Kutul Kulub
Pages: 1
Selef -Salih By: armi Date: 31 Aralýk 2009, 18:07:16
Selef-Salih Tarafýndan Yapýlmadýðý Halde Sonrakilerin Ortaya Çýkardýklarý Sözler Ve Fiillerin Beyaný
Selef devrinde insanlar karþýlaþtýklarý zaman selamdan sonra ´Ne haber?´, ´Halin nasýl?´ diye sorarlardý. Hk soru ile kasdettikleri; nef­sin mücahede ve sabrýyla ilgili durumuydu. Ýkinci soruyla kasdeclilen ise; kalbin iman ve yakin ilmindeki artýþ ve eksilmenin duru­muydu. Onlar birbirlerine, Hak Teala´ya karþý amellerinde ve dün-ya-ahiret iþleriyle ilgili hallerinde artýþ mý yoksa eksilme mi oldu­ðunu sorarlardý. Böylece kalplerinin hallerim devamlý zikreder, ilimlerinin amellerini vasfeder, Allah Teala´mn kendilerine bahþet­tiði hüsn-ü muameleyi ve kendilerini sahip kýldýðý anlayýþlarý þü­kürle anarlardý.

Onlarýn bu güzel sünnetleri, ayný zamanda Allah Teala´mn on­lar üstündeki nimetlerini saymalarýnýn ve þükürlerini en güzel þe­kilde ifade etmelerinin bir göstergesiydi. Bu da, marifet ve muame­ledeki himmetlerin artmasýný temin ederdi. Seleften bir zat þöyle demiþtir: Ýlimlerimizin ve sahip olduðumuz þeylerin çoðunluðu, birbirimizden öðrendiklerimizden ve kardeþlerimizin birbirleriyle karþýlaþtýklarý anda verdikleri haber ve söylediklerinden ibarettir. Yukarýda anlattýðýmýz bu güzel sünnet, artýk görülmez olmuþtur. Bugün iki kiþi karþýlaþtýðý zaman birbirlerine sorduklarý hal-hatýr, tamamýyla dünya iþlerini ve heva vesilelerini hedeflemektedir. Bu hal-hatýr faslýndan sonra da, izzet ve celal sahibi olan Rablerini, O´nun aciz bir kuluna þikayet etmeye giriþmektedirler. O´nun hü­kümlerine hiddetlenmekte ve O´nun kazasýndan kendilerini akla­makta, kendilerini ve kendi yaptýklarýný unutuvermektedirler.

Bu meyanda Allah Teala´mn þu ayetlerim hatýrlatmakta büyük fayda vardýr: "Kim Rabbinin ayetleri kendisine hatýrlatýldýðý halde onlardan yüz çeviren ve kendi elleriyle öne sürdü fiilleri unutandan daha zalim olabilir?" (Kehf/57); "Andolsun insan Rabbine karþý çok nankördür". (Adiyat/6) Yani O´nun nimetlerini inkar edici, musibet­lerini ise ýsrarla anýcý ve nimetlerini ise unutucudur. Bütün bunlar, Allah Teala´yý bilmemek ve O´na karþý gaflet içinde olmaktýr.

Sonraki devirlerde ortaya çýkan bidatlardan biri de, ´Nasýl sa­bahladýn? Nasýl akþamladýn?´ gibi sorulardýr. Halbuki Selef-i Salih (ra) birbirleriyle karþýlaþtýklarý zaman ´Allah´ýn selamý ve rahmeti üzerinize olsun´ diye selamlaþýrlardý. Bu meyanda Allah Resu-lü´nden de (sav) þöyle bir hadis rivayet edilmiþtir: "Sizden kim, se­lamdan önce söze baþlarsa, ona karþýlýk vermeyin".

Bu adetin ortaya çýkýþý, Þam´da görülen veba salgýnýndan sonra­sýna rastlar. Þehirdeki salgýn öyle bir hal almýþtý ki herkes sabah­leyin birbirine ´Veba cihetinden nasýl sabahladýn?´ veya ´Nasýl ak­þamladýn?´ diye sorar olmuþtu. Çünkü sabah saðlam olan akþama bu illete yakalanýyor veya akþam saðlam olan, sabah veba mikro-buyla uyanýyordu. Ama o günlere mahsus olan bu hal-hatýr ve se­lamlaþma þekli günümüze kadar gelmiþ ve çýkýþ sebebi tamamen unutulmuþtur. Ýlk devir alimleri arasýnda, bunun sebebini bilenler, onu mekruh görürlerdi.

Ahmed b. Ebi´l-Havari´den þunu nakletmiþlerdir:
´Bir adam Ebu Bekir b Ayyaþ´a (ra) ´Nasýl sabahlayýp nasýl akþamladýn?´ diye sor­muþtu. Ebu Bekir, onunla konuþmadý ve þöyle dedi: Þu bidati artýk býrakýn´. Yine o, þöyle demiþtir: Selefden bir zata ´Nasýl sabahla­dýn?´ diye sormuþtum. Bana sýrt çevirdi ve þöyle dedi: ´Nasýl sabah­ladýn?´ ile deðil, selam ile baþla.

Ebu Ma´þer de Hasan el-Basri´den (ra) þunu rivayet etmiþtir:
Selef, sadece ´Allah´ýn selamý üzerinize olsun´ diyorlardý. Allah´a an­dolsun ki bununla kalpler selamet bulurdu. Halbuki bugün ´Nasýl sabahladýn? Allah seni ýslah etsin! Nasýl akþamladýn? Allah sana afiyet versin!´ gibi sözler kullanýlýyor. Eðer Selefin görüþünden ha­reket edersek, bu tür selamlaþmayý bidat olarak görmemiz gerekir. Böyle yapmazsak, kendimize saygýmýz kalmayacaðý için bize kýz­maya haklarý olur.

Sonraki devirlerde ortaya çýkan bidatlara misal olarak, mektup­larýn baþýnda mektup gönderilen kilenin adýyla baþlamak da zik­redilebilir. Halbuki sünnete uygun dîan, mektup yazanýn kendi adýyla baþlayýp muhatabýn adýný sonra zikretmesi ve bunu ´Falandan fa­lana´ þeklinde ifade etmesidir. Ýbni Þirin (ra) bu mevzuda þöyle bir hadise nakleder: Evden uzunca bir zaman ayrý kalmýþtým. Sonunda babama bir mektup yazdým. Mektubun baþýna da onun ismini yaz­dým. Bana gonderdiði cevabi mektupta þöyle diyordu: Ey oðul, ba­na mektup yazdýðýn zaman, kendi isminle baþla. Eðer yine benim adýmla baþlarsan, ne mektubunu okur, ne de ona cevap yazarým.

Ala´ b. el-Hadrami de Allah Resulü´ne (sav) bir mektup yazýp mek­tubuna kendi adýný zikrederek baþlamýþ ve ´Ala b. el-Hadrami´den Al­lah Resulü Muhammed´e´ ifadesini kullanmýþtý. Bunu ilk defa ihdas edenin Ziyad olduðu söylenmiþtir. Ulema, bu tavrýndan dolayý kendi­sini ayýplamýþ ve bunu da Emeviler´in ihdas ettikleri bidatlar arasýn­da saymýþlardýr. Ama bu bidat, özelikle halifeler ve emirlerin mek­tuplarýnda günümüze kadar aynen devam etmiþtir. Bugün de idare­ciler, mektuplarýnda kendi isimlerini ön´e koydurtmaktadýrlar.

Ýslam´ýn ilk devresinde olmayan muhdesattan biri de, kiþinin bir kardeþinin evine girdiði zaman, o evin hizmetlilerine ´Ey delikanlý, ey kadýn!´ þeklinde hitap etmesidir. Bu, Allah Teala´nm ve Resu-lü´nün (sav) emirlerine açýk bir muhalefettir. Çünkü Allah Teala þöyle buyurmaktadýr: "Ey iman edenler kendi evlerinizden baþka evlere, sahipleriyle kaynaþmadan ve selam vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayýrlýdýr". (Nur/27) Yani o ev halkýyla selamlaþýp ta­nýþmadan önce onlarýn hizmetçilerine buyruk vermemek gerekir.

Ayette geçen ´Ýsti´nâs=Ünsiyet etmek´ kelimesi; kapýyý çalmak, öksürmek ve evde bir insan olduðunu hissettirecek hareketler yap­mak þeklinde tefsir edilmiþtir. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Siz­den biri, kardeþinin evine geldiði zaman üç kez selam versin. Eðer kendisine izin verilirse girsin. Aksi halde geri dönsün". Selef-i Sa­lih, kardeþinin evini ziyaret ettiðinde kapýya vurduktan sonra üç kez selam verir ve her selamdan sonra kýsa bir müddet beklerdi. Eðer ev sahibi izin verirse eve girerdi. Ev sahibi, bir Özründen do­layý kardeþini o vakitte kabul etmek istemezse þöyle derdi: Ve aley-kümü´s-selamu ve rahmetullah, Allah size afiyet versin, þimdi dö­nün çünkü meþguliyetim var.

Ziyaretçi de bunu yadýrgamadan hoþluk içinde ayrýlýp giderdi. Kardeþinin sözü, kalbini asla kýrmaz hatta kendisine daha hoþ gelirdi. Çünkü bu, onun arýlýðý ve icabeti bakýmýndan daha faziletli bir haldi.

Allah Teala þöyle buyurmaktadýr:
"Eðer size ´Geri dönün´ denilir­se dönün. Bu, sizin için daha arýdýr". (Nur/28) Ziyaretçi kiþi ayný gün içinde iki veya üç kez daha eve gelip müsaade isteyebilir. Ev sa­hibi reddetse de bu onun kalbini kýrmaz. Halbuki bu davranýþ, za­manýmýzda yaþayan insanlarýn çoðuna yapýlsa, kesinlikle yadýrga­nýr ve kalp kýrýcý olurdu. Hatta o gün bir daha kapýyý çalmazlardý.

Bu meselenin bir yönü de ulema ile ilgilidir. Ýnsanlar, sadece za­ruri ve çok mühim meseleler için onlardan izin istememekle kalmý­yor, aksine onlarýn kapýlarýnda ve mescidi erinde eðleþip namaz vakti için çýkmalarýný bekliyorlardý. Bunu da ilimlerine verdikleri deðeri göstermek ve ulemanýn heybetini takdir etmek için yapýyor­lardý. Ebu Ubeyd´den þu sözü nakletmiþlerdir: Ben, bir alimin ka­pýsýný asla çalmadým. Bilakis onun evine gider ve kapýsýnýn önünde bekleyip kendiliðinden dýþarý çýkmasýný beklerdim. Bu hareketimi de Allah Teala´nýn "Sen yanlarýna çýkýncaya kadar sabretseler, on­lar için daha hayýrlý olurdu" (Hucurat/5) buyruðunun yorumuna sý­ðýnarak yapardým.

Buna benzer bir söz Ýbni Abbas´dan da (ra) rivayet edilmiþtir. Bu hadise, onun ilim ve þeref bakýmýndan bulunduðu mevkiiyi gös­termesi bakýmýndan gayet önemlidir: ´Yoldan geçen biri, Ýbni Ab-bas´ýn (ra) Ensar´dan birinin kapýsýnýn önünde beklediðini gördü. Çok þiddetli bir rüzgar esiyor, tozu dumana katýyordu. Adam onun yanma yaklaþtý ve ´Ey Allah Resulü´nün amcasýnýn oðlu, seni böy­le bir yerde oturtan nedir?´ diye sordu. O da, ´Ev sahibinin çýkmasý­ný bekliyorum´ dedi. Bir müddet sonra hane sahibi dýþarý çýktýðýn­da, ´Ey Allah Resulü´nün amcasýnýn oðlu, eðer çaðýrtsaydm yanýna gelirdim´ dedi. Bunun üzerine Ýbni Abbas (ra) þöyle dedi: ´Sana gel­mem daha doðruydu´. Bunu söyledikten sonra, onun rivayet ettiði­ni iþittiði bir hadisi kendisine sordu. Saygýnýn büyüklüðüne bakýn ki ibni Abbas (ra) bu hadisi bizzat bu sahabiden rivayet etmediði halde teyid ettirmek için kapýsýnýn Önünde bekleyebilmekteydi.

Bu tür bidatlara misal olarak, kiþinin kardeþinin halini özel ha­yatýna müdahe edecek þekilde merak edip araþtýrmasýný da zikre­debiliriz. Bu, mekruh görülmüþtür. Bu meyanda Selman-ý Farisi´nin (ra) evlilikten sonra baþýndan geçenleri misal olarak zikrede­biliriz: O, gerdeðe giriþinin ertesi günü halkýn arasýna çýkmýþtý. Bir adam önüne çýkarak ´Nasýlsýn ey Eba Abdullah?´ diye sordu. O da ´Allah´a hamdolsun, iyiyim´ dedi. Adam tekrar, ´Nasýlsýn ve dün ge­ceyi nasýl geçirdin?´ diye sordu. Bu hadisenin baþka bir rivayetinde ´Hanýmým nasýl buldun?´ ifadesi geçmektedir. Selman (ra) buna çok kýzdý ve þöyle dedi: ´Sizden biri, niçin soru soruyor ve sorunun mak­sadýný gizliyor? Evlerin içinde olanlarý da sorsun da tam olsun! Ýþin görünen kýsmýný sormanýz yeterlidir´.

Buna benzer bir hadise, Süleyman b. Mehran el-A´meþ´in (ra) baþýndan da geçmiþtir:
´Bir adam onun evine geldi ve ´Ey Eba Mu-hammed nasýlsýn?´ diye sordu. O da Ýyiyim´ dedi. Adam tekrar, ´Na­sýlsýn?´ diye sordu. O da, ´Afiyetteyim´ diye cevap verdi. Adam me­rakýný devam ettirerek ´Dün geceyi nasýl geçirdin?´ diye sordu. Bu­nun üzerine A´meþ, ´Ey cariyem, yataðý ve yastýðý indir´ diye seslen­di. Kadýn yataðý ve yastýðý indirdiðinde, ´Þimdi yataðý ser ve uzan. Ben de yanma uzanayým da kardeþimize, dün geceyi nasýl geçirdi­ðimi gösterelim´.

Bazýlarý, bir kardeþleriyle karþýlaþtýðý zaman, evdeki tavuða va­rýncaya kadar sorarlardý. Halbuki, o kimse bir dirhem istese onu bile vermezlerdi. Geçmiþ devirde, Seleften bir zat kardeþiyle karþý­laþtýðý zaman bütün söyledikleri; ´Nasýlsýnýz? Allah´ýn selam ve esenliði üzerinize olsun´ ifadesini geçmezdi. Ama selamlanan ve ha­li sorulan kimse, o kimseden malýnýn yarýsýný istediðinde de malýný derhal onunla paylaþýrdý.

Kiþinin, yolda yürürken karþýlaþtýðý bir kardeþine ´Nereye gidi­yorsun? Veya, kimin yanýndan geliyorsun?´ diye sormsý da, sonra­dan çýkma adetlerden biri olup Selef tarafýndan mekruh görülmüþ­tür. Bu tür sorular ne sünnete, ne de umumi adaba uygun düþme-yip tecessüs (=kusur araþtýrma) ve tehassüs (=araþtýrma) kapsamý­na giren sorulardýr. Tecessüs haberlerde olurken, Tehassüs eser ve rivayetlerde yapýlýr. Bu tür sorular, her ikisini de bünyesinde ba­rýndýrmaktadýr. Kiþi, nereye gittiðinin veya nereden geldiðinin kar­deþi tarafýndan bilinmesini istemeyebilir.

Mücahid ve Ata´ (ra) bu tür sorularý da mekruh saymýþ ve þöyle demiþlerdir:
Tolda giden bir kardeþinizle karþýlaþtýðýnýz zaman,ona nereden geldiðini ve nereye gittiðini sormayýn. Belki size doð­ruyu söylediði zaman hoþunuza gitmeyebilir. Belki yalan söyleyebi­lir ve ona yalan söyletmenin mesuliyetini üstlenirsiniz´.

Selef, mushaf satýn almayý da, satmayý da mekruh görüyordu. Bazýlarý, satmayý daha aðýr bir mekruh olarak görüyordu.

Ýnsanlar, yukarýda bazýlarýný zikrettiðimiz muhdesat dýþýnda, aslen bidat olan birçok ilmi de ortaya çýkarmýþlardýr. Bu ilimler, Ümmet´in selefi tarafýndan bilinmeyen ilimlerdi. Bunlara misal olarak da; Kelam, Cedel, Kýyas, Felsefe, Allah Resulü´nün (sav) sünnetini, reye ve akli ilimlere dayalý delillerle yorumlama ilimle­riyle, rey, akýl ve kýyas ilminin Kur´an´ýn ve hadislerin zahirlerine tercih edilmesini zikredebiliriz. Yine bunlara misal olarak, vecdler-le hasýl olan ilimlerdeki iþaretleri hakiki ilimlerine dayanmaksýzýn ve tafsilatýný beyan etmeksizin anlatmayý da zikredebiliriz. Böyle bir tutum, onlarý dinleyenleri þaþýrtmaya ve onlarla amel edenleri yoldan çýkarmaya çok müsaittir.

Bu ilme sahip olan ulema, vecd ile doðan ilimleri anlatýrken halka faydalý olaný açýklayýp zararlý olmasý muhtemel olaný gizli­yorlardý. Çünkü bu vecdler, onlarýn kendi kalbî halleriydi ve bunla­rý saklamak, daha hayýrlýydý. Vecdlerin ilimleri ise müridlerin ve âmilerin nasiplerini teþkil etmekteydi. Bunlarýn anlatýlmasý ise, onlar için ulaþýlmasý gereken bir gaye idi. Ulema da ilmi anlatýp kendilerine ait bir sýr olan vecdlerini gizlerlerdi.

Böylelikle yapmacýk davranýþlardan ve boþ iddialardan uzakta kalabiliyorlardý. Onlar, dinleyenlere akýllarý miktarmca ilim akta­rýyor, haketmediklerini almalarýný da engelliyorlardý. Böylece her iki vasýfta denk olurken iki halde onlardan tamamen üstün olabili­yorlardý. Bugün (Hicri dördüncü asýr) ise, artýk bu usul bilinme­mekte ve bunun tam zýddý ortaya konulmaktadýr.

Bugün yapýlanlar, faydadan ziyade zarara daha yakýn ve sela­metten olabildiðince uzaktýr. Ýlmi açýklamayý ve izah etmeyi bece­remeyen ve onu ifade gücü bulunmayan kimsenin yapacaðý en gü­zel iþ, sükut etmektir. Böyle biri sükutuna raðmen ilminde geniþ ol­maya devam eder. Sünnet üzere olan ilmini anlatmayan nice alim vardýr ki, onlarýn sükutlarý Allah Teala´nm rýzasýna çok daha ya­kýndýr. Allah Teala bu babda þöyle buyurmuþtur: "Eli geniþ olan genisliðine göre infak etsin, rýzký dar olan da Allah´ýn ona verdiðinden infakta bulunsun. Allah, bir insana tarafýndan verdiðinden baþka­sýný teklif etmez". (Talak/7)

Marifet ilimlerini, büyüklenme ve kibir saikiyle ya da miskin zahidlerden ayrýþma arzusuyla anlatýp kendilerini onlarla ayný ye­re koymayan, bunu da ünsiyet ve hallerinin mikdarýna göre birta­kým dünyevi çýkarlar elde etmek için yapanlar, dünya kapýlarýnýn en büyüðünü ve en zararlýsýný açmýþ olurlar. Bu kapý, ahireti mu-rad eden müridler için en tehlikeli ve dini tahrif bakýmýndan da farkedilmesi en zor kapýlardan biridir.

Buna misal olarak, Tevhid ilmi hakkýnda þeriat ilmine muhalif olarak görüþ beyan etmeyi, hakikatin ilme muhalefet ettiðini iddia etmeyi kaydedebiliriz. Hakikat, ilim ve þeriatýn yollarýndan biridir. Þeriat ilmi, onun bir parçasý olarak onunla nasýl çeliþebilir. Þeriat ilmini vacip kýlan da neticede Hakikat´týr. Hakikat, bir azimet ve sýkýþtýrma iken, Zahir ilmi bir ruhsat ve geniþliktir.

Batýn ilmi hakkýnda konuþurken, Zahir ilminin usul ve kaidele­rine dayanmamak, þeriatta inkarcýlýk etmek; Kitab ile Sünnet´in arasýna girmektir. Ariflerden bir zat þöyle demiþtir: Þu Þatahât eh­line baktýðýmda, ya kandýrýlmýþ bir cahil, ya haktan uzaklaþmýþ bir alim, ya da hiçbir þeye dayanmayan bir ezberci olduðunu gördüm.

Sonradan ortaya çýkan bidat ilimlere misal olarak, vecdlerini Kitab ve Sünnet´e dayandýrmaksýzm Din üzerinde sadece vesvese ve hatýrlara dayanarak yapýlan konuþmalarý zikredebiliriz. Halbu­ki bu vecdlerin tafsilinin yapýlmasý, Kitab ve Sünnet´in delilleriyle teyid dilmesi gereklidir. Kitab ve Sünnet´in teyid etmediði fikirleri reddetmek icap eder. Çünkü bu tür vecdlerde dalalet ve aldanma, bu tür müþahedelerde de batýl ve yalan mevzubahis olabilir. Bun­larýn sahipleri, Muhabbetullah iddiasýnda bulunurken Sünnetin getirdiði sýfatlarý inkar etmektedirler.

Bu sýfat ile vasfedilen Hak Teala´yý þehadetten uzak olmalarý ve bilinmesi icap eden Allah Teala´yý bilmeksizin Marifetullah iddia­sýnda bulunmalarý, onlarýn vecd ve müþahedelerini þaibe ve zan al­týnda býrakmaktadýr. Ýslam´ýn ilk devrinde mevcut olmayýp sonra­dan ihdas edilen adetlerden biri de, dualarda kafiye ve anlaþýlmaz kelimeler kullanýlmasýdýr. Bu, ne Kitab, ne Allah Resulü´nün (sav)sünneti, ne de Sahabe´den (ra) yapýlan nakillerin teyid ettiði bir adettir. Selef-i Salih duada aþýrýya gitmeyi ve Allah Teala´nýn veli­lerinden naklederek bildirdiði dua ifadelerinin dýþýna çýkmayý neh-yederlerdi. Allah Teala´nm, Kitabý´nda vahyettiði dualar, muhteva­sý bakýmýndan çok zengin, ifadesi bakýmýndan çok veciz dualardý.

Dua bahsinde Allah Resulü´nün (sav) þöyle buyurduðu rivayet edilir:
"Duada kafiyeden uzak durun. Sizden birine dua olarak, þöy­le demesi yeterlidir: Allahým, Sen´den cenneti ve ona yaklaþtýran söz ve amelleri nasip etmeni niyaz ederim. Cehennemden ve ona yaklaþtýran söz ve fiillerden de Sana sýðýnýrým".[41] Bir rivayette de Allah Resulü´nün (sav) þöyle buyurduðu bildirilmiþtir: "Öyle bir ka­vim gelecek ki duada ve temizlikte haddi aþacaklar".[42]

Abdullah b. Muðaffel (ra) oðlunun aþýrý tarzda dua ettiðini du­yunca ona þöyle demiþtir: Ey oðul, duada bidattan ve haddi aþmak­tan sakýn. Bu manada Allah Teala þöyle buyurmuþtur: "Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Zira O, haddi aþanlarý sev­mez". (A´raf/55) Bu ayetin tefsirinde þöyle denilmiþtir: Duada had­di aþmak; Allah Teala´nm salih kullarýndan naklederek haber ver­diði istiðfar, merhamet ve tevbeyle ilgili dua sigalarýnýn terkedile-rek baþka söz ve ifadelerle dua edilmesidir. Bundan çýkarýlmasý ge­reken; bilinen ve ümmetin dilinde þöhret bulan dua ifadelerinin kullanýlmasý gereðidir. Duada, yapmacýklýða, aþýrýlýða, anlaþýlmaz ifadelere ve garip kelimelere yer vermemek lazýmdýr.

Dua bahsinde þöyle denmiþtir:
Ulema ve abdal zümresi, duala­rýnda bilinen yedi kelimeyi aþmazlardý. Bunun tasdikini Kur´an-ý Kerim´de de gördüm. Allah Teala, Kur´an´m bir yerinde, yedi dua­dan fazlasýný zikretmemiþtir ki bunlar, Bakara suresinin sonunda-dýr. Bunun dýþýnda umumiyetle iki, üç, dört veya beþ duaya yer ver­miþtir. Seleften bir zat, hikaye anlatan bir kýssacýya uðramýþtý. Adam, duasýný kafiyeli olarak yapýyor ve çok derine dalýyordu. Ona þöyle dedi: Yazýk sana! Allah Teala´nm üzerine nasýl bu kadar mü­balaðalý ifadelerle gidersin?! Þahitlik ederim ki, Habib el-Acemi´yi dua ederken gördüm. Þu kelimelerden fazlasýný söylemiyordu: ´Al-lahým, bizi iyilerden kýl. Allahým, bizi Kýyamet günü rezil etme ve bizi hayýr üzere sabit kýl! Bu arada mecliste bulunanlar gözyaþlarý­ný tutamayýp aðlýyorlardý. Biz, onun duasýnýn bereketini ve icabete mazhar olacaðýný bilirdik.

Dua sigalarýyla ilgili olarak Ebu Yezid-i Bestami de (ra) þöyle demiþtir: Allah Teala´dan hikmet diliyle deðil hacet diliyle niyazda bulunun. Hasan el-Basri (ra) þöyle derdi: Allah Teala´ya edebiyet ve fasahet diliyle deðil, teslimiyet ve muhtaciyet diliyle dua et.

Sonraki devirlerde ortaya çýkan muhdesata misal olarak; Kur´an´ý dönüþümlü olarak okumayý ve iki kiþinin bir ayet üzerin­de birbirlerine düþmeleri veya ayný yerde iki ayeti birlikte okuma­larýný zikredebiliriz. Bu, karþýsýndakinin aðzýndaki ayeti çalmak ve onu aðzýndan kapýp almak olarak görülebilir. Oysa böyle davran­mak, Kur´an´a gösterilmesi gereken huþu ve ona karþý duyulmasý gereken saygýyla asla baðdaþmaz. Çünkü Kur´an tilaveti sükunet, hüzün ve huþu gerektirir.

Benzer bir bidat de, okutucunun bir ayeti iki kiþiden birden din-lemesidir. Halbuki kalbin hata yapabileceðini düþünerek teker te­ker dinlese daha hayýrlý olurdu. Bu meyanda Ýbrahim el-Belhi´ye þöyle denildiði rivayet edilir: Falan kiþi, ayný anda iki kiþiyi dinli­yormuþ, ne dersiniz? Ýbrahim´in cevabý þöyle oldu: Ýþe bakýn, halbu­ki bir okuyucuyu iki kiþinin dinlemesi daha elzemdir.

Kur´an-ý Kerim tilavetiyle ilgili bidatlere misal olarak, ´telhin´ yani makamlý okumayý da zikredebiliriz. Bu tür okumada kýsaltýl­masý gereken yer uzatýlýrken, uzatýlmasý gereken yer kýsaltýlýp iz­har edilmemesi gereken idðam izhar edilir, zahir olan bir harf de idðam yapýlabilir. Neticede okunan ayetin manasý anlaþýlmaz hale gelir ve kelimelerin i´rablarý tahrif edilir. Bu þekilde tilavet ederek makamlý okumak, kelimelerin eðilip bükülmesini önemsememek ve onlarý asýl manalarýndan çýkartmak, bidattir. Kur´an-ý Kerim´i bu þekilde okuyan birini dinlemek de mekruhtur. Biþr b. el-Hars (ra) þöyle demiþtir: Ýbni Davud el-Harbi´den bir istekte bulunmuþ­tum. O da dediðim adamý oturtup okutmaya baþladý. Bir süre son­ra, ´Bu adam þarký söylüyor dedi. Ben de ´Evet´ dedim. Bunun üze­rine þöyle dedi: Hayýr! Bu, bidatini açýkça sergiliyor.

Ezaný makamlý okumak da sonradan ortaya çýkan bidatlardan-dýr. Bu, açýk bir haddi aþma ve dünyalýk umma gayretinin ifadesidir. Bir müezzin Ýbni Ömer´e (ra), ´Seni Allah için seviyorum´ demiþ­ti. O da kendisine ´Ben de sana, Allah için buðzediyorum´ dedi. Adam, ´Niçin ey Eba Abdurrahman?´ diye sorunca þöyle dedi: Çün­kü sen, ezanýnda bir þeyler umuyor ve onun için ücret talep ediyor­sun. Ebu Bekir el-Ahiri de þunu anlatmýþtýr: Baðdat´tan ayrýldým. Herþeyde hatta Kur´an tilaveti ve ezanda dahi bidat çýkardýklarý için orada ikamet etmem helal olamaz hale gelmiþti. O bu sözüyle, Kur´an´ý karþýlýklý okumayý ve makamlý tilaveti kasdediyordu. Ni­hayet Hicret´in 330. senesinde Mekke´ye, bizim yanýmýza geldi.

Selefin yapmadýðý birçok þey halef tarafýndan yapýlmaya baþ­landý. Bu meyanda, Selefin hoþgördüðü þeylerde katýlýk, katý dav­randýklarý þeylerde ise gevþeklik ve hoþgörü hüküm sürer oldu.

Bunlara misal olarak Hariciler fýrkasýný zikredebiliriz. Bunlar, küçük günahlarda çok katý davranýrken, rivayet ve sünnetlerle müslüman cemaatinin görüþüne baðlýlýk noktasýnda çok gevþek davranmýþlardý. Sonunda da Ýslam cemaatinden ayrýlmýþlardý. Se­lef, gevþek davranýrken Halefin aþýrý titizlendiði ve katý davrandý­ðý hususlara misal olmasý bakýmýndan hadis kitaplarýný, hadislerin garip yönlerinin araþtýrýlmasýný, hadis senedlerinin farklarýný ve hadis lafýzlarýnýn tahkikini zikredebiliriz. Ýbni Avn þöyle derdi: Se­leften üçünü idrak ettim ki, hadislerin mana ile rivayetine ruhsat verirlerdi: Ýbrahim (en-Neha´i), eþ-Þa´bi ve Hasan el-Basri (ra). Se­lef ulemasý ve Sahabe´den birçok zat da, hadislerin mana ile riva­yetinde hoþgörülü davranmýþ, lafýzlarýn aynen aktarýlmasýnda has­sasiyet göstermemiþlerdir.

Selef devrinde olmayýp sonradan ortaya çýkan bidatlere misal olarak, Kur´an kýraatlarýna aþýrý derecede ehemmiyet verip tek bir okutucunun bütün kýraatlarý -sanki farzmýþ gibi- araþtýrýp zikret­mesini gösterebiliriz. Kýyas ve felsefe ilimlerinin tedkikine ziyade­siyle önem verip nahiv ve Arapça ilimlerinde derinleþmek de bu tür muhdesattandýr.

Bu babda Ýbrahim b. Edhem (ra) þöyle demiþtir:
Konuþmada ka­idelere öylesine uygun ve düzgün ifade sahibi olduk ki, sözde hata etmez olduk. Amellerde ise devamlý hata ediyoruz. Keþke konuþ­mada hatalý olup amellerde kaidelere uyup onlarý güzelleþtirmiþ ol­saydýk.

Bir defasýnda Kasým b. el-Muhaymera´nm yanýnda Arapça ilim­leriyle meþgul olmanýn hükmü sorulmuþtu. Cevabý þu oldu: Bunun baþý kibir, sonu da haddi aþmaktýr. Selef-i Salih´ten bir zat ise þöy­le demiþtir: Nahiv, kalpteki huþûyu götürür. Bir baþkasý da þunu söylemiþtir: Bütün insanlarý kusurlu kýlýp aþaðýlamak isteyen Arapça ilimlerini öðrensin.

Halef; su ile temizlikte, elbiseleri temizlemede, cünüplük ve hayzdan doðan kirlenmeden dolayý giysileri sýkça yýkamada, eti ye­nen hayvanlarýn tersleri ve idrarlarýndan dolayý temizlenmede ve az da olsa sýçramýþ kaný yýkamada çok titiz davranýrdý. Selef ise, bütün bunlarda daha rahat davranýp ruhsatla hareket ederdi.

Selefin titizlenip Halefin pek dikkat etmediði hususlarý ise þöy­le sýralayabiliriz:
Kazanç yollarý, kazanç için fazlasýyla kafa yorma, kendini ilgilendirmeyen hususlarda konuþma, boþ ve batýl üzerin­de konuþma, gýybet, koðuculuk, artan ve azalan belagat. Eðer þer hakkýnda konuþuluyorsa, belagat arttýrýlýr. Þayet hayýr hakkýnda konuþuluyorsa, o vakit de azaltýlýr. Halef, yalancý þahitliði, oyun ve eðlenceyi, amelsiz kimselerle oturmayý, heva peþinde koþmayý, ta­assubu ve dünyaya aþýrý derecede düþkünlüðü hoþgörürken, Selef, bunlarda çok katý ve titiz davranýrdý.

Halef devrinde ortaya çýkarýlan bidatlardan biri de kadýnlarýn zaruret olmaksýzýn hamamlara girmesi ve erkeklerin de hamamda peþtemalsiz dolaþmalarýdýr. Bunlar açýk fýsktýr. Ýbrahim el-Har-bi´ye (ra), nebiz içtiði halde sarhoþ olmayan birinin arkasýnda na­maz kýlýnýp kýlmmayacaðý sorulduðunda ´Evet´ demiþtir. Hamama peþtemalsiz girenin arkasýnda namaz kýlýnýp kýlmmayacaðý sorul­duðunda ise ´Hayýr  demiþ ve bunu þöyle açýklamýþtýr: Nebiz içtiði halde sarhoþ olmayan kimsenin arkasýnda namaz kýlmak ihtilaf mevzusudur. Halbuki hamama peþtemalsiz girmek ulemanýn icma-sý ile haramdýr.

Ulemadan bir zat da þöyle demiþtir:
Hamamda iki peþtemale gerek duyulur. Biri yüz, diðeri avret mahalli için. Aksi halde kiþi günaha düþmekten emin olmaz. Ýbni Ömer de (ra) þöyle demiþtir: Hamam, sonrakilerin ihdas ettikleri nimetlerdendir. Hamamda münker olan hareketlerden biri de, tellak denen kimsenin, müslü­man bir þahsýn avret mahallindeki kýllarý temizlemesidir. Ulema hamamda otururken, ya diz kýrarak veya ayaklarý üzerine oturup ellerini dizlerinin üstüne koyarak otururdu.

Hikmet ilmi hakkýnda konuþan zevatýn -özellikle de Sahabe (ra) ve Hasan el-Basri (ra) devrinde yaþayanlarýn- sýfatlarý iþte böyle idi. Bu ilmi, ilk defa gün ýþýðýna çýkaran ve dillerin onu telaffuz et­mesini saðlayan da Ebu´l-Kasým Cüneyd´dir. Bu da, sandalyelerin zuhurundan öncesine rastlar. : "O, kabalarý üzerine oturup bacaklarýný dikerek ellerini önden baðlardý"[43]Baþka bir rivayette de þöyle denilmiþtir: "O, ayaklarý üzerine oturur ve kollarýný, dizlerinin üstüne koyardý".

Bu imin ehlinden olup da sandalyeye oturan ilk zat Yahya b. Muaz´dýr (ra). Daha sonra Baðdat´ta Ebu Hamza onu takip etmiþ­tir. Þeyhler, yaptýklarýndan dolayý bu ikisini ayýplamýþlardýr. Çün­kü bu, marifet ve yakin ilimleri hakkýnda konuþan ariflerin usûl ve adabýna yakýþan bir davranýþ deðildir. Sandalyelere oturanlar, na-hivciler, dilciler ve ehl-i dünya olan fetva alimleriydi. Bize göre bu oturuþ, kibir ehlinin oturuþudur. Cemiyetle ayný þekilde topluca oturmak ise tevazünün icabýdýr. [44]


radyobeyan