Ýslam Kültürü K-Z
Pages: 1
Veli By: armi Date: 01 Þubat 2010, 12:36:02
Veli
Mýsýr´da yetiþen büyük velîlerden Muhammed Þâzilî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "Velî, "Lâ ilâhe illallah" deyip, bunun þartlarýný yerine getiren kimsedir. Bunun þartlarý; Allahü teâlâyý ve O´nun Resûlünü sevmek ve dost edinmektir."Anadolu´da yetiþen büyük velîlerden Muhammed Tevfîk Bosnevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri talebesi olan Erzurumlu Hüseyin Rûhî´ye yazdýðý mektupta buyuruyor ki: "Allahü teâlânýn dostu olan velî­ler bu makâmý þu dört þeyi yapmakla elde etmiþtir. Dünyâyý terk, âhireti terk, varlýðý terk ve kuru bilgiyi terk. Sülûk ilmi de dört esas üzere kurul­muþtur: Birincisi Allahü teâlânýn, kulu kendine çekmesidir. Ýkincisi, insaný doðru yola götürecek hocadýr. Üçüncüsü, ilim ve irfândýr. Dördüncüsü, nefs ile mücâdele etmektir.

Konya´ya gelen büyük velîlerden Þems-i Tebrîzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Velîler, Allahü teâlâyý zikretmekten yorulmazlar ve O´nun muhabbetine doymazlar. Onlarýn yanýnda dünyânýn hiçbir kýymeti yoktur. Onlar, her an Allahü teâlâyý zikrederler, þükrederler, ibâdete de­vam ederler. Bir kalpten bütün arzu ve istekler çýkarsa, orada Allahü teâlânýn sevgisinden baþka bir sevgi kalmaz."

Evliyânýn büyüklerinden Ahmed bin Ebû Verd (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Velîler, þunlara riâyet sebebiyle Allahü teâlânýn rý­zâsýna kavuþtu. Din büyüklerinin kapýsýndan ayrýlmamak, muhâlefeti, karþý gelmeyi terketmek, hizmetlerde mâhir ve gayretli olmak, musibet­lere sabretmek."

Ýstanbul´un mânevî fâtihi, büyük âlim, üstad, hekim ve velî Akþem- seddîn (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde ve vâzlarýnda buyururdu ki: "Velî, insanlardan gelen sýkýntýlara katlanýp, tahammül eden kimsedir. Sýkýntýlarý göðüsler, belâlar yüzünden þikâyetçi olmaz ve adâvet besle- mez, düþmanlýk tavrý takýnmaz. O, toprak gibidir. Topraða her türlü kötü þey atýlýr. Fakat topraktan hep güzel þeyler biter.

Evliyânýn büyüklerinden Alâeddîn Âbizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, "Allahü teâlânýn velî kullarý, meclislerinde bulunan kimseleri mânevî yönden faydalandýrýrlar." buyurdu.

Horasan´da yetiþen velîlerin meþhurlarýndan, tefsîr, kýrâat, hadîs, fý­kýh ve tasavvuf âlimi olan Alâüddevle Semnânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimse velîlik mertebesine ulaþsa, onun üzerine Hak teâlânýn bir perde örtmemesi, onu halkýn gözünden gizlememesi mümkün deðildir. "Evliyâm kubbelerim altýnda (saklý) dýr. Onlarý benden gayrýsý tanýyamaz." hadîs-i kudsînin mânâsý da budur. Burada bildirilen "Kubbeler" beþeriyet sýfatlarýdýr. Pamuktan ve baþka maddelerden do­kunmuþ perde deðildir. Ýnsanlýk sýfatlarý öyle bir þeydir ki, o velîde, Hak teâlâ hazretleri açýk bir kusûr kýlar veya bir hünerini ayýp sûretinde göste­rir. "Onu Allah´tan baþka kimse tanýyamaz." demek, "Ýçi, ilâhî irâde nûru ile dolu olmayan kimseler, o velîyi anlayamaz." demektir. Ancak o nûr ile nûrlanan kimseler anlayabilir."

Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin beþincisi olan Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) haz­retleri hakkýnda, velîler tâifesinin efendisi Cüneyd-i Baðdâdî hazretleri buyuruyor ki: "Velîler arasýnda Bâyezîd-i Bistâmî´nin yeri, melekler ara­sýnda Cebrâil´in yeri gibidir."

Evliyânýn büyüklerinden ve kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen bü­yük âlim ve velîlerin on beþincisi olan Þâh-ý Nakþibend Behâeddîn Bu- hârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir defâsýnda Þeyh Seyfeddîn adlý bir zâtýn ýrmak kenarýnda bulunan kabri karþýsýnda kalabalýk bir cemâatle sohbet ediyordu. O cemâatte bulunanlardan bir kýsmý, Behâeddîn Buhârî hazretlerinin tasavvufdaki yüksek derecesini bilmiyorlardý. Söz, velîlerin hâllerinden açýlmýþtý. Bir hayli süren bu konuþmada, evliyânýn meþhûrla­rýndan olan Þeyh Seyfeddîn ile Þeyh Hasan-ý Bulgârî arasýnda geçen kerâmetler anlatýldý. Ýçlerinden biri dedi ki: "Eskiden velîlerin tasarrufu, kerâmeti çok olurdu. Acabâ bu zamanda da onlar gibi tasarruf ehli var mýdýr? "Bunun üzerine Behâeddîn Buhârî hazretleri buyurdu ki: "Bu za­manda öyle zâtlar vardýr ki, þu ýrmaða yukarý ak dese ýrmak tersine ak­maya baþlar." Bu sözler Behâeddîn Buhârî hazretlerinin mübârek aðzýn­dan çýkar çýkmaz, önlerindeki ýrmak ters akmaya baþladý. Bunun üzerine Behâeddîn Buhârî hazretleri; "Ey su! Ben sana yukarý ak demedim." bu­yurdu. Irmak tekrar eski yöne akmaya baþladý. Bu kerâmetini o kadar çok kimse gördü ki, bu sebeple çoklarý Behâeddîn Buhârî hazretlerinin büyüklüðünü anlayýp, tam bir teslimiyetle ona baðlandýlar ve saâdete ka­vuþtular.

Evliyânýn önde gelenlerinden Bekâ bin Batû (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimse, evliyâlýk yolunun bidâyetinde (baþlangý­cýnda) bu yolda bulunanlarýn edebleri ile edeblenmezse, onun bu yolda nihâyete varmasý nasýl düþünülebilir."

Baðdât velîlerinden Câfer bin Ahmed Es-Serrâc (rahmetullahi te- âlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdular ki: Ýnsanlar o velîlerin büyüklü­ðünü anlamýyorlar. Onlara câhil diyorlar. Allahü teâlâ mazlûm olan o bü­yüklerin yardýmcýsýdýr. Onlar akýl sâhibi, ileriyi gören kimselerdir. Naîm cennetlerini bu büyük zâtlar dolduracaklardýr. Orada nûrdan kürsüler ü- zerine oturacaklar, kendilerine sayýsýz nîmetler verilecektir. Cennet´te "Feyyân" adýnda bir nehir vardýr. Orada âlimler ve velîler, Muhammed a- leyhisselâmýn etrâfýnda toplanacaklardýr. Ýslâm âlimleri ve velîler, Mu- hammed aleyhisselâmýn vârisleridir."

Câfer bin Ahmed Es-Serrâc, Zünnûn-i Mýsrî hazretlerinin hallerini ve sözlerini anlatýrken þöyle buyurdular: Zünnûn-i Mýsrî, Allahü teâlânýn sevgisiyle dolu olanlarý þöyle anlattý: "Onlara, Allahü teâlânýn sevgisi içi­rilmiþtir. Kalplerindeki nefsin arzu ve istekleri, günahlarýn kötü âkýbetleri­nin korkusu ile ölmüþtür. Âhiretteki çeþit çeþit, bitmez tükenmez nîmetleri kaybetme korkusu, onlara bu dünyânýn geçici zevk ve lezzetlerini unut­turmuþtur. Onlar kalplerini, her türlü riyâ, gösteriþ, hased, kin gibi mânevî kirlerden temizlemiþlerdir. Onlarýn kalbleri, Allahü teâlânýn rýzâsýna ka­vuþma gayretindedir."

Tanýnmýþ büyük evlîyadan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) hazretlerine bir gün birkaç kiþi gelip, "Efendim! Allahü teâlânýn velî kullarý vefât edince, tasarruf hakkýna sâhib olurlar mý? Ha- yatta olduklarý gibi insanlara yardým edip, sýkýntýlarýný giderirler mi?" diye sordular. Cevaben; "Cenâb-ý Hakk´ýn evliyâ kullarý âhirete inti­kâl ettikleri- nde, dünyâdakine oranla daha çok tasarrufa sâhib olurlar. Dünyâdaki ta- sarruf hududlu, âhiretteki ise hududsuzdur." buyurdular. Oradakiler; "Dostlarýnýza ve talebelerinize dünyâdaki gibi âhirette de ih­sân ve mer- hamet eder misiniz?" deyince de; "Ey dostlarým! Kýlýç kýnýnda iken kes- mez. Kýnýndan çýktýðý zaman keser. Bize þefâat hakký verilirse, elbette biz de sizlere þefâat ederiz." buyurdular.

Son devir velîlerinden Dârendeli Muhammed Hilmi Efendi (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Hiç bir velî ben evliyâyým ya­nýma ge- liniz, sizi irþâd edeyim, demez. Çünkü onlar kendilerini ve kerâ­metlerini gizlemekle görevlidirler. Bize lâzým olan, evliyâ olduðu söyle­nen þahsa bakarýz. Eðer yaþayýþý Ýslâmiyet´e tam uyuyor ve elinde sil­sile-i aliyyeden gelen ve bu yolda yetiþmiþ büyük bir zâttan tasdikli icâ­zeti, yetki belgesi varsa o zâta büyük zât diye hürmet ederiz."

Ýskenderiye´de yetiþen büyük velîlerden Dâvûd-i Ýskenderî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir velîde, iki çeþit nûr bulunur. Birin- cisi; rahmet ve þefkat nûru olup, bu nûrla, evliyâlýk yolunda bulun­maya müsâid olanlarý kendisine cezbeder, çeker. Ýkincisi ise; feyz, izzet ve kahr nûru olup, bu nûrla da, Allah yolunda bulunmaktan uzak, taþkýn kimseleri kendisinden uzaklaþtýrýr."

Yine buyurdular ki: "Velîlerden bir zât, þarkta Allahü teâlânýn dînine âit bir þey konuþsa, garbda bir kimse o velînin sözlerini duyup kabûl etse ve bunlara tâbi olup, uysa, nasîbi kadar o velînin nûrundan istifâde eder. Aradaki uzaklýk istifâdeye mâni olmaz."

Basra´da yetiþen evliyânýn büyüklerinden Ebû Abdullah el-Basrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, "Velî halk içinde nasýl tanýnýr? Alâmetleri nelerdir?" diye sorulunca, evliyânýn, Allahü teâlânýn dostlarý­nýn alâmetlerini þöyle bildirdi: "Velî, dilinin çok tatlý olmasý, ahlâkýnýn gü­zel olmasý, özür dileyenlerin özrünü kabûl etmesi, ister iyi ister kötü ol­sun, bütün mahlûkâta tam bir þefkat ve merhametle, acýmasýyla anlaþý­lýr."

Ömründe hiç bir kimseyi kýrmayan, incitmeyen Ebû Abdullah el-Basrî, en küçük mahluklara bile merhâmet eder, yolda yürürken bir ka­rýncayý bile ezmemeye çok dikkat ederdi. Dünyâya hiç kýymet vermeyen Ebû Abdullah el-Basrî, insanlarý Allahü teâlâdan uzaklaþtýran þeylerin hepsinin dünyâ olduðunu beyân buyurur ve herkese; "Dünyânýn oðulla­rýna (dünyâ malý, mevkii, þan, þöhret, para, çocuk vs.) karþý zâhid olmak, onlara kýymet vermeyip terketmek; akýllý kiþinin þânýndandýr. Çünkü onlar kendisini meþgûl eder, Allahü teâlâyý zikirden alýkor. Kendisi, din ve dün- yâ iþlerinin düzgün olmasýný istediði halde, dünyâ oðullarý öyle deðil­dir.

Evliyânýn büyüklerinden Ebû Bekr Vâsýtî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine velînin mânevî hâlinden sordular. Cevaben; "Allahü teâlâ; evliyâsýný baþlangýç hâlinde ibâdeti, olgunluðunda lütuflarý ile örterek terbiye eder. Sonra onu kendisi için takdir edilen mânevî sýfatlara gar- keder. Daha sonra vakitlerini Allahü teâlâ için geçirmenin zevkini tattý­rýr." buyurdular.

Yine buyurdular ki: Velînin dört alâmeti vardýr.

1) Kendisine gelen musîbetten þikâyet etmemesi.

2) Kendisinden ortaya çýkan kerâmeti gizlemeye çalýþmasý, âþikâr etmemesi, halka gösteriþ yapmaktan ve þöhretten kaçmasý.

3) Ýnsanlarýn verdiði sýkýntý ve belâlara katlanmasý, onlara karþýlýk vermemesi.

4) Kendilerinden ortaya çýkan fiillerle Allahü teâlânýn kullarýna karþý gizlenmeleridir.

Büyük velîlerden Ebû Hafs Haddâd en-Niþâbûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) þöyle buyurmuþtur: "Her kim söz, iþ ve hâllerini Kur´ân-ý kerîme ve hadîs-i þerîflere uygun yapmaz ve günahlarýndan dolayý kendini suçla­mazsa, onu velîler sýnýfýndan saymazlar."

"Velî kimdir?" dediler. Cevaben; "Kendisine kerâmet verilen lâkin ke­râmete güvenmeyen kimsedir." buyurdular.

Evliyânýn ve bütün ilimlerde söz sâhibi olan imâmlarýn büyüklerinden Seyyid Ebû Saîd Kaylavî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdu­lar ki: "Velînin kalbinde dünyâ malýna karþý hiçbir muhabbet olmamalý, kalbi, bütün kötü huylardan temizlenmelidir. Hiç kimse ile münâkaþa et­memeli, herkesle hoþ geçinmelidir. Elinde olanlarý muhtaçlara verip, on­lara hizmeti ganîmet bilmelidir."

Mýsýr´da yetiþen evliyânýn büyüklerinden ve kelâm âlimi Ebü´l-Ab- bâs el-Mülessem (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ- ya yaklaþmak yolunda bulunan bir velî, Resûlullah efendimize olan hürmet, muhabbet ve baðlýlýðý, O´nu anlamasý, O´nun bildirdiði Ýslâmiyet yoluna sýmsýký sarýlmasý, hürmette kusûr etmemesi ve O´nun edebi ile e- deblenmesi nisbetinde velîdir. Baþka þekilde ilerlemek bu yolda müm­kün deðildir."

Endülüs?te ve Mýsýr?da yetiþmiþ olan büyük velîlerden, Mâlikî mez­hebi fýkýh âlimi Ebü´l-Abbâs-ý Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) evliyâdan bâzýlarýnýn; "Velî, yirmi sene müddetle soldaki meleðe hiçbir günah yaz­dýrmadýkça tam velî olamaz." sözü hakkýnda buyurdular ki: "Bunun mâ­nâsý; yirmi sene ondan hiç günâh sâdýr olmaz demek deðildir. Belki de bunun mânâsý, günah iþlemekte ýsrâr etmez, günâha devâm etmez, gü­nah iþlemiþ olsa bile, vakit geçirmeden derhal tövbe ve istiðfâr ederek o günâhý yazdýrmaz demektir."

Evliyânýn büyüklerinden Ýbn-i Atâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: "Her velînin üç alâmeti vardýr. Bunlar: Allahü teâlâ ile arasýndaki sýrrý saklamak, halkla arasýnda geçen muâmelelerde, duygularýný hatâ­dan korumak, herkese aklý ve anlayýþý ölçüsünde söylemektir."

Hindistan´da yetiþen en büyük velî, âlim müceddid ve müctehid Ýmâ- m-ý Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Velîlerin hiç­biri, peygamber mertebesine varamaz. Velîlerin hiçbiri, Sahâbî mertebe­sine çýkamaz.

Edirne velîlerinden ve Rufâî tarîkatý büyüklerinden Kabûlî Mustafa Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Gördüðün kiþi, þâyet onu görür görmez sana Allahü teâlâyý hatýrlatýyorsa, bilesin ki o, Allah´ýn velîsidir."

Türkistan´da yetiþen büyük velîlerden Kâdý Muhammed Zâhid (rah- metullahi teâlâ aleyh) velîlerin hallerini ve üstünlüklerini anlatýrken bu- yurdular ki: Zünnûn-i Mýsrî hazretleri þöyle buyurmuþtur: "Tasavvuf yolunda, cenâb-ý Hakk´ýn dostlarýndan, sevgili kullarýndan bâzýlarý o hâle gelmiþtir ki, eðer bir büyük zât onlara Allahü teâlânýn muhabbetinden, azamet ve celâli ile ilgili sözler söylerse, muhabbetleri sebebiyle can ve­recek hâle gelirler."

Harput´un büyük velîlerinden Seyyid Mahmûd Sâminî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Bir þeyhde üç þeye dikkat ediniz.

1- Kendine dünyâlýk verildiðinde, hoþuna gider mi?

2- Sünnetlerle amel ediyor mu? Sünnetlere ne derece uyuyor.

3- En çok neyi seviyor. Eðer dünyalýktan hoþlanýyor, sünnete ittibar etmiyor, dünyâdan bahsedip, âhiretten ve Allahdan konuþmuyorsa, iþi­nize yaramaz, ondan uzak olunuz.

Talebesi ve halîfesi Osman Bedreddîn Efendi der ki: Biz onsekiz sene yüksek huzûrlarýna gittik geldik. Kendine bir büyüklük isnâd ettikle­rini kat´iyyen görmedik. Hiç kimseden de iþitmedik. Kendini þeyh say­madý. Buna raðmen pek heybetli ve azametli görünürdü. Çok kere buyu­rurdu ki: Dünyânýn ne kadar harab olduðunu benden anlayýn. Bir zaman Þeyh Ali Efendi (Sebtî hazretleri) gibi bir zât-ý muhterem bu halký Hak teâlâ hazretlerine davet ve irþad buyururlardý. Þimdi ise bu halka söz söylüyoruz. Heyhât!

"Kýyâmet günü peygamberlerin ümmetlerinin çokluðu ile iftihar et­tik- leri, sevindikleri gibi, biz de ihvânýmýzýn (din kardeþi) çokluðu ile iftihâr ederiz, sakat olsalar, pek iþe yaramaz halde bulunsalar bile."

Büyük velîlerden Mimþâd ed-Dîneverî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; "Aç kalan velî ne yapar?" diye sorduklarýnda; "Namaz ký­lar." diye cevap verdi. "Peki onu yapacak gücü yoksa?" diye sordukla­rýn- da; "Uyur." cevâbýný verdi. Ya uyuyamazsa?" diye sorduklarýnda: "Allahü teâlâ velî kuluna þu üç þeyi verir. Ya gýdâ, ya güç veya ecel!" buyurdular.

Hindistan´ýn büyük velîlerinden Seyyid Mîr Muhammed Numân hazretlerine; Ýmâm-ý Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin Mektûbât isimli üç cild, deðer biçilmez eserinde, yazýlmýþ mektuplar var­dýr. Bunlardan birisi þöyledir:

"...Üstâdým Hâce Muhammed Bâkî-billah´tan iþittim. Buyurdu ki, Þeyh Muhyiddîn-i Arabî yazýyor ki: "Kerâmet ve hârikalarý çok görülen evliyâ, son nefeslerinde, bunlarý gösterdiklerine piþmân olmuþtur. Keþke hiç kerâmetimiz görülmeseydi demiþlerdir." Evliyânýn üstünlüðü, hârika­larýn görülmesi ile ölçülseydi, bunlarýn görünmesine piþmân olmak yersiz olurdu.

Suâl: Vilayette, hârika görünmesi þart olmayýnca, hakîki velî ile, ya­lancý þeyhler birbirinden nasýl ayrýlýr? Cevap: Bu dünyâda evliyânýn belli olmasý lâzým deðildir. Doðru ile yalancýnýn karýþmasý lâzýmdýr. Bu dün­yâda hak ile bâtýlýn, doðru ile yanlýþýn karýþmasý lâzýmdýr. Velînin, kendi vilâyetini bilmesi de þart deðildir. Kendi vilâyetini bilmeyen evliyâ çok idi. Bunlarý, baþkalarý nasýl tanýyabilir? Tanýmalarýna lüzum da yoktur. Evet, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) hârikalar göstermesi lâzýmdýr. Böy­lece, nebî, nebî olmayandan ayrýlýr. Çünkü, nebînin peygamberliðini ta­nýmak herkese lâzýmdýr. Evliyâ, insanlarý, kendi peygamberinin dînine çaðýrdýðý için, peygamberinin mûcizeleri kendilerine yetiþir. Evliyâ, eðer dinden baþka bir þeye çaðýrmýþ olsaydý, o zaman, hârikalar göstermesi elbette lâzým olurdu. Dîne çaðýrdýðý için hârika göstermesi hiç lâzým de­ðildir. Din âlimleri, herkesi, kitaplarda yazýlan emirleri yapmaya çaðýrýyor. Evliyâ, hem buna çaðýrýyor, hem de dînin bâtýnýna dâvet ediyor. Önce, dîne çaðýrýyor. Sonra Allahü teâlânýn ismini zikretmeyi gösteriyor. Her zaman, aralýksýz zikr-i ilâhi ile olmayý ehemmiyetle istiyorlar. Böylece vü­cûdu zikr kaplayýp, kalbde Allahü teâlâdan baþka bir þey bulundurulmaz. Her þey öyle unutulur ki, insan kendini ne kadar zorlasa, Allahü teâlâdan baþka bir þey hatýrlayamaz. Bu iki türlü dâvet için, evliyânýn hârikalar göstermesine niçin lüzum olsun? Ýrþâd etmek, bu iki dâveti yapmak de­mektir.

Hârikanýn, kerâmetin burada hiç yeri yoktur. Þunu da söyleyelim ki, uyanýk bir talebe, tasavvuf yolunda ilerlerken, üstâdýnýn nice hârikalarýný, kerâmetlerini hisseder. O bilinmez yolda, her an, onun mededine baþ vu­rup, hep yardýmýna kavuþur. Evet, baþkalarý için hârikalar göstermesi lâ­zým deðildir. Fakat, talebesine her an kerâmet göstermekte, hârikalar, üst üste gelmektedir. Talebesi, üstâdýnýn hârikalarýný hissetmez olur mu ki, ölü olan kalbine hayat vermektedir. Onu, müþâhedelere keþiflere ka­vuþturmaktadýr. Câhiller, ölüyü diriltip, mezârdan çýkarmayý, büyük ke­râmet sanýr. Büyükler ise, ölü kalpleri diriltmeye, hasta rûhlarý tedâvî et­meye ehemmiyet verir. Sofiyye-i âliyyenin büyüklerinden, Hâce Muham- med Pârisâ: "Ýnsanlarýn çoðu ölüleri dirilteni büyük bildiðinden, Allahü teâlâya yakýn olanlar, bunu yapmak istemeyip ölü rûhlarý dirilt­miþler, ta- lebenin ölü kalplerini diriltmeye çalýþmýþlardýr. Doðrusu da, kalpleri, rûh- larý diriltmek yanýnda, ölüleri diriltmenin hiç kýymeti yoktur. Hattâ abes, yâni faydasýz þeyle vakit öldürmek olur. Çünkü, ölüyü dirilt­mek ona bir- kaç günlük ömür kazandýrýr. Kalplerin diriltilmesi ise sonsuz hayâta ka- vuþturur. Allahü teâlâya yakýn olanlarýn vücûdlarý kerâmettir. Ýnsanlarý Allahü teâlâya dâvet etmeleri, Hak teâlânýn rahmetlerinden bir rahmettir. Ölü kalpleri diriltmesi, hârikalarýn en büyüðüdür. Ýnsanlarýn selâmeti, onlarýn varlýðý iledir. Mahlûklarýn en kýymetlisi onlardýr. Allahü teâlâ, onlar ile rahmet yaðdýrýyor. Onlar sebebi ile rýzk gönderiyor. Onla­rýn sözleri devâdýr. Acýyarak bir bakýþlarý þifâdýr. Onlar, celîs-i ilâhîdir, Allahü teâlâ ile berâber olandýr. Allahü teâlânýn lütuflarý, ihsânlarý, onla­rýn bulunduðu yerden eksik olmaz. Yanlarýnda bulunanlar kötü olmaz. Onlarý tanýyanlar mahrûm kalmaz." buyuruyor.

O büyükleri, yalancýlardan ayýran farklarýn en açýðý; her sözlerinin, hareketlerinin dîne uygun olmasý, yanlarýnda bulunanlarýn kalplerinde, Allahü teâlânýn korkusu ve sevgisi hâsýl olmasýdýr ve baþka þeylerden soðumalarýdýr. Evliyâ ile münâsebeti olanlarda, bu alâmetler görülür. Mü- nâsebetleri olmayanlar, zâten herþeyden mahrûmdur. Fârisî beyit ter­cümesi:

Ýyiliðe elveriþli olmayan kimse,

Faydalanamaz, Pegamberi de görse.

(2. cild, 92. mektup)

Þam´ýn büyük velîlerinden Rislan Dýmeþkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün etrâfýnda toplanan kalabalýk bir cemâat arasýnda sohbet ediyordu. Hava son derece sýcaktý. Biri ona, temkîn sâhibi velî kimdir? diye sordu. O; "Allahü teâlânýn, tasarruf etmeyi ihsân ettiði kimsedir." buyurdu. Peki bunun alâmeti nedir? deyince, eline bir kamýþ aðacý alýp dört parçaya böldü. Birine bu yaz için, birine bu kýþ için, diðer bir parçaya bu sonbahar için, dördüncü parçaya da bu ilkbahar için deyip bir kenara koydu. Bu yaz için dediði parçayý alýp sallayýnca, sýcaklýk son derece arttý. Onu býrakýp, sonbahar için diyerek ayýrdýðý parçayý alýp salladý. Bu sefer hava sonbahar havasý oldu. Kýþ için dediðini alýp sallayýnca, hava görülmedik bir þekilde soðumaya baþladý. Nihâyet ilkbahar için ayýrdýðý parçayý alýp sallayýnca, aðaçlar yeþermeye ve çiçekler açmaya baþladý. Sonra bir aðacýn altýna gelip, üzerindeki kuþa; "Haydi, seni yaratan Allahü teâlâyý zikret!" deyince, kuþ yanýk yanýk ötmeye baþladý. Ýþitenler kendinden geçti. Sonra diðer aðaçlarýn altýna gidip, dallarda duran kuþ­lara da; "Haydi sizi yaratan Allah´ý tesbîh ediniz!" dedi. Bu aðaçlarda bu­lunan kuþlar da yanýk yanýk ötmeye baþladý.

Cezâyir´de yetiþen, hadîs, kelâm, mantýk ve kýrâat âlimi Senûsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin bulunduðu beldede kýtlýk mey­dana gelmiþti. Zamânýn sultâný ona haber gönderip, Hasan Ebrikân Medresesinde bulunan gýdâ maddelerinden istediði kadar alabileceðini bildirince, Senûsî hazretleri buyurdu ki: "Hakîkî velî o kimsedir ki, þâyet Cennet ve içinde bulunan sayýsýz nîmetler keþfolunup ona gösterilse, bunlarýn hiçbirine iltifat etmez. Allahü teâlâdan baþka hiçbir þeye meyl ve îtimâd etmez. Ýþte bu hakîkî velinin hâlidir." Böyle söyledi ve sultanýn teklifini kabul etmedi. Kendisi de, böylece hakîkî velînin halini göstermiþ oldu.

On yedinci asýr müderrislerinden ve velî Þerîfzâde Mehmed Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) Menâkýb-ý Evliyâ isimli eserinde, Allah dostlarý olan velîler hakkýnda þöyle demektedir: "Ýleriyi gören, hakký bâtýldan ayý­ran akýl sâhipleri ister sultan, ister hâkan, ister derviþ, ister vezir, ister zengin isterse fakir olsun, kerâmetleri anlatýlan evliyâ hakkýnda temiz ni­yet ve doðru îtikâd sâhibi olmalý. Onlarýn kerâmet ve evliyâlýðýna inan­malý, rûhâniyetlerinden yardým istemelidir. Haklarýnda gösterilen bu hüsn-i niyet sebebiyle himmetlerine ve sýkýntý ânýnda imdâdlarýna kavu­þulur, dünyevî ve uhrevî murâdlarýna nâil olunur.

Evliyâ-yý kirâmýn menkýbeleri anlatýldýðý ve isimlerinin anýldýðý yerde, mecliste onlarýn rûhâniyetlerinin hazýr olduðunda þüphe yoktur. Hattâ âlimler, büyük velîlerle Silsile-i aliyyenin isimlerinin anýldýðý mecliste ya­pýlan duâ makbul olur, demiþlerdir. Esas hikmet, onlar hakkýnda iyi îtikâd sâhibi olmaktýr. Yeter ki onlara inanýlsýn.

Zamânýmýzdaki kutuplarýn, velîlerin de hazýr bulunduðu gazâlara, vefât etmiþ bulunan ricâl-i gayb, evliyâullah da katýlarak yardýmcý olur. Bu îtibarla devlet adamlarý, pâdiþâhlar bu nîmetin kadrini bilip adâlete meylederek, zulüm ve haksýzlýklarýn def´ine ve zâlimlerin kökünü kazý­maya gayret sarfetmelidir. Aksi halde zaman zaman devlet ileri gelenle­rinin fukarâ ve zayýflara ettikleri pekçok zulüm ve haksýzlýk, ayrýca bizim kötü iþlerimiz ve günahlarýmýz sebebiyle, zafer ve nusret diðer tarafa dö­ner. Her ne kadar evliyâullahýn Ýslâm askerini kýrmasý söz konusu ol­masa da, Allahü teâlânýn irâdesi diðer tarafýn kazanmasý yönünde olunca, ricâl-i gayb bunlara yardým etmediði gibi, bâzan; "Ey kâfirler! Þu fâcirleri, âsileri, günahkârlarý öldürün." diye hitâb etmiþlerdir. Pekçok zu­lüm ve isyanlarý sebebiyle ehl-i Ýslâma olan gadab-ý ilâhîyi bildirmek için kâfirlere böyle hitâb edip müslümanlardan nice kimseye de iþittirmiþler­dir. Tâ ki bâzý gâfiller bu sýrra þâhid olup uyansýnlar, ibret alsýnlar. Mûte­ber tasavvuf kitaplarýnda bu mânâda pekçok söz ve menkýbe vardýr. Ni­tekim hazret-i Ömer efendimizle ilgili bir menkýbe þu þekildedir:

Hazret-i Ömer zamânýnda Þam þehri civârýnda bir kal´a muhâsara edildi. Öðleye kadar kal´a fethedilemedi. Hazret-i Ömer gadaba geldi. Ýslâm askerlerini huzûruna çaðýrdý. "Kal´a henüz fethedilemedi. Kâfirler, Ýslâm askeri karþýsýnda bu kadar dayanamazdý. Aranýzda birisi bir hatâ yapmýþ olmasýn." buyurdu. Askerler hayret edip, tövbe ve istiðfâr etmeye baþladýlar. O sýrada bir kiþi aðlayarak hazret-i Ömer´in huzûruna geldi. "Yâ Emîrü´l-müminîn! Bu gece teheccüde kalktýðým zaman karanlýk ol­duðu için misvâkýmý arayýp bulamadým. Misvaksýz namaz kýldým. Sizin aradýðýnýz hatâ budur." dedi. Hazret-i Ömer; "Tövbe ve istiðfâr etmeye devâm et!" buyurdu. Bir saat sonra kal´a fetholundu.

Bu sebeple pâdiþâh efendimiz hazretleri de (Üçüncü Mehmed Han) Allahü teâlâya iyi tevekkül edip, zulmü def ve adâleti yaymaya çok gay­ret etmelidir. Gerek kendileri, gerekse vezirler ve vekilleri tarafýndan Al­lah adamlarýndan birini üzmeyeler. Yoksa müþkil bir iþ tam olmaya yüz tutmuþ iken tehire ve gecikmeye sebeb olur."

Ýran´da yetiþen büyük velîlerden Þirvânî es-Sagîr (rahmetullahi te- âlâ aleyh) buyurdular ki: "Velî, içinde bulunduðu âný deðerlendirmek için çýrpýnýr. Diðer vakitleri kýymetlendirmek için çalýþsa, içinde bulun­duðu vakti harcamýþ olur. Ýleriki vakte kavuþacaðý da, zâten belli deðildir. Bu- nun için gerçek velî, her an, içinde bulunduðu âný deðerlendirir. Böy­lece bütün ömrü kýymetli olur."

Ýslâm âlimlerinden ve evliyânýn büyüklerinden Tâcüddîn Zâhid-i Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Tam bir teveccüh ile Allahü teâlânýn velî kullarýna yönelenler, Allahü teâlânýn ve mahlûkâtýn sevgilisi olurlar. Hattâ göktekiler ve yerdekiler bile, onlara yardým, ikrâm ve hürmet ederler." Biz, onun bu sözünü, bizim hakkýmýzda söylediðini, kerâmet olarak hâlimize vâkýf olduðunu anladýk."

Mýsýrýn büyük velîlerinden, Mâlikî mezhebi fýkýh âlimi Ziyâeddîn Halîl Cündî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Velî olgunlaþýnca kendisine Allahü teâlâ tarafýndan çeþitli þekillerde görünme kuvveti veri­lir. Bu da olmayacak bir þey deðildir. Çünkü, baþka baþka görünen þe­killer rûhâniyettir. Bedeni, cismi görünmemektedir. Rûhlar, madde deðil­dirler, boþlukta yer kaplamazlar.

Allahü teâlâ, evliyânýn rûhlarýna öyle bir kuvvet verir ki, çeþitli þe­killerde görünebilirler. Bedenleri mezardan çýkmaz. Rûhlarý þekil alýp gö­rünürler.










radyobeyan