Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Marifet penceresinden biyoloji By: neslinur Date: 01 Þubat 2010, 00:35:54

Ýnsanýn bilgiyi arama çabalarý olarak deðerlendirebileceðimiz bütün bilimler, kâinattaki muhteþem düzenin þahididir ve onu anlamaya çalýþýr. Bu açýdan kâinattaki bütün gerçekler, Esma-i Hüsna’nýn, (Allah’ýn isimlerinin) birer yansýmasýdýr. Ýnsanýn bu kâinatý incelerken yapmasý gereken þey,

geçerli olan kanunlarý keþfederek, insanlarý Allah’a yaklaþtýrmak olmalýdýr. Oysa bugün bilim dünyasýnda “bilme ve bilgi arzusu”, pozitivist anlayýþlarýn etkisinde kalmýþ, “gözlemleyemediðime, elimle tutamadýðýma inanmam” yaklaþýmýyla “bilimsellik” adýný almýþtýr.

Ýnsan varoluþ süreci içinde, Allah’ý tanýma ve bilme yönünde çeþitli duygu ve kabiliyetlerle donatýlmýþtýr. Sadece fiziksel olarak algýlayabildiðine inanan bir öðrenme çabasý, elindeki kitabý incelemiþ, ama yazarýný dikkate almadýðý için, bilimin önemli bir öðesi olan aklý, arka planda býrakmýþtýr. Þüphesiz, bilimin kendine özgü salt bir dili olamaz. Bilimi, öncelikle insanla birlikte düþünmeliyiz. Bilimin araþtýrmaya çalýþtýðý ve hükmettiði alanlar, insan yaratýlalý beri konuþulmuþ, geliþtirilmiþ ve tartýþýlmýþtýr. Bilim, insanýn varlýk alanýyla doðrudan ilgilidir ve insanýn maddi geliþiminin sýnýrlarýný çizmektedir. Ýnsan, ilahi normlar içinde kaldýðý sürece, hayatýn bilim ve ahlak alaný dahil, hiçbir alanýnda sorun çýkmamýþtýr. Ne zaman, insanlýk bu çizginin dýþýna çýkmýþtýr; iþte o zaman, hayatýn alanlarý birbirinden uzaklaþtýrýlmýþ ve yeni tartýþma alanlarý açýlmýþtýr.

"Bilim"e bakýþýn açýklýða kavuþturulmasý "imanî" bir öneme sahiptir. Çünkü, “marifet”, kâinatý, iman adýna çalýþmayý, incelemeyi ve okumayý öngörürken, “modern bilim”, varlýk alemini determinist yorumlarla anlamaya çalýþmaktadýr. Bu açýdan bakýldýðýnda, Risale-i Nur Külliyatý bir bütün olarak kâinatý sathi, yüzeysel bir nazarla, “bilim adamý” gibi incelemez; ama bir bilim adamýnýn kâinatý, nasýl okumasý gerektiði konusunda, "imanî" bir temelde çalýþma yöntemleri sunar. Bir çiçeðin nakýþlarýný, rengini, kokusunu incelerken, bizi marifetullaha (Allah'ý tanýma, anlama, bilme) ulaþtýracak bir pencere açarak, bir þeyin kendisini deðil de, sanatkârýný, ustasýný, sahibini bilip tanýmamýz gerektiðini ortaya koyar; eserden eser sahibine ulaþmamýz gerektiðini anlatýr.

Said Nursi, imanî bir bilim anlayýþýný, pozitivist ve materyalist anlayýþtan ayýran temel ölçüleri ortaya koyar ve insanýn önünde iki yol olduðunu söyler. Bu yollardan birincisinde, kâinatý bir kitap gibi okurken, hiçbir zaman o kitabýn yazarý unutulmaz. Daha doðrusu yazarýn büyüklüðünü, kitabý vasýtasýyla anlamaya çalýþýrýz. Kitapla ilgili bilgimiz arttýkça, yazara karþý kendimizi daha sorumlu ve baðýmlý hissederiz. Ýkinci yol ise sadece kitabý inceler ve okur. Yazarýyla ilgilenmediði gibi, Onunla bir iletiþim kurmayý ve saygýyý da gereksiz görür. Said Nursi, bu tutumu bilim adamlýðý ve bilimle baðdaþtýrmaz (1). Oysa gerçekte kâinat okunmayý bekleyen bir kitap gibidir. Kitap yazarýný gösterdiði gibi, þu kâinat kitabý dahi yazarýný göstermelidir.


**

Said Nursi, Kastamonu'da yanýna gelen bir grup öðrencinin "Bize Hâlýkýmýzý tanýttýr, muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyor"lar sözü üzerine onlara þöyle der: "Sizin okuduðunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ý mahsusiyle, mütemadiyen Allah'tan bahsedip, Hâlýk'ý tanýttýrýyorlar. Muallimleri deðil, onlarý dinleyiniz." (2). "Kendi lisan-ý mahsusiyle" sesleniþine dikkat etmek gerekir. Biz buna örnek olarak biyolojinin ve biyologlarýn kâinata bakýþýný ele alalým.

Bilindiði gibi en genel anlamýyla biyoloji, canlýlar bilimi demektir. Bu alanda çalýþanlar, canlýlar dünyasýný incelerken, kendi yorumlarýný, felsefî ve ideolojik tercihlerini biyoloji bilimi adýna bize sunabilirler. Bizim yapmamýz gereken, Said Nursi'nin ifadesiyle, biyologlara deðil, biyolojinin diline kulak vermektir. Ayný konuyu inceleyen bir biyolog, yaptýðý incelemeyi marifetullaha bir basamak yaparken, diðer bilim adamý, tam tersi bir yaklaþýmla, incelediði þeyde maddi bir bakýþla, farklý sonuçlar çýkarabilir. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta, biyolojiden çok biyologun deðerlendirmesidir. Oysa "Her bir fen, kendi lisan-ý mahsusiyle, mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlýk'ý tanýttýrýyor"dur. Yani aslýnda biyolojinin hâl dili Allah'ý anlatmaktadýr.


**

Bir insan kütüphaneye girdiðinde, ilgisini çeken bir rafta 100 sayfalýk bir kitap bulsa, bu kitabýn burada kendi baþýna tesadüfen oluþamayacaðýný ve bu kitabýn mutlaka bir yazarýnýn olduðunu bilir ve bu durumdan asla þüphe etmez. Örneðin, kalýtsal bilgileri nesilden nesile aktaran biyolojik moleküller olan DNA’yý (Deoksiribonükleik asit) ele alalým. Bu bilgiyle hareket ettiðimizde, bir DNA molekülü, 500'er sayfalýk 900 cilt ansiklopediyi dolduracak kadar bilgiye sahiptir. Mikrokozmoz da denilebilecek olan, "alem-i asgar" ve kâinatýn "küçük haritacýðý" olarak insan, kâinat kitabýnýn küçük bir nüshasýdýr (3). Anlaþýlacaðý gibi, biyolojinin yapmasý gereken, kâinat kitabýnýn küçük bir misali olan insaný ve diðer canlýlarý anlatýrken, incelediði þeyde boðulmadan, Allah'ýn ilim ve kudretini anlamaya çalýþmak olmalýdýr. Bu noktaya dikkat çeken C. Sagan; “Basit bir hücredeki bilginin 1012 bite (bayt) kadar olduðu tahmin edilmektedir. Bu sayý, Britannica Ansiklopedisinin yüz milyon sayfasýna denk gelmektedir (4)" diyebilmiþtir. Tam da burada Kehf Suresi’ndeki, "De ki: "Rabbimin sözleri(ni yazmak) için deniz mürekkep olsa ve yardým için bir benzerini (bir o kadarýný) dahi getirsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, elbette deniz tükeniverirdi." (5) ilahi çaðrýsýný hatýrlamak gerekmektedir.

Söz konusu ayet ýþýðýnda bir deðerlendirme yaptýðýmýzda, sadece maddi bulgularý dikkate alan biyoloji bilimi, canlýlarý bir obje olarak deðerlendirir ve inceler. Fiillerin arkasýndaki "Fail-i Muhtar"ý, yani gerçek Yaratýcý’yý görmez. Farklý biyolojik olaylarý inceleyen bilim adamlarýndan bazýlarý, incelediði þeyin altýnda kalýr, ideolojik yaklaþýmýna basamak yapmaya çalýþýr. Ayný olaylarý inceleyen baþka bir bilim adamý ise, incelediði þeyi, Allah'a ulaþmada bir basamak yapar. Bu durum, bilimsel bir gerçek olmaktan daha çok, ideolojik ve felsefi bir kabullenme olan evrim teorisinin deðerlendirilmesinde açýkça ortaya çýkmaktadýr. Cardiff Üniversitesi'nden, Uygulamalý Matematik ve Astronomi Profesörü Chandra Wickramasinghe hayatýn tesadüflerle doðduðuna on yýllar boyunca inandýrýlmýþ bir bilim adamý olarak karþýlaþtýðý bu gerçeði þöyle anlatmaktadýr: “Bir bilim adamý olarak aldýðým eðitim boyunca, bilimin herhangi bir bilinçli yaratýlýþ kavramý ile uyuþamayacaðýna dair çok güçlü bir beyin yýkamaya tabi tutuldum. Bu kavrama karþý þiddetle tavýr alýnmasý gerekiyordu... Ama þu anda, Tanrý'ya inanmayý gerektiren açýklama karþýsýnda, öne sürülebilecek hiçbir akýlcý argüman bulamýyorum... Biz hep açýk bir zihinle düþünmeye alýþtýk ve þimdi yaþama getirilebilecek tek mantýklý cevabýn yaratýlýþ olduðu sonucuna varýyoruz, tesadüfî karmaþalar deðil.” (6)

Chandra Wickramasinghe’nin ifadelerinde de görüleceði gibi materyalizm rüzgârý, bilim dünyasýný bilimsellik adýna etki altýna almýþtýr. Materyalizm düþüncesinin yaygýnlaþmasýna, “bilimsel bir gerçek” olarak Darvinizm önemli bir katký saðlamýþtýr.  19. yüzyýla yön veren üç materyalist fikir adamý Freud, Marx ve Darwin’dir. Ýlk ikisinin teorileri geçtiðimiz 20. yüzyýl içinde denenmiþ, incelenmiþ ve sonunda geçersizlikleri anlaþýlarak birbiri ardýna terk edilmiþtir. Darwin’in teorisi ise içinde bulunduðumuz dönemde eski popülaritesini yitirmiþ ve tartýþýlýr hale gelmiþtir. Bu süreç içinde, ateizme en büyük desteði saðlayan kiþi ise, yaratýlýþý reddeden ve buna karþý evrim teorisini öne süren Charles Darwin ve daha sonraki takipçileri oldu. Darwinizm ve takipçileri, ateistlerin asýrlardýr cevap veremedikleri "canlýlar ve insan nasýl var oldu?" sorusuna, sözde bilimsel bir cevap getirdiklerini düþünüyorlardý. Doðanýn içinde, cansýz maddeyi canlandýran ve sonra da ondan milyonlarca farklý canlý türü türeten bir mekanizma olduðunu iddia ettiler ve pek çok kiþiyi bu düþünceye inandýrdýlar.

19. yüzyýlýn sonlarýnda ateistler, kendilerince her þeyi açýkladýðýný sandýklarý bir “dünya görüþü” oluþturmuþlardý: Evrendeki düzen ve dengenin tesadüflerin sonucu olduðunu ileri sürüyor, kâinatta hiçbir amaç bulunmadýðýný iddia ediyorlardý. Son 25 yýlýn güncel ve aktüel araþtýrmalar, daha önceki neslin seküler ve ateist düþünürlerinin Allah hakkýndaki tüm varsayýmlarýný ve düþüncelerini tersine çevirmiþtir. “Modern düþünürler”, bilimin evrenin daha da mekanik ve rastlantýsal olduðunu ortaya çýkaracaðýný sanmýþlardý. Oysa bugün biyoloji, diðer bütün bilim dallarýndan destek alarak, evrende akýl almaz derecede “büyük bir tasarým” olduðunu gösteren sonuçlara ulaþtý. Bu sonuçlara ulaþýlmasýnda Moleküler Biyoloji’deki inanýlmaz geliþmeler çok etkili oldu. Moleküler biyologlar, DNA’nýn en ince detaylarýna kadar ulaþarak insaný hayrette býrakan bilgilere ulaþtýlar.


**

DNA'da kayýtlý bulunan kalýtsal bilgiler ve iþleyiþ mekanizmasý insaný hayrette býrakmaya yetmiþti. Öyle ki, insanýn tek bir DNA molekülünde tam bir milyon ansiklopedi sayfasýný veya baþka bir deyiþle yaklaþýk 1000 kitabý dolduracak miktarda genetik bilgi bulunduðu fark edildi. Bunu anlaþýlabilir ve düþünülebilir bir dile çevirdiðimizde karþýmýza çýkan tablo insanýn acizliðini ortaya koymaya yetmektedir. Mikroskobik hücrenin içindeki, ondan çok daha küçük bir çekirdekte bulunan bir molekülde, milyonlarca bilgi içeren dünyanýn en büyük ansiklopedisinin 40 katý büyüklüðünde bir bilgi deposu saklý durmaktadýr. Bu da yaklaþýk 1000 ciltlik, dünyada baþka eþi, benzeri olmayan dev bir ansiklopedi demektir. Her gün, 24 saat boyunca, hiç durmadan, her saniyede insanýn gen bilgilerinden bir tanesi okunacak olsa, bu iþlemin tamamlanmasý için 100 yýl geçmesi gerekmektedir. DNA'daki bilginin kitap haline getirildiðini varsaydýðýmýzda ise, bu kitaplarý üst üste koyduðumuz takdirde, kitaplarýn yüksekliði 70 metreye eriþecektir. Yapýlan tespitlere göre ise, bu dev ansiklopedi yaklaþýk 3 milyar farklý "konu"da bilgiye sahiptir. Eðer DNA'daki bilgileri kâðýt üzerine yazýlý hale getirseydik, kâðýtlarýn uzunluðu Kuzey Kutbu'ndan Ekvator'a kadar uzanacaktýr.

 “Büyük tasarým” düþüncesiyle bakýldýðýnda, en baðnaz materyalist yorumcular dahi “bilimsel” çalýþmalarýnda O’na iþaretler bulabilmektedir. Bilim adamýnýn, fiilin (yapýlan iþin) kendisini,  DNA’nýn yapýsýna baðlamasý bu noktada anlamsýzlaþmaktadýr. Mesela, “Evrim: Bir Kriz Teorisi” kitabýnýn yazarý M. Denton, “Bugüne kadar yaþamýþ, gelmiþ geçmiþ her canlý türünün bütün özellikleri bilgi olarak DNA'ya yüklense, toplam DNA hacmi bir çay kaþýðýnýn ancak küçük bir kýsmýný doldururdu. Dahasý geriye þu ana kadar yazýlmýþ bütün kitaplarý saklayabilecek kadar boþluk kalýrdý.” derken, “marifet” içerikli bir bakýþla DNA’daki muhteþem sanatýn inceliðine ve büyüklüðüne dikkat çekebilmektedir. ( 7),

Bir baþka örnekte ise, kendisini deðil de, bilimi konuþturan biyolog Frank B. Salisbury, “Orta büyüklükteki bir protein molekülü, yaklaþýk 300 amino asit içerir. Bunu kontrol eden DNA zincirinde ise, yaklaþýk 1000 nükleotid bulunacaktýr. Bir DNA zincirinde dört çeþit nükleotid bulunduðu hatýrlanýrsa, 1000 nükleotidlik bir dizi, 4 üzeri 1000 farklý þekilde olabilecektir. Küçük bir logaritma hesabýyla bulunan bu rakam ise, aklýn kavrama sýnýrýnýn çok ötesindedir.” diyerek fýtratýn sesine kulak verebilme cesaretini gösterebilmektedir. (8)

Ünlü moleküler biyolog Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis adlý kitabýnda hücrenin bu kompleks yapýsýndan þöyle söz eder: “Hayatýn moleküler biyoloji tarafýndan ortaya çýkarýlan gerçekliðini kavrayabilmek için, bir hücreyi yaklaþýk bir milyon kez büyütmemiz gerekir, ta ki çapý 20 km'ye varsýn. Bu durumda hücre, New York ya da Londra gibi büyük bir þehri kaplayacak boyutta dev bir uzay gemisine benzeyecektir. Bu durumda karþýmýzda benzersiz derecede kompleks bir sistem ve kusursuz bir tasarým olduðunu görürüz… Her türlü insan yapýmý ürünün çok üstünde olan bu teknoloji, bizim yaratýcý zekâmýzý fazlasýyla aþar. Bu sistem, "tesadüf" kavramýnýn her anlamda tam bir antitezini oluþturmaktadýr”. (9)

**

Kur'an-ý Hâkim'in ayetlerinden ve Resûl-u Ekrem'in (asm) anlattýðýndan anladýðýmýza göre; insanlýk, peygamber mucizelerine kadar bilimsel buluþlara ulaþabilecektir. Hz. Ýsâ'nýn (as) babasýz doðmasý, ölüleri dirilterek geçici bir süre hayat rengi vermesi gibi, Hz. Peygamberin (asm) yaralý ve sakat organlarý iyileþtirmesi gibi örnekler buna iþaret olarak düþünülebilir. Sonuçta, insana verilen ilim ve cüz'î irade gerçeði ile diyebiliriz ki, genlerle ilgili her türlü çalýþmanýn, kopyalamanýn ve benzeri þeylerin, yapýlabilmesi mümkündür ve insanýn çalýþmasý ile ortaya çýkan bir geliþmedir. Bu bir yokluktan var etme olayý deðildir. Yaratma olayý Allah'a verilmezse, o zaman en basit bir varlýðýn yaratýlmasý, kâinatýn yaratýlmasý kadar zor, hatta imkânsýz olur. Bu noktada, DNA’nýn yapýsýný keþfederek Nobel ödülü alan ve “Hayatýn Orijini” kitabýnýn da yazarý olan F. Crick, hýzlý bir evrimci olmasýna raðmen DNA'nýn mucizevî yapýsýna þahit olduktan sonra yazdýðý eserinde "Bugün sahip olduðumuz bilgiler ýþýðýnda, dürüst bir adamýn yapabileceði tek yorum, hayatýn bir mucize eseri olarak ortaya çýktýðýdýr." diyebilmektedir. (10)

Trilyonlarca hücreye sahip olan insanýn sadece bir hücresini yaratmak için, atomlarýn, belli bir düzen içinde iþlenmesi gerekir. Kâinata daðýlmýþ olan bu atomlarýn bir araya getirilmesi için, hepsine hükmeden bir iradenin, ilmin, kudretin olmasý gerekir. Atomlardan moleküller oluþturulmalý, moleküllerden bileþikler, bileþiklerden ise varlýklar bir tezgâhta dokunur gibi dokunmalýdýr. Demek, bir tek hücrenin icadý, yaratýlmasý, Allah'a verilmediði takdirde, bütün kâinatýn yaratýlmasý kadar imkânsýz olacaktýr. (11)

DNA'nýn yapýsýnýn incelenmesi ya da genetik þifrenin çözülmesinin Allah'ýn yaratma þekli olan ibda ve inþa açýsýndan önemini vurgulamak gerekir. DNA ve genetik þifre, inþa boyutu ile  ilk atomdan bugüne adým adým iþleyen bir hayata hazýrlýk süreci olarak deðerlendirilebilir Bir hücrenin içindeki DNA'nýn potansiyel olarak, insanýn bütün özelliklerini barýndýrmasý, en baþta bütün mevcudatýn yoktan var edilmesi, ibda ve inþa hakikatinin anlaþýlabilecek bir yönünü ortaya koymaktadýr. Kâinatýn iþleyiþi bir programýn çalýþtýrýlmasýndan baþka bir þey deðildir.

"Ýnsanlar öldükten sonra, ruhlarý baþka makamlara gider. Cesetleri çürüyor, fakat insanýn cesedinden bir çekirdek, bir tohum hükmünde olacak acbü'z-zeneb tabir edilen küçük bir cüz'ü baki kalýp, Cenab-ý Hakk, onun üstünde cesed-i insaniyi haþirde halk eder, onun ruhunu ona gönderir. Ýþte bu mertebe o kadar kolaydýr ki, her baharda milyonlarla misali görülüyor." (12). Ortaya çýkan tabloyu þöyle deðerlendirebiliriz: DNA ve genetik þifre hayatýn her anýnýn, her türlü ayrýntýsýnýn planlandýðýný gösteriyor. Saçýmýzýn, gözümüzün rengi, boyumuz, parmak izlerimiz, yüzümüzün þekli bir program dahilinde belirlenmektedir. Önemli olan "mana-yý harfi" de dediðimiz kâinata Yaratýcý adýna bakma davranýþýnda, anlýk yaratýlmalarýn, hem de zamana yayýlmýþ þeklindeki yaratýlmalarýn, Ýlahi bir kudret olmaksýzýn mümkün olmadýðýný kabul etmektir.

Galiba, modern biyolojinin öncüleri arasýnda yer alan Pierre, DNA’daki iþleyiþe dikkat çekerek en doðrusunu söylüyor: “mucizeler sýradan bir kural haline gelmeli, inanýlmaz derecede düþük olasýlýklara sahip olaylar, kolaylýkla gerçekleþmelidir. Hayal kurmayý yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu iþin içine dahil edilmemelidir. (13).

 Seyda Durgun

KAYNAKLAR

1-Nursî, Said. Münazarat, S.127

2- Nursî, Said. Þualar, S. 187

3- Nursî, Said.  E.L.,146

4- Sagan, Carl. “Life" In Encyclopedia Britannica: Macropedia (1974). S. 893-894

5- Kehf Suresi, 109)

6- Wickramasinghe, Chandra. Interview in London Daily Express, 14 Aðustos 1981

7- Denton, Michael. Evolution: A Theory in Crisis. London: Burnett Books, 1985, s. 334

8- Salisbury, Frank B. "Doubts About The Modern Synthetic Theory of Evolution", s. 336

9- Denton, Michael. Evolution: A Theory in Crisis, London: Burnett Books, 1985, s. 242)

10- Crick, Francis. Life Itself: It's Origin and Nature, New York, Simon & Schuster, 1981, s. 88)

11- Nursî, Said. Lem’alar, 312-314

12- Nursî, Said. Sözler, 561-562

13- Grassé, Pierre P. Evolution of Living Organisms, New York: Academic Press, 1977, s. 103


radyobeyan