Kaza By: neslinur Date: 09 Þubat 2010, 14:58:25
Reddü´l Muhtar / Kaza
KÝTABU´L KAZA..
HAPSETME ÝLE ÝLGÝLÝ BÖLÜM...
HAKEM BABI
KÝTABU´L KAZA
METÝN
Çoðu kez anlaþmazlýklar borçlarda, alýþveriþlerde vuku bulduðundan bu bölümü onlardan sonra
zikretmiþ, çünkü anlaþmazlýklarý gidermenin yolu budur.
Kaza lügatte hükmetmek, hüküm vermek manasýnadýr. Þeri ýstýlahta ise «anlaþmazlýklarý giderme,
anlaþamayan kiþileri ayýrma» þeklinde tarif edilmiþ baþka tariflerin olduðu da beyan edilerek
bunlarýn yerinin daha geniþ kitaplar olduðu da ilave edilmiþtir.
Kazanýn rüknü altýdýr. Bunlarý Ýbnül Ras isimli müellif þu sözleriyle nazmen ifade etmiþtir: «Her
hüküm verme olayýnýn taraflarý altýdýr tahkikten sonra belirir. Bunlardan biri hükümdür, diðer biride
mahkemenin verdiði karardýr. Biride lehinde karar verilen öbürü ise aleyhinde karar verilendir.
Beþincisi hakim, altýncýsýda karar vermede izlenilen yoldur.»
Þahitliðe ehil olan kiþi kazaya da ehildir. Yani þehadet ehli olan herkes müslümanlar arasýnda karar
vermeye de yetkilidir. Kadý haþiyelerinde böyle zikredilmiþtir. Ancak bu ifadeye yapýlabilen îtiraz,
gayri müslim kiþinin de kendileri arasýnda yani Ýslam ülkesinde yaþayan gayri müslim ehli zimme
dediðimiz kiþiler arasýnda hüküm vermesi için hakim olmasý da caizdir sözüdür. Zeylai Hakem
bahsinde böyle demiþtir.
ÝZAH
Hidaye isimli eserde kaza ile ilgili bölümü hakimin bu konuda takýnmasý gereken tavýr ve onun
edebi ile ilgili olmasý bakýmýndan Edebülkadý diye bahsetmektedir. Bunun içinde kadý olacak yani
hakim olacak kiþiler için gerekli olan vasýflarý saymýþtýk. Sakýnmasý gereken hususlarý da bunlara
eklemiþtik. Zaten edep kelimesi lügatte toparlamak çaðýrmak manasýna gelir. Ki insanlarý yemeðe
veya herhangi bir toplantýya çaðýrmak, davet etmek manasýnadýr.
Hidaye´de bu bölüme kadý ile ilgili hususlarda takýnmasý gereken tavýrlarý, lehinde ve aleyhinde olan
hususlarý bilmesi ve hayýr diyebileceðimiz bütün vasýflarý zatýnda cem etmesine yönelik olmasý
bakýmýndan Edebülkadý adý verilmiþtir. Fethü´l-Kadir´de meselenin tamamý açýklanmýþtýr.
«Çoðu kez münakaþalar ve anlaþmazlýklar borçlarda ve alýþveriþlerde vuku bulduðundan ilh...»
Hidaye þerhleri Ýnaye ve Fethü´l-Kadir´de böyle zikredilmiþtir. Bu da açýkça þunu ifade etmektedir;
kazadan maksat burada hükümdür, hüküm vermektir. Buna göre de davanýn sonunda bunun
zikredilmesi gerekir idi. Yine bu bölümün önce geçenlerden sonra zikredilmesinin gerekçesinin de
açýklanmasý önemi sayýlan mesele idi, böyle ifade edilmiþtir. Buna cevap olarak onlarýn maksatlarý
kimlerin hüküm vermeye yetkili olduðunu açýklamaktýr ki bu da hüküm verecek kiþi nezdinde
davanýn sahih olmasý þartýna baðlýdýr. Binaenaleyh hükme esas teþkil edecek davalarýn çoðu kez
borçlarda ve mutlak havalelerde ve benzeri meselelerde olduðu için onlardan sonra zikretmenin
daha uygun olacaðý açýkça ortaya çýkmýþ olmaktadýr. Nehir.
«Lügatte hüküm etmek hüküm vermek manasýnadýr ilh...» «Rabbýn kendisinden baþkasýna ibadet
etmememizi ilzam etti.» mealindeki ayeti kerimede kaza kelimesi hükmetti, ilzam etti manasýna
gelmektedir. Diðer bir manasý da bir iþi bitirmek, sona erdirmektir. Mesela ihtiyacýmý giderdim, o
mesele ile ilgili durumu sona erdirdim manasýnadýr. Ayrýca vurdu ve öldürdü, onun hayatýný sona
erdirdi manasýna da gelmekte ve hayatýnýn son bulmasý manasýna kullanýlan Gadanabbehu ifadesi
de hayatýn sona ermesi, son bulmasý manasýnadýr. Ayrýca eda etmek, yerine getirmek, sona
erdirmek manasýna da gelir. Yaratmak, kýlmak, takdir etmek manalarý da bu kelimenin çok
kullanýlan manalarý arasýndadýr. Kaza ve kader ifadesi de bu kabildendir.
«Fýkýh ýstýlahýnda husumetlerin fasledilmesi anlaþamayan kiþilerin arasýnýn bulunmasý demektir
ilh...» Bu tarif Bahýr´da Muhit isimli esere nisbet edilmektedir. Ancak bu ifadeye «özel bir metodla»
(özel bir yol ile) ifadesi de eklenmesi gerekir. Aksi halde iki hasým arasýnda sulh olma da bunun
içine girebilir. Onu tarif dýþý tutabilmek için «özel bir yolla» diye kayýtlamasý þarttýr.
«Diðer baþka tariflerde kullanýlmýþtýr ilh...» Bunlardan biri de Allame Kasým´ýn þu sözüdür: «Dünyevi
masalihi temin bakýmýndan kendisinde çoðu kez niza vuku bulan birbirine yakýn ictihadý
meselelerde baðlayýcý bir hükmün tesisidir.» Bu ifade ile icma hilafýna verilen hüküm tarif dýþý
kalmýþ, hadise olmayan (vuku bulmayan) meseleler hakkýnda verilen kararlar do hüküm olma
niteliðinde olmadýðýndan tarif dýþý kalmýþtýr. Yine ibadetle ilgili meseleler hakkýnda verilen hükümler
de bu manada kaza ve hüküm verme manasýnda olmadýðýndan tarifin dýþýnda kalmýþ olmaktadýr.
Allame Ýbnül Karsýn ifadesi de buna yakýn bir ifadedir. Þöyle ki. «Gerçekte þer´an var olduðu kabul
edilen bir olay hakkýnda zahiri itibarýyla belirli cümle ve ifadelerle bir hüküm vermek ve taraflarý
ilzam etmektir.» þeklinde de tarif edilmiþtir. Buradaki «ilzamdan» maksat mümkün mertebe tam bir
takdiri ve kararý belirtmektir.
Zahir ifadesini kullanmýþtýr, çünkü bizatihi emirde ilzam yalnýz Allah´a mahsustur. Belirli bir kelime
ve cümle ifadesiyle de -ki bunlar ilzam ettim hükmettim hüküm verdim nafiz kýldým gibi ifadelerdir-
varlýðý þer´an kabul edilen ifadeler, yani sözü ile de kendi görüþü veya zulme dayanarak verilecek
kararýn tarif dýþý kalmasýný saðlamak içindir.
Yine þeklen ifadesi ile de görünüþte zahiren mesele böyledir. Bu da mahkemenin vermiþ olduðu
karar þer´i bir vakýayý açýklayýcý mahiyettedir. Vakýaya ters de olsa ona yeni bir durum ve hüküm
isbat edici mahiyette deðildir. Bazýlarý Ebu Hanife´nin «Yalancý þahitlerin þehadetine dayanarak
fesih ve akidlerde hakimin verdiði hem zahiren hem batýnan geçerlidir.» sözünden yeni bir hüküm
isbat ettiðine istidlal etmiþlerse de bu uygun görülmemekledir. Çünkü þer´i olaylar aslýnda sabittir,
mevcuttur. Mahkemenin kararý, þariin bu konuda vermiþ olduðu hükmü zahirde açýklayýcý, takrir
edici mahiyette olmakta, yeni bir husus isbat etme durumu söz konusu olmamaktadýr. Çünkü þer´an
bazan olmayan mevcut, bazan da mevcut yok kabul edilebilir. Mesela batýda ikamet eden bir
erkeðin þarkta ikamet eden bir kadýnla evlenmesi ve evlilikten altý ay sonra bir çocuk doðurmasý
halinde, bu çocuðun nesebinin o kocaya ait olduðunu kabul etmek, hükmen burada onlarýn
birleþmelerini kabul etmeye dayanmaktadýr. Çünkü mümkün olan husus, burada gerçekten vaki
olmuþ mesabesinde kabul edilmektedir. Bu da çocuðun nesebinin zayi olmasýný önlemek içindir.
Çünkü ortada çocuðun nesebini isbat edecek ve o nesebin varlýðýný kabul edecek bir akit mevcuttur.
«Kazanýn rüknü altýdýr ilh...» Bu tartýþýlabilir. Çünkü burada kazadan maksat yukarda belirtildiði gibi
hüküm vermektir. Hüküm vermek ise yukarda sayýlan altý husustan biridir. Buna göre hüküm,
kendisi için bir hüküm olmuþ oimaktadýr. Durum böyle olunca burada uygun olan Bahýr´daki þu
ifade olsa gerektir ki o da ona delalet eden söz ve fiilden ibarettir. Ýlerde açýklamasý gelecektir.
«Ýbni Gars´ýn nazmen beyan ettiði gibi ilh...» Bu zat Ebu Yûsûr Bedreddin Muhammed Ýbni Gars
olarak bilinen meþhur kiþidir. Bu zatýn yukardaki iki beyit üzerine þerh mahiyetinde bir risalesi
mevcuttur. Adý Elfevakinul-bedriye Filbahsi antrafil Gadaya El-Hükmiye´dir. Yine bu zata ait Akaidi
Nesefiye üzerine Taftazâninin yazmýþ olduðu þerhe bir haþiya ve þerhi vardýr.
«Hüküm olayýndaki taraflara ilh...» Buradaki olaydan maksat karþýlýklý dava konusu olan
anlaþmazlýk noktasýdýr. Mesela bir alýþveriþle ilgili dava buna örnek olabilir. Bunun hükmü de buna
delalet eden bir lafzýn bulunmasýdýr.
Hükmün sahih olmasý ve hükme davanýn elveriþli olmasý ve müddai dediðimiz kiþinin hakkýnýn sabit
olup olmamasý bu þartlarýn bulunmasýndan sonra verilecek karara baðlýdýr. Dolayýsýyla karan ihata
eden taraflar mesabesinde olduðu için verilen hükümde bu altý hususun bulunmasý gerekir, Bir
insanýn tam insan olabilmesi elinin ayaðýnýn tam olmasýna baðlý olduðu gibi.
«Hüküm kelimesi ilh...» Yukarda tarifine temas etmiþtik. Orada bunun sözlü ve fiili olabileceðine
iþaret etmiþ idik. Sözlü olan hüküm ilzam ettim, karar verdim, hüküm verdim gibi ifadelerdir. Yine
beyyinenin ikame edilmesinden sonra yanýnda olan katibine parayý ondan iste onu mesul tut gibi
ifadeler de bu kabildendir.
Bize göre sabit olmuþtur, sözü de yeterlidir. Bana zahir olduðuna göre veya benim kesin olarak
bildiðim þeklindeki ifadelere dayanarak vermiþ olduðu hüküm aslýnda sahih olan kavle göre hüküm
sayýlmakta. Hidaye isimli eserde bunun böyle olduðuna þehâdet ederim ifadesi de yeterli
sayýlmaktadýr. Tetimme isimli eserde bununla hükmün sabit olup olamayacaðýnýn ihtilaflý olacaðý
nakledilmiþ, fetva verilen kavle göre Haniye ve diðer muteber eserlerde beyan edildiði gibi, hüküm
sayýlacaðý belirtilmiþtir. Meselenin tamamý Bahýr isimli eserde mevcuttur.
Yukarda adý gecen müellifin Fevâkihûl Bedriye isimli eserinde zikrettiðine göre mezhepte mutemet
olan görüþ de budur. Günümüz alimleri ve güvenilir kiþilerin ifade ettiklerine göre bu ifadelerle
hüküm verilmiþ olmamaktadýr. Bunun içinde þöyle ifade edilmiþtir: Hakim nezdinde hüküm ve
hükmün gerekçeleri meydana geldikten sonra þöyle ifade edilmesidir. Eðer bu sabit olma hükmün
mukaddimesi mesabesinde olan hususlarda ise mesela tescil eden kiþinin ifadesine göre malýn
satýþa kadar satýcýnýn mülkünde olduðu anlaþýlmýþtýr ifadesi eðer bu malýn mülkiyetinin müþteriye
intikali ile ilgili ise bu kadarýný söylemek hüküm sayýlmamakta, yani müþterinin mülküne intikal
ettiðine dair karar kesinlikle belirtilmedikçe bu ifade hüküm sayýlmamaktadýr.
Hükmün Tenfizi
Tenfizde asýl olan hükmün olmasýdýr. Çünkü tenfiz hüküm hakkýnda kullanýlan ifadeden ibarettir.
Mesela senin hakkýnda hükmü infaz ettim, yürürlüðe koydum demektir. Bunun için de fukaha baþka
bir mahkemenin vermiþ olduðu karar kendisine getirildiði taktirde o þartlara binaen hükmü infaz
etmesi yürüriuðe koymasý da tenfiz demektir ki, þer´i manadaki tenfizde bu olsa gerektir. Çünkü
zamanýmýzdaki tenfiz çoðu kez ikinci hakimin birincisinin vermiþ olduðu hükmü bilmesi ve verildiði
þekilde aynen kabul edip onu açýða çýkarmasýdýr ki buna irtisal adý verilir.
Hakimin emri o konuda hüküm müdür, deðil midir sorusunun cevabý ise, fukahaya göre, aleyhinde
dava açýlan kiþinin hapsedilmesi hakkýnda verdiyi emir, o konu hakkýnda bir karar ve hüküm
mesabesindedir. Aynen (ödemesi gerekeni) emrinde olduðu gibi. Ancak fakirler için yapýlmýþ olan
vakýftan bir miktarýnýn vakfedenin yakýnlarýndan birine verilmesi þeklindeki emir o konuda verilmiþ
bir hüküm ve karar sayýlmamakta, ancak akraba olmayan baþka bir fakire verilmesi, sarfedilmesi
þeklindeki emri ise hüküm olarak kabul edilmektedir. Evi teslim et sözünde ise fukaha ihtilaf
etmiþlerdir. Bu mesele ile ilgili hükümler Nehir ve Bahýr isimli eserlerde açýklanmýþtýr.
Þarih feri meselelerle ilgili olarak bu faslýn sonunda Bezzaziye´ye tabi olarak hüküm olduðunu
mutlak bir þekilde ifade etmiþ, ancak vakýf meselesini istisna etmiþtir. Meselenin tamamý ilerde
gelecektir.
Sözlü ifadelerle ilgili hüküm yukarda geçti. Fiili olan hüküm ise aþaðýdaki feri meselelerde
gelecektir. Mesela hakimin herhangi bir fiili hüküm sayýlýr. Bundan iki mesele müstesnadýr. Ýbnül
Gars dediðimiz fakihin tahkikine göre, hüküm sayýlmamaktadýr. Bu konuda Bahýr ve Nehir isimli
eserlerde uzun uzadýya söz edilmiþtir. Yine ilerde açýklamasý gelecektir.
«Hükümde rükün sayýlan hükümlerden biride hakkýnda hüküm verilen husustur ilh...» Bu da dört
kýsýmdýr: 1) Yalnýz Þari´in hakký olan mesela zina ve þarap içmeden dolayý vurulmasý gereken
hadlerde, 2) Sýrf kul hakký olanlarda ki onlarda, bilinen hususlardýr. 3) Ýki hakkýn birleþmesi ve
Cenab-ý Hakk´ýn hakkýnýn daha galip olmasýdýr ki sirkat ve kazif buna örnektir. 4) Kul hakkýnýn galip
olmasýdýr ki kýsas ve tazir bunlardandýr. Ýbnül Gars´a göre bunun þartý da malum olmasýdýr. Bahýr.
Bedai. Buna göre bir hükmün gereði ile hüküm vermek ancak o hükmün tek olan mucibinin
varlýðýna baðlýdýr. Mesela satýþýn gereði, talakýn gereði veya azad etmenin gereði ile hüküm verecek
olursa ki satýþýn gereði, mülkiyetin sabit olmasý, azad etmenin gereði, hürriyetin sabit olmasý,
talakýn gereði ise karý koca arasýndaki nikah baðýnýn zail olmasýdýr. Ama mucip birden fazla olacak
olursa bakýlýr. Biri diðerini gerektiriyorsa sahihtir. Mesela kefil ve asil borçluya borçlu olmalarýna
dair hüküm vermek gibi. Çünkü kefalet gereði, hem kefili borçlu saymak hem de mevcut olmayan
asil borçluyu borçlu kabul etmektir. Eðer durum böyle olmayacak olursa, hüküm verilmiþ
sayýlmamaktadýr. Mesela bir akarýn satýþý ile ilgili meselede anlaþmazlýk vuku bulsa, Þafii kadý
bunun gereði ile hüküm verse, bununla komþunun þuf´a hakkýndan men edilmesi sabit olmaz.
Onun için Hanefi kadýsýnýn komþu ile ilgili þuf´a hakkýna karar verme yetkisi vardýr. Ýbnül Gars bu
konuda uzun uzun bahsetmiþtir. Þarih´te bundan ilerde bahsedecektir. Ancak bütün bunlar daha
çok hükümde dava açmanýn þart olmasýna racidir. Nitekim Bahýr da buna iþaret edilmiþtir. Aþaðýda
davayý yürütürken baþvurulmasý ve izlenmesi gereken yolla ilgili bölümde açýklanacaktýr.
«Hükmün diðer bir þartý da lehinde hüküm verilendir ilh...» Bu Þar´i olabilir. Mesela Þar´in hakký
olan hukuk-u mahza dediðimiz haklarda veya kul hakkýyla þer´in hakkýnýn birleþmesi halinde þer´in
hakkýnýn galip olduðu meselelerde olduðu gibi. Bu meselelerde davaya gerek yoktur. Ama yalnýz
kul hakký olur, veya kul hakkýyla þer´in hakký birleþir, kul hakký daha galip olur, davacýda kul olursa
o zaman davaya gerek vardýr.
Müddai dediðimiz davacýyý fukaha istemediði takdirde, husumete ve dava açmaya zorlanmayan
ona, mecbur edilmeyen kiþidir diye tarif etmiþlerdir. Yani dilediði zaman dava açan, dilediðinde
davayý terk eden kiþi demektir. Baþka tarifleri olduðu da söylenmiþtir. Ancak bu konuda icmaen
kabul edilen bir þart vardýr. O da davayý açan kiþinin hüküm meclisinde hazýr bulunmasý veya onun
yerine birinin kaim olmasý gerekir ki bu da vekil, veli, veya vasi olabilir. Lehinde hüküm verilen kiþi,
mahcur olduðu taktirde hazýr olmayan kiþi mesabesindedir. Fevakihi Bedriye isimli eserden özetle
bu hususlarý nakletmeye çalýþtýk.
«Diðer bir þart da aleyhine hüküm verilendir ilh...» Bu da daima kul olmaktadýr. Ancak kul belli bir
kiþi veya birden fazla kiþiler olabileceði gibi. Mesela bir öldürme olayýna birkaç kiþinin iþtirak
etmesi halinde hepsi aleyhine kýsasla verilen hükümde olduðu gibi, belirli olmayabilir de. Mesela
asli hürriyetle ilgili verilen hükümde olduðu gibi. Burada verilen hüküm belirli bir kiþiyi deðil, bütün
insanlarý ilgilendiren ve onlar için geçerli sayýlan hükümdür.
Asli olmayýp ta arýzi olan hürriyet meselesi -ki azad etme yoluyla gerçekleþen hürriyet- bunun
hilafýnadýr. Çünkü o genel deðil cüzidir, yani yalnýz azad edenle ilgilidir.
Vakýf konusunda fukaha ihtilaf etmiþlerdir. Müftabih ve sahih olan görüþe göre, bütün insanlar
aleyhine verilmiþ bir karar olmamakta, daha sonra bu konuda bazý kiþilerin mülkiyet davasý
dinlenebilmekte veya onda baþka bir vakýf davasý isbat edildiði takdirde geçerli sayýlmaktadýr.
Aleyhinde hüküm verilen mahkumualeyh dediðimiz mükellef. Þer´i hukuk bakýmýndan kendisinden
hak kamilen alýnan istenen kiþi demektir. Bu isterse aleyhinde dava açýlan olsun veya olmasýn.
Nitekim yukarda bana iþaret edilmiþ idi. Yine ayný eserden özetle bu ifadeleri nakletmeye çalýþtýk.
Burada þunu da ilave etmek gerekir. Musannýf bu bölümün sonunda bu konuda bir ihtilafýn
olduðuna yer verecektir. Özellikle mevcut olmayan gaip kiþinin aleyhine mahkemenin verdiði
hükmün geçerli olup olmayacaðý konusunda ihtilaf olduðuna ilerde temas edecektir.
«Diðer bir þartý da hakimdir ilh...» Bu da yo direk devletin ilk sorumlusu olan Ýmam diye
vasýflandýrdýðýmýz devlet baþkanýdýr veya kadýdýr (hakimdir) veya aralarýnda hüküm vermek üzere
seçtikleri hakemdir. Ýmam dediðimiz devletin birinci sorumlu ve yetkilisi hakkýnda ulemamýz þöyle
demektedir: Adil olan sultanýn hükmü nafizdir. Kadýn olduðu taktirde bu hakimin hudud ve kýsasýn
dýþýnda hükmünün geçerli olup olmadýðý konusunda ihtilaf edilmiþtir. Zira ancak þahadeti kabul
edilen kiþinin hakim olma, hüküm verme yetkisi vardýr. Hudud ve kýsas bölümünde kadýnlarýn
þahadetine yer verilmediði için o, konuda hakem veya hakim olmalarý da muteber deðildir. Bunun
dýþýndakilerde ise ihtilaf vardýr. Fukahanýn mutlak ifadeleri cahil ve fasik olanýn hükme yetkili ve
ehil olduðu anlaþýlmakta ise de ancak tartýþýlabilen bir husustur.
Hakem olarak tayin edilen, kiþinin ise vereceði hükmün geçerli olabilmesi için hakimde bulunan
vasýflarýn kendisinde bulunmasý þartýna baðlýdýr. Hakem hudut ve kýsasýn dýþýndaki konularda
hüküm vermeye yetkilidir. Devlet baþkaný tarafýndan tayin edilen hakim veya kadýnýn velayet
yetkileri zaman, mekan ve bazý olaylarla mukayyettir. Fevakih. Meseleler geniþ bir þekilde ilerde
anlatýlacak ve orada hakimle ilgili diðer sýfat ve þartlara da ayrýca yer verilecektir.
«Davada takip edilen yol ilh...» Hükme varabilmek için hakimin uygulayacaðý yol ve metod. Hükme
konu olan ve hüküm verilmesi gereken meselelerin deðiþmesiyle deðiþebilir. Özellikle mahza
hukuku ibad sayýlan meselelerde ana nokta, davanýn açýlmasý, birde bu davayý isbat eden bir
hüccet (delil)in bulunmasýdýr. Bu da ya þahit getirmek (beyyine) veya aleyhinde dava acýlanýn ikrar
etmesi veya yemin etmesi veya kendisine yemin teklif edildiði zaman yeminden vazgeçmesi
veyahut kasame dediðimiz kalili meçhul öldürülmüþ bir kiþinin ölü olarak bulunduðu bölgede
katilin bulunmamasý halinde o bölgede takip edilecek metod ve varýlacak sonuçtur ki ilerde bunun
geniþ açýklamasý gelecektir. Veya hakimin hüküm vermek istediði konuda yeteri kadar bilgiye sahip
olmasý veyahut yeterli, açýk derecede karinelerin bulunmasý ve bu karineler sebebiyle bir bakýma
kesinlik kazanmýþ bir durum arzeden hallerin ortaya çýkmasýdýr.
Bu konuda þöyle bir misal vermiþlerdir: Bir kimse kanlý bir býçakla bir evden çýksa, koþarak korku
içinde oradan uzaklaþsa, eve girdikleri zaman henüz kaný sýcak, boðazlanmýþ bir insana rastlasalar
ve orada baþka hiç kimse ile de karþýlaþmayacak olsalar oradan çýkan ve kaçan kiþinin tek olarak
orada bulunduðuna kanaat getirilecek olursa, bütün bu karineler katilin o kimse olduðunu, katil
zanlýsý olarak muhakeme edileceðini göstermektedir. Çünkü bu konuda hiç kimse o çýkan kiþiden
baþkasýnýn katil olduðunu düþünemez. Bu konuda birinin onu boðazlayýp duvara týrmanarak
kaçmýþ veya kendi kendini boðazlamýþ þeklindeki ihtimaller uzak ihtimaller olmasý bakýmýndan
bunlara iltifat edilmemekte, böyle bir ihtimal de delilden kaynaklanmadýðý için muteber
sayýlmamaktadýr. Ýbnül Gars.
Eserinde davanýn açýklanmasýyla ilgili bölümde uzun uzun bu konuda münakaþalara yer vermiþtir.
Orada tarifini, þartlarýný saydýktan sonra sözlerini þöyle noktalamaktadýr: «Hükme varabilmek için
uyguladýðý metodlarda bir hakime göre yollarýn ayný olmasý, tamamýna riayet edilmesi þart deðildir.
Hatta hakimin naibi olan kiþi nezdinde açýlan bir dava beyyine ile isbat edilecek olursa daha sonra
hadise hakime intikal etse veya bunun aksi olsa sahih olmakta, o ana kadar vuku bulan hususlar
üzerine bina etme yetkisi bulunmakta ve sonuçta karara varabilmektedir.»
Yine ayný müellif metinde bunlarý bahsettikten sonra yedinci fasýlda þu ifadelere de yer
vermektedir: «Þafii ve Hanefi imamlarý þu meselede ittifak halindedirler ki o da, verilen hükmün
sahih ve muteber sayýlabilmesi için, bilhassa hukuk-u ibad´la ilgili meselelerde, davanýn þekline
uygun bir þekilde açýlmýþ sahih bir dava olmasý ve þer´i bir husumetin bulunmasýdýr. Eðer hakim
olan kiþi iþin içyüzünün dýþ görünüþü gibi olmadýðýný bilecek olursa veya konuda karþýlýklý birbirini
suçlama gibi bir dava yoksa, iddia edenler arasýnda hattýzatýnda o konuda bir kavgada yoksa,
hakimin böyle bir davayý dinlemesi doðru olmaz ve buna binaen verilecek hükümler de muteber
sayýlmaz. Hüküm vermek için çarelere baþ vurmak, hileli yollara gitmek sahih deðildir. Ama hakim
meselenin iç yüzünü bilmeyecek olursa mazurdur. Bu konuda vermiþ olduðu hükümler geçerlidir.
Bu da çoðu kez vuku bulan umumubelva haline gelmiþ bir meseledir.»
TENBÝH: Hükmün verilmesinden sonra böyle bir hükmün (verildiðini) isbat meselesi kalmaktadýr.
Bahýr´da bunun için iki yol olduðuna yer verilmektedir. Birisi, o zamanlar devlet tarafýndan yetkili bir
hakim olduðunun itiraf edilmesi hali. Eðer azledilmiþ biri olacak olursa, diðer tebaadan biri
mesabesinde olduðundan ancak elinde olan bazý emanet mallar konusunda sözü kabul edilir, onun
dýþýnda sözüne itibar edilmez. Ýkinci husus ise, sahih bir dava sonucu, inkar etmemiþ ise, onun
hüküm verdiðine dair þehadetin bulunmasý. Ama onun hüküm verdiðine ve hükmünde þu þekildedir
diye iki þahit þahadet ederler, hakimde ben böyle bir hüküm vermedim derse, onlarýn bu konudaki
þehadetleri kabul edilmez.
Ýmam-ý Muhammed´in görüþü, bunun hilafýnadýr. Camiu´l-Fusuleyn´de zamanýmýz hakimlerinin
eskiden olduðu gibi takvanýn olmamasý nedeniyle Ýmam Muhammed´in kavli tercih edilmiþtir. Bu
meseleye ayrýca, metindeki «azledilmiþ hakimin» sözüyle amel edilmez ifadesini açýklarken geniþ
yer verilecektir. Bununla ilgili Bahýr da birçok meseleler zikretmiþtir. Onlara muttali olmak, bilmek
gerekir.
«Þahitliðe ehil olan kiþi hakim olmaya, hüküm vermeye de ehildir ilh...» Yani hakim olan, hüküm
yeren kiþinin o konuda þahit olmaya þahadetinin dinlenmesine yer verilen o konuda yetkili olan bir
kiþi olmasý þarttýr. Netice olarak þahitliðin þartlarý olarak; Müslüman olmak, akýllý olmak, balið
olmak, hür olmak, gözlerinin kör olmamasý, baþka birini zina suçuyla itham edipte kendisine had
vurulmuþ biri olmamasý gibi þartlar onun hakim olabilmesinin sýhhati ile ilgili þartlardýr. Ayrýca
hakim olduktan sonra hükmünün geçerli olmasý da bu þartlarýn kendisinde bulunmasýna baðlýdýr.
Bu sebeple gayrimüslim kiþinin hakim olarak tayini sahih olmamaktadýr. Müslüman olacak olursa,
Bahýr´da bu konuda þöyle demektedir: «Vakýati Hüsami isimli eserde, fetva, hakimin mürted olmasý
ile hemen azledilmiþ olmaz. Çünkü baþlangýçta iki rivayetten birine göre gayrimüslimin kadý olarak
tayinine cevaz vardýr. Buna göre gayrimüslim hakim olarak tayin edilir, daha sonra müslüman
olacak olursa yeniden ona hakim olmasý konusunda yetki verilmesine ihtiyaç var mýdýr
meselesinde iki rivayetin olduðu zikredilmiþtir.»
Bununla þu husus açýklýða kavuþmuþ olmaktadýr: Gayrimüslim bir insanýn hakim olarak tayini
sahihtir. Her ne kadar verdiði hüküm geçerli olmasa da. Ancak bu hükmü bir müslüman aleyhine
olmasý halinde geçerli deðildir. Yani gayri müslim iken bir hakimin müslüman aleyhine verdiði
hüküm geçerli sayýlmaz. Bahýr. Bu da yukarda fetva konusu olan mürted olmakla hakimlikten
otomatik azledilmiþ olmaz, sözüne dayanarak gayri müslimin hakim tayin edilebileceði rivayetini
tercihten ibarettir. Bu da musannýfýn hakemle ilgili bölümde sahih olmayacaðýna dair tercih ettiði
rivayetin hilafýnadýr.
Fetih isimli eserde, «Köle iken bir kiþinin hakim olarak tayin edilip daha sonra azad edilmesi
halinde tayin yenilenmeden vereceði hüküm geçerlidir. Yeniden tayine gerek yoktur. Çocuðun tayin
edilip daha sonra balið olmasý halinde verdiði hüküm bunun hilafýnadýr. Balið olduktan sonra
yetkinin yenilenmesi þarttýr.» denilmektedir.
Ayrýca yine bu konuda gayri müslim biri hakim olarak tayin edilse daha sonra müslüman olsa,
Ýmam Muhammed´e göre, birinci tayine dayanarak hakim olmaya devam eder. Bu durumda gayri
müslim kölenin durumuna benzemektedir. Aralarýndaki fark ise yani bu ikisinin meselesi ile çocuk
arasýndaki fark, bunlarýn her birinin yani gayri müslimle kölenin velayetleri var, ancak bununla
birlikte hakim olmaya mani halleri de vardýr. Kölenin azad olmasý, gayri müslimin müslüman olmasý
ile bu mani ortadan kalkmýþ olmakta, mani zail olunca memnu avdet eder hükmüne binaen, onlarýn
yetkileri devam etmektedir. Henüz sabi iken tayin edilen çocuðun durumuna gelince, onun hiç bir
surette velayet hakký olmadýðýndan yani tayini esnasýnda velayeti bulunmadýðýndan, ve buna ehil
olmadýðýndan daha sonra ehliyet kazanmasýyla eski tayinin devamý söz konusu olmamaktadýr.
Camiü´l-Fusuleyn´de bu konuda, «Eðer yetkili olan kiþi çocuða veya gayri müslime ehil olduðun
taktirde insanlara namaz kýldýr veya aralarýnda hükmet diyecek olursa caizdir sözü, yukarda çocuk
hakkýnda zikredilenlere ters deðildir. Çünkü burada çocuðun velayeti þarta talik edilmiþtir. Talik
edilen o husus, yani velayeti, þarttan önce, yani ehil olmadan önce mevcut deðildir. Yukardaki
meselede ise böyle bir talik söz konusu deðildir. Henüz çocukken kendisine yetki verilmiþtir. Yetkili
kýlýnmasý, buluð caðýna ermesine talik edilmemiþtir. Buna göre iki mesele arasýndaki farkta açýkça
ortaya çýkmýþ olmaktadýr.
Buna göre yukarda kadýlýða ehil olan kiþi ifadesinden eðer hüküm verme kastediliyor ise, gayri
müslim ve köle olanýn ehil olmadýklarý ama kadý olarak tayinleri söz konusu ise, tayin
edilebilecekleri ama hükme yetkili olmadýklarý meselesi arasýndaki fark ortaya çýkmýþ olur. Ancak
ehliyetten kamil bir ehliyet, yani hükmü nafiz olan, verdiði hükmü geçerli olan kiþi kastedilecek
olursa, o zaman yukardaki þartlar aynen geçerlidir. Saðýr olan kiþinin hakim olarak tayin edilip
edilemeyeceði meselesi ise ilerde þarih tarafýndan açýklanacaktýr.
«Bu hususta þu itiraz varittir ilh...» Yani Sadi´nin haþiyesinde meselenin müslümanlarla
kayýtlanmasý durumuna itiraz varit olabilir. Buna göre müslümanlarla kaydýnýn zikredilmemesi, daha
uygun olurdu. Çünkü bundan maksat þehadetin aleyhinde hüküm verilen kiþi hakkýnda eda
edilmesi, yerine getirilmesi kastediliyor ise o zaman gayri müslim de buna dahildir. Ancak eda ile,
yani þahadet ehli ifadesiyle eda kastediliyor ise, bu þehadeti üstlenme (tahammül) meselesinden
ihtiraz için zikredilmiþ olur. Çünkü gayri müslim ve köle olan kiþinin herhangi bir konuda þehadeti
tahammül etmeleri, üstlenmeleri caizdir. Ama eda etmeleri sahih deðildir. Zira bu edaya dayanarak
mahkeme karar veremez. Buna göre eðer ehil olmasýndan maksat hakim olmaya yani tayine ehil
olmasý kastediliyor ise, o zaman þehadet kelimesinden maksat onu üstlenmesidir. Köle ve gayri
müslimde þahadeti tahammül edebileceðine göre onlarýn hakim olarak tayinleri de sahihtir.
Ancak sabi dediðimiz çocuk hiçbir surette velayeti olmadýðý için bunun dýþýnda kalýr. Eðer
ehliyetten maksat hüküm verme ise, o zaman þahadet kelimesinden de maksat yalnýz eda etme
hususudur. Bunun içerisine ehli zimme hakkýnda hüküm vermek üzere gayri müslim bir hakimin
tayini bunun zýmninde muteala edilir. Çünkü onun onlar aleyhine vereceði hüküm geçerli ve onun
hakim olarak özellikle tayin edilmesi konuya zarar vermemektedir. Nasýl ki müslümanlarýn
hakiminin belirli bir cemaata tahsis edilmesi, onun kadýlýðýna zarar vermiyor ise, gayri müslim bir
hakimin yine gayri müslimler arasýnda hüküm vermek üzere tayini de zarar vermez. Çünkü hüküm
vermeden maksat hükmünün sahih olmasýdýr. Genelde kastedilen de budur, öyle olunca yukardaki
müslümanlarla ilgili hüküm ve kaydýn tariften çýkarýlmasý gerekir. Ancak hakimden maksadý, kamil
bir hakimin tarifi kastediliyor ise, o zaman meseleye itiraz olmamaktadýr.
«Ehli zimme arasýnda hüküm vermek üzere ilh...» Yani gayri müslim bir hakimin yine gayri müslim
tebaa arasýnda hüküm vermesi caizdir. Nitekim yukarda bunu izaha çalýþtýk ve yine yukarda beyan
edildiði gibi bir kimsenin hakim olarak tayin edilmesi mutlak þekilde caizdir. Velevki gayri müslim
olsun. Ancak müslümanlar aleyhine hüküm verebilmesi için gayri müslim hakimin hüküm
esnasýnda müslüman olmasý þarttýr. Aksi halde müslümanlar aleyhine hüküm verememektedir.
TENBÝH: Fukahanýn yukarda ifade etmiþ olduðu hususlardan anlaþýldýðýna göre, Þam þehri
yakýnlarýnda dürzülerin sakin olduðu bölgede onlarýn arasýnda hüküm vermek üzere tayin edilen
kadý (hakim) Dürzi olduðu taktirde veya Hýristiyan olduðu taktirde, onlar orasýnda hüküm vermeye
yetkilidir. Ancak onlardan hiçbirisinin müslümanlar aleyhine hüküm vermeleri sahih kabul
edilmemektedir. Çünkü Dürzi denilen o bölge sakinlerinin belirli bir semavi dine intisaplarý yoktur.
Her ne kadar kendilerini müslüman kesimden kabul edip kendilerini müslüman olarak tanýtsalar da.
Bu konuda Hayriye´de, «Onlarýn müslümanlar aleyhinde eda edecekleri þahitlikleri muteber
deðildir. Fetva da bu istikamettedir.» denmektedir. Zahir´den anlaþýldýðýna göre Dürzi dediði
kiþilerin Hýristiyanlar aleyhine veya hýristiyan hakimin dürziler aleyhine hüküm vermesi geçerli ve
sahihtir. Bütün bunlar tabiki devletin tayin ettiði, yetki verdiði kiþilerle ilgilidir. Ama o bölgenin emiri
sayýlan kendileri tarafýndan tayin edilen hakimin yetkisinin ne derece geçerli olup olmayacaðý
bilinememektedir. Yalnýz bu güne kadar örf, Soyda bölgesinin emirinin o bölgelerde olan kiþilere
hakim tayýn etme yetkisi vardýr. Þam ve benzeri etraf bölgelerdeki hakimleri tayine o bölge emirinin
yetkisi yoktur. Çünkü Þam gibi vilayet ve o eyaletlere tayin edilen kadýlar, taraf-ý sultaniden
gönderilmektedir.
Fetih´te gördüðüm bu ifadede þöyle denmektedir: «Hakim tayin etme yetkisi birinci derecede halife
ve onun vekili sayýlan ve onun tarafýndan ikame edilen sultanýndýr. Eðer kendisine bu konuda yetki
verilmiþ ise ayrýca bu sultan tarafýndan bölgeye emir olarak tayin edilen kiþilerin, bölgenin haracýný
ve vergilerini alma yetkisi kendilerine verilmiþ mutlak tasarruf hakkýna sahip ise onun tayin etmesi
ve azletmesi de sahihtir.» Yine fukahanýn burada da açýktan men edilmiþ olmamalarý örfen böyle bir
yetkilerinin olmadýðýnýn bilinmemesi halinde böyledir. Zira Þam, Halep gibi bölgemize tayin
edilenlere mutlak tasarruf hakký verilmesi ve vergileri toplama hakkýna sahip olmalarýna raðmen
hakim tayin etmeye onlarý görevden almaya yetkili kýlýnmadýklarý açýktýr. Dolayýsýyla bunlarýn ne
hakim tayinine ne de hakimleri görevden almaya yetkileri yoktur.
METÝN
Þahadete ehil olmada aranan þartlar ne ise, hakim olmada aranan þortlar da aynýdýr. Çünkü her ikisi
de velayet babýndandýr. Ancak þehadet kadý ve hakimlikten daha kuvvetlidir. Zira þahadet hakimi
ilzam eder. Hakimin hükmü ise ancak hasmý ilzam eder. Bunun içinde kaza ile ilgin hükümler
þahadetle ilgili hükümlerden kaynaklanýr, ondan alýnýr, denmiþtir. Ýbnî Kemal.
Fasýk olan kiþi þahadete ehli olduðundan hakim olmaya da ehildir. Ancak hakim tayin
edilmemelidir. Eden kiþi aynen þahadetini kabul eden gibi günahkârdýr. Fetva da bu istikamettedir.
Kaidiye isimli eserde bu þu ifade ile kayýtlanmýþtýr: «Doðru söylediði kanaati hakim olmasý halinde
fasikin þahadeti kabul edilir.» Dürer. Ebu Yusuf; toplum içerisinde kiþiliði ve yeri bulunan fasýðýn
durumunu istisna etmiþ, þahadetinin kabulunün gerektiðini söylemiþtir. Bezzaziye. Bu hususta
Nehir´de; (Buna binaen günahkar olmaz. Böyle bir kiþiyi, hakim olarak tayin eden de günahkar
olmaz. Çünkü þehadeti kabul edilen her insanýn, hakim olarak tayin edilebileceði söz konusudur.
«Ancak ikisi arasýnda fark vardýr» denecek olursa, o zaman durum deðiþir» denmektedir.
Ben derim ki: Bu rivayetin zayýf olduðu ilerde gelecektir. Yeri ve kaynaðýna bakýlmasýnda yarar
vardýr. Ebussuud efendinin Maruzat isimli eserinde konuyla ilgili olarak þu ifadelere yer verilir:
«Zamanýmýz hakim ve kadýlarý arasýnda eþitlik olunca bilhassa zahiren adalet konusunda kimlerin
tayin edileceði konusunda sadýr olan fermanda öncelikle diyanet ve adalet konusunda daha yeterli
olan kiþilerin tayin ve takdim edilmeleri vardýr. Dünyevî konularda birbirine düþman olan kiþilerin,
birbirleri aleyhinde þehadetleri kabul edilmez. Hatta böyle bir þehadete binaen hüküm verilecek
olursa, bu hüküm geçerli deðildir. Mesele, Yakup Paþa tarafýndan özelikle zikredilmiþtir. Düþmanýn
düþman aleyhine þahadeti kabul edilmediðine göre onun aleyhinde hüküm, vermesi de sahih
olmamaktadýr.» Nitekim yukarda Kaidede beyan edildiði gibi hükme yetkili olan kiþinin, þehadete de
yetkili ve ehil olmasý þartý var idi. Mýsýr müftüsü Þeyhülislâm Emirüddin Ýbni Abdül de bu hususta
fetva vermiþtir.Musannýf, Menih isimli eserinde, «Düþmanýn düþman aleyhinde vereceði raporlarýn
hükmü de böyledir, geçerli deðildir» demektedir. Daha sonra Vehbaniye þerhinden yapýlan bir nakle
göre Hanefi, mezhebinde düþman aleyhine bir hakimin karar vermesinin geçerli olmayacaðý
meselesi, bir nakle dayanmamaktadýr. Kadý (hakim) adil olduðu müddetçe hükmü geçerlidir.»
denmektedir. Ýbn-i Vehban ise konuyu daha baþka bir þekilde de izah etmektedir.. «Eðer hakim
kendi ilmine (bilgisine) dayanarak hüküm veriyor ise caiz deðildir. Ama adil kiþilerin þehadetine
dayanarak insanlar huzurunda dinlenen þehadeti ve onlarýn huzurunda o þahadete dayanarak
hüküm verecek olursa caizdir.»
Ben derim ki: Muhiddin isimli kadý, manzum eserinde bu tefsiri benimsemiþ ve nazmen þöyle
demiþtir: «Eðer kadý, düþmaný aleyhine hüküm verirse, - adil olduðu takdirde- - o hükmü sahih ve
kesinlik kazanýr. Bazý, alimler bu konuda þu tafsili de yapmýþlardýr: Eðer hakim kendi ilmine
(bilgisine) dayanarak hüküm verirse kabul edilmez ama bu bir topluluk huzurunda adil þahitlerin
þahadetine dayanarak hüküm verirse, hükmü makbuldür, kabul edilir.»
Ben derim ki: Adil olmayan bir yetkili tarafýndan hakim tayin edilir mi, edilmez mi? Bu meselenin
açýklanmasý esnasýnda Bahýr, Ayni, Zeylai, musannýf ve diðer fakihlerin bir takým nakilleri vardýr. Bu
nakiller de Nasihi isimli müellifin Hassafa ait Edebü´l Kadý isimli kitabýný ihtisar ettiði eserinden
nakledilmekte ve þöyle denmektedir: Þehadet caiz olmayanýn hükmü de caiz deðildir. Hükmü caiz
olmayanýn da yazýsýna itibar edilmez. Buradaki yazýdan maksat, hakimin düþmaný hakkýnda rapor
etmesi veya dosya hazýrlamasý veya düþmanýn düþman aleyhinde rapor vermesi demektir. Bu da
musannýfýn benimsediði görüþün sarih bir ifadesidir. Ýtimad edilen görüþte budur. Hatta Þafii
mezhebinin muhakkiklerinden Ýmam Remlî´de bu mesele ile fetva vermektedir. Ben de, bizatihi
onun yazýsýndan þu ifadeleri naklettim: «Bir kimse düþmaný aleyhinde hüküm verse, daha sonra
onun düþmaný olduðu açýkça ortaya çýksa, vermiþ olduðu hüküm geçersizdir, batýldýr.»
Þurumbulali´nin Vehbaniye þerhînde, «Aralarýnda düþmanlýðýn sabit olmasý, ýrz ve namusu ile ilgili
bir iftirada bulunmasý, yaralama ve öldürme olayý, borcunu vermemesi, mumatele etmesi olaylarý ile
sabit olur herhangi bir konuda dava açmalarý sebebiyle meydana gelen düþmanlýk ise muteber
deðildir, Her ne kadar bu konu þahadete mani ise de bilhassa muhasemenin vuku bulduðu konuda
þahadet muteber olmaz. Mesele vekîl tayin edilen kiþinin vekil tayin edildiði konu ile ilgili þahadetini
vasinin vasiyetle ilgili þahadeti ortaðýn ortaklýkla ilgili þahadetlerinin kabul edilmediði gibi. »
denilmiþtir.
ÝZAH
«Þahadete ehliyetin þartý, hakim olma ehliyetinin þartýdýr ilh...» Bu cümle yukardakinin aynen
tekrarýdýr. Yani þahadete ehil olan hakim olmaya da ehildir, hakim olmaya ehil olan da þahadete de
ehildir demektir. Bundan da anlaþýldýðýna göre musannýf birinci cümleyi Kenz ve diðer bazý eserlere
tabi olarak zikretmiþ, ikincisini de Dürer metni Gurar´a göre zikretmiþ olmakta, her ne kadar bu
konuda fasýkýn þahadete ehil olup olmadýðýný belirtmek için buna ihtiyaç duymuþtur þeklindeki
mazeretleri de bir fayda saðlamaktadýr. Ne olursa olsun ifade yukardakinin aynen tekrarýdýr.
«Fasýk þahadete ehildir ilh...» Ýlerde fasýk kimdir, fýsk nedir, adalet nedir, þahadetle ilgili bölümlerde
bunlar açýklanacaktýr. Bu meseleyi burada açýklamasý, bu cümleyi burada zikretmesi bazý
kimselerin zannýný bertaraf etmek içindir. Ki onlara göre, fasýk olan hakim olmaya ehil deðildir.
Dolayýsýyla verdikleri hüküm sahih olmaz. Fýskýndan dolayý onlarýn verdikleri hükme güven
duyulmaz. Bu üç imamýn görüþüdür. Tahtavi de bunu benimsemiþtir. Ayni bu konuda fetvanýn da
bilhassa zamanýmýzda bu kavle göre verilmesi gerekir, demektedir.
Ben derim ki: Eðer bu, nazarý itibara alýnacak olursa, bilhassa zamanýmýzda hakim tayini
konusunun artýk kapanmýþ olmasý gerekir. Bunun içinde musannýfýn kabul ettiði ve fasýk olan
kiþinin hakim tayin edilebileceði görüþü daha sahihtir. Nitekim Hülasa´da da bu görüþ
benimsenmiþtir. Ýmadiye. Nehir´de beyan edildiðine göre bu konuda söylenen ifadelerin en uygunu
da ve en sahihi de bu olsa gerektir. Fetih´te ise, «Kudretli ve otoriter sultan tarafýndan tayin edilen
herhangi bir hakimin hükmü geçerlidir. Velevki bu tayin edilen hakim cahil ve fasýk da olsa. Bize
göre zahirul mezhepte budur. Yani Hanefi mezhebinde delil bakýmýndan kabul edilmesi gereken
Zahirur rivayeninde desteklediði bu olsa gerektir» Buna binaen de onun hükmü sahih olmaktadýr.
Zira cahil olan kiþi için baþkasýndan hükmü öðrenerek fetvasýný alarak hüküm verme imkaný
mevcuttur.» denmektedir.
«Ancak fasýk olan kiþinin kadý olarak tayin edilmemesi gerekir ilh...» Bahýr´da ve diðer eserlerde bu
vacip olarak deðil, bir öncelik olarak kabul edilmektedir. Yani evla olan bu tip insanlarýn
þehadetinin mahkemece kabul edilmemesidir. Kabul edildiði taktirde hüküm verilse caizdir.
Fetih´te, «Delilin gereði helal olmamasý ve buna dayanarak hüküm verilmemesidir. Verildiði taktirde
caiz ve geçerlidir. Ancak bunun gereði günahkar olur. Cenabý Hakkýn, «Sizlere bir fasýk herhangi bir
haber getirdiðinde onu araþtýrýn.» buyurmasý ve bu ifadenin zahiri, araþtýrma yapmadan onun
sözünün ifadesinin ve bu tip insanlarýn þahadetinin kabul edilmeyeceði bunun helal olmadýðýna
delalet etmekte ve aynca þahitler hakkýnda gizli ve aleni soruþturma yapýlmasýnýn gerekli olduðu,
hasmýna ta´n edip etmediði bilhassa hudud ve kýsasýn dýþýnda da olsa bütün haklarda sahibeyne
göre ki mûftabi olan da budur. Soruþturma yapmadan hüküm vermesi araþtýrma görevini terk
ettiðinden fasýkýn sözüne itimad ederek hüküm vermiþ olduðundan günahkar olur.» denmektedir.
Ýbn-i Kemal ise bu konuda, «Bir kimse fasýk olan bir kiþiyi hakim tayin etse günahkardýr. Hakim
olan kiþi fasýkýn þahadetini kabul etse günahkardýr.» demektedir.
«Fetvada bununla verilmiþtir ilh...» Bu ifade metinde geçen fasýkýn þahadete ehil olmasý dolayýsýyla
hakim olmaya ehil olmasý ile ilgilidir. Fetvada bu istikamettedir denmek istenmiþtir. Yukarda açýkça
belirtildiði gibi sahih olan ve Hanefi mezhebinde muteber görüþün de bu olduðu belirtilmiþ idi. Ama
böyle kimselerin vazifeye getirilmemesinin vacip olduðu istikametindeki sözleri tartýþýlabilir.
«Kaidiye isimli eserde bunu þu kayda baðlamýþtýr ilh...» Yani fasýk olan kiþinin þahadetinin kabul
edilmesi, galibizan olarak doðru söylediði kanaatine varýlmasý halindedir. Bu ifadede daha sonra
gelecek hususlardan anlaþýlmaktadýr. Dürer´de «Hakim fasýðýn þahadetini kabul etse ve buna
dayanarak hüküm verse günahkardýr. Ancak hükmü geçerlidir,» denmektedir. Fetavayý Kaidiye´de
bunun doðru söylediðine dair zanný galip hasýl olursa böyledir þeklinde de kayýt vardýr.
Ben derim ki: Bunun zahirinden anlaþýldýðýna göre günahkar da olmamasý gerekir. Çünkü gereken
araþtýrma yapýlmýþtýr. Zira ayeti kerimede emrolunan araþtýrma burada gerçekleþtirilmiþ, onun
galiben doðru söylediði kanaatine varýlmýþtýr.
Tahtavi der ki: «Eðer ki kadýnýn zanný galibine göre doðru söylemediði, yalan söylediði anlaþýlacak
olursa veya doðru söyleyip söylemediði eþit olacak olursa hakimin onun þehadetini kabul
etmemesi ve bu þehadete binaen hüküm vermemesi gerekir.»
«Ebu Yusuf istisna etmiþtir ilh...» Yani hakimin þahadetini kabul ettiði taktirde hüküm vermesi ile
günahkar olmasý meselesinden Ebu Yusuf fasikin durumunu istisna etmiþtir. Bundan maksat da
hakimin galib zannýna göre doðru söylediði anlaþýlýrsa ifadesi olsa gerektir. Bu da yukarda Kaidiye
isimli eserden nakledilen ifadenin zýmninde mevcuttur, ayrýca ifadesine gerek yoktur.
«Bu meselenin zayýf olduðu ilerde gelecektir ilh...» Yani þahadet bahsinde bu kavlin zayýf olduðu
söylenecek ve þöyle denecektir: «Kýnye´de, Mücteba´da doðru söyleyen kiþilik sahibi kiþinin fasýk
da olsa þahadeti kabul edilir þeklindeki ifadeleri, Ebu Yusuf´un kavlidir. Kemal Ýbn-i Hümam bu
görüþü zayýf addetmiþ gerekçe olarakta nass karþýsýnda zanný galibe dayanarak verilmiþ bir
hükümdür, kabul edilmez demekte musannýfta bunu benimsemektedir.
Ben derim ki: Yukarda Bahýr´dan nakletmeye çalýþtýðýmýz ifadede nassýn zahirine göre fasýkýn
þahadetinin kabul edilmesi özellikle araþtýrmadan önce helal olmaz. Eðer kadýnýn yaptýðý araþtýrma
sonucu sadýk (doðru) olduðu anlaþýlýr ve buna binaen þahadetini kabul ederse, nassa uygun bir
davranýþ içine girmiþ olur. Ancak nas kelimesinden kasdý Cenabý Hakkýn
«Sizlerden adil olan iki kiþiyi þahit gösterin» sözü kasdediliyor ise, o zaman hüküm baþka olur. Zira
bu ayeti kerimenin delalet ettiði mana o zaman adil olmayan kiþilerin þahadetinin kabul
edilemeyeceðidir ki bu da mefhumu muhaliftir. Mefhumu muhalif Hanefi mezhebinde muteber
deðildir. Özellikle mefhumu lakab olacak olursa. Halbuki yukardaki ayeti kerimede fasik hakkýnda
araþtýrma yapýp soruþturmayý tamamladýktan sonra durum aydýnlanýrsa kabul edilebileceði
þeklindedir.
«Ebussuud´un maruzatýnda ilh...» Maruzattan maksat, zamanýn sultanýna taktim ettiði ve sultanýn da
o meseleler muktezatýnca amelini emrettiði meselelerdir.
«Adaletin varlýðýnda ilh...» Yani hakim ve kadý olmaya layýk olan kiþilerin o dönemde hemen hemen
hepsinde adalet müsavi þekilde mevcut idi. Bugün ise adaletsizlikte eþitlik saðlanmýþ durumdadýr.
Dolayýsýyla bu göreve talip olanlarýn düþünmeleri, dikkat etmeleri gerekir. Tahtavi.
«Eðer düþmanlýk sebebi dünyevi bir meseleye taalluk ediyorsa ilh... » Musannýf Þurumbulali
þerhinden naklen bu dünyevi dediðimiz düþmanlýðýn veya anlaþmazlýðýn açýklamasýný yapacaktýr.
Dünyevi sebeplere dayanarak anlaþmazlýk, düþmanlýk ifadesiyle dini sebeplerden dolayý
anlaþmazlýðýn ve düþmanlýðýn þahitliðe mani olmadýðý anlaþýlmaktadýr. Binaenaleyh Ýslamda helal
olmayan bir þeyi irtikap etmesinden dolayý biri ona düþmanlýk beslese müttehem sayýlmaz, ifa
edeceði þahadette de yalancý þahitliði ihtimali var denemez.
Dünyevi sebeplerden dolayý meydana gelen düþmanlýklar ise kiþinin yalan yere þahitlik yapmasýna
vesile ve vasýta olabilir. Bunun içinde müslümanýn gayri müslim aleyhinde þahitlik yapmasý caiz
görülmüþtür. Her ne kadar aralarýndaki anlaþmazlýk birbirlerinden kopma ve nefret baisi ve sebebi
dini inançlar ve dini hususlar olduðu için müslümanýn gayri müslim aleyhinde de olsa iftira
edemeyeceði, aleyhinde yalan söyleyemeyeceði sabit olduðundan þahadetinin geçerli olduðu
söylenmiþtir. Yahudinin hýristiyan aleyhine þahitliði de böyledir.
«Aralarýnda dünyevi düþmanlýk (adavet) olan kiþinin diðer biri aleyhinde þahitlik yapmasý halinde
mahkeme bu þahadete dayanarak hüküm verse, hükmü nafiz sayýlmaz ilh...» Bu konuda dünyevi
sebeplere dayanarak aradaki adalet sebebiyle yapýlan þahitlik fasýk olan kiþinin þahitliðine benzer
diyen görüþü bertaraf etmek için burada bu ifadeye yer vermiþtir. Yukarda beyan edildiði gibi fasýk
olan kiþinin þahadetinin mahkemece kabul edileceði, fetvanýn da bu istikamette olduðu metinde
beyan edilmiþti. Her ne kadar onun þahadetine dayanarak (tabiki baþkalarý varsa) hakimin hüküm
vermesi halinde dini açýdan bir mahzur irtikap etmiþ oluyor ise de. Düþmanýn düþman aleyhindeki
þahadeti fasýkýn þahadeti gibi deðil. Kölenin ve çocuðun þahitliðinin kabul edilmesi meselesi gibidir.
«Yakup Paþa bunu bu þekilde beyan etmiþtir ilh...» Bu zatýn Sadru Þeria isimli eser üzerine, yani
Vikaye þerhi üzerine yazmýþ olduðu haþiyesinde bu ifadelere yer verilmiþtir. Hayriye isimli eserde
ise, «Mesele kitaplarda deðiþik þekillerde dolaþmaktadýr.» denmektedir. Aralarýnda düþmanlýk
sebebi ile þahitliði reddedilmesi gereken kiþinin þahadetine binaen hüküm verilmesinin doðru
olmayacaðý gibi hakim olan kiþinin dünyevi sebebten düþmaný aleyhine de hüküm vermesi sahih ve
caiz deðildir.
«Hakimin düþmaný olan müddaaleyh hakkýnda verdiði hüküm sahih deðildir ilh...» Yani düþmanýn,
dünyevi sebeplerle düþmaný aleyhine yapmýþ olduðu þahadet nasýl kabul edilmiyor, mahkeme bu
þahadete dayanarak hüküm verse de hükmü geçersiz oluyor ise, hakimin düþmaný aleyhine
vereceði kararlar da ayný þekilde sahih olmamakta ve geçerli sayýlmamaktadýr. Bununla da
Yakubiye´den nakledilen ifade ve itirazlar bertaraf edilmiþ olmaktadýr.
TENBÝH: Düþmaný aleyhinde hakimin karar yetkisi olmadýðýna göre kurtuluþ bir baþkasýný yerine
vekil tayin etmesi ki bu da vekil býrakmaya yetkili ve mezun olmasýna baðlýdýr. Nitekim, ilerde
geleceði gibi kendisi için veya çocuklarý için bir hadise vuku bulsa, mahkemeye intikal etse, kendi
davasýna ve çocuklarýyla ilgili davaya bakamayacaðýndan bir baþkasýný vekil tayin edebileceði
ilerde izah edilecektir.
«Yine musannýfýn beyanýna göre ilh...» Musannýf Menih isimli eserin de nassan þöyle demektedir:
«Bazý fetva kitaplarýna nisbet edilen güvenilir bir kaynakta, -zannedersem bu fetva kitabý Haþi´nin
Fetava-yý Kübra´sý olsa gerektir- gördüm ki, orada; «Düþmanýn düþman aleyhinde dosya
hazýrlamasý, rapor tutmasý kabul edilemez. Nasýl ki düþmanýn düþman aleyhinde þahitliði kabul
edilmiyor ise bu da aynýdýr.» denilmektedir.» Bu ifadenin zahirinden anlaþýldýðýna göre, sicil
þeklinde varit olan bu ifade, Tahtavi´nin beyanýna göre, kadýnýn diðer bir kadýya herhangi bir hadise
hakkýnda düþmaný olan kiþi ile ilgili yazýsý veya onun hakkýnda tutmuþ olduðu dosyadýr. Bu da
Nasihi´den naklen verilecek ifadeye tamamen uygundur.
Daha sonra musannýf, «Vehbaniye þerhinde böyle bir nakil görülmedi.» diye bir ifadede bulunmuþ,
yani hakimin düþmaný aleyhine karar veremeyeceði meselesinin Vehbaniye þerhinde nakli
görülmediði beyan edilmiþtir. Devamla, «Ancak bu konuda uygun olan hakim adil ise, mutlak bir
þekilde düþmaný aleyhine de olsa verdiði kararýn geçerli sayýlmasýdýr. Gerek kendi kesin bilgilerine
dayanarak bu hükmü versin, gerekse iki adil þahidin þahadetine istinaden karar vermiþ olsun. Bu
bahis Vehbaniye isimli eserin þarihi tarafýndan zikredilmiþ. Ýbni Vehbana ve onun açýklayýþ biçimine
ters düþmektedir.» dendikten sonra bu ifadenin akabinde, «þöyle derim» diyerek: «Hakim adil
olduktan sonra mutlak bir þekilde verdiði karar düþmaný aleyhine de olsa geçerlidir.» diye sözlerini
bitirmiþtir.
«Eðer kendi bilgisine dayanarak vermiþ ise caiz deðildir ilh...» Bu ifade hakimin dava ile ilgili kendi
bilgilerine dayanarak hüküm vermenin caiz olduðunu benimseyen görüþe göredir. Mutemet ve
muteber olan görüþ bunun tersidir. Yani hakim hadise hakkýndaki özel bilgilerine dayanarak karara
yetkili deðildir. Binaenaleyh Ýbni Þihne ile Ýbni Vehba´nýn sözleri arasýnda bir tezat olduðu
söylenemez. Zira her ikisinin sözlerinin neticesi «Hakim ve þahitler adil ise düþman aleyhinde
hakimin verdiði hüküm geçerlidir.» sözüdür.
«Ancak Bahýr, Ayni ve Zaylai´de nakledilen, musannýfýn da desteklediði bir görüþse ilh...» Meselenin
aslý musannýf tarafýndan beyan edilmekte ve þöyle denmektedir: «Ýbnü Vehban ile eserinin þarihi
Abdülber ibnü Þýhne fukahanýn muteber eserlerinde ittifakla kabul ettikleri hükmü sanki unutmuþ
veya ihmal etmiþ gibi davranmaktadýrlar. Ki muteber eserlere göre hükme ehil olma, þahitliðe ehil
olmadan kaynaklanýr, þahitliðe ehil olan hüküm vermeye de ehildir. Þahitliðe ehil olmayan ise,
hüküm vermeye de ehil deðildir. Düþman düþmaný aleyhinde þahitlik yapamaz. Nitekim müteahhirin
ulemanýn çoðunluðu bunu beyan buyurmuþlardýr. Dolayýsýyla düþmaný aleyhinde de hüküm
vermeye yetkili sayýlmamaktadýr. Tahtavi.
Ben derim ki: Bu ifadeleri musannýfýn þerh´ine ait elimdeki nüshalarda bulamadým. Ancak burada
söylenebilecek husus, þarihin maksadý Ýbnü Vehban ile Ýbnü Þýhne´nin söylediklerini tenkit etmek.
metindeki ifadeyi desteklemek için bunu zikretmiþtir. Zira metin sahibi müellif, hakimin düþman kiþi
aleyhinde karar verememesini onun aleyhindeki hükmünün sahih olmamasýný, aleyhinde
þahitliðinin kabul edilmemesine bina etmiþtir. Onun bir feri olarak nitelemiþtir. Bu da bütün
muteber metin kitaplarýndan anlaþýlan külli bir mefhumdur ki fukahanýn metinlerdeki ifadeleri
hüküm vermeye yetki þahadete yetkiden kaynaklanýr. Bunun aksi ise þahadete ehil olmayan hüküm
vermeye de o konuda ehil deðildir demektir. Bunun için de musannýf metinde düþmanýn düþman
aleyhine þahadeti kabul edilemez, dolayýsýyla aleyhinde vereceði hüküm de sahih olmaz, demiþtir.
Bu sonuç mefhuma dayanarak isbat edilmiþ bir sonuçtur. Bu ifade de þarihin naklettiði «Bu külli
mefhum Nasihi dediðimiz fakihin ifadesinde açýkça yer almaktadýr.» sözünü de unutmamak gerekir.
Ancak þarihin bunu açýkça beyan etmesi ile de Ýbni Vehban ve Ýbni Þýhne´nin sözleri de bertaraf
edilmiþ ve musannýfýn metinde benimsediði görüþ teyid edilmiþ olur. Bunun için de þarih,
Musannýfýn benimsediði görüþ ya açýk ya açýða yakýn bir ifade ile zikredilmiþ.» diyerek açýklamasýný
yapmýþ idi. Burada iki görüþ arasýnda bir telif ve uzlaþtýrmaya gitme konusu kendililiðinden ortaya
çýkmaktadýr. Kýnye isimli eserde zikredildiði gibi, dünyevi sebeplere dayanan düþmanlýk fýskýný
gerektirmedikçe þahadetinin kabulüne mani deðildir. Sahih olan da budur. Ýtimatta bu görüþedir.
Yine Muhit ve Vakiat isimli eserlerde, «Düþmanýn düþman aleyhine þahadeti kabul edilmez ifadesi,
müteahhirin ulemanýn benimsediði görüþtür.» denilmektedir.
Mezhepten naklen beyan edilen rivayet buna ters düþmekte, Þafii mezhebinin görüþü de bu
istikamette olmaktadýr. Ebu Hanife ise bu konuda, «Eðer adil ise kabul edilir.» demektedir. Mebsut
isimli eserde, «Düþmanlýk dünyevi bir sebebten kaynaklanýyor ise bu fasýk olmasýný gerektirir,
þahadeti kabul edilmez.» denilmiþtir.
Netice olarak meselede iki muteber görüþ bulunmakta birincisi, düþmanýn aleyhine yapýlan
þahitliðin kabul edilmemesi, bu da; müteahhirin ulemanýn benimsediði görüþtür. Kenz ve Mülteka
sahipleri bu görüþü benimsemektedirler. Bunun gereði düþmanlýktýr. Düþmanlýk sebebiyle fasýk
olmasý deðildir. Eðer böyle olmasaydý birine düþmanlýk beslemesiyle fasýk olacaðýna göre bir
baþkasý aleyhine yapmýþ olduðu þahadetinin de kabul edilmemesi gerekirdi. Bu görüþe göre,
aralarýnda dünyevi sebeplerden kaynaklanan düþmanlýk kadýnýn (hakimin) düþmaný olan kiþi
aleyhinde karara yetkili olmadýðý, verdiði kararýn geçerli olmayacaðý istikametindedir.
Ýkinci muteber görüþ ise (düþmanlýk sebebiyle fasýk olmadýkça), düþmanýn düþman aleyhinde
þahadeti kabul edilir görüþüdür. Bu da Ýbnü Vehban, Ýbnü Þýhne tarafýndan benimsenen görüþtür.
Eðer kabul ediliyor ise bunun zaruri neticesi de düþmaný aleyhinde hakimin kararýnýn da sahih ve
geçerli olacaðýdýr. Tabiki bu da hakimin adil olmasý ile kayýtlýdýr.
Bu gerekçeler muvacehesinde yukarda adý geçen iki deðerli alim sahih olduðunu benimsemiþler,
bu ifadelerle þu husus da ortaya çýkmýþ bulunmaktadýr: Düþmanýn düþman aleyhinde þahadeti eðer
adil ise kabul edilir. Dolayýsýyla hakim olduðu taktirde hükmü de sahihtir. Adil olmayan kiþinin
þahadeti kabul edilmeyeceði gibi, hükmü de geçerli deðildir.
Bu konuda Nasihi´nin yukarda beyan ettiði ifadeler bu iki bilim adamýnýn sözlerine muarýz ve ters
gelmemektedir. Çünkü illetler deðiþik sayýlmakta, meselelerin yorumu deðiþik açýlardan ele
alýnmaktadýr.
«Bu konuda itahkike deðer ver, telfiki býrak» yazýsýna itimad edilmez ilh...» Yani yukarda izahýna
çalýþtýðýmýz sicil dediðimiz dosyanýn düþman aleyhinde hazýrlanýp baþka bir mahkemeye havale
edilmesi halinde bu dosyanýn muhtevasýna güvenilemez. Tahtavi.
«Musannýfýn benimsediði görüþte de ilh...» Metinde mutlak bir þekilde kabul edilemeyeceði ifade
edilmiþtir.
«Þafiilerin muhakkýklanndan olan imam Remli de bu görüþ ile fetva vermiþtir ilh...» Bu ifade
Vehbaniye þerhinde Rafi´den, onun da Maverdi´den naklettiði görüþün aksine bir görüþtür. Ki orada
düþman aleyhine hüküm vermeye yetkili olduðu, ancak düþman aleyhine þahitliðinin kabul
edilemeyeceði ifade edilmiþtir. Çünkü hüküm verme için sebeplerin, gerekçelerin açýk olduðu
bilinmekte, þahadetle ilgili sebepler ise bizce gizli kalmýþ olduðundan þahadeti kabul edilmemekte,
ama verdiði hüküm düþmaný aleyhinde de olsa geçerli sayýlmaktadýr. Bu da yerinde bir görüþtür.
Bunun için de Ýbnü Vehban hakimin hüküm vermesinin sahih olmasý ifadesini adil þahitlerin
þahadetine dayanarak toplum huzurunda karar vermesiyle kayýtlamaktadýr. Bu da hükme dayanak
ve gerekçe olan sebeplerin müþahade edilmesiyle, töhmetin bertaraf edilmesi söz konusu
olduðundan kabul edilmesi gerekir.
Bana göre hüküm sahih olmalýdýr. Bilhassa hüküm bu þekilde verilecek olursa. Hatta, «Düþmanýn
düþman aleyhine þahitliði kabul edilmez,» diyen kavil, þahadette geçerli olsa da hüküm itibariyle
bütün tühmete vesile olacak hususlarýn ortadan kalkmasý ile sahih olmasý gerektiði kanaati bende
hasýl olmuþ olmaktadýr.
«Þurumbulali´nin Vehbaniye þerhinde ilh...» Bu kitap aslýnda nazmen Ýbnu Vehban tarafýndan
yazýlmýþ, Ýbnü Abdülber yukarda zikredilen ifadeyi ondan aynen þu þekilde nakletmiþtir: «Ýbnü
Vehban der ki: Bazý fýkýh alimlerinin vehme düþtükleri görülmekte. Þöyleki, bir kimse herhangi bir
hak konusunda mahkemede hasým olsa veya aleyhine bir hak iddia etse düþmaný olur, buna binaen
þahitlerde aralarýnda düþmanlýk vardýr þeklinde þahitlik yapabilirler, demekteler. Halbuki mesele
böyle olmamakta, düþmanlýk ancak þu gibi hususlarla sabit olmaktadýr.» diyerek yukarda
açýklamaya çalýþtýðýmýz «Þeref ve haysiyetim ihlal eden iftira, yaralama, öldürme ve borcunu
mumatele etmesi vermemesi, imkaný olmasýna raðmen geciktirmesi þeklinde tecelli eder.»
demektedir.
Ben derim ki: Yukarda bildiðimize, öðrendiðimize göre Ýbni Vehban´ýn benimsediði görüþ, dünyevi
sebeplere dayanarak arada meydana gelen düþmanlýðýn kiþinin fasýk olmasýna sebep olmadýkça
þahadetinin kabulüne mani deðildir. Buna göre dünyevi gerekçelerle meydana gelen düþmanlýk,
bazan kiþinin fasýk olmasýný gerektirir, bazan da gerektirmeyebilir. Bunun için de ancak düþmanlýk
þununla sabit olur diyerek fasýk olmasýný gerektiren bazý misaller vermekte. Bunlar düþman
aleyhine ve hatta baþkalarý aleyhine fasýk olduklarý için þahitliklerinin kabulüne mani olacaðý
hususunda bir tereddüde mahal býrakmamaktadýr. Yine ilerde, þahadet bahsinde bu gibi
düþmanlýklarýn hangilerinin insanýn fasýk olmasýný gerektirdiði, hangilerinin gerektirmediði,
dolayýsýyla þahitlik yapamayacaðý konusu, þahitler bölümünde ele alýnacaktýr.
Vasi olan kiþinin þahadeti de kabul edilmez. Yani vesayetle ilgili kendisini ilgilendiren meselelerde
ve o kiþilerle ilgili olarak þahitliði kabul edilmez. Ortaðýn da þirket malý ile ilgili diðer ortaðý
hakkýnda þahitliði kabul edilmez. Tahtavi.
Ynt: Kaza By: neslinur Date: 09 Þubat 2010, 15:04:57
METÝN
Fasýk olan kiþi müftü olmaya salih deðildir. Çünkü fetva din iþleriyle ilgilidir. Fasýk olan kiþinin sözü
dini konularda kabul edilmez. muteber sayýlmaz. Ýbn-i Melek. Ayni bu konuda þu ifadeleri de
eklemiþtir: «Müteahhirin fukahadan çoklarý bu görüþü benimsemiþlerdir.»
Mecma sahibi metninde buna kesin gözü ile bakmýþtýr. Onun þerhinde bu konuda sarih ve veciz
ifadeler bulunmakta ve üç imamýn görüþünün böyle olduðu söylenmektedir. Tahrirde olan ifadenin
zahirinden de anlaþýlacaðýna göre böyle kiþilerden dini konularýn sorulmasý ittifakla helal olmaz
denmekte, musannýf da bu görüþü geniþ bir þekilde nakledip benimsediðini ilave etmektedir.
Diðer bir kavle göre fasýk da olsa müftü olmaya salihtir. Bu görüþ Kenz isimli eserde kesin þekilde
ifade edilmiþtir. Çünkü fasýk da olsa karar verirken hataya düþmesi kiþiler tarafýndan
ayýplanacaðýndan ayýbýna sebeb olacak durumlara düþmek istemeyeceði kesin gözüyle müteala
edilmektedir.
Ancak bazýlarý müftünün aklý baþýnda, tam müslüman olmasý, bazýlarý da uyanýk, meseleleri
kavrayan biri olmasý þartýný da koþmuþlar, hürriyeti þart koþmamýþlardýr. Köle de olsa dini konuda
verdiði fetvaya güvenilir denmiþtir. Erkek olmasý da þart deðildir. Kiþinin konuþur olmasý da þart
deðildir. Dilsiz olan kiþinin fetvasý sahihtir. Ancak hakim olduðu taktirde karar vermesi, hüküm
vermesi sahih deðildir. Müftü dilsiz olduðu taktirde, iþaretiyle iktifa edilir. Ama hakimin iþaretiyle
iktifa edilemez. Çünkü belirli sigalara dayanarak hüküm vermesi ve ilzam etmesi gerekir ki bu da
«hükmettim ve ilzam ettim» demesi ile olur. Bu da sahih olarak acýlan bir dava sonucu verilmesi
þartýna baðlýdýr. Saðýr olan kiþinin, yani tamamýyla saðýr deðil de aðýr iþiten kiþinin durumu ise
sahih olan kavle göre, onun hakim olmasý, karar vermesi sahihtir. Ancak anadan doðma saðýr olan,
hiç duymayan kiþinin durumu bunun hilafýnadýr. Yani sahih deðildir. Mahkemede kadý olan kiþinin
velevki mahkeme meclisinde de olsa davayla ilgili olmayan kiþiler hakkýnda fetva vermesi sahihtir.
Ve bu görüþ sahih olan bir görüþtür.
Ýlerde geleceði gibi, kadý da müftü gibi mutlak olarak Ebu Hanife´nin kavilleriyle amel etmeli, ondan
sonra Ebu Yusuf´un, ondan sonra Ýmam Muhammed´in, daha sonra Ýmam Züfer ve Hasan Ýbnü
Ziyad´ýn görüþleriyle bu tertip üzere hüküm vermeli, müftü de fetva verirken bu tertibe riayet
etmelidir. Esah olan görüþte budur. Minye. Siraciye.
Nehir isimli eserin bu konudaki ifadesi þöyledir: «Züfer´den sonra Hasan Ýbnü Ziyad´ýn görüþü ile
hüküm verir» demekte ve bu ifadeye de dikkat edilmesi gerekmektedir. Havi isimli eserde delil
bakýmýndan daha kuvvetli olan görüþün alýnabileceði ifadeleri benimsenmekte ve sahih olduðu
söylenmekte ise de birinci görüþün daha mazbut. daha tutarlý olduðu Nehir sahibi tarafýndan beyan
edilmektedir.
Müctehid olmadýðý müddetçe hakim, görüþler arasýnda dilediðiyle hüküm verme konusunda
muhayyer deðildir. Mukallit olan bir kadý, yani meseleleri direkt kaynaðýndan çýkaramayacak kiþi
mezhebinde muteber ve mutemet olan görüþe muhalefet ettiði taktirde verdiði hükümler geçerli
deðildir, bozulur. Fetva da bu kavle göredir. Nitekim musannýf fetavasýnda ve diðer eserlerinde bu
görüþü benimsemiþtir. Bu bölümün baþ tarafýnda bununla ilgili ifadelere de yer verdik. Kuhistani ve
bazý fýkýh kitaplarýnda þöyle denmektedir: «Fukahanýn görüþü, kadýnýn görüþüdür. Buradaki rey
kadýya aittir denilen her yerde ordaki kadýdan maksat, kendisinde ictihat melekesi olan kadýdýr;»
Hülasa isimli eserde ise, «Deðiþik ictihadlar olan meselelerde, deðiþik ictihadlar olduðunu bilerek
bunlardan birine dayanýp hükmü o istikamette verirse geçerlidir, aksi halde geçerli deðildir.»
denmektedir. Bir meselenin cevabýnda iki müftü ihtilaf etseler, en fakih olanýn, fýkýhta bilgi
bakýmýndan kuvvetli olanýn görüþü ile amel edilir. Tabiki bu daha fakih olanýn daha muttaki olmasý
kayýdýný da getirir. Siraciye. Mültekat isimli eserde, «Hakim bir konuda tereddüde düþse o konuda
bir görüþ beyan edemese ulema ile istiþare eder, onlarýn görüþlerinden en uygununu seçer ve
doðru olduðuna kanaat getirdiði görüþle hüküm verir. Ancak diðer görüþleri beyan eden kiþilerin
fýkýh melekeleri daha kuvvetli ise ve delil bakýmýndan onlarýn görüþleri kuvvet kazanýyor ise, onun
reyini benimsemek için diðer görüþü terk edebilir.» daha sonra devamla, «Kadý müctehid deðil ise
onlarý taklit edebilir ve etmesi gerekir.» denmektedir. Bunun yanýnda ulemanýn görüþlerine uymasý
þarttýr. O görüþlerden birinin hilafýna karar verdiði taktirde hükmü geçerli sayýlmamaktadýr.
ÝZAH
«Fasýk olan kiþi müftü olmaya salih deðildir ilh...» Bunun fetvasýna da itimat edilmez. Mecma isimli
eserin zahirinden anlaþýldýðýna göre, bu tür insanlardan fetva istemekte helal olmaz. Bu görüþü
Kemal Ýbn-i Hümam´ýn usulü fýkýhtaki Tahrir isimli eserinde þu sözü desteklemektedir: «Ýlim ehli
arasýnda müctehid ve adil olduðu bilinen kiþilerden sormanýn helal olduðu hususunda ittifak vardýr
veya kendisini bu konuya ehil sayýp insanlarýn onu ta´zým ederek, ona hürmet göstererek fetva
sorduklarýný görmesi ondan fetva sormasý için de yeterlidir.»
Eðer bu durumlardan biri mevcut deðil ise yani adil deðil, müctehid de deðil ise, bu kimselerden
soru sormanýn fetva almanýn doðru olmayacaðý beyan edilmektedir. Nitekim þerhinde bu ifadelere
geniþçe yer verilmiþtir. Ancak buradaki ictihat kelimesinin þart koþulmasý, yani müftilerin müctehid
olmasý ifadesi usul alimlerinin ýstýlahýna göredir. Müctehid müftü direk delillere dayanarak
meselenin hükmünü belirleyen kiþidir. Ancak bu yetki kendisinde olmayan, baþkalarýnýn görüþlerini
naklederek fetva veren kiþi gerçek manada müfti deðildir. Fetvayý nakleden kiþidir.
Ýkinci husus ise kadýnýn veya müftinin müctehid olmasý. Evleviyet þartýdýr. Bugün müctehit
olmadýðýna göre, nakili fetva dediðimiz meseleleri iyi bilen, meselelerin tümüne vakýf kiþilerden
fetva sorulabilir. Netice olarak fasýk olan müftinin mutlak bir þekilde fetvasýna itimat edilemez.
«Þerhinde belið ve veciz ifadeleri vardýr ilh...» Müellif yukarda ismini verdiðimiz eserde belið
ifadelerle þunlarý söylemektedir: «Kiþinin dini meseleleri araþtýrmasý ve tahkik etmesi esnasýnda
ilahi rahmetin tecellisine en büyük yardýmcýsý ve rahmet kaynaðý Allah´a itaat etmek onun kopmaz
takva ipine sýmsýký sarýlmaktýr. Zira Cenabý Hak, «Allah´tan korkunuz ki yüce Allah sizleri ilimle
donatsýn.» buyurmaktadýr. Kim kendi görüþüne veya kendi alil ve kelil zihnine dayanarak fýkhýn ince
meselelerine ve onun inci tanelerine benzeyen hükümlerini izaha, istihraca çalýþýrsa o kimse,
masiyete günaha düþebilir. Zira kendi görüþüne dayanan kiþi yalnýz baþýna kalabilir, doðruya
muvaffak olmayabilir. Çünkü itimat edilmemesi gereken hususlara itimat etmiþ olmaktadýr. Allah´ýn
nur ve ýþýk vermediði kiþilerin ne nuru ne de ýþýðý olamaz.»
«Tahrir isimli eserin zahirinde ise ilh...» Orada sarih olarak yukarda belirttiðimiz hükümler yer
almakta, takva ve ilmine güvenilmeyen fasýk kiþilerden fetva sormanýn caiz olmadýðý beyan
edilmektedir.
«Kenz´de bu görüþe kesin gözle bakýlmýþtýr ilh...» Orada fasýk da olsa o kiþi müftü olabilir. Diðer bir
kavle göre olamaz denmiþtir. Birinci görüþ Kenz sahibi tarafýndan benimsenmiþ, ikinci görüþ ise
zayýf bir kavil sigasý olan kýyl ifadesi ile mahaline ve kailine nisbet edilmeye çalýþýlmýþtýr.
«Bazýlarý uyanýk olmasýný, yani meseleleri iyi kavrayan biri olmasýný da þart koþmuþlardýr ilh...»
Sehve, hataya, gaflete düþme korkusu olabileceðinden bu þartý ileri sürmüþlerdir.
Ben derim ki: Bu zamanýmýzda gerekli bir þarttýr. Çünkü bugün örfte elinde bir müftü fetvasý olan
kiþi hasmýna karþý haddini aþmakta ve falan müftü bana þu þekilde fetva verdi diyerek onu ezmeye
çalýþmaktadýr. Ve bunu söylerken de hak benimle beraberdir, hasmým ise cahildir, fetvada ne
olduðunu bilmemektedir. Bunun içinde müftünün uyanýk olmasý insanlarýn desise ve hilelerini
kavramasý, bilmesi sorudan maksadýn ne olduðunu öðrenmesi bakýmýndan uyanýk olmasý þartý
bugün önem kazanmaktadýr.
Binaenaleyh bir müstefti gelip kendisine soru sorduðu zaman meseleyi onun dilinden ikrar yoluyla
dinler, ondan sonra verilen ikrarý kaleme almasý da uygun olur. Ancak, «Eðer þöyle ise haklý sensin,
þöyle ise haklý hasmýndýr» gibi ifadelere baþ vurmaz. Çünkü sözünde daima kendi lehinde olaný
tercih edecektir. Hatta yalancý þahitlerle söylediklerini isbattan aciz kalmayacaktýr. Bunun için de
mümkün mertebe müftünün her iki tarafý da birleþtirmesi, her iki tarafý da dinledikten sonra hak
kimin lehine tecelli ediyor ise yazýyý (fetvayý) ona göre yazmasý ve bu konuda hasým olan kiþilerin
vekillerini kabul etmekten sakýnmasý gerekir. Çünkü onlardan herhangi biri kendi meselesini
olduðu gibi söylemekte ve mübalaða etmekte tereddüt etmeyecek kendi lehine yontacaktýr.
Bilhassa bu konuda ilerde tazir konusunda açýklanacaðý gibi, mahir olan kiþiler vardýr, sözü
deðiþtirebilir, batýlý hak suretinde sunmaya çalýþýr ve bu ifadelerle müftüden aldýðý fetvaya
dayanarak hasmýný ezmeye çalýþýr, fasit maksat ve hedefine ulaþýr. Bunun için de müftinin böyle
kimselere yardýmcý olmasý onun batýla yönelmesine yardým etmesi caiz olmaz. Bunun içindir ki
ulema zamanýn ehlini bilmeyen kiþi cahildir demiþlerdir. Bakarsýn þer´i bir mesele hakkýnda
kendisine soru sorulur. Uyanýk olan müftü karineler yoluyla bu sorudan maksadýn ne olduðunu,
nereye varýlmak istendiðini, hangi fasit garaz ve hedefe ulaþýlmak istendiðini bilebilir. Biz benzeri
meselelere çoðu kez þahit olduk.
Netice olarak müftünün gafil olmasýnýn bu zamanda büyük zararlarý doðuracaðý kesindir. Soruyu iyi
anlamasý, cevabý verirken cevabýnýn hangi hedeflere yönelik olduðunu da tartmasý önem kazanýr.
«Hür olmasý þartý yoktur ilh...» Çünkü müftü hadis rivayet eden kiþinin durumuna benzer. Þahit ve
kadý gibi deðildir. Dolayýsýyla lehinde þahadeti kabul edilmeyen yakýn akrabalarýna fetvasý sahihtir.
Ama kadý olduðu taktirde onlar için hüküm vermeye yetkili deðildir.
«Dilsiz olan kiþinin fetvasý sahihtir ilh...» Yani eðer iþareti anlaþýlýr þekilde ise. Hatta konuþan bir
kiþinin anlaþýlýr mahiyette olan iþareti ile amel etmek dahi caizdir. Nitekim Hindiye´de böyle ifade
edilmektedir. Musannýfýn genel bir þekilde bu ifadeye yer vermesi de bunu göstermektedir. Çünkü
musannýf, «iþareti ile iktifa edilir» demektedir. Tahtavi.
«Sahih olun görüþe göre onun hakim olmasý sahihtir ilh...» Çünkü dava açanla, aleyhinde dava
açýlan kiþiyi (davalýyla davacýyý) fark edebilecek durumdadýr. Bir rivayete göre ise caiz deðildir.
Çünkü ikrarý yeteri kadar duyamamakta, dolayýsýyla insanlarýn hakkýnýn zayi olmasý ihtimali ile karþý
karþýya bulunmaktadýr.
Tamamen saðýr olan kiþi ise, kadý olduðu taktirde, hüküm vermeye yetkili bulunmamaktadýr.
Vehbaniye þarihi de meseleyi bu þekilde tafsil etmiþ, müftülükte de durumun ayný olmasý
gerektiðini söylemiþtir. Eðer ikisi arasýnda bir fark vardýr denecek olursa, mesela müftü fetvanýn
suretini okur, cevabýný yazabilir. Dinlemeye ve meseleyi duymaya ihtiyaç hissetmeyebilir, diye bir
itiraz vaki olursa cevaben derim ki, fukahanýn zahir ifadelerinden anlaþýlan da kadýnýn mahkemede
bununla iktifa edememesi, halbuki hasýmlarýn cevabýnýn ona yazýlý olarak verilmesi mümkündür.
Müftüde de durum böyledir.
Ancak ikisi arasýnda fark olmasý gerekir. Çünkü hükümde belirli sigalarla sahih davadan sonra
ifade kullanarak kararý açýklamasý gerekir. Bu da ihtiyatý gerektirir. Müftüdeki durum bunun
hilafýnadýr. Çünkü onun görevi þer´i olan bir hükmün ifadesidir. Velevki bu ifade iþaretle de olsa,
kendisinin duymasý þart deðildir. Menih isimli eserden özetle bunlarý nakletmeye çalýþtýk.
Ben derim ki: Eðer kendisine yazý ile soru tevcih edilir o da buna binaen yazýlý cevap verecek
olursa, bununla amel etmek caizdir. Eðer bu kimse fetvaya ehil, fetva vermek üzere devlet
tarafýndan görevlendirilmiþ ve insanlarýn ekseriyetinin fetva sormak için bu kimseye geliyorlar ise,
o zaman bunun verdiði fetva ile amel etmek caiz olur. Buna göre iyi duyan bir kimse olmasý þarttýr.
Çünkü her soran kiþinin sorusunu yazýlý olarak sormasý mümkün olamamakta, bazan iki hasým iki
tarafta huzura gelmektedirler. Birinin lehindeki veya aleyhindeki ifadeleri müftü duyamadýðý taktirde
ancak duyduðu bazý ifadelere dayanarak fetva verme durumu ile karþý karþýya bulunmakta,
dolayýsýyla hasmýn (diðer tarafýn) hakkýnýn zayi olmasýna yol açacaðýndan onun da duyan kiþi
olmasý þartý getirilmektedir.
Biz bunlarý çoðu kez müþahade ettik. Bu durumda olan aðýr iþiten veya hiç iþitmeyen kiþilerin
genelde müftü olmayacaðý hususunda hiç tereddüde düþmemek gerekir. Çünkü böyle bir makamda
olan kiþilerin cevabý, kadý tarafýndan da benimsenecek ona göre hüküm verilecektir. Anlaþýlamadýðý
takdirde bunun üzerine tereddüp edecek zararýn menfaatinden daha çok olacaðýndan böyle
kimselerin müftü olarak tayin edilmeleri uygun olmamaktadýr.
«Kadý da fetva verir ilh...» Zahiriye´de bu konuda, «Kendisine dava için müracaat etmeyen herhangi
bir kiþiye kadýnýn fetva vermesinde bir beis yoktur. Ama kendisine herhangi bir konuda davalý veya
davacý olarak müracaat eden iki hasýmdan birine dava konusunda fetva veremez.» denmektedir.
Bahýr. Hülasa´da kadýnýn (hakim) fetva verip veremeyeceði konusunda birkaç görüþün olduðu
beyan edilmekte, sahih olan görüþe göre kaza meclisinde ve o meclisin dýþýnda da olsa ibadet ve
muamelatla ilgili konularda fetva vermesinde bir beis yoktur. Bu ifadeyi kendisine herhangi bir
davada hasmý için müracaat edenlerin dýþýnda olan kiþilere hamletmek gerekir. Bu do Zahiriye´deki
ifadeye uygun düþmesi bakýmýndan gereklidir. Bu sebebten bu eserde o görüþ muteber kabul
edilmiþ, bununla iktifa edilmiþtir. Menih.
Þarih bu iki ifade arasýný yukarda beyan ettiðimiz uyum þeklinde açýklamaya çalýþmýþ, sonuç
itibariyle ayný olduðu kararýna varmýþtýr. Hakim´in Kafi isimli eserinde, «Kaza meclisinde kadýnýn
hasýmlardan herhangi biri için fetva vermesini hoþ karþýlamam. Çünkü diðer hasým verilen fetvaya
muttali olup baþka yollardan doðruyu söylemekten sakýnabilir, kaçýnabilir. Bunu önlemek için
mecliste hasýmlardan biri için fetva vermesini uygun görmüyorum.» denmektedir.
«Kadý da müftü gibi mutlak olarak Ebu Hanife´nin kavli ile amel eder ilh...» Bu görüþünde Ebu
Hanife´yi talebelerinden biri desteklesin veya desteklemesin durum aynýdýr denmekte ise de bir fasýl
sonra ve ondan önce geleceðine göre davayý yürütme ile ilgili meselelerde daha fazla tecrübesi
olmasý bakýmýndan fetvanýn Ebu Yusuf´un kavli ile olacaðý belirtilmektedir.
«Daha sahih olan görüþ de budur ilh...» Yani müftü ve kadý birinci derecede Ebu Hanife´nin daha
sonra Ebu Yusuf´un daha sonra Ýmam Muhammed´in daha sonra Züfer´in ve Hasan Ýbn-ü Ziyad´in
kavilleri ile bu dereceye göre amel eder, onlarla fetva verir. Bu kavlin mukabili olarak Havi´den
naklen bu ifade aynen Camiü´l-Fusuleyn´de de mevcuttur. Ebu Hanife´yle birlikte iki talebesi Ebu
Yusuf ve Ýmam Muhammed´den biri onunla birlikte olduðu taktirde yani ayný görüþü paylaþtýklarý
zaman Ebu Hanife´nin kavli ile amel edilir. Eðer talebeleri Ebu Yusuf´la Ýmam Muhammed Ebu
Hanife´ye görüþünde muhalefet ederler, onunla ayný görüþü paylaþmazlarsa, bu durumda bir kavle
göre durum aynýdýr. Yani Ebu Hanife´nin kavli ile fetva verilmesi gerekir. Diðer bir kavle göre ise
müftü veya kadý muhayyerdir. Ýsterse Ebu Hanife´nin kavli ile, isterse talebeleri Ebu Yusuf´la Ýmam
Muhammed´in kavli ile amel edilir.
Ancak ihtilaf zamanla ilgili bir meselede ise, yani fetvanýn deðiþmesi, zamanýn deðiþmesinden
kaynaklanýyor ise, mesela Ebu Hanife þahitlik yapacak kiþilerin zahiri durumlarýyla iktifa edip
haklarýnda bir soruþturmaya gerek duymamakta, talebeleri Ebu Yusuf´la Ýmam Muhammed zahirî
adaletle iktifa etmeyip þahitler hakkýnda aleni ve gizli soruþturma yapýlmasý gerektiðini
söylemektedirler. Yine istisna edilebilecek meselelerden biri de müteahhir ulemanýn ittifakla kabul
ettiði, Ebu Hanife´nin ise kabul etmediði meselelerdeki muamele, yani aðaç yetiþtirmedeki ortaklýk
veya ekimindeki müzaraa dediðimiz ortaklýk konularýnda hüküm ve fetva Ebu Hanife´nin talebeleri
olan Ebu Yusuf´Ia Ýmam Muhammed´in kavline göredir. Dolayýsýyla müftü ve kadý onlarýn görüþünü
benimser.
«Nehr´in ibaresi ise þöyledir ilh...» Yani Ebu Hanife, daha sonra Ebu Yusuf, daha sonra Ýmam
Muhammed daha sonra Ýmam Züfer ondan sonrada Hasan Ýbnü Ziyad Lü´lüi´nin kavli ile bu
sýralamaya göre amel edilir fetva verilir demektedir. Zira Hasan Ýbnü Ziya Lü´lüi´nin ilmi derecesi,
görüþlerine itibar ve itimat Ýmam Züfer´den sonra gelmektedir. Bu ifade ise musannýfýn benimsediði
ifadenin tersinedir. Çünkü Ýmam Züfer´le Ýmam Hasan Ýbn Ziyad Lü´lüi´nin ayný derecede olduðunu
kabul etmiþtir. Dolayýsýyla musannýfýn ibaresi bütün fýkýh kitaplarýnda meþhur olan görüþe göredir.
Nehir sahibi ise bu görüþü deðil Hasan Ýbn Ziyad´ýn Züfer´den sonraki bir derecede olduðu
görüþünü benimsemektedir.
«Havi isimli eserde ise þu görüþ daha sahihtir denmiþtir ilh...» Yani Kutsiye ait Havi isimli eserde
þöyle denmektedir: «Ebu Hanife ile talebeleri Ebu Yusuf ve imam Muhammed ayrý görüþlerde
olurlarsa bu durumda iki görüþten birinin tercih edilmesinde delil hangi tarafý destekliyor, hangi
tarafýn delili daha kuvvetli görünüyor ise onu benimsemek, onunla amel etmek gerekir. Zira hükmü
ortaya koyan çýkaran delildir. Hüküm delilden alýnmaktadýr. Bu sebeple hangi tarafýn delili daha
kuvvetli görülüyor ise onunla amel edilmesi gerekir. Tabiki bu da deliller arasý tercih yapabilecek
durumda olan kiþiler için geçerlidir.
«Birinci görüþ daha kuvvetli görülmektedir ilh...» Çünkü Havi´de biraz önce zikredilen görüþ ayet ve
hadislere muttali olan, onlarýn delalet etmiþ olduðu hükümlerin kuvvet derecesini idrak eden
kiþilere mahsustur. Kendisinde deliller arasý tercih yapma melekesi olan, direk onlardan hüküm
çýkarma imkanýna sahip olan kiþiler için durum böyledir. Bu da mutlak müctehidler içindir veyahut
mezhep içerisinde müctehit olan kiþiler içindir. Birinci görüþ ise bunun hilafýnadýr. O deliller arasý
tercih yapamayan, müctehit olmayan. ancak hazýr malzeme olarak hükümleri bulan kiþilerin
yapacaklarý birinci derecede Ebu Hanife´nin kavli, daha sonra Ebu Yusuf´un kavli daha sonra
ilaahirihi bu þekilde devam eder denmektedir.
«Müftü veya kadý istediði görüþü almakta muhayyer deðildir, ancak müctehid olduðu taktirde
muhayyerdir ilh...» Yani yukarda saydýðýmýz o tertibe muhalefet etmek doðru deðildir. Ancak
kendisinde delillere ýttýla imkaný olan, deliller arasý tercih yapma istidadý bulunan kiþiler için iki
görüþten birim seçme muhayyerliði vardýr. Bu son duruma göre birinci görüþ Havi´deki ifadeye irca
edilmiþ olmaktadýr. Þöyle ki, müctehid müftülerde itibar deliledir. Delil kuvvetli görüldüðü taktirde o
görüþle amel etmesi gerekir.
Her ne kadar Havi´nin susmayý tercih ettiði bu konuda tafsilat var ise de sonuçta iki görüþ ittifak
halindedir. Þöyle ki, mezhepte müctehid olan ulemanýn, tercihine muhatab olan kiþiler hakkýnda
sahih olan görüþ, o sýrayý takip etmemesi mutlak bir þekilde Ebu Hanife´nin kavli ile amel etmesi,
fetva vermesi gerekir, sözü bunlar için geçerli olmamaktadýr. Zira onlarýn delillere bakarak delilleri
kuvvetli olan görüþü diðerlerine tercih etmesi gerekir. Bizim de uyduðumuz benimsediðimiz onlarýn
tercih ettikleri, mutemet (muteber) görüþ olarak benimsedikleri kavillerdir. Mesela onlarýn
hayatlarýnda fetva verdikleri görüþler ne ise, bizde onlarý tercih ederiz, Nitekim þarih kitabýnýn
baþýnda bununla ilgili olarak âllame Kasým´dan bazý tahkikler beyan etmiþti.
Yine biraz sonra Mültekat isimli eserden naklen þu ifadelere de yer verilecektir: «Eðer kadý veya
müftü müctehid deðil ise, onlarý taklit etmesi ve onlarýn görüþlerine uymasý gerekir. Bunlarýn
hilafýna hüküm verdiði taktirde kadý´nýn verdiði hüküm nafiz olmaz, geçerli sayýlmaz. Ýbn-i Þelebi´nin
Fetava isimli eserinde Ebu Hanife´nin görüþünden ancak daha sonra gelen Ashabý tercih dediðimiz
ulemanýn sarih bir ifade ile fetva baþkasýnýn kavline göredir dedikleri zaman onun kavlinden
vazgeçilerek fetva verilir, onunla amel edilir. Bu ifade ile de Bahýr isimli eserde ilerî sürülen bazý
hususlar kendiliðinden düþmüþ olur ki orada bizim için gerekli olan baþta Ebu Hanife´nin kavli ile
fetva vermektir. Her ne kadar ulema fetva onun hilafýna deseler de.»
Bu görüþ biraz önce belirttiðimiz gibi pek muteber sayýlmamaktadýr. Nitekim Bahýr üzerine haþiye
yazan Hayreddin Remli itiraz etmiþ ve özetle þöyle demiþtir: «Müftü hakikatte müctehid olan kiþidir.
Müctehit olmayan müftü ise daha önce verilmiþ fetvalarý nakleden kiþidir. Nasýl olur da Ebu
Hanife´nin kavli ile fetva vermek bize vacip olur? Her ne kadar ulema fetvanýn onun görüþü
hilafýnadýr deseler de biz onlarýn fetvalarýný naklettiðimize göre fetva verilen görüþ hangisi ise
onunla amel ederiz.»
Bu meselelerin tamamý ve geniþ bir þekilde izahý manzum olarak yazdýðýmýz Resmýl Müftü adýný
verdiðimiz ve üzerine de þerh yazdýðýmýz risalemizde geniþ bir þekilde açýklanmýþtýr. Oradaki
ifadelerden bazýlarýný haþiyemizin baþýnda nakletmeye çalýþtýk.
«Mukallit durumda olan kiþi mezhebince muteber ve mutemet olan görüþe ters düþerse ilh...»
Velevki bu mesele Ebu Hanife´nin görüþüne muvafýk olmasýn. Daha sonra gelen alimler, «Mezhepte
muteber ve mutemet olan görüþ budur.» dedikleri taktirde Ebu Hanife´nin görüþüne uyup
uymamasýna bakýlmaksýzýn onunla hüküm vermesi gerekir. Aksi halde hüküm geçerli
sayýlmamaktadýr.
«Fukahanýn görüþ kadýya aittir dedikleri her yerde ilh...» Ben derim ki müctehid olan kadýlar
kasdedilmektedir. Bu meseleleri yani kadýnýn görüþüne terfiz edilen meseleleri Eþbah isimli eser
onbir olarak saymakta, onun üzerine haþiye yazan Hayreddin Remli ise bunlara ondört mesele daha
ilave etmektedir. Bunlarý Hamevi, haþiyesinde zikretmiþtir. Musannýfýn torunu Muhammed Ýbn-i
Salih´e ait bu konuda bir de risale bulunmaktadýr. Bu risalede hakimin kendi görüþüne dayanarak
hüküm vereceði meseleler açýklanmaktadýr.
Ancak oradaki hakimin mutlak müctehid bir hakim olduðu meselesi üzerinde tereddütler de
bulunmaktadýr. Nitekim bunlarla ilgili meseleler ilerde «Münasip gördüðü þekilde onu
hapsedebilir.» ifadesi açýklanýrken zikredilecektir.
«Hakim müctehit olduðu taktirde görüþlerden herhangi birini benimseyerek vermiþ olduðu hüküm
geçerlidir ilh...» Bu müctehid olan hakimler ve kadýlar içindir. Ama mukallit mertebesinde olan
kadýlarýn mezhepte muteber olan görüþle amel etmesi gerekir. O meselede bir ihtilafýn olduðunu
bilsin veya bilmesin, ulemanýn fetva için seçtiði görüþlerle amel etmesi gerekir. Meselenin
devamýna, «Hakime bir hüküm iletildiði taktirde yani baþka bir hakimin verdiði hüküm iletildiði
getirildiði taktirde onu uygular» ifadesi açýklanýrken daha da açýklýk getirilecektir.
«Hakim bir konuda tereddüt ederse ilh...» Hindiye´de bu konuda eðer hakimin içtihadý, müctehid
olduðu taktirde bir noktada tebarüz etmeyecek olursa, mesele hala ihtilafýný sürdürüyor ise,
zamanýnda bulunan diðer fakihlere meseleyi yazý ile bildirir, onlarla istiþarede bulunur. Bu da
eskiden beri devamedegelen bir adettir, gelenektir.
Onlarýn görüþleri bir noktada birleþtiði taktirde onunla amel eder. Bu da görüþü onlarýn görüþüne
muafýk olacak olursa. Eðer kendisi de yukarda belirttiðimiz gibi görüþ beyan edecek ehli içtihadtan
biri ise hükmü o istikamette uygulamaya koyar. Eðer onlar da ihtilaf edecek olurlarsa kimin daha
çok isabet etmiþ olduðu hususunda araþtýrma yapar. Eðer kendisi de bu araþtýrmalara ehil biri ise.
Yok deðil ise, daha fakih olan, daha müttaki olan kiþinin görüþü ile amel ederek hükmü uygular
demektedir. Tahtavi.
«Kanaatine göre hangisi daha doðru ise onunla hüküm verir ilh...» Yani ulema ile istiþare ettikten
sonra içtihadýnýn ve görüþünün hangi istikamette olduðu belirlenecek olursa, onunla hüküm verir.
Bu ifade de yukarda söylediðimiz hakimin eðer bu konuda bir görüþü yoksa meselesine ters
düþmemektedir. Çünkü istiþareden sonra muhakkak ki onda da bir görüþ meydana gelecek,
bunlardan birini tercih edecektir.
«Ancak diðeri kendisinden daha fakih ise ilh...» O taktirde kendi görüþünü terk edip o daha fakih
olan müftünün görüþü ile amel etmesi caiz görülmektedir. Ancak bu da kendi görüþünü
beðenmediði taktirde böyledir.
Hindiye´de Muhit´ten naklen «Hakim bir kiþi ile istiþare etse, yeter, «Eðer görüþü onun görüþüne
ters olacak olur ve onun kendisinden daha fakih, daha meziyetli olduðu kanaatine varacak olursa
bu durumda ne yapar.» meselesinin hükmü burada zikredilmemiþtir.
Hududla ilgili bölümlerde o alim olan kiþinin görüþü ile hüküm verdiði taktirde caiz olacaðý
kanaatindeyim. Eðer kadý (hakim) kendi görüþünü zayýf bulmaz, delillere uygun olduðu kanaatine
varacak olursa, o zaman kendi görüþünü terk etmesi gerekmez ve görüþüne muhalif gelen fetva ile
hüküm vermesi mecburiyeti hasýl olmaz. Çünkü müctehid olan hakim baþkasýný taklit edemez.
«Görüþ sorduðu taktirde toplu halde bir görüþ üzerinde kanaat belirtilirse ona uymasý gerekir ilh...»
Bu da yukarda belirtildiði gibi bir konuda ittifak halinde olduklarý taktirde böyledir. Eðer onlar da
ihtilaf etmiþler ise, yine yukarda belirtildiði gibi, onun kanaatine göre hem fakih (bilgili) olan, hem
müttaki olanýn görüþü ile amel eder. O görüþ istikametinde hükmü uygular.
Fetih´te bu konuda þöyle demektedir: «Bana göre kalben meyletmediði görüþ ile de amel etse
caizdir. Çünkü onun meyledip etmemesi eþittir. Üzerine düþen müctehit olan bir imamýn görüþünü
taklit etmek, o hükmü benimsemektir. O da o hükmü uygulamýþtýr. Müctehid görüþünde isabet
kaydetsin veya hata etmiþ olsun, ondan sorumlu deðildir.
Ben derim ki: Bunlar müftülerin müctehit olmalarý ve hükümde ihtilaf etmiþ olmalarý halindedir.
Benzeri durum aynen mukallit olan kiþiler için de geçerlidir. Kitaplarda hangi görüþün tercih
edildiði, hangi görüþün daha muteber olduðu açýkça belirtilmemiþ ise veya görüþler tercih edilmiþ
ama aksi istikametlerde tercihle karþý karþýya geldiði taktirde, durum aynen yukardaki gibidir.
Olmadýðý taktirde günümüzde vacip olan, tercih konusunda ittifak ettikleri görüþe uymasý gerekir
veya zahirur rivaye ne ise ona uymasý gerekir veyahut Ebu Hanife´nin kavli ile amel ederek o
istikamette uygulamaya girmesi gerekir. Veya benzeri tercih sebeplerinden herhangi biri ile
karþýlaþacak olursa o tercih edilen kavli benimseyerek onunla amel eder. Niitekim kitabýmýzýn
baþýnda yukarda adý gecen risalemiz ve þerhinde bunlarla ilgili geniþ açýklamalara yer verilmiþtir.
Ynt: Kaza By: neslinur Date: 09 Þubat 2010, 15:24:08
METÝN
Zahirur rivayeye göre verilen hükmün geçerli sayýlmasý için þehir veya þehir hükmünde olan bir
yerde olmasý þarttýr. Nevadurul rivayeye göre þart deðildir. Buna göre köylerde verilen/hükümler ve
hakimin velayetinin dýþýnda (yetki alanýnýn dýþýnda) olan bir akar hakkýnda verilen hüküm sahih olan
kavle göre geçerlidir. Hülasa. Fetvada bu görüþe göredir. Bezzaziye.
Hakim olmasýný rüþvetle saðlamýþ ise ve bu rüþveti devletin en yüksek kademesinde olan sultana
veya onun haþiyesi olan kiþilere sultanýn bilgisi altýnda vererek elde etmiþ veya bazý vasýtalar ile
elde etmiþ ise -ki Camiü´l Fusuleyn Fetavayý Ýbn-ü Nüceyn´de böyle nakledilmiþtir- veya hakim
kendisi rüþvet alýr veya onun bilgisi dahilinde avenesi alýrsa. Þurumbulaliye´nin ifadesine göre bu
durumda olan hakim hüküm verse dahi hükmü geçerli deðildir.
Kendisini tayin eden kiþiye ayda belirli bir meblaðý ödemeyi üstlenir, o da buna karþýlýk o bölgenin
hakimliðini ona verirse caiz deðildir. Fetava el Musannýf. Ancak Fetih isimli eserde «Tavassut ve
vasýta ile hakimlik mesleðini alan kiþi, hizmet vermek için alan kiþiye benzemektedir. Rüþvet
yoluyla alan kiþi gibi deðildir.» denilmektedir. Benzeri mesele Bezzaziye´de de biraz farklý olarak
zikredilmiþtir. Orada, «Her ne kadar vasýtalar yolu ile böyle bir görevi istemesi helal olmuyor ise
de.» denmektedir.
Hakim göreve baþlarken adil olarak baþlasa, rüþvet almasý veya baþka sebeblerden dolayý fasýk
olsa -burada rüþvet kelimesi çoðu kez vuku bulduðu için özellikle zikredilmiþtir- bu kadý azle
müstehaktýr. Görevden alýnmasý yetkililer üzerine vaciptir. Diðer bir kavle göre görevden alýnmaya
gerek yoktur, kendiliðinden azledilmiþ sayýlýr. Fetva da buna göredir. Ýbni Kemal. Ýbni Melek.
Nevadir´den naklen Hülasa isimli eserde, «Hakim fasýk olsa veya irtidad etse (dinden çýksa) veya
gözleri kapansa daha sonra durumunu düzeltse veya gözleri açýlsa eski görevine devam eder.
Ancak fasýk iken veya diðer hallerde iken hüküm vermiþ ise o hükmü batýldýr, geçerli deðildir.»
denilmiþtir. Bahýr´da da bu görüþ benimsenmiþtir. Fetih´te ise, «Fukahanýn, emir ve sultan gibi
kimselerin fasýk olmalarý sebebi ile azl olunmayacaklarý üzerinde ittifak etmiþlerdir. Çünkü bu
görevler güç ve kuvvete bina edilir.» denmektedir. Ancak Haniye isimli eserin dava bölümünün baþ
tarafýnda, «Vali kadý gibidir.» denmiþtir.
ÝZAH
«Zahiru´r Rivayeye göre ilh...» Hanefi mezhebinde Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve Ýmam Muhammed´in
görüþlerinin Ýmam Muhammed tarafýndan altý kitapta derlenmesi ve bu kitabýn günümüze kadar
meþhur veya mütevatir bir þekilde nakledilmiþ olmasý sebebiyle en kuvvetli görüþler olduðundan
bunlara Zahiru´r Rivaye denmektedir. Bahýr isimli eserde «Zahiru´r Riyave´ye göre hükmün þehir
veya þehir hükmünde olan yerde verilmiþ olmasý þart deðildir. Köylerde ve daha küçük bölgelerde
verilen hükümler de sahihtir. Fetva da Bezzaziye´de olduðu gibi bu görüþe göredir.» denmektedir.
Bununla da her iki gö´´üþün Zahiru´r Rivaye´ye isnat edildiði anlaþýlmaktadýr. Remli. Ancak bu görüþ
tartýþýlabilir.
«Akarda ise ilh...» Bahýr´da yine bu konuda, «Dava açan kiþilerin hakimin bulunduðu bölgeden
olmalarý þart deðildir. Özellikle dava konusu borç ve menkul mallarda ise. Ama hakimin yetki
bölgesinde olmayan bir akar konusunda açýlan davada sahih olan kavle göre hakimin bu davaya
bakmasýnýn ve hüküm vermesinin caiz olduðu istikametindedir. Hülasa ve Bezaziye isimli eserlerde
de bu görüþ benimsenmiþtir. Bunun tersini anlama dikkat et, aksi halde hataya düþersin.»
denilmiþtir.
Rüþvet ve hediye ile ilgili özel meseleler
«Hakimlik görevini rüþvetle alan kiþi ilh...» Rüþvet kelimesi rüþvet ve raþvet þeklinde söylenebilir.
Misbah isimli lügat kitabýnda rüþvet þeklinde zaptedilmiþ ve kiþinin hakime veya bir baþkasýna
lehinde hüküm vermek için veya istediðine ulaþabilmek için vermiþ olduðu þey diye tarif edilmiþtir.
Fetih´te rüþvetin dört bölümde inceleneceðine yer verilmiþ, dört kýsým olduðu da söylenmiþtir.
Bunlardan biri alana ve verene haram olan rüþvettir. O da valilik, emirlik, hakimlik almak için verilen
rüþvettir. Ýkincisi, bir kimsenin lehinde hüküm vermek için hakimin rüþvet almasýdýr. Onun hükmü
de aynýdýr, yani haramdýr. Velev ki verdiði hüküm doðru da olsa. Çünkü doðruyu bulup çýkarmak o
istikamette hüküm vermek onun görevidir. Görevine karþý rüþvet almasý kesinlikle haramdýr.
Üçüncüsü, daha üst kademede iþini görmek üzere birinden bir mal almasý veya ona bir menfaat
saðlamasý için rüþvet almasý, yüksek kademede ki memurlarýn amirlerin verebilecekleri zararý
bertaraf etmesi için ona mal para vermesidir. Bu da ancak alan kiþi için haramdýr. Bunun helal
olmasýnýn yolu ise bu iþini görmek ve takip etmek için onu belirli günler karþýlýðýnda ücretle
tutmasýdýr. Bu durumda o kimsenin mesaisi (iþleri) onu tutan kiþiye ait olacaðýndan amirlere
(sultana) belirli bir iþ için göndermesi sahih görülmektedir.
Yine kaza bahsinde hediyeler de kýsýmlara ayrýlmýþ bu da hediyelerden bir kýsým olarak mütalaa
edilmiþ ve þöyle denmiþtir: «Birbirlerine olan sevgilerinin artmasý, dostluðun pekiþmesi için
hediyeleþmeleri her iki taraf için helaldir. Ama haksýz olduðu bir konuda kendisine yardýmcý olmasý
için yapýlan hediye her iki taraf için de haramdýr. Kendisine gelebilecek bir zulmü ve bir zararý
önlemesi için vermiþ olduðu hediye ise yalnýz alan kiþi için haramdýr. Bunun helal olmasý için çare,
yukarda zikrettiðimiz meseledir.»
Yine ayný bölümde devamla, «Eðer bu hediye verilirken þartlý olarak verilirse hüküm böyledir. Ama
þart koþulmadan verilecek olursa karinelerle sultan veya baþkan nezdinde ona yardýmcý olmasý için
hediye ettiðini yakýnen bilirse ulemamýz böyle bir hediye verilmesinde bir beis olmadýðýný
söylemiþlerdir. Eðer ihtiyacýný þart koþmaksýzýn ve ondan bir þey beklemeksizin giderir o da buna
karþýlýk daha sonra bir hediye getirirse o helaldir, alýnmasýnda bir beis yoktur.
Ýbn-i Mesut´tan mekruh olduðuna dair nakledilen ifade takva ve vera gereði olsa gerektir.»
denilmiþtir.
Dördüncüsü ise parayý verdiði kiþinin zulmünden ve onun yapacaðý bir kötülükten korktuðu için
kendisine bir miktar para veya mal verecek olursa, bu durumda yalnýz kendi nefsi ve aile efradý için
korkmasý þart deðil, malý için korkmasýnda da durum yine aynýdýr. Bu durumda verilen, veren kiþi
için helal, alan kiþi için haramdýr. Çünkü herhangi bir müslümana karþý meydana gelecek zararý
önlemek vaciptir. Buna mukabil bir mal almakta caiz deðildir. Çünkü üzerine düþen görev karþýlýðý
para almasý caiz deðildir. Fetih´teki ifadeler özetle bundan ibarettir.
Kýnye isimli eserde, «Rüþvet olarak verilen paranýn veya malýn iade edilmesi vaciptir. Çünkü alan
kiþi ona malik olamaz.» denilmektedir: Yine ayný eserde, «Kadýya veya bir baþkasýna haram bir mal
verilse, önemli bir durumu islah etmesi için verse, o da islah etse, daha sonra alan aldýðýna nadim
olsa geri vermesi gerekir.» denilmiþtir. Meselenin tamamý Bahýr´dadýr.
Ýlerde kadýya, müftüye veya devlet memurlarýna valiye veya hükümet temsilcilerine verilen
hediyelerin hükmü açýklanacaktýr.
«Devletin en üst kademesindeki bir memura hakimlik görevini tevdi etmek için rüþvet verse ilh...»
Yaný hakým vazife alabilmek için bu görevi veren kiþiye veya bir baþkasýna rüþvet vererek bu görevi
alacak olursa hüküm yukarda belirtildiði gibidir. Nitekim Bezzaziye´den naklen Bahýr´da da böyledir.
«Veya hakim hükmü esnasýnda rüþvet alsa ilh...» Uygun olan bu ifadenin buradan kaldýrýlmasýdýr.
Çünkü daha sonra bu konuda söyleyeceði «Adil olarak göreve baþlayýp rüþvet almasý ile fasýk
duruma düþerse» meselesinde bu hüküm beyan edileceðinden burada zikredilmesine gerek yok idi.
«Rüþvet olarak veya rüþvet vererek görev alan kiþinin hüküm vermesi halinde verdiði hüküm
geçerli olmaz ilh...» Bu ifadede rüþvet vererek görev alma ile göreve geldikten sonra rüþvet almanýn
hükmü sanki eþitmiþ gibi görünmektedir. Halbuki hakimlik görevini rüþvet vererek alan kiþinin
hakimliði sahih olamamakta, verdiði hüküm de geçerli sayýlmamaktadýr. Nitekim Kenz isimli eserde
bu þekilde ifade edilmiþtir. Adý geçen kitabýn þerhi Bahýr isimli eserde sahih olan da budur
denmiþtir. Bahýr´da devamla, «Hüküm verse de verdiði hüküm geçerli olmaz. Fetva da buna
göredir.» denmiþtir. Benzeri ifadeler Ýmadiye´den naklen Dürer´de de yer almýþ bulunmaktadýr. Ama
bütün þartlarýn kendisinde bulunmasý nedeniyle göreve getirilmiþ, göreve geldikten sonra henüz
hüküm vermeden rüþvet almýþ veya hüküm vermiþ, daha sonra rüþvet almýþ ise -Fetih´te olduðu
gibi- durum ne olur? Ýmadiye isimli eserde bu konuda üç görüþün olduðuna yer verilmiþtir. Bir
görüþe göre verdiði hüküm gerek rüþvet aldýðý konuda gerek baþka konularda olsun geçerlidir.
Diðer bir rivayete göre ise rüþvet aldýðý konuda geçerli deðil, diðer konularda geçerlidir. Serahsi de
bu görüþü benimsemiþtir. Diðer bir görüþe göre ise, her ikisinde de hükmü geçerli olmaz, yani
rüþvet aldýðý konuda ve baþka konuda hüküm geçerli olmaz. Birinci görüþ Bezdevî tarafýndan
benimsenmekte, Fetih´te de bunun daha uygun olacaðý söylenmektedir. Çünkü hak ve doðru olarak
hüküm vermesi halinde ancak rüþvet almakla fasýk olmuþ olur. Bu da Ýmam Bezdeviî´nin «Fasýk
olmasý onun azlini gerektirmez» görüþünden kaynaklanmakta, dolayýsýyla onun hakim olarak
göreve devam etmesi ve verdiði hükmün geçerli olmasý gerekir. Neden geçerli olmasýn, ki fasýk
olmasý onun hüküm vermesine mani deðildir. Ancak bu konuda söylenebilecek, husus, rüþvet
aldýðý taktirde bütün mesaisini kendisi için yapmýþ olmaktadýr. Halbuki onun görevi hükümde
adaleti gerçekleþtirmek ve o konuda hakký arayýp bulmak, hüküm verirken de Allah rýzasýný
kastedmesi gerekmektedir.
Nehir´de Bahýr´a uyarak þöyle denmiþtir: «Görüyorsun ki bu fasýk olma durumu hükümde müessir
deðildir» sözü pek kabul edilir cinsten deðildir. Nasýl tesir etmez, nasýl müessir olmaz. Çünkü bu
rüþveti almakla kendisi için çalýþýr duruma gelmiþtir. Bunun için de Serahsi´nin görüþünün tercih
edilmesi gerekir. Yani o rüþvet konusu olan meselede geçerli deðil, onun dýþýndaki meselelerde
verdiði hüküm geçerlidir görüþü daha uygundur. Haniye´de fukahanýn þu konuda icma ettiðine yer
verilmiþtir: Rüþvet alacak olursa, rüþvet aldýðý konuda verdiði hüküm geçerli olmaz.»
Ben derim ki: Bu konuda icma vardýr sözü de geçerli olmasa gerektir. Çünkü Ýmamý Bezdevi bunun
hilafýný tercih etmiþtir. Onun bulunmadýðý bir icmaa icma denemez. Bezdevi´nin o görüþü
Fethü´l-Kadir´de de hoþ karþýlanmýþ, benimsenmiþtir. Zarurete binaen bilhassa günümüzde o görüþ
ile amel etmek gerekir. Aksi halde bu olayýn yaygýn olmasý sebebiyle bütün verilen hükümlerin
geçersiz sayýlmasý gerekir. Zira hiçbir hadisede hakimin mahsul adýný verdiðimiz rüþvet almadan
hüküm verdiðine rastlanmamakta, ancak bu bazan hükümden önce bazan da hükümden sonra
olmaktadýr. Buna göre eðer verilen hükümler caiz deðildir denecek olursa bu ana kadar verilmiþ
bütün hükümlerin tümünün iptal edilmesi gerekir, bu da mümkün olmamaktadýr.
Halbuki Nehir sahibinden naklettiðimiz ifadeye göre fasýk olan kiþinin hakim olmaya ehil olduðu
benimsenen bir görüþtü. Bütün hakimler de istenilen vasýfta adalet aranacak olursa, kaza
kapýlarýnýn kapanmasý gerekir. Ayný þeyin burada da tekrarý mümkündür. Ýlerde hakem konusunda
söyleyeceklerimiz buradakilere açýklýk getirecektir.
Hamidiye´de Cevahirul Fetva isimli eserden naklen þöyle denmekte: «Hocamýz ve imamýmýz
Cemaluddin Bezdevi ben bu konuda mütereddidim bir þey söylemeye muktedir deðilim. Özellikle
verdikleri hükümler geçerlidir diyemem. Çünkü iþlenen suçlar konu hakkýndaki bilgisizlik ve fazla
miktarda cüret beni onlarýn verdiði hükümlerin geçerli olmayacaðý sevkediyor. Öbür taraftan geçerli
deðildir de diyemiyorum çünkü zamanýmýz hakimlerinin hepsi böyledir. Davalarýn batýl olduðu
istikametinde fetva versem bütün verilen hükümlerin batýl olmasý gerekir. Burada tek söylenecek
söz mesele Allaha kalmýþ, onlarla bizim aramýzda hüküm verecek yine odur. Çünkü hakimler bizim
adil olan dinimizi ifsad etmektedirler. Hazreti Peygamber Aleyhüsselatu Vessellamýn bizlere teblið
ettiði o yüce dininden ve onun þeriatýndan ancak bize onlarýn davranýþlarý sebebiyle bir isim bir de
resim kalmýþtýr.» Bu, o günkü kadýlarla ilgili bir durumdur. Ya zamanýmýz kadýlarý hakkýnda ne
denir? Bugünküler onlarý aþmýþlar hatta aldýklarý rüþvetin helal olduðuna itikat ederek, helal
olduðunu sanarak almaktadýrlar. Gerekçe olarak ta «Sultan da bizden alýyor ve bize almamýz için
izin veriyor.» gibi batýl mesnetleri kendilerine mesnet kabul ediyorlar. Hatta bazýlarýndan Ebu
Suud´un bu konuda fetva verdiðini bile naklettiðini duydum. Zannedersem bu o büyük alime bir
iftiradýr. Bununla ilgili þahadet babýndan önce zikredeceðimiz meselelerle karþýlaþtýrmaný istiyorum.
Güç kuvvet yalnýz Allahtandýr, iltica yalnýz onadýr.
«Yine o kabildendir ilh...» Yani rüþvet yoluyla göreve gelme kýsmýndan sayýlýr. Buna zamanýmýzda
mukataa ve iltizam adý verilmektedir. Mesela bir bölgenin hüküm verme yetkisi bir kimseye tevdi
edilir, bir baþkasý da ona bir bölgede hüküm vermek üzere bir miktar para verecek olursa, daha
sonra mahsul adý altýnda aldýklarýnýn tümü de kendisine kalacak olursa bu durumda rüþvet yoluyla
göreve gelme demektir. Hayriye´de bu gibi kimseler hakkýnda nazmen ifade edildiðine göre,
bunlarýn dini bakýmdan inançlarýnýn bile zedelenmiþ olduðu söylenmektedir.
«Yalnýz Fetih isimli eserde ilh...» Bu ifade, vasýta ile göreve gelenlerin durumunun da ayný olduðu
söylenmiþ idi ona itiraz mahiyetinde, vasýta ile göreve gelenlerin durumu rüþvet yolu ile göreve
gelenlerin durumundan farklý olduðunu belirtmek için zikredilmiþtir.
«Adil iken göreve baþlayýp daha sonra rüþvet alarak veya baþka sebeplerle fasýk olsa ilh...» Yani
zina yapsa içki içse bunlar sebebiyle fasýk olan kiþinin görevden azledilmesi gerekir. Yetkililer
üzerine bunu görevden almasý vaciptir denmektedir.
«Çünkü rüþvet çoðu kez alýnan olmasý bakýmýndan ilh...» Çünkü kadýlarýn çoðunun fasýk olmalarý,
yoldan çýkmalarý, sapmalarý rüþvet kanalý ile olmaktadýr. Nehir.
«Bu tip kadý azle müstehaktýr ilh...» Mezhebin kabul ettiði zahir görüþ budur. Buharalý ve
Semerkantlý ulemanýn görüþleri de bu istikamettedir. Yani devlet baþkaný üzerine bunlarý azletmek,
görevden almak vaciptir. Camiü´l Fusuleyn´de de þöyle zikredilmiþtir: «Bir baþka rivayete göre adil
olarak göreve baþlayýp daha sonra fasýk olan kiþi, azle gerek kalmadan kendiliðinden otomatik
olarak azledilmiþ sayýlýr. Çünkü hakimliðe devam etmesi adaletinin devamý ile kayýtlýdýr. Adaleti zail
olunca görev de zail olur. Zira onu o göreve getiren kiþi, onun adil olduðuna inanarak, güvenerek,
adaleti sebebiyle getirmiþtir. Adaletin zail olmasýyla görev de zail olur.»
«Diðer bir görüþe göre kendiliðinden otomatik azlolunmuþ olur fetva da buna göredir ilh...» Bahýr
isimli eserde bunu naklettikten sonra, «Garip bir olaydýr. Mezhepte muteber olan görüþ bunun
hilafýnadýr» demektedir.
«Görevine devam eder ilh...» Fasýk olan, irtidad eden, gözlerini kaybeden daha sonra müslüman
olsa, adaleti tövbe ile yerine gelse, gözleri açýlsa görevine devam eder. Bu da Bezzaziye´den naklen
Bahýr´da zikredilen þu ifadelere ters düþmektedir: «Dört haslet vardýr ki hakim olan kiþide
bulunduðu taktirde azledilir. Duyma hissini, görme hissini, aklýný ve dinim kaybettiði taktirde kadý
görevden alýnýr.» Bundan sonra devamla «Vakaatý Hüsamiye isimli eserde fetva verilen görüþe göre
hemen irtidad etmesi ile otomatik hakimlikten düþmüþ olmaz çünkü insanýn müslüman olmamasý
iki rivayetten birine göre kadý olarak tayinine baþlangýçta münafi deðildir.» Daha sonra devamla,
«Bununla da yukarda söylenenlerin fetva verilen görüþün mukabili bir görüþ olduðu ortaya
çýkmaktadýr.» denilmektedir. Velvaliciye´de «Kadý irtidad eder veya fasýk olur, daha sonra islahý hal
ederse eskiden olduðu gibi görevine devam eder. Çünkü irtidad fýsýktýr. Fasýk olma ile otomatik
görevden düþmez. Ancak irtidat halinde verdiði hükümler batýldýr, geçerli deðildir.» denilmiþtir.
Ben derim ki:Velvaliciye´deki ifadenin zahirinden anlaþýldýðýna göre fasýk iken vermiþ olduðu
hükümleri geçerlidir. Bu da yukarda geçen ifadeye uygundur. Ancak fasýk olma ifadesiyle Hülasa´da
zikredilen «rüþvet yoluyla fasýk olma» kastedilirse o zaman hüküm deðiþik olmaktadýr.
«Bahýr´da da bu görüþe itimad edilmiþ o görüþ benimsenmiþtir ilh...»
Ayný eserde söylenenlerin özeti þundan ibarettir: Kadý fasýk olduðu taktirde görevden düþmez,
verdiði hükümleri geçerlidir. Ancak rüþvet yoluyla fasýk olduðu taktirde o zaman rüþvet aldýðý
olayda rüþvet sebebiyle o konuda vermiþ olduðu hüküm geçerli deðildir. Tarsusi bu konuda, «Azle
müstehaktýr diyenler, hükmünün sahih ve geçerli olduðunu kabul edenlerdir. Azledilmiþ sayýlýr
diyenler yani kendiliðinden azlolunur diyenler. verdiði hükümlerin batýl olduðunu söyleyenlerdir.»
demiþtir.
«Ancak Haniye´nin dava ile ilgili bölümünün baþ tarafýnda ilh...» Bu ifade Bahýr´da aynen
nakledilmektedir. Vali fasýk olduðu taktirde kadý mesabesindedir, azle müstahaktýr. Fakat otomatik
görevden düþmez, azledilmiþ olmaz. Gördüðüm kadarýyla bu da Fetih´deki ifadeye muhalif deðildir.
Sultan yani devlet baþkaný olan kiþi iki husus ile devlet baþkaný olur. Bahýr´da Haniye´den naklen bu
konuda þöyle denmektedir: «Devletin baþýnda sultan namý ile bulunan kiþi iki husustan biri ile
sultan olur. Bir ayan ve eþrafýn kendisine mubayaat etmesiyle, bir de hükmünün tebaa üzerinde
onun kahýr ve zulmünden korkulduðu için geçerli sayýlmasý ile. Eðer kendisine mubayaat edilmiþ ve
hükmü onlar hakkýnda aczinden dolayý geçerli deðil ise, sultan sayýlmaz. Mubayaa ile sultan olur,
daha sonra halka zulmederse. Eðer kahýr ve galebesi var ise, görevden azledilmiþ olmaz. Çünkü
azledilse yine kuvveti ve otoritesiyle o göreve devam edecektir. Baþka türlü mümkün olmamakta,
azledilir denmesi de bir faide saðlamamaktadýr. Ama gücü kuvveti de yok ise otomatik
azledilmiþ.görevden alýnmýþ sayýlýr.» Uygun olan burada ikinci ifadenin Feth´ül Kadir´deki ifadeye
uyum saðlamasý için daha sonra zikredilmesi gerekirdi. Oradaki ifade, güç ve kuvveti olan kiþinin
hükümden azlolunmayacaðý istikametindedir.
METÝN
Hakým olan kiþinin güvenilir, iffetli, akýl ve düþüncesine güvenilir, salah ve takvasýna itimat edilir,
anlayýþ kabiliyeti olan, sünnet ve Hazreti Peygamberden varit olan eserler hakkýnda bilgisi olan,
fýkhý bütün yönleri ile bilen kiþi olmasý gerekir. Müçtehit olmasý tercih sebebidir. Çünkü müctehid
her zaman olmasý mümkün olmamaktadýr. Ayrýca bazan belirli zaman dilimleri arasýnda ekseri
fukahaya göre müctehid bulunmayabilir, bulunmamasý da caizdir. Nehir. Dolayýsýyla avni âmm´l
olan kiþinin göreve getirilmesi sahihtir. Ýbni Kemal. Bu kiþi, baþkasýndan alacaðý fetvalarla
hükmünü verebilir.
Ancak Bezzaziye´nin bir bölümünde bulunan, «Müftü olan kiþi nakledilen meselede, vak´ada durum
ne ise ona göre fetva verir. Kadý veya hakým ise zahire göre hüküm verir.» ifadesi, cahil olan kiþinin
baþkasýndan alacaðý fetva ile hüküm vermesinin mümkün olmayacaðýna delalet etmektedir.
Dolayýsýyla kan davalarýnda, evlilik ve diðer konularda hüküm verme hakime ait olduðundan.
dindar, alim bir kiþi olmasý gerekmektedir ki, bu durumda olan kiþiler kibrit-i ahmer (kýymetli
maden) kadar nadirdir. Bu nadir maden nerde, ilim nerde?
Kadý hakkýnda yukarda söylenenler usul alimlerine göre, aynen müftü için de söylenir. Yani usul
alimlerine göre müftünün müctehid olmasý gerekir. Ama müctehitlerin kavillerini ifadelerini bilen
kiþi aslýnda müftü deðildir. Verdiði fetvalar, fetva deðil, bir önceki fetvayý nakilden ibarettir. Bu
görüþ aynen Kemal Ýbnül Hümam tarafýndan da benimsenmiþtir.
Ýnsan kadý olmayý kalben istememeli ve bu isteðini de diliyle ifade etmemeli. Hülasada görev
isteyen kiþi göreve getirilmez kendisine görev verilmez. Ancak ondan kadý olmaya layýk baþka biri
bulunmaz, yalnýz onun olmasý gerekirse veya vakýf konusunda mütevellilik onun için þort koþulmuþ
ise veya birinci kadý tarafýndan azlinin gerekçesiz ve sebepsiz yere olduðunu iddia edip görevine
dönmeyi istemesi hali müstesnadýr. Nehir. Þafii ve Maliki ulemasýndan nakledilen bir ifadeye göre,
bilinmeyen tanýnmayan meþhur bir alimin ilmini neþretmek üzere kadýlýða talip olmasý müstehaptýr.
ÝZAH
«Kadýnýn aþaðýdaki sýfatlarla muttasýf olmasý þarttýr ilh...» Kadý, þiddete kaçmadan otoriter, zafa
düþmeden yumuþak olmalýdýr. Çünkü hükmetme, müslümanlar için önemli bir olaydýr. Daha çok
bilen, daha kudretli olan, daha heybetli ve insanlar arasýnda daha çok maruf olan, insanlarýn ona
olan davranýþlarýna karþý daha sabýrlý olanlar, kadý olmaya daha layýk olanlardýr. Devletin birinci
kademesinde olan sultanýn bu sýfatlarý taþýyan kiþileri aramasý ve en evlâ olanýn, görevlendirmesi
gerekir.
Buna delil olarak Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellemin þu ifadeleri getirilmektedir: «Kim
ki bir insaný bir iþ baþýna getirir, o toplum içerisinde ondan daha evlâsý, o iþe daha layýký varsa,
Allaha ve Resulüne ve Ýslam toplumuna hýyanet etmiþ olur.» buyurmaktadýr. Bahýr. Benzeri ifade
Zeylai´de de mevcuttur. Burada «gerekir» ifadesinden anlaþýldýðý ve hadisi þerifin de delalet ettiði
gibi, devlet baþkanýnýn veya tayine yetkili olan kiþinin daha ehli dururken zayýflarý tayin etmesi
günahtýr.
«Güvenilir bir kiþi olmasý gerekir ilh...» Kadýnýn her hususta kendisine güvenilir bir insan olmasý,
afif olmasý, günahlardan sakýnan bir kiþi olmasý, kiþiliðini zedeleyen küçük düþürücü hadiselerden
sakýnmasý gerekir. Burada «güvenilir kiþi» olmasýndan maksat her bakýmdan mükemmel, aklý
baþýnda. kâmil, ehliyetli birisinin olmasý demektir. Hafif meþrep kiþiler veya akýl noksanlýðý olan
kiþiler, þerre meyyal ve þerden kaçýnmayan kiþilerin tayin edilmemesi gerekir.
Burada «salih» olarak geçen kelimeyi Ýmam Hassaf. «Hali mestur istediði suçlarla rezil olmuþ veya
þahsiyeti zedelenmemiþ, þüpheleri üzerinde toplayan biri olmamasý, istikamette olmasý, her
bakýmdan mükemmel, insanlara eza ve cefadan uzak, insanlar arasýnda en az kusur iþleyenlerden
biri olmasý, alkollü içki kullanmayan, kullananlarýn sohbetinde bulunmayan, afif insanlarý itham
etmeyen, yalan söylemeyen bir insan olmasý gerekir.» Bu sýfatlarý þahsýnda toplayan kiþi bize göre
ehli salahtan bir kiþidir.» demiþtir.
Sünnet hakkýnda bilgisi olmasý gerektiði ifadesinden maksat da Hazreti Peygamber Alehüsselatu
vesselamdan varit olan söz, takrir ve fiilleri bilen, fýkýhta mesnetleri, delilleri ve fýkýh kaidelerini
bilen biri olmasý demektir. Seleften varit olan eserlerin merfu veya mevkuf olaný hakkýnda yeterli
bilgiye sahip olmasý gerekir. Her ne kadar bazý fakihlerimiz eser kelimesini yalnýz mevkufa
hamlediyorlar ise de.
Müctehit ve ictihadýn þartlarý
«Hakimde ictihad öncelik þartýdýr ilh...» Ýctihad lugatta insanýn güç sarf etmesi, zor olan bir þeyi
baþarmasý demektir. Istýlahta ise þeri hükümleri kaynaklarýndan doðru bir þekilde çýkaran ve bunlarý
layýký vecile baþaran kiþiye müctehit denir. Telvihte gücün sarf edilmesi demek o konuda daha
fazlasýný baþaramayacaðýný hissetmesi demektir. Yani son merhaleye kadar gücünü sarfedecek
fakat aciz olduðu konularda da haddi aþmayacak.
Ýctihadýn þartlan ise birinci derecede müslüman olmak, akýllý olmak, balið olmak, meseleleri
kaynaklarýndan istimbata ehil olmak, arapçaya tam vakýf olmak, ahkamla ilgili ayetleri çok iyi
bilmek, hadislerin senet ve metinleri ile ilgili yeterli bilgiye sahip olmak, nasih ve mensuhu bilmek,
kýyas ve kýyasýn þartlarýný iyi bilmektir. Bütün bu þartlar mutlak müþtehitlerde aranan þartlardýr ki
bu müctehit her hususta, bütün hükümlerde fetva vermeye yetkili olan kiþi demektir.
Ama bir konuda hüküm verebilen, diðerinde hüküm veremeyen müctehit ise. yukarda saydýðýmýz
þartlan ihtiva etmesi, mesela namazla ilgili bir hükümde müctehit olan bir kiþinin, nikahla ilgili
bütün meseleleri bilmesi gerekmez. Ama namaz konusuyla ilgili bütün mesele ve delilleri bilmesi,
onlarý ihata etmesi gerekir. Burada musannýfýn ictihattan maksadý birinci manada olan ictihattýr.
Yani bütün konularda mutlak müctehid olan kiþidir. Nehir.
«Müctehidin bulunmasý mümkün olmayabilir ilh...» Her zaman ve her yerde müctehit olmayabilir.
Bunun için de kadýnýn müctehit olmasý öncelik þartýdýr. Yani müctehit olan kiþi varken diðerini tayin
etse sahihtir, ama müctehit olanýn tayinde öncelik hakký vardýr demektir.
«Ekseri ulemaya göre asýrlar veya herhangi bir asýr müctehitten hali olabilir ilh...» Bu her asýrda bir
müctehidin bulunmasý gerekir diyen görüþün hilafýnadýr. Mesele usulü fýkýhla ilgili olduðundan
geniþ bilgi için usulü fýkýh kitaplarýna müracaat edilmesi gerekir.
«Binaenaleyh amm´i olan kiþinin görevlendirilmesi caizdir ilh...» Bu arada amm´i kelimesinden
maksat hiç okuma yazma bilmeyen anasýndan doðduðu gibi cahil olan bir insan demek deðildir.
Burada mukallit olan, müctehit olmayan bir alimin kadý olarak tayini sahihtir demesi daha uygun
olurdu. Çünkü müctehid kelimesinin mukabilinde kullanýlan ifade mukallit ifadesidir. Her ne kadar
mukallit, amm´i dediðimiz avami nasdan birini ihtiva ediyor ise de. Ancak Ýbnül Ðars´ýn ifadesine
göre buradaki amm´iden maksat ilim ve irfan sahibi olan, ancak müctehit olmayan mukallitlerdir. Bu
konuda en az bazý hadiseleri deðerlendirebilen ve birtakým meselelere nüfuz edebilen, hükümlerin
nereden ve nasýl alýnacaðýný nasýl uygulanacaðýný, meselelerin hangi kitaplarla olduðunu bilen biri
olmasýdýr. Ayrýca mezhep içerisinde hangi alimlerin görüþlerinin tercih edilmesi gerektiði,
meselelerin nasýl deðerlendirîldiðini, vaka ve davalarda fetvalarýn nasýl istimbat edildiðini, delillerin
deðerlendirilmesini ve muhaliflerle en azýndan o konuda münakaþa edebilecek durumda olan biri
olmasý gerektiðine iþaret edilmiþtir. Ancak Ýbnül Ðars´ýn bu ifadeleri Nehir sahibi tarafýndan
münakaþa edilmiþ, buradan amm´inden maksadýn cahil bir insan olduðu görüþü tercih edilmiþtir.
Çünkü fukahanýn meseleyi izah ederken ve gerekçesini anlatýrken her ne kadar kendisi bilemiyor
ise de hakký ehline ulaþtýrmada, doðruyu bulmada baþkalarýna sorarak onlardan aldýðý fetva ile
amel edebilir demektedirler. Bu da direk kendisinin kitaplara inemeyecek meselelere nüfuz
edemeyecek derecede biri olduðunu gösterir ki o da cahil biridir.
Yakubiye haþiyesinde bu konuda þöyle denmiþtir: «Baþkasýnýn fetvasýna muhtaç olan kiþi, fýkýh
kitaplarýndan meseleleri direk almaya, çýkarmaya muktedir olamayan kiþidir. Fukahanýn sözlerini
kaidelere irca ederek zapturap altýna alamayan kiþi demektir.»
Ayný görüþler Ýnaye´den naklen Bahýr´da da zikredilmiþ, Kemal Ýbnül Hümam da bunu tercih etmiþtir.
Ben derim ki: Bu konuda münakaþaya yer verilebilir. Zira usul alimlerine göre müftü müctehid
olandýr. Nitekim ilerde de buna aynca temas edilecektir. Binaenaleyh bu ifadeye göre, kadý olan
kiþinin müctehit olmasý gerekmez. Çünkü baþkasýnýn içtihadýna dayanarak amel etme imkaný vardýr.
Bundan da amm´inin cahil biri olmasý anlaþýlmaz. Yalnýz denebilir ki, içtihat, kadý olan kiþide
mümkün olamadýðý gibi, zamanýmýz müftülerinde de mümkün olmamaktadýr. Ýhtiyaç duyduðu
taktirde kitaplardan hükümleri nakledebilecek kiþilere sormasý, kendisinin kitaplardan hükmü
çýkarmaya muktedir olamadýðýný gösterir.
«Müftü diyaneten fetva verir ilh...» Yani bir kimse gelip «Ben karýma sen boþ oldun dedim. Ancak
bu ifade ile de geçmiþte yalan olan bir olayý kasdettim.» dese, müftü bu durum karþýsýnda talakýn
vaki olmadýðý istikametinde fetva verir, oma kadý talakýn vuku olduðu istikametinde hüküm verir.
Çünkü kadý zahire göre hükmeder, Eðer hakim (kadý) fetva dayanarak hüküm verse, onun
hükmünün bu konuda batýl olmasý gerekir. Çünkü müftüye sorduðunda talakýn vuku olmadýðýný
söyleyecek, halbuki onun zahire dayanarak talakýn vuku bulduðu istikametinde hüküm vermesi
gerekecektir. Bu da alýnan fetva ile her konuda hükmetmenin mümkün olamayacaðýný gösterir.
Bu ifade münakaþa edilebilir. Çünkü kadý olan kiþi, benzeri bir meselede müftüye sorduðu zaman
müftü ona talakýn vaki olmadýðý þeklinde fetva vermez. Çünkü kadý hüküm vereceði bir mesele
hakkýnda sormuþ, hükmün hangi istikamette olmasý gerektiðini ondan istifsar etmiþtir. Buna göre
kaza yoluyla hüküm neyi gerektiriyorsa, müftünün ona onu açýklamasý gerekir. Bundan da
anlaþýldýðýna göre Bezzaziye´de olan husus, fukahanýn baþkasýnýn fetvasýna dayanarak hüküm verir
sözlerine ters düþmemektedir.
«Kanlarda ve ýrzlarda ilh...» Hatta mallarda hüküm verecek bir kiþi olmasý, dolayýsýyla güveniIen biri
olmasý þarttýr. Kanlarda ve ýrzlarda ifadesini özellikle zikretmesinin sebebi bu iki hususta hiçbir
surette bunlarýn mubah olmayacaðý, mubah sayýlarak bunlara tevessül edilemeyeceðidir.
Mal konusu ise bunun hilafýnadýr. Bir ikinci sebebte bu iki noktanýn çok önemli konular olduðuna
iþaret etmek içindir. Zira hükümleri içerisinde bu iki hususun da bulunduðu kabul edilirse, hakimin
alim olmasý, dindar olmasý, güvenilir bir kiþi olmasý gerekir.
Müctehide ait bir sözü nakletmenin yolu
«Müctehit olmayan müftünün naklettiði içtihat deðil baþkasýna ait bir sözü nakilden ibarettir ilh...»
Müctehidin görüþlerini, verdiði hükümleri nakletmenin yolu da iki þekilde olur. Onun söylediðine
dair kuvvetli bir kaynaktan veya hadislerde olduðu gibi bir senetle sözün ona ait olduðunu isbat
etmekle olur. Kitaptan derken herhangi bir kitabýn ifadesi bu konuda yeterli deðildir. Ulema
arasýnda muteber sayýlan, o müctehidin sözlerini ihtiva ettiðine kesin gözüyle bakýlan, mesela
Ýmam-ý Muhammed´in Zahirü´r Rivaye dediðimiz kitaplarý buna bir örnek teþkil edebilir. Diðer
müctehitlerin ayný derecede þöhrete sahip olmuþ eserleri de bu kabildendir. Çünkü bu kitaplar
onlardan bize kadar mütevatir ve meþhur bir þekilde nakledilen haberler mesabesindedir. Ýmam
Razi bu þekilde zikretmiþtir.
Buna göre nevadýrür rivayeye ait eserlerin zamanýmýzda bulunan bazý nüshalarýndaki meselelerin
bir kýsmýný Ýmam Muhammed´e veya Ýmam Yusuf´a nisbet etmenin doðru olmadýðý beyan edilmiþtir.
Çünkü bölgemizde ve caðýmýzda o kitaplarýn tevatür veya þöhret yoluyla nakledilegelen eserler
olmadýðý bilinmektedir. Çünkü ulema arasýnda elden ele dolaþan, müracaat kaynaðý sayýlan
eserlerden olmamaktadýr.
Eðer nevadirden nakledilen bir mesele meþhur bir eserde yer almýþ ise, mesela Hidaye gibi Mebsut
gibi eserlerde yer almýþ ise, bu gibi eserlere güvenmek ve kavillerin müctehitlere ait olduðuna dair
hüküm vermek caizdir. Fetih. Bu görüþe Bahýr sahibi, Nehir ve Menih sahibi fakihler de
katýlmýþlardýr.
Ben derim ki: Buna göre günümüzde çok geniþ yazýlmýþ bir takým þerhlerden nakiller yapmak caiz
deðildir, denmesi gerekir veya isimleri meþhur bazý fetva kitaplarýnda yer alan görüþlerin
müctehitlere ait olduðu söylenmesine raðmen kabul edilmesinde tereddüt olmasý gerekir. Çünkü
bu eserler Fukahanýn elinde olmayabilir. Dolayýsýyla ondaki ifadeler tevatür veya þöhret yoluyla
ulaþan haberler mesabesinde kabul edilmeyebilir. Bu kitaplardan çoðu bazý medreselerde veya bazý
kimselerîn kütüphanesinde bulunmayabilir. Mebsut gibi, Muhit gibi. Bedai gibi.
Ancak bu görüþte de münakaþa edilecek taraflar vardýr. Çünkü her eserin tevatür yoluyla
nakledilmiþ olmasý gerekmez, galibi zan yeterlidir. Mesela nüshalarý pek bulunmayan bir eserden
ulema nakil yaptýðý"a göre meseleyi de öyle bir kitaba nisbet etmeleri halinde o kitaba nüshalarý
azdýr diye güvensizlik duymaya da bir gerek yoktur. Bazen kitabýn bir nüshasý, bazan bir koç
nüshasý bulunabilir. Meselenin o kitapta yer almasý, belki bir senetle müctehide isnadý
yapýlmaktadýr. Ama her sene din mütevatir veya meþhur olmasý gerekmez.
Mesela yukarda beyan ettiðimiz gibi kadýnýn herhangi bir konuda þüpheye düþmesi halinde o
bölgenin fakihlerine yazý ile soru tevcih etmesi ve onlarla istiþare etmesi hafinde -ki bu þer´i
meselelerde çoðu kez vuku bufan bir adettir- onlarýn yazý ile vermiþ olduklarý cevapta tezvir ihtimali
(hata ihtimali) eski hat ile yazýlmýþ büyük bir esere nisbet edilen hata ihtimalinden daha çok olsa
gerektir. Alimlerin vermiþ olduklarý bu cevaba itibar edileceðine göre, muteber eserlerden
nakledilen özellikle özerinde bazý alimlerin yazýsý veya tahkiki olan eserlere güvenmek gerekir.
Binaenaleyh bu konuda zanný galiple iktifa edilmelidir. Aksi halde Ýslam hukuku ve diðer konularda
yazýlmýþ birçok eserleri terketmek, onlarýn muhtevasý ile amel etmemek gerekir. Bu da doðru bir
ifade olmaz. Özellikle zamanýmýzda bu meseleler daha da kendisini göstermektedir.
«Hakîm olmak için tayinini istemez ilh...» Zira bu konuda Ebu Davud´un tahriç ettiði, Ýmam Tirmizi
ve Ýbn-i Mace´nin de rivayet ettikleri Enes hadisinde, Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem,
«Bir kimse kadý olmayý isterse kendi nefsiyle baþ baþa býrakýr. Ama o görevi kabul etmesi
kendisinden istenir veya ehil iken ona zorlanýrsa onu doðru yola sevk edecek bir melek indirilir.»
buyurmaktadýr. Ayrýca Ýmam Buhari´nin rivayet ettiði bir hadisi þerifte Hazreti Peygamber. «Ey
Semura oðlu Abdurrahman sen valilik ve emirlik isteme. Eðer istediðin taktirde sana bu görev
verilirse kendi nefsinle baþ baþa kalýrsýn. Sormadan sana bu görev verilecek olursa Cenab-ý hak
tarafýndan sana yardým edilir.» buyurmuþtur. Durum böyle olduðuna göre, böyle bir görevi istemesi
helal olmasa gerektir. Çünkü kendi haline terk edilen, Kendisinden yardým esirgenen kiþinin çoðu
kez hataya düþeceði malum olmaktadýr. Fetih.
«Kalben böyle bir þey istemez ilh...» Yani arzulamaz. Bu ifade ile de talep ve sual arasýnda bir farkýn
olduðu belirtilmek istenmiþtir. Arzulama kalp ile olan, istemek ise dille olan talepler þeklinde tefsir
edilmiþtir. Nitekim Mustasfa´da bu þekilde beyan edilmiþ, Nehir´de de mesele aynen benimsenmiþtir.
«Hülasa isimli eserde ilh...» Böyle bir görevi kalben ve lisanen istemenin helal olmadýðýna göre bu
gibi taliplerin göreve getirilmesinin, kendilerine görev verilmesinin de helal olmadýðý anlaþýlýr.
Nitekim Nehir´de bu ifade açýkça zikredilmiþtir. Bu özellikle hakim olma ile ilgili deðildir. Genel veya
özel bütün vazifelerde hüküm aynýdýr. Mesela vakýf mal üzerine mütevelli tayin edilmesini istemek,
yetimin malý üzerinde vasi olmasýný talep etmek te aynýdýr.. Bahýr.
«Ancak hakim olmasý onun üzerine þart olur bir baþkasý bulunmadýðý için onun olmasý gerekirse
durum müstesnadýr ilh...» Bu metinde ve Hülasa´da olan ifadelerden istisna edilmiþtir. Yani vazife
istemez, talep etmez ama ondan baþka o vazifeye ehil biri bulunmayacak olursa, müslümanlarýn
haklarýný korumak, adaletin tecellisine yardýmcý olmak o zaman vacip olmaktadýr. Bu durumda tayin
edilmesi gereken, ondan baþka o vazifeye ehil olan biri bulunmadýðý halde göreve getirilmez ve
göreve gelebilmesi için bir miktar mal, yani rüþvet vermesi gerekirse böyle bir durumda vermesi
helal olur mu, olmaz mý meselesine rastlamadým. Yine baþkasý olmadýðý taktirde böyle bir vasýfta
kadýnýn vazifeden azledilmesinin caiz olup olmadýðý meselesine de tesadüf etmedik. Cevap olarak
deriz ki, böyle bir vazifeyi talep etmesi, kendisinden baþka bu vazifeyi üstlenecek biri bulunmaz, bu
vazifeye de ancak bir mal ödeyerek gelmesi gerekiyorsa ödemesi helaldir. Bu insanýn -baþka biri
olmadýðý takdirde- vazifeden azledilmesi de haram olsa gerektir. Ve azledilse azlin sahih olmamasý
gerekir. Bahýr. Nehir´de bu konuda böyle kimselerin vazifeye getirilmesi, göreve atanmalarýnýn
sahih olduðu hakkýnda acýk bir ifade olsa gerektir. Musannýfýn mutlak bir þekilde ifadeye yer
vermesi de yani hakimliði rüþvet yoluyla alsa, kadý olamaz, tayin edilemez ifadesine ters
düþmektedir. Böyle bir kimsenin vazifeden azil edilmesi sahih olmaz sözü ise o da kabul edilemez.
Çünkü Fetih´te bu konuda, «Sultanýn þüpheye binaen kadýyý azletmesi yetkileri arasýndadýr. Hatta
bir þüpheye maruz kalmasa da onu azledebilir. Ancak azil haberi kendisine ulaþmadan yani
vazifeden alýndýðý kendisine teblið edilmeden görevden uzaklaþmýþ sayýlmaz. Teblið anýna kadar
verdiði hükümler geçerli sayýlýr. Bu durumda azli caiz olmaz dense yeridir. Adil olan vasinin azlinin
caiz olmadýðý gibi onun azlinin de caiz olmamasý gerekir.» denilmiþtir.
Ben derim ki: Böyle bir kiþinin göreve getirilmesi gerektiði taktirde, vazifeyi istemekle üzerine
düþen görevi yapmýþ sorumluluktan kurtulmuþ olur. Kendisine görev vermeyen sultan günahkardýr.
Çünkü daha ehil olan varken baþkasýný tayin eden yetkili, hadiste geçtiði gibi; Allaha, Resulüne ve
Ýslam toplumuna hýyanet etmiþ olduðuna göre, burada da kendisine görev vermediði taktirde
sorumluluk, günah, ona aittir. O kimse üzerine terettüp eden baþka bir vacip olmasa gerektir.
Bunun için kendisinin rüþvet vererek böyle bir vazifeye gelmesinin helal olmasýnýn delili, gerekçesi
ne olabilir? Hatta bu konuda bazý alimlerimiz, bedevilere rüþvet vererek hacca gitmesi gerekiyorsa,
yol emniyeti saðlanýncaya kadar haccýn farziyeti muvakkat bir zaman için de olsa ondan sakýt olur,
demektedirler. Nitekim hac bahsinde bu konuya temas etmiþtik.
Ama bu gibi kadýlarýn azledilmesi de, azillerinin sahih olmasý da açýktýr. Çünkü o sultanýn vekilidir.
Verdiði hükümleri ona niyabeten vermektedir. Azletmesiyle günahkar olan o yetkilidir. Bundan da
azlin sahih olmadýðý anlaþýlmaz. Mesela kadý tarafýndan tayin edilen adil vasinin durumu do buna
benzemektedir.
Ölen kimse tarafýndan nassan vasi tayýn edilen kiþiye gelince, mutemet olan kavle göre onun
azledilmesi sahih deðildir. Ancak burada bu meseleyle bizim þerhini yapmaya çalýþtýðýmýz mesele
arasýnda bir fark olsa gerektir ki o da, bu vasi ölünün yerine kaimdir. Hakimin onu azletmesi doðru
olmaz. Yetkisi dahilinde deðildir. Ama direkt halife tarafýndan tayin edilmiþ kadý ise sultanýn halifesi
ve onun yerine kaim olan bir kiþidir. Çünkü hakim yetkilerini ondan almaktadýr. Dolayýsýyla onu
azledebilir. Kadý tarafýndan tayin edilen vasi de yetkisini kadýdan aldýðýna göre kadý onu da dilediði
zaman görevden alabilir.
«Veya tayin edilmesi bilhassa þart koþulmuþ ise ilh...» Mesele Nehir´de zikredilmiþ, gerekçe olarak
da, «Vakýfýn þartýna binaen belirli bir kiþinin vakfa mütevelli olarak tayin edilmesi þart koþulmuþ ise,
vakýfýn þartýnýn yerine getirilmesi demek olacaðýndan onu vazifeye getirmek gerek.» denilmiþtir.
Ben derim ki: Bu hakikatte kadý tarafýndan kendisinin vazifeye getirilmesini talep deðildir. Çünkü o
þart gereði vakýf mütevellisi olmuþtur. Bunu kadý nezdinde tescil ettirmeye ve onun onayýný talep
etmek için müracaat mesabesindedir. Çünkü bir baþkasý çýkýp yetkisi olmadan bu görevi isteyebilir.
Ölen kiþinin tayin ettiði vasinin durumu da buna benzemektedir. Hakime müracaatý vesayeti
istemek deðil, vesayetin tescili ve hakim nezdinde bilinmesini ve göreve ölen kiþinin vasiyeti ve
isteðine binaen geldiðini belirtmesi demek olur. Bununla da Bahýr´daki þu ifadenin muteber
olmadýðý anlaþýlýr: Fukahanýn zahiri ifadelerinden anlaþýldýðýna göre, vakýf konusunda da mütevelli
olma talebi sahih deðildir. Velevki bu vakýfýn þartýna binaen de olsa. Zira fukahanýn mutlak ifadeleri
bunu gerektirir.»
Bir önceki kadýnýn haksýz yere, hiçbir suçu olmadan azlettiði göreve dönmek istediðini söylemesi,
böyle bir talepte bulunmasý halinde, ikinci kadý böyle bir talepte bulunan kiþiye, «Senin velayete
ehil olduðunu tesbit ettim. Dolayýsýyla seni vasi tayin ettim.» demesi gerekir. Ýmam Hassaf nassan
bu meseleyi zikretmiþtir. Nehir.
«Meþhur olmayan bir kiþi için ilh...» Alim, fazýl, mütedeyyin fakat halk arasýnda þöhreti olmayan bir
kiþinin ilmini yaymak. insanlara faydalý olmak maksadýyla bir vazife talep etmesi Þafii ve Maliki
ulemasýnca müstehap olarak kabul edilmiþ, özellikle kadý olmasýný istemesi yerinde müteala
edilmiþtir. Zira böyle bir insanýn vazifeyi talep etmesi ne þahsý için bir çýkar saðlamak, ne de riyakar
bir tutum içine girmesidir. Ancak adaletin tecellisi için öðrendiklerini neþretmesi, bildiklerini
yaymasý hedef alýndýðýna göre bir mahzur olmasa gerektir.
Ynt: Kaza By: neslinur Date: 09 Þubat 2010, 15:26:26
METÝN
Görev vermeye yetkili olan kiþi göreve daha ehil ve muktedir olaný seçmelidir. Bu tayin edilen
kiþinin kötü huylu, sert mizaçlý, mütekebbir, hakký görmesine raðmen görüþünde ýsrar eden kiþi
olmamasý da lazýmdýr. Çünkü hakim ve kadý olan bu kimse, bir bakýma Resulullah´ýn halifesi, onun
getirdiði hükümleri onun adýna uygulayan birisidir. Bir kimseye mutlak olarak Allah´ýn halifesi
isminin verilmesi tartýþýlan bir husustur. Tatarhaniye.
Vazifeyi aldýðý taktirde zulmedeceðinden korkan kiþinin bu görevi almasý tahrimen mekruhtur.
Kendisini aciz hisseden, görevi tam o!arak yapamayacaðýný bilen kiþilerin durumu da aynýdýr. Bu iki
husustan birinin bulunmasý, görevin alýnmasýnýn mekruh olmasý için yeterlidir. Ýbni Kemal. Ama
kendisinden emin olan, baþka ehil bulunmadýðý taktirde bu görevi üstlenmesi gereken kiþiler için
mekruh deðildir. Fetih.
Ondan baþka bu görevi yapacak biri olmadýðý taktirde üzerine farzdýr. Baþkalarýnýn da yapabilme
imkaný var ise farzý kifayedir. Ekseri ulemaya göre böyle bir görevi almak ruhsat (mubah) ise de
almamak daha evladýr. Bezzaziye.
Ehil olmayan kiþiye ise haramdýr ve bunun haram olduðunda da tereddüt yoktur. Dolayýsýyla kadýlýk
görevini alma ile ilgili beþ hüküm varit olmaktadýr. Bazan farz, bazan vacip, bazan mendup, bazan
mekruh, bazan da haram olmaktadýr.
Adil sultandan böyle bir görevi almak caiz olduðu gibi caiz ve zalim olandan kafir de olsa böyle bir
görevi almak da caizdir. Molla Miskin ve diðer fakihler bu þekilde zikretmiþlerdir. Ancak bu son
durumda, zalim olan gayri müslim olan bir kiþiden görev aldýðý taktirde, hakký yerine
getiremeyeceði, adaleti tecelli ettiremeyeceði, onun buna mani olacaðý kesinleþirse, o zaman görev
almasý haram olur.
Gayri Müslimlerin bir yere girmeleri, orada ekseriyeti teþkil etmeleri, orayý zaptetmeleri hafinde
Ýslam ülkesi tarafýndan tayin edilmiþ bir voli bulunmadýðý taktirde, orada yaþayan müslümanlara
kendi iþlerini idare edecek. cumalarýný kýldýracak bir görevli ve vali tayin etmek vaciptir. Fetih.
Harici mezhebinden olan bir sultandan görev olma da caizdir. Meþru nizama gayrý meþru bir þekilde
el koyan ve kendisini devlet baþkaný olarak ilan eden kiþiden de görev olmak caizdir. Görev vermek
sahih olduðuna göre görev almak için azletmek de sahihtir.
Bâðî dediðimiz gayri meþru bir nizamýn hakimi olan kadýnýn vermiþ olduðu hüküm, Ýslamýn
hükümran olduðu ve meþru bir idarenin adil hakimine getirildiði taktirde aynen uygulayabilir. Bir
diðer kavle göre uygulamaz. Nasihi de bu görüþü benimsemiþtir.
Göreve atanan kadý bir önceki kadý tarafýndan tutulan dosya ve mahkeme zabýtlarýný ister. Hapse
mahkum edilmiþ olan kiþilerin durumunu gözden geçirir. Ama vali tarafýndan hapsedilmiþ olan
kiþilerin durumunu devlet baþkaný incelemekle görevlidir. Tedibi gerekenleri tedip eder,
cezalandýrýr. Gerekmiyorsa tahliye eder.
Katil zanlýsý olan kiþi müstesna, hiçbir kimsenin ayaklarýna zincir vurularak gecelemesini tasvip
etmez. Nafakasý olmayan kiþilerin nafakalarýný da Beyt´ül-maldan temin eder. Bahýr.
Dosyalarý inceledikten sonra birer birer hapiste olan kiþilerin durumu ile ilgilenir. Onlardan hakký
ikrar eden çýkarsa veya aleyhlerinde beyyine sabit olursa hapislerine hükmeder ve eski hali devam
ettirir. Molla Miskin. Ýkrar etmediði beyyine ile sabit olmadýðý taktirde münasip görürse belirli bir
süre ilan eder, daha sonra þahsýna kefil alarak onu serbest býrakýr. Kefil vermeden vaz geçer,
imtina ederse bir ay onun hakkýnda çýðýrtkanlar vasýtasýyla ilanda bulunur. Kimse çýkmadýðý taktirde
salýverir.
Ayrýca bir önceki kadý nezdine býrakýlmýþ emanetleri vakýf gelirleri konusunda beyyine veya ikrara
dayanarak hüküm verir. Bu konuda azledilmiþ olan kadýnýn ifadesine dayanarak çalýþamaz. Onun
görevlerini, onun sözlerini bir düstur ´kabul etmez. Çünkü azledilmekle tebadan biri olmuþtur,bir
ferttir. Bir insanýn þahadeti ise, bilhassa kendi iþine dair þahadeti, özellikle kabul edilmez. Dürer.
Bu ifadenin gereði. baþka biri ile birlikte ayný konuda þahit de olsa, onun þahadeti kendi iþine dair
olmasý sebebiyle red edilir. Nehir.
Ben derim ki: Kariul-Hidaye namýyla meþhur fakih onun þahadetinin baþka biri ile birlikte kabul
edilebileceði istikametinde fetva vermiþ, Ýbni Nüceyn de bu görüþe tabi olmuþ, onu benimsemiþtir.
Ancak mal elinde bulunan kiþi ikrar eder, o mal kendisine azledilen kadý tarafýndan teslim edildiði
söylenir, teslim edilen bu mal emanet olsun veya vakfýn gelirleri olsun, bu durumda azledilmiþ
kadýnýn sözleri, bu iki meselede kabul edilir. Mesela, «Bu emanet mal falan kiþiye aittir » dese
ifadesi makbuldür. Ancak elinde mal bulunan kiþi önceden o malýn baþka birine ait olduðunu ikrar
eder, daha sonra kadýnýn kendisine teslim ettiðini söylese, kadý da bir baþkasýna aittir dese o
zaman o malý birinci ikrar ettiði kiþiye teslim eder, ayrýca ikinci ikrarýndan dolayý o malýn kýymetini
veya benzerini birinci kadýnýn belirttiði yere verilmek üzere, o malý yeni kadýya teslim eder.
ÝZAH
«Görev verme yetkisi olan kiþi seçer ilh...» Bu seçim ehil olan kiþiler için vaciptir. Aksi halde
Allah´a, Resulüne ve müminlere hadiste geçtiði gibi hiyanetlik etmiþ olur.
«Seçilen bu insanýn kötü huylu olmamasý gerekir ilh...» Kötü huylu olan, merhametsiz olan,
mütekebbir olan, hakký gördüðü zaman teslim etmeyip kendi görüþünde ýsrar eden, hakka sanki
düþman olmuþ kiþileri tayin etmez. Bahýr. Çünkü kadý bir bakýma Resulullahýn halifesidir. Ona inen
hükümleri, onun açýkladýðý ahkamý þeriyeyi uygulamada bir bakýma onun vekili demektir.
«Görev almasý tahrimen mekruhtur ilh...» Bazý kitaplarda görev vermek, onu göreve getirmek
tahrimen mekruhtur, denmekte, ancak musannýfýn üzerine þerh düþtüðü görevi kabul etmek
ifadesiyle ilgilidir. Bu ibarenin siyakýna daha uygun düþmektedir.
«Zulmetmekten korkan kiþi için ilh...» Ama kesin olarak veya galibi zan ile zulmedeceðini,
hükümlerde adaleti uygulamayacaðýný bilen kiþinin vazifeye gelmesinin haram olmasý gerekir. Bahýr.
«Aciz olduðunu bilen kiþi ilh...» Buradaki acizlik kelimesi ile hasýmlar arasý davayý yürütmede,
dinlemede aciz kalmasý demek olabileceði gibi, hakký ifa edemeyeceði, adaleti tecelli
ettiremeyeceði, üzerine düþen görevi bihakkýn yapamayacaðý, rüþvet alma konusunda kendisine
güvenemeyeceði, aciz kalacaðýný bilen kiþinin böyle bir görevi üstlenmesi de yine tahrimen
mekruhtur.
«Zulmedeceðinden korkmasýna raðmen ondan baþka bu göreve gelecek bulunmazsa ilh...» Fetih´te
bu konuda, «Eðer ondan baþka biri bulunacak olursa mekruhtur. Ama ondan baþkasý
bulunmayacak olursa, bu görevi almasý üzerine farz ve kendini zapturap altýna almasý, kontrol
etmesi de ayrýca üzerine düþen bir görevdir. Ancak görev veren kiþinin ona vereceði görevi bizatihi
kendisi üstlenebilecek durumda olur, hasýmlar arasý meselelere bakma zamaný ve yetkisi olacak
olursa, o zaman, böyle bir kiþinin göreve getirilmesi caiz olmaz.» denilmiþtir.
Sultanýn direkt hasýmlarý muhakeme etmesi meselesi
Yukarda beyan ettiðimiz ifadeye göre, sultanýn (devlet baþkanýnýn) hasýmlar arasý meselelere
girmesi, onlar hakkýnda hüküm vermesi, onun yetkileri arasýndadýr. Yukarda Ýbni Ðars´tan
sarahaten beyan ettiðimize göre. hakim meselesini anlatýrken onun da bu konuda yetkili
olduðundan bahsetmiþ idik. Remli der ki, «Hülasa ve Nevazil isimli eserlere göre onun hükmü
geçerli deðildir. Hassaf isimli imamýn Edebül Kadý ile ilgili eserinde hüküm verdiði taktirde
geçerlidir, esah olan görüþte budur, denmektedir. Kadý Ebu Zeyd´de geçerlidir ifadesini
kullanmakta, sahih olan ve kendisiyle fetva verilen görüþte budur, denmektedir.»
TENBÝH: Görev almak onun üzerine vacip olduðu taktirde kabul etmeye zorlanýr mý? Bahýr sahibi bu
konuda, «Bir þey görmedim» fakat, «Zahir ifadeye göre evet zorlanýr.» demektedir.Keza ehil olan
kiþilerden birinin de bu görevi almak için cebredilmesi caizdir. Ancak Ýhtiyar isimli eserde sarih bir
ifade ile üzerine görev almasý gerekli olan kiþinin diyaneten bu görevi almasý üzerine farzdýr, fakat
almadýðý taktirde buna zorlanmaz denmektedir.
«Görev almak mubahtýr ilh...» Kendisine güvendiði ve ondan baþkalarýnýn bulunmasý halinde görev
olmasý ruhsattýr (mubahtýr), alabilir. Terketmesi, almamasý ise azimettir.
«Daha evladýr ilh...» Sahih olan da budur. Nitekim Nihaye´den naklen Nehir´de böyle ifade edilmiþ,
Fetih´te bu görüþe kesin gözü ile bakýlmýþ, gerekçe olarak da þunlar ilave edilmiþtir: Kendisine
güvenen kiþilerin güvenmeleri ve adaletle hükmedeceklerini zannetmeleri çoðu kez hata olmakta,
bunun tersi görünmektedir. Diðer bir rivayete göre görevi almak evladýr, almamak ise ruhsattýr,
mubahtýr. Bu görüþ yukardakinin tersi olmaktadýr. Kifaye´de bu konuda þöyle denmekte: Eðer
denirse, farzý kifaye olduðu taktirde bu görevi üstlenmesi mendup olmaktadýr. Zira farzý kifayenin
en alt derecesi mendup olmasýdýr. Nitekim cenaze namazýnda olduðu gibi. Çünkü cenaze namazý
farzý kifayedir. Baþkalarý kýlma imkaný olduðu taktirde onun kýlmasý menduptur.
Biz deriz ki: Evet öyledir ama bunda da büyük bir tehlike söz konusudur. Bu denizde herkes
yüzemez. Bu görevden salimen herkes elinin yüzünün akýyla çýkamaz. Ancak Cenabý Hakkýn
koruduðu kiþiler müstesnadýr. Ama bunlarýn sayýsý da maalesef azdýr.
Ebu Hanife üç defa kadý olmaya davet edilmiþ, her seferinde red etmiþtir. Hatta bu konuda her
reddediþinde kendisine otuz kýrbaç vurulduðu da rivayet edilmiþtir. Üçüncü defasýnda teklifi
reddettiðinde veya kendisinden kadý olmasý istendiðinde, «Dostlarýmla bir istiþare edeyim.» demiþ,
Ebu Yusuf´la istiþare etmiþtir. Ebu Yusuf kendisine, «Eðer kabul edersen insanlara fayda saðlarsýn,
insanlar senden istifade eder.» deyince, Ebu Hanife ona kýzgýn bir þekilde bakmýþ ve þöyle cevap
vermiþtir:«Söyle bakalým, bana yüzerek þu denizi aþacaksýn deseler ben buna muktedir olabilir
miyim? Sanki seni kadý olmuþ görüyorum.»
Keza Ýmam Muhammed de kadý olmaya davet edilmiþ, o da imtina etmiþtir. Hatta eli ayaðý
baðlanmýþ, hapsedilmiþ, mecbur kaldýðý için görevi kabul etmiþtir.
«Ehil olmayan kiþilere bu görevi kabul etmek haramdýr ilh...» Bu ifadenin zahirinden de
anlaþýldýðýna göre, buradaki ehil olmadan maksat, þahadete ehil olanýn kazaya da ehil olmasý
deðildir. Çünkü orada ehil olmadan maksat, kimlerin vazifeye getirileceði, velevki fasýk olsun, zalim
olsun, cahil olsun helal ve haram olmasý meselesi deðil, burada ise kadý olan kiþinin güvenilir bir
kiþi olmasý, afif bir insan olmasý, akli dengesinin, muhakemesinin yerinde olmasý ifadeleri
nakledildiðine göre, buradaki maksat cahil olan kiþinin böyle bir görevi almasý helal olmaz denebilir.
Fetih´te ise Ebu Davud´un Büreyde´den, onun da babasýndan naklettiði bir hadisi þerifte Cenabý
Peygamberin þöyle buyurduðu nakledilmiþtir: «Kadýlar üçtür. ikisi cehennemde, biri ise
cennettedir. Kiþi hakký bilir hakký uygular ise cennettedir. Kiþi hakký bilir, onunla hükmetmez ve
verdiði hükümde zulmederse cehennemdedir. Kiþi hakký bilmez, insaný lor arasýnda cehaletine
dayanarak hüküm verirse o da cehennemdedir, ateþtedir. »
«Zalim ve adil sultandan kaza görevi almak caizdir ilh...» Zalim olan sultandan görev almak caizdir.
Bu ifade böyle bir görev verme yetkisinin devlet baþkaný olan sultana ait olduðunu da belirlemekte
ve onun tarafýndan verilebileceðine iþaret etmektedir. Hatta belirli bir belde ahalisi birinin kadý
olmasýnda karar kýlsalar, onun kadý olmasý sahih olmaz. Ama kendi aralarýnda sultanýn ölümünden
sonra birini sultan olarak nasbetmeleri konusunda ittifak etseler ve onu icmaen sultan olarak ilan
etseler sahihtir. Nitekim Bezzaziye ve Nehir´de bu þekilde ifade edilmiþtir.
Ben derim ki: Bu da bir zaruret olmadýðý zaman böyledir. Ama zaruret olacak olursa, onlarýn da
görevlerini yürütmek için bir kadý tayin etmeleri gerekir, edebilirler. Nitekim ilerde gelecektir.
«Görev aldýðý kiþi velevki gayrý müslim olsun ilh...» Tatarhaniye´de görev verme konusunda görev
veren kiþinin müslüman olmasý þartý olmadýðý gibi, görev almak için Ýslam ülkesinde olmasý da þart
deðildir. Gayri Müslimlerin elinde bulunan müslüman topraklarýnda -ki oralar dan Ýslam´dýr, darý
harp deðildir, çünkü orada henüz küfür hükümlerini izhar etmemiþlerdir- kadýlar müslümandýrlar.
Ýtaat ettikleri melikler, krallar, sultanlar ise onlarý itaate zorlamýþ kiþilerdir. Ancak itaate zorlamakla
müslüman olmaktan da çýkmýþ deðillerdir. Eðer zorlamadan bu görevi onlara vermiþler ise, onlar
fasýk kiþilerdir.
Her vilayette onlar tarafýndan tayin edilen valilerin cuma namazý kýldýrmalarý, bayram namazlarýný
kýldýrmalarý, arazilerden haraç olmalarý, vergi toplamalarý, kadý tayin etmeleri, dul ve yetimleri
evlendirmeleri caizdir. Çünkü bu durumda müslüman olan kiþilerin zalimane bir istilasýndan
ibarettir. Küfre itaat gibi görünme, bir bakýma aldatmadýr.
Ama kafir, gayri müslim hakimlerin ve idarecilerin hakim olduðu bir ülkede müslümanlar cuma ve
bayram namazlarýný ikame ederler. Müslümanlarýn kendi aralarýnda rýza göstermeleriyle kadýlarý
kadý olur. Onlarýn üzerine düþen görev müslüman bir valiyi, bir idareciyi kendi aralarýndan bulup
seçmeleridir. Molla Miskin þerhinde bu ifadeyi Ýmam Muhammed´in Asýl isimli Mabsut´una nisbet
etmekte ve ayný ifade Camiü´l-Fusuleyn´de de mevcut bulunmaktadýr.
Müslümanlarýn azýnlýkta olduðu ve gayri müslimlerin galip bulunduklarý ülkede yargý ve kadýnýn
tayini
Fetih´de bu konuda þöyle denmektedir: «Eðer görev verecek sultan yoksa veya kendisinden görev
alacak bir yetkili bulunmazsa -ki bazý müslümanlarýn yaþadýðý bölgelerde olduðu gibi- o bölgelere
gayri müslimler hakim olmuþlar, müslümanlar bir bakýma azýnlýkta kalmýþlar veya müslümanlar
mahkum durumda, gayn müslimler hakim durumdadýrlar. Kurtuba´da bugün olduðu gibi. Yani
Endülüs´te bulunan durum. Bu durumda ne yapýlmalýdýr? Gerekli olan. müslümanlarýn kendi
aralarýndan birine bu görevi vermeleridir. Onda ittifak etmeleri vaciptir. Onu kendilerine idareci
olarak seçerler, o da kadý tayin eder. Böylece kendi aralarýnda vuku bulan hadiselerin yargý
organlarýna aktarýlmasý saðlanmýþ olur. Yine buralarda kendilerine cuma namazý kýldýracak bir
imam da nasbederler.» Ýnsanýn mutmain olduðu, kabul edebileceði görüþ de bu olsa gerektir. Bu
görüþ istikametinde amel edilmelidir. Nehir.
Burada Kemal Ýbnül Hümam´ýn Fetih´te ifade ettiði gibi, gayri müslim bir yöneticiden hakimlik
görevinin alýnmasýnýn sahih olmadýðý nakledilmekte, ancak bu görüþ Tatarhaniye´de nakledilen
yukarda da temas ettiðimiz görüþe aykýrý bulunmaktadýr. Bütün bunlara raðmen gayri müslim olan
idareci, onlarýn aralarýnda vuku bulan meselelerinde hükmetmek üzere bir kadý tayin etse,
müslümanlar da onun kadý olmasýna rýza gösterseler, þüphesiz bu atama (tayin) sahih olur.
Bu ifadenin zahirinden de anlaþýlacaðýna göre, sultanýn egemenliði dýþýnda olan bir bölgede bir
emir bulunur ve orada kendi emirliðini ilan eder veya müslümanlarýn ittifaký ile emir olarak ilan
edilmiþ ise, bu emir sultan hükmünde olduðundan kadý tayin etmeye yetkisi vardýr. Ondan böyle bir
görevi almak da caizdir.
«Havariçlerin sultaný ve gayrimeþru bir idarede bulunan kiþilerden bu görevi almak da caizdir ilh...»
Havariç ile ehli bâði dediðimiz kiþiler arasýndaki fark daha önce baðiler ve asiler babýnda zikredildi.
Tekrarýna gerek duymuyoruz.
«Azli sahihtir ilh...» Yani idareyi zorla ele geçiren bir idarecinin yine kendi taraftarlarýndan bir kadý
tayin etmesi halinde, meþruiyet o zemine avdet ettiði taktirde, meþru idarenin baþýnda atan kiþi o
kadýyý azledebilir. Bu ülkede daha önce meþru hükümet tarafýndan tayin edilmiþ olan kadý, otomatik
olarak göreve gelmez. Yeniden bir tayýn gerekir. Nehir.
«Baði dediðimiz gayri meþru idarenin kadýsý hüküm verdiði ve bu hüküm meþru hükümetin
kadýsýna aktarýldýðý taktirde uygulayabilir, yürürlüðe koyabilir ilh...» Bu da eðer þer´i þerife uygun
veya müctehidler orasýnda ihtilaf edilmiþ bir konu olduðu taktirde, onun verdiði karar bu
ictihatlardan birine uyuyor ise onu uygulayabilir, diðer kadýlarda olduðu gibi. Bu mesele Ýmâdi´nin
Fusul isimli eserinde açýkça belirtilmiþtir. Bu da mefhum olarak kâdýnýn eðer gayri meþru idare
tarafýndan tayin edilen biri ise, diðer meþru hükümetlerin idaresinde hüküm vermekte olan fasýk
kadýlarýn durumuna benzemektedir. Onlarýn verdikleri hükümler nasýl yürürlüðe konuyor ise,
onlarýn veya o kadýnýn verdiði hüküm de yürürlüðe konur. Çünkü fasýk olan kiþi, sahih olan görüþe
göre kadý olmaya sahihtir.
Fusul isimli eserde bu konuda üç görüþ nakledilmiþtir. Birincisi yukarda zikrettiðimiz görüþtür ki,
mutemet ve muteber olan da odur.
Ýkinci görüþ, nafiz olmamasý, geçerli sayýlmamasýdýr. Gayri meþru bir idarenin kadýsýnýn vermiþ
olduðu hüküm, meþru idarenin kadýsýna iletildiði taktirde, o hükmü yürürlüðe koymaz.
Üçüncü görüþ ise, onun hükmü hakimin hükmüne benzemektedir. Meþru idaredeki kadýnýn
görüþüne uygun olduðu taktirde yürürlüðe koyar, aksi halde iptal eder uygulamaz. Bahýr. Nasihi de
bu görüþe kesin gözü ile bakmýþtýr. Yani gayrý meþru idarenin kadýsýnýn vermiþ olduðu hüküm,
meþru idarenin kadýsýna iletildiði taktirde, geçerli sayýlmaz, yürürlüðe konmaz. Ancak yukarda
belirttiðimiz ve muteber dediðimiz görüþ bu olmamaktadýr.
Eski vakýflara ait yazýlar ve mahkemenin dosyalarý ile amel etme
«Görev alan kadý bir önceki kadýnýn dosyalarýný talep eder ilh...» Burada «divan» kelimesi
geçmektedir. Divandan maksat, eskiden devletin idaresinde gerekli olan kayýtlarý alan, istatistikleri
yapan, kimlere ne verildiði, kimlere ne verilmesi gerektiðini bildiren yazý ve dosyalar
manzumesinden ibarettir ki burada askerde olan kiþilerin durumlarý kendilerine hangi tip ulufe ve
âtâya verileceði bildirilen kiþiler yazýlýdýr. Böyle bir uygulamayý ilk olarak Hazreti Ömer Radýallahu
anh koymuþtur. Fakat burada daha çok harait adýný verdiðimiz mahkemenin celselerini ve o
celselerde tutulan zabýtlarý ve ifade örneklerini, raporlarý ve benzeri davanýn yürütülmesiyle ilgili her
türlü evraký ihtiva eden dosya demektir. Bugünkü ifade ile bitmiþ ve arþive kaldýrýlmýþ çuvallar
içerisinde veya dosyalar içerisinde muhafaza edilen evraklar demektir.
Þarih de metinde geçen «divan» kelimesini «sicillat», yani ikinci manada olan mahkeme ile ilgili
bütün evraký ihtiva eden dosyalar manasýnda kullanmýþtýr.
Molla Miskin´e tabi olarak Bahýr´daki ifade ise mecazi bir manada olsa gerektir. Çünkü divan aslýnda
o dosyalarýn veya o yazýlarýn, o evraklarýn bizatihi kendisine denir. Onu ihtiva eden kaba deðil.
Ancak bu görüþte tartýþýlabilir. Çünkü sicil kelimesi lugatta hakimin mahkeme ile ilgili yazdýklarý ve
yazdýrdýklarý ve bir dosyada derleyip cem ettikleri demektir. Dürer´de bu konuda: Mahdar adýný
verdiðimiz hasýmlar arasýnda geçen bütün ifadeleri þahitlerin sözlerini ihtiva eden dosyalar
demektir. Ýkrar olabilir inkar olabilir beyyine ile hüküm verdiði beyan edilmiþ olabilir veya kendisine
yemin teklif edilipte yeminden nukul etmesine binaen hüküm verilmiþ olabilir yani þüpheyi ortadan
kaldýracak ve hükmün gerekçelerini belirten dosyalar demektir. Aslýnda bir bakýma sicil ve sâkk
alýþveriþin, rehmin, ikrarýn ve benzeri bir takým tasarruf ve akitlerin yazý ile tesbit edildiði senede ve
bir takým taahhüt ifadelerine benzer. Huccet kelimesi vesika kelimesi her üçünü de içine
olmaktadýr.» denilmektedir.
Ama bugün örfümüzde vak´anýn dermeyan edilip yazýldýðý ve kadý nezdinde býrakýlan bizatihi kendi
yazýsý olmayan hususa sicil denmekte, hüccet ise, kadýnýn üzerinde onayýný bildiren bir ifade veya
þahitlerin altýnda yazýlý ifadeleri ve hasýmlarla ilgili hususlar yer almasýdýr. Bahýr. Yeni tayin edilen
kadý bunlarý ister, çünkü ihtiyaç duyulduðu zaman onlara yeniden bakmak için muhafaza edilmesi
zaruridir. Yeni görevi alan kiþinin gerektiði zaman eline geçmesi. eski hadiseleri tetkik etmesi
bakýmýndan da önem kazanýr. Ancak hasmýn elinde bunlarla ilgili olan suretler
deðiþtirilebileceðinden o suretlere itimat edememektedir. Zira onlarda eksiklik ve fazlalýk olabilir.
(Bütün bunlar o günün þartlarýna göredir.)
Eðer bu dosyalarýn tutulmasý için gerekli evraklarýn masrafý beytül-maldan ödenmiþ ise, bunlarýn
yeni kadýya teslim edilmesi gerekir. Eðer mahkemeye müracaat eden hasýmlardan alýnmýþ veya
kadýnýn bizatihi kendi cebinden ödenmiþ ise, sahih olan kavle göre, yine kadýnýn isteðine binaen
ona getirilmesi gerekir.Zira onlarýn kadý elinde býrakýlmasý gerektiði zaman muhtevasýyla amel
etmek veya ihtilaf halinde ona rucu etmek içindir. Ayrýca kadýnýn masraflarý kendi cebinden
ödemesi halinde onlarý bir mal edinmek maksadýyla veya kendi mülkü olarak satýn almak
maksadýyla deðil, dindarlýðýndan ve dini vecibeleri yerine getirmek istediðinden ilerde kaynak
olabilmesi için muhafazasý gerektiði inancýndandýr. Meselenin tamamý Zeylai´de geniþ biçimde
açýklanmýþtýr.
TENBÝH: Zeylai´nin ifadesinin özeti ise, ihtiyaç anýnda huccet olmasý içindir. Ayný ifade Fetih´te de
mevcuttur. Buna göre yeni tayin edilen kadýnýn (hakimin) eski hakimin hazýrladýðý dosyalara
güvenmesi, onlarýn muhtevasýna inanmasý caizdir. Biraz sonra geleceði gibi, azledilmiþ olan
hakimin sözleri ile amel edilmez dense de orada þahit olarak sözü muteber sayýlmaz denmek
istenmiþtir. Eþbah´ta, «Yazýya, bilhassa el yazýsýna güven duyulmaz. Vakýflarla ilgili geçmiþ
kadýlarýn yazýlarýný ihtiva eden bu yazýlarla amel edilmez.» denmektedir.
Ancak Eþbah þarihi biri, Ýbni Nüceym´in «itimad edilmez» sözünün maksadý ayný konuda bir
husumet meydana geldiði taktirde, yeni tayin edilen hakim veya kadýnýn onunla hüküm
veremeyeceðidir. Çünkü yazý deðiþtirilebilir, tezvir edilebilir. Nitekim bu gerekçeler Zahiriye´nin
muhtasarýnda da aynen zikredilmiþtir. Ecnasta bulunan ifade bu kabilden deðildir ki orada yeni
tayin edilen kadýnýn önceki kadýlara ait dosyalan bulmasý ve onlar hakkýnda resmi kayýtlarýn
bulunduðu ve kadýlarýn divanýnda bulunan hususlar orada olduðu gibi eski haline göre icra edilir.
Her ne kadar o konunun þahitleri ölmüþ olsalar da. Ebul Abbas bu konuda hükümde kendisinden
önce emin sayýlan ve emin olunan kadýlarýn topladýklarý ve dosya olarak tanzim ettikleri divandaki
hükümlere bakmasý onlara rucu etmesi caizdir. Çünkü kadýnýn elinde bulunan dosyalar tezvirden
uzaktýr. Zira emin ellerde ve emin yerlerde muhafaza edilmektedir. Hasmýn etinde bulunan suretler
ise deðiþmiþ olabilir. Vakýf bahsinde bu konuyu anlatýrken Hayriye´den naklen þöyle bir ifade
nakletmiþtik: «Eðer vakfa ait kadýlar nezdindeki sicil ve divanda bir yazý var ise, o da hala dosyada
mevcut ise, yeni tayin edilen kadýnýn istihsanen ondaki muhtevaya uymasý yeni bir anlaþmazlýk
çýktýðýnda ayný hükmü yenilemesi caizdir.» Bu konuda Ýsa´f isimli eserde sarih bir þekilde kadýlarýn
divanýnda olan hususlarla amel etmek -istihsan yolu ile- caiz görülmüþtür. Bu durumda istihsanýn
delili ise vakýf gibi müesseselerin ihyasý ve devamý ancak o þekilde mümkündür. Özellikle aradan
uzun yýllar geçmiþ ise ona itibar edilmelidir. Yeni yazýlmýþ kayýtlar bunun hilafýnadýr. Çünkü onda
bulunanlarýn gerçeðe uyup uymadýðýna, hasmýn ikrarý veya beyyine ile ýttýla mümkün olmaktadýr.
Bunun için yeni yazýlara güvenilmemektedir. Buna göre ise Zeylai´nin kullanmýþ olduðu ifade,
zamaný geldiðinde huccet sayýlmasý. hasýmlarý ilzam edebilmek içindir sözü, aradan uzun yýllar
geçtiði taktirde demektir. Bu ifade ile de muhakkýk Hibetullah Ba´li´nin Eþbah üzerine yazmýþ
olduðu þerhinde söyledikleri kuvvet kazanmakta, yukardan beri nakledilenleri verdikten sonra,
«Huccetle amel edilebileceðinin caiz olduðuna dair sarih bir ifadedir,» demektedir. Her ne kadar
þahitleri ölmüþ olsalar da. Zira onlarýn muhtevasý emin yerlerde korunan dosyalarda mevcut
bulunmaktadýr.» demiþtir.
Yalnýz burada uzun zaman geçmiþ olmasý kaydýnýn da nazarý itibara alýnmasý gerekir. Aksi halde
fukahanýn ifadeleri orasýnda telif yapýlamaz, uyum saðlanamaz. Bu da eski dosyalar için geçerlidir.
Yeni dosyalar ile ilgili hususlar böyle deðildir. Zira ihtiyaç duyulduðu taktirde davanýn
yenilenebileceði, hasýmlarýn tekrar mahkemeye çaðrýlarak durumun yeniden tesbitine gidileceði
beyan edilmektedir. Aynca bu konuya tekrar kadýnýn diðer bir kadýya yazýsý ile ilgili konuda tekrar
ele alýnacaktýr. Geniþ bilgi için Tenkihül fetava El-hamidiye isimli eserin dava bölümünde
yazdýklarýmýza bakabilirsin.
«Mahkum olan þahýslarýn durumunu gözden geçirir ilh...» Hapishaneye bir memur göndererek
ordakilerin sayýlarýný, isimlerini. orada bulunmalarýnýn sebebini sorar. Bulunuþ sebeplerini
öðrenmesi gerekir, zira bir öncekinin kanaatine göre sabit olmasý, hapis edilmelerini gerektiren bir
hususun onca tespit edilmiþ olmasý, ikinci kadý için huccet sayýlmamaktadýr. Özellikle onlarýn hapis
sürelerinin uzatýlmasý veya devamý için. Zira azledilmiþ, görevden alýnmýþ kiþinin ifadeleri artýk
huccet olarak ikinci kadý nezdinde kabul edilmemektedir. Fetih. Nehir.
«Onlarý tahliye eder ilh...» Eðer kalmalarý için bir gerekçe, onlarý ilgilendiren bir mesele olmayacak
olursa. Bu konuda Nehir´in ifadesi, Ebu Yusuf´a ait Harac isimli kitaptan naklen aynen þöyledir:
«Hapisler arasýnda cinayetle veya hýrsýzlýkla veya kötü bir takým suçlarla meþhur olan kiþiler var
ise, hakimin de onlarý tedip etmesi gerekiyorsa tedip eder. Ama bu durumla ilgileri olmayan,
muvakkat bir zaman için tutuklu bulunan kiþilerle ilgili bir konu olmadýðý taktirde, ikinci hakim
onlarý serbest býrakabilir.»
«Ancak kendi ikrarlarý veya beyyine ile isbat edilmiþ suçlar tespit edildiði taktirde ilh...» Bu
durumda hakim onlarýn hapsinin ve mahkumiyetlerinin devamýna karar verir. Bahýr.
Bu konuda Fetih´te þöyle denmektedir: «Tekrar suçlu olduðunu aleyhinde hakkýn tespit edildiðini
bizatihi kendisi itiraf edecek olursa, hapishaneye iade eder.» Bahýr´da bu ifadeye itiraz edilmiþ ve
þöyle denmiþtir: «Azledilmiþ, görevden alýnmýþ kadýnýn celsesinde (mahkemesinde) zina suçunu
itiraf etmiþ olsa muteber sayýlmaz. Çünkü önceki itirafý batýl sayýlmaktadýr. Ýkinci kadý davaya
yeniden bakar, tekrar ayrý ayrý meclislerde dört defa ikrarda bulunduðu taktirde, ona haddi ikame
eder cezasý ne ise onu verir.»
«Ama bir þey ikrar etmeyecek olursa ilh...» Ve onun aleyhinde bir isbatta bulunmayacak olur,
suçsuz yere hapsedildiðini iddia edecek olursa. Nehir.
«Hakim onun hakkýnda soruþturma yapar. Çaðrýda bulunur ilh...» Ve gönderdiði kiþiler vasýtasýyla
günün þartlarýna göre falan oðlu falandan hak talep edenler varsa mahkemeye gelsin, diye ilan
verir. Bunun için de bir süre takdir eder. Zeylai.
«Kefaletle tahliye eder ilh...» Ama kefil vermeden imtina eder veya, kefilim yoktur derse, yukarda
belirttiðimiz gibi onun hakkýnda ilanlarla belirli bir süre -bir ay gibi bir süre- ilanda bulunur. Ýlanlar
neticesi, davacý bir kiþi çýkmadýðý taktirde tahliyesine karar verir.
«Emanet mallarda ilh...» Daha çok bu emanet mallar, yetim çocuklara ait olan mallardýr. Kadý
tarafýndan muhafaza edilmesi için onun nezdinde veya onun denetiminde yedi emine teslim edilir.
Nehir.
«Veya beyyine ile ilh...» Yaný birinci kadýnýn elinde emanet olan mallar veya vakfa ait gelirler vasi
tarafýndan isbat edilir ve falanýn iþrafýnda bulunan veya yedi eminde bulunan mallar falan yetime
aittir veya falan vakfa aittir diye vakýf mütevellisi veya nazýrý tarafýndan mahkemeye müracaatta
bulunulur. Bu da o günün örfüne binaen yedi eminde býrakýlan mallar içindir. Ama zamanýmýzda
vakýf mallarý daha çok mütevellilerin (vakýfa bakan nazýrlarýn) ellerinde bulunmakta, yetimlere ait
emanetler ise onlar için tayin edilen vasilerin elinde bulunmaktadýr.
Farz edelim ki azledilmiþ kadý onla.ý yedi emine emanet olarak býrakmýþ, bu durumda göreve gelen
ikinci kadý bu konuda yukarýda, beyan edilen þartlarla amel eder. Nehir.
«Yeni tayin edilen kadý Dürer´de beyan edildiði gibi ilh...» Birinci kadýnýn ifadesine dayanarak
hüküm veremez. Özellikle onun sözleri kendi yaptýðý iþlerle ilgili olduðu için, kendi iþi lehinde
þahadet mesabesinde kabul edilir. Onun için dinlenmez.
Konunun aslý Bahýr sahibi tarafýndan incelenmiþ ve þöyle denmiþtir:«Hakim´in Kafi isimli eserinde
sarih olarak þu ifadelere rastladým: «Bir kimse mahkemeden yani hakimlikten azledilirse, daha
sonra ben þu mesele hakkýnda falan kiþi lehine þöyle hüküm vermiþtim der, ikinci kadýya verdiði
hüküm hakkýnda bu þekilde bilgi verecek olursa sözü kabul edilmez. Hatta onun bu ifadesine baþka
bir þahidin þahadeti de eklense yine kabul edilmez. Ancak ondan baþka bu konuyla ilgili iki þahidin
þahadeti bulunacak olursa o zaman amel edilir.»
Benzeri bir ifade Mebsut´tan naklen Kuhistani´de de mevcuttur. Ýbni Nüceym, Kariul Hidaye´nin
«Baþka birinin þahadetiyle birlikte olursa kabul edilir» ifadesini Fetava isimli eserinde
benimsemiþtir.
Ama Bahýr isimli eserinde ,söyledik!erinin ise yukarda Nehir´deki ifadeye uyan bir ifade olduðunu
görmüþ idik. Fetava isimli eserindeki ifadeleri aynen þöyledir: Ki bu kitap kendi yazdýðý deðil,
talebesi tarafýndan tertip edilmiþ, onun söyledikleri kaleme alýnmýþtýr: «Bir hakim verdiði hüküm
hakkýnda baþka bir hakime bilgi verecek olursa durum, ne olur sorusuna cevap olarak onun tek
baþýna sözüne güvenilir mi, onun ifadesiyle hüküm verilir mi, yoksa baþka bir þahide de ihtiyaç var
mýdýr? Onun verdiði haberle (bilgi ile) iktifa edilmez. Ýkinci bir þahide muhakkak ki ihtiyaç vardýr.»
Bu fetvayý düzenleyen, kaleme alan der ki: «Hocamýz bu konuda Kariul Hidaye diye bildiðimiz þey
Siraciddin´in verdiði fetvaya uyarak bu ifadeyi kullanmýþtýr. Bunun da Ýmam Muhammed´in kavli
olduðunda þüphe yoktur. Ama Ebu Yusuf´Ia Ýmam Ebu Hanife ise rücuu sahih olmayan ve mutlak
bir þekilde yapmýþ olduðu ikrar ile ilgili haberinin kabul edilebileceði istikametindedir. Ýmam
Muhammed ilk olarak bu görüþü benimsemiþ, daha sonra bu görüþten rucu ederek bir baþkasýnýn
þahadetinin de bunu teyid etmesi þarttýr demiþtir. Ancak birinci kadý, hükmedilen kiþinin
dönebileceði bir konudaki mesela had konusundaki ikrarýna dair bir haber vermiþ ise, îkinci kadý
için bu haber icmaen geçerli deðildir. Diðer bir husus, kadý beyyine ile hak sabit olmuþtur ve
þahitler hakkýnda gereken soruþturma yapýlmýþ, adil olduklarý tespit edildikten sonra þahitlikleri
kabul edilmiþ ve buna dayanýlarak hüküm verilmiþtir diye haber verecek olursa, o zaman ifadesi
kabul edilir.» Fetava´daki ifadelerin özeti bundan ibarettir.
Netice olarak denebilir ki, birinci kadý herhangi bir kiþinin rücuu sahih olmayan herhangi bir
konuda, mesela alýþveriþ veya karz gibi konularda ikrarýnýn bulunduðuna dair haber verecek olursa,
Ýmam Ebu Hanife ile Ýmam Ebu Yusuf´a göre mutlak bir þekilde kabul edilir. Ýmam Muhammed ilk
olarak bu görüþü benimsemiþ, daha sonra rucu etmiþ ve demiþtir ki: «Baþka bir þahit bulunmadýðý
taktirde, azledilen (görevden alýnan) hakimin tek baþýna sözü bu konuda kabul edilmez, geçerli
sayýlmaz.» Daha sonra Ýmam Muhammed tekrar Ebu Hanife ile Ebu Yusuf´un görüþüne rucu
etmiþtir.
Mesela hakkýn beyyine ile sabit olduðu hakkýnda haber verecek olursa, bu durumda imam
Muhammed tekrar Ebu Hanife ile Ebu Yusuf´a iþtirak etmiþtir. Buna göre kadýnýn sözünün kabul
edilebileceði hususunda bir ihtilaf kalmasa gerektir. Þurasýný da hatýrlatmakta yarar var. Bizim
sözümüz burada azledilen (görevden alýnan) kadý ile ilgilidir. Bu mesele ise yeni tayin edilen kadý ile
ilgili görülmektedir. Nitekim Edebül Kada þerhinde böyle ifade edilmekte, oradan böyle
anlaþýlmaktadýr. Aynca þahadetle ilgili bölümün baþ tarafýnda «Adil bir hakim (kadý) ben bu adam
aleyhine recmedilmesi için karar verdim» meselesi açýklanýrken de beyan edilecektir. Bundan da
anlaþýlan, mesele yeni hakimle ilgili bir mesele olsa gerektir. Zaten Kariul Hidaye´nin ifadesi de
öyledir Nehirde´ki ifadeye yapýlan itirazlarýn konu dýþý bir itiraz olduðu anlaþýlmaktadýr.
«Azledilen kadýnýn ifadesi kabul edilir ilh...» Bu da üç meseleyi ihtiva eder. Elinde emanet mal
bulunan kiþi, azledilmiþ kadýnýn kendisine teslim ettiðini ikrar ettikten sonra, bu mal kadýnýn do
ifade ettiði gibi falan kiþiye aittir demesi veya baþkasýna aittir demesi veya kime ait olduðunu
bilmiyorum demesi halleridir. Bu üç surette kendisinin azledilen kadý tarafýndan yedi emin olarak
tayin edilip malýn teslim edildiðine dair ikrar mevcuttur. Emanet kendisine tevdi edilen kiþinin eli
tevdi eden kiþinin eli mesabesinde olduðuna göre, sanki o mal azledilen kadýnýn elindeymiþ gibi
müteala edilir. Onun bu konudaki ikrarý da makbul sayýlýr. Zeylai.
Ama elinde mal olan kiþi, kadý tarafýndan kendisine teslim edildiðini inkar ederse, azledilen kadýnýn
bu konudaki sözü geçerli deðildir. Bu mesele yukardakinin hilafýnadýr. Bahýr.
«Kendi lehinde ikrar edilen birincisine teslim eder ilh...» Çünkü elinde mal olan kiþi ikrara kendi
isteði ile baþladýðý için ikrarý sahih ve ikrarýnýn gereði üzerine vacip olmuþtur. Çünkü elinde olan
malýn ona ait olduðunu ikrar etmiþtir. Daha sonra, onu bana kadý verdi demesi ile de önceden o
malýn kadýnýn elinde olduðunu ikrar etmiþ olur. Kadý da bir baþkasýna ait olduðunu ikrar ettiðine
göre, dolayýsýyla o da onun baþka birine ait olduðunu ikrarda bulunmuþ sayýlýr. O malý birinci ikrar
ettiði kiþiye teslim etmekle kadýnýn ikrar ettiði ve onun do kabul ettiði ikinci malýný telef etmiþ
sayýlýr. Fetih daha sonra buna uygun bir feri meselede zikretmiþtir.
Eðer iki þahit, bu malý, kadý, falan oðlu falan kiþi lehine hükmetti, deseler, kadý da ben hiçbir þey
hakkýnda hüküm vermedim dese, onlarýn þahitliklerine Ebu Yusuf´la Ýmam Muhammed´e göre itibar
edilmez. Aksine itibar kadýnýn ifadesinedir. Ýmam Muhammed´e göre ise, þahitlikler kabul edilir ve
bu istikamette yürürlüðe konur.» Yine Bahýr´dan naklettiðimiz bir ifadeye göre Camiü´l-Fusuleyn´de,
«Zamanýmýzýn þartlarýna uygun olan Ýmam Muhammed´in görüþüdür. Bunun içinde o görüþ tercih
edilir. » denmiþtir.
Ynt: Kaza By: neslinur Date: 09 Þubat 2010, 15:28:09
METÝN
Hakim hüküm vermek için mescidi seçer. Bu mescidin insanlarýn kolay bulmalarý. onlar için
kolaylýk olmasý bakýmýndan þehrin ortasýnda bir mescit olmasý tercihe þayandýr. Hatibin veya
müderrisin camide oturduðu gibi sýrtýný kýbleye dönerek davayý yürütür. Haniye.
Mahkemeye getirmek için mubaþir görevi yapan veya davayý teblið eden kiþiler için harcanan
masraflar, esah olan kavle göre, davayý açana aittir. Bezzaziye´den naklen Bahýr´da bu þekilde ifade
edilmiþtir. Haniye´de ise, «Aleyhinde dava acýlan kiþiye aittir.» denmekte, «Sahih olan görüþte
budur.» ifadesine yer verilmektedir.
Sultanýn, müftünün ve fakihin halkla iliþkilerindeki durum da ayný kadýnýnkine benzemektedir. Kadý
mescitte hüküm verebileceði gibi kendi evinde de herkese açýk olmasý þartý ile hüküm verebilir.
Az da olsa gelen hediyeleri kabul etmez, reddeder. Ýbnü Kemal. Bu hediyeler kendisine yardýmcý
olmasý þartý koþulmaksýzýn verilenlerdir. Rüþvet ise bunun hilafýnadýr. Ýbni Melek. Ama hediyeyi
getiren kiþi hediyesinin iade edilmesinden dolayý üzülecek olur veya rahatsýz olacak olursa bu
durumda hakim getirilen hediyenin kýymetini ona verir. Hulasa.
Getirilen hediyeyi red etmek getirenin kim olduðu bilinmediði için mümkün olmayacak olursa veya
getirenin yerinin uzak olmasý halinde iade edemeyecek olursa, hediyeyi beytilmale býrakýr. Gelen
hediyelerin ona ait olmasý düþünülemez. Çünkü bu Hazreti Peygamber Aleyhüsselatu vesselamýn
hususiyetlerindendir. Yani ona gelen hediyeler onun mülkü sayýlýr. Tatarhaniye.
Bu ifadeden de anlaþýldýðýna göre herhangi bir devlet yetkilisinin bilhassa devlet baþkanýnýn hediye
kabul etmesi uygun olmaz. Eðer böyle olmasa idi Hazreti Peygamber Aleyhüsselatu vesselamýn
hususiyetlerinden sayýp ona ait olduðu söylenmezdi. Yani devlet baþkaný ve kadý olarak
Resulullaha gelen hediyeler müstesna, ona ait bir özelliktir. Baþkalarýnýn Resulullah hediye kabul
ederdi diye kabul etmeleri uygun olmaz.
Ayný eserde imamýn yani devlet baþkanýnýn, müftünün, vaizin hediye kabul etmesinin caiz olduðuna
yer verilmiþ. Çünkü bu hediyeler alime ilminden dolayý yapýlmýþtýr. Kadýya yapýlan hediyeler ise
bunun aksinedir. Lehinde hüküm verme veya ona bir fayda temin etmesi için verilmiþtir. Hediye
kabul etmeme meselesinden aþaðýdaki dört husus istisna edilmiþtir. Sultanýn getirdiði hediye,
paþanýn verdiði hediye, -Eþbah ve Bahýr- yakýn akrabalýðý dolayýsýyla yakýnýn getirdiði hediye, kadý
olmazdan önce aralarýnda hediyeleþme adeti olan kiþinin getirmiþ olduðu hediyeler. Bu da eski
adet üzere getirilmiþ bir hediye olacak olursa. Ama eskilere oranla daha çok getiriliyor ise ve bu
yakýnýnýn veya aralarýnda hediyeleþme adeti olan bir kiþinin bir davasý yok ise kabul eder. Davalarý
olduðu taktirde veya eski hediyeden fazla getirmeye baþladýklarý taktirde, fazlasýný kabul edemez.
Dürer.
Özel davetlere de icabet etmez. Özel davetten maksat daveti tertib eden kiþi kadýnýn gelmeyeceðini
bilseydi o daveti yapmaz ve hazýrlamazdý diyebileceðimiz davetlerdir. Velevki bu yakýn akrabasý
veya aralarýnda eskiden davete gelip gitme adeti olan kiþiler tarafýndan do olsa.
Diðer bir rivayete göre özel davetler bu gibi yakýn akrabasý ve eski hediyeleþme adeti olan dostlar
tarafýndan yapýlan davet durumu hediye mesabesindedir. Siraçta ve þerhi Mecma´da «Hasýmlardan
herhangi birinin davetine icabet etmez ve adet olmayan davetler genel de olsa töhmete vesile
olabileceði ihtimaline binaen onlara da icabet etmez, iþtirak etmez.» denilmiþtir.
Cenazeyi teþyedebilir, hastalarý ziyaret edebilir. Eðer bunlarýn lehlerinde ve aleyhlerinde açýlmýþ bir
dava yok ise. Þurumbullaliye.
Mahkemede hasýmlarýn arasýnda eþit davranmasý kadýnýn üzerine düþen önemli vazifelerden biridir.
Oturturken eþit yerlere oturtur, onlara hitap ederken ayný þekilde hitap eder. Ýþaret ederken, onlara
bakarken eþit davranmayý kendisine prensip edinmesi vaciptir. Onlardan birinin kulaðýna gizli bir
þey söylemesi ve özellikle birine iltifatvari iþaretlerde bulunmasý yasaktýr. Birine kýzmayýp diðerine
kýzmasý, sesini yükseltmesi veya birinin yüzüne gülüp diðerine gülmemesi gibi durumlar da yasak
olan hususlar arasýndadýr.
Birinin içeriye girmesinden dolayý ayaða kalkmasý, kesinlikle caiz olmayan bir husustur. Ya her
ikisine de ayný iltifatta bulunacak veya hiç bulunmayacaktýr. Birine ikram edip diðerine ikram
etmemesi de bu kabildendir. Evet, bütün bu söylenenleri her ikisine de eþit bir þekilde yapacak
olursa, o zaman caizdir. Nehir.
Hiçbir surette hüküm meclisinde þaka yapmaz. Velevki baþkalarý ile de olsa. Çünkü bu tür þakalar
onun heybetini giderebilir, kiþilerin gözünde onu küçültebilir. Herhangi birine ne söyleyeceðini
telkin etmez. Ýmam Ebu Yusuf´tan bir rivayete göre böyle bir telkinde bulunmasý veya imalý ifadeler
kullanmasýnda bir beis yoktur. Ayni.
Þahide de nasýl þahadet edeceði konusunda telkinde bulunmaz. Ebu Yusuf yine bu konuda,
«Vereceði bilgiden fazla bir bilgiyi ona öðretmiyorsa, bildiklerini anlatmasý için ona yardýmcý olmasý
iyi bir þeydir.» demektedir. Fetvada bu yürütme ile ilgili meselelerde (kaza konusunda) fazla
tecrübesi olduðu için Ebu Yusuf´un görüþü ve kavli istikametinde olmalýdýr. Bezzaziye.
Velvaliciye isimli eserde þöyle hikaye edilmektedir: «Ebu Yusuf ölümü esnasýnda þöyle demiþtir:
«Rabbim, her þey sana malumdur ki ben hakim olduðum sürece hasýmlardan birine meyletmedim.
Hatta kalben de olsa birinin kazanýp diðerin;n kaybetmesini tercih etmedim. Ancak Harun Reþid´le
ilgili bir davada, hasmý olan hýristiyan bir kiþi ile arasýnda bir eþitlik saðlayamadým. Harun Reþid´in
kazanmasýný kalben temenni ettim. Fakat hakkýn onun aleyhine olduðunu gördüðüm anda hemen
aleyhinde de hükmü verdim.» demiþ ve sonra aðlamýþtýr.»
Ben derim ki: Bu ifadeden de anlaþýldýðýna göre, hakim kendisini tayin eden kiþi aleyhinde de
hüküm verebilir. Mülteka´da þöyle denmekte: «Hakimin kendisini tayin eden kiþi lehinde ve
aleyhinde hüküm vermesi sahihtir.» Nitekim ilerde de gelecektir.
FERÝ MESELELER: Bedai´de kâdýnýn riâyet etmesi gereken hususlardan biri de hasýmlardan birine
diðerinin anlamadýðý bir dille hitap etmemesidir. Tatarhaniye´de ise itiyatlý olan görüþ her iki
hasmada aranýzda hüküm vereceðim demesi hatta onun tayininde birtakým eksiklikler de olsa bu
durumda onlarýn yani hasýmlarýn kabulü ile hakem durumunda sayýlýr. Hakim herhangi bir konuda
hüküm verdikten sonra sultan alimler huzurunda mahkemeyi yenilemesini emretse, emre uyarak
mahkemeyi yenilemesi gerekmez. Bezzaziye.
Aleyhinde hüküm verilen kiþi, lehinde hüküm verilen kiþiden davanýn bir suretini istemesi ve
alimlere göstereceðim, demesi sahih midir, deðil midir sorusuna cevap olarak, «Ýstenilen nüshayý
vermediði taktirde kadý onu vermeye zorlar.» denilir. Cevahirul Fetava. Fetih´te, «Hakim hüküm
verirken mümkün mertebe hasýmlarý birbiri aleyhine kýþkýrtmadan, birbirlerine kin besletmeden
hükmünü ifa etmesi yerine getirmesi gerekir.» denmektedir.
Hakim hüküm vermek üzere oturduðu zaman, hasýmlardan birinin takdim edeceði dilekçeyi
(arzuhali) kabul edebilir mi sorusuna, «hayýr» diye cevap verilmiþ. eðer oturmamýþ ise alabilir,
denmiþtir. O dilekçedeki ifadelerden dolayý karþý tarafý muhaheze etmez. Ancak bu ifadeler sarih bir
þekilde ikrarý ihtiva ediyorsa o zaman muhtevasý ile amel edebilir.
ÝZAH
«Hakim hüküm vermek için mescidi seçer ilh...» Bu görüþ ayný zamanda Ýmam Ahmet ve Ýmam
Malik´in görüþüdür. Ýmam Malik´ten sahih olan rivayet de budur. Þafii´nin görüþü ise bunun
hilafýnadýr. Ýmam Þafii´ye göre, mescide gayri müslim olan kiþiler de geleceðinden baþka bir yer
seçer. Çünkü Kur´an-ý Kerim´de nassan onlarýn temiz olmadýklarý ifade edilmekte ve mescide
giremeyecekleri belirtilmektedir.
Fethü´I-Kadir´de Hanefi mezhebinin ve diðer iki mezhebin bu konudaki delilleri hususunda uzun
uzun bahsedilmiþ ve caiz olacaðý sonucuna varýlmýþ, daha sonra þu cümle ile baðlanmýþtýr: «Gayri
müslim olan kiþinin temiz olmamasý (necis olmasý) itikatla ilgili bir husustur. Burada teþbih
kasdedilmiþtir.»
Ay baþý gören kadýnlar do camiye giremeyeceklerine göre hakim onlarýn ifadesini dinlemek için
onlarýn bulunduðu yere gider veya mescidin dýþýna çýkar veya kendi gidemiyor ise vekilini gönderir.
Mesela dava konusu bir hayvan olduðu taktirde nasýl ki yerine gidip onu tesbit etmek veya cami
dýþýnda onu görmek gerekiyorsa, bu durumda do bunlar camiye giremeyeceklerinden onlarýn
bulunduklarý yere kendisinin gitmesi veya bir vekilini göndermesi gerekir. Meselelerin tamamý ve
bunlardan kaynaklanan feri meseleler Fethü´l-Kadir´de zikredilmiþtir. Bahýr´da da ayný ifadelere yer
verilmiþtir.
«Camide sýrtýný kýbleye dönerek oturur ilh...» Bu ifade oturma þeklinin nasýl olmasý hususunu
belirtmektedir. Yani kadýnýn hüküm vermek için mescitte sýrtýný kýbleye dönerek oturmasý
menduptur. Ayný durum insanlara kolaylýk saðlamasý bakýmýndan þehrin ortasýnda olan bir mescidi
seçmesi de böyledir. Tahtavi.
«Hasýmlarý mahkemeye çaðýranýn ücreti ilh...» Hasýmlarý mahkemeye çaðýran kiþiler için masrafýn
kime ait olduðu konusu belirtilmekte, bunun davayý açan kiþiye ait olduðu, Bahýr isimli eserde bu
þekilde beyan edilmektedîr. Bezzaziye´de ise onlarýn mahkemeye celbi için zabýta kuvvetlerinden
(emniyet kuvvetlerinden) yararlanýr ve bu konuda ödenen ücretler de beytilmalden olmasý gerekir.»
denmektedir.
Diðer bir rivayete göre ise aleyhinde dava açýlan kiþi gelmemede direnecek olursa, getirilmesi
halinde ücreti onun ödemesi gerekir. Eðer þehir içinde ise yarým dirhemden bir dirheme kadar,
þehir dýþýnda ise, her fersah için üç ila dört dirhem arasý bir ücret taktýr edilir. Davalýyý takibe
memur edilen müvekkel kiþinin ücreti, sahih olan kavle göre dava açana aittir.
Zahire´de þöyle denmektedir: «O müþehhistir. Yani davayý açan kiþi tarafýndan davalýyý mahkemeye
getirmek üzere görevlendirilen ve onu takib eden kiþidir.» Bu ifadeye göre mahkemeye her ikisini
çaðýran kiþi ile yani muhzir kiþi ile mülazim dediðimiz kiþi arasýnda fark olmakta, bu da þarihin
naklettiðinin hilafýna görülmektedir.
Minyetil Müfti´de ise, «Aleyhinde dava açýlan kiþiyi çaðýrmak üzere ona mülazemet eden, onu takip
eden kiþi için yapýlan masraflar beytilmaldendir. Fakat esah olan kavle göre davayý kabul etmeyen
ve mahkemeye gelmemede direten aleyhinde dava açýlan kiþiye aittir» denmektedir. Bu da
Haniye´de olan ifadenin özetidir.
Netice olarak sahih rivayete göre, eðer müþhýs dediðimiz kiþi aleyhinde dava açýlaný takib eden kiþi
manasýna alýnacak olursa, ona ödenen ücret davayý açandan, yok eðer mahkemenin elçisi olarak
kabul edilecek olursa, buna ödenen ücretin de aleyhinde dava acýlan kiþiden alýnacaðý, bu da
gelmemede direnecek olursa böyledir. Eðer direnmez, celbi alýr almaz hemen mahkemeye gelecek
olursa bu durumda masraflarýn dava açan tarafýndan karþýlanmasý gerekir, denmektedir. Bu
Vehbaniye þerhinde olan ifadelerin özetidir.
«Veya evinde hüküm verir ilh...» Çünkü ibadet herhangi bir yer ile mukayyet deðildir. Bu durumda
da yukarda beyan edildiði gibi mescitte aranan nitelik, yani þehrin ortasýnda olma durumu ev içinde
aranan niteliklerden biridir. Nehir.
Kadýya verilen hediyeler
«Kendisine az da olsa verilen hediyeleri reddeder ilh...» Bu konuda delil, Buhari´de Ebu Humeyd.
Esayidi´den rivayet edilen þu hadisi þeriftir: Ebu Humeyd bu konuda þöyle demektedir: «Hazreti
peygamber (S.A.V.) Ezd kabilesinden bir kiþiyi devlet görevine atadý. Ona Ýbni Lüteybe deniyordu.
Zekat toplamak üzere tahsildar olarak görevlendirmiþti. Döndüðü zaman, «Bu size verilendir, bu da
bana verilendir.» deyince Hazreti Peygamber, «Babasýnýn veya anasýnýn evinde otursaydý da
görseydi. Ona bunlar hediye edilir miydi, edilmez miydi.» diye cevap vermiþtir. Ömer Ýbni Abdülaziz
bu konuda, «Hediyeler Hazreti Peygamber devrinde hediye idi, bugün ise rüþvettir.» demekte
Buhari de bu ifadeye yer vermektedir.
Hazreti Ömer (R.A.) Ebu Hüreyre´yi bu vazifeye tayin etti. Bir miktar mal ile dönen Ebu Hüreyre´ye
Hazreti Ömer, «Bu nerden geldi sana.» diye sordu. O da «Hediyelerin peþ peþe gelmesindendir.
Yani bana verilen hediyelerin birikimidir.» deyince Hazreti Ömer, «Ey Allahým düþmaný, evinde
otursaydýn, sana böyle hediye edilir miydi» der ve onlarý onun elinden alýr, beytimale koyar. Hazreti
Peygamber Aleyhüsselatý vessellemin yukarda beyan buyurduklarý gerekçe, bir otorite ve yetki
gereði gelen hediyelerin haram olduðuna dair bir delil .olmaktadýr. Fetih´te böyle ifade edilmiþtir.
Bahýr´da ise hediye kelimesinin özellikle zikredilmesi, ondan baþkasýnýn caiz olacaðýna iþaret
deðildir. Hediyesini kabul edemeyeceði kiþilerden borç almasý, onlardan ödünç bir þey almasý da
haramdýr, denmekte ve bu ifadeyi de Haniyye´ye nisbet etmektedir.
Ben derim ki: Bunun gereði de diðer teberrularýnda hakime verildiði taktirde haram olmasýdýr.
Kayýrma da haramdýr. Bunun için de, yani bir satýþta kendisi kayrýlacak olursa, hakimin bu
kayýrmadan dolayý kendinde kalan miktar rüþvet mesabesindedir. Bunun içinde eðer mahkemede
zabýtlarý yazmak için alýnan kaðýtlara bir ücret almasý gerekiyorsa ecri misil (emsali ücret) neyi
gerektiriyorsa onu alýr, ondan fazlasýný almasý caiz deðildir. Çünkü muhabadýr denmekte, buna göre
de bazý kiþilerin yaptýðý gibi hem hediyeyi çok ucuz bir fiata satýn alma veya ödenen herhangi bir
dosya bedelini cüzi bir fiatla veya fahiþ bir fiatla satma durumu helal olmaz. Yine bazýlarýnýn
yaptýklarý gibi yukarda da beyan edildiðine göre mahsul denilen bir miktarý almasý esnasýnda veren
kiþinin hakime bir divit veya býçak karþýlýðý bunu satmýþ görünmesi veya benzeri çok cüzi bir þeyle
satýn almasý ve bunun satýþ þeklinde gösterilmesi de helal olmaz. Çünkü borç almak ve ondan
ödünç bir þey almak horam olduðuna göre bunun daha da haram olmasý gerekir.
«Sahibi bilinmeyen hediyeleri veya uzak yerde olan kiþilerin hediyesini beytilmale koyar ilh...» Bu
da veren kiþinin malý ve onun emaneti olarak býrakýlýr. Geldiði taktirde yitik mal mesabesinde
kendisine verilir. Fetih.
«Yine Tatarhaniye´de ilh...» Bu söyledikleri imam hakkýnda, yani devlet baþkaný hakkýnda daha önce
söylediklerine ters düþmektedir. Birinci görüþü Fethü´l-Kadir´den naklettiðimiz Hazreti Peygamber
Aleyhisselatu vessellemin bu þekilde açýklamalarý velayet veya otorite sonucu alýnan hediyelerin
haram olduðuna delildir, ifadesini teyid etmektedir. Ve yine müslümanlar için genel bir vazife yapan
devlet memurunun almýþ olduðu hediyelerin hükmü, kadý ile ilgili olan hediyelerin hükmüne
benzemektedir.
Müftü olan kiþilerin aldýðý hediyeler hakkýnda Bahýr isimli eserde þarihin Tatarhaniye´den ve
Haniye´den naklettiði ifadelere itiraz edilmiþ ve denmiþtir ki: «Ýmam ve müftü için hediye kabul
etmek, özel davetlere icabet etmek caizdir.» Daha sonra devamla, «Eðer buradaki imamdan maksat
cami ve mescit imamý ise, o zaman bir diyeceðimiz yoktur. Ama vali manasýna olan devletin üst
kademelerindeki görevli kasdediliyor ise o zaman helal olmaz.» denilmiþtir. Bu durumda iki ifade
arasýnda bir tezat bulunmamaktadýr. Delilere uygun olan da budur. Çünkü imam dediðimiz devletin
en üst kademesinde olan kiþidir.
Nehir´de bu konuda þöyle denmektedir: Bunlardan da anlaþýldýðýna göre. burada amel ve iþten
maksat devlet baþkanýnýn veya onun vekilinin yetkisine binaen kiþiye verdiði görevdir. Mesela
tahsildar, öþür alan kiþi buna bir örnektir.
Ben derim ki: Onlarýn benzeri de köylerde þeyh diye bilinen köyün ileri geleni (þeyhul kariye)
veyahutta sanatýn piri olan ve benzeri kiþilerin musallat olup onlarý zorla bir ödemeye mecbur
ettikleri taktirde, onlarýn aldýklarý hediyeler de haramdýr. Çünkü onlara verilen, onlarýn þerrinden
kurtulmak için veya onlarýn nezdinde bir itibar kazanmak içindir. Buradaki görevden maksat, devlet
baþkaný veya onun vekili tarafýndan verilen yetki veya vazife ifadesi, müftünün görevlerini de bu
genel hüküm çerçevesi içerisine almaktadýr. Eðer müftü devlet baþkaný veya vekili tarafýndan
görevlendirilmiþ ise.
Ancak bu görüþ fukahanýn mutlak kullandýklarý ifadeye ters düþmektedir. Çünkü onlar müftünün
hediye kabul etmesinin caiz olduðunu ifade etmektedirler. Aksi halde cami imamý veya vaiz veya
öðretmen devlet tarafýndan görevlendirilmiþ kiþilerdir. Bunlarýn da hediye kabul etmemeleri gerekir.
Ancak müftünün cami Ýmamý veya vaiz ve diðer görevlilerden farklý olabileceði söylenir. Çünkü
müftüye hediye getiren kiþi, hasmýna karþý kendi davasýný savunmak, haklý olduðunu göstermek
için hediye getiriþ olabilir. Bu durumda müftü kadý mesabesinde olur. Ancak buna göre müftü
devlet tarafýndan görevlendirilmemiþ kiþi de olsa, yukardaki talile binaen durumun ayný olmasý
gerekir. Bu da müftünün hediye kabul edebileceði istikametindeki sarih ifadelere ters düþer.
Binaenaleyh burada söylenebilecek husus, müftü ile kadý arasýndaki fark acýktýr. Çünkü kadý verdiði
hükmü ilzami olarak uygulamakta ve ayný zamanda hükümleri yerine getirmede Hazreti
Peygamberin vekili mesabesinde olmaktadýr. Onun hediye kabul etmesi, vereceði hükümde karþý
tarafýn lehinde bir hüküm beklemesi ihtimaline binaen rüþvet sayýlmaktadýr. Bu da hükmün batýl
olmasýný gerektirir. Müftüde ise durum böyle deðildir.
Ama þöyle bir itiraz yapýlabilir: Müftünün hediye kabul etmesinin caiz olmasý ifadesinden fukahanýn
maksadý, onun ilmine saygý olmasý bakýmýndan takdim edilen hediyelerdir. Sorduðu meseleye
hüküm çýkarmasý ve ona yardýmcý olmasý maksadýyla deðildir. Eðer ona yardýmcý olmak, hasmýný
ilzam etmesinde ona delil bulmak için olacak olursa, bu durumda rüþvet kelimesinin genel manasý
burada tecelli etmiþ olacaðýndan müftünün de onu almasý caiz olmaz. Ancak yukarda zikredilen
yardým etme þartý konusunda Fetih´ten naklettiðimiz bir ifadeye göre, eðer kadýya taktim edilen bir
hediye, sultan nezdinde ona yardýmcý olmasý için olur, bunda da þart olmayacak olursa, yakinen
ona yardým etmesi için hediye takdim ettiðini de bilecek olursa, fukahamýzýn çoðu bunda bir beis
olmadýðýný söylemiþlerdir. Bu durumda isterse devlet görevlisi, isterse bir baþkasý olsun, tümüne
bu hükmün þamil olmasý gerekir.
Bu sebepten dolayýdýr ki Camiü´l-Fusuleyn´de, «Kadý hediye kabul edemez. Özellikle kadý olmasaydý
kendisine bir kiþi tarafýndan hediye gelmesi mümkün olmuyor ise, o kimsenin kadý olduktan sonra
hediyesini kabul edemez. Çünkü bu durumda takdim edilen hediyeler, þartlý hediyeler
mesabesindedir.» Daha sonra þöyle denilmektedir: «Bu da kaza bahsinde zikredilenlere muhalif
düþmektedir.»
Ben derim ki: Ýfadenin zahiri muhalefetin olmamasýdýr. Çünkü kadýnýn hediye kabul etmemesi
nassan belirtilen hükümler arasýndadýr, ama Kitab-i Kazada tahsilatý açýklanan þekildedir. Müftünün
de bu þekilde olmasý veya olmamasý ihtimali mevcuttur. Þüphesiz hediye kabul etmemesi kalben
insanýn mutmain olacaðý ve kabul edebileceði hükümlerdendir.
Þafii mezhebinde Muhammed bin Davudi´ye ait Menhec þerhinin haþiyesinde þöyle bir ifadeye
rastladým: «Þehirler ve pazarlarda kontrol görevi yapan kiþiler de devlet tarafýndan görev alan
kiþiler mesabesindedir. Evkaf iþlerine, vakýflara direk olarak bakan kiþiler ve müslümanlarla ilgili
herhangi bir iþi yapan kiþiler de devlet tarafýndan görev alan memurlar mesabesindedirler.»
Diðer bir þerhte ifade edildiðine göre, müftü, vaiz ve Kur´an öðretmeni ve ilim ehti buna dahil
olmasa gerektir. Çünkü onlarýn verdikleri hükümde zorla uygulama yetkileri yoktur. Her ne kadar
onlar hakkýnda evla olan eðer hediye, verdikleri fetva, yaptýklarý vaaz. öðretmiþ olduklarý ilim
karþýlýðý geliyor ise kabul etmemeleridir. Zira ilmin Allah rýzasý için olmasý bunu gerektirir.
Ynt: Kaza By: neslinur Date: 09 Þubat 2010, 15:31:10
HAPSETME ÝLE ÝLGÝLÝ BÖLÜM
METÝN
Hapis cezasý, Ýslam hukukunda varit olan bir husustur buna delil olarak Cenabý Hakkýn Kur´aný
Kerim´de, «Bulunduklarý yerlerden sürülürler.» ifadesi, ayrýca Hazreti Peygamber Aleyhisselatu
vessellemin bir töhmetten dolayý birini mescitte hapsetmesi de buna sünnetten delil olmaktadýr.
Ýlk defa hapishaneyi ihdas eden Hazreti Ali Radiyallahu taala anh olmuþtur. Ýlk defa nafi adýný
verdiði hapishaneyi kamýþlarýn birbirine baðlanmasý þeklinde bina etmiþ idi. Hýrsýzlar onu delip
içerisine girdiklerinden ötürü, çamur ve taþtan bina halinde yapmýþ, adýna da muhayyes demiþtir.
Bu da kiþilerin tedip edildiði, yaptýklarý suçtan dolayý kendilerinin bir bakýma tezlil edildikleri bir
yerdir. Hatta bu konuda Hazreti Ali´den þu þiirler de rivayet edilmektedir. Özetle Hazreti Ali þöyle
demektedir: «Beni akýllý, dengeli ve her þeyi yerinde yapan biri olarak görmüyor musun, ben nafi
denilen hapishaneden sonra muhayyes denilen yeri gecilmez bir kale gibi yaptým ve onun baþýna
güvenilir emin kiþiler diktim.»
Hapishanenin durumu, içinde örtü yataðý olmayan bir yer olmasý gerekir. Zira oraya alýnan kiþinin
sýkýntý çekmesi, üzerine düþen görevi ve üzerindeki borcu bir an önce ödemeye zorlanmasý
bakýmýndan bu vasýfta olmalýdýr. Buna göre, kendisine bir yatak veya örtü getirildiði taktirde
verilmez, ondan men edilir.
Onu teselli etmek için yanýna kimse sokulmaz. Ancak ziyaret maksadýyla komþularý ve akrabalarý
yanýna girebilir. Çünkü bazý konularda onlarla istiþareye ihtiyacý vardýr. Ancak onlar da yanýnda
fazla kalmazlar. Bu ifadenin gereði, eðer onu hapsettiren kendi ailesi ise, karýsý da onunla birlikte
hapsedilmez. Zahir olan da budur.
Mülteka´da bu konuda, «Cariyesi ile temas etme imkaný olacak olursa cariyesinin yanýna gelmesine
mani olunmaz. Eðer yer ve durum buna müsait ise. Cuma namazý, cemaat namazý ve farz olan haccý
için hapishaneden çýkarýlmaz. Bunlar için çýkarýlmadýðýna göre, diðer ihtiyaçlarý için hiç
çýkarýlmaz.» denmektedir.
Cenaze teþyii için de serbest býrakýlmaz. Velevki kefaletle de olsa, kendisine izin verilmez. Zeylai.
Hülasa´da, «Yakýnlarýndan, asýl ve feri akrabalarýndan, ana, baba, çocuklarýndan birinin ölümü
halinde kefaletle tahliye edilir, hapishaneden çýkarýlýr.» denmiþtir. «Baþkalarý için ise izin verilmez.
Fetva da buna göredir» denmektedir.
Hastalanacak olur ve hastalýðý müzminleþir, zayýflamasýna, halsiz ve mecalsiz kalmasýna sebeb olur
ise, kendisine orada hizmet edecek biri de yoksa, kefaletle tahliyesi yapýlabilir, hapishaneden
çýkarýlýr. Aksi halde çýkarýlmaz. Fetva da bu istikamettedir. Hapishanede tedavisi mümkün olduðu
müddetçe tedavi için çýkarýlmaz.
Borçlarýný ödemek için kazanç ve çalýþma maksadýyla da çýkmasýna izin verilmez. Diðer bir rivayete
göre hapishanede bir kazanç elde etmesi için çalýþmasýna da izin verilmez. Eðer alacaklarý varsa,
alacaklarýný takip için çýkarýlýr. Daha sonra yine hapsedilir. Haniye.
Hapishaneye düþen kiþi dövülmez. Ancak üç durum bundan müstesnadýr. Keffareti zýhar dediðimiz
keffaretten imtina ederse, yakýnlarýna infak etmekten imtina ederse, birde birden fazla evli olan
kiþilerin kendisine nasihatten sonra karýlarý arasýnda eþit bir muameleye yanaþmazsa bu hallerde
döðülür. Bu meseledeki kaide þudur: Tehir edilmesiyle elden çýkan onun yerine bir þey ikame
edilemeyen hususlarda dövülür. Eþbah.
Ben derim ki: Vehbaniye´deki, «Þu hususlar da eklenebilir: Eðer hapisten kaçarsa, dövülebilir.
Ancak baðlanmaz, kendisine kayýt vurulmaz. Hakkýn sabit olmasýna raðmen üzerine düþen görevi
yapmaz, alacaklýlara haklarýný tediye etmezse, hapishanenin kapýsý hava alacak, ekmek uzatýlacak,
su verilecek kadar bir yer býrakýlma suretiyle üzerine kapatýlýr.» denmiþtir.
Boynuna tasma takýlmaz, boynundan demire vurulmaz. Ancak kaçmasý söz konusu olduðu taktirde
ayaklarýndan baðlanabilir veya daha muhkem bir hapishaneye aktarýlýr. Kapýsýnýn kapatýlýp bir hava,
ekmek, su deliði dýþýnda sývanýp sývanamayacaðý konusunda karar kadýya aittir. Bezzaziye.
Elbiselerinden soyulmaz, iþçi olarak çalýþtýrýlmaz. Ebu Yusuf´tan borcunu ödemek için bir ücret
karþýlýðý çalýþtýrýlabileceði de rivayet edilmiþtir.
Hakaret olsun diye hak sahibi (alacaklý) olan kiþinin huzurunda da ayakta tutulmaz. Eðer bulunduðu
yerde kadý yok, mahkemesi mümkün deðil ise, olacaklý olan kiþi gece gündüz onu takip edebilir. Bu
durum hakkýný alýncaya kadar sürebilir. Cevahürü´l Fetava.
Hak sahibinin iradesi olmadýðý taktirde hapsedileceði yerin tayin edilmesi de kadýnýn yetkileri
arasýndadýr. Ancak baþka bir yerde hapsedilmesin; dava açan istediði taktirde kadý onun isteðini de
uygun karþýlar. Kýnye. Musannýf Kariül Hidaye´ye tebaen þu hususta fetva vermiþtir «Burada itibar
hak sahibinedir, kadýya deðildir.»
Nehir´de ise, «Hýrsýzlar arasýnda bir yerde hapsedilmesi istendiði taktirde, hakimin bu isteðe cevap
vermemesi gerekir.» denmektedir.
FERÝ MESELE: Bahýr´da Muhit´ten naklen, «Kadýnlar için özel bir hapishane yapýlýr. Bu fitne ve
töhmetten uzak olmasý, fitneyi önlemesi bakýmýndan önemlidir. Dava açan kiþinin açmýþ olduðu
davada hakký sabit olur, isbat edilirse. velevki cüzi bir mal da olsa, bir dirhemin altýda biri olan
danik mesabesinde de olsa, bu isbat beyyine ile olduðu taktirde, karþý tarafýnda ödeme imkaný var,
ödemiyor ise, dava açanýn isteðine binaen onu hemen kadý hapsedebilir. Çünkü inkar etmesi ile
borcunu ertelemesi þahitlerin þahadeti ve beyyine ile (isbatla) ortaya çýkmýþtýr. Eðer hak beyyine ile
deðil de onun ikrarý ile ortaya çýkmýþ ise, hemen hapsi gerekmez. Ödemekle emreder, ödememede
direnecek olursa, o zaman hapseder.
Ýmam Serahsi ise meseleyi, ters olarak almýþtýr. Yani beyyine ile sabit olduðu zaman hapsetmez,
ikrarý ile sabit olduðu taktirde hemen hapsedebilir. Kenz ve Dürer isimli eserde her iki mesele eþit
olarak kabul edilmiþ, Ýmam Zeylai de bu görüþü teyit etmiþtir. Birinci görüþ Hidaye ve Vikaye ve
Mecma sahiplerinin benimsediði görüþtür. Bahýr´da ise, «Hanefi mezhebinde muteber olan görüþ
budur.» denmektedir.
Ben derim ki: Münyeti´l-Muhti´de, «Eðer isbat ile alacaklýnýn durumu ortaya çýkmýþ ise hemen ilk
olayda kendisi hapsedilir Ýkrar yoluyla olduðu taktirde birinci durumda deðil, ikinci ve üçüncü
durumlarda hapsedilir.» denilmiþtir. Böylece de görüþler arasý telif ve uyum saðlanmýþ olur.
Hapis cezasý
ÝZAH
Hapisle cezalandýrma kaza ile ilgili hükümlerden biridir. Yalnýz bunun özel olarak birçok meseleleri
ihtiva etmesi bakýmýndan müstakil bir fasýl halinde zikretmiþtir. Nehir.
«Hapis cezasýnýn uygulanmasý Ýslam hukukunda varit olan bir husustur ilh...» Bu ifadeyle Kur´an-ý
Kerim´de ve Sünneti seniyede hapis cezasý ile tecziye edilmenin meþru olduðuna iþaret edilmek
istenmiþtir. Zeylai bu iki delile ek olarak icmaý da eklemiþtir. Çünkü sahabeler böyle bir hususun
yani hapsetmenin caiz olduðunda icma etmiþlerdir.
«Bulunduklarý yerden sürülürler ilh...» Bu ayeti kerimedeki «sürülürler» (nefyedilirler) ifadesinden
maksat. yukarda yol kesenler bahsinde belirtildiði gibi hapsedilmeleridir. Halebi.
«Ýlk defa hapishaneyi yapan Hazreti Ali´dir ilh...» Özel olarak ilk hapishane yapan Hazreti Ali´dir. Bu
fukahanýn «Hazreti Peygamber ve Ebu Bekir devrinde hapishane yoktu.» sözüne de münafi deðildir.
Çünkü o zaman insanlar mescitte veya bir dehlizde hapsedilirlerdi. Hatta Hazreti Ömer Raduallahu
anhý Mekke´de dörtbin dirheme bir ev satýn aldý ve bu evi hapishane olarak kullandý.
«Baþýna da bir emin kiþi býraktým ilh...» Hazreti Ali bu ifadesiyle güvenilir, emin bir gardiyan tayin
ettim, hapis iþleriyle meþgul olan birini tayin ettim demek istemiþtir. Fetih.
«Yatak olmayan bir yer olmasý gerekir ilh...» Yukarda metinde geçen vita kelimesi yatak manasýna
gelen firaþ kelimesinden sonra zikredilmiþtir. Eðer vita denilen kelimeden maksad yumuþak bir
yatak ise, sertine izin verilmediðine göre yumuþaðýna da izin verilmez. Bu üzerine örtünebileceði
bir þey demek deðildir. Ancak burada ek olarak söyleyebileceðimiz, hapis etmeden maksat o insaný
öldürmek veya hastalandýrmak deðildir. Bu, Mekke ve Medine gibi sýcak olan bölgelerin þartlarýna
göre normal karþýlanabilir. Ancak soðuk olan yerlerde ölmeyecek ve hastalanmayacak kadar
kendisine örtünecek bir þeyin verilmesi uygun olur kanaatindeyiz. Nitekim ilerde bu konuya daha
da açýklýk getirilecektir.
Kimsenin yanýna girmesine izin verilmez. Ýzin verilen yakýn akrabalarý da yanýnda uzun süre
kalmazlar. Çünkü onlarýn oraya girmeleri onu teselli etmek, onun yalnýzlýðýný gidermek deðil, belki
onlarla istiþare edebileceði bir husus vardýr, o hususu da kýsa sürede giderebileceðinden fazla
kalmalarýna izin verilmez.
«Bunun ifade ettiði husus þudur ilh...» Yani yalnýzlýðýný gidermek için onlarýn yanýnda fazla
kalmalarýna izin verilmez sözünden maksat bu olsa gerektir. Ancak Nehir isimli eserde, «Hapis olan
kiþinin eþine veya cariyesine ihtiyaç hissettiði zaman eðer eþi ile birlikte kalabileceði veya onunla
halvet yapabileceði bir yer olacak olursa izin verilir ve eþi yanýna konur.» denmiþtir. Bundan da
anlaþýldýðýna göre onu hapsettiren karýsý da olsa onunla birlikte hapsedilmez. Zahir olan da budur.
Görüyorsun ki þarihin meseleyi açýklamak maksadýyla getirdiði ifade, Nehir´deki ifadeden daha
uygun olsa gerektir. Çünkü onun ünsiyet kesbetmesi, yalnýzlýðýný gidermesi için hiçbir kimsenin
huzuruna sokulmayacaðý ifadesi, karýsýnýn da beraber hapsedilmeyeceði ifadesinden daha sarih,
hedefe daha yaklaþtýrýcý mahiyettedir. Zira onunla birlikte karýsý da hapsedilecek olursa bundan
meydana gelecek istinas ve yalnýzlýðý giderme durumu gerçekleþmiþ olur. Halbuki hapisten maksat,
sýkýlýp borcu bir an evvel ödemesini saðlamaktýr.
Eðer onu hapsettiren karýsý olacak olur, biz de karýsýnýn onunla birlikte hapsedilmesi caizdir
diyecek olursak maksat hasýl olmaz. Hatta maksadýn zýddý olan durum gerçekleþmiþ olur ki o da
kadýnýn sýkýlmasý ve hakkýndan vaz geçip kocasýný hapisten çýkarmasý ve dolayýsýyla kendisi de
oradan çýkmýþ olmasýdýr. Bu da koca, karýsýnýn isteði üzerine veya ona karþý olan borcundan dolayý
hapsedilmiþ ise, kadýnýn beraber hapsedilmeyeceðini gösterir.
Burada, Nehir´in ifadesinde, buna delalet eden bir husus yoktur. Bunun için þarih de Nehir´in
ifadesinden vaz geçerek baþka ifadeler kullanmýþtýr. Bu ifadeyi kullanmasýndan maksat, bazýlarýnýn
«Karýsý da onunla birlikte hapsedilir» iddiasýna bir red mesabesindedir.
Bahýr´da Hülasa´dan naklen, «Kadýn kocasýný hapsettirirse kadýn onunla birlikte hapsedilmez.»
denmektedir. Yine ayný eserde Bezzaziye´den naklen, «Eðer kadýnýn dýþarýda kalmasý, ýrz ve
namusu konusunda tehlikeli olursa müteahhir ulema istihsan yolu ile kadýnýn da kocasýyla birlikte
hapsedilebileceðini söylemiþlerdir.» denilmektedir.
Özetleyecek olursak, kadýn kocasýný hapsettirir, kadýnýn da þere meyli olan ve kocasýnýn
yokluðunda kötü yola düþebilecek korkusu var ise ve onu o yoldan alýkoyacak ve onu takip edecek
biri de bulunmayacak olursa, bu durumda kadýnýn kocasýný hapsettirmesi, bu kötü hedefine nail
olma için hapsettirdiði ihtimali söz konusu olabilir. Kocasýndan mücerret hakkýný almak için
deðildir. Bu durumda kadýnýn kocasýyla birlikte hapsedilmesi uygun olur.
Ama durum böyle olmayacak olursa, kadýnýn kocasýyla birlikte hapsedilmesi için bir gerekçe
yoktur. Hülasa´da ifade edilen sözden maksat da bu olsa gerektir.
«Cariyesine yaklaþmasýna izin verilir ilh...» Eþi, kansý da böyledir. Nitekim yukarda beyan edildi.
Diðer bir rivayete göre, bundan men edilir. Çünkü karýsý veya cariyesine yaklaþmasý onun asli
ihtiyaçlarýný gidermesi, karþýlamasý demektir. Bu ise hapis cezasý ile cezalandýrýlan kiþi için uygun
olmasa gerektir. Fetih.
«Hülasa´da, kefaletle çýkarýlýr ilh...» Doðru olan da budur. Özellikle Hülasa´nýn ifadesinde de bu
husus yer almaktadýr. Bahýr´da ise Hülasa isimli eserden naklen «Kefil çýkarýlýr» ifadesi kullanýlmýþ,
Bezzaziye´de bu ifade ayný hata ile tekrar edilmiþtir. Hatta orada. «Kadý kefilin ana ve babasýnýn
cenazesini teþyi etmek üzere hapisten çýkarabilir.» denmiþtir. Halbuki Fetava-yý Kadýhan´da
«Kefaletle çýkarýlýr» denmektedir. Doðrusu da budur.
«Fetva da buna göredir ilh...» Fetih´te, «Bu fetva buna göredir» sözü tartýþýlabilir. Çünkü gereksiz
yere bir insanýn hakký iptal edilmektedir. Evet eðer yakýný ile ilgili ölüm hadisesinde onun defnini
yapacak, techiz ve tekfinine yardýmcý olacak baþka biri olmadýðý taktirde bu kadarýna izin verilir ve
böyle olmasý da uygundur.» denilmiþtir.
Ýmam Muhammed´in bu konuda, «Anasý ve babasý öldüðü zaman hapisten çýkarýlýr mý.» þeklinde
kendisine tevcih edilen soruya «Hayýr» cevabý verdiði de Fethü´l-Kadir´de ifade edilmekte,
dolayýsýyla yukardaki «Fetva da bu istikamettedir» sözü, bir bakýma önemini kaybetmiþ olmaktadýr.
Netice olarak Hülasa´daki ifade, Ýmam Muhammed´in nassan beyan ettiði ifadeye ters düþmektedir.
Bahýr´da, «Bu konuda itirazý þu þekilde bertaraf etmek mümkündür. Ýmam Muhammed´in
«býrakýlmaz, çýkarýlmaz» sözü, bizatihi asaleten borçlu olanla ilgilidir. Ama bizim «çýkarýlýr»
sözümüz kefille ilgilidir. Bu da yukarda hatasýný tesbit ettiðimiz ifadeye göre yapýlmýþ bir tevildir.»
denilmiþtir.
«Kefaletle tahliye edilir ilh...» Fetih´te bu konuda, «Hapiste hastalanýp kendisine bakacak bir
hadimi, hizmetçisi olmayan kiþi çýkarýlmadýðý, kendisine bakýlmadýðý taktirde ölümle karþýlaþacak
olursa, o zaman kefaletle tahliye edilir.» denmiþtir. Bu durumda onun helak olmasýna göz
yumulamaz. Borcunda onu ölüme götürecek bir sebeb olmasý caiz görülemez. Bu talilin gereði de,
bir kimse bulamadýðý taktirde, yani kefil olacak bir kiþi bulamadýðý taktirde çýkarýlýr. Çünkü ölümüne
göz yumulmaz.
Ancak Menih´te Hülasa´dan naklen, «Kefil bulamadýðý taktirde çýkarýlmaz.» denmiþtir. Eðer hizmet
edecek biri var ise o zaman hapisten çýkarýlmaz. Bu Imam Muhammed´den de rivayet edilen bir
husustur. Bu ölüme götürebilen hastalýkta böyledir. Ýmam Muhammed´den bir, Ýmam Ebu Yusuf´tan
bir kavle göre, onu hapisten çýkarmaz. Hapishanede ve onun dýþýnda ölmesi durumu eþittir. Ancak
Hülasa´dan naklen Menih´te de belirttiði gibi, fetva imam Muhammed´in rivayeti istikametinde
verilmektedir.
«Mualecesi ve tedavisi için ilh...» Yani hapishanede tedavi imkaný varken, tedavi maksadýyla
mahkum hapishaneden salýverilmez.
«Bir rivayete göre, hapishaneden kazanç saðlamasýna izin verilmez ilh...» Bazý nüshalarda. «Hatta
çalýþmasýna dahi izin verilmez.» denmekte, doðru olan ifade de bu olmaktadýr. Çünkü bir rivayete
göre ifadesi de onun zayýf bir kavil olduðunu göstermektedir. Bahýr ve diðer fýkýh kitaplarýnda esah
olan görüþe göre, mahkum çalýþmadan men edilir. Bu ifade, adý geçen eserlerde sarih olarak yer
almaktadýr. Kaza ile ilgili bölümlerde Serahsi´den naklen, «Hanefi mezhebinde sahih olan görüþ de
budur.» denmektedir. Çünkü hapis sýkýntýya düþmesi için meþrudur. Kazanç elde etme imkaný
bulduðu taktirde sýkýntýya düþmeyecek ve böylece hapishane onun için bir iþyeri mesabesinde
olacaktýr.
«Eðer onun alacaðý varsa muhasama için çýkarýlýr daha sonra hapsedilir ilh...» Bu ifade ile þuna
iþaret edilmek istenmiþtir: Baþka birisi onun üzerinde bir borç iddia edecek olursa, davayý dinlemek
için çýkar. Vechi þerî ile isbat ettiði taktirde hapishaneye iade edilir. Sayýhanî.
«Keffaretten imtina edecek olursa ilh...» Çünkü kadýnýn cimadaki hakký, yaklaþmadaki hakký
gecikme ile düþebilir. Eþbah. Hamevi bu söze itiraz etmiþ ve demiþtir ki: «Kadýnýn kocasýndaki cima
hakký kaza yoluyla ömürde bir defadýr.»
Ben derim ki: Bu bir defa meselesi, erkek hakkýndaki iktidarsýzlýðý ortadan kaldýrmak için ve sabit
olmadýðý taktirde iktidarsýzlýk sebebiyle aralarýnda tefrik yapýlmasý içindir. Aksi halde durum kadýnýn
o bir defa dan sonra da hakký sabittir. Onun için erkeðin iyla yoluyla kadýna yemin edip kadýndan
uzaklaþmasý caiz deðildir ve müddetin bitmesiyle ikisi arasýnda tefrik yapýlýr. Çünkü erkeðin
kadýndan imtina etmesi yasak olan bir sebebe dayanmaktadýr. Zýharda da durum böyledir. Çünkü
zýhar uygun olmayan bir tutum, davranýþtýr. Bu nedenle zýharda kansýna dönmek isteyen kiþinin
zýhar keffareti ödemesi gerekir. Keffaretten imtina ettiði taktirde, karýsýna yaklaþmak isteyen kiþi
dövülür. Ancak yalnýz kadýndan imtina etmesi, ona yaklaþmamasý, dövülmesini gerektirmez.
«Yakýn akrabasýna nafaka vermekten imtina eden kiþi ilh...» Kefareti zýhardan imtina ettiði zaman
kansýna yaklaþmak isteyen kiþi nasýl döðülür ise, yakýn akrabalarýna infaktan imtina ettiði zaman da
döðülür. Yine karýlarý arasýnda eþitlik saðlamayan kiþinin durumu da böyledir. Bu ifade, yukarda
nafaka bahsinde söylediðimiz duruma ters düþmektedir. Zira orada yakýnýna nafaka vermekten
imtina eden kiþi döðülür, fakat hapsedilmez denmiþ idi. Kanlar arasýndaki eþit ve adil
davranmamada da durum aynýdýr, Nitekim nikahla ilgili bölümde geçti.
Ancak nafaka bölümünün son kýsmýnda bu konuda Bahýr´a tabi olarak onun da Bedai´den naklettiði
bir ifadeye göre, «Nafakasýný vermekten imtina ettiði kiþi babasý olsun, baþkasý olsun hapsedilir,
ama karýlarý arasýnda eþitlik saðlamaktan imtina eden kiþinin durumu bunun hilafýnadýr, o döðülür,
hapsedilmez.» Bu da ilerde musannýfýn metnen zikredeceði ifadeye uygun düþmektedir. Bahýr´da
ise bu konuda þöyle denmektedir: «Fukaha sarih bir ifade ile imkaný olmasýna raðmen kefareti
zýharý ödemeden karýsýna yaklaþmak isteyen ve yakýnýna infaktan imtina eden kiþiler nafaka
ödemediði takdirde dövülür.» Diðer borçlar ise bunun aksine olmaktadýr.
«Bu meseledeki kaide þudur ilh...» Yani hapsolan kiþinin dövülebileceði hususlarýndaki kaide.
Tehir edilmekle düþen ve yerine bir þey ikame edilemeyen hususlardýr. Yukarda zikrettiklerimizden
imtina ettiði taktirde vacip olan ihmal edilmekte, onun yerine baþka bir þey de ikame
edilememektedir. Mesela yakýn akrabasýnýn nafakasýný süresi içinde vermediði taktirde, velevki bu
nafaka mahkeme kararý veya karþýlýklý anlaþma ile de olsa belirli sürenin geçmesi ile düþer. Yerine
baþka bir þey de ikame edilemez. Yine karýsýna yaklaþmamada direnmesi veya karýlarý arasýnda
geceleyin taksim yapmamasý halinde üzerine düþen vacip sakýt olmakta ve bunlarý telafi edecek
baþka bir þey de onun yerine ikame edilememektedir.
«Vehbaniye´de bu üç nokta üzerine bir dördüncüsü eklenmiþtir ilh...» O da hapishaneden
kaçmasýdýr. Hapishaneden kaçan kiþiye hakim münasip gördüðü taktirde belirli bir kýrbaç cezasý
uygulayabilir.
«Sabit olan bir hakký ödememekte direnen kiþi ilh...» Eðer zimmetinde sabit olan borcu
ödememekte direnecek olursa bir rivayete göre, hapishanede onun üzerine kapý kapanýr, hatta kapý
sývanýr. Kendisine hava alacaðý, ekmek ve su alacaðý bir delik býrakýlýr. Diðer bir rivayete göre bu
konuda ceza taktiri kadýya aittir. Dilediði cezayý verir. Bezzaziye´den naklen bununla ilgili hüküm
ilerde zikredilecektir.
«Boynuna tasma takýlma ilh...» Bu da demirden, insanýn kaçmamasý için hapishanede boynuna
takýlan bir demir tasmadýr. Bunun takýlmasý yasaktýr. Ancak ayaklara vurulan zincire gelince -ki
onun adý da kayýttýr- kaçma tehlikesi olan kiþiyi ayaðýndan baðlama ve ayaðýna kayýt vurma yukarda
da belirtildiði gibi caiz görülmektedir.
«Elbiseleri soyulmaz ilh...» Hapishaneye düþen kiþilerin üzerindeki elbiseleri çýkartýlamaz. Zira bu
davranýþ uygun bir davranýþ olmamaktadýr.
«Ebu Hanife´den, Ebu Yusuf´tan bir rivayete göre ilh...» Nehir´de nakledilen bir ifadeye göre hapiste
olan bir kiþi ücretle çalýþtýrýlmaz. Ancak Ebu Yusuf´tan diðer bir rivayete göre çalýþtýrýlabilir.
«Kadýnýn olmadýðý bir beldede ilh...» Yani olacaklý olan kiþi o kimseyi gece gündüz takip edebilir.
Bu da kadýnýn olmadýðý bir þehir veya mýntýkada olacak olursa. Mesela kadý ölmüþ olabilir veya
azledilmiþ olabilir. Menah.
«Alacaklý olan onu takip eder ilh...» Onu kazançtan, çalýþmadan men etmez, evine girmesine mani
olmaz. Çünkü bu konularda alacaklýnýn borçlu üzerinde bir velayet hakký yoktur. Kadýnýn durumu
ise bunun hilafýnadýr. Çünkü kadýnýn onu çalýþmadan men etme ve hapsetme ve diðer bazý zecri
tedbirler almasý caizdir. Çünkü kadýnýn onun üzerinde ve diðerleri üzerinde velayet hakký vardýr.
Menih.
«Kýnye´de ise ilh...» Kýnye´nin ibaresi aynen þöyledir: «Bir kimse kýzýnda bir hakký olduðunu iddia
edip ondan bir hak talep etse ve alacaðý olduðunu söylese ve kýzý da vermemekte dirense, bölgenin
hakimi de kýzýn hapsedilmesini emretse, baba da kýzýnýn o hapishaneden baþka bir hapishaneye
nakledilmesini istese ve buna gerekçe olarak hapishanenin kýzýnýn namusu bakýmýndan emin
olmadýðýný ileri sürse, hakimin bu talebe icabet etmesi gerekir.» Müddaaleyh ile birlikte her
müddainin durumu da buna benzemektedir. Onun yakýn bölgede olmasýnýn kendisinin zararýna
olduðunu iddia eden kiþi, hapsedilen kiþinin baþka bir hapishaneye naklini isteyebilir.
«Musannýfýn verdiði fetvaya göre ilh...» Menih´te zikrettiði ifade Kariü´l-Hidaye diye tanýdýðýmýz
meþru fakih´in ibaresini nakildir. Bu nakli yaptýktan sonra þöyle devam etmektedir: «Bu görüþle
naklettiklerimiz arasýnda bir fark olmasa gerektir. Çünkü hak sahibi bir istek belirtmediði taktirde,
nerede hapsedileceði hakký hakime aittir. Ama hak sahibi belirli bir yerde hapsedilmesini istediði
zaman burada itibar onun talebinedir.»
«Dava açan kiþi için hak sabit olduðu taktirde ilh...» Yani kadý nezdinde dava açan kiþinin davasýný
beyyine ile isbat edip hak sahibi olduðu sabit olacak olursa. Bunun hükmü Hidaye´de ve diðer
kitaplarda olduðu gibi, karþý taraf sabit olan bu hakký ödemekten imtina eder ve ödememekte
direnecek olursa, kadýnýn o direneni hapsetmesidir. Bu ifadenin zahirinden anlaþýlan, hakem tayin
edilen kiþinin (hak sabit olsa ve alacaklý hapsini istese de) hapsetmeye yetkisi yoktur. Bahýr´da,
«Ben bu hükme rastlamadým,» denmektedir. Yalnýz Eþbah þarihi Hamevi, Sadru Þeria´dan naklettiði
bir ifade de, «Hakem olan kiþinin de hapsetme yetkisi vardýr.» demektedir.
«Velevki hakký bir danikte olsa ilh...» Hakim´in Kafi isimli eserinde, «Alacaklý olan kiþi, alacaðýný
mahkemede isbat edip karþý taraf ödememekte direnir ve onun hapsini isteyecek olursa, borç bir
dirhem olsun veya bir dirhemden az olsun hakimin isteðe binaen hapsetme yetkisi vardýr.»
denmektedir. Benzeri bir ifade de Fethü´l-Kadir´de yer almaktadýr. Fethü´l-Kadir´de buna gerekçe
olarak þu ifadeler eklenmektedir: «Hakkýn mahkemece sabit görülmesine raðmen karþý tarafýn
ödememede direnmesi zulümdür, yani karþý tarafa zulmetmiþ olur dolayýsýyla hapsine karar talebe
binaen hakimin hakký ve yetkisinde olmuþ olur.»
«Beyyine ile sabit olursa ilh...» Yani bir kimse baþka biri aleyhinde hak davasý açýp olacaðý
olduðunu söylese, karþý tarafýn inkar etmesine karþýlýk beyyine ile alacaðý olduðunu isbat etse veya
beyyine getiremeyip karþý tarafa yemin teklifi yapsa, o tarafta yeminden imtina etse hakim onu
hapsedebilir. Galanisi´den naklen Bahýr´da böyle ifade edilmektedir. Yalnýz borçlu olan kiþinin fakir
olduðunu iddia etmesi, borcu ödeyecek durumu olmadýðýný söylemesi halinde durum da bunu
gösteriyor ise, hakim hemen hapsine karar vermez. Tahtavi. Hapis cezasý hakimin isteðine binaen
deðil, haklýnýn isteðine binaendir. Ýmam Kadýhan, dava açanýn talebine binaen hapsedilmesi gerekli
bir kayýttýr bu olmadan hakim kendi isteðine binaen hapsedemez, demektedir.
«Eðer alacaklýnýn hakký karþý tarafýn ikrarý ile mahkemede sabit olmuþ ise hepsi talep edilse dahi
hemen hapsedilmez ilh...» Çünkü hapis cezasý üzerine düþen borcu ödememede direnmesi ve onu
atlatmanýn bir cezasý olarak verilmektedir. Burada ise bu durum ilk anda belirmiþ olmamaktadýr.
Kendisine bir mühlet tanýnacaðý ümidi ile mahkemeye gelmiþ, beraberinde ödeyecek miktarý
getirmemiþ olabilir. Ondan sonra imkaný varken ödememede, direnir. ödemeden imtina eder. karþý
taraf da hakkýný isteyecek olursa, haksýzlýðý ortaya çýkmýþ olduðundan hakim hapsine karar
verebilir.
«Ýkrarla sabit olan hakta ilk olarak hakim ödemesini emreder ilh...»Bu ifadenin þununla
kayýtlanmasý gerekir: «Borç mahkemede ikrarla sabit olup hakimin borçlunun elinden bir þey alýp
direk alacaklýya vermesi mümkün olmadýðý taktirde kýsa zamanda ödemesini emreder.» Mesela
baþkasýnýn elinde olan bir malýn kendisine ait olduðunu iddia etse veya ona ait nezdinde bir
emaneti olduðunu söylese ve o emanetin de elinde olduðunu veya onun zimmetinde bir alacaðý
olduðunu iddia etse ve bunu da mahkeme nezdinde beyyine ile isbat edecek olursa, kadý
alacaklýnýn cinsinden aleyhinde dava açtýðý kiþinin elinde bir þey bulduðu taktirde hemen onu
ondan alýr, alacaklýya öder ve alacaklýya öderken de onun iznini istemez. Hatta bu konuda, alacaklý
olan kiþinin kendi alacaðý cinsinden borçlunun elinde bir þey gördüðü taktirde mahkemeye
müracaat etmeden alabileceðini de söylemiþlerdir. Borçlu neden alýndýðýný bilmese de durum
aynýdýr. Alacaklý direk alabildiðine göre, kadýnýn yetkisinin daha geniþ olmasý hasebiyle onun
elinden alýp alacaklýya verebilir. Nehir. Hamevi de bu görüþü benimsemiþ ve ayný istikamette fetva
vermiþtir. Tahtavi.
Ben derim ki: «Onun izni olmaksýzýn hemen hakim onun elinden alýr, öder» sözünde biraz tereddüt
etmek gerekir. Çünkü hakimin borçlu olan kýþýnýn malýný hemen alýp karþý tarafa vermesi ve onun
borcunu ödemesi gerekmez. Ancak borçlu olan kiþi vermemede direnecek olursa hakim müdahale
eder, elinden alýr alacaklýya verir. Bu ifadenin, «Eðer borcu ödemede gecikir, vermemede direnirse
hapseder» ifadesiyle birlikte zikredilmesi uygun olur idi. Yani, «Karþý taraf borcu ödemez ve
hakimin borcu alýp kendisini ibra etme ve alacaklýya verme imkaný olmayacak olursa o zaman tek
çare hakimin onu hapsetmesidir» þeklinde olmasý daha uygundur.
«Borçlu olan kiþi borcunu ödememede direnirse hakim talebe binaen onu hapseder ilh...» Bu
durumda borçlu olan kiþi, «Borcunu ödemek üzere bana üç gün mühlet ver.» dese, hakimin böyle
bir mühlet vermesi gerekir. Bu ifadesi ile yani mühlet talep etmesi ile borcu ödemekten imtina
etmiþ sayýlmaz. Dolayýsýyla hapis cezasýný da hak etmiþ olmaz. Hidaye þerhinden naklen Vehbaniye
þerhinde böyle iade edilmektedir. Benzeri bir ifade musannýfýn þu sözünde de bulunmaktadýr:
«Mühlet istemesinin sebebi elinde nakit parasýnýn olmamasý ve bazý mallarýný satýp borcunu
ödemek istemesi ise hakim ona üç günlük bir müddet tanýr.
«Serahsi ifadeyi aksi þekilde yorumlamýþ ilh...» Yani Serahsi´ye göre hak, beyyine ile sabit olacak
olursa hakim hemen onu hapsetmez. Çünkü borçlu olan kiþi «Efendim bende olacaðý olduðunu
sanmýyordum, bir borcu olduðunu, bir alacaðý olduðunu bilmiyordum.» þeklinde mazeret ileri
sürebilir.
Ýkrar ile borç sabit olacak olursa, o zaman durum bunun hilafýnadýr. Çünkü ikrar ettiði zaman daha
önceden borçlu olduðunu biliyor ve bunu mahkemede ikrar ediyor. Borcunu ödememiþ, karþý
tarafýn þikayet etmesine kadar durumu uzatmýþ olduðundan hakim ikrardan sonra hapseder. Ama
beyyine ile sabit olmasýndan sonra hapsetmez.
«Kenz´de her ikisinin de eþit olduðu söylenmiþtir ilh...» Kenz´de þöyle demiþtir: «Mahkemede dava
açan lehine hak sabit olsa, evvelemirde hakim borcu sabit olan kiþiye ödemesini emreder. Eðer
ödememede direnir veya ödemeyeceðini söylerse hapseder.»
Bu konuda Dürer´in metni daha da açýktýr ki o da þöyledir: «Hasým zimmetinde dava açan kiþinin
borcu ve hakký gerek ikrarý ile gerek beyyine ile sabit olsun, her iki halde de hakim zimmetinde
sabit olan bu borcu biran evvel ödemesini emir eder.»
Hakim´in Kafi isimli eserinde ise, «Hakim borçluyu ilk mahkemeye geldiði zaman hak ne suretle
sabit olursa olsun hapsetmez. Ancak ona, git ve alacaklýnýn hakkýný öde ve onu razý et der. Karþý
taraf mahkemeden çýktýktan sonra ödememede direnir, davacý borçluyu alýpta hakimin huzuruna
ikinci defa getirecek olursa, o zaman borcu ödememede direndiði için hapseder.» denmektedir.
«Zeylai Kenz´in ifadesini benimsemiþtir ilh...» Þerhinde þöyle demiþtir: «En uygunu Kenz´de
zikredilendir. Borçlu olan kiþinin gerek ikrarla ve gerek beyyine ile borçlu olduðu sabit olduðu
taktirde ödemekle emrolunur. Çünkü bu emre binaen ödeme ihtimali vardýr. Bu ihtimal kaim olduðu
müddetçe hemen hapsine karar vermez. »
«Bahýr´da, «Takip edilecek yol bize göre de budur.» denmekte ilh...» Bu ifadesini kaza ile ilgili
bölümü açýklarken sarih bir þekilde ifade etmekte ve þöyle demektedir: «ikrar yoluyla veya beyyine
yoluyla borcun mahkemede sabit olmasý eþit durumdadýr. » sözü bir rivayettir.
Ben derim ki: Yukarda Hakimin Kafi isimli eserinden nakledilenleri gördün. O eser Hanefi
mezhebinde Zahiru´r Rivaye dediðimiz en kuvvetli kavilleri cem eden, ihtiva eden bir kitaptýr. Onun
ve Kafi´nin ibaresinden de anlaþýldýðýna göre, orda da iki durum eþittir. Durum böyle olunca da
Kafi´deki ifadeyi Hidaye´deki ifadeye irca ederek tefsir etmek gerekir. Bu durumda da mezhebde
muteber olan budur görüþüne de ters bir ifade nakledilmiþ olmaz.
«Böylece iki görüþ arasý da telif edilmiþ olur ilh...» Bu telifin nasýl olduðu bana pek açýk
gelmemektedir. Zira Minyetil Müfti´den nakledilen ifade, «Beyyine ile sabit olduðu taktirde hemen
hapsedilir, ikrar ile sabit olduðu taktirde ikinci ve üçüncü defalarda hapsedilir. Böylece de iki görüþ
arasýnda telif saðlanmýþ olur.» þeklindedir. Halbuki ben bu ifadeyi Minyetil Müfti´de bulamadým.
Oradaki ifade aynen þöyledir: «Hakimin huzuruna ilk geldiði an hak sabit olacak olursa, ödemesi
istikametinde emreder. Ödemediði taktirde alacaklý olan borçluyu tekrar mahkemeye çaðýracak
olursa o zaman hapseder. Bu da yukarda Kafi´den naklettiðimiz ifadenin ta kendisidir. Bazý fukaha
benim yaptýðým bu tenbihi aynen zikretmektedir.
Ynt: Kaza By: neslinur Date: 09 Þubat 2010, 15:34:14
METÝN
Borçlu olan kiþi, mal bedeli olarak borçlandýðý veya akid ile iltizam ettiði borçlardan dolayý
hapsedilir. Dürer. Mecma. Mülteka. Mesela satýn olduðu malýn bedelini ödememesi, kiraladýðý bir
yerin ücretini ödememesi, zimmiye karþý da olsa aldýðý borcu ödememesi, karýsýna karþý peþin
ödemeyi taahhüt ettiði mehri ödememesi, kefalet sebebi ile gereken borcu ödememesi, velevki
derak yoluyla kefalet de olsa kefilin kefili ve daha aþaðý derecede kefiller zinciri uzadýðý taktirde
ödemeyi iltizam edipte ödemeyen kefiller hapsedilirler. Çünkü kefalet sebebi ile bir akde girmiþ,
borcu ödemeyi üstlenmiþtir. Nehir´de de durum aynýdýr.
Her ne kadar bir mal karþýlýðý olmasa da akid gereði ödemeyi üstlenmesi, aynen kefalette olduðu
gibidir Muteber olan görüþ de budu. Kadýhanýn fetvasý ise bunun hilafýnadýr. Zira yukardaki mal
bedeli olarak ödemeyi üstlendiði veya akit sonucu iltizam ettiði borçlardan dolayý hapsedilir ifadesi
metinlerde zikredilen ifadelerdir. Metindeki ifade þerhteki ifadeye, þerhteki ifade fetva kitaplarýndaki
ifadeye taktim edilir. Bahýr. Ýhtiyarda hulu bedelinin bu kabilden zikredilmesi hatadýr. Dikkat
edilmelidir. Galanisi´nin eklediðine göre teslim etmesi gereken, herhangi bir muayyen maldan
dolayý da hapsedilir. Mesela gasbedilen bir malýn elde olmasý ve onun iadesi emredilmesine
raðmen iade etmediði taktirde hapsedilir. Bunlarýn dýþýnda herhangi bir konuda borçlu olan kiþi
hapsedilmez. O da dokuz meselededir. Hulu bedeli ve gasbedilmiþ olan malýn bedeli, telef edilen
malýn bedeli, taammüden adam öldürme konusunda belirli bir miktarda anlaþmalarý halinde
anlaþýlan miktarýn ödenmemesi ve ortaklardan birinin köledeki hissesini azad edip karþý tarafýn ona
ödetmeyi istemesi, cinayetlerde herhangi bir bedelin ödenmesi, yakýn akraba ve karýsýnýn
nafakasýný ödememesi ve birde karýsýna karþý olan ertelenmiþ mehir borcundan dolayý hapsedilmez.
Ben derim ki: Bu ifadenin zahirinden anlaþýlan, hatta onu boþadýktan sonra da olsa böyledir.
Bezzaziye´nin nafaka bölümünde kocanýn mali imkanlarý olduðuna dair gelen haber onun ödeme
imkanýnýn olduðunu gösterir.
Diðer borçlarda ise durum bunun hilafýnadýr. Ancak Ýbni Nüceym´in verdiði fetvaya göre, zenginliði
mahkemede sabit olmadýðý taktirde yemini ile söz hakký erkeðe aittir. Her iki taraf ihtilaf etseler,
borçlu mal bedeli deðildir dese, alacaklý da sattýðým bir malýn bedeli olarak alacaklýyým dese,
alacaklý beyyine ile isbat etmediði taktirde söz hakký borçlunundur. Tarsusi. Nehir´de bu ifade
aynen benimsenmiþtir.
ÝZAH
«Borçlu hapsedilir ilh...» Yukarda da belirtildiði gibi alacaklý olan kiþi mahkemeye müracaat ederek
bir kimsede alacaðý olduðunu iddia etse ve bunu beyyine ile isbat etse, hakim borçluya borcunu
hemen ödemesini emreder. Borçlu imtina edecek olur alacaklý olan ve davayý açan kiþi zengin
olduðunu söyleyerek hapsini isterse, hakim bu isteðe binaen o borçluyu hapseder. Eðer bu borç,
satmýþ olduðu bir malýn bedeli olarak sabit olmuþ olsa ve metinde eklenen diðer dört husustan biri
ise borçlu bu durumda fakir olduðunu, o anda ödeyemeyeceðini iddia ile mahkemeye çýksa tasdik
edilmez. Çünkü bir malý satýn almaya yönelmesi, bir akdi iltizam etmesi, borcu üstlenmesi onun
fakir olmadýðýnýn delilidir. Dolayýsýyla alacaklýnýn isteðine binaen hapsedilir.
Ama gerçekten borçlu olan kiþinin fakir olduðu her halinden belli ise o zaman karþý taraf istese de
mahkeme hapsine karar vermez. Nitekim ilerde beyan edilecektir. Ama alacak yukarda saydýðýmýz
dört husustan baþka bir yol ile sabit olmuþ ise ve borçlu olan kiþi de fakir olduðunu ileri sürecek
olursa, yemim ile birlikte söz hakký fakir olduðunu iddia edenindir. Hakim karþý tarafýn isteðine
dayanarak bu borçluyu hapse mahkum edemez.
TENBÝH: Borçlu kelimesi burada mutlak bir ifade ile zikredildiðine göre mükatep, ticarete izin
verilmiþ köle ve ticaretten men edilmiþ küçük çocuklara da þamildir. Onlar da hapsedilirler. Yalnýz
telef ettiði bir mal karþýlýðý borçlanan çocuk hapsedilmez. Ödememede direnildiði taktirde bu
durumda hapsedilecek onun babasý veya vasisidir. Vasi veya babasý olmadýðý taktirde hakim bir
kimseye o çocuða ait bir malý borcuna karþýlýk satmayý emreder. Bahýr ve Bezzaziye´de bu þekilde
anlatýlmaktadýr.
Ben derim ki: Babasýnýn veya vasisinin telef ettiði bir mala karþýlýk borçlanmasý halinde
hapsedilmeleri, çocuðun malý olduðu taktirde babanýn veya vasinin satýp ödememeleri halinde
mümkün olur. Ama çocuðun malý yok ise, velinin veya vasinin hapsedilmesi ibarenin sonundan da
anlaþýldýðý gibi uygun düþmez ve hapsedilmezler. Fakir olduðunu iddia etmesi halinde söz hakký da
ona aittir. Çünkü helak edilen veya telef edilen bir mal karþýlýðý sabit olan borç, fakir olduðu iddia
edilen kiþi için hapsi gerektirmez. Nitekim ilerde bu husus gelecek, hatta bu konuda nazmen
hapsedilmeyen kiþiler sayýlýrken bu da sayýlacaktýr.
«Mal bedeli olarak sabit olan her borçta ilh...» Buna örnek olarak satýlan malýn bedeli, borç olarak
alýnan karzýn bedeli verilebilir. Musannýfýn akit ile iltizam ettiði borçlar -ki mehir kefalet bunlardan
biridir- sözü, genel ifadenin özel bir ifade üzerine atfedilmesi kabilindendir. Onunla iktifa etseydi
bazý kitaplarda olduðu gibi daha önceden zikrettiði her mal bedeli, borç ifadesinden istisna
edilemezdi. Hatta bu konuda Galanisi´den naklen Bahýr´da þu ek ifadeye de yer verilmektedir:
«Teslimine muktedir olup vermediði her malda hapsedilir.» Bu ifade þarihin ifadeleri arasýnda da
yer alacaktýr. Ayrýca þarihin Dürer´de Mecma´a ve Mülteka´ya nisbet ettiði bu ibareler aslýnda
Kuduri´nin ifadesidir.
Kenz sahibi Ýmam Nesefi o ifadeden vazgeçerek, «Satýlan mal bedelinde, borçta ve önden
ödenilmesi üstlenilen mehirde» þeklinde ifade etmekte ve «Kefalet yoluyla iltizam ettiði de bu
kabildendir.» demektedir. Musannýf da onun bu sözüne uyarak iki sebebten dolayý ayný görüþü
paylaþmaktadýr.
Bu iki sebeb Nehir´de beyan edilmekte ve þöyle denmektedir: «Birincisi, mal bedeli olan ifadesi
zýmninde gasbedilen malýn helak olmasý halinde bedelinin ödenmesi, telef edilen mallarýn
ödenmesi halinde ödeyeceði bedelde bunun zýmninde bulunmaktadýr. Ýkincisi, akit gereði iltizam
ettiði ifadesinin zýmninde amden adam öldürmede kýsas gerekirken öldürülen kiþilerin yakýnlarýnýn
belirli bir bedelde sulfi olmalarý veya kadýnýn kocasýna boþama karþýlýðý ödemeyi üstlendiði mal
bunlarýn zýmninde müteala edilmektedir. Halbuki bu yerlerde imtina ettiði taktirde hapse mahkum
edilmemekte, tabiki fakir olduðunu iddia ederek ödeyemeyeceðini, o anda ödeme imkanýnýn
olmadýðýný söylemesi halinde iddiasý geçerlidir. Hapse mahkum edilmezler.»
Þarih bu ifadeden sonra þöyle demektedir: «Bunlar da hapsedilmediklerine göre bu ifadenin
zikredilmemesi gerekirdi.»
Ancak Nehir´de söyledikleri müsellem deðildir. Birincisi, malýn ,bedeli olarak zikredilen
meselelerde, onun karþýlýðýnýn. borçlunun elinde mevcut olma ihtimali vardýr. Nitekim ilerde
geleceði gibi bu da onun ödemeye muktedir olduðunun bir delilidir. Ancak gasbettikten sonra
istihlak ettiði, telef ettiði malýn bedeli zimmetine intikal etmiþtir. Dolayýsýyla elinde olma ihtimali
galip olmadýðýndan bunun hilafýnadýr. Ýkinci meselede ise sulhte ve hulu meselesinde hapsedilir.
Nitekim ilerde gerekçelerini göreceðiz. Durum böyle olunca uygun olan Zeylai´ye uyarak þarihin
yaptýðý ve söylediklerinin uygun kabul edilmesýdir. Bu da metinde zikredilen dört hususun ihtirazi
bir kayýt olmadýðýdýr. Ancak þarih bunlarý daha sonra zikrettikleriyle nakzetmiþ durumdadýr.
«Satýlan malýn bedeli buna örnektir ilh...» Burada müellifin semen diye bahsettiði bedel, müþterinin
zimmetinde olandýr. Ancak aralarýndaki akdi ikale oyluyla veya muhayyerlik yoluyla feshetmeleri
halinde, satýcýnýn müþteriye tekrar ödemesi gereken bedel de buna dahildir. Ayrýca selemde ikale
yapýldýktan sonra peþin olarak ödenen ve rasumali selem dediðimiz o bedele de þamildir. Ayrýca
müþteri satýn aldýðý malý kabzetsin veya etmesin zimmetinde sabit olan borca do þamildir. Bahýr.
«Ücret de buna bir örnektir ilh...» Çünkü ücret menfaatin semeni, yani onun bedelidir. Bahýr.
Menfaat her ne kadar mal deðil ise de zaruret gereði icare babýnda kýymet taþýyan ve
deðerlendirilen bir nesne olmuþtur.
«Borç zimmiye de olsa ilh...» Aslýnda, yalnýz borca deðil, satýn aldýðý malýn bedelini zimmiye
ödemesi gerekse veya ondan borç alsa ve borcunu ödemesi gerekse durum yine aynýdýr. Yalnýz
borca inhisar etmemektedir. Bunun için de «zimmi de olsa» ifadesini, «borçlu hapsedilir»
ifadesinden hemen sonra zikretmesi gerekir idi. Bu konuda Bahýr´da «borçlu hapsedilir»
ifadesinde, borçlu kelimesi mutlak ifade edilmekte, hu da zimmiye veya Ýslam ülkesine pasaportla
gelmiþ herhangi bir gayri müslime olan borcuna karþý müslümanýn hapse mahkum edilebileceðini
ifade ettiði gibi, aksini de ifade etmektedir. Yani gayri müslim zimmi veya ülkeye gelmiþ müstemen
de olsa müslümandan aldýðý borcu ödemediði taktirde hapse mahkum edilebilir.
«Peþin ödemeyi üstlendiði mehir ilh...» Evlilikte mehir miktarýnýn bir kýsmý her beldenin örfüne göre
önceden nikah akdi akabinde, zifaftan önce ödenmesi þart koþulur veya þart koþulmasa da örfen
yarýsý, üçte biri, dörtte biri, dörtte üçü gibi örf gereði üstlenilmiþ ise durum aynýdýr. Nehir.
«Kefalet gereði kendisine lazým olan borcun durumu da böyledir ilh...» Þurumbulali´de bu
meseleden aslý olan mesela babasý veya annesinin borcuna kefil olanlar istisna edilmiþtir. Bu
durumda hapsedilmez. Çünkü onunla birlikte esas borçlu olan babanýn da hapsi gerekir. Bununla
ilgili meseleleri kefalet bahsinde zikrettik.
«Velevki kefaleti bidderek yoluyla olsun ilh...» Yine kefalet bahsinde bahsettiðimiz gibi, malý satýn
alacak müþteriye bir kimse gelir, «Sen bu malý satýn al, eðer istihkak yoluyla bu mal senin elinden
alýnacak olursa satýcýya ödediðin parayý ben sana garantilerim» der, kendisi de buna kefil
mesabesinde olacak olursa, buna kefale bidderak adý verilir. Aslýnda bu mutlak kefalet ifadesinden
de anlaþýlabilirdi.
«Velevki bu kefil kefilin kefili de olsa ilh...» Tabiki bu ifadenin zýmnýnda esas borçlu ve ona kefil
olan kiþi de bulunmaktadýr. Bu konuda Bahýr´da þöyle denmektedir: «Müellif kefilin ve asilin
beraber hapsedileceðine iþaret etmiþtir. Kefil hapsedilir, çünkü ödemeyi iltizam etmiþtir. Asýl
hapsedilir çünkü aldýðý mala karþýlýk mal vermeyi üstlenmiþtir. Aynca isteðe binaen kefil olan kiþi,
esas borçlunun hapsini de isteyebilir. Eðer kefalet sebebi ile kendisinin hapsi istenmiþ ise.»
Bezzaziye´de, «Alacaklý olan kiþinin borçluyu, kefilini, kefilinin kefilini ne kadar çok olurlarsa
olsunlar hapsettirebilir. Ve hapsedilmelerini isteyebilir.» denmektedir.
«Çünkü kefil kefalet akdi sebebi ile borcun kendisinden istenmesini üstlenmiþ durumdadýr ilh...»
Yani kefalet akdi sebebi ile kefil olan kiþi, malý esas borçlu ödemediði taktirde ödemeyi
üstlenmiþtir. Onun kefili olan kiþinin durumu da aynýdýr. Müellifin, «Nitekim mehirde olduðu gibi»
sözünden maksat, koca nikah akdi sebebi ile karýsýna karþý mehir ödemeyi üstlenmiþtir. Nasýl ki
nikahta akit gereði üstlenilme caiz ise, kefalette de akit gereði üstlenme caizdir. Bunlarýn her ikisi
de yani kefalet ve mehir borcu her ne kadar, malýn mal ile mübadelesi deðil ise de akit gereði
iltizam edilmiþ borçlardýr. Yukarda zikredilen gerekçe bunlarýn do hapsedileceðine, kocanýn da
kansýna karþýlýk peþin ödemeyi üstlendiði mehri ödememekte direndiði taktirde
hapsedilebileceðine iþarettir. Hatta bu konuda kefil olanlar ve kadýnýn kocasýnýn, fakir olduklarýný
iddia etseler de onlarýn bu iddialarýna iltifat edilmez. Çünkü akit gereði iltizam etmeleri, ödemeye
muktedir olduklarýnýn acýk bir delilidir. Zira akýllý olan bir insan, muktedir olmadýðý þeyi iltizam
etmez. Dolayýsýyla ödemedikleri taktirde hapis cezasý ile tecziye edilebilirler.
«Her ne kadar fakir olduklarýný iddia etseler de ilh...» Çünkü fakir olduðunu iddia ile tenakuza
düþmüþ durumdadýr. Bunun ispatý ise önceden böyle bir iltizamý borcu üstlenmesi imkanýnýn
olduðuna delalet etmekte, daha sonra fakir olduðunu söylemesi ise ilk sözünü nakzetmektedir.
Hapsedilme gerekçesi açýkça ortaya çýkmýþ olduðundan mehir borcu ve kefaletten dolayý üslenilen
borçta da hapsedilebîlir.
Ayrýca bu gerekçe, satýn aldýðý malýn bedelini veya aldýðý borcun karþýlýðýný ödememesi halinde ve
fakir olduðunu iddia etmesi kendi kendini nakzetmiþ olacaðýndan kesinlikle hakim nezdinde fakir
olduðu belirlenmedikçe borcu ödememekte direnmeleri ve bu sebeple alacaklýya zulmetmiþ
olmalarý hapis cezasý ile cezalandýrýlmalarýný gerektirmektedir. Çünkü satýn alýnan malýn bedeli ve
borç bedeli olarak aldýðý malar elinde sabit kabul edilmekte dolayýsýyla zengin olduðuna karar
verilebilmektedir. Fetih´te bu þekilde ifade edilmiþtir. Sonuncu meselede, yani borç meselesinde
kiþinin zengin, ödeyebilecek durumda olmasýnýn kabulü, alýnan borç paranýn hala elinde mevcut
olduðu ihtimalinden kaynaklanmakta ve hüküm buna bina edilmektedir.
«Muteber ve mutemet olan görüþ de budur ilh...» Bu ifadeyle metinde zikrettiði, «Fakir olduðunu
iddia etse de yukarda saydýðýmýz dört meselede hapsedilirler» ifadesine iþaret edilmekte, muteber
olan görüþlerin dört konuda da bu olduðu söylenmektedir. Bu, bu konuda söylenen beþ kavilden
biridir. Ýkincisi ise Haniye´de zikredilendir ki metinde de zikredilmiþtir. Yani mal bedeli olarak
alýnanlarda fakirlik iddiasý kabul edilmez. hapsedilir. Ancak akit gereði iltizam ettiklerinde durum
böyle deðildir. denmektedir.
Üçüncü kavil ise bütün bunlarda yani dördünde de söz hakký fakir olduðun söyleyen borçluya aittir.
Onun sözüne itibar edilir. Nitekim diðer meselelerde itibar edildiði gibi.
Dördüncü görüþ ise bütün meselelerde söz hakký alacaklýya aittir diyen görüþtür. Beþincisi ise,
kiþinin durumu hakemdir. Giyinmesi, kuþanmasý zengin olup olmadýðý hakkýnda verilecek kararda
hakimdir. Ancak ehlibeyte mensup olanlarla fukaha (ilim adamlarý) bundan müstesnadýr. Çünkü
bunlar fakir de olsalar zenginlerin giydiði elbiseyi giymekteler. Zira cemiyet içinde þahsiyetlerini
koruma bunu gerektirir. Enfail Vesail isimli eserde böyle zikredilmektedir.
Muteber kitaplarýn metinlerindeki ifadeler ile fetva kitaplarýndaki ifadeler birbirine ters olduðu
taktirde itibar metindeki kavilleredir
«Kadýhanýn fetvasýnýn hilafýna ilh...» Kadýhan þöyle demiþtir: «Eðer borç, mal bedeli bir borç ise -ki
karz buna örnektir- veya satýn alýnan malýn bedeli gibi, burada söz hakký dava açan hak iddia
edenindir. Fetva da buna göredir. Eðer borç, mal bedeli deðil ise, söz hakký borçlunundur.» Buna
göre mehir ve kefalet borcundan dolayý hapsedilmemesi gerekir. Bu da Bahýr´da söylendiði gibi,
Hidaye sahibinin görüþüne uyarak musannýfýn benimsediði görüþün aksi olmaktadýr. Tarsusi´nin
Enfail Vesail isimli eserinde açýklandýðýna göre fetva ve mezhepteki muteber görüþ. Hidaye´de
nakledilen ifadeye göredir. Mal bedeli olmayýp, akýt gereði iltizam edilen borçlarda fetvanýn hangi
kavil ile olduðu konusunda ulema ihtilaf etmiþlerdir. Bu durumda metinler hangi görüþü iltizam
etmiþlerse o görüþ diðerlerine tercih edilir. Çünkü metindeki ifadelerle fetva kitaplarýndaki ifadeler
birbirine muariz olduðu taktirde itibar metindeki ifadeleredir. Nitekim Enfail Vesail de bunu
benimsemiþtir. Hatta þerhlerde olan ifadeler fetva kitaplarýnda olan görüþlere tercih edilir. Buna
göre eðer açýktan fetva bu kavle göredir diye belirtilmemiþ ise, birinci derecede itibar metne, daha
sonra þerhe, daha sonra da,fetva kitaplarýndaki kavillere göredir.
Ben derim ki: Haniye´deki ifade Mebsut´tan naklen enfail vesaide de dendiði gibi zahirur rivayedir.
«Ýhtiyar´da hulu bedelinin bu borçlar arasýnda zikredilmesi hatadýr ilh...» Yani burada da söz
hakkýnýn yukarda dört meselede olduðu gibi hak iddia eden alacaklýya aittir denmesi haladýr.
Ýhtiyar´ýn ifadesi þöyledir: «Alacaklý olan kiþi borçlunun ödeme imkaný olduðunu (zengin olduðunu)
iddia etse, borçlu da imkanýnýn olmadýðýný söylese, eðer hakim onun imkaný olduðunu biliyorsa,
yahut borç, malýn bedeli olan bir para veya borç olarak verilen bir mal ve bir para ise, yahut kefalet
ve mehir gibi üzerine aldýðý bir borç ise veya karýsýný mal karþýlýðýnda boþamasýndan doðan ve
bunlara benzer þeylerin borcu ise hakim borçluyu hapseder.» Çünkü zahir, aldýklarýnýn elinde
mevcut olmasýdýr. Bilhassa mal bedeli olanlarda. Akitlerde ise akde giriþmesi onun ödemeye
muktedir olduðunun delili olduðundan ödememede direnmesi veya fakir olduðunu iddia etmesi onu
hapis ile tecziyeden kurtaramaz. Þarihin Ýhtiyar´a nisbet ettiði hata ifadesi Tarsusi´nin enfail vesail
isimli eserine tebaandýr. Nehir´de ve Bahýr´da da ayný adý geçen eserdeki duruma uyularak Ýhtiyar
sahibinin onu bu bölümde zikretmesiyle hata ettiði görüþü benimsenmiþ ise de bu durum Ýhtiyar
sahibi için varit olmasa gerektir. Çünkü Tarsusi meseleyi dava açanla aleyhinde dava acýlan
arasýnda fakir olup olmadýðý konusundaki ihtilaflarý meselesini zikretmekten ve fukahadan bazý
nakiller yapmaktadýr. Bunlardan biri de Tahavi´ye ait Ýhtilafýl fukaha adlý kitabýndaki ifadedir. Her
borç aslý mal karþýlýðý vaki olmuþ ise mesela borç olarak alýnan veya satýn alýnan malýn bedeli gibi
borçlar da hapsedilir. Ama aslý mal bedeli olmayan borçlarda mesele mehirde, huluda, amden adam
öldürmeye karþýlýk sulh bedelinde ve benzerlerinde borçlunun zenginliði tesbit edilmedikçe
hapsedilmez.» denilmektedir. Benzeri bir ifade Bahri Muhit´ten ayný eserde nakledilmekte ayrýca
Saðnagi isimli fakihden ve diðerlerinden baþka bir kavil nakledilmekte ve þöyle denmektedir: «Akit
gereði iltizam edilen her borçta söz hakký dava açanýndýr. Akit gereði olmayýpta hükmen ödemesi
lazým gelen borçlarda ise söz hakký borçlunundur.» Bu ifadeye binaen mal bedeli olarak sabit
olanlarla mal bedeli olmadan sabit olanlar arasýnda bir fark olmadýðý söylenebilir. Tarsusi daha
sonra devamla, «Ýhtiyar sahibi hata etmiþtir. Çünkü hulu bedelini borç alýnan para ve satýn alýnan
mal bedel gibi kabul etmiþtir. Çünkü bu ikisinde söz hakký alacaklýya aittir. Onun hulu bedelim de
bu kabilden zikretmesi. Tahavi´den naklettiðimiz ifadeye ters düþmektedir. Çünkü hulu bedeli mal
karþýlýðý bir borç olarak sabit olmamaktadýr. Netice ve özet bundan ibarettir.
Halbuki biraz dikkatle okuyacak olursan bu sözün pek deðeri olmadýðýný anlamada güçlük
çekmezsin. Çünkü Ýhtilafü´l-Fukuha isimli eserden ve Bahri Muhit´in metninden nakledilen ifadeler
Gadýhan´dan nakledilen ifadenin ta kendisidir. Saðnakinden nakledilen ve buna tabi diðer
fukuhadan nakledilenler ise Kuduride zikredilendir ki þarih onlarý Dürer, Mecma Mülteka isimli
eserlerden nakletmiþtir. Aslýnda bunlardaki ifadeler Kuduri´nin ifadesidir.
Birinci görüþ, mal bedeli olarak sabit olan borçlarda borçlu olan kiþinin elinde olan mal olmasý
nedeniyle söz hakkýnýn alacaklýya ait olmasýdýr. Bu akit sebebi ile iltizam edilen mehirde ve
kefalette olduðu gibi burada onun sözü muteber deðildir. Çünkü mehir, hulu bedeli, amden adam
öldürmedeki sulh bedeli her ne kadar akitle de olsalar mal bedeli olmamaktadýrlar. Dolayýsýyla söz
hakkýnýn burada alacaklýya deðil borçluya ait olmasý gerekir. Binaenaleyh bu borçtan dolayý da
hapsedilmemesi lazým gelir.
ikinci görüþ, borcun akit sebebi ile iltizam edilmesine itibar edilmiþtir. Ýsterse mal bedeli olan borç
olsun, islerse akit yoluyla iltizam edilen mal olmasý hasebiyle söz hakkýnýn alacaklý ve davacýya ait
olmasý gerekir. Hulu bedelinde borçlunun hapsedilmeyeceðini açýkça ifade edenler birinci görüþü
benimseyen ve o kavli iltizam edenlerdir ki onlar mehir gibi addetmiþlerdir. Çünkü mehir ve hulu
bedeli ikisi de mal bedeli olarak iltizam edilmeyen borçlardandýr.
Buna göre ihtiyar sahibinin ikinci görüþü benimseyenlerden olduðu anlaþýlmaktadýr. Çünkü o akdi
esas almýþ, onu itibar etmiþtir. Mehirde, kefalette, huluda söz hakkýnýn alacaklý ve dava açana ait
olduðunu söylemiþtir. Bunun gereði de sulhta, yani amden adam öldürmede sulh olduklarý taktirde
sulh bedeli olan borçta do durumun ayný olmasý gerekir. Çünkü o da bir akit sonucu iltizam edilmiþ
borç olmaktadýr. Durum böyle olunca Tarsusi´nin Ýhtiyar sahibine yapmýþ olduðu itiraz birinci
görüþün benimsenmesinden kaynaklanmakta, dolayýsýyla muteber sayýlmamaktadýr. Çünkü Ýhtiyar
sahibi birinci görüþü benimseyen alimlerin arasýnda deðil ki ona onlarýn görüþleriyle bir itiraz
edilsin ve hata etmiþ densin. Çünkü o, diðer metin sahiplerinde olduðu gibi ikinci görüþü
benimseyenlerdendir. Metin kitaplarýndaki ifadeye ek olarak sarih bir ifade ile huluu da akit ile
iltizam edilen borçlar zýmninde zikretmiþtir. Dürer´de de buna tabi olunmuþtur.
Ynt: Kaza By: neslinur Date: 09 Þubat 2010, 15:40:28
HAKEM BABI
METÝN
Lügatta tahkim, kendisine ait hükmü baþkasýna devretmek, ona vermektir. Örfte, iki hasmýn,
aralarýnda hüküm vermesi için birini hakem tayin etmeleri demektir. Bunun rüknü, hakem tayin
etmeye delalet eden ifade ve diðer tarafýn bunu kabulüdür. Þartý ise hakem tayin edenin âkil
olmasýdýr. Hür ve müslüman olmasý þart deðildir. Dolayýsýyla zimminin zimmi hakem tayin etmesi
sahihtir.
Hakem tayin edilen acýsýndan þartý ise, yukarda da belirtildiði gibi hüküm vermeye yetkili birinin
olmasýdýr. Ayrýca hüküm vermeye ehliyeti bulunan bir kiþi olmasý da þarttýr. Bu ehliyetin hem
hakem tayin edilmesi esnasýnda hem de hüküm vermesi esnasýnda bulunmasý þarttýr. Dolayýsýyla
bir köleyi hakem tayin etseler, daha sonra azad olsa veya çocuðu hakem tayin etseler, daha sonra
balið olsa, zimmiyi müslümanlar hakem tayin etseler, daha sonra müslüman olacak olsa ve bunlar
hüküm verse, verdikleri hüküm geçerli olmaz. Nitekim hükümet tarafýndan tayin edilen Kadý ve
hakimlerde de durum aynýdýr. Þahitlik konusu bunun hilafýnadýr.
Ayrýca yukarda beyan ettiðimiz gibi köle hakim olarak tayin edilse henüz hüküm vermeden önce
hürriyetine kavuþsa ve hüküm verse hükmü sahihtir denmiþti. Bunu da Sadi Efendi Mübtega isimli
eserden nakletmiþti.
Belirli bir kimseyi hakem tayin etmeleri halinde o hakemin beyyineye dayanarak, ikrara dayanarak
veya yeminden nükul etmeye dayanarak hüküm vermesi ve her ikisinin de bu hükmü kabul etmeleri
halinde, verilen hüküm sahihtir. Ancak bunun had, kýsas, akileye diyet konusunda olmamasý þarttýr.
Hakem olarak tayin edilen kiþinin belli bir kiþi olmasý þartýndan þu meselede anlaþýlmaktadýr:
«Mescide ilk giren kiþiyi hakem tayin ettik.» deseler, meçhul olmasý dolayýsýyla icmaen sahih
deðildir. Bu konuda esas, hakem tayin edilen kiþinin verdiði hükmün sulh mesabesinde
oluþudur.Biraz önce saydýðýmýz had, kýsas ve akileye diyet konusunda sulh sahih olmadýðýndan
hakem tayin edilmesi de sahih olmamaktadýr. Hakem tav edilen kiþi henüz hüküm vermeden hakem
tayin edenlerden birisi tarafýndan onun hakemliði red edilebilir. Nitekim mudarebe, þirket ve
vekalette tek taraflý fesih yetkisi olduðu gibi.
Ama hakem tayin edilen kiþi onlarýn istek ve rýzalarýna binaen hükmünü verecek olursa, bu hükmü
uygulamak her iki tarafa vaciptir. Daha sonra azletmeleri veya görevinin sona ermesi ile bu hükmü
iptale yet kili deðillerdir. Çünkü hüküm verilirken, þeri bir velayete dayanarak verilmiþtir. Onun için
de bozulmasý caiz deðildir. Ancak bu hüküm onun ikisinden baþkasýna sirayet etmez. Yani onun
ikisini aþmaz.
Ancak þu mesele istisna edilmiþtir: Ortaklardan biri diðer bir kimse ile alacak konusunda hakem
tayin etseler, aralarýnda hüküm veren bu hakemin hükmü diðer ortak için hüküm meclisinde
bulunmasa da geçerlidir. Çünkü onun verdiði hüküm sulh mesabesindedir. Bahýr.
Baþkasýna sirayet etmediðinin diðer bir örneði de, satýn alýnan malýn kusurlu olup olmadýðý
konusunda, birini hakem tayin etseler, o da iade edilmesi konusunda karar verse, satan kiþi malý
aldýktan sonra, onu kendisine satana iade edemez. Çünkü hakemin hükmü onu
ilgilendirmemektedir. Ancak burada birinci ve ikinci satýcýnýn ve müþterinin rýzalarý olmasý halinde,
onun da caiz olacaðý belirtilmiþtir.
Yukarda üç mesele yani had, kýsas ve akile üzerine diyet istisna edildiðine göre, bunlarýn dýþýnda
bütün ictihat edilen meselelerde hakem tayin etmenin sahih olduðu anlaþýlmaktadýr. Mesela, Kinaye
lafýzlarýyla yapýlan talakýn ric´i talak olmasý þeklinde vereceði hüküm, mülke izafe edilerek yapýlan
yeminin muteber sayýlmayacaðý istikametindeki hüküm ve benzerleri buna bir örnektir. Ancak bu
husus bilinen ve söylenmemesi gereken hususlardandýr. Hidaye´nin zahiri ifadesinden anlaþýlan da
helal olmaz þeklinde cevap vermesidir.
Hakemliði devam ettiði müddetçe hasýmlardan birinin ikrarý hakkýnda mahkemeye vereceði haber
sahih olduðu gibi, velayetinin devam ettiði süre içinde þahitlerin adaletli olduðu konusunda
vereceði haber de geçerlidir. Ancak verdiði hüküm konusunda mahkemeye vereceði haber
velayetinin sona ermesinden dolayý sahih deðildir.
Annesi, babasý, çocuklarý ve karýsý için hakem olarak lehte hüküm vermesi sahih deðildir. Aynen
Kadý´da olan durum burada da varittir. Ancak «Kadý´nýn ve hakemin yakýnlarý aleyhinde hüküm
vermeleri sahihtir. Lehte þahitliklerinin kabul edilmeyip aleyhte þahitliklerinin kabul edildiði gibi,
lehteki hükmü kabul edilmez. aleyhteki hükmü kabul edilir.
iki kiþiyi hakem tayin etseler, hakemlerin belirli bir noktada ittifakla hüküm vermeleri þarttýr.
Hakemin vermiþ olduðu hüküm hakime iletildiðinde görüþ ve mezhebine uygun olduðu taktirde
yürürlüðe koyar. Aksi halde onu iptal eder. Çünkü hakemin verdiði hüküm, ortada bulunan ihtilaflý
mesele hakkýndaki ihtilafý kaldýrmamaktadýr. Yine hakem tayin edilen kiþinin yetkiyi baþkasýna
devretmesi, bir baþkasýný hakem tayin etmesi de sahih deðildir. Vakýf konusunda hakemin vermiþ
olduðu karar, vakfýn lazým olup olmayacaðý konusundaki ihtilafý da ortadan kaldýrmamaktadýr.
Sahih olan görüþte budur. Haniye.
Eðer hakemin vakfýn kesin olduðu konusunda verdiði hüküm, bir hakime iletilir, o da mezhebine
muvafýk bulur, þartlarý tam olursa bu konuda hükmünü verir. Ama bu hakemin hükmünün infazý
demek deðildir. Çünkü bu konuda hakemin hükmü muteber deðildir. Netice olarak hakem, bazý
meseleler müstesna, hakim gibidir. Bahýr isimli eserde müstesna olan meseleler on yediye iblað
edilmiþtir. Onlardan biri, irtidad edip dinden döndüðü zaman otomatik azledilmiþ olur. Tekrar
müslüman olduðu taktirde, yeniden hakem olarak tayinine ihtiyaç vardýr. Kadý´da ise durum böyle
deðildir. Yine farklý meselelerden biri de, onun reddettiði, kabul etmediði, töhmet belirterek kabule
þayan görmediði þahitliði, baþkasý kabul edebilir. Ama hakimde durum böyle deðildir. Her ne kadar
bu konuda açýk bir ifade görmemiþ ise de hakemin hapsetme yetkisi yoktur. Keza hediye kabul edip
edemeyeceði konusunda da bir hükme rastlamadým. Ancak hakemliði esnasýnda kendisine hediye
edileni kabul etmemesi gerekir.
ÝZAH
Kada ile ilgili meseleler açýklanýrken, hakemin vermiþ olduðu hükümlerde bu konuda mütaala
edildiði için, hakem konusunu da bu konu içinde mütaala etmiþtir.Ancak hakemin mertebesi,
hakemlik müessesesi, mahkeme ve kada müessesesinden daha aþaðý bir derecede olduðu için,
bunu daha sonra zikretmeyi uygun görmüþtür. Bunun için de Ebu Yusuf der ki: «Hakemliðin ileri bir
zamana izafe edilmesi ve þarta taliki sahih deðildir.Hakim tayin etme bunun hilafýnadýr. Çünkü
hakemlik bir bakýma mesabesindedir. Lugatta «Ben onu hakem tayin ettim.» demek, «Dava
konusuyla ilgili olan mesele hakkýnda hüküm verme yetkisini ona verdim» demektir.» Bu ifade de
yalnýz malla ilgili meselelerde hakemlik caizdir, anlamýna gelmez. Bazý þarihler bunun yalnýz mali
konulara inhisar ettiðini söylemiþler ve ifadeyi o þekilde anlamýþlardýr. Fakat bu anlayýþ doðru
olmasa gerektir. Çünkü lügat kitabý Misbah´ta «kiþiyi hakem tayin ettim» demek hüküm verme
yetkisini ona verdim demektir.» þeklinde açýklanmýþtýr.
«Örfte ise iki hasým tarafýndan bir kiþinin hüküm vermesi için tayin edilmesidir ilh...» Yani
birbirleriyle anlaþamayan iki kiþinin veya iki gurubun birini belirli bir konuda hüküm vermek üzere
tayin etmeleridir. Bu da hakem tayin eden taraflarýn birer kiþiden müteþekkil olabileceði gibi daha
çok kiþilerden müteþekkil olabileceðini gösterir. Hakem tayin edilen kiþinin de tek olmasý da þart
deðildir. Birden fazla kiþi ayný konuda hakem tayin edilebilir.
TENBÝH: Bezzaziye´den naklen Bahýr´da þöyle denmektedir: «Bazý alimlerimiz derler ki,
zamanýmýzda birçok kadýlar sulh yapan yani hakem durumunda kiþilerdir. Çünkü bunlarýn çoðu
hakimliði rüþvet yoluyla almýþlardýr. Meselenin murafaa için bunlara iletilmesi ile onlarý hakim kabul
etmek mümkündür.»
Bu ifadeye þu þekilde itiraz edilmiþtir: Devlet tarafýndan hakim olarak tayin edilenlere hakemdir diye
müracaat edilmemektedir. Bilakis meselelerin onlara iletilmesi, onlarýn hükümleri kesin birer hakim
olarak kabul edilmelerinden kaynaklanmaktadýr. Aynca aleyhinde dava acýlan kiþiyi mahkemeye
zorla getirten hakimi, nasýl hakem kabul ederiz. Çünkü hakemin zorla getirme yetkisi yoktur. Nasýl
ki bey´ akti baþlangýçta teati yoluyla yapýlabilir. Fakat önceden batýl veya fasit olarak yapýlmýþ bir
akti teati yoluyla yapýlacak bir akit nasýl ki onu sahih bir akte dönüþtüremiyorsa burada da böyledir.
Çünkü baþka bir sebebe dayanmaktadýr. Bunun içinde selef hükmü geçerli olan Kadý en deðerli
madenden daha kýymetlidir.» demiþtir.
Bu konuda Tahtavî þöyle demektedir: «Þafiiler buna zaruretlerin getirdiði kadý adýný
vermektedirler.Çünkü bildiðimiz kadarýyla ülkelerde rüþvet almayan veya rüþvet vermeyen hakime
rastlamak mümkün deðildir.»
«Bunun rüknü hakem tayin etmeyi belirten lafýz ve ifadedir ilh...»Hakem tayin etmenin rüknü, hakem
tayin etmede kullanýlan ifadelerden biri ile hakem tayin edilmesidir. Mesela «Aramýzdaki ihtilafta
hükmünü belirt» veya «Seni hakem tayin ettik» veya «Þu konuda hüküm verme yetkisini sana
verdik» demeleri buna bir örnektir. Ýllada tahkim lafzý olacak diye bir þart yoktur.
«Diðerinin kabul etmesi ile birlikte ilh...» Yani her iki taraf her ne kadar birini hakem tayin etseler,
hakem tayin edilen kiþi bunu kabul etmedikçe onun vereceði hüküm geçerli sayýlmaz. Ayný
zamanda hakem olmasý kabul edilmez. Eðer hüküm vermesini istiyorlarsa, yeniden onu hakem
tayin etmeleri mümkündür. O zaman verdiði hüküm geçerlidir. Bahýr.
«Hakem tayin eden kiþinin hür olmasý þart deðildir ilh...» Dolayýsýyla mükatep ve mezun olan
kölenin hakem tayin edilmeleri de sahihtir. Bahýr.
«Zimminin zimmiyi hakem tayin etmesi de sahihtir ilh...» Çünkü zimminin kendi milletinden olan
kiþiler hakkýnda þahitlik yapmasý caizdir. Ama onun müslümanlar için hakem olmasý sahih deðildir.
Ýki zimminin bir diðer zimmiyi hakem tayin etmeye razý olmalarý demek, kendi haklarýyla ilgili
konuda onun hükmüne razý olmalarý demektir. Dolayýsýyla bu zimmi onlar hakkýnda sultan
tarafýndan tayin edilmiþ kiþi mesabesindedir. Zimmi olan bir hakimin zimmiler arasýnda hüküm
vermesi için görevlendirilmesi. nasýl sahih ise hakem tayin edilmesi de sahihtir. Ancak bunlarýn
müslümanlar hakkýnda hüküm vermeleri caiz olmaz.
Bahýr´da Muhit´ten naklen þu ifadeler yer almaktadýr: «Hasýmlardan biri zimmi olan hakemin hüküm
vermesinden önce müslüman olsa, müslüman olmayanýn müslüman aleyhine vereceði hüküm
geçerli olmayacaðýndan o zimminin hükmü müslüman olan hakkýnda geçerli sayýlmaz. Ama
müslümanýn vereceði hüküm zimmi hakkýnda geçerlidir.»
Diðer bir rivayete göre, müslümanýn da gayri müslim olan kiþiler arasýnda hüküm vermesi doðru
olmaz. Mürted olan kiþinin vermiþ olduðu hüküm veya hakem tayîn edilmesi Ebu Hanife´ye göre
mevkuftur. Eðer hüküm verir daha sonra irtidadýndan dolayý öldürülürse veya Ýslam ülkesinin
dýþýnda bir ülkeye kaçarsa, verdiði hüküm batýldýr, geçerli deðildir. Ama tekrar müslüman olacak
olursa, hükmü geçerli kabul edilir. Sahibeyne göre her halükarda geçerli kabul edilmiþtir.
«Yukarda geçtiði gibi ilh...» Yukarý babta «hakem kadý gibidir.» meselesinde bu durum izah edildi.
Ayrýca (diþinin) kadýnýn ve fasýk olan kiþinin hakem olarak tayin edilmelerinin de sahih olduðu
orada ifade edildi. Çünkü bunlarýn yetkileri dahilinde hakimlik görevini üstlenmeleri caiz kabul
edilmiþti. Ama fasýk olanýn hakem tayin edilmemesi daha uygun olur. Bahýr.
«Hakemlik esnasýnda ve hüküm verme esnasýnda ilh...» Ýki durum orasýnda, yani hakem tayin
edilmesi ile hüküm vermesi aný arasýnda da durum ayný olmaktadýr. Kadý ve hakimde durum bunun
hilafýnadýr. Hakimle hakem orasýnda farklý meseleler anlatýlýrken bu meseleye daha geniþ yer
verilecektir. Bahýr.
«Bir köleyi hakem tayin etseler ilh...» Hür ile köleyi hakem tayin etseler hür olan kiþi tek baþýna
hüküm verse geçerli olmaz. Ýkisi birden hüküm verse, yine geçerli olmaz. Muhit´ten naklen Bahýr´da
bu þekilde ifade edilmiþtir.
«Þahitlik konusu bunun hilafýnadýr ilh...» Çünkü þahitlikte olan ehliyet yalnýz þehadeti eda etme
esnasýnda aranýr. Bunun da musannýfýn metinde ifade ettiði kelimeden anlaþýlacaðýna iþaret
etmektedir: Çünkü musannýf metinde «hüküm vermeye selahiyeti olan» demiþtir. «Þahitlik yapmaya
selahiyeti olan» dememiþtir.
«Yukarda belirtmiþtik ilh...» Yani, «Baþka bir hakimin verdiði hüküm kendisine iletildiði zaman»
cümlesi açýklanýrken bu cümleden önce bu noktaya iþaret edilmiþ ve denmiþtir ki: «Aynen tayin
edilen Kadý´da olduðu gibi.» Halbuki bu ittifakla kabul edilen bir mesele deðildi.
Yine kada bahsinin ilk bölümünde, kadaya ehliyetli olan demek, þehadete ehliyeti olan demektir. Bu
sözde de iki rivayet vardýr. Vakýat-ý Hüsamiye´de olan ifadede ise. fetva irtidad etmesiyle otomatik
azledilmeyeceði istikametindeydi. Çünkü iki rivayetten birine göre kiþinin müslüman olmamasý,
baþlangýçta hüküm vermesine ters deðildir. Bu da müslüman olmayanýn, köle olanýn hakim olarak
tayininin sahih olduðu rivayetini teyid etmekte, ayrýca müslüman olduktan sonra veya kölenin azad
olmasýndan sonra tayini yenilenmese de verdiði hükmün sahih olacaðýný göstermektedir. Bahýr´da
bu meseleye de kesin gözü ile bakýlmýþtýr.
Fetih isimli eserde ise, bu görüþle iktifa edilmiþ, musannýf ise bunun aksini burada benimsemiþtir.
Bu da ayrýca sabi dediðimiz küçük çocuðun hilafýnadýr. Yani balið olduktan sonra hüküm vermesi
durumu geçerli deðildir. Ona verilen görevin yenilenmesi, yani yeniden görevlendirilmesi gerekir.
Yine yukarda iki mesele orasýndaki farký da beyan etmeye çalýþmýþtýk. Bu hakimle, ilgili rivayetler
acaba hakem içinde geçerli midir, deðil midir sorusu akla gelmektedir. Ben bu konuda bir rivayete
veya açýk bir ifadeye rastlamadým. Ama ilk bakýþta ayný olmadýklarý anlaþýlmaktadýr.
Tayin edilmeden hüküm veren hakemin hükmünün kabulü caizdir
«Verdiði hükme razý olurlarsa ilh...» Hakem tayin ettikleri kiþinin hakemliðine hüküm verinceye
kadar rýza göstermeleri ve bu rýzalarýný deðiþtirmemeleri gerekir. Fetih.
Bu da þu hükmü belirtmek için zikredilmiþ olmaktadýr. Hakem tayin edildikten sonra henüz hakem
hüküm vermeden onu hakem tayin edenler hakemliðinden vaz geçseler veya onlardan birisi vaz
geçip diðeri hala hakem olmasýna rýza gösterse vermiþ olduðu hüküm geçerli sayýlmaz. Ancak
bunu daha önce zikretmesi uygun olurdu. Çünkü bu ifade hüküm verdikten sonra rýzalarýnýn þart
olmasý anlamýný da taþýmaktadýr. Halbuki hüküm verme anýna kadar rýzalarý devam ettiði halde
hüküm verecek olursa, vermiþ olduðu hüküm kesindir. Hükmün ilanýndan sonra iki taraftan birinin
veya her iki tarafýn kabul edip etmeme muhayyerlikleri söz konusu deðildir. Nitekim Kenz ve diðer
muteber eserlerde bu þekilde izah dilmiþtir. Ayrýca bu mesele þerhte «veya» ifadesiyle devam
edilseydi aþaðýdaki meselenin hükmü de anlatýlmýþ olurdu. Mesela henüz hakem tayin edilmeden
iki hasým arasýnda hüküm verse, o hüküm verdikten sonra, hasýmlar da verdiðin bu hükme razýyýz
kabul ediyoruz diyecek olurlarsa caizdir. Nitekim Tahtavî bu meseleyi Hindiye´den bu þekilde
nakletmiþtir.
«Bu hadd ve kýsas konularýnýn dýþýnda bütün meselelerde sahihtir ilh...» Bu da hukuku ibadla ilgili
bütün ictihadî meselelere þamildir. Nitekim ilerde bunu zikredecektir.
Kýsas konusunda hakemliðin caiz olmayacaðý meselesi burada Kenz ve diðer eserlere tabi olarak
bu görüþü benimsemesinden gelmektedir. Sahih olan da budur. Bu rivayet Hassaf´ýn da görüþüdür.
Fetih´te bu þekilde ifade edilmiþtir. Muhit isimli eserde hukuku ibadtan olmasý hasebiyIe kýsasta da
hakemlik caizdir þeklindeki rivayet hem rivayet açýsýndan, hem de meseleyi kavrama ve dirayet
açýsýndan zayýftýr. Çünkü bu kýsas dediðimiz meselede kul hakký yanýnda ammenin hakký, yani
þariin hakký da bulunmaktadýr. Her ne kadar burada kul hakký daha galip görünüyor ise de. Yine
Serahsi´nin kazif hakkýyla ilgili meselede hakemin vereceði kararýn caiz olduðu görüþü
benimsenmiþ ise de bu da zayýftýr: Çünkü kazifte þariin hakký, kul hakkýna oranla daha galiptir.
Sahih olan da budur. Bahýr.
«Akileye verilecek diyet kararýnda da hakemin hükmü geçerli deðildir ilh...» Bu ifadesiyle katilin
üstleneceði diyet meselesi bunun dýþýnda kalmýþ olmaktadýr: Þöyle ki diyet, katilin ikrarýndan dolayý
katil üzerine gerekiyorsa veya beyyine ile yaralama olayý sabit olmuþ ve bu konuda akilenin
yükleneceði miktardan daha az bir miktar yüklenecek olursa, gerek bu yaralama kasten olsun,
gerek hata yoluyla olsun, hüküm deðiþmez. Veya akilenin yükleneceði miktar kadar olacak olursa,
bu hallerde hakemin karan geçerlidir. Ancak burada kasten yaralama olayýnýn kýsasý gerektirmeyen
bir husus olmasý þartý da getirilmiþtir.
«Asýlda hakemin karan iki hasým orasýnda sulh mesabesindedir ilh...»Çünkü onlar rýza göstererek
hakemin verdiði kararý kabullenmiþler, ona itiraz etmeyeceklerini söylemiþlerdir. Bu da aralarýnda
yapýlan bir sulh mesabesinde kabul edilmiþtir.
«Bu yukardaki üç hak sulh yoluyla caiz olmaz ilh...» Buna da itiraz edilmiþ ve denmiþtir ki: Sulh
bahsinde geleceði gibi. bedele dönüþtürülebilecek her hakta sulhun caiz olduðu söylenmiþti.
Bunlardan biri de kýsas hakkýdýr. Ama karþýlýðýnda bedel alýnmasý caiz olmayan, bedele
dönüþtürülmesi mümkün görülmeyen haklarda hakemin kararý geçerli olmaz. Çünkü o konuda sulh
sahih deðildir. Hadler buna bir örnektir.
Ben derim ki: Burdaki itirazýn kaynaðý meseledeki maksadý anlamamaktan gelmektedir. Çünkü
yukarda saydýðýmýz akile üzerine diyet. kýsas ve had konularý sulh yoluyla sabit olmaz ifadesinin
anlamý, yani haddin gerektiði konusunda veya kýsasný gerektiði konusunda sulh olsalar ve kendi
aralarýnda anlaþsalar demektir.
Evet bu üç noktada sulhun sabit olmamasý veya bunlarýn sulh ile sabit olmamasý demek, had veya
kýsas konusunda haddin ve kýsasýn lüzumlu olduðu istikametinde sulh olsalar, bu sulh ile kýsas ve
had gerekmez. Sulh babýnda ifade edilecek husus ise þudur: Kýsas hakkýna karþýlýk sulh olmak
caizdir. Belirli bir mal karþýlýðý bu sulh caiz görülmüþtür. Çünkü kýsas hakký, mal ile sulh yoluyla
ödenebilecek haklardandýr, had bunun hilafýnadýr. Burada kýsas hakký, bedel karþýlýðý sulh olunan
haktýr. Birincisinde yani had´de ise üzerinde sulh yapýlan bir meseledir, ikisi arasýndaki fark açýktýr.
«Tahkimin vukuundan sonra iki taraftan birinin bunu bozmasý caizdir ilh...» Burada þu kaydý da
getirmesi gerekirdi: Tahkim hakký hakeme verildikten sonra, henüz hakem hüküm vermeden önce
taraflardan birinin onun hakemliðini red etmesi caizdir. Bu durumda hakem hakemlikten düþmüþ,
vereceði hüküm geçersiz kabul edilmiþtir.
«Ýki taraftan birinin tek baþýna fesh edebildiði gibi ilh...» Yani akdi tek taraflý olarak fesh etmeye
yetkilidir. Ancak bu da aþaðýda sayacaðýmýz akitlerdedir. Bu da diðer tarafa yazý ile, elci ile, þirket
bahsinde de belirtildiði gibi bildirilmesi, haberdar edilmesi þartýna baðlýdýr. Vekalet ve mudarebe
bahsinde de bu hususlar yeniden gelecektir. Lazým olmayan akitlerde veya bir taraf için lazým
olupta diðer taraf için tazým ve kesin hüküm ifade etmeyen akitlerde, hakkýnda kesinlik kazanmayan
tarafýn karþý tarafa bildirmesi þartý ile akdi fesh etmeye yetkisi vardýr. Þirket akdi, mudarebe akdi,
vekalet akdi bu tür akitlerdendir. Fesh edecek tarafýn karþý tarafa fesh ettiðini bildirmesi þarttýr.
Ancak burada müvekkilin vekilini azletmesinde bir þart daha getirilmiþtir. O da vekile bir müddainin
hakký taalluk etmemiþ olmasýdýr. Mesela hasým sefere çýkmak istese, karþý taraf davada onun yerine
vekil olmak üzere birini vekil tayin etmesini istese, müvekkil o vekili, isteyen kiþinin hakkýnýn
taalluk etmesi sebebiyle, azle yetkili deðildir. Nitekim vekalet babýnda gelecektir.
«Çünkü hakemin hükmü sulh mesabesindedir ilh...» Sulh ise tüccarlarýn uyguladýklarý, kendi
aralarýnda meydana gelen husumetleri kaldýrmak için baþ vurduklarý en uygun metodlardan biridir.
Ortaklardan herhangi biri sulha razý olmuþ olduðundan hakemin hükmü diðer ortak için de geçerli
kabul edilmiþtir. Bahýr.
«Üç meselenin istisnasý ilh...» Had, kýsas akile üzerine diyet. Bu üç meselenin istisnasý daha önce
zikredilmesi gerekir idi.
«Hakkýnda ictihad varit olan bütün meselelerde ilh...» Yani hukuku ibadla ilgili ve ictihadýn caiz
olduðu bütün meselelerde geçerlidir, yani hakem hüküm verebilir. Talak, ýtk, kitabet, kefalet, þuf´a,
nafaka, borçlar ve alýþveriþler bunlara örnektir. Kitap sünnet veya icmaa aykýrý olan hükümlerde ise
geçerli deðildir.
«Kinaye lafzý ile verilen talaklarýn ric´i talaklar olmasý ile ilgili hükmü ilh...» Sadru Þehid
Edebü´l-Kada isimli eserin þerhinde, «Ulemamýz tarafýndan kabul edilen sahih görüþte budur»
demektedir. Ancak birçok alimlerimiz bu tür fetvadan imtina etmekte ve hudud ve kýsasta olduðu
gibi hakimin hükmüne ihtiyaç olduðunu belirtmektedirler. Gerekçeleri de, avamý nasýn bu tur
meselelerde cesaretini kýrmak ve onlarýn geliþi güzel hareket etmelerini önlemektir.
Fetih´te bu konuda Fetava-yý Suðra isimli eserden naklen «Ýzafe edilen talak konusunda hakemin
hükmü geçerlidir. Fakat bu istikamette fetva verilmez.» denmektedir. Yine ayný eserde Hanefi
fukahasýnca bundan daha geniþ meselelere yer verilmiþ ve müsamahalý davranýlmýþtýr. Mesela bir
kimse içinde bulunduðu hadise hakkýnda adil ve bilgili bir fakihten fetvasýný istese o da izafe ile
yapýlmýþ olan talakýn geçerli olmadýðý istikametinde fetva verse, bu fetvaya uymasý hakkýnda talaký
izafe edilen karýsýný nikah altýnda tutmasýnda bir beis yoktur. Hatta fukahadan bu meseleden daha
müsamahalý bir mesele nakledilmekte, o da, baþka bir kadýnla evlense, daha önce evlendiði her
kadýnýn boþ olacaðý þeklinde bir yemini bulunsa, baþka bir fakihten mesele hakkýnda fetva istese, o
da izafet yoluyla yapmýþ olduðu talakýn sahih olduðu istikametinde fetva verse, ikinci kansýný
býrakýr. Bu iki alimin verdiði fetva istikametinde birinci hanýmý ile hayatýný devam ettirir.»
«Buna benzer meseleler ilh...» Mesela hanýmýnýn annesi veya kýz kardeþine þehvetle dokunur,
galeyana gelir ise, bunun akabinde karý koca bir arada bir hakem tayin ederler, kendilerine Þafii
mezhebinin hükmü istikametinde nikahýn devamý ile ilgili hüküm vermesini isterlerse ne olur?
Sahih olan, verilecek hükmün geçerli olmasýdýr. Eðer hakem bu görüþün doðru olduðu kanaatinde
ise. Aksi halde sahih deðildir. Bahýr.
«Hidayenin açýk ifadesinden anlaþýldýðýna göre ilh...» Hidaye sahibi þöyle demektedir: «Fukahanýn,
hakemin hükmünün geçerli olmayacaðý noktalarý hudud ve kýsasla tahdit ve tahsis etmeleri, diðer
ictihadla ilgili bütün meselelerde hakemlik yapabileceði, verdiði hükümlerin geçerli olacaðýný
gösterir. Sahih olan da budur. Fakat fetva verilmez.
Burada söylenebilecek bir diðer hususta, avamý nasýn bu gibi konularda cüret ve cesaretlerini
artýrmamak için, devlet tarafýndan tayin edilmiþ hakimin hükmüne ihtiyaç duyulacaðýdýr.Zira
mezhep hükümleri geliþi güzel hareketle çiðnenir. Fetih. Hidaye´nin yukardaki ifadesine benzer bir
ifade de, Edebü´l-Kada þerhinde yer almaktadýr. Yine yukarda beyan edildiði gibi sahih olan görüþ,
hakemliðin bu noktalarda sahih olmasý, verilen hükmün geçerli olmasýdýr. Fakihlerimizden
nakledilen ifadelerden anlaþýlan da budur. Buradaki ifadesi ise sahih olan görüþün mukabili olan
görüþü tercihten ibarettir. Hidaye´nin ifadesinden ilk anlaþýlan, yani diðer ictihad konusu olan
meselelerde cevazýna dair fetva verilmez sözüdür.
Ancak Velvaliciye´den naklen Bahýr isimli eserde ve Kýnye´de, bunun ancak bir þeye izafe edilen
yeminde ve benzerlerinde olmasý ve bu noktalara inhisar ettirilmesi gerektiðine yer verilmektedir.
Yukarda Fetih´ten, onun da Fetava-yý Suðra´dan naklettikleri de bu istikamettedir. Zira orada,
«Geçerli olsa da bununla fetva verilmez.» denmiþtir. Ancak fetva verilemeyeceði hususunda ileri
sürülen gerekçe ele alýnacak olursa -ki, avamý nastan olan kiþilerin bu gibi meselelerde cesaret
göstererek mezhep hükümlerini çiðnemeleri meselesi- yalnýz bu meseleye ve benzeri meselelere
inhisar etmemektedir.
Daha sonra Makdisî´nin bu konuda tereddüt ettiðini gördüm. Verdiði cevabýn özeti þu þekildedir:
Fukaha ehil olmayan kiþilerin hakemliðe atanmalarýný men etmiþlerdir. Bunun gerekçesi de hak
olmayan, doðru olmayan birçok görüþlerle hüküm vermeyi önlemek içindir. Yine avamý nasýn
bilmediði birçok konulara cesaretlerinin ve cüretlerinin artmamasý için hakem tayin etme konusunu
ve hakemin verdiði hükümlerin bu noktalarda da geçersiz olduðunu söylemiþlerdir.
Ben derim ki: Bu da alim olmayan kiþi hakkýnda mutlak bir surette tahkim yapýlmamasý, hakem
tayin edilmemesini gösterir. Onun için burada en güzel cevap þu olsa gerektir: Ýzafet suretiyle
yapýlan yeminde, yemin eden kiþi eðer verilen fetvanýn doðru olduðuna inanýyor, kanaati de o
istikamette ise, onunla amel etmesi itikadý ve inandýðý istikamette amel etmiþ olacaðýndan caizdir.
Eðer meselenin sahih olmadýðýna dair devlet tarafýndan görevlendirilmiþ hakim hüküm verecek
olursa, verilen o hükme uyulmasý gerekir. Çünkü onun verdiði hükümle hakkýnda ictihad olan o
meseledeki ihtilaf ortadan kalkmýþ olur. Ama yok o konuda bir kiþiyi hakem tayin ederse bu da
mezhep hükmünü deðiþtirmeden baþka bir þey ifade etmez. Zira hakem tayin edilen kiþinin verdiði
hüküm, sulh mesabesinde olduðundan o mesele hakkýndaki ihtilafý bertaraf etmemekte, o hilafý
kaldýrmamaktadýr. Ve verilen hüküm yemin edenin inancý istikametinde olan kiþinin ve o
istikametteki amelini iptal edici mahiyette deðildir. Bunun için «Bu görüþle fetva verilmez.»
demiþler, bu gibi önemli konularda devlet tarafýndan yetkili kýlýnan hakimin hükmüne ihtiyaç
olduðunu söylemiþlerdir. Benim de bu meseledeki kanaatim budur. Anladýðým da bundan ibarettir.
TENBÝH: Ýhtilaflý meseleler bölümünde geleceði gibi, hakemin çocuk hakkýnda zararlý olabilecek
konularda hüküm vermesi sahih deðildir. Ama hakim ve Kadý verecek olursa hüküm geçerlidir.
«Verdiði haber geçerli sayýlýr ilh...» Yani hakem olan kiþi, kendisini hakem tayin edenlerden birine,
«Benim huzurumda ikrarda bulunmuþtun ve beyyine ile aleyhinde hüküm sabit oldu. Þahitler
tezkiye edildiler, adil olduklarý açýkça ortaya çýktý. Ben de bunun sonucu olarak bu hükmü verdim.»
dese, aleyhinde hüküm verilen kiþi inkara kalkýþsa, onun bu inkarýna iltifat edilmez. Verilen hüküm
geçerlidir.
Bu konuda yetkisi ve meclis devam ederken verilen bilgileri haber suretiyle aktaracak olursâ
geçerlidir. Çünkü hakem olan kiþi meclis devam ettiði müddetçe devlet tarafýndan tayin edilen
yetkili kadý mesabesindedir. Ama hakemlikten çýkarýldýktan veya hüküm vermeden önce
azledildikten sonra, mecliste de olsa haber verse veya meclis bitip görevi sona erdikten sonra bu
ikrar ve þahitlerin adaletiyle ilgili haberi geçerli sayýlmaz. Zira meclisin sona ermesiyle azledilmiþ
durumdadýr. Aynen hüküm vermeden önce kendisini hakem tayin edenlerden birisi tarafýndan
azledildiðinde nasýl azledilmiþ sayýlýyor ise, meclisin sona ermesi ile de azledilmiþ sayýlýr. Bu
durumda kadýya benzemektedir. Yani kadý azledildikten sonra, «Ben þu þekilde hüküm vermiþtim.»
dese ve bu da bir haber mesabesinde olsa, tek kiþi olduðu için verdiði bu haber mahkemece
muteber sayýlmaz. Yine hakem olan kiþinin meclisin sona ermesinden sonra hükmü ile ilgili haberi
de geçerli sayýlmaz.
«Aynen hakimin hükmünde olduðu gibi ilh...» Yani hakem olan kiþinin lehlerinde þahadeti kabul
edilmeyen yakýn akrabalarý hakkýnda vereceði hüküm geçerli deðildir. Aynen hakimde olduðu gibi.
Çünkü hakimin lehinde þehadetleri kabûl edilmeyen yakýnlarý hakkýndaki hükmü geçerli deðildir.
«Hüküm vermek üzere tayin edilen iki hakemin hükümde birleþmeleri gerekir ilh...» Buna göre
onlardan biri hükmünü verse veya her ikisi de hüküm verseler, oma ihtilaf etseler, geçerli sayýlmaz.
Mesela Velvaliciye´den Bahýr´da bu þekilde ifade edilmiþtir.
Yine Bahýr isimli eserde Hassaf´tan naklen þu ifadeye yer verilmektedir; «Bir kimse karýsýna, «Sen
bana haramsýn, haram ol.» dese ve bu ifadesiyle üç talaktan aþaðý bir talaka niyet etse, karý koca iki
kiþiyi bu konuda hakem tayin etseler, onlardan biri talakýn yalnýz bain olduðunu, diðeri ise üç
talakla bain bir talak olduðunu söyleseler verdikleri hüküm geçerli sayýlmaz. çünkü ikisi ayný
noktada birleþmemiþlerdir.
«Kadý hakemin verdiði hükmü uygular ilh...» Yani hakem olan kiþinin verdiði hüküm ve karar
mahkemeye iletildiði taktirde hakim, mezhebine uygun görecek olursa kararý uygular. Aksi halde
onu iptal eder. Uygulamasýndaki yarar ise, birinci Kadý´nýn hükmü tasdik etmesinden sonra, ikinci
bir Kadýya iletilse, mezhebine muhalif olduðunu söyleyerek hükmü iptale kalkýþsa, ikinci Kadý´nýn
bu yetkisi yoktur. Cevhere.
Bahýr isimli eserde, «Bir hakemin verdiði karar, ikinci bir hakeme iletilse, ikinci hakem Kadý
mesabesindedir. Görüþüne ve mezhebine uygun gördüðü birinci hakemin kararýný uygular, aksi
halde iptal eder.» denmektedir.
«Hakem olan kiþinin verdiði hüküm ictihadi meseledeki ihtilafýný kaldýrmaz ilh...» Çünkü hakemin
velayeti ancak kendisini hakem tayin edenler üzerinde inhisar etmektedir. Kadý´nýn hükmü ise
geneldir. Dolayýsýyla Kadý´nýn hükmü o meseledeki ihtilafý kaldýrýr, hakeminki ise böyle deðildir.
«Hakemin kendisine verilen yetkiyi baþkasýna devretmesi sahih deðildir ilh...» Buna göre, yetkiyi bir
baþkasýna devretse, o da hakem tayin eden kiþilerin rýzasý olmaksýzýn hüküm verse, verilen bu
hüküm, mahkemeye aktarýlmasý halinde kadý tarafýndan onaylansa bile yine geçerli sayýlmaz. Ancak
kendisini hakem tayin edenler, o ikinci hakemin kararýný hüküm vermesinden sonra kabul etseler,
onaylasalar, bu durumda verilen hükmü mahkeme onaylayabilir. Diðer bir rivayete göre, ikinci bir
vekil mesabesindedir. Birinci vekil, ikinci vekilin hükmünü onaylamasý halinde, ancak o hüküm
geçerli sayýlýr. Dolayýsýyla mahkemeye iletildiðinde mahkeme onaylayabilir. Fetih.
«Vakýfla ilgili hükmü ilh...» Yani hakem tayin edilen kiþi, vakfýn lazým olduðuna dair hüküm verse,
Ebu Hanife´nin, «Mahkeme karar vermedikçe vakýf lazým kabul edilmez.» þeklindeki hilafýný ortadan
kaldýrmaz. Binaenaleyh vakfý yapan kiþinin bu görüþe göre, vakfýndan vaz geçmesi sahih görülür.
Çünkü hala Ebu Hanife´nin vakfýn lazým olmadýðý istikametindeki görüþü devam eder. Zira hakemin
hükmü, bu ihtilafý bertaraf edememektedir.
«Þartlan uygun olduðu taktirde ilh...» Yani ifraz edilmiþ bir gayri menkul hakkýnda vakýf kararý, vakýf
bahsinde geçtiði gibi, hakem tarafýndan lazým olduðuna karar verilse ve bu karar mahkemeye
iletilse, mahkemenin vakfýn lüzumuna dair vereceði karar, yeni bir karar mesabesindedir. Bu
konuda verilen kararý uygulayamaz. Çünkü hakemin bu konudaki kararý muteber sayýlmamýþtýr.
«Bahýr´da hakemin hakimden farklý görüldüðü meselelerin sayýsý on yediye iblað edilmiþtir ilh...»
Bununla meselelerin sayýsýnýn on yediyi aþabileceðine iþaret edilmek istenmiþtir. Gerçekte de
böyledir. Bir çoklarý metin ve þerhte geçti. Bu meselelerden birisi de, kölenin hakim olmasý istense
ve tayini yapýlsa. henüz hüküm vermeden azad edilse, bunun akabinde de hüküm verse. iki
görüþten birine göre, verdiði hüküm sahihtir. Hakem olmasý durumu ise bunun hilafýnadýr. Nitekim
yukarda bu meseleye temas edildi.
Yine yukarda geçen meseleler arasýnda hakem tayin edilen kiþi için tayin edenlerin o kimse
hakkýnda ittifakla karar vermeleri gerekir. Yine farklý meselelerden biri de, hakem olan kiþinin
hudud kýsas ve akile üzerine diyet konusunda hükmü sahih deðildir. Ayrýca hakem tayin edenler
henüz hakemin hüküm vermesinden önce onu azletmeye yetkilidirler.
Diðer bir husus, hakemin vermiþ olduðu hüküm, mesela satýlan malýn kusurlu olduðu konusundaki
hükmü, satýcýnýn satýcýsýna sirayet etmez. Ýzafet suretiyle yapýlan yeminleri fesih istikametindeki
hükmü ile fetva verilmez. Verdiði hükmü mahkemeye haber olarak iletecek olsa, bu haberi
mahkemece muteber kabul edilmez. Bu meselelerin tümünde, ilerde geleceði gibi, Kadý´nýn
hükümleri bunun hilafýnadýr. Ayrýca verdiði hüküm Kadý´nýn görüþüne ters olduðu taktirde iptal
edilir. Hakemin yetkiyi baþkasýna devretmesi sahih kabul edilmez. Vakýf hakkýndaki hükmü, vakfýn
lazým olduðunu göstermez.
Bu on mesele Bahýr isimli eserde zikredilmiþtir. Geri kalan meseleler ise þöyle sayýlabilir: Onun
hakemliðinin bir þarta talik edilmesi veya ileri bir zamana izafe edilmesi Ebu Yusuf´a göre caiz
deðildir. Ayrýca hakemin gaip hakkýnda verdiði hüküm geçerli deðildir. Velevki gaip aleyhinde iddia
edilen husus, hazýr aleyhinde iddia edilen hususa sebeb olsada.
Kadý´ya yazý yazmasý sahih deðildir. Kadý´nýn ona yazmasýnýn da muteber olmadýðý gibi. Hakimin
yazýsý ile, taraflar razý olmadýkça, hakemin hüküm vermesi doðru deðildir. Hakemin verdiði hüküm
bir varisten diðerine ve ölmüþ kiþiye sirayet etmez. Vekil hakkýnda elindeki malýn kusurlu olduðuna
dair vereceði hüküm, müvekkili için geçerli sayýlmaz. Hakemin küçük çocuðun vasisi aleyhine,
zararýna olabilecek bir hüküm vermesi halinde, hükmü sahih kabul edilmez.
Hakemlik bir bölge ile kayýtlý deðildir. Ülkenin her tarafýnda hakem tayin edilerek hüküm verebilir.
Þahitlerin ihtilaf etmeleri halinde, mesela þahitlerden biri Zeyd isimli kiþiyi Kufe mahkemesinde
husumete vekil tayin ettiðini, diðeri de Basra mahkemesi nezdinde vekil tayin ettiðini söylese kabul
edilir. Ama onlardan biri, falan fakih nezdinde, diðeri de falan diðer bir fakih nezdinde olduðunu
söyleseler, kabul edilmez. Çünkü hakem arada bir vasýtadýr. Ýki hakemden birisi diðerinden daha
güçlü ve meseleyi anlayan hazýk biri olabilir. Diðer kiþi hakkýnda müvekkil razý olmamýþ da olabilir.
Mahkeme ile ilgili husus ise bunun hilafýnadýr. Nitekim Edebü´I-Kada þerhinde bu meseleler
açýklanmýþtýr.
Bu son meselelerin sayýsý dokuza balið olmaktadýr. Bunlar yine Bahýr isimli eserde zikredilmiþtir.
Adý geçen eserde dört meseleye daha yer verilmektedir. Þarih de bu meseleleri açýklamýþ
bulunmaktadýr. Bunlarla mesele sayýsý yirmi üçe balið olmaktadýr.
Yine Bahýr isimli eserde bir diðer mesele daha eklenmiþ ve þöyle denmiþtir: «Alimlerimiz hürriyet,
nesep, nikah ve vela konusunda mahkemenin verdiði karan bütün insanlar hakkýnda geçerli
saymýþlar, hakem tarafýndan bu konularda verilen hükümler hakkýnda sarih bir ifadeye
rastlanmamýþtýr. Hakemin bu konularda vereceði kararýn diðerleri için geçerli olmamasý, baþkasýna
sirayet etmemesi gerekir. Binaenaleyh hakemin kölenin hür olduðuna dair verdiði karardan sonra,
o köle hakkýnda mülkiyet davasý, yani «Benim mülkümdür, benim kölemdir.» diye açýlan bir dava
dinlenir. Ama mahkemenin hür olduðuna dair verdiði karardan sonra, hiç kimse onun hakkýnda
mülkiyet davasý ileri süremez.»
Ben derim ki: Bunlara þu mesele de eklenir: Hakemin velayeti meclisten kalkmasý ve meclisin sona
ermesi ile biter, azledilmiþ sayýlýr. Yukarda Fetih´ten naklen beyan ettiðimiz gibi, bununla mesele
sayýsý yirmidörde balið olmuþ olmaktadýr.
«Hakimde durum bunun hilafýnadýr ilh...» Yani hakim irtidat etse, irtidatý sebebiyle otomatik
görevden azledilmiþ olmaz. Fetva da bu istikamettedir. Tekrar Ýslama döndüðü taktirde, yeni bir
tayine gerek yoktur.
«Baþkasý kabul edebilir ilh...» Yani bir kimsenin þahitliðini bir töhmete binaen hakem kabul etmese.
reddetse, baþkasý onun þahitliðim kabul edebilir. Ama hakimin Kadý´nýn bir töhmete binaen
þahitliðini reddettiði kiþi, ikinci bir mahkeme nezdinde þahitlik yapamaz. Çünkü bu konuda
reddedilme ile ilgili karar, bütün kiþiler için geçerlidir. Bahýr.
«Hakemin hapis cezasý verme yetkisinin olmamasý gerekir. Bu konuda birþey görmedim ilh...»
Bahýr´ýn bazý nüshalarýnda bu þekilde ifade edilmiþtir. Diðer bazý nüshalarda ise, «görmedim»
ifadesinden önce, «Sadru Þeria´nýn taksimle ilgili bölümünde þu açýk ifade vardýr.» denmektedir:
«Hasýmlarý ilzam etmesinin yararý, buna yetkili olduðunu gösterir. Mesela alýþveriþ yapan satýcý ve
alýcý kiþiler birini hakem tayin etseler, hakem müþteriye bedeli ödemesi için icbar yetkisine sahip
olduðu gibi, satýcýnýn da malý teslim etmesini mecbur edebilir. Bundan imtina edenlere hapis cezasý
uygular.» denmiþtir. Bu ifadede hakemin de hapsetme yetkisi olduðu sarahaten beyan edilmektedir.
«Hediye kabul edip edemeyeceði konusunda sarih bir hüküm de görmedim ilh...» Bu ifade yine
Bahýr´dan nakledilmektedir. Orada þöyle denmiþtir: «Davetlere icabet edip edemeyeceði, hediye
kabul edip edemeyeceði hususunda bir hükme rastlamadým. Ancak hakemlik süresinin sona
ermesinden sonra, bu her ikisinin de caiz olmasý gerekir. Yalnýz hakem tayin edenlerden herhangi
birinin hüküm meclisi esnasýnda kendisine verilen hediyenin kabul edilmemesi ve bu durumda
hediye kabul etmesinin sahih olmadýðý anlaþýlmaktadýr. Rahmulinin açýklamasýna göre caiz olmasý
gerekir. Çünkü bu konuda þüpheye düþen kiþi, hüküm vermeden önce azledebilir. Hakimde ise
durum bunun hilafýnadýr.»
METÝN
Kadýnýn kadýya mektubu veya mahkemeler arasý yazýþma ve diðer hususlar. «Diðer hususlar»dan
maksadý, Kadý´nýn da hüküm verebileceði meselesi ile ilgilidir. Erkeðin hakim ve Kadý olabildiði
gibi, þahitliði kabul edilen konularda kadýnda hakim olabilir. Hakim hakime hudud ve kýsas dýþýnda
her hakla ilgili konuda yazabilir. Ýstihsanen fetva da bu görüþle verilmiþtir. Hudud ve kýsas
konusunda yazýþma þüphe doðuracaðýndan, þüphe meydana getireceðinden bu konudaki
yazýþmalar kabul edilmemektedir.
Þahitler mevcut ve hazýr hasým aleyhine þehadet ederler, hakim de bu þehadet gereði hükmünü
belirtir. Vermiþ olduðu hükmü ilerde lazým olacaðýna binaen muhafaza eder ve dosyaya tescil eder.
Bu þekilde hazýrlanan dosyaya hüküm sicilli adý verilir. Ki buna bir bakýma hüküm dosyasý da
denebilir. Bu dosyanýn ihtiva ettiði konular hakimin hüküm verdiði deliller ve hükümleri ihtiva eder.
Bu ise o zamanýn örfüne göredir.
Bizim örfümüze göre ise, bu insanlar arasý vuku bulan hadiseleri derleyen ve tescil edilen büyük bir
defterden ibarettir. Eðer hasým mevcut deðil ise, gaip aleyhine hüküm sahih olmayacaðýndan,
hakim hüküm vermez. Ancak hasmýn bulunduðu bölgenin Kadý´sýna yapýlan ve mahkemede beyan
edilen þehadeti aynen yazar ki kendisine yazýlan Kadý görüþü istikametinde o þehadet gereði
hüküm verebilsin. Hatta yazan kadýný" görüþüne muhalif bir görüþe sahip olsa da. Çünkü kendisine
yazýlan ikinci hakimin hükmü, baþlangýç itibariyle verilmiþ bir hükümdür. Ancak burada
mahkemesine intikal eden, öbür mahkeme nezdinde yapýlan þahitliðin yazýlý olarak naklinden
ibarettir. Buna da hükmi kitap adý verilir ki bu yukarda beyan edilen hüküm sicilinden baþka bir
þeydir.
Þehadeti ihtiva eden yazýyý hakim derledikten sonra o yazýyý götürecek ve muhtevasý ile orada
þahitlik yapacak kiþilerin huzurunda okur. Muhtevasýný onlara bildirir ve yine onlar huzurunda
mühürler ve onlara teslim eder. Ýkinci þahitlere yol þahidi adý verilir. Tabiki yazýnýn içerisine kendi
adýný, adresini ve gönderilen hakimin adýný, adresini ve soyadýný, lakabýný yazar. Adres ve ünvan
eðer bu yazýnýn üzerine, kapatýldýktan sonra yazýlacak olursa kabul edilmez. Bu onlarýn örfüne göre
olduðu da söylenir.
Bizim örfümüzde ise üstüne yazýlan bu adres ile amel edilir. Ýkinci imam diye vasýflandýrdýðýmýz Ebu
Yusuf. «Yol þahitlerinin ikinci hakim nezdinde getirdikleri mektubun, gönderen falan hakimin yazýsý
olduðuna þahitlik yapmalarý yeterlidir.» demiþtir. Fetva da buna göredir. Nitekim Azmiye´de
Kifaye´den naklen bu þekilde ifade edilmiþtir. Mülteka da bu konuda, «Deneyen ve gören duyan gibi
deðildir.» demiþtir.
Yazý ikinci hakime ulaþtýðýnda evvela mühüre bakar, onu hasým ve þahitlerin huzurunda okur. Bu
zimminin zimmiye olan þahitliði de olsa böyledir. Çünkü onlarýn bu þehadeti müslüman olan bir
Kadý´nýn (hakimin) yaptýðý iþ konusunda þahitliktir. Ancak hasým olarak ikinci mahkeme bölgesinde
bulunan hasým, mahkemeye getirildikten sonra davanýn muhtevasýný ikrar ederse, þahitlere ve
onlarýn getirdikleri mektubun muhtevasýný söylemelerine de gerek yoktur.
Ancak Eman yazýsý dediðimiz yazý, bilhassa Ýslam ülkesinin dýþýnda bunun hilafýnadýr. Zira bu
yazýnýn muhtevasý ile ilgili beyyineye gerek yoktur. Çünkü bu yazý, alan hakimi ilzam edici mahiyette
deðildir. Eþbah isimli eserde, «Yazý ile amel edilmez. Yazý delil ve huccet kabul edilmez. Ancak
emanla ilgili mektup bundan müstesnadýr. Sultanlarýn yazmýþ olduklarý beratlarda buna mülhaktýr.
Yine ayrýca istisna edilen ve yazý ile amel edilmesi caiz görülen meselelerden biri de, satýcýnýn,
sarrafýn, simsarýn defteridir. Hatta Ýmam Muhammed, ravinin, hakimin ve þahidin yazýsýna da itibar
edileceðini söylemiþtir. Eðer yazýnýn ona ait olduðu kesinlikle bilinirse. Fetvanýn da bu kavil ile
verildiði bir rivayette zikredilmiþtir. Yazýþmalarýn ve þahitlerle yazýnýn bir mahkemeden diðer bir
mahkemeye iletilmesinin caiz olmasý için, iki kadý arasýnda üç günlük mesafeden az bir mesafenin
bulun mamasý gerekir. Bu mesele þahitlik üzerine þahitliðe benzemektedir. Ýkinci imam Ebu Yusuf,
«Eðer þahitlik yapýp ayný gün kendi memleketine dönmesi mümkün olmayacak kadar uzakta ise bu
süre üç günlük mesafeden az da olsa kabul edilir.» demiþtir. Fetva da buna göre verilmektedir.
Þurunbulaliye. Siraciye.
Bu yazýnýn geçerli sayýlabilmesi için, gönderen hakimin mektubunun, gönderilen hakimin eline
varmadan ölmemesi veya azledilmemesi þartý da vardýr. Hatta mektup ikinci hakimin eline ulaþýp
henüz okumadan önce birinci hakim vefat etse veya azledilse, yine bu mektubun muhtevasý
geçersizdir. Ýkinci Ýmam Ebu Yusuf buna da cevaz vermiþtir. Ama mektup kendisine ulaþýr ve ikinci
kadý mektubu okuduktan sonra yukarda anlatýlan hususlar meydana gelecek olursa, mektubun
muhtevasý batýl olmaz, geçerli sayýlýr.
Ayrýca mektup yazanýn delirmesi. irtidad etmesi, bir müslümaný suçlayýp ona iftira etmesinden
dolayý kendisine kazif haddinin uygulanmasý ye gözlerinin kapanmasý ve adil iken fasik duruma
düþmesi, hakimlik ehliyetini kaybettiði için onun gönderdiði yazý hükümsüz kabul edilir. Ýkinci
imam buna da cevaz vermiþtir.
Ayrýca kendisine yazýlan hakimin ölmesi ve hakimlik selahiyet ve ehliyetini kaybetmesi ile de bu
yazý hükümsüz kalýr. Bunun bir istisnasý, özel Kadý´nýn yani Kadý´ya yazýlan özel isimden sonra bir
genelleme yapacak olursa, o zaman bu mektubun muhtevasý geçerli kabul edilir. Ama baþlangýçta
bir genelleme yapacak olursa, birinci mesele gibi bunun da muhtevasý geçerli kabul edilmez. Ýkinci
Ýmam Ebu Yusuf buna da cevaz vermiþtir. Amel ve uygulama da bu görüþ ile yapýlmaktadýr. Hülasa.
Hasmýn ölmesi ile yazý hükümsüz sayýlmaz, kim olursa olsun. Zira onun varisi veya vasisi onun
yerine kaim olacaktýr.
Ben derim ki: Þahidül asýl dediði birinci Kadý nezdinde dava ile ilgili þahitlik yapan asýl þahitlerden
birinin ölmesi ile de bu yazýnýn muhtevasý batýl olmaz. Nitekim bu mesele yerinde metin olarakta
gelecektir. Ancak bu hüküm Haniye´de olan meselenin hilafýnadýr. O bu meseleye muhalif olmuþtur.
Þurasý bir gerçektir ki, hakimin kendi bilgilerine dayanarak hadiseyle ilgili kaleme almýþ olduðu
zabýt, ilmine dayanarak hüküm vermesine benzemektedir. Sahih olan kavil de budur. Hakimin kendi
bilgilerine dayanarak hüküm vermesine cevaz veren fakihler, yazmasýna da cevaz vermiþlerdir. Ama
kendi bilgileri ile hüküm vermesine cevaz vermeyenler, bilgisini yazý olarak diðer mahkemeye
aktarmasýna da izin vermemiþlerdir. Ancak burada þunu önemle belirtmekte yarar var: Mutemet
olan görüþ, zamanýmýzda hakimlerin kendi bilgilerine, hadise hakkýndaki malumatlarýna dayanarak
verdikleri hükmün sahih olmamasýdýr. Eþbah.
Yine ayný eserde, devlet baþkaný olan imamýn kazif haddinde, kýsasta ve tazir konularýnda bilgisine
dayanarak hüküm verebileceði de beyan edilmektedir.
Ben derim ki: Burada kendi bilgisine dayanarak hüküm verme yetkisi. yalnýz devlet baþkaný olan
Ýmam ile mukayyet midir? Yukarda hudud bahsinde belirttiðimiz gibi, bu konuda sarih bir ifadeye
rastlamadým. Yani bunun dýþýndakilerinde ilim ve bilgîlerine dayanarak hüküm verebilecekleri
konusunda sarih bir ifadeye rastlamadým. Buna raðmen Þurumbulali´ye ait Vehbaniye þerhinde,
«Benimsenen görüþ, bugün için hakimin ve diðerlerinin kendi bilgisine dayanarak hüküm
verememesidir. Mutlak bir þekilde ve halis hadler dediðimiz hukukullaha taalluk eden haklarda
hakim kendi bilgisi ve ilmine dayanarak hüküm veremediði gibi, buralarda da veremez.» denmiþtir.
Mesela zina haddi, þarap içmeden dolayý vurulan had gibi konularda mutlak olarak bilgi ve ilmine
dayanarak kimse hüküm veremez. Yalnýz þu kadar var ki bu noktada sarhoþluk belirtileri görülen
kiþiye hakim tazir cezasý verebilir. Bu da töhmetten dolayýdýr Ýmamdan yapýlan, yani Ebu Hanife´den
yapýlan bir rivayete göre, eðer hakim talak, ýtk, gasýp konularýnda bilgisi var ise, bu konuda karý
koca olmalarýna, hisbe açýsýndan mani olabilir. Ama bilgisine dayanarak hüküm veremez. Mani
oluþu hisbe açýsýndandýr, hüküm ve kaza acýsýndan deðildir.
Ynt: Kaza By: neslinur Date: 10 Þubat 2010, 04:40:15
ÝZAH
Hakimin hakime yazmasý, kaza ile ilgili hükümlerdendir. Ancak bu iki Kadý ve hakim arasýnda teati
edilir. Bunun için de önceki ifadelere göre mürekkep bir durum teþkil eder. Fetih. Bu ifade
Zeylaî´nin, «Bu kaza ile ilgili bölümden deðildir. Çünkü o ya þahitliðin nakli veya hükmün naklidir.»
sözünden daha iyidir.
Zeylaî, evet, «Bu hakimlerin iþlerinden biridir.» demiþ ise de, bunun daha önce zikredilmesi uygun
olurdu.» diye sözlerini tamamlamýþtýr. Mademki onlarýn bir iþidir, onlarla ilgili bir husustur. onun
Kitabu´l-Kaza ile ilgisi olmadýðýný nasýl söyleyebilir. Bahýr.
Nehir´de kabul edilmeyen husus, bu yazýþmanýn bir hüküm ve mahkeme kararý olmadýðýdýr. Ýsbat
edilen husus ise, bunun mahkeme ile ilgili hükümlerden ve mahkemenin yetkisinde olan
hükümlerden oluþudur.»
«Kadýya mektubu ilh...» Uzakta olan ve mesafesi ilerde tayin edilecek hakime yazýlan mektuptur. Bu
þunu ifade eder: Bir þehirde olan Kadý, diðer þehirde olan Kadý´ya yazabileceði gibi, kasaba ve
kazalarda olan hakime de yazabilir. Bunun aksi de sahihtir. Yani kasaba ve kazalardaki hakim ve
Kadý´lar þehirdeki hakim ve Kadýlara da yazabilirler. Gerçi ileride geleceði gibi bu konuda ihtilaf
vardýr.
Fetih´te, «Kadý kendisini tayin eden bölge emirine bir yazý yazsa, «Allah emiri doðru yoldan
ayýrmasýn, salah üzerine daim ve kaim eylesin» ifadesiyle baþlayarak daha sonra olayý anlatan bir
yazý yazarsa, emir o Kadý´nýn yaþadýðý þehirde ise, emire bu yazýyý getiren güvenilir bir kiþi de olsa,
kýyasa göre bu yazý kabul edilmez. Çünkü hüküm verme, beyyineye (delile) dayanýr. Aynca ne
emirin ismini. ne de babasýnýn ismini yazmýþtýr. Fakat istihsana göre kabul edilir. Çünkü bu
yapýlagelmiþ bir örftür. Her hadisede bizzat Kadý´nýn Emire gelerek konu hakkýnda bilgi vermesi
mümkün deðildir. Güvenilir bir elçi göndermesi halinde, güvenilen bu elçi gönderen kiþinin
kendisinin gelmesi mesabesindedir. Dolayýsýyla bu haberle amel edilmesi caizdir. Yine hakimin
diðer bir þehirde olan Emire bu merasime tabi olmadan gönderdiði yazýda aynen kadýnýn kadýya
yazdýðý mektupta aranan þartlar aranýr.» denilmiþtir. Bu ifade Bahýr ve Nehir´de nakledilirken
Fetih´teki bazý ifadeler düþürüldüðünden, anlamada güçlük çekilmiþtir.
«Her hakta ilh...» Yani nikah, talak, gereði mal olan öldürme olaylarý, müþahhas mallarda, menkul
de olsa bütün bu haklarda yazýþmalar muteberdir. Ýmam Muhammed´den rivayet edilen de budur.
Müteahhir ulema bu ifadeyi benimsemiþlerdir. Zarurete binaen fetva da bu kavil ile olmaktadýr.
Zahiru´r Rivaye´de ise, menkul olan mallarda iþaretle göstermeye ihtiyaç duyulduðundan caiz
deðildir, denmiþtir. Çünkü dava esnasýnda ve þahitlerin þehadeti esnasýnda menkul olan mallarý
göstermek ve onlara iþaret etmek gerekir. Bunun içinde caiz olmadýðý Zahiru´r Rivaye´de
belirtilmiþtir.
Ýkinci imam Ebu Yusuf´tan yapýlan bir rivayette ise kölede bunun caiz olduðu söylenmiþtir. Çünkü
kölede çoðu kez kaçma olaylarý meydana gelmektedir. Ama cariyede durum böyle deðildir. Yine
ayný imamdan yapýlan bir nakilde, bunlarýn hepsinde caiz olduðu da yer almaktadýr. Ýsbicabî isimli
eserde, fetvanýn bu kavil ile olduðu beyan edilmektedir. Bahýr.
«Ýstihsan yolu ile ilh...» Kýyasa gör caiz olmamasý gerekir. Çünkü yazýsý, hakimin hakime yazýsý,
sözlü ifadesinden daha kuvvetli sayýlmamaktadýr. Hatta hakim yerinde olayla ilgili haber verse,
onun haberine dayanarak hüküm verilmemesi gerekir. Yazýsý da böyledir. Ancak bizim yazýlan
yazýnýn muhtevasý ile istihsanen amel etmemiz, Hazreti Ali´den varit olan bir esere dayanmaktadýr.
Ayrýca ihtiyaç da bu görüþü tercih etmemizi gerektirmektedir. Bahýr.
«Þahitler mevcut ve hazýr olan bir hasým aleyhine þahitlik etseler ilh...» Nihaye isimli eserde,
«Burada hasýmdan murat, gaip olan kiþinin vekili veya hakim tarafýndan tayin edilen vekilidir.
Hakkýn isbatý için buna gerek vardýr.» denmektedir. Eðer hasýmdan murat, aleyhinde dava açýlan
davalý olsaydý, mevcut olduðuna göre ikinci bir hakime yazmasýna gerek kalmazdý. Çünkü hakimin
hükmü tamamlanmýþ ve aleyhinde hüküm vereceði kiþi mevcut olduðundan uygulamaya
geçilebilirdi.
Ben derim ki: Bu ifadede bir zorlama vardýr. Doðru olan þöyle ifade edilmesidir: Þerhteki ve
metindeki «Bir hasým aleyhine þahitlik yaparlarsa» ifadesinden maksat, bizzat onun bulunmasý
meselesiyle ilgili deðildir. Çünkü bu ifade, burada, ilerde gelecek olan hasým olmaksýzýn þahitlik
yapsalar, meselesine bir ön söz mesabesindedir. Zira hasým mevcut olmayacak olursa. hüküm
vermeye yetkisi yoktur. Benzeri meseleler çoktur. Dürer´de de bu þekilde ifade edilmiþtir.
Ben derim ki: Burada bu meselede hakimin hakime yazýsýndan maksat, onun verdiði hükmün diðer
mahkemeye iletilmesi demek deðildir. Ki, hasýmla bu meselede maksat, vekili veya mahkeme
tarafýndan tayin edilen müsahhar dediðimiz vekil olsun. Burada esas maksat, mahkeme nezdinde
þahitlik bazen mevcut olan hasma karþý yapýlýr ve sonucunda da hakim hükmünü verir ve bu hükmü
kayda alýr. Hadiseyi muhafaza etmek için buna ihtiyacý vardýr. Baþka bir hakime göndermek için
kaleme almamýþtýr. Çünkü hüküm bumda tamam olmuþ, konu kapanmýþtýr. Bazan da mevcut
olmayan hasým aleyhine þahitlik yapýlmýþ olur ki bu da aþaðýda zikredeceðim mesele ile ilgilidir.
Onun için o meseleye bir mukaddime mesabesinde bunu zikretmiþ bulunmaktadýr. Böyle olduðuna
delilimiz de, vakayý muhafaza etmek. ilerde meseleye ýþýk tutmak için mahkeme zabýtlarýný
muhafaza eder, ifadesidir.
Zeylaî´den naklen Nehir isimli eserde, «Hasým olan kiþi, aleyhinde hüküm verildikten sonra
kayýplara karýþsa ve böyle bir hükmü de inkara kalkýþsa, hakim ikinci bir hakime verdiði hükmü
uygulamasý veya hakkýn kendisinden alýnmasý için yazabilir.» denmektedir.
Netice olarak bazan mevcut hasým aleyhine vermiþ olduðu hükmü ikinci kadýya bildirme durumu ile
karþý karþýya olabilir. Dolayýsýyla onun da burada zikredilmesi bir maksada mebni olmaktadýr. Bu da
vuku bulabilecek olaylardan olduðu için zikredilmesi yadýrganmamalýdýr.
Kuhistanî´nin ifade ettiðine göre, bazen ikinci hakime olan yazý, birinci hakim nezdinde hasým hazýr
olsa da varittir. Bu da ikinci hakimin birinci hakim tarafýndan verilen hükmü uygulamasý ve
yürürlüðe koymasý bakýmýndandýr. Mesela bir kimse diðeri aleyhinde bin lira iddia etse, bin lira
alacaðý olduðunu söylese ve bunu delilleriyle isbat etse, hakim bunu göre karar verse, daha sonra
kendi aralarýnda falan þehirde alacaðýný teslim edeceði konusunda anlaþsalar ve oraya gittikten
sonra hakkýný inkar edebileceði korkusuna kapýlarak hakimden yazý yazmasýný istese ve hakim de
ikinci þehir ve bölgenin kadýsýna bu hükmün uygulanmasýna yardýmcý olmasý için yazý yazmasý
caizdir, mümkündür.
«Ýçinde mahkemenin kararý bulunan hükümler ilh...» Bu sicilli hükmüyede þamildir. Bu ifade
mahkemede muhafaza edilmek üzere verilen kararlara þamil olduðu gibi, ikinci hakime
gönderilecek hükümleri de içine atabilir.
«Þahitlerin yapmýþ olduklarý þehadetleri aynen zapta geçer ve yazar ilh...» Bunu da dinledikten
sonra ve þahitlerin adil olduðuna dair gerekli tezkiyeyi yaptýktan sonra bu noktayý ve bu hususu
kaleme alýr. Nehir.
«Þahitlerle ilgili þehadet zaptýný ikinci hakime gönderdiði zaman ikinci hakim gönderenin görüþüne
terste olsa kendi görüþüne göre hüküm verir ilh...» Bu, sicil dediðimiz hükümleri ihtiva eden
hususlarda böyle deðildir. Çünkü ikinci Kadý´nýn bu noktada birinci Kadý´ya muhalefet etmesi
düþünülemez. Onun verdiði hükmü bozamaz, Çünkü sicil ifadesinden maksat, verilen hükmün
bizatihi kaleme alýnmasýdýr, baþkasýna yazýlan yazý demek deðildir. Bunun için de ikinci hakim
gönderilen yazýyý kabul etmeyebilir. Yani onun muhtevasý ile amel etmeyebilir. Ama sicil dediðimiz
noktada durum böyle deðildir. Nitekim Minyetü´l-Müfti´den Bahýr´da bu þekilde nakledilmiþtir.
Nehir sahibinin, «Ben bu ifadeyi Minyetü´l-Müfti´de bulamadým» ifadesi, elindeki nüshasýna binaen
olsa gerektir. Ben elimdeki nüshada nakledilen bu hükmü aynen gördüm. Fetih isimli eserde,
«Kitabi hükmi diye adlandýrdýðýmýz hakim diðer bir hakimin yazmýþ olduðu yazýnýn gereði ile
görüþüne ters düþtüðü taktirde amel etmeyebilir. Çünkü henüz hakkýnda ictihad yapýlabilecek bir
noktada hüküm vaki olmamýþtýr. Dolayýsýyla isterse kabul eder. muhtevasý ile kabul eder, isterse
kabul etmez ve onunla amel etmeyebilir.» denilmiþtir.
«Buna hükmi kitab adý verilir ilh...» Bu onlarýn örfüne göredir. Hükme nisbet etmeleri sonunda buna
dayanarak hüküm verileceðinin nazarý itibare alýnmasýndandýr. Yani mecaz yoluyla buna Kitabý
Hükmi adý verilmiþtir. Fetih.
«Bu bir sicil deðildir ilh...» Çünkü sicil, hüküm verilen hususu ihtiva eder. Hükmi kitab, (hükmü
yazý) ise bunun hilafýnadýr.
«Yazdýðý yazýyý yol þahitleri dediðimiz kiþilere okur ilh...» Aynca bunu onlarýn nezdinde mühürler.
Tezvir ve tahriften korunmasý da bunu gerektirir.
«Ayrýca onun muhtevasý ile ilgili gerekil bilgiyi de onlara verir ilh...»Çünkü onlar ikinci hakim
nezdinde kitabýn muhtevasý hakkýnda þahitlik yapacaklardýr. Bilmedikleri konuda þahitlik
yapamazlar. Mesela «Bu senet falan kiþi aleyhinde düzenlemiþtir.» þeklindeki muhtevasýný
bildirmeden söyledikleri bir þey ifade etmez. Ancak muhtevasý olan borç miktarýný belirtirler ve o
konuda þahitlik ederlerse, o zaman bu yazý muteber kabul edilir. Senet de o taktirde muteber sayýlýr.
Fetih. Bahýr isimli eserde, «Yazýnýn muhtevasýný çok iyi hatýrlamalarý gerekir. Bunun için de
ellerinde açýk bir nüshanýn olmasý gerekir.» denmiþtir ki muhtevayý unutmamalarý, hatýrlamalarý,
hatta ezberlemelerine yardýmcý olmasý için böyle bir nüshaya da ihtiyaç duyulur. Þahitlik
yapacaklarý hususu tahammül ettikleri andan eda edecekleri ana kadar hatýrlamalarý þarttýr. Bu da
sahibeyne göredir.
«Ve onlar huzurunda mühürler ilh...» Kitabý dürdükten, katladýktan sonra o mektup üzerine
mührünü basar. Yazýlan yazýnýn altýna mührün basýlmasý geçerli deðildir. Hakimin mührü kýrýlmýþ
olsa veya kitap açýk olsa kabul edilmez. Eðer yazýnýn altýný mühürleyecek olursa, yine geçerli kabul
edilmez. Nitekim Zahire´de böyle ifade edilmiþtir. «Onlarýn huzurunda mühürler» ifadesine þu
bakýmdan ihtiyaç duyulmuþtur. Çünkü ikinci mahkeme nezdinde þahitlik yaparlarken mühürlemenin
huzurlarýnda yapýldýðý konusunda da þahitlik yapmalarý gerekir. Muðni.
Bu mühür konusu, eðer yazýlan yazý davacýnýn eline verilecek olursa gereklidir. Fetva da buna göre
verilmiþtir. Kuhistani.
«Mektubu onlara teslim eder ilh...» Bu teslimin, hüküm verdiði mecliste olmasý þarttýr. O meclisin
dýþýnda baþka bir mecliste teslim edecek olursa muteber kabul edilmez. Kirmanî. Kuhistani.
Nihaye´de þöyle denmektedir: «Hakimlerimizin bugün amel ettikleri þekil, yazdýklarý bu yazýyý
davacýya teslim ederler. Bu da Ebu Yüsuf´un kavlidir. Þemsü´l-Gimme´nin ifade ettiðine göre fetva
verilen görüþte budur. Ebu Hanife´nin görüþüne göre bu yazý þahitlere teslim edilir. Hocamýn yazýsý
ile meseleyi bu þekilde gördüm.» Daha sonra devamla «Senet konusunda senedin muhtevasý ile
ilgili bilgisi olmayan kiþinin senet hakkýnda yapacaðý þahitlik muteber deðildir.» denmiþ ve bu
konuda fukahanýn icmaý olduðu ilave edilmiþtir. Bu meseleyi böylece bil. Çünkü insanlar arasýnda
bunun hilafý adet haline gelmiþtir. Saidiye.
Ancak bu konudaki icma davasý pek teslim edilir dava deðildir. Çünkü ilerde Ebu Yusuf´tan buna
muhalif rivayetler nakledilecektir. Musannýf bu hususu istihkak babýnda da zikretmiþ ve demiþti ki,
istihkakla ilgili sicile dayanarak ve orada falanýn yazýsýdýr þehadeti ile hüküm verilmez. Muhakkak ki
yazýnýn muhtevasýný bildiren þahitliðe dayanarak hüküm verilmelidir. Þehadet ve vekaletin nakli
dýþýnda da hüküm yine böyledir.
Benzeri meseleler Gurer isimli eserde mevcuttur. «Bu da, þehadetin nakli veya vekaletin nakliyle
ilgili yazý da onun muhtevasý ve mazmunu hakkýnda þahitliðe ihtiyaç yoktur. Bunun gereði de,
þahitlere okumaya ihtiyaç olmayabilir.» denmektedir. Bu da Ebu Yusuf´un kavli olsa gerektir.
«Lakablarýný ve künyelerini yazar ilh...» Yalnýz isim yeterli deðildir. Hem gönderen, hem de
gönderilen hakimin lakab ve künyelerinin yazýlmasý, gereklidir. Fetih´te, «Eðer ünvan «falandan
falana» þeklinde olur veya «Ebu falandan Ebu falana» diye yazýlacak olursa kabul edilmez. Zira
yalnýz isim veya yalnýz künye kiþiyi tanýma bakýmýndan yeterli deðildir. Ancak künyesiyle meþhur
olan kiþiler bazen tanýnabilir. Mesela Ebu Hanife, Ýbni Ebu Leyla buna bir örnektir. Bazan babasýna
nisbet edilerek zikredilmesi de yeterli sayýlabilir. Mesela Ömer Ýbnül Hattab, Ali Ýbni Ebi Talip gibi.
«Bunun bir rivayet olduðu söylenmiþtir. Diðer rivayetlere göre, künye meþhur da olsa kabul
edilmez. Çünkü insanlar ortak künyeye sahip olabilirler. Ayný künyeye sahip olan kiþilerin o künye
ile þöhret bulmuþ olmalarý mümkündür. Dolayýsýyla kendisine yazý yazýlan hakimin o künye ile
þöhret kazanmýþ bilinen bir kiþi olduðu bilinemez. O mudur, baþkasý mýdýr diye tereddüde mahal
bulunmaktadýr. Ama «Falan beldenin Kadý´sýna» diye yazacak olursa, bu durum bunun hilafýnadýr.
Çünkü çoðu kez o beldede bir hakim bulunur. Yere ve beldeye izafe edilmekle bildirme ve tanýma
hasýl olmuþ sayýlýr.» denilmiþtir.
Nehir´de, *Bu konuda davacýnýn ve davalýnýn ismini de zikreder. Ayrýca baba ve dedelerinin ismini
de buna ekler. Dilerse dava konusu olan hakký ve þahitleri de yazar, dilerse þahitlik yaptýklarý
hususla iktifa edebilir. Yine bu yazýnýn muteber olmasýnýn þartlarýndan biri de yazýya tarihin
atýlmasýdýr. Tarihsiz yazýlar geçersizdir. Bu da yazýnýn yazýldýðý tarihte onun kadý olduðunu
bildirmek içindir.» denilmiþtir. Fetih.
«Ýkinci Ýmam Ebu Yusuf iktifa etti ilh...» Azmiye´de Kifaye´den naklen yapýlan bu rivayet, yukarda
Nihaye´den zikrettiðimiz ve Mülteka´nýn ibarelerinin aynýdýr. Ebu Yusuf, þahitliklerinin dýþýnda hiçbir
þeyi þart koþmamýþtýr. Yani kendisi bu görevi, Kadýlýk görevini üstlendiði zaman, þahitlerin, «Falan
kadýnýn yazýsýdýr.» ifadesiyle iktifa etmiþtir. Serahsi de onun bu görüþünü benimsemiþ ve «Meseleyi
deneyen, gören duyan gibi deðildir» demiþtir. Ebu Yusuf, uzun yýllar bizzat kadýlýk yapmýþtýr.
Zorluðu görünce bu kadarýyla iktifa etmiþ, diðer þartlara riayeti lüzumlu görmemiþtir. Bunun için
Ýmam Serahsi de bu görüþü benimsemiþtir. Bundan anlaþýldýðýna göre mühürleme þartý da yoktur.
Ebu Yusuf mühürlemeyi de þart koþmamýþtýr.
Fethü´l-Kadir´in ifadesinden anlaþýldýðýna göre bu Ebu Yusuf´tan yapýlan bir rivayettir ve orada
þöyle denmiþtir: «Bu rivayetin sahih olduðunda hiçbir þüphe yoktur. Çünkü burada önemli olan
yazýyý taþýyan kiþilerin adaletli olmalarýdýr. Mühürün olup olmamasý önemli deðildir. Yeter ki þahitler
hakimin bizatihi kendisinin yazdýðýna þehadet etsinler. Eðer yazý davacýnýn elinde ise, deðiþikliði
önlemek, tezvire meydan vermemek için mühürlenmesi þarttýr. Burada da þahitler, davacýnýn
getirdiði yazýnýn muhtevasýný bildikleri ve o konuda yapmýþ olduklarý þahitlikleri, yazýnýn
muhtevasýna uygun olacak olursa, o taktirde mühüre ihtiyaç duyulmamaktadýr»
«O yazýyý okumaz ilh...» Yani hasým mahkemeye getirilmeden yazýyý okumaz. Bu ifade ile Bahýr´da
söylenenlere ve Fetih´ten nakledilenlere iþaret edilmek istenmiþtir. Þöyle ki, hasým hazýr olmaksýzýn
o yazýyý kabul etmez þeklindeki ifade, aslýnda kabul etmez demek deðildir. Hasým olmadan o yazýyý
açýp okumaz. Çünkü buna bir hüküm taalluk etmemektedir.
«Ancak hasým ve þahitlerin huzurunda acar ilh...» Þahitlerin «falan hakimin yazýsýdýr.» þeklindeki
þehadetleri ve «mühür de onun mühürüdür.» demelerinden sonra yazý açýlýr. Nehir. Bu ifadeden
sonra Kenz isimli eserde, «Eðer falan kadýnýn yazýsýdýr hüküm meclisinde bize bunu teslim etti ve
muhtevasýný bize okudu ve huzurumuzda mühürledi diyerek þahitlik yaparlarsa hakim mektubu
acar hasma okur onun muhtevasý gereði aleyhinde hüküm verir.» denilmiþtir. Bahýr isimli eserde,
«Tabiki þahitlerin adaleti, adil kiþiler olduðu sabit olacak olursa» ifadesi de eklenmiþtir. Mesela
hakim onlarýn adil kiþiler olduðunu bilir veya þahit olan kiþilerin adil kiþiler olduðuna dair yazýda bir
husus belirtilmiþse veya onlar hakkýnda güvenilir kiþilere sormuþ, adil olduklarý konusunda onlarýn
tezkiyesini almýþ ise, þahitliklerine itibar edilir. Ama henüz adil olduklarý ortaya çýkmadan o yazýnýn
muhtevasý ile hüküm vermez, hasmý da bu hususta ilzam etmez.
Bahýr´da bu ifadeler nakledildikten sonra Ebu Yusuf´un yakardaki ifadesi de tekrarlanmýþtýr.
«Müslüman olan bir kiþinin filline þehadet ettikleri için ilh...» Bu da «Falan hakim bu yazýyý yazmýþ,
bize okumuþ ve mühürleyip bize teslim etmiþtir.» þeklindedir.
«Hasým ikrarda bulunacak olursa ilh...» Yani hasým, «Efendim bu yazýnýn falan hakime ait olduðunu
kabul ediyorum.» diyecek olursa, þahitlerin yazýnýn muhtevasý ile ilgili bilgi vermelerine gerek
yoktur.
«Emanla ilgili mektup ve yazý bunun hilafýnadýr ilh...» Yani gayri müslim bir ülkede onlarýn
krallarýndan eman isteyen bir mektubun gelmesi halinde bu mektubun muhtevasý hakkýnda
þahitlerin þehadetine gerek yoktur. Bahýr.
«Çünkü bu mektup hakimi ilzam edici mahiyette deðildir ilh...» Hakim dilerse onlara eman verebilir,
dilerse vermez. Kadý´nýn yazýsý ise bunun hilafýnadýr. Çünkü kendisine yazý gönderilen hakimin bu
yazýya bakmasý, muhtevasý ile amel etmesi ve orada olan beyyine gereði hasmý ilzam etmesi
gerekir. Bunu reddedemez. Fetih.
Ynt: Kaza By: neslinur Date: 10 Þubat 2010, 04:42:03
FERÝ MESELE: Mektubu taþýyan þahitler yolda hastalansalar veya memleketlerine dönseler veya
baþka bir þehre yolculuk yapsalar, taþýdýklarý yazýnýn muhtevasýyla ilgili þehadetlerini baþka kiþilere
aktarsalar, caizdir. Meselenin tamamý Haniye´de zikredilmiþtir. Tabiki burada aktardýklarý konuda
þahitlik yapmalarýný istemeleri de þarttýr.
Yazý delil deðildir, amel edilmez
«Yazý ile amel edilmez ilh...» Eþbah´ýn bu konudaki ifadesi, «Yazýya itimad edilmez. Geçmiþ
kadýlarýn vakýfnameler üzerindeki yazýlarýna itibar edilmez ve bunlarla amel edilmez.» þeklindedir.
Bîrî, «Güvenilmez, itimad edilmez sözünden maksat, dava esnasýnda buna dayanarak hakim hüküm
veremez demektir.» demektedir. Çünkü yazý benzetilebilir ve yeniden yazýlabilir. Zahiriye´nin
Hülasa´sýnda þu þekilde ifade edilmiþtir:«Hakimlerin diðerlerine yazmýþ olduklarý divandaki yazýlar
bu kabilden deðildir. Bu konuyla ilgili meselelerde yukarda özellikle Kadý´lýk görevini üstlenen kiþi,
bir önceki kadýnýn dosyalarýný ister ona bakar.» Bu da divanla ilgili yazýlarýn muteber olacaðýný
gösterir.
«Sultanýn vermiþ olduðu beratlarda buna ilhak edilir ilh...» Yine bu konuda Eþbah´ýn ifadesi aynen
þöyledir: «Görevlerle ilgili ve vazifelerle ilgili sultanýn vermiþ olduðu beratlarýn muhtevasý hakkýnda
eman mektubuna kýyasla þahitlere gerek yoktur. Eðer eman mektubu ile ilgili esas, tezvir korkusu
ise. Ama yok kanlarýn ve canlarýn korunmasý ile ilgili eman mektubunda ihtiyat esas alýnmýþtýr
denecek olursa, durum böyle deðildir. Ýllet birbirinden farklý olduðu için ona ilhak edilmesi kabul
edilemez.»
Ben derim ki: Ýkinci görüþe riayet edilmesi gerekir. Sayihani. Çünkü bunda tezvir imkaný vardýr,
gerçekten de vuku bulmuþtur. Nitekim Hamevi bundan örnekler vermiþtir. O zaman sultanýn berat
yazýlarýnýn eman mektubuna kýyasla ayný durumda olmasý kabul edilemez. Ancak þu kadar var ki
eman mektubuyla ilgili esas o mektubun hakimi ilzam etmemesidir. Kaza ile ilgili bölümün baþýnda
Kadýlarýn divanýndaki yazý ve muhteva ile amel, bir zarurete binaen olduðu nakledilmiþti. Burada da
durum aynýdýr. Çünkü sultanýn belirli kiþilere yöneltmiþ olduðu görev ve istihkaklarla ilgili yazýsý ve
beratine beyyine getirmek mümkün deðildir. Vali ve Kadýlarýn yayýnladýklarý yazýlarda da durum
aynýdýr. Onlarýn ellerinde bulunan dosyalarda bunun gibidir. Diðer görevlilerin neþrettikleri emirler.
sultana ait emirler, örf ve adet gereði muhtevasý hakkýnda þahit istenmeden kabul edilir. Bu tür
yazýlarýn tezvir edilmesi, sahte olmasý meseleyi deðiþtirmez. Her ne kadar vaki olduðu söyleniyor
ise de bunlar nadir olaylardandýr. Çok az vuku bulur. Þahitlerin þehadetini tezvir imkanýndan daha
da nadirdir. Orada kabul edildiðine göre daha nadir olanda kabul edilmesi gerekir. Ayrýca bu nokta
sarrafýn defterinden daha önemlidir. Onun yazýsýna itibar edildiðine ve muhtevasýyla amel
edildiðine göre þahit istenmeden bunlarla da amel edilir. Sarraf ve benzeri kiþilerin defteriyle amel
edilmede gerekçe örftür, teamüldür.
Allame Birî Eþbah üzerine yazmýþ olduðu þerhte þöyle demektedir: «Alaaddin isimli zatýn bu
konuda bir özel risalesi mevcuttur. O risalede Eþbah´taki ifadenin özetini naklettikten sonra, Ýbni
Þýhne, Ýbni Vehban sarrafýn elinde bulunan defterle amel edilmesine kesin gözü ile bakmýþlardýr.
Çünkü bunda tezvir ve deðiþtirme söz konusu deðildir.»
Bezzazî, Ýmam Serahsi, Ýmam Kadýhan sarrafýn defterinde tezvir imkaný olmadýðý için amel
edildiðine göre, sultana ait defterlerde bu tezvir daha da az olduðundan bu noktada amel
edilmesine kesin gözü ile bakmýþlardýr. Bunu müþahade edenler, takip edenler iyi bilirler. Çünkü bu
yazýlar sultandan özel izin alýndýktan sonra yazýlýr ve bu yazýlarýn muhtevasý ile ilgili hiçbir eksikliðe
ve fazlalýða meydan verilmeksizin birçok kiþiler tarafýndan muhteva nakledilir. Aynca bu yardýmcýya
arzolunur. O yazýsýný yazdýktan sonra mütevelliye götürülür. O da defter emini denilen yerde
muhafaza etmesi için ona testim edilir. Onun üzerine gerekli yazý yazýldýktan, asýl nüshalar
mühürlendikten sonra özel yerlerde muhafaza edilir. Bu kadar titizlikle hazýrlanmýþ bir yazýda sahte
olma düþüncesi pek makul deðildir. Bunlarýn sahte olmasý kesinlikle düþünülemez. Meselenin bu
þekilde olduðuna dair devlet memurlarýnýn ve katiplerin malumatlarý vardýr. Defterlerde mesela,
«Falan yer falan medreseye vakýftýr.» þeklinde not edilmiþ ise bununla beyyineye ihtiyaç
kalmaksýzýn amel edilir. Þeyhülislamlar da bu görüþle fetva vermiþlerdir. Abdullah Efendi´nin
Behçetü´l-Fetava´sýnda bu ifadeler açýkça yer almaktadýr.
Ben derim ki: Bunu te´yid eden diðer bir hususta geçmiþ Kadýlarýn divanýndaki yazýlarla amel
edilmesidir. Osmanlý devletinde vazifeye gelen þeyhülislamlar defteri hakanide yazýlý olan hususlarý
Kadýlarýn divanýnda yazýlý olan meselelere kýyas ederek ayný sonuca varmýþlardýr. Çünkü her ikisi
arasýnda ortak nokta bulunmaktadýr, Ancak vakýf bahsinde Hayriye´den naklettiðimiz bir ifadede,
«Bir vakfýn defteri sultanide bulunmasý ile vakfýn sabit olduðuna karar verilmez.» denmiþtir.
Simsar, sarraf ve satýcýnýn defteriyle ilgili meseleler
«Satýcýnýn, simsarýn ve sarrafýn defteri ilh...» Bu meselenin hükmü emanla ilgili yazýya kýyasla
belirtilmemiþ, bunlarýn hükmü bahusus zikredilmiþtir. Fetih isimli eserin þehadet bölümünde,
«Simsarýn, sarrafýn yazýsý taamül ve örfün bulunmasýndan ötürü geçerlidir, kabul edilir.» denmiþtir.
Bîrî þöyle demektedir: «Çoðu kitaplarda bulunan husus budur. Hatta Mücteba´da da böyledir. Ýkrar
bahsinde þöyle denmektedir: Satýcýnýn. sarrafýn ve simsarýn yazýlarý, adres belirtilmese de hüccettir,
delildir. Ýnsanlar arasýnda bu, geçerli kabul edilmiþtir. Muhtevasýyla amel edilir. Ýnsanlar arasýndaki
yazýþmalarda da durumun örfe binaen böyle olmasý, bu yazýlan yazýlarýn hüccet kabul edilmesi
gerekir.»
Hizanetü´l Ekmel isimli eserde, «Bir sarraf kendi özel defterine bir kimseye borçlu olduðunu yazsa,
tüccar arasýnda yazýsý tanýnsa ve bu kimse ölse, alacaklý gelip vereseden o miktar malý istese,
ölmüþ olan kiþinin yazýsýný gösterse, insanlar bu yazýyý tanýdýklarý için muhtevasý ile hüküm
verilerek terekesinden olacaklýnýn atacaðý miktar kendisine verilir. Tabiki bu yazýnýn ölen kiþiye ait
olduðu tesbit edilirse. Bu durum eskiden beri insanlar arasýnda cereyan eden ve delil olarak kabul
edilen bir husustur.»
Allame Aynî der ki: «Bir meselenin zahir ve açýk bir adete bina edilmesi ve örften istifade ederek
hüküm verilmesi vaciptir. Buna göre bir satýcý defterinde kendi yazýmla þunu buldum veya kendi
elimle falana bin lira borcum olduðunu yazdým dese, bu ödemesi gereken miktarla ilgili ikrar kabul
edilir.»
Ben derim ki: Buna ek olarak, burada gerçekte amel örf gereðidir. Mücerret yazýya dayanarak
deðildir. Bununla da þu meselenin hükmü bilinmektedir. Fukaha der ki: Bir kimse bir alacak
iddiasýyla gelse ve alacaðý miktarla ilgili bir yazý sunsa, bu yazýnýn davalýnýn yazýsý olduðu iddiasýný
da ileri sürse, davalý yazýnýn kendisine ait olduðunu inkar etse, ondan bir yazý daha yazmasý
istense. yazsa ve iki yazý arasýnda açýk bir benzerlik bulunsa ve her ikisinin de bir kiþiye ait olduðu
belirlense, durum ne olur? Fukaha bu konuda ihtilaf etmiþlerdir. Sahih olan buna dayanarak karar
verilmez. Mahkeme bu yazýlan delil kabul etmez. Ayrýca «Bu benim yazýmdýr, ama benim bir borcum
yoktur.» dese, söz hakký yine onundur. Ancak yazan simsar veya sarraf veya benzeri kiþi olacak
olursa bundan sorumlu olurlar. Yazýnýn muhtevasýyla amel edilir. Kadýhan´da bu þekilde ifade
edilmiþti. Bîrî´nin söyledikleri burada sona ermektedir.
Ben derim ki: Ýstisna edilen hususlardan biri de, kendisini tayin eden emire hakimin yazmýþ olduðu
mektupla ilgili bölümde zikrettiðimiz ve þarihinde Vehbaniye þerhinden ve Mülteka´dan naklen
vereceði meselede olduðu gibi mektuba benzer adresli olarak «falandan falana» þeklinde yazýlmýþ
olan mektupta buna dahildir. Çünkü örf ve adet bu þekilde cereyan etmiþtir. Bu da açýkça ifade
mesabesindedir. Hüccet olarak kabul edilmesi gerekir. Mülteka´da da bu görüþ benimsenmiþ,
Zeylaî. muhtelif meseleler bölümünde bu hususa yer vermiþtir. Benzeri meseleler Haniye ve
Hidaye´de de zikredilmiþtir. Bu da eðer yazýnýn kendisine ait olduðunu itiraf edecek olursa, bunun
muhtevasý ile amel edilmesi ve o yazý ýle yazý sahibinin ilzam edilmesi gerekir. Hatta bu konuda
borcu olmadýðýný inkara kalkýþsa da durum aynýdýr. Ama þu mesele bunun hilafýnadýr: Eðer mektup
ve yazý bir adresi, falandan falana þeklinde bir yazýyý ihtiva etmiyor ise, Haniye´de açýkça beyan
edildiði gibi bu mesele yukardakine benzememektedir. Muhtevasýyla amel edilmez. Bu da dilsiz
hakkýnda söyledikleri meseledir. Kifaye´nin son bölümünde Þafi isimli eserden verdiði bir nakle
göre sahih olan görüþ bunun dilsizle ilgili meseleye benzemesidir. Eðer yazý tamamen açýk, ikrar ve
beyyine ile ona ait olduðu sabit olacak olursa bu açýkça bir hitap mesabesindedir.
Fukahanýn bu ifadelerinin gereði, bunun gaip olan kiþiye mektup mesabesinde yazýlmasý ile ilgilidir.
Ayný mesele Fetih´in þehadet bahsindeki ifadesinin de anlamýdýr. Ancak Bezzaziye´den naklen
Bahýr´ýn þehadet bölümünde, «Adresi belirlenen hususta kiþinin hazýr veya gaip olmasý arasýnda bir
fark yoktur. Ayný mesele Kariü´l-Hidaye´ye ait fetvada da zikredilmiþtir. Orada, senetlerin üzerine
yazýldýðý taktirde, senedin muhtevasý olan mal, ödenmesi gereken mal olur. O da þu þekilde olan
ifadedir: «Senet üzerine «Palan oðlu falan zimmetinde falan oðlu falana ait su kadar miktar borç
vardýr.» þeklindeki yazýsý ikrardýr, ödenmesi gerekir. Eðer böyle bir þey yazýlmamýþ ise söz,
yeminiyle birlikte ona aittir.»
Ben derim ki: Bu günkü örf, bu gibi mektuplarýn adres ve isim belirtilerek yazýlmasýdýr. Yazýlýþ
sebebi de ayrýca burada yer alýr ki þöyle, «Falan kiþinin zimmetinde falana ait þu kadar terettüp
etmektedir.» diye devam eder gider. «Falanýn elinden bize þu kadar ulaþtý, þu miktar bizim elimize
geldi» þeklindeki beyan da aynýdýr.
Diðer bir hususta, kiþinin özel defterine, «Zimmetimizde falana ait þu kadar borç vardýr.» þeklinde
yazmasý do bunun gibidir. Bütün bunlar örf gereði adres ve isimlerle, ünvanla tesbit edilmektedir.
Kariü´l-Hidaye´nin ifade etmek istediði de budur. Ayrýca bu ifadenin gereði, yazýnýn kendisine ait
olduðunu itiraf etmesi halinde, borcu ödemekle yükümlüdür. Ama yazýda adres ve ünvan
bulunmayacak olursa, malý inkar ettiði taktirde bu yazýnýn muhtevasý ile amel edilmez. Borcu
ödemesi gerekmez, hatta yazýnýn kendisine ait olduðunu itiraf etse de.
Ancak bundan yukarda belirtildiði gibi satýcý, sarraf, simsar gibiler istisna edilmektedir. Haniye´de
bu konuda, «Sarrafýn ve simsarýn yazmýþ olduðu yazýlar ve onun kendi eliyle yazmýþ olduðu
senetler örfen hüccettir, delildir, kabul edilir. Muhtevasýyla mahkeme karar verebilir.» denmektedir.
Bu da adres bulunsun, bulunmasýn, her ikisine de þamildir. Mücteba´dan yukarda nakletmeye
çalýþtýðýmýz sarih ifade de bu olsa gerektir. Hizane´den açýk bir þekilde nakledilen bir ifadeye göre,
hatta yazýnýn kendisine aît olmadýðýný söylese de durum aynýdýr.
Mücteba isimli eserdeki, «Ýnsanlar kendi aralarýnda bu þekilde yazarlar.» ifadesi, defterdeki yazýnýn
hüccet ve delil olmasý konusunda sarraf, simsar veya satýcýya inhisar etmediðinin de delili olsa
gerektir. Hatta örfte insanlar arasýnda birbirlerine karþý yazmýþ olduklarý borç senetleri de sarraf,
simsar ve satýcýnýn defterinin örf açýsýndan aynýsý olsa gerektir. Bu ifadeye göre emirlerin yüksek
tabakadaki kimselerin, aleyhinde þahitliklerinde güçlük çekilen kiþilerin yazmýþ olduklarý yazýlar da
bu kabildendir. Bir alýndý kaðýdý veya bir borç senedi yazýlsa ve bu da özel mühür ile mühürlense,
bu örfümüzde delildir. Çünkü bunun inkarý bir bakýma gayri kabildir. Hatta inkara kalkýþacak olsa
bile insanlar arasýnda haksýz ve hakký teslim etmeyen kiþi olarak bilinir. Eðer yazýnýn ve mühürün
kendisine ait olduðunu itiraf eder, yazýlan yazýda kiþinin adý soyadý ve adresi bulunursa, bunun da o
kimse aleyhinde ilzam edici bir delil niteliðinde olmasý gerekir. Ama itiraf etmez veya ölümünden
sonra ele geçerse, Mücteba´daki ifadenin gereði yine Onunla amel edilir, terekesinden alýnýr. Sað
ise ödemeye zorlanýr. Bu da örfe binaendir. Aynen sarraf ve benzerlerinin defterinde yapýlan
uygulama gibi.
Yine buna benzer diðer bir meselede þudur: Bir kimsenin sandýðýnda bir kese içerisinde bir miktar
para bulunsa ve onun üzerinde de «Falan oðlu falanýn emanetidir» yazýsý olsa, adet ve örfte bu gibi
þeyleri kendine ait paralar kesesine yazmayacaðýna göre, bu yazý o paranýn emanet olduðunu, ismi
yazýlý olan kiþiye ait olduðunu gösterir. Bütün bunlardan anlaþýldýðýna göre, buraya kadar kendi
aleyhine borçlu olduðuna dair yazmýþ olduðu yazýlarla ilgilidir. Geçerli olmasý da bu bakýmdandýr.
Bazý müteahhir alimlerimiz bununla meseleyi kayýtlamýþlardýr. Bu da acýktýr. Ama kendi lehine,
falanda alacaðý olan yazýsý mahkemece geçerli sayýlmaz. Hatta bunu açýktan diliyle söylese, iddiada
bulunsa. onun bu iddiasý gereði hasmý borçlu kabul edilmez. Sözlü olarak kabul edilmediðine göre,
yazýlý bir belge sonucu, «Falanda þu kadar alacaðým vardýr.» diye kendi yazýsýyla yazmýþ olduðu bir
belge, onun hakkýný nasýl isbat eder. Bunun içinde Hizane isimli eserde kendi aleyhine olan borçlarý
yazmasý ile kayýtlanmýþtýr. Nitekim yukarda da buna iþaret edildi.
Vehbaniye þerhinde, «Belh ulemasý satýcýnýn hatýra defterinde yazmýþ olduðu, akil defterine almýþ
olduðu notlar, onu ilzam edicidir. Onun aleyhinde hüccet kabul edilir demiþlerdir. Hatta satýcý,
«Kendi yazýmla falanýn bende þu kadar alacaðý olduðunu tesbit ettim.» dese Serahsi´nin ifade
ettiðine göre bu ifadesi onu ilzam edici, ödemeye zorlayýcýdýr. Simsar ve sarrafýn yazýsý da
böyledir.» denilmiþtir. Hatta, «Falanýn bende þu kadar alacaðý var» ifadesi, borçlu olduðuna dair bir
itiraftýr. Acýk bir delildir. Ama Ýbni Vehban´ýn meselenin gerekçesini açýklarken «O defterine ancak
lehinde ve aleyhinde olanlarý kaydeder» sözünden maksat. satýcý ve benzerleri bu tür defterlere yazý
öðrenmek lügat öðrenmek veya eðlence olsun diye yazmadýklarý kasdedilir. » demektedir. Çünkü
buraya falanca lehinde ve aleyhinde sabit olanlarý yazar. Bundan da kendi lehine yazmýþ olduklarý
ile amel edilmeyeceði, yazýsýnýn kendi lehine olan bölümünde ilzam edici bir hususun olmadýðý
açýktýr. Hatta bunu bu þekilde anlayanlar da olmuþtur.
Fakat bu «lehine olan yazýda da muteberdir» sözü pek uygun deðildir. Onun için bunu aleyhinde
sabit olan, baþkasýnýn kendisinde olan alacaðý ile ilgili yazýlarla kayýtlamak gerekir. Eðer defteri
kendisi tarafýndan muhafaza ediliyor ise. Ama yok bunu hasmýn defterine yazmýþ ve ona borcu
olduðunu söylemiþ ise, zahirde bununla amel edilmemesi gerekir, denmiþtir.
Tahtavi ise, bunun hilafýný benimsemiþ meseleyi, o þekilde deðerlendirmiþtir. Çünkü yazý
deðiþtirilebilir, yazý yazýya benzetilebilir. Ama ikrar edecek olursa, zaten ikrarýyla mesele halledilmiþ
sayýlýr. Kendisinin bir katibi olsa, bu þekildeki yazý, defteri de katibin nezdinde bulunsa, yine kabul
edilmez. Çünkü haberi olmadan katibin aleyhine yani katibinin onun aleyhine bir þeyler yazmýþ
olma ihtimali de vardýr. Bu da inkar ettiði veya ölümünden sonra verilmesi ve veresesi tarafýndan
inkar edilmesi halinde, katibin nezdinde bulunan defterde ölen kiþi aleyhine olan borçlar kabul
edilmez. Hatta bu konuda asrýmýzda bunun hilafýna hüküm verenlerde olmuþtur. Mesela bir zimmi
baþka bir tacirin veresesi aleyhine dava açmýþ, o tacirin zimmi de bir katibi varmýþ, tacirin defteri
bu zimmi olan katibi yanýnda imiþ. Mahkeme buna dayanarak hüküm vermiþtir. Ben bunun batýl
olduðunu, bu hükmün geçersiz olduðunu söyledim ve bu istikamette fetva verdim. Ayrýca davacýnýn
ve katibin zimmi olmalarý, bu tezvir ve yazýnýn benzetme bir yazý olma þüphesini de
kuvvetlendirmektedir. Belki de bu yazý tacirin ölümünden sonra kaleme alýnmýþ olabilir. Bu ihtimali
bu hususlar kuvvetlendirdiðinden yazýya dayanarak verilen hükmün doðru olmadýðý istikametinde
fetva verdim. Bununla ilgili Fetava-yý Hamidiye´nin tenkihinde yeterli cevap bulabilirsiniz.
«Eðer yazýnýn kendisine ait olduðu kesinlikle bilinirse ilh...» Yani hadis rivayet eden kiþi, yazýya
dayanarak bir rivayeti yapabileceði Ýmam Muhammed tarafýndan kabul edilmiþtir. Bu da birinci
kiþinin yazýsýnýn bilinmesi halinde, ona ait olduðunun tanýnmasý halindedir. Kadý ve þahitle ilgili
bölümde ise yazýlarýn kendilerine ait olduðunu tanýmalarý halinde buna güvenilebileceði, bununla
amel edilebileceði söylenmiþtir. Halebi.
«Fetva da bununla verilmiþtir ilh...» Hizanetü´l-Ekmel isimli eserde Ebu Yusuf ve Ýmam Muhammed
þahid, kadý ve ravilere ait yazýlarda yazýlarýný görmeleri, hadiseleri hatýrlamamalarý halinde, bu
yazýyla amel edilebileceðine cevaz vermiþlerdir. Uyun isimli eserde ise fetvanýn bu iki imamýn kavli
istikametinde olduðu söylenmiþ, ancak orada, «Yazýnýn kendilerine ait olduðu kesinleþecek olursa»
kaydýný getirmiþtir. «Bu Kadý´da olsun, þahitte olsun, veyahut rivayette olsun, defter üzerinde veya
kaðýt üzerindeki yazýnýn kendilerine ait olduðunu kesinlikle bilmeleri halindedir.» demiþtir,
Hatta bu yazý, senet, þahidin elinde olmasa da durum böyledir. Çünkü bu gibi konularda hata oraný
nadirdir. Deðiþtirme durumu da pek söz konusu deðildir. Olduðu taktirde, buna muttali olmak
mümkündür. Her açýdan yazý yazýya benzemez. Bunun içinde yazýnýn kendisine ait olduðuna dair
kesin kanaatini belirtirse. bu yazýya itimad ederek hüküm verilmesi insanlar için bir kolaylýk
saðlayacaktýr, denmiþtir. Hamevi.
Ancak þarih þehadet bölümünde þöyle bir ifadeye de yer verecektir:«Eðer o yazý kendi elinde ise,
caizdir. Bizde bu ifade ile amel ederiz. Fetvamýz da bu istikamettedir.» Bahýr. Mubtega.
Bu Kemal Ýbnül Hümam´ýn orada özetlediði meselelerdir. inþaallah mesele orada tekrar ele
alýnacaktýr.
«Ýki Kadý arasýnda yazýþmanýn geçerli olmasý için muhakkak ki belirli bir mesafenin olmasý gerekir
ilh...» Bu mesafe üç günlük yaya yolundan aþaðý olmamalýdýr. Olduðu taktirde kabul edilmez.
Nevadir-i Hiþam diye adlandýrdýðýmýz eserde, «Bir þehir içinde iki kadý bulunsa, birinin diðerine
hükümlerle ilgili yazýsý muteberdir. caizdir.» denmiþtir. Bu ifade Cenabî´den naklen Cevhere isimli
eserde yer almýþtýr. Keza Kadý´nýn kendisini görevlendiren ayný þehirde oturan emire yazmýþ olduðu
yazýda böyledir. Nitekim yukarda bununla. ilgili izahat verildi.
«Zahire göre yani zahirur rivayeye göre böyledir ilh...» Menih isimli eserde bu ifadenin zahirur
rivaye olduðu belirtilmekte, Ýmam Muhammed ise, bir þehirde de olsalar, birbirlerine
yazabileceklerine cevaz vermiþtir. Ebu Yusuf´tan bir rivayete göre ise, eðer þahit mahkemeye
þahitlik yapmak için akþam kendi evine dönebilecek kadar yakýn bir mesafeye gitmesi gerekiyor
ise, þahitliðini yapar. Ancak bundan biraz uzak ise, þahitlik ve bu konuda yazý ile þahitliði o
mahkemeye aktarmasý caizdir. Siraciye´de de fetvanýn bu görüþ ile olduðu beyan edilmiþtir.
«Yazýlan yazýnýn ikinci Kadý´ya ulaþmasýndan önce birinci Kadý´nýn ölümü veya azledilmesiyle
yazmýþ olduðu yazý hükümsüzdür ilh...» Bu, yazýnýn kabul edilmesi ve muktezasýyla amel edilmesi
için bir baþka þarttýr. Yazý yazan Kadý´nýn yazdýðý yazý, öbür Kadý´ya ulaþtýðý zaman. birincisinin hala
hükümde devam etmiþ olmasý, görevli olmasý þartý da vardýr.Nehir. Çünkü bu þahitlik
mesabesindedir. Feri þahitlerin henüz yüklendikleri þehadeti eda etmeden önce, asýl þahidin
ölmesi, feri þahidin þehadetini iptal eder. Burada da durum aynýdýr. Tahtavi.
«Gönderilen yazýnýn ikinci Kadý´nýn eline ulaþmasýndan önce ilh...»Burada «okumadan önce»
ifadesiyle iktifa etseydi daha uygun olurdu. Bunun içinde Fethü´l-Kadir´de þu ibare yer olmaktadýr:
«Kitabýn ulaþmasýndan önce deðil, kitabý açýp okumasýndan önce birinci hakim ölecek olursa yazý
geçersizdir. Çünkü kendisine gönderilen kiþi nezdinde kitabýn okumasý olmaksýzýn, ulaþmasý bir
þey ifade etmez.»
«Gönderen hakimin delirmesiyle gönderdiði yazý hükümsüz olur ilh...» Bir konuda Haniye´de þöyle
denmektedir: «Gönderilen yazýnýn ikinci hakime ulaþmasýndan sonra ölmesi veya azledilmesi
durumu deðiþtirmez. O yazýyla amel edilebilir. Çünkü ölüm ve azil olayý yazýyý muteber olmaktan
çýkarmaz. Ama hakimin fasýk olmasý, gözlerinin kapanmasý, þehadeti ve hükmünün kabul
edilmeyeceði bir duruma düþmesi halinde ikinci Kadý onun yazýsýný kabul etmeyebilir. Çünkü
hakimin hakime olan yazýsý þahitlik mesabesindedir. Þahitliði ile hüküm verilmesine mani olan hal,
onun yazýsýna dayanarak hüküm vermeye de manidir.»
Bunun zahirinden anlaþýldýðý gibi. bu durumda yazý geçersiz olur. Velevki bu yazýnýn kendisine
ulaþmasýndan sonra da olsa. Zeylai bu konuda, «Azledilmesinde durum ne ise buradaki durum da
odur.» diye açýkça ifade etmektedir.
Bahýr´da gördüðüm bir ifadede ise, «Ýkisinin sözü arasýnda bir anlaþmazlýk vardýr.» denilmiþ. fakat
bu noktada bir cevap getirmemiþtir. Bezzaziye´de Haniye´deki ifadeye benzer bir ifade de yer
almakta, Dürer´de ise buradakine benzer bir ifade bulunmaktadýr. Bu da gösteriyor ki, meselede iki
ayrý görüþ mevcuttur.
«Birinci hakimin fasýk olmasý ile de yazýsý hükümsüz olur ilh...» Bu ifadeden bahsedilirken Nehir
isimli eserde zayýf bir kavle iþaret için kullanýlan «Kýyle» ifadesi kullanýlmýþtýr. Bu da kadýnýn fasýk
olmasýyla azli gerekir ifadesine binaen olsa gerektir. Benzeri bir ifade Fethü´l-Kadir´de de yer
almýþtýr.
«Kendisine yazý gönderilen hakimin ölmesi ile de yazý hükümsüz olur ilh...» Çünkü yazýyý yazan
hakim, özellikle ona yazdýðýna göre, onun adaletine, emanetine güvenerek yazmýþtýr. Bu konuda
hakimler deðiþiktirler. Tayininde bir yorar olsa gerektir. Nehir.
«Genelleþtirmesi hali bundan müstesnadýr ilh...» Buna, yani yazý özel bir hakime gönderilir ise, o
hakimin ölmesi halinde, gönderilen yazýda hükümsüz sayýlýr. Ancak bu özel Kadý´dan sonra, «Kalan
beldenin Kadýsý falana» dedikten sonra, «Eline ulaþan bütün müslüman Kadý´lara» ifadesini eklerse,
o Kadý´nýn ölmesi halinde yazý hükümsüz olmaz. Çünkü onun yerine geçecek kiþi ona tabi olmuþ ve
bir bakýma yazý ona da yöneltilmiþ sayýlýr. Fetih.
«Baþlangýçta yazýyý genel olarak yazmasý bunun hilafýnadýr ilh...»Yani yazýya baþlarken, «Kendisine
bu yazým ulaþan bütün müslüman hakimlere» diye yazýya baþlamýþ ise, bu geçerli olmaz.
«Ýkinci Ýmam Ebu Yusuf buna cevaz vermiþtir ilh...» Ýmam Þafii ve Ýmam Ahmed de ayný görüþü
paylaþmaktadýrlar. Fethü´l-Kadir.
«Amel de buna göredir ilh...» Ýmam Zeylaî bu konuda der ki: «Ulemadan çoklarý bu görüþü
benimsemiþlerdir. Fetih isimli eserde, «Delil bakýmýndan kuvvetli olan budur. Çünkü kendisine
yazýlan hakime bildirmek önemlidir. Her ne kadar bu þart ise de genel bir ifade ile özele bildirme
durumu burada da gerçekleþmiþ olmaktadýr. Umuma hitabý mücmel bir ifade kabilinden deðildir.
Ayrýca kime gideceði belli olmayan bir yazý olarakta kabul edilmemelidir. Bu konuda direk, kasten
birine yazýlmasýyla dolaylý olarak yazýlmasý aynýdýr, aralarýnda bir fark yoktur.» denilmiþtir. Nehir.
«Haniye´de vuku bulan ifadenin hilafýna ilh...» Orada þöyle denmektedir: «Eðer yazý yazan Kadý ölür
veya azledilir, bu da yazýnýn ikinci hakime ulaþmasýndan önce olursa, bu yazý hükümsüzdür. Mesele
ayný feri þahitle asli þahidin durumuna benzer. Asli þahidin feri þahit þehadetini eda etmeden önce
ölmesi halinde, feri þahitlerin þehadeti nasýl geçersiz ise, burada da durum aynýdýr.»
«Burada zikrettikleri þehadet babýnda zikrettiklerinin zýddýnadýr ilh...»Yani þehadet üzerine þehadet
babýnda Haniye´de zikredilen ifadeye terstir. Ki orada þöyle demektedir: «Þehadet üzerine þehadet
caiz deðildir. Yani asýl þahitler þahitliklerini ikinci feri þahitlere aktarmalarý halinde, onlar var iken
ikinci feri þahitlerin þehadetleri muteber sayýlmaz. Ancak asýl þahitler ayný þehirde hasta olur veya
bu þehadetlerini þahitlere aktardýktan sonra ölecek olurlarsa, o zaman durum müstesnadýr.» Bu da
metindeki ifadelere tamamen uygundur.
Hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm verme meselesi
«Hakimin kendi bilgi ve malumatýna dayanarak hüküm vermesini caiz görenler yine kendi bilgisine
dayanarak yazý yazmasýný da caiz görmüþlerdir ilh...» Ebu Hanife´ye göre bunun caiz olmasýnýn
þartý, o beldede hakim olduðu esnada bunu bilmiþ olmasýdýr. Ayrýca bu konunun kul hakkýyla ilgili
olmasý, þariin hakký olan hududlarýn dýþýnda olmasý þartý vardýr Mesela borç, alýþveriþ, gasýp,
boþama, kasten adam öldürme, kazif haddi gibi konularda kabul edilir. Ama o mesele hakkýndaki
bilgisi henüz makama gelmeden önce olacak olur, bunlarda yine kul haklarýyla ilgili, bulunursa,
daha sonra vazifeye gelmesi halinde, bildiði bu konularla ilgili bir mesele mahkemeye intikal
ettiðinde veya kendi bölgesinin dýþýnda hakimken de olsa o konu hakkýnda bir bilgi edinse daha
sonra o beldeye girer o bölgenin Kadýsý olur mahkemeye mesele intikal ederse. Ebu Hanife´ye göre,
bu durumlarda bilgisine dayanarak hüküm veremez, denmiþtir. Sahibeyne göre ise hüküm verebilir.
Bir mahzur yoktur. Keza ayný hilaf aþaðýdaki meselede de mevcuttur. Beldesinde kadý iken mesele
hakkýnda malumat elde eder, daha sonra azledilir, ondan sonra tekrar vazifeye iade edilirse,
mahkemeye bu durumda intikal eden meselede Ebu Hanife bilgisine dayanarak hüküm veremez
demekte, sahibeyn ise bunu da caiz görmektedirler. Þarapla ilgili had, zina haddi gibi konularda
ittifakla hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm vermesi caiz deðildir. Yani hakimin bilgilerine
dayanarak bu konularda hükmü ittifakla geçersizdir. Fetih.
Bundan da anlaþýlýyor ki þariin hakký olan hadlerde geçersizdir. Nitekim Edebü´l-Kada þerhinde acýk
bir þekilde bu ifade edilmiþ, gerekçe olarakta þu husus belirtilmiþtir. Bu gibi konularda bütün
müslümanlar eþittirler. Hatta bir fert olarak Kadý da onlara benzer. Kadý dýþýnda olan bir kiþi, bu
mesele hakkýnda bilgisi olacak olur, kendi tarafýndan haddin ikame edilmesine teþebbüs ederse,
buna yetkisi yoktur. Uygulamasý caiz deðildir. Hakim de bunun gibidir. Kendi bilgilerine dayanarak
had konusunda, haddi ikame etmeye teþebbüsü caiz deðildir. Ancak sarhoþ olan kiþide sarhoþluk
alameti ve belirtileri görülecek olursa, hakim bu belirtileri sezmesinden sonra, töhmetten dolayý
ona tazir cezasý uygulayabilir. Ama bu had deðildir.
«Hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm vermesini caiz görmeyenler yine kendi bilgisine
dayanarak yazý yazmasýný da caiz görmemektedirler ilh...» Fetih´te, «Bu konuda mesele arasýnda
fark vardýr.» denmektedir. Þöyle ki, Kadý burada henüz hüküm vermeden önce, meydana gelen bir
bilgiyi karþý tarafa yazý suretiyle aktarmasýdýr. Bu da o konuda hüküm vermesi demek deðildir.
«Ancak bu konuda mutemed olan görüþ ilh...» Müteahir ulema nezdinde kuvvetli olan görüþ,
zamanýmýz kadýlarýnýn yeterli derecede ehliyetli olmamalarý, adaletten sapmýþ olmalarý sebebiyle,
kabul edilmemesidir. Eþbah´ýn ifadesi þöyledir: «Bugün, zamanýmýzda Kadý ve hakimlerin bilgilerine
dayanarak amel etmemeleri fetva için seçilmiþ bir görüþtür. Fetvada bu istikamettedir. Nitekim
Camiü´l-Fusuleyn´de de bu görüþe yer verilmiþtir.»
«Yine Eþbah isimli eserde ilh...» Siraciye´den naklen ayný eserde þu ifadeler yer almaktadýr: «Lakin
diyerek baþlayan ifadede Siraciye´nin ifadelerinin özetlendiði Minyetü´l-Müfti de «Ýmam yerine
«Kadý» kelimesi yer almýþ ve orada þöyle denmiþtir: «Kadý haddi kazif, kýsas ve tazir konularýnda
kendi bilgisine dayanarak hüküm verebilir.» Daha sonra devamla, «Kendi bilgilerine dayanarak
hakim þariin hakký olan hadler konusunda hüküm verecek olursa hükmü geçersizdir.» denmektedir.
Bazý haþiye sahipleri bu ifadeyi burada zikretmeyi uygun bulmuþlardýr. Bu da Fetih isimli eserden
yukarda nakledilen þariin hakký olan hadlerle tamamen þariin hakký olmayan, kul hakký da bulunan
hadler arasýnda belirtmiþ olduðu farklara tamamen uygun düþmektedir. Birincisinde, yani þariin
hakký olan konularda ittifakla kadý kendi bilgisine dayanarak hüküm veremez. Ama diðerleri bunun
hilafýnadýr. Onlarda kendi bilgisine dayanarak hüküm vermesi caizdir.» demiþtir. Bu da
Mütekaddimîn ulemanýn görüþlerine göredir. Ama fetva bunun hilafýna olmaktadýr. Nitekim yukarda
bu husus açýkça belirtildi.
TENBÝH: Nehir´in kefalet bahsinde þu ifade yer almaktadýr: «Mütekaddimîn ile müteahhirîn
arasýndaki ihtilafýn, hukuku ibadla ilgili meselelere hamledilmesi gerekir. Þariin hakký olan sýrf
hukukullah dediðimiz konularda kendi ilmine dayanarak ittifakla hüküm verebilir.» demekte, daha
sonra bunun caiz olduðuna delil olarakta bilgisine dayanarak tazir vermesinin caiz olduðunu
göstermektedir.
Ben derim ki: Bunun açýk bir hata olduðunda þüphe yoktur. Çünkü fukahanýn sözlerine tamamen
terstir. Tazirle ilgili meseleye gelince tazir, had deðildir. Yukarda Edebü´l Kada þerhinden naklen
beyan etmeye çalýþtýðým hususta budur. Ayrýca tazir ile ilgili husus» bir karar veya kaza (hüküm)
deðildir.
«Ýmam kelimesi kayýt mýdýr ilh...» Yani haddi kazif, kýsas ve tazir konularýnda devlet baþkaný olan
kiþi kendi bilgisine dayanarak hüküm verebilir, ifadesinde geçen «devlet baþkaný» veya karþýlýðý
olan «imam» kelimesi burada kayýt mýdýr? Onun yerine Kadý hüküm vermeye kalksa, verebilir mi?
Bu ifadenin sahih ve sabit olduðu kabul edilecek olsa dahi Ýmam kelimesi burada kayýt deðildir.
Nitekim yukarda Fethü´l-Kadir´in açýk ifadesini naklettik. Hakimin kasten katil konusunda veya
haddi kazifte hukuku ibatla ilgili olmalarý bakýmýndan kendi malumat ve bilgilerine dayanarak
hüküm vermesinin caiz olduðunu belirtmiþti.
«Lakin Þurumbulaliye ait Vehbaniye þerhinde ilh...» Bu «lakin» ifadesiyle Eþbah´tan naklettiði ikinci
görüþ hakkýnda bilgi vermek istemiþtir. Bunun da müftabih olan görüþün hilafýna bir görüþ olduðu
beyan edilmiþtir. Veya ifadede gecen imam kelimesi kayýt mýdýr sözünden istisna edilmiþtir.
Þurumbulali´nin ifadesi. «Þariin hakký olan hududda imam dahi kendi bilgisine dayanarak hüküm
veremez. Bu ittifakla böyledir.» þeklindedir. Bundan anlaþýldýðýna göre bunun dýþýnda olan haddi
kazifte, kasten adam öldürmede veya tazir konularýnda mütekaddiminin kavline göre hüküm
verebilir. Fakat bu muhtar ve müftabih olan görüþün hilafýnadýr. Bu durumda imam kelimesinin
burada zikredilmesi bir kayýt niteliði taþýmamaktadýr.
«Mutlak bir þekilde ilh...» Yani mahkemeye geldikten sonra bu konu hakkýnda bilgi edinsin veya
henüz mahkemeye tayininden önce bu konuda bilgi edinsin durum deðiþmemektedir. Kendi
bilgisine dayanarak hüküm veremez. Halebî.
Gerek þariin hakkýnýn galip olmadýðý, kul hakkýnýn galip olduðu hadlerde olsun. gerek kýsasta
olsun, gerek hukuku ibadla ilgili diðer meselelerde olsun, hakim zamanýmýzda kendi bilgisine ve
malumatýna dayanarak hüküm verme yetkisine sahip deðildir.
«Töhmetten dolayý ilh...»Yani hakim onun sarhoþ olduðunu anlayacak olursa onu tazir eder. Çünkü
töhmet altýnda olan kiþileri tazir cezasýna çarptýrmak hakimin yetkisi dahilindedir. Hatta aleyhinde
suç sabit olmasa da hakimin bu yetkisi vardýr. Bununla ilgili meseleler kefalet bahsinde geçti.
«Karý koca arasýna girebilir fakat bu nisbetendir kada ve hüküm deðildir ilh... » Yani karýsýný
boþayan kiþiyle karýsý arasýna girer, köleyi azad edenle kölesi ve cariyesi arasýna girer, malý
gasbedenle gasbettiði mal arasýna girer, ondan faydalanmasýna engel olur. Yani bunlarý onlarýn
elinden alýr, emin bir kiþinin evine emanet olarak býrakýr. Þer´î usullerle hakim bilgi edininceye
kadar durum bu þekilde devam eder.
«Bu hisbe yönüyle böyledir ilh...» Yani Cenabý Hak´tan sevab bekleme ve þüpheli bir noktada emri
bilmaruf nehyi anil münker görevini yapma durumundan kaynaklanmaktadýr. Bu durumda olan
kocanýn karýsýna yaklaþmasý, efendinin cariyesine yaklaþmasý, gasbeden kiþinin gasbettiði maldan
faydalanmasý, þüpheli noktalardýr.
«Bunlarý önlemek için hisbe yoluyla engel olur, ama bu kada deðildir ilh...» Talak vakidir, azad etme
olayý vakidir, gasýp gerçekleþmiþtir þeklinde bir hüküm niteliði taþýmamaktadýr.
METÝN
Hakem tarafýndan hakime (Kadýya) gönderilen yazýlar kabul edilmez. Ancak devlet tarafýndan
görevlendirilmiþ ve cuma namazlarýný kýldýran Kadýlar tarafýndan gönderilen yazý kabul edilir. Diðer
bir rivayete göre köy Kadý´sýnýn þehir Kadý´sýna, yine köy ve kasaba kadýsýnýn diðer köy ve kasaba
Kadý´sýna, þehir Kadý´sýnýn kasaba veya kaza Kadý´sýna gönderdiði yazýlarýn kabul edileceði
belirtilmektedir. Kemal Ýbnil Hümam ile musannýf bu görüþü benimsemektedirler.
«Eline ulaþan her müslüman kadýya» þeklinde yazýlan bir yazý, bu yazýnýn yazýlmasýndan sonra
göreve gelmiþ bir kadýnýn eline ulaþacak olursa kabul edilmez. Çünkü yazýnýn yazýldýðý zaman
henüz görevlendirilmiþ deðildi. Cevahirü´l-Fetava.
Yine ayný eserde, belirli bir kiþiye gönderilmiþ olan yazý, onun naibi ve vekili tarafýndan kabul
edilemez, acýlamaz, muhtevasý ile amel edilemez. Kadýn kýsas ve hadlerin dýþýnda hakim olabilir. Ve
bu iki konunun dýþýndaki davalara bakabilir, her ne kadar bunu tayin eden makam günaha giriyor
ise de. Zira bu konuda Buhari´de rivayet edilen bir hadisi þerifte þöyle buyrulmaktadýr: «Ýþlerini
kadýnlara býrakan toplum asla iflah olmaz.»
Ayrýca kadýn vakýf nazýn olabileceði gibi, yetime vasi de olabilir. Herhangi bir konuda þahitlik de
yapabilir. Bilhassa vakýf konusunda þehadeti muteberdir. Dolayýsýyla kadýnýn vakýfla ilgili nazýrlýðý
ve þahitliði kabul edilir. Ve bu konudaki karar bozulmaz. Hatta vakýfýn þartý olmasa da. Bahýr.
Bahýr sahibi der ki: «Ben vakýf konusunda kadýnýn þahitliðini þart koþan «Bu konudaki þahitlik
falana, ondan sonra da çocuklarýnadýr.» dese, o kimse öldükten sonra geride bir kýzý kalsa, o kýzýn
vakýfla ilgili genel vazife ve taksimlerdeki þahitliði geçerlidir. Kadýn buna müstahaktýr.
Eþbah isimli eserde kadýnlarla ilgili özel hükümler anlatýlýrken þöyle denmektedir: «Kemal ibnül
Hümam Müþayera isimli eserinde kadýnýn nebi olabileceðinin caiz olduðunu, ama rasul
olamayacaðýný söylemiþ, gerekçe olarak da, kadýnlarýn daima erkeklerden uzak bir topluluk
içerisinde olmasý gerekir. demiþtir. Eðer kadýn hudud ve kýsasla ilgili davalarda karar ve hüküm
verse, bu hüküm kadýn hakimin bu kararlara yetkili olduðunu kabul eden diðer bir kadýya
uygulamasý ve onaylamasý için sunulsa ve bunu uygulamaya koysa, baþkasý bu kararý nakzedemez,
bozamaz. Çünkü bu konuda Kadý Þureyh´in Kadýnýn bu konuda hüküm verebileceðini belirtmesi,
konunun ictihada mahal olan konulardan biri olduðunu göstermektedir.» Aynî.
Hünsâ dediðimiz kadýn ve erkek uzuvlarýna sahip olan insan da kadýn gibidir. Bahýr. Önemli
konulardan biri de, bizzat hakimin lehinde veya çocuðunun lehinde bir olay olur, mahkemece karar
verilmesi gerekirse, hakim baþkasýný yerine vekil (naib) olarak býrakýr. Bu durumda hakimin naibi
olan kiþi, hakim lehine ve çocuðu lehine karar verir, verdiði bu karar da geçerlidir. Nitekim hakimin
kendisini göreve getiren yetkili makam imam ve devlet baþkanýnýn lehinde olan konularda hüküm
vermesi ve çocuðu lehinde hüküm vermesi caiz olduðu gibi, yukardaki meselede de caizdir.
Siraciye.
Bezzaziye´de; «Hakim lehine ve aleyhine þahitliði kabul edilen herkese onun lehte ve aleyhte
vereceði kararlar sahih ve geçerlidir.» denilmiþtir. Bu konuda Mültekat isimli eserle Cevahir´deki
ifadeler bunun hilafýnadýr. Bilinmesinde yarar vardýr. Naib olan hakim, asýl kadý nezdinde yapýlan ve
eda edilen þehadete dayanarak hüküm verebildiði gibi, naib nezdinde yapýlan þahitliðe ve onun
vereceði bilgi ve habere dayanarak asýl kadý da hüküm verebilir. Hülasa.
Ynt: Kaza By: neslinur Date: 10 Þubat 2010, 04:43:50
FERÝ MESELELER: Hakimin lehinde þahitlikleri kabul edilmeyen kiþiler hakkýnda hüküm vermesi
caiz olmaz. Ancak bunun bir istisnasý vardýr. O da lehinde þehadeti kabul edilmeyen kiþi hakkýnda,
baþka bir hakim tarafýndan gelen yazýya dayanarak onun lehinde hüküm vermesidir. Eþbah. Yine
ayný eserde hakimin vasiyet dýþýnda kendi lehine ve çocuklarý lehine hüküm veremeyeceði
belirtilmektedir.
Þurumbulalî, Vehbaniye þerhinde, hanýmý sað olsa da, olmasa da kayýnvalidesi lehine ve babasýnýn
saðlýðýnda üvey annesi lehine hüküm vermesinin sahih olduðunu belirtmiþtir. Onun nezaretinde
olan vakýflarla ilgili konularda, bir bakýma lehine durumda olsa, hakimin hüküm verebileceði bu
ifadelere eklenmiþ ve buna ek olarak iki beyitte þu ifadeler yer almýþtýr: «Hanýmý hayatta iken kayýn
validesi lehine hüküm vermesi sahih olduðu gibi, babasý saðken onun hanýmý (analýðý) lehinde de
hüküm vermesi sahihtir. Babasýnýn ve hanýmýnýn vefatýndan sonra onlardan kendisine intikal
edecek miras dýþýnda yine hüküm vermesi sahihtir. Yine hakimin kadý olma, alim olma vasýflarýndan
ötürü bir vakýftan pay almaya hakký olsa ve o vakýfla ilgili bir dava kendisine iletilse, hüküm
verebilir.» Daha sonra. «Nezaretinde olan vakýflarla ilgili hükmü de aynýdýr» sözü de bu ifadelere
eklenmiþ bulunmaktadýr.
ÝZAH
«Hakem tarafýndan görevli hakime gönderilen yazý kabul edilmez ilh...» Çünkü hekem kadý deðildir.
Ancak burada hakem olarak tayin edilen kiþi sultan ve yetkili makamlarca tayin edilen kadý olacak
olursa, o istisna edilmiþtir.
«Yalnýz devlet tarafýndan görevlendirilen hakimin yazýsý kabul edilir ilh...» Bu ifadenin belirttiði
husus bu þart, ancak yazan hakim için geçerlidir. Menih isimli eserde, «Kasaba ve köy Kadý´sýndan
þehir Kadý´sýna gönderilen yazý kabul edilmez. Ancak þehir Kadý´sýndan þehir Kadý´sýna veya þehir
Kadý´sýndan kasaba ve köy Kadý´sýna gönderilen yazýlar kabul edilir.» denmiþtir.
«Cuma kýldýrmaya yetkili olan ilh...» Bu ifade kayýt olmasa gerektir. Özellýkle zamanýmýzda kayýt
olarak kabul edilmemelidir. Çünkü devlet baþkaný olan sultan Kadý´ya direkt cuma namazý kýldýrma
yetkisini vermemiþ ve onu kendisine bu konuda naip tayin etmemiþtir. Ýfadenin zahirinden anlaþýlan
ifade þunu belirtmek istese gerektir: Cuma namazý kýlýnan ve þehir adý verilen yerin Kadý´sý ancak
yazý yazabilir ve onun yazýsý diðer mahkeme nezdinde geçerli kabul edilebilir.
Yine Siraciye´den naklen Menih isimli eserde, «Ancak þehir Kadý´larýndan gelen yazý kabul edilir,
yani bölgesinde hududlarýn ikame edildiði, uygulandýðý ve hakimlerin hükmünün geçerli olduðu
bölgelerin kadýlarýnýn yazýlarý kabul edilir. Uygulanmasýnda tehlike olmayan diðer Kadýlarýn yazýsý
bundan istisna edilmiþtir. Çünkü velayet ancak velayete salih bir yerde kabul edilir. Bu da ehil olan
kiþiler için geçerlidir.» denilmiþtir.
«Bir rivayete göre kabul edilir ilh...» Bu ifadeden anlaþýldýðýna göre, bu konudaki ihtilaf þu husustan
kaynaklansa gerektir. Verilen hükümlerin geçerli sayýlabilmesi için hüküm verilen yerin þehir ve
þehir mesabesinde Mýsýr dediðimiz bir bölgede olmasý gerekir mi, gerekmez mi? Zahirur rivayeden
nakledilen bir ifadeye göre þarttýr. Nevadir´den yapýlan rivayete göre ise þart deðildir. Fetva da bu
kavle göredir. Nitekim Bezzaziye´de bu görüþ benimsenmiþ, buna göre köy ve kasaba Kadý´sýndan
þehir ve kasaba Kadý´sýna gönderilen yazýlar kabul edilir. Fetva da buna göre verilir.» denmiþtir.
Menih.
Benzeri ifadeler Makdisi þerhinde de yer almaktadýr. Bazý ilim adamlarýnýn yazýlarýndan okuduðuma
göre, yukarda zikredilen ihtilafýn diðer bir ihtilafa bina edilmesi meselesi Bezzaziye´de açýk olarak
belirtilmiþ, meselenin o ihtilaftan kaynaklandýðýna yer verilmiþtir.
«Kemal Ýbnül Hümam ve musannýf da bu görüþü benimsemiþlerdir ilh...» Bununla ilgili musannýfa
ait görüþü yukarda beyan ettik.
Kemal ibnül Hümam der ki:Asýl þahitlerin ve yol þahidi dediðimiz yazýyý getiren þahitlerin adil
olduklarý tesbit edildikten sonra, bu yazýnýn þehir Kadý´sýndan veya kasaba ve köy Kadý´sýndan
gelmesi arasýnda bir fark olmamasý gerekir.»
«Kendisine ulaþan bütün müslüman kadýlara ilh...» Bu ifade ikinci imam Ebu Yusuf´un kavline bina
edilmektedir. Çünkü bu imam baþlangýçta da yazýnýn genelleþtirilerek bütün müslüman kadýlara
yazýlmasýna cevaz vermiþtir. Bununla ilgili mesele yukarýda metin ve þerhte geçmiþtir.
«Yazýnýn yazýlmasý anýnda henüz yetkili kimse olmadýðý için ilh...»Çünkü bu bir yazýdýr, hitaptýr. Yazý
ve hitabýn sahih olabilmesi ancak o anda yetkili olan kiþiler hakkýnda sahihtir. Menih.
«Vekilinin kabul etmesi sahih olmaz ilh...» Çünkü yazý baþkasýna yazýlmýþtýr. Eðer yazý direk naibe
yazýlmýþ olsaydý ve onun adý yer alsaydý, onu tayin eden esas hakimin o yazýyý kabul ederek,
muhtevasýyla hüküm vermesi caiz olmazdý. Çünkü gönderilen yazý ancak kime gönderilmiþ ise,
muhtevasýyla amel etme yetkisi de ona aittir. Onun dýþýnda baþka bir kimse o yazýyý kabul ederek
muhtevasýyla hüküm veremez.
«Hudud ve kýsasýn dýþýnda ilh...» Yani kadýn hakim olduðu taktirde, hudud ve kýsasta hüküm verme
yetkisine sahip deðildir. Çünkü hüküm verme yetkisi þahitlik hükümlerinden kaynaklanmaktadýr.
Kadýnýn hudud ve kýsasta þahitliði muteber olmadýðýna göre, bu önemli konularda hakimliði de
uygun ve sahih görülmemektedir.
Kadýn vakýf konusunda þahit olabilir
«Vakýfýn þartý olmasa da ilh...» Ama vakýf þart koþtuðu taktirde, onun þahit olabileceði konusunda
asla tereddüt yoktur. Çünkü kadýn bu konuda þahit olma ehliyetine sahiptir. Ama özellikle kadýnýn
bu konuda þahit olabileceðine dair açýk bir ifade ve nas yoksa, yukardaki hadisede olduðu gibi, bu
da fukaha arasýnda ihtilaf konusu olmuþtur. Nehir isimli eserde þahit olabileceði kabul edilmemiþ,
yukardaki ifadede geçen, «ondan sonra çocuðuna» ifadesinin kýz çocuðuna þamil olmadýðý
söylenmiþtir. Gerekçe olarakta »Vakýf yapanlarýn örfüne riavet gerekin. Bu güne kadar herhangi bir
vakýf konusunda kadýnýn þahit olarak tayin edildiði ve bu olayýn onaylandýðý görülmemiþ ve buna
tesadüf edilmemiþtir. Durum böyle olunca vakýfýn ifadelerinin halk arasýndaki örfe hamledilmesi
gerekir. Bu da kamil þahit dediðimiz, her konuda þahitliði kabul edilebilen erkektir.» denmektedir.
Hamevî, Makdisî´den benzeri ifadeleri nakletmiþ, daha sonra, «Diðer bazý fakihlere göre, kadýnýn
þahit olma ehliyetine mani bir durumu yoktur. Fukaha had ve kýsasýn dýþýnda hüküm vermeye ve
þahitlik yapmaya ehliyetli olduðunu kabul etmiþlerdir. Bu ifadeler o kadýnýn þahitlik yapmasý,
bilhassa vakýflarda kabul edilmesi ve bunun sahih sayýlmasý gerektiðini açýkça ortaya
koymaktadýr.» demiþtir.
Ben derim ki: Bu ifadedeki husus tartýþýlabilir. Çünkü söz kadýnýn þahitliðe ehliyetli olup
olmadýðýyla îlgili deðildir. Örfe göre vakýf olan kiþinin o ifadesinin zýmminde onun þahitliðine yer
verilip verilmeyeceði meselesidir. Ýki mesele birbirine karýþtýrýlmamalýdýr.
Kadýnlar devlet baþkaný olabilir mi?
TENBÝH: Böyle bir görevi almýþ olan kadýnýn vazifeyi sürdüremeyeceði, bu vazifesinin devamýnýn
kabul edilemeyeceði konusunda asla ihtilaf ve þüphe yoktur. Zira kadýn o makama ehil deðildir.
Bazý cahiller bunun hilafýný savunmuþlar, sahih olduðunu ileri sürmüþler, seçilen kadýnýn birini
yerine naip ve vekil tayin ederek o makamda kalabileceðini iddia etmiþlerdir. Çünkü o makamda
kalmasý, görevini sürdürmesi, o konuda ehliyetli olmasý hususuna baðlýdýr. Vekil tayin etme
meselesi de buna tabi, bundan kaynaklanan bir meseledir. Kendisinin görevi sürdürmesi caiz
olmadýðýna göre, vekil tayin ederek sürdürmesi ve bu konuda vekil tayin etmesi de sahih kabul
edilemez. Ebu Suud.
Sultanýn ehliyetli olmayan kiþiyi müderris tayin etmesi, sahih deðildir. Eþbah isimli eserde,
«Ehliyetsiz olan bir kiþiyi sultanýn müderris tayin etmesi sahih deðildir. Çünkü sultanýn yapacaðý
iþler amme yararýna olmasý ile kayýtlýdýr. Böyle bir kiþinin görevlendirilmesi kamu yararýna
olmayacaðýndan caiz deðildir. Ehil olaný azletmesi de yine böyledir.» denilmiþtir.
Muidünniam ve mûbidûn nikam isimli eserde de þöyle denilir: «Müderris olan kiþi, tedrise ehliyetli
biri deðilse, alim ve müderris için tahsis edilen maaþtan bir þey almasý ve yemesi caiz olmaz.
Tedrise ehliyetin taliki ise kelamýn mentuku mefhumu ve mefhumun muhtelif yollarý hakkýnda bilgi
sahibi olmasý demektir. Ayrýca önceden ehliyetli alimlerden ders okumuþ olmasý gerekir. Bunun
neticesinde ilim dallarýyla ilgili ýstýlan ve terimleri bilmesi ve kitaplardan meseleyi bulup
çýkarabilecek ehliyete sahip olmasý, ilmi konularda soru sormaya, sorulan sorulara cevap vermeye
muktedir olmasý þarttýr. Bu da önceden gramer ve arap dili hakkýnda yeterli bilgiye sahip olmasýna
baðlýdýr ki faili mefulden ve mefulu failden ayýrabilecek güce sahip olmasý gerektir. Okuduðu zaman
hata yapmayan, huzurunda hata ile okunaný düzeltecek ilmi kariyere de sahip olmasý gerekir,»
Tahtavi.
Bir kiþiye ait vazife ölümünden sonra küçük de olsa oðluna verilir mi?
Ben derim ki: Bu sözlerin gereði, imam veya müderris ölse, ona ait olan vazifeyi küçük oðluna
vermek, onu babasý yerine ikame etmek sahih olmaz. Ancak cihadla ilgili bölümde cizye bahsinin
son kýsmýnda Ýmam Bîrî´den bazý ifadeler nakledildi. Orada, «Ben de þöyle derim.» diyerek baþlayan
þu ifadeleri hatýrýmýzdadýr: «Bu da Harameyni Þerifeynin, Mýsýr ve Rumeli´nin örflerini teyid
etmektedir. Bunda hiçbir ihtilaf yoktur. Ölmüþ kiþilerin çocuklarý küçük de olsalar babalarýnýn
imamlýk ve hatiplik gibi vazifelerinde ipka edilirler. Bu kabul edilen bir örftür. Çünkü böyle
yapýlmasýnda ulemanýn halefi olan kiþilerin ihya edilmesi ve ilim konusunda mesai sarfedenlere
yardým sözkonusudur. Fetvalarýna güvenilen bir çok ulema, bunun caiz olduðu istikametinde fetva
vermiþlerdir.» Bizde orada bu ifadeyi, «Eðer oðul ilimle iþtiðal ediyorsa» kaydý ile kayýtlamýþtýk.
Ama ilmi terk eder, cahil olarak büyürse, vazifeden azledilir, o vazife ehiI olan kiþilere tevdi edilir.
Çünkü verilmesi için ileri sürülen gerekçe ortadan kalkmýþtýr. Yine vakýf bahsinde belirttiðimiz gibi.
küçük çocuðun vakýf üzerinde nazýrlýk görevi sahih deðildir. Her iki meseleyi yerinde incelemek
konumuza ýþýk tutacaktýr.
«Kemal Ýbnül Hümam Müsayara isimli eserinde þu görüþü benimsemiþtir ilh...» Kemal Ýbnül
Hümam´ýn Müsayara adlý bu kitabý ilmi kelame dair bir eserdir. Ýmam Gazali´nin bu konuda yazmýþ
olduðu bir kitabý izleyerek ayný konularý ihatalý bir biçimde geniþ bir þekilde bu eserinde ele
almýþtýr. Tahtavi.
«Kadýnlarýn erkek topluluðundan korunmasý gerekir ilh...» Eðer kadýn için rasul, yani almýþ olduðu
þer´i erkek ve kadýnlara teblið etmekle mükellef bir peygamber olmasý sahih olsaydý, öðretmek,
inkar edilen konularda deliller getirmek ve karþý koymak için erkekler arasýna girmesi gerekirdi. Bu
da ancak erkeklerden beklenen bir husustur. Ayrýca kadýnýn nebi olmasýnýn caiz olmasý demek,
böyle bir þeyin olduðunu gerektirmez. Bu konuda Bed´il emali isimli eserde, «Asla kadýn
peygamber olmamýþtýr.» denmiþtir. Tahtavi.
«Onun caiz olduðunu benimseyen bir hakim onaylasa ilh...» Yani kadýn hakimin hudud ve kýsasta
hüküm verebileceði istikametinde görüþü olan bir hakime kadýnýn bu konuda verdiði hükümler
getirildiðinde onaylayarak uygulamaya koymasý ve bu uygulamanýn iptal edilemeyeceði meselesi,
hakkýnda ictihad edilen bir konu olmasýndandýr. Bu da «Cevazýný kabul eden bir kiþinin
onaylamasý» ifadesiyle kayýtlanmýþtýr. Çünkü eðer bizzat hüküm verme verilen hüküm ihtilaflý bir
husus ise, onun caiz olduðunu benimseyen ikinci bir Kadý tarafýndan yürürlüðe konmadýkça geçerli
ve muteber sayýlmaz. Bu durumda da kadýnýn bu konularda hüküm veremeyeceði görüþünü
benimseyen bir hakime kadýnýn bu konudaki hükmü onaylamasý ve uygulamasý için iletildiðinde
uygular. Ama ihtilaf kadada, uygulanan, tutulan yolda olacak olur, bizatihi kendisinde olmazsa, bu
hüküm, baþka bir Kadý´nýn onayýna ve uygulamasýna tevakkuf etmeksizin caizdir, geçerlidir. Nitekim
bu meseleyi yukarda açýkladýk.
Bunun içinde Aynî þöyle demiþtir: «Eðer kadýn hakim hudud ve kýsasla ilgili konularda hüküm
verirse, hüküm vermesinin caiz olduðu görüþünü benimseyen baþka bir Kadý da bunu uygulamaya
koyarsa, icma ile caizdir. Çünkü verilen hükmün bizatihi kendisi, hakkýnda ictihad edilen bir
noktadýr. Zira Kadý Þüreyh hudud konusunda erkekle birlikte kadýnlarýn þahitliklerine cevaz
veriyordu. Kýsasda da durum böyledir.»
Ebul Muin en-Nesefî Camiü´I-Kebir þerhinde þöyle demektedir: «Kadý hududla ilgili bir davada, bir
erkek iki kadýnýn þahitliðine dayanarak hüküm verse, bu hüküm geçerli sayýlýr. Baþka biri,
tarafýndan iptal edilemez. Çünkü hakkýnda ictihad olan bir konuda hüküm vermiþtir. Buradaki
verilen hükmün bizatihi kendisi, hakkýnda ihtilaf edilen bir konu deðildir.» Yani hudutla ilgili kadýn
hakimin vermiþ olduðu hüküm bunun hilafýnadýr. Çünkü orada ihtilaf edilen bizatihi hükmün
kendisidir, mahalli ictihad odur.
«Hünsa bu konuda kadýn gibidir ilh...» Hünsa demek, belirli bir yaþa gelmesine raðmen kadýn mý,
erkek mi olduðu bilinemeyen her iki cinsin özelliklerini taþýyan kimse demektir. Bu, hakim olma
konusunda aynen kadýn gibidir. Hudud ve kýsasýn dýþýnda kadýn hüküm verebildiðine göre, hünsa
dediðimiz bu kimsenin hüküm vermesi tartýþýlmaz. Buna göre kadýn olma ihtimali düþünülerek
hudud ve kýsasla ilgili konularda hüküm vermesi sahih deðildir. Bahýr.
«Veya çocuðu lehinde ilh...» Burada hadise þudur: Hakimin kendi lehinde, çocuklarý lehinde bir
davada hüküm verme yetkisi yoktur. Çocuklarý ifadesi yalnýz onlarla kayýtlý deðildir. Kadýnýn lehinde
þahitlik yaptýðý taktirde þahitliði kabul edilmeyen kiþiler çocuklarý mesabesindedir. Onlar lehine
vereceði hükümde sahih olmaz. Ýlerde bu konuda yeterli malumat verilecektir.
«Baþkasýný yerine naip tayin ederse ilh...» Bu tayin edilen kiþide hakim vekili olmaya layýk biri ise
ve hakim böyle bir naip tayinine mezun ise. Yani görevi alýrken kendisine naip tayin etmesi yetkisi
verilmiþse caizdir. Aksi halde caiz deðildir.
«Cevahir´deki ifadenin hilafýna ilh...» Adý gecen eserde þöyle denmektedir: «Kadý ile baþka bir insan
orasýnda bir husumet olsa, dava konusu olarak mahkemeye intikal etse, Kadý da bu konuda bir
vekil ve naip tayin etse, naip olan bu hakim hasmý aleyhine, asýl kadý lehine hüküm verse, caiz
olmaz. Verilen bu hüküm geçerli sayýlmaz. Çünkü vekilin hükmü. onun kendisinin bizatihi verdiði
hüküm gibidir. Kendi lehine hüküm vermesi ise caiz deðildir.»
Buna delil olarakta Ýmam Muhammed´in beyan ettiði þu ifadeyi zikretmektedir: «Bir kimse birini
herhangi bir konuda vekil tayin etse, vekil olan daha sonra Kadý olsa, müvekkili lehine o hadisede,
yani vekil tayîn edildiði konuda hüküm verse, caiz olmaz. Çünkü kendisine bu yetkiyi veren kiþi
lehine hüküm vermiþtir. Kadý´nýn naibi olan kiþinin durumu da bunun gibidir.»
Daha sonra devamla þöyle der: «Bu konuda çýkar yol þudur: Böyle bir hadise ile karþýlaþan hakim,
davasýný halletmek, karara baðlamak üzere kendisini tayin eden yetkili makamdan bir hakim tayin
etmesini îster ve duruþma onun huzurunda yapýlýr. Veya aralarýnda anlaþacaklarý bir hakimi hakem
tayin ederler, meseleyi ona iletirler, onun vereceði hükme razý olduklarýný belirtirler. O da aralarýnda
hüküm verirse. o taktirde hüküm caiz ve geçerli olur.»
Ben derim ki: Zannedersem bu konu hakimin görevini vekaleten baþkasýna devretmeye mezun
olmamasý haline dairdir. Nitekim bu konuda «çýkar yol» ifadesinden de bu anlaþýlmaktadýr. Eðer
naip tayin etmeye yetkisi varsa, tayin etmiþ olduðu naip aslýnda onun deðil onu tayin eden üst
makamýn naibi sayýlýr. Nitekim bununla ilgili bir mesele hapis bahsinde geçti. Bu durumda kendisini
tayin eden makamdan davayý halletmesi için baþka bir Kadý tayin etmesini istemesine gerek
kalmaz. Bunun içinde musannýf burada caiz olduðu istikametinde bir görüþü benimsedi.
«Kendisine verilen hediyeleri reddeder.» cümlesini açýklarken bu konuda bir tereddüd beyan etmiþ
ise de, burada caiz olduðunu açýkça belirtti.
«Kadý, lehinde þahitliði kabul edilmeyenler hakkýnda hüküm veremez ilh...» Hindiye´de bu konuda,
«Hakimin vekili lehine, vekilinin vekili lehine veya babasýnýn vekili lehine, dedesinin vekili lehine,
oðlu ve oðlunun oðlu vesairenin vekili lehine hüküm verme yetkisi yoktur. Ayrýca kölesi, mükatebi
ve þehadeti lehinde kabul edilmeyen kiþilerin köleleri lehinde ve onlarýn mükatepleri lehinde de
hüküm vermesi caiz deðildir. Mufava´ da þirketinde ortaðý olan kiþi lehine, inan þirketindeki
ortaðýnýn ortak malla ilgili davasýnda o ortaðý lehine hüküm vermesi de caiz deðildir.» denmektedir.
Benzeri ifadeler Muhit´te de mevcuttur.
Lehinde þehadeti kabul edilmeyen anasý, babasý, çocuklarý, kocasý ve karýsý bu kabildendir. Onlarýn
þehadetleri lehte kabul edilmez. Tahtavi þerhi.
Muinül Hükkam isimli eserde þöyle denilir: «Hüküm verme mesabesinde olan hususlardan biri de
fetva vermektir. Yakýnlarý lehinde fetva vermeden kaçýnmasý gerekir. Eðer buna muktedir ise. Tabi
bu da ondan baþka bu konuyu halledebilecek müftü var ise.» Hamevî. Tahtavî.
Ben derim ki: Buradaki esas, meselenin illeti olan töhmettir, hissiyatýna kapýlarak hak olmayaný hak
görme ihtimalinden kaynaklanmaktadýr.
«Vasiyet müstesna ilh...» Bu meselenin sureti Eþbah´ta þu þekilde verilmiþtir: Kadý bir kiþiye borçlu
olsa, alacaklý ölse, falan kiþinin de ölenin vasisi olduðu beyyine ile tesbit edilse, borçlu hakimin o
kimsenin vasayeti hakkýnda hüküm vermesi sahihtir. Ýstihsanen böyledir. Hükmü verdikten sonra,
vasi olduðuna dair bu hükümden sonra borcunu o vasiye ödemesi ile zimmeti beri olmuþ olur. Ama
henüz vesayeti ile ilgili kararý (hükmü) vermeden önce borcunu ödeyecek olursa, sahih olmaz. Zira
vesayetle ilgili konuda þahitliði sahihtir. Þahitliði sahih olan yerde de hüküm vermesi sahihtir.
Vesayetiyle ilgili karar verdikten sonra þahitliði kabul edilmediðinden o durumda borcu ödemeye
kalksa ve bu konuda hüküm verse sahih olmaz.
Mesele þu aþaðýdakinin hilafýnadýr. Hakim ölmüþ bir kiþiye deðil gaip olan bir kiþiye borçlu olsa, bir
kimse gaip olan kiþinin vekili olduðuna dair beyyine getirse, bu konuda karar verme yetkisi yoktur.
Ýki mesele arasýndaki fark. birincisinde gerçek vasisi olmadýðý taktirde, vasi tayin etme yetkisi
kadýya aittir. Gaip olan kiþi hakkýnda ise, bekleme mecburiyeti vardýr. Gelebileceði ümidi var olduðu
müddetçe, onun adýna vasi tayin etmesi sahih olmaz. Dolayýsýyla hakim gaip olan kiþinin vekili
olduðunu beyyine ile isbat eden kiþiye. henüz vekili olup olmadýðý konusundan önce borcunu verse
veya vekili olduðuna dair hüküm verdikten sonra verse, zimmeti borçtan kurtulmuþ sayýlmaz.
Çünkü her iki halde þahitlik yapmaya muktedir deðildir. Þahitliði olmayan, þahitliði geçerli olmayan
yerde de hüküm verme yetkisi yoktur.
Görüldüðü gibi mesele vasiyetle deðil, vesayetle ilgili olmaktadýr. Bunun içinde Eþbah´taki ifade,
vasiyet veya Kadý´nýn borçlu olmasý þeklinde ifade edilmiþ, (þarih Hamevî de meseleyi bu açýdan ele
almýþtýr. Oradaki ifadelere dayanarak bu tercüme yapýlmýþtýr.)
«Karýsýnýn ve babasýnýn saðlýðýnda da olsa ilh...» Ancak onlarýn ölümünden sonra kendisine intikal
edecek mirasýn dýþýndaki konularda hüküm verebilir.
«Ýki beyit eklenmiþtir ilh...» Vehbaniye´deki manzum ifadeye burada zikredilen ilk iki beyit
eklenmiþtir. Üçüncüsü ise þarihi Ýbnü Þýhne tarafýndan ziyade edilmiþ ve onu da Þurumbulali
þerhinde ondan nakletmiþtir.
«Kendisine miras olarak intikal edeceklerin dýþýnda ilh...» Þurumbulali þerhinde bu konuda þöyle
demektedir: «Hakimin kayýnvalidesi lehinde. herhangi bir mali konuda karýsýnýn saðlýðýnda hüküm
vermesinde bir beis yoktur. Karýsýnýn ölümünden sonra, karýsýndan kendisine miras olarak intikal
edeceklerin dýþýnda da sahihtir. Ama miras olarak intikal edecek terekede hüküm vermesi sahih
olmaz. Çünkü karýsýndan kendisine bir hisse olarak miras intikal edecektir. Babasýnýn hanýmý ile
ilgili hüküm de böyledir. Babasýnýn saðlýðýnda mutlak bir þekilde hüküm vermesi sahih, babasýnýn
ölümünden sonra kendisinin varis olmayacaðý konularda hüküm vermesi sahih, varis olabileceði
konularda lehine hüküm sayýlacaðýndan sahih deðildir. Kadý´nýn herhangi bir vakýfta kendisine has
bir konuda hak iddia etmesi meselesinde olduðu gibi.» Bundan da anlaþýlýyor ki kayýnvalidesinin
lehinde sað iken hüküm vermesi ile kayýtlýdýr. Aksi halde karýsýna miras yoluyla intikal edecek bir
konuda hüküm vermiþ sayýlýr. Bu ise caiz deðildir.
Vakýfla ilgili meseleyi yine Þurumbulalî þu þekilde tasvir etmiþtir: «Bir kimse gelirinin ulemaya
verilmesi kaydýyla bir vakýf yapsa ve bu vakfý mütevelliyle teslim etse, daha sonra þuyu iddiasýyla
bir kimse o hakim nezdinde vakfýn sahih olmadýðý iddiasýnda bulunsa, hakim de o ulemadan biri
olsa, bu konuda vermiþ olduðu hüküm geçerlidir.»
Yine nezaretinde olan vakýflarla ilgili verdiði hüküm sahihtir. Ýbni Sýhne bu konuda þöyle
demektedir: «Hakim olmasý veya alim olmasý itibariyle sözü, onun bizatihi istihkak yoluyla almasý
durumunda hüküm veremeyeceðini gösterir. Çünkü alim olmasý, kadý olmasý itibariyle
olmamaktadýr.» Bu mesele bir medrese ile ilgili hakiminde hakký olduðu bir vakýf konusunda
þahitlik yapmasý meselesine benzemektedir. Bu mesele þehadet babýnda tekrar ele alýnacaktýr.
METÝN
MUHTELÝF MESELELER: Üzerinde baþkasýna ait bir kat bulunan aþaðý katýn sahibi. yukardakinin
izni olmaksýzýn aþaðýda duvarlara kazýk çakamayacaðý gibi, baca ve pencere de açamaz. Yukardaki
için de durum aynýdýr. Mecma.
Ancak bunlarý yapabilmesi, karþý tarafýn rýzasýna baðlýdýr. Bu da Ebu Hanife´nin görüþüdür. Ayný
zamanda kýyastýr. Bahýr. Sahibeyn ise komþularýna zarar vermeme kaydý þartý ile her iki tarafýn da
dilediklerini yapmalarýnýn caiz olduðunu söylemiþlerdir. Aþaðý katýn sahibinin dahli olmaksýzýn
aþaðý kat yýkýlýr, dolayýsýyla yukarýsý da çökerse, aþaðý katýn sahibi, binayý tekrar yapmaya ve yukarý
kat sahibinin de onun üzerine hakký olan bina yapmasýný saðlamaya mecbur edilemez.
Çünkü aþaðý kat sahibinin bir taksiri söz konusu deðildir. Ýkinci katýn sahibi, birinci kat sahibi katýný
yapmadýðý taktirde, ona ait olan katla birlikte kendi katýný yapabilir. Bu durumda birinci katýn
sahibinin veya hakimin iznine dayanarak aþaðý katý da yapmýþ ise, verdiði kadarýný alýr. Aksý halde
binanýn yapýldýðý günkü deðerini alýr. Meselenin tamamý Aynî þerhinde mevcuttur.
Uzun bir sokaktan ona benzer çýkmaz bir sokak ayrýlýyor ise, birinci çýkan ve uzun sokaktaki evlerin
de oraya kapýsý açýlabilen ev sahiplerinin ikinci çýkmaz sokaða çýkýþ ve giriþ kapýsý açmalarýna mani
olunur. Iþýk ve hava için pencere açmalarýna izin verilir. Sahih olan görüþ de budur. Çünkü uzun
caddeye ve çýkar sokaða kapýlarý açýlabilenlerin çýkmaz sokaktan geçme haklarý yoktur. Ama ayrýlan
sokak da çýkar bir sokak ise, durum bunun hilafýnadýr.
Daire þeklinde ayrýlan giriþler, her iki tarafý da esas çýkan ana sokaða baðlý ise, buraya kapý
açýlmasý men edilemez. Çünkü bu ortak bir evin geniþ sahasý mesabesindedir. Ama bu giriþ
dörtgen þeklinde olacak olursa, sokak içinde sokak mesabesindedir. Çünkü bu dörtgen sokaðýn
giriþine o sokak içerisinde oturanlarýn kapý taktýrmalarý mümkündür. Meselenin planý aþaðýdaki
gibidir.
Komþusuna belirli bir zarar vermeme kaydýyla kiþi, mülkünde istediði tasarrufu yapabilir. Buna
kimse mani olamaz. Ama mülkündeki tasarrufu baþkasýna zarar verecek olursa, buna mani olunur.
Fetva da buna göre verilmiþtir. Bezzaziye. Ýmadiye isimli eserde bu görüþ benimsenmiþ,
Kariü´l-Hidaye de bu görüþle fetva vermiþtir. Hatta zarar vermesi halinde komþunun komþu tarafýna
pencere açmasýna mani olunur, denmiþtir. Bu da istihsan yoluyla deðerli ilim adamlarýnýn meseleye
vermiþ olduklarý cevaptýr. Zahirür rivayenin bu meseleye cevabý ise mutlak bir þekilde kiþi
mülkündeki tasarruftan men edilemez. Ulemadan bir gurupta bu görüþle fetva vermiþlerdir. Ýmam
Zahiruddin, Ýbni Þýhne ve pederi bu görüþleri benimsemiþler. Fethü´I-Kadir´de de bu mesele tercih
edilmiþtir. Mücteba isimli eserin kýsmet bahsinde «Fetva da bununla verilir.» denmektedir.
Musannýf da bu görüþü benimsemiþ ve kýsmet bahsinde þöyle demiþtir:«Ulemanýn bu konuda
fetvasý deðiþik olmuþtur. Zahirur rivayeye güvenilmesi, o istikamette fetva verilmesi gerekir.»
Ben derim ki: Metinlerle þerhlerin birbiriyle mütearýz olmasý, birbirine zýt görüþleri ihtiva etmesi
halinde, þerhte fetva için tercih sebebi belirtilmemiþ ise. amel metindeki ifadelere göredir. Nitekim
birinci cildin baþýnda bununla ilgili yeterli bilgi verilmiþtir.
Yine bu konuda derim ki: Zarar verip veremeyeceði þüpheli olan konularda ne deneceði hususu
burada açýklýða kavuþmamýþtýr. Eþbah üzerine haþiye yazan zat aþaðý kat ve yukarý katta bir kazýk
çakýlmasý veya bir pencere, baca açýlmasý meselesine kýyasýn mani olunabileceði görüþünü,
savunmuþ, konu hakkýnda tereddüt hasýl olacak olursa durum yine böyledir demiþtir. Bu da fetva
için seçilen kavil ve ifadeye göredir. Nitekim Haniye´de de böyle denmiþtir.
Muhasþi der ki: Kiþinin mülkündeki tasarrufu komþusuna zarar veriyorsa veya zarar verip
vermediðinde tereddüt ediliyorsa, durum aynýdýr. Eðer bir zarar tereddüp etmiyor ise, mülkündeki
tasarrufa mani olunmaz. Bu meseleye iþaret edene rastlamadým. Önemli bir konudur. Kitabýmýn
özelliklerindendir. deðerlendirmesini bil.
ÝZAH
«Kazýk çakmasýna mani olunur ilh...» Musannýf bu ifadesiyle Kapý açýlmasýna da mani olunacaðýna
da iþaret etmektedir. Ayrýca kiriþ konmasý, aþaðýda bir bölümün yýkýlmasý da bu kabildendir.
Meselenin duvarda tasarruf yapmasý ile kayýtlanmasý, sahasýnda tasarruf yapabileceðini beyan
etmek içindir.
Kadýhan bu konuda þunlarý zikretmiþtir: «Aþaðý katýn sahibi sahada bir kuyu açsa veya benzeri bir
teþebbüste bulunsa, Ebu Hanife´ye göre buna mani olunmaz. Hatta ikinci katýn sahibi bundan zarar
görse de durum böyledir. Ama Sahibeyne göre mesele zarar verip vermemesi ile ilgilidir. Zarar
varsa men edilir, yoksa müsamaha ile karþýlanýr.»
«Bir baca veya bir pencere açmasý ilh.. » Duvar altýndan tarlaya, bahçeye geçen su harklarý, su
künkleri de bunun gibidir. Bu ifadeden maksat, evin duvarýnda ýþýk için veya oradan ikinci bir tarafa
bir þeyin nüfuz etmesi için açýlan deliktir.
«Aksi de böyledir ilh...» Yani aþaðý kat sahibi bu tür tasarruflardan men edildiði gibi, yukarý katýn
sahibi de bu tür tasarruflardan men edilir. Mecma´nýn bu konudaki ifadesi þöyledir: «Aþaðý ve
yukarý katýn sahiplerinin kendi katlarýnda yapacaklarý herhangi bir tasarrufun caiz olmasý, diðerinin
iznine baðlýdýr. Bu da zarar vermediði taktirde, izin verebilmesi demektir.»
Aynî isimli eserde ise, «Bu ihtilafa binaen yukarý katýn sahibi evinin üstüne herhangi bir þey
yapmak istese, bir oda ilave etmek istese veya üst kata bir beton direk veya bir kiriþ atmak istese
veya yukarýya bir tuvalet yapmak istese, bu durumlarda ayný ihtilaf mevcuttur. Yani bu tur
tasarruflara sahip deðildir. Ancak diðer arkadaþýnýn, aþaðý kat sahibinin izninin olmasý, ona bu
konuda yetki ve izin vermesi gerekir.» denilmiþtir.
Hidaye isimli eserde bu zikrettiðimiz mesele ihtilaflý olan meseleler bölümünde zikredilmiþtir.
Ancak Velvaleciye´den naklen Bahýr isimli eserde, «Ebu Hanife´nin kavline göre, bu konuda ulema
ihtilaf etmiþtir. Bir rivayete göre aþaðý kattakine zarar vermemek kaydý þartýyla dilediðini
yapabileceðini söylenmiþ, diðer bir rivayete göre, zarar verse de yine yapabileceði söylenmiþtir.
Ancak zararlý olup olmadýðý, konusunda þüphe edilecek olursa, fetva için benimsenen görüþe göre,
þüphe olduðu müddetçe caiz deðil, þüphe ortadan kalkar, zarar konusu kesinlikle ortadan kalktýðý
kanaati belirecek olursa, dilediðim yapmaya sahiptir.» denmektedir.
«Sahibeyn bu konuda derler ki ilh...» Fetih isimli eserde, «Bir rivayete göre sahibeynden yapýlan
rivayet, Ebu Hanife´nin görüþünü açýklama ve deðerlendirme mahiyetindedir. Çünkü açýk zararý olan
herhangi bir hususun men edilmesi gerekir. Ama zarar olmayana do mani olmak, bir bakýma kiþinin
kendi mülkünde tasarrufuna engel olmak demektir. Dolayýsýyla zarar olmayan konuda aralarýnda
ihtilaf yoktur. Bir diðer rivayete göre aralarýnda ihtilaf olduðu söylenmektedir. Ki o da zararlý olup
olmadýðý þüphesi olan meselededir. Ama zararlý olmadýðýna kesinlikle kanaat getirilecek olursa,
mesela küçük bir çivi çakmak veya buna benzer bir konuda ittifakla bunun caiz olmasý gerekir. Ama
yine açýkça zararý görülen herhangi bir hususta. mesela kapý açma gibi konularda ittifakla bu
konuda yine men edilmesi gerekir. Zararlý olup olmadýðý konusunda þüpheli olunan noktalarda ise,
mesela duvara kazýk çakma veya tavana bir þey çakma gibi hususlarda, bu durumda sahibeyne
göre buna do mani olunamaz. Ebu Hanife´ye göre mani olunur.» denmiþtir.
Kýnye´nin Kýsmet bahsinde, «Muhtar olan görüþe göre, ihtilaf ancak zararlý olup olmadýðý
konusunda þüphe bulunduðu taktirdedir. Ebu Hanife´ye göre zarar þüphesi men etmek için
yeterlidir. Sahibeyne göre kesin zarar verilmedikçe tasarruftan men edilemez.» denilmiþtir. îlerde
de geleceði gibi fetva verilen görüþ sahibeynin görüþüdür.
Çöken binayý yapmak isteyen ortaða diðerinin mani olmasý
«Eðer aþaðý kat yýkýlsa ve çökse ilh...» Bu tabii kendiliðinden çökerse böyledir. Ama aþaðý kat
sahibi kendisine ait bölümü yýkar, yukardaki bu yýkýmýn neticesi çökecek olursa, bu konuda Fetih´te
þöyle denmektedir: «Bildiðin gibi aþaðý kat sahibinin katýný yýkmasýný men ederiz. Yýktýðý taktirde
yeniden yapmaya da mecbur edilir. Çünkü yukarý katta oturan arkadaþýnýn hakkýna tecavüz etmiþ
sayýlýr. Ki onun o hakký da birinci kat sahibinin evi üzerine bir kat yükselme hakkýdýr ve ayný
zamanda o katýn binasý üzerinde devamýný saðlamak ve devamýna engel olacak her türlü tasarruftan
aþaðý kat sahibinm sakýnmasýdýr.
«Meselenin tamamý Ayni þerhinde zikredilmiþtir ilh...» Orada bu konuda þöyle denmektedir:
Müþterek evin durumu bunun hilafýnadýr. Ýki kiþi arasýnda ortak olan ev yýkýlacak olursa,
ortaklardan biri diðerinin izni olmaksýzýn binayý yenileyecek olursa, diðer arkadaþýndan, ortaðýndan
bir þey isteyemez. Çünkü bu konuda izinsiz, baþkasýna ait bir konuda tasarruf yapmýþ teberruda
bulunmuþ sayýlýr. Çünkü ortaklardan biri bu evi yapmaya mecbur býrakýlmamýþtýr. Zira bu evin
arsasýný taksim ederek herkesin hakkýný almasý mümkündür. Dolayýsýyla herkes kendisine düþen
arsa üzerinde bir þeyler yapabilir. Ama yukarý kat sahibinin durumu ise böyle deðildir. Hatta ev
küçük olsa, taksiminden sonra kimsenin hissesinden yararlanmasý mümkün olmayacak olursa, bu
durumda yapmasý halinde rucu edebileceði, harcadýðýný arkadaþýndan alabileceði söylenmektedir.
Buna göre evin bir kýsmý yýkýlýr veya banyonun bir kýsmý yýkýlýr, ortaklardan biri bunu tamir ederse,
diðer ortaðýn izni olmasa da harcadýðý paranýn diðer ortaðýn hissesine tekabül eden miktar kadarýný
ondan alýr. Çünkü bu tamiri yapmak mecburiyetindedir. Zira o tamiri yapýlan bölüm veya hamamýn
taksimi mümkün deðildir. Ayrý ayrý orada hamam yapmak imkaný yoktur. Dolayýsýyla ortaklardan biri
normal þartlarla bunu tamir edecek olursa, diðeri razý olmasa da hissesine düþen miktarý ödemekle
yükümlüdür. Tümü yýkýlacak olursa, bu da yukarda beyan ettiðimiz tafsile göre deðerlendirilir. Yani
yýkýldýktan sonra arsanýn taksimi mümkün ve hissesine düþen arsa üzerinde müstakil bir bina
yapma imkaný olursa, bu durumda birinci ortak, izin almadan ortak binayý iade ettiði taktirde, iadeye
mecbur olmadýðýndan, karþý taraftan bir þey isteyemez. Aksi halde mecbur sayýlýr. Mecbur sayýldýðý
noktada da karþý taraftan hissesine düþecek masrafý alabilir.
Netice olarak diyebiliriz ki, evin tamamý veya hamamýn tamamý yýkýlacak veya çökecek olursa, eðer
bunlarýn arsalarýnýn taksimi mümkün olur, herkesin kendi hissesine düþende zaruri ihtiyacý için ayrý
þeyleri yapma imkaný varsa, bu durumda ortak malýn tekrar tamiri ve inþasý, diðerinin izni
olmaksýzýn ortaklardan biri tarafýndan yapýlacak olursa, buna mecbur olmadýðýndan karþý taraftan
masrafýný isteyemez. Çünkü müteberridir, yani teberru etmiþ sayýlýr.
Bu ifadenin zahirinden de anlaþýldýðýna göre burada mutlak bir binanýn ifadesi deðil, arsanýn tekrar
o eve veya hamama dönüþtürülmesi meselesidir. Eskiden olduðu gibi mutlak bir bina yaptýranýn
isteði istikametinde bir bina demek deðildir.Eðer arsanýn taksimi mümkün deðilse uygun bir
þekilde tekrar inþa ettirdiði ev ve hamamýn masrafýný yaptýrmaya mecbur olduðu için diðerinden
alýr. Hamamýn bir kýsmý veya evin bir kýsmý çökecek olursa, bu durumuna tamire mecbur olduðu
için karþý tarafýn izni olmadan da tamirini yapsa, masrafýn karþý tarafýn hissesine düþen miktarýný
ondan alýr.
Bu ifadenin yine zahirinden anlaþýldýðýna göre ev küçük olacak olursa böyledir. Ama büyük evin
durumu bunun hilafýnadýr. Çünkü onun taksimi mümkündür. Bu durumda taksim ederler. Eðer
yýkýlan bölüm kenar hissesine düþecek olursa, orada bina yapar. Ortaðýnýn hissesine düþtüðü
taktirde, ortaðý orada dilediðini yapar, denmektedir.
Ynt: Kaza By: neslinur Date: 10 Þubat 2010, 04:45:53
TENBÝH: Bahýr isimli eserde Ýmam Hulvanî´nin bu konuda þöyle bir kaide zikrettiði beyan
edilmektedir: «Herhangi bir ortak, ortaðýný zorlayabileceði bir konuda, ortaðýnýn izni olmaksýzýn
kendiliðinden, teþebbüs edecek olursa, yaptýðý masrafý ondan alamaz. Çünkü bu konuda, teberru
etmiþ kabul edilir. Ama onu zorlayamayacaðý bir durumda yapmasý halinde, durum bundan farklýdýr.
Zorlayabileceði konulara örnek olarak ortak nehrin ayýklanmasý, ortak kusurlu bir geminin veya
ortak bir kölenin cinayetten kurtarýlmasý konusu sayýlabilir.
«Karþý tarafý zorlayamayacaðý, ama kendisinin yapmak mecburiyetinde olduðu konularý yapmasý
halinde, teberru etmiþ sayýlmaz. Yukarý katla aþaðý katýn ayrý ayrý kiþilere ait olmasý halinde, bu
binanýn çökmesi, yukarý kat sahibinin kendi evini iade edebilmesi için, aþaðý katý da yapmasý bir
bakýma karþý tarafý mecbur edemeyeceði, ama kendisinin yapma mecburiyetinde olduðundan,
yaptýðý masrafý karþý taraftan alabilir.»Bundan dolayý ortak hayvanlarýna yem almak istese, masraf
yapmak istese ortaðýn izni olmadan yapmýþ olduðu bu masrafý karþý taraftan olamaz. Çünkü bunu
mahkemeye ileterek karþý tarafý zorlayabilir. Ama ortak ekin ve ziraatta durum bunun hilafýnadýr.
Ziraat konusunda yapmýþ olduðu masrafý karþý taraftan alýr. Çünkü ortaðýný buna mecbur edemez.
Ama kendisi bunu yapmaya mecbur kalmýþtýr. O halde yapmýþ olduðu masrafýn karþý tarafýn
hissesine düþen miktar kadarýný ondan alýr. Nitekim Muhit isimli eserde bu þekilde beyan edilmiþ.
bunu yapmaya mecbur olduðuna da yer verilmiþtir. Meselenin geniþ açýklamasý adý geçen eserde
yer almaktadýr.
Muhit´te bu meseleden önce þu meseleye yer verilmiþtir: «Ýkinci katýn sahibi, birinci katý da
mahkemenin izni ve emrine binaen yapacak olursa, bu durumda yapmýþ olduðu masrafýn karþý
tarafa miktarý kadarýný ondan alýr. Eðer mahkemenin izni olmadan mecburiyetine binaen yapmýþ ise,
binanýn yapýldýðý günkü kýymetini alýr. Fetvada buna göredir. Sahih olan durum ise burada binanýn
yapýldýðý günkü deðeridir. Karþý taraftan masrafý almak üzere müracaat ettiði günkü deðer deðildir.»
Ben derim ki: Yukardaki kaideden þu neticeyi çýkarmak mümkündür:Eðer yapma mecburiyetinde
deðilse, yani kendi durumu onu yapmaya mecbur etmiyorsa -ki bu da yerin taksim edilmesi
halindedir-, bu durumda yapacak olursa. karþý tarafýn iznini de almasa, karþý tarafla ilgili masraflarý
teberru etmiþ sayýlýr. Ondan bir þey istemeye hakký yoktur. Tabiki bu kazaendir. Aksi halde. ortak
onunla birlikte çalýþmaya zorlanabilecek bir konuda olacak olursa, yani nehrin ayýklanmasý
meselesinde olduðu gibi, durum yine böyledir. Ama ortaðýný zorlayamayacaðý bir durumda olacak
olursa, mesela aþaðý katýn yýkýlmasýndan sonra yukarý kat sahibi tarafýndan yapýlmasý meselesinde
olduðu gibi, bu durumda yukarý kat sahibi aþaðý katý inþa ettiði taktirde teberru etmiþ sayýlmaz.
Eðer Kadý´nýn ve mahkemenin izni Ýle bu masrafý yapmýþsa, yapmýþ olduðu masraftan hissesine
düþeni karþý taraftan alýr. Eðer mahkemenin iznine binaen yapmamýþ ise, binanýn yapýldýðý günkü
deðerini yine ondan alýr. Bu konuda çok deðiþik görüþler ileri sürülmüþ, bir sonuca varýlmasý için
yukardaki özet yapýlmýþtýr. Aynca þirket bahsinin sonunda bununla ilgili birtakým meselelere yer
verdik.
Orada nazmen þu ifadeleri de aktarmýþtýk: «Ortaklardan biri, ortak olduðu mallarý karþý tarafýn izni
olmadan tamire çalýþsa, bunu yapmaya mecbur olmadýðý takdirde rucu etmeye hakký yoktur. Bu da
yýkýlan yerin arsasýnýn taksiminin mümkün olmasý halindedir. Ama onu yapmaya, tekrar inþaatý iade
etmeye mecbur olacak olursa, karþý tarafta bunun inþaatýna karþý çýkacak olursa, mecbur edilir.
Eðer onun izniyle olmuþ ise veya Kadý´nýn izniyle olmuþ ise, rucu hakký sabittir. Çünkü böyle bir
mecburiyet dýþýnda yapýlan masraflar teberru yoluyla yapýlan masraflardýr. Ama mecbur olur ve
karþý tarafý da mecbur etmeye yetkisi olmayacak olursa, duvar ve aþaðý kat konusunda olduðu gibi,
yapmýþ olduðu masrafý izne binaen yapmýþ ise, karþý taraftan alýr. Ama izin olmaksýzýn, yani
mahkemenin iznine baþ vurmaksýzýn yapmýþ ise. binanýn yapýldýðý günkü deðerini alýr.»
Þurasý bir gerçektir ki, ikinci katýn sahibi birinci katý yaptýðý taktirde, aþaðý katýn sahibinin. üzerine
düþen borcunu ödemedikçe katýna oturmasýna mani olabilir. Çünkü yukarý kat sahibi, aþaðý katý
yapmaya kendi katýna ulaþmak için mecbur idi. Keza iki kiþi arasýnda bulunan bir duvar üzerine bir
aðaç veya kiriþ atýlmýþ ise, onlardan biri bu duvarý yaptýðý taktirde, diðerinin pardý ve aðaç
koymasýna mani olabilir. Taki bu yaptýðý duvarýn yapýlý olarak kýymetinin yarýsýný ödeyinceye kadar,
ödediði taktirde mani olamaz. Bahýr.
Yine Bahýr´da Camiü´l-Fusuleyn´den naklen þöyle denilir: «Aþaðý kat ve yukarý kat sahiplerinin
birbirinin mülklerinde haklarý vardýr. Yukarý kat sahibinin aþaðý kat sahibinin mülkünde olan hakký,
üzerine ev yaptýrma ve evinin devam etmesi hakkýdýr. Aþaðý kat sahibinin yukarý kat sahibinin
mülkünde olan hakký ise, yaðmurdan onu koruma ve güneþine mani olmama hakkýdýr.»
Daha sonra ayný eserde þu nakillere de yer verilmektedir: «Aþaðý kat sahibi, kendi katýný yýkar
yukarý kat sahibi de kendi katýný yýkacak olursa, aþaðý kat sahibi katýný yeniden yapmakla
mükelleftir. Çünkü bu durumda onun mülküne taalluk eden baþkasýna ait bir hakký da heder
etmiþtir. Aynen mülk heder edildiði zaman nasýl ödeniyorsa, burada da ödemesi gerekir.î»
Yine Bahýr´da, «Bu ifadenin zahirinden yukarý kat sahibine böyle bir mecburiyet yoktur.»
denmektedir. Fethü´l-Kadir´in ifadesinden anlaþýlan, bunun hilafýna olan görüþtür ki, o da aþaðý kat
sahibi katýný yaptýðý taktirde. yukarý kat sahibinden kendi katýný yapmasýný istese, yukarý kat sahibi
kendisine ait katý yapmaya mecbur edilir. Çünkü meselenin suretindeki tasavvur, yukarý kat sahibi
kendi katýný yýkmýþtýr. Aþaðý kat sahibi katýný yaptýktan sonra, yukarý kat sahibi de kendi katýný
yapmaya mecbur edilir. Mecbur edilmesinin sebebiyse, yukarda belirtildiði gibi, onun katýnda aþaðý
kat sahibinin bazý haklarý mevcuttur. Bu haklarýný temin maksadýyla yukardaki evin sahibi
tarafýndan yapýlmasýný isteyebilir. Ama kat sahibinin dahli ve sun´u olmaksýzýn yýkýlacak olursa, bir
taaddi ve tecavüz söz konusu olmadýðýndan, katýný yapmaya mecbur edilmez. Nitekim aþaðý katýn
yýkýlmasý halinde olan mesele ile ilgili benzeri bir meseleyi þarih yukarda zikretti.
Bahýr´da yine Zahire isimli eserden naklen, «Aþaðý katýn tavaný ve o tavanda olan kiriþler ve onun
makat altýna atýlmýþ olan diðer malzeme, hasýr, çamur gibiler, aþaðý kat sahibinin mülküdür.»
denmektedir. Fetih.
Ben derim ki: Hayriye isimli eserde, «Aþaðý katýn tavanýnýn sývanmasý ortak kat sahiplerinin
herhangi birinin üzerine düþen görev deðildir. Yukarý kat sahibinin üzerine düþmez. Çünkü bu
durumda baþkasýna ait mülkiyetin ýslah ve tamiri görevi ona verilmiþ olur ki, böyle bir durum da söz
konusu deðildir. Çamur oturmakla aþýnmýþ ve bunda bir taaddi yoksa, yine yapma mecburiyeti
yoktur. Ama bir tecavüz ve taaddi sonucu çamurlar ve sýva izale edilmiþ ise, bunu ýslah etmek
mecburiyetindedir.
«Aþaðý kat sahibinin üzerine de onu sývamak gerekmez. Çünkü bir kimse kendi mülkünü ýslaha
mecbur edilemez. Dilerse sývar ve böylece zararý kaldýrmýþ olur, dilerse oradan meydana gelecek
zararý yüklenir, kimse bu konuda ona müdahale edemez.» denilmiþtir.
TETÝMME: Bahýr isimli eserde Camiü´l-Fusuleyn´den þu ifadelere de yer verilmektedir: «Ýki kiþi
arasýnda olan bir duvarda, her ikisine ait bir yük bulunacak olursa, buna haýt adý verilir. Onlardan
biri bunu yapmak istediðinde, tamir etmek istediðinde, diðer taraf buna karþý çýkacak olursa,
yapmak isteyen taraf diðer tarafa, «Sen kendine ait olan aðýrlýklarý oradan kaldýr. Kendin ayrý bir
direk dikerek o duvar üzerindeki yükü kendi direðine ver.» der ve kendisinin duvarý yapacaðý ve
yükselteceðini ona bildirir. Buna da bir tarih verir. Bu bildiri ve tarih konusunda yazmýþ olduðu
noktaya veya yazýsýz da olsa þahitler gösterir. Karþý taraf buna uyduðu taktirde, ne âlâ, uymayacak
olursa, öbür tarafýn duvarý yükseltmeye hak ve selahiyeti vardýr. Bu durumda ýslah ve tamirine ve
yükseltilmesine karþý çýkan kiþinin duvar üzerindeki yükleri çökecek ve zarara uðrayacak olursa,
bunu ödemez. Çünkü gerekli ikaz ve uyarý yapýlmýþtýr.»
Ben derim ki: Bundan anlaþýldýðýna göre, aþaðýdaki mesele de bunun benzeri olsa gerektir: Aþaðý
kat sahibi, kendi katýna ait olan bölümleri tamir etmek istese. yukardakinin buna karþý çýkmasý
halinde, yukardaki duvar sahibinin yapmak istediði zaman takip etmesi gereken yollarý aynen takip
eder. Bu yararlý bir meseledir. Buna iþaret edene de rastlamadým.
«Dikdörtgen þeklinde uzanan sokak ilh...» Bu caddeden ayrýlan bir sokak demektir.
«Benzeri ilh...» Yani benzeri ifadesiyle birincisi gibi uzun olan bir sokak kasdedilmiþtir. Bununla da
yuvarlak olan, alan þeklindeki giriþin ayný olmadýðý belirtilmiþ olmaktadýr.
«Ancak çýkmaz sokak ilh...» Bu ifadeden anlaþýldýðýna göre, birincisi çýkar bir sokaktýr. Bahýr isimli
eserde bu ifade mutlak olarak zikredilmiþtir. Yani birincisi birçok kitapta zikredildiði gibi, çýkar mý,
çýkmaz mý, þeklinde bir kayýt koymaksýzýn mutlak olarak yer almýþtýr. Nihaye isimli eserde
Ebulleys´e uyularak, «Bunun çýkmaz sokak ile kayýtlanmasý gerekir» denmiþtir. Timurtaþî. «Bunun
çýkmaz sokak þeklindeki ifadesi de bunu gösterir. O zaman bunun söylemek istediði husus, onun
gibi çýkmaz olan bir sokak þeklinde tefsire hamledilmemi gerekir.» denmiþtir.
Ben bu konuda derim ki: Yukarda yapýlan bu tartýþmalar, bazý meselelerde birincisinin çýkar,
ikincisinin çýkmaz sokak olmasý durumunda bazý farklýlýklarýn ortaya çýkmasýný gerektirir.
Dolayýsýyla her ikisinin çýkmaz olmasý veya her ikisinin çýkar olmasý þeklindeki tefsirler uygun
olmasa gerektir.
«Baþka bir tarafa çýkýþý olmayan ilh...» Bu ana caddeye çýkýþý olmayan veya ana caddeye götürecek
bir çýkýþa çýkýþý olmayan demektir. Bu da baþka bir çýkmaz sokaða çýkan sokaðýn hükmünün ayný
olmadýðýný belirtmek içindir.
Bir ev için ikinci bir kapý açma meselesi
«Geçmek için kapý açmaktan men edilir ilh...» Fethü´l-Kadir´de þu ifadelere yer verilmektedir: «Bazý
ulema kapý açmaktan deðil, oradan geçmekten men edilir demiþlerdir. Çünkü insan dilerse duvarýný
tamamen yükseltebilir, dilerse bir kýsmýný yapýp diðer bir kýsmýný yapmayabilir. Bu da bir bakýma
kapý açma demektir. Ancak zahir olan görüþe göre, kapý açmaktan men edilir. Çünkü Ýmam
Muhammed tarafýndan Camiü´s-Saðir´de bu mesele nassan belirtilmiþtir.
«Bunun gerekçesi ise, kapý açtýktan sonra, onun oradan geçmesine mani olunamaz. Çünkü gece
gündüz onun murakabesi mümkün deðildir. Ayrýca buraya bir kapý açmasýyla aradan zaman
geçecek olursa, orada bir murur hakký olduðunu iddia edebilir. Buna gerekçe olarakta açmýþ
olduðu kapýnýn eski olduðunu ve burada geçiþ hakký olduðunu ileri sürebilir. Bunu önlemek için
kapý açmasýna engel olunur.»
«Iþýk ve rüzgar için ilh...» Iþýk ve rüzgar için bir pencerenin veya bir deliðin açýlmasýna mani
olunmaz. Ýmam Aynî bu iki ifadeyi naklettikten sonra þöyle demektedir: «Ancak geçmek için kapý
açacak olursa, istihsanen buna mani olunur. Ama açacaðý delik veya pencere rüzgar için, veyahut
ýþýk olmak içinse, buna mani olunmaz.» Bu ifadelerin Fahrülislamýn Ebu Cafer´den naklettiði
ifadelere tamamen uygun görüldüðü de eklenmiþtir.
Ben derim ki: Kapý yüksekten açýlacak olur, geçiþe, o sokaktan iþlemesine elveriþli deðilse, nitekim
yukardaki gerekçenin de iþaret ettiði gibi, o zaman buna mani olunmamasý gerekir. Yine bu konuda
bazý ulemanýn beyan etmek istediði geçiþe elveriþli bir kapýnýn açýlmasý halinde, buna mani
olunmasý gerekir.
«Ana sokaða kapýsý açýlan bir evin çýkmaz sokaða kapýsýnýn açýlmasý yasaktýr ilh...» Bu da birinci
çýkmazdan ayrýlan bir çýkmaz olarak, köþe veya bucak olarak açýklanmaktadýr. Ama çýkar
sokaklarda ise her iki tarafa kapý açmasýna mani bir durum yoktur. Çünkü çýkar sokaklardan
herkesin geçme hakký vardýr. Evi olan bir kiþi çýkar sokaða bir kapý daha açmasý hakkýdýr.
«Sahih olan görüþe göre ilh...» Bu ifadenin karþýlýðý olan diðer görüþü yukarda beyan ettik ve
açýkladýk. Orada kapý açmasýna mani olunmaz. Ancak oradan geçmesine mani olunur diyen görüþ,
sahih olan görüþün karþý görüþüdür.
«Çünkü onlarýn oradan geçme haklan yoktur ilh...» Birinci çýkar sokaðýn çýkmaz sokaða olan
duvarlarýndan kapý açarak o sokaktan geçme haklarý olmadýðý için kapý açma haklan da
olmamaktadýr. Orasý özellikle o çýkmaz sokak sakinlerine aittir. Bunun için de o çýkmaz sokak
içerisinde bir ev satýldýðý taktirde, birinci çýkar sokaktaki evlerin o evde þuf´a hakký yoktur. Mesele
Fetih´te bu þekilde açýklanmýþtýr. Zira þuf´a hakký ya maldaki mülkiyet ortaklýðýndan veya komþuluk
hakkýndan veya yolda olan ortaklýk hakkýndan kaynaklanmaktadýr. Buradaki yolda bir ortaklýk hakký
bulunmadýðýndan onlara þuf´a hakký tanýmamaktadýr. Bu her bakýmdan bitiþik bir komþu kabul
edilmiþ olsaydý, onlara þuf´a hakký tanýnmasý gerekirdi. Þurumbulalî.
Daha sonra Fethü´l-Kadir´de, «Çýkmaz sokak içinde oturanlarýn durumu bunun hilafýnadýr.»
denmektedir. «Onlardan herhangi biri diðer çýkar sokaða istedikleri zaman kapý açabilirler. Kapý
açmalarý ise, geçme haklarýna bina edilmektedir. Geçme haklarý olduðuna göre, kapý açma haklarý
da vardýr.»
Ýmam Makdisî der ki: «Uzun ve çýkar sokaða kapýsý açýlan bir eve çýkmaz sokak tarafýndan ikinci bir
kapý açýlmak istense, buna engel olunmasý gerekir.»
Bu ifadede de yukardaki gerekçeyi teyid eden bazý faydalara rastlamak mümkündür. Ki o da birinci
sokak eðer çýkmaz bir sokak ise, ikinci çýkmaz sokaktan herhangi biri birincisine bir kapý açmak
istese, buna kapý açabilir. Eðer evi birinci geçiþin köþesine bitiþik ise ve ama evinin ana giriþi ikinci
çýkmazda ise birinci çýkmaz sokaða kapý açmasý, oradan geçme hakkýna tabidir. Geçme hakký
olmadýðýna göre, oraya da kapý açma hakký da yoktur.
Eðer birincisi çýkar sokak olacak olursa, o mesele bunun hilafýnadýr. Çünkü oradan geçebileceði
gibi, diðer taraftan da geçme hakkýna sahiptir. Geçme hakkýna sahip olduðu her yola kapý açmasý
da hakkýdýr.
Bununla, yollar belirtildiði gibi, birinci sokaðýn, çýkar sokak olup olmamasý arasýndaki fark böylece
belirtilmiþ oluyor. Fethü´l-Kadir´ýn ifadeleri de birinci sokaðýn çýkar bir sokak olmasýna bina
edilmekte, ona göre tefsir edilmektedir. Eðer çýkmaz bir sokak olduðu kabul edilseydi, mesele
mecrasýnýn dýþýna çýkarýlmýþ olurdu.
TENBÝH: Yukardakilerden anlaþýldýðýna göre, bir kimse bundan daha aþaðý bir kapý açmak istese,
kapý açmak istediði sokakta çýkmaz bir sokak olsa, bundan men edilir. Diðer bir rivayete göre men
edilmez denmiþtir. Her iki görüþte fetva için seçilmiþ görüþlerdendir. Hayriye´de, bu konuda,
«Metinler men edilmesi istikametindedir. Ýtibar da ona olmasý gerekir.» denmektedir.
«Daire þeklinde olan ve çýkmaz sokak biçiminde görülen hususlarda ise ilh...» Bu, uzun caddeden
benzeri bir þekilde ayrýlan çýkmaz sokak ifadesinden baþka bir husustur. Bu konuda Dürer üzerine
Vanî´nin yazmýþ olduðu haþiyede þöyle denmektedir: Eðer yuvarlak olan bu giriþ, yan daire veya
daha az bir biçimde ise, ortak saha mesabesindedir, Ama yok ondan büyük ise, ona kapý
açýlmasýna mani olunur. Ýkisi arasýndaki fark biraz önce de belirttiðimiz gibi dar olan ve yarý
daireden küçük olan husus ortak bir saha müteala edilmekte, ikincisi ise bu þekilde kabul
edilmemektedir. Zira dairenin giriþi içinden daha dar olur ise, orasý baþka bir yer mesabesinde
olmaktadýr. Birinci sokaða tabi bir durum deðildir denmiþtir.» Bunu diyen Sadrý Þeria ile Molla
Miskin´dir. Fakat Ýbni Kemal bu görüþü benimsememiþ ve kabul etmemiþtir.
«Çünkü o bir saha mesabesindedir ilh...» Fetih´de bu konuda, «Herkesin oraya girip çýkma ve orada
gezme dolaþma hakký vardýr. Çünkü o ortak bir sahadýr. Ancak burada söylenebilecek husus, o
bölgede bir ev satýldýðý taktirde, diðerleri de bu evde þuf´a hakkýna sahiptirler.» denilmiþtir.
«Ona büyük bir kapý yapmalarý caizdir ilh...» Bu ifadeler deðiþik þekilde yorumlanmýþtýr. Burada en
uygun olan Kemal Ýbnül Hümam´ýn Ýmamý Hülvani´den nakletmiþ olduðu ifadedir. Yani ana sokaktan
dörtgen biçiminde çýkmaz bir sokaðýn.ayrýlmasý halinde, o sokaða kapýlan açýlan kiþiler sokaðýn
giriþine büyük bir kapý yaptýrarak diðerlerinin oradan geçmesine mani olabilirler.
«Meselenin þekli aþaðýdaki gibidir ilh...» Bazý nüshalar meselenin þekli hakkýnda deðiþik suretler
vermiþlerdir. Ama biz aþaðýda, dikdörtgen þeklinde uzun sokaktan ayrýlan benzeri çýkar bir sokak,
çýkmaz diðer bir sokak ve yuvarlak bir giriþ ve dörtgen biçimindeki giriþleri, evleri de
þekillendirmeye çalýþacaðýz.
Çýkmaz sokaðýn köþesindeki üçüncü ev, uzun cadde biçiminde olan geniþ sokaða açýk kapýsý
bulunan bu köþedeki onun çýkmaz benzeri dikdörtgen biçimindeki sokaða ikinci bir kapýsýnýn
açýlmasý istense, buna mani olunur.
Çünkü onun o çýkmaz sokakta geçme hakký yoktur. Ama önceden çýkmaz sokaða bir kapýsý varsa,
cadde biçiminde olan uzun bir sokaða kapý açmasýna mani olunmaz. Dördüncü ev, yani çýkmaz
sokaðýn ikinci köþesinde olan evin durumu da aynýdýr. Daha önceden ana sokaða kapýsý varsa,
çýkmaz sokaða yeni bir kapý açmasýna izin verilmez. Eðer çýkmaz sokaða kapýsý varsa, uzun sokaða
onun da çýkmaz bir sokak olmasý halinde ikinci bir kapý açma hakký yoktur. Çünkü orada kendisine
murur hakký tanýnmamaktadýr. Ama çýkar sokak olduðu taktirde, her iki taraftan geçiþ hakký
olduðuna göre, iki tarafa da kapý açabilir. Beþinci ev -ki çýkar sokaðýn saðdan ilk köþesinde olan
binadýr__ bu ev sahibinin her iki sokaða da kapý açmasýna izin verilir. Altýncý ev ise, birincisi çýkar
olduðu taktirde hem oraya, hem de ikinci çýkar sokaða kapý açabilir. Ama birinci çýkmaz bir sokak
ise, ancak ikinci sokaða kapý açabilir. Birinci sokaða kapý açma hakký yoktur.
Taksim edilen ortaklý evde taraflarýn kapý açmalarý
TETÝMME: Minyetü´l-Müfti isimli eserde Taksimle ilgili bölümde þu ifadeler yer almaktadýr: «Çýkmaz
sokakta olan bir ev, bir topluluk arasýnda ortak olacak olursa, taksim ettikten sonra onlardan her
biri kendisine ait hissede bir kapý açmak istese, o mahalle sakinlerinin onlara mani olmasý doðru
olmaz, kapý açabilirler.»
Ben derim ki: Bunun eski kapý cihetinde açmalarý kaydýna baðlý olmasý gerekir. Ama öbür tarafta
kapý açamazlar. Nitekim yukarda Hayriye´den naklettiðimiz ve metinlerde mutemet olan görüþün bu
olduðunu söylediðimiz meselede olduðu gibi. Evet sahih ve kabul edilir ikinci kavle göre, meselede
bir tafsil yoktur. Yani falan tarafa acar, falan tarafa açamaz diye bir kayýt yoktur. Diledikleri tarafa
kapý açabilirler.
Daha sonra Minye´de, «Bir kimsenin evi olsa, kapýsý çýkmaz bir sokaða açýlsa, ona bitiþik bir ev
satýn alsa, ancak bu evin kapýsý baþka bir sokaða çýkýyorsa, onun ikinci sokaða o evinden bir kapý
açmasý caizdir ama birinci sokaða açamaz.»
Bu ifade Ebu Cafer ve Ebulleys tarafýndan nakledilmiþ ve fetva olarak benimsenmiþtir. Ebu Nasih
bu konuda der ki: «Her iki tarafa açabilir. Çünkü o sokak sakinleri sokakta ortaktýrlar. Bunun delili
de orada satýlan herhangi bir evde yol ortaklýðý olduðundan eðer daha kuvvetli biri yoksa, tüm
sakinler için þuf´a hakký ayný derecede sabit olur.
Ben derim ki: Bu da yukardaki ihtilafa göre olsa gerektir.
«Bir kimse mülkünde yapacaðý tasarruftan men edilmez ilh...» Bu kaide yukardaki meseleye ters
düþmektedir. Çünkü o meselede aþaðý kat sahibinin sanattan men edilmesi mutlak bir þekilde idi.
Bunun açýk bir zarar verip vermemesi ile mukayyet olmadýðý orada görülmüþtü. Burada ise
tasarruftan men edilmesi, karþý tarafa ve komþusuna açýk bir zararýn husule gelmesi ile
mukayyettir. Özellikle aþaðýda nakledeceðimiz zahirur rivaye kavline göre, mutlak bir þekilde
hakkýndan men edilmemesi, dilediði tasarrufu yapmasý gerekir.
Evet yukarda beyan etmeye çalýþtýðýmýz ve fetva için seçildiðini söylediðimiz görüþ, açýk zararý
bulunduðu taktirde tasarruftan men edilmesidir. Zarar olup olmadýðý þüphesi olan tasarruflarda da
durum aynýdýr. Buna cevap olarak yukardaki meselenin bu kaidenin feri olmadýðý söylenmektedir.
Çünkü buradaki kiþinin kendi özel mülkünde olan ve komþusunun hiçbir hakký bulunmayan
malýnda tasarrufudur. Yukardaki ise komþusunun hakký bulunan bir konuda tasarrufu ile ilgilidir.
Çünkü aþaðý kat her ne kadar sahibinin mülkü ise de orada, yukarý kat sahibinin bazý haklarý
bulunmaktadýr. Bunun için de mutlak bir þekilde men edilmesi, buna dayanmaktadýr. Ve yine aþaðý
kat sahibi kendi katýný yýkacak olursa. eski þekilde yapmakla emredilir. Ama burada mesele böyle
deðildir. Bu da önemli bir meseledir. Deðerlendir.
«Ýmadiye isimli eserde bu görüþ benimsenmiþtir ilh...» Ve orada Camiû´I-Fusuleyn´deki ifadeye
benzer þu ifade kullanýlmýþtýr: «Netice olarak, kýyas bu tür meselelerde, bir kimse kendi özel
hakkýnda tasarruf etmek istese, baþkasýna zararý da olsa, bu tasarruftan men edilemez. Ancak
baþkasýna açýk bir zararý olan bu konularda, bu kýyas terkedilmiþ, bununla amel edilmemiþtir. Hatta
diðer bir rivayete göre men edileceði söylenmiþtir. Birçok ulema bununla amel etmiþler, fetva da
buna göre olmuþtur. Yani bir kimsenin özel mülkündeki tasarrufu baþkasýna zarar vermeme þartý ile
mukayyettir. Zarar verecek herhangi bir tasarruftan men edilmesi, fetva için benimsenen görüþtür.
Ben derim ki: Sanki üçüncü mesele imiþ gibi bir durum meydana geldi. Halbuki men edileceði bir
rivayette nakledilmiþtir sözü, kýyasýn terk edilmesi gereken meseleyle aynýdýr.
Evet Hayriye isimli eserde þöyle bir mesele yer almaktadýr: «Mutlak bir þekilde men edilmesi de bir
rivayettir. Bunun gereði üçüncü bir kavlin ortaya çýkmýþ olmasýdýr ki, o da zarar ister açýk olsun,
ister olmasýn, tasarruftan men edileceðidir.»
Yalnýz þu kadar var ki, bu mesele Hayriye´de Tatarhaniye ve Ýmadiye´ye nisbet edilerek nakledilmiþ,
halbuki Ýmadiye´de böyle bir meselenin olmadýðý yukarda da açýkça belirtilmiþ idi. Bundan sonra
burada söylenebilecek söz, «Mutlak bir þekilde men edilir.» sözü bir kalem hatasý olsa gerektir.
Bunun böyle olduðuna delil de. Fethü´l-Kadir´deki þu ifadedir: «Hasýlý bu meselelerde malik (sahip)
mutlak bir þekilde dilediðini yapabilir. Çünkü kendi özel mülkünde tasarruf etmektedir. Ancak zararý
baþkasýna açýk bir þekilde olacak olursa. tasarruflardan men edilmesi kýyas dýþý istihsanla sabit
olmuþtur. Burada acýk zarardan maksatta karþý tarafa büyük bir zarar vermesidir. O da onun
mülkünü yýkabilecek nitelikte olan bir zarardýr. Veya istifade etmesine engel olabilecek bir zarardýr.
Bu da kiþinin zaruri ihtiyaçlarýna mani olan durumdur. Mesela tamamen ýþýðýna engel olmak
meselesi buna bir örnektir. Fetvada bu görüþe göre verilmiþtir. Herhangi bir zarardan dolayý
büyükte olmasa men edilir þeklindeki ifade, insanýn kendi mülkünden tamamen istifadeye engel bir
durum teþkil eder. Nitekim yukarda buna iþaret ettik.»
Gördüðün gibi burada müftabih olan görüþ, mutlak bir þekilde zarar olsun olmasýn men ediliþi
deðil, açýk bir zarar olduðu taktirde ona mani olunacaðýdýr. Herhangi bir basit zarardan dolayý kiþi
mülkündeki tasarruftan alýkonamaz. Aksi halde hiç kimse kendi mülkünde tasarrufa sahip sayýlmaz.
Mesela bir kimsenin bahçesinde aðaç olsa, komþusu o aðacýn gölgesinden istifade etse, aðacý
kesmek istediði zaman komþu, «Ben zarar görüyorum» diye o komþunun bu aðacý kesmesine
engel mi olmasý gerekir. Bu tür zararlar basit zararlardýr. Kiþinin kendi mülkündeki tasarrufa engel
olabilecek nitelikte deðildir. Ama fahiþ bir zarar olduðu taktirde, mesela öne bir duvar yapýp bütün
ýþýðýný kapatmasý gibi tasarruflar komþuya zarar vereceðinden, bu tür tasarruflara sahip deðildir.
Ben derim ki: Mevla Ebu Suud bu konuda þöyle bir fetva vermiþtir:Tamamen ýþýða engel olmak için,
ýþýðý kapatmak, kiþinin evinde oturduðu zaman yazý yazamayacak kadar ýþýk gelmemesi demektir.
Buna göre eðer komþunun iki penceresi olsa birinci komþu pencerelerden birinden gelen ýþýðýna
engel olabilecek bir tasarrufta bulunsa, bu da o pencereden istifade edilmeyecek þekilde olsa
diðerinin ýþýðýyla yazý yazmak, kitap okumak mümkün olduðuna göre, komþunun kendi özel
mülkündeki tasarrufuna mani olunamaz. Bu ifadenin zahirinden de anlaþýldýðýna göre kapýdan
gelen ýþýk muteber deðildir. Çünkü soðuk ve sýcak için kapýyý kapatma ihtiyacýný duyabilir. Nitekim
bununla ilgili meseleleri Tevkihu´l-Fetava el-Hamidiyye isimli eserimizde zikrettik.
Bahýr isimli eserde þu ifadeler yer olmaktadýr: «Ýmam Razi istihsanla ilgili kitabýnda þöyle
demektedir: «Bir kimse kendi evinde devamlý ekmek yapmak için bir tandýr yapsa nitekim bazý
yerlerde olduðu gibi veya un öðütmek için bir deðirmen taþý yerleþtirse veya elbise dövücüleri için
tokaçlar koysa caiz olmaz. Çünkü bu komþularýna büyük zarar vermektedir. Ki bundan komþunun
korunmasý da mümkün deðildir. Devamlý olan, duman gelecek deðirmen ve elbise dövücülerinin
sesleri, çalýþmalarý binayý zayýflatacaktýr. Hamam meselesi bunun hilafýnadýr. Çünkü hamamdan
ancak bir rutubet belirmesi þeklinde karþý taraf zarar görebilir. Bundan da sakýnmak mümkündür.
Mesela komþunun duvarýndan sýzan sularla beliren rutubetli tarafa bir duvar yaparak bu zararý
önlemek mümkündür. Yine evlerde normal bir þekilde, yapýlmýþ tandýr da bunun hilafýnadýr. Çünkü
küçük tandýrlar komþuya fazla bir þekilde zarar vermemektedir.»
Ýmam Nesefi´nin hamam meselesinde sahih görüþ olduðunu söylediði ifade þudur: «Eðer
hamamdan da komþu büyük bir þekilde zarar görecek olursa tasarruftan men edilir. Aksi halde
mani olunmaz.»
«Hatta komþu bir pencere açmaktan men edilir ilh...» Eðer açýlan bu pencerede diðer komþunun
büyük bir zararý söz konusu ise buna engel olunur. Yukardaki ifadeler buradakine karine teþkil
etmektedir. Ki o da Kariü´l-Hidaye´nin bu konuda vermiþ olduðu fetvadýr. O da þudur: «Kendisine bu
konuda bir soru tevcih edilerek, «Komþu diðer komþunun bahçesine, evine ve bahçesine çýkan ehil
ve iyaline bakan bir pencere açmaktan men edilir mi?» dendiðinde, cevap olarak, «Evet, ondan men
edilir. Çünkü bu komþu için büyük bir zarardýr.» demiþtir. Menih isimli eserde Mudmarat´tan yani
Kuduri þerhi Mudmarat´tan naklen bir meselede þöyledir: «Eðer bu açýlan pencere bakmak içinse,
komþunun bahçesi de kadýnlarýn oturmasý için tahsis edilmiþ bir yer ise, men edilir. Fetva da buna
göredir.»
Hayreddin Remli bu noktada bir diðer mesele nakletmiþ ve demiþtir ki: «Benim görüþüme göre,
eskisiyle yenisi arasýnda bir fark yoktur. Çünkü açýk bir zararýn olmasý halinde pencere eski de
olsa, bunun kapatýlmasý gerekir. Nasýl ki yenisine izin verilmiyorsa eskisine de zarar verdiði için
engel olunmasý gerekir. «Zarar kadimde olsa izale edilir,» kaidesi bu noktayý izah etmektedir.
«Amel metindeki ifadelere göredir ilh...» Burada denebilir ki, bu þerhle beraber olan her metin için
söylenemez. Bu ancak eski metinlerle ilgili olsa gerektir. Tahtavi.
Yani bu mesele daha çok metinlerle ilgili olmayan bir meseledir. Þarihin ifadesinden de
anlaþýldýðýna göre, þarih musannýfýn metinde benimsediði görüþü benimsemiþ, çünkü komþusuna
ikram mahiyetinde açýk zararýný komþusundan men etmesi, en uygun olan görüþtür demiþtir.
Bunun için de musannýfýn ve þarihin benimsedikleri ve müteahhir ulemanýn fetva verdikleri ve
fetvanýn da bu kavil üzeredir dedikleri görüþ budur.
Netice olarak burada iki kuvvetli görüþ vardýr. Bu görüþlerden biri yukarda açýklamaya çalýþtýðýmýz
gerekçeden dolayý tercih edilmiþ, diðeri zarar da verse mutlak þekilde mülkünde tasarrufa sahiptir
görüþü de mezhebin aslýnda olan ve zahirur rivaye dediðimiz görüþtür.
«Aþaðý kat meselesine kýyasla ilh...» Ben derim ki, bu meseledeki kýyas, teslim edilir bir kýyas
deðildir. Çünkü fukahanýn sözüne tamamen muhaliftir. Hattýzatýnda kýyas maalfariktir. Þöyle ki,
mezhebin esas görüþü, meselemizde mutlak bir þekilde kiþinin mülkündeki tasarruftan men
edilmemesi istikametindedir. Gerekçe olarak insanýn kendi özel mülkünde dilediðini
yapabilmesidir. Sonradan gelen ulema, mezhebin aslý olan zahirur rivaye dediðimiz bu görüþe
muhalefet etmiþler ve meseleyi, fahiþ bir zarar terettüp etmesi halinde, komþusu bu tasarrufunda o
zaman men edilir.» þeklinde kayýtlamýþlardýr. Bu kayýtta da zarar verecek mi, vermeyecek mi
þeklindeki tereddütlü meselede devreden çýkmýþ olmaktadýr. Tereddütlü olan aþaðý kat meselesinin
zarar var mýdýr, yok mudur meselesine kýyas edilmesi de sahih deðildir. Çünkü mezhebin nakli
sayýlan metin kitaplarý tasarrufdan men edileceði üzerinedir. Meselemiz ise onun aksinedir.
Bazý ulema burada fetva verilen görüþün zarar verme veya zarar olma ihtimali olduðu taktirde men
edilir diyen görüþtür.» demiþlerdir. Bu da aþaðý kat meselesiyle ilgilidir. Bu görüþün o meselede
benimsenmesi bir kimsenin kendi mülkündeki tasarrufu mutlak bir þekilde sahihtir. Ancak o mülkte
komþusunun hakký bulunmamasý gerekir. Aþaðý kat her ne kadar sahibine ait ise de yukarý kat
sahibinin onda bazý haklarý vardýr. Bunun için de yukardakinin izni olmaksýzýn aþaðý kat sahibinin
tasarruf etmesi meselede asýl olandýr. Þerhinde bulunduðumuz mesele ise bunun hilafýnadýr.
Çünkü burada asýl olan caiz olmasýdýr. Gerekçesi ise baþkasýnýn hakký taalluk etmeyen kendisine
has ve özel mülkünde tasarrufta bulunmaktadýr. Müþkül dediðimiz þüpheli olan meseleyi diðer bir
þüpheli meseleye kýyas etmek, yaný buradaki þüpheli noktayý aþaðý kat meselesindeki þüpheli olan
duruma kýyas etmek sahih olmasa gerektir.
Çevirenin notu :
Buraya kadar olanlar bizzat ibni Abidin kendi yazýsý ile yapmýþ olduðu haþiyedir. Diðer cüzleri de
kendisi tamamlamýþtýr. Ama bu cüzün tamamlanmasýnda oðlu Muhammed Alaaddin görevi
üstlenmiþ, babasýna ait bazý hamiþlerde olan meseleleri de ona ekleyerek þerhe baþlamýþ
bulunmaktadýr. Yani Ýbni Abidin merhum önceden Kitabul icareden baþlamýþ, kitabýn sonuna kadar
haþiyesini tamamlamýþ, sonra baþtan baþlayarak buraya kadar gelmiþ ömrü vefa etmemiþ Cenabý
Hak´kýn çaðrýsýna icabet ederek civarý Rabbil alemine intikal etmiþtir.
Vefatýndan önce merhum Ýbni Abidin´in Dürrülmuhtar nüshasý üzerine almýþ olduðu bazý notlarý
ölümünden sonra oðlu Alaaddin derlemiþ ve bunlarý babasýnýn nüshasýna eklemiþtir. Buradaki
terceme edilen bölüm babasýnýn haþiye olarak yazdýðý deðil, kitabýn kenarýna almýþ olduðu
notlardan ibarettir. Bunun için de Ýbni Abidin´in oðlu Alaaddin merhum, babasýndan sonra bu
bölümleri iki ciltlik Tekmile isimli eserinde yeniden ele almýþ, babasýnýn eski metodu üzerine hatta
bazý noktalarda daha da meseleye açýklýk getirici izahlar vermiþtir. Biz burada tercememize yine
Ýbni Abidin´in eserine devam ederken oðlunun tekmile olarak yazdýðý o iki ciltlik eserinden bazý
meseleleri de aydýnlatmak için nakiller yapmaya çalýþtýk. Tabiki bunlar metin bölümüyle ilgili
deðildir. Metin Tenvirul ebsar ve bunun üzerine yazýlmýþ olan Dürrül Muhtar isimli iki eserin bir
arada tercemesidir. Ýzah bölümleri Ýbni Abidin´e aittir. Onun için görülecek ki bu bölümlerde Ýbni
Abidin merhum yukarda olduðu gibi geniþ bir izah yapmamýþtýr. Sebebi de yukarda belirttiðimiz
husustur.
Ynt: Kaza By: neslinur Date: 10 Þubat 2010, 14:55:55
METÝN
Bir kimse diðer birinin kendisine bir mal hibe ettiðini iddia etse ve bunu tarih vererek belirlese,
karþý tarafýn bunu inkar etmesi sonucu kendisinden beyyine istense o da beyyine istendiði ve karþý
tarafýn hibeyi inkar ettiði için o malý ondan satýn aldýðýný söylese veya inkardan hiç söz etmeden,
hibe tarihinden sonra bir tarihte satýn aldýðýna dair beyyine ikame etse bu durumda meselenin her
iki suretinde de getirdiði beyyine kabul edilir. Ama bu satýþ tarihi, hibe tarihinden önce olacak
olursa kabul edilmez.
Yukardaki «veya inkardan söz etmez» ifadesinden þu anlaþýlmaktadýr: Kiþinin birbirine zýt iki
ifadesini uzlaþtýrma imkaný yeterli sayýlýr. Yani iki ifade arasýnda telif kabil ise, o istikamette amel
edilir. Bu meseledeki dört görüþten fetva için seçilmiþ olaný, Þeyhülislama ait olan bu görüþtür.
Ýmam Hacendi ise, «Bunun davacýnýn iddiasý ile deðil davalýnýn iddiasýyla ilgili olmasý gerekir. Yani
iki ifade arasýnda telif imkaný ile iktifa edilmesi onun ifadelerine ait bir husustur. Çünkü davacý bir
hak iddiasý peþinde, davalý ise yani aleyhinde hibe ettiði söylenen kiþi ise, bunu bertaraf etmek
istemektedir. Görünüþte zahiri delil istihkak için deðil, def için yeterli sayýlýr ve kabul edilir.»
demiþtir. Bezzaziye.
Hibe tarihinden önce ve sonra satýn alma meselelerinde ise, satýn alma tarihinin hibe tarihinden
sonra olmasý halinde, iki ifade arasýnda bir telif saðlanabilir. Ama ikinci ifadede, yani satýn alma
tarihini hibe tarihinden önce verecek olur, beyyine de bunu gösterirse, daha sonra «Bana hibe etti
ben de kabzettim» demesi ile birinci ifadesini nakzetmiþ olur. Çünkü kendi malý durumunda olaný
baþkasýndan hibe yolu ile kabzettim iddiasý, birincisine tamamen terstir. Onun için satýn alma
tarihinin hibe tarihinden sonra olmasý ve bunun da beyyine ile tevsik edilmesi gerekir.
Ama her iki mesele için bir tarih vermemiþ veya birisi için tarih vermiþ, diðeri için tarih vermemiþ
ise, getirmiþ olduðu beyyine yine telif ve uyum saðlama imkaný bulunduðu için, kabul edilir. Çünkü
satýn alma hadisesinin daha sonra olduðunu kabul etmekle bu imkan meydana getirilmiþ olur.
Ancak burada bir som akla gelmektedir. Her iki sözün de hakim nezdinde olmasý þart mýdýr? Yoksa
yalnýz ikincisinin kadý nezdinde olmasý mý þarttýr? Cevap: Konu ihtilaflýdýr. Ýkinci görüþün tercih
edilmesi gerekir. Bahýr.
Çünkü ortadaki tezat ve tenakuz ikinci ifade ile ortaya çýkmaktadýr. Hemen yeri gelmiþken belirtelim
ki, tezat ve tenakuz hasmýn tasdiki ile ortadan kalkabileceði gibi, tenakuzlu ifade kullananýn,
«Birinci ifademden vazgeçtim» demesi ile de kalkar ve þunu iddia ediyorum diyerek birinci ifade ile
ikinci ifadesi arasýndaki tenakuz kaldýrýlýr. Üçüncü olarak tenakuz ve tezatýn kaldýrýlmasý hakimin
iddia edeni yalanlamasý ile olur Meselenin tamamý Bahýr´da zikredilmiþ, musannýf do bu durumu
kabul etmiþtir. Mesela evvela evin kendisine vakýf olduðunu iddia eden bir kiþi, daha sonra «Hayýr
bu ev benimdir.» dese veya birinci iddiasýnda baþkasýna ait olduðunu söylese, ondan sonra da
«benimdir» iddiasýyla ortaya çýksa, bu iki ifade orasýnda tezat ve tenakuz bulunduðu için kabul
edilmez.
Bir rivayete göre, eðer iki ifade arasýnda telif imkaný varsa kabul edilir. Mesela, «Falanýndý ama ben
daha sonra ondan satýn aldým.» þeklinde bir ifade ile tenakuzu ortadan kaldýrýcý, iki ifade arasýný
uzlaþtýrýcý bir ifade kullanacak olursa, kabul edilir. Dürer.
Bir kimse ilk defa bir þeyin mülkiyetinin kendisine ait olduðunu iddia etse. ondan sonra kendisine
vakýf olduðunu iddia etse, kabul edilir. Nitekim, evvela kendisine ait olduðunu iddia edip sonra
baþkasýna aittir demesi halinde, kabul edildiði gibi, burada da kabul edilir.
Bir diðer mesele: «Biri diðerine «Sen benden þu cariyeyi satýn almýþtýn» dese, diðeri de «Hayýr ben
satýn almadým.» diye karþý tarafýn satýþ iddiasýný inkar etse, satýcý bu cariyeye yaklaþabilir. Eðer
davayý býraktýðýna ve ortada varmýþ gibi akti feshettiðine dair bir fiil olacak olursa, mesela cariyeyi
elinde tutmasý veya onu evine götürmesi gibi durumlarda o cariyeye yoklaþmasý caiz olmaktadýr.
Buna gerekçe olarakta þu kaide verilmektedir: Nikah akti müstesna bütün akitlerin inkar edilmesi
fesihtir. Var olan veya var olduðu kabul edîlen o akitleri fesihtir. Dolayýsýyla satýcý o cariyeyi geri
aldýktan sonra, eski bir ayýba muttali olsa, kusurlu olduðunu görse, bir öncesine iade edebilir.
Çünkü bu fesih her iki tarafýn rýzasý ile gerçekleþmiþtir. Aynî.
Ama nikah akdi asla fesh kabul etmez. Mesela bir kimse falan kadýnla evlendiðini inkar etse, daha
sonra evli olduðunu ileri sürse ve evli olduðuna dair mahkemeye beyyine ikame etse, bu beyyinesi
mahkemece kabul edilir. Ama alýþveriþ akdi bunun hilafýnadýr. Çünkü onu önceden inkar edip
sonra, «Evet bir alýþveriþ vardý» iddiasý halinde, ikinci iddia kabul edilmez. Çünkü birinci inkar ile
akit var olsa da fesh edilmiþtir. Nikah akdi ise biraz önce belirtildiði gibi bunun hilafýnadýr.
Bir kimse on dirhemi aldýðýný inkar etse, ondan sonra da «Hazinenin geri çevirdiði veya tüccarýn
geri çevirdiði kalitesiz gümüþ paralardý» iddiasýný ileri sürse, yemin ettiði taktirde mahkemece bu
iddiasýnda tasdik edilir. Çünkü dirhem ismi yukarda zikrettiðimiz zuyuf ve nebehraca adý verilen
devlet ve tüccar tarafýndan adi olduklarý için kabul edilmeyen dirhemleri de içine almaktadýr.
Sedduka denilen paralar ise bunun hilafýnadýr. Çünkü bu tür paralar içerisinde gümüþ dýþýndaki
madenler daha çoktur. Yani ma´þuþtur. Bunun içinde eðer o kabýzdan sonra seddukadýr dese, bunu
da bir süre geçtikten sonra yapsa, iddiasý tasdik edilmez. Ama hemen, kabzeder etmez, «Kabzettim
ama bu seddukadýr, benim alacaðým deðildir» diye iddiada bulunsa, o zaman tasdik edilir. Nihaye.
Görüldüðü gibi meseledeki tafsil kabýzdan bir süre sonra meydana gelen iddiadadýr. Hemen
akabinde olan iddiada deðildir. Bunun yanýnda hakkýna karþýlýk en kaliteli ciyad dediðimiz
gümüþleri kabzettiðini ikrâr etse, ondan sonra «Sedduka idi, zuyuf idi, nebehraca idi» gibi
iddialarýnda, mutlak bir þekilde tasdik edilmez. Yani isterse hemen onun akabinde söylesin, ister
aradan bir zaman geçtikten sonra söylesin. Çünkü iki ifade arasýnda bir tezat vardýr. Yine hakkýný
kabzettiðini veya alacaðý bedeli aldýðýný ikrar etse veya hakkýnýn tamamýný aldýðýný söylese, daha
sonra onlarýn züyuf cinsinden kalitesiz para olduklarý iddiasýný ileri sürse tasdik edilir. Tabiki bu
hemen olacak olursa. Aksi halde, yani aradan zaman geçecek olursa, kabul edilmez. Çünkü
yukardaki meselede kaliteli ciyad sözü tevile ihtiyaç olmayan, tevil» ihtimali bulunmayan, usulü
fýkýhta müfesser dediðimiz bir ifadedir. Diðerleri ise böyle deðildir. Onlar ya uzakta olsa bir ihtimal
taþýyan zahir veya daha uzak bir ihtimali ihtiva eden nas olabilirler. Ýhtimal az da olsa tevil ihtimali
mevcut olduðu müddetçe ikinci bir iddiasý bitiþik olduðu taktirde kabul edilir. Ýbni Kemal.
Bir miktar borç ikrarýnda bulunsa, daha sonra yeni bir iddia ile bu borcun bir miktarý gerçek
manada borç bir kýsmý da faizdir dese ve böyle olduðunu beyyine ve delille isbat etse, mahkemece
delili kabul edilir. Alaaddin isimli fakihten naklen Kýnye´de bu þekilde ifade edilmiþtir. Mesele ikrar
bahsinde tekrar ele alýnacaktýr.
Biri diðerine þöyle diyor: «Senin bende bin lira alacaðýn var.» Alacaklý durumunda olan kiþi ise,
«Hayýr benim sende hiçbir alacaðým´ yoktur.» diye onun bu ikrarýný red ediyor. Daha sonra da ayný
mecliste tasdik ediyor, «Evet o kadar borcun vardý.» diyor. Bu durumda alacaklý durumunda olan
kiþinin hiçbir hakký yoktur. Çünkü karþý tarafýn ikrarýný birinci ifadesiyle reddettikten sonra ikrar
kalmamýþtýr. Sonradan ortaya sürdüðü iddia, mücerret bir iddiadýr. Ýsbatý gerekir. Eðer isbat ederse,
o zaman kabul edilir. Veya karþý taraf ikrarýnda ikinci defo ýsrar eder, o do onu tasdik ederse, o
taktirde alabilir. Bütün haklarda da hüküm böyledir.
Bir kimse diðer biri aleyhinde bir mal iddiasýnda bulunsa, müdda aleyh dediðimiz davalý «Hayýr,
senin bende hiçbir alacaðýn yoktu» dese, davacý da bin lira alacaðý olduðunu iddia edip ispat etse,
buna karþýlýk davalý da ödediðine dair veya mahkemenin hüküm vermesinden sonra kendisini ibra
ettiðine dair bir beyyine getirecek olursa, beyyinesi kabul edilir. Çünkü iki mesele arasýnda uyum
saðlamak mümkündür. Mahkemenin kararýndan sonra ödeme iþi sahihtir.
Ancak beþ meselede veya beþ yönlü meselede durum istisna edilmiþtir. Birinci meselede iki ifade
arasýnda uyum mümkün olduðu için beyyine kabul edilmiþtir. Hatta mahkemenin karar
vermesinden sonra ödediðine dair beyyine getirmesi halinde de böyledir. Çünkü hak olmayan,
doðru olmayan mahkemece bilinmediðinden o istikamette hüküm verilmiþ de daha sonra husumeti
bertaraf etmek için ondan ibra edilmiþ de olabilir. Mesele Ýkrar bahsinde tekrar ele alýnacaktýr.
Orada þu meseleye de yer verilecektir: Davalý, davacýnýn «Ben davamda haksýzdým veya getirdiðim
þahitler yalancý idi veya benim onda hiçbir þekilde alacaðým yoktur» dediðine dair beyyine
getirmesi halinde, müddainin davasýný def ve bertaraf etmesi, yani çürütmesi sahihtir. Bu meseleyi
Dürer Ýkrar bahsinden önce zikretmiþtir.
ÝZAH
«Birisinin kendisine hibe ettiðini ve o hibeyi kabzettiðini iddia etse ilh...» Bu konuda Kadýhan der
ki: «Bir kimse diðer biri aleyhinde iddiada bulunsa ve «Benden bir mal aldý bu malýn vasýflarý
þundan ibarettir, miktarý þu kadardýr.» dese, davalý bir aksi beyyine getirerek müddainin ikrarýný
bertaraf etmek için «Bu malý baþka biri, falan kiþi aldý.» dese, müddaide bunu inkar etse,
müddaaleyh dediðimiz davalýnýn getireceði beyyine kabul edilmez. Bu birinci davayý iptal edici
mahiyette deðildir. Çünkü müddainin ileri süreceði deliller arasýnda þu ifadeler de yer alabilir. «Onu
benden falan aldý, bana tekrar verdi,» daha sonra, «Bu adam benden aldý» dediði taktirde karþý
tarafýn getirdiði beyyine, onun beyyinesini Çürütücü mahiyette deðildir. Hamiþte bu þekilde
yazýlmýþtýr.»
«Ýki ifade arasýnda telif mümkün olduðu taktirde ilh...» Bahýr isimli eserde bunun kýyas olduðu
nakledilmektedir. Ýstihsana göre ise fiilen telifin gerçekleþmesi þarttýr. Telif imkaný yeterli deðildir.
Hatta bu konuda Remli. «Ýstihsan meselesinin ortaya koyduðu gerekçe daha kuvvetlidir. Onun
cevabý daha sahihtir. Nitekim Minyetü´l-Müfti´de de böyle denmiþtir.» demektedir.
«Þeyhülislamýn da benimsediði görüþte budur ilh...» Bahýr isimli eserin Fuzuli bölümünde «Kendi
tarafýndan tamamlanan hususu nakzetmeme» ile kayýtlanmýþtýr.
«Dört kavilden ilh...» Bu dört kavilden birincisi, mutlak bir þekilde, iki ifade arasýnda uyum
imkanýnýn bulunmasý; ikincisi, mutlak bir þekilde uyum bulunsun bulunmasýn kabul edilmemesi;
üçüncüsü, davalýdan olduðu taktirde kabul edilmesi, davacýdan olduðu taktirde kabul edilmemesi;
dördüncüsü de, eðer uzlaþtýrma ciheti bir yöne irca edilebilirse yeterli, aksi halde yeterli deðildir.
«Her iki surette de kabul edilir ilh...» Yani «ama o hibe aktini inkar etti» ifadesiyle veya «hiçbir þey
söylemedi» meselelerindeki her iki surette de kabul edilir. Halebi.
«Ýkincisinde tenakuz belirmiþ, tezat ortaya çýkmýþtýr ilh...» Çünkü hibe akdinden sonra satýn alma
iddiasýný ileri sürse, þahitler ise bu satýn alma olayýnýn hibe akdinden önce olduðunu söyleseler, bu
da açýkça bir tezattýr. Ýki ifade arasýnda bir uyum saðlanamaz. Bundan fukahanýn maksadý da dava
ile beyyine arasýnda bir uyum saðlanamamasýdýr. Aksi halde davacý tarafýndan bir tenakuz
olmamaktadýr. Çünkü hibeden önce satýn alma iddiasýný ileri sürmüþ olmamaktadýr. Bahýr.
«ikinci görüþün tercihi gerekir ilh...» Bu görüþten, birincisi açýklama mahkeme nezdinde olmasa da
muteberdir. Ýkincisi yalnýz mahkeme huzurunda olan muteberdir. Tercih edilen görüþte budur
gerekçesi de çünkü tenakuz ikinci ifade ile ortaya çýkmaktadýr. Menih.
Nehir´in istihkak bölümünde, «Bana kalýrsa en uygun olan, her ikisinin de hakim nezdinde olmasý
þartý kabul edilmelidir. Çünkü hakim nezdinde olan davanýn görüþülmesi ve ifadelerin birbirine
tânakuz olmasý, ancak bu þekilde gerçekleþir.» denmektedir.
Þerhi Makdisi´de, «Ýkisinden birinin mahkeme nezdinde olmasý yeterlidir. Hatta bu konudaki ihtilafýn
bir ifade üzerinde olduðu da söylenebilir. Çünkü hakimin meclisinden önce meydana gelen durum,
hakim nezdinde tesbit edilmesi gerekir. Dolayýsýyla her iki ifade arasýnda tenakuz, ancak bu þekilde
ortaya çýkarýlabilir. Delil ile sabit olan, gözle görülerek sabit olan mesabesindedir. Sanki her ikisi de
hakim meclisinde olmuþ kabul edilir. Her ikisinin hakim nezdinde ve kaza meclisinde olmasýný þort
koþanlarýn ifadeleri, hem hakiki ve hem de hükmi cihetlerine þamildir.» demektedir. Bu da güzel bir
yorum ve tefsirdir.
«Veya hakimin yalanlamasýyla ilh...» Mesela, bir kimse alacaklý olduðu kiþinin borcuna kefil
olduðunu iddia etse ve bu miktarýn da bin olduðunu söylese, karþý taraf kefaleti inkar ettiði taktirde,
alacaklý, borçlu olan kiþinin borcuna kefil olduðunu beyyine ile isbat etse, hakim de bu beyyine
istikametinde kararýný ve hükmünü belîrtse, alacaklý malý ondan aldýktan sonra kefil olan kiþi,
borçlu olan kiþi aleyhinde bir iddiada bulunsa ve «Ben onun izni ve emrine binaen kefil oldum.»
dese, halbuki daha önce kefil olmadýðýný karþý tarafa söylemiþti. buna raðmen kefil olduðunu
beyyineyle isbat edecek olursa, yukardaki ifadesini nakzeder biçimde de olsa, bu ifadesi bizce
kabul edilir ve borçlunun borcunu ödediði miktar kadarýný ondan alabilir. Çünkü bu durumda
mahkeme tarafýndan yalancý olduðu, birinci iddiasýnda doðru olmadýðý tesbit edilmiþ ve böylece
mahkeme tarafýndan tekzibi gerçekleþmiþtir. Mesele Menih´te böyle nakledilmiþtir. Halebi.
«Meselenin tamamý Bahýr isimli eserdedir ilh...» «Bahýr´ýn istihkak bölümünde» demesi daha uygun
olurdu. Çünkü ifade orada aynen þöyledir: «Ben iki sözümden birini terk ediyorum» demesi
halinde, bu ifadesi kabul edilir.» «Kabul edilir» sözünü Bezzaziye´nin Zahire´den naklettiði þu ifade
ile desteklemiþtir: «Mutlak bir þekilde iddiayý ileri süren kiþi, müddaaleyh tarafýndan kendisine þu
þekilde cevap verilerek «Sen daha önce bunu mukayyet bir þekilde iddia etmiþtin» dese ve bu
þekilde olduðunu isbatlasa, müddai de ona cevap olarak, «Þimdi ise o sebebten dolayý, yani
mukayyet bir sebebten dolayý iddia ediyorum, hakkýma talibim ve mutlak ifadesini terkediyorum,
býrakýyorum, ondan vaz geçiyorum» dese kabul edilir ve karþý tarafýn bertaraf etme giriþimleri
neticesiz kalýr.»
Burada terkedilen ikinci ifadedir, birincisi deðildir. Buna raðmen mesele Nehir sahibi tarafýndan
münakaþa edilmiþ ve bazý itirazlar ileri sürülmüþ ve denmiþtir ki: «Belki de iki dava arasýnda uyum
imkaný bulunabilir. Babam istihkak bölümünde Nehir´deki ifadeyi teyid ettiðini söylemiþtir.
«Haniye´de bu konuda bir kimse sebeb göstererek bir mülk iddiasýnda bulunsa, daha sonra bu
iddianýn akabinde mutlak bir þekilde onda bir mülkiyet iddiasýný tekrarlasa, þahitleri de bu
istikamette þahitlik, yapsalar, bu konuda bütün rivayetlerin ifade ettiðine göre onun davasý
dinlenmez ve beyyinesi kabul edilmez.» Þemsü´l-Eimme´den nakledilen bir rivayete göre bu beyyine
kabul edilmez. ama davasý da batýl olmaz. Hatta ben mutlak ifademle o sebebten dolayý meydana
gelen mülkiyeti kasdetmiþtim demesi halinde, hem davasý ve hem de beyyinesi dinlenir ve kabul
edilir.» denmiþtir.
«Veya kendisine vakýf edildiðini iddia etse ilh...» Menih isimli eserde zikredilen bu ifade Bahýr´da
yer almamaktadýr. Sanki o bir kaideye dayanmýþ, yukarda adý geçen «vakýfý kasdediyorum»
þeklinde bir ifadeye yer vermiþtir. Bir rivayette, bu ifadeye binaen iki görüþ arasýnda bir uyum
saðlanmasý mümkün olmamakta, dolayýsýyla iki ifade arasýnda açýk bir tezatýn ortaya çýktýðý
görülmektedir. Ancak bunu, bir kimsenin kendisine vakýf yapabileceði görüþünü savunan görüþe
göre tatbik mümkündür denebilir. Aksi halde sahih deðildir. Bu durumda da mesele üzerindeki
münakaþa bitmiþ sayýlmaz.
Bahýr´ýn Ýstihkak bölümünde, «Bir kimse o gayri menkulün kendisine ait olduðunu iddia etse, daha
sonra kendisine vakýf yapýldýðý iddiasýný tekrarlasa, dinlenir. Çünkü her iki surette de kendisine
yapýlmýþ olan bu izafet sahihtir. Çünkü biri özel, diðeri mutlak bir ifade olmaktadýr. Kendisinin
olduðunu söylemesi, vakýf yoluyla kendisine ait olduðunu açýklama þeklinde kabul edilebilir.»
denilmiþtir.
«Satýcýnýn o cariyeye yaklaþmasý caizdir ilh...» Tabiki bu da eðer müþterinin elinden kendisine
tekrar iade edilmiþse, istibradan sonra olmasý gerekir. Hamevî´den naklen Ebu Suud meseleyi bu
þekilde izah etmiþtir.
«Satýcýnýn o cariyeyi reddetmesi geri vermesi caizdir ilh...» Bunu da Nihaye isimli eserde
«Müþteriye yemin ettirilmesinden sonra» ifadesiyle kayýtlamýþtýr. Eðer yemin teklifinden önce
olacak olursa, satýcýsýna iadesi, bir ayýptan dolayý geri çevirmesi, uygun olmamaktadýr. Çünkü
aleyhinde dava acýlan davalýnýn, kendisine teklif edilecek yeminden vaz geçme, nukul etme ihtimali
vardýr. Bu bakýmdan üçüncü bir kiþi hakkýnda yeni bir alýþveriþ kabul edilmiþtir. Þarih bunu,
«Kabýzdan sonra» ifadesiyle kayýtlamýþtýr. Ama kabýzdan önce, olacak olursa, onu mutlak bir
þekilde iade etmesinin caiz olduðunu söylemektedir. Gerekçesi de akar dýþýnda her açýdan bu akdi
fesh etme, demektir. Ancak yeminden sonra durum bunun aksinedir. Dolayýsýyla Kudurî´nin
koymuþ olduðu kaydý getirmek gereklidir. Bahýr.
«Züyuf paralar ilh...» Eskiden gümüþ paralar ya saf gümüþten veya baþka madenlerin
karýþtýrýlmasýyla maðþuþ paralar halinde tedavülde uygulanýr idi. Gümüþ içerisinde yabancý
madenin karýþtýrýlmasý sebebiyle, devlet hazinesinin geri çevirdiði, almadýðý paraya züyuf adý verilir.
Nebahraca ise, ayný sebebten gümüþ dýþýndaki madenlerin daha çok olmasý nedeniyle tüccar
tarafýndan geri çevrilen para türü demektir. Mu´rip isimli lügat kitabýnda, «Nebehreç gümüþü düþük
gümüþ para demektir. Gümüþü galip olan içinde söylenmiþtir. Kabul edilmeyen, düþük olan her
para birimi için kullanýlýr.» denmektedir. Buna göre nebahreç veya nebahraca kalitesi düþük, tüccar
tarafýndan kabulü mümkün görülmeyen para demektir.
«Çünkü o zahirdir ilh...» Yani hakkýný veya satmýþ olduðu malýn bedelini kabzettiði þeklindeki
ifadelerle ilgili olan bu gerekçe, usulü fýkýhta bir terimdir. Zahir demek, ifade ettiði mananýn dýþýnda
ikinci bir manaya uzakta olsa ihtimali olan bir ifade demektir. Nas ise daha uzak bir ihtimalle ikinci
manaya delaleti olan ifadedir. Ancak bu da müfesser dediðimiz baþka manaya ihtimali olmayan
ifadenin altýnda, zahir dediðimiz ifadenin üstünde bir mana ifade eden ibare demektir.
«Bir kimse diðerine karþý ´Senin bende alacaðýn bin lira var.» diye bir ikrarda bulunsa, karþý tarafta
bu ikrarý geri çevirse, alacaðý olmadýðýný söylese ilh...» Bu mesele mal ile ikrar meseleleri
arasýndadýr. Özeti þudur: Bir mal ikrarýnda bulunan kiþinin ikrarýný karþý taraf ya mutlak bir þekilde
geri çevirir veya ikrar eden kiþinin belirttiði sebep ve belirlediði yön açýsýndan geri çevirir. Baþka
bir cihetten dolayý alacaðý olduðunu söyler veya kendisine böyle bir borcu olmadýðýný, ama
baþkasýna borcu olduðunu söyleyerek geri çevirir. Bu durumda birinci þekilde ikrar geçersiz, iade
ve red geçerlidir. Ýkincisinde eðer iki ifade arasýnda bir tezat yok ise, malýn ödenmesi gerekir.
Mesela onun bende borç bedeli olarak bin lira alacaðý vardýr þeklinde ikrarda bulunan karþý tarafta
gasb yoluyla alýnan bin liranýn karþýlýðý derse, kabul edilir. Eðer iki ifade arasýnda bir uyum mümkün
deðilse, o zaman batýldýr. Mesela ondan satýn aldýðým ve henüz kabzetmediðim bir köle bedelidir
dese, karþý tarafta borç veya gasýp bedelidir der, köle de elinde deðilse o bini ödemek gerekir. Ýkrar
yönünde ister onu tasdik etsin, isterse etmesin, Ebu Hanife´ye göre durum bu þekildedir. Eðer köle
elinde olacak olursa, söz hakký ikrar edenindir.
Üçüncü þekilde ise mesela, «Benim sende asla alacaðým olmadý» der, ancak «Senin falana borcun
vardýr» diye bir isim vererek ikrarýn ona ait olmasý gerektiðini söylese, o ismi verilen kiþi de onu
tasdik etse, ikrar onun için yapýlmýþ olur. Aksi halde ikrar geçerli deðildir.
Ama yok, ikrar mal ile ilgili olmayýp talak, ýtk, vela, nikah, vakýf, nesep veya ýrk gibi konularda
olacak olursa, karþý tarafýn bu ikrarý geri çevirmesiyle bu ikrar hükümsüz sayýlmaz. Hatta bu
konuda denebilir ki, (ikrar mukarruleh dediðimiz lehinde ikrar yapýlan kiþinin geri çevirmesiyle
hükümsüz sayýlýr. Ancak Bahýr´da zikredilen ve yukarda saydýklarýmýz bunun dýþýnda kalýr ki
oralarda ikrar geri çevrilse dahi geçerlidir.» denmektedir.
«Ancak yeni bir isbat ve beyyine ile hak eder ilh...» Yani bir kimse diðerine, «Senin bende bin lira
alacaðýn var» dese, o da «Hayýr alacaðým yok.» der, ikrarý geri çevirir, ayný mecliste tekrar alacaðý
olduðunu söyler, ikrar edeni tasdik ederse, birinci ikrar hükümsüz olduðundan lehinde ikrar edilen
kiþinin bir þey alamamasý gerekir. Ancak yeni bir beyyine ile bunu isbat ederse, o zaman almaya
hak kazanabilir.
Fakat burada onun getireceði beyyine nasýl kabul edilir? Oysa ki bu ifadesi biribirine zýttýr. Davasý
yok dedikten sonra var þeklinde ortaya çýkmaktadýr. Bu mesele hakkýnda Bahýr´da ayný iþkalle
karþýlaþýlmýþtýr. Bahýr isimli eserde Bezzaziye´den bunun hilafý nakledilmiþ ve þöyle denmiþtir: «Bir
kimsenin elinde köle olsa, bir baþkasýna «Bu senin kölendir.» dese, o da, «Hayýr benim deðildir.»
diye cevap verse, ve biraz sonra «Evet, evet, benim kölemdir.» dese, ikrar eden de, «Hayýr benim
kölemdir.» diyecek olursa, bu köle ikrar eden ve zilyet dediðimiz o kimsenin kölesi olarak kabul
edilir. Ama zilyet olan kiþi, bir baþkasýna, «O senin kölendir» dese, karþý tarafta, «Hayýr o senin
kölendir» diye cevap verse, ondan sonra bu ifadesini düzelterek, «Hayýr o benim kölemdir.» dese
ve bunu da beyyine ile isbat etse, bu ifadeler arasýnda bir tenakuz olduðundan dolayý onun
getireceði isbat kabul edilemez.»
«Hakkýn bir kiþiye ait olduðu bütün meselelerde de durum böyledir ilh...» Bu da þu aþaðýdaki
meselenin hilafýnadýr. «Satýn aldým» dese, karþý taraf inkar etse, daha sonra «satýn aldým» diyeni
tasdik edebilir. Çünkü iki akitten biri tek baþýna bu akdi fesh edebilecek durumda deðildir. Akdi de
tek baþýna yapabilecek durumda deðildir. Yani iptal her ikisinin hakkýdýr. Akit hala bakidir.
Dolayýsýyla inkardan sonra tasdik geçerli kabul edilir. Ama ikrar konusunda, ikrarý geri
çevirebilecek kiþi yalnýz lehinde ikrar yapýlan mukarruleh olduðuna göre, mesele farklýdýr. Bu
bakýmdan ikrar meselesi ile «satýn aldýn» ifadesini inkar edip, daha sonra tasdik etmesi halindeki
mesele biribirinden farklý kabul edilmektedir. Nitekim Hidaye´de de bu þekilde ifade edilmiþtir.
Netice olarak þöyle diyebiliriz. Hak her ikisine ait olan hususlarda inkar eden inkarýný tasdike
çevirse. inkarýndan vaz geçse, bu da karþý tarafýn onun inkarýný tasdik etmesinden önce olsa,
caizdir. Mesela beyi (alýþ veriþ) ve nikah akti bunlara birer örnektir. Ama hak tek taraflý kiþinin
elinde olur, ona ait görünürse, hibe, sadaka, ikrarda olduðu gibi, daha sonra yapýlacak tasdik ve
ikrar bir þey ifade etmez.» Bahýr´da mesele bu þekilde izah edilmiþtir.
«Aleyhinde mal iddia edilen ödediðini isbat etse ilh...» Burada inkardan sonra ödediðini iddia
etmesi ile meseleyi kayýtladý. Çünkü borcu ikrar ettikten sonra ödediðini iddia edecek olursa, bu
durumda, iki ifade de ayný mecliste olmuþ ise, tezattan ve tenakuzdan dolayý kabul edilmez. Eðer
birbirlerinden ayrýldýktan sonra bu ödeme iddiasýný ileri sürse ve ikrardan sonra da olsa ve
ödediðine dair beyyine ikame etse, tezat olmadýðý için kabul edilir. Ödediðini ikrardan önce iddia
edecek olursa, kabul edilmez. Hizane.
«Ancak beþ mesele veya beþ yönlü mesele bundan müstesnadýr ilh...» «Bunu bana falan emanet
býraktý» veya «Bana kiraya verdi, ben ondan rehin aldým» veya «Ben ondan gasb ettim» veya «Bu
araziyi ben falandan ortak ziraat yapmak üzere aldým» veya «Bu baðý ortaklaþa ürününü almak için
aldým» þeklinde olmasý, bu beþ meseleye örnektir. Buna (muhammese) adý verilmiþtir. Çünkü
bunda beþ ayrý görüþ vardýr,
Bahýr´da bu konuda þöyle denilir: «Dava ile ilgili bölümün muhammesesidir, yani baþ meselesidir
veya beþli meselesidir. Çünkü bunun tasavvurunda beþ mesele vardýr. Emanet, vedia. icare, iare,
rehin, gasb» denmektedir veya bu konuda ulemanýn beþ ayn görüþü olduðundan dolayý bunlara
beþli mesele denmiþtir. Birincisi Kuduri´de olan meseledir ki, o da dava açanýn husumeti bertaraf
edilir. Çünkü onun o mal üzerindeki eli, husumetle ilgili bir el olmadýðýný beyyine isbat etmektedir.
Bu da Ebu Hanife´nin görüþüdür.
Ýkincisi Ebu Yusuf´un görüþüdür. Bunun da Muhtarat isimli eserde tercih edildiði söylenmiþtir.
Müddaaleyh eðer salih bir kiþi ise, imamýn dediði gibidir. Eðer baþka biri olarak tanýnýyor ise,
husumet bertaraf edilmiþ olmaz. Çünkü adam hileye baþ vurarak onu göndereceðini bir misafire
vermiþ, misafir olan, yolcu olan kiþi de daha sonra kendisine iade etmiþ ve buna þahit gösterip
davasýnýn iptali ve baþkasýnýn hakkýnýn üzerine yatmak için bir hile olmasý ihtimali de mevcuttur.
Eðer hakim bunun böyle töhmetle müttehem biri olabileceðini kabul eder, bu töhmeti yöneltirse,
onun davasý kabul edilmez.
Üçüncü görüþ Ýmam Muhammed´in görüþüdür ki özeti þundan ibarettir: þahitler «Biz onu ancak
yüzüyle tanýrýz» deseler, bertaraf edilmez. Çünkü Ýmam Muhammed´e göre kiþiyi hem yüzüyle, hem
ismi, hem nesebiyle tanýma þartý vardýr. Bezzaziye´de bir çok imamlarýn Ýmam Muhammed´in
görüþüne meylettikleri, fetvanýn bu kavil ile verildiði ifadesi yer almýþtýr. Ýmadiye isimli eserde,
þahitler «Biz onu ismiyle, nesebiyle tanýrýz, ancak yüzünden tanýmayýz» deseler durum ne olur.
sorusu sorulmuþ. hiçbir kitapta bunun açýk bir cevabý olmadýðý da ilave edilmiþtir. Ancak burada iki
görüþün olmasý gerekir. Ýmam Ebu Hanife´ye göre muhakkak ki «Biz onu ismiyle nesebiyle tanýrýz.»
demeleri gerekir. Yüzüyle tanýmalarýyla da iktifa edilir. Ayrýca þu konuda da ittifak etmiþlerdir: Eðer
þahitler onu bilmediðimiz bir adam kiþi emanet olarak. vedia olarak býraktý deseler, dava bertaraf
edilmez.
Dördüncü görüþ Ýbni Þubrume´nin görüþüdür. Mutlak bir þekilde dava bertaraf edilmez. Çünkü
mülkiyet isbatý burada güçtür. Zira ortada bir hasým yoktur. Husumetin defide buna bina
edilmektedir. Biz buna cevap olarak deriz ki, beyyinenin ortaya koyacaðý sonuç iki þeydir. Biri, gaip
kiþi için bir malda mülkiyetin subutu ki, bunda hasým yoktur. Onun içinde sabit olmaz. Diðeri de,
müddainin husumeti def etmesidir. O da, bu konuda hasýmdýr. Bu yönüyle sabit olur. Bu da kadýný
bir yerden bir yere nakletmede ve talaka dair beyyine ikame etmedeki vekil mesabesindedir.
Beþinci görüþ Ýbni Ebu Leyla´nýn görüþüdür. Beyyine olmasa da dava bertaraf edilir. Çünkü burada
gaibe ait mülkiyet ikrarý söz konusudur.
Biz deriz ki: Bu konuda elinde olmasý sebebiyle açýktan bir hasým durumunda olmaktadýr. Ýkrarý ile
bu hakký yani zimmetinde iltizamla sabit olmuþ bir hakký, baþka tarafa çevirme durumu söz
konusudur. Bu ifadesinde de beyyine olmaksýzýn kabul edilmez. Nasýl ki zimmetinde olan bir
borcun baþka bir zimmete intikal ettiðini iddia etse, kabul edilmiyor ise, burada da kabul edilmez.»
«Ýki ifade arasýnda uyum mümkün olduðu için getireceði beyyine kabul edilir ilh...» Bu mesele
hakkýnda bir miktarýný ifa ettiðine dair beyyine getirmesi halinde durum ne olur? Bu bir fetva
hadisesi olmuþtur. Bu hadisenin cevabýný Tengihul Fetava isimli eserde verilmiþtir. oraya müracaat
edilmesi gerekir
Ynt: Kaza By: neslinur Date: 10 Þubat 2010, 17:38:20
METÝN
Bir kimse baþkasý aleyhinde kýsas hakký olduðunu iddia etse, karþý tarafta böyle bir hak olmadýðýný
söylese, inkarda bulunsa, davacý kýsas hakký olduðuna dair isbat ve beyyine getirse, bundan sonra
da karþý taraf, davalý, af edildiðini veya belirli bir miktar mola karþýlýk sulh olduðunu iddia etse ve
bunu do beyyine ile isbat etse, davasý kabul edilir. Beyyinesi dinlenir.
Kölelikle ilgili dava da böyledir. Mesela bir kimse bir þahsýn köle olduðunu iddia etse, köle olduðu
iddia edilen kiþi de bunu inkar etse, davacý bunun köle olduðuna dair beyyine getirse, bunun
akabinde de köle olduðu iddia edilen kiþinin, müddai tarafýndan azad edildiðini beyyineyle isbat
etmesi halinde beyyinesi kabul edilir. Bu da sulh olmamasý halindedir.
Evvela ödemeyi iddia etse, daha sonra ödemeye dair beyyine getirmeden sulh olsa, iddia devam
eder. Sulh olmaya yönelmesi, davasýný iptal etmez. Bahýr.
Yine ayný eserde, «Bir kimse dörtyüz dirhem alacaðý olduðunu beyyine ile isbat etse, bunun
akabinde de inkar eden karþý tarafa üçyüz borcu olduðunu söylese, inkar edenin zimmetinden
üçyüz lira düþmüþ olur. Diðer bir rivayete göre hiçbir þey düþmez. Fetva do buna göredir.»
denilmiþtir. Mültekat.
Musannýf burada þu gerekçeyi ileri sürmek istemiþtir: Aleyhinde dört yüz lira olduðu iddia edilen
kiþi, dörtyüz dirhemi inkar etmesi ile borçlu olmadýðýný ileri sürmektedir. Nasýl olur da takas
meydana gelebilir? diyerek fetva verilen kavli bu delili ile teyid etmektedir.
«Senin bende hiç olacaðýn olmadý» ifadesine, «Seni tanýmýyorum. seni görmedim» ifadelerini de
ekleyecek olursa, iki ifade arasýnda telif mümkün olmadýðýndan isbatý kabul edilmez. Bir kavle göre
kabul edilir denmiþtir. Çünkü insanlardan uzak olan veya erkekler arasýna karýþmayan, evinde
yaþayan bir kadýn kapýsýna gelenlerden rahatsýz olmuþ olabilir. Dolayýsýyla gelen hasmý razý etmek
için bir þey verilmesini de emretmiþ olabilir. Dolayýsýyla tanýmadý sözü de doðrudur. Ama daha
sonra onu tanýmýþ olabilir. Hatta kendisi direkt iþ yapan insanlar arasýna karýþan biri tarafýndan bu
ifade ileri sürülse, kabul edilmez.
Evet alacaklý olduðunu iddia eden ve bunu beyyine ile isbat eden kiþiye müdda aleyh daha sonra
borcunun kendisine ulaþtýðýna veya ulaþtýrýldýðýna dair ikrarda bulunduðu isbat edilse, bu iddia
sahih ve geçerlidir. Çünkü davadaki tezat bu ikrarýn sýhhatine mani deðildir.
Bir kimse kölesini falana sattýðýna dair ikrarda bulunsa, daha sonra bunu inkar etse, bu inkarý kabul
edilir. Çünkü bedelsiz bir satýþ ikrarý batýldýr. Bezzaziye´nin ikrar bölümü.
Bir kimse baþkasýna karþýlýk cariyesini kendisine sattýðý iddiasýnda bulunsa, karþý taraf da «Asla
ben o cariyeyi sana satmadým» dese, davacý da satýn aldýðýna dair beyyine getirse ve cariyeyi
aldýktan sonra cariyede bulduðu kusurdan dolayý tekrar satýcýsýna iade etmek istese, o zamanda
satýcý müþteriye karþý her türlü ayýptan beri olduðunu ayýp ve kusur sebebiyle cariyenin iade
edilmemesi konusunda anlaþtýklarýný beyyine ile isbat etse, satýcýnýn bu beyyinesi ilk ifadesiyle
tezat teþkil ettiðinden kabul edilmez. Ýkinci imam Ebu Yusuf´tan bir rivayete göre kabul edilir.
Çünkü iki ifade arasýnda telif mümkün görülmektedir. Þöyle ki, satýþý kendisi deðil vekili vasýtasýyla
yaptýrmýþ olabilir. Dolayýsýyla «sana satmadým» sözü doðrudur. Ayrýca her türlü kusurdan beri
olduðunu vekiline söylemiþ olabilir. Bu durumda beyyinesi kabul edilir. Semerkand´da olan bir
vak´ada bu kabildendir. Kadýn erkeðe karþý kendisini nikah ettiðini ve þu kadar mehir karþýlýðý
onunla evlendiðini iddia ediyor ve kocasýnýn mehrini vermesini istiyor. Erkek inkar ediyor. Kadýn
iddiasýný beyyine ile isbat ediyor. Bundan sonra da erkek mehrine karþýlýk onu hulu suretiyle
boþadýðýný iddia ediyor. Bu durumda erkeðin hulu´yla ilgili beyyinesi kabul edilir. Bu da erkeðin
küçükken babasý tarafýndan evlendirildiði ve bunu bilmediði ihtimaline binaendir. Hülasa.
Herhangi bir yazý ve senedin altýna inþaallah ifadesi yazýlmýþ ve yukardaki ifadelerin tümüne þamil
bir þekilde eklenmiþ ise, bu yazý hükümsüzdür. Sahibeyn ancak son cümlesi hükümsüzdür
demiþlerdir. Bu da istihsan meselesidir. Ancak üç imama göre yazýlar arasýndaki fasýlalar, konuþma
esnasýndaki susmalar, mesabesindedir. Dolayýsýyla inþaallah þeklindeki ek ifade, cümle ile ilgilidir.
Birinci cümlelerle ilgisi yoktur.
Yine birbirine ek ve þartlarla birbirine baðlý olan cümlelerin tümüne þamil olduðu anlaþýlýrsa,
ittifakla yine bu senedin veya ikrarýn mahiyeti geçerli deðildir. Ama bu istisna ile cümle bir
öncekinden ayrýlmýþ ise inþaallah cümlesi son ifadeye aittir. Ancak karine bunun aksini isbat
ederse, o zaman tümüne þamil olur ve muhtevada geçersiz sayýlýr. Mesela, «Onun bende yüz
dirhem ve elli dinar bir dirhem eksiði ile alacaðý var» dese, bu bir dirhem istisnasý istihsanen birinci
ifade, yani yüz dirheme racidir. Dolayýsýyla ikrar doksan dokuz dirheme düþmüþ olur. Ama bu
istisna iki müsbet cümleden sonra olacak olursa, inþaallah þeklinde istisna edilmesi halinde, her iki
cümleye þamil olduðu ittifakla kabul edilmiþtir.
Þarta talik edilmiþ iki talaktan sonra veya þarta talik edilmiþ talak ve azad etme olayýndan sonra
Ýmam Muhammed´e göre her ikisine de þamildir. Ýkinci imam Ebu Yusuf´a göre ikinci cümle ile
ilgilidir. Eðer cümleler arasýnda atýf olmaz veya atýf bulunur oma orada bir fasýla ve sûkûtu
gerektiren bir husus varsa, ittifakla son cümleye aittir. Çünkü susmadan sonra yapýlan atýflara,
cümleler orasý baðlara itibar edilmez. Ancak onu da kasdettiðini, söylediði taktirde kendini
zorlayarak bunu üstlendiði için kabul edilir. Meselenin tamamý Bahýr isimli eserde mevcuttur.
Bir zimmi vefat etse, karýsý ölümünden sonra, «Müslüman oldum dolayýsýyla ben ona varisim.
Çünkü öldüðü an henüz onun dininde idim.» dese. vereseler de «Henüz kocasý vefat etmeden
müslüman olmuþtu, dolayýsýyla ona varis deðildir.» deseler. durumun hakem kabul edilmesi ve
eskinin devamý ile verese tasdik edilir. Kadýnýn ölümden sonra deðil, ölümünden önce müslüman
olduðuna hüküm verilir. Nitekim deðirmende su akýp akmadýðý konusunda ihtilaf edilecek olursa,
deðirmene gidilir suyun o anda akýp akmadýðý tesbit edilir. Akmadýðý görülecek olursa, müstecir
olan kiþinin su akmadýðý için ücret ödemeyeceði konusundaki iddiasýna durum þahit olmakta, onun
tarafýný teyid etmektedir.
Ancak þunu burada ifade etmek gerekir ki, bu gibi halin ve durumun devamý bir konuda iddialarý
bertaraf etmede geçerlidir. Ýstihkak davasýnda ise hüccet ve delil sayýlmaz. Buna örnek olarak
müslüman bir erkeðin zimmi ve gayri müslim karýsý müslüman olan erkeðin ölümünden önce
müslüman olduðunu iddia etse, dolayýsýyla ona varis olacaðýný söylese. ölen müslüman erkeðin
vereseleri de «Ölümünden sonra müslüman oldu, mirasa müstahak deðildir» deseler. onlarýn sözü
kabul edilir. Çünkü yeni olan herhangi bir olay en yakýn zamana izafe edilir. Burada da ölümden
sonra müslüman olduðu kabul edilmesi, o zamanýn yakýn zaman olmasýndandýr.
FERÝ MESELE: Ölmüþ bir insanýn müslüman veya gayri müslim olduðu konusunda ihtilaf edilse,
müslüman olduðunu iddia eden tarafýn sözü kabul edilir. Hüküm de buna göre verilir. Bahýr.
Kendisine emanet býrakýlan bir kiþi, bir genç hakkýnda bu malý bana emanet býrakan ve ölen o zatýn
oðludur baþka da varisi yoktur dese, o emaneti o gence teslim etmesi gerekir. Sanki bu ifadesi
«Bana borç veren ve alacaklým olan kiþinin oðludur» demesi gibidir. Burada «varisi» ile
kayýtlamasý, vasisi, vekili veya ondan satýn alan kiþi demesi halinde veremeyeceðini belirtmek
içindir. Ýkinci bir oðlu olduðunu tekrar ikrar etse, birinci oðul bu ikrarý kabul etmese, ikrar geçerli
deðildir. Çünkü baþkasý aleyhine yapýlmýþ bir ikrardýr. Ama kendisi ikincisi için «onun oðludur»
demekle birincisine mahkeme kararý olmaksýzýn malýn tümünü vermesi halinde, yarý hisseyi ona
ödemek mecburiyetindedir. Zeylaî.
Þahitlerin þehadetine dayanarak bir tereke varisler arasýnda taksim edilir veya alacaklýlara tevzi
edilir, þahitler de «Biz baþka varisi olduðunu bilmiyoruz, baþka bir alacaklýsý olduðu hakkýnda
malumatýmýz yoktur» dememiþlerse, miras taksim edilir, alacaklý ve varis olanlardan kefil alýnmaz.
Ýlerde bir varis ortaya çýktýðý taktirde veya bir alacaklý geldiði taktirde ona haklarýný vereceklerine
dair kefil vermeleri istenmez. Bu da Ebu Hanife´ye göredir. Sahibeyne göre istenir.
Ebu Hanife´ye göre mekfululeh dediðimiz ikinci bir alacaklý ve varisin meçhul olmasý dolayýsýyla
kefalete gerek duyulmaktadýr. Bunun üzerine hakim bir müddet bekler, kimse çýkmadýðý taktirde
hükmünü verir. Ama þahitlerle deðil, varisle alacaklýlarýn ikrarý ile borç ve miras sabit olmuþ ise,
ittifakla tevzi esnasýnda gelebilecek bir alacaklý ve varis için kefil vermeleri gerekir. Ama þahitler,
«Biz baþka varisini bilmiyoruz» veya «Baþka bir alacaklýsý olduðu hakkýnda bilgimiz yoktur»
demiþlerse, o zaman terekeyi aralarýnda bölüþen alacaklýlardan veya varislerden kefil alýnmamasý
ittifakla kabul edilen hükümlerdendir.
ÝZAH
«Eðer sulh olmamýþ ise ilh...» Bu meselenin yeri biraz önce geçen, «Bir kimse baþkasý aleyhinde bir
mal iddia etse» ifadesinden sonra olmasý gerekir.
Bahýr´da bu konuda þöyle denmektedir: «Sukutu tercih etmesinden dolayý davalý sulh olmamýþ
olabilir. Asýl olan borçlu olmamasýdýr. Ama inkar edecek olur ve bunun akabinde de bir miktar mala
sulh olur, daha sonra da ödediðine veya ibra edildiðine dair bir beyyine sunacak olursa,
mahkemece bu davasý dinlenmez. Hülasa´dan da bu þekilde nakledilmiþtir.» Halebî.
«Bir rivayete göre düþmez denmiþtir, fetva da buna göredir ilh...» Bu görüþ Kuduri tarafýndan
Hanefi fukahasýndan nakledilmiþtir. Bahýr.
«Çünkü insanlardan gizlenen ilh...» Yani erkeklerden uzak olan ve iþlerini bizatihi kendisi
yürütmeyen kiþi demektir. Diðer bir görüþe göre makamýnýn yüksek olmasý veya baþka sebeplerden
herkesin göremediði, insanlardan uzak yaþayan kiþi demektir. Bahýr.
«Hatta kendi iþini kendi gören kiþi olsa ilh...» Yani aleyhinde dava açýlan müddaaleyh insanlardan
uzaklaþan biri deðil de kendi iþini kendi gören biri olduðu taktirde, getireceði beyyine kabul
edilmez. Bu mesele Kadýhan´ýn görüþüne uyarak Nihaye isimli eserdeki kavle binaen açýklanmýþ feri
bir meseledir.
Kitabu´l-lslah isimli eserde, «Bu tartýþýlabilir» denmektedir. «Çünkü iki ifade arasýnda telifin
yapýlabilmesi, onlardan birinin iþlerini direkt kendisinin yürütmemesine binaendir. Özellikle
müddaaleyh deðildir.»
Bu ifadenin de bertaraf edilmesi ve buna cevap verilmesi kolaydýr. Çünkü yukarda sözünü ettiðimiz
ifadeler müddainin deðil müddaa aleyhin sözleri arasýndaki tezatla ilgilidir. Bahýr.
«Evet eðer iddia etse ilh...» Dürer´de Kýnye´den naklen mesele þu þekilde tasavvur edilmektedir:
«Müddaaleyh müddaiye «Seni tanýmýyorum.» dese, aleyhinde beyyine ile hakkýn sabit olmasý
sonucu ödediði iddiasýný ileri sürse, bu iddiasý dinlenmez. Ama müddainin kendisine alacaðýnýn
ulaþtýðý veya ulaþtýrýldýðý ikrarýný iddia etse, dinlenir.»
Bahýr´da ise gerekçe olarak þu ifadelere yer verilmektedir: «Çünkü birbirine zýt ifadeler, ayný kiþi
tarafýndan söylenmese halindedir. Burada ise iki zýt ifade birleþmemiþtir. Bunun için de davacý
açýktan karþý tarafýn ödediðini tasdik etse, ortada bir tenakuz ve tezatýn olmadýðý anlaþýlýr.»
Timürtaþî bu þekilde ifade etmiþtir. Bu da þarihin açýklamaya çalýþtýðý husustan daha kabule þayan
ve akla yatkýn, bir ifadedir. Bununla da þarihin meseleyi tasavvur ederken davacý yerine davalý
ifadesini kullanmasýnýn hata olduðu ortaya çýkmýþ olmaktadýr. Her ne kadar bunu baþka türlü telafi
etmek mümkün ise de.
«Çünkü ikrar ilh...» Bu ifade içerisinde «bey´i ikrar, onun rüknünü de ikrar demektir» ifadesi yer
almaktadýr. Çünkü bey´ malýn mala mübadelesi, trampasý ve deðiþtirilmesi demektir. Ancak burada
karþýlýðýnda bedel olmayan bir bey´i ikrarýna hamledilmesi mümkündür. Mebsut´ta bu konuda, «Ýki
þahit satýcýnýn sattýðýna dair ikrarýna þahitlik ederler ama bedeli belirlemezlerse ve bu bedelin
kabzedildiðine dair þahitlik yapmazlarsa, bu beyyine kabul edilmez. Ama þahitler. «Bizim yanýmýzda
sattýðýna ve semeni aldýðýna dair ikrarda bulundu. Ancak semenin miktarýný belirlemedi.» deseler.
bu akit caiz ve bu konudaki beyyine kabul edilir.» denilir.
Mecmail-Fetava isimli eserde. «Ýki þahid bir kimsenin malý sattýðýna dair þahitlik ederler ve
karþýlýðýnda semeni kabzettiðini de ifade ederlerse, caizdir. Semen miktarýný belirlemeseler de bir
mahzur yoktur. Keza satýcýnýn ikrarý konusunda þahitlik ederlerse, satýp semeni kabzettiðini
söylemeleri de yeterli sayýlýr.» denilmiþtir.
Yine bu konuda Hülasa´da. «Þahitler senenin miktarý ile ilgili bir açýklamada bulunmaksýzýn satýþ
yapýldýðýna ve semenin kabzedildiðine dair þahitlik ederlerse, kabul edilir. Aksi halda kabul edilmez.
Keza birisi semeni kabzettiðini beyan eder, diðeri beyan etmezse, durum yine ayný olmaktadýr.»
denilmiþtir. Nurulayn.
«Tezattan dolayý ilh...» Çünkü beraetin þart koþulmasý, aktin vasfýný deðiþtirme demektir. Bu da
ortada bir aktin olmasýný gerektirir. Ama karsý taraf bunu inkar etmiþtir. Yukarda gecen mesele
bunun hilafýnadýr. Çünkü hak olmayan, doðru olmayan ve batýl olarak kabul edilen, bazan yerine
getirilir, ifa edilir. Böyle bir davayý bertaraf edebilmek için kurtulmanýn tek yolu bir þey vererek
ondan kurtulmak olabilir. Bu bütün imamlardan naklen zahirur rivayede nakledilen ifadedir. Bahýr.
«Vekilinin satýþý ilh...» Burada satýcýnýn vekili demektir. Yani satýcý «Ben seni görmedim, sana bir
þey satmadým» demesi halinde, daha sonra bir satýþ iddiasý ile ortaya çýkýlmasý halinde, iki ifade
arasýnda bir tezat olup olmadýðý meselesi ele alýnýrken, satýcý vekili vasýtasýyla satmýþ, gerçekten
onu görmemiþ, kusurdan, her türlü ayýptan malýn geri iade edilmeyeceði þartýný koþma yine vekil
tarafýndan yapýlmýþ olabilir.
«Kadýn bir kiþiyle evli olduðu iddiasýný ileri sürse erkekte bunu inkar etse ilh...» Yaný, «Aramýzda bir
nikah yoktur» dese. Camiü´l-Fusuleyn´den Bahýr´da nakledildiði gibi, bu inkarý nikah aktini fesh
etmediðinden, daha sonra ikrarý aktin devamýna ve aktin varlýðýna engel teþkil etmez. Eðer koca
«Benimle senin, aranda bir nikah yoktur.» ifadesini, kadýnýn nikah olduðunu beyyine ile isbat
etmesinden sonra söylemiþ ve o da karýsýný mehir. karþýlýðý hulu yoluyla boþadýðýný beyyine ile
isbat etmiþ ise, erkeðin beyyinesi kabul edilir. Ama, «Aramýzda hiçbir þekilde nikah yoktu.» dese
veya «Asla ben onunla evlenmedim» dese, diðer durumlar aynen devam etse, bu durumda bunun
bir kusura vesile olmasý gerekir. Zahirur rivayede beraetle ilgili beyyine kabul edilmez. Yani
kusurdan dolayý beraet beyyinesi kabul edilmez. Çünkü bey´ meselesinde bey´i ikrar vardýr. Hulu da
bunun gibidir. Yani daha önceden bir nikahýn olmasýný gerektirir. Nikah olmayan bir yerde hulu
tasavvur etmek mümkün deðildir. Dolayýsýyla iki ifade arasýnda, yani «Evliliðimiz yoktu, asla ben bu
kadýnla evlenmedim» der daha sonra hulu karþýlýðý boþadýðýný söylerse, bu iki ifade arasýnda
elbette bir tezat ve tenakuz vardýr.
«Sâkk veya bir yazýlý ifade sonundaki inþaallah ifadesi ilh ..» Çünkü asýl olan cümlelerin müstakil
olmasýdýr. Senet veya sak dediðimiz belge bir güvence olarak yazýlmakta, ilerde isbat için
kullanýlmasý için istenmektedir. Eðer bu ifadedeki inþaallah bütün cümlelere þamil olsa idi, onun
muhtevasýný iptal etmesi gerekirdi. Bu da onun muhtevasýnda kasdedilenin tamamen zýddý
olduðunu ortaya koyar, öyleyse bir zaruret gereði hemen kendisinden önce gelen cümleye þamil
olmasý düþünülür. Halebî Tebyin´den naklen meselenin bu þekilde olduðunu beyan etmiþtir.
Bahýr´da bu konuda þöyle denmektedir: «Netice olarak birbirlerine ve gibi bag edatý ile baðlý
cümlelerden sonra inþaallah ifadesi zikredilmesi halinde mesela kölem hür, karým boþ ve Allah
rýzasý için Mekke´ye kadar yürümeyi iltizam ettim inþaallah, diyen bir kiþinin cümleleri birbirine
atfedildiði, baðlandýðý için, bu inþaallah ifadesi bütün cümlelere þamil ve cümlelerinin tümü
geçersizdir. Bu konuda da imamlarýn ittifaký vardýr. Bu noktada Ebu ´Hanife kendi vaz ettiði kaide ve
hüküm istikametinde devam etmiþ, sahibeyn ise senet ve çek yazýlma meselesindeki sureti bunun
genelinden, onu özelleþtirecek arizi bir sebepten dolayý istisna etmiþler, yani cümleler adeta
birbirine baðlý sayýlmýþ, hadisede buna göre hamledilmiþtir. Bunun içindir ki sahibeynin görüþü
istihsan olmasý itibariyle tercihe þayan görülmüþtür. Fethü´l-Kadir´de de bu þekilde ifade edilmiþ
meselenin zahiri istisna þartýn tümüne þamil olduðunu gösterir» denmektedir inþaallah þeklinde
olmasa da.
«Þart ile ilh...» Gerek bu þart inþaallah þeklinde olsun, gerek baþka þekilde olsun hüküm aynýdýr.
Bahýr´da Halebî´den naklen mesele bu þekilde belirtilmiþtir. Göründüðü kadarýyla bu mesele ikrarla
ilgili özel bir durum olsa gerektir.
«Þarta talik edilmemiþ iki cümle ilh...» Yani karine ile belirlendiðine göre þarta talik edilmemiþ
tencizi ifadeler demektir ki, mesela bir kimse karýsýna sen boþsun dese ve þu kölede hürdür dese
ve bunlar akabinde hemen inþaallah dese bu istisna her iki cümleye birden þamil olur. Halebi.
«Sükut ve fasýladan sonra atýfla da olsa ilh...» Yani son cümle ile ondan önceki cümleler arasýnda
bir sükut olacak olursa demektir. Bu durumda tabiki istisna yalnýz ittifakla son cümleye þamil
olduðu ve yalnýz onu ilgilendirdiði kabul edilmiþtir.
«Ancak kendisini zorlayacak olursa îlh...» Yani bir kimse karýsýna «Sen eve girersen þöylesin» dese
ve sussa, ondan biraz sonra«þu da» diye ikinci karýsýna iþaret etse, ikinci karý yeminin zýmnine
dahil kabul edilir. Þu aþaðýdaki mesele bunun hilafýnadýr. Þu ev diyecek olursa tabiki ev
yukardakinden farklýdýr. Ama «þu da boþtur.» der susar, ondan sonra «ve þu da boþtur ve þu da»
derse, ikincisi boþ olur. Azad meselesinde de durum aynýdýr. Bahýr.
«Eskinin devamý ve durumun hakem oluþu ilh...» Yani bir meselenin zahiri durumu peyse, onun
devamý esastýr. Onu deðiþtirecek ve deðiþtirdiðine dair delil yok ise, eski durum devam eder.
Mesela insanda asýl olan borçlu olmamasýdýr. Mücerret iddia ile bir kimsenin borçlu olmasý
gerekmez. Bu iddia beyyine ile isbat edilecek olursa, eski asýl durum deðiþmiþ ve kiþinin borçlu
olduðu ortaya çýkmýþ olur.
«Deðirmen meselesi ilh...» Bir kimse birinden su deðirmenini kiralasa, kîraya veren kira bedelini
almak için geldiðinde, «Sen ücrete müstahak deðilsin çünkü deðirmenin suyu kesildi,
çalýþtýramadým. Onun için sana ücret ödememem gerekir.» þeklinde bir iddiada bulunsa, o anda
gidilir bakýlýr, eðer deðirmenin gerçekten suyu akmýyor ise, bu halin maziye doðru uzatýlmasý
(imtidadý) zahiri hali tahkim demektir. Eðer akýyor ise kiraya verenin ücret isteme hakkýdýr. Çünkü
zahiri durum su akmýyor diyeni yalanlamaktadýr. Diðer taraf eðer belirli bir süre akmadýðým kabul
etmezse, karþý tarafýn bunu isbat etmesi gerekir. isbat edememesi halinde, o anki durum hakem ve
hüküm için bir kaynaktýr.
«Görünüþ, zahiri durum bir þeyin defi için hüccettir. Ýsbatý ve istihkaký için hüccet deðildir ilh...»
Eðer burada «Yukarda vermiþ olduðumuz deðirmen meselesi bu kaideyi zedelemektedir» þeklinde
bir itiraz varit olacak olursa, þöyle ki, deðirmenin ihtilaf anýnda suyunun akar bulunmasý, müstecirin
karþý tarafa ücret ödemesi ile mahkemenin karar vermesi gerekir. Bu mesele zahiri durumla bir
istidlaldir. Ücretin tesbitine, yani ücretin istihkakýna delil olma niteliði göstermektedir.
Bu itiraza verilen cevabýmýz þudur: Bu zahiri hal kiraya verene karþý kiracýnýn iddiasýný def için,
bertaraf etmek için bir istidlaldir. Çünkü o bir aybýn, kusurun husule geldiðini, suyun kesildiðini
iddia etmekte, bu iddiasý ile de ücretin sakýt olduðunu, ücret vermemesi gerektiði iddiasýný ileri
sürmektedir. Bu iddiasýný def etmek için bir delildir. Peki ücretin ödenmesi meselesine ne denir.
Ücretin ödenmesi suyun akmasýyla ilgili deðil, ücretin varlýðý ve kabul ediliþi, ücreti gerektiren
önceden yapýlmýþ bir akit iledir. Durum böyle olunca buradaki zahiri hal müstecirin iddiasýný def
edici mahiyettedir. Ücreti isbat edici mahiyette deðildir. Yakubî.
Bahýr´dan naklen þöyle denmiþtir: «Bir müslüman ölse, onun da hýristiyan bir hanýmý olsa,
ölümünden sonra müslüman olarak gelen bu kadýn, «Ölümünden önce müslüman olmuþtum.
Mirasýn intikal ettiði esnada ben de varisler arasýnda idim.» demek istese, vereseler de «Hayýr o
ölümünden sonra müslüman oldu. Dolayýsýyla mirasa hakký yoktur.» deseler söz onlarýn sözüdür.
Burada zahiri durum, hal, hakem olarak kabul edilmemiþtir. Bu da yukardaki meseleyi nakzeder bir
durum deðil midir? Çünkü zahiri durum istihkak için deðil, def için hüccettir. Bu kadýn ise istihkaka
muhtaç ve miras alma ile ilgili bir beyanda bulunmuþtur. Vereseler ise kadýnýn böyle bir iddiasýný
bertaraf edici ifadeler kullanmýþlardýr. Bir þeyin, bir olayýn en yakýn zamana izafesi gerekir kaidesi
de varislerin bu ifadelerini desteklemektedir.»
«Nitekim müslümanla ilgili bir meselede olduðu gibi ilh...» Bu da zahiri halin istihkaka mani
olduðuna bir misaldir. Özeti, bu meselede söz hakký varislerin olmuþtur. Bunun durumun
hakemliðine bina edilen bir mesele olarak kabul edilmesi de mümkün olmamaktadýr. Çünkü
istihkaka hüccet ve delil olmayan bu durum, kadýnýn istihkak için iddiasýný ortaya koymakta,
dolayýsýyla istihkak için delil kabul edilmemektedir.
«Söz hakký müslüman olduðunu iddia edenindir ilh...» Yaný bir kimsenin ölümünden sonra
müslüman olarak veya gayri müslim olarak öldüðü konusunda ihtilaf edilse, müslüman olarak
öldüðünü iddia eden görüþ tercih edilir. Mesela anasý babasý zýmmi olan bir kimse öfse ve annesi
babasý da oðlumuz gayri müslim olarak öldü, dolayýsýyla biz ona varisiz deseler, müslüman olan
çocuklarý da ölenin müslüman olarak öldüðünü demeleri halinde, söz hakký müslüman olduðunu
iddia edenin olduðuna göre, bu kimsenin mirasý anne ve babasýna deðil çocuklarýna intikal eder.
Bahýr.
«Bu bana emanet býrakanýn oðludur dese ilh...» Bahýr isimli eserde þöyle denmektedir: «Burada
mesele oðlu ile .ikrarla kayýtlanmýþtýr. Çünkü kendisine emanet býrakýlan kiþi, sonradan gelen bir
kiþiye «Bu onun ana baba bir erkek kardeþidir.» dese, ondan baþka varisi olmadýðýný da söylese ve
bunu iddia etse, hakim hüküm verirken biraz teennili davranýr.Hemen, birden onun ifadesine
dayanarak hüküm vermez.»
Oðlu meselesiyle kardeþidir meselesi arasýndaki fark þuna baðlýdýr. Çünkü kardeþin miras
olabilmesi ölen kiþinin oðlunun olmamasý þartýna baðlýdýr. Oðlanýn durumu ise böyle deðildir,
baþkasý olsa da her halükarda varis olacaktýr. Tabiki buradaki oðlundan maksat da her halükarda
varis olacak bir oðuldur. Kýz, baba ve anne de oðul gibidir. Her halükarda varis olanlardandýr. Bazý
durumlarda varis olup bazýlarýnýn varlýðýyla varis olamayanlarýn durumu ise, kardeþin durumuna
benzemektedir. Bahýr.
«Verese arasýnda veya alacaklýlar arasýnda tevzi edilen terike ilh...»Camiü´l-Fusuleyn´in on ikinci
babýnýn sonunda Asýl isimli esere nisbet edilerek zikredilen meselede þöyle denmektedir: «Varis
eðer bir baþkasý ile mirastan mahrum ediliyor ise, mesela dede, nine, erkek kardeþ, kýz kardeþ
bütün varisler belirlenmedikçe, yani veraset ilamý tam olarak çýkarýlmadýkça bunlara bir þey
verilmez. Daha açýk bir þekilde, bir kimse ölen kiþinin erkek kardeþi olduðunu iddia etse, bunun
mirasý almasý, kendisine mirastan pay verilmesi ve mirasýn ona teslim edilmesi mevcut olan bütün
varisleri isbat etmesinden sonradýr veya iki þahit ondan baþka bir varisi olduðunu bilmediklerine
dair þehadet ederlerse, o zaman ona miras, tereke verilir. Ama þahitler yine «Ondan baþka hiçbir
varisi yoktur» deseler, bizim mezhebimize göre bu tür beyyine kabul edilir. Ýbni Ebi Leyla´ya göre
kabul edilmez. Ýbni Ebi Leyla þahitlerin burada bir ön yargýdan hareket ettiklerini kabul etmektedir.
Biz ise örfü delil olarak alýyoruz. Çünkü insanlarýn aralarýndaki ifadeleri, «Bir baþka varis
bilmiyoruz.» þeklindeki sözleri bir þahitliktir. Ayný zamanda olmadýðýna olumsuz yönde þahitliktir,
kabul edilir. Nitekim yukarda «Þart olumsuz da olsa kabul edilir.» þeklindeki ifadeye de tamamen
uygundur. Burada ise durum yine aynýdýr. Çünkü burada beyyinenin kabulü, þehadetin kabulü,
varis olma þartýna baðlýdýr. Eðer varis herhangi bir diðer varisle mirastan mahrum edilmiyor ise,
þahitler de bu konuda «varisi odur» deseler, tereddüde mahal yoktur. Ama, «O varisidir» derler,
baþka bir varisi olmadýðýný söylemezler veya «bilmiyoruz» demezlerse, kadý belirli bir süre bekler,
belki bir baþka varis çýkabilir diyerek hükümde acele etmez. Çýkmadýðý taktirde, bütün mirasý ona
verir. Bu durumda her iki meselede de kefil almaya gerek yoktur. Bu da Ebu Hanife´ye göredir. Yani
baþka varisi yoktur veya baþkasýný bilmiyoruz meseleleridir.
Sahibeyne göre, her iki meselede de onlardan kefil istenir. Hakimin karar için bekleyeceði süre
onun kanaatine býrakýlmýþtýr. Bir diðer kavle göre bir yýl, bir diðer kavle göre bir ay beklenir
denmiþtir. Bu da Ebu Yusuf´un görüþü olarak benimsenmiþtir. Ama karý kocadan biri beyyine ile
varis olduðunu isbat eder, ondan baþka bir varis olmadýðýný isbat etmezse, Ebu Hanife ile Ýmam
Muhammed´e göre, kan kocaya birbirlerinin vefatýnda en çok alabilecekleri hisse ne ise onu
belirler, bu da bekleme süresinden sonra olur. Mesela kocanýn en çok alabileceði miktar yarý,
kadýnýn da, en çok alabileceði miktar dörtte birdir. Ebu Yusuf´a göre ise, en azýný kabul eder, o
istikamette hüküm verir. Bu durumda erkek için dörtte bir, kadýn için ise sekizde birdir.»
Hakimin belirli süre beklemesinden sonra taksimi isteyen varisin baþka biriyle mirastan mahrum
edilen biri olmasý ile, mesela kardeþ buna örnektir. Mahrum edilmeyen biri oðul arasýnda fark
yoktur. Bezzaziye´nin nesep ve irs bölümünde bu mesele özellikle zikredilmiþtir. ilerde yine tekrar
edilecektir.
«Kendilerinden kefil alýnmaz ilh...» Burada kendilerinden kefil istenmeyen kiþiler, yukardaki
meselemizdeki verese ve alacaklýlardýr. Yani hakým onlardan ilerde bir varis veya diðer bir alacaklý
çýktýðý taktirde aldýklarýndan bir kýsmýný ona iade edeceklerine dair kefil vermeleri talebinde
bulunmaz. Halebi. Bu da Ebu Hanife´ye göredir.
Dürer´de «Onlarýn þahsýna kefil alýnmaz.» denilmiþ ve bu kavlin Ebu Hanife´nin kavli olduðuna yer
verilmiþtir. Sahibeyne göre, onlarýn þahsýndan kefil alýnýr. Yani ikinci bir davacý ortaya çýktýðý
taktirde, onlarý mahkemeye getirme görevini üstlenen bir kefil vermeleri gerekir. Bu da sahibeynin
görüþüne göre, «Þahsýna kefil alýnýr.» þeklinde açýk bir ifade olsa gerek. Bu mesele Tacuþþeria´da
da görülmüþ ve kefaletin þahsa kefalet olduðu beyan edilmiþtir. Bahýr´da ise bu durum
görülmediðinden Bahýr sahibi tereddüt etmiþ, buradaki kefaletin mal ile ilgili veya þahýs ile ilgili
olduðu konusuna bir izah ve açýklama getirmemiþtir.
«Lehine kefil alýnacak kiþi meçhuldur ilh ..» Bu da Ebu Hanife´nin ´kefil alýnmaz ifadesinin
gerekçesidir. Çünkü kimin lehine kefil alýnacaktýr? Olmasý ve olmamasý ihtimali eþit olan bir
alacaklý veya bir varis meçhuldür. Dolayýsýyla varislerden veya alacaklýlardan kefil alýnmaz.
«Hakimin bir süre beklemesi gerekir ilh...» Süre beklemesi gerekir ifadesinden maksat, kararýný
verir fakat malý erteler demek deðil karar vermeyi erteler, demektir. Çünkü hüküm verdiði taktirde
terekeyi onlara vermesi için bir bekleme söz konusu deðildir. Nitekim Gayetü´l-Beyan´dan
nakledilerek Bahýr´da mesele bu kayýtlarla zikredilmiþtir. Buna göre mesele üç þekilde ortaya
çýkmaktadýr. Bu þekillerin neler olduðunu öðrenmek için Bahýr isimli esere müracaat etmek gerekir.
Ayrýca þehadet üzerine þehadet bahsinden önce bu mesele gelecektir. Her ne kadar orada gelecek
bu meselelerin tümü deðil ise de bir kýsmýna ve kaidesine orada yer verilecektir.
«Bir müddet bekler ilh...» Yukarda da belirtildiði gibi bu bekleme süresi hakimin kanaatine
býrakýlmýþtýr. Ýmam Tahavi bir yýl ile takdir etmiþtir. Belirli bir süre tayin etmeyen görüþe göre,
hakimin kanaati önemlidir. Baþka bir varis ve olacaklýnýn çýkmayacaðý kadar bir süre bekletilmesi
ve ondan sonra karar verilmesi gerekir.
«Ýkrar ile sabit olmuþ ise ilh...» Yani miras veya borç alacaklý ve varislerin ikrarý ile sabit olmuþ ise
demektir. Bu da þahitlerle belirlenen borç ve mirasýn dýþýnda olan meseledir.
«Eðer onu þahitler söylerse ilh...» Yani þahitler onun bir varisi olduðunu veya bir alacaklýsý
olduðunu bilmiyoruz diyecek olurlarsa, ittifakla kefil alýnmaz, demektir. Halebi.
Ynt: Kaza By: neslinur Date: 10 Þubat 2010, 17:39:38
METÝN
Bir kimse baþkasýnýn elinde olan bir evde kendisi ve mevcut (hazýr) olmayan gaip kardeþi için bir
hak iddia etse ve irsen bu evin kendilerine intikal ettiðini söylese ve bu iddiasýný beyyine ile isbat
etse, davayý açan kiþi müþa olarak bu evin yansýný alýr. Evin diðer kýsmýný zilyet olan ev elinde
bulunan kiþinin elinde kendisinden kefil almaksýzýn býrakýlýr. Kefil alýnmaya gerek yoktur. Bu zilyet
davayý ister inkar etsin, ister inkar etmesin, durum aynýdýr. Bu da Ebu Hanife´ye göredir. Sahibeyne
göre inkar etmesi halinde, elinden alýnýp emin bir ele býrakýlmasý gerekir bu da istihsandýr,
denmiþtir. Nihaye.
Gaip olan kardeþ geldiðinde yeni bir beyyineye, yeni bir hükme gerek yoktur. Sahih olan görüþte
budur. Çünkü varislerden herhangi biri ölü için hasým olarak gösterilebilir. Dolayýsýyla terekesinden
borçlarý bunu hasým göstererek ödenir. Hasým olabilmesi veya onun yerine kaim olabilmesi,
Bahýr´da açýklandýðý gibi dokuz þarta baðlýdýr. Doðrusu borç veya para ile ayýn dediðimiz mallar
arasýnda bir farkýn bulunmasýdýr denmiþtir. Ancak metinde devamla akarýn durumu ne ise yukardaki
hükümler konusunda taþýnýr malýn (menkulün) durumu da esah olan kavle göre aynýdýr demektedir.
Dürer.
Mülteka´da ittifakla onun elinden alýnacaðý görüþü benimsenmiþtir. Benzeri bir görüþte Bahýr´da yer
almýþtýr. Bahýr´da bu konuda devamla, «Ýkrar eden biri olduðu taktirde, inkara sapmamasý halinde, o
mal onun elinden alýnmayacaðý ittifakla kabul edilen hükümler arasýndadýr.» denilmiþtir.
Bir kimse malýnýn üçte birini vasiyet etse. bu üçte bir ifadesi malik olduðu her þeyin üçte biri
demektir. Çünkü vasiyet bir bakýma miras gibidir. Bir kimse «Malým veya malik olduðum her þey
sadakadýr.» dese, bu zekat malý cinsinden olana þamildir. Bu da istihsanen böyledir.
Malýnýn tümünü tasadduk etmek üzere adayan kiþi geçimini sürdürmek için baþka bir þey
bulamadýðý taktirde ondan bir miktarýný alýkoyar, ilerde yeniden bir mal kazandýðý taktirde o miktarý
da tasadduk eder.
Bahýr´dan bu konuda þöyle denmektedir: «Eðer «Ben þöyle yaparsam malik olduðum her þey
sadakadýr.» dese, bundan kurtuluþ çaresi ne olabilir diye sorulmuþ cevap olarak da «Mülkünü bir
adama mendil içerisindeki bir elbise karþýlýðýnda satar ve onu kabzeder ve onlarýn neler olduðunu
görmez. Daha sonra yapmýþ olduðu o yeminde þunu yaparsam dediðini yapar. Bunun akabinde de
mendili açar, içindeki kumaþ ve elbiseyi gördükten sonra görme muhayyerliðiyle sahibine iade eder
ve malýný geri alýr. Bu durumda da kendisine bir þey gerekmez.»
Bir kimse, «Malýmdan bin dirhem sadakadýr, eðer þunu yaparsam.» dese ve o dediðini de yapsa,
malik olduðu miktar o miktardan az olsa, yalnýz malik olduðu miktar kadarýný verir. Ondan fazla
kendisine bir þey gerekmez» denmiþtir. Þayet hiçbir þeyi yoksa bir þey gerekmez.
Bir kimsenin haberi olmadan onu vasi tayin etmek sahihtir. Dolayýsýyla tasarruflarý geçerlidir.
Vekilde ise durum bunun aksinedir. Ýkisi arasýndaki fark, vasinin tasarrufu bir bakýma onu vasi
tayin edenin yerine kaim olduðundan ayný tasarruftur. Vekilde ise niyabet ve vekalet vardýr. Vekil
daha sonra kendisine bir vekalet verildiðini mümeyyiz bir çocuktan veya fasik birinden de öðrense,
tasarrufu sahihtir. Azli ise ancak adil bir kiþinin haberiyle sabit olur. Fasik olan kiþinin haberi
cinayet konusunda olacak olursa kabul edilmesi karþý tarafýn onu tasdik etmesine baðlýdýr veya iki
mestur (hali bilinmeyen) veya iki fasik tarafýndan kendisine azledildiði haberinin iletilmesi gerekir ki
esah olan kavle göre bu vekil azledilmiþ olsun. Mesela mevlaya kölesinin cinayetiyle ilgili yukardaki
vasýflarý belirtilen kiþilerden biri haber verse, buna raðmen mevla köleyi satmaya kalksa, bu onu
cinayetinden dolayý kurtaracaðýný üstlenmesi demektir.
Þefie þufa hakkýyla alabileceði bir gayri menkulün satýlmasý haberi, nikah konusunda henüz bakire
olan bir kýzýn sükut ettiðine, sükutunun rýza mesabesinde olduðuna dair yukardaki kiþilerin haberi
iletmeleri veya henüz bize intikal etmemiþ gayri müslim bir ülkede yaþayan ve orada müslüman
olmuþ bir kiþiye Ýslami hükümleri ayný vasýftaki kiþilerin haber vermeleri meselesi bunlara örnek
teþkil etmektedir. Malý satýn alacak kiþiye malýn kusurlu olduðu konusundaki haber de bunun
gibidir. Mezun olan köleye haciz konduðuna ve ticaretten men edildiðine dair gelecek haber de
buna benzemektedir. Þirketin fesh edilmesi, kadýnýn, vakýf mütevellisinin azledilmesi meseleleri
yukardaki meselelerle aynýdýr. Bu konuda mesele sayýsý ona balið olmaktadýr. Yani burada
þehadetteki þehadet lafzýnýn dýþýnda gerekli olan aded veya adalet þartlardan birinin bulunmasý
gerekir ya iki kiþi olmasý veya adil bir kiþinin bulunmasý ki bunlara þehadetin iki þartý (iki bölümü)
denir. Biri adalet, diðeri adeddir. Aded ya ikiye balið olmalý veya haber veren tek olduðunda adalet
vasfý bulunmalýdýr.
Haber verende aranan þartlar, þahitlerde aranan þartlarla aynýdýr. Ancak Bahýr isimli eserde bu
konuda azl meselesinin kasdi bir azil olmasý ve karþý tarafýn haberi tasdik etmemesi ve haber
verenin elçi olarak gönderilen kiþi olmamasý ile kayýtlarý kayýtlamýþtýr. Bu durumda eðer gönderilen
elçi ise yukarýdaki þartlara gerek yoktur. Çünkü mutlak bir þekilde onun vereceði haberle amel
edilir. Nitekim ilerde babýnda onunla ilgili meseleler zikredilecektir.
ÝZAH
«Birisi baþkasýnýn elindeki gayri menkulde miras iddiasýnda bulunsa ilh...» Camiü´l-Fusuleyn´in
dördüncü babýnda þöyle denmektedir: «Bir kimse ellerinde ev bulunan iki kiþiye karþý «Sizin
elinizdeki ev benim mülkümdür, bana aittir» dese ve bunlardan birine karþý evin kendisine ait
olduðu beyyine ile isbat etse, eðer ev miras yoluyla ikisinden birinin elinde bulunuyor ise, onun
aleyhine verilecek hüküm, mevcut olmayan diðer gaip olan aleyhinde de hüküm sayýlýr. Bu da
varislerden birinin diðerleri adýna vekaleten hasým olabileceðini gösterir. Ama evin tümü onun
elinde olmayacak olursa bu durumda ona karþý verilecek hüküm, gaip aleyhinde de verilmiþ hüküm
sayýlmamaktadýr. Ancak hazýr olan kiþinin elinde olan miktar kadarýyla hazýr aleyhinde verilmiþ bir
hüküm olur. Eðer ev satýn alma yoluyla ikisinden birinin elinde olacak olursa, onlardan biri aleyhine
verilecek hüküm, diðerinin aleyhinde verilmiþ hüküm sayýlmaz.»
«Zilyet inkar ederse ilh...» Bu ifadenin «beyyineyle isbat ederse» sözünden sonra zikredilmesi ve
bu þekilde genelleþtirilmesi doðru deðildir. Çünkü delil getirmek. daha önceden bir inkarýn olmasýný
gerektirir. Doðru olan beyyineyle isbat yerine, «o da sabit olsa» þeklinde olmasýdýr. Çünkü bu son
ifade hem ikrarla sabit olmayý, hem de beyyine ile sabit olmayý gerektirir ve bu iki hale de þamildir.
O zamanda davasýný inkar etse veya etmese ifadesine gerek kalmaz. Halebi. Buna cevap olarak, bu
genelleþtirme bir kýsmýný onun elinde býrakýr ifadesine raci olduðu gibi, meselede ihtilaf olduðuna
da iþaret etmek içindir, denmiþtir.
«Sahibeynin görüþü bunun hilafýnadýr ilh...» Onlar bu konuda, «Zilyet olan kiþi inkar edecek olursa,
gayri menkul onun elinden alýnýr, emin bir kiþinin eline (yedi emine) tevdi edilir. Çünkü inkar
etmesiyle emanete hiyanetliði ortaya çýkmýþtýr. Eðer inkarý söz konusu deðilse elinde býrakýlýr.»
demiþlerdir.
«Ölen kiþinin vekili onun yerine hasým sayýlýr ilh...» Doðru olan, «Ölmüþ kiþinin yerine kaimdir.»
þeklindeki ifadedir. Hamiþte Bahýr´dan naklen þu ifadelere de yer verilmiþtir: «Diðer verese adýna
onun hasým kabul edilmesi, onlarýn yerine de muhatap olmasý üç þorta baðlýdýr: Dava konusu olan
malýn mülkünün onun elinde olmasý, taksim edilmemiþ olmasý, gaip olan kiþinin belirli olan o ölmüþ
kiþiden irs olarak intikalini kabul etmesi ve bunu tasdik etmesi.»
«Doðrusu ilh...» Bu ifadenin makabliyle pek ilgisi yoktur. Çünkü önceki ifadeler varislerden birinin
ölmüþ kiþi yerine kaim olmasý ile ilgilidir. Buradaki fark ise onlarýn veya onlardan birinin ölmüþ kiþi
aleyhine olan konularda sabit olmasý ile ilgilidir.
Bahýr´da bu konuda þöyle denmektedir: «Keza onlardan biri ölmüþ kiþinin aleyhinde sabit olacak
hususlarda da mutlak bir þekilde hasým kabul edilir. Eðer bu borç ise. Ama belirli bir maldaki dava
ile ilgili ise, onun aleyhinde verilecek hükmün diðer varisler içinde geçerli olabilmesi için o malýn
elinde olmasý þarttýr. Eðer bir kýsmý elinde ise, o kadarýnda hüküm geçerlidir. Nitekim mesele
Camiü´l-Kebir´de bu þekilde açýklanmýþtýr. Hidaye, Nihaye ve inaye isimli eserlerin ifadelerine göre
ise, eðer terekenin tümü onun elinde ise, borç konusundaki davada onun muhatap olmasý ve onun
aleyhine verilecek hükmün diðerlerine geçerli olabilmesi, ancak terekenin elinde olmasýna baðlýdýr.
Fethü´l-Kadir´de iki mesele arasýndaki farkdan bahsedilirken, yani borç ve ayýn dediðimiz mal
arasýndaki fark izah edilirken, «Doðru olan da budur. Bunun dýþýndakiler bir zuhul ve sehiv
sonucudur.» denmiþtir.»
Ebu Suud´da haþiyesinde þeyhinden naklen þu ifadeler yer almaktadýr: «Ýki mesele arasýndaki fark,
alacaklýnýn hakkýnýn bütün terekeye þai bir hak olmasý belirli bir maldaki iddia ise, muayyen bir
malda olmasýdýr. Çünkü onun hakký terekede þâi´ olmayýp yalnýz o malla ilgilidir.»
«Ayn belirli ve müþahhas mal ilh...» Bu konuda, yani belirli bir mal davasýnda vereselerden birinin
diðerleri yerine hasým olarak gösterilmesi, ona verilecek kararýn diðerlerine de sirayet etmesi,
ancak ayýn dediðimiz o malýn onun elinde olmasý halindedir. Borç davasýnda hasým olabilmesi için
terekenin tümünün elinde olmasý gerekmez. Hatta bir miktarý da elinde olsa, birisi diðerlerinin
yerine kaimdir. Dolayýsýyla onun aleyhine verilecek hüküm, diðerleri aleyhinde verilmiþ hüküm
sayýlýr. Bu, yukarda beyan ettiðimiz gibi Ýnaye, Nihaye ve Hidaye´deki ifadelerin hilafýnadýr. Halebî.
«Malým ve malik olduðum her þey sadakadýr dese ilh...» Bu ifadenin zimninde alacaklarda dahildir.
Kýnye´de bu konuda iki görüþ olduðuna yer verilmiþ ve Vehbaniye´nin Vesaya bölümünde dahil
olduðu görüþü benimsenmiþtir. Sayýhanî´nin Makdisî´den naklettiðine göre, muhakkak ki alacak
konusunda zekat þarttýr. O da alýndýðý zaman maldýr. Bahýr´da Haniye´den naklen dahil olmadýðý
görüþü benimsenmiþ, bunun da fukahanýn þu ifadelerinin bir muktezasý olduðuna yer verilmiþtir:
«Alacak mal deðildir. Hatta bir kimse, «Benim malým yoktur.» diye yemin etse, insanlarda alacaðý
olsa, bu yemininde hanis sayýlmaz. yemini bozulmuþ olmaz. Ýbni Þýhne, Ýbni Vehban´dan
naklettiðine göre, benim hatýrýmda kalan Haniye´nin rivayeti borcun mala dahil olduðu þeklindedir.
Halebi.
«Zekat malý cinsinden olanlara þamildir ilh...» Hangi cins olursa olsun, nisaba balið olsun veya
olmasýn, borcu bütün elindeki malý kapsasýn kapsamasýn, bütün bunlar dahildir. Bahýr.
«O kadarýný sadaka olarak verir ilh...» Yani sadaka olarak daðýttýðý zaman yiyeceði kalmayan kiþi,
yiyeceði kadarýný elinde býrakýr, geri kalanýný daðýtýr. Daha sonra para kazandýðý zaman, yemek için
býraktýðý kadarýný tekrar sadaka olarak vermesi gerekir. Elinde býrakmasý meselesi, kendisinin
ihtiyacýnýn diðerlerinkinden önce geldiðine binaendir. Her ehli sanat kendisine yetecek kadarýný
býrakýr, yeni bir kazanç elde ettiði zaman onun kadarýný tekrar tasadduk etmesi gerekir. Fetih.
Meselenin çaresi þudur tabiki bu da söylediðini yapmak istemez yemininde hanis olmayý istemediði
taktirde buna baþ vurur ve bu çare ile amel eder.
«Daha sonra o yemin ettiði hususu yapar ilh...» Yani mendil içerisinde bir elbiseyi aldýktan sonra
malýný baþka tarafa devretmiþ, malý elinden bir bakýma çýkmýþ demektir. O zaman yemin ettiði
noktayý yaptýðý zaman elinde mal olarak bir þey bulunmamakta onun üzerine mendili açtýktan sonra,
görme muhayyerliðinden dolayý içindeki elbiseyi iade ederek malýný geri almýþ ve böylece yeminden
de kurtulmuþ olur.
«Bir þey gerekmez ilh...» Bu konuda Allame Makdisi þöyle demektedir: «Bundan da anlaþýldýðýna
göre, itibar yemin anýnda deðil, hanis olduðu anki mülkiyettedir.»
Ben derim ki: Bundan da tekrar anlaþýlabileceði gibi, görme muhayyerliði ile satýn alýnan mal,
mülkiyetine henüz tam olarak girmiþ sayýlmaz. Ta ki onu görüp onun vasýflara uygun olduðunu
kabul etmesiyle, geri çevirmek üzere karar vermemesine baðlýdýr. Bunu Ebu Tayyib Medenî bu
þekilde belirtmiþtir. Mesele müracaatý gerektirmektedir.
Bahýr´dan nakledilen ifade Velvalicî´nin çareler bölümüne atfedilerek zikredilmiþ meselenin tamamý
Velvaliciye´de zikredilmiþ ve þöyle denmiþtir: «Eðer bir kimsenin insanlarda alacaðý varsa, o
alacaklarýndan dolayý bir kimse ile mendil içerisindeki bir elbiseye karþýlýk sulh olsa, daha sonra o
yemin ettiðini yapsa, elbiseyi görme muhayyerliðinden dolayý sahibine iade edecek olursa borç geri
döner ve böylece yeminine halel gelmiþ olmaz.»
«Tasarrufu sahihtir ilh...» Burada vasi ile vekil arasýndaki meseleye temas edilmektedir. Genel
hususlardan biri de, vasinin kendini ne hakikaten ve ne de hükmen azletmeye yetkisi yoktur. Tabiiki
bu da vesayeti kabul ettikten sonra böyledir. Hakikaten azil, ifade ile belirtilen azildir. Hükmen azil
ise ölüm ile ortaya çýkan azildir.
Buradaki ifadenin zahirinden anlaþýldýðýna göre Kenz´in ifadesine uyarak tasarruftan önce de vasi
olduðunu gösterir. Halbuki durum böyle deðildir. Tasarrufa baþladýðý andan itibaren vasi
hükmündedir. Bahýr´da bunu özellikle belirtmiþtir. Bunun için Nuru´l-Ayn isimli eserde þöyle
demektedir: «Bir kimse ölse ve vasisi henüz vasisi olduðunu bilmeden onun bir malýný satsa, vasi
olduðunu ve onun öldüðünden haberdar olmasa, istihsanen caizdir. «Bu onun vesayetini kabul
mesabesinden sayýlýr. Ondan sonra da vesayetten kendisini azletmeye hakký yoktur.» Buna göre
þarihe düþen, daha önce tasarruf ederse demesi idi, tasarrufu sahih deðildir dememesi gerekirdi.
«Vekilin bilgisi olmadan ilh...» Vasi terekeden bir þey satacak olursa, henüz kendisinin de vasi tayin
edildiðine dair bilgisi olmasa, bu satýþý caizdir. Ama vekilin vekil olarak tayin edildiðinden haberdar
olmadan önce satmasý geçerli (nafiz) sayýlmaz. Bahýr. Çünkü bu durumda fuzuli olan kiþinin satýþý
demektir. Müvekkili de buna icazet vermediðine göre, caiz deðildir. Ama vekil meseleyi öðrendikten
sonra, daha önceki aktini onaylayacak olursa, o zaman durum icazet mesabesinde sayýlýr.
Nuru´l-Ayn isimli eserin yirmi üçüncü bölümünde mesele bu þekilde beyan edilmiþtir. Bezzaziye´den
bir ifadeye göre Ebu Yusuf´tan bunun hilafýnýn nakledildiðine ver verilmiþtir.
Bahýr isimli eserde þu ifadelerle söze devam edilmiþtir: «Eðer, müþterinin vekalet konusunda bir
bilgisi var ise ve ondan bunu bu bilgiye binaen satýn almýþ ise, baide henüz vekile kendisinin satýþ
konusunda vekil olduðunu bildirmemiþ ise. yani bunu satýcý (esas maliki) «falan kiþiye git» diye
müþteriyi birine havale eder ve «Ona de ki bana vekaleten þu malý sana satsýn» derse, o da gider
ona haber vermeden o malý ondan satýn alacak olursa, aslýnda vekil olmuþ ama vekil olduðundan
haberi olmadan bu malý sattýðý taktirde bu satýþ caizdir.» Meselenin tamamý Bahýr´dadýr.
«Veya fasikin haberi ilh...» Yani vekil olan kiþiye vekaletten azledildiðine dair fasýk biri haber
getirse, vekil olan kiþi de onun haberini tasdik etse, vekalet sona ermiþ olur. Yalanladýðý taktirde.
ona güvenmediðini söylemesi halinde, hüküm sabit olmaz. vekalet devam eder. Yukardaki, fasikin
haberi vekaletin sabit olmasý ile ilgili, buradaki haber ise, vekaletten azledilmesi ile ilgilidir. Buna
göre de vekaletle vekaletten azil arasýnda fasýk olan kiþinin haber vermesi ve bu haberin vekil
tarafýndan tasdik edilmesi halinde bir fark olmadýðý ortaya çýkmýþ olmaktadýr. Çünkü azil
konusunda da fasýkýn getirdiði bu haberi tasdik ettiði taktirde, azledilmiþ olur. Gayetü´l-Beyan bu
þekilde izah etmiþtir. Yakubiye.
«Esah olan görüþe göre ilh...» Bu ifade ile Kenz´de olan þu ifadeye iþaret edilmek istenmiþtir:
Çünkü Kenz isimli eserde mestur (halleri bilinmeyen) iki kiþinin haberi ile mesele kayýtlanmýþtýr. Bu
kayýtlama ile de iki fasýk kiþinin haberinin kabul edilmeyeceði anlaþýlmaktadýr. Ýki fasýkýn haberi
kabul edilmediðine göre bir fasýkýnkinin de kabul edilmemesi gerekir. Ancak bu zayýf bir kavildir.
Çünkü iki fasýkýn birleþmesiyle verdikleri haber. bir adilin vermiþ olduðu haberden daha tesirli
olduðu görülür ki, bunun delili de hakim mahkemede bir adil þahidin þahitliðine dayanarak hüküm
verse, hükmü geçerli deðildir. Ama iki þahidin adil olmalarý halinde onlarýn þehadetine dayanarak
hüküm verecek olursa hükmü geçerlidir. (1) (Ancak burada bir sürçülisan olsa gerektir. Musannýf
yukarda beyan ettiklerini isbata çalýþtýðýna göre bir adil þahidin þehadetine dayanarak hüküm
veremeyen hakim, iki fasýk þahidin þehadetine dayanarak hüküm vermesi halinde hükmü geçerlidir
þeklinde olmasý gerekir. Çünkü iki adil þahidin þehadetiyle verilen hükmün geçerli olduðu tabiidir,
bedihidir.) Bahýr´da Fetih´den naklen bu þekilde ifade edilmiþtir.
«Hakimin azledilmesi ilh...» Hakimin azledildiðine dair gelen haberler ve haberi getirenler
konusunda hüküm, yukardakinin ayný olmaktadýr. Zira bir yerde kabul edilenin, diðer yerde de
kabul edilmesi gerekir.
«Þahitliðin iki ana bölümünden biri ilh...» Yukarda da belirtildiði gibi, þahitliðin birinci þartý adedin
iki olmasýdýr diðeri de adaletli olmalarýdýr. Adet iki olduðu taktirde adalet vasfý olmasa da þehadet
bir bakýma tam sayýlýr. Adet olmayýpta bir adil þahidin vereceði haber ihbar kabul edilir. Ancak
mahkemenin bu adil kiþinin þahitliðine dayanarak hüküm vermesi, vereceði o hükmü uygulamasý,
caiz olmaz.
Sadi haþiyesinde þöyle denmektedir: «Benim burada söylemek istediðim adette adalet þartýnýn
olmadýðýna iþaret edilmiþtir. Çünkü musannýfýn veya adil kelimesi bir kiþinin sýfatýdýr. Telvihte de bu
görüþün daha sahih bir görüþ olduðuna yer verilmiþtir.»
«Haber verende, þahitlerde aranan diðer þartlar da þart koþulmaktadýr ilh...» Yani adet þartý, adalet
þartý ile birlikte. Ebu Hanife´nin kavline göre, burada bir kadýnýn vereceði haber, kölenin veya
çocuðun vereceði haberle yukardaki hükümler sabit olmamaktadýr. Hatta bu kadýnlarýn sayýsýnda
adet ve adalet bulunsa da durum ayný olmaktadýr. Bu noktaya iþaret edenler de azdýr, enderdir.
«Azli kastiyle ilh...» Açýktan azledildiði demektir. Veya açýktan azledilmesi demektir. Bununla da
hükmi olan azil konu dýþý kalmýþ oluyor. Azli hükmi ise vekalet verenin ölümü halinde vekilin
vekaletinin sona ermesi, otomatik azledilmiþ olmasý demektir. Çünkü müvekkilin ölümünden vekil
haberdar olmasa dahi, tasarrufu sona ermiþ vekaleti bitmiþ, hakkýnda azil otomatik olarak devreye
girmiþ sayýlýr. Halebi.
«Gönderilen haberin fasikle olmasý halinde tasdik edilmesi þartý da vardýr ilh...» Bu Bahýr isimli
eserde zikredilen kayýtlardan biridir. Ama gelen haberi tasdik etmesi halinde velevki bu haberi
getiren fasýk da olsa kabul edilir ve o istikamette hareket edilmesi gerekir. Bu da yukardakilerin bir
bakýma tekrarý kabilindendir. Bahýr.
«Gönderilmiþ olmamasý ilh...» Bahýr´da bu konuyla ilgili hasým ve elçinin dýþýnda olmasý kaydý da
eklenmiþtir. Zira özellikle elçi olarak gönderilen kiþide adalet þartý aranmamaktadýr. Hatta hasmýn
kendisi demiþtik, satýlan evde þuf´a hakkýna sahip olan þefia satýn alan bizatihi kendisi haber verse,
þefiin hemen hakkýný talep etmesi gerekir. Talep etmediði taktirde þuf´a hakký düþmüþ olur.
Elçinin verdiði haberle fasýkta olsa tasdik edilse veya yalanlansa amel edilmesi gerekir. Bahýr. Bu
konuda yeterli bilgiler adý geçen eserde geniþ bir þekilde verilmiþtir.
radyobeyan