Hoca Alaeddin Attar By: derya Date: 07 Ocak 2010, 12:34:45
HOCA ALAEDDÝN ATTAR
Adý, Muhammed biri Muhammedül - Buharî.Aslýnda Harizahiden.Babasý Muhammed-ül Buhara´nm üç oðlu ve Hoca Alâeddin
Babasýnýn vefatýndan sonra Hoca Alâeddin mirastan hiç bir þey kabul etmiyor ve Buhara medreselerinden birinde ilim tahsiline koyuluyor.
Hoca Bahaeddin Nakþibend Hazretlerinin küçük bir kýzý varmýþ . Bir gün haremlerine demiþler ki:
- Kýz bulûða eriþince bana haber ver!
Hoca Bahaeddin Hazretleri, kýzýnýn bulûða erdiði haberini alýnca «Kasr-ý Arif an» dan doðru Buhara´ya gidip Hoca Alâeddin´in bulunduðu medreseye ayak atmýþlar.. Alâeddin´i medresedeki hücresinde bulmuþlar. . Hücrede eski bir hasýr, yastýk yerinde iki kerpiç ve bir kýrýk ibrik. .
Hoca Alâeddin Þahý Nakþibend Hazretlerini görünce ayaklarýna kapanmýþ, ayaklarýna yüz sürmüþ ve son derece saygýlý bir yalvarýcýlýk tavrý takýnmýþ..
Hoca Hazretlerinin ilk sözleri þu :
- Benim henüz bulûða ermiþ bir kýzým var. Onu sana nikâh etmeye memurum.
- Bu lûtfunuz benim için saadetlerin en büyüðüdür. Lâkin benim dünya ve geçim vasýtalarýndan malik bulunduðum hiçbir þey yok.Hâlimi görüyorsunuz.
Þâh-ý Nakþibend Hazretleri buyurmuþlar :
- Senin ve onun Allah indinde bir rýzkýnýz vardýr ki, onun gelmesinde hiçbir dahiliniz ve nasýl geleceðinde hiçbir þuurunuz yoktur.Ýzdivaç oluyor ve bir müddet sonra Hasan Attâr dünyaya geliyor.
Hoca Bahaeddin Nakþibend Hazretleri, Hoca Alâeddin´i oðulluða kabul edip medreseden çýkardýklarý zaman, kendisinde mevcut olmasý hatýra gelebilecek ilim gururunu ve efendilik edasýný kýrmak için tahtadan bir tabla içine elma doldurup þöyle diyorlar :
- Bu tablayý baþýna koy ve içindeki elmalarý, yalýn ayak dolaþacaðýn Buhara pazar ve mahallelerinde baðýra baðýra sat!
Alâeddin Attâr Hazretleri bu emri can ve baþla telâkki ediyor ve en küçük sebeb arayýcýlýðýna düþmeksizin, gönül rahatlýðý içinde yerine getiriyor. Fakat kardeþleri Þehabeddin ve Hoca Mübarek bu halden inciniyorlar, bir nevi kibir acýsý duyuyorlar ve teessür gösteriyorlar. Þâh-ý Nakþibend Hazretleri vaziyeti öðrenince Alâeddin´e þu emri veriyorlar :
- Git, meyve tablasýný kardeþlerinin dükkâný önüne koy ve orada yüksek sesle sat!
Alâeddin Attâr, Hoca Hazretlerinden kendisine bâtýný terbiye yolu açýlýncaya kadar, aldýðý emri yerine getirmeye devam ediyor.
Büyük Mürþid, meclislerinde, Alâeddin Attâr Hazretlerini yaný baþlarýnda otururlar ve sýk sýk kendisine yönelirmiþ. .
Bu halin sebebini soranlara demiþler ki :
- Onu, kurt kapmasýn diye yanýbaþýmda oturtuyorum! Zira nefs daima pusuda ve fýrsat kollama tavrýndadýr. Benim için dem dem onun haline yöneliþim, kendisini mazhar kýlmak içindir. Ben onu hatýra getirdikçe Kabe´yi hatýrlamýþ oluyorum. Keremimin evinde olan Kereme mazhar olur. Allah dostlarýna hizmetin ve hizmet yolu ile gönüle girmenin faydasý budur.
Kendileri anlatýyor :
- Hoca Bahaeddin Hazretlerine yeni kapýlandýðým demlerde bana biri sordu : «Gönül sence ne keyfiyettedir?» Ona dedim ki: «Gönül keyfiyeti bana malûm deðildir.» suali soran kendince gönlün tarifini yaptý : «Gönül bence üç günlü ay gibidir.» Bu tarifi Bahaeddin Hazretlerine arzettim. Buyurdular: «O derviþ kendi halini anlatmýþ. .» Bu sözü söylerken Þâh-ý Nakþibend bir bað kenarýnda oturuyordu. Mübarek ayaklarýný benim ayaðýma deðdirdiler. Bana öyle bir þey oldu ki, bütün varlýklarý, kâinatý kendimde görür gibi oldum. O halden kendime gelince dediler : «Nisbetin merkezi olan gönül budur, derviþin hayal ettiði deðil.» Ve ilâve ettiler : «Gönlün halini sen nasýl belirtebilirsin ki, onun ululuðu ifade kalýplarýna sýðmaz.» Kutsî hadîs bildiriyor : «Yere ve göðe sýðmadým, mümin kulumun kalbine sýðdým.» Bu incelik gösteriyor ki, gönlü anlayan muradý anlamýþtýr »
Hoca Bahaeddin Nakþibendi Hazretleri birçok müritlerinin terbiyesini Hoca Alâeddin´e havale etmiþler ve buyurmuþlar :
- Alâeddin bizim yükümüzü hayli hafifletti.
Buharada, âlimlerden bir heyet, Allah´ýn görülebilip görülemeyeceði üzerinde bir münakaþaya zemin açýyor. Bir kýsmý görülebileceði, bir kýsmý da görülemeyeceði üzerinde ýsrar ediyor. Hepsinin birden Hoca Alâeddin Hazretlerine büyük güvenleri olduðu için kapýsýný çalýyorlar ve :
- Aramýzda hakem ol, diyorlar. Allah görülebilir mi, görülemez mi ?
Hoca Alâeddin Attâr, Mutezile mezhebinden olup «Rûyeti -görmeyi» inkâr edenlere diyor ki:
- Üç gün müddetle tertemiz olmak ve hiç lâf etmemek þar-tiyle meclisimizde oturun; ondan sonra hükmedelim!
Hoca Hazretlerinin emirlerini ayniyle yerine getirip gusül ve namaz abdestleri yerinde ve aðýzlarý dikili, oturuyorlar. Üçüncü gün üzerlerine öyle bir hal çöküyor ki, yere düþüp kývranmaya baþlýyorlar ve kendilerine gelince Hoca Hazretlerinin ayaklarýna kapanýp :
- «Rûyet - görme» hakmýþ, diyorlar; iman getirdik!
Hoca Muhammed Pârisâ Hazretlerinin el yazýlariyle kayýtlý olduðuna göre, Hoca Alâeddin Attâr Hazretleri ölüm hastalýklarýnda buyurmuþlar :
- Allah´ýn inayeti ve Hoca Bahaeddin Nakþibend Hazretlerinin nazar ve hürmetiyle, eðer murad edebilseydi, bütün insanlýk hakikate ererdi.
Hoca Ubeydullah Taþkendî rivayetine göre Hoca Muhammed Pârisâ Hazretlerinde kendinden gaip olma hali çok vâki iken, Alâeddin Attâr Hazretlerinde þuur ve kendilerine malikiyet hali galip imiþ.. Yüksek hakikat ehli de, þuur ve kendinde olma hâlini, manevî sarhoþluk ve kendim kaybetme hâlinden üstün tutmuþlardýr.
Hoca Bahaeddin Hazretlerinin vefatlarýndan sonra bütün yakýnlarý hattâ Muhammed Pârisâ Hazretleri bile Hoca Alâeddin Attâr´a biy´at etmiþlerdir.
Þâh-ý Nakþibend Hazretlerinin Hicaz yolunda kendilerine halife olarak Muhammed Pârisâ´yý tayin etmeleri ve ölüm döþeðinde ayný meseleye dair sorulan suale :
- Hicaz yolunda söylemiþtim!
Diye cevap vermelerine raðmen Alâeddin Attâr´a nasýl olup da biy´at edildiði þöyle izah olunabilir :
Bazý derviþler «Sahib-i zuhur» dedikleri anî beliþip hassasýna maliktir. Hoca Alâeddin Hazretleri de onlardandýr. Nitekim Mevlânâ Celâleddin Rumî Hazretleri, intikâlleri zamanýnda yerlerine kimin geçeceði sualine :
- Hüsameddin Çelebi Buyurdular.
Ve bu sualin iki kere daha tekrarýný ayný þekilde cevaplandýrdýlar :
- Hüsameddin Çelebi..
Üç kere alýnan bu cevaptan sonra yakýnlarý Mevlânâ´ya sordular :
- Ya Sultan Veled hakkýnda ne buyurursunuz? Mevlânâ Hazretleri, gülümseyerek cevap verdiler.
- O pehlivandýr, vasiyete ihtiyacý yoktur!
Böylece, bir ta´yin, baþka bir liyakati nefyetmek olmaz.
Hoca Bahaeddin bahsinde kaydedildiði gibi, ilâhî risale ermek üzere bulunduklarý demlerde, yakýnlarý, Hoca Hazretlerinin irþad makamým kime býrakacaklarý üzerinde kaygýlý bir sükûte varmýþlardý. Hoca Hazretleri bu sükûtun dilini çözmüþler ve :
- Böyle bir anda bana niçin sýkýntý veriyorsunuz, demiþlerdi; irþâd makamýna halife ta´yini benim elimde deðildir. Hükmedici, Allah´týr. Sizi böyle bir nimete þereflendirmek dileyince gereðini bildirir .
Bu kelâm da þahittir ki, hilâfet ve niyabet, vasiyetle sýnýrlý deðildir. Hilâfet dâvasýnýn bu þartlara sýðdýrýlmasý imkânsýz, daha birçok incelikleri vardýr.
Hoca Alâeddin Hazretlerinin sohbetinde kutsî nefeslerinden çýkan bazý kelimeleri Hoca Muhammed Pârisâ Hazretleri toplamýþ ve Þah-ý Nakþibend Hazretlerinin «Makamat»ýna eklemek istemiþlerdir. Fakat müyesser olamamýþtý. O kelâmlardan, Hoca Muhammed Pârisâ´nýn kalemiyle tespit edilmiþ 27 parçayý takdim ediyoruz :
« Riyazetten gaye, cismanî alâkalardan sýyrýlýp ruh ve hakikat âlemine yönelmektir. Suluktan murad ise, müridin kendi irade ve cehdiyle hak yoluna mâni olan alâkalardan kurtulmasýdýr. Bu dâvanýn muayene ve çaresi odur ki, alâka þekillerinden müride ne gösterilse, hangisine gönlünü baðlý görmezse o alâka engel olmaktan çýkmýþ, hangisine de içinde bir istek hissederse o alâka onun ayaðýna dolanmýþ ve yolunu kesmiþ demektir. Bizim hocamýz Bahaeddin Nakþibend Hazretlerine yeni bir gömlek giydirecek olsalar (Bu gömlek filânýndýr) deyip onu iðreti bir eþya gibi sýrtlarýna geçirirlerdi.»
Buyurdular :
- Mürþide alâka ve rabýta, hakikatte gayrý ve neticede lüzumsuz olmasýna raðmen baþlangýçta vusul (Eriþme) sebebidir. Bu yolun isteklisi, baþlangýçta, mürþidinden gayrý bütün alâkalarý nefyetmek ve kalbinde yalnýz mürþidini tutmak borcundadýr.
Tefsir :
- Sâliklere, baþlangýçta mürþid alâkasýný muhafaza etmeleri en ehemmiyetli borçtur. Zira mürþid, ilâhî hakikatin aynasýdýr ve ona yönelmek, fena makamýna ermeyi ve cezbeye nail olmayý neticelendirir. Cezbesiz ise bu yol aþýlamaz. Bu yüzden, sâlik, mürþid alâkasýný gönlünde tutmalýdýr ki, cezbeye eriþebilsin. Eðer sâlik, yola giriþinin baþýnda, «Mürþid de gayrýdýr ve onu nefyetmek lâzýmdýr» diye düþünecek olursa yoldan kalýr ve tek adým terakki edemez. Her þeyi yerinde kabullenmek ve yerinde nefyetmek lâzýmdýr. Meselâ yolun sonuna varanlar için nefy gerekir. Zira sona gelen hakikate varmýþ demektir. Ve her þey ona, mürþidi gibi, mutlak güzellikten bir ayna hâline gelmiþtir. Böylece vücudun hakikatýna mazhar olmak yönünden, derya ile damla, güneþ ile zerre birdir. Bu makamda hakikati mürþidin aynasýndan görmekte devam etmek noksanlýk olur.
Buyurdular :
- Bu yolun yüksek þahsiyetleri, tevfik çalýþmayladýr ve muvaffak olan ancak çalýþandýr, dediler,. Sâlikin de mürþidinden feyz isteði, mürþidin emri yolunda çalýþmasý miktarýnca elde edilir. Çalýþmadan elde edilen mânalarýn bekasý olmaz. Mürþidin müride yöneliþindeki tesir, mürid tarafýndan çalýþýlýp derinleþtirilmeyecek olursa sadece birkaç gün sürer. Mürþid, alâkasýz sâlike ne verebilir? Bu yüzden Mevlânâ Dâvud bize çalýþmayý emretti ve tevfik refik oldu. Hoca Nakþibend Hazretlerinin sohbetlerinde de bütün vaktimiz çalýþmayla geçti. Günümüzü çalýþmayla akþama eriþtirmeyen pek az mürid tanýrým.
Buyurdular :
- Kâh olur ki, yönelme ve çalýþma sýrasýnda bir hâl et zuhur eder ve mürid bu haleti görür. Ama, gördüðü nedir, bilmez; kendisine nazar eder ve kendisini görmez, hayrete düþer. O hal geri gider ve tekrar gelmesi nefsin arzuladýðý bir þey olur. Sâlike lâzýmdýr ki, bu vaziyette yalnýz kendi kusuruna nazar edip o hâlin gizlenmiþ olmasýndan üzüntü ve kaygýya düþmesin. Daima kendi rýzasýný sevgilinin rýzasýna feda etsin ve nefsi hesabýna çalýþmasýn. O hal tekrar zuhur ettikten sonra ciddî bir çalýþmayla onu muhafaza etmeye baksýn. Herþey, birkaç günlük çalýþmadan ibarettir ve ondan sonra çalýþmada öyle b:ir meleke hâsýl olur ki, sâlik, kendi iradesiyle, fena ve fenanýn femâsý makamlarýna erer.
Buyurdular :
- Talibin gözünde melekler alemi Kapalý kalýnca fena âlemi gerçekleþir; kendi öz varlýðý örtülünce de fenanýn fenasý zuhur eder. Biri, mürþidin himmetiyle sâlik kendi varlýðýný unutabilir mi diye bizi imtihan etti. O mânayý gerçekleþmiþ görünce de onu heybet kapladý ve bu halden kurtulmasý için yalvardý. Bu taifeyi imtihan etmekten çekinmek lâzýmdýr.
Buyurdular :
- Talib, mürþidin teveccühüne engel olacak þeylerden içini temizlemelidir. Ancak ondan sonradýr ki, ilâhî feyze lâyýk ve müstehak olur. Ýlâhî feyzde eksiklik ve kusur yoktur; eksiklik ve kusur taliptedir.
Buyurdular :
- Talib kendi arz ve biçareliðini daima mürþit huzurunda mütalâa etmelidir. Talib bilmelidir ki, hedefe eriþmek ancak mürþidin sýrasýný tahsil etmekle olur. Rýza yolundan baþka her tarafýn kapalý olduðu talibçe bilinmelidir. Talib, mürþidinin teveccühünü muhafaza etmedikçe kendi þahsî eser ve kýymetinin hiç olduðunu þuurlaþtýrmak borcundadýr.
Tefsir :
- Bu yola girenlere ilk lâzým olan bütün varlýðýndan geçmektir. Talib ne kadar tâat ve ibadeti, ilim ve marifeti varsa hepsini birden yokluk deryasýna atacak ve gönlünü baðlayacaktýr. Sâlikin yolunu baðlayan, kendiliðidir. Herkes külli ilme, kendi cüz´î ilminden geçemediði için buna eriþemez, iradeni Hâkim iradesine ve kýymetinin hakkýn kudretine bulmak için buna eriþesin!
Bu ifna ediþin de iki yolu vardýr :
Biri, þeriat getiricisi tarafýndan ne emredilmiþse onu yerine getirip hakkýn muradým, nefsin muradýndan üstün tutmak.. Þu sebeple ki, nice insanlar, sadece þeriatin zahirine yapýþmýþ olmakla gayeye ermiþlerdir. Lâkin bu hâl nâdirdir. Zira bizzat zahir olmadýðý için nefse bütün cür´et ve ruhsat doðar ve bazý emirlerde nefs kendisine pay ayýrýp hayat bulur ve «ölmeden ölünüz!» derecesinden uzak kalýr. Nefse öyle bir Muhammedi nur gerek-
tir ki, sâlik, "ona gönül verip varlýðýný onun varlýðýnda ve bütün bazlarýný ve muratlarýný onun hazlarý ve muratlarýnda ifna etmeði bilsin, sâlike fena mertebesinin âlâsý hâsýl olsun ve böylece sâlik gayelerin gayesine ersin. . Bunun için de mürþidine teslim olmak, kaza ve kaderinin tecellisini mürþidinde aramak, tahkik ehli nazarýnda kât´î bir hakikattir. Sadýk talib ve sâlik, sadýk irade sahibi olduðu için varlýðýný mürþidinin varlýðýnda tüketecek olursa artýk kendi nefsini arasa da bulamaz ve kendisini her yoklayý-þýnda mürþidinin hakikatinden baþka bir þey göremez.
Böyle olunca da mürþidin mazhar olduðu tecellilerden, kendisinde, kabiliyet ve istidadý nisbetinde akisler ve pýrýltýlar belirir. Mürþidin aynasýndan ona öyle bir hakikat görünmeðe baþlar ki, nefsi ve dýþ dünyasý topyekûn gözünden silinir.
Bu mâna üzerinde Büdelâ´nýn kutbu Aþýk Paþa, açýk Türkçe ile þöyle buyurur :
Çünkü bu genci (hazineyi) bilesin, bil ki sen!
Hükmüne külli tutarsýn mülkü sen!
Ayra þarktan garbe hükmün Hak ile,
Kande sen olsan seninle Hak bile (beraber)
Yeryüzü, gök altý bir evdir tamam,
Oî sana külli ola, mülk-ü-makam.
Belki yer ve gök sana hep bir ola,
Ol ýraktan baktýðýn yakýn gele
Her ne istersen bulasýn sende sen,
Bilesin kim, þah sen, hem bende sen.
Beylik-ü-kulluk kamu yeksan ola,
Ne ýrak yakýn, ne in-ü-ân ola.
Cümle varlýk sarf ola ol birliðe,
Kamu ölmek denþirile dirliðe.
Kalmaya hiç ön ve son ve kil-ü-kal,
Pes ola ol dem bize mutlak visal.
Orta yerden köyürünle sen ve ben,
Ol denizde garka var can-ü-ten.
Âþýk-ü-mâþuk cün bir harf ola,
Girû kendi mânisinde sarf ola.
Mahvola bu-harf-ü-savt-ü-can-ü-saz
Liteliksiz görüne ol bi niyaz
Kendûyu kendi göre, kendu bile,
Bakýsýn eydenýezem, gelmez dile.
Söz tükendi, bunda coþ dil oldu mat,
Garka vardý cism-ü-can-ü-akl-ü-zat.
Kaldý ol hayy-ü-kadim-i lemyczel
Hem ebeddir ol hakikat hem ezel.
Aþk anýndýr, âþýk olur, maþuk ol,
Âhir andan varýr ana cümle yol.
Kendüsünden kendüye kendü delil,
Kendüsüne kendüsü olmuþ halil.
Âþýk, imdi, varlýðýn ver yokluða!
Yokluk içinde sana varlýk doða.
Tut aný sermaye peþtir ol sana,
Gündüzün sarf eyle külli ana!
Kul iken sultan olasýn ta ebed,
Vâvý kendi evhadin kaldý ehad.
Bunda erer maksada her âdemi,
Ruzi kýlsýn dostlara Hak bu demi.
Bu mertebeye ermek, talibin fena bulmasiyle olur. Talibin fenâ bulmasý da mürþidine baðlanmasý ve mürþidinin inayetiyle meydana gelir. Talibin gayreti kendi kemâli içindir; kemâl gayreti ise vücuda sebeptir ve fenaya mânidir. Bu takdirde talibin kemâl diye elde etmeðe çalýþtýðý þey eksikliðe yol açar. Asýl kemâl, talibin fenâsýndadýr, bekasýnda deðildir, Tâlib mürþidin nazariyle fena kadehinden içecek ve nefsiyle dünyayý unutacak olursa ona öyle zarurî bir ilim kapýsý açýlýr ki, kemâl diye yöneldiði her þeyin noksan, erdirici sandýðý hamlelerin de uzaklaþtýrýcý olduðunu anlar. Ve yine anlar ki, bu yolda kâmil insanýn nazarýna mazhar olmadan gerçek kemâl mümkün deðildir.
Buyurdular :
- Sâlik, mürþidinin yanýnda ve uzaðýnda, daima onun rýzasýný elde edici yolda yürümeðe bakmalýdýr. Tâlib, mürþidin rýza nazarýnýn hangi noktalar üzerinde olduðunu anlamak ve ona göre amellerde bulunmak borcundadýr. Bu iþ gayet zordur ve derin bir dikkat ve ferasete baðlýdýr. Meðer ki Allah´ýn yardým lütfü eksik olmasýn.. Bu iþ Allah´ýn kolaylýk verdiðine kolay; yoksa baþarýlamayacak kadar çetindir.
Buyurdular :
- Sâlik daima kendi fiillerinin kusurunu görecek, noksanýný bilecek ve kendi aczini lütuf ve kerem sebebi kabul edecektir. Hoca Bahaeddin Hazretleri talibe hep bu sýfatý emrederler ve derlerdi ki : «Beni her zaman bu sýfatta kullanýrlar.»
Buyurdular :
- Talibe lâzým olan odur ki, dünya ve ahrete ait, ufak ve büyük her iþte iradesiz ve mürþidinin iradesine tâbi olsun. Mürþide lâzým olan da odur ki, daima talibin hallerini kullansýn ve zamanýnda faydalý her iþi ona emretsin. . Tâ ki, mürit, mürþidin iradesiyle hareket edip iþe teþebbüs eylesin. .
Buyurdular :
- Ýlim tarafýný tutmak ve kendi hâlini gizlemek gerektir. Tarikat ehlinden her biriyle kendi hallerine göre söyleþmek gerektir. Kalblere riayet etmeði ihmal etmeyip onlarý incitmekten çekinmek gerektir. Bu taifenin içini bilmek ve ona göre davranmak gayet müþküldür. Onlarýn ruh halleri son derece incedir. Onlarla düþüp kalkmak ve dostluk etmek insanda hâlin geliþmesine sebep olur. Bu bakýmdan onlarýn sohbetini günden güne ilerletip kendilerine riayet iyice gözetmek lâzýmdýr. Yoksa bu ölçülere aldýrmadan onlara ülfet etmek tehlike ve dereceden düþmeði davet eder. Farsça bir þiir þöyle der :
Edeb sahibi olmayana itibar yok
Edebli olmak bile hatadýr.
Buradaki edebten maksat, bir nevi varlýk iddiasýna geçmek ve kendisini edebli görmektir.
Tefsir :
- Hoca Hazretlerinin «ilim tarafýný tutmak ve kendi halini gizlemek gerektir» buyurmalarýndaki hikmet þudur ki, insanda ilim ile ayn, yani iman ile hakikat müþahedesi bir araya gelse, o müþahede þeriata uymayacak olursa þeriat tarafýný tutmak ve baþka hiç bir þeye kýymet vermemek iktiza eder. Lâkin bu her arifin baþarabileceði bir iþ deðildir. Kuvvetlilerin ve büyük velîlerin iþidir. Deðme velîler imanla ayaný toplayamamýþlardýr. Mu-vahhitlerin kutbu ve ariflerin kýblesi Þeyh Muhiddin Arabî Hazretleri (Fütuhat) isimli kitaplarýnda kendi hallerini hikâye ederken imanla ayaný toplayabildiklerini anlatýr ve bu yüzden Allah´a hamdini belirtip der ki: «Ben imanla ayâný cem´ettim. Müþahedeleri ortadayken onlarý bir tarafa býrakýp imanla amel etmek hâli nâdir bir keyfiyettir. Bu makam, nice ariflerin ayaklarýnýn sürçtüðü noktadýr. Çünkü onlar müþahedeye erince onunla amel ederler ve imanla amel etmezler. Böylece imanla ayaný birleþtirmiþ olmazlar.» Hoca Alâeddin Attâr Hazretleri de bu mânada Þeyh-i Ekber ile beraber olduklarý için, dâva, «ilim tarafýný tutmaktýr» buyurdular.
Buyurdular :
- Zahir ve bâtýn hallerinin en faziletli ve en kemâllisi, onlarý sahibine baðlamaktýr. Bütün nebiler, velîler ve tahkik ehli, baþýndan sonuna kadar bu hâl üzerindedir. Kula lâzým olan, zahir ve bâtýn hallerine ait kendinden zuhur eden her þeyi kendinden mahvedip sahibine irca etmektir. Mürit, idrâkin son haddiyle bilmeli ve anlamalýdýr ki, Allah´ýn ona irade edip lâyýk gördüðü elbette kendisinin kendisine iradesinden daha faydalý ve uygundur. Talibe düþen de, «tefaiz» kelimesiyle ifadelendirilen bu hâli, mürþidine karþý tatbik edip ondan bu iþin sýrrýný kapmaya çalýþmasýdýr.
Buyurdular :
-Cebbarlýk sýfatýný görmekten gaye, tazarru ve yalvarma, niyaz ve sýðýnma sýfatýnýn zuhur etmesidir, o görüþün doðruluðuna alâmet, tövbe ve niyaza düþüp harabat´liðe kapýlmamaktýr. Kul kendinde rýzaya meyil görürse þükür, görmezse niyaza yapýþmalýdýr.
Buyurdular :
- Allah´ýn ezelî inayetine görmek, gözünde ezelî inayeti her þeyin üstünde tutmak, bundan bir an bile gafil olmamak ve istiðnadan (ihtiyaçsýzlýktan) sakýnmak lâzýmdýr. Azý çok bilmek ve istiðna zuhurundan korkup titremek lâzým.
Buyurdular :
- Velînin kendine býrakýlmayacaðý an gelince velilik onda sabit ve devamlý olur. Ondan bir kusur da zuhur etse özür için olur, red için olmaz. Allah´ýn, velîlerine korku ve hüzün olmadýðýný bildiren âyetindeki hikmet þudur ki, onlarda tabiat zuhuru korkusu yoktur. Velî, fâni sýfatlarýna red ve iade edilmez.
Buyurdular :
- Bâtýnda Allah ile, zahirde Allah´ýn emirleriyle olmak lâzým . . Bu iki sýfatý toplayabilmek kemâldir.
Reþahat sahibi :
- Hoca Hazretlerinin «Bâtýnda Allah ile olmak» emirlerindeki mâna þudur ki, tâlib, bâtýný kýblesi olarak Allah´ýn zatýna baðlanacak ve gönül gözünü mutlak yüzden ayýrmayacaktýr. Ýki cihanda haktan gayri muradý olmayacak ve bütün mevcudiyeti Hakka feda edecektir. Mansur Hallac´a «kimin mezhebindensin?» diye sorulunca «Rabbýmýn mezhebindenim!» cevabýný vermiþ. Hemedânî Hazretleri der ki : «Talibin iþi mezhep sahibiyledir, mezheple deðildir!» Yine Hoca Hazretlerinin «zahirde Allah´ýn emirleriyle olmak» þeklindeki ifadelerinden murad þudur ki, tâlib, kitap ve sünnetle amel edecek ve zahirinde þeriata aykýrý en küçük bir tavýr olmayacaktýr. Yine Alâeddin Attûr Hazretlerinin ifade buyurduklarý gibi, «Sadýk tâlib cismiyle þeriatta, ruhuyla tarikatta sýrriyle vuslatta olacaktýr.»
Buyurdular ki :
- Tâlib, büyüklerin mezarlarýný ziyaret edip, orada yatan azizin sýfatlarýndan ne anlamýþ ve ne bakýmdan mezara teveccüh etmiþse o derecede feyiz alýr. Gerçi teveccühte zahiri yakýnlýðýn çok tesiri varsa da hakikatte mukaddes ruhlara yönelmek için zahirî uzaklýk mâni teþkil etmez. Bu gerçeði belirten bir hadîs bulunduðu gibi, kabir ehlinin zahirî suretlerini görmeðe itibar yoktur. Asýl itibar onlara teveccüh edip sýfatlarýný anlamayadýr. Hoca Bahaeddin Nakþibend Hazretleri buyurdular ki : «Halka yakýnlýktansa Hakka yakýnlýk evlâdýr.» Ve bu beyti dillerinden düþürmezlerdi:
-Büyüklerin kabrine baðlanmaktan ne çýkar ?
-Onlarýn yaptýðýný yap, maksada er !
Allah ehlinin kabirlerini ziyaretten gaye, mezara deðil Hakka teveccühtür. Oradaki velînin ruhaniyeti Hakka teveccüh için ancak bir vesiledir. Halka tevazu ve küçüklük gösterme hâlinde de gaye Haktýr.
- Murakabe yolu, nefy ve isbat (Tevhit Kelimesindeki mânalar) üzerinde çalýþmaktan daha verimlidir. Cezbeye de daha yakýndýr. Murakabe yoluyle en yüksek dereceye, melek ve melekler âlemine tasarruf mertebesine eriþilir. Havâtýr (ruha ânî olarak inen menfî telkinler) dedikleri duygulara dikkat etmek, âleme lütuf ve rahmet gözüyle bakmak ve dilediði bâtýný nurlandýrmak murakabeye devamdandýr. Murakabe melekesinden ruh topluluðu ve kalb uysallýðý doðar. Bu makama «cemi ve kabul» ismini verirler.
Buyurdular :
- Harizem diyarýna ilk gidiþimizde yakýnlarýmýzdan her biriyle bâtýna çalýþýlmýþtý. Kendi iradeleriyle kendi bâtýnlarýný sýnamak gayesiyle. . O sýfat kendilerinde devamlý mýdýr, deðil midir; anlaþýlsýn diye.. O çalýþma eserini tam mâhasiyle verdi ve meleke bâki kaldý.
Reþahat sahibi:
-Hoca Hazretlerinin nakil buyurduklarý «Bâtýna çalýþma» adî bulûð derecesinden üstün bulûð derecesine yükseliþi göstermek içindir, insanýn maddî tedbir alemindeki tasarrufu nasýl adî bulûð çaðýndan sonra meydana gelirse melekût âlemine ait iþlerdeki tasarrufu da üstün bulûð neticesinde olur ki, bu hallerin ayrý ayrý akýl derecelerine ihtiyaçlarý vardýr. Gönül ehli, hakikatte ikinci dereceye ermiþ olanlara «balið» derler. Nitekim Þeyh Þirazî «Gülþeni Raz» isimli eserinde þu mýsralarla bu ince sýrra dokunur:
Bir pîre demiþler ki, evlen! Demiþ : "Ben daha bulûða ermedim! "
Ýnsan veliliðe erince balið olur; Velilik olmayýnca çocukluk olur.
Bu makamda sâlikin zahiri ayniyle bâtýný, bâtýný da ayniyle zahir olur. Madde âleminde kendisine verilen iþlerde dilediði gibi harekete kaadir olduðu gibi melekler âleminde de, kabiliyet ve salâhiyetine göre dilediðini iþler. Bu mertebenin ehli iki kýsýmdýr: Bir kýsmý hâl ehlidir. Yani melekler âleminde tasarrufa kabiliyeti cezbeyle meydana gelir ve o zaman dilediðini iþler. Lâkin dilediði zaman cezbeye düþmek kudreti kendisinde yoktur, öbür kýsmý ise makam sahipleridir ki, yerlerinde sabittirler ve diledikleri anda melekler âlemine girip diledikleri gibi tasarruf edebilirler. Sâlikte bu meleke meydana geldikten sonra zahiri ve bâtýný irade bir araya gelip makam sahipliðini yol açýlýr. Hoca Hazretlerinin «Sýnamaktan ötürü bâtýna çalýþmak» diye ifade ettikleri, yakýnlarýnýn, zahirde kendi iradeleriyle tasarruf ettikleri gibi bâtýnda da tasarrufa kaadir olup olmadýklarýný anlamak içindir. O çalýþma, müritlerin yükselmelerine sebep oldu ve kemâl sahipliðinden makam sahipliðine geçtiler, demek istiyorlar.
Buyurdular :
- Susmak gerektir. Üç þey için : Ya hatâratý gözetmek, ya gönül zikrini dinlemek, yahut gönülden geçen hâlleri kollamak için.
Buyurdular :
- Hatarât, yani kalbe anî olarak inen türlü vesvese ve telkinler, kemâle mâni deðildir. Lâkin kalbe yerleþmemeleri lâzýmdýr. Zira hatarâttan tamamiyle uzaklaþabilmek imkânsýz gibidir. 20 yýl müddetle nefyettiðim tabiî ve cüz´î irade fikri birdenbire içime düþtü, fakat karar kýlamadý. Hatâratý önleyebilmek çok zor iþtir. Bazýlarýnca onlarýn hiç bir kýymet ve itibarlarý yoktur ve herhangi bir zararlarý düþünülemez. Þu þartla ki kalbe nüfuz ve orada yuva kurmasýn. . Yoksa feyiz mecralarýný týkar. Bu bakýmdan daima bâtýn hallerini murakabe etmek gerekir. Mürþit emriyle mürit, nefesini boþaltýrken hatâratý da nefyetmiþ olur. Nefes ihracýnýn hikmeti þudur ki, her mânanýn bir sureti olduðu için hatarâtýn belirttiði mânalardaki suretlerde nefsin boþalmasiyle kalbten tahliye edilmiþ olur. Onun içindir ki, bu usule yapýþýp hatarâttan kalbi boþaltmak gerektir.
Buyurdular :
- Hoca Nakþibend Hazretlerinin, tâlibleri daima suçlamak yolundaki ilk usullerini ihya etmek lâzýmdýr. Hoca Hazretleri, ömürlerinin sonunda halkýn terbiyesiyle uðraþmaktan üzüntüye düþüp buyurmuþlar ki : «Bunlar kendilerine eriþen feyizleri benimsemez ve geliþtirmezler.»
Buyurdular :
- Hoca Nakþibend Hazretleri mütemadiyen tekrar ederlerdi ki : «ibadet on kýsýmdan ibaret ve dokuz kýsmý helâl kazanç istemektir.» Buyururlardý ki : «Helâl rýzk istemekte, zamanýmýzda ekincilik ile bahçecilik maksada en yakýn olanlarýdýr.
Buyurdular :
- Allah ehli ile sohbet etmek üstün aklýn ziyadeliðine sebeptir.
- Sohbet tekidli sünnetlerdendir, Ýki günde bir bu taife ile sohbet edip bunlarýn edeblerine hakkiyle riayet eylemek lâzýmdýr. Eðer arada zahirî uzaklýk varsa, hiç olmazsa ayda veya iki ayda bir kendi zahirî ve bâtýnî hâlini mürþidine bildirmek gerektir. Aradaki mesafe ne olursa olsun, mürit hayal yoluyla mürþidine yükselmeli ve onunla meþgul olmalýdýr ki, küllî uzaklýk ve gaflet ona hâkim olmasýn.
- istek o kadar yüksektedir ki, istemeðe bile kudret yok. istek de onun inayetindedir.
Buyurdular :
- Ertelemek, kabiliyet zamanýný beklemek içindir. Bulurlar, yine elden savururlar ve anlamazlar, nereden olduðunu bilmezler.
Buyurdular :
- Ben kefil olurum ki, bu tarîkate taklitle giren bile yine tahkike eriþir. Hoca Bahaeddin Nakþibend Hazretleri, bana, kendilerini taklit ile baþlamamý emrettiler. Kendilerinden taklit ettiðim her þeyi yine taklit ile götürmekteyim. Elbette bir gün eser ve neticesini görürüm.
Buyurdular :
- Bu taifeyi renkten renge girme makamýndan gayri yerde bilmek olmaz. Þimdi anlýyorum ki, onlarý temkin makamýnda bilmek doðru deðilmiþ. . Hem kim onlarý sabit bir makamda bulup taklitlerine giriþtiyse eli boþ döndü. Meðer inayet edip kendilerini ona göstersinler.
Hoca Hazretlerinden naklettiðimiz hikmetler burada sona eriyor. Renkten renge girme keyfiyeti, büyüklerce, sâlikin gönlü tereddütle itminan arasý gider gelirken hâsýl olan haldir. Bazýlarý demiþlerdir ki, bu hâl, sâlikin gönlü keþifle hicab ortasýnda tereddüt te olmaktýr.
Sýfatlarý kâh zahir ve kâh gaip olduðu için, nefs sýfatýnýn her gidiþinde keþif ve her geliþinde hicab hâsýl olur. Sâliki bu makamdan anlamak lâzýmdýr. Renkten renge girme cihetinden karþýlýklý sýfatlar arasýnda inip çýkmalar baþlar ve kabz ve bast (sýkýlma ve ferahlama) ve sekr ve sahv (manevî sarhoþluk ve ayýlma) gibi haller birbirini takip eder. Temkin ise büyüklerin dilinde hakikat keþfinin sabit olarak devamýdýr. Gönlün Allah´a yakýnlýk makamýnda itminaný bakýmýndan bu makam ile sâlik arasýnda bir rabýta kurulamaz. Zira temkin sahibi ledün ilmi mertebesine eriþtiði için yiyip içme, alýþ veriþ, uyku ve uyanýklýk gibi hâllerde, dýþarýdan zahir ehli gibidir. Eðer baþlangýçtaki sâlik onu taklide kalkacak olursa riyazet ve mücahedeyi terketmek gibi vartalara düþer ki, bundan, Hoca Alâeddin Hazretlerinin bahis buyurduklarý korku doðar. Ama renkten renge girme halini (telvin), tahkik ehlinin Gavsi Muhiddin-i Arabî Hazretleri tarzýnda anlayacak olursak iþ deðiþir. Muhiddin-i Arabî Hazretleri buyurmuþlardýr ki:
- Büyükler nazarýnda telvin, renkten renge girme hâli, nakýs bir makamdýr. Lâkin benim gözümde bu hâl bütün makamlarýn üstündedir. Bu hâlr Allah´ýn kendi þaný üzerinde buyurduðu bir sýfata uygundur. Böylece en yüksek makam olan temkin, bizim nazarýmýzda telvinde temkindir.
Mevlânâ Radiyüddin Abdülgaffur Hazretleri buyurdular ki :
- Þeyh Muhiddin-i Arabi´nin temkin ve telvin üzerinde buyurduklarý, sâlikin, namütenahi tecelliler arasýnda birine veya öbürüne yapýþmasý demek deðildir. Sâlikin hakikati renksizlik olup keyfiyet ve kemiyetten mücerret olan asýlla mutabýktýr. Nitekim Allah´ýn kendi hakkýnda buyurduðu, her an namütenahi renk içinde bütün bu tecellilerden münezzeh ve mücerret olmaktýr. Sâlik te, ilâhî tecellilerden her an bir renk ile renklenirken kendi hakikatinde renksizdir.
Hoca Alâeddin Attâr Hazretlerinin son günleri, Hoca Muhammed Pârisâ Hazretlerinin el yazýlariyle tesbit edilmiþtir.
Son marazlarýnda yakýnlarýna dediler ki :
- Bendeki hastalýk halinden gelen dýþ karýþýklýða bakýp kendi hâlinizi ona uydurmaya bakmayýn! Siz kendi zahir ve bâtýn huzurunuza dikkat etmeðe bakýn! Þu halimle bana uyacak olursanýz parçalanýr ve daðýlýrsýnýz.
Ve dediler :
- Dostlar ve azizler hep gitti. Bazýlarý da arkalarýndan gidiyor. Elbette o âlem bu âlemden üstündür.
Bu sözü söylerken nazarlarý bir sebze bahçesinin yeþilliðine takýldý.
Yakýnlarýndan biri dedi:
- Ne güzel sebzelik! Cevap verdiler :
- Toprak da güzeldir. Bu âleme bizde hiç meyil kalmamýþtýr. Dostlarýn gelip bizi bulmayýnca gönülleri kýrýk dönmelerinden baþka kederimiz yoktur.
Hastalýklarý esnasýnda yakýnlarýna dediler :
- Merasim ve âdetleri bir kenara býrakýnýz! Halkýn âdeti neyse aksini yapýnýz! Birbirine uyunuz! Allah Resûl´ünün geliþi insanlarýn merasim ve âdetlerini býraktýrmak içindi. Birbirinize sýðýnýnýz ve her biriniz kendinizi nefyedip baþkasýný doðrulayýnýz! Her iþte yolunuz ölçülere baðlýlýk olsun! ölçüleri yerine getirmek azminden dönmeyiniz! Sohbet! en büyük sünnetlerdendir; bu sünnete riayet edip umumî ve hususî þekilde ona devam ediniz! Eðer bu yolda istikamet gösterirseniz tek nefeste veriminiz, benim bir ömür boyunca kazancým kadar olur. Hâlinizin daima yükseliþte olmasý lâzýmdýr. Vasiyetlerimi çiðneyecek olursanýz periþan olursunuz! ´
Ve o anda Tevhid Kelimesini yüksek sesle okumaya baþladýlar.
Hayatlarýnýn sonunda ve yakýnlarýnýn huzurunda bu fakir hakkýnda buyurdular ki:
- Yirmi yýldan ziyadedir ki, benim ile onun arasýnda Allah için dostluk vardýr. Elbette o dostluk deðiþmez. Bu fakirin arkasýndan da :
- Ben ondan razýyým, buyurmuþlar; Allah Resûl´ünün sâhabilerinden razý olduklarý gibi..
Bir gece, bu fakirle aralarýnda bir söz geçmiþti. Kendileri bu fakiri kendi bâtýnlariyle þereflendirip manevî birliðimize dair sözler söylemiþlerdi. Ruhlarýný teslim edecekleri esnasýnda o geceyi anýp dediler ki, kendisi bilir, baþkasý bilmez. O gece olan sohbet bir nevî suçlama ve paylama mahiyetinde Ýdi ama, þevk ve Uiuhabbet doðurucuydu.
Son marazlarýnda bu fakiri sýk sýk andýlar ve iltifatlarýna boðdular.
Son sözleri rýza, vecd, sohbet, aþk, þevk, dostluk üzerine oldu ve kâh nasihat, kâh hikmet, kâh halka dua seklinde tecelli etti.
Hastalýklarýnýn aðýrlaþtýðý bir an :
- Ben hizmette suret ve mâna pehlivanýyým!
Buyurdular ve hazýr bulunan Bahaeddin Nakþibend Hazretlerinin ruhaniyetini görüp kendileriyle hayli sözleþtiler.
Gidip kalmalarý mevzuunda hiç bir tercih ve iradeleri olmadýðýný söyleyerek müritlerine demiþler ki:
- Gidip kalmamýz hususunda iki fýrka olmuþuz. Sözünüzü bir idin ki, biz de ona göre davranalým!.
Hastalýklarýndan on gün evvel de âhirete gitmeði özleyib þöyle demiþler :
- Artýk bu niyetten dönmem!
Hastalýklarý ziyade baþ ve bel aðrýlariyle baþlýyor. Hicri 802 inci yýlýn 2 Recep perþembe günü yataða girip 20 inci çarþamba gecesi namazýndan sonra beka âlemine göçüyorlar.
Mübarek kabirleri Neçýganiyan köyünde
Yine Hoca Mehmed Pârisâ hazretlerinin yazdýklarýna göre, derviþlerinden biri Alâeddin Attâr Hazretlerini vefatlarýndan 40 gün kadar sonra rüyada görüyor ve þu hitaba mazhar oluyor:
- Allah´ýn bize ettiði ihsan, bizi sevenlerin zan ve tahmininden çok yüksektir. Ve ilâve etmiþler:
- Size ne lazýmsa içinizde býrakýp gittim. Ve yerden bir iðne alýp onu ayaklarý altýna koymuþ ve buyurmuþlar :
- Velilik o kimsenin hakkýdýr ki, bu dimdik iðnenin üstünde dimdik durup hiç bir tarafa bükülmez, yatmaz.
Vefatlarýndan 7 yýl evvel Çýðaniyan köyünden Buhara´ya gidip Þah-ý Nakþibcnd Hazretlerini ziyaret ettiklerinde derviþlerinden biri bir rüya görüyor :
Büyük bir otað kurulmuþ. . Otaðda Kâinatýn Efendisi bulunuyorlarmýþ. . Hoca Bahaeddin ve Alâeddin Attâr, otaðýn yanýndalar.. Ýçeriye girip Varlýðýn Nurunu görmek istiyorlar.. Bir müddet sonra büyük bir sevinç haliyle otaðdan çýkýyorlar...
Hoca Bahaeddin Hazretleri buyuruyor :
- Bize, kabrimizin 100 fersah mesafesinde defnedilecek her müslümana þefaat etmemiz nasihati ihsan edildi. Alâeddin Attâr´a da 40 fersah mesafedekilere þefaat nimeti. Bizi sevenler ve ihlâs ile baðlýlýk gösterenler de l fersah kuturlu bir çevre içindekilere þefaat edeceklerdir.
radyobeyan