Fýkhi Mezhepler Tarihi
Pages: 1
Davud Ez-Zahiri ve Mezhebi By: neslinur Date: 21 Ocak 2010, 09:42:18
Dâvûd Ez-Zâhiri ve Mezhebi






Zahirî Mezhebi

Dâvûd Ez-Zâhtrî (202-270 H.)

Mezhebinin Yayýlýþý

Endülüs´de Zâhîrî Mezhebi




DÂVÛD EZ-ZÂHÝRÎ VE MEZHEBÝ[1]


Zahirî Mezhebi



Bu bölümde Zahirî Mezhebini anlatacaðýz. Bu mezhebe´ göre fýkhý kaynaklar sadece nass´lardir. Þeriatýn hiç bir hükmü re´y ile açýklanmaz. Bu mezhebe baðlý olanlar, bütün çeþitleriyle re´y´i tanýmazlar. Kýyas, istihsan, masâlih-i mürsele ve zerâyi´i delil olarak kabul etmezler. Sadece nass´lan delil sayarlar. Nasss bulunmadýðý zaman istisbahýn hükmünü esas kabul ederler. îstishabýn hükmü de : «Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan O´dur.»[2] âyet-i kerimesiyle sabit olan ibahat-ý asliyyedir.

Bu mezheb mensuplarý, kabul ettikleri birçok hükümlerde diðer fakihlere muhalefette bulunmuþlardýr. Meselâ; bütün fakihlere göre ölüm döþeðindeki hastasýnýn tasarruflarý, vârislerin terekedeki hakkýna taallûk ettiði için, bazý kayýtlara tâbidir. Sözgelimi, malýný vârislerinden birine hibe etmek gibi bir tasarrufla bazý vârislerini kayýrma endiþesine kapýlacaðýndan onun bu hibesi vasiyet hükmünü alýr. Çünkü malýnýn tamamýný veya çoðunu vârislerinden birine hibe etmekle onun öteki vârislerini-mirastan mahrum býrakmak istemiþ olmasýndan endiþe edilmektedir. Fakat zahirilere göre böyle bir hastanýn tasarruflarý, ayný saðlam insanlarýn tasarruflarý gibidir. Dölayýsiyle böyle bir hasta bütün malýný hibe etse hiç bir kimsenin itiraz hakký yoktur. Zira ölüm döþeðindeki hastanýn tasarruflarýný kayýt altýna alan esas, seddu´z-zerâyi´a dayanan re´ydir. Halbuki zahirîler re´y´in hiç bir çeþidini tanýmamaktadýrlar. Zahirîler re´y´i terkedip nass´lara sarýlacaðýz derken son derecede tuhaf hükümler ileri sürmüþlerdir. Meselâ; insanýn idrarý ile suyun pis olacaðýna hükmetmiþlerdir. Çünkü bu konuda hadis-i þerif vardýr. Öte yandan domUzun idranyla suyun pis olmayacaðýna hükmetmiþlerdir. Zira bu konuda bir nass yoktur. Onlara: hayvanýn idrarý etine baðlýdýr, domUzun eti ise pistir, denilse, onlar; bu bir reydir, îslâ-mýn hükümlerinde re´y´in bir yeri yoktur, derler.[3]



Dâvûd Ez-Zâhtrî (202-270 H.)


Asýl adý Dâvûd b. Halef el-îsbahani´dir.[4] Hicrîüçüncü yüzyýlýn baþlarýnda doðmuþ ve 270 yýlýnda ölmüþtür. Fýkýf tahsilini Þafiî´nin talebelerinden yapmýþ ve onun yanýndan ayrýlmayan bir çok arkadaþýyla görüþmüþtür. O, Ýmam Þafii´ye son derecede hayranlýk duyardý. Hattâ Þafiî´nin faziletlerini anlatan bir de eser yazmýþtýr.

Dâvûd, Þafiî´nin fýkhýný tahsil ederken hadisle de meþgul olmuþtur. Çaðýnýn birçok muhaddislerinden hadîs dinlemiþ ve onlardan rivayetler yapmýþtýr. Memleketi oldn Baðdad´ta oturan muhaddisleri dinlediði gibi, Baðdad´ta bulunmayan muhaddislerden de hadis dinlemek için seyahatler etmiþtir. Meselâ; Nisabur´a gitmiþ, oradaki muhaddisleri dinlemiþtir. Rivayet ettiði hadisleri kitaplarýnda toplamýþtýr. Davud´un kitaplarý hadislerle doludur. Zahirî fýkhýný ortaya attýðý zaman rivayet etmiþ olduðu hadîslerden geniþ ölçüde faydalanmýþtýr.

Lâkin Dâvûd, tahsil etmiþ olduðu Þafiî fýkhýndan Zahirî fýkhýna nasýl geçmiþtir? Buna þöyle cevap verilebilir: Davud´un nass´larý esas kabul ediþi, bunlara büyük bir önem veren Þafiî fýkhýnýn tesirinde kalýþý ve çaðýndaki hadis rivayetinin çok oluþu, onu yalnýz nass´lara yöneltmiþtir. Çünkü Ýmam Þafiî, þeriatý daima nass´lara dayanarak tefsir ederdi. Dolayýsýyla þeriatýn kaynaklarým nass´lardan ve nass´lara hamledilen kýyastan ibaret sayardý. Þâfiîye göre içtihad, ya bir nassa dayanmalý, yahut da mevcut bir nass üzerine hamledilmelidir.

îþte Dâvûd ez-Zâhirî, bu düþünceyi daraltarak Þafiî´den Uzaklaþmýþ ve þeriatý yalnýz nass´lardan ibaret saymýþtýr. Ona göre, þeriatta re´y´in bir yeri bulunmadýðý gibi, îslâmî ilimler de ancak nass´larla olur. Dâvûd ez-Zâhiri, kýyasý da iptal etmiþtir. Kendisine: kýyasý nasýl iptal edersin? Halbuki Þafiî k)yas´ý kabul etmektedir, denil­diðinde; «Þafii´nin istihsaný iptal etmek için kullandýðý delilleri aldým; bir de gördüm ki bu deliller, kýyasý da iptal etmektedir» demiþtir.

Þeriatýn zahirine uyulmasýný ve sebepleri âraþtýrýlmaksýzýn nass´-larýn zahirine göre hüküm verilmesini ilk olarak Davud´un ileri sürdüðünde âlimler ittifak etmiþlerdir. Bunun içindir ki Hatîb Baðdadî, Dâvûd ez-Zâhiri´nin haltercemesini anlatýrken þöyle der: «Zahiri mezhebini ilk olarak benimseyen, hükümlerde kavli olarak kýyasý tanýmadýðý halde,- «delil» adým vererek, fiilen kýyasa baþvurmak zorunda kalan O´dur.»[5]

Baðdadî´nin zikrettiði «delil». Zahirîlere göre sarih nass´lara dayanan fýkhî istidlal esaslarmdandýr, kýyas çeþitlerinden deðildir. Delilin birkaç önerme (kaziye) leri vardýr. Þöyle ki: Ýki öncülü (mukaddimeyi) ihtiva eden bir nass zikredilir ve netice açýklanmaz. Meselâ; «Her sarhoþluk veren þey þarap (hamr) dýr ve her þarap ha­ramdýr.» Buradan *Her sarhoþluk veren þey haramdýr neticesi çýkmaktadýr, Fakat bu neticeyi nass açýkça ifade etmemektedir. Bu bir kýyas sayýlýr mý? Hayýr; bu, lâfzýn delâletidir veya mantýkçýlarýn deyiþiyle «Kýyas-ý izmari (kiyas-ý matvi dürülgen kýyas) dýr.»

Zahirîlerin, «delil» adýný verdikleri istidlal usullerine diðer bir misal olmak üzere þart fiilini tamim ediþlerini söyleyebiliriz. Meselâ; «... vazgeçerlerse geçmiþ olan (günah) lan yarlýganacaktýr...»[6] âyetindeki þart fiilini umumîleþtirirler. Bu nass, kâfirler hakkýnda vârid olmuþtur. Fakat lafzýndan anlaþýlan mânâ, isyan halinde bulunan ve bu isyana son verip tevbe eden herkesin Allah´ýn maðfiretine dahil olduðunu gösterir. Buradaki tamim, nass´m zahirinden ileri gelmektedir. Kýyas yoluyla deðildir...

Allah, Dâvûd b. Ali´ye zengin bir hadis ilmi vermiþtir. Onun kitaplarý hadisle doludur. Zira yukarýda söylediðimiz gibi, onun fýkhý hadislere dayanmaktadýr. Fakat zahiri mezhebini ortaya attýðý ve : elimizdeki Kur´an-ý Kerîm mahluktur, dediði için ondan çok az hadîs rivayet edilmiþtir. O çaðdaki âlimler, Kur´an-ý Kerim´in mahluk olduðunu söyleyenleri bid´atçýlýkla itham ediyorlar ve bid´atçýdan hadis rivayetini caiz görmüyorlardý. Bununla beraber Dâvüd´dan az miktarda hadis rivayet edilmiþtir. Hatib Baðdadî þöyle der: «Dâvûd´dan oðlu Muhammed, Zekeriyyâ b. Yahya es-Sâci, Yusuf b. Ykub b. Mihran ed-Davûdi ve Abbas b. Ahmed el-Müzekkir hadis rivayet etmiþtir.»[7]

Öyle anlaþýlýyor ki Dâvüd´dan hadis rivayet edenler, onun mezhebine giren ve fýkhýný benimseyenlerdir. Fakat, umumî olarak, fa-kih ve muhaddisler ondan hadis rivayet etmekten çekinmiþlerdir. Bilhassa Dâvûd, Kur´an, fýkhî istidlal ve bazý fýkýh mes´eleleri hakkýndaki görüþlerini ilân ettikten sonra âlimler ondan nefret etmiþlerdir. Meselâ; Davud´a göre cünüp veya abdestsiz kimse Mushafa dokunabilir. îþte bu gibi görüþlere sahip olan Dâvüd´dan büyük muhaddisler nefret etmiþler ve ondan hadis rivayet etmemiþlerdir.

Dâvûd, Ahmed b. Hanbel´den hadis rivayet etmek istemiþ, fakat Ahmed b. Hanbeî onunla görüþmekten kaçýnmýþtýr. Çok zeki bir kimse olan Dâvûd, Ahmed, b. Hanbel´le görüþmek için bir çare aramýþ, bu maksatla Baðdad´ta görüþlerini açýklamaktan kaçýnmýþ ve onlarý Nisabur´da ilân etmiþtir. Bununla beraber Ahmed b. Hanbel, ona kendisiyle görüþme imkâný vermemiþtir. Bunun üzerine Dâvûd, Ahmed b. Hanbel´in oðlu Salih´e baþvurmuþtur. Salih babasýyla konuþmuþ ve müsaade istemiþtir. Babasýna; bir adam, size gelmek için benden ricada bulundu, demiþ, babasý da; adý nedir? diye sormuþ, o da; Dâvûd´dur, diye cevap vermiþtir. Ahmed b. Hanbel; O, Ýsbahanlý mýdýr? demiþ, Salih de, babasýnýn görüþmekten kaçýnmamasý için onu tam olarak tanýtmak istememiþtir. Fakat Ahmed b. Hanbel, böyle muhalif fikirli bir kimseyi kabul etmek hususunda çok titizlik göstermiþ, bu þahsýn Dâvûd b. Ali b. Halef olduðunu öð-´ reninceye kadar durumu tetkik etmiþ ve oðluna; «Muhammed b. Yahya bana bu adamýn; Kur´an mahluktur, diye iddia ettiðini yazdý. O, bana asla yaklaþmasýn!» demiþtir. Salih de; «Kendisi, böyle bir iddiada bulunduuðnu inkâr ediyor.» diye cevap vermiþtir. Fakat Ýmam Ahmed b. Hanbel, hakîkatta onun durumunu gizlemekten ibaret olan bu inkârýnýn sebebini anlamýþtýr. Zâten, kendisine Muhammed b. Yahya da: «Onu iyi öðren ve izin verme» demiþti.[8]

Kýsaca Davud´un görüþlerine iþaret ettik..Bunlarý Ýbni Hazm´den bahsederken geniþçe açýklýyacaðýz. Dâvûd, Zahirî fýkhýný büyük bir kitap halinde yazmýþtýr. Onun bu eseri, Sünnet fýkhý ve Sahâbîlerin rivayetleri hakkýnda en büyük islâm kaynaklarýndan biri sayýlýr. Ayný zamanda Dâvûd, zahiri usûl-i fýkhýný da müstakil bir kitap halinde tedvin etmiþtir.

Çaðdaþlarýnýn kendisinden nefret etmelerine raðmen, Dâvûd ez-Zâhiri´nin, þahsiyetini yücelten bir takým sýfatlara sahip olduðunu söyleyebiliriz. O, güzel, açýk ve kuvvetli bir anlatýþa sahipti. Hazýrcevaplý, delil getirme bakýmýndan güçlü ve sürat-i intikal sahibi idi. Çaðdaþý Ebu Zur´a, Dâvûd hakkýnda þöyle der: «Eðer o, ilim sahiplerinin yetindiði þeyle iktifa etseydi, sanýrým ki bid´ât ehlini, sahip olduðu beyan ve delilleriyle ezerdi. Fakat o, ileri gitti.»[9] Dâvûd, hak bildiði þey uðrunda cesaretle hareket ederdi. Onu söylemekten çekinmez ve kimsenin kýnamasýndan korkmazdý. An­cak re´y´mi açýklamasý, ilim tahsiline mâni olacaksa ilimin hatýrý için susardý; Ahmed b. Hanbel´le görüþmek için yaptýðý teþebbüs hikâyesinde gördüðümüz gibi. Çaðdaþý el-Müstâlî þöyle der: «Dâvûd b. Ali el-Ýsbahânfnin, Ýshak b. Râhuye´yi reddediþini dinledim. Dâvûd´dan önce de sonra da hiçbir kimsenin îshak´ý reddettiðini görmedim. Çünkü herkes, onun heybetinden buna cesaret edemezdi.»[10]

Dâvûd, böyle cüretli görüþlere sahip olmakla beraber, ayný zamanda ibadet ehli, zühd ve takva sahibi idi. Maiþet bakýmýndan pek az bir þeyle iktifa ederdi. Bununla birlikte çok muttaki olduðu için hediye de kabul etmezdi. Devlet adamlarýndan birisi ona halini düzeltmesi için bin dirhem göndermiþti. Dâvûd, bunu uþaðýyla geri çevirmiþ ve þöyle demiþtir: «Seni gönderen kimseye söyle: O, beni hangi gözle görmüþ ve nasýl bir ihtiyaç içinde olduðunu duyup bunu seninle bana göndermiþ, merak ediyorum doðrusu!»

Dâvûd; zühd, takva ve ibadet ehli oluþunun yanýnda büyük bir tevazu´ ve insanlara yardým etme duygusuna sahipti. O, ilmi ve ibadetiyle kendisini hiç kimseden üstün görmezdi. Bazý zâhidler vardýr ki, ibadet ve takvalarýný, insanlara tahakküm etmek ve üstünlük satmak için bir vâsýta yaparlar. Hattâ bunlarýn bazýsýný o derecede gurur kaplamýþtýr ki bu, onlarýn bütün ibadetlerinin faziletini yok etmiþtir. Bazan da kibir ve gurur, ibadet ve tevâzû kisvesine bürünür. Dâvûd, bu türlü insanlardan deðildi. Bir çaðdaþý onu þöyle anlatýr.«Dâvûd b. Ali´yi namaz kýlarken gördüm, ben hiç bir müslümanýn böyle güzel tevâzû sahibi olduuðnu ve bu bakýmdan Dâvûd´a benzediðini görmedim.»[11]



Mezhebinin Yayýlýþý


Dâvûd, istinbat hakkýndaki mezhebini yaymaya kendisi baþlamýþtýr. Ýçinde yaþadýðý çaðda rivayet ve sünnetin hem çok hem de revaçta oluþu, onu düþüncesinde destekliyordu. Mezhebi biraz yer tutunca, bir kýsmý onu desteklemiþse de muarýzlarý daha çoktu. Dâvûd, münazara meclisleri tertipleyerek kendi fikrini yaymaya, sadece Kitab ve Sünnete uyulmasýna çalýþmýþtýr. O, icmâ´ý kabul eder ve görüþlerini ona dayandýrýrdý. Bu konuda þöyle bir rivayet vardýr: «Hicri üçüncü yüzyýlda Hanefî mezhebi´nin üstadý olan Ebû Said el-Berzaî, Davud´un yanýna gelmiþ ve ona, ümmü´l-veled olan cariyelerin[12] satýlýp satýlýrý ýyac aðý m sormuþ, Dâvûd da; satýlmalarý caizdir, çünkü biz, bu cariyelerin hâmile olmadan önce satýlabilecekleri üzerinde icmâ´ ettik, bu icmâ´dan ancak benzeri bir icmâ´ olursa vazgeçebiliriz, demiþtir. Buna el-Berzaî þu cevabý vermiþtir: Biz de ümmü´l-veled´in hâmile kaldýktan sonra satýlmayacaðý üzerinde icmâ´ ettik, bu icmâ´dan ayrýlmamamýz gerekir. Bundan, ancak benzeri bir icma´ olursa vazgeçebiliriz.»[13]

Bu mezhebe karþý gösterilen þiddetli muhalefetin sebeplerinden biri de þudur: «Davud ez-Zâhirî, taklidi kesin olarak menetmiþtir.´ Ona göre halktan´ olanlar dahi kimseyi taklit yapamazlar, ictihad yapmalarý gerekir. îçtihad yapamazlarsa baþkalarýna sorarlar. Fakat onlarýn sözlerini, Kitab, Sünnet veya Icmâ´a dayanarak bir delil getirmezlerse kabul etmezler ve meseleyi sormak üzere baþka birisine giderler.

Bu görüþ, ne derecede yerinde olursa olsun iyi netice vermez. Çünkü Kitab ve Sünnet´i doðru dürüst anlamayanlarý ictihad yapmaya teþvik etmektedir. Nass´lann zahirlerine sarýlan kimseler, týpký nass´larm zahirlerine baðlanýp kalan ve kâfir olmayan haricîlere benzerler.

Birçoklarýnýn karþý koymasýna raðmen Zahirî mezhebi yayýlma imkâný bulmuþtur. Fakat fakihlerin bazýsý, Zahirilerin muhalefeti ima´ý bozmaz, ekserisi de, Zahirilerin kýyasýn dýþýndaki muhalefeti icma´ý bozar, demiþtir.

Bu mezhebin yayýlmasýný saðlayan iki âmil vardýr:

l ?Dâvûd ez-Zâhirî´nin telif ettiði kitaplar tamamen sünnet ve hadislerden ibaret idi. O, kitaplarýnda kendi mezhebini isbat için ileri sürdüðü delilleri de toplamýþtýr. Ayrýca bu kitaplarýnda o, karþýlaþtýðý fer´î fýkýh mes´eleleri hakkýndaki görüþlerini ileri sürmek­te, bu mes´elelerin hükümlerini nass´lara göre açýklamakta ve ayný zamanda her müslüman´ýn karþýlaþtýðý olaylarla ilgili hükümler muvacehesinde ihtiyaç duyduðu nass´Iarýn þümulünü belirtmektedir. Bu kitaplar, kendiliðinden yok olup gitmesi kabil olmayan canlý eserlerdir. Bunlar, mevcudiyetleriyle yazarýnýn mezhebini yaymakta olup ölmez fikir mahsulleridir.

2   Davud´un talebeleri, hocalarýnýn kitaplarýndaki görüþlerini yaymaya ve bu kitaplarýn meydana getirdiði ilmî atmosferi geniþletmeye çalýþmýþlardýr. Onun mezhebini ve kitaplarýný yayan en seçkin talebesi, oðlu Ebû Bekr Muhammedi´dir. Bu, babasýnýn miras býrakmýþ olduðu zengin sünnet ilmini korumuþ, yaymýþ ve insanlarý bun­lara uymaya davet etmiþtir. Fýkhý görüþ ve mezheb çerçevesinde kalan ictihadlarm çoðaldýðý bir devirde Zahirîlerin sünnet´in mevkiini yüceltiþleri, insanlarý bu mezhebe doðru çekiyordu.

Ýþte bu iki âmil sayesinde Zahiri mezhebi, Hicrî üç ve dördüncü yüzyýllarda yayýlmýþtýr. Hattâ Ahsenu´t-Takâsîm» müellifi[14], þarkta Hicrî dördüncü yüzyýlda Zahirî mezhebinin dördüncü mezheb olduðunu yazar. Bu mezheblerin üçü; Hanefi, Þafii ve Mâliki mezheb-leri, dördüncüsü de Zahirî mezhebi idi. Hemen hemen þarkta Zahirî mezhebi, dördüncü Hicrî yüzyýlda sünnet Ýmamý olarak kabul edilen Ahmed b. Hanbel´in mezhebinden daha çok yayýlmýþ ve mensup bulmuþtur. Fakat, Hicrî beþinci yüzyýlda Kadý Ebu Yal´â, Han--belî mezhebini kuvvetlendirmiþtir. Bu sayede Hanbelî mezhebi Zahirî mezhebini sindirmiþ ve onun yerini tutmuþtur.

Bu sýrada, Doðu îslâm memleketlerinde büyük bir otoriteye sahip olan Zahirî mezhebine mensup bulunanlar arasýnda büyük bilginler yetiþmiþtir. Bu bilginler, furü´ hakkýnda ileri sürdükleri Kitab, Sünnet ve Sahâbîlerin icmâ´ma dayanan hükümlerle fýkhî düþünceyi geliþtirmiþlerdir.[15]



Endülüs´de Zâhîrî Mezhebi


Zahirî mezhebi, Doðu Ýslâm memleketlerinde söndüðü sýralarda Endülüs´de gittikçe kuvvetleniyordu. Þüphesiz bu, Endülüs´teki mensuplarýnýn çokluðu ile deðil, kuvvetli tefekküre sahib bir âlimin ortaya çýkýþý ile oluyordu. Allah, bu âlime tasvir kabiliyeti olan bir kalem, kuvvetli ve keskin bir dil ihsan etmiþtir. îþte bu âlim Ýbni Hazm el-Endelüsi´dir. Ýbni Hazm, Zahirî mezhebinin, Kadý Ebu Ya´lâ vasýtasýyla Hanbelî mezhebi tarafýndan sýkýþtýrýldýðý bir sýrada ortaya çýkmýþ. Zahirî mezhebini þiddetle savunarak yaymaya çalýþmýþ ve bu mezheb uðrunda göz kýrpmadan mücadele etmiþtir.-Bu her iki fakih de ayný çaðda yaþýyorlardý. Bunlardan Ebu Ya´lâ 458, Ýbni Hazm de 456 H. yýlýnda ölmüþtür.

Fakat Zahirî mezhebi, Doðu Ýslâm ülkelerinden Batý Ýslâm ülkelerine nasýl gelmiþ ve Endülüs´e hangi yolla girmiþtir? Maðrib ve Endülüs´de geniþ bir yayýlma sabasý bulunmamakla beraber, Zahiri mezhebinin tohumlarý bu iki ülkede filizleniyordu. Hattâ Dâvûd ez-Zâhirî´nin hayatta olduðu günlerde bu mezhebin metodu buralara gelmiþti. Çünkü Hicri üçüncü yüzyýlda Kurtuba âlimlerinden seçkin bir topluluk, Doðu Ýslâm memleketlerine gelmiþ, buralarýn ilim ve feyzinden istifade etmiþtir. Bunlardan bazýsý Ahmed b. Hanbel ve çaðdaþý Dâvûd b. Ali b. Halef gibi þahsiyetlerle görüþmüþtür. Bunlar arasýnda devlet katýnda büyük mevki´ sahipleri de vardý.

îþte bu bilginler, þarktan getirdikleri sünnet ve rivayet ilmini Endülüs´de yaymýþlardýr. Ayný zamanda bunlar Þarkýn mezheplerini de birlikte götürmüþlerdir. Dolayýsýyla Endülüs´de de Zahiri mezhebini yaymak isteyenler ortaya çýkmýþtýr. Bunlarýn baþýnda Kadý ve Endülüs Hatibi Munzir b. Said el-Ballûti (öl. 355 H.) gelir. Belki .de bu ülkede Zahiri mezhebi Hanefî, Þafii ve Hanbelî mezheblerinden daha geniþ adýmlarla ilerliyordu. Çünkü bu mezhebi yayan bilginler vardý. Bunlar arasýnda îbni Hazm´in Zahirî mezhebini öðrendiði bir bilgin vardý ki adý, Mes´ud b. Süleyman b. Müflit Ebi´l-Hýyar (öl. 426 H.) dir.

Ýbni Hazm el-Endülüsî´nin istinatgahý Ýþte bu hocasý Mesud´dur. îbni Hazm, onu daima hür fikirli ve hiçbir mezhebe baðlý olmayan bir üstadý olarak anardý. Adý geçen Mes´ud b. Süleyman, esasen hiçbir mezhebin taklidini doðru görmezdi. Dâvûd ez-Zâhirî´nin metoduna sahipti. Ýstidlal konusunda Zahirîlerin yolundan giderdi. O, mütevâzî idi. îlmi, nerede ve kimde bulursa bulsun, öðrenmek isterdi. Âlimin beþikten mezara kadar ilim tahsil etmesi gerektiðine inanýrdý. Ýþte bu zat, Endülüs içlerinde, dar bir çerçeve dahilinde de olsa, Zahirî mezhebini yaymaya baþlamýþtýr. .

Davud´un fer´î fýkýh mes´eleleri üzerinde yazmýþ olduðu kitaplar, tamamen hadis ve sünnetlerden ibaret idi. Kendisinden sonra öyle dahî bir fakih geldi ki o, bu mezhebi delillere dayanarak müdafaa etti ve adýný ebedüeþtirdi. Bu fakih, bazan Davud´a muhalefet, bazan da muvafakat etmiþtir. Fakat her iki halde de onun metodunu desteklemiþtir. Davud´un eserleri kaybolduktan sonra onun mezhebini yeniden canlandýran bu ikinci Ýmam, îbni Hazm´dir.[16]







--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ýslamda Fýkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 2/435.

[2] Bakara, 29.

[3] Ýslamda Fýkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 2/437-438.

[4] Zâhiri mezhebini Ýlk olarak ortaya attýðý Ýçin kýsaca «Davud ez-Zahiri» diye anýlmaktadýr. Çeviren.

[5] Tarîha Baðdad, c. VIII, s. 374.

[6] Enfâl Sûresi, 38.

[7] Tarihu Baðdad, c. VIII, s. 370.

[8] Ýbni Subkî, Tabakâtu´þ-Þâfiyye, c. II, s. 43.

[9] Tarîhu Baðdad, c VIII, s. 373.

[10] Ayný eser, s. 370.

[11] Ýslam?da Fýkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 2/439-442.

[12] Ümmü´l-veled, efendisinden hâmile olarak çocuk doðurmuþ bulunan cariyeye denir. Bu türlü cariyeler alýnýp satýlmaz, efendilerinin ölümü ile hür sayýlýrlar. Çeviren.

[13] Bak. Merhum Ýmam Zahid el-Kevserî Mukaddimetü´n-Nubez fî Usûlil-Fýkhi´z-Zâhiri, Kahire 1940, s. 4. Emin el-Hanci tabý.

[14] Þemsuddin Ebu Abdîllah Mnhammed b. Ahmed el-Makdisî. Çeviren.

[15] Ýslamda Fýkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 2/443-444.

[16] Ýslamda Fýkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 2/445-446.


radyobeyan