Kabir By: armi Date: 26 Ocak 2010, 18:14:34
Kabir
Meþhûr tasavvuf âlimlerinden Abbâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kabre yýlanlar dýþardan gelir sanmayýnýz. Sizin kötü amelleriniz kabirde sizin için engerek yýlanýdýr. Dünyâda iken yediðiniz haramlar da kabre yýlan olarak gelir."Yemen´de yetiþen Þâfiî mezhebi fýkýh âlimlerinden ve evliyâdan AbdullahYâfiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdular ki: "Mevtâlarý iyi veya kötü hâlde görmek, Cenâb-ý Hakk´ýn bâzý kullarýna ihsân ettiði bir keþf ve kerâmettir. Dirilere müjde vermek, onlara doðru yolu göstermek veya ölüler için hayýrlý bir iþ yapýlmasýna, borçlarýnýn ödenme- sine yaramasý içindir. Ölüleri görmek, daha çok rüyâda olmaktadýr. Uya- nýk iken görenler de vardýr. Evliyâ ve hâl sâhipleri için kerâmettir."
"Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyorlar ki: Ölülerin illiyyîndeki veya siccîn- deki rûhlarý, arasýra, yâni Allahü teâlâ dileyince, mezarlarýndaki cesed- lerine iâde olunurlar. En çok Cumâ geceleri böyle olur. Birbirleri ile bulu- þurlar, konuþurlar. Cennetlik olanlar, nîmetlere kavuþur. Azap görecek- ler, azâb olurlar. Rûhlar, illiyyînde veya siccînde iken cesed olmaksýzýn da, nîmetlenir ve azap çekerler. Kabirde ise, rûh ve cesed birlikte nîmet- lenir. Yâhut azaplanýr."
Hanefî mezhebi fýkýh âlimi Abdülhakîm-i Siyalkûtî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Bir sohbet esnâsýnda talebelerinden biri kabir ziyâreti hakkýnda bir soru sorunca buyurdular ki: Çok kimse kabir ehlinden istifâde edildiðine inanmýyor. "Ölü yardým yapamaz." diyenlerin, ne demek istediklerini anlayamýyorum. Duâ eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duâsýnýn kabûl olmasý için, Allahü teâlânýn sevdiði bir kulunu vâsýta yapmaktadýr. Yâ Rabbî! Kendisine bol bol ihsânda bulunduðun bu sevgili kulunun hâtýrý ve hürmeti için bana da ver demektedir. Yâhut, Allahü teâlânýn çok sevdiðine inandýðý bir kuluna seslenerek; "Ey Allahýn velîsi, bana þefâat et! Benim için duâ et! Allahü teâlânýn dileðimi ihsân etmesi için vâsýta ol." demektedir. Dileði veren ve kendisinden istenilen, yalnýz Allahü teâlâdýr. Velî, yalnýz vesîledir, sebeptir. O da fânîdir, hiçbir þey yapamaz. Tasarrufa gücü, kuvveti yoktur. Böyle söylemek, böyle inanmak þirk olsaydý, Allah´tan baþkasýna güvenmek olsaydý, diriden de duâ istemek, bir þey istemek yasak olurdu. Diriden duâ istemek, bir þey istemek dînimizde yasak edilmemiþtir. Hattâ müstehâb olduðu bildirilmiþtir. Her zaman yapýlmýþtýr. Buna inanmayanlar, öldükten sonra kerâmet kalmaz diyorlarsa, bu sözlerini isbât etmeleri lâzýmdýr. Evet, evliyânýn bir kýsmý öldükten sonra, âlem-i kudse yükseltilir. Huzûr-i ilâhîde her þeyi unuturlar. Dünyâdan ve dünyâda olanlardan haberleri olmaz. Duâlarý duymazlar. Bir þeye vâsýta, sebeb olmazlar. Dünyâda olan, diri olan evliyâ arasýnda da böyle meczûblar bulunur. Bir kimse, kerâmete hiç inanmýyor ise, hiç ehemmiyeti yoktur. Sözlerini isbât edemez. Kur´ân-ý kerîm, hadîs-i þerîfler ve asýrlarca görülen, bilinen olaylar, onu haksýz çýkarmaktadýr. Evet bir câhil, bir ahmak, dileðini Allahü teâlânýn kudretinden beklemeyip, velî yaratýr, yapar derse, bu düþünce ile ondan isterse, bunu elbet yasak etmeli, cezâ da vermelidir. Fakat bunu ileri sürerek, Ýslâm âlimlerine, âriflere dil uzatýlmaz. Çünkü, Resûlullah efendimiz kabir ziyâret ederken, mevtâya selâm verirdi. Mevtâdan bir þey istemeyi hiç yasak etmedi. Ziyâret edenin ve ziyâret olunanýn hâllerine göre, kimine duâ edilir, kiminden yardým istenir. Peygamberlerin kabirde diri olduklarýný her müslüman bilir ve inanýr.
Evliyânýn büyüklerinden Gavs-ül-âzam Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) kabir ziyâretine dâir buyurdular ki: "Kabirleri zi- yâret ediniz. Sâlih kimseleri de ziyâret ediniz. Hayýrlý iþler yapýnýz. Böyle yaparsanýz, her þeyiniz düzelir."
Evliyânýn büyüklerinden Adiyy bin Müsâfir (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Kabir sýkmasý, kabir azâbý ve nîmetinin hesâblâ mîzânýn hak olduðuna inanmalýdýr. Mîzânýn iki kefesi vardýr. Burada kullarýn iyilikleri ve kötülükleri tartýlýr. Ýyilikleri hafif gelen Cehennem´e gider. Muhammed aleyhisselâmýn ümmetinden mümin olanlarýna þefâatý haktýr.
Büyük velîlerinden ve Mâlikî mezhebi fýkýh âlimi Ahmed Bâbâ Ten- bektî (rahmetullahi teâlâ aleyh) cumâ günü olduðu zaman, kabristanlara gider, kimlere ait olduðu bilinmeyen kabirleri ziyâretle kabirdeki kimsele- rin rûhuna Kur´ân-ý kerîm okur, duâ ederdi.
Hindistan velîlerinden Ahmed Diyobendî (rahmetullahi teâlâ aleyh) insanlara doðru yolu anlatmak için hilâfet aldýðý ilk zamanlarda hocasý Ýmâm-ý Rabbânî hazretlerine þöyle bir mektup yazdý:
"Bendeniz kendimde hiç bir mânevî hâl ve kemâl bulmuyorum. Ýki kiþiye zikir ile ilgili bir vazîfe vermiþtik. Onlarda birçok hâller görüldü."
Bunun üzerine Ýmâm-ý Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) þu cevabý yazdý: Mektûbunuzda; kendimde bu yolun büyüklerine âit hâller, ilimler ve mârifetlerden bir þey bulamýyorum. Bununla berâber iki kiþiye bu yolu öðrettim. Onlarda bunun tesirleri, garip hâller görüldü. Bunun sebebi nedir? diye yazýyorsunuz.
Bil ki, o iki kiþide görülen hâller, sizin hâllerinizin aksetmesiyle meydana gelmiþtir. Sizin hâlleriniz onlarýn istidâd aynasýnda görülmüþtür. Ýlim sâhipleri olduklarý için kendi hâllerini bilmiþlerdir. Maksat bu hâllerin hâsýl olmasýdýr. Bu hâlleri bilmek de ayrý bir devlet ve nîmettir. Bâzýsýna bu ilmi verirler, bâzýsýna vermezler. Bununla berâber her ikisi de evliyâlýk hâlidir. Allahü teâlâya yakýn olmakta eþittirler."
Hindistan´da yetiþen büyük velîlerden Ahmed Saîd-i Fârûkî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) Resûlullah efendimizin kabrinin nasýl ziyâret edileceði sorulduðunda buyurdular ki: Resûlullah efendimizin kabrini ziyâret eden kimse, dünyâ iþlerini ve bu ziyâretle alâkalý olmayan her þeyi kalbinden çýkarýr. Bunun için gayret gösterir. Bu gayrete, kalbinde, Resûl aleyhis- selâmdan istimdâd, yardým isteme hâli meydana gelinceye kadar devâm eder.
Dünyâ sevgisi ve nefsin arzu ve istekleri gibi kirli düþüncelerle meþgûl olan bir kalb, Resûlullah efendimizin yardýmlarýna kavuþmaktan mahrûmdur. Hattâ o huzurda böyle bir kalb ile bulunmak bile uygun deðildir. Mümkün olan nisbette kalbini uygunsuz düþüncelerden temizlemeye gayret ederek ve o huzurda bulunmaya layýk olmadýðýný düþünerek, mahzûn bir gönülle, Resûlullah efendimizin af ve merhametlerinin geniþliðinden ümitli olarak, O´nun kabr-i þerîfinde bizim bilmediðimiz bir hayat ile diri olduðunu, ziyâretine gelenleri, ziyâretçinin derecesi, hâli ve kalbine göre tanýyýp, yardým ettiðini ve daha bunun gibi þeyleri düþünerek ziyâret eder. Muhabbet ve baðlýlýðý nisbetinde o deryâdan feyz alýr. Ýki cihân saâdetine kavuþmanýn, ancak ve yalnýz dünyâ ve âhiretin efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi olmaya baðlý olduðunu düþünerek, her hâlinde O´nun sünnet-i seniyyesine uymaya çalýþýr.
Ahmed Saîd hazretleri buyurdular ki: "Düþünerek, kendinden evvel vefât etmiþ olan akrabâ ve dostlarýnýn hâlinden ibret alarak kabir ziyâreti yapmak, katý kalpleri yumuþatmakta pek faydalýdýr. Bu sebeple kabir ziyâretini çok yapmak lâzýmdýr."
Buhârâ´da yetiþen en büyük velîlerden Alâeddîn-i Attâr (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) kabir ziyâreti hakkýnda buyurdular ki: "Bir âlimi ve evli- yâyý ziyâret etmekten maksad, Allahü teâlâya yönelmektir. O büyüklerin rûh-ý þerîflerini tam bir yönelme ile ziyâret, cenâb-ý Hakk´ýn rýzâsýna kavuþmaya vesîledir. Nitekim görünüþte halka tevâzu, hakîkatte Hakk´a tevâzudur. Çünkü insanlara Allahü teâlânýn rýzâsý için tevâzu göstermek makbûldür, kýymetlidir."
"Sâlih zâtlarýn kabirlerine yakýn bulunmanýn, iyi yönden çok tesiri vardýr. Ancak onlarýn rûhâniyetlerine yönelmek, kabirlerine yakýn olmaktan daha iyidir. Zîrâ, iyi tesirin yakýnlýk, uzaklýk ile bir baðlantýsý yoktur. Her yer aynýdýr. Nitekim, bu mânâda Resûlullah efendimiz; "Her nerede bulunursanýz, bana salevât okuyunuz." buyurdu.
Horasan´da yetiþen velîlerin meþhurlarýndan, tefsîr, kýrâat, hadîs, fýkýh ve tasavvuf âlimi olan Alâüddevle Semnânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri "Evliyânýn rûhâniyetinden istifâde edebilmek için, mezarýna gidip ziyâret etmeye lüzum var mýdýr? Nerede olursa olsun, bir velînin rûhuna teveccüh olunursa, rûhu orada hâzýr olmaz mý?" diye sordular. Cevâbýnda; "Kabir baþýna gitmenin çok faydasý vardýr. Evliyâyý ziyârete giden kimse, yolda hep onu düþünür, ona teveccühü her adýmda artar, mezarý baþýna gelip topraðýný görünce, hep onunla meþgûl olur. Teveccühü arttýkça, ondan istifâdesi artar. Evet, rûhlar için bir mâni, perde yoktur. Onlar, hatýrlandýðý her yerde hâzýr olurlar. Fakat dünyâda iken, yýllarca, beraber bulunduðu beden o topraktadýr. Onun için rûhun bu topraða uðramasý, nazarý ve baðlýlýðý, baþka yerlere olandan daha çoktur. Birgün Cüneyd-i Baðdâdî´nin vaktiyle çile çekmiþ olduðu odaya girdim. Burada çok zevklendim. Sonra Cüneyd´in mezarýna gittim. Orada önceki zevki bulamadým. Sebebini mürþidime sordum. "O zevkler, Cüneyd-i Baðdâdî hazretlerinin sebebi ile mi hâsýl oldu?" buyurdular. "E- vet!" dedim.
"Ömründe birkaç gün kaldýðý yerde zevk hâsýl olduðuna göre, senelerce, birlikte bulunduðu bedeni yanýna gidince, elbette daha çok zevk hâsýl olmak lazým gelir. Belki mezarý baþýnda iken baþka þeyleri görerek ona teveccühün azalmýþ olabilir." Buyurdular.
Tâbiîn devri âlim ve evliyâsýndan Amr bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlatýr: "Medîne´de birisinin kýz kardeþi vefât etti. O kimse þöyle anlattý: "Kýzkardeþimi defnettiler. Kabri baþýndan ayrýldýk. Benim deðerli bir yüzüðüm vardý. Kayboldu. Onun kabrine düþtü zannýyla kabrine gittim. Kabrin lahdi üzerindeki tahtayý kaldýrdým. Ateþ alevleri yüzüme vur- du. Baktým, mezarýn içi ateþle dolu. Tahtayý yerine koydum. Mezarýn üs- tünü sýkýca kapatýp aðlayarak eve döndüm. Annemden, kýz kardeþimin huyunun nasýl olduðunu sordum. Bana; "Ýki kötü huyu vardý. Biri nama- zýna gevþekti. Ýkincisi koðuculuk yapardý." cevâbýný verdi. Bundan anla- þýlmýþ oldu ki, bu iki kötü huy, kabir azâbýna sebeptir."
Tâbiîn devrinde Medîne´de yetiþen büyük âlimlerden Atâ bin Yesâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin rivâyet ettiði bir hadîs-i þerîfte, Peygamberimiz hazret-i Ömer´e hitaben; "Ey Ömer! Öldüðün vakit a-damlarýn gidip senin boyuna uygun bir mezar hazýrlayýp, seni yýkayýp ke- fenledikten ve koku sürdükten sonra, seni götürüp mezara koyduklarý ve topraðý üzerine örterek geri döndükleri vakit hâlin nice olur? Münker ve Nekir adýndaki kabrin iki büyük ibtilâsý (suâl melekleri) sana gelir. Sesleri yýldýrým indiren gök gürültüsü, gözleri parlak þimþekler gibi, uzun saçla-rýný sürürler. Uzun ve sivri diþleri ile mezarýn topraklarýný alt üst ederler. Sana çeþitli zorluklar çýkarýrlar. Seni korkuturlar. O vakit senin hâlin nice olur ey Ömer?" buyurdu. Hazret-i Ömer de; "Bu zamanki aklým o zaman da baþýmda olacak mý?" diye sordu. Resûl-i ekrem efendimiz; "Evet." buyurunca; "Ben onlarýn hakkýndan gelir, gerekli cevaplarýný veririm." dedi.
Hindistan´ýn büyük velîlerinden Bedî´uddîn Sehârenpûrî hazretlerine, Ýmâm-ý Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin, yazdýðý mektubun bir bölümü aþaðýdadýr:
...Kabirdeki hayât, bir bakýmdan, dünyâ hayâtýna benzediði için, meyyit terakkî eder, derecesi yükselir. Kabir hayâtý, insanlara göre deðiþir. Hadîs-i þerîfte; "Peygamberler, (aleyhimüsselâm) kabirlerinde namaz kýlar". buyruldu. Peygamberimiz mîrâc gecesinde, Mûsâ aleyhisselâmýn kabri yanýndan geçerken, mezarda namaz kýlarken gördü. O ânda göðe çýkýnca, Mûsâ aleyhisselâmý gökte gördü. Kabir hayâtý, þaþýlacak bir þeydir. Bu günlerde, merhûm büyük oðlum (Muhammed Sâdýk) dolayýsý ile, kabir hayâtýna bakarak, þaþýlacak gizli þeyler görülüyor. Bunlardan az bir þey bildirsem, akýl ermez. Fitnelere, karýþýklýða sebeb olur. Cennetin tavaný, Arþ´dýr. Fakat kabir de, Cennet bahçelerinden bir bahçedir. Akýl gözü bunu göremiyor. Kabirdeki þaþýlacak þeyler, baþka bir gözle görülüyor. Yarým yamalak da olsa, inanmak, azâbdan kurtulmaða sebeptir. Fakat, o güzel kelimenin (Kelime-i tevhîd) Hak teâlâ tarafýndan kabûlü için (dünyâda dînin emirlerine uymak), sâlih emirleri iþlemek lâzýmdýr...
Evliyânýn büyüklerinden ve kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin on beþincisi olan Þâh-ý Nakþibend Behâeddîn Buhârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Tûs þehrine gidip, birkaç gün kaldý. Bir gün talebe ve ahbâbýyla Þeyh Mâþuk-ý Tûsî´nin kabrini ziyârete gittiler. Mezarýn yanýna gelince: "Esselâmü aleyke, yâ Mâþuk-ý Tûsî, nasýlsýn, iyimisin? buyurdu. Kabirden; "Ve aleykesselâm. Ýyiyim, çok rahatým." diyen bir ses geldi. Yanýndakilerin hepsi, bu cevâbý duydular. Orada bulunanlardan biri, Behâeddîn Buhârî hazretlerinin büyüklüðüne inanmazdý. Bu kerâmeti görünce, tövbe etti. Bundan sonra talebelerinden ve sevdiklerinden oldu.
Zamânýn büyüklerinden Abdülkuddüs þöyle anlatmýþtýr: Behâeddîn Buhârî hazretlerini kabrine koyduk. Gördüm ki, mübârek yüzleri tarafýndan "Mü´minin kabri Cennet bahçelerinden bir bahçedir." hadîs-i þerîfinde buyurulduðu gibi, Cennet´ten bir kapý, kabr-i þerîflerine açýldý. O kapýdan iki hûri gelip, ona selâm verdi ve; "Allahü teâlâ bizi, sizin için yarattýðý vakitten beri sizi bekliyoruz." dediler. Hâce hazretlerinin onlara; "Ben Hak teâlâ hazretleri ile ahdettim ki, O´nun hiçbir þeye benzemeyen, nasýl olduðu anlatýlamayan dîdârýný görmedikçe, benim yolumda bulunanlara ve benden hakký iþitip amel edenlere þefâat etmedikçe, hiçbir þey ve hiçbir kimse ile meþgûl olmam." dedi. Vefâtýndan sonra sevenlerinden biri onu rüyâda görmüþ ve; "Ne amel iþleyelim ki kurtuluþa erelim?" diye sormuþtur. "Son nefeste ne ile meþgûl olmak gerekirse, onunla meþgûl olunuz." buyurmuþtur.
Anadolu´da yetiþen âlimlerden ve evliyâdan Cemâleddîn Aksarâyî (rahmetullahi teâlâ aleyh) defnedilmesinden sonra dersleri yarým kalan talebeleri birlikte toplanýp kabrinin baþýna gittiler. Saygý ve hürmetle ziyâret edip rûhuna Kur´ân-ý kerîmden sûreler okudular. Devâm ederek; "Hocam! Hocam! Biz geldik." dediler. Fakat Cemâleddîn-i Aksarâyî hazretlerinden ses gelmedi. Ýkinci ve üçüncü gün ayný durum oldu. Dördüncü gün kabrin baþýna geldiklerinde rûhâniyeti tecessüm edip; "Geldiniz mi yavrularým. Haydi dersimizi okuyalým." buyurdu. Yarým kalan derslerini tamamlayýp ayrýlacaklarý zaman talebeleri; "Hocam biz üç gündür kabrinizin baþýna geldik, toplanýp sizden cevap bekledik ama bir türlü cevap alamadýk. Sebebi neydi?" diye sordular. Cemâleddîn Aksarâyî hazretleri cevâben buyurdu ki: ,"Evlatlarým! Defnedildiðim kabrin yanýndan bir mümin geçiyordu. Kabristana karþý dönüp bir Fâtiha ve üç Ýhlâs-ý þerîf okudu. Burada yatan müminlerin rûhlarýna baðýþladý. O sevaptan nasîbimizi alabilmek için biz de sýraya girdik. Üç günde bana ancak sýra gelebildi. Onun için geç kaldým. Özür dilerim."
Devâm ederek buyurdular ki: "Efendim! Tâbiînden Hasan-ý Basrî hazretleri bir gün dergâhta otururken ihtiyar bir kadýn geldi. "Efendi hazretleri, benim bir kýzým vardý öldü. Hasretine dayanamýyorum. Bana bir duâ öðret de rüyâmda görüp hasretimi gidereyim." dedi. Hasan-ý Basrî hazretleri gerekeni yaptýktan sonra kadýn gitti. Fakat ertesi gün gözleri kan çanaðý gibi olduðu hâlde aðlayarak tekrar dergâha geldi. Hasan-ý Basrî hazretleri kadýna; "Niçin aðlýyorsun?" diye sorunca kadýn; "Kýzýmý rüyâda gördüm, ama üzerine katrandan bir elbise giydirmiþler cayýr cayýr yanýyor." dedi. Hasan-ý Basrî hazretleri ve yanýnda bulunanlar kendi sonlarýnýn nasýl olacaðýný düþünerek aðlaþtýlar.
Aradan bir müddet geçtikten sonra Hasan-ý Basrî hazretleri kendi rüyâsýnda vefât etti. Cennet´e girdi. O, Cennet´te gezerken muhteþem bir köþk ve önünde bir kadýn gördü. O kadýna; "Yavrum sen hangi peygamberin hanýmý veya kýzýsýn?" diye sordu. Kadýn; "Hayýr ben bir peygamberin hanýmý veya kýzý deðilim. Geçen gün size gelip de sizden rüyâsýnda kýzýný görmek isteyen kadýnýn kýzýyým." dedi. Hasan-ý Basrî hazretleri; "Kýzým annen senin Cehennem´de yandýðýný söyledi. Hâlbuki sen yüksek makamlardasýn. Bu makâma nasýl ulaþtýn?" buyurdu. Kadýn; "Efendim biz kabir hayâtýnda beþ yüz elli kiþi azâb görüyorduk. Bir mümin kabristana gelip on bir Ýhlâs, on bir Felak, on bir Nâs sûresini okudu. Kabristanda yatan müminlerin ruhlarýna baðýþladý. Allahü teâlâ bize azâb eden meleðe; "Benim âyetlerim ve adým hürmetine burada bulunan ve azâb görenleri affettim. Onlara azâb etmeyin ve birer makam verin." buyurdu. Onun için bu makâma geldim." dedi.
Hindistan´ýn büyük velîlerinden Ebü´l-Hayr Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) kabir ziyâretlerine gider, mânen istifâde ederdi. Kabir ziyâreti için sefere çýkmak câizdir buyururdu. Serhend ve Pâni-püt´e oradaki kabirleri ziyâret için gitmiþti. Din büyüklerinin kabirlerini ziyârete gidince tam bir edeb üzere bulunurdu. Ayakkabýlarýný çýkarýp, ellerini baðlar, baþýný önü- ne eðerek, kabrin yanýna giderdi. Yüzünü kabre dönerlerdi. Ýki dizi üzeri- ne oturarak Kur´ân-ý kerîm okurdu. Edeb ve hürmetle geri geri giderek kabrin yanýndan ayrýlýrdý.
Tâbiînin büyüklerinden. Hadîs ve fýkýh âlimlerinden Eyyûb-i Sahti- yânî hazretleri ile ilgili olarak Ýmâm-ý A´zâm (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ben Medîne´de iken, sâlihlerden Eyyûb-ý Sahtiyânî haz- retleri gelip, Mescid-i þerîfe girdi. Yüzünü Kabr-i Nebevî´ye döndü. Ziyâ- ret edip ayakta aðladý. Sonra geri çekildi."
Büyük velî, fýkýh ve tasavvuf âlimi Muhammed Hâdimî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Rum diyârýnýn seçilmiþ âlimlerinden olan mübârek babasý Mustafa Efendinin kabrini ziyârete gitmiþti. Kabrinin baþýnda Yâsîn sûresini okuyup sevâbýný, Peygamber efendimize bütün peygamberlere (aleyhimüsselâm), Eshâb-ý kirâma (radýyallahü anhüm) ve bütün ehl-i îmânýn rûhlarýyla birlikte, babasýnýn da rûhuna hediye etti. Sonra murâkabeye dalmýþ halde beklerken, Allahü teâlânýn izniyle babasý âniden mezarýndan kalktý. Çok heyecanlandý. Onu bu þekilde ilk defâ görüyordu. Sessizce bir müddet bekledikten sonra, ondan nasihat istedi. "Ýþte beni görüyorsun ya. Dünyânýn sebep ve alâkalarýndan hiçbir þey fayda vermiyor. Geçim husûsunda hýrs ve kötü emelden sakýnarak, cenâb-ý Hakk´a tevekkül et ve O´nun verdikle- rine râzý ol! Dünyâda sebeplerini yarataný unutup, ihtiyâcýný, görünüþte buna sebeb olan kula bildirirsen, cenâb-ý Hak seni elinden bir þey gelmeyene muhtâc eder. Eðer ihtiyâcýný herkese söylemeden sâdece Allahü teâlâya arz edersen, dünyâ bile sana muhtac olur." dedi.
Tâbiînin ve bu devirdeki evliyânýn en büyüklerinden Hasan-ý Basrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allah korkusu ile çok aðlardý. Bir defâsýnda dostlarýndan birinin cenâzesinde bulundu. Cenâze defnedilince kabir baþýnda aðlayýp, çok göz yaþý döktü. Sonra orada bulunanlara þöyle dedi: "Ey müslümanlar! Kabir dünyâ konaklarýnýn sonu, âhiret menzilinin ilkidir. Mâdem ki hepimiz ölüp kabre gireceðiz, o halde nasýl zevk, safâya dalýp, gezebiliriz. Îmân ehlinden olanlar kaygýlý uyanýr, kaygýlý akþamlar. Bunlar iki korku arasýndadýr. Biri geçmiþ bir günah ki, Allahü teâlâ tarafýndan nasýl karþýlanacaðý belli deðil. Biri kalan bir ömür ki, devâmý müddetince hangi tehlikelerle karþýlaþýlacaðý belli deðildir. Sonunda ölüme varacaðýný bilen, kýyâmette kalkýlacaðýna inanan, kalkýnca Allah´ýn huzûruna çýkacaðýna kânî olan kiþiye gereken þey, üzüntü ve endiþe içinde olmaktýr." Orada bulunanlar bu sözlerinden dolayý aðladýlar. Baþka bir seferde de; "Eðer Kur´ân-ý kerîm okuyorsanýz, dünyâda hüznünüz çok olsun, çokça aðlayasýnýz." buyurdular.
Anadolu velîlerinden Himmet Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir vâzý sýrasýnda söylediði beyti þöyledir:
Azýðýn var mý yola gitmeye
Döþeðin hazýr mý varýp yatmaya
Ejderler gibi dem çekip yutmaya
Yerler aðzýn açtý haberin var mý?
Tâbiînin tanýnmýþlarýndan ve evliyânýn büyüklerinden Ka´b-ül-Ahbâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Þöyle duydum: Sâlih insan kab- re konur. Namaz, oruç, hac ve zekât gibi amelleri etrâfýný sarar. Azab melekleri geldiðinde karþýlarýna namaz çýkar. Onlara; "Bu þahýs, ayaklarý ile Allahü teâlânýn huzûrunda durdu, namaz kýldý. Buna azab edemez- siniz." Sonra baþ tarafýndan gelirler, bu defâ oruç karþýlarýna çýkar; "Bu baþ, Allah için oruç tuttu, burada azâb edemezsiniz." der. Vücudun diðer kýsýmlarýna gittiklerinde, hac ve cihâd gibi ibâdetler karþýlarýna çýkarlar. Ellerine geldiklerinde eller; "Allahü teâlânýn rýzâsý için bu eller sadaka vermiþtir. Onun için azâb edemezsiniz." derler. Bütün bu durum karþý- sýnda azâb melekleri; "Mâdem ki dünyâda sâlih ve temiz bir kiþi olarak yaþadýn, güzel bir þekilde öldün, burada müsterih ol, rahat yat." derler. Sonra rahmet melekleri gelir. Cennet´ten ýþýk, yatak ve giyecek getirirler. Kabrini gözün görebildiði kadar geniþletirler. Kabrini aydýnlatýrlar. Kýyâmete kadar kabri aydýnlýk kalýr."
Tâbiînin ve âlimlerin büyüklerinden veli Ebû Eyyûb Meymûn bin Mihrân (rahmetullahi teâlâ aleyh) þöyle anlatýyor: ?Bir gün, Halîfe Ömer bin Abdülaziz ile beraber bir mezarlýða uðradýk. Halife aðladý ve ?Vallahi, þu mezara girip de azâbdan emin olan kimseden daha nasibli, daha bahtiyar kimse bilmiyorum? buyurdular.
Evliyânýn büyüklerinden Muhammed bin Anân (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri hakkýnda Gamri Câmii imâmý Emînüddîn þöyle anlattý: ?Berhemtuþ Kabristanýnda bulunan bir ölü, geceleri kabrinde baðýrýp duruyordu. Onun hâlinden bezen halk, durumu Muhammed bin Anân hazretlerine anlattýlar. Bunun üzerine o da, o gece kabrin baþýna gitti. Baþ ucunda Mülk sûresini okudu. Sonra o þahsý baðýþlamasý için Allahü teâlâya duâ etti. O geceden îtibâren o þahsýn baðýrmasý kesildi.?
Velî ve Hanbelî mezhebî fýkýh âlimi Muhammed Kudâme (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak Abdülmevlâ bin Muhammed?den þöyle nakledilmiþtir: ?Muhammed bin Ahmed hazretleri kabre konulunca, kabri baþýnda Kur?ân-ý kerîm okuyordum. Bir yerinde yanlýþ okumuþum. Kabirden seslenip, yanlýþýmý düzeltti. Sesini duyunca korkup, titremeye baþladým.?
Yine þöyle anlatýlmýþtýr: ?Kabri baþýnda Kehf sûresi okunuyor, o da kabirden: ?Lâ ilâhe illallah? diye sesleniyordu.?
Mýsýr´da yetiþen büyük velîlerden Muhammed Þâzilî (rahmetullahi teâlâ aleyh) karâfe kabristanýný ziyâret ettiði zaman, kabir ehline selâm verir, mezardakiler onun selâmýna yüksek sesle cevap verir ve orada bulunanlar bunu iþitirlerdi.
Ýmâm-ý Þa´rânî hazretleri þöyle nakletti: "Muhammed Þâzilî hazretleri ölüm hastalýðýnda; "Kimin bir hâceti, isteði olursa, kabrime gelsin; onu yerine getiririm. Çünkü sizinle benim aramda bir karýþ topraktan baþka bir engel yoktur. Bir karýþ toprak onunla talebeleri ve dostlarý arasýnda engel olan kimse velî deðildir." buyurdular.
Osmanlý âlim ve velîlerinden Muîdzâde (rahmetullahi teâlâ aleyh) efendinin talebelerinden biri þöyle anlatýr: "Bir gün Muhammed bin Abdü- lazîz´den Þerh-i Akâid okurken, konu kabir azâbýnýn îzâhýna gelmiþti. Hocam kabir azâbýnýn hak olduðunu vesîkalarý ile çok güzel îzâh etti. Orada bulunanlardan biri, kabir azâbýný inkâr etti. Kabir azâbýnýn olmadýðýný kuvvetli delîllerle îzâh edebileceðini söyledi. Hocam buna üzüldüyse de, bir cevap vermedi. Bu konuþmadan kýsa bir zaman sonra, o kimse, Mer´aþ´ýn yakýn bir köyüne gitmek için yola çýktý. Köye giderken, yolu bir kabristana uðradý. Eski bir kabrin baþýnda durdu. Baktý ki, kabire açýlan bir delik var. Elini bu delikten kabre soktu. Sokmasý ile berâber feryâda baþlamasý bir oldu. "Yandým, ölüyorum, elimi kurtarýn!" diye avaz avaz baðýrýyordu. Yanýnda bulunan yol arkadaþlarý donup kaldýlar. Ne yapacaklarýný þaþýrdýlar. Hiçbiri ne yardýma, ne de bir söz söylemeye kâdir oldu. Kabir azâbýný inkâr eden o kimse; "Ben kabir azâbýnýn hak olduðuna inandým. Önceki bozuk îtikâdýma tövbe ettim." dedi ve kolunu kabirden çýkardý. Baktýklarýnda elinde ve kolunda yanýk izleri vardý. Yanýnda bulunanlar bu hâlin o inkârcý kimseye bir ders ve ibret olarak meydana geldiðini anladýlar.
Niyâzî-i Mýsrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) evliyânýn büyüklerindendir. Sultan Abdülmecîd Hân hazretleri Selânik´e giderken fýrtýna sebebi ile gemi Limni´ye sýðýnmak zorunda kaldýðý zaman, uzaktan gördüðü türbenin kime âid olduðunu sordu. Yanýndakilerden birisi türbenin Niyâzî-i Mýsrî´ye âid olduðunu söyledi ve onun baþýndan geçenleri anlattý. Bunun üzerine Sultan Abdülmecîd, Niyâzî-i Mýsrî hazretlerinin kabrini ziyâret etmek için türbeye gitti. Türbede, Niyâzî-i Mýsrî´nin rûhâniyetine hitâben; "Ey Niyâzî-iMýsrî, kýymetini takdir edemeyen kimselere bedduâ eylemiþsin. Sonra gelen bizlerin bunda bir kabahati yok. Bizlere, feyzli nazarýnýn geldiði âþikâr olmadýkça, türbenden dýþarý çýkmam" diye yalvardý ve Kur´ân-ý kerîm okuyarak rûhuna hediye eyledi. Sultan Abdülmecîd Hân, Niyâzî-i Mýsrî hazretlerinin feyz dolu nazarlarýna kavuþunca dýþarý çýktý ve türbenin tâmir edilmesi için emir verdi.
Tâbiînin büyüklerinden, adâleti, insâfý ve güzel ahlâký ile meþhur Halîfe Ömer bin Abdülazîz (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak Meymûn bin Mihran þöyle anlatýr: ?Ömer bin Abdülazîz ile berâber bir kabristana uðradýk. O, kabirleri görünce aðladý. ?Ey Meymûn! Þu gördüðün kabristanda yatanlar, babalarým Emevîlerdir. Bunlarýn hepsi gelip geçtiler. Lâkin þimdi sanki dünyâya hiç gelmemiþler, dünyâ lezzetlerini hiç tatmamýþlardýr. Þu anda toprak altýnda yatýyorlar ve cesetlerini kurtlar yemektedir...? Hem böyle söylüyor, hem de aðlamaya devam ediyordu. Sonra buyurdu ki: ?Vallahi burada, kimin azâbda olduðunu, kimin Allahü teâlânýn azâbýndan emin olduðunu bilemiyorum.?
Ömer bin Abdülazîz hazretleri yine buyurdu ki: ?Geçen gece ölüleri düþündüm. En samîmi bir dostun ölse, onu üç gün sonra mezarýnda görsen, oradan kaçarsýn. Orada dolaþan kurt ve böcekleri, akan irinleri, pis kokular arasýnda kurtlarýn kendisini nasýl parçaladýðýný, kefeninin bozulduðunu, vücûdunun pis hâle geldiðini görüp kendisinden nefret ederdin.? Bunlarý söyledikten sonra bayýlýp düþtü.
Âlimlerden birisi Ömer bin Abdülazîz?i ziyâret etti. Çok ibâdet etmekten yüzünde ve rengindeki deðiþikliði görerek; ?Bu ne hâldir?? dedi. Ömer bin Abdülazîz ?Sen beni ölümümden bir kaç gün sonra mezarýmda ziyâret etsen, gözlerimin çýkýp, yanaklarýmýn üzerine akdýðýný, dudaklarýmýn diþlerimi kapayamadýðýný, aðzýmýn açýk kalýp oradan irin ve cerahatin akmakta olduðunu, karnýmýn þiþip göðsümün üzerine geldiðini, baðýrsaklarýmýn döküldüðünü, burun deliklerinden irin ve kurtlarýn çýktýðýný görmekle þimdi gördüðünden çok daha feci bir manzara ile karþýlaþýrdýn.? dedi.
Ömer bin Abdülazîz yanýndaki toplulukla berâber bir cenâzeyi defnetmiþlerdi. Herkes gitmiþ, fakat Ömer bin Abdülazîz bâzý yakýnlarý ile berâber orada kalmýþtý. Yanýndakiler ona: ?Ey müminlerin emîri! Sen bu cenâzenin sâhibi misin de, burada kaldýn. Halbuki falanca cenâzeleri için böyle beklememiþtin? dediler. Ömer bin Abdülazîz onlara þöyle cevap verdi: ?Kabir bana arkamdan þöyle seslendi: ?Ey Ömer bin Abdülazîz! Dostlarýný ne yaptýðýmý hiç sormuyorsun.? dedi. Ben de; ?Söyle ne yaptýn.? dedim. Bana; ?Onlarýn kefenlerini yýrttým, vücutlarýný parçaladým. Kanlarýný emdim. Etlerini yedim.? dedi. Tekrâr þöyle seslendi: ?Ey Ömer bin Abdülazîz! Bana o dostlarýnýn mafsallarýný ne yaptýðýmý hiç sormuyorsun.? deyince, ona, ?Ne yaptýn?? diye sordum. Bana, ?Onlarýn ellerini kollarýndan ayýrdým. Kollarýný, pazularýndan, pazularýný omuzlarýndan, kalçalarýný uyluklarýndan, uyluklarýný dizlerinden, dizlerini ökçelerinden, ökçelerini ayaklarýndan ayýrdým.? dedi. Kabirden bu sözleri naklettikten sonra, Ömer bin Abdülazîz aðlamaya baþladý ve þöyle buyurdu: ?Dünyâ ne kadar aldatýcý. Dünyâda üstün ve kýymetli, makam ve mevki sâhibi olmak, hiç fayda vermiyor. Genç olan ihtiyarlýyor. Her canlý sonunda ölüyor. Geçici ve aldatýcý olduðunu bildiðiniz halde sakýn dünyâ lezzetleri ve zevkleri sizi aldatmasýn. Birkaç günlük dünyâ hayatýndaki geçici lezzetlere sarýlýp, âhireti unutan, aldanmýþtýr. Hani, nerede bizden önce bu dünyâda yaþýyanlar. Hani onlar, büyük ve modern þehirler kurmuþlardý. Büyük ve derin kanallar kazmýþlar ve barajlar yapmýþlardý. Onlar, bir göz açýp kapama denecek kadar, az bir müddet dünyâda kaldýlar. Burada, sýhhatlerine güç ve kuvvetlerine aldandýlar. Bu yüzden günahlar iþlediler. Halbuki, herkes onlara mallarýnýn çokluðundan dolayý, keþke, onun serveti gibi bizim de olsa diyorlardý. Þimdi onlarýn hâli ne oldu. Toprak onlarýn bedenlerini yedi. Kemikleri kurtlara azýk oldu. Fakat onlar, dünyâda iken, kuvvetli bir âile içerisinde idi. Evleri, güzel eþyâlarla döþeli ve hizmetçileri vardý. Herkes kendisine ikrâmda bulunuyor, âciz kaldýðý iþlerde kendisine yardýmcý oluyorlardý.?
Kabir yine Ömer bin Abdülazîz?e þöyle dedi: ?Sen, kabirlere uðradýðýn zaman, dünyâda iken zengin olanlara, zenginliðinizden ne kaldý, fakirlere de fakirliðinizden ne kaldý diye sor. Yine onlara, dünyâda kendileriyle güzel güzel konuþtuklarý dillerini sor. Ne oldu o konuþan dillere? Niçin susuyorlar? O dünyâ güzelliklerini kendileriyle seyrettikleri gözlerine de sor. Niçin þimdi bakmýyorlar? Hani nerede o nâzik tenleri, nerede o güzel yüzleri. Bu çukurun kurtlarý onlara ne yaptý. Hani burada yatanlarýn o güzelim renkleri. Etlerine ne oldu. Niçin o yüzler toprak olmuþ. Nerede o güzellikler. Ýþte onlarýn uzuvlarý tamamen ortaya çýkmýþ, paramparça olmuþ. Halbuki dünyâda güzel bir hayatlarý vardý. Dünyâya dalýp, sâlih amel yapmadýlar. Âhireti unuttular. Onun için hazýrlýk yapmadýlar. Fakat, ölüm kendilerini yakalayýverdi. Dostlarýndan ayrýldýlar. Buraya þu sessiz sedâsýz, yere geldiler. Vücûdlarý çürüdü. Baþlarý boyunlarýndan ayrýldý, âzâlarý parça parça oldu. Gözbebekleri yanaklarýna akýp gitti. Aðýzlarý kan ve irinle doldu. Haþereler, kurtlar, böcekler, bedenleri üzerinde gezer oldu. Bir müddet sonra, kemikleri de çürüdü. Onlar, dünyâdaki rahatlýklarýný býrakýp, bu dar yere geldiler. Arkalarýnda býraktýklarý hanýmlarý baþkalarýyla evlendi. Çocuklarý yetim kaldý. Yollarda, þurada burada kimsesiz, sâhipsiz dolaþýr oldu.
Öyleyse, ey yarýn bu kabirlerin sâkini olacak insan! Seni þu fânî dünyâda aldatan nedir? Sen dünyâda devamlý kalacaðýný mý sanýyorsun? Elinde bir senedin var mý? Görmüyor musun, ölüm her gün birisine geliyor! Yoksa susuzluktan, terlere boðan o korkudan sana rahatlýk ve teselli veren bir þey mi var? Keþke sen o sert toprak üzerindeki hâlini bilseydin!
Ey insan! Rüyâda çeþit çeþit lezzetlere ve zevklere kavuþan bir insan gibi, dünyânýn þu geçici faydalarýyla seviniyor, küçük ve basit iþlerle uðraþýyorsun. Ey aldanma içerisinde bulunan insan! Gündüzün yanýlma ve gaflet, gecen uyku içinde geçiyor. Sonunda piþman olacaðýn iþleri yapýyorsun. Hayvanlar da dünyâda böyle yaþar.?
Ömer bin Abdülazîz hazretleri oradan ayrýlýp gitti. Aradan bir Cumâ geçti ve vefât etti.
Tâbiînin, zâhid, âbid ve müttekilerinden ve velî Sâbit bin Eslem el-Benânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Mümin, kabre konduðu zaman, dünyâda yapmýþ olduðu sâlih ameller, onu kuþatýrlar."
Tâbiîn devrinde Basra´da yetiþen meþhûr hadîs ve fýkýh âlimlerinden ve velî Sâlih bin Beþîr el-Mürrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) þöyle anlatýyor: Bir gün kabristana gitmiþtim. Mezarlara bir baktýðýmda, dilsiz, sâkin ve sessiz bir topluluk gördüm ve onlara þöyle seslendim: "Cesetlerinizi ve ruhlarýnýzý birbirinden ayýrdýktan sonra birleþtirecek ve uzun bir imtihandan geçirdikten sonra sizi diriltip haþredecek olan Allahü teâlânýn þâný ne yücedir!.."
Osmanlý âlim ve velîlerinden Sýbgatullah Arvâsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) kabir azâbýyla ilgili olarak buyurdular ki: Kabir azâbý, dünyâ sevgisini âhiret sevgisine tercih edenlere olur. Ýkisinin sevgisi müsâvî, yâhut âhireti dünyâdan çok sevene kabir azâbý yoktur."
Büyük velîlerden Süfyân-ý Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimse, hep ölümü hatýrlar, ömrünü ölüme ve ondan sonraki hayata hazýrlamakla geçirirse, kabri Cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Ölümü hiç hatýrlamaz, gafletle günleri geçerse, onun kabri Cehennem çukurlarýndan bir çukur olur."
Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin otuz birincisi olan Seyyid Tâhâ-i Hakkârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; "Amcanýz Seyyid Abdullah hazretlerinin üzerinde türbe vardýr. Baþkalarýnda ise yoktur. Acabâ hikmeti nedir?" diye sordular. Seyyid Tâhâ hazretleri de þöyle buyurdular: "Biz Berdesûr´dan Nehrî´ye gelmeden önce, basit bir þekilde örtmüþler. Amcam sað olsaydý, babasýnýn üstünü dahî örtmezdi. Mâdem ki, siz örttünüz, biz bir þey demiyoruz. Ama bizim üzerimiz örtülmeyecektir." (Gerçekten bu emir devâm etmektedir. Baþkale´de, Gayda´da, Arvas´da, Van´da, Ankara´da ve diðer yerlerdeki ona baðlý seyyidlerin hiçbirinin üstü örtülü yâni türbe içinde deðildir.)
Tasavvuf ehli ve halk þâiri Yûnus Emre (rahmetullahi teâlâ aleyh) Ankara-Eskiþehir demiryolunun kenarýnda bulunan türbesi, 1948?de yolun geniþletilmesi için kaldýrýlmak istendi. Fakat bir türlü bu iþte muvaffak olunamadý. Hattâ bir defâsýnda, döþenen raylarýn sökülüp, sekiz metre geriye atýldýðý görüldü. Bunun üzerine Yûnus Emre için bir türbe yapýlýp, kabrinin oraya nakline karar verildi. Yûnus Emre?nin yeni kabri, eskisinden 100 m kadar ileride bir tepecikte yapýldý. Yeni kabrine taþýyacak beþ kiþilik heyet, kimseye haber vermeden ve hiçbir merâsim yapmadan çalýþacaktý. Karar verildiði üzere hareket edildi. Yalnýz ertesi gün, Yûnus Emre?nin çevresine dâvetsiz, ilânsýz otuz binden fazla insan kalabalýðý toplandý.
Yûnus Emre?nin kabri îtinâ ile açýldý. Bedeni, 700 seneden beri hiç bozulmamýþ bir hâlde, bir eli yüzünde, bir eli kalbinin üstünde, rahat bir þekilde uzanmýþ yatýyor görüldü. Mübârek bedeni oradan alýndý, tabuta kondu ve kalabalýðýn elleri üzerinde, 100 metrelik mesâfe tam üç saatte katedildi. Yeni mezarýna defnedildi. Yûnus Emre?nin vasýyeti þu idi: ?Beni hocamýn türbesinde, giriþ yolu üzerine gömsünler!? Bundan murâdý, þeyhini ziyârete gelenlerin, kendisini çiðneyip de geçmeleriydi. Bu, hocasýna ne ölçüde baðlý olduðunu göstermektedir.
Ynt: Kabir By: ceren Date: 02 Temmuz 2016, 17:33:14
Esselamu aleykum.Allahin emrine uyan ve hayatini islam yolunda gecirip kabri nurdan cennetden bir bahce olan kullardan olalim inþallah.Rabbim razi olsun paylasimdan kardeþim...
radyobeyan