Usul By: armi Date: 01 Þubat 2010, 11:39:30
Usul
Abdülazîz Bekkine (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Peki, demesini öðrenmek lâzýmdýr."
Osmanlý âlim ve velîlerinin en meþhûrlarýndan, büyük devlet adamý Ahmed Ýbni Kemâl Paþa (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamânýnda Yavuz Sultan Selîm Han Mýsýr´ý tamâmiyle Osmanlý mülkü yaptýktan sonra, bir müddet daha idârî teþkilâtý yerleþtirmek üzere, burada kaldý. Bu sýrada devlet adamlarý ve askerler asýl vatanlarý Anadolu´ya, diyâr-ý Rum´a hasret kalýp dönmeyi arzu etmiþlerdi. Fakat bu arzularýný Pâdiþâha söyleyememiþlerdi. Ýleri gelenlerden bâzýlarý, Ýbn-i Kemâl Paþa hazretlerine durumu anlattýlar. Çünkü Yavuz Sultan Selîm Han onu çok severdi. Ona dediler ki: "Ne zamâna kadar bu diyâr-ý gurbette hasret çekeceðiz? Bu durumu Pâdiþâh hazretlerine bir arz edip, gitmeye meylettiremez misiniz?"
Bir gün Ahmed ibni Kemâl, Yavuz Sultan Selîm Han ile gezintiye çýktýlar. Konuþmalar arasýnda Pâdiþâh; "Ortalýkta ne sözler var, durum nasýl?" diye sordu. Kemâl Paþazâde bu soruyu fýrsat bilip derhal konuyu ele aldý ve dedi ki: "Pâdiþâhým! Yolda gelirken askerlerin Nil´de davarlarýný suluyorlardý. O askerlerden birinin þu türküyü söylediðini duydum.
"Nemüz kaldý bizüm mülk-i Arab´da,
Nice bir dururuz Þâm ü Haleb´de,
Cihan halký kamu ayþ ü tarabda,
Gel ahî gidelüm Rûm illerine."
(Nemiz kaldý bizim bu Arab diyarýnda, Þam´da ve Haleb´de niçin dururuz? Cihan halký hep þenlik içinde yaþamakta, gel kardeþ, Rum diyarýna, Anadolu´ya gidelim.)
Bu þiir, Yavuz Sultan Selîm Hanýn çok hoþuna gidip; "Bundan sonra burada durmamýzý gerektiren iþler de kalmadý, döneriz." diyerek, Ýstanbul´a döneceðini bildirdi. Bundan bir gün sonra, Yavuz Sultan Selîm Hana Kâbe´nin anahtarý ve diðer mukaddes emânetler teslim edildi ve Ýstanbul´a dönmek için ordusuyla yola çýktý.
Yolculukta bir sohbet sýrasýnda söz Ahmed ibni Kemâl hazretlerinin hocasý Molla Lütfi´den ve onun öldürülme sebebinden açýlmýþtý. Yavuz Sultan Selîm Han, ona:
"Tokatlý Molla Lütfi hocanýz imiþ. Ýlmi, irfâný yüksek, deðerli, dört ba- þý mâmur bir ilim adamý iken katline sebeb ne oldu." diye sordu. Kemâl Paþazâde:
"Hocam hased-i akrân belâsýna uðradý. Tam bir âlim, kâmil, müte- heccid (gece uyanýp namaz kýlan), sâlih, dindâr bir kiþi iken, düþmaný ço- ðalýp hased ettiler ve katline sebeb oldular." dedi. Bu habere fevkalâde üzülen Sultan:
"Molla Lütfi ilminin ve vakarýnýn yanýnda þaka yapmayý çok seven biri imiþ. Bâzan öyle þakalar yaparmýþ ki, iþitenler þaka deðil, gerçek zannederlermiþ. Siz de üstadýnýz gibi öyle þakalar yapmaz mýsýnýz ki gerçek zannedilsin?" deyince, Ýbn-i Kemâl hazretleri hemen þu cevabý verdi:
"Biz geçen gün sýramýzý savdýk. Þimdi sýra Pâdiþâhýmýz hazretlerindedir." Bu söz üzerine bir müddet düþünen Yavuz Sultan Selîm:
"Yoksa o geçenki gün yeniçeriler aðzýndan söylenen kýt´a da öyle bir þaka mýydý? Yeniçeriler aðzýndan söylenen o sözler sizin sözünüz müydü?" diye sorunca da Ýbn-i Kemâl:
"Evet, doðrusu Pâdiþâhýmýzýn buyurduklarý gibidir." dedi. O espiriyi çok beðenen Pâdiþâh, Ýbn-i Kemâl hazretlerine ihsânlarda bulundu.
On iki imâmýn onuncusu olan Ali Hâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin zamânýndaki insanlar, maddî veya mânevî bir sýkýntýya düþ- se hemen huzûruna gelir hâlini arzederek çâre bulup, yardýmcý olmasýný isterdi. Bir defâsýnda Samarra´dan çýkýp bir köye gitmiþti. O gittikten son- ra evine bir köylü gelip sordu. Bir köye gittiðini söylediler. Köylü kimse, Ali Hâdî hazretleriyle görüþmek için o köye gitti. Onu bulup huzûruna çýkýnca, Ali Hâdî hazretleri köylüye;
"Ne istiyorsun derdin nedir?" dedi. Köylü;
"Kûfe´den geliyorum. Ceddiniz hazret-i Ali´yi seven ve ona muhabbet besleyen bir kimseyim. Bir zaman birinden borç para almýþtým. Ancak bir türlü ödeyemedim. Bu borç yükünün altýnda çâresiz kaldým. Kimden yardým isteyeceðimi de bilemedim." dedi. Borcun ne kadar diye sorunca da;
"On bin dirhem kadardýr." dedi. Bunun üzerine;
"Kendini üzme ve merak etme! Hadi gözün aydýn; inþâallahü teâlâ borcun ödenecek!" buyurdu. Bir gece geçtikten sonra sabahleyin köylüye;
"Ey köylü kardeþim! Sana bir þey söyleyeceðim! sözümü dinle hiç îtirâz etme!" dedi. "Peki efendim hiç bir hususta size muhalefet etmeyeceðim, ne emrederseniz yapacaðým." deyince, Ali Hâdî hazretleri bir kâðýd alýp, kendi eliyle köylünün borcu kadar mikdarý yazýp kendinin bu parayý ödemek üzere borçlu olduðunu kaydetti. Sonra kâðýdý verip;
"Bunu al ben Samarra´ya dönünce yanýma gel, beni büyük bir kalabalýk arasýnda oturup konuþurken görünce getirip bana ver. Borcunu benden ýsrarla iste." dedi. Köylü;
"Peki efendim dediðiniz gibi aynen yapacaðým." dedi. Ali Hâdî hazretleri Samarra´ya döndükten sonra birgün sohbeti sýrasýnda etrâfýna pekçok insan toplandý. Halîfe Mütevekkil´in adamlarý da sohbette idiler. Sohbet sýrasýnda kendisine yazý verilen köylü huzûra geldi. Ali Hâdî hazretlerine yaklaþýp kâðýdý gösterdi ve borcunuzu ödeyiniz diyerek ýsrarla istedi. Ali Hâdî hazretleri köylüye;
"Üç gün müddet taný, üç gün sonra gel ödeyeceðim." dedi. Köylü dönüp gitti. Sohbet sona erince, halîfenin memurlarý sohbet sýrasýnda olan hâdiseyi halîfeye anlattýlar. Halîfe durumu öðrenince, Ali Hâdî hazretlerine derhal otuz bin dirhem verilmesini emretti. Bu emir üzerine götürüp verdiler. O da alýp bir köþeye koydu. Bir müddet sonra köylü huzûruna gelince, otuz bin dirhemin hepsini verip;
"Bunlarý tamamen al!" dedi. Köylü;
"Ey Resûlullah´ýn torunu! Benim talebim on bin dirhem idi. Allahü teâlâ ihsân etti, o kadarýný alayým." dedi. Bunun üzerine vallahi hepsini alacaksýn. Bu, Allahü teâlânýn sana ihsân ettiði bir rýzýktýr." dedi. Köylü otuz bin dirhemin hepsini alýp gitti. Giderken kendi kendine Ali Hâdî hazretlerini medhediyordu...
Büyük velîlerden Aynüzzemân Cemâleddîn-i Geylânî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) zamânýnda Kazvin´in ileri gelenlerinden bir kimse, Þîrâ- z´a göç etmek istedi. Bu kimse, gideceði yerin pâdiþâhýnýn, Cemâleddîn hazretlerinin talebelerinden olduðunu biliyordu. Bunun için Cemâleddîn hazretlerine gelerek, Þîrâz pâdiþâhýna, oraya gittiði zaman kendisine ko- laylýk göstermesi için bir mektup yazmasý ricâsýnda bulundu. Cemâled- dîn, kâðýt-kalem istedi. Getirdiler. Kâðýdýn üzerine, "Bal ve Râziyâne (Dere otu cinsinden bir nevî ot adý)" yazdý. O kimse, bu mektubu da ala- rak yola çýktý. Þîrâz´a vardýðýnda pâdiþâhla görüþmek istedi. Pâdiþâhýn karýn aðrýsýndan muzdarip olduðunu, þu anda hamamda bulunduðunu söylediler. Hamama gitti. Pâdiþâhýn yanýna girdi. Pâdiþâhýn, aðrýlar se- bebiyle çok sýkýntýda olduðunu gördü. Yanýna varýp selâm verdi. Pâdiþâh selâmýný alýp nereden geldiðini sordu. "Kazvin´den." dedi. Pâdiþâh, Kaz- vin ismini duyunca, hocasý Cemâleddîn hazretlerinin durumunu, nasýl ol- duðunu sordu. O kimse iyi olduðunu bildirip, mektubu verdi. Pâdiþâh mektuptaki iki kelimeyi okuyunca, hocasýnýn kerâmet olarak bu sýkýntýsý- ný, rahatsýzlýðýný bildiðini ve bu ilâcý yazdýðýný söyledi. Hemen, bal ile, mektupta bildirilen ot getirilerek ilâç hazýrlandý. Pâdiþâh bu ilâcý kullandý. Allahü teâlânýn izni ile aðrýlarýndan hiçbir þey kalmadý. Pâdiþâh, Allahü teâlâya çok þükretti. Hocasýna olan muhabbet ve baðlýlýðý daha da arttý. Gelen kimseye de çok ikrâmda bulunup kolaylýk gösterdi.
Sultan Tuðluk, ilim sâhibi bir zât olmasýna raðmen Çýrað-ý Dehli Nasîruddîn Mahmûd (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine eziyet ederdi. Sefer ve yolculuklarýnda onu da berâber götürürdü. Bir kere onu kendi elbiselerine bekçi yapmýþtý. Nasîruddîn Mahmûd bütün bunlara, hocasýnýn sabýr tavsiyesine uyarak tahammül edip katlanýyordu. Yine bir gün Sultan Tuðluk, Çýrað-ý Dehli hazretlerine altýn ve gümüþ kaplar içerisinde yemek gönderdi. Bu þekilde yemek göndermesi, þeyhe eziyet ve sýkýntý vermek maksadý ile idi. Çünkü, eðer gönderdiðim yemeði yemezse ona eziyet ederim. Yerse altýn ve gümüþ kaptan yedin bu sebeple dînin emrine uymadýn derim, düþüncesindeydi. Nasîruddîn Çýrað yemek gelince bir þey demedi. Et bulunan altýn kâseden biraz alýp önce eline koydu. Sonra elinden alýp yedi. Böylece hem sultanýn emrine muhâlefet edip kendisini tehlikeye atmamýþ, hem de dînin emrine uymayan haram bir iþi yapmamýþ oldu. Bu sûretle sultanýn kötü plâný Allahü teâlânýn izniyle bozuldu.
Büyük velîlerden Ebû Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün yolda yürürken ayyâþ, derbeder ve elinde saz bulunan bir genç, Ebû Osman´ý görünce sazýný abasýnýn içine sakladý. Ebû Osman´ýn kendisine bu yaptýklarýnýn kötülüðünü anlatacaðýný zannetti. Fakat Ebû Osman o- nun yanýna þefkatli bir þekilde giderek, direk sözle ayýplayýp sakýndýrmadan onun anlayacaðý ve kabûl edeceði bir tarzda; "Hiç çekinme, zîrâ insanlarýn hepsi birdir, talebelerin hepsi aynýdýr." dedi. Genç onun böyle merhametli davranýþýndan, kendisinin kurtuluþunu çok arzu ettiðini anladý ve yaptýðý iþlerden ziyâdesiyle piþmanlýk duyarak tövbe etti. Ebû Osman Hîrî hazretleri onun bu hâlini memnuniyetle karþýladý. Gidip gusül abdesti almasýný ve tekrar yanýna gelmesini söyledi. Genç gidip gusül abdesti alýp gelince, huzûruna oturtup, þöyle duâ etti: "Ya Rabbî! Bana düþen vazîfeyi yaptým. Gerisini sana havâle ediyorum." Duânýn hemen ardýndan genci iyi bir hal kapladý. Gencin bu hâline þaþan birine ise, bu, Allahü teâlânýn ihsânýdýr demek isteyerek; "Hâle hâkim olan Allahü teâ- lâdýr." dedi.
Ebû Osman hazretlerine talebe olup sohbetlerinde bulunan biri, bir gün huzûrunda eski hallerini hatýrladý. Önceden tanýyýp görüþtüðü bir kadýný düþünmeye baþladý. Bu hâli kerâmetiyle anlayýp, o talebeye bakarak; "Utanmýyor musun?" diyerek îkâz etti. Talebe toparlanýp kendine geldi.
Ferganalý bir zât her sene nâfile hac yapardý. Yolu Niþâbur´a uðradýðý ve Ebû Osmân Hîrî hazretlerinin þöhretini duyduðu halde sohbetine gitmemiþti. Bir seferinde ise huzûruna varýp selâm vermiþti. Hiç cevap vermemiþler. Kendi kendine, selâm verdiðim ve hal hatýr sorduðum hal- de cevap verilmiyor? Bu nasýl iþtir?" diye düþünürken, Ebû Osman Hîrî hazretleri söze baþlayýp; "Hiç böyle hac yapýlýr mý? Anne hasta bir halde býrakýlýyor. Rýzâsý alýnmadan yola çýkýlýyor?" dedi. Gelen kimse diyor ki: "Hatâmý anladým, büyük bir piþmanlýk içinde annemin yanýna döndüm. Anneme hizmet ettim. Vefât edinceye kadar hizmetine devâm edip, ya- nýndan ayrýlmadým. Annemin vefâtýndan sonra, hac için yola çýktým. Ebû Osman Hîrî hazretlerine uðradým. Beni büyük bir alâka ile karþýladý. Artýk onun talebesi olmak için hizmetine girmeyi çok arzû ediyordum. Kabul buyurunca talebeleri arasýna girdim. Bana dergâhta hayvanlara bakma iþini verdiler. Uzun müddet sohbetlerinde bulunup, verilen vazîfeyi yap- tým."
Þam´da yetiþen büyük velîlerden Ebû Süleymân Dârânî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir dostundan, bir uygunsuz hareket görürsen hemen tenkid etme. Çünkü onu tenkid ederken sana, önce yaptýðýndan daha zor ve aðýr gelecek bir söz söyleyebilir."
Hindistan´da yetiþen Çeþtiyye evliyâsýnýn büyüklerinden Ferîdüddîn Genc-i Þeker (rahmetullahi teâlâ aleyh) herkesi sever ve baðýþlardý. Kendisini öldürmeye gelen en azýlý düþmanlarýný bile baðýþlar ve kimseyi sýkýntý içinde görmeye dayanamaz, derhâl yardým elini uzatýrdý. Acûzân´- da bir memur, bir gün Genc-i Þeker´den hükümetin tâkibâtýna karþý yar- dým istedi. Genc-i Þeker´in yumuþak kalbi anlatýlanlara çok üzüldü. Vâli- ye bir mesaj yazarak; "Ferîd için bir iyilik yapýn ve bu fakir arkadaþý cezâ- landýrmayýn." ricâsýnda bulundu. Fakat vâli söz dinlemedi, aksine o kiþiyi daha da sýkýntýya soktu. Genc-i Þeker, vâliye kýzacak veya kendi talebe- si ve çok âdil bir insan olan sultâna bildirecek yerde, o kiþiye haber gön- dererek; "Anlaþýlýyor ki, sen de emrin altýndaki insanlarýn sýkýntýlarýna ku- laðýný týkamýþsýn." dedi. Vâli kabahatini anladý ve; "Evet ben katý kalb- liyim, fakat bugün tövbe ediyorum. Bundan sonra kimseye sýkýntý verme- yeceðim." dedi.
Bir zaman sonra da vâli memurdan memnun oldu ve onu mükâfatlandýrdý. Özür dileyerek, kimseye sýkýntý vermeyeceðini ifâde etmek üze- re Genc-i Þeker´in dergâhýna geldi. Böylece zâlimle mazlumun davraný- þýný, sâdece sevgi ve ihsân yoluyla düzeltmiþ oldu.
Sofiyye-i aliyye denilen büyük velîlerden Hallâc-ý Mansûr (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hazretleri hakkýnda, Þeyhülislâm Abdullah-ý Ensârî; "Hallâc imâmdýr. Fakat durumunu her kiþiye söyledi. Zayýflara aðýr yük yükletti. Avam (halkýn) bilgisiyle ve akýl yoluyla anlayamayacaklarý þeyle- ri konuþtu. Bu hususta Ýslâmiyete riâyet etmedi. Ona ne vâki olduysa, bu sebepten oldu." demiþtir.
Ali Râmitenî hazretleri ise, Hallâc-ý Mansûr´un hâlini; "Hüseyin bin Mansûr zamânýnda, Hâce Abdülhâlýk-ý Goncdüvânî´nin oðullarýndan biri bulunsaydý, Mansûr idâm edilmezdi." buyurarak en veciz þekilde îzâh etmiþtir. Abdülhâlýk-ý Goncdüvânî´nin mânevî oðullarý olan talebelerinden biri bulunsaydý, Hüseyin bin Mansûr´u terbiye ederek, o makamdan daha yukarýlara geçirir, idâm edilmesi lâzým gelmezdi. Çünkü Hallâc-ý Mansûr, her ne kadar büyük velî olmakla birlikte, tasavvuf yolunun en nihâyetine ulaþabilmiþ deðildir. Bulunduðu mertebe nihâyetten çok uzaktýr. Onun hâli, dünyâsý ve içindeki ilâhî aþký bir baþka olup, zâhir insanýnýn anlayabilmesinden çok uzaktý. Zaman zaman þöyle derdi:
Dilim dilim bende yürek
Aþk nicedir gel benden sor.
Savrulurum kürek kürek
Aþk nicedir gel benden sor.
Evliyânýn büyüklerinden ve kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi ikincisi olan Muhammed Bâkî-billah (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hazretleri hakkýnda bir talebe þöyle anlattý: Hâce Kut- büddîn hazretlerinin mübârek mezârlarýnýn baþýndaydým. Âniden: "Mu- hammed Bâkî-billah hazretleri geliyor." dediler. Mezâra hizmet eden hiz- metçi, mezâra yakýn bir yere onlar için bir iskemle ve üzerine minder ve örtü koydu. Muhammed Bâkî-billah hazretleri için hazýrladý. Muhammed Bâkî-billah daha teþrîf etmeden önce, kendinden habersiz biri içeriye girdi. Gözü iskemleyi ve üzerindeki örtüyü görünce: "Bu nedir ve kimin i- çindir?" dedi. Hizmetçi; Muhammed Bâkî-billah´ý göstererek; "Gelen þu azîz içindir." dedi. O kendinden habersiz adam kýzarak, kötü söyleyerek, Muhammed Bâkî-billah için baðýrmaya, sövüp saymaya baþladý. Bu sý- rada Hazret-i Hâce Bâkî-billah içeri girdi. Söven kimse, onu görünce hu- zûrunda, yüzüne karþý daha kötü sözler söyledi ve; "Ey filân! Sen buna lâyýk mýsýn ki, senin için buraya minder koysunlar?" dedi. Adam baðýrýp çaðýrmaktan ter içinde kalmýþtý. Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin o- rada bulunan talebelerinden bir çoðu, onu îkâz etmek istediler. Muham- med Bâkî-billah hepsini göz iþâreti ile bu iþten vazgeçirip kendisi kötü sözler söyleyen o kýzgýn adamýn yanýna gidip, yumuþak ve tatlý bir ifâde ile, "Evet, senin dediðin gibidir, ben öyleyim, ben ona nasýl lâyýk olurum, benim haberim olmadan bu iþi yaptýlar. Affediniz efendim ve kalbinizi, bana karþý kötü düþünceden boþaltýnýz." deyip, kaftanlarýnýn kolu ile o baðýran adamýn alnýnýn terlerini sildi. Sonra ona birkaç altýn verdi. Böy- lece adamýn öfkesi yatýþtý. Bu hâdiseyi nakleden kimse sonra þöyle dedi: "Ben o adamýn baðýrýp çaðýrmalarý karþýsýnda Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin hâlinde ve konuþmasýnda en ufak bir deðiþme görmedim. Ýþte o zaman yeryüzünde, melek sýfatlý bir kimsenin bulunduðunu yakî- nen anladým.
Muhammed Bâkî-billah hazretleri´nin komþularýndan bir genç, içki içer ve her çeþit kötülüðü yapardý. Bunu duyar ve ýslâhý için bekleyip tahammül ederdi. Bir gün Hâce Hüsâmeddîn´in haber vermesiyle, görevliler o genci yakaladýlar ve hapse attýlar. Muhammed Bâkî-billah bunu duyunca, Hâce Hüsâmeddîn´i çaðýrýp darýldý. Hâce Hüsâmeddîn: "Öyle fâsýk, öyle kötü bir kimsedir ki, kötülükleri sayýsýz ve baþkalarýna zarar verir hâldedir." deyince, üzüntülü bir þekilde, derin bir âh çekip buyurdu ki: "Sen kendini sâlih, temiz ve hayýrlý gördüðünden senin nazarýnda o, fâsýk, kötü ve þerîr görünüyor. Fakat biz ki, hiçbir þekilde kendimizi ondan farklý görmüyoruz. Nasýl olur da onun zararýna bir söz söyleriz?" Sonra o genci, araya girerek hapisten çýkardýlar. O genç, komþusu Mu- hammed Bâkî-billah hazretlerinin yakýn alâkasý ve þefkati karþýsýnda son derece memnun olup, günahlarýna tövbe etti. Kötü iþlerden vaz geçti ve sâlihlerden oldu.
Tâbiîn devrinin yüksek âlimlerinden ve velîlerin büyüklerinden Ýmâm Mûsâ Kâzým (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak Yahyâ bin Hasan þöyle anlattý: "Medîne-i münevverede birisi Mûsâ Kâzým hazretlerine eziyet edip kýrýcý sözler söylüyordu. Onu sevenler, ona devamlý; "Bize izin ver, þuna haddini bildirelim." diyorlardý. Fakat Mûsâ Kâzým hazretleri böyle bir iþe teþebbüsten onlarý þiddetle men ediyordu. Bir gün, kendisine hakârette bulunan þahsýn nerede olduðunu sordu. Medîne-i münevverenin civârýnda bir yerde olduðunu söylediler. Mûsâ Kâzým, bineðine binerek, onun tarlasýnýn olduðu yere gitti ve orada buldu. Tarla´ya katýrý ile girdi. O þahýs, tarlaya basma diye baðýrdý. Mûsâ Kâzým onun yanýna kadar geldi. Yanýna oturdu. Ona; "Ne kadar zararýn oldu?" deyince, o þahýs; "Yüz dinâr." deyip; "Sen kaç dinar umuyordun?" diye sordu. Mûsâ Kâzým "Bilmiyorum. Gaybý ancak Allahü teâlâ bilir. Ne kadar, zarara uðradýðýný bilmediðim için sana; "Ne kadar zararýn olduðunu tahmin ediyorsun?" diye sordum." Bu söz üzerine o þahýs; "Öyleyse, iki yüz dinâr istiyorum" dedi. Mûsâ Kâzým ise ona üç yüz dinâr verdi. Mûsâ Kâzým´a daha önce hakâretlerde bulunan o þahýs, bu cömertlik ve ihsân karþýsýnda hayran kaldý. Kalkýp, Mûsâ Kâzým hazretlerinin baþýný öptü ve sonra birbirinden ayrýldýlar. Mûsâ Kâzým oradan ayrýlýnca, Mescid-i Ne- bevî´ye (Resûlullah efendimizin mescid-i þerîfine) gitti. Yine orada o þa- hýsla karþýlaþtý. Fakat kendisini seven yakýnlarý onu orada görünce, he- men üzerine yürümek istediler. Fakat Mûsâ Kâzým hazretleri onlara; "Hangisi hayýrlý; sizin yaptýðýnýz mý, yoksa benim istediðim mi? Ben ona yakýnlýk göstermek sûretiyle ýslâh olmasýný düþünmüþtüm" dedi.
Evliyânýn büyüklerinden ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi altýncýsý Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin evinin yakýnýnda oturan bir kiþi, bir dükkân açýp, afyon, esrâr satmaya baþladý. Bunun üzerine Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî hazretleri; "Afyonunun zulmeti bizim bâtýn nisbetimizi kederlendirdi" dedi. Bunu iþiten talebeleri afyon satan adamýn dükkânýný yýkýp harâb ettiler. Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî hazretleri, bu iþi duyunca üzülüp; "Onun dükkânýný harâb etmeniz bizi daha çok kederlendirdi. Çünkü onun afyon, esrâr satmasýna mâni olma iþi, devletin hâkiminin vazifesidir. Siz baþkasýnýn iþine müdâhale ettiniz. Böylece dînin emrine muhâlif iþ yapýldý. Önce ona; haram olan bu iþten vazgeçmesi yumuþak bir dil ile anlatýlýr. Sonra vaz geçmezse mâni olunurdu" dedi. Sonra dükkâný harâb edilen kimseye altýn gönderdi. Talebelerine onunla helâllaþmalarýný söyledi. Talebeleri altýný verip onunla helâllaþ- týlar. Bunun üzerine, afyon ve esrâr satmaktan vazgeçip, tövbe etti, son- ra da Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî hazretlerinin talebesi olup, sâlih bir zât oldu.
Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden olan Þâfi mezhebinin kurucusu ve evliyânýn büyüklerinden Ýmâm-ý Þâfiî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) hazretlerinin annesine iki kiþi gelip, bir bohça verdiler. Daha sonra biri gelip bohçayý istedi. Gelene bohçayý verdi. Biraz sonra diðeri gelip, bohçayý istedi. Bohçanýn arkadaþýna verildiðini söyleyince; "Biz ikimiz beraber gelmeyince bohçayý vermeyin demiþtik. Bohçayý niçin verdiniz?" dedi.
Annesi üzüldü. Bu sýrada Ýmâm-ý Þâfiî geldi. Annesinin üzüntülü olduðunu görünce sebebini sordu. Annesi olanlarý anlattý. Bunun üzerine annesine; "Sen üzülme, ben þimdi bohçayý isteyenle konuþurum." dedi. Bohçayý isteyen þahsýn yanýna gelip dedi ki: "Sizin bohçanýz olduðu yerde durmaktadýr. Git arkadaþýný getir." Adam aldýðý cevap karþýsýnda þaþýrýp, geri dönüp gitti. Bir daha da gelmedi.
Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin otuz birincisi olan Seyyid Tâhâ-i Hakkârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir halîfesine þöyle buyurdular: "Halka önce iþâretle muâmele et, bu fayda vermezse ibâre ile (söz ile) söyle. Bu da fayda vermezse, ondan yüz çevir. Sen birinden yüzünü çevirirsen, Resûlullah´a (sallallahü aleyhi ve sellem) kadar bütün "Silsile-i aliyye" büyükleri ondan yüz çevirir."
radyobeyan