> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Kültürü > İslam Kültürü K-Z > Mal
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mal  (Okunma Sayısı 1067 defa)
27 Ocak 2010, 16:23:20
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
Mal
« : 27 Ocak 2010, 16:23:20 »



Mal
Evliyânın meşhurlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimle­rinden Abdullah-ı Ensârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri şöyle bu­yurdular: "Malı seviyorsan, yerine sarf et de sana sonsuz arkadaş olsun! Eğer sevmiyorsan, ye de yok olsun."Anadolu velîlerinden Ahmed Mürşidî Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün şöyle vâz etti: "Ey insanoğlu! Bil ki o sakladığın mallar se­nin değil, hepsi emânettir. Bir gün sen âhirete göçersin onlar burada ka­lır. Oraya bir kefenden başka bir şey götüremezsin. Bir gün biriktirdiğin malları mîrasçılarına bırakıp gidersin. Bütün mal ve mülkün elinden gi­dip, o benim malım mülküm dediğin şeyler, yeni sâhiplerinin eline geçer. Her topladığın malın hesâbını yarın kıyâmet gününde vereceksin. Bu hâlinle kıyâmet günü hâlin ne olacak? Sana söylenecek en tesirli söz şu olsa gerek: "Sen bu geçici dünyâyı bâkî mi sandın? Hâlbuki bunların hepsi fânî idi. Çok mal toplayanlar yarın kıyâmet gününde hepsinin he­sâbını vereceklerdir. Birçok soru ve suâlden sonra malının helâl olduğu anlaşılan kimse kurtulur. Haram ise, elbette azâb ederler. Helâl malın zekâtı sorulur. Eğer hesâbı kolay verirsen kurtulursun.

Ey bu fânî mülkün rağbetlisi olan insan! Kalbini durmadan, uzun u- zun, bitmez tükenmez emellerle dolduruyorsun. Aklın varsa ihtiyâcın­dan fazlasına heveslenme. Bu fânî âlemde kimse bâkî kalmaz. Şimdi e- linde tuttuğun için, sâhibi olduğunu sandığın şeylerin hiçbirisi aslında se- nin değildir. Bir gün bu yerden elbette ayrılacaksın. Topladıklarının hiç- biri bu dünyâdan seninle berâber gitmez. Mezara bir kefenle girersin. O gözünden bile kıskandığın malının sefâsını mîrasçıların sürer. Çoğu za- man seni rahmetle anmak akıllarına bile gelmez. Bu fânî dünyânın malı- na îtibâr etme. İyi kimselerin yolunda yürü. Malın varsa bile, sakın ona muhabbet eyleme. Sana emânet olan mallara benim deme, gaflet gös- terme. Bilirsin ki bu fânî âlem bir misâfirhânedir. Bir an önce yolculuk ha- zırlığı yapmayan divânedir. Bu dünyânın değişmez âdeti şudur: "Ge­len gider konan ise göçer. Çünkü yakında sen de bu dünyâdan gidecek­sin. Gönül vermen boşuna, çabuk unutursun. Birisi ile çok dostluk edip ona iyice alışırsan, ayrılması da çok güç olur. Kim, bu yer benim dedi ise, so- nunda o yer onu yedi."

Türkistan´da yetişen büyük velîlerden Ahmed Yesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde talebelerine buyururdu ki: "Malının çokluğu dillere destan olan Kârûn bile, malının hayrını, faydasını göremedi. Ni­hâ- yet toprak altında yok olup gitti."

Meşhûr velîlerden Ali Müzeyyen (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: "Yemin ederim ki helâk olanlar kalplerinde zenginlik sevgisi ta­şıdıkları için helâk olurlar."

Hindistan´da yetişen büyük velîlerden Behâeddîn Zekeriyyâ (rahme- tullahi teâlâ aleyh) malının çokluğuna rağmen, bunlara hiç mu­habbeti yoktu. Bir gün talebelerinden birine içerden, içinde beş bin dînâr bulunan bir kutuyu getirmesini söyledi. Fakirlere dağıtacaktı. Talebe gitti. Biraz sonra gelip, kutuyu yerinde bulamadığını söyledi. Behâeddîn Zekeriyyâ; "Elhamdülillah." dedi. Biraz sonra talebe tekrar gelip, kutunun bulundu- ğunu söyleyince yine; "Elhamdülillah." dedi. Hâdiseye şâhid olanlar, her iki hâlde de hamdetmesinin hikmetini suâl ettiler. Bunlara cevâben bu- yurdu ki: "Dervişler için dünyâlık olan şeyin varlığı ile yokluğu birdir. O şey gelince sevinmezler, gidince üzülmezler. Kutunun kaybolup gittiğini öğrenince, kalbime baktım. Dünyâlığım gittiği için bir üzüntü hâli­nin bu- lunup bulunmadığını, üzülüp üzülmediğini kontrol ettim. Bir de­ğişme ol- madığını anlayınca, Allahü teâlâya hamdettim. Kutunun bulun­duğunu söyledikleri zaman bir sevinme hâli olup olmadığını yine kontrol ettim. Sevinç hâli bulunmadığını anlayıp, yine Allahü teâlâya hamdettim."

Osmanlı âlimlerinin meşhûrlarından, büyük velî İmâm-ı Birgivî (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: Mal büyük bir nîmettir. Malı isrâf, Al- lahü teâlânın nîmetini hakîr görmek, nîmete kıymet vermemek, nîmeti elden kaçırmak, kısaca küfrân-ı nîmet etmek, yâni şükür etmemek olur. Bu ise, nîmeti verenin düşman muâmelesi yapmasına, azarlamasına ve azâb etmesine sebeb olacak büyük bir suçtur. Nîmetin kıymeti bilinme­yince, hakkı gözetilmeyince elden gider. Şükür edilince ve hakkı gözeti­lince elde kalır ve artar. Cenâb-ı Hak, İbrâhim sûresi, yedinci âyetinde meâlen; "Şükr ederseniz, verdiğim nîmetleri elbette arttırırım." buyuru­yor.

Tanınmış büyük evlîyadan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, Selçuklu Sultânı Rükneddîn beş kese altın gönderip almasını arzu etti. Talebelerinden Mecdüddîn, Mevlânâ´ya al­tınları arz edince; "Beni hakîkaten seviyorsanız, bu altınları dışarıdaki çamurun içine atın!" buyurdu. Talebeleri bu emri derhal yerine getirdiler. Dünyâya kıymet veren bâzı kimseler, bu altınları almak için çamurun içinde aramaya başladılar. Fakat üstleri, başları, yüzleri çamurdan gö­rünmez hâle geldi. Mevlânâ, talebelerine onların bu vaziyetlerini göstere­rek; "Bu altınlar, şu gördüğünüz dünyâ ehlinin üstünü başını batırdığı gibi, âhiret ehli olanların da kalbini karartır, kirletir. Çeşitli günahlara sevkedip, ibâdetlerden alıkoyar. Bu sözlerimi yanlış anlamayınız. Dünyâ için çalışmayınız demek istemiyorum. Dünyâ malının muhabbetini kalbi­nize koymayınız diyorum. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyâya, yarın öle­cekmiş gibi âhirete çalışmak lâzım geldiğini herkes bilir. Burada dikkat edilecek nokta; hırs ve tamâ yapmadan kanâat üzere bulunmaktır. Dün­yâda, âhiret saâdeti için çalışmalı, kazanmalı, niyeti düzeltmelidir. Çünkü İslâmiyet, insanlara faydalı olmayı emreder. En büyük saâdet, en büyük sermâye, helâlinden kazanıp, hayır ve hasenât yaparak âhirete gönder­mektir. Buna rağmen asıl sermâye, mal, mülk, para sâhibi olmak değil, ilim, amel, ihlâs ve güzel ahlâk sâhibi olmaktır." buyurdu.

Yemen´de yetişen evliyânın büyüklerinden Da´lec bin Ahmed (rah- metullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak Ebû Amr Muhammed bin Abbâs şöyle anlatmıştır: "Da´lec bin Ahmed, beni evine götürmüştü. Evindeki malları, paraları gösterip, bunlardan istediğin kadar al dedi. Te­şekkür edip, sıkıntıda değilim dedim."

İbn-i Ebî Mûsâ´ya, bir yetime âid on bin dirhem, büyüyünce teslim için verilmiş ve kendisi vasî tâyin edilmişti. Bir ara sıkıntıya düşüp, bu pa­raları harcamıştı. Yetim büyüyüp yetişince, kâdı, hâkim paranın teslim edilmesini istedi. İbn-i Ebî Mûsâ durumu şöyle anlatmıştır: "Yetimin pa­rası istendiği sırada ödeyecek param yoktu, yeryüzü bana âdetâ dar geldi. Sıkıntıdan çâre aramaya başladım. Katırıma binip, Kerh şehrine doğru yola çıktım. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilemiyordum. Ka­tırı serbest bıraktım. Yolum Da´lec bin Ahmed´in mescidine vardı. Mes­cide girip sabah namazını Da´lec bin Ahmed´in arkasında kıldım. Na­mazdan sonra beni evine götürdü. Hoş geldin deyip, yemek hazırlattı. Sofraya oturunca; "Sende bir sıkıntılı hâl görüyorum." dedi. Ben de du­rumumu anlattım. "Yemeğini ye, ihtiyâcını hallederiz." dedi. Sonra sof­raya tatlı geldi. Onu da yedikten sonra, sofradan kalkıp ellerimizi yıkadık. Hizmetçisine, "Şu kapıyı aç!" diyerek bir kapı gösterdi. Kapıyı açıp, bir odaya girdi. Odada mallar ve para kasaları vardı. Bana on bin dirhem verdi. Sevincimden uçacak gibi idim. Parayı aldıktan sonra vedâlaşıp ay­rıldım. Gidip borcumu ödedim. Aradan üç sene geçti. Bu zaman içinde işlerim iyi gitti. Otuz bin dinâr kazandım. Daha önce aldığım on bin dir­hemi ödemek için Da´lec bin Ahmed´e gittim. Yine berâber namaz kıl­dıktan sonra evine gittik. Sofra kuruldu. Yemek yedik. Yemekten sonra hâlimi hatırımı sordu. Ben de hâlimi bildirip, daha önce aldığım on bin dirhemi ödemek için geldiğimi söyledim. "Sübhânallah! Onu sana borç olarak vermedim, hediye ettim." dedi. Ben de; "Efendim bu malın aslı nedir ki, bana on bin dirhem hîbe ettiniz?" dedim. Şöyle cevap verdi: "Yetişip büyüyünce Kur´ân-ı kerîmi ezberledim, hadîs-i şerîf dinleyip, öğ­rendim ve ticâret yaptım. Bir tüccar bana gelip, Sen; "Da´lec bin Ahmed misin?" dedi. "Evet." dedim. "Ben malımı ortak olmak üzere sana teslim etmek istiyorum. Bir defter tut, kazançları peyderpey teslim edersin." dedi. Ayrıca bu maldan bol bol sadaka dağıtmamı da tenbih etti. Ticâret yapmak üzere bana binlerce dinâr bıraktı. Her sene gelir giderdi. Her ge­lişinde de, bir o kadar daha mal getirirdi. Yine bir senenin sonunda gelip; "Ben, deniz seferlerine çıkan biriyim. Bir kazâya uğrayabilirim. Bu malın hepsi senindir. Bu maldan sadaka dağıt, câmi yaptır." dedi ve ayrılıp gitti. Ben de onun arzusunu yerine getiriyorum. Allahü teâlâ bana bol servet ihsân etti. Bunu ben hayatta olduğum müddetçe kimseye anlatma." bu­yurdu.

Son devir velîlerinden Dârendeli Muhammed Hilmi Efendi (rahme- tulahi teâlâ aleyh) malın faydalı mı zararlı mı olduğu yolunda soru soran bir kimseye: "Mal yılana benzer. Hem zehiri hem de panzehiri vardır. Eğer insan fayda ve zararını bilirse o yılanın şerrinden kurtulur. Malın faydası; şahsına, çocuklarına, hanımına isrâf etmeden sarf etmek, geri kalanı da hac, cihâd, dîn-i İslâmı yayma, câmi yaptırma ve fakirlere ver- mekle olur."

Evliyânın meşhurlarından Ebû Abdullah Seczî (rahmetullahi teâlâ aleyh) dünyâya ve dünyâ malına aslâ düşkünlük göstermezdi. Tasav­vufta yüksek hallere gark olmuştu. Bir gün sevenlerinden biri; "Bir dinar param var onu sana vermek istiyorum. Ne dersiniz?" deyince; "Eğer onu bana verecek olursan senin için iyi olur. Vermezsen benim için hayır o- lur. Sen bilirsin." diye cevap verdi.

Endülüste ve Mısırda yetişmiş olan büyük velîlerden, Mâlikî mez­hebi fıkıh âlimi Ebül-Abbâs-ı Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle an- lattı: "Mevkı ve makam sâhibi, varlıklı, zengin bir kimse, büyüklerden bi- risine; "Sana iyilikte bulunabilirim. Arzu ve ihtiyaçlarını bana bildirebilir­sin." dedi. O zât da; "Sen, bana böyle söyl...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mal
« Posted on: 26 Nisan 2024, 11:17:43 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mal rüya tabiri,Mal mekke canlı, Mal kabe canlı yayın, Mal Üç boyutlu kuran oku Mal kuran ı kerim, Mal peygamber kıssaları,Mal ilitam ders soruları, Malönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes