Ýslam Kültürü K-Z
Pages: 1
Mal By: armi Date: 27 Ocak 2010, 16:23:20
Mal
Evliyânýn meþhurlarýndan ve Hanbelî mezhebinin büyük fýkýh âlimle­rinden Abdullah-ý Ensârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri þöyle bu­yurdular: "Malý seviyorsan, yerine sarf et de sana sonsuz arkadaþ olsun! Eðer sevmiyorsan, ye de yok olsun."Anadolu velîlerinden Ahmed Mürþidî Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün þöyle vâz etti: "Ey insanoðlu! Bil ki o sakladýðýn mallar se­nin deðil, hepsi emânettir. Bir gün sen âhirete göçersin onlar burada ka­lýr. Oraya bir kefenden baþka bir þey götüremezsin. Bir gün biriktirdiðin mallarý mîrasçýlarýna býrakýp gidersin. Bütün mal ve mülkün elinden gi­dip, o benim malým mülküm dediðin þeyler, yeni sâhiplerinin eline geçer. Her topladýðýn malýn hesâbýný yarýn kýyâmet gününde vereceksin. Bu hâlinle kýyâmet günü hâlin ne olacak? Sana söylenecek en tesirli söz þu olsa gerek: "Sen bu geçici dünyâyý bâkî mi sandýn? Hâlbuki bunlarýn hepsi fânî idi. Çok mal toplayanlar yarýn kýyâmet gününde hepsinin he­sâbýný vereceklerdir. Birçok soru ve suâlden sonra malýnýn helâl olduðu anlaþýlan kimse kurtulur. Haram ise, elbette azâb ederler. Helâl malýn zekâtý sorulur. Eðer hesâbý kolay verirsen kurtulursun.

Ey bu fânî mülkün raðbetlisi olan insan! Kalbini durmadan, uzun u- zun, bitmez tükenmez emellerle dolduruyorsun. Aklýn varsa ihtiyâcýn­dan fazlasýna heveslenme. Bu fânî âlemde kimse bâkî kalmaz. Þimdi e- linde tuttuðun için, sâhibi olduðunu sandýðýn þeylerin hiçbirisi aslýnda se- nin deðildir. Bir gün bu yerden elbette ayrýlacaksýn. Topladýklarýnýn hiç- biri bu dünyâdan seninle berâber gitmez. Mezara bir kefenle girersin. O gözünden bile kýskandýðýn malýnýn sefâsýný mîrasçýlarýn sürer. Çoðu za- man seni rahmetle anmak akýllarýna bile gelmez. Bu fânî dünyânýn malý- na îtibâr etme. Ýyi kimselerin yolunda yürü. Malýn varsa bile, sakýn ona muhabbet eyleme. Sana emânet olan mallara benim deme, gaflet gös- terme. Bilirsin ki bu fânî âlem bir misâfirhânedir. Bir an önce yolculuk ha- zýrlýðý yapmayan divânedir. Bu dünyânýn deðiþmez âdeti þudur: "Ge­len gider konan ise göçer. Çünkü yakýnda sen de bu dünyâdan gidecek­sin. Gönül vermen boþuna, çabuk unutursun. Birisi ile çok dostluk edip ona iyice alýþýrsan, ayrýlmasý da çok güç olur. Kim, bu yer benim dedi ise, so- nunda o yer onu yedi."

Türkistan´da yetiþen büyük velîlerden Ahmed Yesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde talebelerine buyururdu ki: "Malýnýn çokluðu dillere destan olan Kârûn bile, malýnýn hayrýný, faydasýný göremedi. Ni­hâ- yet toprak altýnda yok olup gitti."

Meþhûr velîlerden Ali Müzeyyen (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: "Yemin ederim ki helâk olanlar kalplerinde zenginlik sevgisi ta­þýdýklarý için helâk olurlar."

Hindistan´da yetiþen büyük velîlerden Behâeddîn Zekeriyyâ (rahme- tullahi teâlâ aleyh) malýnýn çokluðuna raðmen, bunlara hiç mu­habbeti yoktu. Bir gün talebelerinden birine içerden, içinde beþ bin dînâr bulunan bir kutuyu getirmesini söyledi. Fakirlere daðýtacaktý. Talebe gitti. Biraz sonra gelip, kutuyu yerinde bulamadýðýný söyledi. Behâeddîn Zekeriyyâ; "Elhamdülillah." dedi. Biraz sonra talebe tekrar gelip, kutunun bulundu- ðunu söyleyince yine; "Elhamdülillah." dedi. Hâdiseye þâhid olanlar, her iki hâlde de hamdetmesinin hikmetini suâl ettiler. Bunlara cevâben bu- yurdu ki: "Derviþler için dünyâlýk olan þeyin varlýðý ile yokluðu birdir. O þey gelince sevinmezler, gidince üzülmezler. Kutunun kaybolup gittiðini öðrenince, kalbime baktým. Dünyâlýðým gittiði için bir üzüntü hâli­nin bu- lunup bulunmadýðýný, üzülüp üzülmediðini kontrol ettim. Bir de­ðiþme ol- madýðýný anlayýnca, Allahü teâlâya hamdettim. Kutunun bulun­duðunu söyledikleri zaman bir sevinme hâli olup olmadýðýný yine kontrol ettim. Sevinç hâli bulunmadýðýný anlayýp, yine Allahü teâlâya hamdettim."

Osmanlý âlimlerinin meþhûrlarýndan, büyük velî Ýmâm-ý Birgivî (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: Mal büyük bir nîmettir. Malý isrâf, Al- lahü teâlânýn nîmetini hakîr görmek, nîmete kýymet vermemek, nîmeti elden kaçýrmak, kýsaca küfrân-ý nîmet etmek, yâni þükür etmemek olur. Bu ise, nîmeti verenin düþman muâmelesi yapmasýna, azarlamasýna ve azâb etmesine sebeb olacak büyük bir suçtur. Nîmetin kýymeti bilinme­yince, hakký gözetilmeyince elden gider. Þükür edilince ve hakký gözeti­lince elde kalýr ve artar. Cenâb-ý Hak, Ýbrâhim sûresi, yedinci âyetinde meâlen; "Þükr ederseniz, verdiðim nîmetleri elbette arttýrýrým." buyuru­yor.

Tanýnmýþ büyük evlîyadan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, Selçuklu Sultâný Rükneddîn beþ kese altýn gönderip almasýný arzu etti. Talebelerinden Mecdüddîn, Mevlânâ´ya al­týnlarý arz edince; "Beni hakîkaten seviyorsanýz, bu altýnlarý dýþarýdaki çamurun içine atýn!" buyurdu. Talebeleri bu emri derhal yerine getirdiler. Dünyâya kýymet veren bâzý kimseler, bu altýnlarý almak için çamurun içinde aramaya baþladýlar. Fakat üstleri, baþlarý, yüzleri çamurdan gö­rünmez hâle geldi. Mevlânâ, talebelerine onlarýn bu vaziyetlerini göstere­rek; "Bu altýnlar, þu gördüðünüz dünyâ ehlinin üstünü baþýný batýrdýðý gibi, âhiret ehli olanlarýn da kalbini karartýr, kirletir. Çeþitli günahlara sevkedip, ibâdetlerden alýkoyar. Bu sözlerimi yanlýþ anlamayýnýz. Dünyâ için çalýþmayýnýz demek istemiyorum. Dünyâ malýnýn muhabbetini kalbi­nize koymayýnýz diyorum. Hiç ölmeyecekmiþ gibi dünyâya, yarýn öle­cekmiþ gibi âhirete çalýþmak lâzým geldiðini herkes bilir. Burada dikkat edilecek nokta; hýrs ve tamâ yapmadan kanâat üzere bulunmaktýr. Dün­yâda, âhiret saâdeti için çalýþmalý, kazanmalý, niyeti düzeltmelidir. Çünkü Ýslâmiyet, insanlara faydalý olmayý emreder. En büyük saâdet, en büyük sermâye, helâlinden kazanýp, hayýr ve hasenât yaparak âhirete gönder­mektir. Buna raðmen asýl sermâye, mal, mülk, para sâhibi olmak deðil, ilim, amel, ihlâs ve güzel ahlâk sâhibi olmaktýr." buyurdu.

Yemen´de yetiþen evliyânýn büyüklerinden Da´lec bin Ahmed (rah- metullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak Ebû Amr Muhammed bin Abbâs þöyle anlatmýþtýr: "Da´lec bin Ahmed, beni evine götürmüþtü. Evindeki mallarý, paralarý gösterip, bunlardan istediðin kadar al dedi. Te­þekkür edip, sýkýntýda deðilim dedim."

Ýbn-i Ebî Mûsâ´ya, bir yetime âid on bin dirhem, büyüyünce teslim için verilmiþ ve kendisi vasî tâyin edilmiþti. Bir ara sýkýntýya düþüp, bu pa­ralarý harcamýþtý. Yetim büyüyüp yetiþince, kâdý, hâkim paranýn teslim edilmesini istedi. Ýbn-i Ebî Mûsâ durumu þöyle anlatmýþtýr: "Yetimin pa­rasý istendiði sýrada ödeyecek param yoktu, yeryüzü bana âdetâ dar geldi. Sýkýntýdan çâre aramaya baþladým. Katýrýma binip, Kerh þehrine doðru yola çýktým. Nereye gideceðimi, ne yapacaðýmý bilemiyordum. Ka­týrý serbest býraktým. Yolum Da´lec bin Ahmed´in mescidine vardý. Mes­cide girip sabah namazýný Da´lec bin Ahmed´in arkasýnda kýldým. Na­mazdan sonra beni evine götürdü. Hoþ geldin deyip, yemek hazýrlattý. Sofraya oturunca; "Sende bir sýkýntýlý hâl görüyorum." dedi. Ben de du­rumumu anlattým. "Yemeðini ye, ihtiyâcýný hallederiz." dedi. Sonra sof­raya tatlý geldi. Onu da yedikten sonra, sofradan kalkýp ellerimizi yýkadýk. Hizmetçisine, "Þu kapýyý aç!" diyerek bir kapý gösterdi. Kapýyý açýp, bir odaya girdi. Odada mallar ve para kasalarý vardý. Bana on bin dirhem verdi. Sevincimden uçacak gibi idim. Parayý aldýktan sonra vedâlaþýp ay­rýldým. Gidip borcumu ödedim. Aradan üç sene geçti. Bu zaman içinde iþlerim iyi gitti. Otuz bin dinâr kazandým. Daha önce aldýðým on bin dir­hemi ödemek için Da´lec bin Ahmed´e gittim. Yine berâber namaz kýl­dýktan sonra evine gittik. Sofra kuruldu. Yemek yedik. Yemekten sonra hâlimi hatýrýmý sordu. Ben de hâlimi bildirip, daha önce aldýðým on bin dirhemi ödemek için geldiðimi söyledim. "Sübhânallah! Onu sana borç olarak vermedim, hediye ettim." dedi. Ben de; "Efendim bu malýn aslý nedir ki, bana on bin dirhem hîbe ettiniz?" dedim. Þöyle cevap verdi: "Yetiþip büyüyünce Kur´ân-ý kerîmi ezberledim, hadîs-i þerîf dinleyip, öð­rendim ve ticâret yaptým. Bir tüccar bana gelip, Sen; "Da´lec bin Ahmed misin?" dedi. "Evet." dedim. "Ben malýmý ortak olmak üzere sana teslim etmek istiyorum. Bir defter tut, kazançlarý peyderpey teslim edersin." dedi. Ayrýca bu maldan bol bol sadaka daðýtmamý da tenbih etti. Ticâret yapmak üzere bana binlerce dinâr býraktý. Her sene gelir giderdi. Her ge­liþinde de, bir o kadar daha mal getirirdi. Yine bir senenin sonunda gelip; "Ben, deniz seferlerine çýkan biriyim. Bir kazâya uðrayabilirim. Bu malýn hepsi senindir. Bu maldan sadaka daðýt, câmi yaptýr." dedi ve ayrýlýp gitti. Ben de onun arzusunu yerine getiriyorum. Allahü teâlâ bana bol servet ihsân etti. Bunu ben hayatta olduðum müddetçe kimseye anlatma." bu­yurdu.

Son devir velîlerinden Dârendeli Muhammed Hilmi Efendi (rahme- tulahi teâlâ aleyh) malýn faydalý mý zararlý mý olduðu yolunda soru soran bir kimseye: "Mal yýlana benzer. Hem zehiri hem de panzehiri vardýr. Eðer insan fayda ve zararýný bilirse o yýlanýn þerrinden kurtulur. Malýn faydasý; þahsýna, çocuklarýna, hanýmýna isrâf etmeden sarf etmek, geri kalaný da hac, cihâd, dîn-i Ýslâmý yayma, câmi yaptýrma ve fakirlere ver- mekle olur."

Evliyânýn meþhurlarýndan Ebû Abdullah Seczî (rahmetullahi teâlâ aleyh) dünyâya ve dünyâ malýna aslâ düþkünlük göstermezdi. Tasav­vufta yüksek hallere gark olmuþtu. Bir gün sevenlerinden biri; "Bir dinar param var onu sana vermek istiyorum. Ne dersiniz?" deyince; "Eðer onu bana verecek olursan senin için iyi olur. Vermezsen benim için hayýr o- lur. Sen bilirsin." diye cevap verdi.

Endülüste ve Mýsýrda yetiþmiþ olan büyük velîlerden, Mâlikî mez­hebi fýkýh âlimi Ebül-Abbâs-ý Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) þöyle an- lattý: "Mevký ve makam sâhibi, varlýklý, zengin bir kimse, büyüklerden bi- risine; "Sana iyilikte bulunabilirim. Arzu ve ihtiyaçlarýný bana bildirebilir­sin." dedi. O zât da; "Sen, bana böyle söylüyorsun ama, benim iki tâne kölem var. Ben onlara hâkimim ve onlar benim emrim altýndadýr. Sen i- se, bu ikisinin hâkimiyeti altýndasýn. Onlar sana hükmediyorlar. Ben, o iki þeyi kahrettim. Seni ise, o ikisi kahretti. O iki þeyden birisi þehvet, di­ðeri ise hýrstýr. (Þehvet; nefsin, aþýrý ve zararlý istekleridir. Hýrs; azgýnlýk, kýz- gýnlýk, sonu gelmeyen arzu demektir.) Yâni sen, benim kölelerimin kölesisin. Kölelerimin kölesi olan birine ihtiyaçlarýmý bildirip, ondan fayda ve menfaat beklemem doðru olur mu?"

Tâbiînin ve bu devirdeki evliyânýn en büyüklerinden Hasan-ý Basrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ hakký için söylüyo­rum. Hiçbir kimse altýn ve gümüþü ile Allahü teâlâ katýnda azîz olmadý. Altýný ve gümüþü olmayan hiç bir kimse de Allahü teâlâ katýnda bu se­beple zelîl olmadý."

Tefsîr, hadîs, târih ve Hanbelî mezhebi fýkýh âlimi, büyük velî Ýbn-i Cevzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ýyi niyetle mal kazanmak, mal kazanmamaktan iyidir."

Evliyânýn büyüklerinden Ýbn-i Semmâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) Abbâsî halîfelerinden birinin huzûruna girdi. Halîfe bu sýrada su içiyordu. Halîfe, Ýbn-i Semmâk´a; "Bana nasîhat et." dedi. Ýbn-i Semmâk; "Susuz­luktan ölecek bir halde olsan ve seni ölümden kurtaracak suyu bütün servetin karþýlýðýnda verecek olsalar ne yapardýn?" diye sordu. Halîfe: "Bütün servetimi verir suyu alýrdým." deyince Ýbn-i Semmâk; "O halde, bir bardak su kadar kýymeti olan servetinle niçin öðünüp duruyorsun" dedi.

Çin, Hindistan, Ýran ve Anadolu´da Ýslâmiyetin yayýlmasýnda büyük hizmeti geçen âlim ve mücâhid velî olan Ebû Ýshâk Kâzerûnî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ýki lirayý gözlerinize koyun, gözleriniz dýþarýyý göremez olur. Peki ya binlerce lira ve parayý kalbine koyan, bunlara muhabbet edenin hâli nice olur."

Tâbiîn devrinin meþhurlarýndan ve evliyânýn büyüklerinden Muham- med bin Ka?b el-Kurazî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allah yo­lunda mal daðýtmayý çok severdi. Bir gün eline bol miktarda mal, servet geçmiþti. ?Bunu, oðlun için mi alýkoyuyorsun?? dediklerinde, buyurdu ki: ?Hayýr, servetimi kendim için alýkoyacaðým. Yâni Allah rýzasý için daðýta­caðým. Oðlumu da Allahü teâlâya emânet edeceðim.

Büyük velîlerden Süfyân-ý Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdu­lar ki: "Para, eskiden sevimsizdi. Ama þimdi müminin kalkanýdýr."

Hindistanýn büyük velîlerinden, tefsîr, hadîs, kelâm, tasavvuf ve Ha­nefî mezhebi fýkýh âlimi Þâh Veliyyullah-ý Dehlevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Mal sevgisi ve cimrilik, insana zararlý olur. Asýl maksaddan uzaklaþtýrýr. Bu ise insaný sýkýntýya düþürür, mânen rahatsýz eder. Ýnsanýn mal sevgisinden ve cimrilikten kurtulmasý ancak yanýndaki çok sevdiði þeyleri fakirlere vermeye kendini alýþtýrmakla olur."

Tâbiînin meþhûrlarýndan velî Ubeyde bin Muhâcir (rahmetullahi teâ- lâ aleyh) çok zengindi. Bütün malýný mülkünü satýp sadaka olarak da­ðýttý. Kendine sâdece oturacak bir ev kalmýþtý. Þöyle derdi: "Ey Dýmaþklýlar, þu nehir altýn ve gümüþ dolu olarak aksa, herkes ondan ka­pýþsa, ben dö- nüp bakmam." Vefât ettiðinde sadece tekfin ve techizine yetecek kadar parasý kalmýþtý.

Büyük velîlerden Yahyâ bin Muâz-ý Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Para akrebdir. Panzehirin yoksa, onu eline alma. Çünkü seni sokar ve öldürür. Paranýn panzehiri, helâl yoldan kazanýp, meþrû yere sarfetmektir.

Tebe-i tâbiînin âlim ve velîlerinden Zâhid Ýsfehânî (rahmetullahi teâ- lâ aleyh) sohbetlerinde: Þu gördüðünüz arâzilerin hepsini iki kuruþ kar- þýlýðýnda bana verseler hiç sevinmem. Zîrâ bu dünyâdaki bütün mal ve mülk geçicidir. Yok olmaya mahkûmdur. Biz öleceðiz, malýmýz ve mülkü- müz dünyâda kalacaktýr buyurdular.

Mekke yolunda, Abdurrahmân bin Ömerin elinden tutup buyurdular ki: Ey Abdurrahmân! Sen zevk ve keyfiyle uðraþanlarýn kapýlarý önün­den geçtiðinde onlara; O yüksek köþkleri ve kaleleri yaptýranlar hani, bu muhteþem köþk ve muazzam kalelerde sizden önce zevk ve sefâ sü­renler, bütün dünyâ bizimdir diyenler nerede diye sor. Muhakkak ki, onlarýn hepsi ölüp gittiler. Sen, çok ibâdet edenlerin yanlarýna varýrsan onlara; Ey âbidler! Ölüm vaktiniz gelip, âhirete göçtüðünüz zaman, istirahatin en güzeli sizin içindir dersin.






radyobeyan