Selefiyyun By: neslinur Date: 27 Aralýk 2009, 09:15:30
Selefiyyun
(Selefçiler)
Vahdaniyet (Allah´ýn birliði) :
Ýzahý :
a) Selefîler ve Eþ´arilerý
b) Metinleri Te´vil Etmeden Olduðu Gibi Býrakma:
2) Vahdaniyet ve Tekvin.
a) Cebir ve Ýhtiyar:
b) Fiillerin Sebepleri:
Ýbn-i Teymiyye´nin Görüþlerinin Deðerlendirilmesi:
Yeni Mezhepler.
SELEFIYYUN
(Selefçiler)
Bir kýsým görüþlerinin gerçekte Selefiye mezhebine ait olup olmamasý hususunda bunlarla müttefik deðilsekte, biz burada «Selefçiler» olarak, kendilerine bu sýfatý verenleri kasdetmekteyiz.
Selefîler, Hicri 4. yüzyýlda ortaya çýkmýþlardý. Bunlar, Hanbelî mezhebine mensup insanlardý. Bunlar, bütün görüþlerinin, Selefiye inancýný canlandýran ve bu inanca ters düþen görüþlere karþý savaþan Ýmam Ahmed Ýbn-i Hanbel´e ait olduðunu iddia ederler.
Selefiye inancý Hicrî 7. yüzyýlda tekrar ortaya çýkmýþ ve bu defa bu görüþ, Þeyhül Ýslâm Ýbn-i Teymiyye tarafýndan ihya edilmiþtir. Ýbn-i Teymiyye, insanlarý yoðun bir þekilde bu görüþü kabullenmeye davet etmiþ ve zamanýnýn gerektirdiði bazý görüþleri de Selefiye görüþüne ilave etmiþtir.
Daha sonra Selefiye inancý Hicrî 12. yüzyýlda Muhammed b. Abdülvahhab tarafýndan Arap yarýmadasýnda yeniden ortaya çýkarýlmýþtýr. Günümüzde de Vahhabîler, bu görüþe davet etmekte ve bir kýsým Ýslâm âlimleri de ayný görüþleri þiddetle savunmaktadýrlar. Ýþte bu görüþlere deðinmek gerekmektedir.
Hanbelî mezhebinde olan bu insanlar, ´Allah´ýn birliði meselesi üzerinde durmuþlar, bu meselenin kabirlerle olan iliþkisini izaha çalýþmýþlar ve müteþabih âyetler hakkýnda konuþmuþlardýr. Bu akým Hicri 4. yüzyýlda ortaya çýkmýþ ve bu görüþü benimseyenler, görüþlerinin, Ahmed Ýbn-i Hanbel´e ait olduðunu söylemiþlerdir. Ancak Hanbeli mezhebinden olan bazý zatlar bu görüþlerin, Ahmed Ýbn-i Hanbel´e ait olduðu hususunda bunlara katýlmamýþlardýr.
Selefüer ile Eþ´ar iler arasýnda büyük tartýþmalar olurdu. Çünkü Selefîler, Eþ´arîlerin kuvvetli olduklarý sahalarda ortaya çýkýyorlar ve þiddetli tartýþmalara sebep oluyorlardý. Her iki fýrka da, insanlarý selef-i salihin´in yoluna davet ettiklerini zannediyorlardý.
Biz, daha önce, Eþ´ari mezhebinin, selefden nakledilen görüþlerle iliþkisini anlatmadýksa da, bizzat mezhebin mahiyetim izah ettik. Bu bölümde de, kendilerine «Selefiye» adým verenleri anlatýrken, «Selefiyeci» adýyla ortaya çýkanlarla, gerçek «Seleîiyeciliði» karþýlaþtýrarak, asýl Selefiye itikadýnýn neden ibaret olduðunu izah etmeye çalýþacaðýz.
Kendilerine «Selefiye» adýný takanlarýn metodlar:
Daha önce Mutezililerin, felsefî bir metod takip ettiklerini, bu metodlarmý Yunan mantýðýndan, felsefecilerin tartýþma usullerinden aldýklarým görmüþtük. Mutezilîkn, bu metodu kullanmaya zorlayan sebep, bunlarýn, kendilerini adadýklarý, «îslâmý savunma» meselesiydi.
Eþ´ari ve Matüridiler de felsefî bir metod takibetme hususunda, Mutezilîler gibi hareket etmiþlerdir. Gerçi onlarla birçok tartýþmalara giriþmiþler, fakat vardýklarý pek çok neticede birleþmiþlerdir.
Sonra ortaya Selefiler çýkmýþtýr. Bunlar, felsefi metodu kullanmamýþlar, inanç meselelerinin, sahabe-i kiram ve tabiin zamanýnda, anlaþýldýðý þekilde anlaþýlmasýný istediklerini ileri sürmüþlerdir.
Bunlar, itikadý meseleleri yalnýzca Kur´an-ý Kerim?den ve Besulullah´ýn sünnetinden almaya çalýþmýþlar, itikadýn hem temel meselelerini, hem de bu meseleleri ispatlayan delilleri, Kur´an´dan almaya giriþmiþler, âlimlerin, Kur´an´m delillerinden baþka delillere baþ vurmalarým engellemeye çalýþmýþlardýr.
Bakýllani´nin. insanlarýn, itikadý meseleler hakkýnda Es´ari´nin "delillerine baeh kalmalarýný ileri sürmesine mukabil, Selefîlerin, insanlarýn. Kur´an´ý delilleriyle baðlý kalmalarýný istemleri, daha uygun ve daha evladýr.
Ýbn-i Teymiyye, metodlanný tesbit ettiði âlimlerin, Ýslâm inancýný anlama usullerini dört kýsma ayýrmaktadýr.
1) Filozoflar: Bunlar, «Kur´an-ý Kerîm, hitabet yoluyla ve insanlarý ikna eden mukaddimelerle geldi.» derler ve kendilerinin delillere dayandýklarýný ve kesin bilgiye sahib olduklarýný, itikadý meselelerin ise ancak delillerle ve kesin bilgi ile elde edilebileceðini iddia ederler.
2) Kelâmcýlar, yani Mutezililer: Bunlar, aklî delilleri, Kur´an-ý Kerîm âyetlerini incelemenin önüne geçirirler. Evet bunlar her iki delili de kabul ederler. Fakat, ifade ettiðimiz gibi, aklî araþtýrmayý, Kur´an-ý Kerîm´in delilinden önde tutarlar. Bunlar, Kur´an inancýndan sapmýyorlarsa da onu, kendi akýllarýna göre yorumluyorlar.
3) Bir kýsým âlimler (Matürîdî vb.) : Bunlar, Kur´an-ý Kerim´de bulunan itikadý mevzularý araþtýrýr ve ona inanýrlar. Kur´an´ýn bu meseleler hakkýndaki delillerini de kabul ederler. Ancak bu delilleri, doðruyu gösteren, insaný irþad eden, akla yön veren deliller olarak deðil, ihtiva ettikleri mânâlara inanýlmasý gereken Kur´anî haberler olarak kabul ederler ve bu delillerin ifade ettikleri mânâlarý, akýlla elde edilecek neticelere mukaddime yapmazlar. Çünkü bunlar, akýlla yardýmlaþarak, Kur´an´m beyan ettiði itikadý meselelere delil getirmeye çalýþýrlar.
Ýbn-i Teymiyye, îmam Matürîdi´yi bu tür âlimlerden sayýyor.
4) Bunlardan baþka dördüncü bir gurup ölimler vardýr ki; bunlar, Kur´an´m hem itikadý meselelerini hem de delillerini kabul ederler. Ancak, Kur´an´m delîleriyîe beraber, aklî delillere de baþvururlar.
Ýbn-i Teymiyye´nin, bu kýsým âlimlerden Eþ´ariîeri kasdettiði anlaþýlýyor.[1]
Ýbn-i Teymiyye bu ayýrýmý yaptýktan sonra selefin metodunun, bunlardan hiçbirisi olmadýðýný, çünkü itikadý meselelerin ve delillerinin ancak nasslardan alýnabileceðini, selefin ise akla itimad etmediðini, zira akim, insaný saptýrabilecegini, bunlarýn, sadece nassa inandýklarýný ve nasslarýn iþaret ettiði delilleri kabul ettiklerini, çünkü nasslarýn. Peygamber (S.A.V.)´e gönderilen birer vahiy olduklarýný ifade eder.
Selefîlere göre aklî metodlar, Ýslâmdan sonra icadedilen, sahabe ve tabiin´in kesinlikle bilmedikleri birtakým hususlardýr, itikadý meseleleri anlamak için aklî prensiplerin zarurî olduklarýný söylemek, selef-i salihîn´in, bu meseleleri ve delillerini hakkýyla bilmediklerini iddia etmek olur.
Bu hususta Ýbn-i Teymiyye þunlarý söyler: «Onlar, yani Selefiyeci olmayanlar, bu sözleriyle þunu demek istiyorlar-. «Peygamber Efendimiz, kendisine inen âyetlerin mânâsýný bilmiyordu. Sahabile-ri de bunlarý anlamýyorlardý.» Hatta onlarýn iddia ve ifadeleri «Resulullah» müteþabih hadisleri söylerken ne söylediðini bilmiyor ve bilmediði þeyleri konuþuyordu.» mânâsýna da gelir.
Vardýðýmýz sonuç kýsaca þudur; Ýbn-i Teymiyye´nin tasvir ettiðine göre Selefîler; itikadý meseleleri, dini hükümleri ve bunlarla ilgili bütün mevzularý kýsaca veya etraflýca bilmenin tek yolu, Kur´an-ý Kerim ve Peygamberimizin, onu açýklayan sünnetidir, Kur´an ve sünnet yolunu takibetmektir. Kur´an ne hüküm koymuþ, sünnet nasýl izah etmiþse, olduðu gibi kabul edilir, asla reddedilmez. Bunlarý kabul etmemek, Ýslâm inancýndan çýkmak olur.
Kur´an-ý Kerîm´in izahýnda ve O´ndan hüküm çýkarmakta akim katkýsý, ancak metinlerin iþaretleri ölçüsünde ve haberlerin, aklý desteklemeleri nisbetindedir.
´Aklýn otoritesi, sadece inanmada, boyun eðmede, naklen bilinen þeyleri akla yaklaþtýrmada ve nakille çeliþmemekte görülür. Akü þahittir, hâkim deðildir. îkrar eden ve destekleyendir. Bozan ve kabul etmeyen deðildir. Akýl, Kur´an´m kapsadýðý delilleri ancak izah edebilir.
Ýþte Selefîlerin metodu budur. Bu metoda göre akýl, devamlý olarak naklin arkasýnda yürür, onu güçlendirir ve destekler. Fakat, hiçbir zaman kendi baþýna delil olamaz. Sadece metinlerin mânâlarýný
akla yaklaþtýrabilir.
Seîefiler, vahdaniyet, Allah Tealâ´nm diðer sýfatlarý, kulun fiili, Kur´an-ý Kerîm´in mahluk olup olmadýðý hususlarýndaki ve Allah Tealâ´nýn, yaratýlanlara benzediði zannýný doðuran âyetleri incelemeye giriþmiþlerdir.[2]
Vahdaniyet (Allah´ýn birliði) :
Selefiler, vahdaniyeti, Ýslâmm esasý kabul ederler. Tabii ki bu, þüphe götürmeyen bir gerçektir. Selefiler vahdaniyetin mânâsýný, müslüman âlimlerin, üzerinde ittifak ettikleri bir þekilde açýklarlar. Diðer taraftan bunlar, Ýslâm âlimlerinin, vahdaniyete ters düþmediðini ittifakla belirttikleri bazý hususlarýn, vahdaniyete ters düþtüðü ididasýnda bulunurlar. Meselâ: Bunlar, Rablerine intikal eden (ölen) bazý kullar vasýta, yapýlarak Allah´dan birþey dilemenin, vahdaniyete ters düþtüðünü iddia ederler. Yine bunlar, Peygamber Efendimizin kabri olan Ravza-i Mutahhara´ya karþý yönelerek onu ziyaret etmenin ve Ravza-i Mutahhara´nm etrafýnda ibadet etmenin, herhangi bir peygamber veya velinin kabrine yönelerek dua etmenin, vahdaniyete ters düþtüðünü zannederler.
Selefüer, bu görüþlerinin, selef-i salihinin görüþü olduðunu ve bunun dýþýndaki bir görüþün, vahdaniyeti zedeleyen bir bid´at olduðunu sanýrlar.
îsîâm âlimlerinin tesbitîerine göre vahdaniyetin üç yönü vardýr.
1) Allah Tealâ´nýn zatýnýn ve sýfatlarýndan herbirinin tek oluþu.
2) Allah Teaîâ´nýn, yaratma ve vâr etmede tek oluþu.
3) Allah Tealâ´nýn, ibadet edilmekte tek oluþu.[3]
Ýzahý :
1) Allah Tealâ´nm zatýnýn ve sýfatlarýndan herbirinin tek oluþu.
Bütün müslumanlar, Allah Tealâ´nýn bir ve tek olduðu, onun hiçbir benzeri bulunmadýðý ve O´nun, herþeyi iþittiði ve gördüðü hususda ittifak etmiþlerdir.
îbn-i Teymiyye bu hususta þöyle der: «Tevhid, (Allahý birlemek) Tenzih, (Allah´ý, sanma yakýþmayacak þeylerden uzaklaþtýrmak) Teþbih, (Allah´ý, yaratýlanlara benzetmek) Tecsim, (Allah´a cisim nis-bet etmek) gibi kelimelerden herbiri, iîm-i keîamcýlarm ve benzerlerinin terimleri yüzünden, deðiþik mânâlarda kullanýlýr oldular. Her fýrka bu kelimelerden herbirini, diðer fýrkalarýn kullandýðý mânâdan baþka bir mânâda kullanýr oldu. Meselâ: Mutezile ve benzerleri, Tevhid ve Tenzih kelimelerini, Allah Tealâ´nýn sýfatlarýný kabul etmeme mânâsýnda, Teþbih ve Tecsim kelimelerini ise Allah Tealâ´ya herhangi bir sýfat isnad etme mânâsýnda anlarlar. Öyle ki «Allah Tealâ görür» veya «Allah Tealâ´nm kelâm sýfatý vardýr.» diyen kiþi, bunlara göre, Allah´a cisim isnad eden mücessimedir. Ayný þekilde, ilm-i kelâmcýlann bir çoðu, Tevhid ve Tenzih kelimelerini, Allah´ýn haber verdiði sýfatlarýn bütününü veya bir kýsmýný[4] reddetme mânâsýna, Tecsim ve Teþbih kelimelerini ise bu gibi sýfatlarýn hepsini veya bir kýsmým Allah´a isnad etme mânâsýnda anlarlar.
Felsefeciler ise, Tevhid kelimesini, Mutezile gibi anlarlar. Hatta onlardan daha da aþýrý davranarak, Allah Tealâ´nm sadece bir sýfat-ý selbiyesi veya sýfat-ý zatiyesi, yahut bunlarýn bileþimi bir sýfatý bulunduðunu iddia etmiþlerdir.[5]
Allah´ýn «Selbî» sýfatlarý, aksi veya zýddý O´na nisbet edilemeyen sýfatlardýr. «Kýdem» «Beka» sýfatlarý selbî sýfatlardýr. Kýdem, «evveli olmayan», Beka ise, «sonu olmayan», demektir. Bunlarýn aksini Allah´a nisbet etmek mümkün deðildir. îzafi sýfatlar ise «âlemlerin rabbi» «göklerin ve yerin yaratýcýsý» gibi sýfatlardýr.
Mürekkep sýfatlar, Allah. Tealâ´nýn, yaratýlanlara benzemediðini ifade eden sýfatlardýr.
Âlemlerin, bu gibi sýfatlarda ihtilaf etmeleri, çeþitli fýrkalarýn birbirlerini küfürle itham etmelerine sebep olmamaktadýr. Çünkü, bu ihtilaflar, zahiri ihtilaflardýr, gerçek anlamda bir ihtilaf deðildir. Bu itibarla Selefüer, kendilerine muhalif olan diðer îsl&mî fýrkalarý kâfirlikle itham etmezler. Sadece, onlarýn doðru yoldan saptýklarýný söylerler. Selefüer, felsefecilerin, Mutezilîlerin ve tasavvufçuiann, ittihad (birleþme) ve fena fizzat (Allah´ýn zatýnda yok plma) ´dan bahsetmeleri sebebiyle doðru yoldan saptýklarýný söylerler.[6]
a) Selefîler ve Eþ´arilerý
îbn-i Teymiyye´nirý anlattýðýna göre, Selefüere göre, felsefeciler, Mutezililer ve tasavvufçular hak yoldan sapmýþ kimselerdir.
Yine îbn-i Teymiyye´nin kanaatince, acaba haktan sapmayan Selefüerin görüþleri nelerdir?
îbn-i Teymiyye, Selefiye mezhebini, Kur´an ve hadiste zikredilen bütün sýfatlarý, isimleri, haberleri ve halleri kabul eden bir mezhep olarak sýfatlandýrýyor.
Allah Tealâ Kur´an-ý Kerim´de þöyle buyuruyor: «Allah, kendisinden baþka ilah olmayan, daima diri ve yarattýklarýný koruyup idare edendir.»[7] «Ey Muhammedi De ki: «Allah birdir. Allah sameddir (Hîçbirþeye muhtaç deðildir. Kerþey O´na muhtaçtýr). O, ne doðurmuþ ne de doðurulmuþtur. O´nun hiçbir dengi yoktur.»[8] «... O, Alimdir, Hakimdir. Herþeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.»[9] «... Þüphesiz ki O, semidir, haþirdir. Çok iyi iþtir, çok iyi görür.»[10] «... O, Alimdir, Kadirdir. Herþeyi çok iyi bilir, herþeye gücü yetendir.»[11] «... O, Azizdir, Hakimdir. Herþeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.»[12] «...O, Gafurdur, Rahimdir. Çok affeden ve çok merhamet edendir.»[13] «... Affeden ve seven de O´dur. O, yüce arþm sahibidir. O, dilediðini mutlaka yapandýr.»[14] «O, herþeyden önce vardýr. Herþey yok olduktan sonra kalacak O´dur. Varbðý apaçýktýr. Zatý gizlidir. O, herþeyi bilendir.»[15] «Gökleri ve yeri altý günde yaratan, sonra arþa hükmeden O´dur. O, yere gireni ve çýkaný, gökten ineni ve göðe çýkaný bilir. Nerede olursanýz olun O, sizinle beraberdir. Allah, yaptýklarýnýzý çok îyi görendir.»[16] «Çünkü onlar, Allah´ý gazaplandýracak þeylere uydular ve O´nun rýzasýný hoþ karþýlamadýlar. Bunun üzerine Allah da onlarýn amellerini boþa çýkarýverdi.»[17] «... Allah onlardan razý oldu. Onlar da Allah´dan razý oldular...»[18] «...Allah, ona gazap ve lanet etmiþ...»[19] «... Allah´ýn gazabý, sizin birbirinize olan öfkenizden daha büyüktür...»[20] «Onlar, bulut gölgeleri içinde, Allah´ýn emrinin ve meleklerin gelmesinden ve iþin olup bitmesinden baþka birþey mi bekliyorlar?..»[21] «Sonra, Allah´ýn iradesi, duman halinde bulunan semaya yöneldi. Semaya ve yere «Ýsteyerek veya istemeyerek gelin» dedi. Onlar da «isteyerek geldik» dediler.»[22]
Bu þekilde, Selefiler, Kur´an veya sünnette zikredilen, Allah Tealâ´nýn her sýfatýný veya her yaptýðýný olduðu gibi zahiren kabul ederler. Zahirini býrakýp te´vil veya tefsirde bulunmazlar.
Selefîler, Allah´a «Sevgi» «gazap» «kýzma» «çaðýrma» «konuþma» «bulutlarýn gölgesiyle insanlara inme» «Arþ üzerinde istikrar etme» gibi sýfatlarý isnad ederler. Eli ve yüzünün bulunduðunu söylerler. Bu hususta herhangi bir te´vile ihtiyaç duymazlar. Ancak, Allah Tealâ´ya nisbet edilen bu hususlarýn, yaratýlanlara asla benzemediðini söylerler. «Allah´ýn eli, yüzü, inmesi, yaratýlanlarýn eline, yüzüne ve inmesine benzemez. Allah, bu benzerlikten çok uzaktýr.» derler.
Ýbn-i Teymiyye, iþte bu metodu, selef-i salihin´in metodu sayar ve bu hususta þunlarý söyler. «Doðru yol, hidayet önderlerinin üzerinde bulunduklarý yoldur. Bu da, Allah Tealâ´nm, kendisini sýfatlandýrdýðý veya Resulü´nün O´nu sýfatlandýrdýðý þekilde sýfatlandýrmasý, Kur´an ve hadisin dýþýna taþýlmamasý yoludur. Bu hususta, iman ve ilim sahibi bulunan selef-i salihin´in izini takibetmek gerekir. Kur´an-ý Kerim´den ve hadis-i þeriflerden anlaþýlan manâlar, bir kýsým þüphelerle bertaraf edilemez. Aksi takdirde «Söz, esas mânâsýndan kaydýrýlmýþ olur. Yine, bunlardan anlaþýlan mânâlardan yüz çevirilemez. Aksi takdirde «Onlar, kendilerine Rablerinin âyetleri hatýrlatýldýðý zaman, saðýr ve kör olarak onlara boyun eðerler.» ifadesinin Ýþaret ettiði kimselerin durumuna düþülmüþ, olur. Kur´an´m düþünülmesinden de vazgeçilemez. Aksi halde «Onlardan bazýlarýnýn okuyup yazmasý yoktur. Birtakým kuruntular hariç, Kitab´ý bilmezler.» ifadesiyle tavsif olunan kimselerin durumuna düþülmüþ olunur.»
Bu ifadelerine göre Ýbn-i Teymiyye, Selefiye mezhebini, Allah Tealâ´ya, keyfiyeti bilinmeyen «el» «yüz» «üst» «inme» gibi sýfatlar isnad eden, harflerin zahirinden anlam çýkaran, Zahiri dahi olsa, mecazlardan uzak kalan bir mezhep olarak kabul ediyor ve bu mezhebin, Allah´a cisim isnad eden «Mücessime» veya Allah´ýn sýfatlarýný reddeden «muattýla» fýkralarýna benzemediðini tesbit ederek þunlarý söylüyor: «Selefiye mezhebi, Allah´ýn zatýný yaratýlanlara benzetmediði gibi, sýfatlarýný da yarattýklarýnýn sýfatlarýna benzetmez. Selefiler, Allah´ýn, kendisini sýfatlandýrdýðý veya Peygamberinin, O´mý sýfatlandýrdýðý sýfatlarý reddederek, O´nun. isimlerini ve yüce sýfatlarýný iþlemez hale getirmezler. Aksine davrananlar ise, sözü, esas mânâsýndan kaydýrýrlar, Allah Tealâ´nm isimlerinden ve âyetlerinden saparlar.
Muattüa fýrkasý; Allah´ýn sýfatlarýný iþlemez hale getirmeyi, Temsilci (benzetici) fýrkasý ise Allah´ý, yaratýlanlara benzetmeyi benimsemektedir.
Ýbn-i Teymiyye bu konu üzerinde de durarak þöyle der: «Allah´ýn Kitabý´nda, Resulullah´m sünnetinde, ümmetin geçmiþlerinin, sahabîlerin, heva ve heveslerin ve ihtilaflarýn hakim olduðu dönemde yaþayan imamlarýn sözlerinde, bunun aksini, nassan veya zahiren ifade eden herhangi bir harf bulunmamaktadýr. Bunlarýn hiçbiri: «Allah gökte deðildir, arþýn üzerinde deðildir, O, her yerdedir. Bütün yerler O´nun için eþittir. O, ne bu âlemin içindedir, ne de bu âlemin dýþýnda. O, ne bitiþiktir, ne de ayrý. O´na, parmak ve benzeri þeylerle iþaret etmek caiz deðildir.» dememiþtir.
Görülüyor ki, Ýbn-i Teymiyye, Selefiye mezhebini, Kur´an´da ve hadislerde zikredilen «üstte ve altta olmak» «arþýn üzerinde oturmak», «yüz ve el sahibi olmak», «sevmek ve kýzmak" gibi sýfatlarý, herhangi bir te´vil yapmadan Allah´a isnad eden bir mezhep sayýyor.
Acaba, Selefiye mezhebi gerçekten bu mudur? Buna cevap olarak deriz ki: Daha önce de izah ettiðimiz gibi, Ýbn-i Teymiyye´den evvel dördüncü yüzyýlda, Hanbelî mezhebinde olanlar bu görüþü ileri sürmüþler ve bunun Selefin mezhebi olduðunu iddia etmiþlerdir. Bunun üzerine, o zamanki âlimler bunlarla tartýþmýþlar ve bu söylenenlerin kesinlikle, Allah´ý, yarattýklarýna benzetmeye ve Allah´a cisim isnad etmeye yol açtýðýný ispat etmiþlerdir.
Bu görüþler gerçekten, benzetmeye ve cisim isnad etmeye yol açmýþtýr. Zira bunlara göre, Allah Tealâ´ya iþaret etmek dahi caizdir, îþte bu sebepledir ki, Hanbeli fýkýh âlimi îbnül Cevzi, Selefilerin bu görüþlerine karþý çýkmýþ ve bu görüþlerin selef-i salihîn´in ve îmam Ahmed´in görüþleri olduðu iddiasýný red etmiþtir. Îbnül Cevzî bu hususta þunlarý söylemektedir:
«Bir kýsým arkadaþlarýmýzýn, temel esaslar hakkýnda doðru olmayan sözler söylediklerini, mezhebi lekeleyecek kitaplar yazdýklarýný ve avam tabakasýnýn derecesine düþtüklerini gördüm. Bunlar, Allah Tealâ´nýn sýfatlarýný hissi ölçülerle deðerlendirdiler. «Allah, Âdem´i kendi suretinde yarattý.»[23] hadis-i þerifini iþittiler ve Allah´ýn zatýna ilâveten, þeklinin ve yüzünün bulunduðunu, aðzý, küçük dili, diþleri, yüzünün nurlarý, iki eli, iki parmaðý, avucu, küçük parmaðý, baþ parmaðý, göðsü, baldýrý, bacaðý ve iki ayaðý bulunduðunu iddia ettiler. «Baþýnýn olduðunu iþitmedik» dediler. Allah´a isim ve sýfat isnad etmede, metinlerin zahirine baktýlar ve bazý þeyleri bid´at saydýlar. Bu hususta onlarýn ne aklî ne de nakli delilleri vardýr. Bunlar, zahiri mânâlarý kabul etmekten uzaklaþtýran ve Allah için vacip olan mânâlarý almayý emreden metinlere itibar etmediler. Yaratýlanlarýn sýfatlarýný andýran hususlarý Allah´a isnad etmekten kaçýnmadýlar. Bazý hususlarýn, Allah´ýn fiili sýfatý olduðunu söylemekle yetinmediler, bu hususlarýn, Allah´ýn zatýnýn sýfatlarý olduðunu iddia ettiler. Ve: «Biz, müteþabih metinleri, bilinen zahiri mânâlarýndan anlarýz. Onlarý, lügattaki, zahirî olmayan bir kýsým münasip mânâlarla yorumlamaya giriþmeyiz. Meselâ: «El» kelimesinin «nimet» ve «kudret» demek olduðunu, «gelmek» kelimesinin, «iyilik» ve «lütuf? ifade ettiðini ve «baldýr» kelimesinin «zorluk» ve «þiddet» mânâsýna kullanýldýðýný kabul etmeyiz» dediler.
Zahirî mânâlardan, insanlarýn sýfatlarýný ifade eden mânâlar kastedilmektedir. Bir kelime, mümkün olduðu ölçüde gerçek mânâsýna yorumlanýr. Þayet onun, gerçek mânâsýnda yorumlanmasýna mâni bir durum bulunursa, o zaman, mecazî mânâda kullanýldýðý anlaþýlýr.
Diðer yandan bu adamlar, Allah´ý, bir þeye benzetmekten kaçýndýklarýný, kendilerine «Benzeticiler» sýfatýnýn isnad edilmesine þiddetle kýzdýklarýný söylerler. Ve: «Biz, ehl-i sünnetiz.» derler. Fakat, bunlarýn konuþmalarýnýn bir «benzetme» olduðu þüphesizdir. Birçok halk tabakasý bunlara uymaktadýr. Ben, hem uyanlara, hem de kendilerine uyulanlara öðüt verdim. Ve dedim ki: «Arkadaþlar! Sizler, nakle dayanan ve imamlara tâbi olan kiþilersiniz. En büyük imamýnýz, Ahmed b. Hanbel (R.A.), kamçýlanýrken diyordu ki: «Öncekilerin söylemediði bir þeyi ben nasýl söyliyeyim?» Onun mezhebinde bulunmayan bir þeyi, sakýn siz icad etmeyin. Sonra diyorsunuz ki: «Hadisler, zahiri mânâlarýyla almýr.» «Ayak» kelimesinin zahiri mânâsý, belirli bir organ demektir. Kim: «Allah, mukaddes zatýyla oturmaktadýr.» derse, O´mi, gözle görülebilen, elle tutulabilen, hissi þeylere benzetmiþ olur.
Temel esaslar, kendisiyle ispat edilen akýl ihmal edilmemelidir. Çünkü biz, Allah´ý onunla bildik ve Allah´ýn «Kadim» olduðuna, onunla hükmettik. Eðer sizler: «Biz sadece hadisleri okur ve susarýz.» derseniz, kimse size birþey demez. Fakat sizlerin, müteþabih hadisleri, zahiri mânâlarýna yorumlamanýz, çirkin birþeydir. Selefi olan bu zatýn mezhebine, onda olmayan þeyleri sokuþturmayýn.»[24]
Ýbn el-Cevzî, Selefilerin görüþlerini çürütme hususunda uzunca beyanatlarda bulunmuþtur.
Ýbn el-Cevzî´nin eleþtirdiði hususlarý, H. 457´de vefat eden meþhur Hanbelî hukukçusu EI-Kadî Ebu Ya´Iâ zikr etmiþtir. Bu zatýn sözleri, kendisine yöneltilen aðýr eleþtirilere yol açmýþtýr. Hatta, bir kýsým Hanbelî hukukçularý.- «Ebu Ya´lâ, Hanbeli mezhebini öyle bir þekilde lekelemiþtir Ýd, denizlerin suyu dahi, o lekeyi yýkayamaz.» demiþlerdir.
Yine, Hicrî 527´de vefat eden, Hanbelî mezhebine mensup olan, Ýbn Ezzaðferan da Ebu Ya´lâ´nm sözlerine benzer þeyler söylemiþtir. Bu þahýs hakkýnda bazý Hanbelî âlimleri de þöyle demiþlerdir: «Bu adamýn sözlerinde, uyanýk kiþilerin dahi hayret edeceði teþbihler vardýr.»
Görüldüðü gibi, Hanbelîler, hicrî dördüncü ve beþinci yüzyýllarda meydana gelen bu gidiþe karþý çýkmýþlardýr. Bu sebepledir ki, Selefîye mezhebi ortadan kaybolmuþ ve gizlenmiþti. Nihayet Ýbn-i Teymiyye geldi ve bu görüþleri cesaretle tekrar ortaya attý. Ýbn-i Teymiyye´nin bu yüzden iþkence görmesi, bu mezhebin yayýlmasýna sebep oldu. Çünkü, iþkenceler, görüþlerin yayýlmasýna vesile olur. Bu nedenle, îbn-i Teymiyye´nin izinde yürüyenler çoðaldý ve görüþleri raðbet buldu.
Þu hususu belirtmek gerekir ki, Selenlerin bu görüþlerinin «Se-lefiye» mezhebi olduðunu iddia etmek, tartýþýlmasý gereken bir konudur, îbnül Cevzî´nin içinde yaþadýðý devirde yayýlan bu görüþler hakkýndaki düþüncesini daha önce nakletmiþtik.
Meseleyi bir de, lügat yönünden ele alalým : Allah Tealâ: «Allah´ýn eli, onlarýn ellerinin üstündedir.»[25] «Herþey yok olmaya mahkumdur. Ancak, Allah´ýn yüzü hariç.»[26] buyurmaktadýr. Þimdi, bu metinlerden, zahir ve hissi mânâlar mý anlaþýlýr? Yoksa, Allah´ýn þanýna yakýþan baþka mânâlar mý anlaþýlmalýdýr? Meselâ : «El» kelimesi «kuvvet ve nimet» mânâsýna, «yüz» kelimesi «zat mânâsma, «dünya semasýna inmek», «hesabýn yaklaþmasý» ve «Allah´ýn, kullarýna yakýn olduðu» mânâsma yorumlanabilir. Kelimelerin lügattaki mânâlarý .bütün yorumlara müsait, kelimeler de bu yorumlarý kabul edecek mahiyettedir.
Nitekim, birçok ilm-i kelâm ve fýkýh âlimleri, bu gibi kelimeleri böyle tefsir etmiþlerdir.
Þüphesiz ki, bu kelimeleri uygun bir þekilde tefsir etmek, bunlarý tamamen zahirî mânâlarýnda almaya kalkýþýp, keyfiyetin nasýl olduðunun bilinmediðini söylemekten daha evladýr. Bu kelimeleri, zahirî mânâlarýnda anlamaya çalýþanlar þöyle derler: «´Allah´ýn eli vardýr. Fakat nasýl olduðunu bilmeyiz. O´nun eli, yaratýlanlarýn ellerine benzemez. Allah da, aþaðý iner. Fakat, O´nun iniþi, bizimkine benzemez...»
Müteþabih metinleri bu þekilde izah etmek, kelimeleri, anlaþýlmayan ve gayeleri kavranýlmayan bir kýsým meçhul mânâlara havale etmektir. Halbuki, bu gibi kelimeleri, lisanýn kabul edeceði ve lügattan uzak olmayan bir kýsým münasip mânâlara yorumlayacak olursak, Allah´ý tenzih eden ve anlaþmazlýklarý bertaraf eden neticelere varýrýz.[27]
b) Metinleri Te´vil Etmeden Olduðu Gibi Býrakma:
Ýbn-i Teymiyye´ye göre, en güvenceli yol, metinleri olduklarý gibi býrakmaktýr. Onun iddiasýna göre, selem salihm´in yolu budur. Buna göre kelimeler, zahiri ve harfî mânâlarýndan anlaþýlacaktýr.
Ýbn-i Teymiyye, diðer taraftan, bu kelimelerin ifade ettikleri mânâlarýn, yaratýlanlarda görülen þekillerde olmadýðýný beyan ediyor ve baþka birþey söylemekten kaçýnýyor, hiçbir tefsire giriþmiyor. «Tefsire giriþmek, doðru yoldan sapmaktýr.» diyor. Bunu söylerken de, þu âyete dayanýyor: «Sana kitabý indiren O´dur. O´nun bir kýsým âyetleri muhkemdir, mânâsý açýktýr. Bu âyetler, kitabýn esasýdýr. Diðer bir kýsým âyetleri de müteþabih tir, anlaþýlmasý güçtür. Kalblerinde eðrilik bulunanlar, fitne çýkarmak niyetiyle, müteþabih olanlarýna uyarlar. Oysa bunlarm açýklanmasýný sadece Allah bilir. Ýlimde ileri gitmiþ olanlar ise, «Biz, bunlara iman ettik. Hepsi Rabbimiz kalýndandýr» derler. Bunlarý ancak akýl sahipleri düþünür.»[28]
îbn-i Teymiyye bu tutumuyla, müteþabih âyetleri, hem tefsir ettiðini, hem de, olduklarý gibi býraktýðýný zannetmektedir. O, bu tür kelimeleri, zahiri mânâlarýnda tefsir eder. Ancak, Allah´ý yaratýlanlara benzetmekten uzaklaþtýrýr ve bu sýfatlarýn keyfiyetini izahtan kaçýnýr.
Ýbn-i Teymiyye, sahabe-i kiramýn, «el», «ayak», «yüz», «oturma», «inme- gibi mânâlarý kapsayan müteþabih âyetlerin mânâlarýný bildiklerini, bunlarý zahiri mânâîarýyîa anladýklarýný, ´Allah´ýn zatýnýn keyfiyetini bilmeye kalkýþmadýklarý gibi, bu tür sýfatlarýnýn keyfiyetini bilmeye de kalkýþmadýklarýný söyler.
Evet, Ýbn-i Teymiyye, selef-i Salihin´in mezhebinin bu olduðunu söyler. Fakat, bu konuda Ýmam Gazali, Îbn-Ý Teymiyye´ye karþý çýkýyor ve «îlcâmul âvâm an ilm-i kelam» adlý eserinde þunlarý ifade ediyor: Kur´an-ý Kerim´de ve hadis-i þeriflerde bulunan müteþabih lâfýzlarýn iki türlü mânâsý vardýr. Birincisi zahiri mânâdýr. Bu mânâ, duyu organlarýyla hissedilen mânâdýr. Bu gibi mânâlar, Allah Tealâ´ya nisbet edilmesi mümkün olmayan mânâlardýr. Ýkinci mânâ ise, kolayca anlaþýlan mecazi mânâdýr. Bu mânâyý, Arapça bilen bir insan te´-vîl ve tefsire giriþmeden anlayabilir.
îmam Gazali bu hususta þunlarý söyler: «Allah´ý takdis etmenin (O´nu, kendisine yakýþmayan sýfatlardan uzaklaþtýrmanýn) mânâsý þudur: «El» ve «parmak» gibi kelimeler veya Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in, -Allah, Âdem´i eliyle yoðurdu», «Müminin kalbi, rahman olan Allah´ýn parmaklarýndan iki parmaðýnýn arasýndadýr.» hadis-i þerifleri iþitildiði zaman, bunlarýn, iki türlü mânâlarýnýn olduðu bilinmelidir.
Birinci mânâ, kelimelerin konulduklarý asýl mânâlarýdýr. Bu da, et, kemik ve sinirden meydana gelen belli bir organ demektir. Et, kemik ve sinir özel birer cisim ve sýfattýr. Burada cisim kelimesiyle, boyu, eni, derinliði olan ve belli bir yeri iþgal eden, kendisi orada bulunduðu sürece, baþka cismin ayný yeri iþgal etmesine mâni olan bir maddeyi kastetmekteyim. Bu kelimeler, lügat mânâlarýnýn dýþýnda, baþka mânâlarda da kullanýlýrlar. «El» kelimesi, cisim ifade etmeyen baþka bir mânâda da kullanýlmaktadýr. Meselâ: -Memleket, hükümdarýn elindedir.» denildiði zaman, hükümdarýn eli kesik ve sakat olsa dahi, ayný þey söylenir ve bundan, memleketin, hükümdarýn idaresi altýnda bulunduðu anlaþýlýr.
ister halk tabakasýndan olsun, ister okumuþ kimseler olsun, herkes kesinlikle bilmelidir ki, Allah´ýn Resulü, bu gibi sözleriyle, et, kemik ve kandan meydana gelen bir organý kastetmemiþtir. Bu gibi þeyler, Allah için mümkün olmayan þeylerdir. Allah, bunlardan uzaktýr, münezzehtir. Bir insanýn hatýrýna, Allah´ýn, bir kýsým organlardan meydana gelmiþ bir cisim olduðu gelirse, o kimse puta tapan bir kimse kabul edilir. Çünkü her cisim, yaratýlmýþtýr. Yaratýlmýþ bir þeye tapmak ise, Allah´ý inkâr etmektir. Putlar, baþkalarý tarafýndan yapýlmýþ olan þeylerdir. O halde bunlara tapmak, küfürdür, Allah´ý inkâr etmektir.»
Görülüyor ki, hüccetül Ýslâm, îmam Gazali, müteþabih kelimeleri, açýk seçik olan, meþhur mecazî mânâlarýyla izah ediyor. Þüphesiz ki, lisanýn mecazýný ve hakikatini bilen selef-i salihîn bu kelimeleri, kendilerinin de kullandýklarý, meþhur mecazî mânâlarýnda an-lýyorlardý.
Resulullah (S.A.V.) ´a aðacýn altýnda biat edenler, þu âyette zikredilen «el» kelimesinden, yaratýl ani arýnkine benzemeyen bir elin kastedildiðini anladýklarý þüphesizdir/Burada, Allah´ýn kudretinin kastedildiðini anlamamalarý mümkün deðildir. Çünkü, âyette, verdiði sözü bozacak olanýn, sözünü bozmasýndan kendisinin sorumlu olacaðý zikredilmekte ve «el» ile güç ve kuvvetin kastedildiðine iþaret edilmektedir. «Ey Muhammedi Þüphesiz kî, sana biat edenler, ancak Allah´a biat etmiþlerdir. Allah´ýn eli, (kudreti) onlarýn ellerinin üstündedir. Kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuþ olur. Kim de Allah´a olan ahdini yerine getirirse Allah ona büyük bir mükâfat verecekth.»[29]
îþte bu sebeple biz, Matürîdi´nin, îbnül Cevzî´nin ve Gazali´nin metodlanný tercih ediyor ve sahabe-i kiramýn, kelimeleri, hakiki mânâlarýnda kullanýlmalarý mümkün olmayan hallerde, mecazî mânâlarda kullandýkJarý kanaatini taþýyoruz.[30]
c) Kur´an-ý Kerîm´in Mahluk Olup-Olmamasý:
Allah´ýn sýfatlarý hakkýndaki konuþma ve tartýþmalar, meseleyi, Kur´an-ý Kerîm´in mahluk olup olmadýðý konusuna çekmiþtir. Daha önce de þimdi de, kendilerine «Selefîler» adýný takanlar, bu meseleye dalmýþlardýr. Bunlar, Kur´an-ý Kerîm´in Allah kelamý olduðuna, Allah´ýn bu kelamý konuþtuðuna ve peygamberine vahyettiðine inanmýþlardýr.
«Okumak» okuyucunun, duyulan sesine verilen isimdir. Bu sebeple «okumak», Kur´an´dan baþka bir þeydir. Bu nedenle Allah Tealâ þöyle buyurmuþtur: «Ey Muhammedi Müþriklerden biri sana sýðýnýrsa, onu emniyet altýna alki, Allah´ýn kelâmýný dinlesin. Sonra onu, güven içinde bulunacaðý bir vere ulaþtýr.»[31] Peygamber Efendimiz (S.A.V.) de þöyle buyurmuþtur: «Kur´an-ý Kerîm´i seslerinizle süsleyin.»[32]
Birgün, Ebu Musa el-Eþ´arî, Kur´an okurken Resulullah (S.A.V.) onu dinlemiþti. Bunu öðrenen Ebu Musa el-Eþ´arî: «Beni dinlediðinizi bilseydim, Kur?an´ý sana, süsleyerek okurdum.» demiþtir.
Ýbn-i Teymiyye, îmam Ahmed Ýbn-i Hanbel´in fikrini tekrar ederek þöyle der: «Allah, Arapça olan Kur´an´ý konuþtuðu gibi, dilediði zaman Arapça konuþur. Konuþtuðu þeyler, O´nda var olan þeylerdir. O´ndan ayrý olan ve yaratýlan þeyler deðildir. Bu itibarla, Allah´ýn es-mai hüsnasmdaki (güzel isimlerindeki) ve, indirdiði kitaplarýndaki harfler, mahluk deðildir. Çünkü bunlarý Allah konuþmuþtur.»
îbn-i Teymiyye, Allah´ýn kelamý Kur´an-ý Kerim´in yaratýlmamýþ olmasýný söylemenin, O´nun idadim oîduuðnu ifade etmeyeceði görüþündedir, îbn-i Tcymiyye´ye göre, Kur´an-ý Kerîm, Allah´ýn kelamýdýr ve mahluk deðildir. Fakat îbn-i Teymiyye ayni zamanda, Kur´an´-iîi kadim (baþlangýcý olmayan) olduðuna hüküm vermiyor ve þunlarý söylüyor: «Selef, Allah´ýn kelamýnýn indirildiði ve mahluk olmadýðý hususunda ittifak etmiþtir. Bir kýsým insanlar ise, Selefin maksadýnýn, Kur´an-ý Kerim´in zatýnýn kadimliðini savunmak olduðunu zannetmiþlerdir.» lbn-i Teymiyye devamla þöyle diyor: «Kur´an, Allah´ýn zatýnda bulunan ve kadim olan «Kelam» sýfatý deðildir. Allah´ýn, istek ve iradesine göre konuþmasýna raðmen, O´nun kelamý kadimdir. Eðer denilirse ki.- «O, sesle çaðýrýyor veya sesli konuþuyor, o halde bu ifadelerden, sesin kadim olduðu anlaþýlmaz,-«Allah, Kur´an´ý. Tevrat´ý ve Ýncil´i konuþtu.» denilince Meselâ «Y» harfini, «S» harfinden öncý konuþtuðunu söylemenin, mahzurlu olmayacaðý, âlimler tarafýndan beyan edilmiþtir.»[33]
îbn-i Teymiyye´nin bu sözlerinden þu neticeye varýlýr: Allah´ýn «kelâm" sýfatý «kadim» dir. Fakat, Allah Tcalâ´nýn, yarattýklarýna hi tabettiði Kur´an, Ýncil ve Tevrat gibi kelamý, ne Allah´ýn yarattýðý bir þeydir ne de «kadim» dir.
Evet, «Sclrfiye" diye adlandýrýlanlarýn ve Selefin görüþlerim naklettiklerini iddia edenlerin görüþleri ve Allah´ýn zatýnýn tek oluþu hakkýndaki çeþitli düþünceleri iþte bunlardýr.
Görüþlerini izah ederken, bunlarýn seîef-i salihin´e nisbet edilme-lerindeki sýhhat derecelerini anlatmýþtýk. Þimdi Selenlerin «Vahdaniyet» hakkýndaki görüþlerine " geçelim ve vahdaniyet ve tekvini (yaratmayý) anlatalým.[34]
2) Vahdaniyet ve Tekvin
Allah Tealâ´nin, yaratma ve varetmede tek oluþu.
Tevhidin (Allah´i birlemenin) bu bölümünün esasý þudur: Þüphesi? ki gökleri, yeri ve aralarýnda bulunanlarý, Allah yaratmýþtýr. Allah in. varlýklarý yaratmasýnda hiçbir ortaðý yoktur. Hükümlerinde ve idaresinde hiçbirþey O´na karþý çýkamaz. Yaratýlanlardan hiç birinin isteði, Allah´ýn iradesine karþý çýkamaz, herhangi bir þeyi meydana getirmekte O´na ortak olamaz. Her iþ ve herþey Allah´dan ebr ve sonunda yine O´na döner.[35]
a) Cebir ve Ýhtiyar:
Cebir ve ihtiyar meseleleri, burada da büyük bir tartýþma konusu olmuþtur. Cehmiye, Mutezile ve Matüridiye´nin bu konu ile ügüi görüþlerini daha önce görmüþtük. Acaba günümüzde kendilerini «Selefiler» diye adlandýranlarm tâbi olduklarý îl vi Teymiyye´nin nakletmeye çalýþtýðý Selefîlerin cebir ve ihtiyar konusundaki görüþleri nelerdir?
lbn-i Teymiyye, bu konuda Eþ´arilere karþý çýkýyor ve açýkça onlarýn Cebriyeci olduklarýný söylüyor. îbn-i Teymiyye, Eþ´arîlerin, kulun fiili ile kesbini birbirinden ayýrdýklarýný, fiilin, Allah tarafýndan yaratýldýðýný, ?kesb»m ise kula ait olduðunu söylemelerini eleþtiriyor ve þunlarý ileri sürüyor: «Eðer «kesb» sadece kulun iradesinin, Allah´ýn iradesine yaklaþmasýndan ibaret ise bu, sorumluluk yüklenmeye, ceza ve mükâfat kazanmaya kaynak olamaz. Þayet «kesb? etkisi olan, yön veren, icad eden, yapan ve imal eden bir güç, bir nü ise, bu takdirde kulun fiili, kendi gücüyle meydana gelmiþtir. Eðer kesb, bu mânâda kabul edildiði halde «Kesb, Allah´a aittir» denilirse btý, «Cebriyecilik» olur. Þayet «kesb»in kula ait olduðu söylenirse, bu da Mr´ezileîiðin ta kendisi olur.
Ýbn-i Teyiaiyye, Mutezile mezhebini de eleþtiriyor. Ancak, Mutezile mezhebinin, cebir ve ihtiyar mevzuunda Eþ´arilerden akla daha yakýn olduðunu söylüyor.
Ýbn-i Teymiyye´ye göre, Selef mezhebinin esaslarý-. «Kadere, hayýr ve þerriyle iman etmek, Allah´ýn kudret ve iradecinin herþeyi kapsadýðýna, Allah´ýn, kullarý ve onlardaki bütün güçleri yarattýðýna ve kulun, kendi kudret´ve iradesiyle dilediðini yaptýðýna inanmaktýr." Ýbn-i Teymiyye, bu hususta þunlarý ilave ediyor: «Bilinmesi gereken hususlardan biri de þudur ki; ümmetin selefinin mezhebi, þu sözleriyle ifade buyuruhnuþtur: «Allah, herþeyi yaratandýr. Allah kulunu; basma bir felâket geldiði zaman feryad eden, bir iyiliðe uðradýðý zaman .ise, çok cimrileþen bir varlýk olarak yarattý. Kul, gerçekten kendi fiilini yapandýr. Kulun, kudreti, iradesi ve dilemesi mevcuttur. Allah Tealâ þöyle buyurmuþtur: «Kur´an, âlemlere ancak bir öðüt ve uyandýr. Bilhassa içinizden, doðru yolu bulmak isteyenler için. Âlemlerin îlabbi olan Allah birþeyi dilemedikçe siz dileyemezsiniz.»[36]
Ibn-i Teymiyye, Allah Tealâ´nýn kudreti olduðunu, kudretinin, herþeyi kapsadýðýný, ayni zamanda kulun da kudreti olduðunu, sorumluluk hissedecek bir güce sahibolduðunu, Allah´ýn kudretinin umumî mahiyette olduðunu, kulun, kudret ve iradeye sahip oluþunun, nasslarla sabit olduðunu, keza kulun ihsas ve ihtiyaçlarýnýn da nasslarla beyan edildiðini ifade eder ve þu üç hususu ortaya koyar.
1) Allah Tealâ herþeyin yaratýcýsýdýr. Kainatta hiçbirþey O´nun iradesi dýþýnda deðildir. Hiçbirþey, Allah´ýn iradesine karþý duramaz, (îbn-i Teymiyye, burada Cebriye mezhebiyîe birleþmektedir.)
2) Kul, gerçekten, iþ yapan bir varlýktýr. Kulun kendisini, yaptýklarýndan sorumlu tutacak tam bir iradesi ve gücü vardýr. (îbn-i Teymiyye burada da, Mutezile ile birleþmektedir.)
3) Allah, hayrý kolaylaþtýrýr. Yapýlmasýna rýzasý vardýr ve onu sever. Þerri ise, kolayla þtýrmaz ve sevmez. (Ýbn-i Teymiyye, burada da Mutezileden ayrýlýr.)
Burada akla gelen önemli nokta þudur: Ýbn-i Teymiyye, nasýl oluyor da birbirine zýt olan bu meseleleri birbiriyle baðdaþtýrýyor? Meselâ: Allah Tealâ´nm, günahkârý cezalandýrmasýnda ve iyilik iþleyeni mükâfatlandýrmasýnda adaletli olacaðý düþüncesiyle, bütün iþlerin Allah tarafýndan yaratýldýðý düþüncesini nasýl baðdaþtýrabiliyor?
Buna þu cevap verilebilir: Öyle görünüyor ki; îbn-i Teymiyye, kulun fiillerinin, kulda bulunan bir kudretten dolayý kendisine nisbet edildiði, kuldaki bu kudreti, Allah´ýn ona vermesi sebebiyle de bu fiillerin, Allah´a isnad edildiði ve bu fiillerin sebep ve kaynaklarýnýn, Allah Tealâ olduðu kanaatmdadýr.
Ýbn-i Teymiyye bu hususta þunlarý söylüyor: «Allah Teaîâ, bütün varlýklarý, onlarý baðladýðý sebeplerle birlikte yaratmýþtýr. Allah Tealâ hem kulun kendisini, hem de kuldaki iþ yapma kudretini yaratmýþtýr. Çünkü kul, gerçekten kendi fiilini kendi yapar. Ehl-i sünnetin; kulun fiilinin, Allah´ýn iradesi ve kudretiyle yaratýldýðýný söylemesi, diðer eþyanýn, sebepleriyle birlikte yaratýldýklarýný söylemesi gibidir.»
Evet, Ýbn-i Teymiyye´ye göre, «Kulun fiilini Alîah yarattý» demek; «O fiilleri meydana getiren kuldaki sebepleri Allah yarattý.» demektir.
îbn-i Teymiyye bu görüþüyle, büyük ölçüde Mutezüe mezhebiyle birleþmektedir. Bu nedenle Ýbn-i Teymiyye, Mutezili ferin, hakka, Eþ´arîlerden daha yakýn olduklarýný söylemiþtir. Bununla beraber o, iki noktada, Mutezilelerden ayrýlmaktadýr.
1) Emirle iradenin arasýnda bir.bað bulunmadýðý hususunda:
Mutezüîler, Allah. Tealâ´nm. emriyle iradesinin, birbirine baðlý olduðu görüþündedirler. Bunlara göre, Allah Tealâ, ancak dilediði bir þeyi emreder. Ve yine ancak, dilemediði bir þeyi yasaklar. Allah Tealâ, günahýn iþlenmesini istemediði için onu yasaklamýþtýr.
Ýbn-i Teymiyye ise, Allah´ýn emriyle iradesinin birbirine baðlý olmadýðý görüþündedir. Ona göre, Allah Teaîâ; itaat edilmesini diler ve emreder. însanoðlundan meydana gelen günahlarý dilemez ve yasaklar. Diðer yandan, kulun günah iþlemesini irade etmesi, dilemesi; bunlarýn sebeplerim irade etmesi, dilemesi þeklindedir.
2) Ýbn-i Teymiyye, rýza ve sevgiyi, iradeden farklý olarak mülâhaza eder. Ona göre, Allah´ýn iradesi, emir ve yasaklarýna muhalif olabilir. Fakat rýza ve sevgisi, emir ve yasaklarýna muhalif olmaz. Bilakis onlarla birleþir. Meselâ: Allah Tealâ, günah -iþlenmesini ne sever, ne de razý olur. Fakat onu dileyebilir.
Ýbn-i Teymiyye, bu hususta bazý Eþ´ari âlimleriyle birleþmekte ve þunlarý söylemektedir: «Bütün fýrkalarýyla ehl-i sünnetin çoðunluðu ve Eþ´arî taraftarlarýnýn ekserisi, irade ile sevgi ve rýzayý birbirinden farklý görürler ve derler ki: «Allah Tealâ, hernekadar günah iþlenmesini dilese de, onu sevmez, ona razý olmaz. Aksine, ona buðzeder, kýzar ve onu yasaklar.» «Bunlar, Allah´ýn iradeciyle sevgisini farklý þeyler kabul ederler. Bütün selefin görüþü de budur.»[37]
Görülüyor ki, bu hususta îbn-i Teymiyye´nin mezhebi. Mutezile ile Eþ´ari mezhebi arasýnda yer alan ve genellikle MatüridÝ mezhebine yakýn olan bir mezheptir. Ýbn-i Teymiyye, Allah Tealâ´nm, kulda bir kudret yarattýðý ve bu kudretin yapýlan iþlerde tesiri olduðu hususunda Matüridî ile birleþmektedir. ´Ancak Ýbn-i Teymiyye, eþyadaki bu tesirin, Allah´ýn, kulda yarattýðý bir kudretle meydana geldiði görüþünde iken, Matüridî, Allah´ýn, kula verdiði bu kudretin fiillerdeki tesirinin, sadece fiilin kesbinde olduðu görüþündedir.[38]
b) Fiillerin Sebepleri:
Âlimler bu konuda, Allah Tealâ´nm yaptýðý iþlerin sebebi bulunup bulunmadýðý hususunu tartýþmýþlardýr. Allah Tealâ, yaptýklarýný ve yarattýklarýný, herhangi bir sebep olmadan mý meydana getirir, yoksa bir sebep düþünülebilir mi?
Eþ´ariler, Allah Tealâ´nm, varlýklarý herhangi bir sebepten dolayý yaratmadýðýný, aksi takdirde, O´nun iradesinin, kayýt ve þartlarla sýnýrlanacaðýný, halbuki Allah´ýn, herþeyin yaratýcýsý ve her þeyin üstünde olduðunu, «Yaptýklarýndan sorguya çekilemiyeceðini, kullarýn ise hesap vereceðini.»[39] söylemiþlerdir.
îkinci bir görüþ olan, Matüridî´nin görüþünde ise; Allah Tealâ, yarattýðý varlýklarý, emrettiði hükümleri ve yasakladýðý hususlarý mutlaka güzel bir hikmete göre yapmýþtýr.
Ýbn-i Teymiyye bu son görücün, Selefin görüþü olduðunu savunarak þöyle der: «Müslümanlarýn da, müslüman olmayanlarýn da görüþü budur. Ebu Hanife´nin, Malik´in, Þafii´nin, Ahmed îbn-i Hanbel´in ve diðerlerinin taraftarlarýndan bir kýsým âlimlerin ve ilm-i kelâm âlimlerinin bazýlarýnýn görüþü de budur.»
Bu ikinci görüþte olanlar, Allah´ýn iradesinin belli bir hikmete göre deðiþebileceðini söylemezler. Herhangi bir þeyin hikmetinin, Allah´ý o þeyi yapmaya mecbur edemiyeceðini, ancak, yaptýðý þeylerin bir hikmetinin bulunduðunu ve bu görüþün, Allah Tealâ´nm, kendisini sýfatlandýrdýðý «Hakim» sýfatýna uygun düþtüðünü söylemiþlerdir. Ayrýca, bunu söylemekten maksatlarýnýn, Allah´ýn yaratmasýnýn, emirlerinin ve yasaklarýnýn üstünlüðünü ortaya koymak olduðunu, yoksa Allah Tealâ´nýn, sebep ve hikmetlerle baðlý olduðunu ifade etmek istemediklerini beyan etmiþlerdir.
MatürÝdilerin görüþü olan üçüncü bir görüþe göre ise, Allah Tealâ iþlerinde, emir ve yasaklarýnda, ancak iyi olaný yapar ve emreder. Kötü þeyleri yapmaz ve onlarý yasaklar. Bu görüþün dayandýðý temel esas þudur: Mutezileye göre varlýklarýn iyilik veya kötülükleri bizzat kendi mahiyetlerinde mevcuttur. Allah, iyi olan þeyin iyiliðini veya kötü olan þeyin kötülüðünü bildirmeden önce de kul, onlarýn nasýl olduklarýný aklýyla bilebilir. Ýþte bu sebeple, Allah Teaîâ ancak iyi olaný emreder ve kötü olaný yasaklar.
Ýbn-i Teymiyye, bu görüþü reddeder: Buna razý olmaz. Selefin sözlerinin bu görüþe açýkça ters düþtüðünü ileri sürer ve bu görüþ sahipleri hakkýnda þunlarý söyler: «Bunlar, bu meseleyi, kulun yaptýðý iyi ve kötü þeylerle kýyas ederler. Kul için gerekli gördükleri þeyi, Allah için de gerekli görürler. Kula haram saydýklarý þeyi Allah için de haram sayarlar. Bu tutumlarým da «Adalet ve Hikmet» diye adlandýrýrlar. Halbuki onlarýn akýllarý, Allah´ýn hikmetini anlamaktan âcizdir. Pöylece bu adamlar, Allah´ýn umumi ve geniþ bir iradesi bulunduðunu, O´nun, tam bir ´kudrete sahip olduðunu tesbit edememiþlerdir. Allah´ýn herþeyc güç yetiren olduðunu takdir edemediler. «Allah neyi dilerse olur, neyi de dilemezse olmaz» diyemediler.[40]
Ýþte, Ýbn-i Teymiyye´nin «Cebir ve ihtiyar» «Allah Tealâ´mn yaptýklarýnda hikmet arama» meseleleri hakkýndaki görüþleri bunlardýr. Ýbn-i Teymiyye, görüþlerini devamlý olarak, sahabe-i kiram ve tabiinden meydana gelen selef-i salihine istinad ettirir. Ýbadette Vahdaniyet (Allah´ý birlemek) : Ýbadette Allah´ý birlemekten maksat þudur. Kul, ibadet ederken, Allah´dan baþkasýna yönelmemelidir. Bu da iki þeyi gerekli kýlmaktadýr.
a) Kul, ancak ve sadece Allah´a ibadet etmeli, O´ndan baþkasýnýn Hanlýðýný kabul etmemelidir. Kim, Allah´a ibadet hususunda bir þahsý veya birþeyi Allah´a ortak yaparsa, o kimse Allah´a þirk koþmuþ olur. Yine kim, Allah´a yapýlan herhangi bir ibadet hususunda, yaratanla yaratýlaný eþit tutarsa, o kimse, Allah ile beraber baþka ilahlar icadetmiþ olur. Yaratýcýnýn tek olduðuna inansa dahi...
Allah Tealâ þu âyette buyurmaktadýr ki: «Yemin olsun ki, eðer onlara «gökleri ve yeri kim yarattý?» diye.sorsan, mutlaka (yarattý) derler.»[41] Müþrik Araplar, göklerin ve yerin yaratýcýsýnýn, sadece Allah olduðunu kabul ediyorlardý. Buna raðmen «Allah´a ortak koþanlar» diye isimlendiriliyorlardý. Çünkü onlar. Allah ile birlikte baþka þeylere de tapýyorlardý.
b) Allah Teala?ya, Peygamberlerinin dili ile beyan ettiði þekilde ibadet etmemiz lâzýmdýr. O´na sadece vaciplerde veya müstahaplarda yahut ona itaat ve þükretmeyi hedef alan mubah þeylerde ibadet edilmemelidir.
Ýbn-i Teymiyye þöyle der. Dua etmekte ibadetlerdendir. Fakat her kim ölülere veya dirilere dua edip yalvarýrsa ve onlardan yardým beklerse, o kiþi, dinde bid´at icadetmiþ olur. Alemlerin Rabbi olan ´Allah´a ortak koþmuþ olur ve müminlerin yolundan baþka bir yol tutmuþ olur. Yine kim, yaratýlanlarý vasýta yaparak Allah1 d an birþey dilerse veya ona yemin ederse, Allah´ýn göndermediði bir bid´at icadelmiþ olur.»[42]
Selefîlerin simgesini taþýyan bu mezhebin bayraktarý Ýbn-i Teymiyye, görüþlerini þu üç esas üzerine bina etmiþtir:
1- Salihler ve evliyalar vasýtasýyla Allah´a yaklaþma düþüncesini yasaklamak.
2- Ölülerden ve benzerlerinden yardým beklemek ve onlarý vasýta yapmak düþüncesini yasaklamak.
3-Teberrük veya takdis için peygamberlerin ve salih kullarýn kabirlerini ziyaret etmeyi yasaklamak.
a) Salih kullar ve evliyalar vasýtasýyla Allah´a yaklaþma düþüncesini yasaklamak.
îbn-i Teymiyye, bazý insanlarýn keramet sahibi olduðuna ve Allah Tealâ´mn bazý insanlar vasýtasýyla bir kýsým harikalar gösterdiðine inanýr. Ancak, buna Ýnanmanýn, bu gibi insanlarýn hatalardan beri olduklarýný göstermeyeceðini izah eder. Ve der ki: «Bunlar da sorumlu olan kullardýr. Kullarýn mükellef olduklarý hükümler, bunlar için de geçerlidir. Keramet, doðru olmaktan daha üstün deðildir. Bu sebeple bazý salih kullar Allah´dan, keramet deðil, doðru yoldan saptýrmamasýný isterler.»
Ibn-i Teymiyye, bu hususta Ebu Ali el-Cürcani´nin þu hikmetli sözünü nakleder: «Sen, doðru yolda olmayý iste, keramet isteme. Çünkü senin þahsýn, kerametli olarak yaratýlmýþtýr. Bu da senin doðru olmaný ister.»[43] Ýbn-î Teymiyye devamla þöyle der: «Salih kullarda görülen bu kerametler, bu gibi kullarýn, Allah´a vasýta yapýlmalarýna cevaz vermez. Çünkü, kullar vasýtasýyla Alîah´dan birþey dilemek caiz deðildir. Ýþte bu nedenle. Peygamber Efendimiz´in, müþriklere dua etmesi? þu âyetle yasaklanmýþtýr: «Ne peygamberin, ne de müminlerin, cehennemlik olduklarý belli olduktan sonra, yakýn akrabalarý da olsa, müþrikler için af dilemeleri, asela doðru olmaz.»[44]
Peygamber Efendimiz, yakýn akrabalarý hakkýnda þunlarý buyurmuþtur : «Ey Kureyþ topluluðu! Kendinizi Allah´dan satýn alýn. Çünkü Allah´a karþý benim size hiçbir faydam dokunamaz. Ey Abdi Me-|naf oðullarý! Benim, Allah katýnda sizlere herhangi bir faydam dokunmaz. Ey Abdulmuttalib´iýý oðlu Abbas! Allah´ýn huzurunda sana bir faydam dokunmaz. Ey Safiye! (Resulullah´ýn halasý) Allah katýnda sana bir faydam olmaz. Ey Fatime! (Resuîullah´ýn kýzý) Malýmdan dilediðini benden iste. Fakat, Allah´a karþý sana bir faydam olmaz.»[45]
Sahabe-i kiram, Resulullah (S.A.V.) sað iken, onu vasýta yaparak yaðmur yaðmasý için dua ettiler. Bir defasýnda da, Hz. Abbas´ý vasýta yaptýlar. Bunun dýþýnda hiçbir sahabeyi hayatta iken vasýta yapýp yaðmur yaðmasýný istemediler.
Bu da gösteriyor ki, baþkasýný vasýta yapmak, Allah´a yakýn olmayý istemek caiz deðildir. Ancak, hayatta bulunan bir kimsenin, baþkalarý için rahmet dilemesi caizdir.
b) Allah´dan baþkasýndan yardým dilemek.
Bu Selefilere göre, Allah´dan baþkasýndan yardým dilemek kesinlikle yasaktýr. Bunlar, Peygamber Efendimiz´in bile, kendisinden yardým dilenmesini yasakladýðýný söyler ve Taberanî´nin «El-Muce-mülkûbra» adlý eserinde, þunu naklettiðini zikrederler: «Bir münafýk Hz. Peygamber (S.A.V.)´e eziyet, ediyor, onu üzüyordu. Hz. Ebubekir «Kalkýn, gidip Resulullah´dan yardým dileyelim.» dedi. Bunun üzerine, Resulullah (S.A.V.) : «Benden yardým dilenilmez. Yardým, ancak Allah´dan dilenir.» buyurmuþtur. Bunun böyle olduðu apaçýktýr. Çünkü, kendisinden yardým istenen kimse, deðiþtirme gücüne sahip olandýr. Bu da, sadece Allah´a mahsustur.
Yardýmýn, sadece Allah´dan olacaðý gibi, affýn da, ancak O´nun tarafýndan olacaðý muhakkaktýr. Allah´dan baþkasýna: «Beni affet, bana yardým et.» denmesi caiz deðildir.
Ýbn-i Teymiyye, Ebu Yezid e-lBestanýi´nin, «Yaratýlandan yardým dilemek, boðulmakta olan birinin, yine, boðulmakta olan bir diðerinden yardým dilemesine benzer.» dediðini ve Ebu Abdullah el-Kerþi´nin, «Yaratýlanýn, yaratýlandan yardým dilemesi, bir tutuklunun, diðer bir tutukludan yardým dilemesine benzer.» dediðini nakleder.
îbn-i Teymiyye, yaþayan kullar vasýtasýyla Allah´a yakýn oluna-mýyacaðý, onlardan yardým dilenilemiyeceði gibi, ölülerin de vasýta olamýyacaklarmý ve kendilerinden yardým dilenilemiyeceðini beyan ederek, þöyle der: «Biz, peygamberlerden ve salih kullardan, ölümlerinden sonra birþey isteyemeyiz. Onlar kabirlerinde diri olsalar ve dirilere dua etmeleri takdir edilse bile, kimsenin, bunlardan birþey istemeye hakk iyoktur. Selef den hiçbir kimse bunu yapmamýþtýr. Çünkü bu, Allah´a ortak koþmaya yol açan bir sebeptir. Ve bu, Allah´dan baþka, Pepgamberlere ve salih kullara tapmak olur. Bunlar sað iken kendilerinden yardým beklemek böyle deðildir. Çünkü bu hal, istekte bulunaný, Allah´a ortak koþmaya sürüklemez.»
Ýbn-i Teymiyye´ye göre, ister sað olsunlar, Ýster ölü, salih kullar vasýtasýyla Allah´a yaklaþmak, veya bunlardan yardým dilemek caiz olmadýðý gibi, kabirlere veya kabirlerde bulunanlara adak adamak caiz deðildir. Haramdýr. Çünkü bu hal, putlara ada.k yapmaya benzer. Adak adayan kimse, ister zeytinyaðý adasýn, ister baþka þey... Bu hususta Ýbn-i Teymiyye þunlarý söyler: «Kim, kabirlerin fayda veya zarar vereceðine inanýrsa, o kiþi, sapýktýr, cahildir.»
Ibn-i Teymiyye, bu gibi adaklarý, günah olan. bir þeyi adamak olarak kabul eder ve þöyle der: «Kim bu gibi adaklarýn, Allah´a olan ihtiyaçlarým izm kapýsý olduðuna, bunlarýn, belalarý kaldýrýp, rýzýk kapýlarýný açacaðýna ve bunlara devam edeni koruyacaðýna inanýrsa, o kimse müþriktir, öldürülmesi vaciptir.»[46]
c) Salih kullarýn ve peygamberlerin kabirlerini ziyaret etmek.Bütün bu görüþlerin mantýkî neticesi þudur ki: Salih kullarýn kabirlerini, hayýr ve uður bekleyerek, yahut, Allah´a yaklaþtýracaklarmý ümit ederek ziyaret etmek caiz deðildir. Fakat öðüt ve ibret almak için ziyaret etmek caizdir, hatta menduptur.
Ýþte bu nedenle, Ýbn-i Teymiyye þu karara varýyor: «Peygamber Efendimizin kabrini teberrüken ziyaret etmek caiz deðildir.» Bu sebeple Peygamberimiz, (S.A.V.) ziyaret edilmesin diye, kabrinin, mescide çevirilmesini yasaklamýþtýr.
Peygamber Efendimýz´in, ölüm hastalýðýnda þu hadisi buyurduðunu, iki sahih hadis kitabý, Hz. Aiþe (R.A.)´dan rivayetle naklediyor: «Allah, Yahudilere ve Hristiyanlara lanet etsin. Onlar, peygamberlerinin kabirlerim camiye çevirdiler.»[47]
Peygamber Efendimiz, Hz. Aiþe´nin evine defnedildi. Ýnsanlarýn daha önce görmedikleri bir þekildi bu. Bunun sebebi ise, kabrinin ziyaret yapýlmamasýydý.
Peygamber Efendimiz, diðer bir hadis-i þerifte þöyle buyurmuþtur: «Ey Allah´ým! Sen, benim kabrimi, tapýnýlan bir put haline getirme. Peygamberlerinin kabirlerini mescide çevirenlere Allah´ýn gazabý çok þiddetlidir,»[48]
Sahabe-i kiram, Peygamberimiz (S.´A.V.)´in vefatýndan sonra O´na selâm verip dua etmek istedikleri zaman kýbleye yönelip dua ediyorlardý. Onlar, ancak bir yolculuða çýktýklarý veya bir yolculuktan döndükleri zaman, Peygamberimiz (S.A.V.)´in kabri olan Ravza-i Mutahhara´ya yöneliyorlardý.[49]
Ýbn-i Teymiyye´nin Görüþlerinin Deðerlendirilmesi:
îbn-i Teymiyye, bu görüþleriyle müslümanlarm çoðunluðuna muhalefet ediyor. Hatta, Peygamberimizi (S.A.V)´in kabrinin ziyareti hususunda, müslümanlarm çoðunluðuna þiddetle karþý çýkýyor. Biz, salih kullarýn kabirlerinin ziyaret edilmesi ve onlara adak adanmasý hususunda, bir noktaya kadar kendisine katýlýyorsak da, Peygamberimiz (S.A.V.)´in Ravza-i Mutahhara´sý hakkýndaki görüþlerine tamamen karþýyýz. Çünkü, lbn-i Teymiyye, Ravza-i Mutahhara´nýn teberrüken (bereket alýnmasý için) ve uður beklenilmesi maksadýyla ziyaret edilmemesine gerekçe olarak, «putperestliðe yol açacaðý korkusunu» göstermektedir. Bu, korkuyu icabet t irmeyen bir þeyden korkmaktýr. Çünkü, bu ziyaret Peygamber´i kutsallaþtýnyorsa, Allah´ýn birliðine davet eden bir Peygamberdi kuts ali aþtýrýyor demektir. Bu ise, Allah´ýn birliðini kutsallaþtýrmaktýr. Çünkü böylelikle, Peygamber´in getirdiði ilkeler kuts ali aþtýrýlýn iþ olur.
Peygamber´in kabrini ziyaret etmek; onun sabýrhlýðýný, metanetini, cihad ve mücadelesini, onun cihadý ve Allah´ýn da yardýmý sayesinde, Allah´ýn, putperestliði yoketmesini ve ibadetin sadece Allah´a karþý yapýlmasýný saðlaymcaya kadar çalýþmasýný ve tevhid inancýný yüceltmesini hatýrlamak ve yadetmektir.
Ýbn-i Teymiyye´nin bizzat kendisi, selef-i salihîn´in, Peygamberimiz´in Ravza´sinm önünden her geçiþlerinde O´na selâm verdiklerin? nakleder.
Hz. Ömer´in oðlu Abdullah´ýn ilmini nakleden kölesi Nâfi þöyle der: «Abdullah Ýbn-i Ömer´in, Peygamberimiz´in kabri önünden geçerken, kabre selâm verdiðini yüz defa, hatta daha fazla gördüm.» Yine Abdullah Ýbn-i Ömer´in, ellerini, Peygamberimiz´in minberde oturduðu yere koyup, sonra yüzüne sürdüðü rivayet edilmektedir.
Yine, dört mezhebin imamý Medine´ye her geldiklerinde Peygamberimiz´in kabrini ziyaret etmiþlerdir.
Ýbn-i Teymiyye´nin ve diðerlerinin rivayet ettikleri þu hadis-i þerif, Peygamberimiz´in, yanýnda defnedildiði caminin, þerefli olduðunu göstermektedir. Hanýmlarýnýn evlerinden bu mescide en yakýn olan Hz. Aiþe´nin evine defnedilmiþtir. Bu ev, Mescid-i Nebevî´nin içinde deðil idiyse de, ona bitiþikti. Bu hadis-i þerifte Peygamber Efendimiz þöyle buyurmaktadýr: «Ancak üç cami için eyerlerin kolaný sýkýlýr: Mescidi Haram için, bu mescidim için ve Mescid-i Aksa için.»[50]
«Cennetül baki» denilen kabristan gibi Mescid-i Nebevî´den uzak yerlerde bulunan kabirlerin ziyaret edilmesine engel olmak düþünülse bile, bereket almak, ünsiyet kazanmak için Ravza-i Mutahhara´-nýn ziyaret edilmesini, Ýbn-i Teymiyye´nin reddetmesine cidden þaþarýz. Çünkü, daha önce de izah. edildiði gibi, büyük imamlarýn, Peygamberimiz´in kabri önünden her geçtiklerinde Peygamberimiz´e selâm verdiklerini ve her yolculuða çýktýklarý veya yolculuktan döndükleri zaman, Peygamberimiz´in kabrine gittiklerini, bizzat Ýbn-i Teymiyye rivayet etmiþtir.
Hasýlý biz, Peygamberimiz´in kabrinin, bereket edinilmesi maksadýyla ziyaret edilmesini güzel bir þey kabul ediyoruz. Biz burada «Teberrük» (Bereket edinme) kelimesinden, tapýnmayý veya ona yakýn bir mânâyý kastetmiyoruz. «Teberrük»ten kastýmýz, hatýrlamak, öðüt almak ve gerçekleri müþahade etmektir.
Resulullah´m hayatýný, rehberliðini, savaþlarým ve cihadýný bilen bir insan, Medine-i Münevvere´ye gittiði zaman, Resulullah´ýn, o topraklarda yürüdüðünü, dua ettiðini, orada çalýþtýðým,, iþleri orada planladýðým ve cihad ettiðini, nasýl içten hissedip ibret almaz? Gözleriyle görmeye çalýþmaz? Veya Resuluîlah´ýn, Allah katýndaki derecesini hissetmez? Yahut Allah aþký ve Peygamber sevgisi, hislerini kabartarak, emirlere uyarak yasaklardan kaçýnmasýný saðlamaz?
Allah´ýn kitabý Kur´an´dan yüzçeviren kiþiler, ancak bu hallerden uzak kalabilirler.
Ýyi bilinmelidir ki, Resulullah´m kabrini ziyaret etmek, bir hatýrlama bir öðüttür, bir hidayet, bir basirettir. Resululahýn kabrinin yanýnda yapýlan dua ise, en mübarek bir duadýr. Çünkü orada içinde, akýl þuurlu, nefis ihlaslý ve vicdan uyanýktýr.[51]
Yeni Mezhepler
Kökleri çok eskiye dayanan bu mezheplerin, Emevîler devrinde tekrar ortaya çýktýklarýný, bu fýrkalarýn, kendi aralarýnda yeniden çeþitli fýrkalara ayrýldýklarýný daha önce anlatmýþtýk.
Ýhtilaflar, genellikle inanç meselesi çevresinde dönüp dolaþmakta ve inancýn cevherine yansýmaktaydý. Sadece doðru yoldan çýkan bazý sapýklar, aþýrý gitmeleri sebebiyle Ýslâm çerçevesinin dnþna çýkmýþlardý. Günümüzde kalýntýlarýný Afrika, Hindistan ve Pakistan´da gördüðümüz, Hz. Ali´yi ilahlaþtýran «Sebeiyye», Allah´ýn, Hakim bi-Emrillah´a hulul ettiðine (girdiðine) inanan, «Hakîmiye» fýrkalarý bunlardandý.
Toplumsal hastalýklarýn devasý olan fýkýh ilminde, ictihadda bulunmak; yeteneklerin acizliði, âlimlerin, kendilerinden öncekilerin görüþlerini kutsalmýþ gibi kabul edip, yeni görüþler beyanýndan kaçýnmalarý yüzünden tamamen durmuþtu. Bu sebeple tabii olarak, itikadý meselelerde de letihaddan kaçýnýlýr olmuþtu. Ehl-i sünnet âlimlerinin çoðu, Eþ´arî´nin görüþleriyle yetinmiþler, onlarý okuyup incelemeye çalýþmýþlardý. Birçoklarý da, Matüridî´nin görüþlerini öðrenmemiþlerdi. «Bakülanî» denen âlimin, Eþ´arî´nin görüþleriyle amel edilmesinin gerekliliðini ve onun delillerinden ayrýlmamýyacaðmý ortaya atmasýndan sonra, artýk hiçbir kimse, Eþ´arî´nin delillerinden ayrýlamýyordu.
Ýþte bu nedenle, hicri sekizinci yüzyýl ile onikinci yüzyýl arasýnda, yeni bir þeye davet eden herhangi bir mezhep ortaya çýkmamýþtýr. Sadece îbnül Kayyým ve hocasý Ýbn-i Teymiyye´de gördüðümüz gibi, Eþ´arî´nin görüþlerinin terkedilmesine ve bazý eski fýrkalarýn görüþlerinin benimsenmesine davet eden bazý akýmlar görülmüþtür. Yine bir kýsým âlimlerde gördüðümüz gibi, Mutezile´nin görüþünü Eþ´ari´ye tercih eden veya Matürî´nin görüþünü seçenler bulunmuþtur. Bunun dýþýnda genellikle düþünce hayatý donukluða uðramýþ, fetvada ve itikadý meseleler için, delil getirmekte taklit yolu seçilmiþtir. Fakat hernekadar bu sekizinci asrýn bir kýsmýyla, dokuz, on, onbir ve onikinci asýr ile onüçüncü asrýn büyük bir bölümünde, toplumun düþünce hayatý donuk kalmýþ ise de,. Ýslâm düþüncesi, doðruluklarýna kesin bir delil bulunamayan bir kýsým metodlarla ve itikadý mevzularda ileri sürülen bazý delillerle böyle donuk bir þekilde baðlý kalmaya devam edemezdi.
Akim, donukluða uðradýðý dönemlerde, daha önce de iþaret ettiðimiz gibi, müetehid imamlarýn görüþleri takdis edilmiþ, bunun bir neticesi olarak ta salih kullar hayatta iken de, ölmelerinden sonra da takdis edilir olmuþlardý. Türbeleri ziyaret edilip çevrelerinde, Kabe´yi tavaf eder gibi dönülüyordu.
Ýþte buna bir reaksiyon olarak ortaya, bu tür davranýþlara karþý savaþan ve Ýbn-i Teymiyye´nin görüþlerine tâbi olan bir fýrkaçti. Yýllarýn sildiði görüþleri, mezarýndan çýkararak ortaya koydu al."[52]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Risale, Mearic el-Vusul, Ýbn-i Teymiyye.
[2] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/232-235.
[3] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/235-236.
[4] Kur´an-ý Kerîm´in haber verdiði ve Allah Tealâ´ya yakýþan þu sýfatlar gîbî «Allah, Musa ile konuþtu» (Nisa suresi, âyet, 165) «Ey mülkün sahibi» (Âl-i Ýmran suresi, âyet, 26)
[5] Nakd el-Mantýk, Ýbn-i Teymiyye sh. 256
[6] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/236-237.
[7] Bakara suresi âyet; 255
[8] Ýhlas suresi âyet; 14
[9] Tahrim suresi âyet; 2
[10] Ýsra suresi âyet; 1
[11] Rum suresi âyet; 54
[12] Câsiye suresi âyet; 37
[13] Yunus suresi âyet; 107
[14] Buruc suresi âyet; 14, 16
[15] Hadid suresi âyet; 3
[16] Hadid suresi âyet; 4
[17] Muhammed suresi âyet; 28
[18] Beyyîne suresi âyet; 8
[19] Nisa suresi âyet; 93
[20] Mü´minun suresi âyet; 10
[21] Bakara suresi âyet; 210
[22] Fussilet suresi âyet; 11
[23] Buhari, kitab-i istizan bab, l/Müslim, kîtab-ý bîrr, bab; 115/Müsned-i îmam Ahmed" C. 2, sh. 244, 251, 315.
Not: Hadîsin, Miîslimdeki metni þöyledir: «Ýçinizden biri, herhangi bir kardeþiyle dövüþtüðü vakit, onun yüzüne vurmaktan sakýnsýn. Çünkü Allah, Ademi, kendi suretinde yarattý.» Bu hadîs, «müteþabih» diye isimlendirilen ve mânâlarý kesin olarak belli olmayan hadîslerdendir. Bu sebeple, bazý âlimler, «Biz, bunlarýn hak olduðuna, zahiri mânâlarýnýn kastedilmedlðine ve bizim bilmediðimiz bir kýsým mânâlarýnýn bulunduðuna iman ederiz.» demiþlerdir. Selef-i Salibin bu görüþtedir. Diðer bazý âlimler ise, bu tür metinlerin, Allah Tealâ´nm zatýna yakýþýr bîr þekilde yorumlanmasýný uygun görmüþler ve nasýl te´vil edileceði hususunda çeþitli görüþler ileri sürmüþlerdir.
a) Bazýlarý «...Allah, Âdem´i kendi suretinde yarattý...» ifadesinden maksat; «Allah, Âdem´i, kardeþiniz suretinde yarattý.» olduðunu söylemiþlerdir.
b) Diðer bîr kýsým âlimler ise; «Allah, Âdemi, Adem suretinde yarattý.» mânâsýnýn ifade edildiðini beyan etmiþlerdir.
c) üçüncü bir kýsým âlimler ise; «Allah, Âdem´i kendi sýfatýnda, diri, bilen, iþiten, gören vb. bir þekilde yarattý» demek olduðunu söylemiþlerdir. Bkz: Umdetülkarî c. 24, sh. 229 Kahire baskýsý. Þerh en-Nevevî alâ el-Müslim c. 16, sh. 166
[24] Ýbn el-Cevzi, Def´u Sibh-i el-Teþbih
[25] Fetih suresi, âyet; 10
[26] Kasas suresi, âyet; 8S
[27] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/237-243.
[28] Al-î Ýmran suresi, âyet; 7
[29] Fetih suresi âyet; 10
[30] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/243-245.
[31] Tevbe suresi, âyet; 6
[32] Buhari, Kitab el-Tevhid, bab; 52/Ebu Davud, Kitab el-Vitr bab; 20/Ne-seî Kitab el-iftitalý bab; 83/lbn-i Mace, Kitab el-lkamet bab; 176/Darimî, kitab el-FedaiI, bab; 34
[33] Ýbn-i Teymiyye´nin bu görüþleri «Resail ve Mcsail» atili kitabýn 3. cildinde daðýnýk bir hakle mevcuttur, sn. 21-2, 45-10G
[34] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/245-246.
[35] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/246-247.
[36] Tekvir suresi, âyet; 27-29
[37] Minhac es-sûnne c. 1, sh.; 366/ Mecmuattirresail vel mesail e. I, sh. 103
[38] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/247-249.
[39] Enbiya suresi, âyet; 23
[40] Mecmualirresail vel Mesail c. 1. sh. 121
[41] Lokman suresi, âyet; 25/Zümer suresi, âyet; 38
[42] Bu konuda bkz. Ýbn-i Teymiyye, «Kaidetun celiletun fittevessül-i vel vesileh.
[43] Mecmuaturresail c. 1, sh.; 7
[44] Tevbe suresi, âyet; 14
[45] Buharý Kitab el-Vesaya bab; 11/ Müslim, Kitab el-tman, bab; 351/Neseî, Kitab el-Vesaya bab, 6/Darimî, Kitab el-Rýkak bab; 23/Müsnedi Ýmam Ahmed c. 2, sh. 350
[46] Mecmuatürresail vel Mesail c. 1, sh.; 55
[47] Buhari, Kitab el-Cenaiz, bab; 61, 96. Kitab, el-Enbiya, bab; 50 Müslim, Kîtab el-Mesacid, bab; 19, 23/Nesaî, Kitab el-Mesacid, bab; 13. Kitab zuru yoktur. Bu hususta bkz. «Umdetul kari Þerhil BuharÝ, c. 8, sh. 136
el-Cenaiz, bab; 106/Muvatta tmam Malik Kitab el-Sefer, bab; 85. Kitab eî-Medine, bab; 17
Not: Peygamber Eîcndimiz´m bu hadîsi, fitne yolunu kapamak için buyurul-muþtur, ki, cahiller, Yahudi ve Hýristiyanlarýn yaptýðý gibi, kabrine tapmasýnlar. Eskimiþ bir kabir üzerine, namaz kýbnmasý için cami yapýlmasýnýn bir mah-
[48] Muratta, Ýmam Malik, Kitab es-Sefer, bab; 85/Müsned-i Ýmam Ahmed c. 2, sh. 246
Not: Bu hadîs, «Mürsel» olarak «Atâ» dan rivayet edilmiþtir. Mürsel hadîsleri delil kabul edenler için sahih hadîstir. Ancak, «Bezzazsýn rivayetine göre hadîs, Ebu Said el-Hudrîýden rivayet edildiði için Mürsel deðildir. Hadîsin izahýnda þunlar söylenmiþtir : a) Hadîs, kabirlere tapýnmayý yasaklamak için söylenmiþtir. b) Hadîs, kabirlrrin kýble yapýlmasýný yasaklamaktadýr, c) Hadîs, peygamberlerin kabirleri üzerine secde etmeyi yasaklamaktadýr. Bu hususta bkz. Þerh-i ez-Zer-kani Alâ el-Muvatta c. 1, sh. 315
[49] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/249-255.
[50] Buharý, Kitab, Mescid-i Mekke, bab; 1,6-Kitab es-Sara, bab; 67 . Kitab es-Sayd, bab; 26/MüsIim, Kitab el-Hacc, bab; 415, 512/Ebu Davud, Kitab, el-Menasik bab; 94/Tirmizâ, Kitab, es-Salat, bab; 126/Nesaî Kitab, el-Mesacid, bab; 10/Darimî, Kitab, es-Salat, bab; 136/Müsned-ý Ýmam Anmed, c. 2, sb. 234
Not: Hadîste geçen «Eyerlerin kolanýnýn sýkýlmasý»ndan maksat; Yolculuktur.
[51] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayýnevi: 1/255-257.
[52] Ýslamda Siyasî Ve Ýtikadî Mezhepler Tarihî
Ynt: Selefiyyun By: ceren Date: 01 Mayýs 2015, 19:59:21
Esselaçu aleykum.Rabbim razý olsun paylaþýmdan Reyyan abla...
radyobeyan