Mesneviden Hikayeler IV By: armi Date: 29 Ocak 2010, 12:13:35
Mesnevi´den Hikayeler- IV
AYDAN DA PARLAK VAÝZ
AÞIÐIN AHMAKLIÐI
KÖTLÜK BÝR TOHUMDUR
SINAMA
MESCÝT-Ý AKSA
HALÝN VERDÝÐÝ
ÝNSAN ALEMDÝR
BELKIS´IN HEDÝYESÝ
KORUYAN ADALETTÝR
ÝBRAHÝM ETHEM´ÝM GÖÇÜ
PUTLARIN SECDESÝ
ÞAÝRE PADÝÞAHIN ÝHSANI
DEVÝN SÜLEYMANLIÐI
AHMAÐA VERÝLECEK CEVAP SUSMAKTIR
KÖLENÝN ÞÝKAYETÝ
ARÝFÝN GIDASI
DERT VE ELEM KOKUSU
EBUYEZÝD´ÝN MÜJDESÝ
PEYGAMBER TAKDÝRÝ
BAHÝS
GÖKLER YERLER VE ÝKÝSÝ ARASINDAKÝLER
SÖZ MANAYI AÇAR MI ÖRTER MÝ?
HZ.MUSA´NIN ALLAH’A SORUSU
KATIR VE DEVE
NÝL´ÝN SUYU
ZÜLKARNEY´ÝN KAF DAÐI ZÝYARETÝ
AYDAN PARLAK
Ey Hak Ziyasý Hüsamettin, sen öyle bir ersin ki Mesnevi, senin nurunla ayý bile geçti,
aydan bile parlak bir hale geldi. Ey lutfu, keremi ile umulan, yüce himmetin bu
Mesneviyi nereye çekmekte? Allah bilir. Bu Mesnevinin boynunu baðlamýþ, bildiðin
yere doðru çekmektesin.
Mesnevi, koþup gitmekte... çeken gizli. Fakat görecek gözü olmayan gafilden gizli.
Mesnevinin yazýlmasýna önce sen sebep olmuþsun... artar, uzarsa arttýran, uzatan
yine sensin. Madem ki sen böyle istiyorsun. Allah da böyle istiyor... Allah takva
sahiplerinin dileðini ihsan eder.
Evvelce sen, varlýðýný Allah’a verdin... karþýlýk olarak Allah da varlýðýný sana verdi.
Mesnevi sana binlerce þükretmede... ellerini kaldýrýp dualar eylemede... Allah,
Mesnevinin diliyle, eliyle sana þükrettiðini gördü de ihsanlarda bulundu, lutuflar etti,
keremini çoðalttý. Çünkü Allah, þükredenin nimetini çoðaltmayý vaat etmiþtir.
Nitekim secdenin karþýlýðý, Allah’a yakýn olmaktýr. Allahmýz “Secde et de yaklaþ”
dedi... bedenlerimizin secde etmesi, canlarýmýzýn Allah’a yaklaþmasýna sebeptir.
Mesnevi, ziyadeleþiyorsa, uzuyorsa bu yüzden ziyadeleþiyor, bu yüzden uzuyor... fazla
ve büyük görünmek için deðil!
Üzüm çubuðu, yazdan nasýl hoþlanýrsa, onunla nasýl baðdaþmýþsa biz de seninle öyle
baðdaþmýþýz, senden öyle hoþlanmaktayýz... istiyorsan emret, çek de çekip götürelim!
Ey sabýr, varlýðýn anahtarýdýr sýrrýnýn emri, bu kervaný güzel güzel ta hacca kadar çek,
götür!
Hac. Allah evini ziyarettir, ev sahibini ziyaretse erliktir. Hüsamettin, sen bir güneþsin,
onun için sana ziya edelim... bu iki söz, Hüsam ve Ziya, senin vasýflarýndýr. Bu Hüsam
ve Ziya birdir... Þüphe yok ki güneþin kýlýcý ziyadandýr.
Nur, ayýndýr, bu ziya da güneþin... Kuran’ý oku da bak! Babacýðým, Kuran güneþe ziya
dedi, aya da nur... hele bak da gör! Güneþ, aydan daha üstündür ya... Þu halde Ziyayý
da mertebe bakýmýndan nurdan üstün bil!
Hiç kimse gidilecek yolu ay ýþýðýyla görmedi de güneþ doðunca yol meydana çýktý,
göründü. Güneþ, alýnacak, satýlacak þeyleri güzelce gösterdi de bu yüzden pazarlar
gündüzleri kuruldu. Kalp akçeyle saðlam akçe iyice ayýrt edilsin, kimse hileye
kapýlmasýn, aldanmasýn diye.
Güneþin nuru yeryüzüne adamakýllý vurdu, alýþveriþ edenler için alemlere rahmet
kesildi. Fakat bu, kalpazanlarýn istemedikleri bir þeydir. Onlara pek aðýr gelir bu iþ...
çünkü güneþin nuru, onlarýn iþine kesat verir, kalp akçeleri görünür, fark edilir de
geçmez olur?
Kalp akçe, sarrafýn can düþmanýdýr... yoksula köpekten baþkasý düþman olur mu?
Peygamberler, düþmanlarla savaþýrlar... melekler de “Yarabbi, sen koru!” diye dua
ederler. Allahnýn pek nurlu olan bu kandili hýrsýzlarýn üflemesinden, onlarýn
nefesinden uzak tut! Hýrsýz ve kalpazan, nura düþmandýr vesselam...
Ey feryada yetiþen Allah, sen feryadýmýza yetiþ! Hüsamettin, bu dördüncü deftere
nurlar saç! Çünkü güneþ de dördüncü kat gökten doðar, alemi nurlara gark eder. Sen
de bu dördüncü defterle alemlere güneþ gibi nurlar saç da þehirlerle ülkelere
parlarsýn, her tarafý nura gark etsin!
Bu kitap, masal diyene masaldýr... fakat bu kitapta halini gören, bu kitapla kendini
anlayan kiþi de erdir! Mesnevi, Nil ýrmaðýnýn suyudur... Kýptiye kan görünür ama Musa
kavmine kan deðildir, sudur! Bu sözün düþmaný, þimdi gözüme þöyle görünmede...
Cehenneme baþ aþaðý düþmüþ!
Ey Hak Ziyasý, sen onun halini gördün... Hak, sana, onun iþlerine karþýlýk verdiði
cevabý gösterdi! Gayb alemini gören gözün, gayb alemi gibi üstattýr. Bu görüþ, bu
ihsan, þu alemden eksik olmasýn!
Bizim halimiz olan þu hikayeyi burada tamamlarsan yakýþýr. Adam olmayanlarý, adam
olanlarýn hatýrý için býrak; hikayeyi bitir, hikayeye son ver! Hikaye üçüncü cilt de
tamamlanmadýysa iþte dördüncü cilt... onu, burada düzene koy, tamamla!
O adamýn, bekçiden korkup baða at sürdüðünü anlatýyorduk. O adamýn aþýk olup bu
dertle tam sekiz yýl yanýp yakýldýðý güzel de meðerse o baðdaymýþ! Aþýk o sevgilinin
gölgesini bile görmeye imkan bulamýyordu. Ancak Zümrüdüanka’yý duyar gibi onun da
vasfýný iþitmekteydi.
Kazara nasýlsa onu, bir kerecik görmüþtü, o ilk görüþte ona vurulmuþ, ona gönül
vermiþ gitmiþti. Ondan sonra ne kadar çalýþtý çabaladýysa o sert huylu dilber, bir türlü
mecal vermemiþ, bir türlü kendisini göstermemiþti. Ne yalvarmamýn bir çaresi
olmuþtu, ne mal, mülk vermenin... o fidan sevgilinin gözü toktu, tamahý yoktu!
Allah, her hüner ve sanata, her dilenen ve istenen þeye aþýk olan kiþinin dudaðýný, ilk
önce o þeye dokundurur, ona lezzeti tattýrýr... Ondan sonra aþýklar, o lezzetle,
dileklerini aramaya koyuldular mý her gün önlerine bir tuzak çýkarýr, ayaklarýna bir
bað vurur!
Aramayýp taramaya giriþtiler mi “hele nikah parasýný getir bakalým” diye kapýyý kapar.
Aþýklar da, o ümitle döner dolaþýr, koþarlar... Her an ricaya düþerler, her an
ümitsizliðe kapýlýrlar. Herkesin, bir þey elde edeceðim diye bir ümidi vardýr... nihayet
bir gün olur, ona bir kapý da açarlar. Açarlar ama hemencecik yine o kapýyý örterler. O
kapýya tapan, oraya ümit baðlayan kiþi de ümitlenir, o ümitle ateþ kesilir, iþe giriþir!
O genç de hoþ bir halde o baða girince ansýzýn ayaðý defineye batýverdi! Allah bekçiyi
sebep etti... bekçi korkusundan geceleyin koþa koþa baða girdi, sýðýndý da, Baðdan
geçen ýrmaða yüzüðünü düþürmüþ olan sevgilisinin elinde bir fener, yüzüðünü
aramakta olduðunu gördü.
O anda neþesinden Allah’ya þükürler ederek bekçiye hayýr dualarda bulunmaya
baþladý:
“Bekçiden huylanýp kaçtým, ziyanlara girdim, ama yarabbi, sen onun yirmi misli altýn
ve gümüþü onun baþýna saç! Onu, kötü kiþilerin þerrinden kurtar... ben nasýl
neþelendiysem onu da sen neþelendir! Onu bu alemde de mesut et, o alemde de... Onu
kötülükten, köpeklikten kurtar!
Allahm, gerçi o kötü kiþinin huyu daima halkýn belasýný istemektir. ( ama yine sen onu
koru). Kötü kiþi, padiþah, Müslümanlarý suçlu buldu diye bir haber duydu mu semirir,
neþelenir... Yok... eðer padiþah, merhamet etti, o cezayý cömertliðiyle
Müslümanlardan baðýþladý diye bir söz duysa, bu söz yüzünden caný sýkýlýr, yaslara
düþer... kötü kiþide daha buna benzer yüzlerce yomsuzluklar vardýr.
Fakat o aþýk, kötü bekçiye hayýr dualar edip duruyordu. Çünkü rahata onun yüzünden
kavuþmuþtu. Bekçi herkese zehirdi, fakat ona panzehir! Bekçi, onun sevgilisine
kavuþmasýna sebep olmuþtu. Görüyorsun ya, dünyada mutlak olarak kötü bir þey
yoktur. Kötü, buna nispetle kötüdür. Sonra þunu da bil ki,
Alemde hiçbir zehir, yahut þeker yoktur ki birine ayak, öbürüne ayakkabý olmasýn!
Evet... birine ayak olur, öbürüne bukaðý. Birisine zehirdir, öbürüne þeker gibi tatlý!
Yýlanýn zehiri, yýlana hayattýr, insanaysa ölüm! Deniz mahluklarýna deniz, bað, bahçe
gibidir...fakat karada yaþayanlara ölümdür, daðdýr!
Ey iþ eri, bu nispeti birden tuttur da böylece bine kadar saya dur! Zeyd, birisine göre
þeytandýr, öbürüneyse sultan! O, zeyd pek yüce bir kiþidir der... Bu zeyd gebertilecek
bir kafirdir der!
Zeyd, bir adamdýr ama ona öyledir, bunaysa baþtanbaþa zahmettir, ziyandýr! Eðer
onun, sana göre de þeker haline gelmesini istiyorsan var, onu aþýklarýnýn gözüyle gör!
O güzele kendi gözünle bakma... isteneni isteyenlerin gözüyle gör!
Kendi gözünün yerine, ona aþýk olanlardan ariyet bir göz edin...Hatta ariyet olarak
ondan bir göz, bir görüþ, al da onun yüzüne, onun gözüyle bak! Bak da býkmadan,
usanmadan emin ol. Ýþte ululuk ýssý peygamber, bunun için “Kim kendini Allah’a
verirse Allah, kendisini ona verir” dedi...
“Onun gözü de ben olurum, eli de, gönlü de... bu suretle devleti, bahtsýzlýktan
kurtulur” buyurdu. Ne olursa olsun, kötü ve istenmeyen bir þey bile olsa deðil mi ki
sana kýlavuzluk etti,sevgiline ulaþtýrdý, sevimlidir, dosttur!
VAÝZ
Bir vaiz vardý... mimbere çýktý mý yol kesenlere duaya baþlar, ellerini kaldýrýp “Yarabbi,
kötülere, fesatçýlara, isyancýlara merhamet et! Hayýr sahipleriyle alay edenlerin
hepsine, bütün kafir gönüllülere, kiliselerde bulunanlara merhamette bulun” derdi.
Temiz kiþilere hiç dua etmez, kötülerden baþkasýna duada bulunmazdý.
Ona “Hiç böyle bir adet görmedik... sapýklara dua etmek mürüvvet deðildir” dediler.
Dedi ki: “ Ben onlardan iyilik gördüm... bu yüzden onlara dua etmeyi adet edindim. O
kadar kötülükte bulundular, o derece zulüm ve cevir ettiler ki nihayet beni þerden
kurtardýlar, hayra ulaþtýrdýlar.
Ne vakit dünyaya yöneldimse onlardan eziyetler gördüm, meþakkatler çektim,
dayaklar yedim. Bu yüzden de iyilik tarafýna kaçardým... beni o kurtlar yola
getirirlerdi. Benim iyiliðime sebep oldular... ey aklý baþýnda adam, bu yüzden onlara
dua etmek, boynumun borcudur benim!”
Kul dertten, elemden Allah’ya sýzlanýr, uðradýðý zahmetten yüzlerce þikayette bulunur.
Allah da der ki: Gördün ya, nihayet dert ve zahmet, seni, bana yalvarýr bir hale getirdi,
seni doðrulttu, Sen, seni yolundan alýkoyandan, bizim kapýmýzdan uzaklaþtýrýp
kovandan þikayette bulun!
Hakikatte her düþman senin ilacýndýr... sana kimyadýr, seni faydalandýrýr, gönlünü alýr
senin! Çünkü ondan kaçar, halvet bucaklarýna sýðýnýr, Allah lutfundan yardým dilersin.
Dostlarýnsa hakikatte düþmanlarýndýr; onlar seni Allah tapýsýndan uzaklaþtýrýr, seni
meþgul ederler!
Bir hayvan vardýr ki adýna porsuk derler... dayak yedikçe þiþmanlar, semirir, semirir.
Ona sopayý vurdukça iyileþir. Sopa vuruldukça semirir, büyür... Ýþte müminin caný da
hakikatten bir porsuktur, o da zahmet ve meþakkatlerle kuvvetlenir, semirir.
Bu yüzden peygamberler eziyetlere, zahmetlere uðradýlar... onlarýn çektikleri
meþakkat, bütün cihan halkýnýn çektiði meþakkatten daha üstündü, daha artýktý!
Çünkü canlarý da, bütün canlardan daha büyük, daha üstündü... onun için de onlarýn
uðradýklarý belaya baþka bir taife uðramadý.
Deri, ilaçlarla belalara uðrar da Taif derisi güzel bir hale girer. Yoksa ona o acý ve
keskin ilaçlar sürülmeseydi pis pis kokar, berbat bir hale gelirdi! Ýnsaný da
tabaklanmamýþ deri say... rutubetten nem kapar, çirkin bir hale gelir, aðýr aðýr
kokar!Sen, ona acý ve keskin ilaçlarý fazlaca ver de temizlensin, latif bir hale gelsin,
semirsin!
Buna kudretin yoksa senin dileðin olmaksýzýn Allah bir zahmet verirse ona sabret, ona
razý ol! Çünkü dosttan gelen bela, sizi temizler... onun bilgisi, sizin tedbirlerinizden
üstündür! Bir adam, belada safa görürse bela,tatlýlaþýr... hasta iyileþtiðini görünce
ilaç, kendisine hoþ gelir. Mat olduðu halde kazandýðýný görür de “ Ey sözlerine,
özlerine inanýlýr kiþiler, beni öldürün!” der.
Bu kötü kiþi de baþkasýna fayda verdi ama kendi hakkýnda merdut bir adam kesildi.
Ýmandan gele merhamet, ondan alýndý... Þeytan sýfatý olan kin, ona çattý, sataþtý!
Hiddetin, kinin yapýlýp düzüldüðü tezgah oldu... bil ki kin, sapýklýðýn, kafirliðin
temelidir!
Akýllý birisi, Ýsa’ya “Alemde her þeyden daha sarp, daha güç nedir? Diye sordu. Ýsa
dedi ki: “Ey can, en sarp, en güç þey, Allah gazabýdýr. Çünkü o gazaptan cehennem
bile su gibi titrer!” Adam “Peki, bu Allah gazabýndan nasýl aman bulmalý?” deyince Ýsa
þöyle cevap verdi: “Kýzdýðýn zaman kýzgýnlýðýna uyamamak gerek!” Kötü kiþi bu
kýzgýnlýðýn madenidir... onun çirkin kýzgýnlýðý yýrtýcý canavarlarýn kýzgýnlýðýný da geçer!
O hünersiz kiþi, kýzgýnlýktan vazgeçmekten baþka Allah’dan ne rahmet umabilir ki?
Gerçi bunlarýn alemde bulunmamasýna imkan yok; bunlar da lazým bu dünyaya... fakat
bu sözü söylemek, onlarý büsbütün sapýklýða atmaktýr! Dünyada çare yok, sidik de
bulunur; bulunur ama arý duru su deðildir ya!
AÞIÐIN AHMAKLIÐI
O ahmak adam, sevgilisini yapayalnýz görünce hemencecik kucaklamaya, öpmeye
kalkýþtý. O güzel, “Küstahlýk etme, edepsizliðin lüzumu yok, aklýný baþýna al” diye
heybetle bir baðýrdý. Aþýk “Burasý ýssýz, halk yok... su ortada, benim gibi de bir susuz!
Burada rüzgardan baþka kýmýldayan yok... kim var, kim bu açýlýp saçýlmamýza mani
olacak?” dedi. Sevgili dedi ki: “A deli herif, meðerse sen budalaymýþsýn... akýllýlardan
bir þey duymamýþ, iþitmemiþsin! Rüzgarý esiyor gördün mü bil ki burada onu bir
estiren, bir harekete getiren var.
Allah sanatýnýn dilediði gibi iþ görme yelpazesi, bu rüzgarlara dokunmada, onu estirip
durmada! Bizim hükmümüzde olan ehemmiyetsiz ve cüz’i bir rüzgar bile yelpazeyi
sallamadýkça esmez.
A aptal adam, bu cüz’i rüzgar bile sen ve yelpaze olmadýkça meydana gelmez.
Dudaktaki nefes yeli de canýn, bedenin emrine tabidir, onlarýn emriyle harekete gelir.
Gah o nefesle birisini över,birisine haber yollarsýn... gah birini kýnar, aleyhinde
bulunur, söversin!Buna bak da öbür rüzgarlarýn hallerini de bil...akýllýlar cüz’de küllü
görürler.
Allah, rüzgarý gah bahar rüzgarý yapar, gah kýþýn onu, bu güzellikten soyar, ayýrýr. Ad
kavmine kasýrga halinde getirir, Hud Peygambere ise ayný rüzgarý güzel kokulu bir
halde estirir. Bir rüzgarý zehirli sam yeli haline sokar; sabah rüzgarýný da geliþi kutlu
bir hale kor.
Her türlü yeli onunla mukayese edesin diye sana da bir nefes yeli verdi. Lutuf ve kahýr
yeli olmadýkça söz olmaz... söz, bir bölük halka baldýr, bir bölüðüne zehir! Yelpaze,
birisini serinlendirmek için sallanýr... fakat sivrisineklerle kara sinekleri de kahretmek
içindir!
Artýk Allah takdirinin yelpazesi, neden mihnetlerle, belalarla dolu olmasýn?
Mademki cüz’i olan nefes rüzgarý, yahut yelpazenin çýkardýðý yel bile ya bir þeyi
bozmak, ya bir þeyi düzene koymak için esmekte... Bu þimal rüzgarý, bu seher ve bu
batý yeli nasýl olurda lutuftan, ihsandan uzak olur? Bir avuç buðdayý gördün mü
ambarý düþün, ambarý gör... anla ki ambardakiler de hep böyle.
Gökyüzünün rüzgar burcundan kopup gelen bütün rüzgarlar da o rüzgarý koparanýn
yelpazesi olmasa nasýl eser? Ekinciler, ekin devþirme zamaný harman baþýnda
Allah’dan rüzgar istemezler mi?
Ýsterler... buðdaydan samaný ayýrmak, buðdayý ambara koymak, yahut kuyulara
gömmek için rüzgar isterler. Rüzgar gecikti mi hepsinin de Allah’ya yalvarmaya
baþladýðýný görürsün. Doðum zamaný da böyledir... o doðum yeli, o doðum sancýsý
gelmezse eyvahlar olsun, aman yarabbi seslerini duymaya baþlarsýn. Rüzgarý onun
gönderdiðini bilmeseler yalvarmanýn manasý mý kalýr?
Yelkenli gemiye binenler de rüzgar dilerler, Allah’dan bir uygun yel isterler. Diþ aðrýsý
da yelden olursa yana yakýla tamam bir itikatla Allah’dan o yelin yatýþmasýný dilersin.
Askerler de yalvarýp yakarýrlar, Allah’dan, “Ey muradýmýzý veren Rabbim, sen bize bir
zafer rüzgarý ver” diye dua ederler. Doðum gecikince, gebenin yakýnlarý, her azizden
muska isterler.
Hepsi de adamakýllý bilir ki rüzgarý, Alemlerin Rabbi Allah göndermekte. Zaten her
bilen kiþi, aklen bilir ki hareket edenin bir hareket ettiricisi vardýr. Sen onu gözünle
görmüyorsan eserleri görünüyor ya... onlara bak da anla!
Beden de canla hareket eder: fakat caný görmezsin. Görmezsin ama tenin hareketine
bak da caný anla! Aþýk, “Edebe riayet bakýmýndan aptal bile olsam vefada, istekte
akýllýyým, anlayýþlýyým” dedi. Sevgili dedi ki: “Eðer þu görünen hareket, edebe riayetse
artýk ötesini sen daha iyi bilirsin!
Edep buysa o gömülü olan, o henüz görünmeyen huylarýn, mutlaka bundan beter
olacak... bunu iyice anladýk, bildik!
Bu testiden ne sýzmýþsa bundan sonra da þüphe yok, ayný þey, ayný tarzda sýzýp
duracak!
KÖTÜLÜK BÝR TOHUMDUR
Sofinin biri, bir gün eve geldi... evin bir kapýsý vardý, karýsý da bir kunduracýyla
içerdeydi. Kadýn, nefsinin hilelerine uymuþ, kunduracýya kul köle kesilmiþ, odada
adamla buluþmuþtu. Sofi, kuþluk çaðý kapýyý sýkýca döver dövmez ikisi de þaþýrdýlar...
ne bir hileye baþvurmaya imkan vardý, ne kaçýp kurtulacak bir yol!
Sofinin, o zamanda dükkaný býrakýp eve gelmesi hiç adeti deðildi. Karýsýndan bir þeyler
sezinlenmiþ, þüpheye düþmüþ, bu yüzden o gün mahsus vakitsiz gelmiþti. Kadýnýnsa
onun, hiçbir defa iþini býrakýp o zamanda eve gelmeyeceðine itimadý vardý. Fakat
nasýlsa bu fikri doðru çýkmadý... Allah suçlarý örter... örter ama cezasýný da verir!
Kötülükte bulundun mu kork, emin olma, çünkü yaptýðýn kötülük bir tohumdur, Allah,
onu mutlaka bitirir! Birkaç kere, belki yaptýðýna piþman olur, utanýrsýn diye örter,
gizler. O müminler ulusu Ömer, halifeliði zamanýnda bir hýrsýzý cellada teslim etti.
Hýrsýz, ey ülkenin beyi, diye baðýrdý, beni öldürtme... bu, ilk suçum! Ömer dedi ki:
“Haþa, Allah, ilk suçta hemencecik gazaba gelip cezasýný vermez. Lutfunu meydana
çýkarmak için defalarca örter de sonradan adaletini göstermek için cezalandýrýr;
Bu suretle bu iki sýfatýnýn da meydana çýkmasýný, lutfunun muþtucu, kahrýnýn da
korkutucu olmasýný diler.” Kadýn da defalarca bu kötü iþte bulunmuþtu da kolaycacýk
iþi atlatmýþtý... bu iþ ona kolay görünüyordu artýk.
Gevþek ayaklý akýl, testinin daima ýrmaktan kýrýlmadan sapasaðlam gelemeyeceðini
bilmiyordu ki! Fakat bu sefer kaza ve kader, onu öyle bir daraltmýþ, münafýký ansýzýn
ölüm nasýl yakalarsa öyle bir sýký yakalamýþtý ki!
Ne yol vardýr , ne yoldaþ, ne de kurtulma imkaný...(münafýk, böyle bir haldeyken) can
alýcý melek de gelir çatar, canýna el uzatýr ya! Ýþte kadýn da o cefa odasýnda dostuyla
belalara uðramýþ, öylece adeta kuruyup kalmýþtý?
Sofi, gönlünden, hay kafirler hay... size kin güdüp duruyorum ama hele sabredeyim.
Þimdilik bunu bilmezlikten geleyim de herkes bu çanýn sesini duymasýn, diyordu. Hak
yolundaki er de
size gizlice böyle kin güder... istiska hastalýðý gibi kinini yavaþ yavaþ, azar azar
belirtir.
Ýstiskaya tutulan adam buz gibi her an erir durur... fakat her an, kendisini daha
iyiceyim sanýr!
Hani, “sýrtlan nerede? Burada yok yahu” diye aranýrlar da sýrtlan bu söze inanýr, bu
suretle tutulur, avlanýr ya! Kadýnýn evinde de gizlenecek bir yer; bir tümsek, bir aralýk,
yukarýya çýkacak bir yol yoktu.
Ne bir tandýr vardý, oynaþýný oraya gizlesin... ne bir çuval vardý, perde gibi önüne
gersin! Evin içi kýyamet günü arasat meydaný gibi dümdüzdü... ne bir çukur vardý, ne
bir tepe, ne de kaçacak bir yer! Allah bu kýyamet gününü anlatýrken mahþer meydaný
için “Orada bir çukur, bir tümsek göremezsin” demiþtir.
Kadýn hemen çarþafýný oynaþýnýn üstüne attý, erkeði kadýn þekline sokup kapýyý açtý.
Çarþafýn altýnda adam, apaçýk rüsvay olmuþ, görünüp durmaktaydý... adeta merdiven
üstünde bir deveye benziyordu. Kadýn oynaþý için kocasýna dedi ki: “Þehir
büyüklerinden birinin karýsý... malý var devleti var, pek zengin! Yabancý birisi,
cahilcesine gelmesin diye kapýyý kapadým.”
Sofi, ala dedi... ne hizmeti var,hele söyle de minnetsizce, seve seve yapayým. Karýsý
dedi ki: “Bize akraba olmak istiyor... iyi bir kadýn ama içini Allah bilir artýk. Kýzý
görmek istiyordu ama tesadüf bu ya, kýz da mektepte. Fakat ister un olsun, ister
kepek... onu canla gönülle gelinliðe kabul ederim dedi. Öyle bir oðlu var ki þehirde
misli yok... güzel, anlayýþlý, çevik, hem de iyi bir geçimi var.”
Sofi dedi ki: “Ýyi ama biz yoksuluz, periþanýz... bu kadýnýn ailesiyse mallý, mülklü
kiþiler. Nasýl olurda bize eþit olabilir? Kapýnýn bir kanadý tahtadan, öbürü fildiþinden...
böyle þey olur mu hiç? Nikahta iki çiftin birbirine eþit ve denk olmasý lazým... yoksa iþ
bozulur, geçim olmaz!”
Kadýn dedi ki: Ben de bu özrü söyledim, ama o, “Çeyiz filan arayanlardan deðilim... Biz
mala, altýna doymuþ, imtila olmuþ, usanmýþýz... halk gibi hýrs sahibi deðiliz, mal ve
para toplama düþüncesi yok bizde. Bizim istediðimiz þey, yalnýz kapalý, temiz ve
namuslu oluþudur. Zaten iki alemde de kurtuluþ, bununla olur.”dedi.
Sofi, yine yoksulluk özrünü ortaya koydu; bunu gizli kalmasýn diye tekrar tekrar
anlattý. Kadýn dedi ki: “Ben de bunu tekrarladým, çeyizimizin olmadýðýný iyice anlattým.
Fakat onun inanýþý daðdan da saðlam... yüzlerce yoksulluktan bile þikayet etmiyor.
Benim istediðim þey namustur, sizden dilediðim doðruluktur, himmettir deyip
duruyor.”
Sofi dedi ki: “Zaten çeyizimizi, malýmýzý gördü... gizli aþikar baþka neyimiz varsa
onlarý da hep görür. Ýþte daracýk bir evimiz, bir kiþi sýðacak kadar bir yerimiz var...
öyle dar ki orada bir iðne bile gizlenemez. Temizliðe, kapalýlýða, namuslu oluþa
gelince: o, bunu zaten bilir!
Kapalýlýðýný, örtülü ve namuslu oluþunu o, önünde de, sonunda da, baþýnda da,
nihayetinde de bizden daha iyi bilir, bizden daha iyi görür. Zaten kýzýmýzýn çeyizi
çimeni, aþçýsý, iþçisi olmadýðý meydanda... iyi ve namuslu oluþuna gelince: o, bunu
zaten bilir.
Kýzýn namuslu olduðunu babanýn anlatmasý þart deðil ya... nasýl olduðu esasen onca
aydýn gün gibi meydandadýr. Senin de yanlýþýn meydana çýktý, rezil rüsvay oldun... bari
az söyle; bu hikayeyi onun için anlattým.
A davada ayak direyip duran, senin anlayýþýn, hüküm çýkarýþýn da bundan ibaret iþte!
Sen de sofinin karýsý gibi hainsin, kötülükte hile tuzaðýný kurmuþsun! Bu suretle her
yüzü yunmadýk pis kiþiye temizliðini anlatýr durursun... kendinden utanýr da Allah’dan
utanmazsýn!
Allah, her þeyi görür, bu görüþ de daima seni korkutsun diye kendisine “gören”dedi.
Kötü sözlerden dudaðýný yumasýn diye de kendisini “duyan diye anlattý. Korkasýn da
bir fesat düþünmeyesin diye “bilen”adýný takýndý.
Fakat bunlar, mesela zenciye kafur adýnýn verildiði gibi Allah’ya konmuþ adlar
deðildir. Allah ismi, sýfattan türeme, sýfattan meydana gelmedir, Allah sýfatlarýysa
kadimdir, evveli yoktur. Ýlleti Ula misali gibi batýl ve saçma deðildir.
Öyle olmasaydý saðýra duyan, köre aydýn adlarýnýn verilmesi gibi alay olur, maskaralýk
olurdu. Tanýnma için konan ad, mesela terbiyesiz ve utanmaz birisine mahcup, yahut
kara ve çirkin birisine güzel diye konuvermiþ bir addýr.
Yeni doðmuþ çocukcaðýza hacý, yahut da soyunda var diye gazi adýný koymaktýr. Bu
lakaplarý, övmek için söylerlerse övülende bu sýfatlar yoksa övüþ, doðru olmaz ki. Ya
alaya almaktýr, yahut da öven delidir. Allah ise zalimlerin söylediklerinden beridir,
paktýr.
Ben seninle buluþmadan önce de biliyordum: Güzel yüzlüsün ama kötü huylusun sen!
Ben seni görmeden de inatçý bir adam olduðunu, kötülükte ayak diremiþ, kötülüðe
alýþmýþ bulunduðunu biliyordum. Gözüm kýzarýrsa, az görsem bile yine o illete
tutulduðumu bilirim ya!
Sen beni çobansýz bir kuzu gibi yapayalnýz gördün de bekçim, gözcüm yok sandýn.
Aþýklar, bakýlmamasý lazým gelen yere bakarlar da o yüzden dertlenirler, o dert
sebebiyle de aðlarlar, inlerler. O ceylaný çobansýz, o esiri ucuz sanýrlar. Nihayet
“Gözcüsü, bekçisi benim... az bak!” diye bir bakýþ okudur gelir, ciðerlerine saplanýr!
Ben, bir kuzudan da, keçiden de aþaðý mýyým ki ardýmda gözcüm, bekçim olmasýn?
Öyle bir bekçim var ki saltanat, ona yaraþýr... bana nasýl bir yel esmekte? O bilir! O yel
soðuk mudur, sýcak mý? O bilen Allah, gafil deðildir... bilir a kötü kiþi!
Fakat þehvete mensup olan nefis Hak’tan saðýrdýr, kördür. Ben de senin körlüðünü ta
uzaktan gördüm. Onun için sekiz yýldýr hiç seni sormadým... çünkü seni bilgisizlikle kat
kat dolu gördüm ben. Külhandaki adama nasýlsýn diye neye sorayým? Nasýl olacak; baþ
aþaðý bir halde iþte!
Dünya þehveti, külhana benzer. Takva hamamý da onunla aydýnlanýr. Fakat takva
sahipleri bu külhanda safa ve zevk içindedirler... çünkü onlar, hamama girmiþ, yunup
arýnmýþlardýr. Zenginlerse hamamdakileri ýsýtmak için tezek taþýyanlara benzerler.
Allah, hamam ýsýnsýn, tavlansýn diye onlara bir hýrs vermiþtir. Bu külhandan vazgeç de
hamama git... külhaný terk etmek, bil ki hamama girmenin ta kendisidir. Külhanda
kalan dünya þehvetine sabreden, dünyadan el etek çeken kiþiye hizmetçi
mesabesindedir.
Hamamda olan, yüzünden, yüzünün temizliðinden, güzelliðinden anlaþýlýr.
Külhandakiler de yüzlerindeki ve elbiselerindeki duman, is ve tozdan belli olurlar.
Yüzünü görmezsen kokusuna dikkat et... koku, her köre sopa gibidir! Kokusunu da
alamadýysan onu konuþtur; yeni sözden eski sýrrý anla!Altýn babasý külhancý der ki:
Bugün akþama kadar tam yirmi küfe tezek taþýdým.
Bunun gibi senin hýrsýn da, bu dünyada ateþe benzer... her alevi, yüzlerce aðýz
açmýþtýr! Gerçi tezek, ateþi alevler, kuvvetlendirir ama akla göre bu altýn, hiç de hoþa
gitmeyen fýþkýdýr, tezektir. Ateþten dem vuran güneþ, yaþ fýþkýyý ateþe atýlmaya deðer
bir hale getirir. Ýþte bunun gibi hýrs külhaný yüzlerce kývýlcýmla kývýlcýmlansýn,
alevlensin diye o taþý altýn haline getiren de yine güneþtir.
Mal topladým diyen ne diyor yani? Bu kadar fýþký, bu kadar tezek getirdim diyor!
Bu söz, rezilliði arttýran bir sözdür ama külhandakiler, aralarýnda bununla övünürler!
Sen akþama kadar altý küfe tezek getirdin... halbuki ben, hiç zahmet çekmeden
tamam yirmi küfe tezek taþýdým, derler. Külhanda doðup temizlik nedir görmeyen
kiþiye mis koklatsýn incinir, hasta olur!
Birisi, güzel koku satanlarýn pazarýna gelince aklý baþýndan gitti, büzülüp yere yýkýldý.
Kerem sahibi attarlardan gelen güzel kokular, baþýný döndürdü, yere düþtü! O bihaber,
gün ortasýnda yol uðraðýna bir leþ gibi yýkýldý, kaldý. Derhal halk, baþýna üþüþtü...
Herkes lahavle diyerek derdine derman aramaktaydý.
Birisi, eliyle kalbini yokluyor, öbürü yüzüne gülsuyu serpiyordu. Bilmiyordu ki o
alanda onun baþýna ne geldiyse gülsuyundan geldi. Biri bileklerini baþýný ovuyor,
öbürü hararetlensin diye samanlý ýslak balçýk getiriyordu.
Biri ödaðacýyla þekeri karýþtýrýp tütsülüyor, baþka biri elbisesinin bir kýsmýný soyup
üstündekileri hafifletiyordu. Birisi nasýl atýyor diye nabzýný yokluyor, öbürü aðzýný
kokluyor. Þarap mý içti, esrar mý... yoksa afyon mu yuttu... anlamak istiyordu. Halk,
onun neden bayýldýðýný anlayamamýþ, þaþýrýp kalmýþtý.
Derhal akrabalarýna haber verdiler, falan adam feþman yerde periþan bir halde düþüp
kaldý dediler. Neden bayýldý, ne oldu da leðeni damdan düþtü? Kimse bilmiyordu! O
tabaðýn iriyarý, güçlü kuvvetli, bilgili anlayýþlý bir erkek kardeþi vardý, hemencecik
koþa koþa geldi.
Yenine biraz köpek pisliði almýþtý, halký yardý, feryat ederek kardeþinin baþucuna
geldi. Ben neden hastalandý biliyorum, dedi... hastalýk teþhis edildi, sebebi bilindi mi
tedavisi kolaydýr. Sebebi bilinmezse tedavisi güçleþir... hangi ilaç iyi gelecek? Yüz
türlü ihtimal vardýr.
Fakat sebebi bilindi mi iþ kolaylaþýr. Sebeplerini bilmek, bilgisizliði giderir.
Adam kendi kendine, onun iliðine damarýna kat kat köpek pisliði sinmiþtir. Rýzkýný
elde etmek için her gün, akþamlara kadar pisliðe gömülmüþtür, tabaklýða gark
olunmuþtur demiþti. Büyük Calinus da böyle demiþtir: Hastaya, neye alýþkýnsa onu
ver! Aykýrý olan þeylerden zahmet çeker; onun için hastalýðýnýn ilacýný da alýþtýðý
þeylerde ara!
Bokböceði, daima pislik taþýr durur... bu yüzden de gülsuyundan bayýlýr. Onun ilacý
yine köpek pisliðidir... çünkü ona alýþmýþtýr, onunla halli hamur olmuþtur. “Pisler,
peslerindir” ayetini oku da bu sözün önünü, sonunu anla!
Öðütçüler, pis kiþiyi, ona bir kapý açýlmasý, iyileþmesi için amberle, gülsuyu ile tedavi
etmek isterler! Fakat ey inanýlýr, itimat edilir kiþiler, pislere temiz þeyler layýk deðildir
ki! Onlar, vahyin güzel kokusuyla eðrilmiþler, sapýtmýþlardýr da “Siz bize
uðursuzsunuz, biz, sizin yüzünüzden kötülüðe uðradýk” diye feryada baþlamýþlardýr.
“Bu söz, bize zahmet veriyor, bu sözden hastalanýyoruz... sizin vazýnýz iyi deðil, bize
iyi gelmiyor. Eðer yine susmaz da nasihata baþlarsanýz derhal sizi taþlar, öldürürüz.
Biz, oyunla, abes ve saçma þeylerle semirmiþiz... öðüte hiç alýþmamýþýz!
Bizim gýdamýz yalandýr, asýlsýz laftýr, saçma sapan sözlerdir... sizin bildirdiðiniz þeyler,
midemizi bozuyor. Siz bu sözlerle hastalýðýmýzý yüzlerce defa artýrýyor... akla ilaç
olarak afyon veriyorsunuz” demiþlerdir.
Delikanlý, kardeþine yapacaðý ilacý kimse görmesin diye halký uzaklaþtýrdý. Gizli bir
þeyler söyler gibi aðzýný kulaðýna götürdü, sonra da o þeyi burnuna koydu. Köpek
pisliðine avucuna sürtmüþtü... pis beynin ilacýný bu pislikle görmüþtü. Avucunu
koklatýr koklatmaz adam, deprenmeye baþladý. Halk, bu pek mühim bir afsun
dediler...
Afsunu okuyup kulaðýna üfürdü... adam adeta ölmüþtü, afsun imdadýna yetiþti! Kötü
kiþilerin hareketi o yandandýr... zina, bakýþla, göz ve kaþ iþaretiyle harekete gelir.
Kime öðüt miski fayda vermezse muhakkak o, kötü kokulara alýþmýþtýr.
Allah, müþrikler, ta ezelden pislik içinde doðduklarýndan onlara “Necis-pis” demiþtir.
Pislik içinde doðan kurt, ebediyen huyundan dönmez, ambere bakmaz! Ona nur saçýsý
isabet etmemiþtir... o, tamamý ile cisimden ibarettir, kabuk gibi içsiz, gönülsüzdür o!
Hak nuru saçýsýndan nasibi varsa, bu nur, ona da deðmiþse pisliðe düþse bile Mýsýr’da
olduðu gibi o pislik içine gömülen yumurtadan bir kuþ meydana gelir! Fakat meydana
gelen kuþ, evde beslenen pis tavuk cinsinden deðildir, bilgi ve anlayýþ kuþudur.
Sen de nurdan nasipsize benziyorsun; çünkü burnunu pisliðe sokmadasýn!
Ayrýlýðýndan yüzün, benzin sarardý ama sarý bir yapraksýn, olmamýþ bir meyvesin!
Çömlek, ateþten, isten simsiyah oldu, is rengini aldý; fakat et, kartlýðýndan öylece
duruyor, hiç piþmemiþ!
Seni tam sekiz yýl ayrýlýk ateþiyle kaynattým ama hamlýðýn, münafýklýðýn, bir zerre bile
eksilmemiþ! Hastalýktan donmuþ kalmýþ koruksun sen... Halbuki koruklar, þimdi kuru
üzüm haline geldi, sense hala hamsýn!”
Aþýk dedi ki: “Kusuruma bakma... bakayým, bana uyacak mýsýn, yoksa namuslu musun
diye seni sýnadým. Senin namuslu olduðunu sýnamadan da biliyordum ama haber
alma, gözle görmeye benzer mi ya?
Sen bir güneþsin; adýn sanýn meþhur olmuþ, aleme yayýlmýþ! Güneþi böyle bir
tecrübeye aldýmsa ne ziyaný var? Sen bensin, ben kendimi her gün fayda da, ziyanda
sýnar dururum. Düþmanlar, peygamberleri de sýnadýlar, sýnadýlar da onlardan
mucizeler zuhur etti.
Gözümü, nurla sýnadým, ey gözlerinden kötü gözler, uzak olasýca sevgili! Bu dünya bir
viraneye benzer, sense definesin... definede seni aradýysam incinme bana! Seni
küstahça sýnadým... bu suretle düþmanlara da her zaman söyleyeyim; Dilim seni
anýnca gözüm de gördüðüne tanýk olsun!
Hürmet yolunu bulduysan ey ay yüzlü sevgili, iþte boynumda kefen, elimde kýlýç...
huzuruna geldim! Ben bu eldenim baþka elden deðil ... lutfet, elimi ayaðýmý sen kes de
beni, baþkasýna öldürtme!
Ayrýlýktan dem vuruyorsun... dilediðini yap, fakat beni kendinden ayýrma, bunu
yapma! Þimdi söz ülkesine yol aldýk... fakat vakit geçti, söylemeye imkan yok! Ýþin dýþ
yüzünü söyledik, içyüzü örtülü kaldý... sað olursak böyle kalmaz, onu da söyleriz
elbet!
Sevgili, aðzýný açýp þöyle cevap verdi: “Bizce senin halin gün gibi aydýnlýk ama sence
gece! Bu kara hileleri adalet gününde gören kiþilerin önüne neye getirir, yayar
dökersin ki? Gönlündeki hilelerin, düzenlerin hepsi bizim önümüzde rüsvay olmada,
hepsini de gün gibi görüp duruyoruz. O suçu, kulumuza acýr da örtersek sen neden
yüzsüzlük eder, haddini aþarsýn?
Babandan öðrensene... Adem, suç iþleyince hemencecik ayak çýkarýlan yere geldi; O
gizli sýrlarý bilen Allah’yý hazýr nazýr gördü de iki ayak üstüne durup suçunun
affedilmesini dilemeye koyuldu.
Keder külünün ortasýna geçip oturdu; hileye, bahaneye sapýp bir daldan bir dala
sýçramadý. “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” dedi... çünkü önünde, ardýnda azap
meleklerini gördü. Can gibi gizli olan azap meleklerini gördü; her birinin elindeki sopa,
ta gökyüzüne kadar uzanýyordu.
Kendine gel... Süleyman’ýn huzurunda karýnca ol da bu sopa, seni paramparça
etmesin! Doðruluk duraðýnda baþka bir yerde bir an bile durma... insana kimse, gözü
gibi lalalýk edemez. Kör, öðütle arýnýp temizlense bile yine her an sürçer, pislenir.
Ey Adem, senin gözün var, kör deðilsin... fakat kaza geldi mi göz kör olur! Gözlü
adamýn, bir tesadüf neticesi kuyuya düþmesi için ömürler lazým. Fakat bu kaza, körün
yoldaþýdýr. Çünkü düþmek, onun tabiatýdýr, huyudur.
Kör, pisliðe düþer de bu koku nedir, kendisinden midir, yoksa bir pisliðe bulaþmýþ da
ondan mý? Bilemez ki. Ona birisi miskler saçsa onu da kendisinden bilir, sevgilinin
lutfundan deðil!
Hasýlý ey gözü açýk kiþi, bu iki göz, sana yüzlerce anadýr, yüzlerce baba!
Hele gönül gözü yok mu? O, bu göze nispetle yetmiþ kat azizdir, yetmiþ derece
kuvvetlidir... bu iki duygu gözü, onun nimetiyle geçinmededir. Yazýklar olsun ki yol
kesiciler oturmuþlar, dilime yüzlerce düðüm vurmuþlardýr! Ayaðý baðlý olan, nasýl
rahvan gidebilir!Aðýr bir baðdýr bu... mazur gör!
Ey gönül, bu söz, kýrýk dökük geliyor. Bu söz incidir, Allah gayreti de deðirmen. Ýnci
küçük ve kýrýk bile olsa hasta göze tutya olur. Ey inci, kýrýldýðýna acýnma... kýrýlmakla
parlayacak apaydýn olacaksýn! Böyle o kýrýk dökük söylenecek... fakat Allah ganidir,
sonunda onu düzgün bir hale getirir. Buðday, kýrýldý,ufalandýysa zayi olmadý ya... un
haline geldi de dükkana girdi, ekmek oldu.
Ey aþýk, senin de suçun belli oldu... artýk suyu yaðý býrak da kýrýk dökük bir hale gel!
Adem’in has çocuklarýna mahsustur bu... onlar, “Rabbimiz, biz nefsimize
zulmettik”derler.
Sen de hacetini arz et, lanetlenmiþ yüzsüz iblis gibi delil getirmeye kalkýþma! Yok
eðer yüzsüzlük, Ýblis’in ayýbýný örttüyse sen de inada giriþ, yüzsüzlükte bulun, bu
yolda çalýþ, didin!
Ebucehil, Peygamber’den, kindar Oðuz Türk’ü gibi bir mucize istedi. Fakat Allah
Sýddýk’ý mucize istemedi, bu yüzün sahibi zaten doðrudan baþka bir þey söyleyemez ki
dedi. Sen nerede, senin gibi birisinin benliðe düþerek benim gibi bir sevgiliyi sýnamasý
nerede?
Ynt: Mesneviden Hikayeler IV By: armi Date: 29 Ocak 2010, 12:20:28
SINAMA
Allah’yý ululamayý bilmeyen bir inatçý, bir gün Murtaza’ya dedi ki: “Peki yüksek bir
yapýnýn damýndasýn... ey aklý baþýnda olan, Allah’nýn koruyacaðýný biliyorsun deðil
mi?” Murtaza, evet dedi... o koruyucudur, ganidir... bizim varlýðýmýzý, bizi ta
çocukluðumuzdan adamlýðýmýza kadar hep o korur, o görüp gözetir!
Yahudi, peki dedi... mademki öyledir, kendini bu damdan aþaðýya at... Allah’nýn
koruyuculuðuna tamamý ile güven! Kendini aþaðýya at da ben de adamakýllý inandýðýný
anlayayým, güzelim inanýþýný, deliliyle göreyim!
Müminler emiri ona dedi ki: sus, defol git de bu cüret yüzünden canýn belaya
sataþmasýn! Kulun, iptilalara düþerek Allah’yý sýnamasý hiç yaraþýr mý? A nadan, a
budala, kulun ne haddi vardýr ki edepsizliðe kalkýþýp Allah’yý sýnamaya giriþsin?
Sýnama Allah’ya yaraþýr... O, kullarýný her an sýnar durur. Bu sýnamayla da içimizde
gizlediðimiz inanýþlarýmýzý bize apaçýk gösterir. Adem, bu suçla, bu hata ile Hakk’ý
sýnadým dedi mi hiç? “Padiþahým, senin hilmin nereye kadardýr? Onu görmek istedim”
gibi bir söz söyledi mi hiç? Ah, bu mecal kimde var, kimde? Senin aklýn þaþmýþ, pek
sersemlemiþsin... özrün günahýndan beter!
Gök kubbeyi yücelteni sýnamak ha! Sen, bunu ne bilirsin ki? A hayrý, þerri bilmeyen,
sen kendini sýna, baþkasýný deðil! Kendini sýnadýn mý baþkalarýný sýnamadan
vazgeçersin. Þeker parçasý olduðunu bildin mi, þeker yapýlan ve satýlan yere layýk
olduðunu da bilirsin.
Sýnamaksýzýn þunu bil ki Allah, yersiz, zamansýz þeker göndermez sana. Sýnamaksýzýn
þunu bil ki eðer baþsan Allah, seni ayakkabý konan yere göndermez! Akýllý kiþi, hiç
deðerli bir inciyi abdes hane de sidik gölcüðüne atar mý? Anlayýþlý hakim bile buðdayý
saman ambarýna göndermez.
Mürit, önden giden, kýlavuz olan þeyhi sýnamaya kalkýþýrsa eþektir. Din yolunda onu
sýnamaya kalkýþtýn mý a hakikatten haberi olmayan, sen sýnanmýþ olursun... Senin
cüretin, senin bilgisizliðin çýrçýplak olur, aleme yayýlýr... yoksa o, bu araþtýrmayla
nereden anlaþýlýr; nasýl meydana çýkar?
A yiðidim, bir zerre, kalkar da daðý tartmaða giriþirse terazisi parçalanýr gider!
Onlarda kendi akýllarýnca bir terazi düzenler de Allah erini o teraziyle tartmaða
kalkarlar! Halbuki o, akýl terazisine bile sýðmaz... akýl terazisini bile kýrar, parçalar!
Onu sýnamak, ona emrine göre hükmetmek gibidir... öyle bir padiþaha buyruk
buyurtmaya kalkýþma sakýn!
Hiç ressamlar, öyle bir ressamý sýnayabilir, öyle bir ressama hüküm yürütebilir mi?
Eðer ressama bir sýnama belirdiyse, ressam bir sýnama bilgisine sahip olsaydý onu da
çizen yine o ressam deðil midir? Artýk o ressamýn bilgisindeki suretler nazaran bu
ressamýn çizdiði suret nedir ki?
Sana bir sýnama vesvesesi geldi mi onu kötü talih bil... gelip çatmýþ, boynunu
vurmuþtur! Böyle bir vesveseye uðradýn mý çabucacýk Allah’ya dön secdeye var...
Secde yerini gözyaþýnla ýsla... ey Allah, beni bu þüpheden kurtar de! Sýnamayý diledin
mi iþte o zaman din mescidin keçiboynuzuyla dolu demektir!
MESCÝT-Ý AKSA
Davut iyiden iyi taþla Mescid-i Aksa’yý yapmaya niyetlendi, bu niyetle daraldý, bu iþe
giriþmeyi iyice kurdu. Allah, “Bu iþten vazgeç... bu mescidi sen yapamazsýn. Ey
seçilmiþ kiþi, Mescid-i Aksa’yý senin yapmaný biz takdir etmedik” diye kendisine vahiy
etti.
Davut “Ey sýrlarý bilen Allah, suçum nedir? Neden mescidi yapma diyorsun bana?”
dedi. Allah dedi ki: “Suçsuzsun, suçun yok ama kanlara girmiþsin... mazlumlarýn
kanlarýný boynuna almýþsýn! Senin sesinden sayýsýz halk can verdi; sayýsýz halk, ona av
oldu! Sesin bir hayli kana girmiþ, canlar yakan güzel naðmelerin bir hayli adamý
canýndan etmiþtir!”
Davut dedi ki: “Senin maðlubundum, senin sarhoþundum... elim, senin kuvvet ve
kudretinle baðlýydý. Padiþah maðlup olana acýnmaz mý? Maðlup, adeta yok demek
deðil midir?
Allah buyurdu ki: Bu maðlup, öyle bir yoktur ki vara nispetle zahiren yok olmuþ
deðildir, iyice anlayýn bunu! Bu çeþit yok olan, kendinden geçmiþ, var olanlarýn en
iyisi, en ulusu olmuþtur.
O, Allah sýfatlarýna nispetle yoktur... fakat hakikatte ona yoklukta bir varlýk vardýr.
Bütün ruhlar onun tedbirindedir... bütün cesetler onun hükmündedir. Bizim lutfumuza
maðlup olan iradesiz, ihtiyarsýz ve aciz kalmýþ deðildir; o, bizim sevgimizde ihtiyar
sahibi olmuþtur.
Zaten ihtiyar ve iradenin sonu da budur, yani insanýn mevhum irade ve ihtiyarýnýn bu
makamda yok oluþudur. Zaten nihayet o, mevhum varlýktan mahvolmasaydý hiçbir
ihtiyar ve iradeden lezzet alamaz, zevk bulamazdý.
Dünyada ister yenecek lokma olsun, ister içilecek bir þey... onun lezzeti, lezzetten
kesilmesinin fer’idir. (Ýnsan, yediði, içtiði þeylerin lezzetini kaybetmedikçe yiyeceði ve
içeceði þeylerden lezzet alamaz. Maddi lezzetlerden kesilmedikçe manevi lezzeti
bulamaz) Lezzetten geçen gerçi bütün lezzetlere aldýrýþ etmez bir hale gelir ama
hakikatte kendisi lezzet kesilir, lezzetten hiç ayrýlmaz olur!
Bu iþ senin zorunla, senin kuvvetinle olmayacak ama o mescidi, oðlun yapacak! Ey
hikmet sahibi, onun yaptýðý senin yaptýðýndýr... evveline evvel olmayan bir zamandan
beri inananlar, birbirlerinin aynýdýr, birdir onlar! Ýnananlar sayýlýdýr, çoktur ama iman
birdir... cisimleri çoktur ama canlarý tektir.
Ýnsanda öküzün, eþeðin anlayýþýndan ve canýndan baþka bir akýl, baþka bir can vardýr.
O deme eriþen, o makamda Allah velisi olan kiþide de, insandaki candan, akýldan
baþka ve ayrý bir can ve akýl vardýr. Hayvani canlarda birlik yoktur... bu birliði rüzgarýn
ruhunda arama!
Bu hayvani can, ekmek yese insani ruhun karný doymaz; bu yük çekse o, sýkýntý
çekmez! Hatta onun ölümüyle bu hayvani ruh, neþelenir, sevinir... insani ruhun bir þey
elde ettiðini görünce de hasedinden ölür!
Kurtlarýn, köpeklerin caný, hep ayrý ayrýdýr. Bir olan Allah aslanlarýnýn canlarýdýr.
Canlarý diye cemi sýrasýyla söyledim... çünkü o bir tek can, cisme nispetle yüz olur!
Gökteki bir tek güneþin bir tek nuru da ev içlerine vurunca yüzlerce nur olur ya!
Fakat ortadan duvarlarý kaldýrdýn mý hepsinin de nuru bir olur. Evlerin temelleri
kalmadý mý müminler bir tek insana döner, bu sýr meydana çýkar. Bu sözden farklar
belirir, müþküller doðar... çünkü hakikatte buna benzemez bu iþ ki; bu bir misaldir.
Aslanla yiðit bir Ademoðlu arasýnda sonsuz farklar vardýr. Fakat ey hoþ gün gören kiþi
misal getirildiði zaman aradaki birlik, yiðitlik ve canla baþla oynama bakýmýndandýr.
Çünkü o yiðit, her bakýmdan aslanýn misli deðildir, nihayet yiðitlik bakýmýndan aslana
benzer.
Bu alemde her bakýmdan bir olan bir nakýþ, bir suret yoktur ki sana mislini
göstereyim. Aklý þaþkýnlýktan kurtarayým diye yine nakýþ bir misale el atayým:
Geceleyin her eve bir kandil, bir mum korlar ve onun ýþýðýyla karanlýktan kurtulurlar
ya...O kandil, bu tene benzer, nuru da cana.
Kandil, fitile, þuna buna muhtaçtýr. Bu duygularýn o altý fitilli kandili, umumiyetle
uykuya, yemeye, içmeye dayanýr... o kandilin temeli, bunlardýr. Yiyip içmeden, yatýp
uyumadan yarým nefeslik bir zaman bile yaþayamaz... fakat yiyip yatmakla da
yaþayamaz! Fitili, yaðý olmadýkça bakasý yoktur; fakat fitille, yaðla da vefasý yoktur.
Çünkü sebebe baðlý olan, sebepsiz meydana gelmeyen ýþýðý, ölümü arar durur... nasýl
yaþayabilir ki aydýn gün, onun ölümüdür. Ýnsanýn bütün duygularýnýn da bakasý
yoktur... zira mahþer günü, hepsi de yok olur gider!
Fakat atalarýmýzýn duygu ve can ýþýðý, tamamý ile de ot gibi bitip ot gibi yitmez...
tamamý ile fani olmamýþtýr. Yalnýz güneþin nurunda yýldýzlarýn nuru ve ay ýþýðý
mahvolur ve görünmez! Pirenin ýsýrmasýndan meydana gelen yanýþ, dert ve zahmet,
yýlan ýsýrýnca mahvolur ya!
Çýplak adam arýlarýn sokmasýndan kurtulmak için suya atlar ya! Arýlar adamýn
tepesinde dolaþýr dururlar... baþýný bir çýkardý mý hiç affetmezler, hemen sokarlar!
Allah’yý anýþ sudur, zamanede þu kadýnýn, bu erkeðin anýlýþý da arý!
Allah’yý anýþ suyuna dal, nefesini tut, sabret de eski düþüncelerden, vesveselerden
kurtul! Ondan sonra da sen, tepeden týrnaða kadar o arý duru suyun tabiatýna
bürünürsün... Öyle bir hale gelirsin ki o kötü arý, sudan nasýl kaçar, çekinirse senden
de öyle kaçar, öyle çekinir!
Sonra dilersen sudan uzaklaþ... içten suyun tabiatýna sahip olursun, hakikatte ondan
ayrýlmamýþ sayýlýrsýn! Dünyadan geçen kiþilerde yok olmamýþlar, fakat Allah
sýfatlarýna bürünmüþlerdir. Onlarýn sýfatlarý, Hak sýfatlarýna karþý, güneþin
karþýsýndaki yýldýzlara dönmüþtür.
A inatçý Kuran’dan buna delil istiyorsan oku: “Onlarýn hepsi huzurumuzdadýr!”
Haklarýnda “Huzurumuzdadýr” denenler yok olamazlar, iyi dikkat et de ruhlarýn
bakasýný iyice anlayasýn! Bakadan mahcup olan ruh azaptadýr, Allah’ya vasýl olan
ruhsa baka aleminde hicaplardan kurtulmuþ bir haldedir.
Ýþte bu hayvani duygu kandilinden ne murat edilmiþse, bu kandilin hakikati neyse
sana söyledim... kendine gel de sakýn bu hayvani duyguyla ruh arasýnda bir birlik
tasavvur etme! Çabuk, ruhunu, yolcularýn kutlu ruhlarýna ulaþtýr!
Yüz tane kandilin olsa ister sönsünler, ister yansýnlar, deðil mi ki hepsi ayrý ayrýdýr...
bir olamazlar! Ýþte bu yüzden bizim ashabýmýz, hep savaþtadýr... fakat peygamberlerin
birbirleriyle savaþtýklarýný kimsecikler duymamýþtýr.
Çünkü peygamberlerin nurlarý güneþtir; duygu ýþýðýmýzsa kandil, mum ve is! Biri
söner, öbürü gündüze kadar kalýr... biri yanýp erir, öbürü parlar durur! Hayvani can
gýda ile dirilir...her iyi kötü þeyle de ölüverir! Fakat bu kandil söndü, ortadan kalktý mý
komþunun evi neden karanlýk kalsýn?
Madem ki o evin ýþýðý, bunun ýþýðý olmaksýzýn da duruyor... þu halde her evin duygu
ýþýðý ayrý ayrýdýr. Bu hayvani canýn misalidir... Rabbani canýn deðil! Gece Hindusundan
ay doðdu mu ýþýðý, her pencereden vurur, her tarafý aydýnlatýr!
O yüzlerce evin ýþýðýný sen, bir say... çünkü ay battý mý bu evin sönüp öbürününki
kalmaz. Parlak güneþ tan yerinde durdukça ýþýðý her eve konuk olur. Fakat can güneþi
battý mý bütün evlerin nuru kaybolur, gidiverir! Bu söz nurun misalidir, misli deðil...
sana doðru yolu gösterir, düþmanýn da yolunu vurur!
O münkir, o kötü huylu, örümcek gibi kokmuþ aðlar kurar... Tükürüðü ile nura perde
gerer; fakat kendi anlayýþ gözünü kör eder. Atýn boynunu tutarsa murat alýr,
maksadýna eriþir... fakat ayaðýný yakalarsa tekmeyi yer!
Gemsiz ve serkeþ ata pek yaklaþma... kendine aklý ve dini kýlavuz et, onlara uy
vesselam! Bu azmini sakýn hor görme, ehemmiyetsiz sanma... bu yolda sabýr lazým,
çekilecek mihnetlere tahammül gerek!
Süleyman, Kabe gibi temiz, Mina gibi yüce olan o yapýya baþladý. Yapýsýnda
tekellüflerde bulundu... öbür yapýlar gibi rasgele ve deðersiz ve deðersiz bir yapý
deðildi o! Yapý için daðdan kesilen her taþ, apaçýk “Önce beni götürün” derdi.
Adem’in yoðrulduðu su ve toprak gibi o yapýnýn her kerpicinden nur parladý. Taþ,
hammalsýz geliyordu... o kapý, o duvarlar, adeta canlýydý. Allah daima der ki: Cennetin
duvarlarý, bu duvarlar gibi cansýz ve çirkin deðildir.
Ten kapýsý, ten duvarý gibi uyanýktýr... cennet evi de diridir; çünkü padiþahlar
padiþahýna mensuptur orasý! Aðaç da cennet ehliyle konuþur, söz söyler, meyve de,
akan duru sular da! Çünkü cenneti aletle yapmamýþlardýr ki... orasý amellerden,
niyetlerden yapýlmadýr. Bu yapý ölü sudan, ölü topraktan yapýlmýþtýr; o yapý diri
ibadetlerle kurulmuþtur. Bu aslýna benzer, daðýnýklýklarla doludur... o da aslý olan
ilme, amele benzer!
Oradaki taht da, köþk de, taç da, elbise de cennet ehline sorular sorar, cevaplar verir!
Döþemesi, döþeyen olmaksýzýn döþenmiþtir... o ev, süpürgesiz süpürülmüþ,
temizlenmiþtir! Gönül evine bak! Gamla tozlandý mý süpürgeci olmaksýzýn tövbeyle
süpürülür, arýnýr.
O yurdun tahtý, kimse taþýyýp götürmeksizin gider yürür... kapý halkasý da güzel
seslerle þarkýlar söyler, çalgýlar çalar, kapý da!
Gönülde de o ebediyet yurdu olan cennetin diriliði var... fakat ne fayda, dilime
gelmiyor ki, söyleyemiyorum ki! Süleyman her sabah çaðý halký irþad için mescide
girdi mi, Gah sözle, gah nameyle, sazla gah iþle, yani rüku ederek, yahut namaz
kýlarak halka öðüt verirdi.
Ýþle olan öðüt, halký daha ziyade çeker... çünkü bu öðüdü saðýrlarýn bile can kulaklarý
duyar! Sonra bu öðüt de emirlik vehmi de az olur... bu yüzden halka adamakýllý tesir
eder!
HALÝN VERDÝÐÝ
Osman, halife olur olmaz hemen koþup minbere çýktý. Ulular ulusu peygamberin
minberi üç basamaktý. Ebubekir, minbere çýkýnca ikinci basamaða, Ömer de
zamanýnda Ýslama ve dine saygýsý dolayýsýyla üçüncü basamaða oturmuþtu.
Osman’ýn devri gelince o üst basamaða çýktý, o bahtý kutlu, oraya oturdu. Herzevekilin
biri ona sordu: “Ýlk iki halife, Peygamberin yerine oturmadýlar. Sen nasýl oldu da
onlardan üstün olmaya kalkýþýyorsun? Halbuki mertebe bakýmýndan onlardan aþaðýsýn
sen.”
Osman dedi ki: “Üçüncü basamaða otursaydým beni Ömer’e benziyorum sanýrlardý.
Ýkinci basamaða otursaydým diyebilirlerdi ki bu Ebubekir’e benziyor, onun misli!
Bu üst basamak, Mustafa’nýn makamý... o padiþaha benzememe zaten imkaný yok.
Ondan sonra o merhametli halife, hutbe okuyacak yerde ta ikindiye yakýn bir zamana
kadar sustu kaldý. Kimsede, hadi okusana diyecek bir kudret de yoktu, mescitten çýkýp
gidecek kudret de!
Halkýn ileri olanlarýna da bir heybet çökmüþtü, bayaðýlarýna da. Mescidin içi, damý
nurla dolmuþtu! Can gözü açýk olanlar o nuru görüyorlardý... býrak onlarý, körler bile o
nurla hararete gelmiþ çoþmuþlardý!
Körün gözü, güneþin doðduðunu hararetinden anlar. Fakat bu hararet, her duyulanýn
hakikatý görülsün diye gözü açar... ve hararetinde bir sýkýntý bir hal vardýr... hakiki
güneþin hararetiyle gönlü açar, gönüle bir ferahlýk, bir geniþlik verir!
Kör, evveline evvel olmayan Allah nuruyla hararetlendi mi ferahýndan, ben
görüyorum, gözlerim açýldý benim der. Güzelim, adamakýllý ve hoþ bir sarhoþluktur
bu...yalnýz can gözünün açýlmasý için aþýlacak az bir yol vardýr.
Bu körün güneþten nasibidir...Allah doðrusunu daha iyi bilir ya... bunun gibi belki
yüzlerce nasibi de var! O nuru gören kiþinin ahvalini anlatmak, hiç Ebu Ali Sina’nýn
harcý mýdýr? Yüz kat kuvvetli bile olsa bu dil, kim oluyor ki eliyle görüþ perdesini
oynatmaya kalkýþýyor? Perdeye elini sürerse vay ona... Allah kýlýcý elini kesiverir!
Hatta el de nedir ki? Bilgisizliðinden serkeþlik eden baþý bile keser, koparýr! Bunu söz
olsun diye söyledim... yoksa onun eli nerede, o nerede? Hani derler ya ... teyzenin
tenasül aleti olsaydý dayý olurdu, iþte bu sözde onun gibi!
Dilden, sýnýklýktan arýnan göze... söylenen nakledile gelen sözden görülen,bilinen
hakikate yüz binlerce yýllýk yol var desem yine de az söylemiþ olurum! Fakat kendine
gel, sakýn gökyüzünün nurundan ümit kesme... Allah dilerse o nur, bir anda sana
eriþiverir!
Mesela yýldýzlarýn madenlere yüzlerce tesiri vardýr... Allah kudreti onu, madenlere her
an ulaþtýrmadadýr. Gökyüzünde bir yýldýz olan güneþ, karanlýklarý giderir... Allah
güneþiyse Allah sýfatlarýnda daimidir.
Ey yardým isteyen, güneþin tesiri, beþ yüzyýllýk yola olan gökten yeryüzüne geliverdi
ya! Zuhale üç yüz bin beþ yüz yýllýk, hatta daha da nice fazla bir yol var... fakat tesiri,
anbean görünüp durmada!Dilerse Allah, güneþ doðunca gölgenin dürülüp kaybolduðu
gibi onun da tesirini dürer kaybeder... güneþe karþý gölgenin ne deðeri olabilir?
Yýldýz gibi tertemiz ruhlar, gökyüzündeki yýldýzlara feyiz verir, yardým eder!Görünüþte
o yýldýzlar, bizim varlýðýmýza, saðlýðýmýza sebeptir ama hakikatte bizim batýnýmýz,
bizim içyüzümüz, gökyüzünün durmasýna, varlýðýna sebeptir!
ÝNSAN ALEMDÝR
Surette sen küçük bir alemsin ama hakikatte en büyük alem sensin. Görünüþte dal,
meyvenin aslýdýr; fakat hakikatte dal, meyve için var olmuþtur. Meyve elde etmeye bir
meyli, meyve elde etmeye bir ümidi olmasaydý hiç bahçývan, aðaç diker miydi? Þu
halde meyve, görünüþte aðaçtan doðmuþtur ama hakikatte aðaç, meyveden vücut
bulmuþtur.
Mustafa, onun için “Adem’le bütün peygamberler, benim ardýmda ve sancaðýmýn
altýndadýr” dedi. O hünerler sahibi, onun için “Biz, sonda gelen, fakat en ileri giden ve
ön dölü alanlarýz” buyurdu.
Suret bakýmýndan ben Adem’den doðmuþum ama hakikatte onun atasýnýn atasýyým
ben! Melekler bana secde ettiler... Adem, benim ardýmdan yürüdü, yedinci kat göðün
üstüne çýktý! Hakikatte babam, benden doðdu...aðaç, meyveden vücut buldu.
Ýlk düþünce, iþ aleminde son olarak zuhur etti. Hele vasfa mazhar olan düþünce! Hasýlý
bir an içinde gökten nice kervanlar gelmekte, göðe nice kervanlar gitmektedir! Bu yol
bu kervana uzun gelmez... ova, üstün gelen kiþiye geniþ gelir mi hiç?
Gönül her an Kabe’ye gitmekte... benden de Allah lutfu ile gönlün tabiatýna
bürünmede! Bu uzunluk, kýsalýk, bedene göredir... Allah’nýn bulunduðu yerde uzunun,
kýsanýn lafý mý olur? Allah, cismi tebdil etti mi gayri fersaha bile bakmadan yürür
gider!
Ey yiðit, lafý býrak gayri! Þimdi yüzlerce ümit var, hemen adým ata gör! Gözünü bir
yumdun mu bakarsýn ki gemide oturmuþsun, uyuyorsun... öyle olduðu halde yol
almadasýn!
Peygamber, bunun için “Ben; zamane tufanýna gemi gibiyim; Biz ve ashabým, Nuh’un
gemisine benzeriz. Kim bu gemiye el atar, kim bu gemiye girerse kurtulur” buyurdu.
Þeyhle beraber olunca kötülüklerden uzaksýn... gece gündüz gitmektesin; gemidesin.
Canlar baðýþlayan cana sýðýnmýþsýn... gemiye girmiþ,uyuyorsun; öyle olduðu halde yol
almaktasýn!
Zamanýn peygamberlerinden ayrýlma... kendi hünerine, kendi dileðine pek güvenme!
Aslan bile olsan deðil mi ki kýlavuzsuz yol almaktasýn; kendini görüyorsun, sapýksýn,
hor hakirsin. Ancak þeyhin kanatlarýyla uç da þeyhin askerlerinin yardýmýný gör! Bir
zaman olur, onun lutuf dalgalarý, sana kanat kesilir; bir an gelir, kahýr ateþi seni taþýr,
götürür! Kahrýný, lutfunun zýddý sayma pek...tesir bakýmýndan ikisinin de birliðini gör!
Bir zaman seni toprak gibi yeþertir...bir zaman seni sevgilinin havasýyla doldurur,
þiþirir! Arifin bedenine cemat vasfýný verir de orada neþeli güller, nesrinler bitirir!
Fakat bunlarý o görür, baþkasý deðil... temiz içten baþka hiçbir þey, cennetin kokusunu
alamaz!
Ýçini, sevgiyi inkardan arýt da orada onun gül bahçesindeki reyhanlar bitsin! Ýçini arýt
da Muhammed’in Yemen ülkesinden Rahman kokusunu aldýðý gibi sen de benim
sevgilimin ebedilik kokusunu bul! Miraç edenlerin safýnda durursan yokluk, seni Burak
gibi göklere yüceltir. Yere mensup ve ancak aya kadar yüceltebilecek miraç deðildir
bu... kamýþý, þekere ulaþtýran miraca benzer!
Bu miraç, buðunun göðe aðmasý gibi bir miraç deðildir... ana karnýndaki çocuðun bilgi
ve irfan derecesine ulaþmasýna benzer! Yokluk küheylaný, ne de güzel bir buraktýr...
yok olduysan seni varlýk makamýna götürür!
Daðlar, denizler ancak týrnaðýna dokunabilir; o derece süratlidir... duygu alemini
derhal geride býrakýverir! Ayaðýný gemiye çek de can sevgilisine giden can gibi
oturduðun yerde yürüye dur!
Elsiz, ayaksýz evveline evvel olmayan Allah’ya kadar git... canlarýn, yokluktan elsiz
ayaksýz varlýk alemine koþtuklarý gibi! Duyan, gaflet uykusunda olmasaydý, can kulaðý
açýk bulunsaydý sözde kýyas perdesini yýrtardýn ya!
Ey felek, onun sözlerine inciler saç... ey cihan onun cihanýndan utan! Eðer inciler
saçarsan incilerin yüz kat fazlalaþýr... camit cismin görür, sevilir bir hale gelir. O
saçtýðýn incileri kendin için saçtýn demektir... Çünkü her çeþit sermayen yüz misli
artar!
BELKIS´IN HEDÝYESÝ
Belkýs’ýn hediyesi kýrk katýr yükü altýn kerpiçti. Hediyeleri getirenler, Süleyman’ýn
saray meydanýna girince bir de gördüler ki yer, tamamý ile halis altýnla döþenmiþ! Altýn
üstünde tam kýrk konaklýk yol aldýlar...Artýk altýn gözlerine su gibi bile görünmüyordu,
o kadar ehemmiyetsiz bir hale gelmiþti.
Defalarca bu altýnlarý, getirdiðimiz yere götürelim... biz ne olmayacak iþ yapýyoruz;
Topraðý bile halis altýn olan bir yere hediye olarak altýn götürmek aptallýktýr dediler.
Ey Allah’ya aklý hediye götüren, akýl, orada yoldaki topraktan da aþaðýdýr!
Hediyenin makbule geçmeyeceðini anladýklarýndan utangaçlýklarý, adeta onlarý gerisin
geriye itmekteydi! Sonra yine dediler ki: Ýster makbule geçsin, ister geçmesin... bize
ne? Biz emir kuluyuz!
Altýn olsun toprak olsun...biz, götürmeye mecburuz... buyruk verenin buyruðunu
yerine getirmek mecburiyetindeyiz. Geri götürün derlerse yine fermana uyar,
getirdiðimiz hediyeyi geri götürürüz!
Süleyman, hediye getirenleri ve getirdikleri hediyeyi görünce gülmeye baþladý. “Ben,
sizden tirit istedim mi ki? Ben,bana hediye verin demedim; hediyeye layýk olun dedim.
Bana gayb aleminden eþi görülmedik hediyeler gelmekte... öyle hediyeler ki insan,
onlarý istemeye niyetlense aklýna bile getiremez!
Siz, yer altýndaki madeni altýn haline getiren bir yýldýza, güneþe tapýyorsunuz... o
yýldýzý yaratana yüz tutun! Deðeri yüce olan canýnýzý hor hakir ederek gökteki güneþe
tapýyorsunuz. Güneþ Allah emriyle bizim aþçýmýzdýr, çiyleri piþirir... artýk ona Allah
dersen aptallýktýr bu!
Güneþ tutulursa ne yaparsýn? Ondaki o karaltýyý nasýl giderirsin? Nihayet yine Allah
tapýsýna yüz vurup ya Rabbi. O karaltýyý gider, yine ona nurunu ver demez misin? Gece
yarýsý seni öldürmeye kalkýþsalar aðlayýp yalvaracaðým, yahut aman dileyeceðim
güneþ nerede?
Hadiselerin çoðu da hep geceleyin olur... halbuki geceleyin taptýðýn Allah ortada
yoktur. Allah’ya gönül doðruluðu ile eðilirsen yýldýzlardan kurtulur, Allah’ya mahrem
olursun! Mahrem oldun mu sana aðýz açar, sýrlarý söylerim... bu suretle gece yarýsý bir
güneþ görürsün sen!
Onun, temiz ruhtan baþka doðuþu... yok doðmasýnda da geceyle gündüz farký olamaz.
Gündüz, onun doðduðu zamana derler... geceleyin doðdu, parladý mý ortada gece
kalmaz. Bu görünen güneþ, o güneþin önünde adeta güneþe karþý zerre nasýl
görünürse öyle görünür!
Alemi aydýnlatan, parlatan bu güneþin gözü, o güneþi görünce kamaþýr þaþýrýr kalýr!
Arþýn nuruna... arþýn o sonsuz ve hadsiz ýþýðýna karþý bu güneþi bir zerre gibi
görürsün! Göze Allah’dan bir kuvvet gelince zahiri güneþi hor ve yoksul görür, bayaðý
bulursun! Allah, öyle bir kimyagerdir ki onun bir tesiriyle duman, yýldýz haline
gelmiþtir...
Öyle bir görülmedik iksiri vardýr ki karanlýðý güneþ haline getirmiþtim. Bir acayip
sanatkardýr ki bir sanatýyla zühale bu kadar hassa vermiþtir... artýk sen öbür can
yýldýzlarýyla can incilerini de var, buna kýyas et!
Duygu gözü, güneþe zebundur; ilahi bir göz ara, ilahi bir göz bul da, Onun bakýþýna
karþý þimþekler saçan güneþin nurlarý zebun olsun! O bakýþ nura mensuptur, bu bakýþ,
nara... ateþ, nura karþý adamakýllý kara görünür!
Þeyh Abdullah-ý Maðribi dedi ki: “Altmýþ yýldýr ben gece nedir, görmedim. Bu altmýþ yýl
içinde ne gündüz, ne de gece... hiçbir sebeple bir karanlýða düþmedim.” Sofiler de
þeyhin sözünün doðruluðunu söylemiþler, demiþlerdi ki: “Geceleri ardýnda giderdik.”
Dikenlerle, çukurlarla dolu olan çöllerde yürürdük... o, dolunay gibi önümüzde giderdi.
Yüzünü geriye çevirmeden gece vakti, “Dikkat edin, önünüzde çukur var, sola doðru
yürüyün” derdi. Bir an sonra da “Saða gidin, ayaðýmýzýn altýnda diken var”diye
seslenirdi.
Gündüz olur, biz ayaðýný öperdik... görürdük ki ayaklarý gelin ayaðý gibi! Ne topraktan
eser var, ne çamurdan... ne diken yýrtmýþ, ne taþ yaralamýþ! Allah, Maðribi’yi maþrýki
etmiþti... Batýyý ona doðu gibi nurlar saçan bir hale getirmiþti! Bu serkeþ güneþin
nuru, aþk meydanýnýn öyle bir atýdýr ki halkýn ileri gidenlerinin gününü de o korur, geri
kalanlarýn gününü de o!
O yüce nur nasýl korumaz ki binlerce güneþi izhar eden odur. Sen onun nuru ile
emniyet içinde yürüye dur... ejderhalar, akrepler arasýnda yol almaya bak! O pak nur,
senin önünde gider durur... her yol vuraný tutar, paramparça eder!
“Allah, kýyamet gününde Peygamberini utandýrmaz” ayetini doðru bil; “ Müminlerin
nurlarý, önlerinde ve saðlarýnda yürür yollarýný aydýnlatýr” ayetini oku! O nur
kýyamette çoðalýr ama Allah’dan o nuru burada da istemeli! Çünkü Allah istenen þeye
delalet etmeyi daha iyi bilir ama buluta da can nuru baðýþlar karanlýða da!
Süleyman Peygamber, o elçilere dedi ki: “Ey utanan elçiler, geri dönün ... altýn sizin
olsun; bana gönül getirin, gönül! Benim bu altýnlarýmý da alýn da o altýnlara ilave
edin... körlüðünüzü anlayýn da o altýnlarý katýrýn fercine sokun! Katýrýn ferci, altýn kilit
vurulmaya layýktýr... Aþýðýn altýnýysa sapsarý yüzüdür!
O yüz, Allah’nýn nazar ettiði yerdir... halbuki altýn madenine güneþ nazar eder! Maden
güneþ ýþýðýnýn nazargahýdýr. Þimdi de bana gelip çattýnýz, benim esirimsiniz ama yine
benim sizi yakalamamdan korkun, canýnýzý siper edin!
Taneye kapýlmýþ kuþ dam üstündedir ama kanadý açýk olduðu halde tuzaða
tutulmuþtur o! Mademki gönlünü canla baþla taneye verdi... sen onu tutulmadan
tutulmuþ bil! Taneye bakýp duruyor ya... sen o bakýþlarý, ayaðýna vurulan düðüm say!
Tane, sen þimdi bana hýrsýzlama bakýyorsun ama hele sabret; asýl ben seni
çalýyorum;O bakýþ, sonunda seni bana çekince anlarsýn ki ben senden gafil deðilim
der!
Toprak yemeyi adet edinmiþ olan birisi bir aktara gidip kelle þekeri almak istedi. O
hilebaz ve gönlü bozuk aktarýn terazisinde dirhem ve taþ yerine toprak vardý. Dedi ki:
Benim terazimin dirhemi topraktýr. Þeker almaya niyetin varsa sabret de dirhem
bulayým.
Adam “Mühim bir iþim var, þeker almam lazým... dirhemin ne olursa olsun, zararý yok”
dedi. Kendi kendisine de “Toprak yemeyi adet edinen kiþiye taþ nedir ki? Toprak
altýndan daha iyi! Hani o kýlavuz kadýn gibi...oðlum, pek güzel bir kýz buldum.
Pek güzel ama ondan baþka bir þey daha var:o namuslu kýz, helvacý kýzý demiþ de,
Evlenecek adam böyle olmasý daha iyi ya... helvacýnýn kýzý daha yaðlý, daha tatlý olur
demiþ! Onun gibi senin de taþ dirhemin yok da taþ yerine toprak kullanýyorsan daha
iyi ya... toprak benim gönlümün istediði meyve!” diyordu.
Aktar, terazisinin dirhem gözüne dirhem vazifesini gören taþ yerine toprak parçasýný
koydu. Öbür gözüne koymak üzere de o topraðýn aðýrlýðýnca þeker kýrmaya koyuldu.
Þekeri kesip kýracak bir aleti olmadýðý için biraz gecikti, müþteriyi de orada býraktý.
Aktarýn yüzü öbür yanaydý... toprak yemeyi adet edinmiþ olan müþteri, dayanamadý...
gizlice ve güya aktara göstermeden topraðý koparýp yemeye baþladý. Ansýzýn döner de
beni görüverir diye de korkmaktaydý.
Aktar, bunu gördü... gördü ama kendisini meþgul gösterdi. Diyordu ki: “A sararmýþ
suratlý, hadi biraz daha fazla çal! Topraðýmý çalýyorsan bana bir þey olmuyor; sen,
adeta kendi yanýndan et koparýyor, kendi etini yiyorsun!
Benden korkup duruyorsun ya eþekliðinden... ben de az yiyeceksin diye
korkmaktayým! Meþgulum ama kamýþýmdan sana fazla þeker verecek kadar da ahmak
deðilim ben! Alacaðýn þekeri görünce kimin ahmak ve gafil olduðunu anlarsýn, hele
dur”
Kuþ, o taneye baktýkça bakar, hoþlanýr ama tane de uzaktan o kuþun yolunu vurur!
Göz zinasýndan hoþlanýrsýn ama nihayet kendi yanýndan kopardýðýn eti kebap edip
yemiyor musun ki?Bu uzaktan bakýþ ok ve zehir gibidir... gittikçe sevgin artar, sabrýn
eksilir!
Dünya malý zayýf kuþlarýn tuzaðýdýr...ahiret mülkü, yüce kuþlarýn tuzaðý! Hatta bu
ahiret mülkü, yüce kuþlarýn tuzaðý! Hatta bu ahiret mülkü, öyle bir derin tuzaktýr ki
ulu kuþlarý avlar!
Ben Süleyman’ým, sizin mülkünüzü istemem... mülk istemek þöyle dursun, ben sizi,
helak edecek þeylerden kurtarýrým! Þimdi siz, malýn, mülkün esirisiniz... mala mülke
sahip olan kiþi, helak olmaktan kurtulan, mala, mala mülke esir olmayan kiþidir.
Halbuki ey aleme esir olan, aksine adýný bu cihanýn emiri taktýn!
Hakikatte sen, bu alemin esirisin, canýn, bu cihan hapsine düþmüþtür... öyle olduðu
halde niceye,bir kendine cihan sahibi deyip duracaksýn?
Ey, elçiler, tez sizi elçi olarak gönderiyorum... bu hediyeleri reddetmem, sizin için
kabul etmemden yeðdir. Belkýs’ýn yanýna gidince gördüðünüz þaþýlacak þeyleri, altýn
ovasýný hep söyleyin.
Söyleyin de benim altýna tamah etmediðimi, altýný yaratandan altýn elde ettiðimi
anlasýn. O Allah, öyle bir Allah’dýr ki dilerse bütün yeryüzünü baþtanbaþa altýn ve
deðeri biçilmez inci haline getirir.
Ey altýný seçen, onu seven, onun için Allah mahþer gününde bu yeryüzünü gümüþten
halk edecektir. Biz altýna aldýrýþ bile etmeyiz... sanatlarýmýz çok bizim; bütün
yeryüzündekileri altýn haline getiririz biz! Sizden altýn mý isteriz biz? Biz sizi kimyager
yaparýz.
Sebe mülkü bile olsa vazgeçin o dünya mülkünden... suyun topraðýn dýþýnda nice
mülkler var!
Senin taht dediðin þey, tahttan yapýlma tuzaktýr... konduðun yeri baþ köþe sanmýþsýn
ama kapýda kala kalmýþsýn!
Sen daha kendi sakalýna hüküm yürütemiyor, ona bile padiþahlýk edemiyorsun; artýk
nasýl olurda iyiye, kötüye padiþahlýk yapmaya, hüküm yürütmeye kalkýþýrsýn?
Ýstemediðin halde sakalýn aðarýyor... gayri ey eðri ümitli, sakalýndan utan!
Asýl o Allah mülk ve saltanat sahibindir, kendisine baþ eðene bu topraktan yaratýlan
dünya þöyle dursun, yüzlerce mülk, yüzlerce saltanat ihsan eder. Fakat Allah
tapýsýnda bir secde, sana iki yüz devlet ve saltanattan daha hoþ gelir.
Ben ne mal isterim, ne mülk... ne devlet isterim, ne saltanat... bana o secde devletini
ihsan et, yeter diye aðlayýp sýzlanmaya baþlarsýn! Cihan padiþahlarý, kötülüklerinden
dolayý kulluk þarabýndan bir koku bile almamýþlar.
Yoksa onlar da Edhem gibi, hemencecik coþarlar, sarhoþ olurlar, dünya saltanatýný
vurup kýrarlardý! Fakat Allah, bu alem dursun, mamur olsun diye gözlerini aðýzlarýný
kapamýþtýr. Bu suretle de onlara taht ve taç tatlý gelir, alemdeki halktan haraç alalým
derler...
Fakat haraç ala ala kum gibi altýn yýðsýn yine ölür, geberirsin, onlar senden arta kalýr!
Mal, mülk, devlet ve altýn, canýna yoldaþ olmaz... sen altýn ver de görüþünün
kuvvetlenmesi için sürme al! Bu sürmeyi çek de þu alemin daracýk bir kuyu olduðunu
gör; Yusufcasýna ipe el at!
Kuyudan çýkýp dama yücelince görenler, müjde, iþte bize bir köle desinler!
Kuyuda göz, akisler yapar, insana hayaller görünür... onlarýn en bayaðýsý þudur: Taþ
altýn þeklinde görünür! Oyun zamaný çocuklarda kýzýþýrlar... o taþ topaç kýrýklarýný altýn
ve mal görürler ya. Fakat Allah arifleri kimyager olmuþlardýr da onlara madenler bile
deðersiz görünür artýk! Süleyman Peygamber de savaþacaðý yerde Belkýs’ýn
adamlarýný ve askerini kendisine çekti.
Ey azizler dedi, çabucak gelin... çünkü cömertlik denizi dalgalanmaya baþladý.
Köpüren dalgalarý, her an kýyýya zararsýz, ziyansýz, yüzlerce inci atar!
Ey doðru yolu bulanlar, sala dedim size... Rýdvan, þimdicek cennet kapýsýný açtý.
Süleyman dedi ki: “ Ey elçiler, gidin, Belkýs’a varýn, onu bu dine inandýrýn! Deyin ki:
Hep buraya gelin... çabuk þüphe yok ki Allah, sizi esenlik yurduna çaðýrtmada!
Ey devlet isteyen, tez buraya gel... bu zaman, feyiz zamaný, kapýlarýn açýldýðý çað! Ey
dilemeyen sen de gel... sen de gel de bu vefalý sevgiliden dilek sahibi olasýn! Belkýs,
kendine gel, aklýný baþýna topla... yoksa fena olur. Askerin, sana düþman kesilir,
senden döner! Perdecin, perdeni yýrtar... canýn, canýna düþmanlýk eder! Yerdeki,
gökteki zerrelerin hepsi, sýnama çaðýnda Allah askeridir.
Yerli gördün ya, Ad kavmine ne yaptý! Suyu gördün ya, tufanda neler bitti! O kin denizi
Firavun’a ne iþler açtý... bu yeryüzü Karun’a ne iþler gösterdi! Ebabil kuþlarý, file neler
etti... sivrisinek, Nemrud’un baþýný nasýl yedi!
Davud, eliyle koca taþý kaldýrýp atýnca taþ tamam altý yüz parçaya bölündü, ordu da
bozguna uðradý! Lut’un düþmanlarýna taþ yaðdý da nihayet kara su içinde dalga yutup
boðuldular! Alemdeki cansýz þeylerin akýllýca peygamberlere ettikleri yardýmlarý
söylemeye kalkýþsam,
Mesnevi o kadar büyür ki kýrk deve bile aciz olur, çekemez! El, kafirin aleyhine
þahadette bulunur; Allah askeri olur, Allah’nýn buyruðuna baþ kor!
Ey iþte, güçte Allah’nýn zýddýna ders gösteren, kork... sen de Allah askerleri
arasýndasýn. Cüz’ünün cüz’ü bile ona uymuþtur, onun askeridir. Þimdi nifak yüzünden
sana muti görünür! Allah, gözüne, “Onu sýk” dese göz aðrýsý senin yüzlerce defa
kökünü kazýr!
Diþine “Ona bir ceza ver” dese bir de bakarsýn ki diþin, kulaðýný çekip burmaya baþlar!
Týp kitabýný aç da hastalýklar bahsini oku... ten askerinin neler yaptýðýný gör! Mademki
her þeyin canýnýn caný odur, canýn canýyla düþmanlýða giriþmek kolay mýdýr?
Belkýs, cin ve þeytan askerlerini bir tarafa býrak, çünkü onlar, benim emrime canla
baþla uyarlar, benim hükmümle saflar yararlar! Belkýs, önce saltanatý býrak... çünkü
beni buldun mu bütün devlet ve mal, mülk senin olur!
Yanýma gelince zaten anlayacaksýn ki bensiz bir hamam nakþýndan, hamamdaki bir
resimden ibaretmiþim! Resim, ister padiþah resmi olsun, ister zengin resmi ... deðil mi
ki resimdir, candan nasibi yoktur! O, baþkalarý için bezenmiþtir... beyhude yere aðzýný,
gözünü açmýþtýr.
Sen, kendi kendine savaþa giriþmiþsin... baþkalarýný kendin olarak tanýmamýþ,
anlamamýþsýn! Sen hangi surette rastlasan, bu, benim diye durup kalýyorsun ama
vallahi o, sen deðilsin! Bir zamancaðýz halktan uzaklaþsan, yapayalnýz kalsan ta
boðazýna kadar gama, endiþeye batarsýn.
Halbuki bu, nasýl sen olabilir? Sen o tek kiþisin; sen kendinin güzelisin, kendinin
dilberisin, kendinin sarhoþusun! Kendinin kuþu, kendinin avý, kendinin tuzaðýsýn...
kendinin baþ köþesi, kendinin döþemesi, kendinin damýsýn!
Cevher ona derler ki varlýðý, kendi kendine olsun... onunla var olan, onun feri bulunan
þey, arazdýr. Sen de Ademoðluysan onun gibi ol, bütün zürriyetleri kendinde gör!
Testide ne vardýr ki nehirde olmasýn... evde ne vardýr ki þehirde bulunmasýn!
Bu alem bir testidir, gönül de ýrmak suyuna benzer. Bu alem odadýr, gönülse
görülmedik ve þaþýlacak þeylerle dolu bir þehir!
Hemencecik gel... ben, seni davet eden bir elçiyim... ecel gibi þehveti öldürücüyüm,
þehvete esir deðil! Hatta þehvetin olsa bile þehvette emirim... bir güzelin yüzünü
görüp þehvet esiri olmam ben!
Aslýmýzýn aslý, Halil ve bütün peygamberler gibi putlarý kýran kiþilerdir. Ey esir, biz put
haneye girsek bile puta secde etmeyiz, put bize secde eder. Ahmet de put haneye
gitti, Ebu Cehil de... fakat bunun gitmesiyle onun gitmesi arasýnda pek büyük bir fark
var!
Bu put haneye girdi mi putlar baþ kor, secdeye kapanýr... o girdi mi ümmetler gibi
putlara secde eder! Þehvete mensup olan bu alem de put hanedir... Hem
peygamberlere yuvadýr, hem kafirlere! Fakat þehvet, pak kiþilere kuldur... halis altýný
ateþ yakmaz! Kafirler kalptýr, temiz kiþilerse altýna benzerler. Her iki kýsým da bu
potanýn içindedir.
Potaya kalp olan girdi mi hemen kararýr... altýn girdi mi altýnlýðý belli olur. Altýn, elini
kolunu açar da potaya atýlýr, ateþ içinde hoþ bir surette gülümser durur! Alemde
cismimiz, bizim yüzümüzü örtmektedir... biz, samanla örtülü deniz gibiyiz!
Din padiþahýna toprak diye bakma a bilgisiz! Melun Þeytan da Adem’e bu bakýþla
bakmýþtý. Sen söyle bana bakayým... hiç bu güneþ, balçýkla sývanabilir mi? Nura
yüzlerce toz toprak döksen yine görünür, yine baþ gösterir, parlar! Saman da nedir ki
suyun yüzünü örtsün! Toprak da kim oluyor ki güneþi kapatabilirsin!
Kalk ey Belkýs, Ethem gibi padiþahcasýna þu iki üç günlük saltanat dumanýný daðýt!
Ýþtiyak çekercesine Sebe’e ait hikayeyi söylüyorum... çünkü seher yeli, laleliðe esip
geldi! Bedenler vuslat günlerini buldu... çocuklar asýllarý olan analarýna, babalarýna
kavuþtular. Ümmetler içinde gizli olan aþk ümmeti, çevresini kýnamalar kaplamýþ
cömertliðe benzer.
Ruhlarýn aþaðýlanmasý, bedenler yüzündendir. Bedenlerin yüceliði, ruhlardandýr! Ey
aþýklar, arý- duru þarap sizindir, size sunulur. Baki olan sizsiniz, beka sizindir! Ey!
Yüreklerinde aþk derdi olmayanlar, kalkýn aþýk olun... iþte Yusuf’un kokusu gelmekte,
hemen koklayýn, o kokuyu alýn!
Ey Süleyman’a mensup kuþ dili, gel! Hangi kuþun sesi gelirse ona göre naðmeler düz!
Allah sesini kuþlara göndermiþtir... her kuþun naðmesini sana öðretmiþtir! Cebri olan
kuþa cebir dilince söyle ... kanadý kýrýlmýþ olana sabýrdan bahset! Sabreden kuþu hoþ
gör, affet... Anka’ya Kaf daðýnýn vasýflarýný oku!
Güvercine doðandan korunmasýný emret... doðana hilmi anlat, can yakmadan
çekinmesini söyle! Çaresiz kalan, nurdan mahrum olan yarasayý nura eþ et, nura aþina
kýl! Savaþan kekliðe sulh öðret... horozlara sabah çaðýnýn alametlerini göster!
Hüthütten karakuþa kadar bütün kuþlara böylece yol göster... Allah, doðruyu daha iyi
bilir!
Süleyman, Sebe’deki kuþlara bir ýslýk çalýnca hepsini kendisine bend etti. Ancak caný
ve kanadý olmayan, yahut balýk gibi aslýndan saðýr ve dilsiz olan müstesna! Hayýr...
yanlýþ söyledim, saðýr bile Allah vahyine karþý baþ koyup secde etse Allah ona duygu
ihsan eder.
Belkýs, canla, gönülle Süleyman’a gitmeyi kurdu... geçmiþ zamanlarýna acýklandý!
Aþýklarýn adý saný, arý namusu terk ettikleri gibi o da malýný, mülkünü terk etti. O nazlý
nazenin kölelerle cariyeler, gözüne porsumuþ, kokmuþ, çürümüþ soðan gibi
görünmeye baþladý.
Baðlar, köþkler, ýrmaklar, aþk yüzünden gözüne külhan gibi görünüyordu. Aþk, kýzýþtý
da akýn etti mi bütün güzeller, göze çirkin görünür. Aþk gayreti, zümrüdü bile insanýn
gözüne pýrasa kadar adi gösterir... Ýþte “La” nýn manasý budur.
Ey sýðýnacak yer arayan, “La ilahe illa Hu” budur... ay bile sana kararmýþ çömlek gibi
görünür! Belkýs da hiçbir mala hiçbir hazineye, hiçbir deðerli þeye ehemmiyet
vermiyordu... yalnýz tahtýndan geçememiþti.
Süleyman, Belkýs’ýn gönlündekini anladý... Çünkü Süleyman’ýn gönlünden Belkýs’ýn
gönlüne yol olmuþtu! Karýncalarýn sesini bile duyan, elbette uzaktakilerin feryadýný da
duyar. “Bir karýnca dedi ki” sýrrýný söyleyen, bu köhne kemerin, bu eski dünyanýn
sýrrýný da bilir.
Uzaktan gördü ki o kendisini bile teslim eden Belkýs’a, yalnýz tahtýndan ayrýlmak acý
geliyor! Bunun sebebini söylesem, tahtýna neden bu kadar aþýktý... anlatmaya
kalkýþsam söz uzar. (Belkýs, tahtla ayný cinsten deðildi... doðru, fakat) bu kalem de
duygusuzdur, katiple ayný cinsten deðildir ama ona munistir, eþtir, arkadaþtýr. Her
sanatýn aleti de böyle cansýzdýr ama canlý olan sanatkarýn munisidir.
Anlayýþ gözünde nem olmasaydý bu sebebi daha açýk anlatýrdým! Taht haddinden fazla
büyüktü; nakledilmesine imkan yoktu. Pek ince sanatlýydý... beden gibi eczasý, tamamý
ile birbirine bitiþmiþti... ayrýlýp götürülmesi de mümkün deðildi, kýrýlabilirdi.
Süleyman dedi ki: Sonunda tahttan da, taçtan da soðuyacak ya!can, birlik alemine
ulaþýr, o alemden baþ gösterirse birliðin nuruna karþý bedenin nuru kalmaz artýk. Ýnci
denizin dibinden çýktý mý denizdeki köpüklerle çer çöpü hor hakir görürsün!
Nurlar saçan güneþ doðdu, baþ gösterdi mi artýk akrebin kuyruðunda kim yurt tutmak
ister? Fakat bütün bunlarla beraber yine de onun tahtýný getirtmek lazým. Getirtmeli
de buluþtuðu vakit üzülmesin... çocukça dileði yerine gelmiþ olsun.
O taht bizce adi bir þey ama onca pek aziz...ne yapalým, hurilerin sofrasýnda birde
þeytan bulunsun! Hem o nazlý tahtý, sonradan Eyaz’a hýrkasýyla çarýðý nasýl ibret
olduysa ona da ibret olur! Bu tahta bakar da neye tutulduðunu, nereden nereye
geldiðini, ne haldeyken ne hale büründüðünü bilir,anlar!
Allah da topraðý, meniyi ve et parçasýný daima bizim gözümüz önünde tutmuyor mu? A
kötü niyetli bak... seni ne halden ne hale getirdim? Þimdi onlardan nefret ediyorsun
deðil mi? Sen o devirlerde o topraða, meniye, et parçasýna aþýktýn... o zamanlar bu
kerem ve ihsaný inkar ediyordun!
Önce toprak halindeyken ( ben nereden akýl ve ruh sahibi olacaðým diye) inkarda
bulunuyordun ya... bu kerem ve ihsan, o inkarýný gidermek içindir. Canlanman, evvelki
inkarýna karþý reddedilmez bir delildir... þu hastalýðýn dermandan da beter oldu ya!
Topraðýn bu iþi yapmasýna imkan mý var... meni, düþmanlýkta bulunur, inkara düþer mi
hiç? O zamanlar gönülsüz ve ruhsuzdun... bu yüzden düþünceyi de inkar ediyorsun,
inkarý da! Cemadken insan olacaðýný inkar edersin, þimdi de haþr olmayý inkar etmede
ayak diredin! Sen þuna benzersin: Adam gelir, kapýyý döver de ev sahibi, içerden “ Ev
sahibi evde yok diye baðýrýr. Kapýyý döven bu “Ev sahibi evde yok” sözünden anlar ve
ev sahibi içerdedir... halkadan elini çekmez!
Senin inkarýn da Allah’nýn cemad aleminden yüzlerce haþirde bulunduðunu, yüzlerce
can yarattýðýný gösterir, belli eder! Su ve topraðýn “Hel eta” dan inkar doðurmasýna
dek, (insanýn asli maddesi bile yokken nihayet sudan, topraktan meni haline gelip
duygu ve görgü sahibi olmasýna kadar) nice sýfatlar düzüldü, koþuldu!
Ýþte su ve toprak (yani insan) da (inkarda bulunuyor ama hakikatte) inkar
etmemekte... yalnýz o ev sahibi gibi “ o haber veren içerde yok” diye baðýrmakta!
Bunu yüz türlü açar, anlatýrým ama ince sözlerden insanýn aklý sürçer... onun için
vazgeçiyorum!
Bir ifrit dedi ki: Sen daha yerinden kalkmadan ben, tahtýný getiririm. Asaf da “ Ýsm-i
azam kudretiyle ben, bir anda bu tahtý buraya getiririm” dedi. Ýfrit, sihirde üstattý
ama o taht, Asaf’ýn nefesiyle geldi.
Belkýs’ýn tahtý derhal Süleyman’ýn huzurunda belirdi... fakat Asaf’ýn himmetiyle;
ifritlerin hilesiyle deðil! Süleyman, Allah’ya hamd olsun dedi... bu nimeti de alemlerin
Rabbi’nin lutfuyla gördüm, bunun gibi yüzlercesini de!
Sonra tahta baktý da dedi ki: Evet sen ahmaklarý aldatabilirsin ey aðaç! Nakþedilmiþ,
bezenmiþ tahta ve taþ önünde nice aptallar baþ kor, secde eder! Secde edenin de
canýndan haberi yoktur, secde edilenin de... ancak canýndan bir hareket ve azýcýk bir
eser görmüþtür, iþte o kadar!
Þaþýrýp kaldýðý sýralarda taþýn söz söylediðini, iþarette bulunduðunu görmüþ de
büsbütün hayretlere dalmýþtýr! O kötü kiþi, ibadet tavlasýný yerinde oynamamýþtýr da
bu yüzden taþtan aslaný sahici aslan sanmýþtýr. Hakiki aslan da, kereminden cömertlik
etmiþ, hemencecik köpeðin önüne bir kemik fýrlatýp atmýþ... O köpek, doðru özlü deðil
ama bizim kemik veriþimiz, umumi bir lutuftur, demiþtir
Kalk ey Belkýs, gel de devleti, saltanatý gör...Allah denizi kýyýsýnda inciler topla! Kýz
kardeþlerin, yüce göklerde oturuyor...sen neden murdar bir þeye padiþahlýk eder
durursun? O padiþahýn, kýz kardeþlerine yüce ve bol bahþiþlerden neler verdiðini hiç
bilir misin? Halbuki sen neþeyle “külhanýn padiþahý ve baþbuðu benim” diye davul
dövmedesin!
Ey süleyman, Mescid-i Aksayý yap, Belkýs’ýn kavmi namaza geldi! Süleyman, mescidi
yapmaya baþlayýnca cin ve insan, hepsi iþe koyuldu. Bir bölüðü aþkla, istekle... bir
bölüðü istemeyerek iþe giriþti. Týpký kullarýn Allah buyruðuna uymalarý, ibadet
etmeleri gibi!
Halk da cinlere benzer... þehvet, onlarý dükkana alýþ veriþe, mahsule ve yiyeceðe
çeken zincirdir. Bu zincir, korkudan ve þaþkýnlýktan yapýlmadýr... halký, zincirsiz ve hür
sanma! Bir bölüðünü kazanca, ava çeker... bir bölüðünü madene, denizlere sürükler!
Onlarý iyiye, kötüye çeker götürür... Allah, “boynunda liften örülmüþ bir ip var...
boyunlarýna bir ip attýk...o ipi, huylarýndan ördük, meydana getirdik... hiçbir pis ve
kötü, yahut temiz ve iyi kiþi yoktur ki amel defteri boynuna asýlmamýþ olsun”
demiþtir.
Kötü iþe hýrsýn, ateþe benzer...kömür, ateþin rengiyle güzelleþir. Kömürün karalýðý
ateþte gizlenir... ateþ söndü mü karalýk meydana çýkar! Kömür, senin hýrsýndan ateþ
haline geldi, ateþ halinde göründü... fakat hýrs geçti mi o kömür, kapkara , berbat bir
halde kalakalýr!
O zaman kömürün ateþ gibi görünmesi, iþin güzelliðinden deðildi, hýrs ateþindendi!
Hýrs, senin iþini gücünü bezemiþti... hýrs gidince iþin gücün kapkara kaldý! Þeytan’ýn
bezediði ekþi otu aptal adam, olmuþ ve iyi sanýr.
Fakat denedi mi ne olduðunu anlar, diþleri kamaþýr kalýr! Heves yüzünden o tuzak
tane görünmededir...o esasen hamdýr, fakat hýrs þeytanýnýn aksi onu güzel gösterir.
Hýrsý din iþinde ve hayýrda haris ol. Bu iþler, zaten güzeldir... hýrsýn geçse bile güzel
görünür!
Hayýrlar, esasen güzel ve latiftir, baþka bir þeyin aksiyle güzel görünmüþ deðildir. Bu
iþlerde hýrsýn parlaklýðý geçse bile hayrýn letafeti, hayrýn parlaklýðý kalýr. Halbuki
dünya iþinden hýrsýn parlaklýðý gitti mi ateþin harareti ve parlaklýðý gitmiþ, kömür
kalmýþ demektir... týpký buna benzer.
Çocuklarý da hýrs aldatýr da zevklerinden bir deðneði at yaparlar, eteklerini çemreyip
güya ata binerler! Fakat çocuktan o kötü hýrs geçti mi öbür çocuklara gülesi gelir. Ben
neler yapmýþým, ne iþlere giriþmiþim... sirke bana hýrsýmdan bal görünmüþ diye
gülmeye baþlar.
Peygamberlerin yapýlarýnda da hýrs yoktu... onun için boyuna parlayýp duruyor,
parlaklýðý boyuna artýyordu. Ulular, nice mescitler yaptýlar... fakat hiçbirinin adý
Mescid-i Aksa deðildi. Her an þerefi artan Kabe’nin yüceliði, Ýbrahim’in
ihlaslarýndandý!
O mescidin fazileti, topraðýndan, taþýndan deðildi... yapýcýsýnda hýrs ve savaþ yoktu da
ondan! Ne onlarýn kitaplarý, baþkalarýnýn kitaplarýna benzer... ne mescitleri,
baþkalarýnýn mescitlerine, ne alýþveriþleri, mallarý mülkleri, baþkalarýnýn alýþveriþine,
malýna mülküne!
Ne edepleri baþkalarýnýn edepleri gibidir. Ne hiddetleri, azaplarý baþkalarýnýn hiddeti,
azabý gibidir. Uykularý da baþkadýr, kýyaslarý da, sözleri de!
Her birerinin baþka bir nuru, feri var... can kuþlarý uçar ama, baþka bir kanatla uçar!
Gönül, onlarýn halini andýkça titrer durur... onlarýn iþleri, bizim iþlerimize kýbledir!
Onlarýn kuþlarýnýn yumurtasý altýndandýr... canlarý, gece yarýsý, seher çaðýný görür!
O kavmin iyiliðini canla baþla ne kadar söylersem söyleyeyim, noksan söylemiþ olur;
onlarý noksan övmüþ olurum! Ey ulular, mescid-i Aksa yapýn; çünkü Süleyman yine
geldi vesselam! Bu devlerden, perilerden baþ çeken olursa bütün melekler, onlarý
tutar, baðlar, tomruða vurur!
Dev, bir an bile hileye düzene giriþir de eðri büðrü yürürse derhal baþýna þimþek gibi
bir kamçýdýr gelir!
Sen de Süleyman’a benze de devlerin. Yapýna yardým etsinler, taþ kessinler! Süleyman
gibi vesvesesiz, hilesiz ol da cinle dev, senin de buyruðuna uysun! Senin hatemin bu
gönüldür... aklýný baþýna al da dev, hatemini avlamasýn! Avladý, ele geçirdi mi artýk
sana boyuna Süleymanlýk eder... hatemli devden sakýn vesselam!
Gönül, o Süleymanlýk gelip geçici bir þey deðildir... sen zahiren de Süleymanlýk etme
kabiliyetindesin, içinde de o ehliyet var senin. Dev de bir zaman olur, Süleymanlýk
eder ama her dokumacý nereden atlas dokuyacak? Elini oynatýr ama ikisinin arasýnda
ne kadar fark var!
Ynt: Mesneviden Hikayeler IV By: armi Date: 29 Ocak 2010, 12:25:12
KORUYAN ADALETTÝR
Derviþin biri hikaye etti: Ben rüyada Hýzýr’a mensup olan erenleri gördüm. Onlara: “
Helal olan ve hiç vebali bulunmayan rýzký nereden elde edeyim? Dedim. Beni daðlara
ormanlara götürdüler... ormanlarda meyveleri silktiler.
Allah, himmetimizle bunlarý sana tatlý etti... Hemen ye bunlar temiz, helal ve sayýsýz...
ayný zamanda uðraþmaksýzýn, baþýn aðrýmadan, yükünü çekmeden, yukarý aþaðý
koþmadan elde edilen rýzýklardýr dediler.
Onlarý yedim, sözümde öyle bir feyiz, öyle bir tesir hasýl oldu ki sözlerim, akýllarý
hayran etmeye baþladý. Rabbim dedim, bu bir imtihan...sen bana bütün halktan gizli
bir ihsanda bulun! Söz söyleyemez bir hale geldim... hoþ bir gönüle sahip oldum;
zevkimden nar gibi yarýldým!
Dedim ki içimdeki bu zevk yok mu ya... cennette bundan baþka bir zevk olmasa bile,
baþka bir nimet istemem... bunu býrakýp da ceviz ve þeker yemeðe giriþmem!
Kazancýmdan elimde bir iki habbe kalmýþtý. Onlarý cübbemin yenine dikmiþtim.
Derviþin biri de odunculuk etmekteydi... yorgun argýn ormandan geldi. Onu görünce
dedim ki: Artýk benim rýzýkla iþim yok... bundan sonra rýzýk için gam yemiyorum. Kötü
meyveler bana güzel ve hoþ gelmekte... hususi bir rýzka nail oldum ben.
Mademki boðaz derdinden kurtuldum, birkaç habbem var, onlarý þuna vereyim... Þu
oduncuya baðýþlayayým da o da iki üç günceðiz rýzýk derdinden kurtulsun! Oduncu
içinden geçeni anlýyormuþ meðerse... çünkü kulaðý, Allah nuruyla nurlanmýþ!
Her düþünce , ona göre bir þiþe içindeki kandil gibi. Hepsini görüyormuþ! Ýçten geçen
ondan saklanamýyor... o, bütün gönüllerden geçenlere emir kesilmiþ! O sýrrýna
þaþýlacak er, benim bu düþünceme karþý aðzýnýn içinden söylenip durmaktaydý.
Padiþahlar hakkýnda böyle düþünüyorsun ha... onlar, sana rýzýk vermeseler nasýl
rýzýklanacaksýn ki demekteydi. Ben sözünü anlayamýyordum ama azarlanmasý
gönlüme iyice aksediyordu. Derken aslan gibi heybetle önüme geldi, sýrtýndaki odun
demetini yere býraktý.
Odunlarý yere korken halindeki heybetten yedi azami bir titremedir aldý! Dedi
ki:Yarabbi, senin dualarý kutlu izleri yomlu has kullarýn varsa, onlarýn hürmetine
lutfunun bir sanat göstermesini diliyorum... þimdicek bu odun yýðýný altýn olsun!
Bunu der demez bir de gördüm ki odunlar altýn olmuþ, yeryüzünde ateþ gibi parlayýp
duruyorlar! Ben bunu görünce kendimden geçtim... bir hayli zaman baygýn kaldým. O
þaþkýnlýðým geçip kendime gelince,
Dedi ki: Allah’nýn o ulular, gayret sahibi ve þöhretten kaçar kiþilerse, Onlarýn
hürmetine yine bu altýný hemen odun yap, eski haline getiriver! Bu söz üzerine derhal
o altýn dallar, yine odun oldu... o erin iþini görünce akýl da sarhoþ oldu, kendisinden
geçti. Bakýþ da!
Ondan sonra odunlarýný yükleyip yürüdü... hýzlý hýzlý önümden þehre gitti! O
padiþahtan, ardýndan gidip müþküllerini sormak, sözünü duymak istedim ama,
Heybeti mani oldu gidemedim... bayaðý kiþilerin has erlere varmasýna yol yok!
Eðer biri can- beþ vererek yol bulursa bu da onlarýn rahmeti ve cezbesiyle olur. Þu
halde o tevfike eriþmeyi ganimet bil...eðer bir doðru erin sohbetini bulduysan bunu
fýrsat say! Padiþaha yakýn olduðu, padiþahýn yakýnlýðýna erdiði halde bu kutluluðu
deðersiz görüp yolundan olan ahmaða benzeme!
Ahmak kurbanlýk koyundan bol ve iyi bir parça verdiler mi “Bu, galiba öküz budu” der.
A iftiracý, bu öküz budu deðil ... fakat eþekliðinden sana öküz budu görünmede. Bu
rüþvetsiz verilen padiþah ihsaný... bu rahmet yüzünden verilen hususi bir ihsan!
ÝBRAHÝM ETHEM´ÝN GÖÇÜ
Sen de Edhem gibi devlet ve saltanatý hemencecik terk et de ebedi bir saltanata eriþ!
Ýbrahim Edhem, geceleyin tahtýnda uyumaktaydý. Gözcüler, bekçiler de damda gürültü
edip duruyorlardý.
Padiþah, bekçilerin hýrsýzlarý ve kötü kiþileri defetmelerini istemiyordu. Çünkü
kendisinin adalet sahibi olduðunu, kendisine hiçbir kötülük gelmeyeceðini biliyordu,
gönlü emindi. Muratlarý, dilekleri koruyan adalettir... geceleyin damlarda sopalarýný
kakýp gezen bekçiler deðil!
Fakat padiþahýn, rebap sesini dinlemeden maksadý, iþtiyaklar çekenler gibi Allah
hitabýný hayal etmekti. Zurna ve davul sesleri, bir parçacýk o külli nefirin, kýyamet
gününde çalýnacak olan Sur’un sesine benzer.
Hakimler, bu musuki naðmelerini göklerin dönüþünden aldýk demiþlerdir. Halkýn
tamburla çaldýðý, aðýzla söylediði bu þarkýlar, naðmeler, hep göðün hareketinden
alýnmadýr. Müminler derler ki cennetin tesiriyle bütün kötü ve çirkin sesler de latif
olur.
Biz hepimiz Adem’in cüz’üleriydik...cennette o naðmeleri dinledik, duyduk! Gerçi
suyla toprak, bize bir þüphe verdi ama yine o naðmeleri birazcýk hatýrlýyoruz. Fakat
musibet topraðýyla karýþtýktan sonra bu zir ve bem perdeleri, nereden o naðmeleri
verecek?
Su, sidik ve pislikle karýþýnca bozulur, mizacý acý ve sert bir hale gelir. Ýnsanýn
cesedinde de birazcýk su vardýr... sen onu sidik bile saysan yine ateþi söndürür ya! Su,
pis bile olsa yine tabiatý bakidir... o tabiatla gam ateþini söndürür!
Ýþ bu yüzden güzel sesi dinlemek aþýklara gýdadýr... çünkü güzel ses dinlemede kalp
huzuru ve Allah ile birleþme zevki vardýr. Adamýn içindeki hayaller kuvvetlenir, hatta
hayaller, o güzel sesten, o güzel naðmeden suretlere bürünür. Suya ceviz atanýn ateþi
nasýl kuvvetlendiyse aþk ateþi de güzel seslerle kuvvet bulunur!
Su pek derin bir yerdeydi... susuzun biri suyun üst tarafýnda bulunan ceviz aðacýna
binmiþ, aðacý silkeliyordu. Aðaçtan cevizler, suya düþtükçe suyun sesini dinliyor,
sudan meydana gelen habbeleri seyrediyordu. Bir akýllý adam, bunu görüp dedi ki:
Yiðidim bu cevizler, seni susatýr!
Suya bir hayli ceviz düþüyor ama su derinde... senden uzakta! Sen, yukarýdan aþaðýya
zahmetlerle ininceye kadar su da onlarý daha uzaða götürecek! Adam dedi ki: Benim
bu aðaç silkelemeden maksadým ceviz toplamak deðil... görünüþe bakma da
maksadýma iyi dikkat et!
Benim maksadým suyun sesini iþitmek ve suda hasýl olan þu habbeleri görmektir.
Alem de susuzun, daima havuzun çevresinde dönüp dolaþmaktan baþka ne iþi var?
Hacýnýn Kabe’nin çevresini tavaf etmesi gibi o da ýrmaðýn, suyun çevresinde dolanýr,
suyun sesini dinler durur!
Ýþte ey halk ziyasý Hüsameddin, o susuzun maksadý gibi benim de bu Mesnevi’den
maksadým sensin. Mesnevi, ferileri bakýmýndan da, tamamý ile senindir... onu sen
kabul etmiþsindir.
Padiþahlar, iyiyi de kabul ederler, kötüyü de ... bir þeyi kabul ettiler mi artýk
reddetmezler. Mademki bir fidan diktin, onu sula... mademki açtýn düðümleme!
Mesnevi’deki sözlerden maksadým senin sýrrýn, onu þiir halinde söylemedeki muradým
senin sesindir. Bence sesin, Allah sesidir... aþýk, haþa; sevgilisinden ayrýlmaz.
Nasýn caniyle nasýn rabbi arasýnda keyfiyetsiz, kýyasa sýðmaz bir ulaþma, bir birlik
vardýr. Fakat nas dedim, nesnas deðil... nas canýn caný olan Allah’ya aþina olanlardýr,
baþkalarý deðil! Nas dediðim adamdýr, adam nerede? Sen adamlarýn baþýný, görmedin,
kuyruksun sen!
Görünüþte o topraðý atan sen idin, hakikatte Allah idi” ayetini okumuþsun ama
cisimden ibaretsin, cüz’ülerde kala kalmýþsýn! A ahmak, cisim ülkeni Belkýs gibi
Süleyman Peygamber için terk et! Lahavle diyorum ama sözümden deðil... o kötü
düþüncelinin vesveselerinden lahavle demekteyim! Çünkü o, benim sözlerime karþý
hayallere düþmekte, gönlündeki vesveseler ve þüpheden doðan inkarlar yüzünden
hayaller kurmaktadýr.
Lahavle diyorum; yani çaresi yok... çünkü senin gönlünde benim sözlerimin zýddý olan
düþünceler ve sözler var! Sözlerim, boðazýna takýldý kaldý, artýk ben sustum... hadi
sen, sana layýk olaný söyle bakalým!Güzel sesli bir neyzen ney çalarken ansýzýn aþaðý
tarafýndan bir yeldir çýktý! Neyzen neyi aþaðý tarafýna tutarak, hadi bakalým dedi...
benden iyi üfleyeceksen üfle!
Ey müslüman,edep nedir diye arar sorarsan bil ki edep, ancak her edepsizin
edepsizliðine sabýr ve tahammül etmektir. Kimi falan adamýn huyu kötü, tabiatý fena
diye þikayet eder görürsen, bil ki bu þikayetçinin huyu kötüdür; kötüdür ki o kötü
huylunun kötülüðünü söylüyor!
Çünkü iyi huylu, kötü huylulara, fena tabiatlýlara tahammül eden, onlarýn kötülüðünü
söylemeyen kiþidir. Fakat þeyh, birisinin kötülüðünü söylerse bu, Allah emriyledir
kýzgýnlýða, heva ve hevese uymadan deðil!
Onun þikayeti, þikayet deðildir, onu ýslahtýr... o þikayet, peygamberlerin þikayetine
benzer. Peygamberlerin sabýrsýzlýðý, bil ki Allah emriyledir... yoksa onlarýn hilmi, kötü
þeylere tahammül eder.
Onlar kötülüðe tahammül ede ede tabiatlarýný öldürdüler... artýk onlardan bir
tahammülsüzlük zuhur ederse kendilerinden deðildir, Allah’dandýr. Ey Süleyman,
kuzgunla doðan arasýnda Allah hilmine bürün de bütün kuþlarla uzlaþ! Ey hilmi,
yüzlerce Belkýs’ý zebun eden, ey “Rabbim, kavmine sen doðru yolu göster, onlar
bilmiyorlar” diyen!
O iyi adlý, iyi sanlý padiþah, bir gece tahtýnda otururken damda bir týkýrtý, bir hay huy
duydu. Sarayýn damýnda sert sert adýmlar atýlýyordu... kendi kendine kimin ne haddine
dedi. Sarayýn penceresinden “Kim o... bu, insan olamaz, peri olmalý herhalde” diye
seslendi.
Hiç görülmemiþ bir bölük halk, damdan baþlarýný indirdiler... dediler ki: Kaybýmýz var,
gece vakti onu arayýp duruyoruz. Ýbrahim Ethem “Ne arýyorsunuz?” dedi. Dediler ki:
Develerimizi! Ýbrahim Ethem “Damda deve arandýðýný kim görmüþ?” deyince,
Dediler ki: “ Peki... öyleyse sen taht üstünde oturur, padiþahlýk ederken Allah’yý
bulmayý nasýl arýyor, nasýl umuyorsun?” Ýþte bu oldu, bundan sonra bir daha Ýbrahim
Ethem’i kimse görmedi... peri gibi insanlarýn gözünden kayboldu!
Kendisi, halkýn gözü önündeydi ama manasý gizliydi... halk, sakaldan, hýrkadan baþka
neyi görür ki? Kendi gözünden de kayboldu, halkýn gözünden de... iþte ondan sonra
zümrüdü anka gibi alemde meþhur oldu.
Hangi kuþun caný, Kafdaðýna geldiyse bütün alem onu söyler, ondan bahseder. Bu
doðu nuru da Sebe’e vurunca Belkýs’a da, oradaki halka da bir velveledir düþtü! Ölmüþ
ruhlarýn hepsi dirildiler, kanat çýrptýlar... öldüler, ten mezarlarýndan baþ kaldýrdýlar!
Birbirlerine “Bak... gökten bir sestir geldi” diye müjde vermeye baþladýlar. O sesten
dinler gürbüzleþti... Gönüllerin dallarý, yapraklarý yeþerdi! Süleyman’dan gelen o
nefes, Sur üfürülmüþ gibi ölüleri mezarlarýndan kurtardý.
Ey dinleyen, yakini Allah daha iyi bilir ya, bu devir geçti... ( Kendi zamanýna ve
zamanýnýn Süleyman’ýna dikkat et de) bundan böyle kutluluk senin olsun!
PUTLARIN SECDESÝ
Sana Halime’nin gizli hikayesini söyleyeyim de gönlünden gam gitsin! Mustafa’yý
sütten kesince fesleðen ve gül gibi elini alýp baðrýna basarak... Her iyi ve kötüden
kaçýrýp esirgeyerek o padiþahlar padiþahýný atasýna teslim etmek üzere Mekke’ye
geldi.
O emaneti, zayi etmeden korkarak Kabe’ye geldi, Hatim’e girdi. Fakat bu sýrada
havadan “ Ey Hatim, sana pek büyük bir güneþ doðdu...Ey Hatim, bugün sana
cömertlik güneþinden yüz binlerce nur isabet ediverdi... Ey Hatim, bugün sana, talih
ve bahtýn, ardýnda çavuþ olduðu ulular ulusu bir padiþah gelip kondu...
Þüphe yok ki yeni baþtan yücelikler alemine mensup canlarýn konaðý olacaksýn...
Tertemiz canlar her yandan bölük bölük, takým takým, þevklerinden sarhoþ olarak
sana gelecekler” diye ses geliyordu. Halime bu sese þaþýrýp kaldý... ne önde kimse
vardý, ne artta!
Altý cihette de kimse yoktu... fakat bu canlar feda olasý ses, ardý ardýna gelip
durmaktaydý. Halime, o güzel ses nereden geliyor, kim söylüyor diye araþtýrmak üzere
Mustafa’yý yere býraktý. Her tarafa göz gezdirdi... o sýrlar açan, gizli þeyler söyleyen
padiþah nerede diye her tarafa baktý. Yarabbi, böyle yüce bir ses saðdan, soldan
gelmede... fakat söyleyen kim? Diyordu.
Kimseyi göremeyince þaþýrdý, ümidi kesildi, söyleyeni bulamayacaðýný anladý... söðüt
dalý gibi her tarafý tir tir titriyordu. Tekrar o aklý baþýnda olan çocuðu býraktýðý yere
döndü... bir de ne baksýn, Mustafa, koyduðu yerde yok! Büsbütün þaþýrdý... Konaðý
dertlerle karardý adeta!
Þu yana, bu yana koþup baðýrmaya, bir tanecik incimi kim aldý benim diye feryat
etmeye baþladý. Mekke’liler biz bilmiyoruz... hatta orada bir çocuk olduðunu bile
görmedik dediler. Halime öyle bir feryat edip aðlamaya baþladý ki onun aðlamasýný
görüp baþkalarý da aðladýlar! Göðsünü döverek öyle yanýk yanýk aðlýyordu ki
aðlamasýna bakýp yýldýzlar bile aðlamaya koyuldular!
Bu sýrada ihtiyar bir adam, elindeki sopasýný kaka kaka çýkageldi. Dedi ki: “A Halime,
baþýna ne geldi senin ? Neden böyle aðlýyor, yasla ciðerler daðlýyorsun?” Halime “Ben
Ahmed’in inanýlýr, güvenilir süt ninesiyim...onu atasýna teslim etmek üzere getirdim.
Fakat Hatime gelince kulaðýma havadan sesler gelmeye baþladý.
Gökten gelen o sesleri duyunca çocuðu oraya býraktým...Bu sözleri kim söylüyor,
göreyim dedim... çünkü pek latif, pek güzel bir sesti o. Ne etrafýmda kimseyi gördüm,
ne de bir an o ses kesildi. Þaþýrýp kaldým, þaþkýnlýkla þuraya buraya giderken bir de
baktým ki çocuk, koyduðum yerde yok... eyvahlar olsun, yazýk oldu bana!”
Ýhtiyar, “Meraklanma, kederlenme... ben sana bir padiþah göstereyim. O sana
çocuðun ne olduðunu, nereye gittiðini, nerede bulunduðunu söyler” dedi. Halime,
caným feda olsun sana ey güzel yüzlü, tatlý sözlü ihtiyar!
Hadi, hemen bana o yüce bakýþlý padiþahý göster de çocuðun halinden haber alayým,
dedi. Ýhtiyar, Halime’yi Uzza’nýn yanýna götürdü... dedi ki: “Bu put, kayýplarý haber
vermede tecrübe edilmiþtir.
Biz, ona tapý kýlarak vardýk mý binlerce kaybýmýzý bulmuþtur.” Ýhtiyar, puta secde edip
derhal “Ey Arabýn velinimeti, ey cömertlik denizi! Ey uzza! Sen bize nice lutuflarda
bulundun da biz tuzaklardan kurtulduk. Lutuflarýn yüzünden Arap’ta hakkýn var...
Arab’ýn sana ram olmasý farz olmuþtur.
Sad kabilesinden olan Halime, derdine derman olacaðýný umarak senin gölgene gelip
sýðýndý. Onun bir küçük çocuðu kaybolmuþ... adý Muhammedmiþ!”dedi. Arap,
Muhammed derdemez derhal bütün putlar yere kapandýlar, secde ettiler.
“A ihtiyar, Muhammed’i ne çeþit arayýþ bu? Biz onun yüzünden iþten kalacak, hor hakir
olacaðýz! Biz onun yüzünden yüz üstü düþeceðiz, taþlanacaðýz... onun yüzünden
karýmýza kesat gelecek, ayarýmýz mahvolacak!
Fetret zamanýnda heva ve heves ehlinin arada bir bizden gördükleri o hayaller, Onun
devri gelince yok olacak... su görününce teyemmümüm hükmü kalmayacak! A ihtiyar,
uzaklaþ bizden sýnama ateþini alevlendirme; Ahmed’in kýskançlýðýyla bizi yakma!
Allah aþkýna uzaklaþ ey ihtiyar... uzaklaþ da takdir ateþi, seni de bizimle beraber
yakmasýn! Biliyor musun ki bu, adeta ejderhanýn kuyruðunu sýkmaktýr... hiç biliyor
musun, bu ne çeþit haber getiriþtir? Bu haberden denizin de yüreði coþar, madenin
de ... bu haberden yedi kat gök bile tir tir titrer!” dediler.
O gün görmüþ, yaþ yaþamýþ ihtiyar, taþlardan bu sözleri duyunca sopasýný yere attý.
Titremeye baþladý... o seslerden korkmuþtu; diþleri takýr takýr birbirine vuruyordu.
Kýþýn çýplak adamýn titremesi gibi titremekte “ Eyvahlar olsun, helak olduk”
demekteydi.
Halime ihtiyarýn bu halini görünce büsbütün þaþýrdý, ne yapacaðýný unuttu. Dedi ki: “ A
ihtiyar, ben de mihnetteyim ama þimdi temelli þaþýrdým kaldým! An olur rüzgar bana
hatiplik eder, zaman gelir taþlar edep öðretir!
Rüzgar, bana söz söyler... taþ ve dað, eþyanýn hakikatýný anlatýr! Gah olur gayb erleri,
gökyüzünün yeþil kanatlý melekleri çocuðumu kaparlar! Kime aðlayýp sýzlanayým...
kime þikayet edeyim? Yüzlerce gönülle sevdalara kapýlanlara döndüm þimdi.
O çocuðun gayreti, gayb sýrlarýný söyletmiyor, aðzýmý yumuyor benim...þu kadar
söyleyeyim: çocuðum kayboldu! Fakat þimdi baþka bir þey söylesem halk, beni delirdi
sanýr, zincirlere vurur!”
Ýhtiyar dedi ki: “Halime, þad ol... þükür secdesine kapan, yüzünü pek yýrtma. Gam
yeme... o kaybolmaz, belki bütün alem onda kaybolur! Her an onun önünde, ardýnda
yüz binlerce gözcü bekçi var; onu korurlar.
Görmedin mi? O hünerli putlar, çocuðun adýný duyunca nasýl yerlere kapandýlar, secde
ettiler! Bu devir yeryüzünde acayip bir devir... ben ihtiyarladým gittim de buna benzer
bir þey görmedim. Bu haberden taþlar nasýl feryada geldiler ? Bilmem artýk suçlulara
neler olur?
Taþa biz mabut diyoruz, mabut oluþta onun bir suçu yok ... sen de ona kul olmaya
mecbur deðilsin! ( Fakat ona sen mabut diyorsun, o da bunu reddediyor, kabul
etmeye mecbur.) O, mecburken bu derecede korkarsa artýk suçluya neler olacak, bir
düþün!
Mustafa’nýn ceddi, Halime’nin halini, halk içinde aðlayýp sýzladýðýný, sesi, bir millik
mesafeye yetiþecek kadar feryat ve figan ettiðini duyunca, iþi anladý... eliyle göðsünü
yumruklamaya, baðýrýp aðlamaya koyuldu. Derken yana yakýla Kabe kapýsýna gelip
dedi ki: “ Ey gece sýrlarýný da, gündüzün gizlenen iþleri de bilen Allah!
Kendimde bir hüner, bir marifet görmüyorum ki senin gibisiyle sýrdaþ olayým.
Kendimde bir ehliyet görmüyorum ki bu kutlu kapýda makbule geçeyim. Ne baþýmda
bir deðer var, ne secdemde... ne de aðlamamla bir devlet gülümser benim.
Ancak o eþi bulunmaz tek incinin yüzünde senin lutuf eserlerini görmüþüm ey kerem
sahibi Allah’m. O bizden ama bize benzemiyor... biz hep bakýrýz, Ahmet kimya! Onda
gördüðüm þaþýlacak þeyleri ne bir dostta gördüm ben, ne bir düþmanda!
Bu çocuða ihsan ettiðin faziletleri, birisi yüzyýl mücadelede bulunsa elde edemez”,
niþanesini bile bulamaz. Senin ona olan inayetlerini iyice gördüm... anladým ki o senin
denizinin biricik incisi!
Ben de iþte sana onu þefaatçý getirmedeyim... onun yüzü suyu hürmetine ey herkesin
halini bilen Allah, o ne haldedir; bana bildir! Kabe içinden derhal bir ses geldi: “þimdi
sana yüz gösterecek ! O yüzlerce devletle bizden nasip almýþtýr... yüzlerce bölük
melek, onu korumadadýr.
Onun zahirini, aleme meþhur edeceðiz... batýnýný da herkes den gizleyeceðiz! Su ve
toprak altýn madeniydi; bizse kuyumcuyuz... gah onu halhal yaparýz, gah yüzük! Gah
kýlýç baðý yaparýz... gah aslanýn boynuna tasma! Gah onu tahtý bezeyen turunç yaparýz,
gah devlet isteyen padiþahlarýn baþýna taç ederiz!...
Bu toprakla aþklarýmýz vardýr bizim...çünkü o rýza ka’desine oturmuþtur. Gah ondan
böyle bir padiþah çýkarýrýz... gah o padiþahý da bir padiþaha aþýk ederiz! O topraktan
yüz binlerce aþýk, yüz binlerce maþuk yaratýrýz... hepsi de feryad-ü figandadýr, arayýp
taramadadýr!
Bizim iþimize candan meyli olmayanýn körlüðüne iþimiz budur iþte! Nevaleyi azýksýzlar
üzerine koruz...iþte o yüzden topraða bu faziletleri veririz biz. Çünkü toprak, tozlu ve
kapkara görünür ama içinde nurlu sýfatlar vardýr. Dýþ yüzü iç yüzüyle savaþtadýr... iç
yüzü inci gibidir, dýþý taþa benzer.
Dýþý, biz, ancak buyuz der... içi, dikkat et, iþin önüne, ardýna iyi bak der! Dýþý içimizde
hiçbir þey yoktur diye inkarda da bulunur... içi hele dur da sana hakikatimizi
gösterelim der. Dýþýyla içi savaþtadýr... ve içi, dýþýna sabrettiðinden Allah yardýmýna
nail olur.
Ýþte biz bu ekþi suratlý topraktan suretler düzer onun gizli gülümsemesini meydana
çýkarýrýz. Çünkü topraðýn dýþý kederden, aðlayýþtan ibarettir ama içinde yüz binlerce
gülüþler vardýr. Biz sýrlarý açýða vururuz... iþimiz budur bizim!bu gizli þeyleri pusudan
çýkarýr dururuz! Hýrsýz inkardan gelir, susar bir þey söylemez ama sahne onu sýkýþtýrýr,
hýrsýzlýðýný meydana çýkarýr!
Bu topraklarda da nice nimetler çalmýþtýr...onu belalara uðratýr, ikrar ettirir.
Onun nice þaþýlacak çocuklarý var... Fakat Ahmet hepsinden üstün! Yerle gök, bizim
gibi iki çiftten böyle bir tek padiþah doðdu diye gülmekte, sevinip neþelenmektedir.
Gökyüzü neþesinden yarýlmada ... yeryüzü, azadeliðinden süsene dönmektedir!
Ey güzel toprak, mademki dýþ yüzün iç yüzünle savaþta, çekiþte... kim kendisiyle
savaþa giriþirse nihayet hakikati, bulur, rengin, kokunun ( görünüþün ) düþmaný olur.
Karanlýðý nuruyla muharebeye giriþenin can güneþine zeval yoktur.
Bizim için sýnamalara giren, bizim için çalýþan kiþinin ayaðýna gök bile sýrt verir!
Zahirin karanlýklardan feryat etmede ama içyüzün gül bahçesi içinde için de gül
bahçesi! O, ekþi suratlý sofiler gibi nur söndüren kiþilerle karýþýp uzlaþmamak
niyetinde.
Ekþi suratlý arifler, kirpiye benzerler...sert dikenlerin dibinde gizlice zevki safadadýr
onlar. Bahçe gizlidir de bahçenin çevresindeki diken meydanda... yani ey düþman
hýrsýz, bu kapýdan uzaklaþ derler!
Ey kirpi, kendine dikeni bekçi yapmýþsýn... baþýný, sofiler gibi içine çekmiþsin.
Ýstiyorsun ki þu gül yüzlü, fakat diken huylu kiþilerden hiç kimse, senin azýcýk bir
zevkine bile iliþmesin! Senin çocuðun, çocuk huylu ama iki alam de onun yavrucaðý...
onun için yaratýlmýþ!
Biz, alemi onunla diriltir, feleði onun hizmetine kul, köle ederiz! Abdulmuttalip “ þimdi
nerede ey gizlileri bilen, bana ona varacak doðru yolu göster” dedi.
Kabe içinden Abdülmuttalib’e ses geldi: “Ey o aklý baþýnda olan çocuðu arayan, filan
vadide, falan aðacýn altýnda!” O iyi bahtlý, bu sesi duyunca hemen yürüdü. Ardýnca da
Kureyþ emirleri gidiyorlardý. Çünkü Peygamber’in atasý Kureyþ ulularýndandý.
Adem Peygambere kadar bütün geçmiþleri, mecliste de en ulu kiþilerdi, savaþta da! Bu
soy, zahiri soyuydu... ulu padiþahlar padiþahýndan süzülmeydi. Ýçiyse zaten soydan,
soptan uzaktý, paktý... balýktan “simak” denilen yýldýza kadar onunla cins ve eþit
olacak kimse yoktu!
Hak nurunun kimden doðduðunu, nasýl vücut bulduðunu kimse aranmaz. Allah
halkýnýn nescini arayýp sormaya ne luzum var? Allah’nýn sevap karþýlýðý olarak verdiði
en bayaðý hil’at bile güneþ ziyasýndan daha parlak, daha üstündür!
Hani bir köpek, çukur içinde kör dilenciyi gördü de saldýrdý, hýrkasýný yýrttýydý ya! Bunu
söyledik ama tenkit için bir kere daha söylüyoruz. Kör dedi ki: Senin dostlarýn þimdi
daðlarda av arýyorlar...
Hýsýmlarýn daðda yaban eþeði avlýyorlar... sense köy ortasýnda kör tutuyorsun! A
yücelerden kaçan þeyh, bu hileyi býrak! Sen, baþýna birkaç körü toplamýþ acý suya
benziyorsun! Adeta bunlar benim derviþlerimdir...ben de acý suyum. Benden içerler de
böyle kör olurlar diyorsun!
Suyunu Ledün denizinden tatlý bir hale getir. Kötü suyu bu körlere tuzak yapma! Kalk,
yaban eþeði avlayan Allah aslanlarýný gör... sen, neden köpek gibi hileyle kör
avlamadasýn? Onlara yaban eþeði avlýyorlar dedim... fakat yaban eþeði de nedir ki?
Onlar sevgiliden baþkasýný avlamazlar... hepsi de aslandýr, aslan avcýsýdýr, nur
sarhoþudur!
Avý ve padiþahýn avcýlýðýný seyrederken hepsi de avlanmayý býrakmýþlar, hayran olup
can vermiþlerdir! O cinsten olan kuþlarý avlamak için avcýlar nasýl ellerine ölü bir kuþ
alýrlarsa sevgili de onlarý eline almýþtýr.
O ölü kuþ vuslat ve firkat arasýnda ihtiyarsýz bir haldedir. “ Kalp, Allah’nýn iki parmaðý
arasýndadýr” hadisini okumadýn mý? Ölü kuþa avlanan dikkat ederse görür ki padiþaha
avlanmýþtýr. Bu ölü kuþtan baþ çeken, asla avcýnýn elini bulamaz!
Ölü kuþ der ki: benim murdarlýðýma bakma padiþahýn bana olan aþkýna bak... bak da
beni nasýl görüp gözetmekte, bir gör! Ben pis deðilim... beni padiþah öldürdü; suretim,
ölüye benzedi. Bundan önce kanadýmla uçuyordu; þimdiyse hareketim, padiþahýn
elinden. Fani hareketim, derimden çýktý gitti... þimdiki hareketim baki, çünkü ondan!
Benim hareketime karþý eðri harekette bulunaný, simurg bile olsa periþan eder,
aðlatýr, inletir, öldürürüm! Diriysen aklýný baþýna topla da beni ölü görme... kulsan
benim padiþah elinde olduðumu gör!
Ýsa, keremiyle ölüyü diriltti... halbuki ben, Ýsa’yý yaratanýn elindeyim. Allah elinde
oldukça hiç ölü kalýr mýyým? Ýsa’nýn elinde bile olsam buna imkan yok! Ýsa’yým ama
nefesimden can bulan bir daha ölmez, ebediyen diri kalýr.
Ýsa’nýn nefesiyle dirilen, tekrar öldü... fakat bu Ýsa’ya can verene ne mutlu! Ben,
Musa’mýn elindeki asayým... Musa’m gizli de ben, önünde görünüp durmaktayým.
Müslümanlara deniz üstündeki köprü kesilir, sonra da Firavun’a ejderha olurum!
Oðul, yalnýz bu asayý görme... Allah elinde olmasa asa, bu iþleri yapamaz! Tufan
dalgasý da asa kesildi... o dertte büyücülere tapanlarýn þatafatlarýný sömürüp yedi!
Allah asalarýný saymaya kalkýþsam þu Firavun’a mensup olanlarýn hilelerini yutarým
ya...
Fakat býrak, bu zehirli tatlý otu birkaç günceðiz otlasýnlar hele! Firavun’un mesnedi ve
baþlýk, baþbuðluk, olmasaydý cehennem nereden beslenecekti ki? A kasap, önce
semirt de sonra kes... çünkü cehennemdeki köpekler azýksýz! Dünyada düþmanlar
olmasaydý halktaki kýzgýnlýk yatýþýr, geçer giderdi!
Cehennem dediðin o kýzgýnlýktýr... düþmanlýk gerek ki yaþasýn. Yoksa merhamet, onu
söndürüverirdi! O vakit kahýrsýz ve kötülüksüz lutuf kalýrdý; bu takdirde padiþahlýðýn
kemali nasýl zahir olurdu ki?
O münkirler, öðütçülerin sözlerine, getirdikleri misallere aldýrýþ etmediler, onlarýn
sakallarýna güldüler! Ýstersen sen de gül... fakat a murdar, ne vakte dek
yaþayacaksýn, ne vakte dek? Ey sevenler, niyaza baþlayýn, þad olun, bu kapýda
yalvarýn... çünkü bu kapý, bugün açýlacak!
Bahçede soðan, sarýmsak vesaire gibi sebzelerin her birine ayrý bir evlek vardýr. Her
biri, kendi cinsiyledir, kendi evleðindedir...yetiþip olmak için orada rutubetten
gýdalanýr durur! Sen safran evleðisin, safran olur... baþka sebzelerle karýþýp uzlaþma!
Ey safran, sudan gýdaný al da safran ol, zerdeye gir! Þalgam evleðine girip aðzýný açma
da onunla ayný tabiatta, ayný huya sahip olma! Sen bir evleðe konmuþsun, o bir
evleðe... çünkü “Allah’nýn olan yeryüzü pek geniþ!”
Hele o yeryüzü yok mu? O kadar geniþ ki sefere çýkan devler, periler bile orada
kaybolmada!
O denizde, o ovada, o daðlarda vehim ve hayal bile yol alamaz; kaybolur gider! Þu
ova, o yeryüzündeki ovada uçsuz bucaksýz denizdeki bir kara kýl gibi kalýr!
Orada öyle durgun sular var ki akmalarý gizlidir... hepsi de akarsulardan daha taze,
daha hoþtur! Ýçten içe can ve ruh gibi gizli gizli akarlar, akýp giden ayaklarý
vardýr!dinleyen uyudu, sözü kýsa kes ey hatip... su üstüne yazý yazmayý býrak gayri!
Kalk ey Belkýs, alýþveriþ pazarý kýzýþtý...þu kesatçý hasislerden kaç!
Kalk ey Belkýs, ölüm gelip çatmadan þimdi ihtiyarýnla kalk! Sonra ölüm, kulaðýný öyle
bir çeker ki hýrsýz gibi can çekiþe sahneye gelir, teslim olursun! Bu eþeklerden ne
vakte dek nal çalýp duracaksýn? Eðer bir þey çalacaksan bari gel de laal çal!
Kýz kardeþlerin ebedilik mülkünü elde ettiler, sense bu yaslý yurtta kalakaldýn! Ne
mutlu ona ki bu yurttan sýçradý, çýktý...çünkü ecel, bu yurdu nihayet yýkar, viran eder!
Kalk, gel ey Belkýs de bir kerecik olsun din padiþahlarýyla din sultanlarýnýn yurdunu
gör!
Onlar, görünüþte dostlar arasýnda naðmelerle deve sürüyorlar ama iç aleminde gül
bahçesinde oturmuþlar, zevki safa ediyorlar. Bahçe, onlar nereye giderse beraber
gitmekte...fakat bu halktan gizli! Meyveler, beni topla, beni devþir diye yalvarmada...
abýhayat, benden iç diye niyaz etmede!
Gel de güneþ gibi, dolunay gibi, hilal gibi kolsuz ve kanatsýz gökyüzünde dön dolaþ!..
yürümeye baþladýn mý ruh gibi ayaksýz yürürsün... çiðneme zahmetine uðramadan
yüzlerce yemekler yersin! Ne gemime gam timsahý çarpar...ne ölümden kötüleþirsin!
Sen hem padiþahsýn, hem asker, hem taht... sen hem iyi bir bahta nail olursun, hem
bizzat baht ve talih kesilirsin! Fakat zahirde bahtýn iyi olursa, yüce bir sultan olursa
ne fayda... bu baht baþkasýnýndýr, bir gün gelir olur, bahtýn döner!
Sen de yoksullar gibi muhtaç bir hale düþersin... ey seçilmiþ kiþi, sen baht ol, sen
devlet kesil! Ey manevi er, kendin baht olur da bu bahtý, bu talihi kaybedersin? Ey
güzel huylu, bizzat sen, kendine mal, mülk olursan bunlarý nasýl olur da kaybedersin...
imkan mý var buna?
ÞAÝRE PADÝÞAHIN ÝHSANI
Þairin biri, padiþahtan elbise almak, rütbeye eriþmek, ihsana nail olmak ümidiyle bir
þiir yazýp götürdü. Padiþah ikram sahibiydi, þaire bin kýrmýzý altýn verilmesini, bundan
baþka daha da ihsanlarda bulunmalarýný emretti.
Veziri dedi ki: Bu pek az... Hiç olmazsa ona o bin altýn ver de safayý hatýrla gitsin!
Hatta böyle bir þaire senin gibi ihsanda avucu denize benzer bir padiþahýn ona bin
altýn vermesi bile azdýr! Vezir, padiþaha, harmanýn onda biri þaire verilsin diye geçmiþ
padiþahlarýn ihsanlarýna dair hikayeler söyledi, hikmetlerden bahsetti.
Padiþah da þaire on bin altýnla deðerli elbiseler verdi... þairin içini þükür ve sena yurdu
haline getirdi. Þair sonradan bu kimin gayretiyle oldu, padiþaha benim ehliyetimi kim
bildirdi diye araþtýrdý.
Dediler ki: adý da Hasan, huyu da Hasen olan vezir yok mu, iþte o buna sebep oldu.
Þair, bunu duyunca veziri methetti, bu hususta uzun bir kaside yazdý, vezirin evine
gidip sundu. (Bu kasidede padiþahýn methi hiç yoktu. Çünkü padiþahýn nimetleri,
hilatlarý, zaten dilsiz, dudaksýz, padiþahý methedip duruyordu!)
Birkaç yýl sonra þair, yine yok yoksun bir hale düþtü, muhtaç oldu... rýzýklanmak, ekin
parasý bulmak ümidiyle, dedi ki: Yokluk ve darlýk zamanýnda sýnanmýþ þeyi aramak,
ona baþvurmak daha iyi... Kerem ve ihsanda sýnadýðýn kapýya gideyim de yine
ihtiyacýmý arz edeyim.
Sibeveyh, Allah sözünün manasýný anlatýrken “Halk, hacet zamanýnda ona
sýðýnýr...Ýhtiyaçlarýmýzý sana arz eder, sana sýðýnýrýz...hacetlerimizi senden diler, sen
de buluruz demektir” dedi. Binlerce akýllý kiþi, dert ve ihtiyaç zamanýnda umumiyetle
o tek Allah’nýn huzurunda aðlar, inler.
Hiçbir aklý eksik ve deli yoktur ki acizliðini varsýn da bir nekese arz etsin! Akýllýlar,
binlerce defa ihtiyaçlarýnýn giderildiðini görmeselerdi hiç o tapýya canla baþla giderler
miydi? Hatta deniz dalgalarý arasýndaki bütün balýklar, yücelerde uçan bütün kuþlar
bile...
Fil, kurt, avlanan aslan, koca ejderha, karýnca, yýlan...Hatta toprak, su, yel ve her bir
kývýlcým bile kýþýn da dileðini ondan elde eder, baharda da! Bu gökyüzü, her an,
yarabbi, beni bir zaman bile aþaðýlatma diye ona yalvarýr...
Benim direðim, senin korumandadýr... bütün gökler sað elinde dürülmüþ, yayýlmýþtýr,
der. Bu yer, beni su üstünde yükleyen sensin, kararýmý elden alma diye niyaz eder.
Hepsi keselerini onun nimetiyle doldurup büzmüþler... hepsi hacet vermeyi ondan
öðrenmiþlerdir.
Her peygamber, “Sabýr ve namaz hususunda ondan yardým isteyin” diye ondan berat
ve ferman getirmiþtir. Kendinize gelin; ondan isteyin... baþkasýndan deðil. Suyu
denizde arayýn, kuru derede deðil! Baþkasýndan isteneni de o verir...o kimsenin sana
meyleden eline cömertliði ihsan eden yine Allah’týr.
Ýtaatýndan çekineni bile altýnlara gark eder, Kanun yaparsa itaat eder de ona yüz
tutarsan neler yapmaz? Þair, bir kere daha ihsan sevdasýyla yüzünü o ihsan sahibi
padiþaha tuttu. Þairin hediyesi ne olacak? Yeni bir þiir... onu ihsan sahibine götürür,
sunar, adeta rehin býrakýr!
Ýhsan sahipleri, yüzlerce kerem ve cömertlikle altýnlar yýðarlar, þairleri beklerler.
Onlarca bir þiir, yüz denk kumaþtan daha iyidir... hele denize dalýp da dibinden inciler
çýkaran bir þairin þiiri olursa! Ýnsan, önce ekmeðe haristir... çünkü gýda ve ekmek,
cana direktir. Canýný avucuna alýr da hýrsla, ümitle ve yüzlerce hilelere, düzenlere
baþvurarak çalýþýp ekmeðini elde etmeye savaþýr. Fakat az bir þey elde eder de ekmek
için çalýþmaya ihtiyacý kalmazsa artýk þöhrete, ada sana ve þairlerin methine aþýk olur.
Ýster ki onlar, kendisinin aslýný, faslýný övsünler... lutfunu, ihsanýný anlatmada
mimberler kursunlar...
Bu suretle de onun lutfu, ihsaný, altýn baðýþlamasý, söz arasýnda amber gibi koksun!
Allah, bizim huyumuzu da kendi huyuna uygun, kendi suretine göre yarattý, bizim
vasfýmýz da onun vasfýndan bir ödenektir.
Yaratýcý Allah da, kendisine þükür ve hamd edilmesini ister... bu yüzden insanýn huyu
da böyledir;o da kendisinin övülmesini diler. Hele fazilette çevik ve üstün olan Allah
eri, saðlam tulum gibi o yelle doludur. Fakat insan, o methe layýk deðilse, o methin
ehli olmazsa yalancý yel, fayda vermez...tulumu yýrtar, parlatýr!
Bu meseli kendiliðimden söylemedim arkadaþ; aklýn baþýndaysa ve ehilsen serserice
dinleme! Bunu hakkýndaki hicivleri duyunca, müþriklerin “ Ahmet neden medihten
hoþlanýyor, neden medihten memnun oluyor?” dediklerini iþitince söyledi.
Þair, ihsan ölmedi ya diye evvelce nail olduðu ihsana þükran olarak yazdýðý þiiri alýp
padiþaha götürdü, sundu. Ýhsan sahipleri öldüler, ihsanlarý kaldý... ne mutlu o kiþiye ki
bu merkebi sürdü! Zalimler de ölüp gittiler, fakat yaptýklarý zulümler kaldý... vay o
cana ki bu hileyi, bu kötülüðü yaptý!
Peygamber “ Ne mutlu o adama ki dünyadan gitti de ondan iyi bir iþ kaldý” demiþtir.
Ýhsan sahibi öldü ama ihsaný ölmedi ki... Allah indinde din ve ihsan, küçük ve deðersiz
bir þey deðildir! Eyvahlar olsun o kiþiye ki kendisi öldü de isyaný kaldý... sakýn, öldü de
canýný kurtardý sanma ha!
Býrak bunu þimdi...þair, yol üstünde borçlu ve paraya pek ihtiyacý var! Þair önceki
ihsana nail olurum ümidiyle söylediði þiiri götürüp padiþaha sundu. Güzelim incilerle
dolu olan o latif ve nefis þiiri, evvelki ihsan ve ikramýn ümidiyle arz etti. Padiþahýn
adetiydi , yine adeti veçhile bin altýn verin dedi.
Fakat bu sefer bu cömert vezir yücelik Burak’ýna binmiþ, dünyadan göçüp gitmiþti.
Onun yerine baþka birisi vezir olmuþtu... bu vezir pek merhametsiz, pek hasisti. Dedi
ki: Padiþahým, masraflarýmýz var... bir þaire bu kadar ihsanda bulunmak layýk deðil!
Ben, o þairi bu ihsanýn onda on da birinin dörtte biriyle hoþnut ve razý ederim.
Oradakiler, önce o, padiþahtan tam on bin altýn almýþtý. Þeker yedikten sonra þeker
kamýþýný nasýl çiðner... padiþahtan sonra nasýl olur da dilencilik eder? Dediler.
Vezir dedi ki: Ben onu öyle bir sýkarým ki nihayet beklemeden usanýr, bizar olur...
Yoldan toprak alýp versem yeþillikten gül yapraðý veriyorum gibi kapar. Bunu bana
býrakýn... Bu iþte üstadým ben; iþe giriþen ateþ bile olsa ben yatýþtýrmasýný bilirim!
Süreyya yýldýzýndan saraya dek uçsa yine beni görünce yumuþar!
Padiþah, peki dedi... ne yaparsan yap, hüküm senin. Yalnýz onu sevindir, çünkü bizim
iyiliðimizi söyler. Vezir, onu da, onun gibi daha iki yüz tane ümitlenip duran kiþiyi de
bana býrak sen, dedi.
Vezir, þairi bekletti durdu... kýþ geldi geçti de bahar geldi! Þair bekleye bekleye
ihtiyarladý...bu dertle bu tedbirle adeta zebun oldu. Dedi ki: Altýn yoksa bari bana söv
de canýmý kurtar, kölen olayým!
Bekleme beni öldürdü, bari git de, yoksul caným rehinden kurtulsun! Nihayet vezir,
þaire o bin altýnýn onda birinin tam dörtte birini, yani yirmi beþ altýn verdi... þair derin
bir düþünceye daldý. Kendi kendisine önce verilen ihsan, hem peþindi, hem de o kadar
çoktu. Bu ise hem geç kaldý. Hem de açýlýnca gördüm ki bir deste diken, dedi.
Þaire dediler ki: O cömert vezir dünyadan gitti, Allah rahmet etsin! O ihsan, onun
yüzünden kat kat artmýþtý... onun zamanýnda ihsanlarda yanlýþlýk pek az olurdu. Þimdi
o gitti, ihsaný da beraber götürdü... o ölmedi, doðrucasý kerem ve ihsan öldü!
O cömert, o akýllý vezir geçip gitti. Yoksullarýn derisini yüzen bu vezir gelip çattý. Yürü,
bunu al da hemencecik bu gece buradan kaç... yoksa bu inatçý, seni yakalar, elindekini
de alýr! Senin bizim çalýþmamýzdan haberin bile yok...biz, ondan bu hediyeyi de
yüzlerce hileye baþvurduk da aldýk!
Þair, yüzünü onlara çevirdi de dedi ki: “ Ey beni esirgeyenler, bu kötü vezirler nereden
geldi? Bu insanýn elbiselerini soyan vezirin adý ne? Söyleyin bana! Onlar “Hasan”
dediler. Þair, Yarabbi dedi... Onun adý da Hasan, bunun adý da... Ey din rabbi, yazýklar
olsun; nasýl oluyor da ikisinin de adý bir oluyor?
Onun adý Hasan... fakat onun kaleminin bir yazýsýyla yüzlerce cömert kiþi padiþaha
vezir ve muhasip olabilirdi... Bunun adý da Hasan... fakat bu Hasan’ýn çirkin
sakalýndan yüzlerce ip örebilirsin! Padiþah, böyle bir vezirin sözünü dinlerse kendisini
de rezil rüsvay eder, devletini de!
Firavun, Musa’nýn sözlerini iþittikçe kaç defa yumuþadý, ram oldu. Musa’nýn sözleri,
öyle sözlerdi ki o eþsiz sözlerin güzelliðini duysa, taþtan süt akardý. Fakat huyu kinden
ibaret olan veziri Haman’la görüþüp danýþýnca, Haman, ona “Þimdiye kadar
padiþahtýn... þimdi bir yamalý hýrka giyenin hilesine kapýlýp kul mu oldun?” derdi.
Bu söz, mancýnýktan atýlan taþ gibi gelir, Firavun’un sýrçadan yapýlma sarayýný
kýrýverirdi! Güzel sözlü Kelim’in yüz gün uðraþýp yaptýðýný o, bir anda yýkar giderdi!
Senin aklýn da vezirdir ve heva ve hevesine maðluptur... vücudun da Allah yolunu
kesip durmaktadýr...
Allah’ya mensup bir öðütçü, sana öðüt verse o sözü, bir hileyle tesirsiz býrakmakta;
Bu, yerinde bir söz deðil, kendine gel de yerinden, yurdundan olma... iþ öyle deðil,
kendine gel, delirme demektedir. Vay o padiþaha ki veziri budur... her ikisinin yeri de
kin güden cehennemdir
Ne mutlu o padiþaha ki müþkül iþe düþtü mü elini tutacak Asaf gibi bir veziri vardýr.
Adaletli padiþah, Asaf’a eþ oldu mu “Nur üstüne nur” olur... “Padiþah Süleyman”
veziri de Asaf oldu mu nur üstüne nurdur, amber üstüne amber!
Fakat padiþah Firavun, veziri de Haman olursa ikisi de talihsizlikten, kötülükten
kaçamazlar, çaresiz periþan olur giderler! Karanlýklar üstüne çöken karanlýklara
düþerler de ne akýl, onlara yar olur, ne de kýyamet günü devlete eriþirler!
Ben kötülerde kötülükten baþka bir þey görmedim... sen gördüysen var selam söyle!
Padiþah cana benzer, vezir de akla... fesatçý akýl, ruhu kötülüklere götürür. Akýl
meleði Harut’laþýnca yüzlerce kötü kiþiye sihir öðretir!
Cüz’i aklý kendine vezir yapma. Aklý küllü vezir yap padiþahým. Heva ve hevesini
kendine vezir yapma da pak canýn namazdan, niyazdan kalmasýn. Çünkü bu heva ve
heves, hýrslarla doludur ve içinde bulunduðu hali görür... aklýn düþüncesiyse din
gününün düþüncesidir.
Aklýn gözleri iþin sonunu gözetir... Akýl, bir gül için diken zahmetini çeker durur! Fakat
o gül, öyle bir güldür ki ne solar, ne de güzün dökülür... koku almayan her kötü
kiþinin burnu ondan uzak olsun!
Ynt: Mesneviden Hikayeler IV By: armi Date: 29 Ocak 2010, 12:28:09
DEVÝN SÜLEYMANLIÐI
Aklýn varsa baþka bir akýlla dost ol, görüþ, danýþ! Ýki akýlla bir çok belalardan kurtulur,
ayaðýný göklerin ta yücesine korsun! Dev kendine Süleyman adýný taktý, devleti elde
etti, ülkeyi hükmüne aldý. Süleyman’ýn yaptýðý iþleri görmüþtü, onun gibi hareket
ediyordu... fakat iç yüzden yine devliði suratýna vurmakta, devliði görünüp
durmaktaydý!
Halk, bu Süleyman’da o nur o temizlik yok; Süleyman’dan Süleyman’a ne farklar var.
O uyanýklýða benziyordu, buysa derin bir uyku gibi. Adeta o Hasanla bu Hasan gibi
aralarýnda pek büyük bir fark var diyordu. Dev de, “ Allah benim þeklimde güzel bir
dev yaratmýþtýr. Bir dev’e benim suretimi vermiþtir; sakýn o, sizi aldatmasýn.
Meydana çýkar da Süleyman benim diye davaya kalkýþýrsa sakýn onun suretine itibar
etmeyin” diyordu. Dev, hileyle onlara bu sözleri söylüyordu ama iyi adamlarýn
gönüllerinde bunun aksi görünmekteydi. Ýyiyi kötüyü fark eden adamla oyun olmaz;
hele o adamýn bu fark ediþi ve aklý, gayplarý görür söylerse!
Onlar, kendi kendilerine “A eðri sözlü, tersine gidiyorsun... Böyle tersine tersine gide
gide ta cehennemin en dibine kadar gideceksin ya! Süleyman, Süleymanlýktan kaldý,
yoksul oldu ama alnýnda o aydýn dolunay parlayýp durmada. Sen, nihayet bir yüzüktür
kapmýþsýn ama zemheri gibi donmuþ kalmýþ bir cehennemsin yine!
Biz neredeyiz... ululuk, sayvan ve kök önünde secde etmek nerede? Böyle þeylerin
önüne baþ komak þöyle dursun, hayvan týrnaðýný bile komayýz biz! Hatta gaflete düþer
de baþ komaya kalkarsak bile bir pençe gelir, baþýmýzý yerden iter, mani olur...
Bu aþaðýlýk kiþiye baþ komayýn, kendinize gelin... bu bayaðý adama secde etmeyin
der” demekteydiler. Ben, bu cana canlar katan hikayeyi anlatmaya kalkardým ama
Allah gayreti olmasaydý! Kanaat et, bu kadarcýðýný kabul eyle de baþka bir vakit bunu
anlatayým!
Dev, adýný Süleyman Peygamber taktý ama ancak çoluk çocuðu kandýrmak için!
Namuzsuzun suretini, adýný býrak... lakaptan addan kaç, manaya yürü! Onu halinden
iþinden sor... onu halinde iþinde ara!
Her sabah Süleyman Mescid-i Aksa’ya gelir, tam bir ihlasla Allah’ya ibadet ederdi. Her
gün mescidde yeni bir otun bittiðini görür, adýn nedir, ne faydan var? Ne biçim ilaçsýn,
nesin, sana ne derler... kime ziyansýn, faydan kime? Diye sorardý.
Her ot, adýný, tesirini söyler; “Þuna can’ým, öbürüne zehir...Buna zehirim, ona þeker...
adým, kader levhinde þudur diye dile gelirdi. Doktorlar Süleyman’dan o otu
öðrenirler,bilgi sahibi olurlar, ona uyarlardý. Bu suretle doktorluk kitaplarý düzdüler...
bedenleri hastalýklardan kurtardýlar. Bu nücum ve týp bilgileri, Peygamberlerin
vahiyleridir...yoksa akýl ve duygunun o tarafa nereden yolu olacak?
Cüz’i akýl, bir þeyden hüküm çýkaracak akýl deðildir. O, ancak fen sahibinden fenni
kabul eder, öðrenmeye muhtaçtýr. Bu akýl, öðrenmeye ve anlamaya kabiliyetlidir. Ama
vahiy sahibi ona öðretir. Bütün sanatlar, þüphe yok ki önce vahiyden meydana gelir,
fakat sonra akýl, onlarýn üstüne bazý þeyler katar!
Dikkat ey de bak! Bizim bu aklýmýz, hiçbir sanatý, usta olmadýkça öðrenebiliyor mu?
Hile kýlý kýrk yarar ama usta olmadýkça hiçbir sanatý elde edemez! Sanat bilgisi, bu
akýlla olsaydý ustasýz bir sanat meydana gelirdi!
Mezar kazma, en bayaðý bir sanat... düþünceden, düzenden, fikirden doðacak deðil ya!
Fakat Kabilde bu anlayýþ olsaydý Habili baþý üstünde taþýr mýydý? Ben bu ölüyü, bu
kana, topraða karýþmýþ ölüyü ne yapayým, nasýl yok edeyim der miydi? Bir de gördü ki
bir karga, ölü bir kargayý aðzýna almýþ, hemen geldi...
Havadan indi Kabile öðretmek için mezar kazýcýlýðýna baþladý. Týrnaklarýyla yerden bir
toz kopardý, yeri kazýp hemen hemen ölü kargayý o mezara koydu; gömüp üstünü
toprakla örttü... bu suretle karga, Allah ilhamý ile bilgi sahibi oldu. Kabil, bunu
görünce yuh olsun benim aklýma dedi... bir karga bile bilgide benden üstün!
Allah, Aklýküll’e “Mazagalbasar” dedi... fakat cüzzi akýl her yana baka durur. Has
kiþilerin nuru, Mazagalbasar aklýdýr... karga aklýysa ölülere mezar kazma üstadý!
Karga, ardýnca uçan caný nihayet mezarlýða götürür! Kendine gel de kargaya benzeyen
nefsin ardýndan git... Kafdaðýna, gönül Mescid-i Aksa’nda yeni bir ot yeni bir kök
bitmede!
Süleyman gibi sen de onlara dikkat et... onlarý izle, onlarýn üstüne ret ayaðýný koyma!
Çünkü bu durup duran yeryüzünün halini sana çeþit çeþit otlar anlatýr. Yerde þeker
kamýþý mý bitmiþ, yoksa alelade kamýþ mý... her biten ot, bittiði yerin halini,
kabiliyetini bildirir! Gönülden de fikirler biter, gönlün nebatatý da fikirlerdir. Bu fikirler
de gönüldeki sýrlarý gösterir.
Mecliste bana söz söyleyecek adam bulsam çimenlik gibi yüz binlerce gül bitiririm.
Fakat söz söylerken de nefes öldüren bir pezevenk olsa gönüldeki nükteler hýrsýz gibi
kaçar. Herkes
in hareketi kendisini çeken ne yandaysa o taraftadýr... doðru adamýn çekiþi, yalancýnýn
çekiþine benzemez.
Gah sapýk bir halde, gah doðru yolu bulmuþ olarak gider durursun...ne seni
sürükleyen ip meydandadýr, ne çeken adam! Kör bir deveye benzersin... boynundaki
yular seni yeder durur; fakat sen çekeni gör, yularý deðil!
Kafir, köpeðin ardýna düþüp gittiðini görseydi güçlü kuvvetli Þeytan’a mazkara olur
muydu?Hiç? Onun ardýna bir namussuz gibi düþer miydi hiç? Hemencecik ayaðýný
çeker, kurtulurdu!
Sýðýr kasaplarýn ne yapacaðýný bilseydi hiç onlarýn peþine düþer, dükkana gider miydi?
Yahut ellerinden kepek yer miydi... yahut da onlarýn yüze gülücüðüne aldanýr onlara
süt verir miydi?
Hatta ot yese bile, neden beslendiðini bilseydi o otu hazmedebilir miydi? Þu halde
alemin direði gafletten ibarettir...devlet nedir? Dev yani koþ kelimesiyle let yani
dayak kelimesinden meydana gelme bir kelime! Önce koþ... koþ da sonunda dayak ye!
Bu yýkýk yerde devlet sahibine eþekçesine ölümden baþka hiçbir þey yok!
Sen, bir iþe el atar, o iþe iyice sarýlýrsýn...o iþteki ayýp ve noksan o anda sana
örtülüdür. Allah, senden o iþin ayýbýný örttüðünden canla baþla o iþe giriþebilirsin.
Hararetle sahip olduðun fikrin de ayýbý senden gizlidir. Sana o fikirdeki ayýp ve kusur
belli olsaydý ondan kaçardýn...canýn, bu fikirle aramda keþke maðriple maþrik arasý
kadar uzaklýk olsaydý der!
Nihayet ondan usanýr, piþman olursun ya...bu hal, evvel olsaydý hiç ona koþar mýydýn?
Þu halde ona giriþelim, kaza ve kadere uygun olarak o iþi görelim diye önce ondaki
ayýbý, kusuru, bizden gizlemiþtir.
Kaza ve kader, hükmünü izhar edince göz açýlýr, piþmanlýk gelir, çatar! Bu piþmanlýkta
ayrý bir kaza ve kaderdir...bu piþmanlýðý býrak da Allah’a tap! Piþman olmayý kendine
adet edinirsen boyuna piþman olur durur, nihayet bu piþmanlýðý da daha ziyade
piþman olursun! Ömrünün yarýsý periþanlýkta geçer, öbür yarýsý da piþmanlýkta heder
olur gider!
Bu fikri, bu piþmanlýðý terk et de daha iyi bir hal, daha iyi bir dost ve daha iyi bir iþ
ara! Elinde daha iyi bir iþ yoksa piþmanlýðýn neye? Neyi fevt ettin de piþman oluyorsun
ki? Eðer biliyorsan bilirsin ki doðru yol, Allah’a tapmaktan ibarettir...yok bilmiyorsan
herhangi bir þeyin kötü olduðunu nasýl bilirsin ki?
Ýyiyi bilmedikçe kötüyü bilemezsin...ey yiðit zýt zýddýyla görülebilir. Mademki bu fikri
terk etmekten acizsin... o vakit günah iþlememekten de acizdin! Aciz olduktan sonra
piþmanlýk neden? O acizlik, kimin takdiriyle, onu ara! Alemde bir kadir olmadýkça hiç
kimse, ne bir acizi görmüþtür, ne de böyle bir þey olur... bunu böyle bil!
Böylece, olmasýna çalýþtýðýn her isteðin ayýbýndan bihabersin... onun ayýbý ve noktasý,
sana örtülüdür! O istediðin ayýp ve noksaný sana görünseydi canýn o araþtýrmadan
kaçýverirdi! O iþin ayýp ve noksaný sence belli olsaydý seni hiç kimse o iþe, hatta çeke
çeke bile olsa götüremezdi! nefret ettiðin öbür iþ yok mu? Ondan neden nefret ettin?
Çünkü ayýbý, noksaný meydana çýktý da ondan!
Ey sýrlarý bilen güzel sözlü Allah, kötü iþlerin ayýbýný, noksanýný bizden gizleme! Ýyi
iþleri de bize ayýplý gösterme de o iþe gidelim ,sarýlalým... çalýþmamýz heba olmasýn,
gayretimiz soðumasýn! Yüce Süleyman, adeti veçhile alaca karanlýkta mescide giderdi.
Her gün, adeti veçhile mescitten yeniden yeniye hangi ot, hangi kök bitmiþ... o
padiþah,bunu arar araþtýrýrdý. gönül haktan gizli kalan o otlarý gizlice can gözüyle
görür, tanýr.
Sofinin biri, bir baðda neþelenip açýlmak için soficesine yüzünü dizine dayamýþ,
varlýðýnýn derinlerine dalmýþ gitmiþti. Her zevekilin biri onun bu uykusundan usandý.
Dedi ki: Ne uyuyorsun ya hu? Bir baþýný kaldýr da üzüm çubuðuna, þu aðaçlara,
“Allah’ýn rahmet eserlerine bakýn” dedi... yüzünü þu rahmet eserlerine çevir, seyret!
Sofi dedi ki: A heveskar kiþi, Allah eserleri gönüldür... dýþarýdakilerse ancak ve ancak
Allah eserlerinin eserleridir. Baðlar, bahçeler, yeþillikler, gönüldedir... dýþarýdakiyse
akarsuya vuran akislere benzer. O görünen bað, suya akseden hayali bir baðdýr...
suyun letafeti yüzünden oynar durur!
Baðlar, bahçeler, meyveler, gönüldedir. Onlarýn letafetinin aksi, þu suya topraða
vurmuþtur! O neþe selvisinin aksi olmasaydý Allah bu aleme aldanýþ yeri demezdi. Bu
aldanýþ þudur; yani bu hayal, erlerin gönülleriyle canlarýnýn aksinden hasýl olmuþtur.
Bütün aldananlar, cennet budur sanarak bu akse gelmiþlerdir.
Asýl baðlardan, bahçelerden kaçarlar da bir hayalle eðlenir kalýrlar! Fakat bu gaflet
uykusu baþa geldi de uyandýlar mý doðruyu görürler ama o görüþte ne fayda var?
Sonra mezarlýða bir feryadu figandýr, bir ahu vahdýr düþer... kýyamete kadar bu
yanýlmalarýna hasret çekip dururlar!Ne mutlu o kiþiye ki ölümden önce öldü... yani bu
üzümün aslýndan bir koku elde etti!
Derken Süleyman bir bucakta baþaða benzer bir yeni otun bitmiþ olduðunu gördü.
Yeþil, taze, görülmedik bir ottu bu... adeta yeþilliði göz alýyordu. Süleyman, o ota
derhal selam verdi; o da selamýný aldý; Süleyman, otun güzelliðine þaþtý kaldý. Dedi ki:
adýn ne... dilsiz dudaksýz söyle bakalým! Ot ey alem padiþahý bana keçiboynuzu derler,
dedi.
Süleyman, sen de ne haysiyet var? Dedi. Ot dedi ki: Bittiðim yer yýkýlýr viran olur. Ben
keçiboynuzuyum... bittiðim yer periþan olur; þu suyun topraðýn yýkýcýsýyým ben!
Süleyman, derhal ecelinin geldiðini, göçme vaktinin göründüðünü anladý. Dedi ki:ben
hayatta oldukça þüphe yok ki bu mescit, yeryüzündeki afetlerden bozulup yýkýlmaz.
Ben yaþadýkça nasýl olurda Mescid-i Aksa periþan olur, yýkýlýr gider?
Þu halde þüphe yok, mescidimiz, ölümümüzden sonra yýkýlacak! Bedenin secdegahý
olan mescit, gönüldür... kötü dost da her yerde mescitte biten keçiboynuzudur! Sende
kötü dostun sevgisi peydahlandý mý kendine gel... ondan kaç, onunla az konuþ, görüþ!
Onu kökündeki sök, çýkar ... çünkü biter, boy verirse seni de kökünden söker,
mahveder, mescidini de!
Ey aþýk, eðrilik, sana keçiboynuzu gibidir...çocuklar gibi niye eðriliðe doðru gider,
sürtünürsün? Kendini suçlu bil suçlu gör...korkma da o ders üstadý, senden dersi
çalmasýn. Cahilim, bana öðret demen, bu çeþit insaf sahibi olman, namus ve þeref
gözetmenden iyidir! Ey yüzü nurlu çocuk, “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” demeyi
babandan öðren!
O, ne bahaneler buldu, ne hileye kalkýþtý, ne de düzen bayraðýný yüceltti. Fakat Ýblis,
bahse giriþti, bahse giriþte, benzin kýrmýzý, beni sen sararttýn... renk, senin verdiðin
renktedir...beni boyayan sensin; suçumun da aslý sensin, uðradýðým afetin,
daðlandýðým daðýn da, dedi!
Kendine gel de “Rabbi bima agveyteni”yi oku...oku da cebri olma, ters bir kumaþ
dokumaya kalkýþma! Cebir aðacýna ne vakte dek sýçrayýp çýkacak, ihtiyarýný bir yana
býrakacaksýn? Ýblis ve soyu sopu gibi Allah ile savaþta, mübasedesin... Eteklerini
çemrer de isyana öyle koþar, gidersin... bu kadar hoþlukla, bunca istekle cebir olur
muymuþ?
O kadar istekle kim, kötülüðe gider... böyle oynaya oynaya kim sapýklýða koþar? Sana
baþkalarý öðüt verdikçe o iþin iyiliðini söyler, belki yirmi erle bu hususta savaþa
giriþir, yirmi ere karþý ayak direrdin! Doðrusu budur...yol ancak budur...ve bundan
ibarettir; adam olmayandan baþka kim beni kýnar ki? Dersin!
Mecbur olan adam böyle söz söyler mi? Yolsuz olan kiþi, böyle savaþýr mý? Nefsin neyi
isterse ihtiyarýn var, fakat aklýnýn istediði þeyde mecbursun ha! Bahtý yaver ve talihi
kutlu olan bilir ki akýl ve zeka taslamak iblis’tendir, aþk Adem’den!
Akýl ve zeka denizde yüzgeçliðe benzer... bundan az kiþi kurtulur ve yüzgeçlikte
bulunan nihayet gün gelir, gark olur gider! Yüzgeçliði býrak, kibirden, kinden
vazgeç...bu ýrmak deðil; denizdir deniz! Hem de öyle sýðýnýlacak bir yeri olmayan
uçsuz bucaksýz deniz ki yedi denizi bir saman çöpü gibi kapý verir!
Aþk, ileri gidenler için bir gemiye benzer...gemiye binen kiþinin bir afete uðramasý
nadirdir, çok defa kurtulur. Aklý zekayý sat da hayranlýðý satýn al... akýl ve zeka zandýr,
hayranlýksa bakýþ görüþ! Aklý Mustafa’nýn önünde kurban et...Hasbiyallah de, yani
Allah’ým bana yeter!
Kenan gibi gemiden baþ çekme... ona da zeki aklý bu gururu vermiþ aldatmýþtý. Ben
yüce bir daðýn üzerine çýkar kurtulurum, neden Nuh’a minnet edeyim? Dedi. A akýlsýz
nasýl olurda onun minnetini çekmezsin! Allah bile onun mihnetini çekmekte. Nasýl olur
canýmýz ona minnettar olmaz! Allah bile ona þükretmede, minnet etmede!
A hasetle dolu maðrur kiþi, onun minnetini Allah bile çekiyor! Keþke o yüzme
öðrenmeseydi de Nuh’a minnet etse, gemiye girmeye tamah etseydi! Keþke çocuk gibi
hilelere cahil olsaydý da çocuklar gibi anasýna el atsa, anasýna sarýlsaydý! Yahut da
nakli bilgi ile az dolu olsaydý da gönlü bir veliden vahiy ilmini kapsaydý!
Böyle bir nur varken kitabý önüne açarsýn vahiy ile dinlenen ruhunda seni azarlar!
Zamanýn kutbunun sözüne karþý nakli ilim, bil ki su varken teyemmüm etmeye
benzer! Kendini aptal yerine koy, ona uy da yürü...ancak bu aptallýkla kurtulabilirsin!
Babam, insanlarýn padiþahý, bunun için “cennetliklerin çoðu aptaldýr” dedi. Akýl ve
zeka sana kibir ve gurur verir... aptal ol da gönlün doðru kalsýn! Aptallýk dediðim
halka iki kat maskara olan adamýn ahmaklýðý deðildir... bu aptallýk, ona hayran olan
adamýn aptallýðýdýr!
Kendilerini unutup Yusuf’un yüzünü görenler, o güzelliðe dalýp kalanlar... bu yüzden
ellerini doðrayanlar yok mu iþte onlar aptaldýr! Aklý, dost aþkýnda kurban et...akýllarýn
hepside o taraftandýr, odur!Akýllýlar akýllarýný o tarafa göndermiþlerdir. Yalnýz sevgili
olmayan ahmak, bu tarafta kalmýþtýr!
Hayretle þu baþtan aklýn gitti mi baþýndaki her saç, bir baþ, bir akýl kesilir! O tarafta
akla, beyne düþünce zahmeti yoktur...çünkü orada her ova, her bahçe akýl ve beyin
bitirir! Bu ovadan geçer, o taraftaki ovaya gelirsen nükteler duyarsýn... oradaki
baðlara, bahçelere gelirsen hurma fidanýn sulanýr, yeþerir!
Bu yoldaki köþkü, sayvaný, þöhreti þaný terk et... kýlavuzun hareket etmedikçe hareket
etme! Baþsýz hareket eden, kuyruk olur... böyle adamýn hareketi akrebin hareketine
benzer! Eðri gider, geceleri görmez, çirkindir, zehirlidir... iþi gücü, temiz bedenleri
dalamak ,sokmaktýr!
Baþýný ez onun...huyu hep budur, ahlaký hep bu ...bu huyundan vazgeçmez o! Onun
için en iyi þey, baþýnýn ezilmesidir...çünkü bu suretle can kýrýntýsý da o kötü tenden
kurtulmuþ olur! Delinin elinden silahý al da adalet ve sulh, senden razý olsun! Fakat
elinde silahý olur, aklý da bulunmazsa baðla elini... yoksa yüzlerce zarar yapar.
Kötü yaradýlýþlý kiþiye ilim ve fen öðretmek, yol kesen eþkiyanýn eline kýlýç vermeye
benzer! Sarhoþ zencinin eline kýlýç vermek, adam olmayana bilgi belletmekten yeðdir.
Bilgi, mal, mevki ve hüküm, kötü yaratýlýþlý kiþilerin elinde fitnedir. Savaþ delilerin
ellerindeki kýlýçlarý alsýnlar diye müminlere farz olmuþtur.
Onun caný delidir, teni de elindeki kýlýçtýr... o çirkin huylunun elindeki kýlýcý al!
Bilgisizlere, geçtikleri mevkiinin yaptýðý fenalýðý, yüzlerce aslan bir araya gelse
yapamaz! Çünkü ayýbý gizliyken meydan bulur da yýlaný, delikten çýkar, sahralara
uðrar! Cahil kötü hükümler yürüten bir padiþah oldu mu bütün ova yýlanla, akreple
dolar!
Adam olmayanýn eline bir mal ve mevki geçti mi, herkesten önce kendi rezilliðini
dileyen kendisidir. Çünkü o ya hasisliðe kalkýþýr, az verir... yahut cömertliðe giriþir,
yersiz ihsanlarda bulunur! Þahý, beydak hanesine kor... ahmak, ihsanda bulundu mu
ihsaný, buna benzer iþte!
Hüküm, bir sapýðýn eline geçti mi onu mevki sanýr ama hakikatte kuyuya düþmüþ
demektir! Yol bilmez ,kýlavuzluk etmeye kalkýþýr... kötü ruhu, cihaný yakar, yandýrýr!
Yokluk yolunun çocuðu, pirlik etmeye giriþirse ardýna düþenler, devletsizlik
gulyabanisine çatarlar! Gel de sana ayý göstereyim der ama o nursuz pirsiz, ayý hiç
görmemiþtir ki! Ömrümde ayýn aksini suda bile görmemiþken nasýl olurda
gösterebilirsin a hamhalat, a bön! Ahmaklar baþ oldular da akýllýlar baþlarýný kilime
çektiler!
Peygambere bu yüzden “Ey kilime bürünen, ey ürküp kaçan, kilimden çýk! Kilime baþ
çekme, yüzünü örtme... çünkü alem þaþkýn bir beden, sense bu aleme akýlsýn! Kendine
gel de davaya kalkýþanlardan arlanýp gizlenme... çünkü sende vahiy mumunun nurlarý
var! Kendine gel de geceleri kalk, çünkü ey Peygamber, mum geceleri ayakta durur!
Senin nurun olmadýkça aydýn gün bile gecedir...sana sýðýnmadýkça aslan bile Tavþan
kesilir! Ey Mustafa, bu nur denizinde kaptanlýk et... çünkü sen, ikinci Nuh’sun!
Akýllýlara bir yol gösterici lazým... Hele yol, deniz yolu olursa! Kalk da yolu vurulmuþ
kervana bak...her yanda kaptan kesilmiþ gül yabanileri gör!
Sen, vaktin Hýzýr’ýsýn, her geminin imdadýna yetiþen sensin... Ruhullah gibi yalnýz
yürümeyi adet edinme! Bu topluluðun önünde gökyüzündeki ýþýk gibisin, güneþe
benziyorsun... bunlardan gizlenmeye, halveti bezemeye kalkýþma! Halvet zamaný deðil
topluluða gel! Ey Peygamber, hidayet, Kaf Daðýna benzer, sense Hümasýn!
Dolunay, gökyüzünde geceleri yürür... köpeklerin sesi yüzünden yürüyüþünü
býrakmaz. Kýnayanlar, senin dolunayýna karþý köpeklere benzerler... sana karþý
yürüyüp dururlar! Bu köpekler, “ Susun, dinleyin” emrine karþý saðýrdýrlar...
ahmaklýklarýndan senin dolunayýna karþý hav havlayýp durmaktalar!
Ey þifa, hastayý terk etme... Ey þifa hastayý terk etme... saðýra kýzýp körün sopasýný
býrakma! Sen demedin mi ki “Körü, yolda tutup yeden Allah’dan yüzlerce ecir alýr,
yüzlerce sevaba girer! Kim bir kötü kýrk adým yederse günahlarý baðýþlanýr, doðru yolu
bulur!”
Doðru yolu gösterenin iþi budur; sen de doðru yolu gösterensin... ahir zamanýn yasýna
neþesin sen! Ey takva sahiplerinin imamý, bu hayallere kapýlanlarý, yakýn makamýna
kadar götür! Kim gönlünden sana karþý bir hile, bir düzen düþünürse onun boynunu
ben vururum, sen tasalanma, neþelen, neþeli neþeli yürü!
Onun körlüðüne körlükler katarým... o, þeker sanýr ama ben ona zehir veririm! Akýllar
benim nurumla parlar, aydýnlanýr... hileler, benim hilemden öðrenilir! Alemdeki erkek
fillerin ayaklarýna göre Türkmenin kara çadýrý nedir ki?
Ey benim en ulu Peygamberim, onun mumu, kasýrgama karþý nedir? Derhal korkunç
sur sesiyle kalk da binlerce ölü, topraktan çýksýn! Sen vaktin israfilisin; doðruca kalk
da kýyametten önce bir kýyamet kopar! Ey mihnetlere düþmüþ de soru soran kiþi,
dikkat et, bak da gör. Bu kýyametten yüzlerce alem kopmada!
Bu zikir ve kunut ehli olmasa ahmaðýn sorusuna verilecek cevap sükuttan ibarettir
padiþahým! Duamýz kabul edilmeyince Allah göðünden isteðimize sükutla cevap verilir
caným! Harman devþirme zamaný geldi ama yazýklar olsun... gün bahtýmýz yüzünden
geçti gitti! Gün dar... halbuki bu söz, o kadar geniþ ki bütün bir ömür bile ona az gelir!
Bu daracýk çukurlarda mýzrak oyununa giriþmek, bu oyunu oynayanlarý utandýrýr!
Vakit dar... fakat oðul, halkýn hatýrý ve anlayýþý da vakitten yüz kere daha dar!
Ahmaðýn cevabý, mademki sukuttur... ne diye sözü uzatýp durursun? Allah rahmetinin
yüceliði ve kerem denizinin dalgalanmasý yüzünden her çorak yere yaðmur yaðdýrýp
ýslatmada!
AHMAÐA VERÝLECEK CEVAP SUSMAKTIR
Bir padiþahýn aklý ölmüþ, þehveti diri bir kölesi vardý. Padiþahýn ince hizmetlerini
býrakýr, kötü düþüncelere dalar, fakat yaptýðýný iyi sanýrdý! Padiþah nafakasýný azaltýn...
söylenir dýrlanýrsa adýný kullar arasýndan silin dedi. Kölenin aklý azdý, hýrsý çok...
nafakasýný az görünce kýzdý, serkeþleþti.
Aklý olsaydý kendi kendinin etrafýnda döner dolaþýr, düþünür taþýnýr da suçunu görür,
kendisini affettirirdi. Eþekliði yüzünden bir ayaðý baðlanmýþ eþek serkeþliðe kalkýþtý
mý iki ayaðý da boynuna baðlanýr! Eþek, bana bir bað kafidir derse aldýrýþ etme! Çünkü
bu iki bað, o bayaðý hayvanýn hareketi yüzünden baðlanmýþtýr!
Hadiste gelmiþtir: Ulu Allah, halký üç çeþit yarattý. Bir bölüðü, tamamý ile akýldan,
bilgiden ve cömertlikten ibaret... bunlar meleklerdir, secdeden baþka bir iþ bilmezler!
Yaradýlýþlarýnda hýrs ve heva yoktur... mutlak nurdur onlar, Allah aþkýyla dirilmiþlerdir.
Bir bölüðü ise bilgisizliktir... hayvan gibi ot otlamakla semirirler.
Onlar, ahýrdan, ottan baþka bir þey görmezler... kötülükten de gafildirler, yücelikten,
iyilikten de! Üçüncü bölükse Ademoðullarýdýr, insanlardýr. Bunlarý yarý yaradýlýþlarý
bakýmýndan melektirler, yarý yaradýlýþlarý bakýmýndan eþek! Eþek olan yarýlarý,
aþaðýlýða meyleder, öbür yarýlarý da akla meyleder!
Ýlk iki bölük savaþtan, çekiþten anlamaz, istirahat ve huzur içindedir. Fakat bu bölük,
yani insan ikisine de aykýrýdýr ve azap içindedir. Bu insanda sýnanma yönünden
bölüklere ayrýlmýþtýr... hepsi insan þeklindedir ama üç kýsýmdýr: Bir kýsmý, mutlak
varlýk olan Allah’ya dalmýþ, kendini kaybetmiþ olanlardýr... bunlar Ýsa gibi meleklere
katýlmýþlardýr.
Surette insandýr bunlar, fakat hakikatte cebrail... kýzgýnlýktan heva ve hevesten,
dedikodudan kurtulmuþlardýr. Riyazattan da kurtulmuþlardýr, zahitlikten ve savaþtan
da... sanki onlar, insanoðlundan doðmamýþlardýr! Ýkinci kýsmý eþeklere katýlmýþ
olanlardýr. Bunlar kýzgýnlýðýn ta kendisi olmuþlar, tepeden týrnaða kadar þehvet
kesilmiþlerdir.
Bunlardaki cebrail’lik meleklik sýfatý gitmiþtir... çünkü o ev dardý, o sýfat da büyük,
sýðamadý, geçip gitti! Caný olmayan adam ölür... canýnda bu sýfat bulunmayan kiþi de
eþek olur. Çünkü bu sýfatta olmayan can bayaðýdýr, aþaðýdýr... bu sözü sofi söylemiþtir,
doðrudur! O hayvanlardan da fazla can çekiþir... alemde ince iþlere giriþir!
Onun örüp dokuduðu hile ve þeytanlýk, baþka bir hayvandan zuhur edemez! Altýn
sýrmalý elbiseler dokur, denizin dibinden inciler çýkarýr... Hendese bilgilerinin en ince
noktalarýný bilir, yahut nücum, týp ve felsefe bilgilerini elde eder! Çünkü onun, ancak
bu dünya ile alakasý vardýr... yedinci kat göðe çýkmaya yolu yoktur.
Bütün bu bilgiler, ahýr yapýsýna yarar... ahýr da öküzle devenin varlýðýna destektir!
Hayvanlarýn birkaç gün yaþamalarýna yarayan bu bilgilerin adýný, þu ahmaklar
remizler, ince þeyler kodular. Allah yolunun, Allah duraðýnýn bilgisini ancak gönül
sahibi, yahut da gönül sahibinin gönlü bilir! Ýþte Allah bu terkiple latif bir hayvan olan
insaný yarattý, onu bilgilere eþ etti.
O bölüðe “hayvanlar gibi” dedi... çünkü uyanýklýðýn uykuyla ne münasebeti var?
Hayvani ruhta ancak uyku bulunur... bu çeþit insanlarda aksine duygular vardýr. Fakat
uyanýklýk gelmedi de hayvani uyku kalmadý mý duygusunun aksi ve aykýrý olduðunu
levhten okur anlar! Uykuya dalan kiþinin uyandýðý zaman, rüyada gördüklerinin aksini
görmesi gibi! Hülasa o aþaðýlýk kiþi, aþaðýlýk alemdendir ... onu býrak, “ Ben batanlarý
sevmem, de!”
çünkü hayvani ruha sahip olan kiþinin, huylarýný deðiþtirmeye, nefsiyle savaþa
giriþmeye, aþaðýlýktan kurtulmaya istidadý vardý ama o istidadý fevt etti! Halbuki
hayvanda istidat yoktur... hayvanlýktaki özrü apaçýktýr! Ýnsandan yol gösteren bu
istidat gitti mi ne yerse yesin eþek beynidir!
Aklý arttýran bir ilaç olan beladür yese afyon kesilir... kalp illeti ve akýlsýzlýðý artar!
Gece gündüz savaþta, çekiþtedir bunlar... sonu yani insanlýðý, önüyle yani
hayvanlýðýyla savaþýr durur.
Bu, Mecnun’la devesine benzer... o, ileriye gitmeye savaþýr, bu geriye gitmeye!
Mecnun’un sevdasý, önde bulunan Leyla’ya kavuþmak, devenin sevdasý ardýna dönüp
yavrusuna ulaþmak! Mecnun, bir an bile kendisinden geçti mi deve, hemencecik geri
döner, geriye giderdi.
Mecnun, tamamý ile aþkla, sevda ile dolu olduðundan kendisinden geçmemesine
imkan yoktu. Kendisini gözetleyen akýldý... fakat aklýný, Leyla’nýn sevdasý kapmýþtý!
Deveye gelince o, çevikti, fýrsat gözleyip durmaktaydý... yularýný gevþek hissetti mi,
anlardý ki Mecnun daldý gitti... hemen geriye yüz tutar, yavrusunun bulunduðu tarafa
doðru gitmeye baþlardý.
Mecnun kendisine gelir, evvelce bulunduklarý yerden fersahlarca geriye gittiðini
anlardý. Üç gün böyle yol aldýlar... Mecnun, adeta yýllarca tereddüt içinde kaldý.
Nihayet dedi ki: A deve, ikimizde aþýðýz ama birbirimize aykýrýyýz... arkadaþlýða layýk
deðiliz! Senin sevgin de bana uygun deðil, yularýn da senden ayrýlmak gerek!
Bu iki arkadaþ da, birbirinin yolunu vurmada...tenden aþaðý inip ayrýlmayan can, yol
azýtýr gider! Senin canýn da arþýn ayrýlýðý ile yoksulluða düþmüþ... teninse diken aþkýyla
deveye dönmüþ! Can, yücelere kanatlar açmada...ten, týrnaklarýyla yere sarýlmada! Ey
vatan aþkýyla ölmüþ deve, sen benimle oldukça caným, Leyla’dan uzak kaldý gitti!
Adeta Musa kavminin yýllarca çölde kalýþý gibi bende seninle bu hallere düþtüm...
ömrüm geldi geçti! Bu yol, vuslata eriþmek için iki adýmdan ibaret... halbuki ben,
senin hilenle tam altmýþ yýldýr, bu iki adýmlýk yolda kalakaldým!
Yol yakýn... fakat ben pek geç kaldým. Bu binicilikten adamakýllý usandým artýk! Bu
sözleri söyleyip kendisini deveden fýrlattý attý, niceye bir dertten yanýp yakýlacaðým,
yandým artýk, dedi! Ona o geniþ ova daracýk bir hale geldi... kendisini bir taþlýða
atýverdi! Hem de öyle bir attý ki o yiðidin bedeni ezildi...
Kendisini yere öyle bir fýrlattý ki kazara ayaðý da kýrýldý! Ayaðýný baðladý, top olurum de
dedi, onun çevganýnýn önüne düþer, yuvarlanarak giderim! Ýþte güzel sözlü hakim,
tenden inmeyen atlýya bu yüzden lanet etmiþtir.
Allah aþký, hiç Leyla’nýn aþkýndan az deðersiz olur mu? Ona top olmak elbette daha
doðru, daha yerinde! Top ol da doðruluk yanýna yat, aþk çevganiyle yuvarlanarak git!
Çünkü bu yolculuk, binekten indikten sonra Allah çekiþiyle olur... halbuki önceki
gidiþimiz, deveyle idi!
Bu çeþit gidiþ, gidiþlerden apayrýdýr... bu gidiþ cinlerin gidiþiyle de olmaz, insanlarýn
çalýþmasýyla da! Bu çekilip gitme, alelade çekilip gitme deðildir... bunu, Ahmed’in lutfu
meydana getirdi vesselam!
KÖLENÝN ÞÝKAYETÝ
Sözü kýsa kes de padiþaha mektup yazýp gönderen köleyi anlat! O köle, nazenin
padiþaha savaþla, varlýkla, kinle dolu bir mektup yazýp gönderir. Kalýbýn, cesedin
mektuptur, ona dikkat et, padiþaha layýk mý, deðil mi? Bir anla da sonra gönder!
Bir bucaða git, mektubu aç, oku... bak bakalým, içindeki sözler,padiþahlara layýk olan
sözler? Layýk deðilse o mektubu yýrt, çaresine bak, baþka bir mektup yaz! Fakat ten
mektubunu açmayý kolay sanma. Yoksa herkes gönül sýrrýný apaçýk görürdü! Bu
mektubu açmak ne güçtür, ne sarptýr! Erlerin iþidir bu, çocuk iþi deðil! Hepimiz,
fihriste kani olmuþ kalmýþýz... çünkü heva ve hevese, hýrsa bulaþmýþýz!
Halbuki o fihrist, ona baksýnlar da metni de öyle sansýnlar diye halka bir tuzaktýr.
Mektubu aç, bu sözden baþ çevirme! Allah, doðruyu daha iyi bilir! Mektubun fihristi,
dille ikrar etmeye benzer... halbuki sen gönül mektubunun metnini sýna! Bak bakalým,
ikrarýnla muvafýk mý? Buna bak da iþin, münafýklarýn iþine dönmesin!
Aðýr bir çuval yüklenip götürmeye koyulsan onun dýþýna bakmakla yükü hafiflemez ki!
Asýl içine bak...çuvalda acý, tatlý ne var, bir gör de taþýmaya deðerse taþý! Yoksa
çuvalýndaki taþlarý boþalt... kendini bu saçma iþten, bu ar olan yükten kurtar gitsin!
Çuvala aklý erer padiþahlara, sultanlara götürülebilecek þeyleri doldur!
Bir fakih, bez parçalarý toplamýþ, sarýðýn içine ezip büzerek yerleþtirmiþti. Bu suretle
kavuðunun büyük ve iri görünmesini, halkýn kendisine ehemmiyet vermesini ve
mescide gelince baþ köþeye geçirilmesini istiyordu. Elbiselerden parçalar almýþ,
onlarla sarýðýný büyütmüþtü. Sarýðýnýn dýþý, cennet elbiselerine benzemekteydi... fakat
içi, münafýk gönlü gibi rezil, çirkin bir þeydi.
Parça parça bezler, yünler, deriler... hep o sarýðýn içine gömülmüþtü. Bir sabah çaðý,
bu þatafatla bir þeyler elde etmek üzere medreseye giderken, hýrsýzýn biri de dar bir
yolda her türlü hilelere baþvurup bir þeyler yapmak üzere bekliyordu.
Fakih, o yola sapýnca hemen baþýndan kavuðunu kaptý, iþini baþarmak için koþup
gitmeye baþladý. Fakih arkasýndan baðýrdý: oðul, sarýðý çöz de öyle götür! Böyle dört
kanatla uçar gibi gidiyorsun ama götürdüðün hediyeyi bir aç da gör! Onu, elceðinizle
bir aç, ovala da sonra götür, sana helal ettim! Hýrsýz, kaçarken sarýðý çözer çözmez
içinden yola yüz binlerce bez parçasý dökülüverdi!...
O bir þeye yaramaz, o olmayasýca sarýðýndan kala kala hýrsýzýn elinde ancak bir arþýn
doðru düzen bezceðiz kaldý! Hýrsýz, elindekini yere vurup “A aþaðýlýk adam, bu hileyle
beni iþimden gücümden ettin” dedi.
Fakih dedi ki: “ Hileyle seni yolundan alýkoydum ama nasihat yollu iþi de anlattým!
Dünya da böyledir iþte... bir hoþça açýlýr saçýlýr ama vefasýzlýðýný da baðýra baðýra
söyler! Bu oluþ ve bozuluþ aleminde o hile, oluþtur, nasihat da bozulmuþ üstadým!
Oluþ der ki: Ýzim kutludur... ardýmdan gel! Bozuluþ da git der, ben hiçbir þey deðilim!
Ey baharlarýn güzelliðine þaþýrarak dudaðýný diþleyip duran, güzün sapsarý benzine ve
mevsimin soðukluðuna bak! Gündüzün güneþin yüzünü güzel görmektesin ama onun
bir de batma zamanýnda ölümünü düþün!
Dolunayý þu güzelim çardakta bir hoþça seyredersin ama ay sonunda bir de hasretine
bak onun! Bir oðlan, güzellikle halkýn efendisi olur... olur ama yarýn da bunar, halka
rezil rüsvay olur! Gümüþ bedenli güzellerin vücudu, seni avladýysa ihtiyarlýktan sonra
bir de pamuk tarlasýna dönen bedene bak!
Ey yaðlý, ballý yemekleri gören, yiyen, onlarýn fazlasýný git de helada seyret! Pisliðe
nerede senin o güzelliðin... nerede senin tabaklarda o hoþ görünüþün, yerken senden
duyulan o zevk, o lezzet, de! O sana der ki: o taneydi... ben de onun tuzaðýydým... sen
avlanýnca o tane gizlendi!
Nice parmaklar vardýr ki üstatlar bile onlarý kýskanýr ama sonunda iþ iþlerken tir tir
titrer! Can gibi güzel baygýn gözler, nihayet görmez olur, onlardan su damlamaya
baþlar! Aslanlarýn safýnda giden aslan gibi yiðit er, sonunda bir fareye maðlup olur!
Sanat sahibi ve çevik istidatlý kiþiye sonunda bak! Ýhtiyar eþeðe döner, bunar gider!
Akýllýlar alan siyah ve miskler saçan kývýrcýk saçlar, nihayet boz eþeðin çirkin
kuyruðuna döner! Önce açýla saçýla oluþuna güzelce bir gör, sonunda da bozuluþunu,
rüsvay oluþunu seyret! Önce sana tuzaðýný apaçýk gösteren þey, sonunda ona kapýlan
hamlarýn býyýðýný, sakalýný yoldu!
Artýk dünya, beni hileleriyle aldattý...yoksa aklým, onun tuzaðýndan kaçardý elbet
deme! Altýn gerdanlýðý, hamaili bir gör de bak...hakikatte nasýl bir tomruktur, bir
zincirdir o! Böylece bütün alem cüzlerini say dök... hepsini önünden ve sonundan bir
gör! Kim daha ziyade sonu görürse o, daha kutludur... fakat kim ahýrý görürse o daha
fazla kovulmuþ, sürülmüþtür!
Her þeyin yüzünü güzel ve parlak ay gibi gör...fakat evvelini gördükten sonra sonunu
da seyret! Seyret de kör iblise dönme... o, noksan olduðundan noksan görür, bir yaný
görür de bir yaný görmez! Adem’in topraðýný gördü de dinini görmedi... bu alemi gören
maneviyatýný görmedi.
Ey, yiðit er, erkeklerin kadýnlara üstünlüðü kuvvet, kazanç ve mal mülk bakýmýndan
deðildir. Öyle olsaydý aslan ve fil, daha kuvvetli olduðu için insandan yüce, daha üstün
olurdu a kör! Ey yalnýz bu aný gören, erkeklerin kadýnlardan üstün olmasý erkeðin
kadýna nazaran daha ziyade sonu görür olmasýndandýr!
Erkek, iþin sonunu göremezse iþin sonunu görenlere nazaran kadýn gibi noksan
sayýlýr! Alemden iki zýt ses gelmektedir... bakalým sen hangisine istidatlýsýn? Bir
tanesi, iyi kiþilere hayattýr... öbürü kötü kiþilere hile! Bir ses, ey güzel ve bana düþkün
olan kiþi, ben diken çiçeðiyim... çiçek dökülür, ben kalýrým; diken dalýndan ibaretim
ben der.
Çiçeði, ey gül satan, gel bu yana der... dikenin sesiyse bizim yanýmýza gelmeye
kalkýþma der! Bu seslerden birini kabul ettin mi öbürünü duymazsýn bile... çünkü
seven kiþi, sevgiliye aykýrý olan kiþilerin sözlerine saðýr olur! O seslerin biri iþte ben
buracýktayým, hazýrým der. Öbür ses de, sen benim sonuma bak der.
Cihanýn bozuluþu, “benim þimdiki halim biledir, pusudur... sonumu, bir aynaya
benzeyen önüme bak da gör!” der. Bu iki çuvaldan birine girdin mi öbürüne zýt olur,
artýk ona layýk olmazsýn! Ne mutlu ona ki erlerin akýllarýnýn duyduðu bu sesi, önceden
iþitti! Gönül evini hangi ses boþ bulursa o gelir, tutar... artýk sahibine ondan baþkasý
ya eðri görünür, yahut acayip! Yeni testi sidiði emerse artýk su, ondan o pisliði
gideremez!
Alemde her þey, bir þeyi çekmektedir... küfür, kafiri, doðruluk, doðru yola götüreni!
Kehlibar da vardýr, mýknatýs da... sen demir de olsan, saman çöpü de olsan elbette bir
tuzaða düþersin! Demirsen seni bir mýknatýs kapar... yok saman çöpüysen kehlibara
tutulur, ona gidersin!
Ýyi kiþilerle dost olmayan, elbette kötülerin yanýnda yer alýr, onlara komþu olur! Musa,
Kýpti’ye göre pek kötüdür ama Haman da Ýsrailoðullarýna göre taþlanmýþ melunun
biridir. Haman’ýn caný Kýpti’ye çeker, Adem’in midesi buðdayla suyu! Karanlýk
yüzünden birisini tanýyamadýn mý, kendisine kimi imam edinmiþ, kime uymuþ... bak,
ne olduðunu anlarsýn!
ARÝFÝN GIDASI
Her yavru, anasýnýn ardýndan gider... bununla da cinsiyet anlaþýlýr. Adem oðluna süt,
göðüsten gelir, eþeðin sütü de bedeninin yarýsýndan, aþaðýlýk tarafýndan akar. Adalet
taksimcidir, bölüþülecek þeyleri o bölüþtürür... fakat þaþýlacak þey þu ki bunda ne
cebir vardýr ne de zulüm! Cebir olsaydý piþmanlýk olur muydu? Zulüm olsaydý Allah’nýn
korumasý olur muydu?
Gün geçti, ders yarýna kaldý... sýrrýmýz hiç güne sýðar mý ki? Ey kötü kiþinin
yaltaklanmasýna inanan, sözleri doðru sayan, sen su habbelerinden bir kubbe
yapmýþsýn ama o öyle bir çadýr ki ipleri pek kuvvetsiz, hile yýldýrýma benzer... onun
ýþýðýyla yolcularýn, yolu görmelerine imkan yok! Bu alemde de bir þey yok, bu
alemdekilerde de! Her ikisi de vefasýzlýkta ayný gönüle sahip!
Dünyanýn oðlu dünya gibi vefasýz... sana yüz tutar ama o, yüz deðildir, arkadýr! Fakat
o cihanýn ehli, o cihan gibi ebedi olarak ihsan ve keremdeki ahitlerinde,
peymanlarýnda dururlar! Hiç iki peygamberin birbirine zýt olduðunu, birbirlerinin
mucizesini kapýp aldýðýný gördün mü? O alemin meyvesi solar, bozulur mu? Akla
mensup neþe kederlenmez ki!
Nefis, ahdinde durmaz; o yüzden gebertilecek bir þeydir ya! Kendisi de alçaktýr,
kýblegahý da alçaktýr. Nefislere de bu alçaklar topluluðu layýktýr... ölüye mezarýn,
kefenin layýk olduðu gibi! Zekidir, ince þeyleri bilir... bilir ama deðil mi ki kýblesi
dünyadýr, onu ölü bil sen!
Allah’nýn vahiy suyu bu ölüye ispat etti de ölü topraktan bir diri zuhur etti. Fakat sen
vahiy gelmedikçe sakýn o yüzüne sürdüðün ömrü uzun olasýca kýrmýzýlýða güvenip
aldanma, gururlanma ha! Nazardan düþücü olmayan bir ses, bir þöhret... batmayan bir
güneþe mensup parlaklýk ara! O ince hünerler, o dedikodular, Firavun’un kavmine
benzer, ecel Nil nehrine!
Onlarý parlaklýðý kemerleri, sayvanlarý ve büyüleri, halký boyunlarýndan zorla çeker
ama, Hepsini de büyücülerin büyüsü bil... Ölümse ejderha haline gelen o sopadýr.
Bütün büyüleri bir lokma yaptý da yuttu... geceyle dolu olan bir alemi sabahýn yalayýp
yutmasý gibi hani!
Fakat o yutmakla sabahýn nuru artmadý ki... evvelce nasýlsa yine de öyle! Çokluk,
fazlalýk eserdedir, zatta deðil... zata ne artma vardýr, ne eksilme! Allah alemi
yaratmakla çoðalmadý, artmadý... zaten önce olmayan þimdi olmuþ deðildir ki! Fakat
halkýn yaratýlmasýyla eser çoðaldý, arttý. Yalnýz bu iki artmanýn arasýnda hayli fark var!
Eserin artmasý onun zuhurudur... bu suretle sanatlarý ve iþi zahir olur, görünür. Zatýn
artmasýna gelince bu, o zatýn sebeplere baðlý ve sonradan meydana gelmiþ olduðuna
delildir.
Musa, büyü de insaný þaþýrtýr... ben ne yapayým ne iþleyeyim? Halk, mucizeyle büyüyü
ayýrt edemez ki dedi. Allah dedi ki: O fark ediþi ben onlarda izhar eder, doðruyu eðriyi
ayýrt edemeyen aklý görür, bilir bir hale getiririm. Onlar deniz gibi köpürdüler ama
korkma ya Musa, sen üstün olacaksýn!
Sihir, zamanýnda övünülecek bir þeydi... fakat asa ejderha olunca bütün sihirler
utanýlýr bir þey oluverdi! Herkes güzellik þirinlik davasýndadýr ama þirinliklere mihenk
taþý ölümdür! Büyü de geçti gitti, Musa’nýn mucizesi de... her ikisinin de varlýk
damýndan leðenleri düþtü! Büyü leðeninin sesinden yalnýz lanet kaldý; din leðeninin
sesinden de yalnýz yücelik!
Mihenk taþý, erkekte de yok, kadýnda da... o gizli kalmýþ; artýk ey kalp, gel, safa karýþ
da laf et, tam sýrasý! Lafýn tam zamaný þimdi... çünkü mihenk yok ortada, artýk seni
yüce tutarlar, elden ele gezersin ey kalp! Kalp her an gururlanýr da der ki ben daima
senin gibiyim a altýn... ne vakit senden aþaðýyým ki?
Altýnda evet ey kapý yoldaþý, der...fakat mihenk geliyor hazýrlan hele! Bedenin ölümü,
sýr ehli için bir hediyedir...halis altýna makastan ne noksan gelir ki? Kalp, eðer sonuna
baksaydý sonradan kararacaðýna önceden kararýrdý: önceden kararýnca da nifaktan,
kötülükten uzak kalýrdý.
Fazilet ve ihsan kimyasýný isteseydi aklý, hilesinden üstün olurdu. Gönlü kýrýk bir hale
gelince de kendisini anlar, kýrýklarý düzelten Allah’yý önünde görürdü. Davacý, sonunu
görünce kýrýk, sýnýk bir hale gelir de derhal baðlanýr, sarýlýr, kýrýklýðý geçiverir!
Allah ihsaný, bakýrlarý iksire doðru sürer götürür... fakat o altýn yaldýzlý, bu ihsandan
mahrum kalýr. Ey altýn yaldýzlý, davaya kalkýþma da sana müþteri olan hep böyle kör
kalmaz, sen onu gör! Mahþer nuru, onlarýn gözlerini açar... onlarýn gözlerini sen
baðlýyordun ya... bu yüzden rüsvay olursun sen!
Ýþin sonunu gören, canlarýn ve gözlerin hasedini çeken kiþileri gör! Bir de bu günkü
gören kiþileri seyret! Bunlar, içleri bozuk kiþilerdir... asýldan baþ çekmiþler,
ayrýlmýþlardýr! Bugünü görenlere, bu yüzden bilgisizlikte ve þüphede kalanlara göre
suphu sadýkla suphu kazibin ikisi de birdir.
Suphu kazip, yüz binlerce kervaný helak yeliyle süpürmüþ, gitmiþtir civaným! Cihanda
hiçbir nakit yoktur ki o, isteklileri yanýltmasýn... vay o kiþinin canýna ki mihengi
makasý yoktur!
Ebu Süleyman dedi ki: ben de Ahmet’im... Ahmet’in dinini hileyle vurup kýracaðým!
Ebu Süleyman’a de ki: Pek kibirlenme, iþin önüne bakýp böbürlenme, sonuna bak!
Baþýna adam toplama hýrsýyla kýlavuzluða kalkýþma... kýlavuza uy, ardýndan git de
önünde mum gidedursun, sen de yolunu gör!
Mum, ay gibi maksadýný gösterir... bu tarafta tane var, yahut burasý tuzak der! Elinde
bir ýþýk oldu mu istesen de istemesen de doðan iziyle karga izini görür, ayýrt edersin!
Fakat mumun yoksa buna imkan yoktur. Çünkü bu kargalar hilekardýr... akdoðanlarýn
seslerini öðrenmiþlerdir.
Yiðit, hüthüdün sesini öðrense de nerede hüthüdün sesi, Seba’nýn haberi? Arýzi sesi,
asýl sesten bil...padiþahlarýn taçlarý, hüthütlerin taçlarýndan alýnmadýr! Derviþlerin
sözleriyle ariflerin nüktelerini þu hayasýzlar, dillerine dolamýþlardýr. Eski ümmetlerin
helak olmasý, hep katý taþý öd aðacý sanmalarýndandýr!
Onu anlayacak, meydana çýkaracak temyiz kabiliyetleri vardý ama hýrs ve tamah,
insaný kör ve saðýr eder! Körlerin körlüðü rahmetten uzak deðildir, onlara acýnýr.
Fakat hýrs körlüðüne özür yoktur! Padiþahýn çarmýha gerdiði adama acýnýr, fakat haset
çarmýhýna gerilen baðýþlanmaz!
A balýk, sonuna bak iþin, oltaya deðil! Fakat pis boðazlýðýn, senin iþin sonunu gören
gözünü kapattý! Ýki gözle evveli sonu gör... kendine gel, iblis gibi tek gözlü olma! Tek
gözlü ona derler ki yalnýz içinde bulunduðu hali görür... hayvanlar gibi baþka þeyden
haberi yoktur.
Öküzün iki gözünü çýkarmanýn cezasý bir gözü çýkarma cezasýdýr... çünkü onda þeref
yoktur ki! Öküzün iki gözü, deðerinin yarýsýdýr... çünkü onun iki gözle yapacaðý þeyi,
sen ona yaptýrabilirsin! Fakat bir insanýn tek gözünü çýkarsan deðerinin yarýsýný
vermek gerek! Zira insan gözü, baþlý baþýna baþka birinin yardýmý olmaksýzýn bir iþ
görebilir!
Eþeðin gözü, iþin sonunu görmediðinden eþek, çift gözlü olsa da tek gözlü
hükmündedir. Bu sözün sonu yoktur... o hafif akýllý, ekmek tamahý ile padiþaha
mektup yazmaya koyuldu.
Mektubu yazmadan mutfak eminine gitti... ey cömert padiþahýn mutfaðýndaki hasis
adam, dedi... nafakamdan bu kadar þey kesmek padiþahtan, padiþahýn himmetinden
uzaktýr! Mutfak emini dedi ki: öyle iktiza etmiþtir de ondan kesmiþtir... ne
hasisliktendir bu, ne de darlýðýndan!
Köle, hayýr dedi... vallahi bu söz, bu emir, padiþahýn deðildir... padiþahýn yanýnda eski
altýn bile topraktýr adeta! Mutfak emini, ona on türlü delil getirdi... fakat o hýrsýndan
hepsini reddetti. Kuþluk vakti nafakasý az gelince bir hayli söylendi, kötü sözler
söyledi, fakat hiçbir faydasý olmadý.
Dedi ki: siz bunu kasten yapýyorsunuz. Mutfak emini “ hayýr biz emir kuluyuz!” bunu
feri’den sanma, asýldandýr bu... yaya pek kabahat bulma, oku atan koldur. “Attýðýn
vakit sen atmadýn” ayeti bir iptiladýr... fakat Peygambere de pek günah bulma; bu iþ
Allah’dandýr!
“A gözü kamaþmýþ adam, su baþtan bulanýktýr... gözünü bir iyice aç da iþin önüne
bak!” dedi. Köle kýzgýnlýkla, dertle bir bucaða çekildi, padiþaha kýzgýnlýðýný bildirir bir
mektup yazdý. Mektupta padiþahý övdü... onun cömertlik incilerini deldi!
“Ey avucu, hacetler isteyeni hacetini vermede denizden de cömert olan, buluttan da
cömert olan! çünkü bulut verir ama aðlaya aðlaya verir... halbuki senin elin, gülerek
biteviye sofralar yayar” dedi. Mektubun zahiri medihti ama o medihlerden
kýzgýnlýðýnýn kokusu duyuluyordu.
Senin iþin de týpký onun iþi gibi nursuz ve çirkin... çünkü sen, yaradýlýþ nurundan
uzaksýn, uzak! Bayaðý kiþilerin iþi kesatlýdýr... taze meyve gibi o, çabucak bozulur,
çürür! Dünyanýn parlaklýðý ve revacý da ondan kesat bulur... çünkü o, oluþ ve
bozulmuþ alemindendir. Methedende kin oldu mu onun karihasýndan doðan medihler,
insana hoþ gelmez! Gönül, kinden, pislikten arýn da sonra çevikçe hamd suresini oku!
Aðzýnla hamd ediyorsun ama için bunu reddetmede... dilindeki hamd, ya þeytanlýktýr,
ya efsun!
Ýþte onun için Allah “Ben dýþa bakmam, içe bakarým” dedi.
Bu ovanýn ne baþý var zaten, ne sonu... o köle de mektubuna cevap gelmediðinden
sýkýlýp duruyor! Ne þaþýlacak þey, padiþah neden bana cevap yazmadý... yoksa
kýzgýnlýðýndan mektubu götüren bir hýyanetlikte mi bulundu? Mektubu mu gizledi,
yoksa padiþaha vermedi mi? Acaba bir münafýk mýydý, saman altýndan su mu yürüttü?
Tecrübe için baþka bir mektup yazar, hünerli, terbiyeli bir baþka elçi arar bulurum
demekte, Cahilliðinden o bihaber, padiþahý, mutfak eminini, mektup götüreni
ayýplamaktaydý. Hiç ben din yolunda eðri gittim, gavurluk ettim diye kendisine
gelmiyor, kusuru kendinde bulmuyordu
O kötü zanda bulunan köle kýnamalarla, feryadu figanlarla dolu bir mektup daha
yazdý. “ Bundan önce padiþaha bir mektup daha yazdým... fakat bilmem eline deðdi
mi?” dedi. Güzel yüzlü padiþah o mektubu da okudu; ona da cevap vermedi,
seslenmedi.
Padiþah ona aldýrmamaktaydý... o da tam beþ kere padiþaha mektup yazdý. Nihayet
perdeci baþý “ o da sizin kulunuz... bir cevap verseniz deðer. Cevap verirseniz, bir
kula, bir köleye lutuf ile bakarsanýz padiþahlýðýnýzdan ne eksilir ki?” dedi.
Padiþah dedi ki: bu kolay... fakat köle sersem... ahmak adam çirkindir, Allah
merdududur. Suçunu, kabahatini affederim ama illeti bana da sirayet eder sonra! Bir
uyuz, yüz kiþiyi uyuz eder... hele bu hareketi beðenilmez habis uyuz , büsbütün
beterdi!
Kafir bile akýlsýzlýk uyuzuna tutulmasýn... yoksa þumluðu, bulutta bile yaðmur
býrakmaz! Þumluðu yüzünden buluttan bir katra yaðmur yaðmaz... þehir, onun
baykuþluðu yüzünden viraneye döner! O ahmaklarýn uyuzluðu yüzünden Nuh tufaný,
koca bir alemi kötülüklerle yýktý gitti!
Peygamber “ Kim ahmaksa düþmanýmýzdýr... yol kesen gulyabanidir... akýllýysa
canýmýzdýr; ondan gelen serin esinti ondan gelen rüzgar bize fesleðendir. Akýl, bana
sövse razýyým... çünkü benim feyiz vericiliðimden bir feyze sahiptir. Onun sövmesi
faydasýz deðildir... boþ elle kalkýp konukluða gelmez.
Ahmak, aðzýmý helva týksa onun helvasýndan hastalanýr, ateþlenirim! dedi. Latifsen.
Gönlün aydýnsa þunu iyice bil: eþek götünü öpmede bir lezzet yoktur! Faydasýz yere
býyýðýný pis pis kokutur... yemek yemeksizin elbise, onun tenceresiyle kararýr! Yemek
dediðim akýldýr, ekmek ve kebap deðil... oðul, cana gýda akýl nurudur.
Ýnsana nurdan baþka bir yiyecek yoktur... o candan baþka bir þeyle beslenip yetiþmez
insan. Bu yiyecekleri yavaþ yavaþ azalt... çünkü bunlar, eþek gýdasýdýr, hür adamýn
gýdasý deðil! Bunlarý azalt da asýl gýdayý almaya kabiliyetin olsun, nur lokmalarýný
yiyesin!
Bu ekmeðin ekmek oluþu, o nurun aksiyledir... bu canýn can oluþu, o canýn feyziyledir.
Bir kerecik nur yemeðini yedin mi ekmeðin baþýna da toprak saçarsýn, tandýrýn baþýna
da! Akýl, iki akýldýr: Birincisi kazanýlan akýldýr... sen onu mektepte çocuk nasýl
öðrenirse öyle öðrenirsin.
Kitaptan, üstattan, düþünceden, anýþtan, manalardan, güzel ve dokunulmadýk
bilgilerden. Aklýn artar, baþkalarýndan daha fazla akýllý olursun... fakat bu
ezberlemekle de aðýrlaþýr, sýkýlýrsýn! Geze dolaþa adeta bir ezberleme levhasý
kesilirsin... halbuki bunlardan geçen Levhimahfuz olur!
Öbür akýl, Allah vergisidir... onun kaynaðý candadýr. Gönülden bilgi ýrmaðý coþtu mu ne
kokar, ne eskir, ne de sararýr! Kaynaðýn yolu baðlý ise ne gam! Çünkü o anbean ev
içinden çoþup durmaktadýr!tahsil ile elde edilen akýl, ýrmaklara benzer... o, þuradan
buradan çýkar, evlere gider. Yolu kapandý mý çaresiz kalýr, akmaz! Sen, çeþmeyi
gönlünde ara.
Ynt: Mesneviden Hikayeler IV By: armi Date: 29 Ocak 2010, 12:36:08
DERT VE ELEM KOKUSU
Birisi, Irak’tan bir hýrkayla çýkageldi. Dostlarý, ayrýlýðýný sordular; Dedi ki: doðru,
ayrýlýk vardý ama yolculuk bana pek kutluydu, adeta beni muþtulamaktaydý. Halife,
bana tam on kat elbise verdi... yüzlerce methüsena, ona yakýn olsun! Onu bir hayli
övdü, þükürlerde, hamitlerde bulundu... nihayet þükür, haddini aþtý.
Dediler ki: senin periþan halin, yalanýna þahadet etmekte. Bedenin çýplak, baþýn
kabak, için yanmýþ... bu þükürleri, bir yerden mi çaldýn, yoksa birisinden mi öðrendin?
Nerede methettiðin emirin þükür ve hamd niþaneleri? Onlarýn, þu þerefsiz baþýnda,
ayaðýnda görünmesi gerekti.
Dilin, o padiþahý methetmede ama yedi azan da þikayet edip duruyor. O cömertlik
padiþahýný, o kerem sultanýný övüyorsun ama bu övüþe karþýlýk ayaðýnda bir ayakkabý,
bacaðýnda bir þalvar olmalýydý bari! Ben, dedi... bütün verdiklerini daðýttým;emir
ihsanda kusur etmedi hiç!
Bütün ihsanlarýný aldým, fakat hepsini yetimlere, yoksullara baðýþladým. Mal verdim,
karþýlýðýnda uzun bir ömür aldým... çünkü içim pek temizdir benim!
Bunun üzerine dediler ki: o kutlu mal gittiyse içindeki bu duman, bu hararet nedir ya?
Ýçinde diken gibi yüzlerce pislik var...hiç keder, muþtulanma niþanesi olur mu?
Söylediðin o geçmiþ þeyler doðruysa nerede aþk, baðýþlama ve razý olma niþanesi?
Hadi tutalým mal kayboldu gitti, meyil nerede? Sel geçip gittiyse geçtiði yer hani?
Gözün evvelce cana canlar katan siyah bir göz idiyse hadi diyelim o güzellik geçti...
fakat neden þimdi gözün gök? A ekþi suratlý, temizlik niþanesi nerede? Senden eðri
laflarýn kokusu gelmekte, sus! Mal baðýþlamanýn gönülde yüz türlü niþanesi olur... iyi
iþin yüzlerce alameti görünür!
Malýný daðýtýp baðýþlayan kiþinin gönlüne o mal yerine yüzlerce dirilik gelir!Allah
tarlasýna temiz tohumlar ekilsin de sonra temiz mahsul vermesin... imkaný yok! Allah
bahçeleri de mahsul vermezse artýk Allah yeri geniþtir denebilir mi? Söyle!
Bu yokluk yeri bile mahsul vermemezlikte bulunmaz... artýk bundan çok geniþ olan
Allah yeri nasýl olur da mahsul vermez? Bu yerin bile sayýsýz mahsul verme kabiliyeti
vardýr, en aþaðý bir tohuma yedi yüz verir! Hamd ediyorsun, hani hamd edenlerin
niþanesi? Bu niþaneler ne içinde var, ne dýþýnda!
Arifin Allah’ya hamd etmesi doðrudur... çünkü o hamdýn þahidi eldir, ayaktýr! Hamd
ediþ, arifi karanlýk cisim kuyusundan çekip çýkarýr... dünya zindanýndan kurtarýr!
Sýrtýndaki takva atlasýyla ülfet nuru, hamd etmesinin niþanesidir. Bu eðreti alemden
kurtulmuþ, gül bahçelerinde, akarsu kenarlarýnda yurt tutmuþtur.
Oturduðu yer, yurt, vasýl olduðu makam ve rütbe, yüce himmetinin sýr sedirinin
üstüdür! Orasý öyle bir doðruluk makamýdýr ki doðrularýn hepsi de orada latif, neþeli
ve sevinçli yüzlerinden belli olarak yurt tutmuþlardýr! Onlarýn hamd etmeleri, gül
bahçesinin bahara hamd etmesi gibidir... yüzlerce niþanesi, yüzlerce alameti ve eseri
vardýr!
Baharýn geldiðine kaynak, fidan, çimen... o gül bahçesi, o elvan çiçekler þahittir.
Güzelin her tarafta binlerce þahidi vardýr... sedefteki incinin oluþuna þahadet edenler
gibi. Halbuki senin nefesinden kötü sýrrýn kokusu gelmede... ey lafazan, derdin
baþýndan, yüzünden parlayýp görünmede!
Alem meydanýnda kokudan anlayan maharet sahipleri var... öyle ataklýk edip pek
hayhuy etmeye kalkýþma! Misten bahsetme... aðzýndan soðan kokusu gelmede, sýrrýný
açýða vurmada! Sen daima gülbeþeker yedim diyorsun ama nefesinden gelip duran
sarýmsak kokusu, yavelenme be demekte!
Gönül, büyük ve geniþ bir eve benzer... gönül evinin gizli komþularý vardýr.
Pencereden, duvardaki delikten görüp gözetir, sýrlarý anlarlar! Ev sahibinin
sezinlemediði, hiç bilmediði bir yarýktan, bir delikten onlar, her þeyi görürler.
Kuran’ý okusan a... Þeytan ve kavmi, gizlice insanlarýn halinden koku alýrlar. Ýnsanýn
bilmediði bir yoldan insanýn sýrrýný anlarlar... bu yol, duyguyla duyulur, yahut buna
benzer bir þeyle bilinir yol deðildir. Görenlerin ortasýnda hileye kalkýþma... mihenk
ortadayken lafa giriþme ey kalp!
Mihengin, halisi de anlamaya kabiliyeti vardýr, kalpý da... Allah, onu beden ve kalp
emiri yapmýþtýr! Þeytanlar bile o kabalýklarýyla, o kötülükleriyle sýrrýmýzý, fikrimizi,
gittiðimiz yolu biliyorlar... onlarýn bile içimize hýrsýzlama bir yolu var... biz, onlarýn
hýrsýzlýklarýndan baþ aþaðý gelmedeyiz...
Her an, bize büyük ziyanlar veriyorlar... delikleri var, yarýklarý var; bizi gözetliyorlar...
E artýk alemdeki aydýn canlar, neden gizli hallerden bihaber olsunlar? Gökyüzüne
çadýr kurmuþ canlar, insanýn vücuduna girmede þeytanlardan aþaðý olurlar? Þeytan,
hýrsýzlama olarak göðe çýkmaya kalkýþýr da yakýcý þahapla kovulur, sürülür.
Kötü kafir, savaþta mýzrakla nasýl beyni üstüne düþerse o da gökten baþ aþaðý öyle
düþer! Þeytanlarý, o gönüllerin beðendikleri ruhlarý kýskandýklarýndan gökten böyle
baþ aþaðý atarlar...Artýk çolak, topal, kör ve saðýr deðilsen ulu ve yüce ruhlara karþý bu
zanda bulunma... utan, az söylen, can çekiþme... cismi gözeten, sýrlarýný anlayan nice
casus var!
Bu beden doktorlarý pek bilgilidirler... senin hastalýklarýný senden daha iyi bilirler!
Ýdrara bakýp ahvalini anlar... fakat sen; hastalýðýný o tarzda bilemez, teþhis
edemezsin. Sonra nabýzdan benizden, kandan da her türlü hastalýðýn kokusunu alýrlar.
Alemdeki Allah doktorlarý, artýk sen söylemeden nasýl olur da halini anlamazlar senin?
Nabzýndan da gözünden de, benzinin renginden de, sende derhal yüzlerce hastalýk
bulur, anlarlar. Beden doktorlarý, doktorluðu yeni öðrenmiþlerdir zaten... onlar,
hastalýðý teþhis için idrara vesaireye muhtaçtýr. Fakat kamil, Allah doktorlarý, uzaktan
adýný duydular mý varlýðýnýn ta derinlerine kadar girerler! Hatta sen doðmadan yýllarca
evvelki hallerini bile görürler!
EBUYEZÝD’ÝN MÜJDESÝ
Bayezid’in Ebulhasan’ýn halini daha evvelce nasýl gördüðünü duymadýn mý? Bir gün o
takva sultaný, derviþleriyle sahradan geçerken, ansýzýn ona Rey civarýnda Harkan
tarafýndan bir kokudur geldi. Orada iþtiyaklý bir feryat çekti, rüzgardan koku aldý.
Aþýkçasýna bir kokladý; adeta ruhu rüzgardan bir þarap tatmaktaydý.
Buzlu suyla dolu olan bir testinin dýþýnda ter gibi sular peydahlanýr. O, havanýn
soðukluðundan meydana gelir... yoksa testinin içinden dýþarý su sýzmaz! Koku getiren
rüzgar, onu su haline getirmiþtir... iþte onun gibi su da Bayezid’e halis þarap haline
gelmiþti! Bayezid’de sarhoþluk eseri görününce bir müridi ona gelip sordu: “Beþ
duyguyla altý cihetten dýþarý olan þu hoþ hal nedir? Yüzün gah kýzarmakta, gah
aðarmakta... bu ne hal, bu ne müjde? Koklayýp duruyorsun ama görünürde gül yok,
þüphesiz bu, gayb aleminden, hakiki güllerin açtýðý gül bahçesinden.
Ey her kendini tanýyan, bilen kiþinin muradý ve maksadý olan er, her an sana gayb
aleminden bir haber, bir mektup gelmekte, Her an Yakup gibi sana da bir Yusuf’tan
þifa kokusu eriþmekte. Bize de o testiden bir katra dök... bize de o gül bahçesinden bir
kokucuk anlat!Biz buna alýþmamýþýz ey yüce ve güzel er... bizim dudaðýmýz kuru, sen
bu þarabý yalnýzca içiyorsun!
Ey, çevik er, ey gökyüzünü dönüp dolaþan er, içtiðin þaraptan bize de bir yudumcuk
sun! Bu zamanda meclisin beyi sensin, senden baþkasý deðil... bize de bak! Bu þarap,
gizlice içilir mi ki? Þarap, muhakkak adamý rezil, rüsvay eder! Kokusunu gizlesen bile
sarhoþ gözlerini ne yapacaksýn ki?
Zaten bu koku, alemde yüz binlerce perde altýnda gizlenebilecek bir koku deðil ki! O
kekin kokuyla ovalar, çöller doldu... hatta ova da nedir ki? O koku, dokuz feleði bile
geçti! Bu þarabýn bulunduðu testinin baþýný balçýkla örtme... zaten bu öyle bir açýkta
þarap ki örtülmesine imkan yok!
Ey sýrlar bilen sýr söyleyici, seni avlayaný lutfet, söyle! Bayezýd dedi ki: “Þaþýlacak bir
koku geldi bana... Peygambere Yemen’den gelen koku gibi! Muhammet demiþtir ki.
Seher yelinin eliyle bana Yemen’den Allah kokusu gelmekte. Vise’nin ruhuna Rahim’in
kokusu geldiði gibi Üveys’ten de Allah kokusu geliyor.
Üveys’ten, Karen kabilesinden garip bir koku geldi de Peygamberi sarhoþ etti,
neþelendirdi! Üveys kendinden geçmiþ, yere mensupken göklere mensup olmuþtu!
Heliyle, þekerle karýþmýþ, halli hamur olmuþ, acý tadý kalmamýþtý artýk! Heliyle,
varlýðýndan tamamýyla geçmiþti... yalnýz heliyle þeklindeydi ama lezzeti kalmamýþtý
ki!”Bu sözün sonu gelmez. O aslan er, gayb aleminin vahyinden neler söyledi? Sen
onu anlat!
Bayezýd dedi ki “Bu taraftan bir dostun kokusu gelmekte... bu köyden bir padiþah
geliyor! Bunca yýldan sonra bir padiþah doðacak... otaðýný göklere kuracak! Yüzü
Allah’nýn gül bahçelerinin tesiriyle gül rengine dönecek... makam ve rütbe bakýmýndan
benden üstün olacak!”
Dediler ki: Adý ne? Bayezid, Ebül Hasan dedi... onun þeklini, kaþýnýn çenesinin ne
þekilde olduðunu anlattý. Boyunu, rengini, þeklini, saçlarýný, yüzünü bir bir anlattý. Ýç
huylarýný, manevi sýfatlarýný... ruhunu, yolunu, yerini, varlýðýný hep söyledi. Ten þekli,
ten gibi iðretidir... ona pek gönül verme... o bir anda gelir geçer!
Tabii ruhun þekli, hali de fanidir... o can þeklini, sýfatýný iste ki gökyüzündedir! Onun
bedeni, yeryüzünde mum gibidir... nuru ise yedinci kat tavanýn üstündedir! Güneþin
ýþýklarý odadadýr ama güneþ, dördüncü kat göktedir. Gülün suretini, latife yollu
burnunun altýnda görürsün ama gül kokusu dimaðýn ta tavanýna, sayvanýna kadar her
yeri tutmuþtur.
Uyuyan adam, Aden’de bir azaba uðradýðýný görür ama aksi, bedeninde ter halinde
görünür! Gömlek, Mýsýr’da bir harise rehin olmuþtur ama Kenan ülkesi o gömleðin
kokusuyla dolmuþtur!Tarihçiler, bunu duyunca Bayezid’in tayin ettiði zamaný
yazdýlar... adeta þiþe benzeyen kamýþ kalemlerini kebapla bezediler.
Taný o zaman, o tarih gelip çatýnca o padiþah doðdu... devlet satrancýný oynadý!
Bayezid’in ölümünden sonra yýllar geçti, Ebul Hasan dünyaya geldi. O padiþah,
Ebulhasan’ýn ihsanýna, kýskanmasýna ait ne gibi huylar söylediyse aynen zuhur etti.
Çünkü onun önünde giden levhimahfuz’dur... neden mahfuzdur o levh? Hatadan! Bu,
ne yýldýz bilgisidir, ne remil, ne de rüya... Allah, doðrusunu daha iyi bilir ya, Allah
vahyidir! Sofiler, bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demiþlerdir.
Sen istersen onu gönül vahyi farzet... Gönül zaten onun nazargahýdýr... Gönül, ona
agah olunca nasýl hata eder? Ey mümin, sen, Allah nuruyla bakar, görürsün...
hatadan, yanýlmadan eminsin!
Sofi, yoksulluktan dertlenince yoksulluðu, ona dadý ve gýda kesilir. Çünkü cennet,
hoþa gitmeyen þeylerden meydana gelmiþtir... merhamet, gönlü kýrýk acizlerin
nasibidir. Yücelikle baþlar kýran kiþiye ne Allahnýn merhameti nasip olur, ne halkýn!
Bu sözün sonu yoktur... evet, o yiðit, yiyecek ve ekmek nafakasýnýn azlýðýndan periþan
oldu! Ne mutlu o sofiye ki rýzký azalýr... boncuðu inci olur, kendisi deniz kesilir! O
hususi Allah nafakasýný duyan, Allahnýn yakýnlýðýna erer,gayb nafakasýný elde eder.
Fakat ruh nafakasý noksan olan kiþinin caný o noksan yüzünden titremeye baþlar.
Anlar ki bir hata etmiþtir de bundan dolayý rýza yaseminliði periþan olmuþtur. Ýþte o
adam da ekinin az olmasý yüzünden harman sahibine mektup yazdý. Mektubunu o
yüce ve adil padiþaha götürdüler, okudu, fakat bir cevap vermedi.
Dedi ki: onun derdi yalnýz gýda, baþka bir þey deðil... ahmaða verilecek en iyi cevap
sükuttur. Ayrýlýk ve vuslat derdi onda hiç yok... fer’e baðlanmýþ, aslý hiç aramýyor. O
ahmaðýn biri... varlýða kapýlmýþ, ölmüþ gitmiþ fer’in derdiyle asla aldýrýþ bile
etmemekte.
Göklerle yeri bir elma farz et... Allahnýn kudret aðacýndan bitmiþ! Sen, bu elmanýn
içindeki bir kurda benzersin; aðaçtan da haberin yok, bahçývandan da! Elmada bir kurt
daha var; fakat onun caný dýþ aleminde bayrak sahibi! Onun hareketi elmayý yarar...
elma onun hareketine karþý koyamaz!
Hareketi, perdeleri yýrtar... sureti kurt ama hakikatte o, bir ejderha! Demirden çýkan
ilk ateþ, dýþarýya yavaþ ,yavaþ adým atar. Dadýsý pamuktur önce... fakat sonunda
þuleleri ta esire kadar çýkar, Ýnsan, önce uykuya, yemeye muhtaçtýr... fakat nihayet
meleklerden de üstün olur.
Pamuk ve kükürdün himayesinde þulesi ve nuru, süha yýldýzýna kadar çýkar! Karanlýk
alemi aydýnlatýr... demirden yapýlma tomruðu bile iðneyle deler geçer!
Ateþ de cismanidir ama ne ruhtandýr, ne de ruhani alemden! Cisme, o yücelikten bir
nasip yoktur... cisim, can denizinin önünde bir katra gibidir! Cisim, canla artar, gün
günden fazlalaþýr... fakat can gitti mi cisme bak, ne hale gelir?
Cisminin haddi, bir iki arþýndan fazla deðildir... fakat canýn, ta göklere kadar çýkar,
dolaþýr! En iyi kiþi, ruha ta Baðdat’a Semerkand’a kadar olan mesafe tasavvurda yarým
adýmdýr ancak! Gözünüz iki dirhemlik taþ aðýrlýðýnda bir yað parçasýdýr ama ruhunun
nuru göklere dek her tarafý kaplar.
Nursa, bu göz olmadan da uykuda her þeyi görür... fakat göz, bu nur olmayýnca ancak
harap olur gider! Canýn, tenin sakalýyla, býyýðýyla alýþ veriþi yoktur... fakat ten, can
olmayýnca murdardýr, aþaðýdýr! Bu cisim, hayvani ruhun debdebesine sebeptir... sen
daha önceden git de insani ruhu gör!
Ýnsandan da dedikodudan da geç de Cebrail’in ruhunun dayanýp kaldýðý deniz kýyýsýna
var! Ondan sonra Ahmed’in caný (esrarý faþ etme sakýn diye) sana karþý dudaðýný
ýsýrsýn... Cebrail, senden korksun, geride kalsýn! Bir yay kadar ileri varýr, sana doðru
gelirsem derhal yanarým desin!
Rüzgar, Süleyman’ýn tahtýna ters esti...Süleyman dedi ki: Ey rüzgar, ters esme!
Rüzgar da ey Süleyman dedi, ters hareket etme... ters hareket edersen, benim
tersliðime kýzma! Allah, biz ders alalým da insafa gelelim diye bu teraziyi halk etti. Sen
eksik dirhem korsan ben eksik tartarým... sen benimle apaydýn muamelede
bulunursan ben de seninle apaydýn muamelede bulunurum!
Böylece Süleyman’ýn tacý da eðrildi... aydýn günü ona gece etti adeta! Süleyman dedi
ki: Ey taç, neden baþýmda eðrilirsin... A güneþ, doðumdan eksilme benim! O eliyle tacý
düzelttikçe taç eðrilmekteydi yiðidim! Tam sekiz kere doðrulttu, sekiz kere eðrildi...
dedi ki: Ey taç, bu ne bu? Eðrilme artýk!
Taç dedi ki: Beni yüz kere doðrultsan yine eðrilirim... çünkü inanýlýr kiþi, sen
eðrilmedesin! Süleyman, bunun üzerine kalbini doðrulttu... gönlündeki þehvetten
soðudu... Tacý da derhal doðruldu... nasýl istiyorsa baþýnda öyle durdu.
Süleyman, bundan sonra onu mahsustan eðriltmede, taç da inadýna doðrulmadaydý. O
ulu Peygamber, tacýný sekiz kere eðriltti; her defasýnda taç, baþýnda doðruldu. Taç,
dile geldi de ey padiþah, nazlan dedi... kanadýndan mademki tozu, topraðý silktin; uç!
Bana izin yok ki bundan ileriye geçeyim... bu sýrrýn gayb perdelerini yýrtayým!
Elini sen aðzýma koy da kapat... aðzým, beðenilmeyen þeyler söylemesin! Hasýlý sana
ne dert gelirse baþkasýna kabahat bulma; kendine bak! Dostum, bu iþ baþkasýndan
oldu sanma... o kölenin uðraþtýðý gibi uðraþýp durma! Köle, gah elçiyle, mutfak
eminiyle uðraþýp savaþmasaydý... gah cömert padiþaha kýzmadaydý.
Týpký Firavun gibi... hani o da Musa’yý býrakmýþtý da halkýn yavrucaklarýnýn baþlarýný
kestiriyordu. Halbuki düþman, o kör gönüllünün evindeydi... oysa baþka çocuklarýn
baþlarýný kopartýp duruyordu! Sen de dýþ aleminde baþkalarýyla kötü oluyorsun da
içten kötü nefsinle uzlaþýyorsun.
Düþmanýn o... fakat sen ona þeker vermedesin... dýþarýdan da herkesi töhmetli
tutmadasýn! Sen Firavun gibi körsün, kör gönüllüsün... düþmanla iyisin de suçsuzlarý
aþaðýlatmadasýn. A firavun, niceye dek suçsuzlarý öldürecek, asýl suçlu olan nefsini
hoþ tutacaksýn? Firavun’un aklý, padiþahlarýn aklýndan üstündü ama Allah hükmü onu
akýlsýz ve kör etmiþti!
Bir adamýn can gözünü, can kulaðýný Allah kapattý mý o adam Eflatun olsa hayvanlaþýr!
Hasýlý Bayezit hakkýndaki gayb hükmü nasýl zuhur ettiyse Allah hükmü levh üstünde
( çaresiz) zuhur eder.
Ebulhasan, Bayezid’in buyurduðu gibi zuhur etti... ve bunu adamlarýndan duydu.
Bayezid, Hasan benim derviþim ve ümmetim olur... her sabah benim mezarýmda
benden ders alýr demiþti. Kendisi de dedi ki: ben de Þeyh’i rüyamda gördüm...
ruhundan bu sözü duydum.
Her sabah, onun mezarýna yüz tutar, ta kuþluk çaðýna kadar huzurunda dururdu. Ya
bir þeyhin huzuruna gider gibi o mezarýn baþýna gelir, yahut da sözsüz müþkülleri
hallolurdu. Nihayet yine bir gün kutlulukla o mezarýn baþýna geldi... yeni kar yaðmýþtý,
mezarlar karla örtülmüþtü.
Mezarýn üstünde kat kat karlarýn bayrak gibi yüceldiðini, kubbe kubbe yýðýldýðýný
görünce gamlandý. O diri Þeyh’in mezarýndan ses geldi. Ben buradayým, bana gel diye
seni çaðýrýp duruyorum. Kendine gel... sesime koþ; bu yana seðirt! Alem karla dolsa
da sen, benden yüz çevirme! O gün, Ebulhasan’ýn hali düzeldi... önce duymuþ olduðu
þaþýlacak þeyler, o gün kendisinde zuhur etti.
Bir adam, birisiyle meþverette bulunuyor, tereddütten kurtulmak, hapisten halas
olmak istiyordu. O adam dedi ki: Hoþ fakat benden baþkasýný ara bul da danýþacaðýn
þeyi ona danýþ! Ben senin düþmanýným, bana sarýlma... düþmanýn tedbiri, aydýn
olamaz! Git, sana dost olan birisini ara... dost þüphe yok ki dostun hayrýný diler.
Ben düþmaným, benim gibisinden bir çare olmaz... eðri gider, sana düþmanlýk ederim.
Kurttan bekçilik istemek doðru bir þey deðildir... bir þeyi bulunmadýðý yerde aramak,
aramamak demektir. Hiç þüphe etme ki ben sana düþmaným... senin yolunu keserim
ben, nasýl olur da sana yol gösteririm?
Kim dostlarla düþer kalkarsa külhanda bile olsa gül bahçesindedir... fakat zamanede
düþmanla düþüp kalkan gül bahçesinde bile olsa külhandadýr! Biz, ben diye varlýða
düþerek dostu incitme de kimse, düþmanýn olmasýn! Allah için halka hayýr yap, yahut
kendi canýn için herkese hayýrda bulun da. Daima gözüne dost görünsün... gönlüne
kin yüzünden çirkin suretler gelmesin!
Fakat birisine düþmanlýkta bulundun mu ondan çekin... seni seven bir dostla görüþ,
danýþacaðýný ona danýþ! Adam dedi ki: Ey iyi kiþi, biliyorum seni... sen benim eski
düþmanýmsýn. Fakat akýllý ve manevi bir adamsýn; aklýn eðri gitmeme razý olmaz.
Tabiat, düþmandan hýncýný çýkartmak ister ama akýl, nefse demirden bir baðdýr; Gelir,
onu kötülükten men eder, geri çeker... akýl, onun iyi ve kötü hareketlerine adeta bir
þahnedir. Ýmana mensup akýl adil bir þahneye benzer... gönül þehrinin bekçisidir,
hakimidir. Kedi gibi aklý uyanýktýr onun... hýrsýz, fare gibi delikte kalakalýr! Nerede fare
çýkar, bir þeye el uzatýrsa ya orada kedi yoktur, yahut varsa bile sureti vardýr!
Kedi nedir? Aslanlarý yýkan aslan... tendeki imana mensup akýl! Onun görünüþü yýrtýcý
hayvanlara hakimdir... narasý otlayan hayvanlarý men eder! Þehir, hýrsýzlarla, elbise
soyanlarla dolu... söyle, ister þahne olsun, ister olmasýn!
O muhteþem fakir Bayezid, derviþlerine “Ýþte Allah benim” dedi. O fenlere sahip er,
sarhoþça apaçýk “Benden baþka Allah yoktur...bilin de bana tapýn” buyurdu. O hal
geçince sabahleyin “Sen böyle dedin... bu doðru deðil” diye kendisine söylediler. Dedi
ki: “Bunu bir daha dalar da söylersem hemen o anda beni býçaklayýn!
Allah, tenden münezzehtir... benimse tenim var. Böyle söylediðim zaman öldürülmem
lazým! O hür er, bu tavsiyede bulununca her derviþ bir býçak hazýrladý. Bayezid, yine o
koca kadehi dikip sarhoþ oldu... tavsiyeleri aklýndan çýktý. Meze geldi... aklý avare
oldu; sabah geldi, mumu çaresiz kaldý!
Akýl þahneye benzer... sultan gelince biçare þahne bir bucaða büzüldü! Akýl Allah
gölgesidir, Allah güneþ... gölge, güneþe karþý dayanýr, durabilir mi hiç? Peri ve cin,
insana üstün olunca insandaki insanlýk sýfatý kaybolur... ne söylerse o peri söyler...cin
tutmuþ adam söyler ama hakikatte o sözler, cinindir, perinindir!
Perinin bile yolu yordamý böyle olursa o perinin Allah’sý nasýl olur? Varlýðý gider insan
peri kesilir...ilhama nail olmayan Türk arapça konuþmaya baþlar! Fakat kendine
gelince hiçbir lugat bilmez. Peri de bile böyle bir varlýk, böyle bir sýfat olduktan sonra,
artýk perinin ve insanýn Allah’sý, nasýl olur da periden aþaðý olur?
Aslaný bile tutacak derecede sarhoþ olup yiðitleþen kiþi, kalkar da erkek aslanýn
sütünü emerse sen artýk bu iþi o yapmadý, þarap yaptý dersin! Eski altýnlardan söz
düzer, mükemmel söz söylerse yine dersin ki o sözü de þarap söylemiþtir! Þarapta bile
bu zor, bu kuvvet olursa Allah nurunda olmaz mý hiç?Allah nuru, seni tamamý ile
senden alýr... sen aþaðýlarsýn, onun sözü üstün olur. Kuran, gerçi Peygamber’in
dudaðýndan çýkar ama kim Allah söylemedi derse kafirdir.
Kendinden geçiþ hümasý uçmaya baþlayýnca Bayezid yine o söze koyuldu. Aklý
þaþkýnlýk seli kaptý götürdü... o sözü evvelce söylediðinden daha zorlu söyledi.
“Hýrkamda, varlýðýmda Allahdan baþka bir þey yok... yerde gökte nice bir arayýp
durursun?” dedi.
Derviþler deli divane oldular... býçaklarýný tertemiz bedenine sapladýlar. Her biri
Girdeküh mülhitleri gibi pervasýzca pirlerine býçak saplamaya koyuldular.
Fakat þeyhe kýlýç vuranýn kýlýcý, tersine dönüyor kendisini yaralýyordu. O hünerli
þeyhin vücudunda bir eser bile görünmüyordu. Fakat derviþler periþan oldular,
kanlara battýlar.
Boynuna býçak saplayanýn kendi boynu kesildi, aðlaya inleye yýkýlýp öldü. Göðsünü
yaralayanýn göðsü yarýldý, ebedi bir surette geberip gitti.
O sahip kýranýn mertebesini bilen ise onu yaralamaya hiç yeltenmedi, böyle þeye
gönül vermedi. Yarý aklý onun elini baðladý; canýný kurtardý... yoksa oda kendisini
periþan ederdi. Sabah oldu o derviþler eksilmiþti... evlerinden bir feryat-ý figan
yüceldi.
Bayezid huzuruna binlerce kadýn, erkek üþüþtü. Dediler ki: “Ey iki alemi de gömleðe
sýðdýran er! Senin þu bedenin insan bedeni olsaydý insanlarýn bedenleri gibi hançer
yaralarý ile mahvolur giderdi.
Kendisinden olan kendinden geçmiþe gelip çattý... kendisinde olan, kendi gözüne
diken batýrdý.
Ey kendinde olmayanlara Zülfikar vuran, aklýný baþýna al, o Zülfikarý sen, kendi
kendine vurmaktasýn. Çünkü, kendinden gecen fanidir,kurtulmuþtur... ebedi olarak
emniyet bucaðýnda oturur. Sureti fanidir; o bir ayna kesilmiþtir... o aynada
baþkalarýnýn yüzünden gayrý bir þey görünmez.
Tuh der tükürürsen kendi yüzüne tükürmüþ olursun... aynaya vurursan yine kendine
vurursun. Orada çirkin bir surat görürsen gördüðünde sensin... Ýsa ve Meryem’i
görürsen yine gördüklerin senden ibarettir.
O ne budur, ne o... her þeyden arý durudur... yalnýz senin önüne senin suretini kor. Söz
buraya gelince dudak yumuldu... kalem buraya gelince kýrýldý, durdu! Fasahat el verdi
ama dudaðýný yum, sus; Allah, doðruyu daha iyi bilir!
Ey daimi sarhoþ, sen dam kenarýndasýn... ya otur, ya aþaðýya in vesselam! Ne vakit
muradýna erersen o hoþ zaman dam kýyýsýna geliþindir, böyle bil bunu. Ýyi zamanda
kork... o zamaný define gibi sakla, açýða vurma.
Açýða vurma da sevgiye ansýzýn bir bela gelip çatmasýn... kendine gel de o gizlilik
yerinde korka korka yürü.
Neþeli zamanda neþenin geçip gitmesinden korkarsýn... iþte bu, gayp damýndan canýn
göçüp gitmesidir. Sýr damýnýn kenarýný, sen görmüyorsun ruh görüyor da tir tir
titriyor.
Ansýzýn gelip çatan her bela, neþe damýnýn korkuluðu kýyýsýnda gelip çatmýþtýr. Ýnsan,
damýn kenarýnda olmadýkça düþmez Nuh ve Lüt kavimlerine bak da ibret al.
Ynt: Mesneviden Hikayeler IV By: armi Date: 29 Ocak 2010, 12:38:08
PEYGAMBER TAKDÝRÝ
Peygamber, kafirlerle savaþmak, abes þeyleri gidermek için bir ordu gönderiyordu.
Huzeyl kabilesinden bir genci seçti, orduya emir etti. Askerin aslý kumandandýr...
kumandansýz kavim, baþsýz bedene benzer! Þu ölüþün, solup gidiþin, hep baþbuðu
terk etmendendir. Usançtan, nekeslikten, benlikten baþ çekmede, kendini baþbuð
saymadasýn!
Týpký yükten kaçan katýr gibi... o da baþýný alýr, daðlarý boylar! Sahibi, a sersem... her
tarafta eþek avlamak üzere sinmiþ bir kurt var... þimdi gözümden kayboldun mu her
yandan kuvvetli bir kurt çýkagelir. Kemiklerini þeker gibi ezer, ufalar... artýk bir daha
diriliði göremezsin bile!
Hadi kurdu bir tarafa býrak... odsuz kalýrsýn ya! Ateþ, odun olmadý mý söner gider.
Kendine gel de sahipliðimden kaçma, yükün aðýrlýðýndan çekinme... senin canýn benim
diye ardýna düþer, koþar durur! Sen de bir katýrsýn... çünkü nefsin üstün. A kendisine
tapan, hüküm üstünündür.
Fakat ululuk ýssý ALLAH, sana eþek demedi at dedi... Arap, arap atýna “Taal” der.
Cefakar nefis katýrlarýný bakmak, yola getirmek için Mustafa, Hakk’ýn imrahorudur.
Kerem ve ihsan çekiþiyle “Kul tealev” dedi... “Gelin de sizi riyazatla terbiye edeyim
dedi, azgýn ve serkeþ atlarý alýþtýrýr, yola getiririm ben.
Nefisleri azgýnlýktan geçinceye dek bu katýrlardan ne tekmeler yedim. Nerede
azgýnlarý yumuþatan bir er varsa onlarýn tekmelerinden kurtulmasýna bir çare yoktur!
Hasýlý belalarýn çoðu peygamberlere gelir. Çünkü ham kiþileri yola getirmek, zaten bir
beladýr. Siz, kaidesiz, nizamsýz gitmektesiniz; sözüme uyun da rahvan gidin... bu
suretle de uysal bir hale gelin,padiþahýn bineceði bir at olun!
ALLAH dedi ki: “onlara gelin de, ey terbiyeye alýþkýn olmayan katýrlar, gelin de! Fakat
gelmezlerse gamlanma... o iki temkinsiz için kinlenme! Bazýlarýnýn kulaklarý bu, gelin
sözüne karþý saðýrdýr... her hayvanýn ayrý ahýrý vardýr. Bazýlarý bu sesten ürker,
kaçarlar...her atýn ahýrý ayrýdýr.
Bazýlarýnýn de bu hikayelerden caný sýkýlýr...çünkü her kuþun kafesi baþkadýr. Melekler
bile bir cinsten deðildirler; bu yüzden göklerde saf saf dururlar. Çocuklar, gerçi bir
mektebe giderler, giderler ama ders bakýmýndan her biri, öbüründen üstündür.
Doðuya mensup olanýn da duygularý var, batýya mensup olanýn da... fakat görmek
göze kýsmet olmuþtur, mesnet ona verilmiþtir. Yüz binlerce kulak saf saf düzülse yine
de hepsi aydýn bir göze muhtaçtýr. Sonra kulaklarýn da can sesini, ALLAH haberlerini,
Peygamber buyruklarýný duymada bir mesnedi var
Yüz binlerce göze ses duyma kabiliyeti verilmemiþtir; hiçbir gözün ses duymadan
haberi yoktur. Böylece her duyguyu birer birer say... her biri, öbürünün iþini göremez!
Beþ tane dýþ, beþ tane de iç duygusu... hepsi on tane duygu, ayakta saf kurmuþtur.
Din safýndan baþ çeken giden, gider, en son safa katýlýr!
Sen, gülün sözünü terk etme... söyleye dur! Bu söz pek büyük bir kimyadýr. Bir bakýr
senin sözünden nefret eder, kaçmaya kalkýþýrsa yine sen kimyayý ondan esirgeme!
Büyücü nefesi þimdi, bu söze uymadýysa sözün, belki sonunda ona tesir eder, bir
fayda verir.
Oðul, gelin de gelin... sizi ALLAH esenlik yurduna çaðýrmada! Hocam, benliði býrak,
baþbuð olma sevdasýndan vazgeç! Bir baþbuð ara, ona uy... baþbuð olmaya pek
özenme!
Peygamber, ALLAH yardýmýna nail olan askerine Huzeyl kabilesinden olan o genci
baþbuð yapýnca, bir herzevekil, hasedinden dayanamadý... itiraza bunu kabul
edemeyiz bayraðýný kaldýrmaya kalkýþtý. Halka bak hele... bunlar karanlýk
alemindendir...geçici bir matah için nasýl geçici bir hale düþer, nasýl itiraza kalkýþýrlar!
Ululuk yüzünden hepsi daðýnýklýða düþmüþler, canlarýný vermiþler, ölü bir hale
gelmiþlerdir. Fakat savaþta, diridir onlar!
Þaþýlacak þey þu: Zindanýn anahtarý, bu çeþit adamýn elindedir de yine kendisi
zindanda mahpustur! O genç tepeden týrnaða kadar pisliðe batmýþtýr... fakat akarsu,
eteðine dokunup akmaktadýr!Dilediði ile daima yan yanadýr da yine de bir dayanacak,
huzur bulacak kiþinin yanýna varabilsem diye ne sabrý vardýr, ne kararý!
Nur gizlidir... arayýp sormak, gizliliðine þahit. Fakat gönül, saçma sözlerden kurtuluþ
dilemez ki! Fakat dünya zindanýnda bir kurtuluþ yeri olmasaydý gönül ne sýkýlýrdý, ne
de halas olmayý araþtýrýr, isterdi! Sýkýlýp üzülmen, seni bir memur gibi “ Hadi ey sapýk,
ey yolsuz... bir doðru yol ara” diye çekip çekiþtirmededir...
Doðru yol vardýr... fakat pusuda gizlidir. Bulmak için durmadan, dinlenmeden
delicesine aramak gerek; böyle arayan bulur! Daðýnýklýk, pusuda topluluðu arar... sen
hemen bu isteyende istenenin yüzünü gör! Baðdaki cansýz mahsulat, köklerinden
sürmüþ, yetiþmiþtir... onlara diriliði vereni anla!
Hiç müjde verecek biri olmasaydý bu zindandakilerin gözleri, hep kapýya dikilir, kalýr
mýydý?
Irmak olmasaydý yüz binlerce ýrmaða batýp ýslanan olur muydu? Yanýný yere koyup
yatamýyor, rahatsýz oluyorsun... bil ki evde bir yataðýn, yorganýn var! Karar edilecek
bir yer olmadýkça karasýz kiþi olmaz...sersemliði gideren bir þey bulunmasa sersemlik
bulunmaz!
O adam dedi ki: “Hayýr hayýr ey ALLAH elçisi. Askere ihtiyar birisini baþbuð yap!
Ey ALLAH elçisi, genç, aslan oðlu aslan bile olsa askere , ihtiyardan baþkasý kumandan
olmasýn! Zaten sen söyledin...þahidim senin sözün: Kendisine uyulacak kiþi pir
olmalýdýr, pir! Ey ALLAH elçisi, þu askere bak! Ondan daha yaþlý daha ileri bunca kiþi
var! Bu aðaçtaki þu sarý yapraða bakma da onun olgun elmalarýný devþir!
Onun sarý yapraklarý nasýl olur da bomboþ olur... zaten yapraðýnýn sararmasý, olgunluk
ve kemal alametidir. Yüzün sararmasý, saçýn sakalýn aðarmasý, olgun aklý müjdeler!
Yeni sürmüþ, yeni yeþermiþ yapraklarsa meyvenin hamlýðýna delalet eder. Azýksýzlýk
azýðý her þeyden vazgeçiþ, ariflik niþanesidir.
Altýnýn sarýlýðý, sarrafýn yüzünü kýzartýr,benzine kan getirir. Gül yüzlü, sakallý, býyýðý
yeni terlemiþ genç, henüz mektepte okuma, yazma öðrenmededir. Yazýsý, yazýsýnýn
harfleri eðri büðrüdür... gürbüz olsa bile delikanlýdýr, aklý azdýr onun! Ýhtiyarýn ayaðý,
hýzlý adým atmasa da aklýnýn iki kanadý vardýr, yücelerde uçar!
Örnek istiyorsan Cafer’e bak! ALLAH, ona elinin, ayaðýnýn yerine iki kanat verdi! Altýný
býrak... bu söz örtülüdür, gönlüm civa gibi ýstýraplara düþtü! Ýçimizden güzel sözlü,
güzel sesli yüzlerce sükut, elini aðzýna komada, yeter artýk demede!
Sükut denizdir, söylemek ýrmaða benzer... deniz seni aramada, sen ýrmaðý arama!
Denizin iþaretlerinden baþ çevirme... sözü bitir doðrusunu ALLAH daha iyi bilir! O
edepsiz, Peygamberin huzurunda o soðuk dudaklarýndan sözler çýkarmada, böylece
söylenip durmadaydý.
O bihaber, söz fýrsatýný bulmuþtu, boyuna söylenip duruyordu...zaten haber de görüþe
göre saçma sapan bir þeydir! Bu haberler, hep görüþ yerine geçer, görüþ olmayýnca
habere ehemmiyet verilir...göz önünde olandan haber verilmez; göz önünde
olmayandan haber verilir!
Birisi görüþ makamýna vardý mý artýk bu haberlerin onca hiçbir deðeri yoktur.
Sevgiliye ulaþtýn, onunla düþüp kalkmaya baþladýn mý kýlavuzlarý affet artýk!
Çocukluktan geçip adam olan kiþiye mektup da soðuk gelir, kýlavuzluk eden kadýn da!
Mektubu okusa bile bilmeyenlere öðretmek için okur...söz söylerse bile anlatmak için
söyler!
Gözlüler önünde haberden bahsetmek hatadýr...çünkü bu bahis bizim gafil
olduðumuza noksanlýðýmýza delalet eder. Gözlünün önünde susmak, sana fayda verir.
“Kuran okunurken susun, dinleyin” emri, bu yüzden gelmiþtir. Can gözü açýk olan
kamil, sana söyle derse güzelce, edeplice söyle, sözü uzatma! Uzat diye emrederse
yine emre uy, utanarak söyle!
Nitekim þimdi ben de bu güzelim Mesnevi’yi yazarken öyle yapýyorum ey Hak Ziyasý
Hüsamettin! Akýllý davranýp kýsa kesmeye kalkýþtým mý,o, beni yüz çeþit vesileyle
söyletmeye kalkýþýr. A ululuk ýssý ALLAH’nýn ýþýðý Hüsamettin, görüyorsun mademki;
sözden ne istersin ki? Bu herhalde fazla iþtahtan olacak... hani þair de “Bana hep
þarap sun, hem de iþte bu, þaraptýr”da demiþtir ya!
Þu anda onun kadehi, senin aðzýnda... fakat kulak da kulaðýn nasibini ver, diyor! Ey
kulak, senin nasibin hararetlenip kýzarmaktýr... iþte hararet, iþte sarhoþluk! Fakat
kulak, ben bundan daha fazlasýný istiyorum, harisim ben demekte!
Þeker huylu Mustafa’nýn huzurunda o Arap, sözü haddinden aþýrýnca, O “Vecnecmi”
padiþahý, “Abese” sultaný, o soðuk nefesiyle “ Sözün kafi artýk” diye dudaðýný ýsýrdý.
Söylemesin diye elini aðzýna koydu... gizlileri bilen kiþinin yanýnda nice bir söyleyip
duracaksýn?
Kuru fýþkýyý gözü açýk erin önüne götürmüþ, bunu misk yerine satýn al diyorsun! Deve
pisliðini burnunun altýna koyuyor, bir de oh oh diyorsun a beyni kokmuþ kiþi! A akýlsýz
þaþý! Kötü kumaþýn revaç bulsun diye bir de oh ohtur tutturmuþsun!Bu suretle bu
tertemiz burnu aldatmak, o göklerin gül bahçelerinde yayýlan eri kandýrmak
istiyorsun!
Onun yumuþaklýðý, kendisini ahmak göstermede ama senin de kendini bir parçacýk
bilmen lazým! Bu gece de tencerenin aðzý açýk kaldýysa kedinin de utanmasý icap eder!
O ýþýðý güzel arif kendisini uyuyor göstermede ama adamakýllý uyanýktýr... sakýn
sarýðýný aþýrmaya kalkýþma!
A pis inatçý, bu Þeytan masalýný Mustafa’nýn huzurunda nice bir söyleyeceksin?
Bunlarýn yüz binlerce hilmi vardýr...bir tek hilmleri bile yüzlerce daða bedeldir!
Hilmleri, uyanýk adamý bile aptal eder... yüz binlerce gözü olan zeka sahibini þaþýrtýr,
yolunu kaybettirir, sapýða döndürür! Hilmleri, güzel ve latif bir þarap gibi tatlý ta
beynin üst yanýna gider, bütün bedene yayýlýr!
O sert þaraptan sarhoþ olana bak! Sarhoþ Ferzin gibi eðri büðrü gitmeye baþladý!o
adamýn çabuk alan þarabýn tesiriyle genç, bir ihtiyar gibi yol üstünde düþüp kalmada!
Hele þu “Bela” küpünün þarabý yok mu... öyle sarhoþluðu bir gecelik þarap deðil bu!
Ashabý kehf, o þarabý içtiler de tam üç yüz dokuz yýl akýllarýný kaybettiler, ne mezeye
el sundular, ne bir yere kýpýrdadýlar! Mýsýr kadýnlarý bu þaraptan bir kadehçik içtiler de
ellerini þahrem kesip doðradýlar! Büyücüler de Musa’nýn sarhoþluðuna
düþtüler...daraðacýný sevgili sandýlar! Cafer-i Tayyar, o þaraptan sarhoþ oldu da elini,
ayaðýný feda etti!
Peygamber hadsiz sarhoþluðundan o aptala bir ýþýk vurmuþ, onu neþelendirmiþ,
sarhoþ etmiþti. Neþesinden çok konuþmaya baþladý. Sarhoþ, ebedi býrakýr, baþ aþaðý
düþer! Fakat her yerde kendinden geçen, kötülük etmez... þarap zaten edepsiz olaný
edepsiz eder. Þarap içen akýllýysa daha ziyade akýllý olur... kötü huylu ise büsbütün
berbat bir hale gelir. Fakat insanlarýn çoðu kötü ve ahlaksýz olduðundan þarabý
herkese haram ettiler.
Hüküm üstündür halkýn çoðu da kötüdür; bu yüzden kýlýcý yol kesicilerin elinden
aldýlar. Peygamber dedi ki: Ey iþin dýþ yüzünü gören, sen onu genç ve hünersiz görme.
Nice kara sakallý ihtiyarlar vardýr... nice de gönülleri, zift gibi kapkara ak sakallýlar.
Onun aklýný defalarca denedim... o genç iþlerde ihtiyarlýk etti.
Ýhtiyar, akýl ihtiyarýdýr oðlum... saçýn, sakalýn aðarmasýyla adam, adam olmaz.
Ýblis’ten daha ihtiyar kim var? Fakat deðil mi ki aklý yok, hiçbir þeye yaramaz. Birisi
çocuktur ama Ýsa nefesli, gururdan, nefesten arýnmýþ olursa ona nasýl çocuk
diyebilirsin?
Saç aðarmasý, ancak gözü baðlý ne kýsa görüþlü kiþiye göre piþkinlik alametidir. O
mukallit, alamet olarak delilden baþka bir þey bilmediði için daima buna yol arar.
Onun için bir iþe giriþeceksen o pire danýþ dedi. Çünkü o, taklit perdesinden çýkmýþ
kurtulmuþtur da ne varsa her þeyi ALLAH nuru ile görür. Onun pak nuru delilsiz,
beyansýz deriyi yýrtar, içi meydana çýkarýr.
Yalnýz dýþý görene göre kalp nedir, geçer altýn ne? Hurma sepetinde ne var? O bilir.
Nice altýnlarý, hasetçi hýrsýzlarýn elinden kurtulsun diye dumanla karartmýþlardýr. Nice
bakýrlar vardýr ki aklý kýt olanlara satsýnlar diye onlarý altýn suyuna batýrmýþlar, altýn
yaldýzla yaldýzlamýþlardýr.
Biz bütün ülkelerin iç yüzünü görenleriz... gönlü görürüz, dýþ yüzüne bakmayýz biz!
Zahirin etrafýnda dönüp dolaþan kadýlar, zahiri görünüþe göre hükmederler.
Birisi þahadet getirdi, imanýný gösteren bir þey yaptý mý bunlar, derhal o adamýn
mümin olduðuna hükmederler. Bu suretle de nice münafýklar, zahire sýðýnmýþlar...
böylece de yüzlerce iman sahibinin kanýný gizlice dökmüþlerdir.
Çalýþ çabala da akýl ve din piri ol... bu suretle aklý kül gibi iç alemini gör. O güzelim
akýl, yokluktan yüz gösterince ALLAH ona bir elbisedir giydirdi, binlerce de ad taktý. Bu
güzel adlarýn en aþaðýsý iþte þu: O, hiç kimseye muhtaç deðildir. Akýl bir kere yüz
gösterse, suretini þu aleme izhar etse gündüz bile, onun nuruna karþý kapkaranlýk
kalýrdý. Ahmaklýk da mesela, meydana çýkýverse gecenin karanlýðý, onun yanýnda
apaydýn kalýr. Çünkü o, geceden daha karanlýktýr, daha karadýr. Fakat ne fayda? Kötü
yarasa karanlýlarýn satýn alýr.
Yavaþ, yavaþ gündüzün ýþýðýna alýþ... yoksa yarasa gibi nura kavuþmaz, kalakalýrsýn!
Yarasa nerede bir güçlük, bir müþkül varsa orasýný sever... nerede bir devletlinin ýþýðý
yanýyorsa oraya düþman kesilir. Bilgisi görgüsü daha fazla görünsün diye gönlü daima
müþküller arar. O her müþkülle seni oyalar... kendi kötü tabiatýna karþý gaflete
daldýrýr.
Akýllý ona derler ki elinde meþalesi vardýr... kafilenin önünde gider, onlara kýlavuzluk
eder. o önde giden kendi nuruna uymuþ, onun ardýna düþmüþtür... o kendinden
geçmiþ bir halde yola düþüp giden, kendisine tabidir.
O kendisine inanmýþtýr... sizde onun canýnýn yayýldýðý nura. O nur alemince inanýn.
Yarým akýllýda kendisine bir akýllýyý göz etmiþ, göz diye bu akýllýyý bilmiþ tanýmýþtýr.
Körün kendisini yedene sarýlmasý gibi ona el atmýþtýr... bu suretle onunla göz sahibi
olmuþ,çevikleþmiþ ululaþmýþtýr.
Bir arpa aðýrlýðýnca bile aklý olmayan eþeðe gelince: Hem aklý yoktur, hem akýllýyý terk
etmiþtir. Az,çok... bir yol da bilmez. Fakat yine de bir kýlavuzun ardýna düþmekten
sýkýlýr, arlanýp utanýr. Upuzun, uçsuz bucaksýz çöllerde gah topallayýp meyus olarak,
gah koþup yortarak gider durur.
Bir kandil yoktur ki önünde tutsun, önünü görsün... hatta yarým bir ýþýk bile bulamaz
ki ondan bir nur dilensin. Aklý yoktur ki dirilikten dem vursun, yarým aklý bile yoktur ki
ölsün, kendisini ölü bilsin. O akýllýya karþý tam bir ölü hale gelsin de kendisini aþaðýlýk
yerden dama yüceltsin!
Tam aklýn yoksa kendini ölü hale getir... sözü diri bir akýllýya sýðýn. Böyle olmayan
adam diri deðildir ki Ýsa’ya hemdem olsun... ölü deðildir ki Ýsa’nýn ölüleri dirilten
nefesine mazhar olsun. Kör caný her yana adým atar, sýçrar durur ama bir türlü
kurtulamaz.
A inatçý, bu, içinde üç büyük balýk bulunan gölcüðün hikayesine benzer. “Kelile” de
okumuþsundur ama o kabuktan ibarettir, bu anlatýþýmýzsa canýn ta içidir.
Birkaç balýkçý, o gölcüðün yanýndan geçtiler, o balýklarý gördüler. Derhal koþup að
getirmeye gittiler. Balýlar bunu anladýlar... içlerinden akýllý olan yola düþtü; hiç de
gidilmesi istenmeyen o güç yola yürüdü. Bunlarla danýþmayayým dedi türlü, türlü
fikirlerde bulunur, azmimi gevþetirler. Yurtlarýnýn sevgisine kapýlýrlar; tembellikleri,
bilgisizlikleri bana da sirayet eder.
Danýþmak için bir iyi ve diri kiþi lazým ki seni de diriltsin, fakat nerede öyle bir diri?
Ey yolcu yolcuyla danýþ, kadýnla deðil... çünkü kadýnýn reyi seni topal eder. Vatan
sevgisinden dem vurma; durma,yürü... vatan oradadýr, burada deðil caným efendim!
Vatan istiyorsan ýrmaðýn o tarafýna geç... bu doðru hadisi eðri ve yanlýþ okuma!
Hadiste aptes alýnýrken yýkanan her uzuv için ayrý dua rivayet edilmiþtir. Burnunu
yýkar, burnuna su çekerken gani Allahdan cennet kokusu iste. Ýste de bu koku, seni
cennete çeksin götürsün... gül kokusu gül bahçesinin delilidir.
Aptes bozduktan sonra yýkanýrken de okunacak virt edilecek dua þudur: Yarabbi sen
beni bu pislikten arýt. Benim elin buraya yetiþti, burasýný yýkadý... elim canýmý
yýkamada gevþek.
Adam olmayanlarýn canlarý, ihsanýnla adam olmuþtur... canlara eriþen, senin lütuf ve
kerem elindir. Ben aþaðýlýk bir kiþiyim... buna kudretim yetiþti. Ey kerem sahibi ALLAH,
arýtmaya kudretim olmayan iç pisliðimi de sen temizle! Rabbim ben pislikten derimi
yýkadým, arýttým... içimi de hadiselerden sen yýka, arýt!
Birisi aptes bozduktan sonra temizlerken “Yarabbi, beni cennet kokusu ile eþ et” diye
dua etti. Birisi duyup dedi ki: “Güzel dua ettin ama deliði kaybetmiþsin! Bu dua,
apteste burna su verilirken okunacak dua... sen burun duasýný oturak yerini yýkarken
okuyordun!”
Hür kiþi cennet kokusunu burnundan duyar... hiç oturak yerinden cennet kokusu gelir
mi?
Ey aptal kiþilere karþý alçaklýk gösterip de padiþahlara karþý ululanan, o ululuk,
aþaðýlýk adamlara karþý olursa güzeldir, iyidir... fakat kendine gel, tersine hareket
etme; bu, senin yolunu baðlar!
Gül, burun için bitti,yetiþti... a hoyrat adam koku almak burnun iþidir. Ey yiðit, gül
kokusu burun içindir... bu aþaðýdaki delik, o kokunun yeri deðildir. hiç buradan sana
cennet kokusu gelir mi? Sana koku lazýmsa yerinden ara!
Bunun gibi “Vataný sevmek imandandýr” hadisi de doðru ama hocam, önce iyice vataný
taný!
O akýllý balýk dedi ki: Bir yol bulayým da gönlümü þunlarla danýþmadan, þunlarýn reyine
uymadan çekip çevireyim. kendine gel þimdi danýþma zamaný deðil; yola düþ... Ali gibi
kuyuya ah et. O ahýn mahremi pek azdýr... geceleri git, hem de bekçi gibi gizlice yürü.
Bu gölcükten denize doðru git... denizi ara, þu girdabý býrak.
Göðsünü ayak yaptý da yola düþtü... çekingen balýk, o tehlikeli yerden ta nur denizini
kadar yürüdü, denize ulaþtý. Ardýna köpek düþen ceylan, hayatýndan bir damar bile
kalsa koþar ya... iþte o da onun gibi koþmaktaydý. Artýk köpek varken tavþan
uykusuna dalmak hatadýr... zaten korkan adamýn gözüne uyku girer mi?
O balýk gitti deniz yolunu tuttu... pek uzun olan o yola düþtü. Bir hayli zahmetler çekti,
fakat sonun da emniyet ve afiyet makamýna yetiþti. Kendisini uçsuz bucaksýz, hiçbir
yandan kýyýsý görünmez denize attý.
Derken balýkçýlar að getirdiler... yarý akýllýnýn neþesi bozuldu, aðzýnýn tadý kaçtý. Dedi
ki: Fýrsatý teptim, nasýl oldu da o yol gösterene arkadaþ olmadým? O ansýzýn gitti...
gitti ama benim de hararetle ardýna düþmem gerekti. Fakat geçene acýnmak hatadýr...
gitti mi gitti gider! Gayrý onu anmanýn hiçbir faydasý yoktur.
Birisi hileyle tuzaðýna bir kuþ düþürdü. Kuþ, ona dedi ki: Ey ulu hoca. Sen birçok
öküzler, koyunlar yedin... birçok develer kurban ettin. Dünyada onlarla bile
doymadýn... benimle de doymazsýn sen! Beni býrak da sana üç öðüt vereyim... bak
bakalým aptal mýyým, akýllý mýyým? Birinci öðüdü elimdeyken vereyim, ikincisini
samanla karýþýk balçýktan yapýlma damýnýn üstünde. Üçüncüsünü de aðacýn üstünde
veririm... bu üç öðütle bahtýn iyileþir.
Elindeyken vereceðim öðüt þu: Olmayacak söze kim söylerse söylesin inanma. Bu ulu
öðüdü elindeyken verip azat oldu, duvarýn üstüne konup, dedi ki: Geçmiþ gitmiþ þeye
gam yeme... fýrsatýný kaybettin mi üzülme artýk! Sonra “Þu küçücük bedenimde on
dirhem aðýrlýðýnda paha biçilmez bir inci var. Seni de oðullarýný da devlete eriþtirdi... o
inci senin hakkýndý... fakat kýsmetin deðilmiþ, kaçýrdýn... öyle bir inci dünyada
bulunmaz” dedi.
Adam gebe kadýn doðururken nasýl feryat ederse öyle baðýrmaya baþladý. Kuþ dedi ki:
Sana geçmiþ þeye gam etme diye nasihat etmedim mi, mademki geçip gitti, neden
gam yersin? Ya öðüdümü anlamadýn, yahut da saðýrsýn sen. Sonra bir de sana
sapýklýða düþme olmayacak söze sakýn inanma demedim mi? Bu ikinci öðüdüm deðil
miydi? Ben, kendim üç dirhem gelmem aslaným... içinde on dirhemlik inci nasýl
bulunur?
Adam, bu söz üzerine kendine geldi, hadi dedi... o üçüncü güzel öðüdü de ver
bakalým.
Kuþ dedi ki: Evet. ALLAH için o ikisini iyi tuttun da üçüncüsünü sana bedava
söyleyeceðim ha! Uykuya dalmýþ bilgisiz kiþiye öðüt vermek, çorak yere tohum
saçmaktýr. Aptallýk ve bilgisizlik yýrtýðý yama kabul etmez... ey öðütçü, ona hikmet
tohumunu pek saçma.
Öbür balýk, o bela çaðýnda aklýnýn gölgesinden ayrý düþtü de dedi ki: O, denize vardý,
gamdan azat oldu... ben öyle bir iyi arkadaþtan ayrýldým.
Fakat artýk onu düþünmeyeyim de kendi kendime bir çare bulayým... þimdi kendimi ölü
göstereyim ben... suyun üstüne çýkýp karnýmý yukarýya, sýrtý mý aþaðýya verip kendimi
Salý vereyim... su, nereye götürürse gideyim. Yüzen kiþi gibi deðil de adeta bir saman
çöpü gibi su üstünde sürükleneyim. Kendimi ölüye benzetip suya býrakayým...
ölümden önce ölmek, azaptan kurtuluþtur.
Ey yiðit ölümden önce ölmek emniyettir... bize Mustafa böyle buyurdu. Dedi ki: Size
ölüm, sýnamalarla gelmeden hepiniz ölün. Balýk, güya öldü, karnýný yukarýya çevirdi...
su, onu gah yukarýya çýkarýyor, gah aþaðýya alýyordu.
Balýkçýlarýn her biri eyvah dediler... en iyi balýk öldü... hepsi de pek kederlendi. Balýk
onlarýn eyvah demelerinden sevindi... bu oyunla kýlýçtan kurtuldum galibi dedi.
Balýkçýnýn biri onu yakaladý... tuh yazýklar olsun deyip fýrlattý, toraða attý. Balýk çýrpýna
çýrpýna gizlice suya fýrladý gitti. Öbür ahmak, ýstýraplar içinde kalakaldý. O ahmak
sýçrayýp kilimini kurtarmak için saða sola çýrpýndý durdu.
Fakat avcýlar aðý attýlar... aðýn içinde kaldý; ahmaklýk onu ateþe attý. Ateþ üstünde tava
içinde ahmaklýkla eþ oldu. Ateþin hararetiyle kýzýp kaynadýkça akýl ona “sana hiç
korkutucu bir zat gelmedi mi?” diyordu.
O da, o iþkencenin, o belanýn içinde kafirlerin canlarý gibi “Evet, geldi” demekteydi.
Sonra da eðer bu sefer, þu boynumu kýran mihnetten kurtulursam, denizden baþka
yerde yurt tutmam... bir gölcükte oturmam artýk.
Uçsuz bucaksýz bir su ararým da emin olayým... ebediyen emniyet ve sýhhat içinde
ömür süreyim diyordu.
Akýl, ona diyordu k: Ahmaklýk, seninle deðil mi? Ahmaklýkla ahde vefa edilmez.
Ahitlerde vefa etmek, akýlla olur... sense aklýn yok a eþek deðerli. Akýl, ahdini
hatýrlar... akýl, unutkanlýk perdesini yýrtar. Aklýn olmadý mý unutkanlýk, sana hakim
olur... sana düþmanlýk eder, tedbirini bozar.
Aþaðýlýk pervane, aklýnýn azlýðýndan kendini ateþe vurur... ateþ, ateþin yakýcýlýðý,
ateþin sesi, aklýna bile gelmez. Fakat kanadý yandý mý tövbe eder ama hýrsý ve
unutkanlýðý yine onu ateþe atar. Bir þeyi kavramak, anlamak, hýfzetmek ve
hatýrlamak, aklýn iþidir... akýl bunlarýn derecesini yüceltir.
Ýnci olmayýnca parlaklýðý nasýl olur da bulunur? Hatýrlatan olmayýnca adam, o iþten
nasýl kaçýnýr? Bu vakitsiz istek de sahibinin akýlsýzlýðýndandýr. Çünkü ahmaklýðýn nasýl
bir huyu vardýr? Göremez ki!
O, nedamet zahmetinin sonucudur... define gibi aydýn olan aklýdan gelmez. Zahmet
geçti mi o nedamet de yok olur gider... o tövbe ve nedamet, toprak deðerinde bile
deðildir. o nedamet, gam ve elem karanlýðý yüzünden yükünü baðladý... fakat gündüz
geldi mi gecenin sözünü mahveder.
O gam karanlýðý gitti de hoþluk vakti geldi mi gönülden de onun neticesi, o derdin
doðurduðu nedamet geçip gider.
O adam, tövbe eder ama akýl piri ona “Tekrar dünyaya döndürülseler yine yapma
denen þeylere bulaþýrlar. Onlarý yaparlar” diye baðýrýp durur.
Ey yiðit, akýl, þehvetin zýddýdýr... þehveti dokuyan akla akýl deme. Þehvete maðlup
olana vehim de... vehim, halis akýllar altýnýnýn kalpýdýr. Vehimle akýl, mihenk
olmadýkça meydana çýkmaz. Her ikisini de hemen mihenge vur. Bu mihenk de
KURANDIR. Peygamberlerin halidir... mihenk kalpa gel der. Gel de benim yüzümden
ne hale girdiðini gör... çünkü sen benim ne iniþimin ehlisin ne çýkýþýmýn.
Aklý bir testere ikiye biçse o ateþteki altýn gibi yine gülümser. Vehim, alemleri yakan
Firavundur; akýl, canlarý parlatan aydýnlatan Musa’nýndýr. Musa, yokluk yoluna gitti...
Firavun, ona dedi ki: Sen kimsin? Musa, ben akýlým... ululuk ýssý Allahnýn elçisiyim...
Allahnýn ulu burhanýyým, azgýnlýktan insana emniyet veren kiþiyim ben.
Firavun dedi ki: Sus, huyluyu býrak da sen bana eski adýný söyle. Musa dedi ki: Benim
nispetim, Allahnýn þu toprak yurdunadýr... asýl adým da onun kullarýnýn en aþaðýsý. Ben
o Allahnýn kulunun oðluyum... onun cariyesiyle kulundan doðmuþum. Asýl mensup
olduðum topraktýr; su ve balçýktýr... ALLAH suya topraða canla gönül vermiþtir.
Bu toprak bedeninim dönüp gideceði yer de yine toraktýr... senin gideceðin yer de
topraktýr a maðrur. Bizim de bütün serkeþlerin de aslý topraktýr. Hepimiz
topraktanýz... buna da yüz türlü niþane var. Bedenine toraktan yardým gelmededir...
boynun toraktan biten gýdalarla düzelip kalýnlaþmadadýr.
Can gitti mi beden o korkunç, mezar da toprak olur gider. Sen de, biz de, sana
benzeyenlerde hep toprak olurlar... senin mevkiin rütben de kalmaz.
Firavun dedi ki: Bundan, bu soydan baþka bir adýn daha var senin... sana ne ad daha
ala yaraþýr. Firavunun kulu kullarýnýn kulu... bedeni, caný, önce onun nimetleriyle
beslenip yetiþen kul. Asi, azgýn ve pek zalim kul... kötü iþi yüzünden yurttan kaçan
kul. Kanlý katil, gaddar,hak bilmez kul... artýk sen bu sýfatlara bak da var kýyas et
nesin?
Gariplikte hor, yoksul, çýplak bir kul, öyle bir kul ki ne bizim hakkýmýzý tanýr,ne bize
þükreder.
Musa þöyle cevap verdi: Haþa... o padiþaha, padiþahlýkta kimse þerik olamaz. Mülk ve
devlette tektir, eþi yok. Kullarýna ondan baþka baþbuð yoktur.
Halkýna ondan baþka kimse sahip deðildir. helake düþmüþ kiþiden baþka kimse ona
þeriklik davasýna kalkýþamaz. Beni nakþeden, bana bu sureti veren odur; nakkaþým
odur benim... baþkasý bu davaya kalkýþýrsa zalimdir. Sen benim kaþýmý bile yaratmaya
kadir deðilsin... böyleyken Nasýl olur da beni yarattýðýný söyleyebilirsin?
Asýl o gaddar, o azgýn sensin ki ALLAH’a þerik olmak davasýna düþmüþsün. Ben bir kötü
kiþiyi öldürdüysem ne nefsime uyduðumdan öldürdüm, ne de eðlence için. Ben bir
yumruk indirdim o da derhal ölüverdi... zaten caný yoktu can verdi geberdi gitti.
Ben bir köpek öldürdüm... fakat sen peygamber oðullarýný, yüz binlerce suçsuz,
ziyansýz çocuklarý öldürdün ya! Onlarý öldürdün; hepsinin kaný senin boynundadýr...
bakalým hele, bu kan içmeden baþýna neler gelecek?
Yakup soyunu öldürdün... maksadýn da hep beni öldürmekti, bunu umuyor, bunu
istiyordun sen! ALLAH, seni kör etti de beni seçti... nefsinin piþirip kotardýðý hile, baþ
aþaðý geldi.
Firavun dedi ki: Bunlarý býrak hele... þüphesiz benim hakkým, tuz ekmek hakký buydu
ha. Beni halkýn önünde rezil rüsvay edesin... aydýn günü gönlüme karartasýn... sen de
olan hakkýma karþýlýk yapacaðýn bumu senin?
Musa, kýyamet gününün horluðu daha güçtür... hayýrda, þerde bana riayet etmezsen
kýyamette halin bundan beter olur. Bir pirenin acýsýna tahammülün yok; yýlanýn
acýsýna nasýl tahammül edeceksin? Görünüþte senin iþini yýkýyorum ama bir dikeni gül
bahçesi haline getiriyorum dedi.
Birisi geldi yeri bellemeye, sürmeye baþladý. Aptalýn biri dayanamayýp feryat etti. Dedi
ki: Bu yeri neden yýkýyorsun... neden yarýyor daðýtýyorsun?
Adam dedi ki: A ahmak, yürü git... benimle uðraþma! Sen, yapýlmayý yýkýlmada bil. Bu
yer, böyle çirkin ve yýkýk bir hale gelmedikçe nasýl olur da gül bahçesi, buðday tarlasý
haline gelir. Düzeni alt üst olmadýkça nasýl olur da bostanlýk, ekinlik olur; mahsul ve
meyve yetiþtirir? Yarayý neþterle deþmedikçe iyileþir onulur mu hiç? Ahlatýn, ilaçla
yýkanmadýkça hastalýðýn nasýl geçer, nasýl þifa bulursun?
Terzi kumaþý paramparça eder... bir kimse çýkýp da o sanatýný bilen terziye, bu caným
atlasý neden bu hale getirdin... neden kestin; ben kesik kumaþý ne yapayým der mi?
Her eski yapýyý yaparlar, yenilerlerken eski yapýyý yýkmazlar mý? Marangoz, demirci ve
kasap da bunun gibi yýkýp yakýp harap etmezler mi? O halileyi, belileyi dövmek, onlarý
adeta telef etmek, bedenin yapýlmasýdýr. Buðdayý deðirmende ezmeseydin ondan
ekmek yapabilir miydi?
A balýk, yediðim tuz ekmek, seni aðýndan kurtarmak için beni böyle uðraþtýrýyorsun
ya! Musa’nýn öðüdünü kabul edersen sonu kötü olan böyle bir oltadan kurtulursun!
Kendini hayli zamandýr heva ve hevese kul, köle ettin... yeter artýk! Küçücük bir kurdu
ejderha haline getirdin. Ben de senin ejderhana karþý ejderha getirttim... onunla
anbean seni ýslah etmek niyetindeyim. Onun nefesi, bunun nefesiyle tutulsun...
ejderham, o ejderhayý mahvetsin!
Eðer razý olursan iki yýlandan da kurtulursun... yok, razý olmazsan o ejderha, canýný
kökünden siler süpürür, seni mahveder!
Firavun dedi ki: Pek usta bir büyücüsün... bu ülkeye bir ikiliktir saldýn. Gönlü bir olan
halký iki bölüðe ayýrdýn... öyledir; büyücülük, daða, taþa bile tesir eder... onlarý bile
yarar, yýkar.
Musa þöyle cevap verdi: Ben, ALLAH emirlerine gark olmuþum... hiç ALLAH adý ile
büyücülük görülmüþ þey midir?
Büyücülüðün temeli gaflettir, kafirliktir... halbuki Musa’nýn caný, din meþalesidir. A
çirkin, ben büyücülere benzer miyim? Nefesine Mesih bile haset etmededir benim.
A cenabet, benim nerem büyücülere benzer? Kitaplar, canýmda nurlanýr, ýþýklanýr.
Fakat sen heva ve heves kanadý ile uçtuðun için benim hakkýmda þüpheye
düþüyorsun. Kim hilebazlarla canavarlarýn iþini iþlerse elbette kerem sahipleri
hakkýnda þüphelenir.
Sen, bir alemin cüzüsün... ne olursan ol, mutlaka o alemin külünü kendi sýfatlarýnda
görürsün sen, azgýn herif!döndün de baþýn döndü mü gözüne ev de dönüyor görünür.
Gemiye binersin; gemi hareket etti mi deniz kýyýsýný yürüyor görürsün! Bir savaþtan,
bir çekiþten canýn daralýrsa bütün dünyayý dar görürüsün!
Dostlarýn dilediði gibi hoþluða erersen, gönlün hoþ olursa bu alem, sana gül bahçesi
görünür.
Nice kiþiler, ta Hint ülkesine, Herat þehrine dek vardýlar da oralarda alýþ veriþten
baþka bir þey bulamadýlar! Niceler, Türkistan’a, Çin’e vardýlar da oralarda hileden,
tuzaktan baþka bir þey görmediler!
Sefere giden renkten, kokudan baþka bir þey göremezse söyle ona: Bütün iklimleri
dolaþsýn; hep bunu görür. Öküz Baðdat’a geliverir... bir ucundan öbür ucuna kadar
þehri dolaþýr... bütün o yaþayýþtan, o güzelliklerden, o lezzetlerden ancak ve ancak
sokaklardaki karpuz kabuðunu görür! Öküzün yahut eþeðin seyrine layýk olan þey,
sokaklara atýlan samanlarla yolarda biten otlardýr!
Tabiat mýhýna kurumuþ et gibi asýlý kalan kiþinin caný, sebeplere baðlanmýþtý... bundan
ötesini göremez. Ey baþ köþede oturan ulu kiþi, sebeplerin kalktýðý ova, Allahnýn geniþ
yeryüzüdür. Orada can, her an suret deðiþtirir... her an yeniden yeniye ve apaçýk bir
alem görür.
Fakat bir sýfata kapýlmýþ, o sýfatla donup kalmýþ kiþiye, cennette, cennet ýrmaklarýnýn
kýyýsýnda, olsa orasý yine kötü ve çirkin görünür!
Cihaný görme çerçeven anlayýþýncadýr... pak kiþilerin sence perde ardýnda olmasý,
onlarý görmemen, pis duygundandýr. Bir zaman duygunu görüþ suyuyla yýka...
sofilerin çamaþýr yýkamalarý budur, böyledir... bunu böyle bil. Sen temizlendin mi
perde yýrtýlýr... pak kiþilerin canlarý sana görünmeye baþlar.
Bütün alem nurla, suretlerle dolsa o güzellikten ancak göz haberdar olur. Gözünü
yumar da bir güzelin zülfünü, yüzünü görmek için kulaðýný açarsan, kulak der ki: Ben
sureti göremem... ancak suret, bir ses verirse o sesi duyarým. Bilirim, bilirim ama
kendime ait olan þeyleri bilirim... bana ait þey de harften, sesten baþka bir þey
deðildir. kendine gel, hadi ey burun... þu güzeli gör, desen imkaný yoktur.
Sana der ki: Mis, yahut gülsuyu olursa koklarým... benim iþim budur, bilgim bu
kadardýr. Ben o baldýrý gümüþe benzeyen güzeli nasýl görürüm? Aklýný baþýný devþir de
yapamayacaðým þeyi teklif etme bana! Eðri duyguda eðriden baþka bir þey göremez...
onun önüne ister eðri getir, ister doðru. Hocam þaþý göz bil ki tek göremez.
Sen de Firavunsun... tepeden týrnaða kadar hile ve riyadan ibaretsin... onun beni
kendinden farklý görmemektesin. A eðri görüþlü, sen bana kendi gözünle bakma,
benim gözümle bak da biri, iki görme! Bana, bir an olsun benim gözümle bak da
varlýktan öte bir meydan gör. Darlýktan da kurtul, addan, þöhretten de... aþk içinden
aþk gör vesselam. Bil ki beden çerçevesinden kurtuldun mu kulaðýn da göz olur,
burnun da.
O tatlý dilli padiþah doðru söylemiþtir: Ariflerin her kýlý göz kesilir. Göz evvelce göz
deðildi... o, rahimde bir et parçasýndan ibaretti. Yað parçasý görmeye sebep olmaz
oðlum... öyle olsaydý hiç kimse rüyada görülen þeyleri göremezdi. Mesela þeytan ve
peri de görür... fakat ikisinin gözünde yað parçasýna benzer bir þey yoktur.
Nurun yaðla ne münasebeti var? Fakat yaratýcý sevgi ihsan edici ALLAH bu münasebeti
baðýþlamýþtýr iþte! Ýnsan topraktan yaratýlmýþtýr fakat topraða benzemez ki... cinlerin
ateþle bir münasebeti yoktur; fakat onlar da ateþten yaratýlmýþlardýr. Perinin aslý
ateþtir; fakat dikkat edersen ateþe hiç benzemez.
Kuþ, havadan yaratýlmýþ olmakla beraber havaya nereden benzer? ALLAH, münasebeti
olmayan þeylere münasebet verdi.
Bu fer’lerin asýllarýyla münasebeti vardýr... ALLAH onlara bu münasebeti vermiþtir;
fakat bu münasebete akýl ermez, keyfiyeti bilinmez! Ýnsan hiçbir deðeri olmayan
topraktan meydana gelmiþtir... fakat bu oðlun,babasý ile ne münasebeti var?
Bir münasebeti varsa bile akýldan gizlidir, keyfiyetine akýl ermez; akýl nereden bu
münasebeti izleyecek bulacak? Yele göz vermemiþ olsaydý Ad kavmini nasýl fark
ederdi? Mümini nasýl olur da düþmandan ayýrt eder... þarabý, nasýl olur da testiden
fark ederdi?
Nemrut’un yaktýðý ateþe göz olmasaydý Halil’e nasýl olur da, kendisini zahmetlere
sokup saygý gösterirdi? Nil’in gözü olmasaydý, görmeseydi, Kýpti ile Ýsrail oðullarýný
nasýl ayýrt edebilirdi? Daðda taþta görüþ yoktu da nasýl Davut’a yar oldu? Bu
yeryüzünün can gözü yoktu da Karun’u neden öyle sömürüp yuttu? Hannane direðinin
gönül gözü olmasaydý o tek kiþinin, o eþsiz erin ayrýlýðýný görür müydü? Kýrýk taþlar,
görmeselerdi avuç içinde nasýl þahadet ederlerdi?
A akýl, sen kanatlarýný aç da “Ýza zülziletil arzu zilzaleha” suresini oku! Kýyamet günü
bu yeryüzü, görmeseydi iyiye kötüye nasýl þahadet ederdi ki? Halbuki halini,
kendisinde olan haberleri söyleyecek... yeryüzü bize sýrlarýný açacak. Beni senin gibi
bir padiþaha göndermesi de bir delildir... gönderen bilir ki. Böyle bir illete böyle bir
ilaç lazým bu ilaç, o umulmaz yarayý kolayca iyileþtirecek elbet. Bundan önce rüyalar
görmüþtüm... Allahnýn beni seçip göndereceðini anlamýþtým. Ben elime asayý ve nuru
alacak, senin gibi bir küstahýn boynuzunu kýracaktým. Bunun için kýyamet gününün
sahibi olan ALLAH sana çeþit çeþit rüyalar gösteriyordu.
Bunlar senin kötü içine, azgýnlýðýna layýk rüyalardý. Bunlarýn sana, senin haline tam
uygun olduðunu bildirmek diliyordu. ALLAH, sana bunlarý gösteriyordu ki onun hikmet
sahibi ve her þeyden haberdar, ayný zamanda derman kabul etmez dertlerin
dermanýný ihsan eder bir ALLAH olduðunu bilesin.
Fakat sen bu rüyalarý tevile kalkýþtýn... kör ve saðýr kesildin, bunlar; aðýr uykudan
meydana gelen hayaller dedin. Doktorlarla müneccimler de kendilerinde olan nur
pýrýltýsý ile tabirini gördüler, fakat tamahlarýndan hakikati söylemediler. Kederlenmek,
devletine bir gussa gelmek, senin devletinden, padiþahlýðýndan uzaktýr. Ya çeþitli
gýdalardan, yahut yemekten insan, hep böyle rüyalar görür dediler. Çünkü gördüler ki
sen öðüt istemiyorsun, kaba ve hoyratsýn, kan içicisin... yok, yoksul huylu deðilsin!
Padiþahlar, bir iþ için kan dökerler ama merhametleri kýzgýnlýlarýndan üstündür.
Padiþahýn ALLAH huyuyla huylanmasý gerektir. Allahnýn gazabýn arýktýr. Þeytan gibi
gazabýnýn üstün olmasý gerekmez, öyle olursa hile yüzünden lüzum yokken kan döker!
Namussuzlarýn hilmi gibi halim olmasý da doðru deðildir... çünkü karýsý da **** olur
cariyesi de! Halbuki sen, gönlünü þeytan evi haline getirdin... kinini, kendine kýble
yaptýn. Keskin boynuzlarýn nice ciðerleri deldi... iþte þu asam, senin küstah boynuzunu
kýrdý!
Cisme mensup askerler, ruhanilerin kalelerine saldýrýrlar. O taraftan tertemiz birisi
gelmesin diye gayb derbendine hücum ederler. Gaziler, savaþa pek gitmediler mi
kafirler, yürür saldýrýlar. Gayb gazileri, hilimlerinden sana saldýrmazlar kötü gidiþli.
Gayb derbentlerine saldýrdýn... gayb erlerinin bu tarafa gelmemesini diledin!
Ata bellerine, ana rahimlerine pençe attýn... kötülükle yolu kesmek istedin! Ululuk ýssý
Allahnýn soy sop yetiþmesi için açtýðý ana yolu sen nasýl kapatabilirsin? A inatçý, sen
derbentleri tuttun ama körlüðüne raðmen, yine bir er çýktý iþte.
Ýþte o çýkan er benim... senin maksadýný yýkýp yakarým; Allahnýn adý ile senin adýný
sanýný yok ederim! Sen var, derbentleri iyice tuta dur... ne vakte dek sakalýna býyýðýna
gülüp duracaksýn? Kader býyýðýný sakalýný birer birer yolar... nihayet kadere karþý
çekinmenin fayda vermediðini anlarsýn. Senin býyýðýn sakalýn mý daha kuvvetlidir,
Ad’ýn býyýðý sakalý mý? Onlarýn nefesinden þehirler titrer dururdu.
Sen mi daha inatçýsýn Semud mu? Varlýk alemine onlar gibisi gelmedi gitti. Bunlardan
yüz tanesini daha söylesem fayda yok; sen saðýrsýn... duyarýn da duymazlýktan
gelirsin!
Söylediðim sözden tövbe ettim; tam senin ilacýný yaptým. Bu ilacý senin ham sakalýna
korum da piþer, yahut da yanar... sen de ebedi olarak yaralý kalýrsýn. Bu suretle de
bilirsin ki ALLAH, her þeyi bilir... her þeye, ona layýk olan ilacý verir ey düþman. Ne vakit
bir eðrilik ettin, ne zaman bir kötülükte bulundun da onun ardýndan derhal layýðýný
görmedin?
Ne zaman gökyüzüne bir nefes bir dua gönderdin de ardýnca ona benzer bir iyilik
gelmedi? Dikkat etsen, uyanýk olsan her an, yaptýðýn iþin cevabýný görürsün!
Dikkat ederde ipe sarýlýrsan senin için kýyametin gelmesine hacet yok. Remiz ve
iþareti gören kiþiye açýk söz söylemeye ihtiyaç var mý? Bu bela sana aptallýðýndan
gelir... nükteleri remizleri anlamazsýn!
Gönül kötülük yüzünden karardý da kapkara oldu mu artýk anla... burada
sersemleþmenin lüzumu yok! Yoksa o karalýk, sana bir ok olur... sersemliðinin cezasý
sana eriþir! Ok gelmezse lütuf ve kerem yüzünden gelmez; o kötülük görülmediðinden
deðil.
Kendine gel de eðer sana gönül gerekse dikkat et... çünkü her iþin ardýndan senin için
bir þey meydana gelir. Himmetin bundan fazla olursa dikkatle iþin, daha yücelir.
Sen de görünüþte kapkara bir demire benzersin ama kendini cilala, cilala! Bu suretle
de gönlün, suretlerle dolu bir ayna kesilsin; ona her cihetten gümüþ bedenli bir güzel
aksetsin! Demir gerçi karadýr nursuzdur... fakat cilalamak ondaki karalýðý giderir.
Demir cilalanýr, yüzünü güzelleþtirir... bu suretle suretler onda görünebilir. Topraktan
yaratýlan beden kabadýr, karadýr ama cila kabul eder, onu cilala. Cilala da onda gayb
þekilleri yüz göstersin... huri ve melek akisleri görünsün!
ALLAH bil ki sana bir akýl cilasý vermiþtir... onunla gönül yapraðý arýnýr, aydýnlanýr. A
binamaz, cilalanmayý býrakmýþsýn da heva ve hevesinin iki elini de açmýþsýn. Heva ve
heves kapandý mý eli açýlýr. Gayb aynasý olan demirde bütün suretler görünür. Ýçini
kararttýn, paslattýn, iþte “Yeryüzünde fesada çalýþýrlar” ayetinin manasý budur.
Þimdiye kadar böyle hareket ettin durdun artýk böyle harekette bulunma... suyu
kararttýn, daha ziyade karartma. Bulandýrma da bu su durulsun... o suyun içinde ay ve
yýldýzlarý tavaf eder gör. Çünkü insan ýrmak suyuna benzer... bulandý mý artýk onun
dibini göremezsin. Irmaðýn dibi incilerle, mercanlarla dopdolu... sakýn bulandýrma o
saf ve durudur.
Ýnsanlarýn caný havaya benzer... tozla karýþtý mý gökyüzünde perde olur, gökyüzünü
göstermez. Güneþin görünmesine mani olur... fakat tozu gitti mi saf ve parlak bir hale
gelir. Canýn kapkara olmakla beraber ALLAH, kurtuluþ yolunu bulasýn diye sana rüyalar
göstermiþtir.
ALLAH, sonunda olacak þeyleri kudretiyle kapkara demirde gösterdi. Bu suretle senin
daha az kötülük etmeni diledi... fakat sen, hep bunlarý gördüðün halde daha beter
oluyordun! Sana rüyada kötü þeyler gösterdi... onlardan ürktün, halbuki o kötü þeyler
senin suretindi. Hani aynaya bakýnca yüzünü çirkin görüp aynayý pisleyen Zenci gibi!
Tükürmüþ de sen çirkinsin, layýðýn ancak bu demiþ, aynada çirkinliðim, senin
çirkinliðin a kör ve aþaðýlýk adam! Bu pisliði de kendi çirkin yüzüne bulaþtýrdýn, bana
deðil... çünkü ben apaydýným demiþ!
Sen gah elbiseni yanmýþ gördün; gah aðzýn tutulmuþ, gözün kör olmuþ gördün. Gah
bir canavar kanýna kastetti... gah yýrtýcý bir hayvan, baþýný ýsýrdý! Kendini gah laðýma
baþ aþaðý düþürüyorsun gördün... gah kanlý sellerde gark olmuþsun gördün. Bazen
rüyada bu tertemiz gökyüzünde sana “kötüsün, kötüsün, kötü” diye ses geldi... bazen
daðlardan apaçýk “hadi git be sen de ashabý þimaldensin” sesini duydun! Bazen her
cansýz þeyden “Firavun, ebediyen cehenneme düþtü gitti” sedasýný iþittin!
Bundan beter rüyalar da gördün... fakat utancýndan söyleyemiyorsun ki ters tabiatýn
büsbütün tersleþmesin, kýzmayasýn.
Ey öðüt kabul etmeyen azýcýðýný söylüyorum sana... bu azýcýðý duy da bil ki ben
biliyorum. Gördüðün rüyalarý ve baþýna gelecek iþleri düþünmemek için kendini ölü ve
kör ettin. Ne vakte dek kaçacaksýn? Ýþte hileler düzen anlayýþýn körlüðü, önüne geldi
çattý.
Kendine gel, bundan böyle çekin artýk... çünkü ALLAH keremiyle tövbe kapýsý açýktýr.
Tövbenin batý tarafýnda bir kapýsý vardýr, kýyamete kadar açýktýr, o kapýdan yüz
çevirme! Cennetin ALLAH rahmetiyle sekiz tane kapýsý var... oðul, o sekiz kapýdan birisi
de tövbe kapýsýdýr.
Öbürlerinin hepsi de bazen açýlýr, bazen kapanýr... fakat tövbe kapýsý hep açýktýr. Bunu
ganimet bil... kapý açýk, hasetçinin körlüðüne raðmen derhal pýlýný pýrtýný oraya çek.
Kendine gel de benden bir öðüt kabul et, karþýlýk olarak dört þey al! Firavun, o bir
öðüt, hangi öðüt? O tek öðüdü bana birazcýk anlat dedi.
Musa dedi ki: O tek öðüt þu: Apaçýk þöyle deki ALLAH tektir, ondan baþka tapacak
yoktur. Göklerin yýldýzlarýn... insanlarla þeytanlarýn cin ve perilerin, kuþlarýn yüce
yaratýcýsýdýr. Denizin, ovanýn, daðýn, çölün yaratýcýsý o dur... ülkesinin sýnýrý yoktur,
kendisinin benzeri yoktur. Firavun ey Musa dedi... buna karþýlýk bana vereceðin o dört
þey nedir? onlarý da söyle. O güzel vaadin lutfiyle kafirliðin çarmýhý gevþesin. Belki bir
ganimet olarak elde edeceðim o hoþ vaatler yüzünden yüz batmanlýk küfür kilidim
açýlýr... belki bal ýrmaðýnýn tesiri ile bedenimdeki kin zehri ballaþýr.
Yahut o tertemiz süt ýrmaðýnýn aksiyle esir aklým bir an olsun beslenir. Yahut o þarap
ýrmaklarýnýn aksiyle sarhoþ olur da ALLAH emrinin zevkinden bir koku alýrým. Yahut
ýrmaklarýn letafetinden çorak ve yýkýk bedenim tazelenir. Çorak bedenimden bir
yeþillik meydana gelir... dikenliklerim cennet-i Me’va kesilir. Belki cennetin ve dört
ýrmaðýn aksiyle can, ALLAH, yardýmýna mazhar olur da sevgiliyi aramaya koyulur.
Nitekim cehennemin aksiyle de ateþ kesilmiþim. Hak kahrý ile karýþmýþým.
Cehennem yýlanýnýn aksiyle yýlana dönmüþüm... cennet ehline zehirler yaðdýrma da,
onlarý dalayýp durmadayým. Gah cehennemdeki kaynar suyun kaynamasýnýn,
köpürmesinin tesiri ile zulüm suyum, halký çürütür eritir.
Ben zemherinin aksiyle zemheri olmuþum... yahut da cehennemin aksiyle cehenneme
benzemiþim. Þimdi yoksul ve mazlumlara cehennemim... vay onu zebun bulursam.
Musa dedi ki: O dördün birincisi, bedenin ebedi olarak sýhhatte kalýr. Týp bilgisinde
söylenen illetler, ey akýllý er, bedeninden uzaklaþýr. Ýkincisi, ömrün uzun olur... ecel,
ömründen çekinir! Ýyi bir ömür sürdükten sonra alemden, muradýna eriþmeden
gitmezsin. Hatta süt emer çocuðun süt istemesi gibi eceli istesin... fakat seni esir
eden bir zahmet, bir dert yüzünden deðil.
Ölümü arasýn ama bir eziyete uðrayýp aciz kaldýðýndan deðil de evin harabesinde
defineyi gördüðünden. Bunun üzerine kazmayý eline alýr da hiç düþünmeksizin evi
yýkmaya baþlarsýn. Çünkü evi, definenin perdesi görürsün... bilir anlarsýn ki bu bir tek
tane, yüzlerce harmana mani olmaktadýr. Artýk bir taneyi ateþe atarsýn, erlik sýfatý ile
sýfatlanýr, er olursun.
Ey bir yaprak uðruna baðdan olan... sen yapraða kapýlýp kalan ve bu yüzden üzümden
olan kurda benziyorsun. Fakat Allahnýn lütfu ve keremi, bu kurdu uyandýrýrsa
bilgisizlik ejderhasý seni yer, siler süpürür.
Kurt meyvelerle, aðaçlarla dolu bir bað kesilir... iþte bahtý, talihi iyi olanlar, böyle bir
deðiþikliðe nail olurlar.
Evi yýk... bu Yemen akiði ile yüz binlerce ev yapýlýr. Hazine ev altýndadýr, ev
yýkýlmadýkça ele geçmesine çare yok... evi yýkmaktan ürkme, durma! Çünkü bu
hazinenin ele geçecek bir parasý ile zahmetsiz, meþakkatsiz binlerce ev yapýlabilir.
Nihayet bu ev zaten viran olacak... altýndaki hazine de apaçýk ortaya çýkacak. Fakat o
vakit hazine senin olmaz... çünkü o ele geçen ganimet, ruhun evi yýkma ücretidir.
“Ýnsan ancak çalýþtýðýný kazanýr.” O iþten hiçbir ücrete sahip olamayýnca, artýk,
eyvahlar olsun... böyle bir ay bulut altýndaymýþ da görmedim.
Ýyilik edip bana söylenen sözleri tutmadým... artýk hazine gitti, elim bomboþ diye elini
ýsýrýr, hayýflanýr durursun. Mesela; sen ücretle bir ev kiralarsýn... fakat o evi satýn
alsan bile senin deðildir ki! Bu evde iþ iþleyesin diye kira müddeti, eceline kadardýr.
Dükkanda eskicilik yamacýlýk edersin... fakat bu dükkanýnýn altýnda iki maden
gömülüdür. Bu dükkan kiralýktýr çabuk ol, kazmayý al da dibini kaz! Birdenbire kazma
madene rastlasýn da dükkandan da kurtul, yamacýlýktan da. Yamacýlýk dediðin nedir?
su içmek yemek yemek... bu yamalarla köhne hýrkaný yamar durursun!
Bu beden hýrkasý daima yýrtýlýr... sen de bu yemekle içmekle onu yamarsýn. Ey talihi
yaver padiþah soyundan gelen, kendine gel de yamacýlýktan utan. Bu dükkanýn dibini
bir parçacýk kaz da o iki maden baþýný yüceltsin.
Bu kiralýk evin müddeti bitmeden kendine gel... yoksa bu müddet biter, sende ondan
bir fayda elde edemezsin! Sonra dükkan sahibi seni dükkandan çýkarýr; bu dükkaný da
hazineyi elde etmek için yýkar. Sen gah hasretle baþýna vurursun; gah ham sakalýný
yolar durursun.
Yazýklar olsun; bu dükkan benimdi... kör müydüm ki buradan bir fayda elde etmedim.
Yazýlar olsun, bu bizimdi... yel götürdü! Biz kullara da ebediyen hasretlere düþüp
eyvahlar olsun demek kaldý dersin!
Ben evde bir süs, bir nakýþ gördüm de o evin sevgisiyle kararsýz bir hale geldim. Gizli
hazineden haberim bile olmadý... yoksa kazma, elimde çiçek demeti kesilirdi. Ah, o
zaman kazmanýn hakkýný verseydim þimdi gamdan kurtulmuþ olurdum! Gözümü
nakþa, takmýþ, çocuklar gibi aþk oyunlarýna dalýp kalmýþtým.
O muradýna eriþmiþ hakim, sen bir çocuksun... ev de nakýþlarla, suretlerle dolu
diyerek ne de doðru, ne de güzel söylemiþtir.
“Ýlahimane” de vasiyetlerde bulunmuþ, tozu dumana ver, varlýðýnýn kökünü kazý
demiþtir. Firavun ey Musa dedi; kafi... gönlüm, ýstýraptan eridi gitti... artýk üçüncü
vaadini söyle!
Musa dedi ki; üçüncüsü þu: Devletin iki kat artar, iki alemin de düþmanýndan arýnmýþ
devlet ve saltanatýna nail olursun. Þimdiki devlet ve ikbalinden daha fazla devlete,
ikbale ve ülkelere sahip olursun... þimdiki devletin savaþ içindedir, o devlet sulh ve
huzur içinde.
Savaþ aleminde sana böyle bir devlet ve ülke ihsan eden, bir gör de bak... sulhta
ülkene nasýl bir sofra kurar. Keremiyle cefa zamanýnda onlarý veren, vefa zamanýnda
seni nasýl görüp gözetir, arayýp yoklar... bir bak da gör.
Firavun ey Musa, dördüncüsü nedir? çabuk söyle... çünkü sabrým yetti, hýrsým arttý
dedi.
Musa dedi ki: Daima genç kalýrsýn... daima saçýn, sakalýn katran gibi siyah, yüzün
erguvan gibi kýrmýzý olur.
Bizce rengin, kokunun deðeri yoktur... fakat sen aþaðýlýksýn, onun için aþaðý alemden
konuþuyorum. Renkle, kokuyla, mevki ile öðünmek, çocuklarý sevindirir, aldatýr. Ýþim
çocuða düþtü... gayrý çocuklarýn aðzýný kullanmam lazým!
Mektebe git de sana kuþ alayým, yahut kuru üzüm, ceviz ve fýstýk getireyim diyeyim!
Sen beden gençliðinden baþka bir þey bilmiyorsun ya, al iþte bu gençliði... a eþek, nah
sana arpa. Yüzün hiç buruþmaz pörsümez... kutlu gençliðin hep bu halde kalýr. Ona ne
ihtiyarlýk buruþmasý gelir... ne de selviye benzeyen boyun iki kat olur. Ne sendeki
gençliðin kuvveti azalýr, ne diþlerin aðýrýr, sallanýr.
Kadýnlarýn erkeklerden nefretine sebep olan gevþekliði kadýna yaklaþmamak derdini
görmezsin. Gençlik çaðýnýn parlaklýðý seni öyle bir açar, neþelendirir ki Ukaþe’nin
müjdesi de Peygamberi öyle açmýþ, öyle neþelendirmiþti iþte.
Ahýr zaman Peygamberi Ahmet Rebüyülevvel ayýnda göçtü... bunda hiç itilaf yoktur.
Gönlü, bu göç zamanýný haber alýnca can ve gönülden o vakte aþýk oldu. Safer gelince,
bu ay bitince sefer edeceðim diye neþelendi. Her gece bu buluþmanýn iþtiyaki ile
sabahlara kadar “Ey yücelerden yüce arkadaþ” der dururdu. “Bana kim safer ayý çýktý
diye müjde verirse... kim safer gitti, Rebiyyülevvel geldi diye beni muþtularsa ben de
onu cennetle muþtular, ona þefaatçi olurum” dedi.
Ukaþe gelip müjde dedi... safer çýktý gitti. Peygamber de “Ey ulu aslan, cennet
senindir” buyurdu. Baþka biri de gelip safer çýktý dedi... Peygamber dedi ki: O müjdeyi
Ukaþe aldý. Erler, görüyorsun ya, alemden göçmeden neþeleniyorlar... þu çocuklarsa
alemde kalmalarýna seviniyorlar. Ýyi suyun tadýný tatmayan kör kuþa, acý su, kevser
görünür.
Musa da senin saf ikbaline bir dert eriþmez diye bu tarzda kerametler sayýp
dökmekteydi. Firavun, pek güzel... iyi söyledin ama bir de iyi bir dostla görüþeyim,
danýþayým dedi.
Firavun, bu sözü Asiye’ye açtý. Asiye dedi ki: A gönlü kararmýþ, bu vaatlere can ver.
Bu sözlerde ne büyük inayetler var. Ey iyi huylu padiþah, durma hemen bunlarý elde
et. Ekim zamaný geldi... hem de ne faydalý ekim ya! Bu sözleri söyledi ve iþtiyakinden
aðlamaya baþladý. Yerinden sýçradý, ne mutlu sana dedi... a kelceðiz, güneþ baþýna taç
oldu. Kelin ayýbýný külah örter... hele o külah güneþ ve ay olursa ne mutlu!
Daha o mecliste bunu duyunca neden evet... yüzlerce hamt olsun demedin? Bu söz,
güneþin kulaðýna deðseydi buna nail olmak ümidiyle baþ aþaðý yere inerdi. Hiç bildin
mi, ne vaattir bu, ne lutüftur? Hak Ýblisi arayýp soruyor adeta. O kerem sahibi, seni
böyle bir lutfa, böyle bir ihsana çaðýrdý da nasýl tahammül ettin? Þaþýlacak þey. Nasýl
yüreðini eritmedi bu? Eritseydi iki cihandan da nasip alýrdýn. Adamýn yüreði ALLAH için
erirse þehitler gibi iki alemde de lütfa, ihsana mazhar olur.
Gafillik de hikmettir, bu kör oluþun da bir hikmeti var... var ama neden bu dereceye
kadar olsun? Sermayenin çabucak elden uçmamasý için gafillik, hem hikmettir, hem
nimet. Fakat umulmaz bir yara haline gelmemeli... aklýn ve canýn zehri olmamalý,
adama eziyet vermemeli. Kim böyle bir alýþveriþi edebilir? Bir gülle gül bahçesini satýn
alýyorsun! Bir taneye karþýlýk yüzlerce aðaçlýk... bir habbeye karþýlýk yüzlerce maden.
Kim her þeyi ALLAH için yapar, ALLAH’a karþý ihlas sahibi olursa” demek, o taneyi
vermektir. Bu suretle de “ALLAH da onun olur, her dilediðini verir” sözünün hakikati
elde edilir. Çünkü bu arýk ve kararsýz varlýk, o ebedi Allahnýn zevalsiz varlýðýndan var
olmuþtur. Fani varlýk, kendisini ona verdi mi baki olur, asla ölmez. Yelden, topraktan
korkan ve bu ikisi yüzünden helak olan katra gibi.
Katra, aslý olan denize kavuþtu mu güneþin hararetinden de kurtulur, yelden,
topraktan da. Zahiri, denizde yok olur ama zatý yok olmaz, ebedileþir,iyileþir. Kendine
gel ey katra da piþman olmaksýzýn varlýðýný ver... ver de bir katraya karþýlýk uçsuz
bucaksýz denizi bul. Kendine gel ey katra da bu þerefi bul, denizin avucuna düþ, o
avuçta telef olmaktan emin ol. Böyle bir devlet, kimin eline düþmüþtür; bir deniz bir
katrayý dilemekte istemekte!
ALLAH hakký için, ALLAH hakký için çabuk sat ve satýn al... bir katrayý ver, incilerle dolu
denizi elde et. ALLAH hakký için, ALLAH hakký için hiç geciktirme... bu söz, lütuf
denizinden gelmede! Lütuf bile bu lütuf içinde kaybolur... aþaðýlýk bir adam, yedinci
kat göðe çýkýyor.
Kendine gel, hiçbir kimse bunu aramakla bulamaz... nasýlsa bir acayip oyuna
rastladýn. Firavun, bunu bir de Haman’a söyleyin; padiþaha vezirin reyini almak
lazýmdýr, dedi.
Asiye dedi ki: Bu sýrrý Haman’a söyleme. Kör kocakarý, doðanýn kýymetini ne bilir. Bir
ak doðaný kocakarýnýn birine verirsen iyilik olsun diye pençelerindeki týrnaklarý keser.
Halbuki asýl iþ gördüðü, avlandýðý uzvu, týrnaklarýdýr... kör kocakarýcaðýz körcesine o
týrnaklarý kesiverir. Anan neredeymiþ ki der... a ulu yavrum, týrnaklarýn böyle uzamýþ
senin? Kötü kocakarý, doðanýn týrnaðýný, gagasýný kanatlarýný keser... sevgi çaðýnda
iþte bunlarý yapar. Doðanýn önüne tutmaç kor da o, az yedi mi kýzar... sevgiyi yýrtar
atar!
Senin için böyle bir tutmaç piþirdim de sen ululuk gösteriyor, haddini bilmiyorsun ha!
Sen o eziyetlere, belalara layýksýn... devletin ikbalini kadrini nereden bileceksin sen?
Der. Tutmaç yemiyorsan bari al, bunu iç diye doðana tutmaç suyu verir. Halbuki
doðan, tutmaç suyundan hoþlanmaz, içmez... kocakarý büsbütün kýzar; kýzgýnlýkla o
sýcak çorbayý doðanýn baþýndan aþaðý döker, hayvanýn baþýný yakar, kel eder!
Caný yanar teessürle gönülleri parlatan padiþahýn lütfunu anarak aðlamaya baþlar;
padiþahýn çehresinden yüzlerce kemale nail olan o nazenin, o iþveli gözlerinden yaþlar
döker.
“Mazagal basar” sýrrýna nail olan gözleri o karganýn açtýðý yaralarla dolar... güzel ve
güzel göz, zaten kötü göz yüzünden dertlere, elemlere uðrar! Halbuki o öyle engin bir
gözdür ki iki alem bile ona bir kýl kadar görünmektedir.
Gözüne binlerce gökyüzü görünse kaynaðýn denizin yanýnda kayboluþu gibi kaybolur!
O göz, bu duygu alemine ait þeylerden geçti mi gayb alemini görür de bu kabiliyet
yüzünden öpülür durur. Zaten bir kulak bulamýyorum ki o güzel göze ait bir nükte
söyleyeyim.
O gözden ulu ve kutlu yaþlar süzülse Cebrail, katrasýný kapardý... O güzel gidiþli dilber,
müsaade ederse bu kaptýðý katrayý kanadýna, gagasýna sürerdi.
Doðan der ki: Kocakarýnýn kýzgýnlýðý alevlendi ama kuvvetimi, nurumu, sabrýmý ve
ilmimi yakmadý ya. Can doðaným yüzlerce suret dokur, durur... deveyi, yaralar Salih’i
deðil! Salih, ululukla bir nefes aldý, bir dua etti mi daðdan, o çeþit yüzlerce deve
doðar!
Gönül der ki: Sus, aklýný baþýna al... yoksa gayret, varlýk nescini çeker yýrtar! Fakat ne
çare... padiþahlýk gururu, öðüt dinletmiyordu; nihayet öðüdü gönlünden koparýp attý.
ALLAH gayretinin yüzlerce gizli hilmi vardýr... yoksa bir anda yüzlerce cihaný yakardý.
Mutlaka Haman’la görüþüp danýþmam lazým... ülke ona dayanmaktadýr, ben onunla
kuvvet, kudret bulmaktayým, dedi. Mustafa’nýn meþveret ettiði zat, ALLAH Sýddýký idi...
Ebucehel’e fikir veren Ebuleheb’di. Cinsiyet onu öyle bir çekti ki o nasihatler, kulaðýna
bile giremedi. Her þey kendi cinsinden olana yüzlerce kanatla uçar gider... ona ulaþma
hayali ile baðlarýný yýrtýp yürür!
Muratza’nýn yanýna bir kadýn gelip dedi ki: Çocuðum oluðun üstüne kaydý. Çaðýrsam
ele geçmez... býraksam düþüp helak olacaðýndan korkuyorum. Akýllý deðil ki
tehlikelerden kurtul, yanýma gel deyeyim de anlasýn.
Elle iþaret etsem anlamaz... anlasa bile kötülük þu ki dinlemez. Mememi, sütümü
gösterdim ama benden gözünü, yüzünü çevirip duruyor. ALLAH hakký için ey ulular, siz,
bu alemde de acizlerin ellerinden tutan, onlara yardým eden erlersiniz, o alemde de!
Benim derdime tez bir derman bul ki gönlümün meyvesini kaybedeceðim diye
yüreðim titremede.
Ali dedi ki: Dama bir çocuk çýkar... çocuðun kendi cinsini görünce, derhal oluktan
dama gelir... cins, cinsine ebedi olarak aþýktýr. Kadýn öyle yaptý... çocuðu o çocuðu
görünce ona yüz tuttu; oluktan dama geldi. Her cins, kendi cinsinden olanlarý çeker,
bunu böyle bil.
Çocuk sürtüne, sürtüne öbür çocuðun olduðu tarafa geldi ve aþaðýya düþme
tehlikesinden kurtuldu.
Peygamberler de kullarý oluktan kurtarmak için insan olarak gönderilmiþlerdir.
Peygamber, ben de sizin gibi insaným... kendi cinsinize gelin kaybolmayýn buyurdu.
Çünkü cinsiyetin acayip bir çekiciliði vardýr... nerede birisini veya bir þeyi arayan
varsa onu aratan, bir yana çeken cinsiyettir.
Ýsa ve Ýdris, meleklere ayný cinstendiler; onun için gökyüzüne çýktýlar. Harun’la
Marut’sa ten cinsindendiler; yücelerden aþaðýya indiler. Kafirler þeytanlarla ayný
cinstendir... canlarý þeytanlarýn þakirdi olmuþtur. Þeytanlarda yüz binlerce kötü huylar
öðrenmiþler, akýl ve gönül gözünü kapamýþlardýr. Onlarýn kötü huylarýndan en
ehemmiyetsizi hasettir. Hani Ýblisin boynuna vuran haset.
O köpekler bunlara ululuk ve haset öðretmiþlerdir... onlar, halkýn ebedi bir mülke, bir
devlete nail olmasýný istemezler. Kimde saðdan, soldan bir yücelik görürlerse hasetten
adeta kulunçlarý kabarýr, dertlenirler. Çünkü harmaný yanmýþ talihsiz, kimsenin
mumunun yanmasýný istemez.
Kendine gel de sen de bir yücelik elde et baþkalarýnýn yüceliðinden dertlenme.
Allahdan bu hasedin defini dile de ALLAH, seni cesetten kurtarsýn! ALLAH bir yudumcuk
þaraba öyle bir hassa vermiþtir ki adamý sarhoþ eder, iki alemden de kurtarýr.
Bir avuç yeþil ota, esrara öyle bir hassa vermiþtir ki bir zaman olsun insaný
kendisinden alýr. ALLAH uykuya öyle bir hal vermiþtir ki düþünceyi iki alemden de
keser. Mecnun’u bir deri aþkýndan öyle bir hale getirmiþtir ki dostu düþmandan fark
etmez olmuþtur. Senin anlayýþýna havale edilecek bunun gibi yüz binlerce þarabý
vardýr onun.
Nefsin kötülük þaraplarý var ki o kötü kiþiyi bunlarla yoldan çýkarýr! Aklýn kutluluk
þaraplarý var ki insan onlarýn neþesi ile zevalsiz bir konak bulur. Sarhoþlukla gök
kubbe çadýrýný o yandan söker, yola düþer.
Kendine gel ey gönül de maðrur olma... Ýsa, ALLAH sarhoþudur, eþek arpa sarhoþu! Þu
küplerden o çeþit þaraplar ara ki sarhoþluðunun sonu gelmesin. Çünkü her sevgili,
dolu bir küpe benzer... o tortuludur bu inci gibi saf.
Ey þarabý anlayan, tanýtan er, ihtiyatla tat da karýþýksýz, katýksýz arý duru bir þarap
bulasýn! Her iki þarap da sarhoþluk verir ama bunun sarhoþluðu, adamý da ALLAH’a
kadar çeker götürür. Bunu iç de düþünceden, vesveselerden, hile ve düzenlerden
kurtul; akýl baðý olmaksýzýn deve gibi coþ, raksa giriþ.
Peygamberler ruh ve melek cinsindendirler o yüzden gökteki meleði çekerler. Yel,
ateþ cinsindendir onun dostudur... her ikisi de yücelir, yücelere çýkar. Boþ testinin
aðzýný kapadýn da havuza, yahut ýrmaða attýn mý? Kýyamete kadar batmaz... çünkü
içerisi boþtur o boþlukta hava vardýr; yelin meyli yüceleredir... içinde bulunduðu kabý
da yücelere kaldýrýr.
Peygamberlerin cinsinden olan canlar da çekiþe, çekiþe onlarýn yanlarýna giderler.
Çünkü bu kýsýmdan olan kiþinin aklý üstündür... þüphe yok ki akýl da yaradýlýþ
bakýmýndan melekle ayný cinstendir. Nefis havasý da düþmana üstündür... fakat nefis,
aþaðýlýk cinstendir, aþaðýlýk alemine gider!
Kýpti kötü Firavunun cinsindendi... Ýsrail oðullarý kabilelerine mensup olanlar da ALLAH
kelimi Musa’nýn cinsinden. Haman, tan Firavunun cinsindendi... Firavun o yüzden onu
seçmiþ, baþ köþeye geçirmiþ, kendisine vezir etmiþti. Hasýlý sonunda da Haman onu
baþ köþeden ta cehennemin dibin e kadar çekti... çünkü o iki pis adam cehennem
cinsindendi. Ýkisi de cehennem gibi yakýcýydý... ikisi de nurun zýddý idi... ikisi de
cehennem gibi gönül nurundan çekinen ve nefret eden kiþiydi! Çünkü cehennem, ey
mümin, sýrattan çabuk geç, nurun ateþimi söndürecek. Ey mümin nurun eteðimi
sürüdü mü ateþimi mahvedecek; hemen geç der.
Cehennemlik de nurdan ürker, kaçar... çünkü güzelin cehennem tabiatlýdýr o. Mümin
canla baþla nasýl cehennemden kaçarsa cehennem de müminden öyle kaçar. Çünkü
müminin nuru ateþ cinsinden deðildir... nuru arayan, hakikatte ateþin zýddýdýr.
Hadiste gelmiþtir: Mümin duada ALLAH’a yalvarýr, cehennemden aman diler ya;
cehennemde canla baþla ondan aman diler... Yarabbi, beni falandan uzak et der.
Cinsiyet cazibesini þimdi bir gör hele... bakalým sen hangi cinstensin; küfür cinsinden
mi, iman cinsinden mi?
Haman’a meylin varsa Haman’dansýn... Musa’ya meylin varsa Subhan’dan! Ýkisine de
meyilsen, iki cinsten de katýþýðýn var... nefisle akýl, ikisi de sende karýþýk! Ýkisi de
savaþta... kendine gel, kendine! Çalýþ da manalar suretlere üstün olsun.
Düþmanýný her an bozguna uðramýþ, maðlup olmuþ göresin... savaþ aleminde bu
sevinç kafirdir doðrusu! O inatçý suratlý Firavun, nihayet Haman’a kabalýkla bu sözleri
söyledi, ALLAH Kelim’inin vaatlerini anlattý... o sapýðý kendine mahrem etti.
Firavun Haman’ý tenha bulunca bunlarý anlattý. Haman sýçrayýp yakasýný yýrttý. O
melun naralar attý, aðladý... kavuðunu, sarýðýný yere attý.
Dedi ki: Böyle küstahça ve abes sözleri nasýl oldu da padiþahýn yüzüne karþý söyledi?
Sen, bütün alemi hükmüne almýþ, iþini bahtýn yardýmý ile altýn haline getirmiþsin.
Padiþahlar, inatsýz, ýsrarsýz doðudan da sana vergi getirmedeler, batýdan da!
Ey ulu padiþah, bütün padiþahlar, sevinçle senin kapýnýn eþiðini öpüyorlar! Düþmanýn
atý atýmýzý gördü mü, sopa görmeden yüz çevirmede! Þimdiye dek alemin tapýndýðý
secde ettiði sendin... þimdi kullarýn en aþaðýsý mý olacaksýn? Bir efendinin kula
tapmasýndansa binlerce defa ateþe atýlmasý daha hoþ!
Hayýr buna imkan yok! Ey Çin ülkesini bile hükmü altýna alan padiþahým, önce beni
öldür de seni bu halde görmeyeyim! Padiþahým önce benim boynumu vur da bu
alçalmayý gözlerim görmesin! Böyle bir þey olmamýþtýr ya... fakat olmasýn da! Yer, gök
olacak, gökyüzü yer ha!
Kullarýmýz, bizimle kapý yoldaþý olacaklar... esirlerimiz, gönüllerimizi yaralayacak, öyle
mi?
Düþmanlarýn gözleri aydýn olacak da dost körleþecek... sonra da bize mezarýn dibi, gül
bahçesi kesilecek ha!
Haman, dostla düþmaný tanýmýyor, tavlayý körcesine ters oynuyordu. A melun senin
düþmanýn senden baþkasý deðil... kinine uyup da suçsuzlara düþman deme!
Sence bu kötü hal devlettir... yani evveli “Devkoþ”, sonu da “Let-dayak ye!”bu
devletten sürüne, sürüne kaçmazsan þu baharýn daima güz olur gider! Doðu ve batý,
senin gibi niceleri görmüþtür... sonunda hepsinin de baþý, bedeninden kesilmiþ
gitmiþtir.
Doðuyla batýnýn bile kararý yokken nasýl olur da bir adamý ebedi edebilirler?
Korkuda,zindana
Girmekten ürkme yüzünden halk, sana birkaç günceðiz yaltaklandý... onunla
öðünüyorsun Ha!
Ynt: Mesneviden Hikayeler IV By: armi Date: 29 Ocak 2010, 12:41:00
Fakat halk kime secde ederse onun canýný zehirliyor demektir.
Bir kere devlet, yüz çevirdi, bir kere bahtý döndü mü kendisine secde edenin kendisini
zehirlediðini de analar, bilgi sahibi olan adam da. Ne mutlu ona ki nefsini
aþaðýlatmýþtýr... vay o kiþiye ki serkeþlikle dað gibi baþ kaldýrmýþtýr.
Bu ululuk bil ki zehirli bir þaraptýr... o þarapla aptal kiþi sarhoþ olur. Bir devletsiz,
zehirli þarabý içti mi bir zamancaðýz neþeden baþýný sallar ama, bir an sonra zehir,
canýna tesir eder; can verip can almaya baþlar. Onun zehirli olduðuna inanmýyorsan
bak da gör; Ad kavmine o zehir neler etti?
Bir padiþah, baþka bir padiþahý tuttu mu ya öldürür, ya bir zindana hapseder! Fakat bir
düþkün dertliyi görse derdine merhem bulur; ona ihsanlarda bulunur! O ululanma
zehir deðilse neden padiþah, onu suçsuz, hatasýz öldürüyor?
Öbürüne de kendisine bir kullukta bulunmadýðý halde neden iltifat ediyor? Bu iki
harekete bakýp zehri anlamak mümkündür! Yol kesen, asla bir yoksulu dövüp
vurmaz... Kurt ölü kurdu katiyen ýsýrmaz.
Hýzýr gemiyi kötü kiþilerin ellerinden kurtarabilmek için deldi, kýrdý. Mademki kýrýk
gemi kurtuluyor, sen de kýrýl! Emniyet yoksulluktadýr, yürü yoksul ol. Madeni olan ve
madenden birkaç parasý bulunan dað, külünk, kazma yaralarý ile paramparça oldu.
Kýlýç boynu olanýn boynunu keser... gölge yerlere döþenmiþtir o hiç yaralanmaz.
Ululuk fazla ateþtir a kýzgýn... kardeþ, kendini ateþe nasýl atýyorsun ki? Yerle bir olan,
bak hele oklara hedef olur mu hiç? Fakat yerden baþ kaldýrdý mý o zaman hedefler gibi
çaresiz yaralanýr. Bu bizlik, benlik, halkýn merdivenidir... halk nihayet bu merdivenden
düþer!
Kim merdivenin daha üstüne çýkarsa daha aptaldýr... çünkü düþünce onun kemikleri
daha beter kýrýlýr. Bunlar fer-ileridir... asýllarý ise þudur: Yücelik Allah’a þirk koþmadýr.
Ölmedin de onunla dirilmedin mi ona ortak olmaya, ülke ve devlet kazanmaya
savaþan bir düþmansýn! Fakat onunla dirildin mi, zaten dirilen odur... bu, tam birliktir;
nerede þerik oluþ? Fakat bunu iþlerinin aynasýnda gör, çünkü bunu sözle, dedikoduyla
anlayamazsýn! Ýçimdekini söylersem çok ciðerleri kan kesiliverir!
Artýk bu kadarýný kafi göreyim... zaten anlayanlara bu yeter... köyde kimse varsa iki
kere seslendim iþte. Hasýlý Haman, o kötü sözlerle böyle bir yolu Firavuna kesti.
Devlet lokmasý da aðzýna kadar gelmiþti... Haman Firavunun boðazýný kesiverdi.
Firavunun harmanýný o yele verdi... hiçbir padiþahýn böyle bir veziri olmasýn.
Musa dedi ki: Ben sana lütuflar gösterdim, cömertliklerde bulundum... fakat ne
yapayým? Allah sana kýsmet etmemiþ! Hakiki olmayan padiþahlýðý ne el bil, ne yen!
Çalma, çýrpma padiþahlýk, cansýz, gönülsüz ve gözsüzdür. Sana padiþahlýðý halk
verdiyse borç alýr gibi yine senden alýr!
Ýðreti padiþahlýðý Allah’a ver de Allah sana herkesin kabul edeceði hakiki padiþahlýk
versin!
BAHÝS
Arap beyleri toplanýp Peygamberin yanýna gelerek çekiþmeye baþladýlar. Dediler ki:
Sen bir beysin... bizim de her birimiz birer beyiz! Þu beyliði bölüþelim, ülkenin sana
düþen kýsmýný al! Her birimiz, kendisine düþen bölüðe razý olsun; sen de artýk bizim
hissemizden el yýka.
Peygamber dedi ki: Bana beyliði Allah verdi... o, bana baþbuðluk ve mutlak bie beylik
ihsan etti.
Buyurdu ki: Bu devir, Ahmed’in devridir, bu zaman, Ahmed’in zamaný... kendinize
gelin de onun emrine uyun!
Kavim, biz de Allahnýn takdiri ile hükmediyoruz... bize de beyliði veren Allahdýr dedi.
Peygamber fakat dedi... Allah, bana beyliði bir mülk olarak verdi, sizeyse bir vesileyle
iðreti. Benim beyliðim kýyamete dek bakidir... iðreti beylikse çabucak geçip gider!
Kavim ey emir... çok söyleme; üstün olduðunu iddia ediyorsun, delilin nedir? dediler.
Derhal Allahnýn kahýr emri ile gökyüzünde bir bulut peydahlandý. Sel bastý, bütün o
civarý kapladý. O pek korkunç sel þehre yüz tuttu... þehirliler feryat ederek korkudan
kaçýþmaya baþladýlar. Sýnama zamaný gelmiþti... þüphenin kalkacaðý hakikatin apaçýk
ortaya çýkacaðý zamandý. Peygamber dedi ki: Her bey mýzraðýný atsýn da þu sel dursun!
Hastalýkta da iyi gýdadan olur, kuvvet de! Beyliðinizi bir sýnayalým! Hepsi mýzraklarýný
attýlar. Mustafa’da elindeki sopayý, o buyruklar yürüten inanmayanlarý aciz býrakan
sopayý attý.
O coþkun inatçý ve þiddetli sel, bütün o mýzraklarý saman çöpü gibi önüne katýp
sürükledi. Bütün mýzraklar kayboldu... sopaysa bir gözcü gibi suyun üstünde
duruyordu! O sopanýn himmetiyle o þiddetli sel, þehirden yüz çevirdi, baþka bir tarafa
akýp gitti.
Bu büyük iþi gören Arap beyleri, korkularýndan hep Mustafa’nýn beyliðini tasdik
ettiler. Yalnýz hasetleri pek üstün olan üç kiþi inanmadý... inatlarýndan büyücü ve
kahin dediler.
Ýðreti beylik böyle zayýf olur... Allah vergisi olan beylikse böyle yücedir iþte.
Ey soyu sopu belli kiþi, o mýzraklarla sopayý görmediysen o beylerin adlarý ile
peygamberin adýna bak. Onlarýn adlarýný kuvvetli, þiddetli ölüm seli sildi süpürdü...
fakat Ahmed’in adý ve devleti baki.
Onun nöbetini günde beþ defa vuruyorlar... bu, kýyamete kadar her gün böyle sürüp
gidecek! Aklýn varsa sana lütuflarda bulundum... eþeksen eþeðe de asayý getirdim.
Seni bu ahýrdan öyle bir çýkarýrým ki sopayla baþýný, kulaðýný kanlara boyarým!
Bu ahýrdaki eþekler de senin cefandan aman bulamýyorlar insanlarda! Ýþte sevilmeyen
her eþeði yola getirmek, terbiye etmek için sopa getirdim ben! Seni kahretmek için o
sopa, bir ejderha kesilir... çünkü sen de iþte ve huyda bir ejderha kesilmiþsin. Sen
amansýz bir dað ejderhasýsýn ama gökyüzü ejderhasýna da bak!
Bu sopada cehennemden bir hisse var... kendine gel de aydýnlýða kaç. Yoksa benim
diþlerimin arasýnda kalýrsýn... benim kahrýmdan seni kimse kurtaramaz demektedir.
Allahnýn cehennemi nerede demeyesin diye bu, bir sopayken þimdi ejderha olmuþtur.
Allah, nereyi isterse orasýný cehennem yapar... gökyüzünün yücelerini kuþa ökse ve
tuzak haline getirir. Diþlerine bir aðrý verir ki bu diþ aðrýsý cehennem, ejderha dersin.
Yahut da tükürdüðünü bal haline kor... bu, cennet ve cennet elbiseleri dersin!
Diþlerinin dibinden þeker bitirir... bu suretle kaderin hükmünü anlar bilirsin!
Þu halde diþlerinle suçsuzlarý ýsýrma... çekinemeyeceðin, kurtulamayacaðýn silleyi
düþün. Allah Nil’i Kýpti’lere kan haline getirdi... Ýsrail oðullarýný da beladan korudu.
Buna bak da Allahnýn yoldaki aklý baþýnda kiþiyle sarhoþu ayýrt ettiðini anla. Nil bu
ayýrt ediþi Allahdan öðrendi de buna ihsanlarda bulundu, öbürünü sýkýca baðladý. Allah
lütfu, Nil’e akýl verdi... kahrý ise Kabil’i sersemleþtirdi. Keremi ile cansýz þeylerde akýl
yarattý... kahrý ile aklýnýn aklýný aldý. Lütfuyla cansýz þeyde akýl peydahlandý... kahrý ile
bilgi akýllardan kaçtý. Emri ile oraya yaðmur gibi akýl yaðdý... bunun aklýysa Allah
hýþmýný görüp kaçtý gitti!
Bulut, güneþ, ay ve yücelerdeki yýldýzlar... hepsi de bir nizamla gelirler, giderler. Her
biri, ancak vaktinde gelir... vaktini ne geciktirir, ne de erken gelip çatar. Bunu nasýl
oldu da peygamberlerden anlamadýn sen? Onlar, taþa sopaya bilgi ihsan ettiler.
Bunlarý gör de diðer cansýz þeyleri de þüphesiz bir halde sopaya, taþa kýyas et! Taþla
sopanýn itaati meydana çýkar, görünürde öbür cansýz þeylerin halinde de haber verir...
onlar da “Biz, Allah’ý biliriz, ona itaat ederiz... hepimiz de tesadüfen halk edilmiþ abes
þeyler deðiliz” derler.
Nil suyuna bak da anla... boðarken iki ümmetin arasýný ayýrt etti ya! Yer, nasýl Karun’u
kahredip sömürdü; onu nasýl bildiyse Nil’i de öyle bilgi sahibi bil. Ay da öyle... emri
duyunca derhal gökyüzünde yarýldý, ikiye bölündü ya.
Nerede bir aðaç ve taþ varsa Mustafa’yý görünce apaçýk selam verdi ya! Ýþte
cansýzlarýn hepsini de böyle bil, böyle taný!
Dün birisi, alem, sonradan yaratýldý... bu gökyüzü fanidir, varisi Hak’dýr diyordu. Bir
filozof dedi ki: Sonradan yaratýldýðýný nasýl biliyorsun? Yaðmur bulutun sonradan
yaratýldýðýný nasýl bilir? Bu deðiþip duran alemden sen, bir zerre bile deðilsin... öyle
olduðu halde güneþin sonradan yaratýldýðýný ne bilirsin ki?
Pislik içinde gömülü olan bir kurtcaðýz, yeryüzünün evvelini, sonunu nereden bilecek?
Sen bu sözü babandan duydun... taklitle aptallýðýndan ona sarýldýn? Sonradan
yaratýldýðýna delil nedir? söyle; yoksa sus, fazla söylenmeye kalkma!
Adam dedi ki: Bu derin denizde bir gün iki bölük halkýn bahse giriþtiklerinin gördüm.
Onlar çekiþir bahsederken halk onlarýn baþýna üþüþtü. Ben de kalabalýðýn arasýna
karýþtým, onlarýn sözlerini, hallerini anlamak için durdum, bekledim.
Bir bölüðü alem fanidir... þüphe yok ki bu yapýnýn bir yapýcýsý var diyordu. Öbür
bölüðün bu alem kadimdir, evveli yoktur, yaratýcýsý yapýcýsý da yoktur... varsa bile
kendisidir diyordu.
Allah’a inanan, yaratýcýyý inkar ettin... geceyle gündüzü getirip götüren ve rýzk veren
Allah’a münkir oldun, dedi.
Filozof ben dedi... delilsiz sözü dinlemem, taklide ancak ahmak olan kapýlýr! Hadi
delilini göster... yoksa bu alemde delilsiz söz dinlemem ben!
Mümin dedi ki: Delil, canýmdadýr... canýmýn içinde gizli delilim var! Senin gözün
zayýftýr, hilali göremezsin; fakat ben görüyorum, bana kýzma.
Dedikodu uzadýkça uzadý... dinleyenlerde bu bezenmiþ alemin baþýna, sonuna hayran
olup kaldýlar. Mümin dostum dedi... gönlümde bir delil var... bence, bu, alemin
sonradan yaratýldýðýna bir alamet! Ýyice inanmýþým... inancýmýn niþanesi de þu: Ýyice
inanan ateþe bile girse, aþýlardaki aþk sýrrý gibi ona bir ziyan gelmez, yanmaz,
mahvolmaz! Sözlerinin sýrrý, ancak yüzümün sarýlýðýndan, zayýflýðýndan anlaþýlýr.
Yanaklara akan kanlý göz yaþlarý, sevgilinin güzelliðine delildir.
Filozof, ben halkýn hepsine de delil olamayan bu þeylere ehemmiyet vermem, bunlarý
delil saymam, dedi.
Mümin dedi ki: Kalp akçe ile halis akçe bahse giriþseler... halis akçe, sen kalpsýn; ben
halisim, iyiyim dese, son sýnama ateþtir... bu iki arkadaþ ateþe düþtüler mi. Halkýn ileri
gidenleri de hallerini anlar, alelade olanlarý da... herkes, þüpheden kurtulur, onlarýn
ne olduklarýný iyice anlar bilir.
Caným, su ve ateþ de gizli olan halis akçayla kalpý sýnamak, için yaratýlmýþtýr. Sen ve
ben... ikimiz de ateþe girelim... bu iþe þaþýp kalanlara baki bir delil olalým! Ben de, sen
de birden denize dalalým... çünkü ben de bu halka bir delilim sen de!
Öyle yaptýlar; ateþe girdiler... ikisi de kendilerini kýzgýn ateþe attýlar. Allah var diye
iddia eden kurtuldu öbür haramzede yandý, mahvoldu. Bu haberi müezzinden duy...
ham ruhun körlüðünü bir kat daha arttýrýr!
Ecelle ölümle Mustafa’nýn adý yanmamýþtýr... çünkü o adýn sahibi ileriden ileriydi
uludan ulu. Bu devirde bahse giriþenlerin yüz binlercesi münkirlerin perdelerini
yýrtmýþtýr.
Müminle filozof bu iþe karar verdiler... mucizelerin devam ettiði zuhur etti; doðru olan
galip oldu... bu cevaptan anladým ki alemin evveli vardýr, bu gök kubbe sonradan
yaratýlmýþtýr diyen haklýdýr. Münkirin getirdiði delilin yüzü daima sarýdýr... o inkarýn
doðruluðuna nerede bir niþane?
Münkirlerin övüldüðü bir minare nerede? Alemde böyle bir minare göster bana da
onlarýn doðruluðuna niþane olsun. Hani nerede bir mimber ki oraya birisi çýksýn da bir
münkirin zamanýný ansýn. Paralarýn üstüne basýlan peygamber adlarý, kýyamete kadar
onlarýn doðruluðuna alamettir.
Padiþahlarýn paralarý deðiþir duru... fakat Ahmed’in parasý, kýyamete dek sürer gider!
Altýn olsun, gümüþ olsun... bir paranýn üstünde bir münkirin adýný gösterene!
Hadi bunu mucize sayma! Peki bir de güneþ gibi apaydýn olan ve adýna Ümmül Kitap
denen yüz dilli Kuran’a bak! Kimsenin ondan bir harfi çalmaya, yahut sözüne bir söz
katmaya ne haddi var, ne kudreti.
Üstünün dostu ol ki üstün olasýn... kendine gel be hey azgýn, maðluplara dost olma!
Münkirin delili, ancak ve ancak þudur: Ben þu görünen yurttan baþka bir þey
görmüyorum! Hiç düþünmez ki nerede bir görünen þey varsa o, gizli hikmetleri haber
vermededir.
Her görünen þeyin faydasý, faydanýn ilaçlarda gizli oluþu gibi o þeyin içinde gizlidir.
GÖKLER YERLER VE ÝKÝSÝ ARASINDAKÝLER
Hiçbir ressam var mýdýr ki yaptýðý resmi, hiçbir menfaat ümidi gözetmeden yalnýz
resim yapmak için yapsýn. Hem resim yapmak için yapar, hem de ulularýn büyüklerin
bir vesile ile kederlerinden kurtulmalarýný ister. Çocuklarýn neþelenmesini, bu resimle
ölüp gitmiþ dostlarýn, dostlar tarafýndan hatýrlanmasýný diler.
Hiçbir testici yoktur ki içine su konmasýný düþünmeden testisini, sýrf testi yapmak için
yapsýn! hiçbir kaseci yoktur ki kaseyi ancak kase olmak için yapsýn da içine yemek
konmak için yapmasýn!
Hiçbir hattat yoktur ki özene bezene yazdýðý yazýyý yalnýz yazýsýný, yazýsýnýn güzelliðini
göstermek için yazsýn da okumak için yazmasýn.
Görünen suret gayp alemindeki surete delalet eder, o da baþka bir gayp suretinden
vücut bulmuþtur. Böylece bunlarý, görüþünün miktarýnca ta üçüncü dördüncü, onuncu
surete kadar say dur.
Oðul bunla, satrançtaki oyunlara benzer... her oyunun faydasýný ondan sonrakinde
gör. Bu oyunu, o gizli oyunu oynamak için, onu da diðer bir oyun için... nihayet o
oyunu da bir baþka oyun için oynarlar.
Gözünü böylece etraftan ileriye çevir de ta karþýndakini mat edip oyunu kazanýncaya
dek ne oyunlar oynayacaksan hepsini gör. Merdiven basamaklarýna çýkmak için önce
birincisine, sonra ikincisine basmak lazým. ikincisi de bil ki üçüncüsüne çýkmak için
kurulmuþtur... böyle, böyle merdivenin son basamaðýna çýkar dama varýrsýn.
Yemek meni içindir... meni de soy sop üretmek, gönlü gözü aydýnlatmak içindir. Fakat
kýsa görüþlü adam, ilk iþten baþka bir þey görmez... aklý yerde yetiþen otlara benzer,
yere mahkumdur, gezmez dolaþamaz. Otu, ha çaðýrmýþsýn, ha çaðýrmamýþsýn... ayaðý
topraða kakýlmýþ kalmýþtýr. Rüzgarýn tesiri ile baþýný sallasa da baþ sallanmasýna
aldanma.
Baþý, ey seher yeli, duyduk, peki der ama ayaðý isyan ediyoruz býrak bizi der. Kýsa
görüþlüde gezip dolaþmayý bilmediðinden aþaðýlýk kiþiler gibi sürünüp gider... körler
gibi Allah’a dayanýp adým atar.
Savaþta Allah’a dayanmaktan ne fayda çýkar ki? Bu tavla oynayan acemilerin Allah’a
dayanmasýna benzer. Donup kalmamýþ olan keskin bakýþlarsa, ileriyi delip gider,
perdeleri yýrtýp görür. Bu bakýþa sahip olanlar, on yýl sonra olacak þeyi þimdicik, hem
de gözleri ile görürler.
Böylece herkes bakýþý ve görüþü miktarýnca gaybý da görür, geleceði de... hayrý da
görür þerri de. Gözün önünde ardýnda bir hail kalmadý mý bütün dünya dümdüz olur,
göz, gayp levhini bile okur.
Gözünü ardýna çevirdi mi varlýðýn baþladýðý zamandan itibaren büütün macera ve
alemin yaradýlýþý gözüne görünür! Yer meleklerinin ululuk ýssý Allah ile babamýzýn
halife olmasý hususunda bahse giriþtiklerini duyar görür. Ön tarafa baktý mý mahþere
kadar ne olacaksa onlarýn da hepsi gözünün önünde canlanýr.
Þu halde arkaya bakýnca aslýn aslýna kadar... önüne bakýnca kýyamete kadar her þey
gözüne apaçýk görünür. Herkes gönlünün aydýnlýðý ve cilasý nispetinde gaybý görür.
Kim gönlünü daha fazla cilaladý ise daha ziyade görür... ona daha fazla suretler
görünür.
Sen eðer bu arýlýk Allah lütfu dersen gönlünü arýtmaya muvaffak oluþ da onun
vergisidir, onun lütfundandýr. O çalýþma da o dua da himmet miktarýncadýr... “Ýnsan,
ancak çalýþtýðýný elde eder!” himmeti veren ancak Allahdýr... hiçbir saman çöpü,
padiþahýn himmetine sahip deðildir.
Allahnýn bir adamý bir iþe ayýrmasý, bir iþe koþmasý, dileði, isteði, ihtiyar ve iradeyi
men etmek deðildir ki! Fakat talihsize bir zahmet erdi mi o pýlýsýný pýrtýsýný toplar,
küfür ve ,isyan semtine çeker. Talihli birisine bir zahmet verdi mi o, pýlýsýný pýrtýsýný
daha yakýna çeker getirir. Kötü yürekliler, korkularýndan savaþta kaçma sebeplerini
ele alýrlar, onlara yapýþýrlar. Cesur erlerse yine can korkusundan düþman saflarýna
hücum ederler.
Korku ve tasa Rüstem’leri ileri götürür... o kötü yürekli korkaksa korkusundan olduðu
yerde ölür gider. Bela ve can korkusu mihenktir... onun içindir yiðitler, tehlike anýnda
korkaklardan ayýrt edilirler.
Allah Musa’nýn gönlüne vahyetti: “Ey seçilmiþ kiþi ben seni seviyorum.” Musa ey
kerem sahibi dedi: sebebini söyle de neyse onu arttýrayým.
Allah dedi ki: Çocuk , anasý kendisine kýzsa bile yine anasýna sarýlýr! Ondan baþka
birisinin varlýðýný bile bilmez... ondan mahmurdur, ondan sarhoþ. Anasý ona bir sille
indirse yine anasýna gelir, ona sokulur. Ondan baþka kimseden yardým istemez...
bütün þerri de odur, bütün hayrý da o.
Senin hatýrýnda da hayýrdan, þerden bizden baþka kimse yok... baþka yerlere dönüp
bakmýyorsun bile! Benden baþka ne varsa sence taþtan, kerpiçten ibaret... ister çocuk
olsun, ister genç, ister ihtiyar, hiç kimseye aldýrýþ ettiðin yok.
Namazda “Ýyyake nabüdü- yalnýz sana taparýz” ve bela vakitlerinde “Sensen
baþkasýndan yardým istemeyiz” demek de buna benzer. Bu “Ýyyake nabüdü” sözlükte
hasrdýr ve ancak ziyaný gidermeye münhasýrdýr.
“Ýyyake nestain” de hasr içindir ve yardým istemeyi yalnýz Allah’a hasreder. Yani bu
ayetin manasý þudur: Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardým isteriz.
Ynt: Mesneviden Hikayeler IV By: armi Date: 29 Ocak 2010, 12:43:27
SÖZ MANAYI AÇAR MI ÖRTER MÝ?
Bir padiþah, nedimlerinden birine kýzdý, onun tozunu dumanýna katmak, onu
mahvetmek istedi. Kýlýcýný kýnýndan çekti, yaptýðý hareketin cezasýný verecek, nedimin
baþýný kesecekti. Kimsede bir þey söyleme, yahut birisinin þefaat edip baðýþlanmasýný
dilemeye kudret yoktu. Yalnýz padiþah yakýnlarýndan Ýmadüllah adlý birisi,
Mustafa’casýna þefaate kalkýþtý; yerinden sýçrayýp hemen secdeye kapandý... padiþah
da derhal kýlýcýný elinden býraktý.
Dedi ki: “Ýfrit bile olsa baðýþladým... Þeytan bile olsa sucunu örttüm. Ayaðýný ortaya
attýn mý atmadýn mý? Yüzlerce ziyanda bulunmuþ olsa razýyým. Yüz binlerce
kýzgýnlýktan geçebilirim... senin benim yanýmda o derece bir deðerin vardýr. Senin
yalvarmana aldýrýþ etmezlikten gelemem... senin yalvarman benim yalvarmam
demektir. Yerle gök birbirine karýþsaydý bu adamý yine affetmezdim. Vücudumun her
zerresi, ayrý, ayrý yalvarsaydý yine baþýný kýlýçtan kurtaramazdý.
Fakat baðýþladým diye seni minnetli bir hale getirmiyorum ha... yalnýz benim
yanýmdaki deðerinin anlatýyorum ey benim yanýmdaki deðerini anlatýyorum ey benim
nedimim! Bunu sen yapmadýn, ben yaptým... ey sýfatlarý, bizim sýfatlarýmýzda
görülmüþ, ey varlýðýný biz e vermiþ olan nedim.
Bu iþi sen dileyerek yapmadýn, içinden öyle geldi... seni bu iþe sevk eden biziz...
Çünkü ben, sana kendimi vermiþ deðilim, sen varlýðýný bana vermiþsin. “Sen atmadýn
o taþlarý... hakikatte Allah attý” ayetine mazhar olmuþsun... kendini köpük gibi
dalgaya salývermiþ, býrakmýþsýn! Mademki la oldun, illanýn yanýnda ev kur... þaþýlacak
þey þu: Hem esirsin hem bey!
Ne verdiysen padiþah verdi, sen vermedin... doðruyu Allah daha iyi bilir ya, ortada var
olan ancak odur. O nedim zahmetten beladan kurtuldu, fakat bu þefaatçiye öyle bir
incindi ki selam bile vermez oldu. O ihlas sahibi kiþiden dostluðu kesti... yolda
rastlasa yüzünü duvara döner, selam vermezdi! Kendisini kurtaran arkadaþýna adeta
yabancý olmuþtu... halk þaþýrdý, bu iþ, aðýzlara yayýldý, hikaye gibi söylenmeye
baþlandý. Herkes, deli deðilse neden canýný satýn alan arkadaþý ile dostluktan vazgeçti.
O, onun baþýný kurtardý, canýný satýn aldý... ayaðýnýn bastýðý yer toprak kesilmeliydi.
Halbuki bu tersine hareket etti, ondan vazgeçti, böyle bir dosta kin gütmeye baþladý
diyordu. Aralarýný bulmak isteyen birisi onu kýnadý da dedi ki: Böyle bir öðütçü dosta
neden bu cefada bulunuyorsun? Padiþahýn o has dostu, senin canýný satýn aldý, boynun
vurulmadý, kurtuldun, fakat seni o kurtardý! Kötülük bile yapsaydý kaçmaman
gerekti... halbuki o temiz ve iyi dost, sana iyilikte bulundu.
Nedim dedi ki: Ben, canýmý padiþaha feda edecektim... o, neden araya girdi de
þefaatte bulundu? O anda ben Allah’la öyle bir haldeydim ki aramýza seçilmiþ bir
peygamber bile giremezdi! Padiþahýn kahrýndan baþka bir rahmet istemem, ondan
baþka kimseye sýðýnamam. Ben, padiþaha yüz tutmuþ, onu sevmiþ, ondan baþkasýný
yok bilmiþim! Kahrý ile baþýmý kesse bile bana altmýþ tane can baðýþlar! Benim iþim
baþýmla oynamak, arlýktan geçmektir... padiþahýmýn iþi de baþ baðýþlamaktýr.
Padiþahýn eliyle kesilen baþa ne mutlu... yazýklar olsun ondan baþkasýna eðilen baþa!
Padiþah kahreder de geceyi zift gibi karanlýk bir hale sokarsa gece, öyle bir yüce
dereceye erer ki binlerce bayram günü olmadan bile arlanýr! Padiþahý gören kimsenin
padiþahýn etrafýnda dönmesi kahrýn da üstündedir, lütfun da; küfürden de üstündür,
dinden de!
Buna ait alemde bir söz yoktur... gizlidir, gizlidir gizli! Çünkü bu güzel ve temiz adlarla
sözler, Adem kirmanýndan zuhur etti.
“Allemel’esma” Adem’e imamdý, fakat ayýn lâm elbisesi ile deðil! Adem baþýna sudan,
topraktan bir külah koyunca o cana ait adlarýn yüzü karardý. Suyla topraktan mana
zuhur etsin diye cana ait adlar, harf ve nefes nikabiyle yüzlerini örttüler. Söz, gerçi bir
bakýmdan manayý açar ama on bakýmdan da örter, gizler!
Ben, zamanýn Halil’iyim, o da Cebrail’dir. Bela çaðýnda onun kýlavuzluðunu istemem
ben! O, Halil’e þefaat eden Cebrail’den edep öðrenmedi mi ki? Cebrail Allah Halil’ine
“Muradýn var mý? Söyle de yardým edeyim... yoksa derhal çekip gideyim”... deyince
Ýbrahim, “hayýr... sen aradan çýk. Hakikat meydana çýktýktan sonra vasýta zahmettir”
dedi.
Peygamber bu dünya için kullarý Allah’a ulaþtýran bir baðdýr. Çünkü o müminlerle
Allah arasýnda bir vasýtadýr. Fakat her gönül, gizli vahyi duyup iþitseydi alemde harf
ve sese ne lüzum kalýrdý?
Gerçi o Allahdan mahvolmuþtur, baþsýzdýr... fakat benim iþim ondan da ince! Onun
yaptýðý iþ Allah iþidir, ben ona göre zayýfým... doðru, fakat bu iþ, yine bana pek kötü
görünmede! Halka lütfun ta kendisi olan þey, yüce ve nazenin erlere kahýrdýr. Þu
halde halk, zahmet ve belalar çekmeli de aradaki farký görüp anlamalý!
Ey hakiki dost, manayý anlamaya vasýta olan bu harfler, manaya eriþmiþ adama göre
dikendir, hordur hakirdir! Öyleyse saf ruhun harflerden kurtulmasý için pek çok
belalar çekmesi, pek anlayýþlý olmasý lazýmdýr.
Fakat bazýlarý bu sesten büsbütün saðýr kesilirler, bazýlarý ise daha yücedir, daha
üstün olurlar! Bu bela Nil ýrmaðýna benzer, iyilere sudur, kötülere kan. Kim, sonu daha
fazla görürse daha kutludur... daha ciddiyetle iþe sarýlýr, ekin eker de daha fazla
meyve toplar. Çünkü bilir ki bu ekim dünyasý, mahþere hazýrlanmak, ahirette burada
ektiðini toplamak, devþirmek için yaratýlmýþtýr. Hiçbir baðlantý yoktur ki yalnýz o bað
için baðlansýn... o baðlantý, bir ticaret elde etmek, bir kâr kazanmak içindir. Dikkat
edersen görürsün ki hiçbir münkirin inkarý, sýrf inkar için deðildir...
Hasedinden düþmaný kahretmek, yahut üstün olmayý dilemek, kendini göstermek
içindir. O üstünlük isteði de baþka bir tamahladýr... hasýlý manalar olmadýkça
suretlerin bir lezzeti olamaz! Ýþte onun için “Neden bunu yapýyorsun?” diye sorarsýn...
çünkü suretler zeytin yaðýdýr mana ýþýk. Deðilse bu “Neden” sözü neden? Çünkü suret,
ancak o suret ,ç,n olsaydý “Neden bunu yapýyorsun?” diye sormazdýn ki!
Bu “Neden” diye sormak, bir þey öðrenmek içindir... bundan baþka bir suretle neden
diye sormak kötüdür. Ey emin adam, bunun faydasý, sýrrý bundan ibaretse neden
hikmetini arýyorsun ya! Göðün ve yer ehlinin suretleri, ancak bu suretler için
yaratýlmýþsa bunda bir hikmet yoktur ki! Bir hikmet sahibi yoksa bu tertip nedir... bir
hikmet sahibi varsa iþi nasýl boþ ve abes olabilir? Doðru, yanlýþ, bir þey düþünmeksizin
ne kimse hamama bir resim yapar, ne bir yeri boyar!
HZ.MUSA´NIN ALLAH’A SORUSU
Musa dedi ki: Ey soru hesap gününün sahibi Allah, yapýp düzdün, neden yine bozar
yýkarsýn? Cana, canlar katan erler, diþiler yaratýrsýn... sonra bunlarý yýkar,
mahvedersin; neden?
Allah dedi ki: Bu suali inkar yüzünden, yahut gafletle ve nefsine uyarak sormuyorsun,
biliyorum. Yoksa hoþ görmez, gazap eder, bu soru yüzünden seni incitirdim. Fakat
bizim iþlerimizdeki hikmetleri, varlýk sýrlarýný araþtýrýyorsun... bunu bilip sonra da
halka bildirmek ve her ham kiþiyi bu suretle olgunlaþtýrmak istiyorsun. Sen bunu
biliyorsun ama halka da bildirmek için sormaktasýn.
Çünkü bu sual yarý bilgidir. Hiç bilmeyen, bu bilgiden dýþarýda kalan bu soruyu
soramaz. Sual de bilgiden doðar, cevap da... nitekim diken de toprakla sudan biter,
gül de!
Hem sapýklýk bilgiden olur, hem doðru yolu buluþ... nitekim acý da rutubetten hasýl
olur, tatlý da! Bu nefret ve sevgi, aþinalýktan gelir... hastalýk da iyi gýdadan olur,
kuvvet de!
Allah Kelim’i de, acemilere bu sýrrý bildirmek, onlarý faydalandýrmak için kendini acemi
yaptý. Bizde kendimizi ondan daha acemi yapalým da bilmez gibi cevabýný dinleyelim.
Eþek satanlar, o satýþýn anahtarýný elde etmek için birbirlerine adeta düþman olurlar,
çekiþir dururlar.
Allah buyurdu ki: Ey akýl sahibi Musa, madem ki sordun gel de cevabýný duy.
Ey Musa, yere bir tohum ek de bunun sýrrýný anla, insafa gel! Musa tohum ekti, ekin
bitti, kemale gelip baþaklandý, güzelce, düzgünce yetiþti... Oraðý alýp biçmeye baþladý.
Gaybtan kulaðýna bir ses geldi:
Neden ekiyor, besliyorsun da kemale gelince kesiyor, biçiyorsun? Musa dedi ki:
Yarabbi, burada tane de var saman da... onun için kesiyorum. Çünkü tanenin saman
ambarýna konmasý layýk deðil... saman da buðday ambarýna konursa yazýk olur! Bu
ikisini karýþtýrmak hikmete uygun olamaz. Mutlaka eklerken ayýt etmek lazým.
Allah dedi ki: Bu bilgiyi sen kimden aldýn da bir harman meydana getiriyorsun? Musa
Allahn bana bu temyizi sen verdin dedi... Allah dedi ki: Öyleyse bende nasýl olur da
temyiz olmaz? Halk arasýnda temiz ruhlar da var, topraklara bulanmýþ kara ruhlar da.
Bu sedeflerin hepsi bir deðil... birisinde inci var, öbüründe boncuk! Buðdaylarý
samandan ayýrmak nasýl lazýmsa bu iyiyi de kötüyü de ayýrmak vacip. Bu alem halký,
hikmet hazineleri gizli kalmasýn, meydana çýksýn diye yaratýlmýþtýr.
Ben bir hazineydim dedi Allah, hem de gizli... bunu duyda cevherini kaybetme,
meydana çýkar!
Ayran içinde yað nasýl gizliyse, doðruluk cevherinde yalan da gizlidir. O yalanýn, þu
fani tendir... doðrun da Allah’a mensup olan can! yýllardýr þu ten ayraný meydandadýr
da can yaðý onda fani ve deðersiz bir hale gelmiþtir.
Nihayet Allah, bir elçi kulunu, ayraný yayýða koyup döven birisini gönderir de, bende
bir ben gizli olduðunu bileyim diye sýfatla hünerle o yayýðý döver. Yahut da zatýndan
adeta bir cüz olan bir kulunun sözünü izhar eder de o söz, vahiy arayan kiþinin
kulaðýna girer.
Müminin kulaðý, vahyimizi kavrar, beller... öyle kulak, insaný Hakk’a davet edenin
eþidir, arkadaþýdýr. Adeta çocuðun kulaðýna benzer; anasýnýn sözleriyle dolar da söze
baþlar, konuþur. Çocukta anlayan bir kulak olmazsa anasýnýn sözünü duymaz, dilsiz
olur.
Anadan doðma saðýr, daima dilsizdir de... söyleyen kiþi, sözü önce anasýndan
duymuþtur. Bil ki saðýr ve dilsizin kulaðý, afetlerden bir afettir... ne söz dinlemeye
kabiliyeti vardýr, ne de bellemeye. Belletilmeden söyleyen Allahdýr, çünkü onun
sýfatlarý, sebeplerden ayrýdýr. Yahut Adem gibi ana ve dadý hicabý olmaksýzýn Allah
telkini ile söyler. Yahut da Allah belletmesiyle Mesih gibi doðar doðmaz konuþur.
Doðuþundaki zina ve fesat töhmetlerini ret etmek, zinadan doðmadýðýný anlatmak için
dile gelir.
Çalýþmada bir hareket gerek ki ayran, gönüldeki yaðdan ayrýlsýn. Yað, ayran içinde
adeta yok gibidir de ayran, varlýk alemine bayrak dikmiþtir. Sen de var olarak görünen
deriden ibarettir... fani görünen yok mu? Asýl var olan odur iþte! Yaðlanmamýþ,
eskimemiþ ayranýn varsa dövüp yaðýný çýkarmadýkça sakýn harcama!
Hemen onu bilgiyle elden ele alarak döndüre dur da gizlendiðini meydana çýkarsýn.
Çünkü bu fani ola þey, bakinin delilidir... nitekim sarhoþlarýn yalvarmalarý da sakiye
delildir!
Bayraklardaki aslanlarýn hareketi, gizli bir yelin varlýðýndan haber verir. Yeller
esmeseydi ölü aslan havada nasýl olur da hareket ederdi?
Aslanýn hareketlerinden rüzgarýn sabah yeli, yahut cenup rüzgarý olduðunu anlarsýn...
bu hareket, o gizli rüzgarý anlatýr. Þu beden de bayraktaki aslana benzer... düþünce
onu her an oynatýr durur! Doðudan gelen düþünce sabah yelidir... batýdan gelen
ufunetli cenup yeli! Bu düþünce yelinin doðuþu, baþka doðudur... bu düþünce yelinin
batýsý, o yandadýr! Ay cansýzdýr, doðusu da cansýz... fakat gönlün doðusu canlar
canýnýn canýdýr!
Gündüzün doðan þu güneþ yok mu... iç alemini aydýnlatan güneþin doðuþundan bir
kabuktur, onun bir aksidir ancak! Çünkü ten, can yalýmý olmadý mý ölür gider... artýk
onca ne gündüz vardýr, ne gece! Beden olmaz, fakat ruh olursa gece ve gündüz
bakidir, düzenlidir. Nitekim göz, rüyada ay ve güneþ olmadýðý halde ayý da görür,
güneþi de!
Arkadaþ uykumuz ölümün kardeþidir... bu kardeþe bak o kardeþi anla! Sana, rüya
ölümün fer’idir derlerse sakýn ha, hakikatine eriþmedikçe bu sözü dinleme! Ruhun
uykuda öyle þeyler görür ki yirmi yýl uyanýk kalsan onlarý göremezsin!
Rüyaný tabir ettirmek için bir hayli zaman bilgiç padiþahlara koþar, þu rüyanýn tabiri
nedir diye sorarsýn... böyle bir sýrra fer’i demek köpekliktir! Bu söylediðimiz rüya,
alelade halkýn gördüðü rüyadýr... Allah’a yaklaþmýþ erlerin rüyasý ile Allah seçmesinin,
Allah yakýnlýðýnýn ta kendisidir.
Fil gerektir ki uyuyunca rüyasýnda Hindistan’ý görsün! Eþek, hiç Hindistan’ý rüyada
görmez... çünkü Hindistan’dan ayrýlmamýþ, gurbete düþmemiþtir ki! Fil gibi adam akýllý
bir can gerek ki uykusunda iþtiyakla Hindistan’a gitsin! Fil Hindistan’ý arar, ister... o
yüzden bu istek bu anýþ geceleyin bir surete bürünüp ona görünür.
“Allah’ý anýn” emrine uymak, bir herzevekilin iþi deðil... “Allahna dön “ emrine uymak,
her kalleþin ayaðýnýn harcý deðil. Fakat sen meyus olma; file benze! Fil deðilsen bile fil
olmaya çalýþ. Alemdeki kimyagerlere bak... her an sýrça üzerine resim yapanlarýn
seslerini duy! Onlar gök boþluðuna suretler düzerler... benim için senin için iþler
yaparlar!
Ey tavuk karasýna uðramýþ adam! Yeni yakasý misler kokan erleri görmüyorsan þu
sana dokunan þeyleri gör bari! Topraðýndan her an yeniden yeniye otlar biter; onlarý
gör... her an anlayýþýna yeni bir þey dokunur; onlara bak!
Ýbrahim Ethem de rüyada hicapsýz olarak bütün gönül Hindistan’ýný gördü de,
zincirlerini kýrdý; memleketi birbirine geçirdi, gözlerden kayboldu! Þu iþ Hindistan’ý
görmenin niþanesidir... insan, uykusundan sýçrayýp uyanýr, deli divane olur.
Bütün tedbirlerin baþýna toprak saçar... zincirlerin halkalarýný kýrar geçer!
Peygamberin nuru anlatýlýrken gönüllerdeki niþanesini söylediði gibi hani...
Dedi ki: Nur, kalbe girdi mi niþanesi þudur: Ýnsan bu yalan yurttan uzaklaþýr, neþeler
yurdu olan ahiretten de geçer!
Ey temiz dost, Mustafa’nýn bu hadisini anlatmak için bir hikaye söyleyeceðiz, dinle.
Bir padiþahýn yiðit bir oðlu vardý... zahiri de hünerlerle bezenmiþti, batýný da. Bir gece
rüyasýnda çocuðunun ansýzýn öldüðünü gördü. Padiþaha alemin arýlýðý tortulu bir hal
oldu. Yanýþýnýn tesiri ile gözyaþlarý bile kurudu, aðlamaya bile iktidarý kalmadý. Öyle
dertlendi, öyle kederlendi ki ah etmeye bile mecali kesildi!
Ölüm isteði ile cesedi, iþ görmez bir hal aldý... neyse eceli gelmemiþ, ömrü varmýþ;
uykudan uyandý. Bu sefer de uyanýnca öyle bir sevindi ki ömründe öyle bir sevinç
görmemiþti. Sevinçten ölecekti adeta... caný ile bedeni sanki ölümle dirim arasýnda
tomruða vurulmuþtu! Bu ýþýk gam soluðu ile de söner, neþe soluðu ile de... iþte sana
bir alay, iþte sana bir eðlence! O, bu iki ölüm arasýnda diridir... bu tomruða vurulmuþ
olduðu halde gülünecek bir þey!
Padiþah kendi kendine dedi ki: bu neþeye sebep, o gamdý; Allah sebep ihsan etti,
sevindim. Ne þaþýlacak þey! Bir hadise bir yönden ölüm, öbür yönden dirim ve sevinç.
Þu bir yönden tatlýdýr, zevk vericidir. Diðer bir yönden de öldürücü, azap vericidir. Ten
sevinci dünyaya mensup olana göre yücelik... fakat ahiret gününe göre noksan ve
zeval!
Düþ yorucu rüyada gülmeyi aðlamaya, hayýflamaya, kederlenmeye yorar. Aðlamayý da
sevince, feraha verir ey þen, esen kiþi!
Padiþah, bu gam geçti gitti ama can, bu çeþit þeylerden kötü þüphelere düþer diye
düþünceye daldý. Gül gider de dedi, ayaðýma böyle bir diken batarsa hiç olmazsa
ondan bana bir yadigar kalmalý! Yokluða sayýsýz, sonsuz sebepler var... hangi yolu
kapayalým ki? Isýrýcý ölüme yüzlerce pencere var, yüzlerce kapý var... açýlýrken her biri
cik cik etmekte!
O ölüm kapýlarýnýn acý cik ciklerini haris kiþinin kulaðý, mal ve mülk hýrsýndan duymaz.
Bir taraftan bedenin dertleri, kapýlarýn sesi... bir taraftan düþmanlarýn cefasý kapýlarýn
sesi.
Caným efendim, hele bir týp fihristini oku hastalýlarýn yalýmlý ateþini gör! Bütün o
alillerden bu eve yol var... her iki adýmda akreplerle dolu bir kuyu var!
Rüzgar þiddetli, ýþýðým sönmek üzere... çabuk davranayým da onun ýþýðýndan bir ýþýk
daha uyandýrayým. Bari bu ikisinden biri kalsýn da yel, ýþýðýn birini söndürürse onunla
eðleneyim. Arifler gibi hani... arif de bu noksan beden kendiliðinden kurtulmak için
gönül kandilini yakar da günün birinde ansýzýn bu kandil sönerse onun yerine can
kandilini koyayým der.
Padiþah bu iþi anlamadý da aldandý... fani kandilin yerine baþka bir fani kandile
kapýldý!
Padiþah bunun üzerine, evlensin de soyu sopu üresin diye þehzadeye bir kýz almak
istedi. Bu doðan, tekrar yokluk alemine yüz tutarsa o doðanýn yerini yine bir doðan
tutsun...
Bu doðanýn sureti, eðer þu alemden giderse manasý, oðlunda baki kalsýn dedi. Onun
için o uyanýk padiþah, Mustafa “Çocuk babanýn sýrrýdýr” buyurdu. Ýþte bu yüzden
bütün halk, sevgilerden çocuklarýna sanat öðretirler de, onlarýn kalýplarý gözden
gizlenince o manalar alemde baki kalsýn derler.
Allah, hikmetiyle istidat sahibi olan her küçük çocuðun doðru yolu bulmasý için onlarýn
hýrsýna bir ciddiyet vermiþtir.
Ben de kendi soyumun devamý için oðluma mezhebi meþrebi iyi bir kýz alacaðým.
Fakat alacaðým kýzýn kötü bir padiþahýn soyundan deðil, temiz bir kiþinin soyundan bir
kýz olmasýný isterim.
Padiþah, zaten bu temiz kiþidir... hür olan da odur... ne þehvetin esiridir, ne boðazýnýn.
Fakat halk, aksine olarak esirlere padiþah adýný taktýlar... Zenciye Kâfur adý takýldýðý
gibi hani! Kanlar içen çöle kurtuluþ yeri, bayaðý, nekes ve kutsuz kiþiye kutlu adýný
verirler ya!
Þehvet, kýzgýnlýk ve istek esirine bey, yahut “Sadr ecel – en ulu vezir” dediler. O ecel
esirlerine halk, þehirlerde beyler ve “Emirani ecel – Ulu beyler” adýný taktýlar. Caný,
ayakkabýcýlarýn safýnda alçalmýþ, yani mevkiye mala kapýlýp kalmýþ olma “Sadr – Ulu
ve baþ köþeye geçen vezir” derler.
Padiþah bu zaidi seçince bu haber, kadýnlarýn kulaðýna vardý! Þehzadenin anasý,
aklýnýn noksan oluþundan itiraz ederek dedi ki: Evlenmede gerek akýl, gerek nakil, eþit
olmayý þart koþmuþtur. Halbuki sen nekesliðinden, cimriliðinden kurnazlýk ederek
oðlumuzu bir yoksulla akraba yapýyorsun?
Padiþah dedi ki: Temiz bir kiþiye yoksul demek hatadýr... çünkü onun kalbi ganidir ve
bu da Allah vergisidir. Böyle adam, takvasýnda kanaat bucaðýna kaçar, yoksul gibi
nekesliðinden, tembelliðinden deðil!
Kanaattan meydana gelen darlýk, takvadandýr... bu, aþaðýlýk kiþilerin yokluðundan,
darlýðýndan apayrý bir þeydir. Nekes, bir habbe bulsa baþýný bile verir... halbuki temiz
kiþi, himmetiyle altýn hazinesine bile bakmaz, terk edip gider! Hýrsýndan, her çeþit
harama kasten padiþaha ulu kiþiler, yoksul derler.
Kadýn dedi ki: Nerede onda çeyiz olarak verecek þehir ve kaleler... yahut saçý olarak
saçacak inciler, paralar pullar?
Padiþah, yürü yahu dedi... kim, din gamýna düþerse Allah, öbür dertleri artýk ondan
alýr. Nihayet padiþah üstün geldi, ona yaradýlýþý güzel ve bir temiz kiþinin soyundan bir
kýz aldý. Kýzýn güzellikte eþi yoktu... yüzü, kuþluk güneþinden daha parlaktý! Kýzýn
güzelliði buydu, huyu da güzelliði gibiydi... hasýlý ahlaký o kadar iyiydi ki anlatmaya
imkan yok!
Dini avlamaya bak ki onunla beraber güzellik, mal, mevki ve sana fayda veren baht da
senin olsun! Ahiret, bil ki deve katarýdýr; dünya malý devenin yükü ve tüyü. Katara
sahip oldun mu yünü, tüyü de onunla beraber gelir. Fakat yünü alýrsan deve senin
olmaz ki... deve senin olursa yünün ne deðeri kalýr?
Padiþah temiz ve riyasýz soydan gelen o kýzý nikahla oðluna aldý. Fakat kaza ve kader
bu ya... o güzelim þehzadeye bir ihtiyar büyücü de aþýk olmuþtu. O Kabil’li kocakarý,
þehzadeye öyle bir büyü yaptý ki Babil büyücüleri bile bu büyüye haset ederler.
Þehzade, o çirkin kocakarýya aþýk oldu... gelinden de geçti güveylikten de! Ýþte böyle
bir kara ifrit, böyle bir Kabil’li karý ansýzýn þehzadenin yolunu vuruverdi! O ferci
kokmuþ doksanlýk kocakarý, þehzadenin ne aklýný býraktý, ne aðzýný, zavallýda
konuþacak iktidar bile kalmadý. Þehzade tam bir yýl o karýya esir oldu... o kokmuþ
karýnýn ayakkabýsýnýn tasmasýný öpüp durdu. Kocakarýnýn sohbeti, þehzadeyi kesip
biçmekte, eritip mahvetmekteydi... adeta yarý canlý bir hale gelmiþti.
Baþkalarý onun zayýflýðýndan derde düþerken o büyünün tesiri ile kendisinden bilen
bihaberdi. Dünya padiþaha zindan kesildi... þehzade ise babasý ve akrabasý aðlarken
gülmekteydi! Padiþah pek çaresiz kaldý... gece gündüz kurbanlar kestirmede,
sadakalar vermekteydi! Ne çare varsa hepsine baþvurdu... fakat oðlan, kocakarýya
gittikçe daha fazla aþýk oluyordu. Padiþah, bunda mutlaka bir sýr, bir hikmet
olduðunu, bundan böyle ancak yalvarýp yakarmakla bir çare bulunabileceðini iyice
anladý.
Secdeye kapanýp “Yarabbi, fermanýn yürür... Allah mülkünde Allahdan baþka kimin
hükmü geçerki? Fakat bu yosul çocuk öd aðacý gibi yanýp duruyor... ey merhametli
Allah, elini tut” demeye baþladý.
Nihayet onun Yarab, Yarab demesi, feryad-ü figan etmesi makbule geçti... yoldan usta
bir büyücü çýkageldi. O büyücü uzaktan o çocuðun bir ihtiyar karýya esir olduðunu
duymuþtu. Bu karýnýn büyüde eþsiz örneksiz olduðunu ve bir ikincisinin bulunmadýðýný
iþitmiþti.
Yiðidim, el elin üstündedir... hünerde de, kuvvette de el elin üstündedir arþa varýnca!
Ellerin sonu Allah elidir... deniz, þüphe yok ki sellerin varýp döküldüðü son yerdir.
Bulutlar da suyu denizden alýr... seller akýp gider nihayet ona varýr.
Padiþah bu oðlan elden gitti dedi. Adam dedi ki: Ýþte ulu bir derman olarak geldim ya!
Bu büyücülerden hiç kimse o kocakarýya eþit olamaz... ancak ben, o yandan geldim,
büyüde bilgim çoktur... onunla ben baþa çýkarým! Musa’nýn eli gibi Allah izniyle onun
büyüsünü kökünden yýkar, mahvederim. Çünkü bana bu bilgi Allah tarafýndan verildi...
hor hakir büyücülere þakirtlik ederek öðrenmedim. Onun büyüsünü bozmak
þehzadenin benzinin sarýlýðýný gidermek için geldim ben! Seher çaðýnda mezarlýða git
de orada duvarýn yanýnda kireçle boyanmýþ bir ak mezar var. Orasýný kýbleye doðru
kaz; Allahnýn kudretine, kuvvetine bak!
Bu hikaye pek uzundur, sen de usandýn... bari fazlasýný býrakayým da hulasasýný
söyleyeyim.
O sýký düðümleri çözdü þehzadeyi mihnetten kurtardý. Çocuk kendisine gelince koþa,
koþa babasýnýn tahtýna vardý, yüzlerce mihnetle, secdeye kapandý, yüzünü yerlere
sürdü... koltuðunda da bir kýlýç ve bir kefen vardý.
Padiþah þenlikler yaptýrdý þehir halký sevindi, o ümidini kesmiþ gelinde muradýna erdi.
Alem yeni baþtan dirildi, parladý! Þaþarým doðrusu o günde bir gündü bugün de bir
gün! Padiþah ona öyle bir düðün yaptý ki köpeklerin önüne bile gülsuyu þerbeti kondu.
Büyücü kocakarý kederinden geberdi... çirkin yüzünü de cehennem Malikine tapþýrdý
çirkin huyunu da! Þehzade o kocakarý benim aklýmý nasýl oldu da çeldi diye hayretlere
düþmüþtü!
Güzellikte aya benzeyen ve güzellerin güzellik yolunu kesip vuran gelini görünce, aklý
baþýndan gitti düþüp bayýldý... tam üç gün aklý baþýna gelmedi! Üç gün üç gece
kendisini kaybetti. Halk onun baygýnlýðýndan meraka düþtü. Gül sularý ile, ilaçlarla
nihayet kendisine geldi... yavaþ yavaþ açýldý, iyiyi, kötüyü anlamaya baþladý.
Bir yýl sonra padiþah söz arasýnda ona dedi ki: Oðlum hele o eski sevgiliyi hatýrla
bakalým! O seninle beraber yataný, o yataðý bir hatýrla da bu derece vefasýz ve acý
sözlü olma.
Þehzade býrak baba dedi... ben, neþe yurdunu buldum, gurur yurdunun aldanma
diyarýnýn kuyusundan kurtuldum. Mümin yol buldu da karanlýktan Hak nurunun
bulunduðu tarafa yüz çevirdi mi öyle olur iþte!
Kardeþ bil ki þehzade sensin bu eski dünyada yeniden doðmuþsun! Kabil’li büyücü bu
dünyadýr... erleri bile rengine kokusuna esir etmiþtir. Bu bulanýk ýrmaða düþtün mü
her an “Kul eüzü” leri oku kendine üfle. Bu büyüden bu ýstýraptan kurtul, sabah,
Allahsýna sýðýn ondan yardým iste!
Dünya, halký büyü yaparak kuyuya atmýþtýr da Peygamber onun için dünyaya büyücü
demiþtir. Kendine gel bu kokmuþ kocakarýnýn kuvvetli büyüleri vardýr... sýcak nefesi
padiþahlarý bile esir eder. Gönülde onun tükürüklü üfürükler salan büyücüleri var...
büyü düðümlerini düðümleyen odur! Dünya büyücüsü pek ilginç bir karýdýr... onun
büyü ipini çözmek herkesin ayaðýnýn harcý deðil! Eðer akýllar onun baðladýðý
düðümleri çözseydi Allah peygamberleri yollar mýydý?
Kendine gel de nefesi kutlu, düðümler çözen, Allah dilediðini iþler sýrrýný bilir birisini
ara! Dünya seni de balýk gibi oltasýna takmýþtýr... þehzade bir yýl kaldý, sense altmýþ
yýldýr o oltadasýn! Tam altmýþ yýldýr onun oltasýnda mihnetler içindesin... ne bir
hoþluðum var, ne bir sünnete uyarsýn!
Günahkar bir bedbahtsýn... ne dünyan güzel, ne vebalden, günahtan kurtulmuþsun!
Dünyanýn üfürüðü bu düðümleri pek sýký düðümledi... sen artýk tek yaratýcýnýn
üfürüðünü iste!
Ýste de “Ben Adem’e ruhumdan üfürdüm” üfürüðü, seni bundan kurtarsýn ve yücel
desin! Büyü üfürüðünü Allah üfürüðünden baþka bir þey bozmaz... bu kahýr
üfürüðüdür, o lütuf üfürüðü!
Allahný rahmeti kahrýndan arýktýr, ileridir. Sen de ileri olmak istiyorsan yürü, bir ileri
gitmiþ er ara. Bu suretle amelleriyle, yahut, hurilerle evlendirilmiþ kiþilerin
mertebesine eriþ... ey büyülenmiþ padiþah iþte sana kurtuluþ çaresi!
Dünya kocakarýsý senin yanýnda oldukça ve sen, onun ,iþvelerine kapýlýp kaldýkça ne
onun aðý, tuzaðý çözülür, ne büyü düðümleri. Ümmetlerin ýþýðý olan peygamber, bu
dünya ile öbür dünyaya ortaklar demedi mi? Þu halde bununla buluþmak ondam
ayrýlmaktýr... bu bedenin sýhhati, canýn hastalýðýdýr. Bu geçitten ayrýlmak müþküldür, o
duraktan ayrýlmaksa bil ki daha müþkül! Nakýþtan ayrýlmak bile sana güç geliyor...
nakkaþýndan ayrýlmak ne kadar güç gelir ya! Ey aþaðýlýk dünya ayrýlýðýna sabretmeyen
dost, Allah ayrýlýðýna nasýl sabredeceksin?
Bu kara sudan ayrýlamýyorsun da Allah kaynaðýndan ayrýlmaya nasýl katlanýyorsun ya?
Bu kara suyu içmedikçe pek dinlenemiyor, esenleþemiyorsun... iyi kiþilerden ve
onlarýn içtikleri kaynak suyundan ayrýlýnca halin ne olur?
Bir nefescik Allah güzelliðini görsen canýn da ateþlere düþer, vücudun da! Ondan
sonra bu suyu cife görürsün... Allah yakýnlýðýnýn debdebesini gördün mü, þehzade gibi
sevgiline kavuþursun... ayaðýndaki dikeni çýkarýrsýn!
Kendinden geçmeye çalýþ da hemencecik kendini bul... doðrusunu Allah daha iyi bilir.
Aklýný baþýna devþir; her zaman kendinle eþ olma... her an eþek gibi balçýða düþme. Bu
sürçme, gözünün iyi görmeyiþindendir... kör gibi iniþi yokuþu göremiyorsun.
Yusuf’un gömleðinin kokusunu kendine senet yap... çünkü onun kokusu gözleri aydýn
eder! O gizli suretle o alýndaki nur, peygamberlerin gözlerini uzaklarý görür bir hale
getirmiþtir. O yüzün nuru, insaný ateþten kurtarýr... kendine gel de iðreti nura kani
olma. Bu nur, insana ancak içinde bulunduðu zamaný gösterir; bedeni aklý ve ruhu
uyuz eder. Görünüþü nurdur ama hakikatte ateþtir. Eðer ýþýk istiyorsan iki elini de bu
nurdan çek!
Ancak içinde bulunduðu zamaný ve hali gören göz ve can, nereye giderse gitsin
anbean yüzüstü düþer. Bu çeþit insanlar içinde uzaðý gören olsa bile hünersizdir...
görür ama uykuda uzaðý nasýl görürse öyle görür. Dere kýyýsýnda dudaklarýn
kupkuru... yatar uyursun; su aramak içinde seraba doðru koþup gidersin! Uzaklarda
serabý görür ona koþar... görüþüne aþýk olur, uykuda arkadaþlarýna gönlü gözü açýk
olan benim, perdeleri deler, her þeyi görürüm ben... iþte bak, þimdi de o tarafta su
gördüm... hadi, koþalým, oraya varalým diye atar tutarsýn... halbuki o gördüðün
seraptýr senin. Her adýmda bu güzelim sudan biraz daha uzaklaþýrsýn... koþa, koþa seni
aldatan o seraba güya yaklaþýr, fakat hakiki sudan uzak düþersin. Azmin, bu sana
gelmiþ, akmýþ ulaþmýþ olan hakiki suya tam bir perde!
Nice kiþiler vardýr ki ulaþmak istedikleri yerden hareket eder oraya varmak için yola
düþerler. Uyuyan kiþinin ne gördüðü þey iþe yarar, ne söylediði laf! Gördüðü þey de
söylediði söz de bir hayalden baþka bir þey deðildir, ondan elini çek. Uykun gelmiþse
yolda uyu... Allah hakký için, ancak Allah yolunda yat. Olur ya, belki bir yolcu, rastlar
da seni hayallerden, uykudan kurtarýr. Uyuyan kiþinin düþüncesi, kýlý kýrk yarsa fayda
yok... o incelikle yine köy yolunu bulamaz.
Uyuyan kiþinin düþüncesi, ister iki kat olsun, ister üç kat... yine hata içinde hatadýr,
yine hat içinde hat. Ona hiç çekinmeden dalgalar gelir vurur da o, yine upuzun
çöllerde koþar durur! Su, ona þah damarýndan yakýndýr da o susuzluktan yanar yakýlýr!
Hani þunu gibi: Kýtlýk yýlýnda bir zabit, bütün kavim aðlayýp sýzlarken gülerdi. Dediler
ki: “Gülünecek yer deðil... kýtlýk, müminlerin kökünü kurutmada, rahmet bizden
gözünü yumdu... ova, kýzgýn güneþin tesiri ile yandý, kavruldu! Baðlar üzümler
simsiyah oldu... ne yerde bir nem var, ne yukarýda ne aþaðýda.
Halk, bu kýtlýktan, bu azaptan sudan çýkmýþ balýk gibi onar onar, yüzer yüzer ölmede...
Müslümanlara acýmýyor musun? Müminler kardeþtir... yaðlarý da birdir etleri de...
hepsi bir vücuttur. Bedende bir uzuv aðrýyýp incinse bütün beden aðrýr, incinir... ister
sulh çaðýnda olsun, ister savaþ; bu, budur.”
Zahit dedi ki: Bu, sizin gözünüze kýtlýk görünüyor... fakat bence yeryüzü cennet gibi,
ben böyle görüyorum. Ben her ovada, her yerde ta bele kadar boyu atmýþ gürbüz
baþaklar görmekteyim. Baþaklar seher yeli ile dalgalanmada... ova pýrasayla dopdolu!
Acaba doðru mu diye sýnýyor, elimi uzatýyor, onlarý yokluyor, tutuyorum... artýk ben,
nasýl elimi keser gözümü çýkartýrým?
A aþaðýlýk kavim, siz, ten Firavununun dostusunuz... onun için Nil size kan
görünmede. Hemencecik akýl Musa’sýna dost olasýnýz kan görmez, ýrmak suyunu
görürsünüz. Babanla aranda bir þey geçti mi babaný köpek gibi görürsün, gözüne
böyle görünür! Baban köpek deðildir senin; o cefanýn tesiri ile öyledir; öyle bir
merhametli adam bile sana köpek görünür!
Kardeþleri Yusuf’a haset ediyorlar kýzýyorlardý... bu yüzden onu kurt þeklinde
gördüler. Fakat babanla barýþtýn da kýzgýnlýðýn gitti mi köpek ortadan kalkar, baban,
sana ateþli bir dost olur.
Bütün alem, aklýküllün suretidir... bütün insanlarýn babasý odur. Birisi aklýkülle karþý
küfranýný artýrýrsa bütün alem ona köpek görünür. Bu babayla uzlaþ, asiliði býrak da su
ve toprak, sana altýn döþeme görünsün.
Bununla uzlaþýrsan içinde bulunduðun hal ve zaman, adeta kýyamet kesilir... gözünün
önünde gök de deðiþir yer de! Ben daima bu babayla uzlaþmýþ haldeyim... onun için þu
alem, bana cennet görünmede!
Her zaman yeni bir suret, her an yeni bir güzellik görmedeyim... yeni görmekle de
elem ve usanç kalmaz, insan daima yeniden yeniye neþelenir durur. Ben cihaný
nimetlerle dopdolu görüyorum... sular kaynaklardan coþup akmada...
Bu sularýn sesleri kulaðýma geldikçe aklýmý gönlümü sarhoþ etmede! Dallar tövbekar
derviþler gibi oynuyor... yapraklar, çalgýcýlar ve þarký okuyanlar gibi el çýrpýyor. Ayna,
keçeden yapýlma kýlýf içindeki þimþek gibi parlayýp durmada... artýk ayna görünürse
nasýl olur? Ben, bunun binde birini bile söyleyemiyorum; çünkü her kulak, þüphelerle
dolu! Vehme göre bu söz müjdedir... fakat akýl der ki: Müjde ne demek bu benim
halimdir zaten.
Hani Üzeyr’in çocuklarý gibi... yolda babalarýnýn ahvalini soruþturmaktaydýlar. Onlar
ihtiyarlamýþlardý, babalarý ise gençti... derken babalarý ansýzýn önlerine çýkýverdi. Ona
“Ey yolcu bizim azizimizden bir haberin var mý acaba? Birisi bize onun bugün
geleceðini, bizi ümitsizliðe düþürdükten sonra bugün eriþeceðini söyledi” dediler.
Uzeyr dedi ki: Evet benden sonra gelecek... çocuklardan biri bu müjdeyi iþitince
sevindi. Ey muþtucu þad ol diye baðýrdý. Bir tanesi Uzeyr’i tanýdý; a sersem, müjdenin
yeri mi ki? Þeker madeninin tam içine düþtün deyip kendisinden geçti, yere yýðýldý.
Bu, vehme müjdedir ama akla göre vuslatýn ta kendisi... çünkü vehim gözü perdelidir,
hakikati göremez. Kafirlere derttir, müminlere muþtucu... fakat iþin iç yüzünü gören
göz göre vuslatýn ta kendisi. Çünkü aþýk, aný daimde daima sarhoþtur... hasýlý
küfürden de yücedir o, imandan da! Küfür, içteki kuru kabuktur, iman içteki lezzetli
kabuk! Küfür de, iman da... ikisi de onun kapýcýsýdýr... çünkü o içtir küfürle din, ikisi de
kabuktur.
Kuru kabuklarýn yeri ateþtir... içe yapýþýk kabuksa hoþtur lezzetlidir. Ýçe gelince:
Zaten o, hoþluk mertebesinden de yüksektir... lezzetlet veren odur. Bu sözün sonu
yoktur; geri dön de Musa’m denizin dibinde toz koparsýn! Bu sözler alelade halkýn
aklýna göre söylendi... geri kalaný ise gizlenmiþtir!
A töhmetli kiþi, senin akýl altýnýn paramparça... böyle bir altýna nasýl mühür ve damga
vurayým? Aklýn yüzlerce mühim iþe daðýlmýþ... binlerce isteðe mala mülke bölünmüþ!
Bu cüzleri aþkla bir araya toplamak gerek ki Semerkant ve Dýmýþk gibi hoþ bir hale
gelsin! Onlarý en küçük parçasýna kadar toplar þüpheden arýnýrsan sana padiþah
sikkesi basýlabilir.
A ham kiþi, aðýrlýkta bir miskalý geçersen padiþah senden bir altýn kadeh düzer. O
kadehte padiþahýn hem adý, hem lakaplarý, hem de resmi olur ey vuslat dileyen.
Nihayet sevgilin sana hem ekmek olur, hem su... hem ýþýk kesilir, hem güzel, hem
meze olur, hem þarap!
Kendini derle topla da ne varsa sana söyleyebileyim. Çünkü söz söylemek, tasdik
edilmek içindir... Allah’a þirk koþan can, doðruya inanmaz. Feleðin abes þeylerine
bölünmüþ olan can, altmýþ sevda ortasýnda müþterek bir hale gelmiþtir.
Artýk, böyle kiþiye bir þey söylenemez, ona karþý susmak daha iyidir... çünkü
ahmaklara verilecek cevap sükuttur. Bunu bilirim ben... bilirim ama ten sarhoþluðu
aðzýmý, ben istemediðim halde açar. Aksýrýk ve esnemekle de bu aðzýn, istemediðin
halde açýlýr ya, iþte öyle!
Peygamber gibi hani... “Söylemeden hakikatleri saçmadan dolayý her gün yetmiþ kere
tövbe ederim. Fakat o sarhoþluk tövbemi bozar... bu elbiseler soyan beden
sarhoþluðu, tövbeni unutturur” dedi. Çok eski zamanýn ahvalini izhar etmek için
Allahnýn hikmeti, sýr bilen kiþiye bir unutkanlýk verir.
Gizli sýrlar, “Yazýlan yazýldý kalem de kurudu” kaynaðýndan coþan bir ýrmak kesilir,
bunca davullarla, bayraklarla ortaya çýkar! Ey insanlar, sonsuz rahmet her an
akmaktadýr fakat siz uykudasýnýz, anlamýyorsunuz! Uyuyan kiþinin elbisesi, ýrmak
suyunu içer de uyuyan, uykuda serap arar!
Orada belki su vardýr ümidi ile koþar durur... ve bu düþünceyle suya varacak yolu
kendi kendine kaybeder gider! Çünkü orada der, buradan uzaklaþýr... bu hayale
kapýlýr, hakikatten ayrýlýr! Bunlar güya uzaðý görürüler, fakat ruhlarý uykudadýr... ey
yolcular acýyýn bunlara! Ben insana uyku getiren bir susuzluk görmedim... ancak
akýlsýz kiþinin susuzluðu uyku getirir!
Akýl zaten ona derler ki Allah yaylasýnda yayýlmýþ, Allah nimetlerini yemiþ olsun...
Utaritten gelen akla akýl demezler!
Bu aklýn ileri görüþü,mezara kadardýr... fakat gönül sahibinin aklý sur üfürülünceye
dek olacak þeyleri görür. Bu akýl, mezardan, topraktan ileriye geçemez... bu ayak,
þaþýlacak þeylerin bulunduðu sahaya gidemez. Bu ayaktan, bu akýldan bez, yürü...
kendine gaybý görür bir göz ara da berhudar ol.
Üstada baðlanan kitap þakirdi olan kiþi, Musa gibi yeninden, yakasýndan parlayacak
nuru nereden bulacak? Bu bakýþ, bu akýl, adama ancak baþ dönmesi verir... býrak
görüþü artýk da bekle bakalým! Söz söylemeden yücelik aramayýn... bekleyen kiþiye
dinlemek söylemekten yeðdir.
Belletme mevkii de bir nevi þehvettir ve her çeþit þehvet, yolda puttur. Her fuzuli kiþi,
Allahnýn fazlýna, ihsanýna eriþebilseydi Allah, bunca peygamber yollar mýydý? Cüz-i
akýl, þimþek ve aydýnlýk gibidir... þimþeðin verdiði aydýnlýkla vahye eriþebilir misin hiç?
Þimþeðin ýþýðý yol göstermeye yaramaz... o aðla diye buluta bir emirdir! Bizim akýl
þimþeðimizde aðlamak içindir... yokluðun, varlýk iþtiyaki ile aðlamasýna yarar.
Çocuðun aklý, yazý yazanlarýn etrafýnda dön dolaþ der ama insan, kendi kendine bir
þey belleyemez. Hastanýn aklý hastayý doktora çeker, götürür ama kendisi, derdine
derman olamaz!
Ýþte bak... þeytanlar gökyüzüne çýkmak ister, kulaklarýný yukarý alemdeki surlara
dikerler. O sýrlardan az bir miktarýný çalarken hemen gökten þahaplar gelir, onlarý
sürer. Gidin de onlara; gidin... yeryüzüne peygamber gelmiþtir; ne istiyorsanýz ondan
isteyin, ondan elde edin. Deðer biçilmez inciler istiyorsanýz “Evlere kapýlarýndan
girin!” kapý halkasýný dövün, kapýda durun... gökyüzü damýndan sizlere yol yok!
Ýhtiyacýnýzý bu uzun yoldan gideremezsiniz... biz, sýrlarýn sýrlarýný topraktan yaratýlan
kulumuza verdik. Hain deðilseniz onun huzuruna gelin... boþ kamýþsanýz bile onun
himmetiyle þeker kamýþý olun! O kýlavuz, senin topraðýndan yeþillikler bitirir... bu,
Cebrail’in atýnýn nalýndan uzak bir iþ deðil! Bir Cebrail’in atýnýn ayaðýna toprak olursan
yeþillik kesilir, yenilenir tazelenirsin!
Samiri, buzaðý hamuruna canlar baðýþlayan yeþilliði koydu da o yeþillik, altýndan
yapýlan o buzaðýda bir inci haline geldi, buzaðý adeta canlandý! Canlandý da içindeki o
yeþillik öyle bir ses verdi ki düþmanlara bir sýnama oldu!
Sýr ehline emin olarak gelirseniz doðan gibi baþýnýza geçirilen külahtan kurtulursunuz.
Doðaný miskin ve çaresiz bir hale getiren ve gözünü, kulaðýný örten üsküf, doðanýn
bütün meyli, kendi cinsine olduðundan gözünü baðlamak, kendi cinsini göstermemek
içindir.
Fakat doðan, kendi cinsinden vazgeçti de padiþaha dost oldu mu doðancý, onun
gözünü açar, baþýndan üsküfünü çýkarýr. Allah da þeytanlarý, gözetleme yerinden...aklý
cüz-iyi kendi müstakil reyinden, pek baþbuðluk davasýnda bulunma... sen, reyinde
müstakil deðilsin, ancak gönlün þakirdisin ve istidadýn var diye sürer!
Der ki: Yürü gönle git... çünkü sen gönlün cüzüsün; kendine gel, sen adil padiþahýn
kulusun! Ona kulluk etmek, sultanlýktan iyidir... çünkü “Ben ondan hayýrlýyým” sözü,
þeytan sözüdür. Be aþaðýlýk, Adem’in kulluðu ile Ýblis’in kibrine bak da aradaki farký
gör. Adem’in kulluðunu seç. Yol güneþi olan peygamber bile “Nefsini aþaðýlayan kiþiye
ne mutlu” dedi.
Tuba gölgesini gör de güzelce uyu... o gölgeye baþ koy da serkeþlik etmeden uykuya
dal! Nefsi aþaðýlama gölgesi, güzel bir yatýlacak yerdir... o arýlýða istidadý olana hoþ bir
uyku verir. Bu gölgeyi býrakýr da benlik tarafýna gidersen çabucak asi olur, azar,
yolunu kaybeder gidersin!
Þu halde yürü, þeyhin, üstadýn emrinin gölgesi altýna git; sus emre uy! Böyle
yapmadýn mý istidat ve kabiliyet sahibi bile olsan kamillik davasýna kalkýþtýðýndan
deðiþir, çarpýlýr, istidat ve kabiliyetini kaybedersin! Sýr bilen ve haberdar olan üstada
serkeþlik edersen istidattan da olursun! Þimdilik ayakkabý dikiciliðine razý ol, sabret...
yoksa sabretmezsen yamacý, eskici olur kalýrsýn!
Eskicilerde sabýr ve hilm olsaydý hepsi de öðrenir, yeni ayakkabý diker, ayakkabýcý
olurlardý. Çok çalýþýr, çok didinirsen nihayet usanýr da sen kendin, akýl bir baðmýþ
meðerse dersin! Felsefeye kapýlan adam gibi hani... o da ölüm gününde aklý, kolsuz
kanatsýz gördü de, kararsýzca itiraf etti o zaman... dedi ki: Zeka ile atýmýzý saçma ve
asýlsýz yerlere sürdük! Gururlandýk aldandýk da erlerden baþ çektik... hayal denizinde
yüzdük durduk.
Halbuki ruh dininizde yüzgeçlik hiçmiþ... burada Nuh’un gemisine girmekten baþka bir
çare yokmuþ. O peygamberler padiþahý da böyle buyurdu: Bu kül denizinde, bu
okyanusta gemi benim! Yahut da benim can gözüme varis olan, doðrulukta benim
yerime geçen halifemdir.
Yiðit, gemiden yüz döndürmemem gerek... iþte biz, denizdeki Nuh gemisiyiz! Kenan
gibi her daða gitme... Kuran’dan “Bu gün kurtuluþ yoktur “ayetini duy! Gözün baðlý da
bu gemi, onun için sana aþaðý, düþünce daðýn da pek yüksek görünmede!
Aman ha aman bu alçacýk gemiye hor bakma... Allahnýn buna gelip duran ihsanýna
bak. Düþünce daðýnýn yüceliðine de pek bakma... çünkü onu bir dalga altüst ediverir!
Eðer Kenan’san, sana bunun gibi iki yüz nasihat versem yine bana inanmazsýn! Bu
sözü Kenan’ýn kulaðý nereden kabul edecek? Onu Allah mühürlemiþ gitmiþ.
Allahnýn mühürlediði kulaða öðüt mü girer? Sonradan olan þey, ezeli hükmü nasýl
deðiþtirir? Fakat Kenan deðilsin ümidi ile yine sana bir hoþ söz söyleyeyim:
Nihayet bunu ikrar edeceksin, bari kendine gel de ilk güne bak, son günü gör! Son
günü görebilirsin sen... yalnýz sonu gören gözünü yýpratma, kör etme. Kim
kutlucasýna iþin sonunu görürse hiçbir an yolda sürçmez. Her an bu düþüp kalkmayý
istemiyorsan bir erin ayak bastýðý topraðý gözüne çek. Onun ayaðýnýn bastýðý topraðý
gözüne sürme yap da bu külhaniliði baþýndan at! Çünkü bu þakirtlikte, bu yokluða
düþmeyle iðne bile olsan Zülfikar kesilirsin. Her seçilmiþ erin ayak bastýðý topraðý
gözüne sürme gibi çek; o toprak, gözünü hem yakar, hem aydýnlatýr. Deve gözü
ýþýlansýn diye diken yer de onun için gözü nurlar saçar!
Allahdan ehemmiyetli bir vahiyle Musa’ya þöyle bir vahiy geldi: Eðriliði býrak, doðru ol
þimdi! Bu beden aðacý Musa’nýn asasýdýr... Allah emri geldi: Onu elinden at. At da
hayrýný þerrini gör... sonra da tekrar onu Allah emri ile eline al. Atmadan önce o bir
sopadan baþka bir þey deðildi... fakat Allah emri ile eline alýnca iyileþti, güzelleþti.
Evvelce o kuzulara aðaçtan yaprak silkerdi... fakat o maðrur kavme mucize oldu!
Firavuna uyanlarýn baþýna hakim kesildi... sularýný kan yaptý, elleri ile baþlarýný
dövmelerine sebep oldu. Tarlalarýna çekirgeler üþüþtü ne varsa yediler, süpürdüler...
ekinleri kýtlýk ve ölüm mahsulü verdi!
Musa nihayet iþin sonuna bakýnca kendinden geçti de duaya baþladý. Dedi ki: Yarabbi,
bütün bu mucizeler, bu çalýþmalar neden? Çünkü bu topluluk doðru yola gelmeyecek
ki!
Allahdan emir geldi: Nuh’a uy... malum olan akýbeti görmeyi býrak! Onu bilmezlikten
gel; çünkü sen yola davetçisin... “Allah emrini teblið et” diye emredilmiþtir... bu, boþ
deðil ya!
Senin bu ýsrarla onlarý doðru yola çaðýrýþýnýn en ehemmiyetsiz hikmeti þudur: Onlarýn
inadý ýsrarý meydana çýkar da, Allahnýn yol göstermesi ve sapýklýða sevk etmesi, bütün
fýrkalarca bilinir. Varlýktan maksat, Allah kemalini izhar etmektir... þu halde halký,
öðütle azdýrmakla sýnamak gerek!
Þeytan onlarý azgýnlýk yoluna götürmede ýsrar eder, þeyh doðru yola götürmede ýsrar
eder. O dertli iþler, birbiri ardýna olup durdukça Nil, tamamý ile kan kesilmekteydi.
Nihayet Firavun bizzat Musa’nýn yanýna gelip iki büklüm olarak yalvarmaya baþladý.
Padiþahým biz ettik sen etme... söz söylemeye de yüzümüz yok bizim. Uðruna öleyim
parça, parça olayým... niyazýmý kabul et. Ben yüceliðe alýþmýþým beni hýrpalama. Lütfet
ey emniyet sahibi, rahmetle dudaðýný kýmýldat da bu ateþli aðýz kapansýn.
Musa dedi ki: Allahm Firavun beni aldatýyor... sana aldananý aldatmak istiyor.
Dinleyeyim mi yoksa ben de ona hile mi yapayým da o hilenin ferine yapýþan hilenin
aslýný anlasýn mý? Çünkü her hilenin, her düzenin aslý bizdedir... yerde olan her þeyin
aslý göktedir.
Allah dedi ki: o köpek buna deðmez! Köpeðe uzaktan bir kemik atýver! Hadi, o sopayý
kýmýldat da topraklar, çekirgelerin mahvettiklerini yeniden bitirsin! O çekirgeler
derhal yansýn, kavrulsun, kapkara kesilsin de halk, Allahnýn her þeyi nasýl
deðiþtirdiðini görsün.
Bir iþi yapmak için sebebe ihtiyacým yoktur, o sebep, hakikati örtmek gizlemek içindir.
Bu suretle tabiata inanan, ilaca sarýlýr... müneccim yýldýza yüz tutar.
Münafýk hýrsýndan, malým kesata uðrar diye korkup sabah karanlýðý pazara gelir! Rýzk
peþine düþen, lokma arayan kulluk etmemiþ, yüzünü yýkamamýþ kiþi de cehenneme
lokma olur gider. Yayýlýp otlayan kuzu gibi halkýn caný da hem yer, hem de yenir.
Kuzu yayýlýp otladýkça kasap, o bizim için istek yapraðýný yemekte, bizim için
semirmekte diye sevinir. Yemede içmede cehennem gibi oburluk eder, cehennem için
semirir durursun! Kendi iþine koyul, bir gün olsun hikmet yaylasýnda yayýl, otla da
saltanatlý gönül semirsin. Bedenin yiyip içmesi, bu yemeye manidir... cani tacire
benzer, beden de yol kesiciye. Yol kesen hýrsýz, odun gibi yanýp yakýldý mý tacirin
mumu yanar, parlar!
Çünkü sen akýldan ibaretsin; baþka neyin varsa ancak aklý örter, gizler... kendini
kaybetme de saçma sapan þeylerle de uðraþma! Bil ki her þehvet þarap ve afyon gibi
akla perdedir... akýllýlar bunlarla hayretlere düþerler! Fakat aklý gideren, insaný sarhoþ
eden yalnýz þarap deðildir ki... þehvete ait ne varsa hepsi gözü kulaðý baðlar, örter!
Þeytan, þarap içmekten ne kadar uzaktý... sarhoþtu ama ululukla, inat ve isyanla
sarhoþ olmuþtu. Sarhoþ, olmayan þeyi gören kimsedir... mesela bakýrý, demiri altýn
görür.
Bu sözün sonu gelmez... Ey Musa, hemen sen dudaðýný depret de tarlalardan ekinler
bitsin!
Musa emre uydu; derhal yeryüzü yeþerdi, sümbüllerle, iri taneli baþaklarla doldu!
Kýptiler derhal kýtlýk görmüþ, sýðýr açlýða uðramýþ, ölüm haline gelmiþ adamlar gibi
onlarý yemeye koyuldular.
Müminler, insanlar, hayvanlar, Allahnýn ihsaný ile birkaç gün yediler doydular.
Karýnlarý doyunca nimeti inkara baþladýlar... o zaruret gidince yine azdýlar, isyan
ettiler. Nefis Firavundur sakýn ha doyurma... doyurma da eski küfrü aklýna gelmesin!
Ateþin hararetine düþmedikçe nefis güzelleþmez... demir, kor haline gelmedikçe sakýn
dövmeye kalkýþma!
Beden, aç olmadýkça harekete gelmez... tok bedeni ýslah etmeye kalkýþmak, bil ki
soðuk demiri dövmektir adeta! Zari, zari aðlayýp inlese de aklýný baþýna al Müslüman
olmak istemez bu nefis! O Firavuna benzer... Kýtlýkta Firavun gibi Musa’nýn huzurunda
secde eder, yalvarýr. Fakat iþi bitti mi azar... hani eþek, yükünü atýnca çifte atmaya
baþlar ya, týpký onun gibi!
Ýþ ileri gitti, muradý oldu mu aðlayýp inlemeleri hep unutur gider! Hani bir adamla
yýllarca bir þehirde kalýr da bir an gözünü kapadý, uyudu da rüya görmeye baþladý mý,
kendisini iyi ve kötü þeylerle dolu bir þekilde bulur... kendi þehrini hatýrlamaz bile.
Ben oradaydým... bu yeni þehir benim þehrim deðil, ben buraya mal olamam, nasýlsa
þöyle bir gelivermiþim demez bile! Böyle demesi þöyle dursun, kendini orada dünyaya
gelmiþ, oraya alýþmýþ sanýr! Ne þaþýlacak þeydir ki ruh da oturduðu, doðup yetiþtiði
yerleri yurtlarý, hatýrýna bile getirmez; bulutun yýldýzý örttüðü gibi þu yýkýk dünyanýn
gözlerini baðladýðýný düþünmez! Hele ruh, bunca, þehirler çiðnemiþ, bunca þehirler
gezmiþtir... anlayýþ yüzünden o þehirlerin tozlarý daha silkilmemiþtir bile!
Ýnsan, görüp geçirdiði þeyleri görüp bilmesi için sýký bir azimle iþe giriþip de gönlünü
arýtmýþtýr ki; insanýn gönlü saf olmalý da sýrlarý mazhar olarak baþ çýkarmalý... gözün
açýlmalý da önü, sonu görmeli!
Önce cansýzlar ülkesine gelmiþ, cansýzlýktan nebatat alemine düþmüþtür. Yýllarca
nebat olmuþ, bu alemde ömür sürmüþtür de nebat, cansýz þeylerin zýddý olduðu halde
bir zamanlar cansýzlar ülkesinde bulunduðunu hatýrýna bile getirmemiþtir.
Nebatlýktan hayvanlýða düþünce de nebat olduðu zamanki halini hiç hatýrlamaz. Yalnýz
yeþilliðe karþý bir meyli vardýr... hele bahar geldi, çiçekler açýldý mý! Hani çocuklarýn da
analarýna meyilleri vardýr... fakat çocuk, anasýna ana sütüne neden meylediyor; bu
sýrrý bilmez! Hani, her yeni derviþ de genç pire, o yüce bahta þiddetle meyleder ya!
Çünkü bu aklýn cüz-ü, o aklýn külündendir... bu gölgenin hareketi, o gül dalýnýn
hareketindendir. Nihayet gölgesi onda yok olur da bu meylin, bu araþtýrmanýn sýrrýný
bilir, anlar!
A iyi bahtlý kiþi, bu aðaç oynamadýkça o dalýn gölgesi nasýl oynar ki? Bildiði yaratýcý
tekrar onu hayvanlýktan insanlýða çekip çevirir... böylece iklimden iklime giden
nihayet insan aleminde akýllý, bilgili ve yüce bir hal alýr. Fakat önceki akýllarý
hatýrlamadýðý gibi bu akýldan da geçip deðiþeceðini aklýna bile getirmez.
Nihayet bu hýrsla, istekle dolu akýldan da kurtuldu mu yüz binlerce þaþýlacak akýllar
görür! Gerçi uyumuþtur, önceki ahvali unutmuþtur... fakat hiç onu bu unutkanlýk
aleminde býrakýrlar mý ki? Yine o uykudan uyandýrýrlar; uyanýnca kendi haline gülmeye
baþlar... uykuda uðradýðým o gam, e keder neydi... nasýl oldu da doðru düzen halleri
unuttum...
Nasýl oldu da o derdin, o illetin rüyadan aldatýþtan, hayalden ibaret olduðunu
bilmedim der! Dünya da buna benzer... adeta uyuyan kiþinin gördüðü hayallerdir.
Uyuyan sanýr ki bu hayaller, hakikattir ve sürüp gidecek! Fakat ansýzýn ecel sabahý
geldi mi zan ve hile karanlýðýndan kurtulur. Yerini yurdunu görünce gamlanýp
tasalandýðýna gülmeye baþlar. Uykuda gördüðün iyi ve kötü þeyler, mahþer gününde
birer, birer zuhur eder.
Bu alem uykusunda neler yaptýysan uyanýnca hepsini apaçýk görürüsün de, anlarsýn
da rüya da bu kötü iþleri yaptýn ama onlar geçip gitmedi; hepsinin bir tabiri var!
Ey esire sitem ve cefalarda da bulunan, bu gülüþ, düþ yorma günün de aðlayýp feryat
etmelidir. Rüyadaki derdin, elemin, zari zari aðlayýþýn bil ki uyanýnca neþeleneceðine
delalet eder.
Ey Yusuf’larýn derisini yýrtan, bu derin uykudan uyanýnca kurt olarak haþredilirsin!
Huylarýn birer birer kurt olur da kýzgýnlýkla uzuvlarýný paralar senin. Kýsastan sonra
ölürsün ama ölümünden sonra da o kan uyumaz... öldüm kurtuldum artýk deme ha!
Bu þimdiki kýsas, alemin nizamý için düzendir... oradaki kýsasa nispetle bir oyundan
ibarettir. Onun için Allah dünyaya oyun dedi... çünkü bu ceza, o cezaya karþý bir
oyundur. Bu ceza, savaþý ve fitneyi yatýþtýrmak içindir... o, adamý hadým etmektir; bu,
sünnet etmek!
Ey Musa, bu söze son yoktur... kendine gel de o eþekleri býrak, otlasýnlar. Otlasýnlar da
o güzelim otlardan semirsinler... çünkü aklýný baþýna al; bizim kýzgýn kurtlarýmýz var!
Kurtlarýmýzýn feryatlarýný biliriz... bu eþekleri onlara verir, onlara yediririz.
Dudaklarýndan çýkan o güzel nefesin kimyasý, bu eþekleri adam etmek istedi... sen
lütfettin ihsanlarda bulundun da onlarý bir hayli çaðýrdýn... fakat o eþeklerin talihleri
yok, kýsmetleri deðil! Artýk nimet yorganýný onlarýn üstüne ört de hemen gaflet
uykusuna dalsýnlar. Dalsýnlar da bu gaflet uykusundan sýçrayýp uyanýnca bakýp
görsünler ki mum sönmüþ, saki gitmiþ!
Onlarýn azgýnlýklarý seni þaþýrttý ama onlar, ahirette de hasret þarabýný içecekler... bu
suretle adaletimiz, dýþarýya ayak basar, kendini gösteriri de kýyamette her kötü iþe,
tam layýk olan bir ceza verir. Apaçýk görmedikleri padiþah, daima gizli olarak onlarla
beraberdir. Hani akýl gibi... sen onu göremezsin ama o da seninle beraberdir.
Sen onu göremezsin ama o, seni sýnamadadýr, duruþunu, hareketini görür durur! Ne
þaþýlacak þeydir bu, böyleyken sen, aklý yaratanýn seninle oluþunu caiz görmezsin!
Ýnsan akýldan gaflet eder, kötü iþlerde bulunur; sonra aklý, insaný kýnamaya baþlar!
Sen akýldan gafilsin ama o kýnama, aklýn varlýðýndan deðil midir ya?
Eðer aklýn olmasaydý, senden gaflet etseydi nasýl olur seni kýnar, bu kýnamayla sana
sille vururdu? Fakat senin nefsin, ondan gafil olmasaydý bu delilikte bulunur, bu pis
iþlere giriþir miydin? Þu halde aklýn, bir usturlaba benzer... varlýk güneþinin yakýnlýðýný
onunla bilirsin! Aklýnýn sana yakýnlýðý keyfiyete sýðmaz... ne saðdadýr, ne solda... ne
arttadýr, ne önde! Aklýn bile sana yakýnlýðý, aklýn bile sendeki varlýðý keyfiyetsiz,
anlatýlmaz bir haldeyken ve o yolda akýldan bahis bile edilemezken o padiþahýn,
Allahnýn sana yakýnlýðý neden keyfiyetsiz olmasýn?
Parmaðýndaki hareket, ne parmaðýnýn önündedir, ne ardýnda... ne saðýndadýr, ne
solunda! Uyku ve ölüm halinde o hareket parmaðýndan gider... uyanýkken gelir. O
hareket olmadýkça parmaðýndan bir fayda hasýl olmaz... peki ne yolla geliyor o
hareket? Gözünün nuru, gözbebeðindeki ýþýk, altý cihetten de gelmiyor... fakat ne
yolla geliyor? Taraf ve cihet halk alemindedir... emir ve sýfat alemini cihetsiz bil.
Güzelim bil ki emir aleminde cihet yoktur... artýk emir sahibi olan Allah, elbette
büsbütün cihetten münezzehtir. Aklýn bile ciheti yok... elbette beyaný iyice bilen Allah
akýldan üstün akýldýr, candan üstün can!
Hiçbir mahluk yoktur ki onunla alakasý olmasýn... fakat babacýðým, bu alaka,
anlatýlamaz, keyfiyetsizdir. Çünkü ruhta ne ulaþma vardýr, ne ayrýlma, fakat zan,
ayrýlýk ve birlikten gayrý bir þey düþünemez! Bu buluþma, birleþme ve ayrýlmadan
gayrý bir delilin izini bul... fakat iz izlemek, susuzu kandýrmaz ki!
Aslýdan uzaksan birteviye iz izle dur da erlik damarýn seni vuslata eriþtirsin! Akýl, bu
alakaya nasýl yol bulsun, bu alakayý nasýl anlasýn... bu akýl, ayrýlýk ve buluþma
alakalarýna baðlýdýr. Mustafa, bunu için bize “Allahnýn zatýndan pek bahsetmeyin” diye
vasiyette bulundu.
Zaten Allahnýn zatýný düþünmek, hakikatte zatýný düþünmek deðildir ki! Çünkü
düþünenin zanný ve düþüncesi, ancak yolla taallük eder... o zan ve düþünceyle Allah
arasýndaysa yüz binlerce perde vardýr!
Herkes, bir perdeyle kapanmýþ, ulaþtým sanmýþtýr ama Allah sandýðý, ancak kendi
vehmidir. Ýþte peygamber, bu yüzden o vehim sahibinin yanlýþa düþüp de
malihulyalara kapýlmamasý için vehmini gidermiþtir.
Çünkü onun vehminde ebedi terk ediþ vardýr. Edepsizi de Allah baþ aþaðý eder. Baþ
aþaðý oluþ da þudur: Ýnsan aþaðýlara gider durur da kendisini üstün sanýr. Zaten
sarhoþun yapacaðý þey budur: O, göðü yerden fark etmez.
Allahnýn þaþýlacak eserlerini düþünün... ululuðunu, büyüklüðünü görün de kendinizi
kaybedin! Ýnsan onun sanatýna dalar da sakalýný, býyýðýný kaybederse haddini bilir,
sanat sahibini düþünmeden vazgeçer, sesini bile çýkarmaz!
Candan yürekten “Ben seni övmem” sözünden baþka bir þey söyleyemez...çünkü o
bahis, zaten sayýdan, hadden dýþarýdýr!
Ynt: Mesneviden Hikayeler IV By: armi Date: 29 Ocak 2010, 12:45:22
KATIR VE DEVE
Katýrýn biri bir gün bir deveyle buluþtu... ikisi de bir ahýra düþtüler. Katýr dedi ki: “Ben
tepede, düzde, pazarda, köyde çok düþüyorum. Hele dað terekesinden aþaðý inerken
her zaman korkumdan tepe taklak kapanýrým. Sense yüz üstü pek az düþersin... be
neden? Yoksa senin arý canýn devletlik mi ki?
Ben her an tepesi üstü düþer, dizimi vurur, yüzümü, dizimi kanlara bularým! Palaným,
yüküm baþ aþaðý olur; kiracýdan da daima dayak yerim. Hani az akýllý adam gibi... o da
aklýnýn kýtlýðýndan günahýndan tövbe eder... her an da tövbesini bozar. O tövbe bozan
reyindeki, azmindeki gevþekliðinin yüzünden zamanede Ýblise maskara olur.
Her an yükü aðýr olan ve taþlýk yolda gitmeye savaþan topal beygir gibi tepesi üstüne
düþer. O ters huylu, tövbesini bozduðu için kafasýna gaybtan tokatlar yer durur. Sonra
tekrar gevþek azmiyle tövbe eder... fakat Þeytan “Ne yaptýn?” der demez tövbesini
bozar. Pek zayýftýr... fakat kendisini öyle ulu görür, öyle kibirlenir ki Allah’a
ulaþanlara bile hor bakar!
Ey deve, sense mümine benzersin; yüz üstü az düþer, burnunu az vurursun! Sende ne
var ki afete uðramýyorsun... sürçmüyor, yüz üstü az düþüyorsun?
Deve dedi ki: “Her kutluluk Allahdandýr ama benimle senin aranda çok fark var! Benim
baþým yüce, iki gözüm yücelerini görüyor... yüce görüþ sahibini zarardan korur. Ben
daðýn baþýndayken daðýn eteðini görürüm... her çukuru, her düzü kat, kat görürüm.
Nitekim o ulu er de eceline kadar baþýna ne gelecekse gördü. Yirmi yýl sonra neler
olacak o iyi huylu bütün bunlarý bilir. Hatta o takva sahibi yalnýz kendi halini görmez...
batýdakilerin halini de görür, doðudakilerin halini de! Nur, onun gözünde, gönlünde
yurt tutar... neden mi dedin? Vatan sevgisi yüzünden!
Hani Yusuf gibi... o da ayýn, güneþin kendisine secde ettiðini önce rüyasýnda gördü.
On yýl önce hatta daha önce gördükleri Yusuf’un baþýna geldi. “Mümin Allah nuru ile
görür” sözü saçma deðil... Allah nuru, gökleri bile delip geçer.
Senin gözünde o nur yok... yürü, sen hayvani duygulara kapýlýp kalmýþsýn! Sen,
gözünün zayýflýðýndan ayaðýnýn önünü görürüsün... zayýfsýn kýlavuzun da zayýf! Elle
ayaða kýlavuzluk eden gözdür... basýlacak tutulacak yeri de o görür, basýlmayacak
tutulmayacak yeri de o! Sonra bir de benim gözün pek aydýndýr... bir de þu var:
Yaradýlýþým tertemizdir benim. Çünkü ben, helâlzadeyim... zinadan olma ve
sapýklardan deðilim. Sense þüphe yok ki zinadan olmasýn... yay kötü oldu mu ok eðri
gider!”
Katýr doðru dedin ey deve dedi... bu sözü söyler söylemez de gözleri yaþlarla doldu.
Bir müddet aðladý, devenin ayaðýna kapandý; dedi ki: Ey kullarýn Allahsýnca seçilmiþ
er, lütfetsen de beni kulluða kabul etsen ne ziyana girersin?
Deve, mademki huzurumda ikrar ettin dedi... yürü, zamanenin afetlerinden kurtuldun.
Ýnsafa geldin, beladan halas oldun; düþmandýn muhabbet ehline katýldýn! Kötü huy
zaten senin aslýnda yoktu... aslý kötü olandan inattan, kötülükten baþka bir þey
gelmez. Fakat aslýnda kötülük olmayan ve iðreti olarak kötü huylara sahip olan,
kötülüðünü ikrar eder, tövbe etmeyi diler. Adem peygamber gibi. Onun iþlediði o pek
ehemmiyetsiz suç da iðretiydi de derhal tövbe etti. Fakat Ýblisin suçu, asil olduðundan
caným tövbeye yol yoktu ona.
Yürü, kendinden de kurtuldun, kötü huydan da, cehennem alevinden de halas oldun,
yýrtýcý hayvanlarýn diþlerinden de! Yürü, þimdicik devleti elde ettin, kendini ebedi bir
kutluluða attýn.
“Kullarýmýn arasýna katýl” devletine eriþtin, “Cennetime gir” kumaþýný dokudun! Kullarý
arasýna girmeye yol buldun, gizli bir yolda ebedi cennete sokuldun. “Bize doðru yolu
göster” dedin; doðru yolda elini tuttu seni ta cennete kadar götürdü.
Ey aziz kiþi, ateþtin, nur oldun... koruktun yaþ ve kuru üzüm oldun. Allah doðrusunu
daha iyi bilir ya, yýldýzdýn güneþ kesildin...neþelen artýk!
Ey Hak ziyasý Hüsamettin, balýný tut, süt havuzuna at da, o süt, bozulmadan
kurtulsun... lezzet denizinde lezzeti büsbütün fazlalaþsýn. Elest denizine ulaþsýn.
Deniz oldu mu her türlü bozulmadan kurtuldu demektir. Süt, bal denizine akacak bir
yol bulursa da artýk hiçbir afete uðramaz, ekþiyip kesilmez.
Ey Allah aslaný, aslancasýna bir kükre de o kükreyiþ ta yedinci göðe çýksýn! Fakat
usanmýþ býkmýþ canýn ne haberi olur ki? Fare, aslan kükreyiþini ne bilsin? Gönlü deniz
gibi engin ve yaradýlýþý iyi olanlarýn istifadesi için ahvalini altýn suyu ile yaz! Bu cana
canlar katan söz, Nil suyudur... Yarabbi sen onu Kipti’nin gözüne kan göster.
NÝL´ÝN SUYU
Duydum ki bir kýpti, susuzluktan bunalýp Ýsrail oðullarýnýn birisinin evine geldi; dedi
ki: Seninle dostum, arakadaþým... bugün de bir hacetim var, senden istemeye geldim.
Çünkü Musa büyücülük, afsunculuk etti... nihayet nilin suyu bize kan kesildi.
Ýsrail oðullarý alýnca duru su oluyor, içiyorlar... halbuki Kýpti’nin gözü baðlanmýþ, ona
kan oluyor. Kýpti kavmi iþte buracýkta susuzluktan ölüp gidiyor. Bu, ya
bahtsýzlýðýndan, ya kendi kötülüðünden! Kendin için bir tas su doldur da bu eski dost
suyundan içsin senin! Çünkü o, kendin için doldursan kan olmaz temiz ve duru su
olur! Ben de sana tabi olarak su içmiþ olayým... tabi olan kiþi, tabi olduðu kiþinin
lütfiyle dertten kurtulur.
Ýsrail oðlu peki caným efendim dedi... sana bir hizmet edeyim, istediðini yapayým a
gözümün nuru! Senin muradýna gideyim, seni sevindireyim... kulun, kölen olayým da
hürlük edeyim! Tasý Nil’den doldurdu, aðzýna dayadý, yarýsýný içti. Sonra tasý su
isteyene doðru eðdi, sen de iç dedi... su derhal kara kan kesildi. Tekrar kendi tarafýna
eðdi, kan su oldu... Kýpti kýzdý alevlendi. Bir müddet oturdu... hiddeti geçince dedi ki:
Ey ulu kýlýç, ey kardeþ, þu düðümün açýlmasýna çare nedir?
Ýsrail oðlu dedi ki: Bunu takva sahibi içer. Takva sahibi da Firavunun gittiði yoldan
usanan, Musa’laþan kiþidir. Musa’ya uy, Musa kavmi ol da bu suyu iç... ayla uzlaþ da
ay ýþýðýný gör. Allah kullarýna kýzgýnlýðýndan gözünde yüz binlerce karanlýk var!
Kýzgýnlýðýný yatýþtýr da gözlerini aç, neþelen... dostlarýndan ibret al da üstat ol!
Sende kaf daðý gibi küfür varken nasýl olur da Nil’den avucuna su almada bana tabi
olabilirsin sen? Dað iðne deliðinden geçer mi hiç? Geçer... ancak tek bir iplik haline
gelirse! Daðý tövbenle saman çöpü haline getir de suçlarý baðýþlananlarýn kadehini
güzelce al, hoþ bir hal de çek gitsin. Fakat bu hileyle onu nasýl içebilirsin ki Allah, onu
kafirlere haram etmiþtir.
A iftiralara uðramýþ iftiracý, hileyi düzeni yaratan Allah, nasýl olur da senin hilene,
düzenine kapýlýr? Musa kavminden ol... hilenin faydasý yok... senin hilen yel ölçmekten
ibaret! Suyun haddimi var, Allah emrini terk etsin de kafirlere su olsun! Sen sanýyor
musun ki ekmek yemektesin? Yýlan zehri, ömür törpüsü yiyorsun sen! Fakat sevgilinin
buyruðunu terk eden kiþiye nasýl yarar?
Sanýr mýsýn ki Mesnevi sözlerini okuyasýn da ucuzca, bedavaca duyasýn, anlayasýn!
Yahut hikmet sözleri ve gizli sýrlar, kolayca kulaðýna girsin aðzýna gelsin! Duyarsýn,
duyarsýn ama sana masal gibi gelir... dýþyüzünü duyarsýn, iç yüzünü deðil! Bir güzel,
baþýna, yüzüne çarþafýný örtmüþ, senden yüzünü gizlemiþ! Ýnadýndan Kuran, sana
nasýl gelirse Þehname yahut Kilile ve Demine de öyle gelir! Ýnayet sürmesi gözünü
aydýnlatýr, açarsa doðrucuyla mecazý o vakit ayýrt eder, anlarsýn! Yoksa koku almayan
adama mis de bir, fýþký da... deðil mi ki koku almýyor!
Ululuk ýssý Allahnýn sözünü okumaktan maksat kendini usançtan, elemden
kurtarmaktýr. Çünkü vesvese ve gussa ateþi, bu sözle yatýþýr... bu söz, insanýn derdine
deva olur. Bu kadar bir ateþi söndürmede akýlca duru ve temiz su da birdir, sidik de!
Vesvese ateþini, su da sidik de... her ikisi de uykunun, dert ve gussa ateþini
söndürmesi gibi söndürür. Fakat Allahnýn ruhlu sözü olan bu temiz suyun, candan
bütün vesveseleri tamamý ile giderdiðini bilsen gönül, gül bahçesinin yolunu bulur, o
bahçeye varýr.
Çünkü Allah kitaplarýnýn sýrrýndan bir koku alan, baðlarda, dere kýyýlarýnda uçar durur.
Sen yoksa velilerin yüzünü de bizim gördüðümüz gibi midir sanýrsýn? Peygamber bile
müminler nasýl oluyor da benim yüzümü göremiyorlar diye hayrette kaldý.
Halk nasýl oluyor da yüzümün nurunu görmüyorlar? Halbuki o nur, doðu güneþinin
nurunu bile aþtý... yok, görüp duruyorlarsa bu þaþýrma nedir? diyordu. Nihayet o yüz,
gizlilikler alemindedir diye vahiy geldi. Yüzünü kafirler görmesin diye sence ay ama
halka göre bulut. Bu þaraptan halk ve ileri gelenler içmesin diye sence tane ama halka
göre tuzak!
Allah, “Onlar sana bakarlar” fakat hamam duvarýndaki resimlere benzerler...
“Bakarlar da görmezler” dedi. Ey resme tapan, resim de o iki sönük gözle sana
bakar,öyle görünür. Onun huzurunda terbiyeni takýnýrsýn... fakat onun hiç aldýrýþ
etmediðini görünce neden bana riayet etmiyor ki diye hayretlere düþersin. Neden bu
güzel resim, sorularýna cevap vermiyor... neden verdiðim selamý almýyor? Ben, ona
yüzlerce secde ettiðim halde neden o, bir lütfedip baþýný, sakalýný oynatmýyor dersin?
Allah dýþ alemde görünmez, baþ oynatmaz ama buna karþýlýk içine öyle bir zevk verir
ki, o zevk, iki yüz baþ sallamaya deðer... iþte akýl ve can böyle baþ sallar!
Çalýþýp çabalar akla hizmet edersen aklýn sana yapacaðý þey þudur: Seni doðru yola
ulaþtýrýr; bu yola ulaþma vesilelerini arttýrýr . Allah sana açýkça baþ sallamaz ama seni
baþlara baþbuð yapar! Allah, sana gizlice öyle bir þey verir ki bütün dünyadakiler sana
secde ederler. Nitekim bir taþa da deðer verdi mi o taþ, yani altýn, halka göre yüce
olur. Bir katra su, Allah lütfuna nail olur da inci kesilir, altýný bile geçer.
Beden topraktýr, fakat Allah ona bir ýþýk verdi mi alemi kaplamada, dünyayý zapt
etmede ay gibi üstat olur. Kendine gel... bu hükümdarlar, bir týlsýmdan, ölü bir
resimden ibarettirler. Fakat bakar gibi görünürler de ahmaklarýn yollarýný keserler.
Bakar, göz kýrpar gibi görünürler de aptallar, onlara bir varlýk verir, onlarý delil
edinirler!
Kýpti dedi ki: Sen bana bir duada bulun... çünkü benim gönlüm kapkara, bu yüzden de
o aðýz yok! Dua et de belki bu gönlün kilidi açýlýr... çirkin, güzeller meclisinde yer alýr.
Çarpýlmýþ kiþi dua bereketiyle güzelleþir... yahut da bir þeytan, yeniden melek olur!
Yahut da kuru dal, Meryem’in elindeki kuvvetle misler kokar, yaþ bir hale gelir, meyve
verir!
Ýsrail oðlu o anda secdeye kapandý da dedi ki: Ey Allah, ey aþikar ve gizli iþleri bilen!
Kul, senden baþka kimin huzurunda el kavuþturur? Dua da senden, duayý kabul
etmede senden! Önce duaya meyil veren de sensin... sonradan duayý kabul eden de
sen! Evvel de sensin, ahýr da sen... bizse arada söze bile gelmeyecek hiçin hiçi! Böyle
söylenip dururken nihayet leðeni damdan düþtü... gönlü kendinden geçti. Dua
ederken tekrar kendisine geldi... “Ýnsan, ancak çalýþtýðýný elde eder!”
O dua ile meþgul iken Kýpti’nin yüreði coþtu. Ansýzýn bir nara attý, bir kükredi. Dedi ki:
“Durma, hemen bana iman ederken ne diyeceðini öðret de derhal eski zünnarýmý
keseyim! Canýma bir ateþtir saldýlar... bir þeytana , candan bir iltifattýr ettiler. Senin
dostunum seni görmeden duramam... Allah’a hamt olsun bu dostluk, nihayet elimi
tuttu. Sohbetlerin bir kimya idi herhalde... gönül evinden ayaðýn eksik olmasýn! Sen
cennet fidanýndan bir daldýn... ona yapýþtým da beni cennete dek götürdü. Bedenimi
kapýp götüren bir seldi... bu sel, beni de lütuf ve ihsan denizinin kýyýsýna dek iletti. Su
ümidiyle sele doðru gittim; fakat denizi gördüm, kile kile inciler elde ettim.”
Ýsrail oðlu ona hadi, þimdi su al diye tas getirdi. Kýpti dedi ki: Yürü git sular gözümde
hor hakir oldu. “Allah müminleri satýn aldý” sýrrýndan bir þerbet içtim ki artýk kýyamete
kadar susamam ben! Irmaklara kaynaklara su ihsan eden, içimde bir kaynaktýr
coþturdu! Ciðerim susuzluktan yanýp kavrulmakta, su istemekteydi... þimdi öyle bir
himmete nail oldu ki suyu hakir görmede!
“Kaf hâ yâ ayn sâd” vadindeki doðruluða delil olarak Allah, Kâfi adýnýn “Kef”i oldu.
Kafiyim, sana bütün hayýrlarý, sebepsiz, baþkasýnýn yardýmýný vasýta etmeden veririm.
Kafiyim, seni ekmeksiz tutuyorum... ordusuz, askersiz sana beylik, padiþahlýk ihsan
ederim... Bahar olmadýðý halde sana nergis ve aðustos gülü verir; kitapsýz ustasýz
sana bilgiler belletirim... kafiyim, ilaçsýz sýhhat verir; mezarý, kuyuyu meydan haline
getiririm...
Musa’ya bütün alemin baþýna indirsin diye bir sopa verir; kuvvet kudret baðlarým...
Musa’nýn eline bir nur, bir parlaklýk veririm ki güneþe bile tokat atar! Sopayý yedi baþlý
yýlan haline getiririm... hem öyle bir yýlan ki erkek bir yýlanýn belinden gelmemiþ, diþi
bir yýlandan doðmamýþ.
Nil suyuna kan karýþtýrmam; kudretimle suyunu kan haline getiririm. Nil suyu gibi
neþeni gam haline getiririm de bir daha neþeye yol bulamazsýn. Sonra tekrar imanýný
yeniledim mi yine Firavundan bezersin. Görürsün ki rahmet Musa’sý gelmiþ... kan gibi
görünen Nil, onun yüzünden su olmuþ!
Ýçten ipin ucunu býrakmazsan zevk Nil’in hiç kan kesilmez. Ben, iman edeyim de bu
kan tufanýndan bir su içeyim diyordum. Ben ne bilirimdim ki Allah beni deðiþtirecek,
gönlümü baþka bir hale koyacak da beni Nil yapacak! Baþkalarýnýn gözünde eskisi
gibiyim ama benim gözüme akýp duran bir Nil görünmede!
Nitekim bu alem de Peygamberin gözüne tespihe gark olmuþ görünmede... bize
göreyse aptalca durup duruyor. Onun gözüne bu alem aþk ve ihsanla dolmuþ
görünüyor; baþkasýnýn gözüne ise ölü ve cansýz. Yukarý olsun, aþaðý olsun onca her
yer, hýzlý hýzlý yürümede... o, taþtan topraktan nükteler duymada!
Halbuki halka bunlarýn hepsi kapalý... her þey ölü görünmede... ben, bundan daha
ziyade þaþýlacak bir perde görmedim. Bütün mezatlar bizce bir. Fakat velilerin
gözünde kimisi cennet bahçesi, kimisi cehennem çukuru! Halk, Peygamber ekþi
suratlý; neden böyle niye zevki yok ki derlerdi.
Ýleri gelenlerse derlerdi ki: Sizin gözünüze öyle görünüyor o. Bir zamancaðýz bizim
gözümüzle bakýn da “Heletâ” daki gülüþleri görün hele! O ters þey, armut aðacýnýn
üstünde öyle görünü... a genç aðaçtan in de bak! O armut aðacý, varlýk aðacýdýr... sen
ýrada oldukça sana yeni þey eski görünür.
O aðacýn üstünde oldukça alem pis bir dikenlik, kýzgýn akreplerle, yýlanlarla dopdolu
bir yer görünür. Fakat aðaçtan inersen derhal alemi gül yüzlü dilberlerle, dadýlarla,
tayalarla dolu görürsün.
Bir kadýn oynaþý ile aptal kocasýnýn gözü önünde seviþip buluþmak istiyordu. Kocasýna
a iyi talihli kiþi, aðaca çýkýp meyve toplamak istiyorum dedi. Aðaca çýkýnca kocasýna
baktý aðlamaya baþladý. Dedi ki: A merdut ahlaksýz... üstündeki lüti kim? Karý gibi
onun altýna yatmýþsýn... meðerse sen ne ibneymiþsin!
Kocasý senin baþýn döndü galiba... çünkü burada benden baþka kimse yok dedi. Kadýn
o üstüne binen kalpaklý herif kim, söyle hele diye birkaç kere daha sordu, söylendi.
Adam a kadýn aðaçtan in; baþýn döndü; adam akýllý bunadýn sen dedi. Kadýn, aðaçtan
indi; kocasý aðaca çýktý. Kadýn da oynaþýný göðsüne çekti. Kocasý baðýrdý: A orospu
maymun gibi üstüne çýkan o adam kim? Kadýn burada benden baþka kimse yok ki
dedi... kendine gel, senin baþýn döndü galiba, saçmalama. Adam, bu sözü birkaç kere
söylediyse de kadýn, “Bu armut aðacýndan olacak! Ben de armut aðacýnýn
üstündeyken öyle þeyler gördüm be hey kaltaban! Aþaðýya inde bak... benden baþka
kimse yok, bütün bu hayaller armut aðacýndan!
Þaka ve latife bir þey belletmeye yarar... onu ciddi gibi dinle; görünüþte latife oluþuna
kapýlma! Her ciddi þey, maskaralara göre maskaralýk, þakadýr... fakat akýllara göre de
latifeler, ciddidir.
Aklý kýt olanlar armut aðacý ararlar... fakat bu armut aðacýndan o armut aðacýna uzun
bir yol var! Armut aðacýndan inde yürümeye koyul... senin gözün de kamaþmýþ yüzün
de! Bu aðaç, benliktir... evvelki varlýktýr. Ýnsan, bu varlýkla kaldýkça gözü þaþý olur,
olmayacak þeyler görür. Fakat armut aðacýndan indin mi düþüncede de bir eðrilik,
sapýklýk kalmaz, gözde de sözde de! O vakit bu aðacý,dallarý yedinci kat göðe kadar
yücelmiþ büyük bir devlet aðacý olmuþ görürsün. Aþaðý indin de ondan ayrýldýn mý
Allah, rahmetiyle o aðacý deðiþtirir. Bu aþaðýya inme, bu tevazu yüzünden Allah
gözüne doðru bir görüþ kabiliyeti verir. Doðru görüþ kolay ve bedava olsaydý Mustafa
Allahdan bu görüþü diler miydi?
Dedi ki: “Yarabbi, yukarýda olsun, aþaðýda olsun, her cüzü bana olduðu gibi
göster!”aþaðýya indikten sonra yine o aðaca çýk... çünkü artýk o aðaç, “OL” emriyle
deðiþmiþ yeþermiþtir.
Musa’nýn aðacýna dönmüþtür bu aðaç! Pýlýný pýrtýný Musa’nýn bulunduðu yere çekersen
görürüsün ki, bu aðacý ateþ yeþertir, neþeli bir hale kor... dalý, “Þüphe yok ben
Allah’ým der durur!”
Gölgesine bütün hacetler reva olur... iþte ilahi kimya böyledir. Artýk o benlik, o varlýk
helal olur sana... çünkü onda ululuk ýssý Allahnýn sýfatlarýný görürüsün! Eðri aðaç
doðrulur, Allah’ý gösterir... “Kökü yerdedir dallarý budaklarý gökte!”
ZÜLKARNEY´ÝN KAF DAÐI ZÝYARETÝ
Zülkarneyn, Kaf daðýna gitti... o daðýn saf zümrütten olduðunu gördü. Bütün alemi
halka gibi çepeçevre çevirmiþti... Zülkarneyn, o daðý görüp þaþýrdý.Dedi ki: Sen daðsan
öbür daðlar ne? Onlar senin yanýnda bir oyuncak adeta!
Kaf daðý dedi ki: O daðlar, benim damarlarýmdýr... onlar, güzellikte, alýmda bana eþ
olmazlar. Benim her þehirde gizli bir damarým vardýr... alemin çevresi damarlarýma
baðlýdýr. Allah, bir þehirde yer deprentisi yapmak isterse bana söyler, ben oraya varan
damarý oynatýrým. O þehre ulaþan damarý kahýrla oynattým mý orada yer deprenir.
Allah yeter deyince damarým yatýþýr... durur görünürüm ama daima iþteyim ben!
Merhem gibi dururum ama hayli iþ görürüm... akýl gibi hani; o da durur ama söz,
ondan doðar, harekete gelir. Fakat bunu aklý kavramaya göre yer deprentisi yerdeki
buharlardan olur.
Bir karýncacýk,kaðýt üstünde kalemi gördü; bu sýrrý bir baþka karýncaya söyledi. Dedi
ki: O kalem, kaðýdý fesleðen, süsen ve gül bahçesi haline getirdi... acayip þekiller
yaptý.O karýnca, o sanatý yapan parmaklardýr... þu kalem, yaptýðý iþte parmaklara
tabidir, parmaklarýn fer-i ve eseridir dedi.
Üçüncü karýnca dedi ki: Hayýr... onlarý yapan koldur. Arýk parmaklar, onun kuvvetiyle
o nakýþlarý çizdi. Böylece her biri bahiste ileriye doðru gitti. Nihayet birazcýk anlayýþý
olan ve karýncalarýn ulusu bulunan bir karýnca, dedi ki: Bu hüneri, suret yapýyor
sanmayýn, öyle görmeyin! Suret, uykuda ve ölümde bundan bihaberdir. Suret elbise
ve sopa gibidir... bu nakýþlarý, akýldan, candan baþka bir þey yapamaz!
Halbuki o da, akýlla canýn, Allahnýn döndürüp hareket ettirmesi olmazsa cansýz bir
þeyden ibaret olduðunu bilmiyordu. Allah, akýldan bir an inayeti kesti mi zeka sahibi
olan akýl, aptallýlar yapar.
Zülkarneyn, Kafdaðý’nýn konuþtuðunu, söz incilerini deldiðini görünce, dedi ki: Ey
sýrlarý bilen ve her þeyden haberi olan, söz söyleyen dað, bana Allah sanatlarýndan
bahset.
Kaf daðý dedi ki: Yürü... Allah sanatlarý söylenebilmekten söze gelmekten çok
üstündür. Yahut kalemin ne haddi var ki sayfalara o sanatlarýn niþanesini yazabilsin!
Zülkarneyn, ona ait küçük bir hikaye olsun söyle... Allahnýn þaþýlacak kudretlerinden
bahset ey iyi huylu alim dedi.
Kaf daðý dedi ki: “Ýþte sana üç yüz yýllýk yol olan þu ova. Padiþah, onu kar daðlarýyla
doldurmuþtur. Dað, daðýn üstüne sayýsýz olarak yýðýlmýþtýr... daha da her zaman oraya
kar yaðýp durmada! Bir kar daðýnýn üstüne baþka bir kar daðý yýðýlýp durmada... karýn
soðukluðu, ta yerin dibine kadar iþlemede! An be an o uçsuz bucaksýz, o büyük
ambardan kardan meydana gelen bir dað üstüne kardan bir dað daha yýðýlmada!
Padiþahým böyle bir ova olmasaydý cehennemin harareti beni mahvederdi!”
Gafilleri kar daðlarý bil! Allah, akýllarýn perdeleri yanmasýn diye onlarý böyle soðuk
yaratmýþtýr. Karlar yaðdýran bilgisizliðin aksi olmasaydý o Kafdaðý, iþtiyak ateþiyle
yanar erirdi. Zaten ateþ de Allah kahrýndan bir zerredir... aþaðýlýk kiþileri korkutmak
için adeta bir kamçýdýr. Fakat bu kadar büyük ve üstün olan kahrý ile beraber yine de
bak... lütfunun soðukluðu ondan ileri! Keyfiyetsiz ve manevi bir ileri oluþtur bu... geri
kalaný da, ileri gideni de ikiliksiz olarak gör. Göremezsen bu aþaðýlýk anlayýþýndandýr...
zaten halkýn akýllarý, o madenden bir arpadýr ancak!
O takdirde din alametlerini ayýplama, ayýbý kendinde bul! Topraktan yaratýlan kuþ,
nasýl olur da gök yüzünü aþar geçer? Koþup dönüp dolaþacaðý en yüce yer havadýr...
çünkü onun meydana geliþi, þehvetten, heva ve hevestendir. Þu halde sen evet, hayýr
demeksizin hayran ol da Allah rahmetinden önüne bir binek gelsin!
Bu þaþýlacak þeyleri anlamada acizsen evet demen tekellüme sapmandýr. Evet demez
de hayýr dersen o sözde boynunu vurur... o hayýr sözü yüzünden Allahnýn kahrý, senin
pencereni kapatýr. Þu hemen öylece hayran ol yalnýz! Hayran ol ki önden arttan Allah
yardýmý gelsin. Hayran olur þaþýrýr kalýr, varlýðýndan geçersen hal dili ile “Yarabbi bizi
doðru yola götür” dersin!
Bu iþ pek büyüktür, pek büyük... fakat titremeye baþladýn mý o büyük þey, sana
yumuþar, dümdüz olur. Çünkü bu büyüklük, münkire göredir... aciz oldun mu lütuftur,
ihsandýr o.
Mustafa Cebrail’e “Ey dost, suretin nasýl... Apaþikar olarak bana öyle görün de seni
göreyim, sana bakayým “ dedi.
Cebrail dedi ki: “Takatýn yoktur göremezsin... duygu zayýftýr, pek yufkadýr!”
Peygamber “Görün bakayým da bu beden, duygunun ne derece zayýf ve kuvvetsiz
olduðunu anlasýn” dedi.
Ýnsanýn bedenine Ait duygusu noksandýr. Fakat içinde pek ulu, güzel bir huy vardýr.
Ýnsanýn bedeni ile ruhu taþla demire benzer. Fakat bu taþla demir, sýfat ve eser
bakýmýndan bir çakmaktýr. Ateþ, taþla demirden doðar... doðar da bu iki babaya
kahýrlar yaðdýrýr! Ateþ, bedene ait bir sýfattýr... fakat bedeni kahreder, alevler çýkarýr!
Öyle olduðu halde yine bedende öyle bir ýþýk vardýr ki ýþýk, Ýbrahim gibi ateþ burcunu
kahreder!
Hasýlý o bilgili peygamber “Biz, ileri gidenlerin artta gelenleriyiz” remzini söyledi.
Görünüþte bu ikisi de bir örse zebundur ama sýfat ve tesir bakýmýndan demir
madenlerinden bile üstündür. Ýþte insan da görünüþte cihanýn fer-i dir... fakat sýfat
bakýmýndan insaný, cihanýn, aslý bil! Ýnsan zahiren bir sivri sineðin tesiriyle mustarip
olur; fakat içyüzü, yedi kat göðü bile kaplamýþtýr.
Peygamber, Cebrail’in asli suretiyle görünmesine ýsrar edince Cebrail, birazcýk
göründü... fakat öyle heybetliydi ki dað bile görse paramparça olurdu. Bir kanadý
doðuydu, batýyý kaplayýverdi... Mustafa, görünce heybetinden kendinden geçti. Cebrail
Mustafa’yý korkusundan baygýn bir halde görünce kucakladý, baðrýna bastý.
O heybet, yabancýlarýn nasibi... bu lütufsa dostlarýn kýsmeti! Padiþahlar, tahtlarýna,
oturdular mý çevrelerinde ellerinde kýlýçlarý bulunan heybetli çavuþlar bulunur. Bu
çavuþlarda sopalar, mýzraklar, kýlýçlar vardýr... aslanlar bile onlarý görse
heybetlerinden titrerler. Çavuþlarýn seslerinden, çevganlarýndan canlar ürker,
heybetlerinden herkes korkar! Fakat bu yoldaki alelade, yahut ileri gelen halka,
padiþahlar padiþahýndan haber vermek içindir.
Bu heybet, halk ululanmasýn, kimse baþýna ululuk külahýný giymesin diyedir, halka bir
gösteriþtir. Bu suretle onlarýn benliðinin kýrýlmasý, kendini görüp beðenen nefsin, az
fesatta bulunmasý, az kötülük etmesi istenir.
Padiaþhýn kahýr zamaný kudreti ve gazabý bulunduðu bu suretle halka bildirilmiþ olur
da þehir emniyette kalýr. Böyle nefislerdeki kötülük hevesleri ölür... padiþahýn heybeti,
o kötülüklere mani olur. Fakat padiþah hususi meclislere geldi mi orada heybet mi
kalýr, kýsas mý? Padiþah orada pek halimdir; merhametleri coþar... alemde ancak
çenkle neyin coþkunluðunu iþitirsin. Savaþ zamanýnda heybetli davullar, kösler
çalýnýr... iþret zamanýnda da ileri gelenlerle konuþulur, çenk sesi duyulur.
Halka soru, hesap divaný... peri yüzlü güzellere de þarap kadehi! O zýrh, o tulga
savaþta giyilir... bu ipekli kumaþlarla çalgý padiþahýn sayvanýnda giyilip çalýnýr. Ey
cömert er, bu sözün sonu yoktur... Allah, doðruyu daha iyi bilir ya, bitir artýk bu sözü.
Hazreti Ahmet’teki o batmýþ olan duygu, þimdi Medine topraklarýnda uyumakta...
saflar yaran o ulu huysa hiç deðiþmemiþ... doðruluk makamýnda! Deðiþenler bedene
ait sýfatlar... baki olan ruhsa apaydýn bir güneþ. O hiç deðiþmez, hiç baþka bir hale
gelmez... çünkü ne doðudandýr ne batýdan! Hiç güneþ zerreden kendini kaybeder mi?
Hiç ýþýk pervaneye bakýp da kendinden geçer mi?
Hazreti Ahmet’in bedeninin o yüce ruhla alakasý vardý... bu deðiþme, bil ki bedene ait
bir haldir. Hastalýk gibi, uyku ve aðrý gibi... can bu sýfatlardan arýdýr.
Anlatamam... yoksa canýn vasfýna bir giriþsem bu dünyaya da deprenti düþer, olmuþ
altmine de! Onun tilkisi bir an periþan olduysa can aslaný o anda uykuda olmalý
herhalde. Uykudan münezzeh olan o aslan uykudaydý. Ýþte sana hem yumuþak ve
hilm, hem de korkunç ve heybetli bir aslan!
Aslan kendini öylece uyur gösterir... bütün bu köpekler de sahiden uyuyor, hatta
ölmüþ sanýrlar! Yoksa alemde kimin ne kudreti olurdu ki bir zayýftan en ehemmiyetsiz
þeyi bile çalýp çýrpsýn! Cebrail’e baktý da Hazreti Ahmet’in ancak köpüðü yaralandý...
denizi köpük sevgisiyle coþtu, köpürdü.
Ay, baþtan baþa eldir, avuçtur, vericidir, nurlar saçar. Ayýn eli, avucu yoksa ne zararý
var ki? Varsýn olmasýn! Hazreti Ahmet eðer o ulu ve yüce kanadýný açarsa Cebrail,
ebedi olarak kendisinden geçip gider. Ahmet, sidreden ve Cebrail’in gözetme
yerinden, makamýndan sýnýrýndan geçince, Cebrail’e “Hadi ardýmca uç” dedi. Cebrail
dedi ki: “Yürü, yürü ben senin eþin, eþitin deðilim!”
Hazreti Ahmet tekrar “Ey perdeleri yakan, gel... ben daha kendi yüce makamýma
gitmedim ki” dedi. Cebrail dedi ki: “A benim güzel nurlu arkadaþým, bir kanat çýrpýp
buradan ileriye geçsem kolum kanadým yanar!”
Bu hikayeler hayret içinde hayrettir... Allah haslarý, daha has olanlarýn ahvalini
görünce kendilerinden geçerler. Bütün kendinden geçiþler, burada oyundan ibarettir...
ne kadar canýn var ki senin? Burasý can verme makamýdýr!
Ey Cebrail, ister yüce ol, ister büyük... sen ne pervanesin ne de mum! Mum yanýnca
pervaneyi çaðýrdý mý pervanenin caný yanmadan çekinmez! Bu ters sözü göm de
aksine olarak aslaný, yaban eþeðine av yap. Ýçinden sözler alýp aleme saçtýðýn
tulumun aðzýný kapa... saçma sapan sözler daðarcýðýný açma!
Gözleri yeryüzünden geçememiþ, yükselmemiþ olan kiþiye bu sözler ters ve saçma
gelir. Onlara aykýrý harekette bulunma; onlarla hoþ geçinmeye bak ey garip olarak
onlarýn evlerine konmuþ olan sevgili.
Diledikleri, istedikleri þeyi ver, onlarý razý et, ey onlarýn yurtlarýna konmuþ, orayý yurt
edinmiþ olan dost! Padiþaha ulaþýncaya dek, onun güzelim naz ve edalarýný görünceye
kadar ey Rey’li, Maragal’lýyla hoþ geçim!
Ey Musa zamane Firavun’unun tapýsýnda yumuþak söz söylemek gerek! Kaynayan
yaðýn üstüne su dökersen ocaðý da yakarsýn tencereyi de! Yumuþak söyle ama sakýn
doðrudan gayrý bir þey söyleme... yumuþak sözlerle vesveseler satmaya kalkýþma!
Ýkindi oldu, sözü kýsa kes ey ikindisi, asrý uyandýran er! Toprak yemeyi adet edinmiþ
adama bozuk düzen bir yumuþaklýk göstererek toprak verme... þeker daha iyidir de!
Harfle sesle alýveriþin yok ama yine de can sözlerine can bahçesisin sen!
Þeker kamýþýna asýlakonan þu eþek baþý, nice kiþileri hor hakir bir hale koydu! Onu
uzaktan gören, orada ancak o var sandý... hani maðlup olan koç kýçýn kýçýn geri gider
ya; o da öyle geri gitti. Harf suretini mana baðýna, yüce ve güzelim bahçeye konan
eþek baþý bil!
Ey Hak Ziyasý Hüsameddin, bu eþek baþýný kavun karpuz bostanýna getir. Getir de eþek
baþý, salhanede nasýl öldüyse bu çið erin piþtiði yer de ona baþka bir hayat versin! Ýþte
bizden suret düzmek, senden can vermek... hayýr, yanlýþ söyledim... bu da senden, o
da!
Ey apaçýk alemi aydýnlatan güneþ, gökyüzünde övülmüþsün sen... yer de seni tanýsýn,
yeryüzünde de ebediyen övül! Övül de yere mensup olanlarda, yüce gök ehliyle
gönülleri bir, kýbleleri bir, huylarý bir olsunlar! Ayrýlýk kalksýn, þirk ve ikilik kalmasýn!
Zaten manevi varlýk da ancak birlik vardýr. Benim caným senin canýný tanýdý mý görüp
geçirdikleri þeylerin ayný þeyler olduðunu hatýrlarlar.
Yeryüzünde Musa ve Harun kesilirler... sütle bal gibi güzelce birbirlerine karýþýr,
kaynaþýrlar. Fakar azýcýk tanýr, bilir de inkar ederse bu inkar ediþi de birliði örten bir
perdeden ibarettir. Nice tanýyýp bilenlerde sonra yüz çevirdiler... Ýþte o ay yüzlü, bu
çeþit adamýn þükretmeyiþine kýzdý ya!
Bunlarýn hepsini okudun, bildin... þimdi “Lem yekün” suresini de oku da bu eski
kafirin inadýný, ýsrarýný bil! Hazreti Ahmet’in sureti, bu aleme ziya salmadan önce onun
vasýflarý, her kafirin muskasýydý. Böyle bir zat var, gelecek derlerdi... yüzünün
hayaliyle yürekleri çarpardý! Secde ederler, ey insanlarýn Rabbi, onu ne kadar
mümkünse o kadar tez meydana çýkar diye yalvarýrlardý.
Hazreti Ahmet’in adý ile fetih dilerler... düþmanlarý, bu yüzden baþ aþaðý gelirdi.
Nerede bir korkunç savaþ olsa Hazreti Ahmet’in döne döne hücumu, onlara yardým
ederdi. Nerede müzmin bir hastalýða uðrasalar onu anarlar da bu suretle þifa
bulurlardý. Sureti gönüllerinde, kulaklarýnda, aðýzlarýnda ve yollarýndaydý.
Fakat onu hakiki suretini her çakal bulabilir mi hiç? O suret, ancak, onun fer’iydi, yani
hayalden ibaretti. Onun sureti duvara aksettiyse duvarýn gönlünden kan damlar.
Sureti, duvara öyle bir kutlu gelir ki duvar, derhal iki yüzlülükten kurtulur. Temiz ve
pak kiþilerin temizliðine nispetle o iki yüzlülük duvara ayýptýr doðrusu. Fakat nihayet
onu görünce bütün bu ululamayý, yüceltmeyi... bütün bu sevgiyi adeta yel aldý,
götürdü. Kalp akçe ateþi görünce hemen karardý... hiç kalp, kalbe yol bulabilir mi ki?
Kalp, mihenk taþýna iþtiyakýný söyler durur, kendisine uyanlarý bu suretle þüphelere
salar... adam olmayan, onun hilesine kapýlýr gider. Zaten bu þüphe her bayaðý kiþide
baþ gösterir!
Der ki: Eðer bu ayarý bütün akçe olmasa, sýnama taþýný ister mi? O mihenk ister ama
kalplýðýný meydana çýkaracak mihenk deðil!
Kalpýn vasfýný gizleyen, açýða vurmayan mihenk, ne mihenktir, ne bilgi nuru! Yüzün
ayýbýný, her kaltabanýn hatýrý için gizleyip göstermeyen ayna. Ayna deðildir
münafýktýr... kudretin yeterse böyle ayna arama sen!
DÖRDÜNCÜ CÝLDÝN SONU.
Ynt: Mesneviden Hikayeler IV By: akmina Date: 29 Ocak 2010, 14:10:07
SELAMLAR paylaþýmlarýný ilgiyle takip edip okumaya çalýþýyorum .
Ynt: Mesneviden Hikayeler IV By: Sems Date: 17 Þubat 2010, 01:09:57
Allah razý olsun emeðinden kardeþim zaman buldukça hepsini tek tek okumaya devam edicem.
radyobeyan