Böylece de iki görüþ

arasýnda telif saðlanmýþ olur.» þeklindedir. Halbuki ben bu ifadeyi Minyetil Müfti´de bulamadým.

Oradaki ifade aynen þöyledir: «Hakimin huzuruna ilk geldiði an hak sabit olacak olursa, ödemesi

istikametinde emreder. Ödemediði taktirde alacaklý olan borçluyu tekrar mahkemeye çaðýracak

olursa o zaman hapseder. Bu da yukarda Kafi´den naklettiðimiz ifadenin ta kendisidir. Bazý fukaha

benim yaptýðým bu tenbihi aynen zikretmektedir.

Ynt: Kaza By: neslinur Date: 09 Þubat 2010, 15:34:14
METÝN

Borçlu olan kiþi, mal bedeli olarak borçlandýðý veya akid ile iltizam ettiði borçlardan dolayý

hapsedilir. Dürer. Mecma. Mülteka. Mesela satýn olduðu malýn bedelini ödememesi, kiraladýðý bir

yerin ücretini ödememesi, zimmiye karþý da olsa aldýðý borcu ödememesi, karýsýna karþý peþin

ödemeyi taahhüt ettiði mehri ödememesi, kefalet sebebi ile gereken borcu ödememesi, velevki

derak yoluyla kefalet de olsa kefilin kefili ve daha aþaðý derecede kefiller zinciri uzadýðý taktirde

ödemeyi iltizam edipte ödemeyen kefiller hapsedilirler. Çünkü kefalet sebebi ile bir akde girmiþ,

borcu ödemeyi üstlenmiþtir. Nehir´de de durum aynýdýr.

Her ne kadar bir mal karþýlýðý olmasa da akid gereði ödemeyi üstlenmesi, aynen kefalette olduðu

gibidir Muteber olan görüþ de budu. Kadýhanýn fetvasý ise bunun hilafýnadýr. Zira yukardaki mal

bedeli olarak ödemeyi üstlendiði veya akit sonucu iltizam ettiði borçlardan dolayý hapsedilir ifadesi

metinlerde zikredilen ifadelerdir. Metindeki ifade þerhteki ifadeye, þerhteki ifade fetva kitaplarýndaki

ifadeye taktim edilir. Bahýr. Ýhtiyarda hulu bedelinin bu kabilden zikredilmesi hatadýr. Dikkat

edilmelidir. Galanisi´nin eklediðine göre teslim etmesi gereken, herhangi bir muayyen maldan

dolayý da hapsedilir. Mesela gasbedilen bir malýn elde olmasý ve onun iadesi emredilmesine

raðmen iade etmediði taktirde hapsedilir. Bunlarýn dýþýnda herhangi bir konuda borçlu olan kiþi

hapsedilmez. O da dokuz meselededir. Hulu bedeli ve gasbedilmiþ olan malýn bedeli, telef edilen

malýn bedeli, taammüden adam öldürme konusunda belirli bir miktarda anlaþmalarý halinde

anlaþýlan miktarýn ödenmemesi ve ortaklardan birinin köledeki hissesini azad edip karþý tarafýn ona

ödetmeyi istemesi, cinayetlerde herhangi bir bedelin ödenmesi, yakýn akraba ve karýsýnýn

nafakasýný ödememesi ve birde karýsýna karþý olan ertelenmiþ mehir borcundan dolayý hapsedilmez.

Ben derim ki: Bu ifadenin zahirinden anlaþýlan, hatta onu boþadýktan sonra da olsa böyledir.

Bezzaziye´nin nafaka bölümünde kocanýn mali imkanlarý olduðuna dair gelen haber onun ödeme

imkanýnýn olduðunu gösterir.

Diðer borçlarda ise durum bunun hilafýnadýr. Ancak Ýbni Nüceym´in verdiði fetvaya göre, zenginliði

mahkemede sabit olmadýðý taktirde yemini ile söz hakký erkeðe aittir. Her iki taraf ihtilaf etseler,

borçlu mal bedeli deðildir dese, alacaklý da sattýðým bir malýn bedeli olarak alacaklýyým dese,

alacaklý beyyine ile isbat etmediði taktirde söz hakký borçlunundur. Tarsusi. Nehir´de bu ifade

aynen benimsenmiþtir.

ÝZAH

«Borçlu hapsedilir ilh...» Yukarda da belirtildiði gibi alacaklý olan kiþi mahkemeye müracaat ederek

bir kimsede alacaðý olduðunu iddia etse ve bunu beyyine ile isbat etse, hakim borçluya borcunu

hemen ödemesini emreder. Borçlu imtina edecek olur alacaklý olan ve davayý açan kiþi zengin

olduðunu söyleyerek hapsini isterse, hakim bu isteðe binaen o borçluyu hapseder. Eðer bu borç,

satmýþ olduðu bir malýn bedeli olarak sabit olmuþ olsa ve metinde eklenen diðer dört husustan biri

ise borçlu bu durumda fakir olduðunu, o anda ödeyemeyeceðini iddia ile mahkemeye çýksa tasdik

edilmez. Çünkü bir malý satýn almaya yönelmesi, bir akdi iltizam etmesi, borcu üstlenmesi onun

fakir olmadýðýnýn delilidir. Dolayýsýyla alacaklýnýn isteðine binaen hapsedilir.

Ama gerçekten borçlu olan kiþinin fakir olduðu her halinden belli ise o zaman karþý taraf istese de

mahkeme hapsine karar vermez. Nitekim ilerde beyan edilecektir. Ama alacak yukarda saydýðýmýz


dört husustan baþka bir yol ile sabit olmuþ ise ve borçlu olan kiþi de fakir olduðunu ileri sürecek

olursa, yemim ile birlikte söz hakký fakir olduðunu iddia edenindir. Hakim karþý tarafýn isteðine

dayanarak bu borçluyu hapse mahkum edemez.

TENBÝH:
Borçlu kelimesi burada mutlak bir ifade ile zikredildiðine göre mükatep, ticarete izin

verilmiþ köle ve ticaretten men edilmiþ küçük çocuklara da þamildir. Onlar da hapsedilirler. Yalnýz

telef ettiði bir mal karþýlýðý borçlanan çocuk hapsedilmez. Ödememede direnildiði taktirde bu

durumda hapsedilecek onun babasý veya vasisidir. Vasi veya babasý olmadýðý taktirde hakim bir

kimseye o çocuða ait bir malý borcuna karþýlýk satmayý emreder. Bahýr ve Bezzaziye´de bu þekilde

anlatýlmaktadýr.

Ben derim ki: Babasýnýn veya vasisinin telef ettiði bir mala karþýlýk borçlanmasý halinde

hapsedilmeleri, çocuðun malý olduðu taktirde babanýn veya vasinin satýp ödememeleri halinde

mümkün olur. Ama çocuðun malý yok ise, velinin veya vasinin hapsedilmesi ibarenin sonundan da

anlaþýldýðý gibi uygun düþmez ve hapsedilmezler. Fakir olduðunu iddia etmesi halinde söz hakký da

ona aittir. Çünkü helak edilen veya telef edilen bir mal karþýlýðý sabit olan borç, fakir olduðu iddia

edilen kiþi için hapsi gerektirmez. Nitekim ilerde bu husus gelecek, hatta bu konuda nazmen

hapsedilmeyen kiþiler sayýlýrken bu da sayýlacaktýr.

«Mal bedeli olarak sabit olan her borçta ilh...» Buna örnek olarak satýlan malýn bedeli, borç olarak

alýnan karzýn bedeli verilebilir. Musannýfýn akit ile iltizam ettiði borçlar -ki mehir kefalet bunlardan

biridir- sözü, genel ifadenin özel bir ifade üzerine atfedilmesi kabilindendir. Onunla iktifa etseydi

bazý kitaplarda olduðu gibi daha önceden zikrettiði her mal bedeli, borç ifadesinden istisna

edilemezdi. Hatta bu konuda Galanisi´den naklen Bahýr´da þu ek ifadeye de yer verilmektedir:

«Teslimine muktedir olup vermediði her malda hapsedilir.» Bu ifade þarihin ifadeleri arasýnda da

yer alacaktýr. Ayrýca þarihin Dürer´de Mecma´a ve Mülteka´ya nisbet ettiði bu ibareler aslýnda

Kuduri´nin ifadesidir.

Kenz sahibi Ýmam Nesefi o ifadeden vazgeçerek, «Satýlan mal bedelinde, borçta ve önden

ödenilmesi üstlenilen mehirde» þeklinde ifade etmekte ve «Kefalet yoluyla iltizam ettiði de bu

kabildendir.» demektedir. Musannýf da onun bu sözüne uyarak iki sebebten dolayý ayný görüþü

paylaþmaktadýr.

Bu iki sebeb Nehir´de beyan edilmekte ve þöyle denmektedir: «Birincisi, mal bedeli olan ifadesi

zýmninde gasbedilen malýn helak olmasý halinde bedelinin ödenmesi, telef edilen mallarýn

ödenmesi halinde ödeyeceði bedelde bunun zýmninde bulunmaktadýr. Ýkincisi, akit gereði iltizam

ettiði ifadesinin zýmninde amden adam öldürmede kýsas gerekirken öldürülen kiþilerin yakýnlarýnýn

belirli bir bedelde sulfi olmalarý veya kadýnýn kocasýna boþama karþýlýðý ödemeyi üstlendiði mal

bunlarýn zýmninde müteala edilmektedir. Halbuki bu yerlerde imtina ettiði taktirde hapse mahkum

edilmemekte, tabiki fakir olduðunu iddia ederek ödeyemeyeceðini, o anda ödeme imkanýnýn

olmadýðýný söylemesi halinde iddiasý geçerlidir. Hapse mahkum edilmezler.»

Þarih bu ifadeden sonra þöyle demektedir: «Bunlar da hapsedilmediklerine göre bu ifadenin

zikredilmemesi gerekirdi.»

Ancak Nehir´de söyledikleri müsellem deðildir. Birincisi, malýn ,bedeli olarak zikredilen

meselelerde, onun karþýlýðýnýn. borçlunun elinde mevcut olma ihtimali vardýr. Nitekim ilerde

geleceði gibi bu da onun ödemeye muktedir olduðunun bir delilidir. Ancak gasbettikten sonra

istihlak ettiði, telef ettiði malýn bedeli zimmetine intikal etmiþtir. Dolayýsýyla elinde olma ihtimali

galip olmadýðýndan bunun hilafýnadýr. Ýkinci meselede ise sulhte ve hulu meselesinde hapsedilir.

Nitekim ilerde gerekçelerini göreceðiz. Durum böyle olunca uygun olan Zeylai´ye uyarak þarihin

yaptýðý ve söylediklerinin uygun kabul edilmesýdir. Bu da metinde zikredilen dört hususun ihtirazi

bir kayýt olmadýðýdýr. Ancak þarih bunlarý daha sonra zikrettikleriyle nakzetmiþ durumdadýr.

«Satýlan malýn bedeli buna örnektir ilh...» Burada müellifin semen diye bahsettiði bedel, müþterinin

zimmetinde olandýr. Ancak aralarýndaki akdi ikale oyluyla veya muhayyerlik yoluyla feshetmeleri

halinde, satýcýnýn müþteriye tekrar ödemesi gereken bedel de buna dahildir. Ayrýca selemde ikale

yapýldýktan sonra peþin olarak ödenen ve rasumali selem dediðimiz o bedele de þamildir. Ayrýca

müþteri satýn aldýðý malý kabzetsin veya etmesin zimmetinde sabit olan borca do þamildir. Bahýr.

«Ücret de buna bir örnektir ilh...» Çünkü ücret menfaatin semeni, yani onun bedelidir. Bahýr.

Menfaat her ne kadar mal deðil ise de zaruret gereði icare babýnda kýymet taþýyan ve

deðerlendirilen bir nesne olmuþtur.

«Borç zimmiye de olsa ilh...» Aslýnda, yalnýz borca deðil, satýn aldýðý malýn bedelini zimmiye


ödemesi gerekse veya ondan borç alsa ve borcunu ödemesi gerekse durum yine aynýdýr. Yalnýz

borca inhisar etmemektedir. Bunun için de «zimmi de olsa» ifadesini, «borçlu hapsedilir»

ifadesinden hemen sonra zikretmesi gerekir idi. Bu konuda Bahýr´da «borçlu hapsedilir»

ifadesinde, borçlu kelimesi mutlak ifade edilmekte, hu da zimmiye veya Ýslam ülkesine pasaportla

gelmiþ herhangi bir gayri müslime olan borcuna karþý müslümanýn hapse mahkum edilebileceðini

ifade ettiði gibi, aksini de ifade etmektedir. Yani gayri müslim zimmi veya ülkeye gelmiþ müstemen

de olsa müslümandan aldýðý borcu ödemediði taktirde hapse mahkum edilebilir.

«Peþin ödemeyi üstlendiði mehir ilh...» Evlilikte mehir miktarýnýn bir kýsmý her beldenin örfüne göre

önceden nikah akdi akabinde, zifaftan önce ödenmesi þart koþulur veya þart koþulmasa da örfen

yarýsý, üçte biri, dörtte biri, dörtte üçü gibi örf gereði üstlenilmiþ ise durum aynýdýr. Nehir.

«Kefalet gereði kendisine lazým olan borcun durumu da böyledir ilh...» Þurumbulali´de bu

meseleden aslý olan mesela babasý veya annesinin borcuna kefil olanlar istisna edilmiþtir. Bu

durumda hapsedilmez. Çünkü onunla birlikte esas borçlu olan babanýn da hapsi gerekir. Bununla

ilgili meseleleri kefalet bahsinde zikrettik.

«Velevki kefaleti bidderek yoluyla olsun ilh...» Yine kefalet bahsinde bahsettiðimiz gibi, malý satýn

alacak müþteriye bir kimse gelir, «Sen bu malý satýn al, eðer istihkak yoluyla bu mal senin elinden

alýnacak olursa satýcýya ödediðin parayý ben sana garantilerim» der, kendisi de buna kefil

mesabesinde olacak olursa, buna kefale bidderak adý verilir. Aslýnda bu mutlak kefalet ifadesinden

de anlaþýlabilirdi.

«Velevki bu kefil kefilin kefili de olsa ilh...» Tabiki bu ifadenin zýmnýnda esas borçlu ve ona kefil

olan kiþi de bulunmaktadýr. Bu konuda Bahýr´da þöyle denmektedir: «Müellif kefilin ve asilin

beraber hapsedileceðine iþaret etmiþtir. Kefil hapsedilir, çünkü ödemeyi iltizam etmiþtir. Asýl

hapsedilir çünkü aldýðý mala karþýlýk mal vermeyi üstlenmiþtir. Aynca isteðe binaen kefil olan kiþi,

esas borçlunun hapsini de isteyebilir. Eðer kefalet sebebi ile kendisinin hapsi istenmiþ ise.»

Bezzaziye´de, «Alacaklý olan kiþinin borçluyu, kefilini, kefilinin kefilini ne kadar çok olurlarsa

olsunlar hapsettirebilir. Ve hapsedilmelerini isteyebilir.» denmektedir.

«Çünkü kefil kefalet akdi sebebi ile borcun kendisinden istenmesini üstlenmiþ durumdadýr ilh...»

Yani kefalet akdi sebebi ile kefil olan kiþi, malý esas borçlu ödemediði taktirde ödemeyi

üstlenmiþtir. Onun kefili olan kiþinin durumu da aynýdýr. Müellifin, «Nitekim mehirde olduðu gibi»

sözünden maksat, koca nikah akdi sebebi ile karýsýna karþý mehir ödemeyi üstlenmiþtir. Nasýl ki

nikahta akit gereði üstlenilme caiz ise, kefalette de akit gereði üstlenme caizdir. Bunlarýn her ikisi

de yani kefalet ve mehir borcu her ne kadar, malýn mal ile mübadelesi deðil ise de akit gereði

iltizam edilmiþ borçlardýr. Yukarda zikredilen gerekçe bunlarýn do hapsedileceðine, kocanýn da

kansýna karþýlýk peþin ödemeyi üstlendiði mehri ödememekte direndiði taktirde

hapsedilebileceðine iþarettir. Hatta bu konuda kefil olanlar ve kadýnýn kocasýnýn, fakir olduklarýný

iddia etseler de onlarýn bu iddialarýna iltifat edilmez. Çünkü akit gereði iltizam etmeleri, ödemeye

muktedir olduklarýnýn acýk bir delilidir. Zira akýllý olan bir insan, muktedir olmadýðý þeyi iltizam

etmez. Dolayýsýyla ödemedikleri taktirde hapis cezasý ile tecziye edilebilirler.

«Her ne kadar fakir olduklarýný iddia etseler de ilh...» Çünkü fakir olduðunu iddia ile tenakuza

düþmüþ durumdadýr. Bunun ispatý ise önceden böyle bir iltizamý borcu üstlenmesi imkanýnýn

olduðuna delalet etmekte, daha sonra fakir olduðunu söylemesi ise ilk sözünü nakzetmektedir.

Hapsedilme gerekçesi açýkça ortaya çýkmýþ olduðundan mehir borcu ve kefaletten dolayý üslenilen

borçta da hapsedilebîlir.

Ayrýca bu gerekçe, satýn aldýðý malýn bedelini veya aldýðý borcun karþýlýðýný ödememesi halinde ve

fakir olduðunu iddia etmesi kendi kendini nakzetmiþ olacaðýndan kesinlikle hakim nezdinde fakir

olduðu belirlenmedikçe borcu ödememekte direnmeleri ve bu sebeple alacaklýya zulmetmiþ

olmalarý hapis cezasý ile cezalandýrýlmalarýný gerektirmektedir. Çünkü satýn alýnan malýn bedeli ve

borç bedeli olarak aldýðý malar elinde sabit kabul edilmekte dolayýsýyla zengin olduðuna karar

verilebilmektedir. Fetih´te bu þekilde ifade edilmiþtir. Sonuncu meselede, yani borç meselesinde

kiþinin zengin, ödeyebilecek durumda olmasýnýn kabulü, alýnan borç paranýn hala elinde mevcut

olduðu ihtimalinden kaynaklanmakta ve hüküm buna bina edilmektedir.

«Muteber ve mutemet olan görüþ de budur ilh...» Bu ifadeyle metinde zikrettiði, «Fakir olduðunu

iddia etse de yukarda saydýðýmýz dört meselede hapsedilirler» ifadesine iþaret edilmekte, muteber

olan görüþlerin dört konuda da bu olduðu söylenmektedir. Bu, bu konuda söylenen beþ kavilden

biridir. Ýkincisi ise Haniye´de zikredilendir ki metinde de zikredilmiþtir. Yani mal bedeli olarak


alýnanlarda fakirlik iddiasý kabul edilmez. hapsedilir. Ancak akit gereði iltizam ettiklerinde durum

böyle deðildir. denmektedir.

Üçüncü kavil ise bütün bunlarda yani dördünde de söz hakký fakir olduðun söyleyen borçluya aittir.

Onun sözüne itibar edilir. Nitekim diðer meselelerde itibar edildiði gibi.

Dördüncü görüþ ise bütün meselelerde söz hakký alacaklýya aittir diyen görüþtür. Beþincisi ise,

kiþinin durumu hakemdir. Giyinmesi, kuþanmasý zengin olup olmadýðý hakkýnda verilecek kararda

hakimdir. Ancak ehlibeyte mensup olanlarla fukaha (ilim adamlarý) bundan müstesnadýr. Çünkü

bunlar fakir de olsalar zenginlerin giydiði elbiseyi giymekteler. Zira cemiyet içinde þahsiyetlerini

koruma bunu gerektirir. Enfail Vesail isimli eserde böyle zikredilmektedir.

Muteber kitaplarýn metinlerindeki ifadeler ile fetva kitaplarýndaki ifadeler birbirine ters olduðu

taktirde itibar metindeki kavilleredir

«Kadýhanýn fetvasýnýn hilafýna ilh...» Kadýhan þöyle demiþtir: «Eðer borç, mal bedeli bir borç ise -ki

karz buna örnektir- veya satýn alýnan malýn bedeli gibi, burada söz hakký dava açan hak iddia

edenindir. Fetva da buna göredir. Eðer borç, mal bedeli deðil ise, söz hakký borçlunundur.» Buna

göre mehir ve kefalet borcundan dolayý hapsedilmemesi gerekir. Bu da Bahýr´da söylendiði gibi,

Hidaye sahibinin görüþüne uyarak musannýfýn benimsediði görüþün aksi olmaktadýr. Tarsusi´nin

Enfail Vesail isimli eserinde açýklandýðýna göre fetva ve mezhepteki muteber görüþ. Hidaye´de

nakledilen ifadeye göredir. Mal bedeli olmayýp, akýt gereði iltizam edilen borçlarda fetvanýn hangi

kavil ile olduðu konusunda ulema ihtilaf etmiþlerdir. Bu durumda metinler hangi görüþü iltizam

etmiþlerse o görüþ diðerlerine tercih edilir. Çünkü metindeki ifadelerle fetva kitaplarýndaki ifadeler

birbirine muariz olduðu taktirde itibar metindeki ifadeleredir. Nitekim Enfail Vesail de bunu

benimsemiþtir. Hatta þerhlerde olan ifadeler fetva kitaplarýnda olan görüþlere tercih edilir. Buna

göre eðer açýktan fetva bu kavle göredir diye belirtilmemiþ ise, birinci derecede itibar metne, daha

sonra þerhe, daha sonra da,fetva kitaplarýndaki kavillere göredir.

Ben derim ki: Haniye´deki ifade Mebsut´tan naklen enfail vesaide de dendiði gibi zahirur rivayedir.

«Ýhtiyar´da hulu bedelinin bu borçlar arasýnda zikredilmesi hatadýr ilh...» Yani burada da söz

hakkýnýn yukarda dört meselede olduðu gibi hak iddia eden alacaklýya aittir denmesi haladýr.

Ýhtiyar´ýn ifadesi þöyledir: «Alacaklý olan kiþi borçlunun ödeme imkaný olduðunu (zengin olduðunu)

iddia etse, borçlu da imkanýnýn olmadýðýný söylese, eðer hakim onun imkaný olduðunu biliyorsa,

yahut borç, malýn bedeli olan bir para veya borç olarak verilen bir mal ve bir para ise, yahut kefalet

ve mehir gibi üzerine aldýðý bir borç ise veya karýsýný mal karþýlýðýnda boþamasýndan doðan ve

bunlara benzer þeylerin borcu ise hakim borçluyu hapseder.» Çünkü zahir, aldýklarýnýn elinde

mevcut olmasýdýr. Bilhassa mal bedeli olanlarda. Akitlerde ise akde giriþmesi onun ödemeye

muktedir olduðunun delili olduðundan ödememede direnmesi veya fakir olduðunu iddia etmesi onu

hapis ile tecziyeden kurtaramaz. Þarihin Ýhtiyar´a nisbet ettiði hata ifadesi Tarsusi´nin enfail vesail

isimli eserine tebaandýr. Nehir´de ve Bahýr´da da ayný adý geçen eserdeki duruma uyularak Ýhtiyar

sahibinin onu bu bölümde zikretmesiyle hata ettiði görüþü benimsenmiþ ise de bu durum Ýhtiyar

sahibi için varit olmasa gerektir. Çünkü Tarsusi meseleyi dava açanla aleyhinde dava acýlan

arasýnda fakir olup olmadýðý konusundaki ihtilaflarý meselesini zikretmekten ve fukahadan bazý

nakiller yapmaktadýr. Bunlardan biri de Tahavi´ye ait Ýhtilafýl fukaha adlý kitabýndaki ifadedir. Her

borç aslý mal karþýlýðý vaki olmuþ ise mesela borç olarak alýnan veya satýn alýnan malýn bedeli gibi

borçlar da hapsedilir. Ama aslý mal bedeli olmayan borçlarda mesele mehirde, huluda, amden adam

öldürmeye karþýlýk sulh bedelinde ve benzerlerinde borçlunun zenginliði tesbit edilmedikçe

hapsedilmez.» denilmektedir. Benzeri bir ifade Bahri Muhit´ten ayný eserde nakledilmekte ayrýca

Saðnagi isimli fakihden ve diðerlerinden baþka bir kavil nakledilmekte ve þöyle denmektedir: «Akit

gereði iltizam edilen her borçta söz hakký dava açanýndýr. Akit gereði olmayýpta hükmen ödemesi

lazým gelen borçlarda ise söz hakký borçlunundur.» Bu ifadeye binaen mal bedeli olarak sabit

olanlarla mal bedeli olmadan sabit olanlar arasýnda bir fark olmadýðý söylenebilir. Tarsusi daha

sonra devamla, «Ýhtiyar sahibi hata etmiþtir. Çünkü hulu bedelini borç alýnan para ve satýn alýnan

mal bedel gibi kabul etmiþtir. Çünkü bu ikisinde söz hakký alacaklýya aittir. Onun hulu bedelim de

bu kabilden zikretmesi. Tahavi´den naklettiðimiz ifadeye ters düþmektedir. Çünkü hulu bedeli mal

karþýlýðý bir borç olarak sabit olmamaktadýr. Netice ve özet bundan ibarettir.

Halbuki biraz dikkatle okuyacak olursan bu sözün pek deðeri olmadýðýný anlamada güçlük

çekmezsin. Çünkü Ýhtilafü´l-Fukuha isimli eserden ve Bahri Muhit´in metninden nakledilen ifadeler

Gadýhan´dan nakledilen ifadenin ta kendisidir. Saðnakinden nakledilen ve buna tabi diðer

fukuhadan nakledilenler ise Kuduride zikredilendir ki þarih onlarý Dürer, Mecma Mülteka isimli


eserlerden nakletmiþtir. Aslýnda bunlardaki ifadeler Kuduri´nin ifadesidir.

Birinci görüþ, mal bedeli olarak sabit olan borçlarda borçlu olan kiþinin elinde olan mal olmasý

nedeniyle söz hakkýnýn alacaklýya ait olmasýdýr. Bu akit sebebi ile iltizam edilen mehirde ve

kefalette olduðu gibi burada onun sözü muteber deðildir. Çünkü mehir, hulu bedeli, amden adam

öldürmedeki sulh bedeli her ne kadar akitle de olsalar mal bedeli olmamaktadýrlar. Dolayýsýyla söz

hakkýnýn burada alacaklýya deðil borçluya ait olmasý gerekir. Binaenaleyh bu borçtan dolayý da

hapsedilmemesi lazým gelir.

ikinci görüþ, borcun akit sebebi ile iltizam edilmesine itibar edilmiþtir. Ýsterse mal bedeli olan borç

olsun, islerse akit yoluyla iltizam edilen mal olmasý hasebiyle söz hakkýnýn alacaklý ve davacýya ait

olmasý gerekir. Hulu bedelinde borçlunun hapsedilmeyeceðini açýkça ifade edenler birinci görüþü

benimseyen ve o kavli iltizam edenlerdir ki onlar mehir gibi addetmiþlerdir. Çünkü mehir ve hulu

bedeli ikisi de mal bedeli olarak iltizam edilmeyen borçlardandýr.

Buna göre ihtiyar sahibinin ikinci görüþü benimseyenlerden olduðu anlaþýlmaktadýr. Çünkü o akdi

esas almýþ, onu itibar etmiþtir. Mehirde, kefalette, huluda söz hakkýnýn alacaklý ve dava açana ait

olduðunu söylemiþtir. Bunun gereði de sulhta, yani amden adam öldürmede sulh olduklarý taktirde

sulh bedeli olan borçta do durumun ayný olmasý gerekir. Çünkü o da bir akit sonucu iltizam edilmiþ

borç olmaktadýr. Durum böyle olunca Tarsusi´nin Ýhtiyar sahibine yapmýþ olduðu itiraz birinci

görüþün benimsenmesinden kaynaklanmakta, dolayýsýyla muteber sayýlmamaktadýr. Çünkü Ýhtiyar

sahibi birinci görüþü benimseyen alimlerin arasýnda deðil ki ona onlarýn görüþleriyle bir itiraz

edilsin ve hata etmiþ densin. Çünkü o, diðer metin sahiplerinde olduðu gibi ikinci görüþü

benimseyenlerdendir. Metin kitaplarýndaki ifadeye ek olarak sarih bir ifade ile huluu da akit ile

iltizam edilen borçlar zýmninde zikretmiþtir. Dürer´de de buna tabi olunmuþtur.

Ynt: Kaza By: neslinur Date: 09 Þubat 2010, 15:40:28
HAKEM BABI

METÝN


Lügatta tahkim, kendisine ait hükmü baþkasýna devretmek, ona vermektir. Örfte, iki hasmýn,

aralarýnda hüküm vermesi için birini hakem tayin etmeleri demektir. Bunun rüknü, hakem tayin

etmeye delalet eden ifade ve diðer tarafýn bunu kabulüdür. Þartý ise hakem tayin edenin âkil

olmasýdýr. Hür ve müslüman olmasý þart deðildir. Dolayýsýyla zimminin zimmi hakem tayin etmesi

sahihtir.

Hakem tayin edilen acýsýndan þartý ise, yukarda da belirtildiði gibi hüküm vermeye yetkili birinin

olmasýdýr. Ayrýca hüküm vermeye ehliyeti bulunan bir kiþi olmasý da þarttýr. Bu ehliyetin hem

hakem tayin edilmesi esnasýnda hem de hüküm vermesi esnasýnda bulunmasý þarttýr. Dolayýsýyla

bir köleyi hakem tayin etseler, daha sonra azad olsa veya çocuðu hakem tayin etseler, daha sonra

balið olsa, zimmiyi müslümanlar hakem tayin etseler, daha sonra müslüman olacak olsa ve bunlar

hüküm verse, verdikleri hüküm geçerli olmaz. Nitekim hükümet tarafýndan tayin edilen Kadý ve

hakimlerde de durum aynýdýr. Þahitlik konusu bunun hilafýnadýr.

Ayrýca yukarda beyan ettiðimiz gibi köle hakim olarak tayin edilse henüz hüküm vermeden önce

hürriyetine kavuþsa ve hüküm verse hükmü sahihtir denmiþti. Bunu da Sadi Efendi Mübtega isimli

eserden nakletmiþti.

Belirli bir kimseyi hakem tayin etmeleri halinde o hakemin beyyineye dayanarak, ikrara dayanarak

veya yeminden nükul etmeye dayanarak hüküm vermesi ve her ikisinin de bu hükmü kabul etmeleri

halinde, verilen hüküm sahihtir. Ancak bunun had, kýsas, akileye diyet konusunda olmamasý þarttýr.

Hakem olarak tayin edilen kiþinin belli bir kiþi olmasý þartýndan þu meselede anlaþýlmaktadýr:

«Mescide ilk giren kiþiyi hakem tayin ettik.» deseler, meçhul olmasý dolayýsýyla icmaen sahih

deðildir. Bu konuda esas, hakem tayin edilen kiþinin verdiði hükmün sulh mesabesinde

oluþudur.Biraz önce saydýðýmýz had, kýsas ve akileye diyet konusunda sulh sahih olmadýðýndan

hakem tayin edilmesi de sahih olmamaktadýr. Hakem tav edilen kiþi henüz hüküm vermeden hakem

tayin edenlerden birisi tarafýndan onun hakemliði red edilebilir. Nitekim mudarebe, þirket ve

vekalette tek taraflý fesih yetkisi olduðu gibi.

Ama hakem tayin edilen kiþi onlarýn istek ve rýzalarýna binaen hükmünü verecek olursa, bu hükmü

uygulamak her iki tarafa vaciptir. Daha sonra azletmeleri veya görevinin sona ermesi ile bu hükmü

iptale yet kili deðillerdir. Çünkü hüküm verilirken, þeri bir velayete dayanarak verilmiþtir. Onun için

de bozulmasý caiz deðildir. Ancak bu hüküm onun ikisinden baþkasýna sirayet etmez. Yani onun

ikisini aþmaz.

Ancak þu mesele istisna edilmiþtir: Ortaklardan biri diðer bir kimse ile alacak konusunda hakem

tayin etseler, aralarýnda hüküm veren bu hakemin hükmü diðer ortak için hüküm meclisinde

bulunmasa da geçerlidir. Çünkü onun verdiði hüküm sulh mesabesindedir. Bahýr.

Baþkasýna sirayet etmediðinin diðer bir örneði de, satýn alýnan malýn kusurlu olup olmadýðý

konusunda, birini hakem tayin etseler, o da iade edilmesi konusunda karar verse, satan kiþi malý

aldýktan sonra, onu kendisine satana iade edemez. Çünkü hakemin hükmü onu

ilgilendirmemektedir. Ancak burada birinci ve ikinci satýcýnýn ve müþterinin rýzalarý olmasý halinde,

onun da caiz olacaðý belirtilmiþtir.

Yukarda üç mesele yani had, kýsas ve akile üzerine diyet istisna edildiðine göre, bunlarýn dýþýnda

bütün ictihat edilen meselelerde hakem tayin etmenin sahih olduðu anlaþýlmaktadýr. Mesela, Kinaye

lafýzlarýyla yapýlan talakýn ric´i talak olmasý þeklinde vereceði hüküm, mülke izafe edilerek yapýlan

yeminin muteber sayýlmayacaðý istikametindeki hüküm ve benzerleri buna bir örnektir. Ancak bu

husus bilinen ve söylenmemesi gereken hususlardandýr. Hidaye´nin zahiri ifadesinden anlaþýlan da

helal olmaz þeklinde cevap vermesidir.

Hakemliði devam ettiði müddetçe hasýmlardan birinin ikrarý hakkýnda mahkemeye vereceði haber

sahih olduðu gibi, velayetinin devam ettiði süre içinde þahitlerin adaletli olduðu konusunda

vereceði haber de geçerlidir. Ancak verdiði hüküm konusunda mahkemeye vereceði haber

velayetinin sona ermesinden dolayý sahih deðildir.

Annesi, babasý, çocuklarý ve karýsý için hakem olarak lehte hüküm vermesi sahih deðildir. Aynen

Kadý´da olan durum burada da varittir. Ancak «Kadý´nýn ve hakemin yakýnlarý aleyhinde hüküm

vermeleri sahihtir. Lehte þahitliklerinin kabul edilmeyip aleyhte þahitliklerinin kabul edildiði gibi,

lehteki hükmü kabul edilmez. aleyhteki hükmü kabul edilir.


iki kiþiyi hakem tayin etseler, hakemlerin belirli bir noktada ittifakla hüküm vermeleri þarttýr.

Hakemin vermiþ olduðu hüküm hakime iletildiðinde görüþ ve mezhebine uygun olduðu taktirde

yürürlüðe koyar. Aksi halde onu iptal eder. Çünkü hakemin verdiði hüküm, ortada bulunan ihtilaflý

mesele hakkýndaki ihtilafý kaldýrmamaktadýr. Yine hakem tayin edilen kiþinin yetkiyi baþkasýna

devretmesi, bir baþkasýný hakem tayin etmesi de sahih deðildir. Vakýf konusunda hakemin vermiþ

olduðu karar, vakfýn lazým olup olmayacaðý konusundaki ihtilafý da ortadan kaldýrmamaktadýr.

Sahih olan görüþte budur. Haniye.

Eðer hakemin vakfýn kesin olduðu konusunda verdiði hüküm, bir hakime iletilir, o da mezhebine

muvafýk bulur, þartlarý tam olursa bu konuda hükmünü verir. Ama bu hakemin hükmünün infazý

demek deðildir. Çünkü bu konuda hakemin hükmü muteber deðildir. Netice olarak hakem, bazý

meseleler müstesna, hakim gibidir. Bahýr isimli eserde müstesna olan meseleler on yediye iblað

edilmiþtir. Onlardan biri, irtidad edip dinden döndüðü zaman otomatik azledilmiþ olur. Tekrar

müslüman olduðu taktirde, yeniden hakem olarak tayinine ihtiyaç vardýr. Kadý´da ise durum böyle

deðildir. Yine farklý meselelerden biri de, onun reddettiði, kabul etmediði, töhmet belirterek kabule

þayan görmediði þahitliði, baþkasý kabul edebilir. Ama hakimde durum böyle deðildir. Her ne kadar

bu konuda açýk bir ifade görmemiþ ise de hakemin hapsetme yetkisi yoktur. Keza hediye kabul edip

edemeyeceði konusunda da bir hükme rastlamadým. Ancak hakemliði esnasýnda kendisine hediye

edileni kabul etmemesi gerekir.

ÝZAH

Kada ile ilgili meseleler açýklanýrken, hakemin vermiþ olduðu hükümlerde bu konuda mütaala

edildiði için, hakem konusunu da bu konu içinde mütaala etmiþtir.Ancak hakemin mertebesi,

hakemlik müessesesi, mahkeme ve kada müessesesinden daha aþaðý bir derecede olduðu için,

bunu daha sonra zikretmeyi uygun görmüþtür. Bunun için de Ebu Yusuf der ki: «Hakemliðin ileri bir

zamana izafe edilmesi ve þarta taliki sahih deðildir.Hakim tayin etme bunun hilafýnadýr. Çünkü

hakemlik bir bakýma mesabesindedir. Lugatta «Ben onu hakem tayin ettim.» demek, «Dava

konusuyla ilgili olan mesele hakkýnda hüküm verme yetkisini ona verdim» demektir.» Bu ifade de

yalnýz malla ilgili meselelerde hakemlik caizdir, anlamýna gelmez. Bazý þarihler bunun yalnýz mali

konulara inhisar ettiðini söylemiþler ve ifadeyi o þekilde anlamýþlardýr. Fakat bu anlayýþ doðru

olmasa gerektir. Çünkü lügat kitabý Misbah´ta «kiþiyi hakem tayin ettim» demek hüküm verme

yetkisini ona verdim demektir.» þeklinde açýklanmýþtýr.

«Örfte ise iki hasým tarafýndan bir kiþinin hüküm vermesi için tayin edilmesidir ilh...» Yani

birbirleriyle anlaþamayan iki kiþinin veya iki gurubun birini belirli bir konuda hüküm vermek üzere

tayin etmeleridir. Bu da hakem tayin eden taraflarýn birer kiþiden müteþekkil olabileceði gibi daha

çok kiþilerden müteþekkil olabileceðini gösterir. Hakem tayin edilen kiþinin de tek olmasý da þart

deðildir. Birden fazla kiþi ayný konuda hakem tayin edilebilir.

TENBÝH: Bezzaziye´den naklen Bahýr´da þöyle denmektedir: «Bazý alimlerimiz derler ki,

zamanýmýzda birçok kadýlar sulh yapan yani hakem durumunda kiþilerdir. Çünkü bunlarýn çoðu

hakimliði rüþvet yoluyla almýþlardýr. Meselenin murafaa için bunlara iletilmesi ile onlarý hakim kabul

etmek mümkündür.»

Bu ifadeye þu þekilde itiraz edilmiþtir: Devlet tarafýndan hakim olarak tayin edilenlere hakemdir diye

müracaat edilmemektedir. Bilakis meselelerin onlara iletilmesi, onlarýn hükümleri kesin birer hakim

olarak kabul edilmelerinden kaynaklanmaktadýr. Aynca aleyhinde dava acýlan kiþiyi mahkemeye

zorla getirten hakimi, nasýl hakem kabul ederiz. Çünkü hakemin zorla getirme yetkisi yoktur. Nasýl

ki bey´ akti baþlangýçta teati yoluyla yapýlabilir. Fakat önceden batýl veya fasit olarak yapýlmýþ bir

akti teati yoluyla yapýlacak bir akit nasýl ki onu sahih bir akte dönüþtüremiyorsa burada da böyledir.

Çünkü baþka bir sebebe dayanmaktadýr. Bunun içinde selef hükmü geçerli olan Kadý en deðerli

madenden daha kýymetlidir.» demiþtir.

Bu konuda Tahtavî þöyle demektedir: «Þafiiler buna zaruretlerin getirdiði kadý adýný

vermektedirler.Çünkü bildiðimiz kadarýyla ülkelerde rüþvet almayan veya rüþvet vermeyen hakime

rastlamak mümkün deðildir.»

«Bunun rüknü hakem tayin etmeyi belirten lafýz ve ifadedir ilh...»Hakem tayin etmenin rüknü, hakem

tayin etmede kullanýlan ifadelerden biri ile hakem tayin edilmesidir. Mesela «Aramýzdaki ihtilafta

hükmünü belirt» veya «Seni hakem tayin ettik» veya «Þu konuda hüküm verme yetkisini sana

verdik» demeleri buna bir örnektir. Ýllada tahkim lafzý olacak diye bir þart yoktur.

«Diðerinin kabul etmesi ile birlikte ilh...» Yani her iki taraf her ne kadar birini hakem tayin etseler,


hakem tayin edilen kiþi bunu kabul etmedikçe onun vereceði hüküm geçerli sayýlmaz. Ayný

zamanda hakem olmasý kabul edilmez. Eðer hüküm vermesini istiyorlarsa, yeniden onu hakem

tayin etmeleri mümkündür. O zaman verdiði hüküm geçerlidir. Bahýr.

«Hakem tayin eden kiþinin hür olmasý þart deðildir ilh...» Dolayýsýyla mükatep ve mezun olan

kölenin hakem tayin edilmeleri de sahihtir. Bahýr.

«Zimminin zimmiyi hakem tayin etmesi de sahihtir ilh...» Çünkü zimminin kendi milletinden olan

kiþiler hakkýnda þahitlik yapmasý caizdir. Ama onun müslümanlar için hakem olmasý sahih deðildir.

Ýki zimminin bir diðer zimmiyi hakem tayin etmeye razý olmalarý demek, kendi haklarýyla ilgili

konuda onun hükmüne razý olmalarý demektir. Dolayýsýyla bu zimmi onlar hakkýnda sultan

tarafýndan tayin edilmiþ kiþi mesabesindedir. Zimmi olan bir hakimin zimmiler arasýnda hüküm

vermesi için görevlendirilmesi. nasýl sahih ise hakem tayin edilmesi de sahihtir. Ancak bunlarýn

müslümanlar hakkýnda hüküm vermeleri caiz olmaz.

Bahýr´da Muhit´ten naklen þu ifadeler yer almaktadýr: «Hasýmlardan biri zimmi olan hakemin hüküm

vermesinden önce müslüman olsa, müslüman olmayanýn müslüman aleyhine vereceði hüküm

geçerli olmayacaðýndan o zimminin hükmü müslüman olan hakkýnda geçerli sayýlmaz. Ama

müslümanýn vereceði hüküm zimmi hakkýnda geçerlidir.»

Diðer bir rivayete göre, müslümanýn da gayri müslim olan kiþiler arasýnda hüküm vermesi doðru

olmaz. Mürted olan kiþinin vermiþ olduðu hüküm veya hakem tayîn edilmesi Ebu Hanife´ye göre

mevkuftur. Eðer hüküm verir daha sonra irtidadýndan dolayý öldürülürse veya Ýslam ülkesinin

dýþýnda bir ülkeye kaçarsa, verdiði hüküm batýldýr, geçerli deðildir. Ama tekrar müslüman olacak

olursa, hükmü geçerli kabul edilir. Sahibeyne göre her halükarda geçerli kabul edilmiþtir.

«Yukarda geçtiði gibi ilh...» Yukarý babta «hakem kadý gibidir.» meselesinde bu durum izah edildi.

Ayrýca (diþinin) kadýnýn ve fasýk olan kiþinin hakem olarak tayin edilmelerinin de sahih olduðu

orada ifade edildi. Çünkü bunlarýn yetkileri dahilinde hakimlik görevini üstlenmeleri caiz kabul

edilmiþti. Ama fasýk olanýn hakem tayin edilmemesi daha uygun olur. Bahýr.

«Hakemlik esnasýnda ve hüküm verme esnasýnda ilh...» Ýki durum orasýnda, yani hakem tayin

edilmesi ile hüküm vermesi aný arasýnda da durum ayný olmaktadýr. Kadý ve hakimde durum bunun

hilafýnadýr. Hakimle hakem orasýnda farklý meseleler anlatýlýrken bu meseleye daha geniþ yer

verilecektir. Bahýr.

«Bir köleyi hakem tayin etseler ilh...» Hür ile köleyi hakem tayin etseler hür olan kiþi tek baþýna

hüküm verse geçerli olmaz. Ýkisi birden hüküm verse, yine geçerli olmaz. Muhit´ten naklen Bahýr´da

bu þekilde ifade edilmiþtir.

«Þahitlik konusu bunun hilafýnadýr ilh...» Çünkü þahitlikte olan ehliyet yalnýz þehadeti eda etme

esnasýnda aranýr. Bunun da musannýfýn metinde ifade ettiði kelimeden anlaþýlacaðýna iþaret

etmektedir: Çünkü musannýf metinde «hüküm vermeye selahiyeti olan» demiþtir. «Þahitlik yapmaya

selahiyeti olan» dememiþtir.

«Yukarda belirtmiþtik ilh...» Yani, «Baþka bir hakimin verdiði hüküm kendisine iletildiði zaman»

cümlesi açýklanýrken bu cümleden önce bu noktaya iþaret edilmiþ ve denmiþtir ki: «Aynen tayin

edilen Kadý´da olduðu gibi.» Halbuki bu ittifakla kabul edilen bir mesele deðildi.

Yine kada bahsinin ilk bölümünde, kadaya ehliyetli olan demek, þehadete ehliyeti olan demektir. Bu

sözde de iki rivayet vardýr. Vakýat-ý Hüsamiye´de olan ifadede ise. fetva irtidad etmesiyle otomatik

azledilmeyeceði istikametindeydi. Çünkü iki rivayetten birine göre kiþinin müslüman olmamasý,

baþlangýçta hüküm vermesine ters deðildir. Bu da müslüman olmayanýn, köle olanýn hakim olarak

tayininin sahih olduðu rivayetini teyid etmekte, ayrýca müslüman olduktan sonra veya kölenin azad

olmasýndan sonra tayini yenilenmese de verdiði hükmün sahih olacaðýný göstermektedir. Bahýr´da

bu meseleye de kesin gözü ile bakýlmýþtýr.

Fetih isimli eserde ise, bu görüþle iktifa edilmiþ, musannýf ise bunun aksini burada benimsemiþtir.

Bu da ayrýca sabi dediðimiz küçük çocuðun hilafýnadýr. Yani balið olduktan sonra hüküm vermesi

durumu geçerli deðildir. Ona verilen görevin yenilenmesi, yani yeniden görevlendirilmesi gerekir.

Yine yukarda iki mesele orasýndaki farký da beyan etmeye çalýþmýþtýk. Bu hakimle, ilgili rivayetler

acaba hakem içinde geçerli midir, deðil midir sorusu akla gelmektedir. Ben bu konuda bir rivayete

veya açýk bir ifadeye rastlamadým. Ama ilk bakýþta ayný olmadýklarý anlaþýlmaktadýr.

Tayin edilmeden hüküm veren hakemin hükmünün kabulü caizdir

«Verdiði hükme razý olurlarsa ilh...» Hakem tayin ettikleri kiþinin hakemliðine hüküm verinceye


kadar rýza göstermeleri ve bu rýzalarýný deðiþtirmemeleri gerekir. Fetih.

Bu da þu hükmü belirtmek için zikredilmiþ olmaktadýr. Hakem tayin edildikten sonra henüz hakem

hüküm vermeden onu hakem tayin edenler hakemliðinden vaz geçseler veya onlardan birisi vaz

geçip diðeri hala hakem olmasýna rýza gösterse vermiþ olduðu hüküm geçerli sayýlmaz. Ancak

bunu daha önce zikretmesi uygun olurdu. Çünkü bu ifade hüküm verdikten sonra rýzalarýnýn þart

olmasý anlamýný da taþýmaktadýr. Halbuki hüküm verme anýna kadar rýzalarý devam ettiði halde

hüküm verecek olursa, vermiþ olduðu hüküm kesindir. Hükmün ilanýndan sonra iki taraftan birinin

veya her iki tarafýn kabul edip etmeme muhayyerlikleri söz konusu deðildir. Nitekim Kenz ve diðer

muteber eserlerde bu þekilde izah dilmiþtir. Ayrýca bu mesele þerhte «veya» ifadesiyle devam

edilseydi aþaðýdaki meselenin hükmü de anlatýlmýþ olurdu. Mesela henüz hakem tayin edilmeden

iki hasým arasýnda hüküm verse, o hüküm verdikten sonra, hasýmlar da verdiðin bu hükme razýyýz

kabul ediyoruz diyecek olurlarsa caizdir. Nitekim Tahtavî bu meseleyi Hindiye´den bu þekilde

nakletmiþtir.

«Bu hadd ve kýsas konularýnýn dýþýnda bütün meselelerde sahihtir ilh...» Bu da hukuku ibadla ilgili

bütün ictihadî meselelere þamildir. Nitekim ilerde bunu zikredecektir.

Kýsas konusunda hakemliðin caiz olmayacaðý meselesi burada Kenz ve diðer eserlere tabi olarak

bu görüþü benimsemesinden gelmektedir. Sahih olan da budur. Bu rivayet Hassaf´ýn da görüþüdür.

Fetih´te bu þekilde ifade edilmiþtir. Muhit isimli eserde hukuku ibadtan olmasý hasebiyIe kýsasta da

hakemlik caizdir þeklindeki rivayet hem rivayet açýsýndan, hem de meseleyi kavrama ve dirayet

açýsýndan zayýftýr. Çünkü bu kýsas dediðimiz meselede kul hakký yanýnda ammenin hakký, yani

þariin hakký da bulunmaktadýr. Her ne kadar burada kul hakký daha galip görünüyor ise de. Yine

Serahsi´nin kazif hakkýyla ilgili meselede hakemin vereceði kararýn caiz olduðu görüþü

benimsenmiþ ise de bu da zayýftýr: Çünkü kazifte þariin hakký, kul hakkýna oranla daha galiptir.

Sahih olan da budur. Bahýr.

«Akileye verilecek diyet kararýnda da hakemin hükmü geçerli deðildir ilh...» Bu ifadesiyle katilin

üstleneceði diyet meselesi bunun dýþýnda kalmýþ olmaktadýr: Þöyle ki diyet, katilin ikrarýndan dolayý

katil üzerine gerekiyorsa veya beyyine ile yaralama olayý sabit olmuþ ve bu konuda akilenin

yükleneceði miktardan daha az bir miktar yüklenecek olursa, gerek bu yaralama kasten olsun,

gerek hata yoluyla olsun, hüküm deðiþmez. Veya akilenin yükleneceði miktar kadar olacak olursa,

bu hallerde hakemin karan geçerlidir. Ancak burada kasten yaralama olayýnýn kýsasý gerektirmeyen

bir husus olmasý þartý da getirilmiþtir.

«Asýlda hakemin karan iki hasým orasýnda sulh mesabesindedir ilh...»Çünkü onlar rýza göstererek

hakemin verdiði kararý kabullenmiþler, ona itiraz etmeyeceklerini söylemiþlerdir. Bu da aralarýnda

yapýlan bir sulh mesabesinde kabul edilmiþtir.

«Bu yukardaki üç hak sulh yoluyla caiz olmaz ilh...» Buna da itiraz edilmiþ ve denmiþtir ki: Sulh

bahsinde geleceði gibi. bedele dönüþtürülebilecek her hakta sulhun caiz olduðu söylenmiþti.

Bunlardan biri de kýsas hakkýdýr. Ama karþýlýðýnda bedel alýnmasý caiz olmayan, bedele

dönüþtürülmesi mümkün görülmeyen haklarda hakemin kararý geçerli olmaz. Çünkü o konuda sulh

sahih deðildir. Hadler buna bir örnektir.

Ben derim ki: Burdaki itirazýn kaynaðý meseledeki maksadý anlamamaktan gelmektedir. Çünkü

yukarda saydýðýmýz akile üzerine diyet. kýsas ve had konularý sulh yoluyla sabit olmaz ifadesinin

anlamý, yani haddin gerektiði konusunda veya kýsasný gerektiði konusunda sulh olsalar ve kendi

aralarýnda anlaþsalar demektir.

Evet bu üç noktada sulhun sabit olmamasý veya bunlarýn sulh ile sabit olmamasý demek, had veya

kýsas konusunda haddin ve kýsasýn lüzumlu olduðu istikametinde sulh olsalar, bu sulh ile kýsas ve

had gerekmez. Sulh babýnda ifade edilecek husus ise þudur: Kýsas hakkýna karþýlýk sulh olmak

caizdir. Belirli bir mal karþýlýðý bu sulh caiz görülmüþtür. Çünkü kýsas hakký, mal ile sulh yoluyla

ödenebilecek haklardandýr, had bunun hilafýnadýr. Burada kýsas hakký, bedel karþýlýðý sulh olunan

haktýr. Birincisinde yani had´de ise üzerinde sulh yapýlan bir meseledir, ikisi arasýndaki fark açýktýr.

«Tahkimin vukuundan sonra iki taraftan birinin bunu bozmasý caizdir ilh...» Burada þu kaydý da

getirmesi gerekirdi: Tahkim hakký hakeme verildikten sonra, henüz hakem hüküm vermeden önce

taraflardan birinin onun hakemliðini red etmesi caizdir. Bu durumda hakem hakemlikten düþmüþ,

vereceði hüküm geçersiz kabul edilmiþtir.

«Ýki taraftan birinin tek baþýna fesh edebildiði gibi ilh...» Yani akdi tek taraflý olarak fesh etmeye

yetkilidir. Ancak bu da aþaðýda sayacaðýmýz akitlerdedir. Bu da diðer tarafa yazý ile, elci ile, þirket


bahsinde de belirtildiði gibi bildirilmesi, haberdar edilmesi þartýna baðlýdýr. Vekalet ve mudarebe

bahsinde de bu hususlar yeniden gelecektir. Lazým olmayan akitlerde veya bir taraf için lazým

olupta diðer taraf için tazým ve kesin hüküm ifade etmeyen akitlerde, hakkýnda kesinlik kazanmayan

tarafýn karþý tarafa bildirmesi þartý ile akdi fesh etmeye yetkisi vardýr. Þirket akdi, mudarebe akdi,

vekalet akdi bu tür akitlerdendir. Fesh edecek tarafýn karþý tarafa fesh ettiðini bildirmesi þarttýr.

Ancak burada müvekkilin vekilini azletmesinde bir þart daha getirilmiþtir. O da vekile bir müddainin

hakký taalluk etmemiþ olmasýdýr. Mesela hasým sefere çýkmak istese, karþý taraf davada onun yerine

vekil olmak üzere birini vekil tayin etmesini istese, müvekkil o vekili, isteyen kiþinin hakkýnýn

taalluk etmesi sebebiyle, azle yetkili deðildir. Nitekim vekalet babýnda gelecektir.

«Çünkü hakemin hükmü sulh mesabesindedir ilh...» Sulh ise tüccarlarýn uyguladýklarý, kendi

aralarýnda meydana gelen husumetleri kaldýrmak için baþ vurduklarý en uygun metodlardan biridir.

Ortaklardan herhangi biri sulha razý olmuþ olduðundan hakemin hükmü diðer ortak için de geçerli

kabul edilmiþtir. Bahýr.

«Üç meselenin istisnasý ilh...» Had, kýsas akile üzerine diyet. Bu üç meselenin istisnasý daha önce

zikredilmesi gerekir idi.

«Hakkýnda ictihad varit olan bütün meselelerde ilh...» Yani hukuku ibadla ilgili ve ictihadýn caiz

olduðu bütün meselelerde geçerlidir, yani hakem hüküm verebilir. Talak, ýtk, kitabet, kefalet, þuf´a,

nafaka, borçlar ve alýþveriþler bunlara örnektir. Kitap sünnet veya icmaa aykýrý olan hükümlerde ise

geçerli deðildir.

«Kinaye lafzý ile verilen talaklarýn ric´i talaklar olmasý ile ilgili hükmü ilh...» Sadru Þehid

Edebü´l-Kada isimli eserin þerhinde, «Ulemamýz tarafýndan kabul edilen sahih görüþte budur»

demektedir. Ancak birçok alimlerimiz bu tür fetvadan imtina etmekte ve hudud ve kýsasta olduðu

gibi hakimin hükmüne ihtiyaç olduðunu belirtmektedirler. Gerekçeleri de, avamý nasýn bu tur

meselelerde cesaretini kýrmak ve onlarýn geliþi güzel hareket etmelerini önlemektir.

Fetih´te bu konuda Fetava-yý Suðra isimli eserden naklen «Ýzafe edilen talak konusunda hakemin

hükmü geçerlidir. Fakat bu istikamette fetva verilmez.» denmektedir. Yine ayný eserde Hanefi

fukahasýnca bundan daha geniþ meselelere yer verilmiþ ve müsamahalý davranýlmýþtýr. Mesela bir

kimse içinde bulunduðu hadise hakkýnda adil ve bilgili bir fakihten fetvasýný istese o da izafe ile

yapýlmýþ olan talakýn geçerli olmadýðý istikametinde fetva verse, bu fetvaya uymasý hakkýnda talaký

izafe edilen karýsýný nikah altýnda tutmasýnda bir beis yoktur. Hatta fukahadan bu meseleden daha

müsamahalý bir mesele nakledilmekte, o da, baþka bir kadýnla evlense, daha önce evlendiði her

kadýnýn boþ olacaðý þeklinde bir yemini bulunsa, baþka bir fakihten mesele hakkýnda fetva istese, o

da izafet yoluyla yapmýþ olduðu talakýn sahih olduðu istikametinde fetva verse, ikinci kansýný

býrakýr. Bu iki alimin verdiði fetva istikametinde birinci hanýmý ile hayatýný devam ettirir.»

«Buna benzer meseleler ilh...» Mesela hanýmýnýn annesi veya kýz kardeþine þehvetle dokunur,

galeyana gelir ise, bunun akabinde karý koca bir arada bir hakem tayin ederler, kendilerine Þafii

mezhebinin hükmü istikametinde nikahýn devamý ile ilgili hüküm vermesini isterlerse ne olur?

Sahih olan, verilecek hükmün geçerli olmasýdýr. Eðer hakem bu görüþün doðru olduðu kanaatinde

ise. Aksi halde sahih deðildir. Bahýr.

«Hidayenin açýk ifadesinden anlaþýldýðýna göre ilh...» Hidaye sahibi þöyle demektedir: «Fukahanýn,

hakemin hükmünün geçerli olmayacaðý noktalarý hudud ve kýsasla tahdit ve tahsis etmeleri, diðer

ictihadla ilgili bütün meselelerde hakemlik yapabileceði, verdiði hükümlerin geçerli olacaðýný

gösterir. Sahih olan da budur. Fakat fetva verilmez.

Burada söylenebilecek bir diðer hususta, avamý nasýn bu gibi konularda cüret ve cesaretlerini

artýrmamak için, devlet tarafýndan tayin edilmiþ hakimin hükmüne ihtiyaç duyulacaðýdýr.Zira

mezhep hükümleri geliþi güzel hareketle çiðnenir. Fetih. Hidaye´nin yukardaki ifadesine benzer bir

ifade de, Edebü´l-Kada þerhinde yer almaktadýr. Yine yukarda beyan edildiði gibi sahih olan görüþ,

hakemliðin bu noktalarda sahih olmasý, verilen hükmün geçerli olmasýdýr. Fakihlerimizden

nakledilen ifadelerden anlaþýlan da budur. Buradaki ifadesi ise sahih olan görüþün mukabili olan

görüþü tercihten ibarettir. Hidaye´nin ifadesinden ilk anlaþýlan, yani diðer ictihad konusu olan

meselelerde cevazýna dair fetva verilmez sözüdür.

Ancak Velvaliciye´den naklen Bahýr isimli eserde ve Kýnye´de, bunun ancak bir þeye izafe edilen

yeminde ve benzerlerinde olmasý ve bu noktalara inhisar ettirilmesi gerektiðine yer verilmektedir.

Yukarda Fetih´ten, onun da Fetava-yý Suðra´dan naklettikleri de bu istikamettedir. Zira orada,

«Geçerli olsa da bununla fetva verilmez.» denmiþtir. Ancak fetva verilemeyeceði hususunda ileri


sürülen gerekçe ele alýnacak olursa -ki, avamý nastan olan kiþilerin bu gibi meselelerde cesaret

göstererek mezhep hükümlerini çiðnemeleri meselesi- yalnýz bu meseleye ve benzeri meselelere

inhisar etmemektedir.

Daha sonra Makdisî´nin bu konuda tereddüt ettiðini gördüm. Verdiði cevabýn özeti þu þekildedir:

Fukaha ehil olmayan kiþilerin hakemliðe atanmalarýný men etmiþlerdir. Bunun gerekçesi de hak

olmayan, doðru olmayan birçok görüþlerle hüküm vermeyi önlemek içindir. Yine avamý nasýn

bilmediði birçok konulara cesaretlerinin ve cüretlerinin artmamasý için hakem tayin etme konusunu

ve hakemin verdiði hükümlerin bu noktalarda da geçersiz olduðunu söylemiþlerdir.

Ben derim ki: Bu da alim olmayan kiþi hakkýnda mutlak bir surette tahkim yapýlmamasý, hakem

tayin edilmemesini gösterir. Onun için burada en güzel cevap þu olsa gerektir: Ýzafet suretiyle

yapýlan yeminde, yemin eden kiþi eðer verilen fetvanýn doðru olduðuna inanýyor, kanaati de o

istikamette ise, onunla amel etmesi itikadý ve inandýðý istikamette amel etmiþ olacaðýndan caizdir.

Eðer meselenin sahih olmadýðýna dair devlet tarafýndan görevlendirilmiþ hakim hüküm verecek

olursa, verilen o hükme uyulmasý gerekir. Çünkü onun verdiði hükümle hakkýnda ictihad olan o

meseledeki ihtilaf ortadan kalkmýþ olur. Ama yok o konuda bir kiþiyi hakem tayin ederse bu da

mezhep hükmünü deðiþtirmeden baþka bir þey ifade etmez. Zira hakem tayin edilen kiþinin verdiði

hüküm, sulh mesabesinde olduðundan o mesele hakkýndaki ihtilafý bertaraf etmemekte, o hilafý

kaldýrmamaktadýr. Ve verilen hüküm yemin edenin inancý istikametinde olan kiþinin ve o

istikametteki amelini iptal edici mahiyette deðildir. Bunun için «Bu görüþle fetva verilmez.»

demiþler, bu gibi önemli konularda devlet tarafýndan yetkili kýlýnan hakimin hükmüne ihtiyaç

olduðunu söylemiþlerdir. Benim de bu meseledeki kanaatim budur. Anladýðým da bundan ibarettir.

TENBÝH: Ýhtilaflý meseleler bölümünde geleceði gibi, hakemin çocuk hakkýnda zararlý olabilecek

konularda hüküm vermesi sahih deðildir. Ama hakim ve Kadý verecek olursa hüküm geçerlidir.

«Verdiði haber geçerli sayýlýr ilh...» Yani hakem olan kiþi, kendisini hakem tayin edenlerden birine,

«Benim huzurumda ikrarda bulunmuþtun ve beyyine ile aleyhinde hüküm sabit oldu. Þahitler

tezkiye edildiler, adil olduklarý açýkça ortaya çýktý. Ben de bunun sonucu olarak bu hükmü verdim.»

dese, aleyhinde hüküm verilen kiþi inkara kalkýþsa, onun bu inkarýna iltifat edilmez. Verilen hüküm

geçerlidir.

Bu konuda yetkisi ve meclis devam ederken verilen bilgileri haber suretiyle aktaracak olursâ

geçerlidir. Çünkü hakem olan kiþi meclis devam ettiði müddetçe devlet tarafýndan tayin edilen

yetkili kadý mesabesindedir. Ama hakemlikten çýkarýldýktan veya hüküm vermeden önce

azledildikten sonra, mecliste de olsa haber verse veya meclis bitip görevi sona erdikten sonra bu

ikrar ve þahitlerin adaletiyle ilgili haberi geçerli sayýlmaz. Zira meclisin sona ermesiyle azledilmiþ

durumdadýr. Aynen hüküm vermeden önce kendisini hakem tayin edenlerden birisi tarafýndan

azledildiðinde nasýl azledilmiþ sayýlýyor ise, meclisin sona ermesi ile de azledilmiþ sayýlýr. Bu

durumda kadýya benzemektedir. Yani kadý azledildikten sonra, «Ben þu þekilde hüküm vermiþtim.»

dese ve bu da bir haber mesabesinde olsa, tek kiþi olduðu için verdiði bu haber mahkemece

muteber sayýlmaz. Yine hakem olan kiþinin meclisin sona ermesinden sonra hükmü ile ilgili haberi

de geçerli sayýlmaz.

«Aynen hakimin hükmünde olduðu gibi ilh...» Yani hakem olan kiþinin lehlerinde þahadeti kabul

edilmeyen yakýn akrabalarý hakkýnda vereceði hüküm geçerli deðildir. Aynen hakimde olduðu gibi.

Çünkü hakimin lehinde þehadetleri kabûl edilmeyen yakýnlarý hakkýndaki hükmü geçerli deðildir.

«Hüküm vermek üzere tayin edilen iki hakemin hükümde birleþmeleri gerekir ilh...» Buna göre

onlardan biri hükmünü verse veya her ikisi de hüküm verseler, oma ihtilaf etseler, geçerli sayýlmaz.

Mesela Velvaliciye´den Bahýr´da bu þekilde ifade edilmiþtir.

Yine Bahýr isimli eserde Hassaf´tan naklen þu ifadeye yer verilmektedir; «Bir kimse karýsýna, «Sen

bana haramsýn, haram ol.» dese ve bu ifadesiyle üç talaktan aþaðý bir talaka niyet etse, karý koca iki

kiþiyi bu konuda hakem tayin etseler, onlardan biri talakýn yalnýz bain olduðunu, diðeri ise üç

talakla bain bir talak olduðunu söyleseler verdikleri hüküm geçerli sayýlmaz. çünkü ikisi ayný

noktada birleþmemiþlerdir.

«Kadý hakemin verdiði hükmü uygular ilh...» Yani hakem olan kiþinin verdiði hüküm ve karar

mahkemeye iletildiði taktirde hakim, mezhebine uygun görecek olursa kararý uygular. Aksi halde

onu iptal eder. Uygulamasýndaki yarar ise, birinci Kadý´nýn hükmü tasdik etmesinden sonra, ikinci

bir Kadýya iletilse, mezhebine muhalif olduðunu söyleyerek hükmü iptale kalkýþsa, ikinci Kadý´nýn

bu yetkisi yoktur. Cevhere.


Bahýr isimli eserde, «Bir hakemin verdiði karar, ikinci bir hakeme iletilse, ikinci hakem Kadý

mesabesindedir. Görüþüne ve mezhebine uygun gördüðü birinci hakemin kararýný uygular, aksi

halde iptal eder.» denmektedir.

«Hakem olan kiþinin verdiði hüküm ictihadi meseledeki ihtilafýný kaldýrmaz ilh...» Çünkü hakemin

velayeti ancak kendisini hakem tayin edenler üzerinde inhisar etmektedir. Kadý´nýn hükmü ise

geneldir. Dolayýsýyla Kadý´nýn hükmü o meseledeki ihtilafý kaldýrýr, hakeminki ise böyle deðildir.

«Hakemin kendisine verilen yetkiyi baþkasýna devretmesi sahih deðildir ilh...» Buna göre, yetkiyi bir

baþkasýna devretse, o da hakem tayin eden kiþilerin rýzasý olmaksýzýn hüküm verse, verilen bu

hüküm, mahkemeye aktarýlmasý halinde kadý tarafýndan onaylansa bile yine geçerli sayýlmaz. Ancak

kendisini hakem tayin edenler, o ikinci hakemin kararýný hüküm vermesinden sonra kabul etseler,

onaylasalar, bu durumda verilen hükmü mahkeme onaylayabilir. Diðer bir rivayete göre, ikinci bir

vekil mesabesindedir. Birinci vekil, ikinci vekilin hükmünü onaylamasý halinde, ancak o hüküm

geçerli sayýlýr. Dolayýsýyla mahkemeye iletildiðinde mahkeme onaylayabilir. Fetih.

«Vakýfla ilgili hükmü ilh...» Yani hakem tayin edilen kiþi, vakfýn lazým olduðuna dair hüküm verse,

Ebu Hanife´nin, «Mahkeme karar vermedikçe vakýf lazým kabul edilmez.» þeklindeki hilafýný ortadan

kaldýrmaz. Binaenaleyh vakfý yapan kiþinin bu görüþe göre, vakfýndan vaz geçmesi sahih görülür.

Çünkü hala Ebu Hanife´nin vakfýn lazým olmadýðý istikametindeki görüþü devam eder. Zira hakemin

hükmü, bu ihtilafý bertaraf edememektedir.

«Þartlan uygun olduðu taktirde ilh...» Yani ifraz edilmiþ bir gayri menkul hakkýnda vakýf kararý, vakýf

bahsinde geçtiði gibi, hakem tarafýndan lazým olduðuna karar verilse ve bu karar mahkemeye

iletilse, mahkemenin vakfýn lüzumuna dair vereceði karar, yeni bir karar mesabesindedir. Bu

konuda verilen kararý uygulayamaz. Çünkü hakemin bu konudaki kararý muteber sayýlmamýþtýr.

«Bahýr´da hakemin hakimden farklý görüldüðü meselelerin sayýsý on yediye iblað edilmiþtir ilh...»

Bununla meselelerin sayýsýnýn on yediyi aþabileceðine iþaret edilmek istenmiþtir. Gerçekte de

böyledir. Bir çoklarý metin ve þerhte geçti. Bu meselelerden birisi de, kölenin hakim olmasý istense

ve tayini yapýlsa. henüz hüküm vermeden azad edilse, bunun akabinde de hüküm verse. iki

görüþten birine göre, verdiði hüküm sahihtir. Hakem olmasý durumu ise bunun hilafýnadýr. Nitekim

yukarda bu meseleye temas edildi.

Yine yukarda geçen meseleler arasýnda hakem tayin edilen kiþi için tayin edenlerin o kimse

hakkýnda ittifakla karar vermeleri gerekir. Yine farklý meselelerden biri de, hakem olan kiþinin

hudud kýsas ve akile üzerine diyet konusunda hükmü sahih deðildir. Ayrýca hakem tayin edenler

henüz hakemin hüküm vermesinden önce onu azletmeye yetkilidirler.

Diðer bir husus, hakemin vermiþ olduðu hüküm, mesela satýlan malýn kusurlu olduðu konusundaki

hükmü, satýcýnýn satýcýsýna sirayet etmez. Ýzafet suretiyle yapýlan yeminleri fesih istikametindeki

hükmü ile fetva verilmez. Verdiði hükmü mahkemeye haber olarak iletecek olsa, bu haberi

mahkemece muteber kabul edilmez. Bu meselelerin tümünde, ilerde geleceði gibi, Kadý´nýn

hükümleri bunun hilafýnadýr. Ayrýca verdiði hüküm Kadý´nýn görüþüne ters olduðu taktirde iptal

edilir. Hakemin yetkiyi baþkasýna devretmesi sahih kabul edilmez. Vakýf hakkýndaki hükmü, vakfýn

lazým olduðunu göstermez.

Bu on mesele Bahýr isimli eserde zikredilmiþtir. Geri kalan meseleler ise þöyle sayýlabilir: Onun

hakemliðinin bir þarta talik edilmesi veya ileri bir zamana izafe edilmesi Ebu Yusuf´a göre caiz

deðildir. Ayrýca hakemin gaip hakkýnda verdiði hüküm geçerli deðildir. Velevki gaip aleyhinde iddia

edilen husus, hazýr aleyhinde iddia edilen hususa sebeb olsada.

Kadý´ya yazý yazmasý sahih deðildir. Kadý´nýn ona yazmasýnýn da muteber olmadýðý gibi. Hakimin

yazýsý ile, taraflar razý olmadýkça, hakemin hüküm vermesi doðru deðildir. Hakemin verdiði hüküm

bir varisten diðerine ve ölmüþ kiþiye sirayet etmez. Vekil hakkýnda elindeki malýn kusurlu olduðuna

dair vereceði hüküm, müvekkili için geçerli sayýlmaz. Hakemin küçük çocuðun vasisi aleyhine,

zararýna olabilecek bir hüküm vermesi halinde, hükmü sahih kabul edilmez.

Hakemlik bir bölge ile kayýtlý deðildir. Ülkenin her tarafýnda hakem tayin edilerek hüküm verebilir.

Þahitlerin ihtilaf etmeleri halinde, mesela þahitlerden biri Zeyd isimli kiþiyi Kufe mahkemesinde

husumete vekil tayin ettiðini, diðeri de Basra mahkemesi nezdinde vekil tayin ettiðini söylese kabul

edilir. Ama onlardan biri, falan fakih nezdinde, diðeri de falan diðer bir fakih nezdinde olduðunu

söyleseler, kabul edilmez. Çünkü hakem arada bir vasýtadýr. Ýki hakemden birisi diðerinden daha

güçlü ve meseleyi anlayan hazýk biri olabilir. Diðer kiþi hakkýnda müvekkil razý olmamýþ da olabilir.

Mahkeme ile ilgili husus ise bunun hilafýnadýr. Nitekim Edebü´I-Kada þerhinde bu meseleler


açýklanmýþtýr.

Bu son meselelerin sayýsý dokuza balið olmaktadýr. Bunlar yine Bahýr isimli eserde zikredilmiþtir.

Adý geçen eserde dört meseleye daha yer verilmektedir. Þarih de bu meseleleri açýklamýþ

bulunmaktadýr. Bunlarla mesele sayýsý yirmi üçe balið olmaktadýr.

Yine Bahýr isimli eserde bir diðer mesele daha eklenmiþ ve þöyle denmiþtir: «Alimlerimiz hürriyet,

nesep, nikah ve vela konusunda mahkemenin verdiði karan bütün insanlar hakkýnda geçerli

saymýþlar, hakem tarafýndan bu konularda verilen hükümler hakkýnda sarih bir ifadeye

rastlanmamýþtýr. Hakemin bu konularda vereceði kararýn diðerleri için geçerli olmamasý, baþkasýna

sirayet etmemesi gerekir. Binaenaleyh hakemin kölenin hür olduðuna dair verdiði karardan sonra,

o köle hakkýnda mülkiyet davasý, yani «Benim mülkümdür, benim kölemdir.» diye açýlan bir dava

dinlenir. Ama mahkemenin hür olduðuna dair verdiði karardan sonra, hiç kimse onun hakkýnda

mülkiyet davasý ileri süremez.»

Ben derim ki: Bunlara þu mesele de eklenir: Hakemin velayeti meclisten kalkmasý ve meclisin sona

ermesi ile biter, azledilmiþ sayýlýr. Yukarda Fetih´ten naklen beyan ettiðimiz gibi, bununla mesele

sayýsý yirmidörde balið olmuþ olmaktadýr.

«Hakimde durum bunun hilafýnadýr ilh...» Yani hakim irtidat etse, irtidatý sebebiyle otomatik

görevden azledilmiþ olmaz. Fetva da bu istikamettedir. Tekrar Ýslama döndüðü taktirde, yeni bir

tayine gerek yoktur.

«Baþkasý kabul edebilir ilh...» Yani bir kimsenin þahitliðini bir töhmete binaen hakem kabul etmese.

reddetse, baþkasý onun þahitliðim kabul edebilir. Ama hakimin Kadý´nýn bir töhmete binaen

þahitliðini reddettiði kiþi, ikinci bir mahkeme nezdinde þahitlik yapamaz. Çünkü bu konuda

reddedilme ile ilgili karar, bütün kiþiler için geçerlidir. Bahýr.

«Hakemin hapis cezasý verme yetkisinin olmamasý gerekir. Bu konuda birþey görmedim ilh...»

Bahýr´ýn bazý nüshalarýnda bu þekilde ifade edilmiþtir. Diðer bazý nüshalarda ise, «görmedim»

ifadesinden önce, «Sadru Þeria´nýn taksimle ilgili bölümünde þu açýk ifade vardýr.» denmektedir:

«Hasýmlarý ilzam etmesinin yararý, buna yetkili olduðunu gösterir. Mesela alýþveriþ yapan satýcý ve

alýcý kiþiler birini hakem tayin etseler, hakem müþteriye bedeli ödemesi için icbar yetkisine sahip

olduðu gibi, satýcýnýn da malý teslim etmesini mecbur edebilir. Bundan imtina edenlere hapis cezasý

uygular.» denmiþtir. Bu ifadede hakemin de hapsetme yetkisi olduðu sarahaten beyan edilmektedir.

«Hediye kabul edip edemeyeceði konusunda sarih bir hüküm de görmedim ilh...» Bu ifade yine

Bahýr´dan nakledilmektedir. Orada þöyle denmiþtir: «Davetlere icabet edip edemeyeceði, hediye

kabul edip edemeyeceði hususunda bir hükme rastlamadým. Ancak hakemlik süresinin sona

ermesinden sonra, bu her ikisinin de caiz olmasý gerekir. Yalnýz hakem tayin edenlerden herhangi

birinin hüküm meclisi esnasýnda kendisine verilen hediyenin kabul edilmemesi ve bu durumda

hediye kabul etmesinin sahih olmadýðý anlaþýlmaktadýr. Rahmulinin açýklamasýna göre caiz olmasý

gerekir. Çünkü bu konuda þüpheye düþen kiþi, hüküm vermeden önce azledebilir. Hakimde ise

durum bunun hilafýnadýr.»

METÝN

Kadýnýn kadýya mektubu veya mahkemeler arasý yazýþma ve diðer hususlar. «Diðer hususlar»dan

maksadý, Kadý´nýn da hüküm verebileceði meselesi ile ilgilidir. Erkeðin hakim ve Kadý olabildiði

gibi, þahitliði kabul edilen konularda kadýnda hakim olabilir. Hakim hakime hudud ve kýsas dýþýnda

her hakla ilgili konuda yazabilir. Ýstihsanen fetva da bu görüþle verilmiþtir. Hudud ve kýsas

konusunda yazýþma þüphe doðuracaðýndan, þüphe meydana getireceðinden bu konudaki

yazýþmalar kabul edilmemektedir.

Þahitler mevcut ve hazýr hasým aleyhine þehadet ederler, hakim de bu þehadet gereði hükmünü

belirtir. Vermiþ olduðu hükmü ilerde lazým olacaðýna binaen muhafaza eder ve dosyaya tescil eder.

Bu þekilde hazýrlanan dosyaya hüküm sicilli adý verilir. Ki buna bir bakýma hüküm dosyasý da

denebilir. Bu dosyanýn ihtiva ettiði konular hakimin hüküm verdiði deliller ve hükümleri ihtiva eder.

Bu ise o zamanýn örfüne göredir.

Bizim örfümüze göre ise, bu insanlar arasý vuku bulan hadiseleri derleyen ve tescil edilen büyük bir

defterden ibarettir. Eðer hasým mevcut deðil ise, gaip aleyhine hüküm sahih olmayacaðýndan,

hakim hüküm vermez. Ancak hasmýn bulunduðu bölgenin Kadý´sýna yapýlan ve mahkemede beyan

edilen þehadeti aynen yazar ki kendisine yazýlan Kadý görüþü istikametinde o þehadet gereði

hüküm verebilsin. Hatta yazan kadýný" görüþüne muhalif bir görüþe sahip olsa da. Çünkü kendisine

yazýlan ikinci hakimin hükmü, baþlangýç itibariyle verilmiþ bir hükümdür. Ancak burada


mahkemesine intikal eden, öbür mahkeme nezdinde yapýlan þahitliðin yazýlý olarak naklinden

ibarettir. Buna da hükmi kitap adý verilir ki bu yukarda beyan edilen hüküm sicilinden baþka bir

þeydir.

Þehadeti ihtiva eden yazýyý hakim derledikten sonra o yazýyý götürecek ve muhtevasý ile orada

þahitlik yapacak kiþilerin huzurunda okur. Muhtevasýný onlara bildirir ve yine onlar huzurunda

mühürler ve onlara teslim eder. Ýkinci þahitlere yol þahidi adý verilir. Tabiki yazýnýn içerisine kendi

adýný, adresini ve gönderilen hakimin adýný, adresini ve soyadýný, lakabýný yazar. Adres ve ünvan

eðer bu yazýnýn üzerine, kapatýldýktan sonra yazýlacak olursa kabul edilmez. Bu onlarýn örfüne göre

olduðu da söylenir.

Bizim örfümüzde ise üstüne yazýlan bu adres ile amel edilir. Ýkinci imam diye vasýflandýrdýðýmýz Ebu

Yusuf. «Yol þahitlerinin ikinci hakim nezdinde getirdikleri mektubun, gönderen falan hakimin yazýsý

olduðuna þahitlik yapmalarý yeterlidir.» demiþtir. Fetva da buna göredir. Nitekim Azmiye´de

Kifaye´den naklen bu þekilde ifade edilmiþtir. Mülteka da bu konuda, «Deneyen ve gören duyan gibi

deðildir.» demiþtir.

Yazý ikinci hakime ulaþtýðýnda evvela mühüre bakar, onu hasým ve þahitlerin huzurunda okur. Bu

zimminin zimmiye olan þahitliði de olsa böyledir. Çünkü onlarýn bu þehadeti müslüman olan bir

Kadý´nýn (hakimin) yaptýðý iþ konusunda þahitliktir. Ancak hasým olarak ikinci mahkeme bölgesinde

bulunan hasým, mahkemeye getirildikten sonra davanýn muhtevasýný ikrar ederse, þahitlere ve

onlarýn getirdikleri mektubun muhtevasýný söylemelerine de gerek yoktur.

Ancak Eman yazýsý dediðimiz yazý, bilhassa Ýslam ülkesinin dýþýnda bunun hilafýnadýr. Zira bu

yazýnýn muhtevasý ile ilgili beyyineye gerek yoktur. Çünkü bu yazý, alan hakimi ilzam edici mahiyette

deðildir. Eþbah isimli eserde, «Yazý ile amel edilmez. Yazý delil ve huccet kabul edilmez. Ancak

emanla ilgili mektup bundan müstesnadýr. Sultanlarýn yazmýþ olduklarý beratlarda buna mülhaktýr.

Yine ayrýca istisna edilen ve yazý ile amel edilmesi caiz görülen meselelerden biri de, satýcýnýn,

sarrafýn, simsarýn defteridir. Hatta Ýmam Muhammed, ravinin, hakimin ve þahidin yazýsýna da itibar

edileceðini söylemiþtir. Eðer yazýnýn ona ait olduðu kesinlikle bilinirse. Fetvanýn da bu kavil ile

verildiði bir rivayette zikredilmiþtir. Yazýþmalarýn ve þahitlerle yazýnýn bir mahkemeden diðer bir

mahkemeye iletilmesinin caiz olmasý için, iki kadý arasýnda üç günlük mesafeden az bir mesafenin

bulun mamasý gerekir. Bu mesele þahitlik üzerine þahitliðe benzemektedir. Ýkinci imam Ebu Yusuf,

«Eðer þahitlik yapýp ayný gün kendi memleketine dönmesi mümkün olmayacak kadar uzakta ise bu

süre üç günlük mesafeden az da olsa kabul edilir.» demiþtir. Fetva da buna göre verilmektedir.

Þurunbulaliye. Siraciye.

Bu yazýnýn geçerli sayýlabilmesi için, gönderen hakimin mektubunun, gönderilen hakimin eline

varmadan ölmemesi veya azledilmemesi þartý da vardýr. Hatta mektup ikinci hakimin eline ulaþýp

henüz okumadan önce birinci hakim vefat etse veya azledilse, yine bu mektubun muhtevasý

geçersizdir. Ýkinci Ýmam Ebu Yusuf buna da cevaz vermiþtir. Ama mektup kendisine ulaþýr ve ikinci

kadý mektubu okuduktan sonra yukarda anlatýlan hususlar meydana gelecek olursa, mektubun

muhtevasý batýl olmaz, geçerli sayýlýr.

Ayrýca mektup yazanýn delirmesi. irtidad etmesi, bir müslümaný suçlayýp ona iftira etmesinden

dolayý kendisine kazif haddinin uygulanmasý ye gözlerinin kapanmasý ve adil iken fasik duruma

düþmesi, hakimlik ehliyetini kaybettiði için onun gönderdiði yazý hükümsüz kabul edilir. Ýkinci

imam buna da cevaz vermiþtir.

Ayrýca kendisine yazýlan hakimin ölmesi ve hakimlik selahiyet ve ehliyetini kaybetmesi ile de bu

yazý hükümsüz kalýr. Bunun bir istisnasý, özel Kadý´nýn yani Kadý´ya yazýlan özel isimden sonra bir

genelleme yapacak olursa, o zaman bu mektubun muhtevasý geçerli kabul edilir. Ama baþlangýçta

bir genelleme yapacak olursa, birinci mesele gibi bunun da muhtevasý geçerli kabul edilmez. Ýkinci

Ýmam Ebu Yusuf buna da cevaz vermiþtir. Amel ve uygulama da bu görüþ ile yapýlmaktadýr. Hülasa.

Hasmýn ölmesi ile yazý hükümsüz sayýlmaz, kim olursa olsun. Zira onun varisi veya vasisi onun

yerine kaim olacaktýr.

Ben derim ki: Þahidül asýl dediði birinci Kadý nezdinde dava ile ilgili þahitlik yapan asýl þahitlerden

birinin ölmesi ile de bu yazýnýn muhtevasý batýl olmaz. Nitekim bu mesele yerinde metin olarakta

gelecektir. Ancak bu hüküm Haniye´de olan meselenin hilafýnadýr. O bu meseleye muhalif olmuþtur.

Þurasý bir gerçektir ki, hakimin kendi bilgilerine dayanarak hadiseyle ilgili kaleme almýþ olduðu

zabýt, ilmine dayanarak hüküm vermesine benzemektedir. Sahih olan kavil de budur. Hakimin kendi

bilgilerine dayanarak hüküm vermesine cevaz veren fakihler, yazmasýna da cevaz vermiþlerdir. Ama


kendi bilgileri ile hüküm vermesine cevaz vermeyenler, bilgisini yazý olarak diðer mahkemeye

aktarmasýna da izin vermemiþlerdir. Ancak burada þunu önemle belirtmekte yarar var: Mutemet

olan görüþ, zamanýmýzda hakimlerin kendi bilgilerine, hadise hakkýndaki malumatlarýna dayanarak

verdikleri hükmün sahih olmamasýdýr. Eþbah.

Yine ayný eserde, devlet baþkaný olan imamýn kazif haddinde, kýsasta ve tazir konularýnda bilgisine

dayanarak hüküm verebileceði de beyan edilmektedir.

Ben derim ki: Burada kendi bilgisine dayanarak hüküm verme yetkisi. yalnýz devlet baþkaný olan

Ýmam ile mukayyet midir? Yukarda hudud bahsinde belirttiðimiz gibi, bu konuda sarih bir ifadeye

rastlamadým. Yani bunun dýþýndakilerinde ilim ve bilgîlerine dayanarak hüküm verebilecekleri

konusunda sarih bir ifadeye rastlamadým. Buna raðmen Þurumbulali´ye ait Vehbaniye þerhinde,

«Benimsenen görüþ, bugün için hakimin ve diðerlerinin kendi bilgisine dayanarak hüküm

verememesidir. Mutlak bir þekilde ve halis hadler dediðimiz hukukullaha taalluk eden haklarda

hakim kendi bilgisi ve ilmine dayanarak hüküm veremediði gibi, buralarda da veremez.» denmiþtir.

Mesela zina haddi, þarap içmeden dolayý vurulan had gibi konularda mutlak olarak bilgi ve ilmine

dayanarak kimse hüküm veremez. Yalnýz þu kadar var ki bu noktada sarhoþluk belirtileri görülen

kiþiye hakim tazir cezasý verebilir. Bu da töhmetten dolayýdýr Ýmamdan yapýlan, yani Ebu Hanife´den

yapýlan bir rivayete göre, eðer hakim talak, ýtk, gasýp konularýnda bilgisi var ise, bu konuda karý

koca olmalarýna, hisbe açýsýndan mani olabilir. Ama bilgisine dayanarak hüküm veremez. Mani

oluþu hisbe açýsýndandýr, hüküm ve kaza acýsýndan deðildir.





Ynt: Kaza By: neslinur Date: 10 Þubat 2010, 04:40:15
ÝZAH

Hakimin hakime yazmasý, kaza ile ilgili hükümlerdendir. Ancak bu iki Kadý ve hakim arasýnda teati

edilir. Bunun için de önceki ifadelere göre mürekkep bir durum teþkil eder. Fetih. Bu ifade

Zeylaî´nin, «Bu kaza ile ilgili bölümden deðildir. Çünkü o ya þahitliðin nakli veya hükmün naklidir.»

sözünden daha iyidir.

Zeylaî, evet, «Bu hakimlerin iþlerinden biridir.» demiþ ise de, bunun daha önce zikredilmesi uygun

olurdu.» diye sözlerini tamamlamýþtýr. Mademki onlarýn bir iþidir, onlarla ilgili bir husustur. onun

Kitabu´l-Kaza ile ilgisi olmadýðýný nasýl söyleyebilir. Bahýr.

Nehir´de kabul edilmeyen husus, bu yazýþmanýn bir hüküm ve mahkeme kararý olmadýðýdýr. Ýsbat

edilen husus ise, bunun mahkeme ile ilgili hükümlerden ve mahkemenin yetkisinde olan

hükümlerden oluþudur.»

«Kadýya mektubu ilh...» Uzakta olan ve mesafesi ilerde tayin edilecek hakime yazýlan mektuptur. Bu

þunu ifade eder: Bir þehirde olan Kadý, diðer þehirde olan Kadý´ya yazabileceði gibi, kasaba ve

kazalarda olan hakime de yazabilir. Bunun aksi de sahihtir. Yani kasaba ve kazalardaki hakim ve

Kadý´lar þehirdeki hakim ve Kadýlara da yazabilirler. Gerçi ileride geleceði gibi bu konuda ihtilaf

vardýr.

Fetih´te, «Kadý kendisini tayin eden bölge emirine bir yazý yazsa, «Allah emiri doðru yoldan

ayýrmasýn, salah üzerine daim ve kaim eylesin» ifadesiyle baþlayarak daha sonra olayý anlatan bir

yazý yazarsa, emir o Kadý´nýn yaþadýðý þehirde ise, emire bu yazýyý getiren güvenilir bir kiþi de olsa,

kýyasa göre bu yazý kabul edilmez. Çünkü hüküm verme, beyyineye (delile) dayanýr. Aynca ne

emirin ismini. ne de babasýnýn ismini yazmýþtýr. Fakat istihsana göre kabul edilir. Çünkü bu

yapýlagelmiþ bir örftür. Her hadisede bizzat Kadý´nýn Emire gelerek konu hakkýnda bilgi vermesi

mümkün deðildir. Güvenilir bir elçi göndermesi halinde, güvenilen bu elçi gönderen kiþinin

kendisinin gelmesi mesabesindedir. Dolayýsýyla bu haberle amel edilmesi caizdir. Yine hakimin

diðer bir þehirde olan Emire bu merasime tabi olmadan gönderdiði yazýda aynen kadýnýn kadýya

yazdýðý mektupta aranan þartlar aranýr.» denilmiþtir. Bu ifade Bahýr ve Nehir´de nakledilirken

Fetih´teki bazý ifadeler düþürüldüðünden, anlamada güçlük çekilmiþtir.

«Her hakta ilh...» Yani nikah, talak, gereði mal olan öldürme olaylarý, müþahhas mallarda, menkul

de olsa bütün bu haklarda yazýþmalar muteberdir. Ýmam Muhammed´den rivayet edilen de budur.

Müteahhir ulema bu ifadeyi benimsemiþlerdir. Zarurete binaen fetva da bu kavil ile olmaktadýr.

Zahiru´r Rivaye´de ise, menkul olan mallarda iþaretle göstermeye ihtiyaç duyulduðundan caiz

deðildir, denmiþtir. Çünkü dava esnasýnda ve þahitlerin þehadeti esnasýnda menkul olan mallarý

göstermek ve onlara iþaret etmek gerekir. Bunun içinde caiz olmadýðý Zahiru´r Rivaye´de

belirtilmiþtir.

Ýkinci imam Ebu Yusuf´tan yapýlan bir rivayette ise kölede bunun caiz olduðu söylenmiþtir. Çünkü

kölede çoðu kez kaçma olaylarý meydana gelmektedir. Ama cariyede durum böyle deðildir. Yine


ayný imamdan yapýlan bir nakilde, bunlarýn hepsinde caiz olduðu da yer almaktadýr. Ýsbicabî isimli

eserde, fetvanýn bu kavil ile olduðu beyan edilmektedir. Bahýr.

«Ýstihsan yolu ile ilh...» Kýyasa gör caiz olmamasý gerekir. Çünkü yazýsý, hakimin hakime yazýsý,

sözlü ifadesinden daha kuvvetli sayýlmamaktadýr. Hatta hakim yerinde olayla ilgili haber verse,

onun haberine dayanarak hüküm verilmemesi gerekir. Yazýsý da böyledir. Ancak bizim yazýlan

yazýnýn muhtevasý ile istihsanen amel etmemiz, Hazreti Ali´den varit olan bir esere dayanmaktadýr.

Ayrýca ihtiyaç da bu görüþü tercih etmemizi gerektirmektedir. Bahýr.

«Þahitler mevcut ve hazýr olan bir hasým aleyhine þahitlik etseler ilh...» Nihaye isimli eserde,

«Burada hasýmdan murat, gaip olan kiþinin vekili veya hakim tarafýndan tayin edilen vekilidir.

Hakkýn isbatý için buna gerek vardýr.» denmektedir. Eðer hasýmdan murat, aleyhinde dava açýlan

davalý olsaydý, mevcut olduðuna göre ikinci bir hakime yazmasýna gerek kalmazdý. Çünkü hakimin

hükmü tamamlanmýþ ve aleyhinde hüküm vereceði kiþi mevcut olduðundan uygulamaya

geçilebilirdi.

Ben derim ki: Bu ifadede bir zorlama vardýr. Doðru olan þöyle ifade edilmesidir: Þerhteki ve

metindeki «Bir hasým aleyhine þahitlik yaparlarsa» ifadesinden maksat, bizzat onun bulunmasý

meselesiyle ilgili deðildir. Çünkü bu ifade, burada, ilerde gelecek olan hasým olmaksýzýn þahitlik

yapsalar, meselesine bir ön söz mesabesindedir. Zira hasým mevcut olmayacak olursa. hüküm

vermeye yetkisi yoktur. Benzeri meseleler çoktur. Dürer´de de bu þekilde ifade edilmiþtir.

Ben derim ki: Burada bu meselede hakimin hakime yazýsýndan maksat, onun verdiði hükmün diðer

mahkemeye iletilmesi demek deðildir. Ki, hasýmla bu meselede maksat, vekili veya mahkeme

tarafýndan tayin edilen müsahhar dediðimiz vekil olsun. Burada esas maksat, mahkeme nezdinde

þahitlik bazen mevcut olan hasma karþý yapýlýr ve sonucunda da hakim hükmünü verir ve bu hükmü

kayda alýr. Hadiseyi muhafaza etmek için buna ihtiyacý vardýr. Baþka bir hakime göndermek için

kaleme almamýþtýr. Çünkü hüküm bumda tamam olmuþ, konu kapanmýþtýr. Bazan da mevcut

olmayan hasým aleyhine þahitlik yapýlmýþ olur ki bu da aþaðýda zikredeceðim mesele ile ilgilidir.

Onun için o meseleye bir mukaddime mesabesinde bunu zikretmiþ bulunmaktadýr. Böyle olduðuna

delilimiz de, vakayý muhafaza etmek. ilerde meseleye ýþýk tutmak için mahkeme zabýtlarýný

muhafaza eder, ifadesidir.

Zeylaî´den naklen Nehir isimli eserde, «Hasým olan kiþi, aleyhinde hüküm verildikten sonra

kayýplara karýþsa ve böyle bir hükmü de inkara kalkýþsa, hakim ikinci bir hakime verdiði hükmü

uygulamasý veya hakkýn kendisinden alýnmasý için yazabilir.» denmektedir.

Netice olarak bazan mevcut hasým aleyhine vermiþ olduðu hükmü ikinci kadýya bildirme durumu ile

karþý karþýya olabilir. Dolayýsýyla onun da burada zikredilmesi bir maksada mebni olmaktadýr. Bu da

vuku bulabilecek olaylardan olduðu için zikredilmesi yadýrganmamalýdýr.

Kuhistanî´nin ifade ettiðine göre, bazen ikinci hakime olan yazý, birinci hakim nezdinde hasým hazýr

olsa da varittir. Bu da ikinci hakimin birinci hakim tarafýndan verilen hükmü uygulamasý ve

yürürlüðe koymasý bakýmýndandýr. Mesela bir kimse diðeri aleyhinde bin lira iddia etse, bin lira

alacaðý olduðunu söylese ve bunu delilleriyle isbat etse, hakim bunu göre karar verse, daha sonra

kendi aralarýnda falan þehirde alacaðýný teslim edeceði konusunda anlaþsalar ve oraya gittikten

sonra hakkýný inkar edebileceði korkusuna kapýlarak hakimden yazý yazmasýný istese ve hakim de

ikinci þehir ve bölgenin kadýsýna bu hükmün uygulanmasýna yardýmcý olmasý için yazý yazmasý

caizdir, mümkündür.

«Ýçinde mahkemenin kararý bulunan hükümler ilh...» Bu sicilli hükmüyede þamildir. Bu ifade

mahkemede muhafaza edilmek üzere verilen kararlara þamil olduðu gibi, ikinci hakime

gönderilecek hükümleri de içine atabilir.

«Þahitlerin yapmýþ olduklarý þehadetleri aynen zapta geçer ve yazar ilh...» Bunu da dinledikten

sonra ve þahitlerin adil olduðuna dair gerekli tezkiyeyi yaptýktan sonra bu noktayý ve bu hususu

kaleme alýr. Nehir.

«Þahitlerle ilgili þehadet zaptýný ikinci hakime gönderdiði zaman ikinci hakim gönderenin görüþüne

terste olsa kendi görüþüne göre hüküm verir ilh...» Bu, sicil dediðimiz hükümleri ihtiva eden

hususlarda böyle deðildir. Çünkü ikinci Kadý´nýn bu noktada birinci Kadý´ya muhalefet etmesi

düþünülemez. Onun verdiði hükmü bozamaz, Çünkü sicil ifadesinden maksat, verilen hükmün

bizatihi kaleme alýnmasýdýr, baþkasýna yazýlan yazý demek deðildir. Bunun için de ikinci hakim

gönderilen yazýyý kabul etmeyebilir. Yani onun muhtevasý ile amel etmeyebilir. Ama sicil dediðimiz

noktada durum böyle deðildir. Nitekim Minyetü´l-Müfti´den Bahýr´da bu þekilde nakledilmiþtir.


Nehir sahibinin, «Ben bu ifadeyi Minyetü´l-Müfti´de bulamadým» ifadesi, elindeki nüshasýna binaen

olsa gerektir. Ben elimdeki nüshada nakledilen bu hükmü aynen gördüm. Fetih isimli eserde,

«Kitabi hükmi diye adlandýrdýðýmýz hakim diðer bir hakimin yazmýþ olduðu yazýnýn gereði ile

görüþüne ters düþtüðü taktirde amel etmeyebilir. Çünkü henüz hakkýnda ictihad yapýlabilecek bir

noktada hüküm vaki olmamýþtýr. Dolayýsýyla isterse kabul eder. muhtevasý ile kabul eder, isterse

kabul etmez ve onunla amel etmeyebilir.» denilmiþtir.

«Buna hükmi kitab adý verilir ilh...» Bu onlarýn örfüne göredir. Hükme nisbet etmeleri sonunda buna

dayanarak hüküm verileceðinin nazarý itibare alýnmasýndandýr. Yani mecaz yoluyla buna Kitabý

Hükmi adý verilmiþtir. Fetih.

«Bu bir sicil deðildir ilh...» Çünkü sicil, hüküm verilen hususu ihtiva eder. Hükmi kitab, (hükmü

yazý) ise bunun hilafýnadýr.

«Yazdýðý yazýyý yol þahitleri dediðimiz kiþilere okur ilh...» Aynca bunu onlarýn nezdinde mühürler.

Tezvir ve tahriften korunmasý da bunu gerektirir.

«Ayrýca onun muhtevasý ile ilgili gerekil bilgiyi de onlara verir ilh...»Çünkü onlar ikinci hakim

nezdinde kitabýn muhtevasý hakkýnda þahitlik yapacaklardýr. Bilmedikleri konuda þahitlik

yapamazlar. Mesela «Bu senet falan kiþi aleyhinde düzenlemiþtir.» þeklindeki muhtevasýný

bildirmeden söyledikleri bir þey ifade etmez. Ancak muhtevasý olan borç miktarýný belirtirler ve o

konuda þahitlik ederlerse, o zaman bu yazý muteber kabul edilir. Senet de o taktirde muteber sayýlýr.

Fetih. Bahýr isimli eserde, «Yazýnýn muhtevasýný çok iyi hatýrlamalarý gerekir. Bunun için de

ellerinde açýk bir nüshanýn olmasý gerekir.» denmiþtir ki muhtevayý unutmamalarý, hatýrlamalarý,

hatta ezberlemelerine yardýmcý olmasý için böyle bir nüshaya da ihtiyaç duyulur. Þahitlik

yapacaklarý hususu tahammül ettikleri andan eda edecekleri ana kadar hatýrlamalarý þarttýr. Bu da

sahibeyne göredir.

«Ve onlar huzurunda mühürler ilh...» Kitabý dürdükten, katladýktan sonra o mektup üzerine

mührünü basar. Yazýlan yazýnýn altýna mührün basýlmasý geçerli deðildir. Hakimin mührü kýrýlmýþ

olsa veya kitap açýk olsa kabul edilmez. Eðer yazýnýn altýný mühürleyecek olursa, yine geçerli kabul

edilmez. Nitekim Zahire´de böyle ifade edilmiþtir. «Onlarýn huzurunda mühürler» ifadesine þu

bakýmdan ihtiyaç duyulmuþtur. Çünkü ikinci mahkeme nezdinde þahitlik yaparlarken mühürlemenin

huzurlarýnda yapýldýðý konusunda da þahitlik yapmalarý gerekir. Muðni.

Bu mühür konusu, eðer yazýlan yazý davacýnýn eline verilecek olursa gereklidir. Fetva da buna göre

verilmiþtir. Kuhistani.

«Mektubu onlara teslim eder ilh...» Bu teslimin, hüküm verdiði mecliste olmasý þarttýr. O meclisin

dýþýnda baþka bir mecliste teslim edecek olursa muteber kabul edilmez. Kirmanî. Kuhistani.

Nihaye´de þöyle denmektedir: «Hakimlerimizin bugün amel ettikleri þekil, yazdýklarý bu yazýyý

davacýya teslim ederler. Bu da Ebu Yüsuf´un kavlidir. Þemsü´l-Gimme´nin ifade ettiðine göre fetva

verilen görüþte budur. Ebu Hanife´nin görüþüne göre bu yazý þahitlere teslim edilir. Hocamýn yazýsý

ile meseleyi bu þekilde gördüm.» Daha sonra devamla «Senet konusunda senedin muhtevasý ile

ilgili bilgisi olmayan kiþinin senet hakkýnda yapacaðý þahitlik muteber deðildir.» denmiþ ve bu

konuda fukahanýn icmaý olduðu ilave edilmiþtir. Bu meseleyi böylece bil. Çünkü insanlar arasýnda

bunun hilafý adet haline gelmiþtir. Saidiye.

Ancak bu konudaki icma davasý pek teslim edilir dava deðildir. Çünkü ilerde Ebu Yusuf´tan buna

muhalif rivayetler nakledilecektir. Musannýf bu hususu istihkak babýnda da zikretmiþ ve demiþti ki,

istihkakla ilgili sicile dayanarak ve orada falanýn yazýsýdýr þehadeti ile hüküm verilmez. Muhakkak ki

yazýnýn muhtevasýný bildiren þahitliðe dayanarak hüküm verilmelidir. Þehadet ve vekaletin nakli

dýþýnda da hüküm yine böyledir.

Benzeri meseleler Gurer isimli eserde mevcuttur. «Bu da, þehadetin nakli veya vekaletin nakliyle

ilgili yazý da onun muhtevasý ve mazmunu hakkýnda þahitliðe ihtiyaç yoktur. Bunun gereði de,

þahitlere okumaya ihtiyaç olmayabilir.» denmektedir. Bu da Ebu Yusuf´un kavli olsa gerektir.

«Lakablarýný ve künyelerini yazar ilh...» Yalnýz isim yeterli deðildir. Hem gönderen, hem de

gönderilen hakimin lakab ve künyelerinin yazýlmasý, gereklidir. Fetih´te, «Eðer ünvan «falandan

falana» þeklinde olur veya «Ebu falandan Ebu falana» diye yazýlacak olursa kabul edilmez. Zira

yalnýz isim veya yalnýz künye kiþiyi tanýma bakýmýndan yeterli deðildir. Ancak künyesiyle meþhur

olan kiþiler bazen tanýnabilir. Mesela Ebu Hanife, Ýbni Ebu Leyla buna bir örnektir. Bazan babasýna

nisbet edilerek zikredilmesi de yeterli sayýlabilir. Mesela Ömer Ýbnül Hattab, Ali Ýbni Ebi Talip gibi.


«Bunun bir rivayet olduðu söylenmiþtir. Diðer rivayetlere göre, künye meþhur da olsa kabul

edilmez. Çünkü insanlar ortak künyeye sahip olabilirler. Ayný künyeye sahip olan kiþilerin o künye

ile þöhret bulmuþ olmalarý mümkündür. Dolayýsýyla kendisine yazý yazýlan hakimin o künye ile

þöhret kazanmýþ bilinen bir kiþi olduðu bilinemez. O mudur, baþkasý mýdýr diye tereddüde mahal

bulunmaktadýr. Ama «Falan beldenin Kadý´sýna» diye yazacak olursa, bu durum bunun hilafýnadýr.

Çünkü çoðu kez o beldede bir hakim bulunur. Yere ve beldeye izafe edilmekle bildirme ve tanýma

hasýl olmuþ sayýlýr.» denilmiþtir.

Nehir´de, *Bu konuda davacýnýn ve davalýnýn ismini de zikreder. Ayrýca baba ve dedelerinin ismini

de buna ekler. Dilerse dava konusu olan hakký ve þahitleri de yazar, dilerse þahitlik yaptýklarý

hususla iktifa edebilir. Yine bu yazýnýn muteber olmasýnýn þartlarýndan biri de yazýya tarihin

atýlmasýdýr. Tarihsiz yazýlar geçersizdir. Bu da yazýnýn yazýldýðý tarihte onun kadý olduðunu

bildirmek içindir.» denilmiþtir. Fetih.

«Ýkinci Ýmam Ebu Yusuf iktifa etti ilh...» Azmiye´de Kifaye´den naklen yapýlan bu rivayet, yukarda

Nihaye´den zikrettiðimiz ve Mülteka´nýn ibarelerinin aynýdýr. Ebu Yusuf, þahitliklerinin dýþýnda hiçbir

þeyi þart koþmamýþtýr. Yani kendisi bu görevi, Kadýlýk görevini üstlendiði zaman, þahitlerin, «Falan

kadýnýn yazýsýdýr.» ifadesiyle iktifa etmiþtir. Serahsi de onun bu görüþünü benimsemiþ ve «Meseleyi

deneyen, gören duyan gibi deðildir» demiþtir. Ebu Yusuf, uzun yýllar bizzat kadýlýk yapmýþtýr.

Zorluðu görünce bu kadarýyla iktifa etmiþ, diðer þartlara riayeti lüzumlu görmemiþtir. Bunun için

Ýmam Serahsi de bu görüþü benimsemiþtir. Bundan anlaþýldýðýna göre mühürleme þartý da yoktur.

Ebu Yusuf mühürlemeyi de þart koþmamýþtýr.

Fethü´l-Kadir´in ifadesinden anlaþýldýðýna göre bu Ebu Yusuf´tan yapýlan bir rivayettir ve orada

þöyle denmiþtir: «Bu rivayetin sahih olduðunda hiçbir þüphe yoktur. Çünkü burada önemli olan

yazýyý taþýyan kiþilerin adaletli olmalarýdýr. Mühürün olup olmamasý önemli deðildir. Yeter ki þahitler

hakimin bizatihi kendisinin yazdýðýna þehadet etsinler. Eðer yazý davacýnýn elinde ise, deðiþikliði

önlemek, tezvire meydan vermemek için mühürlenmesi þarttýr. Burada da þahitler, davacýnýn

getirdiði yazýnýn muhtevasýný bildikleri ve o konuda yapmýþ olduklarý þahitlikleri, yazýnýn

muhtevasýna uygun olacak olursa, o taktirde mühüre ihtiyaç duyulmamaktadýr»

«O yazýyý okumaz ilh...» Yani hasým mahkemeye getirilmeden yazýyý okumaz. Bu ifade ile Bahýr´da

söylenenlere ve Fetih´ten nakledilenlere iþaret edilmek istenmiþtir. Þöyle ki, hasým hazýr olmaksýzýn

o yazýyý kabul etmez þeklindeki ifade, aslýnda kabul etmez demek deðildir. Hasým olmadan o yazýyý

açýp okumaz. Çünkü buna bir hüküm taalluk etmemektedir.

«Ancak hasým ve þahitlerin huzurunda acar ilh...» Þahitlerin «falan hakimin yazýsýdýr.» þeklindeki

þehadetleri ve «mühür de onun mühürüdür.» demelerinden sonra yazý açýlýr. Nehir. Bu ifadeden

sonra Kenz isimli eserde, «Eðer falan kadýnýn yazýsýdýr hüküm meclisinde bize bunu teslim etti ve

muhtevasýný bize okudu ve huzurumuzda mühürledi diyerek þahitlik yaparlarsa hakim mektubu

acar hasma okur onun muhtevasý gereði aleyhinde hüküm verir.» denilmiþtir. Bahýr isimli eserde,

«Tabiki þahitlerin adaleti, adil kiþiler olduðu sabit olacak olursa» ifadesi de eklenmiþtir. Mesela

hakim onlarýn adil kiþiler olduðunu bilir veya þahit olan kiþilerin adil kiþiler olduðuna dair yazýda bir

husus belirtilmiþse veya onlar hakkýnda güvenilir kiþilere sormuþ, adil olduklarý konusunda onlarýn

tezkiyesini almýþ ise, þahitliklerine itibar edilir. Ama henüz adil olduklarý ortaya çýkmadan o yazýnýn

muhtevasý ile hüküm vermez, hasmý da bu hususta ilzam etmez.

Bahýr´da bu ifadeler nakledildikten sonra Ebu Yusuf´un yakardaki ifadesi de tekrarlanmýþtýr.

«Müslüman olan bir kiþinin filline þehadet ettikleri için ilh...» Bu da «Falan hakim bu yazýyý yazmýþ,

bize okumuþ ve mühürleyip bize teslim etmiþtir.» þeklindedir.

«Hasým ikrarda bulunacak olursa ilh...» Yani hasým, «Efendim bu yazýnýn falan hakime ait olduðunu

kabul ediyorum.» diyecek olursa, þahitlerin yazýnýn muhtevasý ile ilgili bilgi vermelerine gerek

yoktur.

«Emanla ilgili mektup ve yazý bunun hilafýnadýr ilh...» Yani gayri müslim bir ülkede onlarýn

krallarýndan eman isteyen bir mektubun gelmesi halinde bu mektubun muhtevasý hakkýnda

þahitlerin þehadetine gerek yoktur. Bahýr.

«Çünkü bu mektup hakimi ilzam edici mahiyette deðildir ilh...» Hakim dilerse onlara eman verebilir,

dilerse vermez. Kadý´nýn yazýsý ise bunun hilafýnadýr. Çünkü kendisine yazý gönderilen hakimin bu

yazýya bakmasý, muhtevasý ile amel etmesi ve orada olan beyyine gereði hasmý ilzam etmesi

gerekir. Bunu reddedemez. Fetih.

Ynt: Kaza By: neslinur Date: 10 Þubat 2010, 04:42:03
FERÝ MESELE: Mektubu taþýyan þahitler yolda hastalansalar veya memleketlerine dönseler veya


baþka bir þehre yolculuk yapsalar, taþýdýklarý yazýnýn muhtevasýyla ilgili þehadetlerini baþka kiþilere

aktarsalar, caizdir. Meselenin tamamý Haniye´de zikredilmiþtir. Tabiki burada aktardýklarý konuda

þahitlik yapmalarýný istemeleri de þarttýr.

Yazý delil deðildir, amel edilmez

«Yazý ile amel edilmez ilh...» Eþbah´ýn bu konudaki ifadesi, «Yazýya itimad edilmez. Geçmiþ

kadýlarýn vakýfnameler üzerindeki yazýlarýna itibar edilmez ve bunlarla amel edilmez.» þeklindedir.

Bîrî, «Güvenilmez, itimad edilmez sözünden maksat, dava esnasýnda buna dayanarak hakim hüküm

veremez demektir.» demektedir. Çünkü yazý benzetilebilir ve yeniden yazýlabilir. Zahiriye´nin

Hülasa´sýnda þu þekilde ifade edilmiþtir:«Hakimlerin diðerlerine yazmýþ olduklarý divandaki yazýlar

bu kabilden deðildir. Bu konuyla ilgili meselelerde yukarda özellikle Kadý´lýk görevini üstlenen kiþi,

bir önceki kadýnýn dosyalarýný ister ona bakar.» Bu da divanla ilgili yazýlarýn muteber olacaðýný

gösterir.

«Sultanýn vermiþ olduðu beratlarda buna ilhak edilir ilh...» Yine bu konuda Eþbah´ýn ifadesi aynen

þöyledir: «Görevlerle ilgili ve vazifelerle ilgili sultanýn vermiþ olduðu beratlarýn muhtevasý hakkýnda

eman mektubuna kýyasla þahitlere gerek yoktur. Eðer eman mektubu ile ilgili esas, tezvir korkusu

ise. Ama yok kanlarýn ve canlarýn korunmasý ile ilgili eman mektubunda ihtiyat esas alýnmýþtýr

denecek olursa, durum böyle deðildir. Ýllet birbirinden farklý olduðu için ona ilhak edilmesi kabul

edilemez.»

Ben derim ki: Ýkinci görüþe riayet edilmesi gerekir. Sayihani. Çünkü bunda tezvir imkaný vardýr,

gerçekten de vuku bulmuþtur. Nitekim Hamevi bundan örnekler vermiþtir. O zaman sultanýn berat

yazýlarýnýn eman mektubuna kýyasla ayný durumda olmasý kabul edilemez. Ancak þu kadar var ki

eman mektubuyla ilgili esas o mektubun hakimi ilzam etmemesidir. Kaza ile ilgili bölümün baþýnda

Kadýlarýn divanýndaki yazý ve muhteva ile amel, bir zarurete binaen olduðu nakledilmiþti. Burada da

durum aynýdýr. Çünkü sultanýn belirli kiþilere yöneltmiþ olduðu görev ve istihkaklarla ilgili yazýsý ve

beratine beyyine getirmek mümkün deðildir. Vali ve Kadýlarýn yayýnladýklarý yazýlarda da durum

aynýdýr. Onlarýn ellerinde bulunan dosyalarda bunun gibidir. Diðer görevlilerin neþrettikleri emirler.

sultana ait emirler, örf ve adet gereði muhtevasý hakkýnda þahit istenmeden kabul edilir. Bu tür

yazýlarýn tezvir edilmesi, sahte olmasý meseleyi deðiþtirmez. Her ne kadar vaki olduðu söyleniyor

ise de bunlar nadir olaylardandýr. Çok az vuku bulur. Þahitlerin þehadetini tezvir imkanýndan daha

da nadirdir. Orada kabul edildiðine göre daha nadir olanda kabul edilmesi gerekir. Ayrýca bu nokta

sarrafýn defterinden daha önemlidir. Onun yazýsýna itibar edildiðine ve muhtevasýyla amel

edildiðine göre þahit istenmeden bunlarla da amel edilir. Sarraf ve benzeri kiþilerin defteriyle amel

edilmede gerekçe örftür, teamüldür.

Allame Birî Eþbah üzerine yazmýþ olduðu þerhte þöyle demektedir: «Alaaddin isimli zatýn bu

konuda bir özel risalesi mevcuttur. O risalede Eþbah´taki ifadenin özetini naklettikten sonra, Ýbni

Þýhne, Ýbni Vehban sarrafýn elinde bulunan defterle amel edilmesine kesin gözü ile bakmýþlardýr.

Çünkü bunda tezvir ve deðiþtirme söz konusu deðildir.»

Bezzazî, Ýmam Serahsi, Ýmam Kadýhan sarrafýn defterinde tezvir imkaný olmadýðý için amel

edildiðine göre, sultana ait defterlerde bu tezvir daha da az olduðundan bu noktada amel

edilmesine kesin gözü ile bakmýþlardýr. Bunu müþahade edenler, takip edenler iyi bilirler. Çünkü bu

yazýlar sultandan özel izin alýndýktan sonra yazýlýr ve bu yazýlarýn muhtevasý ile ilgili hiçbir eksikliðe

ve fazlalýða meydan verilmeksizin birçok kiþiler tarafýndan muhteva nakledilir. Aynca bu yardýmcýya

arzolunur. O yazýsýný yazdýktan sonra mütevelliye götürülür. O da defter emini denilen yerde

muhafaza etmesi için ona testim edilir. Onun üzerine gerekli yazý yazýldýktan, asýl nüshalar

mühürlendikten sonra özel yerlerde muhafaza edilir. Bu kadar titizlikle hazýrlanmýþ bir yazýda sahte

olma düþüncesi pek makul deðildir. Bunlarýn sahte olmasý kesinlikle düþünülemez. Meselenin bu

þekilde olduðuna dair devlet memurlarýnýn ve katiplerin malumatlarý vardýr. Defterlerde mesela,

«Falan yer falan medreseye vakýftýr.» þeklinde not edilmiþ ise bununla beyyineye ihtiyaç

kalmaksýzýn amel edilir. Þeyhülislamlar da bu görüþle fetva vermiþlerdir. Abdullah Efendi´nin

Behçetü´l-Fetava´sýnda bu ifadeler açýkça yer almaktadýr.

Ben derim ki: Bunu te´yid eden diðer bir hususta geçmiþ Kadýlarýn divanýndaki yazýlarla amel

edilmesidir. Osmanlý devletinde vazifeye gelen þeyhülislamlar defteri hakanide yazýlý olan hususlarý

Kadýlarýn divanýnda yazýlý olan meselelere kýyas ederek ayný sonuca varmýþlardýr. Çünkü her ikisi

arasýnda ortak nokta bulunmaktadýr, Ancak vakýf bahsinde Hayriye´den naklettiðimiz bir ifadede,

«Bir vakfýn defteri sultanide bulunmasý ile vakfýn sabit olduðuna karar verilmez.» denmiþtir.

Simsar, sarraf ve satýcýnýn defteriyle ilgili meseleler


«Satýcýnýn, simsarýn ve sarrafýn defteri ilh...» Bu meselenin hükmü emanla ilgili yazýya kýyasla

belirtilmemiþ, bunlarýn hükmü bahusus zikredilmiþtir. Fetih isimli eserin þehadet bölümünde,

«Simsarýn, sarrafýn yazýsý taamül ve örfün bulunmasýndan ötürü geçerlidir, kabul edilir.» denmiþtir.

Bîrî þöyle demektedir: «Çoðu kitaplarda bulunan husus budur. Hatta Mücteba´da da böyledir. Ýkrar

bahsinde þöyle denmektedir: Satýcýnýn. sarrafýn ve simsarýn yazýlarý, adres belirtilmese de hüccettir,

delildir. Ýnsanlar arasýnda bu, geçerli kabul edilmiþtir. Muhtevasýyla amel edilir. Ýnsanlar arasýndaki

yazýþmalarda da durumun örfe binaen böyle olmasý, bu yazýlan yazýlarýn hüccet kabul edilmesi

gerekir.»

Hizanetü´l Ekmel isimli eserde, «Bir sarraf kendi özel defterine bir kimseye borçlu olduðunu yazsa,

tüccar arasýnda yazýsý tanýnsa ve bu kimse ölse, alacaklý gelip vereseden o miktar malý istese,

ölmüþ olan kiþinin yazýsýný gösterse, insanlar bu yazýyý tanýdýklarý için muhtevasý ile hüküm

verilerek terekesinden olacaklýnýn atacaðý miktar kendisine verilir. Tabiki bu yazýnýn ölen kiþiye ait

olduðu tesbit edilirse. Bu durum eskiden beri insanlar arasýnda cereyan eden ve delil olarak kabul

edilen bir husustur.»

Allame Aynî der ki: «Bir meselenin zahir ve açýk bir adete bina edilmesi ve örften istifade ederek

hüküm verilmesi vaciptir. Buna göre bir satýcý defterinde kendi yazýmla þunu buldum veya kendi

elimle falana bin lira borcum olduðunu yazdým dese, bu ödemesi gereken miktarla ilgili ikrar kabul

edilir.»

Ben derim ki: Buna ek olarak, burada gerçekte amel örf gereðidir. Mücerret yazýya dayanarak

deðildir. Bununla da þu meselenin hükmü bilinmektedir. Fukaha der ki: Bir kimse bir alacak

iddiasýyla gelse ve alacaðý miktarla ilgili bir yazý sunsa, bu yazýnýn davalýnýn yazýsý olduðu iddiasýný

da ileri sürse, davalý yazýnýn kendisine ait olduðunu inkar etse, ondan bir yazý daha yazmasý

istense. yazsa ve iki yazý arasýnda açýk bir benzerlik bulunsa ve her ikisinin de bir kiþiye ait olduðu

belirlense, durum ne olur? Fukaha bu konuda ihtilaf etmiþlerdir. Sahih olan buna dayanarak karar

verilmez. Mahkeme bu yazýlan delil kabul etmez. Ayrýca «Bu benim yazýmdýr, ama benim bir borcum

yoktur.» dese, söz hakký yine onundur. Ancak yazan simsar veya sarraf veya benzeri kiþi olacak

olursa bundan sorumlu olurlar. Yazýnýn muhtevasýyla amel edilir. Kadýhan´da bu þekilde ifade

edilmiþti. Bîrî´nin söyledikleri burada sona ermektedir.

Ben derim ki: Ýstisna edilen hususlardan biri de, kendisini tayin eden emire hakimin yazmýþ olduðu

mektupla ilgili bölümde zikrettiðimiz ve þarihinde Vehbaniye þerhinden ve Mülteka´dan naklen

vereceði meselede olduðu gibi mektuba benzer adresli olarak «falandan falana» þeklinde yazýlmýþ

olan mektupta buna dahildir. Çünkü örf ve adet bu þekilde cereyan etmiþtir. Bu da açýkça ifade

mesabesindedir. Hüccet olarak kabul edilmesi gerekir. Mülteka´da da bu görüþ benimsenmiþ,

Zeylaî. muhtelif meseleler bölümünde bu hususa yer vermiþtir. Benzeri meseleler Haniye ve

Hidaye´de de zikredilmiþtir. Bu da eðer yazýnýn kendisine ait olduðunu itiraf edecek olursa, bunun

muhtevasý ile amel edilmesi ve o yazý ýle yazý sahibinin ilzam edilmesi gerekir. Hatta bu konuda

borcu olmadýðýný inkara kalkýþsa da durum aynýdýr. Ama þu mesele bunun hilafýnadýr: Eðer mektup

ve yazý bir adresi, falandan falana þeklinde bir yazýyý ihtiva etmiyor ise, Haniye´de açýkça beyan

edildiði gibi bu mesele yukardakine benzememektedir. Muhtevasýyla amel edilmez. Bu da dilsiz

hakkýnda söyledikleri meseledir. Kifaye´nin son bölümünde Þafi isimli eserden verdiði bir nakle

göre sahih olan görüþ bunun dilsizle ilgili meseleye benzemesidir. Eðer yazý tamamen açýk, ikrar ve

beyyine ile ona ait olduðu sabit olacak olursa bu açýkça bir hitap mesabesindedir.

Fukahanýn bu ifadelerinin gereði, bunun gaip olan kiþiye mektup mesabesinde yazýlmasý ile ilgilidir.

Ayný mesele Fetih´in þehadet bahsindeki ifadesinin de anlamýdýr. Ancak Bezzaziye´den naklen

Bahýr´ýn þehadet bölümünde, «Adresi belirlenen hususta kiþinin hazýr veya gaip olmasý arasýnda bir

fark yoktur. Ayný mesele Kariü´l-Hidaye´ye ait fetvada da zikredilmiþtir. Orada, senetlerin üzerine

yazýldýðý taktirde, senedin muhtevasý olan mal, ödenmesi gereken mal olur. O da þu þekilde olan

ifadedir: «Senet üzerine «Palan oðlu falan zimmetinde falan oðlu falana ait su kadar miktar borç

vardýr.» þeklindeki yazýsý ikrardýr, ödenmesi gerekir. Eðer böyle bir þey yazýlmamýþ ise söz,

yeminiyle birlikte ona aittir.»

Ben derim ki: Bu günkü örf, bu gibi mektuplarýn adres ve isim belirtilerek yazýlmasýdýr. Yazýlýþ

sebebi de ayrýca burada yer alýr ki þöyle, «Falan kiþinin zimmetinde falana ait þu kadar terettüp

etmektedir.» diye devam eder gider. «Falanýn elinden bize þu kadar ulaþtý, þu miktar bizim elimize

geldi» þeklindeki beyan da aynýdýr.

Diðer bir hususta, kiþinin özel defterine, «Zimmetimizde falana ait þu kadar borç vardýr.» þeklinde

yazmasý do bunun gibidir. Bütün bunlar örf gereði adres ve isimlerle, ünvanla tesbit edilmektedir.


Kariü´l-Hidaye´nin ifade etmek istediði de budur. Ayrýca bu ifadenin gereði, yazýnýn kendisine ait

olduðunu itiraf etmesi halinde, borcu ödemekle yükümlüdür. Ama yazýda adres ve ünvan

bulunmayacak olursa, malý inkar ettiði taktirde bu yazýnýn muhtevasý ile amel edilmez. Borcu

ödemesi gerekmez, hatta yazýnýn kendisine ait olduðunu itiraf etse de.

Ancak bundan yukarda belirtildiði gibi satýcý, sarraf, simsar gibiler istisna edilmektedir. Haniye´de

bu konuda, «Sarrafýn ve simsarýn yazmýþ olduðu yazýlar ve onun kendi eliyle yazmýþ olduðu

senetler örfen hüccettir, delildir, kabul edilir. Muhtevasýyla mahkeme karar verebilir.» denmektedir.

Bu da adres bulunsun, bulunmasýn, her ikisine de þamildir. Mücteba´dan yukarda nakletmeye

çalýþtýðýmýz sarih ifade de bu olsa gerektir. Hizane´den açýk bir þekilde nakledilen bir ifadeye göre,

hatta yazýnýn kendisine aît olmadýðýný söylese de durum aynýdýr.

Mücteba isimli eserdeki, «Ýnsanlar kendi aralarýnda bu þekilde yazarlar.» ifadesi, defterdeki yazýnýn

hüccet ve delil olmasý konusunda sarraf, simsar veya satýcýya inhisar etmediðinin de delili olsa

gerektir. Hatta örfte insanlar arasýnda birbirlerine karþý yazmýþ olduklarý borç senetleri de sarraf,

simsar ve satýcýnýn defterinin örf açýsýndan aynýsý olsa gerektir. Bu ifadeye göre emirlerin yüksek

tabakadaki kimselerin, aleyhinde þahitliklerinde güçlük çekilen kiþilerin yazmýþ olduklarý yazýlar da

bu kabildendir. Bir alýndý kaðýdý veya bir borç senedi yazýlsa ve bu da özel mühür ile mühürlense,

bu örfümüzde delildir. Çünkü bunun inkarý bir bakýma gayri kabildir. Hatta inkara kalkýþacak olsa

bile insanlar arasýnda haksýz ve hakký teslim etmeyen kiþi olarak bilinir. Eðer yazýnýn ve mühürün

kendisine ait olduðunu itiraf eder, yazýlan yazýda kiþinin adý soyadý ve adresi bulunursa, bunun da o

kimse aleyhinde ilzam edici bir delil niteliðinde olmasý gerekir. Ama itiraf etmez veya ölümünden

sonra ele geçerse, Mücteba´daki ifadenin gereði yine Onunla amel edilir, terekesinden alýnýr. Sað

ise ödemeye zorlanýr. Bu da örfe binaendir. Aynen sarraf ve benzerlerinin defterinde yapýlan

uygulama gibi.

Yine buna benzer diðer bir meselede þudur: Bir kimsenin sandýðýnda bir kese içerisinde bir miktar

para bulunsa ve onun üzerinde de «Falan oðlu falanýn emanetidir» yazýsý olsa, adet ve örfte bu gibi

þeyleri kendine ait paralar kesesine yazmayacaðýna göre, bu yazý o paranýn emanet olduðunu, ismi

yazýlý olan kiþiye ait olduðunu gösterir. Bütün bunlardan anlaþýldýðýna göre, buraya kadar kendi

aleyhine borçlu olduðuna dair yazmýþ olduðu yazýlarla ilgilidir. Geçerli olmasý da bu bakýmdandýr.

Bazý müteahhir alimlerimiz bununla meseleyi kayýtlamýþlardýr. Bu da acýktýr. Ama kendi lehine,

falanda alacaðý olan yazýsý mahkemece geçerli sayýlmaz. Hatta bunu açýktan diliyle söylese, iddiada

bulunsa. onun bu iddiasý gereði hasmý borçlu kabul edilmez. Sözlü olarak kabul edilmediðine göre,

yazýlý bir belge sonucu, «Falanda þu kadar alacaðým vardýr.» diye kendi yazýsýyla yazmýþ olduðu bir

belge, onun hakkýný nasýl isbat eder. Bunun içinde Hizane isimli eserde kendi aleyhine olan borçlarý

yazmasý ile kayýtlanmýþtýr. Nitekim yukarda da buna iþaret edildi.

Vehbaniye þerhinde, «Belh ulemasý satýcýnýn hatýra defterinde yazmýþ olduðu, akil defterine almýþ

olduðu notlar, onu ilzam edicidir. Onun aleyhinde hüccet kabul edilir demiþlerdir. Hatta satýcý,

«Kendi yazýmla falanýn bende þu kadar alacaðý olduðunu tesbit ettim.» dese Serahsi´nin ifade

ettiðine göre bu ifadesi onu ilzam edici, ödemeye zorlayýcýdýr. Simsar ve sarrafýn yazýsý da

böyledir.» denilmiþtir. Hatta, «Falanýn bende þu kadar alacaðý var» ifadesi, borçlu olduðuna dair bir

itiraftýr. Acýk bir delildir. Ama Ýbni Vehban´ýn meselenin gerekçesini açýklarken «O defterine ancak

lehinde ve aleyhinde olanlarý kaydeder» sözünden maksat. satýcý ve benzerleri bu tür defterlere yazý

öðrenmek lügat öðrenmek veya eðlence olsun diye yazmadýklarý kasdedilir. » demektedir. Çünkü

buraya falanca lehinde ve aleyhinde sabit olanlarý yazar. Bundan da kendi lehine yazmýþ olduklarý

ile amel edilmeyeceði, yazýsýnýn kendi lehine olan bölümünde ilzam edici bir hususun olmadýðý

açýktýr. Hatta bunu bu þekilde anlayanlar da olmuþtur.

Fakat bu «lehine olan yazýda da muteberdir» sözü pek uygun deðildir. Onun için bunu aleyhinde

sabit olan, baþkasýnýn kendisinde olan alacaðý ile ilgili yazýlarla kayýtlamak gerekir. Eðer defteri

kendisi tarafýndan muhafaza ediliyor ise. Ama yok bunu hasmýn defterine yazmýþ ve ona borcu

olduðunu söylemiþ ise, zahirde bununla amel edilmemesi gerekir, denmiþtir.

Tahtavi ise, bunun hilafýný benimsemiþ meseleyi, o þekilde deðerlendirmiþtir. Çünkü yazý

deðiþtirilebilir, yazý yazýya benzetilebilir. Ama ikrar edecek olursa, zaten ikrarýyla mesele halledilmiþ

sayýlýr. Kendisinin bir katibi olsa, bu þekildeki yazý, defteri de katibin nezdinde bulunsa, yine kabul

edilmez. Çünkü haberi olmadan katibin aleyhine yani katibinin onun aleyhine bir þeyler yazmýþ

olma ihtimali de vardýr. Bu da inkar ettiði veya ölümünden sonra verilmesi ve veresesi tarafýndan

inkar edilmesi halinde, katibin nezdinde bulunan defterde ölen kiþi aleyhine olan borçlar kabul

edilmez. Hatta bu konuda asrýmýzda bunun hilafýna hüküm verenlerde olmuþtur. Mesela bir zimmi


baþka bir tacirin veresesi aleyhine dava açmýþ, o tacirin zimmi de bir katibi varmýþ, tacirin defteri

bu zimmi olan katibi yanýnda imiþ. Mahkeme buna dayanarak hüküm vermiþtir. Ben bunun batýl

olduðunu, bu hükmün geçersiz olduðunu söyledim ve bu istikamette fetva verdim. Ayrýca davacýnýn

ve katibin zimmi olmalarý, bu tezvir ve yazýnýn benzetme bir yazý olma þüphesini de

kuvvetlendirmektedir. Belki de bu yazý tacirin ölümünden sonra kaleme alýnmýþ olabilir. Bu ihtimali

bu hususlar kuvvetlendirdiðinden yazýya dayanarak verilen hükmün doðru olmadýðý istikametinde

fetva verdim. Bununla ilgili Fetava-yý Hamidiye´nin tenkihinde yeterli cevap bulabilirsiniz.

«Eðer yazýnýn kendisine ait olduðu kesinlikle bilinirse ilh...» Yani hadis rivayet eden kiþi, yazýya

dayanarak bir rivayeti yapabileceði Ýmam Muhammed tarafýndan kabul edilmiþtir. Bu da birinci

kiþinin yazýsýnýn bilinmesi halinde, ona ait olduðunun tanýnmasý halindedir. Kadý ve þahitle ilgili

bölümde ise yazýlarýn kendilerine ait olduðunu tanýmalarý halinde buna güvenilebileceði, bununla

amel edilebileceði söylenmiþtir. Halebi.

«Fetva da bununla verilmiþtir ilh...» Hizanetü´l-Ekmel isimli eserde Ebu Yusuf ve Ýmam Muhammed

þahid, kadý ve ravilere ait yazýlarda yazýlarýný görmeleri, hadiseleri hatýrlamamalarý halinde, bu

yazýyla amel edilebileceðine cevaz vermiþlerdir. Uyun isimli eserde ise fetvanýn bu iki imamýn kavli

istikametinde olduðu söylenmiþ, ancak orada, «Yazýnýn kendilerine ait olduðu kesinleþecek olursa»

kaydýný getirmiþtir. «Bu Kadý´da olsun, þahitte olsun, veyahut rivayette olsun, defter üzerinde veya

kaðýt üzerindeki yazýnýn kendilerine ait olduðunu kesinlikle bilmeleri halindedir.» demiþtir,

Hatta bu yazý, senet, þahidin elinde olmasa da durum böyledir. Çünkü bu gibi konularda hata oraný

nadirdir. Deðiþtirme durumu da pek söz konusu deðildir. Olduðu taktirde, buna muttali olmak

mümkündür. Her açýdan yazý yazýya benzemez. Bunun içinde yazýnýn kendisine ait olduðuna dair

kesin kanaatini belirtirse. bu yazýya itimad ederek hüküm verilmesi insanlar için bir kolaylýk

saðlayacaktýr, denmiþtir. Hamevi.

Ancak þarih þehadet bölümünde þöyle bir ifadeye de yer verecektir:«Eðer o yazý kendi elinde ise,

caizdir. Bizde bu ifade ile amel ederiz. Fetvamýz da bu istikamettedir.» Bahýr. Mubtega.

Bu Kemal Ýbnül Hümam´ýn orada özetlediði meselelerdir. inþaallah mesele orada tekrar ele

alýnacaktýr.

«Ýki Kadý arasýnda yazýþmanýn geçerli olmasý için muhakkak ki belirli bir mesafenin olmasý gerekir

ilh...» Bu mesafe üç günlük yaya yolundan aþaðý olmamalýdýr. Olduðu taktirde kabul edilmez.

Nevadir-i Hiþam diye adlandýrdýðýmýz eserde, «Bir þehir içinde iki kadý bulunsa, birinin diðerine

hükümlerle ilgili yazýsý muteberdir. caizdir.» denmiþtir. Bu ifade Cenabî´den naklen Cevhere isimli

eserde yer almýþtýr. Keza Kadý´nýn kendisini görevlendiren ayný þehirde oturan emire yazmýþ olduðu

yazýda böyledir. Nitekim yukarda bununla. ilgili izahat verildi.

«Zahire göre yani zahirur rivayeye göre böyledir ilh...» Menih isimli eserde bu ifadenin zahirur

rivaye olduðu belirtilmekte, Ýmam Muhammed ise, bir þehirde de olsalar, birbirlerine

yazabileceklerine cevaz vermiþtir. Ebu Yusuf´tan bir rivayete göre ise, eðer þahit mahkemeye

þahitlik yapmak için akþam kendi evine dönebilecek kadar yakýn bir mesafeye gitmesi gerekiyor

ise, þahitliðini yapar. Ancak bundan biraz uzak ise, þahitlik ve bu konuda yazý ile þahitliði o

mahkemeye aktarmasý caizdir. Siraciye´de de fetvanýn bu görüþ ile olduðu beyan edilmiþtir.

«Yazýlan yazýnýn ikinci Kadý´ya ulaþmasýndan önce birinci Kadý´nýn ölümü veya azledilmesiyle

yazmýþ olduðu yazý hükümsüzdür ilh...» Bu, yazýnýn kabul edilmesi ve muktezasýyla amel edilmesi

için bir baþka þarttýr. Yazý yazan Kadý´nýn yazdýðý yazý, öbür Kadý´ya ulaþtýðý zaman. birincisinin hala

hükümde devam etmiþ olmasý, görevli olmasý þartý da vardýr.Nehir. Çünkü bu þahitlik

mesabesindedir. Feri þahitlerin henüz yüklendikleri þehadeti eda etmeden önce, asýl þahidin

ölmesi, feri þahidin þehadetini iptal eder. Burada da durum aynýdýr. Tahtavi.

«Gönderilen yazýnýn ikinci Kadý´nýn eline ulaþmasýndan önce ilh...»Burada «okumadan önce»

ifadesiyle iktifa etseydi daha uygun olurdu. Bunun içinde Fethü´l-Kadir´de þu ibare yer olmaktadýr:

«Kitabýn ulaþmasýndan önce deðil, kitabý açýp okumasýndan önce birinci hakim ölecek olursa yazý

geçersizdir. Çünkü kendisine gönderilen kiþi nezdinde kitabýn okumasý olmaksýzýn, ulaþmasý bir

þey ifade etmez.»

«Gönderen hakimin delirmesiyle gönderdiði yazý hükümsüz olur ilh...» Bir konuda Haniye´de þöyle

denmektedir: «Gönderilen yazýnýn ikinci hakime ulaþmasýndan sonra ölmesi veya azledilmesi

durumu deðiþtirmez. O yazýyla amel edilebilir. Çünkü ölüm ve azil olayý yazýyý muteber olmaktan

çýkarmaz. Ama hakimin fasýk olmasý, gözlerinin kapanmasý, þehadeti ve hükmünün kabul

edilmeyeceði bir duruma düþmesi halinde ikinci Kadý onun yazýsýný kabul etmeyebilir. Çünkü


hakimin hakime olan yazýsý þahitlik mesabesindedir. Þahitliði ile hüküm verilmesine mani olan hal,

onun yazýsýna dayanarak hüküm vermeye de manidir.»

Bunun zahirinden anlaþýldýðý gibi. bu durumda yazý geçersiz olur. Velevki bu yazýnýn kendisine

ulaþmasýndan sonra da olsa. Zeylai bu konuda, «Azledilmesinde durum ne ise buradaki durum da

odur.» diye açýkça ifade etmektedir.

Bahýr´da gördüðüm bir ifadede ise, «Ýkisinin sözü arasýnda bir anlaþmazlýk vardýr.» denilmiþ. fakat

bu noktada bir cevap getirmemiþtir. Bezzaziye´de Haniye´deki ifadeye benzer bir ifade de yer

almakta, Dürer´de ise buradakine benzer bir ifade bulunmaktadýr. Bu da gösteriyor ki, meselede iki

ayrý görüþ mevcuttur.

«Birinci hakimin fasýk olmasý ile de yazýsý hükümsüz olur ilh...» Bu ifadeden bahsedilirken Nehir

isimli eserde zayýf bir kavle iþaret için kullanýlan «Kýyle» ifadesi kullanýlmýþtýr. Bu da kadýnýn fasýk

olmasýyla azli gerekir ifadesine binaen olsa gerektir. Benzeri bir ifade Fethü´l-Kadir´de de yer

almýþtýr.

«Kendisine yazý gönderilen hakimin ölmesi ile de yazý hükümsüz olur ilh...» Çünkü yazýyý yazan

hakim, özellikle ona yazdýðýna göre, onun adaletine, emanetine güvenerek yazmýþtýr. Bu konuda

hakimler deðiþiktirler. Tayininde bir yorar olsa gerektir. Nehir.

«Genelleþtirmesi hali bundan müstesnadýr ilh...» Buna, yani yazý özel bir hakime gönderilir ise, o

hakimin ölmesi halinde, gönderilen yazýda hükümsüz sayýlýr. Ancak bu özel Kadý´dan sonra, «Kalan

beldenin Kadýsý falana» dedikten sonra, «Eline ulaþan bütün müslüman Kadý´lara» ifadesini eklerse,

o Kadý´nýn ölmesi halinde yazý hükümsüz olmaz. Çünkü onun yerine geçecek kiþi ona tabi olmuþ ve

bir bakýma yazý ona da yöneltilmiþ sayýlýr. Fetih.

«Baþlangýçta yazýyý genel olarak yazmasý bunun hilafýnadýr ilh...»Yani yazýya baþlarken, «Kendisine

bu yazým ulaþan bütün müslüman hakimlere» diye yazýya baþlamýþ ise, bu geçerli olmaz.

«Ýkinci Ýmam Ebu Yusuf buna cevaz vermiþtir ilh...» Ýmam Þafii ve Ýmam Ahmed de ayný görüþü

paylaþmaktadýrlar. Fethü´l-Kadir.

«Amel de buna göredir ilh...» Ýmam Zeylaî bu konuda der ki: «Ulemadan çoklarý bu görüþü

benimsemiþlerdir. Fetih isimli eserde, «Delil bakýmýndan kuvvetli olan budur. Çünkü kendisine

yazýlan hakime bildirmek önemlidir. Her ne kadar bu þart ise de genel bir ifade ile özele bildirme

durumu burada da gerçekleþmiþ olmaktadýr. Umuma hitabý mücmel bir ifade kabilinden deðildir.

Ayrýca kime gideceði belli olmayan bir yazý olarakta kabul edilmemelidir. Bu konuda direk, kasten

birine yazýlmasýyla dolaylý olarak yazýlmasý aynýdýr, aralarýnda bir fark yoktur.» denilmiþtir. Nehir.

«Haniye´de vuku bulan ifadenin hilafýna ilh...» Orada þöyle denmektedir: «Eðer yazý yazan Kadý ölür

veya azledilir, bu da yazýnýn ikinci hakime ulaþmasýndan önce olursa, bu yazý hükümsüzdür. Mesele

ayný feri þahitle asli þahidin durumuna benzer. Asli þahidin feri þahit þehadetini eda etmeden önce

ölmesi halinde, feri þahitlerin þehadeti nasýl geçersiz ise, burada da durum aynýdýr.»

«Burada zikrettikleri þehadet babýnda zikrettiklerinin zýddýnadýr ilh...»Yani þehadet üzerine þehadet

babýnda Haniye´de zikredilen ifadeye terstir. Ki orada þöyle demektedir: «Þehadet üzerine þehadet

caiz deðildir. Yani asýl þahitler þahitliklerini ikinci feri þahitlere aktarmalarý halinde, onlar var iken

ikinci feri þahitlerin þehadetleri muteber sayýlmaz. Ancak asýl þahitler ayný þehirde hasta olur veya

bu þehadetlerini þahitlere aktardýktan sonra ölecek olurlarsa, o zaman durum müstesnadýr.» Bu da

metindeki ifadelere tamamen uygundur.

Hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm verme meselesi

«Hakimin kendi bilgi ve malumatýna dayanarak hüküm vermesini caiz görenler yine kendi bilgisine

dayanarak yazý yazmasýný da caiz görmüþlerdir ilh...» Ebu Hanife´ye göre bunun caiz olmasýnýn

þartý, o beldede hakim olduðu esnada bunu bilmiþ olmasýdýr. Ayrýca bu konunun kul hakkýyla ilgili

olmasý, þariin hakký olan hududlarýn dýþýnda olmasý þartý vardýr Mesela borç, alýþveriþ, gasýp,

boþama, kasten adam öldürme, kazif haddi gibi konularda kabul edilir. Ama o mesele hakkýndaki

bilgisi henüz makama gelmeden önce olacak olur, bunlarda yine kul haklarýyla ilgili, bulunursa,

daha sonra vazifeye gelmesi halinde, bildiði bu konularla ilgili bir mesele mahkemeye intikal

ettiðinde veya kendi bölgesinin dýþýnda hakimken de olsa o konu hakkýnda bir bilgi edinse daha

sonra o beldeye girer o bölgenin Kadýsý olur mahkemeye mesele intikal ederse. Ebu Hanife´ye göre,

bu durumlarda bilgisine dayanarak hüküm veremez, denmiþtir. Sahibeyne göre ise hüküm verebilir.

Bir mahzur yoktur. Keza ayný hilaf aþaðýdaki meselede de mevcuttur. Beldesinde kadý iken mesele

hakkýnda malumat elde eder, daha sonra azledilir, ondan sonra tekrar vazifeye iade edilirse,


mahkemeye bu durumda intikal eden meselede Ebu Hanife bilgisine dayanarak hüküm veremez

demekte, sahibeyn ise bunu da caiz görmektedirler. Þarapla ilgili had, zina haddi gibi konularda

ittifakla hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm vermesi caiz deðildir. Yani hakimin bilgilerine

dayanarak bu konularda hükmü ittifakla geçersizdir. Fetih.

Bundan da anlaþýlýyor ki þariin hakký olan hadlerde geçersizdir. Nitekim Edebü´l-Kada þerhinde acýk

bir þekilde bu ifade edilmiþ, gerekçe olarakta þu husus belirtilmiþtir. Bu gibi konularda bütün

müslümanlar eþittirler. Hatta bir fert olarak Kadý da onlara benzer. Kadý dýþýnda olan bir kiþi, bu

mesele hakkýnda bilgisi olacak olur, kendi tarafýndan haddin ikame edilmesine teþebbüs ederse,

buna yetkisi yoktur. Uygulamasý caiz deðildir. Hakim de bunun gibidir. Kendi bilgilerine dayanarak

had konusunda, haddi ikame etmeye teþebbüsü caiz deðildir. Ancak sarhoþ olan kiþide sarhoþluk

alameti ve belirtileri görülecek olursa, hakim bu belirtileri sezmesinden sonra, töhmetten dolayý

ona tazir cezasý uygulayabilir. Ama bu had deðildir.

«Hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm vermesini caiz görmeyenler yine kendi bilgisine

dayanarak yazý yazmasýný da caiz görmemektedirler ilh...» Fetih´te, «Bu konuda mesele arasýnda

fark vardýr.» denmektedir. Þöyle ki, Kadý burada henüz hüküm vermeden önce, meydana gelen bir

bilgiyi karþý tarafa yazý suretiyle aktarmasýdýr. Bu da o konuda hüküm vermesi demek deðildir.

«Ancak bu konuda mutemed olan görüþ ilh...» Müteahir ulema nezdinde kuvvetli olan görüþ,

zamanýmýz kadýlarýnýn yeterli derecede ehliyetli olmamalarý, adaletten sapmýþ olmalarý sebebiyle,

kabul edilmemesidir. Eþbah´ýn ifadesi þöyledir: «Bugün, zamanýmýzda Kadý ve hakimlerin bilgilerine

dayanarak amel etmemeleri fetva için seçilmiþ bir görüþtür. Fetvada bu istikamettedir. Nitekim

Camiü´l-Fusuleyn´de de bu görüþe yer verilmiþtir.»

«Yine Eþbah isimli eserde ilh...» Siraciye´den naklen ayný eserde þu ifadeler yer almaktadýr: «Lakin

diyerek baþlayan ifadede Siraciye´nin ifadelerinin özetlendiði Minyetü´l-Müfti de «Ýmam yerine

«Kadý» kelimesi yer almýþ ve orada þöyle denmiþtir: «Kadý haddi kazif, kýsas ve tazir konularýnda

kendi bilgisine dayanarak hüküm verebilir.» Daha sonra devamla, «Kendi bilgilerine dayanarak

hakim þariin hakký olan hadler konusunda hüküm verecek olursa hükmü geçersizdir.» denmektedir.

Bazý haþiye sahipleri bu ifadeyi burada zikretmeyi uygun bulmuþlardýr. Bu da Fetih isimli eserden

yukarda nakledilen þariin hakký olan hadlerle tamamen þariin hakký olmayan, kul hakký da bulunan

hadler arasýnda belirtmiþ olduðu farklara tamamen uygun düþmektedir. Birincisinde, yani þariin

hakký olan konularda ittifakla kadý kendi bilgisine dayanarak hüküm veremez. Ama diðerleri bunun

hilafýnadýr. Onlarda kendi bilgisine dayanarak hüküm vermesi caizdir.» demiþtir. Bu da

Mütekaddimîn ulemanýn görüþlerine göredir. Ama fetva bunun hilafýna olmaktadýr. Nitekim yukarda

bu husus açýkça belirtildi.

TENBÝH: Nehir´in kefalet bahsinde þu ifade yer almaktadýr: «Mütekaddimîn ile müteahhirîn

arasýndaki ihtilafýn, hukuku ibadla ilgili meselelere hamledilmesi gerekir. Þariin hakký olan sýrf

hukukullah dediðimiz konularda kendi ilmine dayanarak ittifakla hüküm verebilir.» demekte, daha

sonra bunun caiz olduðuna delil olarakta bilgisine dayanarak tazir vermesinin caiz olduðunu

göstermektedir.

Ben derim ki: Bunun açýk bir hata olduðunda þüphe yoktur. Çünkü fukahanýn sözlerine tamamen

terstir. Tazirle ilgili meseleye gelince tazir, had deðildir. Yukarda Edebü´l Kada þerhinden naklen

beyan etmeye çalýþtýðým hususta budur. Ayrýca tazir ile ilgili husus» bir karar veya kaza (hüküm)

deðildir.

«Ýmam kelimesi kayýt mýdýr ilh...» Yani haddi kazif, kýsas ve tazir konularýnda devlet baþkaný olan

kiþi kendi bilgisine dayanarak hüküm verebilir, ifadesinde geçen «devlet baþkaný» veya karþýlýðý

olan «imam» kelimesi burada kayýt mýdýr? Onun yerine Kadý hüküm vermeye kalksa, verebilir mi?

Bu ifadenin sahih ve sabit olduðu kabul edilecek olsa dahi Ýmam kelimesi burada kayýt deðildir.

Nitekim yukarda Fethü´l-Kadir´in açýk ifadesini naklettik. Hakimin kasten katil konusunda veya

haddi kazifte hukuku ibatla ilgili olmalarý bakýmýndan kendi malumat ve bilgilerine dayanarak

hüküm vermesinin caiz olduðunu belirtmiþti.

«Lakin Þurumbulaliye ait Vehbaniye þerhinde ilh...» Bu «lakin» ifadesiyle Eþbah´tan naklettiði ikinci

görüþ hakkýnda bilgi vermek istemiþtir. Bunun da müftabih olan görüþün hilafýna bir görüþ olduðu

beyan edilmiþtir. Veya ifadede gecen imam kelimesi kayýt mýdýr sözünden istisna edilmiþtir.

Þurumbulali´nin ifadesi. «Þariin hakký olan hududda imam dahi kendi bilgisine dayanarak hüküm

veremez. Bu ittifakla böyledir.» þeklindedir. Bundan anlaþýldýðýna göre bunun dýþýnda olan haddi

kazifte, kasten adam öldürmede veya tazir konularýnda mütekaddiminin kavline göre hüküm

verebilir. Fakat bu muhtar ve müftabih olan görüþün hilafýnadýr. Bu durumda imam kelimesinin


burada zikredilmesi bir kayýt niteliði taþýmamaktadýr.

«Mutlak bir þekilde ilh...» Yani mahkemeye geldikten sonra bu konu hakkýnda bilgi edinsin veya

henüz mahkemeye tayininden önce bu konuda bilgi edinsin durum deðiþmemektedir. Kendi

bilgisine dayanarak hüküm veremez. Halebî.

Gerek þariin hakkýnýn galip olmadýðý, kul hakkýnýn galip olduðu hadlerde olsun. gerek kýsasta

olsun, gerek hukuku ibadla ilgili diðer meselelerde olsun, hakim zamanýmýzda kendi bilgisine ve

malumatýna dayanarak hüküm verme yetkisine sahip deðildir.

«Töhmetten dolayý ilh...»Yani hakim onun sarhoþ olduðunu anlayacak olursa onu tazir eder. Çünkü

töhmet altýnda olan kiþileri tazir cezasýna çarptýrmak hakimin yetkisi dahilindedir. Hatta aleyhinde

suç sabit olmasa da hakimin bu yetkisi vardýr. Bununla ilgili meseleler kefalet bahsinde geçti.

«Karý koca arasýna girebilir fakat bu nisbetendir kada ve hüküm deðildir ilh... » Yani karýsýný

boþayan kiþiyle karýsý arasýna girer, köleyi azad edenle kölesi ve cariyesi arasýna girer, malý

gasbedenle gasbettiði mal arasýna girer, ondan faydalanmasýna engel olur. Yani bunlarý onlarýn

elinden alýr, emin bir kiþinin evine emanet olarak býrakýr. Þer´î usullerle hakim bilgi edininceye

kadar durum bu þekilde devam eder.

«Bu hisbe yönüyle böyledir ilh...» Yani Cenabý Hak´tan sevab bekleme ve þüpheli bir noktada emri

bilmaruf nehyi anil münker görevini yapma durumundan kaynaklanmaktadýr. Bu durumda olan

kocanýn karýsýna yaklaþmasý, efendinin cariyesine yaklaþmasý, gasbeden kiþinin gasbettiði maldan

faydalanmasý, þüpheli noktalardýr.

«Bunlarý önlemek için hisbe yoluyla engel olur, ama bu kada deðildir ilh...» Talak vakidir, azad etme

olayý vakidir, gasýp gerçekleþmiþtir þeklinde bir hüküm niteliði taþýmamaktadýr.

METÝN


Hakem tarafýndan hakime (Kadýya) gönderilen yazýlar kabul edilmez. Ancak devlet tarafýndan

görevlendirilmiþ ve cuma namazlarýný kýldýran Kadýlar tarafýndan gönderilen yazý kabul edilir. Diðer

bir rivayete göre köy Kadý´sýnýn þehir Kadý´sýna, yine köy ve kasaba kadýsýnýn diðer köy ve kasaba

Kadý´sýna, þehir Kadý´sýnýn kasaba veya kaza Kadý´sýna gönderdiði yazýlarýn kabul edileceði

belirtilmektedir. Kemal Ýbnil Hümam ile musannýf bu görüþü benimsemektedirler.

«Eline ulaþan her müslüman kadýya» þeklinde yazýlan bir yazý, bu yazýnýn yazýlmasýndan sonra

göreve gelmiþ bir kadýnýn eline ulaþacak olursa kabul edilmez. Çünkü yazýnýn yazýldýðý zaman

henüz görevlendirilmiþ deðildi. Cevahirü´l-Fetava.

Yine ayný eserde, belirli bir kiþiye gönderilmiþ olan yazý, onun naibi ve vekili tarafýndan kabul

edilemez, acýlamaz, muhtevasý ile amel edilemez. Kadýn kýsas ve hadlerin dýþýnda hakim olabilir. Ve

bu iki konunun dýþýndaki davalara bakabilir, her ne kadar bunu tayin eden makam günaha giriyor

ise de. Zira bu konuda Buhari´de rivayet edilen bir hadisi þerifte þöyle buyrulmaktadýr: «Ýþlerini

kadýnlara býrakan toplum asla iflah olmaz.»

Ayrýca kadýn vakýf nazýn olabileceði gibi, yetime vasi de olabilir. Herhangi bir konuda þahitlik de

yapabilir. Bilhassa vakýf konusunda þehadeti muteberdir. Dolayýsýyla kadýnýn vakýfla ilgili nazýrlýðý

ve þahitliði kabul edilir. Ve bu konudaki karar bozulmaz. Hatta vakýfýn þartý olmasa da. Bahýr.

Bahýr sahibi der ki: «Ben vakýf konusunda kadýnýn þahitliðini þart koþan «Bu konudaki þahitlik

falana, ondan sonra da çocuklarýnadýr.» dese, o kimse öldükten sonra geride bir kýzý kalsa, o kýzýn

vakýfla ilgili genel vazife ve taksimlerdeki þahitliði geçerlidir. Kadýn buna müstahaktýr.

Eþbah isimli eserde kadýnlarla ilgili özel hükümler anlatýlýrken þöyle denmektedir: «Kemal ibnül

Hümam Müþayera isimli eserinde kadýnýn nebi olabileceðinin caiz olduðunu, ama rasul

olamayacaðýný söylemiþ, gerekçe olarak da, kadýnlarýn daima erkeklerden uzak bir topluluk

içerisinde olmasý gerekir. demiþtir. Eðer kadýn hudud ve kýsasla ilgili davalarda karar ve hüküm

verse, bu hüküm kadýn hakimin bu kararlara yetkili olduðunu kabul eden diðer bir kadýya

uygulamasý ve onaylamasý için sunulsa ve bunu uygulamaya koysa, baþkasý bu kararý nakzedemez,

bozamaz. Çünkü bu konuda Kadý Þureyh´in Kadýnýn bu konuda hüküm verebileceðini belirtmesi,

konunun ictihada mahal olan konulardan biri olduðunu göstermektedir.» Aynî.

Hünsâ dediðimiz kadýn ve erkek uzuvlarýna sahip olan insan da kadýn gibidir. Bahýr. Önemli

konulardan biri de, bizzat hakimin lehinde veya çocuðunun lehinde bir olay olur, mahkemece karar

verilmesi gerekirse, hakim baþkasýný yerine vekil (naib) olarak býrakýr. Bu durumda hakimin naibi

olan kiþi, hakim lehine ve çocuðu lehine karar verir, verdiði bu karar da geçerlidir. Nitekim hakimin

kendisini göreve getiren yetkili makam imam ve devlet baþkanýnýn lehinde olan konularda hüküm


vermesi ve çocuðu lehinde hüküm vermesi caiz olduðu gibi, yukardaki meselede de caizdir.

Siraciye.

Bezzaziye´de; «Hakim lehine ve aleyhine þahitliði kabul edilen herkese onun lehte ve aleyhte

vereceði kararlar sahih ve geçerlidir.» denilmiþtir. Bu konuda Mültekat isimli eserle Cevahir´deki

ifadeler bunun hilafýnadýr. Bilinmesinde yarar vardýr. Naib olan hakim, asýl kadý nezdinde yapýlan ve

eda edilen þehadete dayanarak hüküm verebildiði gibi, naib nezdinde yapýlan þahitliðe ve onun

vereceði bilgi ve habere dayanarak asýl kadý da hüküm verebilir. Hülasa.

Ynt: Kaza By: neslinur Date: 10 Þubat 2010, 04:43:50
FERÝ MESELELER: Hakimin lehinde þahitlikleri kabul edilmeyen kiþiler hakkýnda hüküm vermesi

caiz olmaz. Ancak bunun bir istisnasý vardýr. O da lehinde þehadeti kabul edilmeyen kiþi hakkýnda,

baþka bir hakim tarafýndan gelen yazýya dayanarak onun lehinde hüküm vermesidir. Eþbah. Yine

ayný eserde hakimin vasiyet dýþýnda kendi lehine ve çocuklarý lehine hüküm veremeyeceði

belirtilmektedir.

Þurumbulalî, Vehbaniye þerhinde, hanýmý sað olsa da, olmasa da kayýnvalidesi lehine ve babasýnýn

saðlýðýnda üvey annesi lehine hüküm vermesinin sahih olduðunu belirtmiþtir. Onun nezaretinde

olan vakýflarla ilgili konularda, bir bakýma lehine durumda olsa, hakimin hüküm verebileceði bu

ifadelere eklenmiþ ve buna ek olarak iki beyitte þu ifadeler yer almýþtýr: «Hanýmý hayatta iken kayýn

validesi lehine hüküm vermesi sahih olduðu gibi, babasý saðken onun hanýmý (analýðý) lehinde de

hüküm vermesi sahihtir. Babasýnýn ve hanýmýnýn vefatýndan sonra onlardan kendisine intikal

edecek miras dýþýnda yine hüküm vermesi sahihtir. Yine hakimin kadý olma, alim olma vasýflarýndan

ötürü bir vakýftan pay almaya hakký olsa ve o vakýfla ilgili bir dava kendisine iletilse, hüküm

verebilir.» Daha sonra. «Nezaretinde olan vakýflarla ilgili hükmü de aynýdýr» sözü de bu ifadelere

eklenmiþ bulunmaktadýr.

ÝZAH

«Hakem tarafýndan görevli hakime gönderilen yazý kabul edilmez ilh...» Çünkü hekem kadý deðildir.

Ancak burada hakem olarak tayin edilen kiþi sultan ve yetkili makamlarca tayin edilen kadý olacak

olursa, o istisna edilmiþtir.

«Yalnýz devlet tarafýndan görevlendirilen hakimin yazýsý kabul edilir ilh...» Bu ifadenin belirttiði

husus bu þart, ancak yazan hakim için geçerlidir. Menih isimli eserde, «Kasaba ve köy Kadý´sýndan

þehir Kadý´sýna gönderilen yazý kabul edilmez. Ancak þehir Kadý´sýndan þehir Kadý´sýna veya þehir

Kadý´sýndan kasaba ve köy Kadý´sýna gönderilen yazýlar kabul edilir.» denmiþtir.

«Cuma kýldýrmaya yetkili olan ilh...» Bu ifade kayýt olmasa gerektir. Özellýkle zamanýmýzda kayýt

olarak kabul edilmemelidir. Çünkü devlet baþkaný olan sultan Kadý´ya direkt cuma namazý kýldýrma

yetkisini vermemiþ ve onu kendisine bu konuda naip tayin etmemiþtir. Ýfadenin zahirinden anlaþýlan

ifade þunu belirtmek istese gerektir: Cuma namazý kýlýnan ve þehir adý verilen yerin Kadý´sý ancak

yazý yazabilir ve onun yazýsý diðer mahkeme nezdinde geçerli kabul edilebilir.

Yine Siraciye´den naklen Menih isimli eserde, «Ancak þehir Kadý´larýndan gelen yazý kabul edilir,

yani bölgesinde hududlarýn ikame edildiði, uygulandýðý ve hakimlerin hükmünün geçerli olduðu

bölgelerin kadýlarýnýn yazýlarý kabul edilir. Uygulanmasýnda tehlike olmayan diðer Kadýlarýn yazýsý

bundan istisna edilmiþtir. Çünkü velayet ancak velayete salih bir yerde kabul edilir. Bu da ehil olan

kiþiler için geçerlidir.» denilmiþtir.

«Bir rivayete göre kabul edilir ilh...» Bu ifadeden anlaþýldýðýna göre, bu konudaki ihtilaf þu husustan

kaynaklansa gerektir. Verilen hükümlerin geçerli sayýlabilmesi için hüküm verilen yerin þehir ve

þehir mesabesinde Mýsýr dediðimiz bir bölgede olmasý gerekir mi, gerekmez mi? Zahirur rivayeden

nakledilen bir ifadeye göre þarttýr. Nevadir´den yapýlan rivayete göre ise þart deðildir. Fetva da bu

kavle göredir. Nitekim Bezzaziye´de bu görüþ benimsenmiþ, buna göre köy ve kasaba Kadý´sýndan

þehir ve kasaba Kadý´sýna gönderilen yazýlar kabul edilir. Fetva da buna göre verilir.» denmiþtir.

Menih.

Benzeri ifadeler Makdisi þerhinde de yer almaktadýr. Bazý ilim adamlarýnýn yazýlarýndan okuduðuma

göre, yukarda zikredilen ihtilafýn diðer bir ihtilafa bina edilmesi meselesi Bezzaziye´de açýk olarak

belirtilmiþ, meselenin o ihtilaftan kaynaklandýðýna yer verilmiþtir.

«Kemal Ýbnül Hümam ve musannýf da bu görüþü benimsemiþlerdir ilh...» Bununla ilgili musannýfa

ait görüþü yukarda beyan ettik.

Kemal ibnül Hümam der ki:Asýl þahitlerin ve yol þahidi dediðimiz yazýyý getiren þahitlerin adil

olduklarý tesbit edildikten sonra, bu yazýnýn þehir Kadý´sýndan veya kasaba ve köy Kadý´sýndan


gelmesi arasýnda bir fark olmamasý gerekir.»

«Kendisine ulaþan bütün müslüman kadýlara ilh...» Bu ifade ikinci imam Ebu Yusuf´un kavline bina

edilmektedir. Çünkü bu imam baþlangýçta da yazýnýn genelleþtirilerek bütün müslüman kadýlara

yazýlmasýna cevaz vermiþtir. Bununla ilgili mesele yukarýda metin ve þerhte geçmiþtir.

«Yazýnýn yazýlmasý anýnda henüz yetkili kimse olmadýðý için ilh...»Çünkü bu bir yazýdýr, hitaptýr. Yazý

ve hitabýn sahih olabilmesi ancak o anda yetkili olan kiþiler hakkýnda sahihtir. Menih.

«Vekilinin kabul etmesi sahih olmaz ilh...» Çünkü yazý baþkasýna yazýlmýþtýr. Eðer yazý direk naibe

yazýlmýþ olsaydý ve onun adý yer alsaydý, onu tayin eden esas hakimin o yazýyý kabul ederek,

muhtevasýyla hüküm vermesi caiz olmazdý. Çünkü gönderilen yazý ancak kime gönderilmiþ ise,

muhtevasýyla amel etme yetkisi de ona aittir. Onun dýþýnda baþka bir kimse o yazýyý kabul ederek

muhtevasýyla hüküm veremez.

«Hudud ve kýsasýn dýþýnda ilh...» Yani kadýn hakim olduðu taktirde, hudud ve kýsasta hüküm verme

yetkisine sahip deðildir. Çünkü hüküm verme yetkisi þahitlik hükümlerinden kaynaklanmaktadýr.

Kadýnýn hudud ve kýsasta þahitliði muteber olmadýðýna göre, bu önemli konularda hakimliði de

uygun ve sahih görülmemektedir.

Kadýn vakýf konusunda þahit olabilir

«Vakýfýn þartý olmasa da ilh...» Ama vakýf þart koþtuðu taktirde, onun þahit olabileceði konusunda

asla tereddüt yoktur. Çünkü kadýn bu konuda þahit olma ehliyetine sahiptir. Ama özellikle kadýnýn

bu konuda þahit olabileceðine dair açýk bir ifade ve nas yoksa, yukardaki hadisede olduðu gibi, bu

da fukaha arasýnda ihtilaf konusu olmuþtur. Nehir isimli eserde þahit olabileceði kabul edilmemiþ,

yukardaki ifadede geçen, «ondan sonra çocuðuna» ifadesinin kýz çocuðuna þamil olmadýðý

söylenmiþtir. Gerekçe olarakta »Vakýf yapanlarýn örfüne riavet gerekin. Bu güne kadar herhangi bir

vakýf konusunda kadýnýn þahit olarak tayin edildiði ve bu olayýn onaylandýðý görülmemiþ ve buna

tesadüf edilmemiþtir. Durum böyle olunca vakýfýn ifadelerinin halk arasýndaki örfe hamledilmesi

gerekir. Bu da kamil þahit dediðimiz, her konuda þahitliði kabul edilebilen erkektir.» denmektedir.

Hamevî, Makdisî´den benzeri ifadeleri nakletmiþ, daha sonra, «Diðer bazý fakihlere göre, kadýnýn

þahit olma ehliyetine mani bir durumu yoktur. Fukaha had ve kýsasýn dýþýnda hüküm vermeye ve

þahitlik yapmaya ehliyetli olduðunu kabul etmiþlerdir. Bu ifadeler o kadýnýn þahitlik yapmasý,

bilhassa vakýflarda kabul edilmesi ve bunun sahih sayýlmasý gerektiðini açýkça ortaya

koymaktadýr.» demiþtir.

Ben derim ki: Bu ifadedeki husus tartýþýlabilir. Çünkü söz kadýnýn þahitliðe ehliyetli olup

olmadýðýyla îlgili deðildir. Örfe göre vakýf olan kiþinin o ifadesinin zýmminde onun þahitliðine yer

verilip verilmeyeceði meselesidir. Ýki mesele birbirine karýþtýrýlmamalýdýr.

Kadýnlar devlet baþkaný olabilir mi?

TENBÝH: Böyle bir görevi almýþ olan kadýnýn vazifeyi sürdüremeyeceði, bu vazifesinin devamýnýn

kabul edilemeyeceði konusunda asla ihtilaf ve þüphe yoktur. Zira kadýn o makama ehil deðildir.

Bazý cahiller bunun hilafýný savunmuþlar, sahih olduðunu ileri sürmüþler, seçilen kadýnýn birini

yerine naip ve vekil tayin ederek o makamda kalabileceðini iddia etmiþlerdir. Çünkü o makamda

kalmasý, görevini sürdürmesi, o konuda ehliyetli olmasý hususuna baðlýdýr. Vekil tayin etme

meselesi de buna tabi, bundan kaynaklanan bir meseledir. Kendisinin görevi sürdürmesi caiz

olmadýðýna göre, vekil tayin ederek sürdürmesi ve bu konuda vekil tayin etmesi de sahih kabul

edilemez. Ebu Suud.

Sultanýn ehliyetli olmayan kiþiyi müderris tayin etmesi, sahih deðildir. Eþbah isimli eserde,

«Ehliyetsiz olan bir kiþiyi sultanýn müderris tayin etmesi sahih deðildir. Çünkü sultanýn yapacaðý

iþler amme yararýna olmasý ile kayýtlýdýr. Böyle bir kiþinin görevlendirilmesi kamu yararýna

olmayacaðýndan caiz deðildir. Ehil olaný azletmesi de yine böyledir.» denilmiþtir.

Muidünniam ve mûbidûn nikam isimli eserde de þöyle denilir: «Müderris olan kiþi, tedrise ehliyetli

biri deðilse, alim ve müderris için tahsis edilen maaþtan bir þey almasý ve yemesi caiz olmaz.

Tedrise ehliyetin taliki ise kelamýn mentuku mefhumu ve mefhumun muhtelif yollarý hakkýnda bilgi

sahibi olmasý demektir. Ayrýca önceden ehliyetli alimlerden ders okumuþ olmasý gerekir. Bunun

neticesinde ilim dallarýyla ilgili ýstýlan ve terimleri bilmesi ve kitaplardan meseleyi bulup

çýkarabilecek ehliyete sahip olmasý, ilmi konularda soru sormaya, sorulan sorulara cevap vermeye

muktedir olmasý þarttýr. Bu da önceden gramer ve arap dili hakkýnda yeterli bilgiye sahip olmasýna

baðlýdýr ki faili mefulden ve mefulu failden ayýrabilecek güce sahip olmasý gerektir. Okuduðu zaman


hata yapmayan, huzurunda hata ile okunaný düzeltecek ilmi kariyere de sahip olmasý gerekir,»

Tahtavi.

Bir kiþiye ait vazife ölümünden sonra küçük de olsa oðluna verilir mi?

Ben derim ki: Bu sözlerin gereði, imam veya müderris ölse, ona ait olan vazifeyi küçük oðluna

vermek, onu babasý yerine ikame etmek sahih olmaz. Ancak cihadla ilgili bölümde cizye bahsinin

son kýsmýnda Ýmam Bîrî´den bazý ifadeler nakledildi. Orada, «Ben de þöyle derim.» diyerek baþlayan

þu ifadeleri hatýrýmýzdadýr: «Bu da Harameyni Þerifeynin, Mýsýr ve Rumeli´nin örflerini teyid

etmektedir. Bunda hiçbir ihtilaf yoktur. Ölmüþ kiþilerin çocuklarý küçük de olsalar babalarýnýn

imamlýk ve hatiplik gibi vazifelerinde ipka edilirler. Bu kabul edilen bir örftür. Çünkü böyle

yapýlmasýnda ulemanýn halefi olan kiþilerin ihya edilmesi ve ilim konusunda mesai sarfedenlere

yardým sözkonusudur. Fetvalarýna güvenilen bir çok ulema, bunun caiz olduðu istikametinde fetva

vermiþlerdir.» Bizde orada bu ifadeyi, «Eðer oðul ilimle iþtiðal ediyorsa» kaydý ile kayýtlamýþtýk.

Ama ilmi terk eder, cahil olarak büyürse, vazifeden azledilir, o vazife ehiI olan kiþilere tevdi edilir.

Çünkü verilmesi için ileri sürülen gerekçe ortadan kalkmýþtýr. Yine vakýf bahsinde belirttiðimiz gibi.

küçük çocuðun vakýf üzerinde nazýrlýk görevi sahih deðildir. Her iki meseleyi yerinde incelemek

konumuza ýþýk tutacaktýr.

«Kemal Ýbnül Hümam Müsayara isimli eserinde þu görüþü benimsemiþtir ilh...» Kemal Ýbnül

Hümam´ýn Müsayara adlý bu kitabý ilmi kelame dair bir eserdir. Ýmam Gazali´nin bu konuda yazmýþ

olduðu bir kitabý izleyerek ayný konularý ihatalý bir biçimde geniþ bir þekilde bu eserinde ele

almýþtýr. Tahtavi.

«Kadýnlarýn erkek topluluðundan korunmasý gerekir ilh...» Eðer kadýn için rasul, yani almýþ olduðu

þer´i erkek ve kadýnlara teblið etmekle mükellef bir peygamber olmasý sahih olsaydý, öðretmek,

inkar edilen konularda deliller getirmek ve karþý koymak için erkekler arasýna girmesi gerekirdi. Bu

da ancak erkeklerden beklenen bir husustur. Ayrýca kadýnýn nebi olmasýnýn caiz olmasý demek,

böyle bir þeyin olduðunu gerektirmez. Bu konuda Bed´il emali isimli eserde, «Asla kadýn

peygamber olmamýþtýr.» denmiþtir. Tahtavi.

«Onun caiz olduðunu benimseyen bir hakim onaylasa ilh...» Yani kadýn hakimin hudud ve kýsasta

hüküm verebileceði istikametinde görüþü olan bir hakime kadýnýn bu konuda verdiði hükümler

getirildiðinde onaylayarak uygulamaya koymasý ve bu uygulamanýn iptal edilemeyeceði meselesi,

hakkýnda ictihad edilen bir konu olmasýndandýr. Bu da «Cevazýný kabul eden bir kiþinin

onaylamasý» ifadesiyle kayýtlanmýþtýr. Çünkü eðer bizzat hüküm verme verilen hüküm ihtilaflý bir

husus ise, onun caiz olduðunu benimseyen ikinci bir Kadý tarafýndan yürürlüðe konmadýkça geçerli

ve muteber sayýlmaz. Bu durumda da kadýnýn bu konularda hüküm veremeyeceði görüþünü

benimseyen bir hakime kadýnýn bu konudaki hükmü onaylamasý ve uygulamasý için iletildiðinde

uygular. Ama ihtilaf kadada, uygulanan, tutulan yolda olacak olur, bizatihi kendisinde olmazsa, bu

hüküm, baþka bir Kadý´nýn onayýna ve uygulamasýna tevakkuf etmeksizin caizdir, geçerlidir. Nitekim

bu meseleyi yukarda açýkladýk.

Bunun içinde Aynî þöyle demiþtir: «Eðer kadýn hakim hudud ve kýsasla ilgili konularda hüküm

verirse, hüküm vermesinin caiz olduðu görüþünü benimseyen baþka bir Kadý da bunu uygulamaya

koyarsa, icma ile caizdir. Çünkü verilen hükmün bizatihi kendisi, hakkýnda ictihad edilen bir

noktadýr. Zira Kadý Þüreyh hudud konusunda erkekle birlikte kadýnlarýn þahitliklerine cevaz

veriyordu. Kýsasda da durum böyledir.»

Ebul Muin en-Nesefî Camiü´I-Kebir þerhinde þöyle demektedir: «Kadý hududla ilgili bir davada, bir

erkek iki kadýnýn þahitliðine dayanarak hüküm verse, bu hüküm geçerli sayýlýr. Baþka biri,

tarafýndan iptal edilemez. Çünkü hakkýnda ictihad olan bir konuda hüküm vermiþtir. Buradaki

verilen hükmün bizatihi kendisi, hakkýnda ihtilaf edilen bir konu deðildir.» Yani hudutla ilgili kadýn

hakimin vermiþ olduðu hüküm bunun hilafýnadýr. Çünkü orada ihtilaf edilen bizatihi hükmün

kendisidir, mahalli ictihad odur.

«Hünsa bu konuda kadýn gibidir ilh...» Hünsa demek, belirli bir yaþa gelmesine raðmen kadýn mý,

erkek mi olduðu bilinemeyen her iki cinsin özelliklerini taþýyan kimse demektir. Bu, hakim olma

konusunda aynen kadýn gibidir. Hudud ve kýsasýn dýþýnda kadýn hüküm verebildiðine göre, hünsa

dediðimiz bu kimsenin hüküm vermesi tartýþýlmaz. Buna göre kadýn olma ihtimali düþünülerek

hudud ve kýsasla ilgili konularda hüküm vermesi sahih deðildir. Bahýr.

«Veya çocuðu lehinde ilh...» Burada hadise þudur: Hakimin kendi lehinde, çocuklarý lehinde bir

davada hüküm verme yetkisi yoktur. Çocuklarý ifadesi yalnýz onlarla kayýtlý deðildir. Kadýnýn lehinde


þahitlik yaptýðý taktirde þahitliði kabul edilmeyen kiþiler çocuklarý mesabesindedir. Onlar lehine

vereceði hükümde sahih olmaz. Ýlerde bu konuda yeterli malumat verilecektir.

«Baþkasýný yerine naip tayin ederse ilh...» Bu tayin edilen kiþide hakim vekili olmaya layýk biri ise

ve hakim böyle bir naip tayinine mezun ise. Yani görevi alýrken kendisine naip tayin etmesi yetkisi

verilmiþse caizdir. Aksi halde caiz deðildir.

«Cevahir´deki ifadenin hilafýna ilh...» Adý gecen eserde þöyle denmektedir: «Kadý ile baþka bir insan

orasýnda bir husumet olsa, dava konusu olarak mahkemeye intikal etse, Kadý da bu konuda bir

vekil ve naip tayin etse, naip olan bu hakim hasmý aleyhine, asýl kadý lehine hüküm verse, caiz

olmaz. Verilen bu hüküm geçerli sayýlmaz. Çünkü vekilin hükmü. onun kendisinin bizatihi verdiði

hüküm gibidir. Kendi lehine hüküm vermesi ise caiz deðildir.»

Buna delil olarakta Ýmam Muhammed´in beyan ettiði þu ifadeyi zikretmektedir: «Bir kimse birini

herhangi bir konuda vekil tayin etse, vekil olan daha sonra Kadý olsa, müvekkili lehine o hadisede,

yani vekil tayîn edildiði konuda hüküm verse, caiz olmaz. Çünkü kendisine bu yetkiyi veren kiþi

lehine hüküm vermiþtir. Kadý´nýn naibi olan kiþinin durumu da bunun gibidir.»

Daha sonra devamla þöyle der: «Bu konuda çýkar yol þudur: Böyle bir hadise ile karþýlaþan hakim,

davasýný halletmek, karara baðlamak üzere kendisini tayin eden yetkili makamdan bir hakim tayin

etmesini îster ve duruþma onun huzurunda yapýlýr. Veya aralarýnda anlaþacaklarý bir hakimi hakem

tayin ederler, meseleyi ona iletirler, onun vereceði hükme razý olduklarýný belirtirler. O da aralarýnda

hüküm verirse. o taktirde hüküm caiz ve geçerli olur.»

Ben derim ki: Zannedersem bu konu hakimin görevini vekaleten baþkasýna devretmeye mezun

olmamasý haline dairdir. Nitekim bu konuda «çýkar yol» ifadesinden de bu anlaþýlmaktadýr. Eðer

naip tayin etmeye yetkisi varsa, tayin etmiþ olduðu naip aslýnda onun deðil onu tayin eden üst

makamýn naibi sayýlýr. Nitekim bununla ilgili bir mesele hapis bahsinde geçti. Bu durumda kendisini

tayin eden makamdan davayý halletmesi için baþka bir Kadý tayin etmesini istemesine gerek

kalmaz. Bunun içinde musannýf burada caiz olduðu istikametinde bir görüþü benimsedi.

«Kendisine verilen hediyeleri reddeder.» cümlesini açýklarken bu konuda bir tereddüd beyan etmiþ

ise de, burada caiz olduðunu açýkça belirtti.

«Kadý, lehinde þahitliði kabul edilmeyenler hakkýnda hüküm veremez ilh...» Hindiye´de bu konuda,

«Hakimin vekili lehine, vekilinin vekili lehine veya babasýnýn vekili lehine, dedesinin vekili lehine,

oðlu ve oðlunun oðlu vesairenin vekili lehine hüküm verme yetkisi yoktur. Ayrýca kölesi, mükatebi

ve þehadeti lehinde kabul edilmeyen kiþilerin köleleri lehinde ve onlarýn mükatepleri lehinde de

hüküm vermesi caiz deðildir. Mufava´ da þirketinde ortaðý olan kiþi lehine, inan þirketindeki

ortaðýnýn ortak malla ilgili davasýnda o ortaðý lehine hüküm vermesi de caiz deðildir.» denmektedir.

Benzeri ifadeler Muhit´te de mevcuttur.

Lehinde þehadeti kabul edilmeyen anasý, babasý, çocuklarý, kocasý ve karýsý bu kabildendir. Onlarýn

þehadetleri lehte kabul edilmez. Tahtavi þerhi.

Muinül Hükkam isimli eserde þöyle denilir: «Hüküm verme mesabesinde olan hususlardan biri de

fetva vermektir. Yakýnlarý lehinde fetva vermeden kaçýnmasý gerekir. Eðer buna muktedir ise. Tabi

bu da ondan baþka bu konuyu halledebilecek müftü var ise.» Hamevî. Tahtavî.

Ben derim ki: Buradaki esas, meselenin illeti olan töhmettir, hissiyatýna kapýlarak hak olmayaný hak

görme ihtimalinden kaynaklanmaktadýr.

«Vasiyet müstesna ilh...» Bu meselenin sureti Eþbah´ta þu þekilde verilmiþtir: Kadý bir kiþiye borçlu

olsa, alacaklý ölse, falan kiþinin de ölenin vasisi olduðu beyyine ile tesbit edilse, borçlu hakimin o

kimsenin vasayeti hakkýnda hüküm vermesi sahihtir. Ýstihsanen böyledir. Hükmü verdikten sonra,

vasi olduðuna dair bu hükümden sonra borcunu o vasiye ödemesi ile zimmeti beri olmuþ olur. Ama

henüz vesayeti ile ilgili kararý (hükmü) vermeden önce borcunu ödeyecek olursa, sahih olmaz. Zira

vesayetle ilgili konuda þahitliði sahihtir. Þahitliði sahih olan yerde de hüküm vermesi sahihtir.

Vesayetiyle ilgili karar verdikten sonra þahitliði kabul edilmediðinden o durumda borcu ödemeye

kalksa ve bu konuda hüküm verse sahih olmaz.

Mesele þu aþaðýdakinin hilafýnadýr. Hakim ölmüþ bir kiþiye deðil gaip olan bir kiþiye borçlu olsa, bir

kimse gaip olan kiþinin vekili olduðuna dair beyyine getirse, bu konuda karar verme yetkisi yoktur.

Ýki mesele arasýndaki fark. birincisinde gerçek vasisi olmadýðý taktirde, vasi tayin etme yetkisi

kadýya aittir. Gaip olan kiþi hakkýnda ise, bekleme mecburiyeti vardýr. Gelebileceði ümidi var olduðu

müddetçe, onun adýna vasi tayin etmesi sahih olmaz. Dolayýsýyla hakim gaip olan kiþinin vekili

olduðunu beyyine ile isbat eden kiþiye. henüz vekili olup olmadýðý konusundan önce borcunu verse


veya vekili olduðuna dair hüküm verdikten sonra verse, zimmeti borçtan kurtulmuþ sayýlmaz.

Çünkü her iki halde þahitlik yapmaya muktedir deðildir. Þahitliði olmayan, þahitliði geçerli olmayan

yerde de hüküm verme yetkisi yoktur.

Görüldüðü gibi mesele vasiyetle deðil, vesayetle ilgili olmaktadýr. Bunun içinde Eþbah´taki ifade,

vasiyet veya Kadý´nýn borçlu olmasý þeklinde ifade edilmiþ, (þarih Hamevî de meseleyi bu açýdan ele

almýþtýr. Oradaki ifadelere dayanarak bu tercüme yapýlmýþtýr.)

«Karýsýnýn ve babasýnýn saðlýðýnda da olsa ilh...» Ancak onlarýn ölümünden sonra kendisine intikal

edecek mirasýn dýþýndaki konularda hüküm verebilir.

«Ýki beyit eklenmiþtir ilh...» Vehbaniye´deki manzum ifadeye burada zikredilen ilk iki beyit

eklenmiþtir. Üçüncüsü ise þarihi Ýbnü Þýhne tarafýndan ziyade edilmiþ ve onu da Þurumbulali

þerhinde ondan nakletmiþtir.

«Kendisine miras olarak intikal edeceklerin dýþýnda ilh...» Þurumbulali þerhinde bu konuda þöyle

demektedir: «Hakimin kayýnvalidesi lehinde. herhangi bir mali konuda karýsýnýn saðlýðýnda hüküm

vermesinde bir beis yoktur. Karýsýnýn ölümünden sonra, karýsýndan kendisine miras olarak intikal

edeceklerin dýþýnda da sahihtir. Ama miras olarak intikal edecek terekede hüküm vermesi sahih

olmaz. Çünkü karýsýndan kendisine bir hisse olarak miras intikal edecektir. Babasýnýn hanýmý ile

ilgili hüküm de böyledir. Babasýnýn saðlýðýnda mutlak bir þekilde hüküm vermesi sahih, babasýnýn

ölümünden sonra kendisinin varis olmayacaðý konularda hüküm vermesi sahih, varis olabileceði

konularda lehine hüküm sayýlacaðýndan sahih deðildir. Kadý´nýn herhangi bir vakýfta kendisine has

bir konuda hak iddia etmesi meselesinde olduðu gibi.» Bundan da anlaþýlýyor ki kayýnvalidesinin

lehinde sað iken hüküm vermesi ile kayýtlýdýr. Aksi halde karýsýna miras yoluyla intikal edecek bir

konuda hüküm vermiþ sayýlýr. Bu ise caiz deðildir.

Vakýfla ilgili meseleyi yine Þurumbulalî þu þekilde tasvir etmiþtir: «Bir kimse gelirinin ulemaya

verilmesi kaydýyla bir vakýf yapsa ve bu vakfý mütevelliyle teslim etse, daha sonra þuyu iddiasýyla

bir kimse o hakim nezdinde vakfýn sahih olmadýðý iddiasýnda bulunsa, hakim de o ulemadan biri

olsa, bu konuda vermiþ olduðu hüküm geçerlidir.»

Yine nezaretinde olan vakýflarla ilgili verdiði hüküm sahihtir. Ýbni Sýhne bu konuda þöyle

demektedir: «Hakim olmasý veya alim olmasý itibariyle sözü, onun bizatihi istihkak yoluyla almasý

durumunda hüküm veremeyeceðini gösterir. Çünkü alim olmasý, kadý olmasý itibariyle

olmamaktadýr.» Bu mesele bir medrese ile ilgili hakiminde hakký olduðu bir vakýf konusunda

þahitlik yapmasý meselesine benzemektedir. Bu mesele þehadet babýnda tekrar ele alýnacaktýr.

METÝN

MUHTELÝF MESELELER:
Üzerinde baþkasýna ait bir kat bulunan aþaðý katýn sahibi. yukardakinin

izni olmaksýzýn aþaðýda duvarlara kazýk çakamayacaðý gibi, baca ve pencere de açamaz. Yukardaki

için de durum aynýdýr. Mecma.

Ancak bunlarý yapabilmesi, karþý tarafýn rýzasýna baðlýdýr. Bu da Ebu Hanife´nin görüþüdür. Ayný

zamanda kýyastýr. Bahýr. Sahibeyn ise komþularýna zarar vermeme kaydý þartý ile her iki tarafýn da

dilediklerini yapmalarýnýn caiz olduðunu söylemiþlerdir. Aþaðý katýn sahibinin dahli olmaksýzýn

aþaðý kat yýkýlýr, dolayýsýyla yukarýsý da çökerse, aþaðý katýn sahibi, binayý tekrar yapmaya ve yukarý

kat sahibinin de onun üzerine hakký olan bina yapmasýný saðlamaya mecbur edilemez.

Çünkü aþaðý kat sahibinin bir taksiri söz konusu deðildir. Ýkinci katýn sahibi, birinci kat sahibi katýný

yapmadýðý taktirde, ona ait olan katla birlikte kendi katýný yapabilir. Bu durumda birinci katýn

sahibinin veya hakimin iznine dayanarak aþaðý katý da yapmýþ ise, verdiði kadarýný alýr. Aksý halde

binanýn yapýldýðý günkü deðerini alýr. Meselenin tamamý Aynî þerhinde mevcuttur.

Uzun bir sokaktan ona benzer çýkmaz bir sokak ayrýlýyor ise, birinci çýkan ve uzun sokaktaki evlerin

de oraya kapýsý açýlabilen ev sahiplerinin ikinci çýkmaz sokaða çýkýþ ve giriþ kapýsý açmalarýna mani

olunur. Iþýk ve hava için pencere açmalarýna izin verilir. Sahih olan görüþ de budur. Çünkü uzun

caddeye ve çýkar sokaða kapýlarý açýlabilenlerin çýkmaz sokaktan geçme haklarý yoktur. Ama ayrýlan

sokak da çýkar bir sokak ise, durum bunun hilafýnadýr.

Daire þeklinde ayrýlan giriþler, her iki tarafý da esas çýkan ana sokaða baðlý ise, buraya kapý

açýlmasý men edilemez. Çünkü bu ortak bir evin geniþ sahasý mesabesindedir. Ama bu giriþ

dörtgen þeklinde olacak olursa, sokak içinde sokak mesabesindedir. Çünkü bu dörtgen sokaðýn

giriþine o sokak içerisinde oturanlarýn kapý taktýrmalarý mümkündür. Meselenin planý aþaðýdaki

gibidir.


Komþusuna belirli bir zarar vermeme kaydýyla kiþi, mülkünde istediði tasarrufu yapabilir. Buna

kimse mani olamaz. Ama mülkündeki tasarrufu baþkasýna zarar verecek olursa, buna mani olunur.

Fetva da buna göre verilmiþtir. Bezzaziye. Ýmadiye isimli eserde bu görüþ benimsenmiþ,

Kariü´l-Hidaye de bu görüþle fetva vermiþtir. Hatta zarar vermesi halinde komþunun komþu tarafýna

pencere açmasýna mani olunur, denmiþtir. Bu da istihsan yoluyla deðerli ilim adamlarýnýn meseleye

vermiþ olduklarý cevaptýr. Zahirür rivayenin bu meseleye cevabý ise mutlak bir þekilde kiþi

mülkündeki tasarruftan men edilemez. Ulemadan bir gurupta bu görüþle fetva vermiþlerdir. Ýmam

Zahiruddin, Ýbni Þýhne ve pederi bu görüþleri benimsemiþler. Fethü´I-Kadir´de de bu mesele tercih

edilmiþtir. Mücteba isimli eserin kýsmet bahsinde «Fetva da bununla verilir.» denmektedir.

Musannýf da bu görüþü benimsemiþ ve kýsmet bahsinde þöyle demiþtir:«Ulemanýn bu konuda

fetvasý deðiþik olmuþtur. Zahirur rivayeye güvenilmesi, o istikamette fetva verilmesi gerekir.»

Ben derim ki: Metinlerle þerhlerin birbiriyle mütearýz olmasý, birbirine zýt görüþleri ihtiva etmesi

halinde, þerhte fetva için tercih sebebi belirtilmemiþ ise. amel metindeki ifadelere göredir. Nitekim

birinci cildin baþýnda bununla ilgili yeterli bilgi verilmiþtir.

Yine bu konuda derim ki: Zarar verip veremeyeceði þüpheli olan konularda ne deneceði hususu

burada açýklýða kavuþmamýþtýr. Eþbah üzerine haþiye yazan zat aþaðý kat ve yukarý katta bir kazýk

çakýlmasý veya bir pencere, baca açýlmasý meselesine kýyasýn mani olunabileceði görüþünü,

savunmuþ, konu hakkýnda tereddüt hasýl olacak olursa durum yine böyledir demiþtir. Bu da fetva

için seçilen kavil ve ifadeye göredir. Nitekim Haniye´de de böyle denmiþtir.

Muhasþi der ki: Kiþinin mülkündeki tasarrufu komþusuna zarar veriyorsa veya zarar verip

vermediðinde tereddüt ediliyorsa, durum aynýdýr. Eðer bir zarar tereddüp etmiyor ise, mülkündeki

tasarrufa mani olunmaz. Bu meseleye iþaret edene rastlamadým. Önemli bir konudur. Kitabýmýn

özelliklerindendir. deðerlendirmesini bil.

ÝZAH

«Kazýk çakmasýna mani olunur ilh...» Musannýf bu ifadesiyle Kapý açýlmasýna da mani olunacaðýna

da iþaret etmektedir. Ayrýca kiriþ konmasý, aþaðýda bir bölümün yýkýlmasý da bu kabildendir.

Meselenin duvarda tasarruf yapmasý ile kayýtlanmasý, sahasýnda tasarruf yapabileceðini beyan

etmek içindir.

Kadýhan bu konuda þunlarý zikretmiþtir: «Aþaðý katýn sahibi sahada bir kuyu açsa veya benzeri bir

teþebbüste bulunsa, Ebu Hanife´ye göre buna mani olunmaz. Hatta ikinci katýn sahibi bundan zarar

görse de durum böyledir. Ama Sahibeyne göre mesele zarar verip vermemesi ile ilgilidir. Zarar

varsa men edilir, yoksa müsamaha ile karþýlanýr.»

«Bir baca veya bir pencere açmasý ilh.. » Duvar altýndan tarlaya, bahçeye geçen su harklarý, su

künkleri de bunun gibidir. Bu ifadeden maksat, evin duvarýnda ýþýk için veya oradan ikinci bir tarafa

bir þeyin nüfuz etmesi için açýlan deliktir.

«Aksi de böyledir ilh...» Yani aþaðý kat sahibi bu tür tasarruflardan men edildiði gibi, yukarý katýn

sahibi de bu tür tasarruflardan men edilir. Mecma´nýn bu konudaki ifadesi þöyledir: «Aþaðý ve

yukarý katýn sahiplerinin kendi katlarýnda yapacaklarý herhangi bir tasarrufun caiz olmasý, diðerinin

iznine baðlýdýr. Bu da zarar vermediði taktirde, izin verebilmesi demektir.»

Aynî isimli eserde ise, «Bu ihtilafa binaen yukarý katýn sahibi evinin üstüne herhangi bir þey

yapmak istese, bir oda ilave etmek istese veya üst kata bir beton direk veya bir kiriþ atmak istese

veya yukarýya bir tuvalet yapmak istese, bu durumlarda ayný ihtilaf mevcuttur. Yani bu tur

tasarruflara sahip deðildir. Ancak diðer arkadaþýnýn, aþaðý kat sahibinin izninin olmasý, ona bu

konuda yetki ve izin vermesi gerekir.» denilmiþtir.

Hidaye isimli eserde bu zikrettiðimiz mesele ihtilaflý olan meseleler bölümünde zikredilmiþtir.

Ancak Velvaleciye´den naklen Bahýr isimli eserde, «Ebu Hanife´nin kavline göre, bu konuda ulema

ihtilaf etmiþtir. Bir rivayete göre aþaðý kattakine zarar vermemek kaydý þartýyla dilediðini

yapabileceðini söylenmiþ, diðer bir rivayete göre, zarar verse de yine yapabileceði söylenmiþtir.

Ancak zararlý olup olmadýðý, konusunda þüphe edilecek olursa, fetva için benimsenen görüþe göre,

þüphe olduðu müddetçe caiz deðil, þüphe ortadan kalkar, zarar konusu kesinlikle ortadan kalktýðý

kanaati belirecek olursa, dilediðim yapmaya sahiptir.» denmektedir.

«Sahibeyn bu konuda derler ki ilh...» Fetih isimli eserde, «Bir rivayete göre sahibeynden yapýlan

rivayet, Ebu Hanife´nin görüþünü açýklama ve deðerlendirme mahiyetindedir. Çünkü açýk zararý olan


herhangi bir hususun men edilmesi gerekir. Ama zarar olmayana do mani olmak, bir bakýma kiþinin

kendi mülkünde tasarrufuna engel olmak demektir. Dolayýsýyla zarar olmayan konuda aralarýnda

ihtilaf yoktur. Bir diðer rivayete göre aralarýnda ihtilaf olduðu söylenmektedir. Ki o da zararlý olup

olmadýðý þüphesi olan meselededir. Ama zararlý olmadýðýna kesinlikle kanaat getirilecek olursa,

mesela küçük bir çivi çakmak veya buna benzer bir konuda ittifakla bunun caiz olmasý gerekir. Ama

yine açýkça zararý görülen herhangi bir hususta. mesela kapý açma gibi konularda ittifakla bu

konuda yine men edilmesi gerekir. Zararlý olup olmadýðý konusunda þüpheli olunan noktalarda ise,

mesela duvara kazýk çakma veya tavana bir þey çakma gibi hususlarda, bu durumda sahibeyne

göre buna do mani olunamaz. Ebu Hanife´ye göre mani olunur.» denmiþtir.

Kýnye´nin Kýsmet bahsinde, «Muhtar olan görüþe göre, ihtilaf ancak zararlý olup olmadýðý

konusunda þüphe bulunduðu taktirdedir. Ebu Hanife´ye göre zarar þüphesi men etmek için

yeterlidir. Sahibeyne göre kesin zarar verilmedikçe tasarruftan men edilemez.» denilmiþtir. îlerde

de geleceði gibi fetva verilen görüþ sahibeynin görüþüdür.

Çöken binayý yapmak isteyen ortaða diðerinin mani olmasý

«Eðer aþaðý kat yýkýlsa ve çökse ilh...» Bu tabii kendiliðinden çökerse böyledir. Ama aþaðý kat

sahibi kendisine ait bölümü yýkar, yukardaki bu yýkýmýn neticesi çökecek olursa, bu konuda Fetih´te

þöyle denmektedir: «Bildiðin gibi aþaðý kat sahibinin katýný yýkmasýný men ederiz. Yýktýðý taktirde

yeniden yapmaya da mecbur edilir. Çünkü yukarý katta oturan arkadaþýnýn hakkýna tecavüz etmiþ

sayýlýr. Ki onun o hakký da birinci kat sahibinin evi üzerine bir kat yükselme hakkýdýr ve ayný

zamanda o katýn binasý üzerinde devamýný saðlamak ve devamýna engel olacak her türlü tasarruftan

aþaðý kat sahibinm sakýnmasýdýr.

«Meselenin tamamý Ayni þerhinde zikredilmiþtir ilh...» Orada bu konuda þöyle denmektedir:

Müþterek evin durumu bunun hilafýnadýr. Ýki kiþi arasýnda ortak olan ev yýkýlacak olursa,

ortaklardan biri diðerinin izni olmaksýzýn binayý yenileyecek olursa, diðer arkadaþýndan, ortaðýndan

bir þey isteyemez. Çünkü bu konuda izinsiz, baþkasýna ait bir konuda tasarruf yapmýþ teberruda

bulunmuþ sayýlýr. Çünkü ortaklardan biri bu evi yapmaya mecbur býrakýlmamýþtýr. Zira bu evin

arsasýný taksim ederek herkesin hakkýný almasý mümkündür. Dolayýsýyla herkes kendisine düþen

arsa üzerinde bir þeyler yapabilir. Ama yukarý kat sahibinin durumu ise böyle deðildir. Hatta ev

küçük olsa, taksiminden sonra kimsenin hissesinden yararlanmasý mümkün olmayacak olursa, bu

durumda yapmasý halinde rucu edebileceði, harcadýðýný arkadaþýndan alabileceði söylenmektedir.

Buna göre evin bir kýsmý yýkýlýr veya banyonun bir kýsmý yýkýlýr, ortaklardan biri bunu tamir ederse,

diðer ortaðýn izni olmasa da harcadýðý paranýn diðer ortaðýn hissesine tekabül eden miktar kadarýný

ondan alýr. Çünkü bu tamiri yapmak mecburiyetindedir. Zira o tamiri yapýlan bölüm veya hamamýn

taksimi mümkün deðildir. Ayrý ayrý orada hamam yapmak imkaný yoktur. Dolayýsýyla ortaklardan biri

normal þartlarla bunu tamir edecek olursa, diðeri razý olmasa da hissesine düþen miktarý ödemekle

yükümlüdür. Tümü yýkýlacak olursa, bu da yukarda beyan ettiðimiz tafsile göre deðerlendirilir. Yani

yýkýldýktan sonra arsanýn taksimi mümkün ve hissesine düþen arsa üzerinde müstakil bir bina

yapma imkaný olursa, bu durumda birinci ortak, izin almadan ortak binayý iade ettiði taktirde, iadeye

mecbur olmadýðýndan, karþý taraftan bir þey isteyemez. Aksi halde mecbur sayýlýr. Mecbur sayýldýðý

noktada da karþý taraftan hissesine düþecek masrafý alabilir.

Netice olarak diyebiliriz ki, evin tamamý veya hamamýn tamamý yýkýlacak veya çökecek olursa, eðer

bunlarýn arsalarýnýn taksimi mümkün olur, herkesin kendi hissesine düþende zaruri ihtiyacý için ayrý

þeyleri yapma imkaný varsa, bu durumda ortak malýn tekrar tamiri ve inþasý, diðerinin izni

olmaksýzýn ortaklardan biri tarafýndan yapýlacak olursa, buna mecbur olmadýðýndan karþý taraftan

masrafýný isteyemez. Çünkü müteberridir, yani teberru etmiþ sayýlýr.

Bu ifadenin zahirinden de anlaþýldýðýna göre burada mutlak bir binanýn ifadesi deðil, arsanýn tekrar

o eve veya hamama dönüþtürülmesi meselesidir. Eskiden olduðu gibi mutlak bir bina yaptýranýn

isteði istikametinde bir bina demek deðildir.Eðer arsanýn taksimi mümkün deðilse uygun bir

þekilde tekrar inþa ettirdiði ev ve hamamýn masrafýný yaptýrmaya mecbur olduðu için diðerinden

alýr. Hamamýn bir kýsmý veya evin bir kýsmý çökecek olursa, bu durumuna tamire mecbur olduðu

için karþý tarafýn izni olmadan da tamirini yapsa, masrafýn karþý tarafýn hissesine düþen miktarýný

ondan alýr.

Bu ifadenin yine zahirinden anlaþýldýðýna göre ev küçük olacak olursa böyledir. Ama büyük evin

durumu bunun hilafýnadýr. Çünkü onun taksimi mümkündür. Bu durumda taksim ederler. Eðer

yýkýlan bölüm kenar hissesine düþecek olursa, orada bina yapar. Ortaðýnýn hissesine düþtüðü

taktirde, ortaðý orada dilediðini yapar, denmektedir.

Ynt: Kaza By: neslinur Date: 10 Þubat 2010, 04:45:53
TENBÝH: Bahýr isimli eserde Ýmam Hulvanî´nin bu konuda þöyle bir kaide zikrettiði beyan

edilmektedir: «Herhangi bir ortak, ortaðýný zorlayabileceði bir konuda, ortaðýnýn izni olmaksýzýn

kendiliðinden, teþebbüs edecek olursa, yaptýðý masrafý ondan alamaz. Çünkü bu konuda, teberru

etmiþ kabul edilir. Ama onu zorlayamayacaðý bir durumda yapmasý halinde, durum bundan farklýdýr.

Zorlayabileceði konulara örnek olarak ortak nehrin ayýklanmasý, ortak kusurlu bir geminin veya

ortak bir kölenin cinayetten kurtarýlmasý konusu sayýlabilir.

«Karþý tarafý zorlayamayacaðý, ama kendisinin yapmak mecburiyetinde olduðu konularý yapmasý

halinde, teberru etmiþ sayýlmaz. Yukarý katla aþaðý katýn ayrý ayrý kiþilere ait olmasý halinde, bu

binanýn çökmesi, yukarý kat sahibinin kendi evini iade edebilmesi için, aþaðý katý da yapmasý bir

bakýma karþý tarafý mecbur edemeyeceði, ama kendisinin yapma mecburiyetinde olduðundan,

yaptýðý masrafý karþý taraftan alabilir.»Bundan dolayý ortak hayvanlarýna yem almak istese, masraf

yapmak istese ortaðýn izni olmadan yapmýþ olduðu bu masrafý karþý taraftan olamaz. Çünkü bunu

mahkemeye ileterek karþý tarafý zorlayabilir. Ama ortak ekin ve ziraatta durum bunun hilafýnadýr.

Ziraat konusunda yapmýþ olduðu masrafý karþý taraftan alýr. Çünkü ortaðýný buna mecbur edemez.

Ama kendisi bunu yapmaya mecbur kalmýþtýr. O halde yapmýþ olduðu masrafýn karþý tarafýn

hissesine düþen miktar kadarýný ondan alýr. Nitekim Muhit isimli eserde bu þekilde beyan edilmiþ.

bunu yapmaya mecbur olduðuna da yer verilmiþtir. Meselenin geniþ açýklamasý adý geçen eserde

yer almaktadýr.

Muhit´te bu meseleden önce þu meseleye yer verilmiþtir: «Ýkinci katýn sahibi, birinci katý da

mahkemenin izni ve emrine binaen yapacak olursa, bu durumda yapmýþ olduðu masrafýn karþý

tarafa miktarý kadarýný ondan alýr. Eðer mahkemenin izni olmadan mecburiyetine binaen yapmýþ ise,

binanýn yapýldýðý günkü kýymetini alýr. Fetvada buna göredir. Sahih olan durum ise burada binanýn

yapýldýðý günkü deðeridir. Karþý taraftan masrafý almak üzere müracaat ettiði günkü deðer deðildir.»

Ben derim ki: Yukardaki kaideden þu neticeyi çýkarmak mümkündür:Eðer yapma mecburiyetinde

deðilse, yani kendi durumu onu yapmaya mecbur etmiyorsa -ki bu da yerin taksim edilmesi

halindedir-, bu durumda yapacak olursa. karþý tarafýn iznini de almasa, karþý tarafla ilgili masraflarý

teberru etmiþ sayýlýr. Ondan bir þey istemeye hakký yoktur. Tabiki bu kazaendir. Aksi halde. ortak

onunla birlikte çalýþmaya zorlanabilecek bir konuda olacak olursa, yani nehrin ayýklanmasý

meselesinde olduðu gibi, durum yine böyledir. Ama ortaðýný zorlayamayacaðý bir durumda olacak

olursa, mesela aþaðý katýn yýkýlmasýndan sonra yukarý kat sahibi tarafýndan yapýlmasý meselesinde

olduðu gibi, bu durumda yukarý kat sahibi aþaðý katý inþa ettiði taktirde teberru etmiþ sayýlmaz.

Eðer Kadý´nýn ve mahkemenin izni Ýle bu masrafý yapmýþsa, yapmýþ olduðu masraftan hissesine

düþeni karþý taraftan alýr. Eðer mahkemenin iznine binaen yapmamýþ ise, binanýn yapýldýðý günkü

deðerini yine ondan alýr. Bu konuda çok deðiþik görüþler ileri sürülmüþ, bir sonuca varýlmasý için

yukardaki özet yapýlmýþtýr. Aynca þirket bahsinin sonunda bununla ilgili birtakým meselelere yer

verdik.

Orada nazmen þu ifadeleri de aktarmýþtýk: «Ortaklardan biri, ortak olduðu mallarý karþý tarafýn izni

olmadan tamire çalýþsa, bunu yapmaya mecbur olmadýðý takdirde rucu etmeye hakký yoktur. Bu da

yýkýlan yerin arsasýnýn taksiminin mümkün olmasý halindedir. Ama onu yapmaya, tekrar inþaatý iade

etmeye mecbur olacak olursa, karþý tarafta bunun inþaatýna karþý çýkacak olursa, mecbur edilir.

Eðer onun izniyle olmuþ ise veya Kadý´nýn izniyle olmuþ ise, rucu hakký sabittir. Çünkü böyle bir

mecburiyet dýþýnda yapýlan masraflar teberru yoluyla yapýlan masraflardýr. Ama mecbur olur ve

karþý tarafý da mecbur etmeye yetkisi olmayacak olursa, duvar ve aþaðý kat konusunda olduðu gibi,

yapmýþ olduðu masrafý izne binaen yapmýþ ise, karþý taraftan alýr. Ama izin olmaksýzýn, yani

mahkemenin iznine baþ vurmaksýzýn yapmýþ ise. binanýn yapýldýðý günkü deðerini alýr.»

Þurasý bir gerçektir ki, ikinci katýn sahibi birinci katý yaptýðý taktirde, aþaðý katýn sahibinin. üzerine

düþen borcunu ödemedikçe katýna oturmasýna mani olabilir. Çünkü yukarý kat sahibi, aþaðý katý

yapmaya kendi katýna ulaþmak için mecbur idi. Keza iki kiþi arasýnda bulunan bir duvar üzerine bir

aðaç veya kiriþ atýlmýþ ise, onlardan biri bu duvarý yaptýðý taktirde, diðerinin pardý ve aðaç

koymasýna mani olabilir. Taki bu yaptýðý duvarýn yapýlý olarak kýymetinin yarýsýný ödeyinceye kadar,

ödediði taktirde mani olamaz. Bahýr.

Yine Bahýr´da Camiü´l-Fusuleyn´den naklen þöyle denilir: «Aþaðý kat ve yukarý kat sahiplerinin

birbirinin mülklerinde haklarý vardýr. Yukarý kat sahibinin aþaðý kat sahibinin mülkünde olan hakký,

üzerine ev yaptýrma ve evinin devam etmesi hakkýdýr. Aþaðý kat sahibinin yukarý kat sahibinin

mülkünde olan hakký ise, yaðmurdan onu koruma ve güneþine mani olmama hakkýdýr.»

Daha sonra ayný eserde þu nakillere de yer verilmektedir: «Aþaðý kat sahibi, kendi katýný yýkar


yukarý kat sahibi de kendi katýný yýkacak olursa, aþaðý kat sahibi katýný yeniden yapmakla

mükelleftir. Çünkü bu durumda onun mülküne taalluk eden baþkasýna ait bir hakký da heder

etmiþtir. Aynen mülk heder edildiði zaman nasýl ödeniyorsa, burada da ödemesi gerekir.î»

Yine Bahýr´da, «Bu ifadenin zahirinden yukarý kat sahibine böyle bir mecburiyet yoktur.»

denmektedir. Fethü´l-Kadir´in ifadesinden anlaþýlan, bunun hilafýna olan görüþtür ki, o da aþaðý kat

sahibi katýný yaptýðý taktirde. yukarý kat sahibinden kendi katýný yapmasýný istese, yukarý kat sahibi

kendisine ait katý yapmaya mecbur edilir. Çünkü meselenin suretindeki tasavvur, yukarý kat sahibi

kendi katýný yýkmýþtýr. Aþaðý kat sahibi katýný yaptýktan sonra, yukarý kat sahibi de kendi katýný

yapmaya mecbur edilir. Mecbur edilmesinin sebebiyse, yukarda belirtildiði gibi, onun katýnda aþaðý

kat sahibinin bazý haklarý mevcuttur. Bu haklarýný temin maksadýyla yukardaki evin sahibi

tarafýndan yapýlmasýný isteyebilir. Ama kat sahibinin dahli ve sun´u olmaksýzýn yýkýlacak olursa, bir

taaddi ve tecavüz söz konusu olmadýðýndan, katýný yapmaya mecbur edilmez. Nitekim aþaðý katýn

yýkýlmasý halinde olan mesele ile ilgili benzeri bir meseleyi þarih yukarda zikretti.

Bahýr´da yine Zahire isimli eserden naklen, «Aþaðý katýn tavaný ve o tavanda olan kiriþler ve onun

makat altýna atýlmýþ olan diðer malzeme, hasýr, çamur gibiler, aþaðý kat sahibinin mülküdür.»

denmektedir. Fetih.

Ben derim ki: Hayriye isimli eserde, «Aþaðý katýn tavanýnýn sývanmasý ortak kat sahiplerinin

herhangi birinin üzerine düþen görev deðildir. Yukarý kat sahibinin üzerine düþmez. Çünkü bu

durumda baþkasýna ait mülkiyetin ýslah ve tamiri görevi ona verilmiþ olur ki, böyle bir durum da söz

konusu deðildir. Çamur oturmakla aþýnmýþ ve bunda bir taaddi yoksa, yine yapma mecburiyeti

yoktur. Ama bir tecavüz ve taaddi sonucu çamurlar ve sýva izale edilmiþ ise, bunu ýslah etmek

mecburiyetindedir.

«Aþaðý kat sahibinin üzerine de onu sývamak gerekmez. Çünkü bir kimse kendi mülkünü ýslaha

mecbur edilemez. Dilerse sývar ve böylece zararý kaldýrmýþ olur, dilerse oradan meydana gelecek

zararý yüklenir, kimse bu konuda ona müdahale edemez.» denilmiþtir.

TETÝMME: Bahýr isimli eserde Camiü´l-Fusuleyn´den þu ifadelere de yer verilmektedir: «Ýki kiþi

arasýnda olan bir duvarda, her ikisine ait bir yük bulunacak olursa, buna haýt adý verilir. Onlardan

biri bunu yapmak istediðinde, tamir etmek istediðinde, diðer taraf buna karþý çýkacak olursa,

yapmak isteyen taraf diðer tarafa, «Sen kendine ait olan aðýrlýklarý oradan kaldýr. Kendin ayrý bir

direk dikerek o duvar üzerindeki yükü kendi direðine ver.» der ve kendisinin duvarý yapacaðý ve

yükselteceðini ona bildirir. Buna da bir tarih verir. Bu bildiri ve tarih konusunda yazmýþ olduðu

noktaya veya yazýsýz da olsa þahitler gösterir. Karþý taraf buna uyduðu taktirde, ne âlâ, uymayacak

olursa, öbür tarafýn duvarý yükseltmeye hak ve selahiyeti vardýr. Bu durumda ýslah ve tamirine ve

yükseltilmesine karþý çýkan kiþinin duvar üzerindeki yükleri çökecek ve zarara uðrayacak olursa,

bunu ödemez. Çünkü gerekli ikaz ve uyarý yapýlmýþtýr.»

Ben derim ki: Bundan anlaþýldýðýna göre, aþaðýdaki mesele de bunun benzeri olsa gerektir: Aþaðý

kat sahibi, kendi katýna ait olan bölümleri tamir etmek istese. yukardakinin buna karþý çýkmasý

halinde, yukardaki duvar sahibinin yapmak istediði zaman takip etmesi gereken yollarý aynen takip

eder. Bu yararlý bir meseledir. Buna iþaret edene de rastlamadým.

«Dikdörtgen þeklinde uzanan sokak ilh...» Bu caddeden ayrýlan bir sokak demektir.

«Benzeri ilh...» Yani benzeri ifadesiyle birincisi gibi uzun olan bir sokak kasdedilmiþtir. Bununla da

yuvarlak olan, alan þeklindeki giriþin ayný olmadýðý belirtilmiþ olmaktadýr.

«Ancak çýkmaz sokak ilh...» Bu ifadeden anlaþýldýðýna göre, birincisi çýkar bir sokaktýr. Bahýr isimli

eserde bu ifade mutlak olarak zikredilmiþtir. Yani birincisi birçok kitapta zikredildiði gibi, çýkar mý,

çýkmaz mý, þeklinde bir kayýt koymaksýzýn mutlak olarak yer almýþtýr. Nihaye isimli eserde

Ebulleys´e uyularak, «Bunun çýkmaz sokak ile kayýtlanmasý gerekir» denmiþtir. Timurtaþî. «Bunun

çýkmaz sokak þeklindeki ifadesi de bunu gösterir. O zaman bunun söylemek istediði husus, onun

gibi çýkmaz olan bir sokak þeklinde tefsire hamledilmemi gerekir.» denmiþtir.

Ben bu konuda derim ki: Yukarda yapýlan bu tartýþmalar, bazý meselelerde birincisinin çýkar,

ikincisinin çýkmaz sokak olmasý durumunda bazý farklýlýklarýn ortaya çýkmasýný gerektirir.

Dolayýsýyla her ikisinin çýkmaz olmasý veya her ikisinin çýkar olmasý þeklindeki tefsirler uygun

olmasa gerektir.

«Baþka bir tarafa çýkýþý olmayan ilh...» Bu ana caddeye çýkýþý olmayan veya ana caddeye götürecek

bir çýkýþa çýkýþý olmayan demektir. Bu da baþka bir çýkmaz sokaða çýkan sokaðýn hükmünün ayný

olmadýðýný belirtmek içindir.


Bir ev için ikinci bir kapý açma meselesi

«Geçmek için kapý açmaktan men edilir ilh...» Fethü´l-Kadir´de þu ifadelere yer verilmektedir: «Bazý

ulema kapý açmaktan deðil, oradan geçmekten men edilir demiþlerdir. Çünkü insan dilerse duvarýný

tamamen yükseltebilir, dilerse bir kýsmýný yapýp diðer bir kýsmýný yapmayabilir. Bu da bir bakýma

kapý açma demektir. Ancak zahir olan görüþe göre, kapý açmaktan men edilir. Çünkü Ýmam

Muhammed tarafýndan Camiü´s-Saðir´de bu mesele nassan belirtilmiþtir.

«Bunun gerekçesi ise, kapý açtýktan sonra, onun oradan geçmesine mani olunamaz. Çünkü gece

gündüz onun murakabesi mümkün deðildir. Ayrýca buraya bir kapý açmasýyla aradan zaman

geçecek olursa, orada bir murur hakký olduðunu iddia edebilir. Buna gerekçe olarakta açmýþ

olduðu kapýnýn eski olduðunu ve burada geçiþ hakký olduðunu ileri sürebilir. Bunu önlemek için

kapý açmasýna engel olunur.»

«Iþýk ve rüzgar için ilh...» Iþýk ve rüzgar için bir pencerenin veya bir deliðin açýlmasýna mani

olunmaz. Ýmam Aynî bu iki ifadeyi naklettikten sonra þöyle demektedir: «Ancak geçmek için kapý

açacak olursa, istihsanen buna mani olunur. Ama açacaðý delik veya pencere rüzgar için, veyahut

ýþýk olmak içinse, buna mani olunmaz.» Bu ifadelerin Fahrülislamýn Ebu Cafer´den naklettiði

ifadelere tamamen uygun görüldüðü de eklenmiþtir.

Ben derim ki: Kapý yüksekten açýlacak olur, geçiþe, o sokaktan iþlemesine elveriþli deðilse, nitekim

yukardaki gerekçenin de iþaret ettiði gibi, o zaman buna mani olunmamasý gerekir. Yine bu konuda

bazý ulemanýn beyan etmek istediði geçiþe elveriþli bir kapýnýn açýlmasý halinde, buna mani

olunmasý gerekir.

«Ana sokaða kapýsý açýlan bir evin çýkmaz sokaða kapýsýnýn açýlmasý yasaktýr ilh...» Bu da birinci

çýkmazdan ayrýlan bir çýkmaz olarak, köþe veya bucak olarak açýklanmaktadýr. Ama çýkar

sokaklarda ise her iki tarafa kapý açmasýna mani bir durum yoktur. Çünkü çýkar sokaklardan

herkesin geçme hakký vardýr. Evi olan bir kiþi çýkar sokaða bir kapý daha açmasý hakkýdýr.

«Sahih olan görüþe göre ilh...» Bu ifadenin karþýlýðý olan diðer görüþü yukarda beyan ettik ve

açýkladýk. Orada kapý açmasýna mani olunmaz. Ancak oradan geçmesine mani olunur diyen görüþ,

sahih olan görüþün karþý görüþüdür.

«Çünkü onlarýn oradan geçme haklan yoktur ilh...» Birinci çýkar sokaðýn çýkmaz sokaða olan

duvarlarýndan kapý açarak o sokaktan geçme haklarý olmadýðý için kapý açma haklan da

olmamaktadýr. Orasý özellikle o çýkmaz sokak sakinlerine aittir. Bunun için de o çýkmaz sokak

içerisinde bir ev satýldýðý taktirde, birinci çýkar sokaktaki evlerin o evde þuf´a hakký yoktur. Mesele

Fetih´te bu þekilde açýklanmýþtýr. Zira þuf´a hakký ya maldaki mülkiyet ortaklýðýndan veya komþuluk

hakkýndan veya yolda olan ortaklýk hakkýndan kaynaklanmaktadýr. Buradaki yolda bir ortaklýk hakký

bulunmadýðýndan onlara þuf´a hakký tanýmamaktadýr. Bu her bakýmdan bitiþik bir komþu kabul

edilmiþ olsaydý, onlara þuf´a hakký tanýnmasý gerekirdi. Þurumbulalî.

Daha sonra Fethü´l-Kadir´de, «Çýkmaz sokak içinde oturanlarýn durumu bunun hilafýnadýr.»

denmektedir. «Onlardan herhangi biri diðer çýkar sokaða istedikleri zaman kapý açabilirler. Kapý

açmalarý ise, geçme haklarýna bina edilmektedir. Geçme haklarý olduðuna göre, kapý açma haklarý

da vardýr.»

Ýmam Makdisî der ki: «Uzun ve çýkar sokaða kapýsý açýlan bir eve çýkmaz sokak tarafýndan ikinci bir

kapý açýlmak istense, buna engel olunmasý gerekir.»

Bu ifadede de yukardaki gerekçeyi teyid eden bazý faydalara rastlamak mümkündür. Ki o da birinci

sokak eðer çýkmaz bir sokak ise, ikinci çýkmaz sokaktan herhangi biri birincisine bir kapý açmak

istese, buna kapý açabilir. Eðer evi birinci geçiþin köþesine bitiþik ise ve ama evinin ana giriþi ikinci

çýkmazda ise birinci çýkmaz sokaða kapý açmasý, oradan geçme hakkýna tabidir. Geçme hakký

olmadýðýna göre, oraya da kapý açma hakký da yoktur.

Eðer birincisi çýkar sokak olacak olursa, o mesele bunun hilafýnadýr. Çünkü oradan geçebileceði

gibi, diðer taraftan da geçme hakkýna sahiptir. Geçme hakkýna sahip olduðu her yola kapý açmasý

da hakkýdýr.

Bununla, yollar belirtildiði gibi, birinci sokaðýn, çýkar sokak olup olmamasý arasýndaki fark böylece

belirtilmiþ oluyor. Fethü´l-Kadir´ýn ifadeleri de birinci sokaðýn çýkar bir sokak olmasýna bina

edilmekte, ona göre tefsir edilmektedir. Eðer çýkmaz bir sokak olduðu kabul edilseydi, mesele

mecrasýnýn dýþýna çýkarýlmýþ olurdu.

TENBÝH: Yukardakilerden anlaþýldýðýna göre, bir kimse bundan daha aþaðý bir kapý açmak istese,


kapý açmak istediði sokakta çýkmaz bir sokak olsa, bundan men edilir. Diðer bir rivayete göre men

edilmez denmiþtir. Her iki görüþte fetva için seçilmiþ görüþlerdendir. Hayriye´de, bu konuda,

«Metinler men edilmesi istikametindedir. Ýtibar da ona olmasý gerekir.» denmektedir.

«Daire þeklinde olan ve çýkmaz sokak biçiminde görülen hususlarda ise ilh...» Bu, uzun caddeden

benzeri bir þekilde ayrýlan çýkmaz sokak ifadesinden baþka bir husustur. Bu konuda Dürer üzerine

Vanî´nin yazmýþ olduðu haþiyede þöyle denmektedir: Eðer yuvarlak olan bu giriþ, yan daire veya

daha az bir biçimde ise, ortak saha mesabesindedir, Ama yok ondan büyük ise, ona kapý

açýlmasýna mani olunur. Ýkisi arasýndaki fark biraz önce de belirttiðimiz gibi dar olan ve yarý

daireden küçük olan husus ortak bir saha müteala edilmekte, ikincisi ise bu þekilde kabul

edilmemektedir. Zira dairenin giriþi içinden daha dar olur ise, orasý baþka bir yer mesabesinde

olmaktadýr. Birinci sokaða tabi bir durum deðildir denmiþtir.» Bunu diyen Sadrý Þeria ile Molla

Miskin´dir. Fakat Ýbni Kemal bu görüþü benimsememiþ ve kabul etmemiþtir.

«Çünkü o bir saha mesabesindedir ilh...» Fetih´de bu konuda, «Herkesin oraya girip çýkma ve orada

gezme dolaþma hakký vardýr. Çünkü o ortak bir sahadýr. Ancak burada söylenebilecek husus, o

bölgede bir ev satýldýðý taktirde, diðerleri de bu evde þuf´a hakkýna sahiptirler.» denilmiþtir.

«Ona büyük bir kapý yapmalarý caizdir ilh...» Bu ifadeler deðiþik þekilde yorumlanmýþtýr. Burada en

uygun olan Kemal Ýbnül Hümam´ýn Ýmamý Hülvani´den nakletmiþ olduðu ifadedir. Yani ana sokaktan

dörtgen biçiminde çýkmaz bir sokaðýn.ayrýlmasý halinde, o sokaða kapýlan açýlan kiþiler sokaðýn

giriþine büyük bir kapý yaptýrarak diðerlerinin oradan geçmesine mani olabilirler.

«Meselenin þekli aþaðýdaki gibidir ilh...» Bazý nüshalar meselenin þekli hakkýnda deðiþik suretler

vermiþlerdir. Ama biz aþaðýda, dikdörtgen þeklinde uzun sokaktan ayrýlan benzeri çýkar bir sokak,

çýkmaz diðer bir sokak ve yuvarlak bir giriþ ve dörtgen biçimindeki giriþleri, evleri de

þekillendirmeye çalýþacaðýz.

Çýkmaz sokaðýn köþesindeki üçüncü ev, uzun cadde biçiminde olan geniþ sokaða açýk kapýsý

bulunan bu köþedeki onun çýkmaz benzeri dikdörtgen biçimindeki sokaða ikinci bir kapýsýnýn

açýlmasý istense, buna mani olunur.

Çünkü onun o çýkmaz sokakta geçme hakký yoktur. Ama önceden çýkmaz sokaða bir kapýsý varsa,

cadde biçiminde olan uzun bir sokaða kapý açmasýna mani olunmaz. Dördüncü ev, yani çýkmaz

sokaðýn ikinci köþesinde olan evin durumu da aynýdýr. Daha önceden ana sokaða kapýsý varsa,

çýkmaz sokaða yeni bir kapý açmasýna izin verilmez. Eðer çýkmaz sokaða kapýsý varsa, uzun sokaða

onun da çýkmaz bir sokak olmasý halinde ikinci bir kapý açma hakký yoktur. Çünkü orada kendisine

murur hakký tanýnmamaktadýr. Ama çýkar sokak olduðu taktirde, her iki taraftan geçiþ hakký

olduðuna göre, iki tarafa da kapý açabilir. Beþinci ev -ki çýkar sokaðýn saðdan ilk köþesinde olan

binadýr__ bu ev sahibinin her iki sokaða da kapý açmasýna izin verilir. Altýncý ev ise, birincisi çýkar

olduðu taktirde hem oraya, hem de ikinci çýkar sokaða kapý açabilir. Ama birinci çýkmaz bir sokak

ise, ancak ikinci sokaða kapý açabilir. Birinci sokaða kapý açma hakký yoktur.

Taksim edilen ortaklý evde taraflarýn kapý açmalarý

TETÝMME: Minyetü´l-Müfti isimli eserde Taksimle ilgili bölümde þu ifadeler yer almaktadýr: «Çýkmaz

sokakta olan bir ev, bir topluluk arasýnda ortak olacak olursa, taksim ettikten sonra onlardan her

biri kendisine ait hissede bir kapý açmak istese, o mahalle sakinlerinin onlara mani olmasý doðru

olmaz, kapý açabilirler.»

Ben derim ki: Bunun eski kapý cihetinde açmalarý kaydýna baðlý olmasý gerekir. Ama öbür tarafta

kapý açamazlar. Nitekim yukarda Hayriye´den naklettiðimiz ve metinlerde mutemet olan görüþün bu

olduðunu söylediðimiz meselede olduðu gibi. Evet sahih ve kabul edilir ikinci kavle göre, meselede

bir tafsil yoktur. Yani falan tarafa acar, falan tarafa açamaz diye bir kayýt yoktur. Diledikleri tarafa

kapý açabilirler.

Daha sonra Minye´de, «Bir kimsenin evi olsa, kapýsý çýkmaz bir sokaða açýlsa, ona bitiþik bir ev

satýn alsa, ancak bu evin kapýsý baþka bir sokaða çýkýyorsa, onun ikinci sokaða o evinden bir kapý

açmasý caizdir ama birinci sokaða açamaz.»

Bu ifade Ebu Cafer ve Ebulleys tarafýndan nakledilmiþ ve fetva olarak benimsenmiþtir. Ebu Nasih

bu konuda der ki: «Her iki tarafa açabilir. Çünkü o sokak sakinleri sokakta ortaktýrlar. Bunun delili

de orada satýlan herhangi bir evde yol ortaklýðý olduðundan eðer daha kuvvetli biri yoksa, tüm

sakinler için þuf´a hakký ayný derecede sabit olur.

Ben derim ki: Bu da yukardaki ihtilafa göre olsa gerektir.


«Bir kimse mülkünde yapacaðý tasarruftan men edilmez ilh...» Bu kaide yukardaki meseleye ters

düþmektedir. Çünkü o meselede aþaðý kat sahibinin sanattan men edilmesi mutlak bir þekilde idi.

Bunun açýk bir zarar verip vermemesi ile mukayyet olmadýðý orada görülmüþtü. Burada ise

tasarruftan men edilmesi, karþý tarafa ve komþusuna açýk bir zararýn husule gelmesi ile

mukayyettir. Özellikle aþaðýda nakledeceðimiz zahirur rivaye kavline göre, mutlak bir þekilde

hakkýndan men edilmemesi, dilediði tasarrufu yapmasý gerekir.

Evet yukarda beyan etmeye çalýþtýðýmýz ve fetva için seçildiðini söylediðimiz görüþ, açýk zararý

bulunduðu taktirde tasarruftan men edilmesidir. Zarar olup olmadýðý þüphesi olan tasarruflarda da

durum aynýdýr. Buna cevap olarak yukardaki meselenin bu kaidenin feri olmadýðý söylenmektedir.

Çünkü buradaki kiþinin kendi özel mülkünde olan ve komþusunun hiçbir hakký bulunmayan

malýnda tasarrufudur. Yukardaki ise komþusunun hakký bulunan bir konuda tasarrufu ile ilgilidir.

Çünkü aþaðý kat her ne kadar sahibinin mülkü ise de orada, yukarý kat sahibinin bazý haklarý

bulunmaktadýr. Bunun için de mutlak bir þekilde men edilmesi, buna dayanmaktadýr. Ve yine aþaðý

kat sahibi kendi katýný yýkacak olursa. eski þekilde yapmakla emredilir. Ama burada mesele böyle

deðildir. Bu da önemli bir meseledir. Deðerlendir.

«Ýmadiye isimli eserde bu görüþ benimsenmiþtir ilh...» Ve orada Camiû´I-Fusuleyn´deki ifadeye

benzer þu ifade kullanýlmýþtýr: «Netice olarak, kýyas bu tür meselelerde, bir kimse kendi özel

hakkýnda tasarruf etmek istese, baþkasýna zararý da olsa, bu tasarruftan men edilemez. Ancak

baþkasýna açýk bir zararý olan bu konularda, bu kýyas terkedilmiþ, bununla amel edilmemiþtir. Hatta

diðer bir rivayete göre men edileceði söylenmiþtir. Birçok ulema bununla amel etmiþler, fetva da

buna göre olmuþtur. Yani bir kimsenin özel mülkündeki tasarrufu baþkasýna zarar vermeme þartý ile

mukayyettir. Zarar verecek herhangi bir tasarruftan men edilmesi, fetva için benimsenen görüþtür.

Ben derim ki: Sanki üçüncü mesele imiþ gibi bir durum meydana geldi. Halbuki men edileceði bir

rivayette nakledilmiþtir sözü, kýyasýn terk edilmesi gereken meseleyle aynýdýr.

Evet Hayriye isimli eserde þöyle bir mesele yer almaktadýr: «Mutlak bir þekilde men edilmesi de bir

rivayettir. Bunun gereði üçüncü bir kavlin ortaya çýkmýþ olmasýdýr ki, o da zarar ister açýk olsun,

ister olmasýn, tasarruftan men edileceðidir.»

Yalnýz þu kadar var ki, bu mesele Hayriye´de Tatarhaniye ve Ýmadiye´ye nisbet edilerek nakledilmiþ,

halbuki Ýmadiye´de böyle bir meselenin olmadýðý yukarda da açýkça belirtilmiþ idi. Bundan sonra

burada söylenebilecek söz, «Mutlak bir þekilde men edilir.» sözü bir kalem hatasý olsa gerektir.

Bunun böyle olduðuna delil de. Fethü´l-Kadir´deki þu ifadedir: «Hasýlý bu meselelerde malik (sahip)

mutlak bir þekilde dilediðini yapabilir. Çünkü kendi özel mülkünde tasarruf etmektedir. Ancak zararý

baþkasýna açýk bir þekilde olacak olursa. tasarruflardan men edilmesi kýyas dýþý istihsanla sabit

olmuþtur. Burada acýk zarardan maksatta karþý tarafa büyük bir zarar vermesidir. O da onun

mülkünü yýkabilecek nitelikte olan bir zarardýr. Veya istifade etmesine engel olabilecek bir zarardýr.

Bu da kiþinin zaruri ihtiyaçlarýna mani olan durumdur. Mesela tamamen ýþýðýna engel olmak

meselesi buna bir örnektir. Fetvada bu görüþe göre verilmiþtir. Herhangi bir zarardan dolayý

büyükte olmasa men edilir þeklindeki ifade, insanýn kendi mülkünden tamamen istifadeye engel bir

durum teþkil eder. Nitekim yukarda buna iþaret ettik.»

Gördüðün gibi burada müftabih olan görüþ, mutlak bir þekilde zarar olsun olmasýn men ediliþi

deðil, açýk bir zarar olduðu taktirde ona mani olunacaðýdýr. Herhangi bir basit zarardan dolayý kiþi

mülkündeki tasarruftan alýkonamaz. Aksi halde hiç kimse kendi mülkünde tasarrufa sahip sayýlmaz.

Mesela bir kimsenin bahçesinde aðaç olsa, komþusu o aðacýn gölgesinden istifade etse, aðacý

kesmek istediði zaman komþu, «Ben zarar görüyorum» diye o komþunun bu aðacý kesmesine

engel mi olmasý gerekir. Bu tür zararlar basit zararlardýr. Kiþinin kendi mülkündeki tasarrufa engel

olabilecek nitelikte deðildir. Ama fahiþ bir zarar olduðu taktirde, mesela öne bir duvar yapýp bütün

ýþýðýný kapatmasý gibi tasarruflar komþuya zarar vereceðinden, bu tür tasarruflara sahip deðildir.

Ben derim ki: Mevla Ebu Suud bu konuda þöyle bir fetva vermiþtir:Tamamen ýþýða engel olmak için,

ýþýðý kapatmak, kiþinin evinde oturduðu zaman yazý yazamayacak kadar ýþýk gelmemesi demektir.

Buna göre eðer komþunun iki penceresi olsa birinci komþu pencerelerden birinden gelen ýþýðýna

engel olabilecek bir tasarrufta bulunsa, bu da o pencereden istifade edilmeyecek þekilde olsa

diðerinin ýþýðýyla yazý yazmak, kitap okumak mümkün olduðuna göre, komþunun kendi özel

mülkündeki tasarrufuna mani olunamaz. Bu ifadenin zahirinden de anlaþýldýðýna göre kapýdan

gelen ýþýk muteber deðildir. Çünkü soðuk ve sýcak için kapýyý kapatma ihtiyacýný duyabilir. Nitekim

bununla ilgili meseleleri Tevkihu´l-Fetava el-Hamidiyye isimli eserimizde zikrettik.


Bahýr isimli eserde þu ifadeler yer olmaktadýr: «Ýmam Razi istihsanla ilgili kitabýnda þöyle

demektedir: «Bir kimse kendi evinde devamlý ekmek yapmak için bir tandýr yapsa nitekim bazý

yerlerde olduðu gibi veya un öðütmek için bir deðirmen taþý yerleþtirse veya elbise dövücüleri için

tokaçlar koysa caiz olmaz. Çünkü bu komþularýna büyük zarar vermektedir. Ki bundan komþunun

korunmasý da mümkün deðildir. Devamlý olan, duman gelecek deðirmen ve elbise dövücülerinin

sesleri, çalýþmalarý binayý zayýflatacaktýr. Hamam meselesi bunun hilafýnadýr. Çünkü hamamdan

ancak bir rutubet belirmesi þeklinde karþý taraf zarar görebilir. Bundan da sakýnmak mümkündür.

Mesela komþunun duvarýndan sýzan sularla beliren rutubetli tarafa bir duvar yaparak bu zararý

önlemek mümkündür. Yine evlerde normal bir þekilde, yapýlmýþ tandýr da bunun hilafýnadýr. Çünkü

küçük tandýrlar komþuya fazla bir þekilde zarar vermemektedir.»

Ýmam Nesefi´nin hamam meselesinde sahih görüþ olduðunu söylediði ifade þudur: «Eðer

hamamdan da komþu büyük bir þekilde zarar görecek olursa tasarruftan men edilir. Aksi halde

mani olunmaz.»

«Hatta komþu bir pencere açmaktan men edilir ilh...» Eðer açýlan bu pencerede diðer komþunun

büyük bir zararý söz konusu ise buna engel olunur. Yukardaki ifadeler buradakine karine teþkil

etmektedir. Ki o da Kariü´l-Hidaye´nin bu konuda vermiþ olduðu fetvadýr. O da þudur: «Kendisine bu

konuda bir soru tevcih edilerek, «Komþu diðer komþunun bahçesine, evine ve bahçesine çýkan ehil

ve iyaline bakan bir pencere açmaktan men edilir mi?» dendiðinde, cevap olarak, «Evet, ondan men

edilir. Çünkü bu komþu için büyük bir zarardýr.» demiþtir. Menih isimli eserde Mudmarat´tan yani

Kuduri þerhi Mudmarat´tan naklen bir meselede þöyledir: «Eðer bu açýlan pencere bakmak içinse,

komþunun bahçesi de kadýnlarýn oturmasý için tahsis edilmiþ bir yer ise, men edilir. Fetva da buna

göredir.»

Hayreddin Remli bu noktada bir diðer mesele nakletmiþ ve demiþtir ki: «Benim görüþüme göre,

eskisiyle yenisi arasýnda bir fark yoktur. Çünkü açýk bir zararýn olmasý halinde pencere eski de

olsa, bunun kapatýlmasý gerekir. Nasýl ki yenisine izin verilmiyorsa eskisine de zarar verdiði için

engel olunmasý gerekir. «Zarar kadimde olsa izale edilir,» kaidesi bu noktayý izah etmektedir.

«Amel metindeki ifadelere göredir ilh...» Burada denebilir ki, bu þerhle beraber olan her metin için

söylenemez. Bu ancak eski metinlerle ilgili olsa gerektir. Tahtavi.

Yani bu mesele daha çok metinlerle ilgili olmayan bir meseledir. Þarihin ifadesinden de

anlaþýldýðýna göre, þarih musannýfýn metinde benimsediði görüþü benimsemiþ, çünkü komþusuna

ikram mahiyetinde açýk zararýný komþusundan men etmesi, en uygun olan görüþtür demiþtir.

Bunun için de musannýfýn ve þarihin benimsedikleri ve müteahhir ulemanýn fetva verdikleri ve

fetvanýn da bu kavil üzeredir dedikleri görüþ budur.

Netice olarak burada iki kuvvetli görüþ vardýr. Bu görüþlerden biri yukarda açýklamaya çalýþtýðýmýz

gerekçeden dolayý tercih edilmiþ, diðeri zarar da verse mutlak þekilde mülkünde tasarrufa sahiptir

görüþü de mezhebin aslýnda olan ve zahirur rivaye dediðimiz görüþtür.

«Aþaðý kat meselesine kýyasla ilh...» Ben derim ki, bu meseledeki kýyas, teslim edilir bir kýyas

deðildir. Çünkü fukahanýn sözüne tamamen muhaliftir. Hattýzatýnda kýyas maalfariktir. Þöyle ki,

mezhebin esas görüþü, meselemizde mutlak bir þekilde kiþinin mülkündeki tasarruftan men

edilmemesi istikametindedir. Gerekçe olarak insanýn kendi özel mülkünde dilediðini

yapabilmesidir. Sonradan gelen ulema, mezhebin aslý olan zahirur rivaye dediðimiz bu görüþe

muhalefet etmiþler ve meseleyi, fahiþ bir zarar terettüp etmesi halinde, komþusu bu tasarrufunda o

zaman men edilir.» þeklinde kayýtlamýþlardýr. Bu kayýtta da zarar verecek mi, vermeyecek mi

þeklindeki tereddütlü meselede devreden çýkmýþ olmaktadýr. Tereddütlü olan aþaðý kat meselesinin

zarar var mýdýr, yok mudur meselesine kýyas edilmesi de sahih deðildir. Çünkü mezhebin nakli

sayýlan metin kitaplarý tasarrufdan men edileceði üzerinedir. Meselemiz ise onun aksinedir.

Bazý ulema burada fetva verilen görüþün zarar verme veya zarar olma ihtimali olduðu taktirde men

edilir diyen görüþtür.» demiþlerdir. Bu da aþaðý kat meselesiyle ilgilidir. Bu görüþün o meselede

benimsenmesi bir kimsenin kendi mülkündeki tasarrufu mutlak bir þekilde sahihtir. Ancak o mülkte

komþusunun hakký bulunmamasý gerekir. Aþaðý kat her ne kadar sahibine ait ise de yukarý kat

sahibinin onda bazý haklarý vardýr. Bunun için de yukardakinin izni olmaksýzýn aþaðý kat sahibinin

tasarruf etmesi meselede asýl olandýr. Þerhinde bulunduðumuz mesele ise bunun hilafýnadýr.

Çünkü burada asýl olan caiz olmasýdýr. Gerekçesi ise baþkasýnýn hakký taalluk etmeyen kendisine

has ve özel mülkünde tasarrufta bulunmaktadýr. Müþkül dediðimiz þüpheli olan meseleyi diðer bir

þüpheli meseleye kýyas etmek, yaný buradaki þüpheli noktayý aþaðý kat meselesindeki þüpheli olan

duruma kýyas etmek sahih olmasa gerektir.


Çevirenin notu :


Buraya kadar olanlar bizzat ibni Abidin kendi yazýsý ile yapmýþ olduðu haþiyedir. Diðer cüzleri de

kendisi tamamlamýþtýr. Ama bu cüzün tamamlanmasýnda oðlu Muhammed Alaaddin görevi

üstlenmiþ, babasýna ait bazý hamiþlerde olan meseleleri de ona ekleyerek þerhe baþlamýþ

bulunmaktadýr. Yani Ýbni Abidin merhum önceden Kitabul icareden baþlamýþ, kitabýn sonuna kadar

haþiyesini tamamlamýþ, sonra baþtan baþlayarak buraya kadar gelmiþ ömrü vefa etmemiþ Cenabý

Hak´kýn çaðrýsýna icabet ederek civarý Rabbil alemine intikal etmiþtir.

Vefatýndan önce merhum Ýbni Abidin´in Dürrülmuhtar nüshasý üzerine almýþ olduðu bazý notlarý

ölümünden sonra oðlu Alaaddin derlemiþ ve bunlarý babasýnýn nüshasýna eklemiþtir. Buradaki

terceme edilen bölüm babasýnýn haþiye olarak yazdýðý deðil, kitabýn kenarýna almýþ olduðu

notlardan ibarettir. Bunun için de Ýbni Abidin´in oðlu Alaaddin merhum, babasýndan sonra bu

bölümleri iki ciltlik Tekmile isimli eserinde yeniden ele almýþ, babasýnýn eski metodu üzerine hatta

bazý noktalarda daha da meseleye açýklýk getirici izahlar vermiþtir. Biz burada tercememize yine

Ýbni Abidin´in eserine devam ederken oðlunun tekmile olarak yazdýðý o iki ciltlik eserinden bazý

meseleleri de aydýnlatmak için nakiller yapmaya çalýþtýk. Tabiki bunlar metin bölümüyle ilgili

deðildir. Metin Tenvirul ebsar ve bunun üzerine yazýlmýþ olan Dürrül Muhtar isimli iki eserin bir

arada tercemesidir. Ýzah bölümleri Ýbni Abidin´e aittir. Onun için görülecek ki bu bölümlerde Ýbni

Abidin merhum yukarda olduðu gibi geniþ bir izah yapmamýþtýr. Sebebi de yukarda belirttiðimiz

husustur.

Ynt: Kaza By: neslinur Date: 10 Þubat 2010, 14:55:55
METÝN

Bir kimse diðer birinin kendisine bir mal hibe ettiðini iddia etse ve bunu tarih vererek belirlese,

karþý tarafýn bunu inkar etmesi sonucu kendisinden beyyine istense o da beyyine istendiði ve karþý

tarafýn hibeyi inkar ettiði için o malý ondan satýn aldýðýný söylese veya inkardan hiç söz etmeden,

hibe tarihinden sonra bir tarihte satýn aldýðýna dair beyyine ikame etse bu durumda meselenin her

iki suretinde de getirdiði beyyine kabul edilir. Ama bu satýþ tarihi, hibe tarihinden önce olacak

olursa kabul edilmez.

Yukardaki «veya inkardan söz etmez» ifadesinden þu anlaþýlmaktadýr: Kiþinin birbirine zýt iki

ifadesini uzlaþtýrma imkaný yeterli sayýlýr. Yani iki ifade arasýnda telif kabil ise, o istikamette amel

edilir. Bu meseledeki dört görüþten fetva için seçilmiþ olaný, Þeyhülislama ait olan bu görüþtür.

Ýmam Hacendi ise, «Bunun davacýnýn iddiasý ile deðil davalýnýn iddiasýyla ilgili olmasý gerekir. Yani

iki ifade arasýnda telif imkaný ile iktifa edilmesi onun ifadelerine ait bir husustur. Çünkü davacý bir

hak iddiasý peþinde, davalý ise yani aleyhinde hibe ettiði söylenen kiþi ise, bunu bertaraf etmek

istemektedir. Görünüþte zahiri delil istihkak için deðil, def için yeterli sayýlýr ve kabul edilir.»

demiþtir. Bezzaziye.

Hibe tarihinden önce ve sonra satýn alma meselelerinde ise, satýn alma tarihinin hibe tarihinden

sonra olmasý halinde, iki ifade arasýnda bir telif saðlanabilir. Ama ikinci ifadede, yani satýn alma

tarihini hibe tarihinden önce verecek olur, beyyine de bunu gösterirse, daha sonra «Bana hibe etti

ben de kabzettim» demesi ile birinci ifadesini nakzetmiþ olur. Çünkü kendi malý durumunda olaný

baþkasýndan hibe yolu ile kabzettim iddiasý, birincisine tamamen terstir. Onun için satýn alma

tarihinin hibe tarihinden sonra olmasý ve bunun da beyyine ile tevsik edilmesi gerekir.

Ama her iki mesele için bir tarih vermemiþ veya birisi için tarih vermiþ, diðeri için tarih vermemiþ

ise, getirmiþ olduðu beyyine yine telif ve uyum saðlama imkaný bulunduðu için, kabul edilir. Çünkü

satýn alma hadisesinin daha sonra olduðunu kabul etmekle bu imkan meydana getirilmiþ olur.

Ancak burada bir som akla gelmektedir. Her iki sözün de hakim nezdinde olmasý þart mýdýr? Yoksa

yalnýz ikincisinin kadý nezdinde olmasý mý þarttýr? Cevap: Konu ihtilaflýdýr. Ýkinci görüþün tercih

edilmesi gerekir. Bahýr.

Çünkü ortadaki tezat ve tenakuz ikinci ifade ile ortaya çýkmaktadýr. Hemen yeri gelmiþken belirtelim

ki, tezat ve tenakuz hasmýn tasdiki ile ortadan kalkabileceði gibi, tenakuzlu ifade kullananýn,

«Birinci ifademden vazgeçtim» demesi ile de kalkar ve þunu iddia ediyorum diyerek birinci ifade ile

ikinci ifadesi arasýndaki tenakuz kaldýrýlýr. Üçüncü olarak tenakuz ve tezatýn kaldýrýlmasý hakimin

iddia edeni yalanlamasý ile olur Meselenin tamamý Bahýr´da zikredilmiþ, musannýf do bu durumu

kabul etmiþtir. Mesela evvela evin kendisine vakýf olduðunu iddia eden bir kiþi, daha sonra «Hayýr

bu ev benimdir.» dese veya birinci iddiasýnda baþkasýna ait olduðunu söylese, ondan sonra da

«benimdir» iddiasýyla ortaya çýksa, bu iki ifade orasýnda tezat ve tenakuz bulunduðu için kabul

edilmez.


Bir rivayete göre, eðer iki ifade arasýnda telif imkaný varsa kabul edilir. Mesela, «Falanýndý ama ben

daha sonra ondan satýn aldým.» þeklinde bir ifade ile tenakuzu ortadan kaldýrýcý, iki ifade arasýný

uzlaþtýrýcý bir ifade kullanacak olursa, kabul edilir. Dürer.

Bir kimse ilk defa bir þeyin mülkiyetinin kendisine ait olduðunu iddia etse. ondan sonra kendisine

vakýf olduðunu iddia etse, kabul edilir. Nitekim, evvela kendisine ait olduðunu iddia edip sonra

baþkasýna aittir demesi halinde, kabul edildiði gibi, burada da kabul edilir.

Bir diðer mesele: «Biri diðerine «Sen benden þu cariyeyi satýn almýþtýn» dese, diðeri de «Hayýr ben

satýn almadým.» diye karþý tarafýn satýþ iddiasýný inkar etse, satýcý bu cariyeye yaklaþabilir. Eðer

davayý býraktýðýna ve ortada varmýþ gibi akti feshettiðine dair bir fiil olacak olursa, mesela cariyeyi

elinde tutmasý veya onu evine götürmesi gibi durumlarda o cariyeye yoklaþmasý caiz olmaktadýr.

Buna gerekçe olarakta þu kaide verilmektedir: Nikah akti müstesna bütün akitlerin inkar edilmesi

fesihtir. Var olan veya var olduðu kabul edîlen o akitleri fesihtir. Dolayýsýyla satýcý o cariyeyi geri

aldýktan sonra, eski bir ayýba muttali olsa, kusurlu olduðunu görse, bir öncesine iade edebilir.

Çünkü bu fesih her iki tarafýn rýzasý ile gerçekleþmiþtir. Aynî.

Ama nikah akdi asla fesh kabul etmez. Mesela bir kimse falan kadýnla evlendiðini inkar etse, daha

sonra evli olduðunu ileri sürse ve evli olduðuna dair mahkemeye beyyine ikame etse, bu beyyinesi

mahkemece kabul edilir. Ama alýþveriþ akdi bunun hilafýnadýr. Çünkü onu önceden inkar edip

sonra, «Evet bir alýþveriþ vardý» iddiasý halinde, ikinci iddia kabul edilmez. Çünkü birinci inkar ile

akit var olsa da fesh edilmiþtir. Nikah akdi ise biraz önce belirtildiði gibi bunun hilafýnadýr.

Bir kimse on dirhemi aldýðýný inkar etse, ondan sonra da «Hazinenin geri çevirdiði veya tüccarýn

geri çevirdiði kalitesiz gümüþ paralardý» iddiasýný ileri sürse, yemin ettiði taktirde mahkemece bu

iddiasýnda tasdik edilir. Çünkü dirhem ismi yukarda zikrettiðimiz zuyuf ve nebehraca adý verilen

devlet ve tüccar tarafýndan adi olduklarý için kabul edilmeyen dirhemleri de içine almaktadýr.

Sedduka denilen paralar ise bunun hilafýnadýr. Çünkü bu tür paralar içerisinde gümüþ dýþýndaki

madenler daha çoktur. Yani ma´þuþtur. Bunun içinde eðer o kabýzdan sonra seddukadýr dese, bunu

da bir süre geçtikten sonra yapsa, iddiasý tasdik edilmez. Ama hemen, kabzeder etmez, «Kabzettim

ama bu seddukadýr, benim alacaðým deðildir» diye iddiada bulunsa, o zaman tasdik edilir. Nihaye.

Görüldüðü gibi meseledeki tafsil kabýzdan bir süre sonra meydana gelen iddiadadýr. Hemen

akabinde olan iddiada deðildir. Bunun yanýnda hakkýna karþýlýk en kaliteli ciyad dediðimiz

gümüþleri kabzettiðini ikrâr etse, ondan sonra «Sedduka idi, zuyuf idi, nebehraca idi» gibi

iddialarýnda, mutlak bir þekilde tasdik edilmez. Yani isterse hemen onun akabinde söylesin, ister

aradan bir zaman geçtikten sonra söylesin. Çünkü iki ifade arasýnda bir tezat vardýr. Yine hakkýný

kabzettiðini veya alacaðý bedeli aldýðýný ikrar etse veya hakkýnýn tamamýný aldýðýný söylese, daha

sonra onlarýn züyuf cinsinden kalitesiz para olduklarý iddiasýný ileri sürse tasdik edilir. Tabiki bu

hemen olacak olursa. Aksi halde, yani aradan zaman geçecek olursa, kabul edilmez. Çünkü

yukardaki meselede kaliteli ciyad sözü tevile ihtiyaç olmayan, tevil» ihtimali bulunmayan, usulü

fýkýhta müfesser dediðimiz bir ifadedir. Diðerleri ise böyle deðildir. Onlar ya uzakta olsa bir ihtimal

taþýyan zahir veya daha uzak bir ihtimali ihtiva eden nas olabilirler. Ýhtimal az da olsa tevil ihtimali

mevcut olduðu müddetçe ikinci bir iddiasý bitiþik olduðu taktirde kabul edilir. Ýbni Kemal.

Bir miktar borç ikrarýnda bulunsa, daha sonra yeni bir iddia ile bu borcun bir miktarý gerçek

manada borç bir kýsmý da faizdir dese ve böyle olduðunu beyyine ve delille isbat etse, mahkemece

delili kabul edilir. Alaaddin isimli fakihten naklen Kýnye´de bu þekilde ifade edilmiþtir. Mesele ikrar

bahsinde tekrar ele alýnacaktýr.

Biri diðerine þöyle diyor: «Senin bende bin lira alacaðýn var.» Alacaklý durumunda olan kiþi ise,

«Hayýr benim sende hiçbir alacaðým´ yoktur.» diye onun bu ikrarýný red ediyor. Daha sonra da ayný

mecliste tasdik ediyor, «Evet o kadar borcun vardý.» diyor. Bu durumda alacaklý durumunda olan

kiþinin hiçbir hakký yoktur. Çünkü karþý tarafýn ikrarýný birinci ifadesiyle reddettikten sonra ikrar

kalmamýþtýr. Sonradan ortaya sürdüðü iddia, mücerret bir iddiadýr. Ýsbatý gerekir. Eðer isbat ederse,

o zaman kabul edilir. Veya karþý taraf ikrarýnda ikinci defo ýsrar eder, o do onu tasdik ederse, o

taktirde alabilir. Bütün haklarda da hüküm böyledir.

Bir kimse diðer biri aleyhinde bir mal iddiasýnda bulunsa, müdda aleyh dediðimiz davalý «Hayýr,

senin bende hiçbir alacaðýn yoktu» dese, davacý da bin lira alacaðý olduðunu iddia edip ispat etse,

buna karþýlýk davalý da ödediðine dair veya mahkemenin hüküm vermesinden sonra kendisini ibra

ettiðine dair bir beyyine getirecek olursa, beyyinesi kabul edilir. Çünkü iki mesele arasýnda uyum

saðlamak mümkündür. Mahkemenin kararýndan sonra ödeme iþi sahihtir.


Ancak beþ meselede veya beþ yönlü meselede durum istisna edilmiþtir. Birinci meselede iki ifade

arasýnda uyum mümkün olduðu için beyyine kabul edilmiþtir. Hatta mahkemenin karar

vermesinden sonra ödediðine dair beyyine getirmesi halinde de böyledir. Çünkü hak olmayan,

doðru olmayan mahkemece bilinmediðinden o istikamette hüküm verilmiþ de daha sonra husumeti

bertaraf etmek için ondan ibra edilmiþ de olabilir. Mesele Ýkrar bahsinde tekrar ele alýnacaktýr.

Orada þu meseleye de yer verilecektir: Davalý, davacýnýn «Ben davamda haksýzdým veya getirdiðim

þahitler yalancý idi veya benim onda hiçbir þekilde alacaðým yoktur» dediðine dair beyyine

getirmesi halinde, müddainin davasýný def ve bertaraf etmesi, yani çürütmesi sahihtir. Bu meseleyi

Dürer Ýkrar bahsinden önce zikretmiþtir.

ÝZAH

«Birisinin kendisine hibe ettiðini ve o hibeyi kabzettiðini iddia etse ilh...» Bu konuda Kadýhan der

ki: «Bir kimse diðer biri aleyhinde iddiada bulunsa ve «Benden bir mal aldý bu malýn vasýflarý

þundan ibarettir, miktarý þu kadardýr.» dese, davalý bir aksi beyyine getirerek müddainin ikrarýný

bertaraf etmek için «Bu malý baþka biri, falan kiþi aldý.» dese, müddaide bunu inkar etse,

müddaaleyh dediðimiz davalýnýn getireceði beyyine kabul edilmez. Bu birinci davayý iptal edici

mahiyette deðildir. Çünkü müddainin ileri süreceði deliller arasýnda þu ifadeler de yer alabilir. «Onu

benden falan aldý, bana tekrar verdi,» daha sonra, «Bu adam benden aldý» dediði taktirde karþý

tarafýn getirdiði beyyine, onun beyyinesini Çürütücü mahiyette deðildir. Hamiþte bu þekilde

yazýlmýþtýr.»

«Ýki ifade arasýnda telif mümkün olduðu taktirde ilh...» Bahýr isimli eserde bunun kýyas olduðu

nakledilmektedir. Ýstihsana göre ise fiilen telifin gerçekleþmesi þarttýr. Telif imkaný yeterli deðildir.

Hatta bu konuda Remli. «Ýstihsan meselesinin ortaya koyduðu gerekçe daha kuvvetlidir. Onun

cevabý daha sahihtir. Nitekim Minyetü´l-Müfti´de de böyle denmiþtir.» demektedir.

«Þeyhülislamýn da benimsediði görüþte budur ilh...» Bahýr isimli eserin Fuzuli bölümünde «Kendi

tarafýndan tamamlanan hususu nakzetmeme» ile kayýtlanmýþtýr.

«Dört kavilden ilh...» Bu dört kavilden birincisi, mutlak bir þekilde, iki ifade arasýnda uyum

imkanýnýn bulunmasý; ikincisi, mutlak bir þekilde uyum bulunsun bulunmasýn kabul edilmemesi;

üçüncüsü, davalýdan olduðu taktirde kabul edilmesi, davacýdan olduðu taktirde kabul edilmemesi;

dördüncüsü de, eðer uzlaþtýrma ciheti bir yöne irca edilebilirse yeterli, aksi halde yeterli deðildir.

«Her iki surette de kabul edilir ilh...» Yani «ama o hibe aktini inkar etti» ifadesiyle veya «hiçbir þey

söylemedi» meselelerindeki her iki surette de kabul edilir. Halebi.

«Ýkincisinde tenakuz belirmiþ, tezat ortaya çýkmýþtýr ilh...» Çünkü hibe akdinden sonra satýn alma

iddiasýný ileri sürse, þahitler ise bu satýn alma olayýnýn hibe akdinden önce olduðunu söyleseler, bu

da açýkça bir tezattýr. Ýki ifade arasýnda bir uyum saðlanamaz. Bundan fukahanýn maksadý da dava

ile beyyine arasýnda bir uyum saðlanamamasýdýr. Aksi halde davacý tarafýndan bir tenakuz

olmamaktadýr. Çünkü hibeden önce satýn alma iddiasýný ileri sürmüþ olmamaktadýr. Bahýr.

«ikinci görüþün tercihi gerekir ilh...» Bu görüþten, birincisi açýklama mahkeme nezdinde olmasa da

muteberdir. Ýkincisi yalnýz mahkeme huzurunda olan muteberdir. Tercih edilen görüþte budur

gerekçesi de çünkü tenakuz ikinci ifade ile ortaya çýkmaktadýr. Menih.

Nehir´in istihkak bölümünde, «Bana kalýrsa en uygun olan, her ikisinin de hakim nezdinde olmasý

þartý kabul edilmelidir. Çünkü hakim nezdinde olan davanýn görüþülmesi ve ifadelerin birbirine

tânakuz olmasý, ancak bu þekilde gerçekleþir.» denmektedir.

Þerhi Makdisi´de, «Ýkisinden birinin mahkeme nezdinde olmasý yeterlidir. Hatta bu konudaki ihtilafýn

bir ifade üzerinde olduðu da söylenebilir. Çünkü hakimin meclisinden önce meydana gelen durum,

hakim nezdinde tesbit edilmesi gerekir. Dolayýsýyla her iki ifade arasýnda tenakuz, ancak bu þekilde

ortaya çýkarýlabilir. Delil ile sabit olan, gözle görülerek sabit olan mesabesindedir. Sanki her ikisi de

hakim meclisinde olmuþ kabul edilir. Her ikisinin hakim nezdinde ve kaza meclisinde olmasýný þort

koþanlarýn ifadeleri, hem hakiki ve hem de hükmi cihetlerine þamildir.» demektedir. Bu da güzel bir

yorum ve tefsirdir.

«Veya hakimin yalanlamasýyla ilh...» Mesela, bir kimse alacaklý olduðu kiþinin borcuna kefil

olduðunu iddia etse ve bu miktarýn da bin olduðunu söylese, karþý taraf kefaleti inkar ettiði taktirde,

alacaklý, borçlu olan kiþinin borcuna kefil olduðunu beyyine ile isbat etse, hakim de bu beyyine

istikametinde kararýný ve hükmünü belîrtse, alacaklý malý ondan aldýktan sonra kefil olan kiþi,

borçlu olan kiþi aleyhinde bir iddiada bulunsa ve «Ben onun izni ve emrine binaen kefil oldum.»


dese, halbuki daha önce kefil olmadýðýný karþý tarafa söylemiþti. buna raðmen kefil olduðunu

beyyineyle isbat edecek olursa, yukardaki ifadesini nakzeder biçimde de olsa, bu ifadesi bizce

kabul edilir ve borçlunun borcunu ödediði miktar kadarýný ondan alabilir. Çünkü bu durumda

mahkeme tarafýndan yalancý olduðu, birinci iddiasýnda doðru olmadýðý tesbit edilmiþ ve böylece

mahkeme tarafýndan tekzibi gerçekleþmiþtir. Mesele Menih´te böyle nakledilmiþtir. Halebi.

«Meselenin tamamý Bahýr isimli eserdedir ilh...» «Bahýr´ýn istihkak bölümünde» demesi daha uygun

olurdu. Çünkü ifade orada aynen þöyledir: «Ben iki sözümden birini terk ediyorum» demesi

halinde, bu ifadesi kabul edilir.» «Kabul edilir» sözünü Bezzaziye´nin Zahire´den naklettiði þu ifade

ile desteklemiþtir: «Mutlak bir þekilde iddiayý ileri süren kiþi, müddaaleyh tarafýndan kendisine þu

þekilde cevap verilerek «Sen daha önce bunu mukayyet bir þekilde iddia etmiþtin» dese ve bu

þekilde olduðunu isbatlasa, müddai de ona cevap olarak, «Þimdi ise o sebebten dolayý, yani

mukayyet bir sebebten dolayý iddia ediyorum, hakkýma talibim ve mutlak ifadesini terkediyorum,

býrakýyorum, ondan vaz geçiyorum» dese kabul edilir ve karþý tarafýn bertaraf etme giriþimleri

neticesiz kalýr.»

Burada terkedilen ikinci ifadedir, birincisi deðildir. Buna raðmen mesele Nehir sahibi tarafýndan

münakaþa edilmiþ ve bazý itirazlar ileri sürülmüþ ve denmiþtir ki: «Belki de iki dava arasýnda uyum

imkaný bulunabilir. Babam istihkak bölümünde Nehir´deki ifadeyi teyid ettiðini söylemiþtir.

«Haniye´de bu konuda bir kimse sebeb göstererek bir mülk iddiasýnda bulunsa, daha sonra bu

iddianýn akabinde mutlak bir þekilde onda bir mülkiyet iddiasýný tekrarlasa, þahitleri de bu

istikamette þahitlik, yapsalar, bu konuda bütün rivayetlerin ifade ettiðine göre onun davasý

dinlenmez ve beyyinesi kabul edilmez.» Þemsü´l-Eimme´den nakledilen bir rivayete göre bu beyyine

kabul edilmez. ama davasý da batýl olmaz. Hatta ben mutlak ifademle o sebebten dolayý meydana

gelen mülkiyeti kasdetmiþtim demesi halinde, hem davasý ve hem de beyyinesi dinlenir ve kabul

edilir.» denmiþtir.

«Veya kendisine vakýf edildiðini iddia etse ilh...» Menih isimli eserde zikredilen bu ifade Bahýr´da

yer almamaktadýr. Sanki o bir kaideye dayanmýþ, yukarda adý geçen «vakýfý kasdediyorum»

þeklinde bir ifadeye yer vermiþtir. Bir rivayette, bu ifadeye binaen iki görüþ arasýnda bir uyum

saðlanmasý mümkün olmamakta, dolayýsýyla iki ifade arasýnda açýk bir tezatýn ortaya çýktýðý

görülmektedir. Ancak bunu, bir kimsenin kendisine vakýf yapabileceði görüþünü savunan görüþe

göre tatbik mümkündür denebilir. Aksi halde sahih deðildir. Bu durumda da mesele üzerindeki

münakaþa bitmiþ sayýlmaz.

Bahýr´ýn Ýstihkak bölümünde, «Bir kimse o gayri menkulün kendisine ait olduðunu iddia etse, daha

sonra kendisine vakýf yapýldýðý iddiasýný tekrarlasa, dinlenir. Çünkü her iki surette de kendisine

yapýlmýþ olan bu izafet sahihtir. Çünkü biri özel, diðeri mutlak bir ifade olmaktadýr. Kendisinin

olduðunu söylemesi, vakýf yoluyla kendisine ait olduðunu açýklama þeklinde kabul edilebilir.»

denilmiþtir.

«Satýcýnýn o cariyeye yaklaþmasý caizdir ilh...» Tabiki bu da eðer müþterinin elinden kendisine

tekrar iade edilmiþse, istibradan sonra olmasý gerekir. Hamevî´den naklen Ebu Suud meseleyi bu

þekilde izah etmiþtir.

«Satýcýnýn o cariyeyi reddetmesi geri vermesi caizdir ilh...» Bunu da Nihaye isimli eserde

«Müþteriye yemin ettirilmesinden sonra» ifadesiyle kayýtlamýþtýr. Eðer yemin teklifinden önce

olacak olursa, satýcýsýna iadesi, bir ayýptan dolayý geri çevirmesi, uygun olmamaktadýr. Çünkü

aleyhinde dava acýlan davalýnýn, kendisine teklif edilecek yeminden vaz geçme, nukul etme ihtimali

vardýr. Bu bakýmdan üçüncü bir kiþi hakkýnda yeni bir alýþveriþ kabul edilmiþtir. Þarih bunu,

«Kabýzdan sonra» ifadesiyle kayýtlamýþtýr. Ama kabýzdan önce, olacak olursa, onu mutlak bir

þekilde iade etmesinin caiz olduðunu söylemektedir. Gerekçesi de akar dýþýnda her açýdan bu akdi

fesh etme, demektir. Ancak yeminden sonra durum bunun aksinedir. Dolayýsýyla Kudurî´nin

koymuþ olduðu kaydý getirmek gereklidir. Bahýr.

«Züyuf paralar ilh...» Eskiden gümüþ paralar ya saf gümüþten veya baþka madenlerin

karýþtýrýlmasýyla maðþuþ paralar halinde tedavülde uygulanýr idi. Gümüþ içerisinde yabancý

madenin karýþtýrýlmasý sebebiyle, devlet hazinesinin geri çevirdiði, almadýðý paraya züyuf adý verilir.

Nebahraca ise, ayný sebebten gümüþ dýþýndaki madenlerin daha çok olmasý nedeniyle tüccar

tarafýndan geri çevrilen para türü demektir. Mu´rip isimli lügat kitabýnda, «Nebehreç gümüþü düþük

gümüþ para demektir. Gümüþü galip olan içinde söylenmiþtir. Kabul edilmeyen, düþük olan her

para birimi için kullanýlýr.» denmektedir. Buna göre nebahreç veya nebahraca kalitesi düþük, tüccar

tarafýndan kabulü mümkün görülmeyen para demektir.


«Çünkü o zahirdir ilh...» Yani hakkýný veya satmýþ olduðu malýn bedelini kabzettiði þeklindeki

ifadelerle ilgili olan bu gerekçe, usulü fýkýhta bir terimdir. Zahir demek, ifade ettiði mananýn dýþýnda

ikinci bir manaya uzakta olsa ihtimali olan bir ifade demektir. Nas ise daha uzak bir ihtimalle ikinci

manaya delaleti olan ifadedir. Ancak bu da müfesser dediðimiz baþka manaya ihtimali olmayan

ifadenin altýnda, zahir dediðimiz ifadenin üstünde bir mana ifade eden ibare demektir.

«Bir kimse diðerine karþý ´Senin bende alacaðýn bin lira var.» diye bir ikrarda bulunsa, karþý tarafta

bu ikrarý geri çevirse, alacaðý olmadýðýný söylese ilh...» Bu mesele mal ile ikrar meseleleri

arasýndadýr. Özeti þudur: Bir mal ikrarýnda bulunan kiþinin ikrarýný karþý taraf ya mutlak bir þekilde

geri çevirir veya ikrar eden kiþinin belirttiði sebep ve belirlediði yön açýsýndan geri çevirir. Baþka

bir cihetten dolayý alacaðý olduðunu söyler veya kendisine böyle bir borcu olmadýðýný, ama

baþkasýna borcu olduðunu söyleyerek geri çevirir. Bu durumda birinci þekilde ikrar geçersiz, iade

ve red geçerlidir. Ýkincisinde eðer iki ifade arasýnda bir tezat yok ise, malýn ödenmesi gerekir.

Mesela onun bende borç bedeli olarak bin lira alacaðý vardýr þeklinde ikrarda bulunan karþý tarafta

gasb yoluyla alýnan bin liranýn karþýlýðý derse, kabul edilir. Eðer iki ifade arasýnda bir uyum mümkün

deðilse, o zaman batýldýr. Mesela ondan satýn aldýðým ve henüz kabzetmediðim bir köle bedelidir

dese, karþý tarafta borç veya gasýp bedelidir der, köle de elinde deðilse o bini ödemek gerekir. Ýkrar

yönünde ister onu tasdik etsin, isterse etmesin, Ebu Hanife´ye göre durum bu þekildedir. Eðer köle

elinde olacak olursa, söz hakký ikrar edenindir.

Üçüncü þekilde ise mesela, «Benim sende asla alacaðým olmadý» der, ancak «Senin falana borcun

vardýr» diye bir isim vererek ikrarýn ona ait olmasý gerektiðini söylese, o ismi verilen kiþi de onu

tasdik etse, ikrar onun için yapýlmýþ olur. Aksi halde ikrar geçerli deðildir.

Ama yok, ikrar mal ile ilgili olmayýp talak, ýtk, vela, nikah, vakýf, nesep veya ýrk gibi konularda

olacak olursa, karþý tarafýn bu ikrarý geri çevirmesiyle bu ikrar hükümsüz sayýlmaz. Hatta bu

konuda denebilir ki, (ikrar mukarruleh dediðimiz lehinde ikrar yapýlan kiþinin geri çevirmesiyle

hükümsüz sayýlýr. Ancak Bahýr´da zikredilen ve yukarda saydýklarýmýz bunun dýþýnda kalýr ki

oralarda ikrar geri çevrilse dahi geçerlidir.» denmektedir.

«Ancak yeni bir isbat ve beyyine ile hak eder ilh...» Yani bir kimse diðerine, «Senin bende bin lira

alacaðýn var» dese, o da «Hayýr alacaðým yok.» der, ikrarý geri çevirir, ayný mecliste tekrar alacaðý

olduðunu söyler, ikrar edeni tasdik ederse, birinci ikrar hükümsüz olduðundan lehinde ikrar edilen

kiþinin bir þey alamamasý gerekir. Ancak yeni bir beyyine ile bunu isbat ederse, o zaman almaya

hak kazanabilir.

Fakat burada onun getireceði beyyine nasýl kabul edilir? Oysa ki bu ifadesi biribirine zýttýr. Davasý

yok dedikten sonra var þeklinde ortaya çýkmaktadýr. Bu mesele hakkýnda Bahýr´da ayný iþkalle

karþýlaþýlmýþtýr. Bahýr isimli eserde Bezzaziye´den bunun hilafý nakledilmiþ ve þöyle denmiþtir: «Bir

kimsenin elinde köle olsa, bir baþkasýna «Bu senin kölendir.» dese, o da, «Hayýr benim deðildir.»

diye cevap verse, ve biraz sonra «Evet, evet, benim kölemdir.» dese, ikrar eden de, «Hayýr benim

kölemdir.» diyecek olursa, bu köle ikrar eden ve zilyet dediðimiz o kimsenin kölesi olarak kabul

edilir. Ama zilyet olan kiþi, bir baþkasýna, «O senin kölendir» dese, karþý tarafta, «Hayýr o senin

kölendir» diye cevap verse, ondan sonra bu ifadesini düzelterek, «Hayýr o benim kölemdir.» dese

ve bunu da beyyine ile isbat etse, bu ifadeler arasýnda bir tenakuz olduðundan dolayý onun

getireceði isbat kabul edilemez.»

«Hakkýn bir kiþiye ait olduðu bütün meselelerde de durum böyledir ilh...» Bu da þu aþaðýdaki

meselenin hilafýnadýr. «Satýn aldým» dese, karþý taraf inkar etse, daha sonra «satýn aldým» diyeni

tasdik edebilir. Çünkü iki akitten biri tek baþýna bu akdi fesh edebilecek durumda deðildir. Akdi de

tek baþýna yapabilecek durumda deðildir. Yani iptal her ikisinin hakkýdýr. Akit hala bakidir.

Dolayýsýyla inkardan sonra tasdik geçerli kabul edilir. Ama ikrar konusunda, ikrarý geri

çevirebilecek kiþi yalnýz lehinde ikrar yapýlan mukarruleh olduðuna göre, mesele farklýdýr. Bu

bakýmdan ikrar meselesi ile «satýn aldýn» ifadesini inkar edip, daha sonra tasdik etmesi halindeki

mesele biribirinden farklý kabul edilmektedir. Nitekim Hidaye´de de bu þekilde ifade edilmiþtir.

Netice olarak þöyle diyebiliriz. Hak her ikisine ait olan hususlarda inkar eden inkarýný tasdike

çevirse. inkarýndan vaz geçse, bu da karþý tarafýn onun inkarýný tasdik etmesinden önce olsa,

caizdir. Mesela beyi (alýþ veriþ) ve nikah akti bunlara birer örnektir. Ama hak tek taraflý kiþinin

elinde olur, ona ait görünürse, hibe, sadaka, ikrarda olduðu gibi, daha sonra yapýlacak tasdik ve

ikrar bir þey ifade etmez.» Bahýr´da mesele bu þekilde izah edilmiþtir.

«Aleyhinde mal iddia edilen ödediðini isbat etse ilh...» Burada inkardan sonra ödediðini iddia

etmesi ile meseleyi kayýtladý. Çünkü borcu ikrar ettikten sonra ödediðini iddia edecek olursa, bu


durumda, iki ifade de ayný mecliste olmuþ ise, tezattan ve tenakuzdan dolayý kabul edilmez. Eðer

birbirlerinden ayrýldýktan sonra bu ödeme iddiasýný ileri sürse ve ikrardan sonra da olsa ve

ödediðine dair beyyine ikame etse, tezat olmadýðý için kabul edilir. Ödediðini ikrardan önce iddia

edecek olursa, kabul edilmez. Hizane.

«Ancak beþ mesele veya beþ yönlü mesele bundan müstesnadýr ilh...» «Bunu bana falan emanet

býraktý» veya «Bana kiraya verdi, ben ondan rehin aldým» veya «Ben ondan gasb ettim» veya «Bu

araziyi ben falandan ortak ziraat yapmak üzere aldým» veya «Bu baðý ortaklaþa ürününü almak için

aldým» þeklinde olmasý, bu beþ meseleye örnektir. Buna (muhammese) adý verilmiþtir. Çünkü

bunda beþ ayrý görüþ vardýr,

Bahýr´da bu konuda þöyle denilir: «Dava ile ilgili bölümün muhammesesidir, yani baþ meselesidir

veya beþli meselesidir. Çünkü bunun tasavvurunda beþ mesele vardýr. Emanet, vedia. icare, iare,

rehin, gasb» denmektedir veya bu konuda ulemanýn beþ ayn görüþü olduðundan dolayý bunlara

beþli mesele denmiþtir. Birincisi Kuduri´de olan meseledir ki, o da dava açanýn husumeti bertaraf

edilir. Çünkü onun o mal üzerindeki eli, husumetle ilgili bir el olmadýðýný beyyine isbat etmektedir.

Bu da Ebu Hanife´nin görüþüdür.

Ýkincisi Ebu Yusuf´un görüþüdür. Bunun da Muhtarat isimli eserde tercih edildiði söylenmiþtir.

Müddaaleyh eðer salih bir kiþi ise, imamýn dediði gibidir. Eðer baþka biri olarak tanýnýyor ise,

husumet bertaraf edilmiþ olmaz. Çünkü adam hileye baþ vurarak onu göndereceðini bir misafire

vermiþ, misafir olan, yolcu olan kiþi de daha sonra kendisine iade etmiþ ve buna þahit gösterip

davasýnýn iptali ve baþkasýnýn hakkýnýn üzerine yatmak için bir hile olmasý ihtimali de mevcuttur.

Eðer hakim bunun böyle töhmetle müttehem biri olabileceðini kabul eder, bu töhmeti yöneltirse,

onun davasý kabul edilmez.

Üçüncü görüþ Ýmam Muhammed´in görüþüdür ki özeti þundan ibarettir: þahitler «Biz onu ancak

yüzüyle tanýrýz» deseler, bertaraf edilmez. Çünkü Ýmam Muhammed´e göre kiþiyi hem yüzüyle, hem

ismi, hem nesebiyle tanýma þartý vardýr. Bezzaziye´de bir çok imamlarýn Ýmam Muhammed´in

görüþüne meylettikleri, fetvanýn bu kavil ile verildiði ifadesi yer almýþtýr. Ýmadiye isimli eserde,

þahitler «Biz onu ismiyle, nesebiyle tanýrýz, ancak yüzünden tanýmayýz» deseler durum ne olur.

sorusu sorulmuþ. hiçbir kitapta bunun açýk bir cevabý olmadýðý da ilave edilmiþtir. Ancak burada iki

görüþün olmasý gerekir. Ýmam Ebu Hanife´ye göre muhakkak ki «Biz onu ismiyle nesebiyle tanýrýz.»

demeleri gerekir. Yüzüyle tanýmalarýyla da iktifa edilir. Ayrýca þu konuda da ittifak etmiþlerdir: Eðer

þahitler onu bilmediðimiz bir adam kiþi emanet olarak. vedia olarak býraktý deseler, dava bertaraf

edilmez.

Dördüncü görüþ Ýbni Þubrume´nin görüþüdür. Mutlak bir þekilde dava bertaraf edilmez. Çünkü

mülkiyet isbatý burada güçtür. Zira ortada bir hasým yoktur. Husumetin defide buna bina

edilmektedir. Biz buna cevap olarak deriz ki, beyyinenin ortaya koyacaðý sonuç iki þeydir. Biri, gaip

kiþi için bir malda mülkiyetin subutu ki, bunda hasým yoktur. Onun içinde sabit olmaz. Diðeri de,

müddainin husumeti def etmesidir. O da, bu konuda hasýmdýr. Bu yönüyle sabit olur. Bu da kadýný

bir yerden bir yere nakletmede ve talaka dair beyyine ikame etmedeki vekil mesabesindedir.

Beþinci görüþ Ýbni Ebu Leyla´nýn görüþüdür. Beyyine olmasa da dava bertaraf edilir. Çünkü burada

gaibe ait mülkiyet ikrarý söz konusudur.

Biz deriz ki: Bu konuda elinde olmasý sebebiyle açýktan bir hasým durumunda olmaktadýr. Ýkrarý ile

bu hakký yani zimmetinde iltizamla sabit olmuþ bir hakký, baþka tarafa çevirme durumu söz

konusudur. Bu ifadesinde de beyyine olmaksýzýn kabul edilmez. Nasýl ki zimmetinde olan bir

borcun baþka bir zimmete intikal ettiðini iddia etse, kabul edilmiyor ise, burada da kabul edilmez.»

«Ýki ifade arasýnda uyum mümkün olduðu için getireceði beyyine kabul edilir ilh...» Bu mesele

hakkýnda bir miktarýný ifa ettiðine dair beyyine getirmesi halinde durum ne olur? Bu bir fetva

hadisesi olmuþtur. Bu hadisenin cevabýný Tengihul Fetava isimli eserde verilmiþtir. oraya müracaat

edilmesi gerekir


Ynt: Kaza By: neslinur Date: 10 Þubat 2010, 17:38:20
METÝN

Bir kimse baþkasý aleyhinde kýsas hakký olduðunu iddia etse, karþý tarafta böyle bir hak olmadýðýný

söylese, inkarda bulunsa, davacý kýsas hakký olduðuna dair isbat ve beyyine getirse, bundan sonra

da karþý taraf, davalý, af edildiðini veya belirli bir miktar mola karþýlýk sulh olduðunu iddia etse ve

bunu do beyyine ile isbat etse, davasý kabul edilir. Beyyinesi dinlenir.

Kölelikle ilgili dava da böyledir. Mesela bir kimse bir þahsýn köle olduðunu iddia etse, köle olduðu

iddia edilen kiþi de bunu inkar etse, davacý bunun köle olduðuna dair beyyine getirse, bunun


akabinde de köle olduðu iddia edilen kiþinin, müddai tarafýndan azad edildiðini beyyineyle isbat

etmesi halinde beyyinesi kabul edilir. Bu da sulh olmamasý halindedir.

Evvela ödemeyi iddia etse, daha sonra ödemeye dair beyyine getirmeden sulh olsa, iddia devam

eder. Sulh olmaya yönelmesi, davasýný iptal etmez. Bahýr.

Yine ayný eserde, «Bir kimse dörtyüz dirhem alacaðý olduðunu beyyine ile isbat etse, bunun

akabinde de inkar eden karþý tarafa üçyüz borcu olduðunu söylese, inkar edenin zimmetinden

üçyüz lira düþmüþ olur. Diðer bir rivayete göre hiçbir þey düþmez. Fetva do buna göredir.»

denilmiþtir. Mültekat.

Musannýf burada þu gerekçeyi ileri sürmek istemiþtir: Aleyhinde dört yüz lira olduðu iddia edilen

kiþi, dörtyüz dirhemi inkar etmesi ile borçlu olmadýðýný ileri sürmektedir. Nasýl olur da takas

meydana gelebilir? diyerek fetva verilen kavli bu delili ile teyid etmektedir.

«Senin bende hiç olacaðýn olmadý» ifadesine, «Seni tanýmýyorum. seni görmedim» ifadelerini de

ekleyecek olursa, iki ifade arasýnda telif mümkün olmadýðýndan isbatý kabul edilmez. Bir kavle göre

kabul edilir denmiþtir. Çünkü insanlardan uzak olan veya erkekler arasýna karýþmayan, evinde

yaþayan bir kadýn kapýsýna gelenlerden rahatsýz olmuþ olabilir. Dolayýsýyla gelen hasmý razý etmek

için bir þey verilmesini de emretmiþ olabilir. Dolayýsýyla tanýmadý sözü de doðrudur. Ama daha

sonra onu tanýmýþ olabilir. Hatta kendisi direkt iþ yapan insanlar arasýna karýþan biri tarafýndan bu

ifade ileri sürülse, kabul edilmez.

Evet alacaklý olduðunu iddia eden ve bunu beyyine ile isbat eden kiþiye müdda aleyh daha sonra

borcunun kendisine ulaþtýðýna veya ulaþtýrýldýðýna dair ikrarda bulunduðu isbat edilse, bu iddia

sahih ve geçerlidir. Çünkü davadaki tezat bu ikrarýn sýhhatine mani deðildir.

Bir kimse kölesini falana sattýðýna dair ikrarda bulunsa, daha sonra bunu inkar etse, bu inkarý kabul

edilir. Çünkü bedelsiz bir satýþ ikrarý batýldýr. Bezzaziye´nin ikrar bölümü.

Bir kimse baþkasýna karþýlýk cariyesini kendisine sattýðý iddiasýnda bulunsa, karþý taraf da «Asla

ben o cariyeyi sana satmadým» dese, davacý da satýn aldýðýna dair beyyine getirse ve cariyeyi

aldýktan sonra cariyede bulduðu kusurdan dolayý tekrar satýcýsýna iade etmek istese, o zamanda

satýcý müþteriye karþý her türlü ayýptan beri olduðunu ayýp ve kusur sebebiyle cariyenin iade

edilmemesi konusunda anlaþtýklarýný beyyine ile isbat etse, satýcýnýn bu beyyinesi ilk ifadesiyle

tezat teþkil ettiðinden kabul edilmez. Ýkinci imam Ebu Yusuf´tan bir rivayete göre kabul edilir.

Çünkü iki ifade arasýnda telif mümkün görülmektedir. Þöyle ki, satýþý kendisi deðil vekili vasýtasýyla

yaptýrmýþ olabilir. Dolayýsýyla «sana satmadým» sözü doðrudur. Ayrýca her türlü kusurdan beri

olduðunu vekiline söylemiþ olabilir. Bu durumda beyyinesi kabul edilir. Semerkand´da olan bir

vak´ada bu kabildendir. Kadýn erkeðe karþý kendisini nikah ettiðini ve þu kadar mehir karþýlýðý

onunla evlendiðini iddia ediyor ve kocasýnýn mehrini vermesini istiyor. Erkek inkar ediyor. Kadýn

iddiasýný beyyine ile isbat ediyor. Bundan sonra da erkek mehrine karþýlýk onu hulu suretiyle

boþadýðýný iddia ediyor. Bu durumda erkeðin hulu´yla ilgili beyyinesi kabul edilir. Bu da erkeðin

küçükken babasý tarafýndan evlendirildiði ve bunu bilmediði ihtimaline binaendir. Hülasa.

Herhangi bir yazý ve senedin altýna inþaallah ifadesi yazýlmýþ ve yukardaki ifadelerin tümüne þamil

bir þekilde eklenmiþ ise, bu yazý hükümsüzdür. Sahibeyn ancak son cümlesi hükümsüzdür

demiþlerdir. Bu da istihsan meselesidir. Ancak üç imama göre yazýlar arasýndaki fasýlalar, konuþma

esnasýndaki susmalar, mesabesindedir. Dolayýsýyla inþaallah þeklindeki ek ifade, cümle ile ilgilidir.

Birinci cümlelerle ilgisi yoktur.

Yine birbirine ek ve þartlarla birbirine baðlý olan cümlelerin tümüne þamil olduðu anlaþýlýrsa,

ittifakla yine bu senedin veya ikrarýn mahiyeti geçerli deðildir. Ama bu istisna ile cümle bir

öncekinden ayrýlmýþ ise inþaallah cümlesi son ifadeye aittir. Ancak karine bunun aksini isbat

ederse, o zaman tümüne þamil olur ve muhtevada geçersiz sayýlýr. Mesela, «Onun bende yüz

dirhem ve elli dinar bir dirhem eksiði ile alacaðý var» dese, bu bir dirhem istisnasý istihsanen birinci

ifade, yani yüz dirheme racidir. Dolayýsýyla ikrar doksan dokuz dirheme düþmüþ olur. Ama bu

istisna iki müsbet cümleden sonra olacak olursa, inþaallah þeklinde istisna edilmesi halinde, her iki

cümleye þamil olduðu ittifakla kabul edilmiþtir.

Þarta talik edilmiþ iki talaktan sonra veya þarta talik edilmiþ talak ve azad etme olayýndan sonra

Ýmam Muhammed´e göre her ikisine de þamildir. Ýkinci imam Ebu Yusuf´a göre ikinci cümle ile

ilgilidir. Eðer cümleler arasýnda atýf olmaz veya atýf bulunur oma orada bir fasýla ve sûkûtu

gerektiren bir husus varsa, ittifakla son cümleye aittir. Çünkü susmadan sonra yapýlan atýflara,

cümleler orasý baðlara itibar edilmez. Ancak onu da kasdettiðini, söylediði taktirde kendini


zorlayarak bunu üstlendiði için kabul edilir. Meselenin tamamý Bahýr isimli eserde mevcuttur.

Bir zimmi vefat etse, karýsý ölümünden sonra, «Müslüman oldum dolayýsýyla ben ona varisim.

Çünkü öldüðü an henüz onun dininde idim.» dese. vereseler de «Henüz kocasý vefat etmeden

müslüman olmuþtu, dolayýsýyla ona varis deðildir.» deseler. durumun hakem kabul edilmesi ve

eskinin devamý ile verese tasdik edilir. Kadýnýn ölümden sonra deðil, ölümünden önce müslüman

olduðuna hüküm verilir. Nitekim deðirmende su akýp akmadýðý konusunda ihtilaf edilecek olursa,

deðirmene gidilir suyun o anda akýp akmadýðý tesbit edilir. Akmadýðý görülecek olursa, müstecir

olan kiþinin su akmadýðý için ücret ödemeyeceði konusundaki iddiasýna durum þahit olmakta, onun

tarafýný teyid etmektedir.

Ancak þunu burada ifade etmek gerekir ki, bu gibi halin ve durumun devamý bir konuda iddialarý

bertaraf etmede geçerlidir. Ýstihkak davasýnda ise hüccet ve delil sayýlmaz. Buna örnek olarak

müslüman bir erkeðin zimmi ve gayri müslim karýsý müslüman olan erkeðin ölümünden önce

müslüman olduðunu iddia etse, dolayýsýyla ona varis olacaðýný söylese. ölen müslüman erkeðin

vereseleri de «Ölümünden sonra müslüman oldu, mirasa müstahak deðildir» deseler. onlarýn sözü

kabul edilir. Çünkü yeni olan herhangi bir olay en yakýn zamana izafe edilir. Burada da ölümden

sonra müslüman olduðu kabul edilmesi, o zamanýn yakýn zaman olmasýndandýr.

FERÝ MESELE: Ölmüþ bir insanýn müslüman veya gayri müslim olduðu konusunda ihtilaf edilse,

müslüman olduðunu iddia eden tarafýn sözü kabul edilir. Hüküm de buna göre verilir. Bahýr.

Kendisine emanet býrakýlan bir kiþi, bir genç hakkýnda bu malý bana emanet býrakan ve ölen o zatýn

oðludur baþka da varisi yoktur dese, o emaneti o gence teslim etmesi gerekir. Sanki bu ifadesi

«Bana borç veren ve alacaklým olan kiþinin oðludur» demesi gibidir. Burada «varisi» ile

kayýtlamasý, vasisi, vekili veya ondan satýn alan kiþi demesi halinde veremeyeceðini belirtmek

içindir. Ýkinci bir oðlu olduðunu tekrar ikrar etse, birinci oðul bu ikrarý kabul etmese, ikrar geçerli

deðildir. Çünkü baþkasý aleyhine yapýlmýþ bir ikrardýr. Ama kendisi ikincisi için «onun oðludur»

demekle birincisine mahkeme kararý olmaksýzýn malýn tümünü vermesi halinde, yarý hisseyi ona

ödemek mecburiyetindedir. Zeylaî.

Þahitlerin þehadetine dayanarak bir tereke varisler arasýnda taksim edilir veya alacaklýlara tevzi

edilir, þahitler de «Biz baþka varisi olduðunu bilmiyoruz, baþka bir alacaklýsý olduðu hakkýnda

malumatýmýz yoktur» dememiþlerse, miras taksim edilir, alacaklý ve varis olanlardan kefil alýnmaz.

Ýlerde bir varis ortaya çýktýðý taktirde veya bir alacaklý geldiði taktirde ona haklarýný vereceklerine

dair kefil vermeleri istenmez. Bu da Ebu Hanife´ye göredir. Sahibeyne göre istenir.

Ebu Hanife´ye göre mekfululeh dediðimiz ikinci bir alacaklý ve varisin meçhul olmasý dolayýsýyla

kefalete gerek duyulmaktadýr. Bunun üzerine hakim bir müddet bekler, kimse çýkmadýðý taktirde

hükmünü verir. Ama þahitlerle deðil, varisle alacaklýlarýn ikrarý ile borç ve miras sabit olmuþ ise,

ittifakla tevzi esnasýnda gelebilecek bir alacaklý ve varis için kefil vermeleri gerekir. Ama þahitler,

«Biz baþka varisini bilmiyoruz» veya «Baþka bir alacaklýsý olduðu hakkýnda bilgimiz yoktur»

demiþlerse, o zaman terekeyi aralarýnda bölüþen alacaklýlardan veya varislerden kefil alýnmamasý

ittifakla kabul edilen hükümlerdendir.

ÝZAH

«Eðer sulh olmamýþ ise ilh...» Bu meselenin yeri biraz önce geçen, «Bir kimse baþkasý aleyhinde bir

mal iddia etse» ifadesinden sonra olmasý gerekir.

Bahýr´da bu konuda þöyle denmektedir: «Sukutu tercih etmesinden dolayý davalý sulh olmamýþ

olabilir. Asýl olan borçlu olmamasýdýr. Ama inkar edecek olur ve bunun akabinde de bir miktar mala

sulh olur, daha sonra da ödediðine veya ibra edildiðine dair bir beyyine sunacak olursa,

mahkemece bu davasý dinlenmez. Hülasa´dan da bu þekilde nakledilmiþtir.» Halebî.

«Bir rivayete göre düþmez denmiþtir, fetva da buna göredir ilh...» Bu görüþ Kuduri tarafýndan

Hanefi fukahasýndan nakledilmiþtir. Bahýr.

«Çünkü insanlardan gizlenen ilh...» Yani erkeklerden uzak olan ve iþlerini bizatihi kendisi

yürütmeyen kiþi demektir. Diðer bir görüþe göre makamýnýn yüksek olmasý veya baþka sebeplerden

herkesin göremediði, insanlardan uzak yaþayan kiþi demektir. Bahýr.

«Hatta kendi iþini kendi gören kiþi olsa ilh...» Yani aleyhinde dava açýlan müddaaleyh insanlardan

uzaklaþan biri deðil de kendi iþini kendi gören biri olduðu taktirde, getireceði beyyine kabul

edilmez. Bu mesele Kadýhan´ýn görüþüne uyarak Nihaye isimli eserdeki kavle binaen açýklanmýþ feri

bir meseledir.


Kitabu´l-lslah isimli eserde, «Bu tartýþýlabilir» denmektedir. «Çünkü iki ifade arasýnda telifin

yapýlabilmesi, onlardan birinin iþlerini direkt kendisinin yürütmemesine binaendir. Özellikle

müddaaleyh deðildir.»

Bu ifadenin de bertaraf edilmesi ve buna cevap verilmesi kolaydýr. Çünkü yukarda sözünü ettiðimiz

ifadeler müddainin deðil müddaa aleyhin sözleri arasýndaki tezatla ilgilidir. Bahýr.

«Evet eðer iddia etse ilh...» Dürer´de Kýnye´den naklen mesele þu þekilde tasavvur edilmektedir:

«Müddaaleyh müddaiye «Seni tanýmýyorum.» dese, aleyhinde beyyine ile hakkýn sabit olmasý

sonucu ödediði iddiasýný ileri sürse, bu iddiasý dinlenmez. Ama müddainin kendisine alacaðýnýn

ulaþtýðý veya ulaþtýrýldýðý ikrarýný iddia etse, dinlenir.»

Bahýr´da ise gerekçe olarak þu ifadelere yer verilmektedir: «Çünkü birbirine zýt ifadeler, ayný kiþi

tarafýndan söylenmese halindedir. Burada ise iki zýt ifade birleþmemiþtir. Bunun için de davacý

açýktan karþý tarafýn ödediðini tasdik etse, ortada bir tenakuz ve tezatýn olmadýðý anlaþýlýr.»

Timürtaþî bu þekilde ifade etmiþtir. Bu da þarihin açýklamaya çalýþtýðý husustan daha kabule þayan

ve akla yatkýn, bir ifadedir. Bununla da þarihin meseleyi tasavvur ederken davacý yerine davalý

ifadesini kullanmasýnýn hata olduðu ortaya çýkmýþ olmaktadýr. Her ne kadar bunu baþka türlü telafi

etmek mümkün ise de.

«Çünkü ikrar ilh...» Bu ifade içerisinde «bey´i ikrar, onun rüknünü de ikrar demektir» ifadesi yer

almaktadýr. Çünkü bey´ malýn mala mübadelesi, trampasý ve deðiþtirilmesi demektir. Ancak burada

karþýlýðýnda bedel olmayan bir bey´i ikrarýna hamledilmesi mümkündür. Mebsut´ta bu konuda, «Ýki

þahit satýcýnýn sattýðýna dair ikrarýna þahitlik ederler ama bedeli belirlemezlerse ve bu bedelin

kabzedildiðine dair þahitlik yapmazlarsa, bu beyyine kabul edilmez. Ama þahitler. «Bizim yanýmýzda

sattýðýna ve semeni aldýðýna dair ikrarda bulundu. Ancak semenin miktarýný belirlemedi.» deseler.

bu akit caiz ve bu konudaki beyyine kabul edilir.» denilir.

Mecmail-Fetava isimli eserde. «Ýki þahid bir kimsenin malý sattýðýna dair þahitlik ederler ve

karþýlýðýnda semeni kabzettiðini de ifade ederlerse, caizdir. Semen miktarýný belirlemeseler de bir

mahzur yoktur. Keza satýcýnýn ikrarý konusunda þahitlik ederlerse, satýp semeni kabzettiðini

söylemeleri de yeterli sayýlýr.» denilmiþtir.

Yine bu konuda Hülasa´da. «Þahitler senenin miktarý ile ilgili bir açýklamada bulunmaksýzýn satýþ

yapýldýðýna ve semenin kabzedildiðine dair þahitlik ederlerse, kabul edilir. Aksi halda kabul edilmez.

Keza birisi semeni kabzettiðini beyan eder, diðeri beyan etmezse, durum yine ayný olmaktadýr.»

denilmiþtir. Nurulayn.

«Tezattan dolayý ilh...» Çünkü beraetin þart koþulmasý, aktin vasfýný deðiþtirme demektir. Bu da

ortada bir aktin olmasýný gerektirir. Ama karsý taraf bunu inkar etmiþtir. Yukarda gecen mesele

bunun hilafýnadýr. Çünkü hak olmayan, doðru olmayan ve batýl olarak kabul edilen, bazan yerine

getirilir, ifa edilir. Böyle bir davayý bertaraf edebilmek için kurtulmanýn tek yolu bir þey vererek

ondan kurtulmak olabilir. Bu bütün imamlardan naklen zahirur rivayede nakledilen ifadedir. Bahýr.

«Vekilinin satýþý ilh...» Burada satýcýnýn vekili demektir. Yani satýcý «Ben seni görmedim, sana bir

þey satmadým» demesi halinde, daha sonra bir satýþ iddiasý ile ortaya çýkýlmasý halinde, iki ifade

arasýnda bir tezat olup olmadýðý meselesi ele alýnýrken, satýcý vekili vasýtasýyla satmýþ, gerçekten

onu görmemiþ, kusurdan, her türlü ayýptan malýn geri iade edilmeyeceði þartýný koþma yine vekil

tarafýndan yapýlmýþ olabilir.

«Kadýn bir kiþiyle evli olduðu iddiasýný ileri sürse erkekte bunu inkar etse ilh...» Yaný, «Aramýzda bir

nikah yoktur» dese. Camiü´l-Fusuleyn´den Bahýr´da nakledildiði gibi, bu inkarý nikah aktini fesh

etmediðinden, daha sonra ikrarý aktin devamýna ve aktin varlýðýna engel teþkil etmez. Eðer koca

«Benimle senin, aranda bir nikah yoktur.» ifadesini, kadýnýn nikah olduðunu beyyine ile isbat

etmesinden sonra söylemiþ ve o da karýsýný mehir. karþýlýðý hulu yoluyla boþadýðýný beyyine ile

isbat etmiþ ise, erkeðin beyyinesi kabul edilir. Ama, «Aramýzda hiçbir þekilde nikah yoktu.» dese

veya «Asla ben onunla evlenmedim» dese, diðer durumlar aynen devam etse, bu durumda bunun

bir kusura vesile olmasý gerekir. Zahirur rivayede beraetle ilgili beyyine kabul edilmez. Yani

kusurdan dolayý beraet beyyinesi kabul edilmez. Çünkü bey´ meselesinde bey´i ikrar vardýr. Hulu da

bunun gibidir. Yani daha önceden bir nikahýn olmasýný gerektirir. Nikah olmayan bir yerde hulu

tasavvur etmek mümkün deðildir. Dolayýsýyla iki ifade arasýnda, yani «Evliliðimiz yoktu, asla ben bu

kadýnla evlenmedim» der daha sonra hulu karþýlýðý boþadýðýný söylerse, bu iki ifade arasýnda

elbette bir tezat ve tenakuz vardýr.

«Sâkk veya bir yazýlý ifade sonundaki inþaallah ifadesi ilh ..» Çünkü asýl olan cümlelerin müstakil


olmasýdýr. Senet veya sak dediðimiz belge bir güvence olarak yazýlmakta, ilerde isbat için

kullanýlmasý için istenmektedir. Eðer bu ifadedeki inþaallah bütün cümlelere þamil olsa idi, onun

muhtevasýný iptal etmesi gerekirdi. Bu da onun muhtevasýnda kasdedilenin tamamen zýddý

olduðunu ortaya koyar, öyleyse bir zaruret gereði hemen kendisinden önce gelen cümleye þamil

olmasý düþünülür. Halebî Tebyin´den naklen meselenin bu þekilde olduðunu beyan etmiþtir.

Bahýr´da bu konuda þöyle denmektedir: «Netice olarak birbirlerine ve gibi bag edatý ile baðlý

cümlelerden sonra inþaallah ifadesi zikredilmesi halinde mesela kölem hür, karým boþ ve Allah

rýzasý için Mekke´ye kadar yürümeyi iltizam ettim inþaallah, diyen bir kiþinin cümleleri birbirine

atfedildiði, baðlandýðý için, bu inþaallah ifadesi bütün cümlelere þamil ve cümlelerinin tümü

geçersizdir. Bu konuda da imamlarýn ittifaký vardýr. Bu noktada Ebu ´Hanife kendi vaz ettiði kaide ve

hüküm istikametinde devam etmiþ, sahibeyn ise senet ve çek yazýlma meselesindeki sureti bunun

genelinden, onu özelleþtirecek arizi bir sebepten dolayý istisna etmiþler, yani cümleler adeta

birbirine baðlý sayýlmýþ, hadisede buna göre hamledilmiþtir. Bunun içindir ki sahibeynin görüþü

istihsan olmasý itibariyle tercihe þayan görülmüþtür. Fethü´l-Kadir´de de bu þekilde ifade edilmiþ

meselenin zahiri istisna þartýn tümüne þamil olduðunu gösterir» denmektedir inþaallah þeklinde

olmasa da.

«Þart ile ilh...» Gerek bu þart inþaallah þeklinde olsun, gerek baþka þekilde olsun hüküm aynýdýr.

Bahýr´da Halebî´den naklen mesele bu þekilde belirtilmiþtir. Göründüðü kadarýyla bu mesele ikrarla

ilgili özel bir durum olsa gerektir.

«Þarta talik edilmemiþ iki cümle ilh...» Yani karine ile belirlendiðine göre þarta talik edilmemiþ

tencizi ifadeler demektir ki, mesela bir kimse karýsýna sen boþsun dese ve þu kölede hürdür dese

ve bunlar akabinde hemen inþaallah dese bu istisna her iki cümleye birden þamil olur. Halebi.

«Sükut ve fasýladan sonra atýfla da olsa ilh...» Yani son cümle ile ondan önceki cümleler arasýnda

bir sükut olacak olursa demektir. Bu durumda tabiki istisna yalnýz ittifakla son cümleye þamil

olduðu ve yalnýz onu ilgilendirdiði kabul edilmiþtir.

«Ancak kendisini zorlayacak olursa îlh...» Yani bir kimse karýsýna «Sen eve girersen þöylesin» dese

ve sussa, ondan biraz sonra«þu da» diye ikinci karýsýna iþaret etse, ikinci karý yeminin zýmnine

dahil kabul edilir. Þu aþaðýdaki mesele bunun hilafýnadýr. Þu ev diyecek olursa tabiki ev

yukardakinden farklýdýr. Ama «þu da boþtur.» der susar, ondan sonra «ve þu da boþtur ve þu da»

derse, ikincisi boþ olur. Azad meselesinde de durum aynýdýr. Bahýr.

«Eskinin devamý ve durumun hakem oluþu ilh...» Yani bir meselenin zahiri durumu peyse, onun

devamý esastýr. Onu deðiþtirecek ve deðiþtirdiðine dair delil yok ise, eski durum devam eder.

Mesela insanda asýl olan borçlu olmamasýdýr. Mücerret iddia ile bir kimsenin borçlu olmasý

gerekmez. Bu iddia beyyine ile isbat edilecek olursa, eski asýl durum deðiþmiþ ve kiþinin borçlu

olduðu ortaya çýkmýþ olur.

«Deðirmen meselesi ilh...» Bir kimse birinden su deðirmenini kiralasa, kîraya veren kira bedelini

almak için geldiðinde, «Sen ücrete müstahak deðilsin çünkü deðirmenin suyu kesildi,

çalýþtýramadým. Onun için sana ücret ödememem gerekir.» þeklinde bir iddiada bulunsa, o anda

gidilir bakýlýr, eðer deðirmenin gerçekten suyu akmýyor ise, bu halin maziye doðru uzatýlmasý

(imtidadý) zahiri hali tahkim demektir. Eðer akýyor ise kiraya verenin ücret isteme hakkýdýr. Çünkü

zahiri durum su akmýyor diyeni yalanlamaktadýr. Diðer taraf eðer belirli bir süre akmadýðým kabul

etmezse, karþý tarafýn bunu isbat etmesi gerekir. isbat edememesi halinde, o anki durum hakem ve

hüküm için bir kaynaktýr.

«Görünüþ, zahiri durum bir þeyin defi için hüccettir. Ýsbatý ve istihkaký için hüccet deðildir ilh...»

Eðer burada «Yukarda vermiþ olduðumuz deðirmen meselesi bu kaideyi zedelemektedir» þeklinde

bir itiraz varit olacak olursa, þöyle ki, deðirmenin ihtilaf anýnda suyunun akar bulunmasý, müstecirin

karþý tarafa ücret ödemesi ile mahkemenin karar vermesi gerekir. Bu mesele zahiri durumla bir

istidlaldir. Ücretin tesbitine, yani ücretin istihkakýna delil olma niteliði göstermektedir.

Bu itiraza verilen cevabýmýz þudur: Bu zahiri hal kiraya verene karþý kiracýnýn iddiasýný def için,

bertaraf etmek için bir istidlaldir. Çünkü o bir aybýn, kusurun husule geldiðini, suyun kesildiðini

iddia etmekte, bu iddiasý ile de ücretin sakýt olduðunu, ücret vermemesi gerektiði iddiasýný ileri

sürmektedir. Bu iddiasýný def etmek için bir delildir. Peki ücretin ödenmesi meselesine ne denir.

Ücretin ödenmesi suyun akmasýyla ilgili deðil, ücretin varlýðý ve kabul ediliþi, ücreti gerektiren

önceden yapýlmýþ bir akit iledir. Durum böyle olunca buradaki zahiri hal müstecirin iddiasýný def

edici mahiyettedir. Ücreti isbat edici mahiyette deðildir. Yakubî.


Bahýr´dan naklen þöyle denmiþtir: «Bir müslüman ölse, onun da hýristiyan bir hanýmý olsa,

ölümünden sonra müslüman olarak gelen bu kadýn, «Ölümünden önce müslüman olmuþtum.

Mirasýn intikal ettiði esnada ben de varisler arasýnda idim.» demek istese, vereseler de «Hayýr o

ölümünden sonra müslüman oldu. Dolayýsýyla mirasa hakký yoktur.» deseler söz onlarýn sözüdür.

Burada zahiri durum, hal, hakem olarak kabul edilmemiþtir. Bu da yukardaki meseleyi nakzeder bir

durum deðil midir? Çünkü zahiri durum istihkak için deðil, def için hüccettir. Bu kadýn ise istihkaka

muhtaç ve miras alma ile ilgili bir beyanda bulunmuþtur. Vereseler ise kadýnýn böyle bir iddiasýný

bertaraf edici ifadeler kullanmýþlardýr. Bir þeyin, bir olayýn en yakýn zamana izafesi gerekir kaidesi

de varislerin bu ifadelerini desteklemektedir.»

«Nitekim müslümanla ilgili bir meselede olduðu gibi ilh...» Bu da zahiri halin istihkaka mani

olduðuna bir misaldir. Özeti, bu meselede söz hakký varislerin olmuþtur. Bunun durumun

hakemliðine bina edilen bir mesele olarak kabul edilmesi de mümkün olmamaktadýr. Çünkü

istihkaka hüccet ve delil olmayan bu durum, kadýnýn istihkak için iddiasýný ortaya koymakta,

dolayýsýyla istihkak için delil kabul edilmemektedir.

«Söz hakký müslüman olduðunu iddia edenindir ilh...» Yaný bir kimsenin ölümünden sonra

müslüman olarak veya gayri müslim olarak öldüðü konusunda ihtilaf edilse, müslüman olarak

öldüðünü iddia eden görüþ tercih edilir. Mesela anasý babasý zýmmi olan bir kimse öfse ve annesi

babasý da oðlumuz gayri müslim olarak öldü, dolayýsýyla biz ona varisiz deseler, müslüman olan

çocuklarý da ölenin müslüman olarak öldüðünü demeleri halinde, söz hakký müslüman olduðunu

iddia edenin olduðuna göre, bu kimsenin mirasý anne ve babasýna deðil çocuklarýna intikal eder.

Bahýr.

«Bu bana emanet býrakanýn oðludur dese ilh...» Bahýr isimli eserde þöyle denmektedir: «Burada

mesele oðlu ile .ikrarla kayýtlanmýþtýr. Çünkü kendisine emanet býrakýlan kiþi, sonradan gelen bir

kiþiye «Bu onun ana baba bir erkek kardeþidir.» dese, ondan baþka varisi olmadýðýný da söylese ve

bunu iddia etse, hakim hüküm verirken biraz teennili davranýr.Hemen, birden onun ifadesine

dayanarak hüküm vermez.»

Oðlu meselesiyle kardeþidir meselesi arasýndaki fark þuna baðlýdýr. Çünkü kardeþin miras

olabilmesi ölen kiþinin oðlunun olmamasý þartýna baðlýdýr. Oðlanýn durumu ise böyle deðildir,

baþkasý olsa da her halükarda varis olacaktýr. Tabiki buradaki oðlundan maksat da her halükarda

varis olacak bir oðuldur. Kýz, baba ve anne de oðul gibidir. Her halükarda varis olanlardandýr. Bazý

durumlarda varis olup bazýlarýnýn varlýðýyla varis olamayanlarýn durumu ise, kardeþin durumuna

benzemektedir. Bahýr.

«Verese arasýnda veya alacaklýlar arasýnda tevzi edilen terike ilh...»Camiü´l-Fusuleyn´in on ikinci

babýnýn sonunda Asýl isimli esere nisbet edilerek zikredilen meselede þöyle denmektedir: «Varis

eðer bir baþkasý ile mirastan mahrum ediliyor ise, mesela dede, nine, erkek kardeþ, kýz kardeþ

bütün varisler belirlenmedikçe, yani veraset ilamý tam olarak çýkarýlmadýkça bunlara bir þey

verilmez. Daha açýk bir þekilde, bir kimse ölen kiþinin erkek kardeþi olduðunu iddia etse, bunun

mirasý almasý, kendisine mirastan pay verilmesi ve mirasýn ona teslim edilmesi mevcut olan bütün

varisleri isbat etmesinden sonradýr veya iki þahit ondan baþka bir varisi olduðunu bilmediklerine

dair þehadet ederlerse, o zaman ona miras, tereke verilir. Ama þahitler yine «Ondan baþka hiçbir

varisi yoktur» deseler, bizim mezhebimize göre bu tür beyyine kabul edilir. Ýbni Ebi Leyla´ya göre

kabul edilmez. Ýbni Ebi Leyla þahitlerin burada bir ön yargýdan hareket ettiklerini kabul etmektedir.

Biz ise örfü delil olarak alýyoruz. Çünkü insanlarýn aralarýndaki ifadeleri, «Bir baþka varis

bilmiyoruz.» þeklindeki sözleri bir þahitliktir. Ayný zamanda olmadýðýna olumsuz yönde þahitliktir,

kabul edilir. Nitekim yukarda «Þart olumsuz da olsa kabul edilir.» þeklindeki ifadeye de tamamen

uygundur. Burada ise durum yine aynýdýr. Çünkü burada beyyinenin kabulü, þehadetin kabulü,

varis olma þartýna baðlýdýr. Eðer varis herhangi bir diðer varisle mirastan mahrum edilmiyor ise,

þahitler de bu konuda «varisi odur» deseler, tereddüde mahal yoktur. Ama, «O varisidir» derler,

baþka bir varisi olmadýðýný söylemezler veya «bilmiyoruz» demezlerse, kadý belirli bir süre bekler,

belki bir baþka varis çýkabilir diyerek hükümde acele etmez. Çýkmadýðý taktirde, bütün mirasý ona

verir. Bu durumda her iki meselede de kefil almaya gerek yoktur. Bu da Ebu Hanife´ye göredir. Yani

baþka varisi yoktur veya baþkasýný bilmiyoruz meseleleridir.

Sahibeyne göre, her iki meselede de onlardan kefil istenir. Hakimin karar için bekleyeceði süre

onun kanaatine býrakýlmýþtýr. Bir diðer kavle göre bir yýl, bir diðer kavle göre bir ay beklenir

denmiþtir. Bu da Ebu Yusuf´un görüþü olarak benimsenmiþtir. Ama karý kocadan biri beyyine ile

varis olduðunu isbat eder, ondan baþka bir varis olmadýðýný isbat etmezse, Ebu Hanife ile Ýmam


Muhammed´e göre, kan kocaya birbirlerinin vefatýnda en çok alabilecekleri hisse ne ise onu

belirler, bu da bekleme süresinden sonra olur. Mesela kocanýn en çok alabileceði miktar yarý,

kadýnýn da, en çok alabileceði miktar dörtte birdir. Ebu Yusuf´a göre ise, en azýný kabul eder, o

istikamette hüküm verir. Bu durumda erkek için dörtte bir, kadýn için ise sekizde birdir.»

Hakimin belirli süre beklemesinden sonra taksimi isteyen varisin baþka biriyle mirastan mahrum

edilen biri olmasý ile, mesela kardeþ buna örnektir. Mahrum edilmeyen biri oðul arasýnda fark

yoktur. Bezzaziye´nin nesep ve irs bölümünde bu mesele özellikle zikredilmiþtir. ilerde yine tekrar

edilecektir.

«Kendilerinden kefil alýnmaz ilh...» Burada kendilerinden kefil istenmeyen kiþiler, yukardaki

meselemizdeki verese ve alacaklýlardýr. Yani hakým onlardan ilerde bir varis veya diðer bir alacaklý

çýktýðý taktirde aldýklarýndan bir kýsmýný ona iade edeceklerine dair kefil vermeleri talebinde

bulunmaz. Halebi. Bu da Ebu Hanife´ye göredir.

Dürer´de «Onlarýn þahsýna kefil alýnmaz.» denilmiþ ve bu kavlin Ebu Hanife´nin kavli olduðuna yer

verilmiþtir. Sahibeyne göre, onlarýn þahsýndan kefil alýnýr. Yani ikinci bir davacý ortaya çýktýðý

taktirde, onlarý mahkemeye getirme görevini üstlenen bir kefil vermeleri gerekir. Bu da sahibeynin

görüþüne göre, «Þahsýna kefil alýnýr.» þeklinde açýk bir ifade olsa gerek. Bu mesele Tacuþþeria´da

da görülmüþ ve kefaletin þahsa kefalet olduðu beyan edilmiþtir. Bahýr´da ise bu durum

görülmediðinden Bahýr sahibi tereddüt etmiþ, buradaki kefaletin mal ile ilgili veya þahýs ile ilgili

olduðu konusuna bir izah ve açýklama getirmemiþtir.

«Lehine kefil alýnacak kiþi meçhuldur ilh ..» Bu da Ebu Hanife´nin ´kefil alýnmaz ifadesinin

gerekçesidir. Çünkü kimin lehine kefil alýnacaktýr? Olmasý ve olmamasý ihtimali eþit olan bir

alacaklý veya bir varis meçhuldür. Dolayýsýyla varislerden veya alacaklýlardan kefil alýnmaz.

«Hakimin bir süre beklemesi gerekir ilh...» Süre beklemesi gerekir ifadesinden maksat, kararýný

verir fakat malý erteler demek deðil karar vermeyi erteler, demektir. Çünkü hüküm verdiði taktirde

terekeyi onlara vermesi için bir bekleme söz konusu deðildir. Nitekim Gayetü´l-Beyan´dan

nakledilerek Bahýr´da mesele bu kayýtlarla zikredilmiþtir. Buna göre mesele üç þekilde ortaya

çýkmaktadýr. Bu þekillerin neler olduðunu öðrenmek için Bahýr isimli esere müracaat etmek gerekir.

Ayrýca þehadet üzerine þehadet bahsinden önce bu mesele gelecektir. Her ne kadar orada gelecek

bu meselelerin tümü deðil ise de bir kýsmýna ve kaidesine orada yer verilecektir.

«Bir müddet bekler ilh...» Yukarda da belirtildiði gibi bu bekleme süresi hakimin kanaatine

býrakýlmýþtýr. Ýmam Tahavi bir yýl ile takdir etmiþtir. Belirli bir süre tayin etmeyen görüþe göre,

hakimin kanaati önemlidir. Baþka bir varis ve olacaklýnýn çýkmayacaðý kadar bir süre bekletilmesi

ve ondan sonra karar verilmesi gerekir.

«Ýkrar ile sabit olmuþ ise ilh...» Yani miras veya borç alacaklý ve varislerin ikrarý ile sabit olmuþ ise

demektir. Bu da þahitlerle belirlenen borç ve mirasýn dýþýnda olan meseledir.

«Eðer onu þahitler söylerse ilh...» Yani þahitler onun bir varisi olduðunu veya bir alacaklýsý

olduðunu bilmiyoruz diyecek olurlarsa, ittifakla kefil alýnmaz, demektir. Halebi.

Ynt: Kaza By: neslinur Date: 10 Þubat 2010, 17:39:38
METÝN

Bir kimse baþkasýnýn elinde olan bir evde kendisi ve mevcut (hazýr) olmayan gaip kardeþi için bir

hak iddia etse ve irsen bu evin kendilerine intikal ettiðini söylese ve bu iddiasýný beyyine ile isbat

etse, davayý açan kiþi müþa olarak bu evin yansýný alýr. Evin diðer kýsmýný zilyet olan ev elinde

bulunan kiþinin elinde kendisinden kefil almaksýzýn býrakýlýr. Kefil alýnmaya gerek yoktur. Bu zilyet

davayý ister inkar etsin, ister inkar etmesin, durum aynýdýr. Bu da Ebu Hanife´ye göredir. Sahibeyne

göre inkar etmesi halinde, elinden alýnýp emin bir ele býrakýlmasý gerekir bu da istihsandýr,

denmiþtir. Nihaye.

Gaip olan kardeþ geldiðinde yeni bir beyyineye, yeni bir hükme gerek yoktur. Sahih olan görüþte

budur. Çünkü varislerden herhangi biri ölü için hasým olarak gösterilebilir. Dolayýsýyla terekesinden

borçlarý bunu hasým göstererek ödenir. Hasým olabilmesi veya onun yerine kaim olabilmesi,

Bahýr´da açýklandýðý gibi dokuz þarta baðlýdýr. Doðrusu borç veya para ile ayýn dediðimiz mallar

arasýnda bir farkýn bulunmasýdýr denmiþtir. Ancak metinde devamla akarýn durumu ne ise yukardaki

hükümler konusunda taþýnýr malýn (menkulün) durumu da esah olan kavle göre aynýdýr demektedir.

Dürer.

Mülteka´da ittifakla onun elinden alýnacaðý görüþü benimsenmiþtir. Benzeri bir görüþte Bahýr´da yer

almýþtýr. Bahýr´da bu konuda devamla, «Ýkrar eden biri olduðu taktirde, inkara sapmamasý halinde, o


mal onun elinden alýnmayacaðý ittifakla kabul edilen hükümler arasýndadýr.» denilmiþtir.

Bir kimse malýnýn üçte birini vasiyet etse. bu üçte bir ifadesi malik olduðu her þeyin üçte biri

demektir. Çünkü vasiyet bir bakýma miras gibidir. Bir kimse «Malým veya malik olduðum her þey

sadakadýr.» dese, bu zekat malý cinsinden olana þamildir. Bu da istihsanen böyledir.

Malýnýn tümünü tasadduk etmek üzere adayan kiþi geçimini sürdürmek için baþka bir þey

bulamadýðý taktirde ondan bir miktarýný alýkoyar, ilerde yeniden bir mal kazandýðý taktirde o miktarý

da tasadduk eder.

Bahýr´dan bu konuda þöyle denmektedir: «Eðer «Ben þöyle yaparsam malik olduðum her þey

sadakadýr.» dese, bundan kurtuluþ çaresi ne olabilir diye sorulmuþ cevap olarak da «Mülkünü bir

adama mendil içerisindeki bir elbise karþýlýðýnda satar ve onu kabzeder ve onlarýn neler olduðunu

görmez. Daha sonra yapmýþ olduðu o yeminde þunu yaparsam dediðini yapar. Bunun akabinde de

mendili açar, içindeki kumaþ ve elbiseyi gördükten sonra görme muhayyerliðiyle sahibine iade eder

ve malýný geri alýr. Bu durumda da kendisine bir þey gerekmez.»

Bir kimse, «Malýmdan bin dirhem sadakadýr, eðer þunu yaparsam.» dese ve o dediðini de yapsa,

malik olduðu miktar o miktardan az olsa, yalnýz malik olduðu miktar kadarýný verir. Ondan fazla

kendisine bir þey gerekmez» denmiþtir. Þayet hiçbir þeyi yoksa bir þey gerekmez.

Bir kimsenin haberi olmadan onu vasi tayin etmek sahihtir. Dolayýsýyla tasarruflarý geçerlidir.

Vekilde ise durum bunun aksinedir. Ýkisi arasýndaki fark, vasinin tasarrufu bir bakýma onu vasi

tayin edenin yerine kaim olduðundan ayný tasarruftur. Vekilde ise niyabet ve vekalet vardýr. Vekil

daha sonra kendisine bir vekalet verildiðini mümeyyiz bir çocuktan veya fasik birinden de öðrense,

tasarrufu sahihtir. Azli ise ancak adil bir kiþinin haberiyle sabit olur. Fasik olan kiþinin haberi

cinayet konusunda olacak olursa kabul edilmesi karþý tarafýn onu tasdik etmesine baðlýdýr veya iki

mestur (hali bilinmeyen) veya iki fasik tarafýndan kendisine azledildiði haberinin iletilmesi gerekir ki

esah olan kavle göre bu vekil azledilmiþ olsun. Mesela mevlaya kölesinin cinayetiyle ilgili yukardaki

vasýflarý belirtilen kiþilerden biri haber verse, buna raðmen mevla köleyi satmaya kalksa, bu onu

cinayetinden dolayý kurtaracaðýný üstlenmesi demektir.

Þefie þufa hakkýyla alabileceði bir gayri menkulün satýlmasý haberi, nikah konusunda henüz bakire

olan bir kýzýn sükut ettiðine, sükutunun rýza mesabesinde olduðuna dair yukardaki kiþilerin haberi

iletmeleri veya henüz bize intikal etmemiþ gayri müslim bir ülkede yaþayan ve orada müslüman

olmuþ bir kiþiye Ýslami hükümleri ayný vasýftaki kiþilerin haber vermeleri meselesi bunlara örnek

teþkil etmektedir. Malý satýn alacak kiþiye malýn kusurlu olduðu konusundaki haber de bunun

gibidir. Mezun olan köleye haciz konduðuna ve ticaretten men edildiðine dair gelecek haber de

buna benzemektedir. Þirketin fesh edilmesi, kadýnýn, vakýf mütevellisinin azledilmesi meseleleri

yukardaki meselelerle aynýdýr. Bu konuda mesele sayýsý ona balið olmaktadýr. Yani burada

þehadetteki þehadet lafzýnýn dýþýnda gerekli olan aded veya adalet þartlardan birinin bulunmasý

gerekir ya iki kiþi olmasý veya adil bir kiþinin bulunmasý ki bunlara þehadetin iki þartý (iki bölümü)

denir. Biri adalet, diðeri adeddir. Aded ya ikiye balið olmalý veya haber veren tek olduðunda adalet

vasfý bulunmalýdýr.

Haber verende aranan þartlar, þahitlerde aranan þartlarla aynýdýr. Ancak Bahýr isimli eserde bu

konuda azl meselesinin kasdi bir azil olmasý ve karþý tarafýn haberi tasdik etmemesi ve haber

verenin elçi olarak gönderilen kiþi olmamasý ile kayýtlarý kayýtlamýþtýr. Bu durumda eðer gönderilen

elçi ise yukarýdaki þartlara gerek yoktur. Çünkü mutlak bir þekilde onun vereceði haberle amel

edilir. Nitekim ilerde babýnda onunla ilgili meseleler zikredilecektir.

ÝZAH

«Birisi baþkasýnýn elindeki gayri menkulde miras iddiasýnda bulunsa ilh...» Camiü´l-Fusuleyn´in

dördüncü babýnda þöyle denmektedir: «Bir kimse ellerinde ev bulunan iki kiþiye karþý «Sizin

elinizdeki ev benim mülkümdür, bana aittir» dese ve bunlardan birine karþý evin kendisine ait

olduðu beyyine ile isbat etse, eðer ev miras yoluyla ikisinden birinin elinde bulunuyor ise, onun

aleyhine verilecek hüküm, mevcut olmayan diðer gaip olan aleyhinde de hüküm sayýlýr. Bu da

varislerden birinin diðerleri adýna vekaleten hasým olabileceðini gösterir. Ama evin tümü onun

elinde olmayacak olursa bu durumda ona karþý verilecek hüküm, gaip aleyhinde de verilmiþ hüküm

sayýlmamaktadýr. Ancak hazýr olan kiþinin elinde olan miktar kadarýyla hazýr aleyhinde verilmiþ bir

hüküm olur. Eðer ev satýn alma yoluyla ikisinden birinin elinde olacak olursa, onlardan biri aleyhine

verilecek hüküm, diðerinin aleyhinde verilmiþ hüküm sayýlmaz.»

«Zilyet inkar ederse ilh...» Bu ifadenin «beyyineyle isbat ederse» sözünden sonra zikredilmesi ve


bu þekilde genelleþtirilmesi doðru deðildir. Çünkü delil getirmek. daha önceden bir inkarýn olmasýný

gerektirir. Doðru olan beyyineyle isbat yerine, «o da sabit olsa» þeklinde olmasýdýr. Çünkü bu son

ifade hem ikrarla sabit olmayý, hem de beyyine ile sabit olmayý gerektirir ve bu iki hale de þamildir.

O zamanda davasýný inkar etse veya etmese ifadesine gerek kalmaz. Halebi. Buna cevap olarak, bu

genelleþtirme bir kýsmýný onun elinde býrakýr ifadesine raci olduðu gibi, meselede ihtilaf olduðuna

da iþaret etmek içindir, denmiþtir.

«Sahibeynin görüþü bunun hilafýnadýr ilh...» Onlar bu konuda, «Zilyet olan kiþi inkar edecek olursa,

gayri menkul onun elinden alýnýr, emin bir kiþinin eline (yedi emine) tevdi edilir. Çünkü inkar

etmesiyle emanete hiyanetliði ortaya çýkmýþtýr. Eðer inkarý söz konusu deðilse elinde býrakýlýr.»

demiþlerdir.

«Ölen kiþinin vekili onun yerine hasým sayýlýr ilh...» Doðru olan, «Ölmüþ kiþinin yerine kaimdir.»

þeklindeki ifadedir. Hamiþte Bahýr´dan naklen þu ifadelere de yer verilmiþtir: «Diðer verese adýna

onun hasým kabul edilmesi, onlarýn yerine de muhatap olmasý üç þorta baðlýdýr: Dava konusu olan

malýn mülkünün onun elinde olmasý, taksim edilmemiþ olmasý, gaip olan kiþinin belirli olan o ölmüþ

kiþiden irs olarak intikalini kabul etmesi ve bunu tasdik etmesi.»

«Doðrusu ilh...» Bu ifadenin makabliyle pek ilgisi yoktur. Çünkü önceki ifadeler varislerden birinin

ölmüþ kiþi yerine kaim olmasý ile ilgilidir. Buradaki fark ise onlarýn veya onlardan birinin ölmüþ kiþi

aleyhine olan konularda sabit olmasý ile ilgilidir.

Bahýr´da bu konuda þöyle denmektedir: «Keza onlardan biri ölmüþ kiþinin aleyhinde sabit olacak

hususlarda da mutlak bir þekilde hasým kabul edilir. Eðer bu borç ise. Ama belirli bir maldaki dava

ile ilgili ise, onun aleyhinde verilecek hükmün diðer varisler içinde geçerli olabilmesi için o malýn

elinde olmasý þarttýr. Eðer bir kýsmý elinde ise, o kadarýnda hüküm geçerlidir. Nitekim mesele

Camiü´l-Kebir´de bu þekilde açýklanmýþtýr. Hidaye, Nihaye ve inaye isimli eserlerin ifadelerine göre

ise, eðer terekenin tümü onun elinde ise, borç konusundaki davada onun muhatap olmasý ve onun

aleyhine verilecek hükmün diðerlerine geçerli olabilmesi, ancak terekenin elinde olmasýna baðlýdýr.

Fethü´l-Kadir´de iki mesele arasýndaki farkdan bahsedilirken, yani borç ve ayýn dediðimiz mal

arasýndaki fark izah edilirken, «Doðru olan da budur. Bunun dýþýndakiler bir zuhul ve sehiv

sonucudur.» denmiþtir.»

Ebu Suud´da haþiyesinde þeyhinden naklen þu ifadeler yer almaktadýr: «Ýki mesele arasýndaki fark,

alacaklýnýn hakkýnýn bütün terekeye þai bir hak olmasý belirli bir maldaki iddia ise, muayyen bir

malda olmasýdýr. Çünkü onun hakký terekede þâi´ olmayýp yalnýz o malla ilgilidir.»

«Ayn belirli ve müþahhas mal ilh...» Bu konuda, yani belirli bir mal davasýnda vereselerden birinin

diðerleri yerine hasým olarak gösterilmesi, ona verilecek kararýn diðerlerine de sirayet etmesi,

ancak ayýn dediðimiz o malýn onun elinde olmasý halindedir. Borç davasýnda hasým olabilmesi için

terekenin tümünün elinde olmasý gerekmez. Hatta bir miktarý da elinde olsa, birisi diðerlerinin

yerine kaimdir. Dolayýsýyla onun aleyhine verilecek hüküm, diðerleri aleyhinde verilmiþ hüküm

sayýlýr. Bu, yukarda beyan ettiðimiz gibi Ýnaye, Nihaye ve Hidaye´deki ifadelerin hilafýnadýr. Halebî.

«Malým ve malik olduðum her þey sadakadýr dese ilh...» Bu ifadenin zimninde alacaklarda dahildir.

Kýnye´de bu konuda iki görüþ olduðuna yer verilmiþ ve Vehbaniye´nin Vesaya bölümünde dahil

olduðu görüþü benimsenmiþtir. Sayýhanî´nin Makdisî´den naklettiðine göre, muhakkak ki alacak

konusunda zekat þarttýr. O da alýndýðý zaman maldýr. Bahýr´da Haniye´den naklen dahil olmadýðý

görüþü benimsenmiþ, bunun da fukahanýn þu ifadelerinin bir muktezasý olduðuna yer verilmiþtir:

«Alacak mal deðildir. Hatta bir kimse, «Benim malým yoktur.» diye yemin etse, insanlarda alacaðý

olsa, bu yemininde hanis sayýlmaz. yemini bozulmuþ olmaz. Ýbni Þýhne, Ýbni Vehban´dan

naklettiðine göre, benim hatýrýmda kalan Haniye´nin rivayeti borcun mala dahil olduðu þeklindedir.

Halebi.

«Zekat malý cinsinden olanlara þamildir ilh...» Hangi cins olursa olsun, nisaba balið olsun veya

olmasýn, borcu bütün elindeki malý kapsasýn kapsamasýn, bütün bunlar dahildir. Bahýr.

«O kadarýný sadaka olarak verir ilh...» Yani sadaka olarak daðýttýðý zaman yiyeceði kalmayan kiþi,

yiyeceði kadarýný elinde býrakýr, geri kalanýný daðýtýr. Daha sonra para kazandýðý zaman, yemek için

býraktýðý kadarýný tekrar sadaka olarak vermesi gerekir. Elinde býrakmasý meselesi, kendisinin

ihtiyacýnýn diðerlerinkinden önce geldiðine binaendir. Her ehli sanat kendisine yetecek kadarýný

býrakýr, yeni bir kazanç elde ettiði zaman onun kadarýný tekrar tasadduk etmesi gerekir. Fetih.

Meselenin çaresi þudur tabiki bu da söylediðini yapmak istemez yemininde hanis olmayý istemediði

taktirde buna baþ vurur ve bu çare ile amel eder.


«Daha sonra o yemin ettiði hususu yapar ilh...» Yani mendil içerisinde bir elbiseyi aldýktan sonra

malýný baþka tarafa devretmiþ, malý elinden bir bakýma çýkmýþ demektir. O zaman yemin ettiði

noktayý yaptýðý zaman elinde mal olarak bir þey bulunmamakta onun üzerine mendili açtýktan sonra,

görme muhayyerliðinden dolayý içindeki elbiseyi iade ederek malýný geri almýþ ve böylece yeminden

de kurtulmuþ olur.

«Bir þey gerekmez ilh...» Bu konuda Allame Makdisi þöyle demektedir: «Bundan da anlaþýldýðýna

göre, itibar yemin anýnda deðil, hanis olduðu anki mülkiyettedir.»

Ben derim ki: Bundan da tekrar anlaþýlabileceði gibi, görme muhayyerliði ile satýn alýnan mal,

mülkiyetine henüz tam olarak girmiþ sayýlmaz. Ta ki onu görüp onun vasýflara uygun olduðunu

kabul etmesiyle, geri çevirmek üzere karar vermemesine baðlýdýr. Bunu Ebu Tayyib Medenî bu

þekilde belirtmiþtir. Mesele müracaatý gerektirmektedir.

Bahýr´dan nakledilen ifade Velvalicî´nin çareler bölümüne atfedilerek zikredilmiþ meselenin tamamý

Velvaliciye´de zikredilmiþ ve þöyle denmiþtir: «Eðer bir kimsenin insanlarda alacaðý varsa, o

alacaklarýndan dolayý bir kimse ile mendil içerisindeki bir elbiseye karþýlýk sulh olsa, daha sonra o

yemin ettiðini yapsa, elbiseyi görme muhayyerliðinden dolayý sahibine iade edecek olursa borç geri

döner ve böylece yeminine halel gelmiþ olmaz.»

«Tasarrufu sahihtir ilh...» Burada vasi ile vekil arasýndaki meseleye temas edilmektedir. Genel

hususlardan biri de, vasinin kendini ne hakikaten ve ne de hükmen azletmeye yetkisi yoktur. Tabiiki

bu da vesayeti kabul ettikten sonra böyledir. Hakikaten azil, ifade ile belirtilen azildir. Hükmen azil

ise ölüm ile ortaya çýkan azildir.

Buradaki ifadenin zahirinden anlaþýldýðýna göre Kenz´in ifadesine uyarak tasarruftan önce de vasi

olduðunu gösterir. Halbuki durum böyle deðildir. Tasarrufa baþladýðý andan itibaren vasi

hükmündedir. Bahýr´da bunu özellikle belirtmiþtir. Bunun için Nuru´l-Ayn isimli eserde þöyle

demektedir: «Bir kimse ölse ve vasisi henüz vasisi olduðunu bilmeden onun bir malýný satsa, vasi

olduðunu ve onun öldüðünden haberdar olmasa, istihsanen caizdir. «Bu onun vesayetini kabul

mesabesinden sayýlýr. Ondan sonra da vesayetten kendisini azletmeye hakký yoktur.» Buna göre

þarihe düþen, daha önce tasarruf ederse demesi idi, tasarrufu sahih deðildir dememesi gerekirdi.

«Vekilin bilgisi olmadan ilh...» Vasi terekeden bir þey satacak olursa, henüz kendisinin de vasi tayin

edildiðine dair bilgisi olmasa, bu satýþý caizdir. Ama vekilin vekil olarak tayin edildiðinden haberdar

olmadan önce satmasý geçerli (nafiz) sayýlmaz. Bahýr. Çünkü bu durumda fuzuli olan kiþinin satýþý

demektir. Müvekkili de buna icazet vermediðine göre, caiz deðildir. Ama vekil meseleyi öðrendikten

sonra, daha önceki aktini onaylayacak olursa, o zaman durum icazet mesabesinde sayýlýr.

Nuru´l-Ayn isimli eserin yirmi üçüncü bölümünde mesele bu þekilde beyan edilmiþtir. Bezzaziye´den

bir ifadeye göre Ebu Yusuf´tan bunun hilafýnýn nakledildiðine ver verilmiþtir.

Bahýr isimli eserde þu ifadelerle söze devam edilmiþtir: «Eðer, müþterinin vekalet konusunda bir

bilgisi var ise ve ondan bunu bu bilgiye binaen satýn almýþ ise, baide henüz vekile kendisinin satýþ

konusunda vekil olduðunu bildirmemiþ ise. yani bunu satýcý (esas maliki) «falan kiþiye git» diye

müþteriyi birine havale eder ve «Ona de ki bana vekaleten þu malý sana satsýn» derse, o da gider

ona haber vermeden o malý ondan satýn alacak olursa, aslýnda vekil olmuþ ama vekil olduðundan

haberi olmadan bu malý sattýðý taktirde bu satýþ caizdir.» Meselenin tamamý Bahýr´dadýr.

«Veya fasikin haberi ilh...» Yani vekil olan kiþiye vekaletten azledildiðine dair fasýk biri haber

getirse, vekil olan kiþi de onun haberini tasdik etse, vekalet sona ermiþ olur. Yalanladýðý taktirde.

ona güvenmediðini söylemesi halinde, hüküm sabit olmaz. vekalet devam eder. Yukardaki, fasikin

haberi vekaletin sabit olmasý ile ilgili, buradaki haber ise, vekaletten azledilmesi ile ilgilidir. Buna

göre de vekaletle vekaletten azil arasýnda fasýk olan kiþinin haber vermesi ve bu haberin vekil

tarafýndan tasdik edilmesi halinde bir fark olmadýðý ortaya çýkmýþ olmaktadýr. Çünkü azil

konusunda da fasýkýn getirdiði bu haberi tasdik ettiði taktirde, azledilmiþ olur. Gayetü´l-Beyan bu

þekilde izah etmiþtir. Yakubiye.

«Esah olan görüþe göre ilh...» Bu ifade ile Kenz´de olan þu ifadeye iþaret edilmek istenmiþtir:

Çünkü Kenz isimli eserde mestur (halleri bilinmeyen) iki kiþinin haberi ile mesele kayýtlanmýþtýr. Bu

kayýtlama ile de iki fasýk kiþinin haberinin kabul edilmeyeceði anlaþýlmaktadýr. Ýki fasýkýn haberi

kabul edilmediðine göre bir fasýkýnkinin de kabul edilmemesi gerekir. Ancak bu zayýf bir kavildir.

Çünkü iki fasýkýn birleþmesiyle verdikleri haber. bir adilin vermiþ olduðu haberden daha tesirli

olduðu görülür ki, bunun delili de hakim mahkemede bir adil þahidin þahitliðine dayanarak hüküm

verse, hükmü geçerli deðildir. Ama iki þahidin adil olmalarý halinde onlarýn þehadetine dayanarak


hüküm verecek olursa hükmü geçerlidir. (1) (Ancak burada bir sürçülisan olsa gerektir. Musannýf

yukarda beyan ettiklerini isbata çalýþtýðýna göre bir adil þahidin þehadetine dayanarak hüküm

veremeyen hakim, iki fasýk þahidin þehadetine dayanarak hüküm vermesi halinde hükmü geçerlidir

þeklinde olmasý gerekir. Çünkü iki adil þahidin þehadetiyle verilen hükmün geçerli olduðu tabiidir,

bedihidir.) Bahýr´da Fetih´den naklen bu þekilde ifade edilmiþtir.

«Hakimin azledilmesi ilh...» Hakimin azledildiðine dair gelen haberler ve haberi getirenler

konusunda hüküm, yukardakinin ayný olmaktadýr. Zira bir yerde kabul edilenin, diðer yerde de

kabul edilmesi gerekir.

«Þahitliðin iki ana bölümünden biri ilh...» Yukarda da belirtildiði gibi, þahitliðin birinci þartý adedin

iki olmasýdýr diðeri de adaletli olmalarýdýr. Adet iki olduðu taktirde adalet vasfý olmasa da þehadet

bir bakýma tam sayýlýr. Adet olmayýpta bir adil þahidin vereceði haber ihbar kabul edilir. Ancak

mahkemenin bu adil kiþinin þahitliðine dayanarak hüküm vermesi, vereceði o hükmü uygulamasý,

caiz olmaz.

Sadi haþiyesinde þöyle denmektedir: «Benim burada söylemek istediðim adette adalet þartýnýn

olmadýðýna iþaret edilmiþtir. Çünkü musannýfýn veya adil kelimesi bir kiþinin sýfatýdýr. Telvihte de bu

görüþün daha sahih bir görüþ olduðuna yer verilmiþtir.»

«Haber verende, þahitlerde aranan diðer þartlar da þart koþulmaktadýr ilh...» Yani adet þartý, adalet

þartý ile birlikte. Ebu Hanife´nin kavline göre, burada bir kadýnýn vereceði haber, kölenin veya

çocuðun vereceði haberle yukardaki hükümler sabit olmamaktadýr. Hatta bu kadýnlarýn sayýsýnda

adet ve adalet bulunsa da durum ayný olmaktadýr. Bu noktaya iþaret edenler de azdýr, enderdir.

«Azli kastiyle ilh...» Açýktan azledildiði demektir. Veya açýktan azledilmesi demektir. Bununla da

hükmi olan azil konu dýþý kalmýþ oluyor. Azli hükmi ise vekalet verenin ölümü halinde vekilin

vekaletinin sona ermesi, otomatik azledilmiþ olmasý demektir. Çünkü müvekkilin ölümünden vekil

haberdar olmasa dahi, tasarrufu sona ermiþ vekaleti bitmiþ, hakkýnda azil otomatik olarak devreye

girmiþ sayýlýr. Halebi.

«Gönderilen haberin fasikle olmasý halinde tasdik edilmesi þartý da vardýr ilh...» Bu Bahýr isimli

eserde zikredilen kayýtlardan biridir. Ama gelen haberi tasdik etmesi halinde velevki bu haberi

getiren fasýk da olsa kabul edilir ve o istikamette hareket edilmesi gerekir. Bu da yukardakilerin bir

bakýma tekrarý kabilindendir. Bahýr.

«Gönderilmiþ olmamasý ilh...» Bahýr´da bu konuyla ilgili hasým ve elçinin dýþýnda olmasý kaydý da

eklenmiþtir. Zira özellikle elçi olarak gönderilen kiþide adalet þartý aranmamaktadýr. Hatta hasmýn

kendisi demiþtik, satýlan evde þuf´a hakkýna sahip olan þefia satýn alan bizatihi kendisi haber verse,

þefiin hemen hakkýný talep etmesi gerekir. Talep etmediði taktirde þuf´a hakký düþmüþ olur.

Elçinin verdiði haberle fasýkta olsa tasdik edilse veya yalanlansa amel edilmesi gerekir. Bahýr. Bu

konuda yeterli bilgiler adý geçen eserde geniþ bir þekilde verilmiþtir.


radyobeyan