Ýslam Kültürü K-Z
Pages: 1
Nefis By: armi Date: 31 Ocak 2010, 16:19:41
Nefis
Evliyânýn büyüklerinden ve Ýslâm âlimlerinin en meþhûrlarýndan Ýmâm-ý Gazâlî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri nefsin istediklerini yapmaz, iste­mediklerini yapardý. Ýnsanlara nefis muhâsebesi yapmalarý gerektiðini bildi­rirdi. Her gün yaptýðý iþler sebebiyle kendini hesâba çe­kerdi.Nefsine þöyle hitâb ederdi: Ey nefsim! Akýllý olduðunu iddiâ ediyor­sun ve sana ahmak diyenlere kýzýyorsun. Hâlbuki, senden daha ahmak kim var. Öm­rünü boþ þeylerle, gülüp eðlenmekle geçiriyorsun. Senin hâlin, polislerin, ken­disini aradýklarýný ve yakalayýnca, îdâm edeceklerini bildiði hâlde, zamânýný eðlence ile geçiren kâtile benzer. Bundan daha ahmak kimse olur mu? Ey nef­sim! Ecel sana yaklaþmakta, Cennet ve Cehennem´den biri, seni beklemektedir. Ecelinin, bugün gelmeyeceði ne mâlum? Bugün gelmezse, bir gün elbette ge­lecek. Baþýna gelecek þeyi, geldi bil! Çünkü, ölüm kimseye vakit tâyin etme­miþ ve gece veya gündüz, çabuk veya geç, yazýn veya kýþýn gelirim dememiþ­tir. Herkese ansýzýn gelir ve hiç ummadýðý zamanda gelir. Ýþte ona hazýrlanma­dýn ise, bundan daha çok ahmaklýk olur mu? O hâlde, yazýklar olsun sana ey nefsim!

Günahlara dalmýþsýn. Allahü teâlâ, bu hâlini görmüyor sanýyorsan, îmân­sýzsýn! Eðer gördüðüne inanýyorsan, çok cüretkâr ve hayâsýzsýn ki, O´nun gör­mesine ehemmiyet vermiyorsun! O hâlde, yazýklar olsun sana ey nefsim!

Hizmetçin sana itâat etmezse, ona nasýl kýzarsýn! O hâlde, Allahü teâlânýn sana kýzmayacaðýndan nasýl emîn oluyorsun! Eðer O´nun azâ­býný hafif görüyorsan, parmaðýný aleve tut! Yâhut, kýzgýn güneþ altýnda bir saat otur! Yâhut da, hamam halvetinde fazlaca kal da, zavallýlýðýný, dayanamýyacaðýný anla! Yok eðer, dünyâda yaptýklarýna cezâ vermeye­cek sanýyorsan, Kur´ân-ý kerîme ve yüz yirmi dört bin Peygambere (aleyhimüssalevâtü vetteslîmât) inanmamýþ oluyorsun ve hepsini ya­lan- cý yapmýþ oluyorsun. Çünkü, Allahü teâlâ, Nisâ sûresinin 122. âye­tinde meâlen; "Günah iþleyen, cezâsýný çekecektir." buyuruyor. Kötülük eden, kötülük görür. O hâlde, yazýklar olsun sana ey nefsim!

Günah iþleyince, O kerîmdir, rahîmdir, beni affeder diyorsan, dün­yâ- da, yüz binlerce kiþiye niçin zahmet, açlýk ve hastalýk çektiriyor ve tar- lasýný ekmeyen­lere mahsûlünü vermiyor! Þehvetlerine kavuþmak için, her hîleye baþ vuruyor­sun ve o vakit Allahü teâlâ kerîmdir, rahîmdir, is­tediklerimi zahmetsiz bana gönderir demiyorsun. O hâlde, yazýklar ol­sun sana ey nefsim!

Belki inandýðýný, fakat sýkýntýya gelemiyeceðini söyleyeceksin. Fazla sý­kýntýya dayanamayanlarýn, az bir zahmetle, bu sýkýntýyý önlemeleri lâ­zým oldu­ðunu, Cehennem azâbýndan kurtulmak için dünyâda zahmete katlanmanýn farz olduðunu, demek ki bilmiyorsun. Bugün dünyânýn bir miktar zahmetine daya­namazsan, yarýn Cehennem azâbýna ve âhiret- teki zillet ve alçaklýða ve tard ol­maya, kovulmaya nasýl dayana­caksýn? O hâlde, yazýklar olsun sana ey nefsim!

Para kazanmak için çok zahmet ve aþaðýlýklara katlanýyor ve hasta­lýktan kurtulmak için, bir yahûdî doktorun sözü ile, bütün þehvetlerinden vaz geçiyor­sun da, Cehennem azâbýnýn, hastalýktan ve fakirlikten daha acý olduðunu ve âhiretin dünyâdan çok uzun olduðunu bilmiyorsun. O hâlde, yazýklar olsun sana ey nefsim!

Sonra tövbe ederim ve iyi þeyler yaparým diyorsan, ölüm daha önce gele­bilir, piþmân olup kalýrsýn. Yarýn tövbe etmeyi, bugün etmekten ko­lay sanýyor­san, aldanýyorsun. Çünkü tövbe, geciktikçe zorlaþýr ve ölüm yaklaþýnca, hay­vana yokuþ önünde yem vermeye benzer ve bunun faydasý yoktur. Senin bu hâlin, þu talebeye benzer ki, dersine çalýþma­yýp, imtihan günü hepsini öðreni­rim sanýr ve ilim öðrenmek için, uzun zaman lâzým olduðunu bilemez. Bunun gibi, pis nefsi temizlemek için de, uzun zaman mücâhede etmek lâzýmdýr. Ömür, boþuna geçince, bir ânda, bunu nasýl yapabilirsin. Ýhtiyârlamadan önce gençliðin, hasta ol­madan önce, sýhhatin ve sýkýntý çekmeden önce rahatlýðýn ve ölmeden önce hayâtýn kýymetini niçin bilmiyorsun? O hâlde yazýklar olsun sana ey nefsim!

Kýþýn muhtâç olacaðýn þeylerin hepsini, niçin yazdan hazýrlayýp hiç geciktirmiyorsun ve bunlarý elde etmek için, Allahü teâlânýn merhame­tine, ihsânýna güvenmiyorsun? Hâlbuki Cehennem´in zemherîri, kýþýn soðuðundan az deðildir ve ateþinin sýcaklýðý, temmuz güneþinden aþaðý deðildir. Bunlarýn hazýrlýðýnda, hiç kusur etmiyorsun da, âhiret iþlerinde gevþek davranýyorsun. Bunun sebebi nedir? Yoksa âhiret ve kýyâmet gününe inanmýyor musun ve kalbindeki bu küfrü, kendinden de mi saklý­yorsun? Bu ise, ebedî felâketine sebeptir. O hâlde, yazýklar olsun sana ey nefsim!

Marifet nûrunun himâyesine sýðýnmayýp da, öldükten sonra, þehvet ateþi­nin, canýný yakmasýndan, Allahü teâlânýn lütfu ve merhameti ile kurtulacaðýný sanan bir kimse, kalýn elbisesinin himâyesine girmeden, kýþýn soðuðun, Allahü teâlânýn lütfu ile kendisini üþütmeyeceðini sanan kimseye benzer. Bu kimse, bilemiyor ki, Allahü teâlâ, birçok faydalarý saðlamak için, kýþý yaratmýþ ise de, lütuf ve merhamet ederek, elbise yapýlacak þeyleri de yaratmýþ ve insanlara el­bise yapmak için akýl ve düþünce vermiþtir. Yâni O´nun ihsâný, elbise teminini kolaylaþtýrmakta olup, elbisesiz üþümemek þeklinde deðildir. O hâlde, yazýklar olsun sa- na ey nefsim!

Günahlarýn Allahü teâlâyý kýzdýrdýðý için azâb çekeceðini zannetme ve gü­nahlarýmýn O´na ne zararý var ki, bana kýzýyor deme! Zannettiðin gibi deðil. Seni yakacak olan Cehennem azâbý, senin içinde ve þehvetle­rinden meydana gel­mektedir. Nitekim, insanýn hastalýðý, yediði zehirden ve içine giren zararlý þey­lerden meydana gelmekte olup, tabîbin sözlerini dinlemediði için, onun kýzma­sýndan hâsýl olmuyor. O hâlde, yazýklar ol­sun sana ey nefsim!

Ey nefsim! Anladým ki, dünyânýn nîmet ve lezzetlerine alýþmýþsýn ve ken­dini onlara kaptýrmýþsýn! Cennet´e ve Cehennem´e inanmýyorsan, bâri ölümü in­kâr etme! Bu nîmet ve lezzetlerin hepsini senden alacaklar ve bunlarýn ayrýlýk ateþi ile yanacaksýn! Bunlarý istediðin kadar sev, iste­diðin kadar sýký sarýl ki, ay­rýlýk ateþi, sevgin kadar çok olur. O hâlde, ya­zýklar olsun sana ey nefsim!

Dünyâya niye sarýlýyorsun? Bütün dünyâ senin olsa ve dünyâdaki in­sanlarýn hepsi sana secde etse, az zaman sonra sen de, onlar da toprak olacaksýnýz! Ýsimleriniz unutulacak, hatýrlardan silinecek. Geçmiþ pâdi­þâhlarý hatýrlayan var mý? Hâlbuki sana dünyâdan az bir þey vermiþler. O da bozulmakta, deðiþmekte­dir. Bunlar için, sonsuz Cennet nîmetlerini fedâ ediyorsun. O hâlde, yazýklar ol­sun sana ey nefsim!

Bir kimse, kýymetli ve sonsuz dayanýklý bir mücevheri verip, bununla, kýrýk bir saksý satýn alýrsa, ona nasýl gülersin? Ýþte dünyâ, alýnan saksý gibidir. Onu ký­rýldý bil ve ebedî cevheri, elinden çýktý say ve sana piþ­mânlýk ve azâb kaldý bil!

Bunlar ile ve bunlar gibi sözlerle, herkes nefsini azarlayarak, kendi hakkýný ödemeli ve nasîhate, önce kendinden baþlamalýdýr! Allahü teâlâ, doðru yolda gidenlere selâmet ihsân buyursun! Âmin.

Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin beþincisi olan Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) haz­retlerine bir gün bir kimse gelip; "Efendim! Ben otuz senedir, gündüzleri oruç tutup, geceleri namaz kýlýyorum. Ama, kendimde hiç bir ilerleme gö­remiyorum. Halbuki îtikâ­dým da düzgündür." dedi. Sultân-ül-Ârifîn; "Sen bu hâlde üç yüz sene daha de­vâm etsen bir þeye kavuþamazsýn. Çünkü nefs engelin var." buyurdu. O kimse; "Efendim! Bunun bir çâresi yok mu?" diye sordu. Bâyezîd-i Bistâmî: "Var ama sen kabûl etmezsin." bu­yurdu. O kimse ýsrâr edip; "Aman efendim, lütfen bildi­riniz ve beni tale­beliðe kabûl ediniz. Ne emrederseniz yaparým." dedi. Sultân-ül-Ârifîn bu­yurdular ki: "Öyle ise þimdi evine git. Bu kýymetli elbiseleri çýkarýp, âdî ve eski bir elbise giy. Boynuna bir torba asýp içine ceviz doldur. Seni en iyi tanýyanlarýn bulunduklarý sokaða git. Çocuklarý baþýna topla, (Bana bir tokat vu­rana bir ceviz, iki tokat vurana iki ceviz veriyorum) de." O kimse bunlarý du­yunca; "Sübhânallah, Lâ ilâhe illallah. Ben bunlarý yapamaya­caðým. Bana baþka bir þey emretseniz." dedi. Bâyezîd-i Bistâmî; "Senin ilâcýn ancak budur ve biz de baþtan; "Sen bunlarý kabûl etmezsin!" diye söylemiþtik. Yolumuzun esâsý nefsi terbiye etmektir." Buyurdular .

Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerine; "Nefsine verdiðin en hafif cezâ ne­dir?" diye sordular. Cevâbýnda; "Bir defâsýnda nefsim, bir itâatsizlikte bulundu. Buna cezâ olarak bir yýl boyunca hiç su içmedim." buyurdular.

Yine buyurdular ki: "On iki sene nefsimin ýslahý için çalýþtým. Nefsimi riyâ­zet, nefsin arzularýný yapmamak körüðünde, mücâhede, nefsin iste­mediði þey­leri yapmak ateþiyle kýzdýrdým. Nefsi, yerme, kötüleme ör­sünde, kýnama, ayýp­lama çekici ile dövdüm. Böyle uðraþa uðraþa kendi benliðimden bir ayna yapýp beþ sene kendimin aynasý oldum. Yapabildi­ðim ibâdet ve tâatlarla bu aynayý cilâlayýp parlattým. Bir sene ibret nazarý ile bu aynaya baktým. Netîcede bu ay­nada gördüm ki, belimde, gurur, riyâ, ibâdete güvenip amelini beðenmek gibi kalp hastalýklarýndan mey­dana gelen bir zünnâr bulunuyor. Bu zünnârý kesip atabilmek için beþ sene daha uðraþtým. Yeniden hakîki müslüman oldum.

Uzun seneler nefsimi terbiye etmekle uðraþýp çile çektikten sonra, bir gece, Allahü teâlâya yalvardým. "Þu testi ve aba sende oldukça, sana ruhsat yoktur." diye ilhâm olundu. Bunun üzerine yanýmda bulunan testi ve abayý terk ettim. Bundan sonra bana; "Ey Bâyezîd, nefsin hevâ ve hevesi için tuzaktaki tâne mi­sâli olan dünyâ mallarýna gönül baðlayýp, sonra da Allahü teâlâya kavuþmak için yol istiyen kimselere; "Bâyezîd, nefsin istediklerini yapmayýp, istemedikle­rini yapmak sûretiyle kýrk yýl uð­raþtýðý hâlde, yanýnda bulunan kýrýk bir testiyi ve eski bir abayý terk et­medikçe izin alamadý. Siz, bu hâlinizle size izin verile­ceðini mi zannedi­yorsunuz. Aslâ izin alamazsýnýz." diye bildirildi.

"Yâ Rabbî! Sana kavuþmak nasýl mümkün olur?" diye duâ ettim. Bir nidâ geldi, "Nefsini üç talakla boþa" diyordu."

Evliyânýn büyüklerinden ve kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin on beþincisi olan Þâh-ý Nakþibend Behâeddîn Buhârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri þöyle anlatýr: "Bir kýþ günüydü. Beni bir cezbe hâli kapladý. Kendimden geçip, kýrlarda, sahrâ ve daðlarda, ya- lýn ayak, baþý açýk gezip, dolaþmaya baþladým. Ayaklarým yarýlýp, par­çalandý. Bu hâlde iken bir gece hocam Emîr Külâl ile sohbet etmek ar­zusu uyandý. Bu arzu ile hu­zûruna gittim. Talebeler etrâfýnda toplanmýþ, hocam da baþ tarafta oturuyordu. Ýçeri girdim, aralarýna katýldým. Emîr Külâl; "Bu kimdir?" dedi. "Behâeddîn´dir." dediler. Talebelerine beni mec- listen dýþarý çýkarmalarýný söy­ledi. Onlar da beni dýþarý çýkardýlar. O za- man nefsim son derece azdý ve taþkýn­lýk yapmak istedi. Az kalsýn nef­sim, irâdeme gâlip geliyordu. Fakat Allahü teâlânýn ihsânýyla, nefsimi serkeþlikten ve îtirazdan menederek; "Ey nefs! Ben bu horlanmayý Allah için kabûl ettim. Beni, Allahü teâlâ elbette bundan dolayý mükâfatlandý­rýr." dedim. Sonra baþýmý Emîr Külâl hazretlerinin kapýsýnýn eþi­ðine koy­dum. Sabaha kadar öyle kaldým. Üzerime kar yaðdýðý hâlde kalkma­dým. Sabah namazý vakti Emîr Külâl, ayaðýný kapýnýn eþiðine atýnca, karlar ara­sýnda kalan baþýma bastý. Beni o hâlde görünce teveccühte bulunup müjde verdi. Ýçeri alýp teselli ederek ayaklarýmdaki dikenleri mübârek el­leriyle çýkardý. Ya­ralarýma ilâç sürdü. "Oðlum! Bu saâdet libâsý (elbisesi) ancak sana lâyýktýr." bu­yurdu. Rûhânî feyz, iþte bende o zaman hâsýl oldu. Þimdi, her sabah evimden mescide çýkarken, bir talebemi o hâlde görmek isterim; fakat þimdi talebe kal­madý. Hepsi þeyh oldu."

Behâeddîn Buhârî hazretlerinin en baþta gelen talebelerinden Alâed- dîn-i Attâr þöyle anlatýr. Hocam buyurdular ki: "Nefsinizi dâimâ töhmet al- týnda tutu­nuz ve ona uymayýnýz. Her kim bunda muvaffak olursa, Allahü teâlâ ona bu iþi­nin mükâfâtýný, karþýlýðýný verir, sâlih amel iþlemeye mu- vaffak olur, buna ta­hammül ve güç bulur. Yaptýðý her iþi Allahü teâlânýn rýzâsý için yapmaya baþlar. Bütün iþlerde niyeti düzelt­mek çok mühimdir.

Yine buyurdular ki: "Bir kimse nefsine muhâlefet etmeye muvaffak olursa, ameli az da olsa, nefsinin isteklerine boyun eðmemeye muvaffak olduðu için þükretmesi lâzýmdýr. Ebdâllerin makâmýný isteyen kimsenin, hâlini deðiþtirmesi, yâni nefsine muhâlefet etmesi lâzýmdýr."

Büyük velîlerden ve tâbiînin meþhurlarýndan Avn bin Abdullah (rah- metullahi teâlâ aleyh) hatâ ve günahlarýný hatýrlayýp aðlayarak piþ­man- lýðýný þöyle dile getirmiþtir: "Vah! Yazýk bana! Bana ne oldu da ben, bu kadar hatâ ve günahý iþledim. Halbuki ben o hatâyý iþlerken, Rabbimin nîmetleri içerisinde idim. Günahýmýn bir anlýk lezzetine aldan­dým. O lez- zet gitti. Þimdi onun mesû­liyeti kaldý. Kaybolmýyacak, her þe­yin inceden inceye tesbit edildiði amel defte­rime yazýldý. Yazýk bana, Allahü teâlâdan utanmadan bu iþi yaptým. Nefsime uydum. Bu nefs ne acâib düþman. Ben hatâmý düzeltmeðe çalýþýyorum. O ise beni tekrar günâha çaðýrýyor. Ben ona insafla, adâletle davranmak istiyorum, ama, nefsim bana insâf etmiyor. Devamlý beni Rabbimin rýzâsýndan çýkarmak için uðraþýyor. Be- nim helâkimi, dünyâ ve âhiret saâdetimi çalmak istiyor.

Yâ Rabbî! Nefsimi bana musallat kýlma. Ona karþý beni yardýmsýz, yalnýz býrakma. Nefsim bana acýmýyor. Bana sen merhamet eyle. Ondan beni muhâ­faza eyle.

Yazýk bana! Ölümden nasýl kaçarým. Kaçsam bile o mutlakâ bana yetiþe­cektir. Ben ölümü nasýl unutabilirim. Ben unutsam bile, ölüm beni unutmaz. O beni tâkib ediyor... Günahým o kadar çok ki, kalbimi yaraladý. Günahýmýn çok­luðundan, aðlamaktan, artýk gözlerimden yaþ da akmý­yor. Gözlerime uyku gir­miyor. Eðer, Rabbim bana merhamet etmezse, hâlim nasýl olur, benim....

Vah bana! Hatâlarým aklýma geldikçe, ben nasýl tenbel otururum, Rabbime tövbe edip, rýzâsýný kazanmaya çalýþmam. Kýyâmet günü Rab- bim beni temize çýkarmaz, yüzüme bakmazsa, benimle konuþ­mazsa, vay benim hâlime. Bütün bu durumlardan, günâh ve hatâlarým­dan Allahü teâlâya sýðýnýrým. Amel defte­rimin sol tarafýmdan verilmesin­den veya onu arkamda görmekten, Rabbim mu­hâfaza eylesin. Yüzüm simsiyah olursa, yazýk bana. Rabbimin huzûruna ben na­sýl çýkarým. Gö­züm, aya-ðým, elim ve her þeyim benim hakkýmda þâhittirler. Gü­nahlarýmý hatýrla- mam, bana her þeyi unutturuyor. Ey nefsim! Ýsteklerini hiç unut­muyor- sun, fakat kulluk vazîfelerini yapmaya hiç istekli deðilsin. Ey nef­sim, he- sâba çekileceðin kýyâmet gününde hâlinin ne olacaðýndan hiç korkmu-yorsun. Geçici olaný, ebedî ve sonsuz nimetlere tercih ediyorsun.

Ey nefsim! Hâlâ içerisinde bulunduðun gafletten uyanmýyacak mý­sýn? Hasta ve zayýf düþersen, derhal yaptýklarýndan piþmanlýk duyar­sýn... Sýhhatin yerinde olursa, günâh iþlersin. Sana böyle ne oluyor. Muhtaç ve düþkün olursan, üzülür, mahzûn olursun. Zengin ve kimseye muhtâc olmazsan, âhiretini ve kendini unutursun.

Ey nefsim, hiç amelin olmadan, çalýþmadan âhirette rahata kavuþ­mak ister­sin. Uzun uzun arzu ve isteklerin peþine düþüp, tövbeyi de­vamlý sonraya atýp, geciktiriyorsun."

Evliyânýn büyüklerinden Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) bu­yurdular ki: Nefsini hesâba çeken muhâsebe ehlinin belli has­letleri vardýr. Bunlarý tecrübe ve tatbik edince, Allahü teâlânýn ihsânýyla þerefli makamlara ulaþmýþlardýr. Her þey güçlü bir azimle ve nefsânî ar­zularý tamâmen terk et­mekle elde edilir. Çünkü azmi saðlam olanlarýn nefsin hevâ ve hevesine karþý durmalarý basitleþir. O halde kuvvetli bir azimle þu hususlara uy:

1) Doðru ve yalan yere yemin etme.

2) Yalan söylemekten sakýn.

3) Zulüm bile yapmýþ olsa hiç bir kimseye lânet etme.

4) Vefâkâr olmak imkâný bulduðun müddetçe ahdinden dönme.

5) Ne sözle ne de hareketle hiçkimseye bedduâ etme. Yaptýðýn iyilik için mükâfât, karþýlýk bekleme. Allahü teâlânýn rýzâsý için tahammüllü ol.

6) Kâfir olsun, müþrik veya münâfýk olsun, hiçbir kimsenin aleyhinde þâhidlik yapma. Halka karþý merhametli ol. Allahü teâlânýn gazabýndan uzak kalmak için en uygun yol budur.

7) Ne içinden ne de dýþýndan aslâ günah iþlemeye yönelme, âzâlarý­nýn ta­mâmýný günahtan uzak tut.

8) Hiç kimseyi incitme. Ýster az ister çok olsun veya ihtiyacýn olsun yâhud da olmasýn hiçbir halde kendi yükünü kimseye yükleme.

9) Ýnsanlardan hiçbir þey bekleme ve sâhib olduklarý hiçbir þeye göz dikme.

10) Dünyâ ve âhirette makam ve izzet yüksekliði, Allahü teâlânýn di­leme­sine, vermesine baðlýdýr. Bu bakýmdan kendini karþýlaþtýðýn hiçbir insandan daha üstün görme.

Evliyânýn büyüklerinden ve Mâlikî mezhebi fýkýh âlimi Ahmed-i Zer- rûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsin hastalýklarýný te­dâvî eden þey­lerin aslý beþtir: 1) Az yemek, mîdeyi fazla doldurmamak, 2) Ba- þa gelen iþler­den Allahü teâlâya sýðýnmak, 3) Fitne yerlerinden kaçmak, 4) Devâmlý istiðfâr ve Resûlullah efendimize salat ve selâm okumak, 5) Allahü teâlânýn emirlerini yerine getirmeye, rýzâsýný kazan­maya çaðýran kimse ile berâber olmak."

Zamânýmýzdaki insanlar þu beþ þeye tutulmuþlardýr: 1) Cehâleti, ilme tercih etmek, 2) Ýþlerde kýzmak, 3) Mânevî perdelerin hemen açýlmasýný istemek, 4) Bid´ati (dinde sonradan ortaya çýkan þeyleri), sünnet-i seniy- yeye tercih etmek, 5) Nefsin arzu ve isteklerine göre hareket et­mek.

Meþhûr velîlerden ve akâid imâmý Amr bin Osman Mekkî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ýlim iticidir. Allah korkusu sevkedicidir. Nefs ise itâatsizdir, serkeþtir. Murâdýný eksiksiz eline geçir­men için, nefs atýný ilim siyâ­setiyle idâre et. Korku ile tehdîd ederek sür."

Tanýnmýþ büyük evlîyadan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin oðlu Sultân Veled anlatýr: "Ben beþ yaþýnda idim. Bir gün babamýn, talebelerine þöyle dediðini duydum: "Ben yedi yaþýmda iken, nefsim tamâmiyle rûhuma tâbi oldu. Nefsî isteklerimden kurtuldum." Bunu dinleyen talebelerden biri; "Efendim! Biz, sizi devamlý nefsinizle mücâhede eder hâlde görüyoruz. Bu sözünüzü nasýl anlamak icâbeder?" dedi. Bu suâle; "Nefs, yara­týklarýn içinde en ahmak olanýdýr. Hep kendi zararýný ister. Onun yakasýný bý­rakmaða gelmez. Çünkü en büyük düþman nefstir. Büyüklerimiz, ölünceye ka­dar nefsle mücâdele etmiþtir. Biz de öyle yaparýz." cevâbýný verdi.

Mevlânâ Celâleddîn Muhammed Rûmî hazretleri buyurdular ki; "Nefsi maðlûb etmek için, onu rahatsýz etmelidir. Ýstediði þeyi vermeme­lidir. En tesir­lisi, gündüzleri oruç tutmak, geceleri az uyuyup namaz kýl­maktýr."

Evliyânýn büyüklerinden Cüneyd-i Baðdâdî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) bir gece uyandý. Uyumak istiyor, uyuyamýyordu. Oturmak istiyor, oturamýyordu. Bir zaman sonra kapýyý açýp dýþarý çýkýnca; birinin üzerine bir aba örtüp, büzül­düðünü gördü. Cüneyd-i Baðdâdî´yi görünce baþýný kaldýrdý ve; "Ey efendim! Bu kadar bekletilir mi?" dedi. Cüneyd-i Bað­dâdî; "Gece geç vakitte geldiniz." buyurdu. O kimse; "Kalplere hareket veren Allahü teâlâdan, sizin kalbiniz bana teveccüh etsin diye taleb et­tim." dedi. Cüneyd-i Baðdâdî; "Ne istiyorsunuz?" diye sordu. O kimse; "Nefsin hastalýðýna ilaç yok mudur?" deyince, Cüneyd-i Baðdâdî; "Nefsin ilacý, isteklerine muhâlefet etmektir." buyurdu. Bunun üzerine o kimse, kendi kendine; "Ey ahmak nefsim! Bunu ben sana kaç defâ söyledim. Ama sen Cüneyd´den duymayýnca inanmadýn." dedi.

Cüneyd-i Baðdâdî hazretleri bir gün Câfer Huldî hazretlerine bir dir­hem verdi ve bir mikdâr incir almasýný söyledi. O da alýp geldi ve önüne koydu. Cüneyd-i Baðdâdî ondan bir tâne alýp orucunu açmak için aðzýna götürdü. O sý­rada aðlamaya baþladý, inciri aðzýndan çýkarýp attý. Su ile de aðzýný iyice çalka­ladý. Câfer Huldî; "Niçin böyle yaptýnýz?" dediðinde; "Otuz seneden beri hep incir yemek istedim. O zamandan beri de hiç yemedim. Bugün nefsim aðýr bastý ve ondan yemek istedim. Aðzýma al­dýðým zaman gizliden bir ses bana þöyle dedi: "Allah için yemesini býrak­týðýn þeyi yemeye utanmýyor musun?" Bunun üzerine onu aðzýmdan çý­karýp attým. Onu yemeyi sözde durmamak kabûl ettim. Bu da bir hýyâ­nettir. Hâin olan kimse de, Allah katýnda sevilen biri olamaz." buyurdu.

Çok ibâdet ve tâatta bulunan, Allahü teâlâyý hatýrlamaktan bir an gâfil ol­mayan Ebû Ali Rodbârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) nefsinin isteklerine karþý çý­kar, riyâzet ve mücâhedede bulunurdu. Bu hususta buyurdu ki: "Kalp, rûh ve nefs dýþarýdan gelen kötü tesirlerden emin olunca, kalpten hikmet, nefsten hiz­met ve ruhtan mükâþefe yâni gizli sýrlarýn açýlmasý zuhur eder. Bu üç þeyden sonra da Allahü teâlânýn sýfatlarýnýn tecellile­rini görme, mânevî sýrlarýný mütâlaa etme ve O´na âit hakîkatleri anlamak nasîb olur. Söylediklerinizin alâmeti ne­dir? denilecek olursa deriz ki; saða sola bakmamak, Allahü teâlâyý hatýrlamaya mâni olan þeylerden kaçýnmaktýr. Nefsine bir defâ olsun lâyýk olduðundan fazla kýymet vere­rek bakan kimse, kâinâttaki eþyânýn hiçbirine ibret nazarýyla baka­maz."

Yine buyurdular ki: "Dünyâyý kazanmakta nefsler için zillet, âhireti ka- zan­makta ise nefsler için izzet vardýr. Acaba niçin insanlar, bâkî olan â- hireti iste­mekteki izzetin yerine, fânî olan dünyâyý isteyerek zilleti seçer- ler?"

Büyük velîlerden Ebû Ali Sekafî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdu­lar ki: "Bir kimsenin, nefsinin istek ve arzularý gâlip gelirse, aklý gizli ka­lýr."

Evliyânýn büyüklerinden Ebû Bekr Kettânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yurdular ki: "Nefsin arzularý, þeytanýn taktýðý bir yulardýr. Kim, þeytanýn o yula­rýna takýlýrsa, doðruca onun yanýna gider ve ona köle olur."

Yine buyurdular ki: Altmýþ yaþýndaki bir kimse nefsini hesâba çek­miþti. Bunu gün olarak hesapladý yirmi bir bin beþ yüz gün çýktý. Bu gün sayýsýný gö­rünce feryad etti. Düþüp bayýldý. Ayýlýnca âh yazýk bana Rab- bime gideceðim. Eðer her gün bir günah iþlemiþ olsam bu hesâba sýð- maz günahlarla hâlim nice olur? dedi. Sonra eyvâh, dünyâya daldým! Â- hiretimi harâb ettim! Çok ihsân edici Rabbime karþý, isyânkâr oldum. Sonra da harâbe gibi olan bu dünyâdan saâdet yeri olan âhirete git­mekten kaçýnýyorum. Kýyâmette hesap günü amelsiz, sevapsýz bir halde nasýl hesap vereceðim! dedi."

Ýran´da yaþayan büyük velîlerden Ebû Bekr Tamistânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdular ki: "Nefis, bir ateþ gibidir. Yanar durur. Bir yandan söndürülse de baþka taraftan parlar. Nefis hep böyle­dir. Bir taraftan yola getirilse, öbür yandan kötü iz yine görünür. Nefse uymaktan kurtulmak, dünyâ nîmetlerinin en büyüðüdür. Çünkü nefis, Allahü teâlâ ile kul arasýndaki perdele­rin en büyüðüdür.

"Ýnsanýn nefsi ölmeden kalbi hayat bulmaz. Hakîkat, nefsin ölümün­den ibâ­rettir."

Evliyânýn meþhurlarýndan Ebû Bekr Verrâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yurdular ki: "Nefsine âþýk olan, kibirli, kýskanç, aþaðý ve hakîr olur."

Yine buyurdu ki: "Ýnsana nefsin hâkim oluþunun temeli, arzulara, is­teklere uymaktýr. Arzu ve heveslere uyma gâlip gelince kalbi kararýr. Kalp kararýnca can sýkýlýr, can sýkýlýnca huy kötüleþir."

Türkistan´da yetiþen büyük velîlerden Ebû Saîd Ebü´l-Hayr (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hazretleri þu rubâîyi söylemiþtir:



"Nefsine uymak doðru deðildir elbet,

Bas nefse ayaðýný, himmeti yükselt.

Ey dost, Allah yolunda çok eyle gayret,

Yýlanla ol da, nefsinle etme sohbet."



Baðdât´ýn büyük velîlerinden Ebû Saîd-i Harrâz (rahmetullahi teâlâ aleyh) çölde yolculuk yapýyordu. Açlýk son haddine varmýþtý. Allahü teâ- lâdan yiyecek istemesi için nefsi onu sýkýþtýrdý. Fakat Ebû Saîd-i Harrâz kendi kendine; "Ye­mek istemek tevekkül ehlinin iþi deðildir." dedi. Nefsi yemekten ümidini ke­since ona baþka bir tuzak kurdu ve; "Allah´tan yemek istemiyorsun, bâri sabýr iste." dedi. Ebû Saîd-i Harrâz, nefsin bu isteðine uyarak sabýr istemeye karar verdi. Fakat Allahü teâlâ sevdiði kulu Ebû Saîd-i Harrâz´a imdâd eyledi. Gâibden gelen bir ses ona; "Þu dostumuz, bizim kendisine, yakýn olduðumuzu söylüyor. Bize yönelen bir kimseyi zâyi etmeyeceðimizi bildiði halde kendi âcizliðini ve zayýflýðýný ileri sürerek bizden gýda ve sabýr istiyor. O, ne bizim onu gördüðümüzü, ne de onun bizi gördüðünü zannediyor, Ey Harrâz! Yemek istemekle bi­zimle arana bir perde koymuþ oldun. Zîrâ yemek, bizden ayrý bir þeydir. Sabýr istemekle de ayný þekilde bizden perdelenmiþ oldun. Çünkü sabýr da bizden baþka bir þeydir. Bizden bizi iste, rýzký ve sabrý deðil." dedi. Düþün­düklerine piþmân olup Allahü teâlâya duâ ve niyâzda bulundular.

Þam´da yetiþen büyük velîlerden Ebû Süleymân Dârânî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsimin güzel gördüðü hiçbir iþi güzel görmedim."

Yine buyurdu ki: "En fazîletli amel, nefsin istediðinin zýddýný yapmak­týr."

Âlim ve evliyânýn büyüklerinden Hakîm-i Tirmizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsin, sende mevcud olduðu hâlde, sen Allahü teâlâyý tanýmak istiyorsun. Halbuki senin nefsin, daha kendisini dahi ta­nýmýþ deðildir, Rabbini nasýl tanýyacak?"

Kendisine nefsin kötülüðünden sorulduðunda o; "Þeytanýn insana, gâfil ol­duðu bir zamanda yaptýðý zarar, yüz aç kurdun, bir koyun sürü­süne yaptýðý za­rardan daha fazladýr. Ýnsanýn nefsinin kendisine yaptýðý zarar da, yüz þeytanýn yaptýðý zarardan fazladýr." buyurdular.

Evliyânýn büyüklerinden Ýbn-i Atâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: "Nefis, yaratýlýþý îcâbý edepsizdir, halbuki kul sürekli olarak ede- be riâyet et­mekle memurdur. Nefsin tabiatý îcâbý muhâlefet meyda­nýnda at oynatýr, kul gayreti ile nefsin kötü arzularýna ulaþmasýný engel­ler. Nefsini dolu dizgin salýve­ren, þer ve kötü iþlerde onun ortaðý olur."

Evliyânýn büyüklerinden Ýbn-i Atâullah Ýskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Her fýrsat ve boþ zamanlarda amel yapýp tâat üzere ol­mak, seni, nefsin hîlelerinden alýkoyar."

"Her günah, dalgýnlýk ve þehvetin aslý, nefsini beðenmektir. Her tâat uya­nýklýk ve iffetin esasý, nefsini beðenmemektir."

Büyük velîlerden Ýbn-i Hafîf (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsin kýrýlmasý, Allahü teâlânýn dînine hizmet etmek ile olur."

Yine buyurdular ki: "Sâlih bir insana en zararlý þey, nefsine kolaylýk gös­termesidir."

Hindistan´da yetiþen en büyük velî, âlim müceddid ve müctehid Ýmâ- m-ý Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Büyükleri sevmek, saâdetin sermâyesidir. Muhabbete müdâhane, gevþeklik sýð­maz. Nefs bir kötülük depo­sudur. Kendini iyi sanarak Cehl-i mürekkeb olmuþtur.

Nefse, günahlardan kaçmak, ibâdet yapmaktan daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevaptýr. Küfür, nefs-i emmârenin istekle­rin- den hâsýl olur.

Yine buyurdular ki: Nefse kolay ve tatlý gelen þeyi saâdet zan etme­meli, nefse güç ve acý gelenleri de þekâvet ve felâket sanmamalýdýr.

Birkaç günlük zamâný büyük nîmet bilerek, Allahü teâlânýn beðendiði þey­leri yapmaða çalýþmalýdýr.

Irak velîlerinden Seyyid Hüseyin Burhâneddîn Efendi (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bizim yolumuzda ilk önce lazým olan, ahlâkýný düzelt­meye nefsini hesâba çekmeye çalýþmalýdýr. Bu yo­lun bü- yükleri nefsin temizli­ðini, kalbin temizliðine vâsýta yaptýlar. Çünkü nefs, kulun amellerinin mihveri­dir. Ameller nefs üzerinde meydana gelir. Þöyle ki: Kalbin fesâdý, bozukluðu nefsin bozukluðundandýr. Kalb bozu­lunca vücutta bozukluk meydana gelir. Kalbin iyiliði nefsin sâlih iyi olma­sýna baðlýdýr. Dolayýsýyla cesed de iyi olur. Onun için ahlâkýnýzý düzelti­niz, nefs muhâsebesini iyi yapýnýz. Bunu ise, Resûlullah efendimize çok salât okumak sûretiyle yapýnýz. Onun için bu yola girmiþ olan çok salât oku- makla meþgul olmalýdýr ki, kalbi Peygamber efendimi­zin sevgisi ile nur- lansýn, nefsin baþka þeylere olan baðlýlýklarý yok olsun. Daha sonra Alla- hü teâlâyý zikr etmelidir. Kalb, Peygamber efendimizin vâsýtasýyla Allahü teâlânýn zikr nurlarýnýn parýltýlarýna kavuþur. Ýþte kazançlý amel budur."

Evliyânýn meþhurlarýndan ve Hanbelî mezhebinin büyük fýkýh âlimle­rinden Abdullah-ý Ensârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki "Nef­siniz sizi uy­gun olmayan þeylerle meþgûl etmeden evvel, siz nefsinizi hayýrlý þeylerle meþ­gûl ediniz."

Evliyânýn büyüklerinden Abdullah bin Muhammed Mürteiþ (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin dostlarýndan bir kýsmý bâzý kim­selerin hallerinden bahsederek; "Falan kimse su üzerinde yürüyor. Onun bu hâline ne dersiniz?" diye sordular. Buyurdu ki: "Allahü teâlânýn yar­dýmý ile nefsinin ar­zularýna uymayan kimse, havada uçandan ve su üze­rinde yürüyenden daha üs­tündür."

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Nefsini bilen Rabbini bilir." hadîs-i þerîfinin sýrrýna eren, nefsini sokakta gördüðü köpekten aþaðý bilir."

Meþhûr velîlerden Abdurrahmân Tafsûncî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) bu­yurdular ki: "Nefsinin ayýplarýný, kusurlarýný görmeyen kimse, a- zýp doðru yol­dan ayrýlýr."

Suriye´de yetiþen evliyâdan Seyyid Abdülhakîm Hüseynî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Ýnsan fakîr olmalýdýr. Rabbü´l-âlemîn hep fakirlerle­dir. Fakirleri sever. Fakirlikten maksat nefs ve ben­likten uzak olmaktýr. Dünyâ malýndan dolayý fakirlik deðildir. Ýnsanýn nefs ve benli- ðini yenmesi lâzýmdýr. Nefsini gören, kendinde büyüklük hisse­den kim- seyi Allahü teâlâ sevmez. Þey­tanýn küfre gitmesinin sebebi nef­sini, ken- dini büyük görmesi deðil miydi?.. Ýn­sanýn ayaðý nefsin göðsünde bulun- malýdýr ki, baþkaldýrmaya gücü yetmesin. Nefsin düþmanlýðý çok büyük- tür. Firavun, Þeddat, Kârûn gibilerin felâketlerine nefisleri sebeb oldu. Çünkü büyüklük taslayan nefisleri, büyük iddialara kalkýþ­týlar. Ken­dileri boþ bir dâvâ güttüklerini, ilâh olmadýklarýný ve Allahü teâlâdan uzak olduklarýný bildikleri hâlde nefislerinin Allahlýk dâvâsýna boyun eðdiler. Çünkü nefisleri o kadar büyümüþ ve kendilerine hâkim olmuþtu.

Ýnsanýn iyi amellerini ve ibâdetlerini görmemesi, hep günâhlarýný gör- mesi lâzýmdýr. Ýnsan bir þey olmadýðýný bilmelidir. Hayrýný, amelini, ibâde- tini deðil, hep günahlarýný göz önünde tutmalýdýr. Çünkü insan amel ve ibâdetini görünce nefsi kabarýr. Ýnsaný felâkete götüren nefsidir. Fira­vun, Þeddad ve Kârûn gibi ilâhlýk dâvâsýnda bulunan ve helâke gidenler hep nefisleri yüzünden bu felâket­lere uðradýlar. Nefisleri büyüdü, bü­yüdü, sonunda ilâhlýk dâvâsýna kalkýþtýlar. Çünkü nefis kendinden üstün hiç bir varlýðýn bulunmasýný istemez. Ýþte onlar da haddini aþmýþ, az­gýnlaþmýþ nefislerinin ilâhlýk iddiâsýna uymuþlardýr. Onlar kendilerinin ilâh olmadý- ðýný bilmiyorlar mýydý? Biliyorlardý fakat büyüyen ve büyük iddiâ­lara kalkýþan nefislerine kendileri de uydular.

Evliyânýn büyüklerinden Gavs-ül-âzam Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Þeytaný baþýmdan savdýktan sonra bana pek lezzetli süslü ve parlak þeyler göründü. "Bunlar nedir?" dedim; "Dünyâ zevkleri ve zînetleridir." denildi. Dünyâ ve onun göz ka­maþtýrýcý lezzeti ve çabuk tükenen nîmetleri kendine çekmek istedi fakat Allahü teâlâ beni on­lardan da korudu. Onlara hiç kýymet vermedim. Bu­nun için kaybolup gittiler. Sonra Allahü teâlânýn rýzâsýna kavuþma yo­lunda insanýn önüne çýkan mânileri, engelleri gördüm. "Bunlar nedir?" dedim. "Senin içinde bulunan mânîlerdir." denildi. Bunlara üstün gelebil­mek için bir sene uðraþtým.

Sonra içimi seyrettim. Kalbimin birçok þeylere baðlandýðýný boþ ha­yaller kurduðunu, kendini saraylarda sandýðýný gördüm. "Bunlar nedir?" dedim. "Arzu ve isteklerindir." denildi. Tam bir yýl uðraþtýktan sonra kal­bimi onlardan temiz­leyebildim.

Ynt: Nefis By: armi Date: 31 Ocak 2010, 16:20:28
Yine nefsim kendi þeklinde bana gelir, kendine dost olmam için yal­varýrdý. Yüz vermeyince zor kullanmak isterdi. Bir kere onu, bütün hasta­lýklarý üze­rinde, arzu ve istekleri dipdiri, þeytanlarý emrine hazýr olarak gördüm. Bir sene mücâdele ettim. Allahü teâlânýn izni ile hastalýklarýný iyileþtirdim, arzu ve is­teklerini kýrdým, þeytanlarýný kovdum. Kýsaca nef­simle tedrîcen, safha safha mücâdele ettim. Onu iki elimle sýmsýký yaka­ladým. Yýllarca ýssýz, sessiz, sadâsýz yerlerde kalmaya mebcur ettim... Kerh harâbelerinde yýllarca kaldým. Yi­yecekler malum; otlar, aðaç yapraklarý... Dünyâ sevgisinden kurtulabil­mek, nefse üstün gelebilmek için her çâreye baþvurdum. Gördüðüm her yokuþa týrmandým. Nefsime hiç fýrsat vermedim. Bir gece merdivende kitap mütâlaa ediyordum. Nefsim; "Biraz uyu, sonra kalkarsýn." dedi. Ona muhâlefet olsun diye tek ayaðým üzerinde durdum. Kur´ân-ý kerîmi hatmedinceye kadar uyumadým.

Bütün bunlara raðmen, henüz matluba, maksada ve asýl istediðime varama­mýþtým. Bunun için, tevekkül, þükür ve zenginlik gibi kapýlarý de­nedim. Aradý­ðýmý fakirlik kapýsýnda buldum. Burada büyük bir þerefe ka­vuþtum, kulluk sýr­rýna erdim, sonsuz hürriyete ulaþtým. Bütün arzu ve is­teklerim buz gibi eridi. Bütün beþerî sýfatlarým kayboldu. Gönülden Allahü teâlâdan baþka her þeyi çý­karýp, hep O´nunla olmak olan "fakr" mertebesine ulaþtým".

Nihâyet bütün varlýklardan yüz çevirdim. Her þeyim Allah için oldu. Sah­ralarda cezbe hâlinde kendimden geçmiþ olarak dolaþýrdým. Ken­dime geldi­ðimde kendimi bulunduðum yerlerden çok uzaklarda bulur­dum. Bir gün bu halde bir saat kadar yürümüþtüm. Sonra kendimi Bað- dad´a on iki günlük uzak­lýkta bir yerde buldum. Düþünceye daldý­ðýmda bir ses bana; "Sen ki Abdülkâdir´sin, buna hayret mi ediyorsun?" dedi.

Evliyânýn büyüklerinden Abdülmelik et-Taberî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) buyurdular ki: "Hummaya yakalandýðýmda bununla sevinirim. Çün- kü nefs, hummâ, ile meþgûl olup, beni meþgûl etmez. Bu haldeyken kal- bimle istediðim gibi yalnýz kalýrým."

Evliyânýn meþhûrlarýndan Ahmed bin Âsým Antâkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Nefsin kötülüklerine, mâni olmak, onun arzu ve isteklerini yerine getirmeme ve bunlarla mücâdele husûsunda Allahü teâlâdan yardým is­temeli, Azâbýndan korkarak, sevâbýný ve mükâfatýný umarak, muhtaç olduðunu düþünerek, O´nu hatýrlamalýdýr."

Meþhûr velîlerden Ahmed bin Ebü?l-Havârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir konuda tereddütte kalýp doðrusunu kestireme­diðiniz vakit, nefsin arzusuna aykýrý olan hangisi ise onu tercih edin. Çünkü iþin doðrusu, nefsânî arzulara karþý çýkmaktýr."

Evliyânýn büyüklerinden Ahmed bin Hadraveyh (rahmetullahi teâlâ aleyh) kendi nefsini muhâsebeye çektiði bir hâdiseyi þöyle anlatmýþtýr:

Uzun müddet nefsime muhâlefetle onu kahretmiþtim. Bir defâsýnda bir ce­mâat cihâd için gazâya gidiyordu. Bende de gazâ için büyük bir arzu uyanmýþtý. Nefsim gazânýn sevâbý ile ilgili hadîs-i þerîfleri bana ha­týrlatýyordu. Hayret edip, kendi kendime, gâlibâ nefsin bu istekli hâli bir hîledir! Çünkü nefs seve seve ibâdet ve tâatta bulunmaz! Herhalde de­vamlý oruç tuttuðum için nefsin tâkatý kesildi de bu sebeple savaþa git­memi ve orucumu açmamý istiyor dedim.

Nefse dedim ki: "Ey nefs gazâ için sefere çýkýnca oruca devâm ede­ceðim." Nefs; "Olur kabul." deyince þaþýrdým ve herhalde ben nefsi ge­celeri namaz kýl­maya mecbûr tutuyorum da onun için gazâya çýkmamý ve böylece gece nama­zýný býrakacaðýmý ve rahata kavuþmayý istiyor diye düþündüm. Nefse gazâda da seni gece uyutmam dedim. "Bu da kabul!" dedi.

Bu cevabýna da hayret edip, iyice düþündüm. Sonra herhalde nefs yalnýz­lýktan usandý da halkýn arasýna karýþmak istiyor. Bu sebeple diye yorumladým ve nefse; "Konakladýðýmýz her yerde insanlarýn arasýnda oturmayacaðým. Tenhâ bir kenara çekileceðim." deyince nefsim; "Onu da kabul ediyorum!" deyince artýk onun maksadýný anlamaktan âciz kal­dým. Allahü teâlâya sýðýnýp; "Yâ Rabbî! Beni nefsin hîlesinden haberdâr et ve onun aldatmasýndan koru. Sana sýðýndým." diye yalvarýp duâ ettim.

Bunun üzerine nefs, þöyle dedi: "Benim isteklerime muhâlefet et­mekle beni günde yüz defâ öldürüyorsun, bundan kimsenin haberi yok. Hiç olmazsa gazâda bir kere ölürüm de bunu bütün cihân halký duyar. Derler ki, âferin Ahmed Hadraveyh´e, onu, nefsini öldürdüler, þehîdlik de­recesine erdi..."

Nefsin bu cevabý üzerine; "Sübhanallah, bu nefs öyle yaratýlmýþ ki, haya­týnda da ölümünde de münâfýk! Ne bu dünyâda ne de âhirette müslüman olmak istemiyor! Ben onu tâatte bulunmak istiyor sanmýþtým. Ona zünnâr baðlandýðý­nýn farkýna varmamýþým." diyerek, daha çok mu­hâlefet ettim.

Suriye´de yetiþen evliyâdan Ahmed Haznevî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) Muhammed Ziyâüddîn Nurþînî hazretlerine talebe olduktan son­raki hâlini þöyle anlattý: Nurþin´e gittikten on beþ yirmi gün sonraydý. Hazretin (Muhammed Ziyâüddîn Nurþînî) evindeydim. Mâlûm yemeðimiz darý ekmeði ve darý çorba­sýydý. Bir gün Muþ taraflarýndan, o bölgenin ileri gelenlerinden birisi Hazret´i ziyârete gelmiþti. Hazret´i ve talebelerini yemeðe dâvet etti. Hazret de dâveti kabûl edip, icâbet edeceðini bildirdi. Nasýl olsa ben de ziyâfete gideceðim, gü­zel yemekler yiyeceðim diye düþündüm ve sevindim. Bu durumdan nefsim çok zevklendi. Hemen ça­rýklarým ýslansýn da rahat giyeyim diye suya býraktým. Ni­hayet Hazret yolculuk hazýrlýðýný yaptý. Ben de diðer talebelerle birlikte hazýr­landým. Hazret çýktý, yüzünü bana döndürüp; "Haydi gidiyoruz. Bütün mollalar benimle be­râber gelsin. Yalnýz Molla Ahmed kalsýn. O gelmeyecek" bu­yurdu. Ben gitmeyip kaldým. O zaman hocamýn niçin öyle dediðini anla­dým ve nefsime dönüp dedim ki: "Bütün suç senindir. Sen güzel yemek­ler yerim diye iþtahlan­dýn. Güzel yemeklere tamah ettin. Ýþte bunun için Hazret seni götürmedi. Ey nefsim! Senin uslanman için bu kapýda çok sabýrlý olman ve kendi isteklerini bir kenara býrakman lâzýmdýr. Bunu ya­parsan Allahü teâlânýn ve sevdiklerinin rýza­sýna kavuþursun."

Bir gün Muhammed Ziyâüddîn Nurþînî hazretleri ata binmiþ gidi­yordu. Ahmed Haznevî´yi görünce atýnýn yularýný çekerek durdu

Onu yanýna çaðýrdý ve; "Molla Ahmed! Ýnsanýn þu kadar, zerre mik- darý ka­dar nefsi olsa, o, Allahü teâlâdan uzaktýr. Zîrâ, insanýn evini yýkan en büyük düþmaný kendi nefsidir. Onun için insanýn kendinden ha­beri olmalý. Nefsin tu­zaklarýna düþmemeye çalýþmalýdýr." buyurarak atýný sür- dü, yoluna devâm etti.

Büyük velîlerden Seyyid Ahmed Rýfâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yurdu­lar ki: Nefse, Allahü teâlânýn kazâ ve kaderine rýzâ göstermek ka­dar zor gelen bir þey yoktur. Çünkü, kadere râzý olmak, Allahü teâlânýn hükmüne boyun eð­mek, nefsin isteklerine zýttýr. Nefs bunlarý istemez. Saâdete kavuþmak, nefsin rý­zâsýný terk edip, Allahü teâlânýn rýzâsýna koþmakla mümkündür. Saâdete kavu­þanlara müjdeler olsun."

Yine buyurdular ki: Kulluk esâsýnýn birincisi, nefsi tanýmaktýr. Halbuki onu tanýyan çok azdýr. Onu tanýmak þöyle dursun, varlýðýný kabûl eden­ler dahi kýy­metli kimseler olarak kabûl edilir. Allahü teâlâ, nefsten daha ahmak, daha çirkin ve ondan daha pis kokulu bir þey yaratmadý. Ýrfan sâhipleri için, ondan daha dar bir zindan düþünülemez. Nefsini tanýyabi­len, her tarafý emin olan, tehlikelerden korunmuþ bir kal´aya sýðýnmýþ olur. Tanýyamayan, hattâ anlamak istemeyen için tehlike büyüktür. Onu anlamadýkça, þerrinden kurtulmak mümkün deðildir. Onu anlamadan, mârifet sâhibi olunmaz."

Türkistan´da yetiþen büyük velîlerden Ahmed Yesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde talebelerine buyururdu ki: "Nefse uymak yo­lunda bulunan kimse rüsvâ olmuþtur. Artýk, yatýp kalkarken onun yoldaþý þeytandýr."

Horasan´da yetiþen velîlerin meþhurlarýndan, tefsîr, kýrâat, hadîs, fý­kýh ve ta­savvuf âlimi olan Alâüddevle Semnânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "En büyük muhârebe, konuþur ve yerken, nefs ve þeytanla olan harbdir. Eðer onlara gâlip gelirsen, kurtulursun."

Amasya´da yetiþen velîlerden Ali Hâfýz Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde buyururdu ki: "Nefsimizin alýþtýðý zevklerine eriþmek için bizi þeklen olan bir piþmanlýkla aldatýp duruyor. Nefis düþmandýr. Düþman sözüyle hareket etmek akýl iþi deðildir."

Büyük velî ve Hanbelî mezhebî fýkýh âlimi Ali bin Muhammed bin Beþþâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Günahlardan sakýnan kimseler, nefsleri üzerinden, terbiye kamçýsýný kaldýrmazlar. Allahü teâ- lanýn râzý olduðu iþler için nefslerini zorlarlar. Onlar, mal ve mülkü Allahü teâlânýn rýzâsý için vermekten çekinmezler."

Meþhûr velîlerden Ali Müzeyyen (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: "Allah yolunda nefsi ile yürümek isteyen, daha ilk adýmýnda hatâ etmiþ demek­tir. Nefsini terkedip de ihlâs ile her þeyde Allahü teâlânýn rý­zâsýný düþünerek yola çýkarsa, Allahü teâlâ ona, kendisine kavuþturacak rehberi tanýtýr."

Tâbiîn devrinin büyük hadîs, kýrâat, fýkýh imâmlarýndan ve velî A´meþ (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsimi elimle tutabilseydim, parça parça doðrar, hayvanlarýn önüne yem olarak atardým."

Hadîs âlimi ve büyük velî Amr bin Kays el-Mülâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetleri esnâsýnda sevenlerine ve talebelerine; "Nefsinizle meþ- gûl ol­duðunuzda insanlarý, insanlarla meþgûl olduðunuzda nefsinizi unu- tursunuz."

Irak´ta yetiþen evliyâdan Bekâ bin Batû (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: "Nefsine karþý Allahü teâlâdan yardým istemeyen kimse, nefsine yeni­lip maðlûb olur."

Anadolu velîlerinden Seyyid Burhâneddîn Muhakkýk Tirmizî (rah- metullahi teâlâ aleyh) devamlý Allahü teâlâya ibâdet ve tâat ile meþ­gûl olur, bir an O´ndan gâfil bulunmazdý. Dâimâ riyâzet ve mücâhede eder, nefsin arzula­rýný yapmaz, nefsin istemediði, ona zor gelen þeyleri yapar- dý. On beþ gün aðzýna lokma koymadýðý zamanlar olurdu. "Karný­nýz aç olsun! Bunun için de çok oruç tutunuz! Çünkü oruç, hikmet hazî­nelerinin anahtarýdýr. Oruç tutmak, kalp gözü­nün açýlmasýna, kalbin rik­kate gel- mesine sebeb olur. Ayrýca oruçlunun duâsý, Allahü teâlâ indinde mak- bûldür." buyururdu. Nefsinin isteklerini yapmamak için, kapýda kö­pekler için hazýrlanan yemek artýklarýnýn yanýna gider, nefsine karþý; "Ey nefs, bana istediklerini yaptýrýp, emrin altýna almak mý istiyorsun? Arzu­nun yerine gelmesini istiyorsan, önce yemek artýklarýný yemen lâzým. Ya ye veya beni bu hâlimle kabûl et!" diyerek nefsiyle mücâdele ederdi. Böylece nefsinin isteklerini hiç yapmaz, onu rûhuna köle ederdi.

Buyurdular ki: "Bedeniniz mezara girmeden, nefsini­zin þerrinden emin olmayýn."

Evliyânýn büyüklerinden Ebû Abdullah Dîneverî (rahmetullahi teâlâ aleyh) nefsi gözetmeyi bildirir; "Nefsini hayýrlý iþlerle meþgul eyle. Aksi halde o seni kötü þeylerle meþgul eder." derdi.

Büyük velîlerden Ebû Abdullah Nibâcî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazret­leri buyurdular ki: Kim nefsinin isteklerine kavuþmak için acele ederse, iyilik­lere kavuþma yollarýný keser. Kim nefsinin her istediðini yer ve bunlarýn peþine düþerse, o kimsenin baþýna çeþitli belâlar gelir.

Çeþtiyye yolu büyüklerinden Ebû Ahmed Ebdâl Çeþtî hazretleri, Ebû Ýshâk Þâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin meclis ve soh- betlerinde kýsa zamanda evliyâlýk makâmýna kavuþtu. Nefsini terbiye etmek için ri­yâzet etti, nefse aðýr gelen, nefsin istemediði þeyleri yapmak ile meþgûl oldu. Gönlünde dünyâ dü­þüncelerinin bulunmamasýna çok gayret ederdi. Ýnsanlarýn iþlerine karýþmaz, kendi hâlinde bulunurdu. Nefsin, Allahü teâlâya düþman olduðunu, her isteðinin kendi zararýna ol- duðunu ve ona muhâlefet etmekten, Allahü teâlânýn râzý oldu­ðunu bilir, ona göre hare­ket ederdi. Nefsine muhâlefet için, günlerce yemek yeme- diði olurdu. Her yemekte de, sâdece üç lokma yerdi.

Büyük velîlerden Ebû Ali Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlatýr: Bir gün Merv´deyken bizi sevdiðini söyleyen biri yanýma geldi ve; "Uzak bir mesâ­feden geldim. Sana ulaþmak için uzun yollar katettim. Maksa­dým seninle gö­rüþmekti." dedi. Bunun üzerine ona; "Nefsinden sefer edebilseydin, uzak kal­saydýn, bir adým atman bile kâfiydi." dedim.

"Hürriyet nedir?" diye soran birisine; "Eðer nefsinin arzularýna boyun eð­miþ, nefsin dünyâya meyletmiþse, malýn kölesisin." buyurdular.

Evliyânýn büyüklerinden Ebû Bekr Vâsýtî (rahmetullahi teâlâ aleyh) in­sanlarý Allahü teâlânýn emir ve yasaklarýný yerine getirmeye teþvik ederdi. Bu hususta; "Yüzünü nefsine döndüren, sýrtýný dîne döndürmüþ olur. Yüzünü dîne döndüren sýrtýný nefsine döndürmüþ olur. Nefsinin is­tediði iþlere deðil, nefse aykýrý olan iþlere gönül ver." buyurur ve; "En bü­yük ibâdet, vaktini boþ yere harcamamaktýr." derdi.

Büyük velîlerden Ebû Hafs Haddâd en-Niþâbûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) þöyle buyurmuþtur: "Her zaman nefsini suçlamayýp, ona muhâle­fet etme­yen aldanmýþtýr. Nefsine rýzâ gözüyle bakan mahvolmuþtur."

Kelâm, fýkýh, tefsîr, hadîs âlimlerinden ve evliyânýn büyüklerinden Ebû Hamza Baðdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri vâz ve nasî- hatlarýndan bi­risinde buyurdular ki: "Allahü teâlâ meâlen; "Câhiller­den yüz çevir." (A´râf sû­resi: 199) buyuruyor. Nefs, câhillerin en câhilidir. O halde ondan daha fazla yüz çevirmelidir."

Derin âlim ve büyük velî Ebû Hamza Horasânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) insanlara dünyâ ve âhirette kurtuluþun yolunu göstermek için et­tiði sohbetle­rinde buyurdular ki: "Nefsinden sýkýlan kimsenin gönlü, yüce Mevlâsýna bað­lanmakla ünsiyet, yakýnlýk ve huzur bulur."

Tasavvufta ilk defâ sofî nâmýyla anýlan meþhûr velî Ebû Hâþim Sofî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kiþinin nefsini güzel edeb ile süsle­mesi, ehlini terbiye etmeye sebebdir."

Büyük velî ve Mâlikî mezhebi fýkýh âlimi Ebû Midyen Maðribî (rah- metullahi teâlâ aleyh) hazretlerine bir gün, "Allahü teâlânýn emirle­rine tam teslim olmanýn alâmeti nedir?" diye suâl edildi. Cevâbýnda; "Nefsi, Allahü teâlânýn hükümlerinin îfâ edildiði meydana göndermek, ona de- vamlý Rabbimizin râzý olduðu þeyleri yaptýrmak, bu hususta çe­keceði elem ve sýkýntý­larda ona þefkat göstermemektir." buyurdular.

Yine buyurdular ki: "Nefsini tanýyan kimse, insanlarýn övmelerine al­dýr­maz."

"Nefs, ihlâs sâhibini doðru yoldan kaydýramaz."

Muhyiddîn-i Arabî Fütûhât-ý Mekkiyye isimli kýymetli eserinde þöyle anla­týyor: Ýnsanlardan birçoðu, bereketlenmek için Ebû Midyen hazretle­rine ellerini sürerlerdi ve ellerini öperlerdi. Kendisine suâl edildi ki: "Efen­dim! Bu hal karþý­sýnda hiç nefsinize bir düþünce gelir mi?" Cevâbýnda buyurdu ki: "Hacer-ül-Esved´e bu zamâna kadar, nebîler, resûller ve ve­lîler el sürüp, onu öptüler. Ona, onu taþ olmaktan çýkaracak bir düþünce gelir mi?" Gelmez. Ýþte ben de bu hü­kümdeyim. Bana da öyle bir dü­þünce gelmez."

Evliyânýn büyüklerinden Ebû Muhammed Cerîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) nefis hakkýnda buyurdular ki: "Nefsine aldanan, þehevî duygula­rýna esir olur. Hevâî arzûlarýnýn zindanýna kapatýlýr ve o kulun kalbi fay­dalý iþlerden zevk alamaz. Kur´ân-ý kerîmi her gün hatm etse bile, ilâhî kelâmý okumaktaki esas tadý bulamaz. Bunun çâresi, nefsin esâretinden kurtulmayý candan arzu etmek­tir."

Evliyânýn meþhurlarýndan ve Tâbiînin büyüklerinden Ebû Müslim Havlânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sözleriyle ve yaþayýþý ile insanlar için üstün örnek bir zâttý. Bir sohbetinde huzûrunda bulunanlara, "Ne dersiniz ben bir kimseye ik­ram ettiðim, istediðini verdiðim halde o yarýn Allahü teâlânýn indinde beni kö­tüler. Fakat ben o kimseye zorluk göstersem, iþ yaptýrsam, sýkýntýya soksam ya­rýn o Allahü teâlâ indinde beni metheder, över, benden memnun olduðunu söy­ler." dedi. Dinleyenler þaþarak bu kimdir? diye sorduklarýnda; "Vallahi o benim nefsimdir." diye cevap ver­diler.

Büyük velîlerden Ebû Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: "Nefsine âit bir þeyi güzel gören kimse ayýplarýný ve kusurlarýný görmez. Her hususta nefsini itham edenlerden baþkasý, kendi kusurlarýný göremez."

Yine buyurdu ki: "Kim sözüyle ve iþiyle sünneti nefsine hâkim kýlarsa, sün­nete uyarsa hikmetle konuþmuþ ve yapmýþ olur. Kim nefsine ve ar­zusuna göre iþ yaparsa ve konuþursa bid´at iþlemiþ olur."

Büyük velîlerden Ebû Osman Maðribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yur­dular ki: "Nefsini recâ ve ümid ile meþgul eden tembelleþir, amelsiz kalýr. Ken­dini havf korku ile meþgul eden ümitsizliðe düþer. Bu sebeple insan hem recâ hem havf ile meþgul olmalýdýr."

Büyük velîlerden Ebû Saîd bin el-Arabî (rahmetullahi teâlâ aleyh) nefsin ve dünyâ sevgisinin zararlarýndan sakýndýrýrdý. Bu hususta da; "Nefsin ile meþ­gûl olman, seni Allahü teâlâya ibâdetten alýkoyar. Dün­yâya olan merâkýn da, âhiret merâkýndan uzaklaþtýrýr." buyurdu.

Türkistan´da yetiþen büyük velîlerden Ebû Saîd Ebü´l-Hayr (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allah bâkî ve kâfidir. O´ndan baþkasý boþtur. O´ndan gayri her þeyden nefsini uzak eyle!"

Baðdât´ýn büyük velîlerinden Ebû Saîd-i Harrâz (rahmetullahi teâlâ aleyh) verâ yâni þüphelilerden sakýnmakta ve riyâzette nefsine muhale­fet etmekte gâ­yet ileriydi. Nefsi þöyle târif ederdi: O, durgun bir suya benzer. Dýþtan bakýlýnca temiz gibidir. Ama biraz tahrik edilip dalgalandý­rýlýnca dibinde saklý pek çok mikroplarýn olduðu görülür. Nefsin duru­munu anlamak için onu imtihan etmeli­dir. Hem de mihnet, meþakkatle ve boþ arzularýna muhâlefet ederek imtihan et­melidir. Herkes nefsine bak­malý, mihnet ve meþakkat ânýnda ne gibi bir þekil alýyor. Yersiz ve boþ arzularýný yenebilmek için direnmesini biliyor mu? Gör­meli ve bilmelidir.

Nefsin içinde gizli hallere vâkýf olmayan kimse ne cesâretle Rabbini tanýdý­ðýný iddiâ etmeye kalkar. Çünkü önce nefsi bilmek gerekir. Tâ ki bundan sonra o nefsi yaratan bilinsin.

Cezâyir´de yetiþen büyük velîlerden Ebü´l-Abbâs Müstegânimî (rahmetullahi teâlâ aleyh) evliyânýn önde gelenlerinden Þeyh Muham- med Bûzidî´nin sohbetlerinde kemâle gelip, olgunlaþtý. O hoca­sýyla olan görüþmesini þöyle anlatýr: "Bir gün dükkanýmýza Þeyh Muhammed Bûzi- dî hazretleri gel­miþti. Bir ara bana; "Senin yýlanlardan korkmadýðýný duy- dum. Eline alýp onlarý tutarmýþsýn." dedi. Ben de; "Evet efendim doðru- dur." dedim. Yine o; "Pekâlâ! Þimdi bir yýlan bul getir de huzûrumuzda ona dokun görelim." dedi. Ben de; "Kolay." dedim ve ora­dan ayrýldým. Þehir dýþýnda bir yerden küçük bir yýlan ya­kalayýp önüne koydum. Elim- de onu evirip çevirmeye baþladým. Muhammed Bûzidî dik­katle benim ha- reketlerime bakýyordu. Sonra bana; "Pekâlâ bundan bü­yüðünü getirebilir misin?" dedi. Ben de; "Büyüðü küçüðü benim için bir­dir." dedim. O za- man bana; "Ben sana büyük bir yýlan söylesem acaba onu tutabilir, o- nunla baþa çýkabilir misin? Onu tutup, zararýndan koruna­bilirsen, sana ger­çekten hakîm derim." dedi. Ben hayretler içinde; "O ne­rede?" dedim. Bunun üzerine; "O, senin nefsindir. Onun zehrinin þiddeti yýlanýn zeh- rinden daha çok­tur. Ýþte bu yýlaný tutarsan, onu hâkimiyetin altýna alýr- san, sen o zaman yetiþmiþ sayýlýrsýn." dedi ve þöyle ilâve etti: "Evlâdým þimdi âdetin olan þeyleri bu söyle­diðim þey için yap. Þayet ya­pabilirsen." buyurdu. Sonra oradan ayrýldým. Nefsi ve nefs yýlanýnýn zeh­rinden daha þiddetli olan zehrin ne olduðunu düþünüyor­dum. Daha sonra gidip Þeyh Muhammed Bûzidî´ye talebe oldum. Onun yardý­mýyla yýlandan daha za- rarlý ve þiddetli zehiri olan nefsimin kötülüklerinden ko­rundum. Riyâzet, nefsimin istediði þeyleri yapmamakla onu ýslah etmeye çalýþ­tým."

Evliyânýn önde gelenlerinden Ebü´l-Fadl Ahmedî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine Kur´ân-ý kerîmde; "Zulmedenlere meyletmeyin. Size ateþ dokunur (Cehennem´de yanarsýnýz)." (Hûd sûresi: 113) meâlindeki âyet-i kerîme okundu ve; "Buradaki meyletmeye, nefse meyletme de gi­rer mi?" diye soruldu. O; "Evet, zulüm de nefsin sýfatlarýndandýr." buyur­dular.

Baðdât´ýn büyük velîlerinden Ebü´l-Hüseyin Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allahü teâlâya kavuþturan yolda ilerliyebilmek için, nefs engelini aþmak lâzým olduðunu düþünüp, kendi nefsine þöyle derdi: "Ey nefsim! Senelerdir, hevâ ve hevesine uygun olarak yiyip-içtin, yatýp uyudun, ge­zip-gördün, diledi­ðin gibi yaþayýp, her arzunu tatmin ettin. Ama bundan sonra hevâ, boþ faydasýz þeylerin hepsini terkedip, hep ibâdet ile meþgûl olacaksýn ve bu zamâna kadar, hevâ ve hevesine uyarak, yaptýðýn þey­lerin ve arzu ettiklerinin hiç birisine kavuþamýyacaksýn. Bunlarý yaparken, sabredip tahammül gösterebilirsen çok büyük saâdete kavuþursun. Eðer tahammül edemeyip helâk olursan hiç deðilse bu yolda ölürsün."

Osmanlýlarýn kuruluþ devrinde Bursa´da yaþamýþ büyük velî Emîr Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) devamlý olarak sazdan örülmüþ hasýr üzerinde oturur ve mübârek dudaklarý devamlý hareket ederdi. Þu þiiri sýk sýk söylerdi:

Eðer gönlün benimle olursa,

Yemen´de olsan bile yanýmdasýn.

Eðer gönlün benimle deðilse,

Yanýmda olsan bile uzaktasýn.



Dinle bak Hak ne hoþ söyledi.

Zebur´unda Dâvûd´a buyurdu.

Düþman ol önce nefs belâsýna,

Ondan, bana uymakla kurtulasýn.



Gel þimdi sen de düþman ol nefsine,

Zâyi eyle onu her ne dilerse,

Eðer bu iþte atarsan riyâyý,

Kendine rehber kýl evliyâyý.



Eðer anlarsan budur sana ol,

Nefsinin þerrinden halâs ol,

Nefsinin murâdýndan uzak dur.

Düþersen eðer þeytana uzak dur.



Büyük velîlerden Fâris bin Îsâ Baðdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazret­leri "Nefsine biraz istirahat ver, ona bu kadar yüklenme" diyen dostlarýna: "Allahü teâlâya kavuþacaðým yolu kesemem." buyurdular.

Hindistan´da yetiþen Çeþtiyye evliyâsýnýn büyüklerinden Ferîdüddîn Genc-i Þeker (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsi firenle- mek, Allahü teâlâya yaklaþmak demektir."

Ynt: Nefis By: armi Date: 31 Ocak 2010, 16:22:02
Ýstanbul´u, Fâtih Sultan Mehmed Hanýn fethedeceðini müjdeleyen büyük velî Hacý Bayram-ý Velî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Âþýk Yûnus´la ayný asýrda yaþamýþ ve onun söylediði gibi þiirler söylemiþtir. Tasavvuf yolunda nefsi tanýmanýn ve itâat altýna almanýn þart olduðunu bildiren Hacý Bayram-ý Velî hazretleri bu hususta þu þiiri söylemiþtir:



Bilmek istersen seni,

Cân içinde ara câný.

Geç cânýndan bul âný,

Sen seni bil, sen seni.



Kim bildi ef´âlini,

Ol bildi sýfâtýný,

Anda gördü zâtýný,

Sen seni bil, sen seni.

.

Görünen sýfâtýndýr,

O´nu gören zâtýndýr,

Gayri ne hâcetindir,

Sen seni bil, sen seni.



Kim ki hayrete vardý,

Nûra müstagrak oldu,

Tevhîd-i zâtý buldu,

Sen seni bil, sen seni.



Bayram özünü bildi,

Bileni anda buldu,

Bulan ol kendi oldu,

Sen seni bil, sen seni.



Fýkýh, hadîs ve tasavvuf âlimlerinden Hamdûn-ý Kassâr (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kim kendi nefsini, Firavun´un nefsinden daha hayýrlý zannederse, kibirli olduðunu göstermiþ olur."

Tâbiînden, meþhur hadîs âlimi ve veli Ýbn-i Muhayrýz (rahmetullahi teâlâ aleyh) hanýmýnýn dokuduðu elbiseleri giyerdi. Zamanýndaki bâzý kimseler bunu uygun görmezlerdi. Arkadaþlarýndan Hâlid bin Düreyk Ona: "Sen hem zâhidlik yapýyorsun hem de bahillik (cimrilik). Ben bunu hiç uygun bulmuyorum" dedi. Bunun üzerine Ýbn-i Muhayrýz; "Nefsimi te- mize çýkarmaktan Allahü teâlâya sý­ðýnýrým" dedi. Bundan sonra Mýsýr ku- maþýndan yapýlmýþ beyaz iki elbise aldýrdý ve o ikisini giymeye baþ­ladý.

Büyük velîlerden Ýbn-i Nüceyd (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimsenin gözünde nefsinin deðeri olursa, ona iþlediði günâh basit gelir."

Evliyânýn büyüklerinden Ýbrâhim-i Havvâs (rahmetullahi teâlâ aleyh) an­latýr: Bir zaman Þam civarýndaydým. Nar aðacý gördüm. Tatlý nar ye­mek arzu ediyordum. Lâkin gördüðüm narlar ekþi olduðu için, yemeyip sabrettim. Tatlý nar bulduðum zaman yerim deyip, yoluma devam ettim. Bir yere varýnca, eli, ayaðý olmayan, zayýf, hâlsiz, yaralý bir kimse gör­düm. Yaralarýna kurt düþmüþ, hattâ birçok eþek arýsý yaralarýna hücûm etmiþ, zavallýya ýzdýrab veriyorlardý. Onun bu çâresiz ve muzdarib hâline acýyarak, yanýna varýp; "Bu halden kurtul­mak ister misin?" dedim. "Ha­yýr." dedi. Ben hayretle "Niçin?" dedim. "Sað sâ­lim olmak nefsimin arzû­sudur. Bu halde olmam ise Rabbimin murâdýdýr. O´nun murâdýnýn aksi bir þeyi O´ndan istemek, kulluðuma yakýþmaz, takdirine râzý ol­mak, el­bette benim için hayýrlýdýr." dedi. "Müsâade et de hiç olmazsa arýlarý senden uzaklaþtýrayým, sana çok ýzdýrap veriyorlar." dedim. "Onlar bana ýzdýrap verdikçe, benim hâlim daha hoþ oluyor. Ey Havvâs! Sen benim çektiðim sýkýn­týlarý, eþek arýlarýný boþver, sen tatlý nar yemek arzusunu kendinden uzaklaþtýr­maya bak." dedi. "Bütün bunlarý nereden biliyor­sun?" dedim. "Allahü teâlâ bil­diriyor." dedi. Sonra izin isteyip yoluma de­vâm ettim.

Edirne velîlerinden ve Rufâî tarîkatý büyüklerinden Kabûlî Mustafa Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsinizin arzularýný terk edin, üzün­tünüz, derdiniz daðýlsýn."

Çin, Hindistan, Ýran ve Anadolu´da Ýslâmiyetin yayýlmasýnda büyük hizmeti geçen âlim ve mücâhid velî olan Ebû Ýshâk Kâzerûnî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Her kim nefis kuþunun etini se­verse, yâni nefsine düþkün olursa, onun gönlü gayb âlemi fezâlarýna aslâ yüksele- mez ve yüce alemlerde uçmaktan mahrûm kalýr."

Kâzerûnî hazretleri gençliðinde hep oruç tutar, sâdece ekmekle iftâr ederdi. Nefsinin isteklerine karþý çýkardý. Önceleri arasýra et yerdi. Sonra et yemeyi terk etti. Buna sebep þu hâdise oldu:

Kâzerûnî hazretleri hac yolculuðu sýrasýnda Basra´ya geldi. Orada tasavvuf ehlinden bir toplulukla karþýlaþtý. Onlarýn toplantýsýna katýldý. Zi­yâfet verildi. Bu arada sofraya et getirildi. Sofrada bulunanlar eti yediði halde Kâzerûnî hazret­leri yemedi. Hac ibâdetini edâ edip geri memleke­tine döndükten sonra bir gün caný et yemek istedi. Bir parça piþmiþ eti alýp tam yiyeceði sýrada kendi kendine "Ey nefsim! Ey Ýbrâhim! O zaman insanlar arasýnda ziyâfette et yemedin ve onlara gösteriþ yapmýþ oldun. Þimdi onlarýn arasýnda deðil de yalnýz baþýnasýn ve et yemeye hazýrlaný­yorsun. Açýktan yapmadýðýn bir þeyi gizlice yapýyorsun. Sana yazýklar olsun." dedi. Elini hemen etten çekti. Allahü teâlâya artýk et ye­meyece­ðim diye söz verdi. O günden sonra aðzýna et koymadý.

Büyük velî, fýkýh, tefsîr, hadîs ve kelâm âlimi Ýmâm-ý Kuþeyrî (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Nefse ve arzuya uymak, Allahü teâ- lâdan uzaklaþtýrýr. Nefse uymamak ibâdetlerin baþýdýr.

Evliyânýn büyüklerinden Mâlik bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) nef­sini hesâba çeker, bir an onu boþ býrakmazdý. Basra´nýn kuru veya yaþ hurma­sýndan yemezdi. Hurma mevsimi geçince; "Ey Basralýlar! Be­nim hâlimi görü­yorsunuz. Hurma yememekle bir þeyim eksilmedi. Sizin de hurma yemekle bir þeyiniz artmýþ deðil." buyurarak nefsini, ibâdeti özler ve yapar hâle getirdi.

Bir gün Basra vâlisi, Mâlik bin Dînâr´a; "Ey Mâlik, bize bu kadar aðýr konu­þabilmen için sana cesâret veren ve bizi karþý koymaktan âciz býra­kan þey nedir biliyor musun? Çünkü sen, dünyâya hiç kýymet, deðer vermiyor ve bizden bir þey beklemiyorsun." demiþtir.

Büyük velîlerden Ma´rûf-ý Kerhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) kendi kendine dövünür; "Ey nefs, hâlis ol ki halâs (kurtuluþ) bulasýn" buyurur ve aðlardý.

Evliyânýn büyüklerinden ve kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen âlim ve velîlerin yirmi dokuzuncusu olan Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Nefs-i emmâreden kurtulmanýn alâmeti, insanlarýn övmesi ile ayýplamasýný, eþit görmektir. Ýnsanlarýn raðbetine sevinip, aramamalarýna, et­râfýnýzda dolaþmamalarýna üzül­mek, basitlik, büyük akýlsýzlýk ve anlayýþsýzlýk­týr.

Büyük velîlerden Muhammed bin Fadl Belhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ýnsanlarýn, nefsin istek ve arzularýndan uzaklaþ­mak için ýssýz çöllere çekilmesi, ne kadar þaþýlacak bir þeydir. Zîrâ in­sanlarýn arasýna çýkmak, Peygamberlerin sünnetidir."

Hindistan´ýn büyük velîlerinden Muhammed Sâdýk (rahmetullahi teâ- lâ aleyh) buyurdular ki: Ey oðlum! Bu mutmeinne olan nefs, Ýslâmiyete karþý ge­lemez. Baþ kaldýramaz. Bütün varlýðý ile, Rabbine dönmüþtür. O´na tutulmuþtur. O´nun rýzâsýný kazanmaktan, O´na itâat ve ibâdet etmekten baþka bir düþüncesi yoktur. Önce, mahlûklarýn en kö­tüsü olan nefs-i emmâre þimdi itminân kazan­mýþ ve Allahü teâlâyý râzý etmiþtir. Evet, Muhbir-i sâdýk yâni hep doðru söyle­yici; "Câhillikte en ile­ride ola- nýnýz, Ýslâm âlimi olunca, en ileriniz olur." buyur­muþtur. Bundan sonra, insanda Ýslamiyete uymamak, baþ kaldýrmak gibi þeyler görü­lürse, bun- lar cesedi meydana getiren maddelerden hâsýl olur. Gadab, þeh­vet, hýrs gibi aþaðý düþünceler, bu maddelerden ileri gelmektedir. Bir þeye düþ­kün olmak, cimrilik, bayaðý iþler hep onlardan doðmaktadýr. Hayvanlarda nef- s-i emmâre yoktur. Hâlbuki bu kötülükler, hayvanlarda daha çok vardýr. Resûlullah efendimiz; "Küçük cihâddan döndük, cihâd-ý ekbere geldik!" buyurduðunda, cihâd-ý ekber olarak, çok kimselerin de­diði gibi nefsle cihâdý deðil, belki cesed ile cihâdý bildirmiþtir. Çünkü nefsleri itminâna kavuþmuþ, Rablerinden râzý ol­muþ, Rableri de o mübâ­rek nefslerden râzý olmuþtur. Bu nefsler Ýslâmiyetten ay­rýlamaz. Rable­rine karþý baþ kaldýrmazlar.

Kýldan ince mânâlar var, kulaðýný eyle yakýn!

Her kürsîde nutk çekeni, bir þey bilir sanma sakýn!



Evliyânýn büyüklerinden Nesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdu­lar ki: ?Bu yolun baþlangýcýnda iken, nefsin âfetlerini görür ve onun giz­lendiði yerleri bilir vaziyete gelmiþtim. Ona karþý kalbimde dâimî sûrette bir kin vardý. Bir gün boðazýmdan tilki yavrusunun çýkardýðý ses gibi bir þey çýktý. Allahü teâlâ beni, onu tanýr hâle getirdi. Anladým ki o, nefsdir, ayaklarýmýn altýna aldým, çiðne­meye baþladým, ama her tekme atýþýmda daha da büyüyordu. Ona; ?Hey sana ne oluyor, herþey döðmek ve sýkýntý çekmekle helâk oluyor. Sen ise daha da fazla­laþýyorsun?? dedim. Bana dedi ki: ?Benim yaratýlýþým terstir. Bir þeye sýkýntý ve üzüntü veren bir þey, bana rahat ve zevk verir. Diðer þeylere rahatlýk temin eden birþey, bana meþakkat getirir.?

Büyük velîlerden Þeyh Osman bin Merzûk el-Kureþî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsini bilene, insanlarýn övmesi zarar ver­mez. Kendini bilmeyip de insanlarýn medhetmesine kapýlanlarýn vay hâ­line!.."

Tâbiînden ve haným velîlerin büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rahme- tullahi teâlâ aleyhâ) çok oruç tutardý. Bir defâsýnda bir hafta hiç yiyecek bulamadý. Se­kizinci gece açlýðý iyice þiddetlendi. Nefsine eziyet ettiðini düþünürken birisi kapýyý çaldý. Bir tabak yemek getirdi, o da ye­meði alýp, yere koydu. Mum ge­tirmeðe gitti, gelince bir kedinin yemeðini dökmüþ olduðunu gördü. Su barda­ðýný almaya gitti. Mum söndü. Su iç­mek isterken bardak düþüp kýrýldý. O da; "Yâ Rabbî! Bu zavallý kulunu imtihan ediyorsun, fakat âcizliðimden sabredemi­yorum." diyerek bir âh çekti. Bu âhtan neredeyse ev yanacaktý. Bir ses duyuldu: "Ey Râbia, is­tersen dünyâ nîmetlerini üstüne saçayým. Ýstersen, üzerindeki dert ve belâlarý kaldýrayým. Fakat bu dertler, belâlar ile dünyâ bir arada bulun­maz." Bu sözü iþitince; "Yâ Rabbî! Beni kendinle meþgûl eyle ve senden alýkoyacak iþlere bulaþtýrma." diye duâ etti. Bundan sonra dünyâ zevkle­rinden öyle kesildi ki; kýldýðý namazý; "Bu benim son namazýmdýr." diye huþû ile kýlar, hep Allahü teâlâ ile meþgûl olurdu. Hattâ birisi gelip kendi­sini Allahü teâ- lâ ile meþgûliyet­ten alýkoyar korkusuyla; "Yâ Rabbî! Beni kendinle meþgûl eyle de, kimse sen­den alýkoymasýn." diye duâ ederdi.

Tâbiîn devrinde Medîne´de yetiþen yedi büyük âlimden biri olan Saîd bin Müseyyib (rahmetullahi teâlâ aleyh) gece olunca, nefsini muhatab alýr, ona: "Ey bütün þerrin yuvasý, kalk bakalým. Allah´a yemin olsun, seni yorgun bir deve haline getirip býrakacaðým." der. Sabaha kadar ibâdet ederdi. Bu sebeple ayak­larý þiþerdi. Bu defâ da nefsine; "Ýþte böyle ola­caksýn; aldýðýn emir bu yoldadýr ve bunun için yaratýldýn" derdi.

Büyük velîlerden Sehl bin Abdullah Tüsterî (rahmetullahi teâlâ aleyh) þöyle anlattý: "Anamdan bana çok mal kalmýþtý. Hemen fukarâyý çaðýrýp hepsini daðýttým. Kimde alacaðým varsa, onlarý da baðýþladým. Ondan sonra da Kâbe´ye gitmek için yola çýktým. Yolda kendi kendime "Ey nefs! Artýk iflâs ettin, benden isteyeceðin hiçbir þey kalmadý. Zâten isteyecek olsan da, bir þey bulamayacak­sýn." dedim.

Kûfe þehrine uðradýðýmda, nefsim, balýk ekmek istedi. Her ne kadar bunu yapmamaya çalýþtým ise de, nefsimin arzusu çok þiddetlendi. Nef­simi Mekke´ye kadar incitmeyeyim, diye düþündüm. Þehirde bir un de­ðirmenine rastladým. De­ðirmenin dolabýna bir at koþmuþlar, durmadan buðday öðütüyorlardý. Deðir­menciye yaklaþarak: "Bu iþ için ata günde ne kadar kirâ veriyorsunuz?" dedim. Deðirmenci; "Günde iki akçe ödüyo­ruz." deyince, bu iþi bir gün de ben yapa­yým, bana da bir akçe verir misi­niz?" dedim. Deðirmenci buna râzý oldu. Ak­þama kadar, nefsime eziyet için dolabý döndürdüm. Ýþi býrakýnca bir akçe aldým. Gidip onunla balýk ekmek alýp nefsime; "Her ne zaman benden bir þey isteyecek olursan, sana lâyýk olan böyle bir hizmeti gördürür, ondan sonra da mâkul is­tekle­rini yerine getiririm." dedim.

Yine kendisi þöyle anlattý: "Bir gün çölde giderken, baþýnda sarýk ve elinde asâ bulunan pîr-i fânî bir zâtýn geldiðini gördüm. Aklýmdan "Gâlibâ kâfileyi ka­çýrmýþ." diye geçirdim ve cebimden para çýkararak, ona; "Gi­deceðin yere ula­þýncaya kadar bununla idâre et." dedim. Fakat bu zât elini havaya kaldýrdý ve eli altýnla doldu. Sonra bana; "Sen cebinden alý­yorsun, ben ise gaybden." dedi ve kayboldu. Kâbe´ye varýnca tavaf es­nâsýnda o zâtý gördüm, bana: "Ey Sehl! Bir kimse Kâbe´nin cemâlini görmek için yola çýkarsa, onun muhakkak Kâbe´yi ta­vaf etmesi lâzýmdýr. Fakat her kim Allahü teâlânýn cemâlini görmek için, nefsini ayaklarý al­týna alýrsa, Kâbe´nin onu tavaf etmesi lâzým gelir." dediler.

Buyurdular ki: "Her kim nefsini kendine dost edinirse, Allahü teâlâyý ken­dine düþman etmiþ olur."

Sehl bin Abdullah Tüsterî hazretleri buyurdu ki:

?BAK EY NEFSÝM!?



O Sehl-i Tüsterî ki, asrýnýn bir tânesi,

Ve Zünnûn-i Mýsrî?nin, makbûl bir talebesi.



O, üstâdýna karþý, gösterdi pek çok edeb,

O hayatta oldukça, konuþmadý, sustu hep.



Kendisine bir suâl, sorsaydý biri dinden,

Aslâ cevap vermezdi, üstâda edebinden.



Lâkin günün birinde, dedi ki: ?Kardeþlerim,

Dînî bir suâliniz, varsa cevap vereyim.?



Dediler: ?Susardýnýz, dînî mevzûlarda hep,

Þimdi hikmet nedir ki, ettiniz böyle talep??



Buyurdu: ?Hayattayken, bir kimsenin hocasý,

Edebe muhâliftir, dinden aðýz açmasý.?



Dinliyenler bu iþi, eylediler tahkîkat,

Bildiler ki üstâdý, ayný gün etmiþ vefât.



Bir talebesi der ki: ?Otuz yýl müddet ile,

Devamlý hizmet ettim, ben Sehl-i Tüsterî?ye.



Bunca yýl kaldýmsa da, yanýnda gece gündüz,

Yatýp uyuduðunu, görmedim aslâ henüz.



Yatsý namazý için, aldýðý abdest ile,

Sabah namazýný da, kýldý umûmiyetle.?



Ömrünün sonlarýnda, hasta oldu nihâyet,

Eli ve ayaklarý, etmez oldu hareket.

Lâkin günde beþ defâ, namaz vakitlerinde,

Olurdu âzâlarý, eski kuvvetlerinde.



Kendisini ayný gün, bâzýsý Arafat?ta,

Bâzýsý baþka yerde, görürdü onu hattâ.



Annesinden bir hayli, mal kalmýþtý kendine,

Daðýttý tamamýný, þehrin fakirlerine.



Ve kimde alacaðý, vardýysa tamamýný,

Onlara baðýþlayýp, helâl etti hakkýný.



Sonra da çýktý yola, Kâbe?yi tavâf için,

Dedi ki: ?Bak ey nefsim, dünya ile yok iþin.



Ýþte görüyorsun ki, tamamen ettin iflâs,

Ve sana bundan sonra, âhiret lâzým esas.



Sakýn dünyâlýk bir þey, eyleme benden talep,

Zîrâ ben muhâlefet, edeceðim sana hep.



Ya sen yola gelirsin, ya yanarsýn Ateþ?te,

Üçüncü þýkký yoktur, hakîkat böyle iþte.?



Sonra vardý Kûfe?ye, böylece söylenerek,

Lâkin caný orada, istedi balýk ekmek.



Baktý ki son derece, istiyor nefsi bunu,

Lâkin hemen yapmadý, onun arzûsunu.



Rastladý biraz sonra, bir un deðirmenine.

Ýliþti sonra gözü, bir dolap beygirine.



Gelip deðirmenciye, sordu ki hemen ilkin:

?Ne ücret veriyorsun, þu dönen beygir için??



Ýki dirhem deyince, buyurdu ki: ?Ey kiþi,

Ben yalnýz bir dirheme, yapayým mý bu iþi??



Peki olur! deyince, geçti atýn yerine,

O gün akþama kadar, su çekti deðirmene.



Akþama bir dirhemi, ondan tahsîl ederek,

Gelip o para ile, aldý balýk ve ekmek.

Dedi ki: ?Bak ey nefsim, isteðin oldu, fakat,

Sen de Hak teâlâya, yapacaksýn çok tâat.



Benden, günah olmýyan, bir þey istersen eðer,

Bu kadar meþakkate, katlanman îcâb eder.



Eðer günah bir þeyi, talep edersen benden,

Bil ki mahrûm ederim, seni helâl þeylerden.?



Evliyânýn büyüklerinden, maddî ve mânevî ilimler sâhibi Serrâc (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsine karþý olan sevginden dolayý isteklerine rýzâ göstermek, onu Cehennem´e atmaktýr."

Meþhûr haným velîlerden Seyyidet Nefîse (rahmetullahi teâlâ aley- hâ) haz­retlerinin kardeþi Yahya´nýn, Zeyneb isminde bir kýzý vardý. Bu kýz dâimâ, halasý Seyyidet Nefîse´nin hizmetinde bulunurdu. Þöyle anla- týyor: "Kýrk sene hizme­tinde bulundum. Lâkin bir defa uyuduðunu ve bir defa yemek yediðini görme­dim. Bir gün kendisine; "Halacýðým! Nef­sine çok zorluk veriyorsun." dedim. Bana; "Ben nefsime çok zorluk ver­miyo- rum. Nefs çok zorluk çeker, beden çok ibâdet ederse, kurtulmak ümidi çoðalýr." buyurdular.

Osmanlý âlim ve velîlerinden Sýbgatullah Arvâsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsin katli ve ölümü, müslüman olmasýndan ve kötü sýfatlarý­nýn deðiþmesinden ibârettir."

Büyük ve meþhûr velîlerden Sýrrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yurdular ki: "Bir adam, içinde Allahü teâlânýn yarattýðý her türlü aðacýn bulun­duðu ve aðaçlarýn üzerinde yaratýlan her cins kuþun bulunduðu bir bahçeye girse ve bu bahçedeki kuþlar ona; "Ey Allahýn velîsi sana selâm olsun" deseler. Nefs de bundan sükûnet bulur ve gururlanýrsa, bu kimse nefsinin elinde esir olur."

Büyük velîlerden Sirâceddîn Ömer Halvetî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ho­casýnýn vefâtýndan sonra, insanlara hak yolun bilgilerini öðrete­rek kalplerine Allah aþkýný yerleþtirdi. Nefisle ilgili þu nasîhatýný çok söy­ler; "Kiþi dâimâ nef­sine muhâlefet etmeye devâm etmeli ve onun arzula­rýný yerine getirmemeli, sý­kýntýlara göðüs germeli, açlýðý sevmelidir. Hak yolun yolcusu kendisine lâzým olaný bilmeli, lâzým olmayaný terk etmeli­dir." buyururdu.

Tâbiînin büyüklerinden, meþhûr bir âlim ve velî Þa´bî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsin arzu ve isteklerine "hevâ" denmesi, kimde bulu­nursa onlarý Cehennem´e düþürdüðü içindir. Hevâ sâhiplerine de, "Ehl-i hevâ" denmesi, bunlar Cehennem´e düþecekleri içindir."

Hindistan evliyâsýnýn tanýnmýþlarýndan Þeyh Nûreddîn (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: Ey can kardeþim! Senelerce nefs-i emmâreye ri­yâzetler çektirdik. Buna raðmen onun þerrinden kurtulama­dýk. Âhirette kurtul­mak için, nefsin hîle ve tuzaklarýna karþý çok uyanýk olmalý, ondan Allahü teâlâya sýðýnmalýdýr."

Þam´ýn büyük velîlerinden Ukayl el-Münbecî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) buyurdular ki: Nefsinin arzu ve istekleriyle mücâdele eden kimse, Allahü teâlâya karþý irfân sâhibi olur. Kalben, halktan kurtulursan, Allahü teâlâyý tevhîd etmiþ, bir olduðunu yakîn olarak anlamýþ olursun."

Ýstanbul´da yetiþen büyük velîlerden Ünsî Hasan Efendi (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) çetin nefis mücâdelelerinden geçtikten sonra, Allahü teâlâ ona çok ih­sanlarda bulundu. Kendisine; "Nefsinle nasýl mü­câdele ettin?" denildikte, o; "Ömrüm nefsimle uðraþmak, onu terbiye et­meye ça- lýþmakla geçti. Uzun zaman açlýk çektim. Yirmi yaþýmdan beri yaným üzerine yatmadým. Ayaklarýmý uzat­madým. Daha baþka çektiðim riyâzet- lerimi size anlatsam inanmazsýnýz. Sizler ise; "Rahatta olalým Hakk´ý bulalým." dersiniz." buyurdular.

Ýstanbul´daki meþhûr velîlerden Vefâ Konevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, þehrimize, þu kadar aðýrlýktaki taþý kaldýran ve þu kadar aðýr yük taþýyan birisi geldi dediklerinde Þeyh Ebü´l-Vefâ hazreleri; "Abdest ibriðini ta­þýmak, ondan zordur." buyurdu. Bu ne doðru ve ne gü­zel bir cevaptýr. Çünkü, aðýr taþý kaldýrma ve aðýr yük taþýmada nefsin hazzý vardýr. Bunun için nefse kolay gelir. Abdest ibriðini taþýmakta ise, nefse muhâlefet vardýr. Bunun için nefse daha zor ve daha aðýr gelir.

Evliyânýn büyüklerinden ve fýkýh âlimi Yahyâ Muammer Mezûrî Ýmâ- dî hazretlerinin hocasý Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) hazret­leri, talebelerinden Abdülvehhâb Sûsîyi Ýstanbula gön­derdi. Orada devlet bü­yüklerinden gördüðü iltifât karþýsýnda kibir ve gu­rûra ka- pýlýnca, talebelikten tardedildi. Abdülvehhâb Baðdata geri dönüp Yah- yâ Mezûrî hazretlerine geldi, elini öptü ve yeniden talebeliðe kabûlü için Hâlid-i Baðdâdî hazretlerine ilti­masta bulunmasýný istedi. Yahyâ Mezûrî de, hocasýnýn huzûruna geldi ve Abdülvehhâbýn affýný arzetti. Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretleri; ?Emir benim elimde olsa affederim. Lâkin sil- sile-i aliyye-i Nakþibendiyyenin hepsinin rûhâniyeti, Abdülvehhâb?ý tale- belikten tard eylediler. Ancak sakalýný traþ, yü­zünü kara edip bir merkebe ters biner, sokak ve pazarda bu hâl ile kendisini teþ­hir ederse o zaman belki meþâyýhýn rûhlarý affederler. buyurdu. O zaman Þeyh Yahyâ; Ey hocam! Abdülvehhâb nefsine böyle yük yükle­yemez, müsâade et, onun adýna ben yapayým da Abdülvehhâb affoluna ve ben nefsimi müslümân- larýn ihtiyâcý için fedâ edeyim. dedi. Mevlânâ Hâlid aðlayarak Yahyâ Mezûrî´nin boynuna sarýldý. Berâberce bir hayli vakit aðladýlar. Sonra Mevlânâ Hâlid nâfile namaza durdu. Yahyâ Mezûrî de kendi dergâhýna gitti. Orada bekleyen Abdülvehhâb?a; Kimseyi kö­tüleme! Ancak kendi nefsini kö­tüle!? buyurdu. Abdülvehhâb mahrûm ve hüsrân olarak oradan ayrýldý.

Evliyânýn meþhûrlarýndan Yûsuf bin Abdürrahîm Aksûrî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) baþýndan geçen bir hâdiseyi þöyle anlatmýþtýr: ?Ýlk gün- lerimde hep ?Lâ ilâhe illallah? derdim ve bundan hiç gâfil olmaz­dým. Bir gün nefsim bana dedi ki: ?Senin Rabbin kim?? Ben de; ?Benim Rabbim Allahü teâlâdýr.? dedim. Bunun üzerine nefsim bana; ?Senin Rabbin be- nim, çünkü sen, bana kulluk ya­pýyorsun. Kimin emrine tâbi oluyorsan, o- na kulluk yapýyorsun. Sana, beni do­yur diyorum, yiyorsun. Uyu diyo- rum, uyuyorsun. Yürü diyorum, yürüyorsun. Benim emrettiðimi dinliyor- sun. Al dediðimi, alýyorsun. Sen benim her emrimi yerine getiri­yorsun. Öyleyse sen bana kulluk ediyorsun, benim emirlerime tâbi olu­yorsundedi. Bunun üzerine bir müddet iyice düþündüm. Sonra basîre­tim açýldý ve bana; ?Allahü teâlânýn emirlerine uy, nefse karþý muhâlefet et. Uyu derse; Allahü teâlâ, sâlih amel iþleyenler için meâlen; Onlar, ge­ceden pek az (bir zaman) uyuyorlardý. buyurdu. (Zâriyât sûresi: 17). Ben de böyle yapan sâlih kullardan olacaðým de! Nefsin sana ye derse, Allahü teâlâ meâlen; Yiyi­niz, içiniz, isrâf etmeyiniz(Arâf sûresi: 31) bu­yurdu de! Sana yürü diyerek, gurûr ve kibirle yürümeni isterse, Allahü teâlâ meâlen; Yer yüzünde kibirle ve böbürlenerek yürüme...(Ýsrâ sû­resi: 37) buyurdu de! Nefsin bir þeyi almaný is­teyince de, ona de ki: Allahü teâlâ meâlen; Elini boynuna baðlý kýlma (cimri olma) ve büsbütün de onu açýp isrâf etme...buyurdu. (Ýsrâ sûresi: 29). ?Bunlarý yapýnca neye kavuþurum dedim. ?Müt- tekîlerden, âriflerden ve sýddîklardan, Rabbine kulluðunu tam yapanlar- dan olursun.? denildi.

Büyük velîlerden Yûsuf bin Hüseyin Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yurdular ki: Nefsin aldatmasýna, dünyânýn yalancý ve geçici tadýna kapýlan, hayrýn tadýný alamaz. Yabancýlarla berâber olmak, bu yolda yü­rüyenler için fe­lâkettir.

Hindistan âlim ve velîlerinden Ziyâüddîn Nahþebî (rahmetullahi teâ- lâ aleyh) þöyle anlatýr: Ey insan, bir gün sabahtan akþama kadar nef­sinle harb et. Neler zâhir olacaðýný bir gör. Merd, nefsinde bir eksik gö­rüp de onunla harb edendir.

Mýsýr?da yetiþen büyük velîlerden Zünnûn-i Mýsrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) on sene caný mahallî bir yemek istedi. Yememesine raðmen bir bayram gecesi nefsi kendisine, Ne olur, bayram günü olsun bana bu yemeði versen. deyince, Zünnûn-ý Mýsrî hazretleri; Ey Nefs! Þâyet bu gece bana yardým edip de, iki rekat namazda Kurân-ý kerîmi hatim edersen, sana bu yemeði veririm. dedi. Ertesi gün bayram namazýndan sonra nefsinin arzu ettiði yemeði getirdiler. Tabaktan bir lokma almasýna raðmen tekrar geri koydu ve namaza durdu. Ni­çin böyle yaptýn de­yince; Tam yiyeceðim sýrada nefsim bana en sonunda maksadýma ulaþtým, dedi. Ben de, hayýr ulaþmadýn, diyerek lokmayý geri koy­dum. cevâbýný verdi.










radyobeyan