Prof.Dr Husameddin Farfur: Modernistler Islami ilimlere Yabanci.. By: ezzehraveyn Date: 13 Kasým 2009, 20:10:56
PROF. DR. HÜSAMEDDÝN FARFÛR: MODERNÝSTLER ÝSLAMÝ ÝLÝMLERE YABANCI
Söyleþi: Ömer Faruk TOKAT
Ýlmî ve kültürel deðerlerine yabancý, ne olduðunun idrakinden uzak, özgüven itibariyle yetersiz olan akademisyenlerin yer aldýðý çevrelerde “Ýslam’ýn sol yorumu”, “Liberal Ýslamcýlýk”, “Laik Ýslamcýlýk”, “Tarihselcilik” gibi adlandýrma ve yaklaþýmlarýn yüksek sesle dile getirilmesi aslýnda çok da sürpriz bir durum deðildir. Mýsýr, Türkiye, Endonezya baþta olmak üzere bütün bir Ýslam coðrafyasýnda etkin olan bu tür akýmlarý ve bu baðlamda ilmî gündeme iliþkin bazý hususlarý Þam “el-Fethu'l-Ýslâmî Enstitü”sü idarecisi ve hocasý Prof. Dr. Hüsâmuddîn Farfur hocayla konuþtuk.
Þam'da 8 asýrlýk bir geçmiþi olan Farfûr âilesi kuþaktan kuþaða yetiþtirdiði âlimleriyle meþhurdur. Sözgelimi Hüsâmuddîn Farfûr hocanýn dedesi Meþhûr Hamefî fakihlerinden Abdurrahîm el-Farfûr, babasý Allâme Muhammed Sâlih el-Farfûr'dur. Muhammed Abdullatîf Farfûr, Veliyyüddîn Farfûr, Abdurrahmân Farfûr, Nasruddîn Farfûr ailenin ilimle meþgul olan diðer fertlerinden bazýlarýdýr. Hüsâmuddîn Farfûr þu anda el-Fethu'l-Ýslâmî Enstitüsü'nün ihtisas bölümü baþkaný ve hocasýdýr. Enstitüde Ýslâm Düþüncesi ve fýkýh dersleri okutmaktadýr.
Enstitü 1956'dan günümüze dünyanýn dörtbir yanýndan Þam'a gelen talebe-i ulûmun ehl-i sünnet anlayýþý çerçevesinde yetiþmelerine katkýda bulunan önemli bir eðitim kurumudur. Türkiye'den de talebelerin bulunduðu Enstitünün baþkanlýðýný deðerli âlim Þeyh Abdurrezzâk el-Halebî el-Hanefî yapmaktadýr.
Hüsâmuddîn Farfûr hoca daha çok klasik literatür üzerine yaptýðý tahkîk çalýþmalarýyla bilinmektedir. Hoca’nýn Ýbn Âbidîn'in haþiyesi ve Ýbn Asâkir'in “Mu‘cemu'þ-Þuarâ min Târîhi Medîneti Dimeþk” kitaplarý üzerine yaptýðý tahkikler bu baðlamdaki çalýþmalarýnýn en meþhurlarýndandýr.
Hoca’ya “Sizi kýsaca tanýyabilir miyiz?” dediðimizde þunlarý söyledi:
“Ben Allah’ýn muhtaç kulu Hüsâmuddîn. Allâme eþ-Þeyh Muhammed Sâlih el-Farfûr’un oðluyum. Þamlýyým, Dimeþk'denim. Mezhep olarak Hanefî, meþrep olarak Kâdirî ve Hasenîyim. 800 senedir Þamlý olan bir aileye mensubum.”
“Ýslam” Tanýmlamalarý
Ömer Faruk Tokat: Hocam malumunuz Ýslam dünyasýnda son 250 yýllýk süreç içinde ortaya çýkan farklý modern akýmlar var. Kendisini karþýsýndakine ve konjonktüre göre tanýmlayan yaklaþýmlar konusunda, sözgelimi "Sosyalist Ýslam", "Ýslam’ýn sol yorumu", "Laik Ýslam", "Demokrat Ýslam", "Light Ýslam" vb. tanýmlamalarla ilgili siz ne düþünüyorsunuz?
Hüsâmuddîn Farfûr: Ýslam bu tür nitelemeleri kesinlikle kabul etmez. Ýslâm, Ýslâm’dýr… O beþer düþüncesinin fevkinde olan bir dindir… Allah'ýn dinidir. Bazý kesimlerin Ýslâm’ý nitelediði bu vasýflar beþerin ürettiði vasýflardýr. Allah'ýn dinini insan düþünceleriyle sýnýrlayamayýz ve vasýflayamayýz. Laik Ýslam, sosyalist Ýslâm, komünist Ýslâm, liberal Ýslâm ve demokrat Ýslâm gibi tanýmlamalar yersiz ve saçmadýr. Bizde böyle bir söylem, böyle bir tanýmlama olamaz. Ýslâm, Ýslâm’dýr. Ýnsaný, evreni ve hayatý yaratan Allah'ýn indirdiði bir din olmasý hasebiyle bütün güzellikleri kuþatýr. Bazý akademisyenlerin "O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuþak davrandýn! Þayet sen kaba, katý yürekli olsaydýn, hiç þüphesiz, etrafýndan daðýlýp giderlerdi. Þu halde onlarý affet; baðýþlanmalarý için dua et; iþ hakkýnda onlara danýþ" âyeti kerimesinden demokrasi istihraç ettiðini görüyoruz. Onlar kendilerini, nasýl istiyorlarsa öyle tanýmlayabilirler. Ama bu Allah'ýn kelâmýdýr ve demokrasinin üstündedir. Ýyi ve güzel adýna demokraside var olan her þey Ýslâm’da zaten olduðuna göre bu tür tanýmlamalara ve nitelemelere neden ihtiyaç duyulur? Üstelik Ýslâm demokraside var olan problemlerden de uzaktýr. Sözgelimi demokraside insanlarýn batýl üzerine, çirkinlik ve kötülük üzerinde birleþerek onu parlamentoda kanunlaþtýrmalarý mümkündür.
Ýslâm'da þûrâ vardýr. Ancak þûrânýn þerî kâidelerin, Kitâb ve Sünnet’in üzerine kurulmasý gerekir. Yani hâdise þudur: siyâsî, idârî, muâmelâtla ilgili ve iktisadî konularda, meclislerde ictihad edebilirsiniz. Parlamentolarda kanunlar da yapabilirsiniz ancak bu yaptýðýnýz ictihatlar, kanunlar ve düzenlemeler Kuran ve Sünnet'e uygun olmalýdýr. Mutlaka Allah'ýn þeriatýndan hareket etmek gerekmektedir.
Modernistlerin bir kýsmý iyi ve saf insanlar olabilir ancak öyle anlaþýlýyor ki, Ýslâm’a iliþkin bilgileri çok sathîdir.
Modernistler Ýslam’ý tanýmýyor
Ömer Faruk Tokat: Nasr Hâmid Ebû Zeyd, Câbirî ve Muhammed Arkoun gibi isimler de böyle mi. Yani bu tür aykýrý görüþleri dile getirenlerin hepsi iyi niyetli olabilir mi?
Hüsâmuddîn Farfûr: Ýçlerinde itikâdý/akidesi bozuk kimseler çoktur. Ama bazýlarý mümin ve muvahhid insanlardýr. Bu insanlarýn büyük çoðunluðu bu aykýrý ve þaz çýkýþlarý Ýslâm’a zarar vermek gâyesiyle yapmýyor. Ancak batýlý bir eðitimden geçmiþler. Batýlý hocalar tarafýndan eðitilmiþler. Batýnýn yöntemleri izleyerek bu günlere gelmiþler. Yani, tabiri caizse zehir damarlarýndaki kana sirayet etmiþ. Bundan dolayý, bu insanlarýn yanýlgýlarýný düzeltmek ve inhirafa düþtükleri noktalarda kendilerini aydýnlatmak üzere onlarla aramýzda köprüler kurmalý ve Ýslam kardeþliði gereði onlarla bir araya gelmeliyiz. Belki akidelerini düzeltmelerine vesile oluruz. Onlarýn Ýslam’a zarar vermeyen ve geleneðimizin kabul ettiði çalýþmalarýný kabul edebiliriz. Ýlmî ve kültürel birikimimiz, geleneðimiz hiç þüphesiz Ýslâm medeniyetini temsil eder. Bu geleneðin deðerlendirilmesi ve gözden geçirilmesi ithal edilmiþ batýlý deðerlere göre deðil; Allah'ýn þeriatý ve Ýslâm'ýn temel esaslarý ýþýðýnda yapýlmalýdýr.
Modernist yaklaþýmlarý benimseyen Müslüman akademisyenlerle diyaloðu koparmamalýyýz. Böyle yaparsak bir takým neticelere ulaþabiliriz. Benim bu arkadaþlarla ilgili tecrübelerim var. Bir çoðuyla muhaverelerim oldu ve güzel neticelere ulaþtýk. Mesela Tayip Tezyînî geçmiþte modernist bir kimseydi ve zihin dünyasý itibariyle Ýslam’dan uzaktý. Ancak þimdi böyle deðil; Ýslâmî duruþ itibariyle çok daha saðlýklý bir noktada. Kendisiyle muhavere ve tartýþmalarýmýz oldu. Deðerli hocamýz Saîd Ramazan el-Bûtî'nin Tezyînî ile olan muhavereleri meþhurdur. Bûtî ile olan muhavereleri ve tartýþmalarý sonucunda Tayyip Tezyînî, Ýslâmî ilimlere olan vukûfiyetinin zayýf olduðunu fark etti. Modernistlerle münazaralar tertipleyip onlara bir türlü Ýslami ilimlerdeki yetersizliklerini kabul ettirmeliyiz.
Modernist dediðimiz, bu tür yaklaþýmlarý olan kimselerin büyük çoðunluðunun geleneðe iliþkin bilgileri sathîdir ve zayýftýr. Onlar, geleneðin gücünün farkýnda deðiller. Geleneðin gücünün farkýnda olsalar, o muhteþem ilmî geleneðe muttali olsalar bu tür deðerlendirmeler yapmazlar. Öteden beri þunu yapýyorlar: Direk oryantalistlerin veya onlarýn etkisinde olan kimselerin sözlerini alýyorlar ve bunlarýn üzerine bir þeyler inþa etmeye çalýþýyorlar. Batýnýn deðer ve deðerlendirmelerin taþýyýcýlýðýný veya taþeronluðunu yapýyorlar. Dolayýsýyla bu insanlarý bir þekilde geleneðe vakýf kýlmalýyýz. Ýlmî ve kültürel mirasýmýzýn kýymetini idrak etmelerini, fýkhý, usûl-i fýkhý okumalarýný, büyük imamlarýn ictihad ve yaklaþýmlarýný fark etmelerini saðlamalýyýz. Gelenekteki derinliðe ulaþtýklarýnda o zaman, þu an okuduklarý ve önemsedikleri bu oryantalist yaklaþýmlarýn tutarsýzlýðýný görecek ve onlarý kendileri reddetmeye baþlayacaktýr.
Ömer Faruk Tokat: Modernistler içerisinde Batý emperyalizmi tarafýndan yönlendirilenlerin varlýðýndan sözetmek mümkün mü?
Hüsâmuddîn Farfûr: Bazý kimseler böyle olabilir. Ancak biz kimseyi itham etmek istemeyiz. Ýnsanlarla ilgili hüsn-i zan sahibi olmalýyýz ancak yanlýþ yaptýklarýnda ise müdahil olmalýyýz.
Ömer Faruk Tokat: Hasan Türâbî'nin son görüþlerinden haberdarsýnýzdýr. Türâbî'nin yaklaþýmlarýyla ilgili neler söyleyeceksiniz?
Hüsâmuddîn Farfûr: Hasan Turâbî maalesef istikâmetten ayrýldý. Söyledikleri Ýslâm'a aykýrý þeylerdir. Allah Teâlâ'dan Turâbî'yi istikâmet yoluna döndürmesini temennî ediyoruz. Açýk ve inatçý bir þekilde Kitâp ve Sünnet'e aykýrý davranmaktadýr. Üstelik Turâbî fakih falan da deðildir. Çalýþma alaný Ýslâmî ilimlerle ilgili bir alan deðildir. Ýþte Turâbî de geleneði bilmeyenlerden, ilmî ve kültürel mirasýn gücüne vâkýf olmayanlardandýr. Özellikle Mýsýr'da bu tür kimseler maalesef fazladýr.
Fatih Kaya: Sosyal bilimleri okuyorlar ama nasslardan uzak kalýyorlar. Bu yüzden de istikametten ayrýlýyorlar diyebilir miyiz?
Medeniyet Ýslam’dýr
Hüsâmuddîn Farfûr: Aslýnda onlar, daha doðru bir ifadeyle nasslardan deðil de Ýslâmî ilimlerden uzaklar. Kurân ve Sünnet’in nasslarý önlerinde durmaktadýr. Ama büyük imamlarýn fýkhýndan, fikrinden ve dehasýndan, ilimlerimizden, usûl-i fýkhýmýzdan, kavâid ilmimizden ve bunlarýn ilminden mahrumlar. Bunlarý okumamýþlar. Dolayýsýyla bunlar "insan bilmediði þeyin düþmanýdýr" sözünün de ifade ettiði üzere bilmedikleri, câhili olduklarý geleneðe karþý çýkýyorlar. Bu ilimlerin kýymetini bilmiyorlar, çünkü okumamýþlar. Dolayýsýyla çözüm, bu akademisyenleri okutmakta, onlarý fýkha muttali kýlmakta, fýkýhtaki, diðer ilimlerimizdeki ve geleneðimizdeki fikri, dehâyý ve medeniyeti onlara açýklamaktadýr.
Sözgelimi bu gün bütün dünyada insan özgürlüðü yükselen bir deðer olarak gündemdeki yerini muhafaza etmektedir. Amerika’da ve Batý’da herkes insan haklarý ve özgürlük meselesini tartýþmaktadýr. Dikkatimizi geleneðimiz üzerinde yoðunlaþtýrýrsak görürüz ki bizim bu mütegallibeden alacaðýmýz hiçbir þey yoktur. Þunu görürüz: Ýmâm Ebû Hanife 1250, 1280 sene önce demiþ ki: "Ýnsan rüþt çaðýna ulaþtýðýnda, sefih olsa bile malýnda tasarruf hakkýný engellemeyiz." Þerî bir kavram olarak sefih, dünya iþlerini yürütemeyen, kârýný ve zararýný ayýramayan kimse demektir. Böyle bir kimse rüþt çaðýna erdiðinde Ýmâm Ebû Hanife'ye göre malýnda tasarruf yetkisine mâni olunmaz. Bu görüþü üzerine Ýmam'a "Ey Ýmâm böyle yaparsak sefih malýný ziyan ve telef eder" dediklerinde Ýmâm Ebû Hanife o meþhur sözünü söylemiþtir: "Ona, malýnýn telef olmasýna sebep olmasý hasebiyle zarar vermemiz kiþiliðinin, þerefinin ve insanlýðýnýn telef olmasýna sebep olacak bir zarar vermemizden daha hayýrlýdýr. Çünkü sefih hacr edildiðinde yani malý üzerindeki tasarruf yetkisi elinden alýndýðýnda hiçbir tasarrufu geçerli olmaz. Alýþ veriþ yapsa veya hibe etse ya da vasiyette bulunsa da bu tasarruflarýnýn hiç biri geçerli deðildir. Bütün bu tasarruflarýnýn geçerli olmasý vasîsinin onayýna baðlýdýr. Bu durum ise hayvanlara uygun bir durumdur." Görüldüðü üzere Ýmâm Ebû Hanife insanýn özgürlüðünü mala tercih etmiþtir. Bu, bugünkü uygarlýklarýn hâlâ ulaþamadýðý bir özgürlük anlayýþýdýr. Yani Ýslam bütünüyle medeniyettir. Bu yüzden modernistler sahih bir anlayýþý ve duruþu yakalamak için öncelikle medeniyetimizi tanýmaktan iþe baþlamalýlar ve Ýslâmî ilimlere ve geleneðe vakýf olmalarý gerekmektedir.
Ýslâm ümmetinin uyanýþý ve modernist araþtýrmacýlarýn bulanmýþ zihinlerini durultmak için gayret etmeliyiz. Ýslâm ümmeti tabii ki hep geliþmenin, yenilenmenin ve en güzel olanýn yanýnda olmalýdýr ancak sâbitelerimize/deðiþmezlerimize sýmsýký sarýlmalýyýz. Çünkü sâbitelerimizin yenilenmesi veya geliþtirilmesi sözkonusu deðildir. Yenileme, tecdit ve geliþtirme müteðayyirât (deðiþebilirler) sahasýnda sözkonusu olabilir.
Geleneðimiz Ýslam medeniyetinin ihtiþamýný temsil etmektedir. Bu gelenek devasa bir medeniyet kurmuþtur. Ancak bu gelenek içinde örfe dayalý bazý þeyler var ki tekrar gözden geçirilmeye ihtiyaç duyuyor. Bunu kabul etmek lazým. Çünkü o neticede beþerîdir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Gelenek derken Allah'ýn kitabýný kastetmiyorum. Allah'ýn kitabý geleneðimizden deðildir. Kurân-ý Kerim gelenek deðildir, ondan söz etmiyoruz. Sünnet ve Sünnet’in getirdiði mütevatir, sahih, hasen… bunlar gelenek deðildir. Gelenek, fakihlerin, müfessirlerin ve âlimlerin beþer mahsûlü, zihnî ürünleridir. Beþerî yönleri olmasý hasebiyle bu ürünler gelenektir. Umûmî anlamda bu gelenek Ýslâm’ýn büyüklüðünü ve Ýslam ümmetinin üstünlüðünü göstermektedir. Çünkü geçmiþte bu geleneði oluþturan âlimler erdem, takva, anlayýþ, ilim ve kültürde zirveye ulaþmýþlar. Bu âlimlerin hata ettiðini geliþigüzel söylemek yanlýþtýr. Bunu ancak câhiller yapar. Ancak bununla birlikte bu geleneðin içinde bazý hususlar vardýr ki bu gün bunlarý yeniden gözden geçirmemiz gerekmektedir. Çünkü mâlum, örfün veya zamanýn deðiþmesiyle deðiþen bir takým hükümler vardýr. Fakat delâlet-i katî ve sübût-i katî olan nasslar tevil, ictihad veya tecdit kabul etmez. Tecdit müteðayyirât sahasýnda olur. Sâbiteler/deðiþmezler alanýnda tecdidin yeri yoktur.
Ömer Faruk Tokat: Müteðayyirât sahasýyla ilgili bir oran vermek mümkün mü? Bu soruyu þunun için soruyorum. Bir yýl önce Þeyh Yûsuf el-Kardâvî ilmî bir toplantýya katýlmak üzere Ýstanbul'a geldiðinde Ýslâm fýkhýndaki müteðayyirâtýn (deðiþebilir ahkâmýn) %93 olduðunu söylemiþti. Bu oranla ilgili siz neler söyleyeceksiniz?
Hüsâmuddîn Farfûr: Yûsuf el-Kardâvî Ýslâm dünyasýnýn önemli þahsiyetlerinden birisidir. Deðerli bir insandýr. Ancak müteðayyirâtýn nasýl %93 olduðunu söyledi, doðrusu anlayamadým. Hoca, acaba bu oranlamayý nasýl yapmýþtýr? Elinde özel bir hesap makinesi mi vardýr? Kendisi bizim hocamýz mesabesinde olan deðerli bir þahsiyettir ancak bu görüþüne katýlmamýz mümkün deðildir. Kendisine saygý duyarýz ama bu tür konular sözkonusu olduðunda muhalefet ederiz.
Ebû Hanîfe
Ömer Faruk Tokat: Ýmâm Ebû Hanîfe'nin yönetim ve siyâset fýkhýnýn yazýlmadýðýný ileri sürenler var. Siz bu konuda ne düþünüyorsunuz?
Hüsâmuddîn Farfûr: Ýmâm Ebû Hanîfe'nin hayatýna önem veren, düþünceleri ve fýkýh yöntemi üzerine çalýþan herkesin –ki ben onlardan biriyim- bildiði üzere Ýmâm'ýn siyâsî yaklaþýmlarý fýkhýnýn arasýna serpilmiþtir ancak müstakil bir kitapta derlenmiþ deðildir. Bu çok anlaþýlýr bir durumdur. Çünkü imamlarýmýzýn sözleri içine daðýlmýþ olan “siyâset-i þeriyye”ye müteallik görüþlerin müstakil bir kitapta ya da bir fýkýh bâbýnda toplanmasý sonraki dönemlerde olmuþtur. Mütekaddimîn ulemâsý içinde bugün anladýðýmýz anlamda siyaset kitabý yazan kimse yoktur. Uluslararasý iliþkilere dair kitabý ilk defa telif eden kiþi Ýmâm Muhammed b. Hasan eþ-Þeybânî’dir. Ýmâm Muhammed Siyer-i Saðir ve Siyer-i Kebîr'de düþmanlarla iliþkileri, savaþ, barýþ, iþgal kânunlarýný, esirlere iliþkin ahkâmý ele alýr. Bu, uluslararasý iliþkiler sahasýnda telif edilen ilk kitap kabul edilir. Ýmâm Muhammed b. Hasan eþ-Þeybânî, Ebû Hanîfe'nin en has talebelerinden ve mezhebin imamlarýndandýr. Dolayýsýyla Ebû Hanîfe'nin “el-fýkhü's-siyâsî”sini, siyaset ve yönetime iliþkin görüþlerini talebelerine yaptýðý yönlendirmelerde, kendi hayatýnda, talebeleri tarafýndan kendisinden nakledilen görüþlerin içinde bulmak mümkündür. Bundan dolayý Serâhsî'nin “el-Mebsût”una ve diðer Hanefî fýkhýný toplayan kadîm kitaplara bakýlmalýdýr.
Soru: Yalnýzca Hanefî mezhebinde deðil, bütün mezhepleri göz önüne aldýðýmýzda siyaset ve yönetim fýkhý konusundaki kitaplarýn azlýðýný görüyoruz. Sizce bunun sebebi nedir?
Hüsâmuddîn Farfûr: Müçtehit imamlarýmýzýn yaþadýðý dönemde ne Ýslam fýkhýnda ne de diðer hukuklarda siyasetle ilgili müstakil kitaplar yoktur. Bu sahayla ilgili müstakil kitaplar çok sonralarý telif edilmiþtir. Müslümanlar bu hususta da baþkalarýný geçerek bu konuda kitaplar yazmýþlardýr. Ancak bu meseleler o zaman “el-fýkhü's-siyâsî” kavramýyla bilinmemekteydi. Ýslâm âlimleri yönetime dair hükümler (al-ahkâm es-sultâniyye), “siyâset-i þer‘iyye” konularýný tafsilatýyla içeren kitaplar kaleme almýþtý. Ulemâ bu kitaplarda devlet baþkanýnýn halk üzerindeki haklarýný, halkýn devlet baþkaný karþýsýndaki haklarýný, devlet baþkanýna isyan etmenin ne zaman caiz olup olmadýðý meselesini vb. hususlarý açýklamýþtýr. Hicrî 5. ve 6. asýrlarda “al-Ahkâm es-Sultâniyye” ve “es-Siyâse eþ-Þer‘iyye” baþlýklý kitaplar yazýlmýþtýr.
Ýslami Ýlimlerin Menþei
Ömer Faruk Tokat: Günümüzde “Usul-i Fýkýh” ilmi, kýyas maksatlý “ta'lil”e ve “lafzî mebhaslere” fazlaca yer verdiði, “Usul-i Hadis” ilmi ise hem tek bir mezhebin (Þafiî mezhebi) görüþleri doðrultusunda takarrur ettiði, hem de rivayetlerin sýhhat deðerlendirmesinde aðýrlýklý olarak senedi ön plana aldýðý gerekçesiyle eleþtiriliyor. Usul-i Fýkh'ýn tümevarýmcý bakýþ açýsýný temsil eden “makasýd” merkezli bir yapýya, Usul-i Hadis'in de sýhhat kriterlerini Kur'an'ý merkeze alan bir yaklaþým üzerine bina edilmesi gerektiði söyleniyor. Hatta bütün ilimlerin usulüyle-füruuyla, rivayetiyle-dirayetiyle Arap aklýnýn (ya da daha genel olarak "Ortadoðu aklý"nýn) tarihin belli bir dönemindeki iþleyiþ biçimiyle teþekkül ettiði söyleniyor. Bu konuda neler söylersiniz?
Hüsâmuddîn Farfûr: Son cümleden baþlayarak açýklayalým. Arap olmayan Müslüman âlimler Arap olanlardan daha fazladýr. Ýmâm Ebû Hanîfe Fârisî’dir, Ýmâm Buhârî Buhâralý’dýr, Nîsâbûrî'ler, Ebû Davud es-Sicistânî'ler, Fârisî olan Sîbeveyh'ler… Dolayýsýyla bu Arap aklý, Ortadoðu aklý gibi retorikler yanlýþtýr. Müslümanlarýn önde gelen âlimlerine baktýðýnýzda çoðunun acemlerden olduðunu görürsünüz. Yani Arap deðildirler ancak Arapça’yý, Kur'ân dilini öðrenmiþler, fasih Arapça ile kitaplar telif etmiþlerdir. Bu insanlarýn akýllarýnýn "Ortadoðulu" veya "Arap" olduðunu kim söyleyebilir? Ayrýca bu Ortadoðu kelimesi Siyonistler’in ürettiði bir kavramdýr. Ýslam topraklarýndan Ýslam kelimesini çýkarýp Yahûdîleri yerleþtirmek istiyorlar. Bu kavrama dikkat edilmelidir. Bu Siyonist bir kavramdýr. “Ortadoðu”… kimliksiz, dinsiz ve kültürsüz bir kelimedir. Meselenin bütünüyle coðrafî boyutu üzerine odaklanýlmasý; dinî, kültürel ve kimliksel taraflarýný unutturmaya yönelik, ideolojik amaçlarla konulmuþ bir kavramdýr. Ýslam topraklarýna Ortadoðu dediðiniz andan itibaren içine her þeyi doldurabilirsiniz. Ýsrail'i bile doldurabilirsiniz. Bu yüzden kasýtlý kullanýlan bir kavramdýr Ortadoðu.
“Ortadoðu aklý” ifadesine dönersek, tarihî reâlite de bunu yalanlamaktadýr. "Ortadoðu aklýnýn iþleyiþ biçimi ve etkisi". Yani bu asýlsýz bir retorikten öte bir þey deðil. Gelenek içinde köþe taþý olmuþ büyük âlimlerden hangisini zikredelim? Arap olmayan o kadar çok ki! Havârizmî, Ebû Hâmid el-Gazzâlî… Her asýrda acemlerden birçok âlim gelmiþ. Mesela Türklerden, Beydâvî Tefsîri muhaþþîlerinden Þeyhzâde, Konevî, Kemâl b. Hümâm es-Sivâsî…
Talha Hakan Alp: Bu açýklamanýz üzerine, baþka bir açýdan bakarak þöyle bir soru sormak mümkün olur mu? Ýslam medeniyetinin Arap olmayan yabancý medeniyetlerden, mesele Hint, Yunan ve Ýran uygarlýklarýndan etkilenmiþ olmasýndan sözedebilir mi?
Hüsâmuddîn Farfûr: Biliyorsunuz, Efendimiz (aleyhi's-salâtu ve's-selâm), "hikmet müminin yitiðidir. Onu nerede bulursa alýr" buyurmuþtur. Ýslâm her þeyi bütünüyle alan veya reddeden bir din deðildir. Kriterleri ve ilkeleri vardýr. Vahy-i ilâhî bize yeryüzünün kânunlarýný ve þeriatýn esaslarýný öðretmiþtir. Dolayýsýyla biz Müslümanlar olarak, hangi uygarlýktan olursa olsun Ýslâm'ýn yöntemine, nasslarýna ve ilkelerine aykýrý olmayan faydalý þeyleri alýrýz.
Tasavvuf
Talha Hakan Alp: Ancak böyle söylediðimizde þöyle bir soruyla muhatap olabiliriz: Diðer uygarlýklardan bir þeyi alýrken neyi merkeze koyuyorsunuz? Nitekim ehl-i sünnet dýþý sûfîler bazý uygarlýklardan etkilenmiþlerdir.
Hüsâmuddîn Farfûr: Bu çok sathî bir yaklaþým. Bizde tasavvuf, ihsân makâmýdýr. Yani hadîs-i þerifte belirtilen "Allah'a seni görüyormuþçasýna ibadet etmendir; sen O'nu göremiyorsan da þüphesiz O seni görüyor" anlayýþýdýr. Siz bunun adýna ister tasavvuf deyin, ister ihsân deyin, ister ahlâk deyin, ister ruh terbiyesi deyin, ne derseniz deyin. Ýsimlendirmede ihtilaf etmiyoruz. Tasavvuf gerçekte Allah'a murâkabe etmek, rûhî ve ahlâkî eðitime önem vermek, Allah Teâlâ ile irtibatý güzelleþtirmek ve güçlendirmek, güzel iþler yapmak, insanlara güzel davranmak vb. amellerin ve eylemlerin ifadesidir. Tasavvuf, hicrî I. ve II. asýrdan itibaren bilinmektedir. Tasavvufun Hinduizm veya Budizm'den geldiðini söylemek en iyimser þekliyle boþ laftýr ve isrâf-ý kelâmdýr. Þu söz Ýmâm-ý Mâlik'ten sâbit olmuþtur: "Fýkýhta derinleþip tasvvufla ilgilenmeyen fasýklaþýr; tasavvufta ilerleyip fýkýh öðrenmeyen zýndýklaþýr. Tasavvuf ve fýkhý kendinde toplayan kimse ise hakîkate ulaþýr" Ýmâm Mâlik'in bu sözünü Molla Aliyyu'l-Kârî, "Þerhu ayni'l-ilmi ve zeyni'd-dîn" adlý kitabýnýn birinci cildinde, ilim bâbýnda nakleder.
Önemli bir muhaddis olan Er-Râmehürmüzî, “el-Fâsýl Beyne'r-Râvî ve'l-Vâ‘î”de anlatýr: "Ýmâm Mâlik'e bir sûfî gelerek "Ey Ebû Abdullâh! Sana hadisten bir þey arz etmek istiyorum der. --mesele uzun. Burada tekrarlamayalým- bu þekilde baþlayan bu rivâyette bir çok defa, "kâle malik kâle sûfî (Mâlik þöyle dedi, sûfî böyle dedi" þeklinde "sûfî" kelimesi defalarca tekrarlanýr. Ýmâm Mâlik yaklaþýk hicri 90lý yýllarda doðmuþtur. Vefatý ise 169 veya 170tir. Görüldüðü üzere "sûfî" kelimesi ilk devirlerden itibaren bilinen/kullanýlagelen bir kelimedir.
Tasavvufun hakikatinde, yani gerçek sûfîlerin indinde bir inhiraf, bir sapma ve gaflet yoktur. Bizim mutasavvýflarýmýzýn gâfil olmasý sözkonusu deðildir. Aksine onlar zekâ ve huzur hâlini üst düzeyde yaþayan insanlardýr.
Arkadaþlar! Gerçekte tasavvuf Allah Teâlâ'ya hâlis kulluk yapmaktan ibaret bir sistemin adýdýr. Sûfîler, Allah'ýn sâlih kullarýdýr. Onlar, Allah Teâlâ'nýn "Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: "Yeryüzüne sâlih kullarým vâris olacaktýr" diye yazmýþtýk." (Enbiyâ, 105) kavl-i þerifinde ifade ettiði "sâlih kullardýr". Onlar nefislerini Allah'a adayarak ubudiyet denizine dalmýþlardýr. Bu yüzden Allah'ýn varlýðýnýn yanýnda kendi varlýklarýný görememektedirler. Allah'ýn meþîeti ve dilemesi yanýnda kendi istek ve arzularýný unutmuþ kimselerdir. Onlar Allah'ýn sevdiðini sever; O'nun kerih gördüðünü ise kerih görürler. Ýþte onlar sûfîlerdir. Ýslâm büyükleridir. Þerefli kimselerdir. Ýçlerinde fakihler vardýr. Muhaddisler, matematikçiler, dilbilimciler ve imamlar vardýr.
Bununla birlikte bir dönem, tasavvufa tasavvuftan olmayan þeyler karýþmýþ olabilir. Burada Fars, Yunan ve Hint kültürlerinden bir karýþma olmuþ olabilir. Ancak bu tür hâricî unsurlar tasavvuftan atýlmýþtýr. Tasavvuf büyükleri bunlarý reddetmiþtir. Mesela Ýmâm Cüneyd el-Baðdâdî der ki: "Bizim bu tarîkimiz (yolumuz) – tasavvufu kastediyor- Kitap ve Sünnet’le mukayyeddir." "Kurân'ý ezberlemeyen, hadis yazýp ezberlemeyen (ilimle meþgul olmayan) kimselerin bu tarikte yeri yoktur" der. Ayný þeyleri Ahmed er-Rifâî, Abdulkâdir Geylânî, Ýmâm Ebû Hâmid el-Gazâlî efendilerimiz de söylemiþlerdir. Bundan dolayý tasavvufun hinduizmden ve budizmden alýndýðý þeklindeki iddialar bütünüyle yanlýþtýr ve vakýa ile örtüþmemektedir.
Ömer Faruk Tokat: Ýmâm en-Nablusî'nin "Seni kendim için seçtim" (Tâhâ, 41) âyetini "senin ben; benim de sen olman için seni seçtim" þeklinde tefsir ettiði naklediliyor.
Hüsâmuddîn Farfûr: Bu sözü nerede okudunuz?
Ömer Faruk Tokat: Türkiye’de tasavvuf karþýtlýðýyla bilinen bir akademisyen naklediyor.
Hüsâmuddîn Farfûr: Bu problemli bir nakil. Þeyh Abdulganî en-Nablusî fakîh ve âlim bir zattýr; böyle þeyler söylemez. Ben bu nakil konusunda kuþkuluyum. Þeyh Nablusî Þâmlý’dýr. Köken olarak Nâblus'tandýr ama Þâm'da yaþamýþtýr. Hicrî 1143 senesinde vefât etmiþtir. Kendileri dedemiz Abdurrahîm el-Farfûr'un talebelerindendir. Büyük dedemiz onun þeyhiydi. Fakih, muhaddis ve hadis âlimi bir zattýr. Felsefe de okumuþtur. Hanefî fakihidir. Hanefî mezhebine katkýda bulunmuþtur. Babasý ise Hanefî fukahâsýnýn büyüklerinden Þeyh Ýsmâîl en-Nablusî'dir. Ýbn Âbidîn, kitabýnda "kâle seyyidî Ýsmâîl (Efendim Ýsmâil dedi ki)" dediði yerlerde Ýsmâîl en-Nablusî'yi kasteder, ondan rivâyetlerde bulunur, fýkhî görüþlerini ve tercihlerini nakleder. Yani Þeyh Abdulganî en-Nablusî'nin böyle bir söz söylemesi mümkün deðildir. Bu tür ifadeler ya ulemaya iftiradýr. Ya da zýndýklar tarafýndan eserin istinsahý esnasýnda satýr aralarýna eklenmiþtir. Kim söylerse söylesin öyle bir sözü kabul edemeyiz.
Talha Hakan Alp: Ebû Yezîd el-Bistâmî diyor ki: "Sübhânî, Mâ a‘zame þe’nî"
Hüsâmuddîn Farfûr: O, bu sözü söylediðinde gaybet hâlindedir. Huzur hâlinde deðildir. Ama bu söz merdûddur. Ancak bu sözü söyleyen zât mümin bir kimsedir, velîlerdendir. Fakat sahvýný kaybettiði bir anda, gaybet hâlindeyken böyle bir söz söylemiþ olabilir.
Þatahâtý kabul etmemiz mümkün deðildir. Ancak bu tür sözler sarfedenlere karþý tavrýmýz nasýl olmalýdýr. Akîdelerine, kitaplarýna ve müellefâtýna bakarýz. Eðer onlarýn ehl-i sünnet ve'l-cemaat akîdesi üzere olduðunu görürsek bu þüpheleri reddederiz ve deriz ki: Þatahat kabilinden olan bu sözler bu zata ya yakýþtýrmadýr yani yalan yere nisbet edilmiþ bir sözdür. Veya Allah'a havâle ederiz. “Allâhu a‘lem” deriz. Ancak bu zatlar, büyük imâmlardýr. Zira onlar kitaplarýnda sahîh akîdeyi ele almýþlardýr. Sözgelimi Ýmâm Muhyiddîn Ýbn Arabî Fütûhât'ýn baþýnda akideyle ilgili müstakil bir bap yazmýþtýr. kendisi Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'tan, Eþ‘arî akîdesindendir. Orada þöyle der: "Bu akîdenin dýþýnda bana nisbet edilen her þey benim adýma uydurulmuþ yalanlardýr." Þeyh Ýbn Arabî'nin bu sözünü Fütûhât'ýn hemen baþýnda okuyabilirsiniz. Ýþte bundan dolayý biz bu büyük adamlarý ancak kendilerinden tanýyabiliriz. Onlar âlimlerdir. Ýslâm’ýn dâhîleridir. Bununla birlikte Ýslâm akîdesine muhâlif olan her sözü reddederiz, kabul etmeyiz. Tabii ki bu sözlerin yalan olma ihtimali yüksektir. Her halükarda bu tür sözler merduddur. Ancak bu deðerli âlimlerle ilgili hüsn-i zan içinde olmamýz lâzým. Çünkü onlar Ýslam'a hizmet konusunda çok önemli iþler yapmýþlar ve akîdelerini belirtmiþlerdir. Bu tür sözlere gelince bunlarý tartýþmayýz; reddederiz. Fakat bazý kimseler var, acele ediyorlar. "Falan kâfirdir", "filân mülhiddir" gibi sözleri kolaylýkla ve ardý ardý ardýna sýralýyorlar. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Farklý düþünüyorlar diye insanlarý tekfir etmek anlaþýlýr gibi deðildir. Bazý sözler güzel ve makbul bir þekilde yorumlanabilecekken birisi çýkar sözün sahibini tekfir ederse bu yanlýþ bir tavýr olur. Ancak akidevî açýdan makbul bir þekilde tevil edilemeyen sözleri reddederiz ama sahiplerini tekfir edemeyiz. Bir sözün içinde küfür varsa onun küfür olduðunu söyleriz. Ama "falan kimse kâfirdir" diyemeyiz.
Usul’e Yöneltilen Tenkitler
Ömer Faruk Tokat: Hocam sorunun diðer kýsmýyla ilgili, yani usûl-i fýkýh ve usûl-i hadise yöneltilen eleþtiriler ve makâsýdu'þ-þerianýn ihmal edildiðine dair iddialarla ilgili neler söyleyeceksiniz?
Hüsâmuddîn Farfûr: Az önce de söyledim: Modernizmin arkasýnda sürüklenenlerin yanlýþlarý usûl-i fýkha vakýf olmamalarýdýr. Okumuþ olsalar, böyle þeyler söyleyebilirler mi? Usûl-i fýkýh baplarýnýn en önemlisi ictihâd bâbýdýr. Orada ictihadýn tanýmý, þartlarý vb. konular ele alýnýr. Hâkimiyet bâbýnda hâkim, mahkûm, mahkûmun bih, mahkûmun aleyh konularý iþlenir. Bunlarýn yaný sýra sünnet, kýyâs, istihsân baplarý vardýr. Bu baplarýn elfâz bahisleri olduðunu kim söyleyebilir? Elfaz bahisleri dediðiniz hurûfu'l-meânî, sarîh, kinâye, hakikat, mecaz, mücmel, mufassal konularýdýr. Bunlarýn dýþýndaki tüm konular ictihâd mekanizmasýný ve istinbât sistemini iþletmeye yönelik teori ve kaidelerdir. Usûl-i fýkýh Müslüman âlimleri ayrýcalýklý kýlan biri ilim dalýdýr. Usûl-i fýkýh, ulemânýn dehasýný ve derinliðini ortaya koyan bir ilimdir ve benzeri, diðer hiçbir gelenekte ve millette yoktur. Bu yüzden biz bu ilmi ortaya koyan âlimlerimizle iftihar ederiz. Onlarý kusurlu görenler ve ayýplayanlar ise usûl-i fýkhý okumayanlardýr. Yoksa usûl-i fýkýh, fikrî dâhîliðin zirvesidir.
Makâsýdu'þ-þerianýn ihmal edildiði iddiasýna gelince bu da vakýaya aykýrýdýr. Zira makâsýd konusu öteden beri usûl-i fýkhýn bir bölümü olagelmiþtir. Yoksa hiçbir zaman usûl-i fýkýhtan ayrý bir konu olmamýþtýr. Ýmâm Þâtýbî'den önce Ýmamlarýmýz makâsýd konusunu ele almýþtýr ancak müstakil bir kitap halinde temas etmemiþlerdir. Sözgelimi Gazâlî, makâsýd konusunu ele almýþtýr. Hanefî fukahasýndan bir çok âlim bu konuya deðinmiþtir fakat onlarýn makasýd konusundaki yaklaþýmlarý fýkhýn farklý baplarýna daðýlmýþ durumdaydý. Ýmâm Þâtýbî geldi ve bunlarý bir araya getirdi, iþlerlik kazandýrdý ve inceledi. En nihayet Muvâfakât kitabýný yazdý. Muvâfakât kitabý da öyle bazýlarýnýn sandýðý gibi sadece makâsýdý içeren bir kitap deðildir; makâsýd hâricinde muhtelif konularý da muhtevîdir. Hatta içinde usûl-i fýkýhla ilgisi olmayan konular da vardýr. Sonuç olarak Muvâfakât genel bir Ýslâm kültürü kitabýdýr fakat makâsýd konusuna aðýrlýk vermiþtir.
Sonra Ýmâm Þâtýbî merhumdan önce ulemânýn makâsýd konusunu ele almadýðýný kim iddia edebilir? Âlimler Ýslam’ýn ilk yýllarýndan beri, hükümlerini ve kaidelerini kurarken makâsýdý hep gözetegelmiþtir. Ebû Hanife'nin, "insanýn onuru ve þerefi malýndan önce gelir" görüþü makâsýdý ve makasýdýn tertibini gözetmekten baþka nedir? Mal, insanlýktan sonra gelir. Çünkü mal insanlýktan ve insan onurunda daha aþaðý derecede bir objedir. Bu, makâsýda verilen önemin zirvesidir. Yani, her ne kadar erken dönemlerde makâsýd ile ilgili müstakil bir kitap yazýlmýþ olmasa da fýkhýmýz baþýndan beri makâsýd üzerine kurulmuþtur.
Ýmâm Þâfiî usûl-i fýkýh sahasýnda er-Risâle adlý kitabýný telif etti ve bu kitap usûl-i fýkýh sahasýnda yazýlan ilk kitap olarak þöhret buldu. Bununla birlikte usûl-i fýkýh imâm-ý Þâfiî’den önce de bilinmekteydi. Ýmâm Ebû Hanîfe'nin, öðrencilerinin ve Ýbrâhîm en-Nehaî’nin hükümleri üzerlerine bina ettikleri bir takým kaideleri vardý. Ancak bu kaideleri müstakil bir kitapta derlememiþlerdi.
Usûl-i hadis meselesine gelince, Usul-i Hadis ilminin tek bir mezhebin yani Þafiî mezhebinin görüþleri doðrultusunda takarrur ettiðini kim nasýl söyleyebilir? Evet Þafiîler hadis usûlü kaideleri sahasýnda meþhur olmuþtur. Ancak bu durum Hanefîlerin bir hadis usûllerinin olmadýðý anlamýna mý gelmektedir? Böyle bir iddiada bulunmak çok anlamsýz olur. Hanefîlerin usûl-i fýkýh kitaplarýna bakýldýðýnda sünnet konusunun çok geniþ bir yer tuttuðu görülür. Ebû Hanîfe’nin hadis yaklaþýmýný istinad ettirdiði kâideler anlatýlýr. Ýmâm Ebû Hanîfe hadiste yalnýzca bir imam deðil ayný zamanda sýký bir hadis tenkitçisidir. Nakd sâhibidir. Hadis konusunda görüþleri ve inþa ettiði kâideleri vardýr. Ýmâm Ebû Hanife’nin hadis konusunda Ýmam Buharî ve Ýmâm Muslim’in þartlarýndan daha sýký þartlarý vardýr. Sözgelimi o, hadisin tahammülü ile edasýnýn arasýnda unutkanlýk zamanýnýn girmemesini yani râvînin hadisi unutmamasýný þart koþar. Ravî hadisi ezberleyip unutur, daha sonra kitaptan rivayet ederse Ebû Hanîfe bu ravînin hadisini kabul etmez. Onu delil olarak almaz. Çünkü ravi hadisi ezberledikten sonra unutmuþtur. Ýmâm Ebû Hanife ravînin hadisi ezberledikten sonra devamlý tekrarlamasýný, unutmamasýný ve ezberinden rivayet etmesini þart koþar. Ancak hadis ezberinde olduðu halde kitaptan rivayet ederse onu kabul eder. Görüldüðü üzere Ýmam Ebû Hanîfe’nin kaideleri var. Hanefîlerin kaideleri var. Malikîlerin kâideleri var. Malikîler mürseli kabul eder. Ebû Hanife mürseli kabul eder. Mürselle ilgili ilk görüþler Ýmam Þâfiî’ye aittir. Ýmâm Ebû Hanîfe râvînin fakih olmasýný tercih sebebi addeder. Ýmâm Þâfiî ise ravilerin sayýsýna bakar; ona göre ravîler ne kadar fazlaysa rivâyet o kadar muteberdir.
Evzâî ile Ýmâm Ebû Hanîfe arasýnda geçen münazaralarda Ýmâm Ebû Hanîfe, “Hammâd b. Ebî Süleymân rivâyet etti” dediðinde Evzâî baþka bir râvînin adýný vermiþ bunun üzerine Ýmâm Ebû Hanîfe, “Hammâd senin falan þeyhinden daha fakihtir” demiþtir. Yani râvînin fakih olmasý Ýmâm Ebû Hânife nezdinde önemli bir tercih sebebidir. Evzâî “falan rivâyet etti” dediðinde Ebû Hanîfe, “Bize Ýbrahim en-Nehaî rivayet etti ve Nehaî senin falan þeyhinden daha fakihtir” der. Evzâî baþka bir râvîden rivayette bulunduðunda imâm Ebû Hanîfe, “Bize Esved en-Nehaî ve Yezîd en-Nehaî rivayet etmiþtir ki bunlar Abdullah b. Mesûd ve Ali b. Ebî Tâlib’in ilminin mirasçýlarýdýr. Ali b. Ebi Talib ki sahabe dönemi fýkhýnýn zirvesidir. Ýbn Mesud da ayný þekilde Efendimiz’in (s.a.v.) övgüsüne mazhar olmuþ bir isimdir. Görüldüðü üzere bunlar Ýmâm Ebû Hanîfe’nin tercih kâideleridir. O, ravilerin sayýsýný deðil fýkhýný kriter yapmýþtýr.
Rivayetlerin sýhhat deðerlendirmesinde aðýrlýklý olarak senedin ön planda tutulduðu iddiasý da gariptir. Zira alimlerimiz metin tenkidi yapmýþtýr. Nitekim bir çok rivâyetle ilgili “metin olarak sahih olmakla birlikte isnadýnda bir sorun varsa, metni sahih olup kitap ve sünnetin naslarý da bu rivayeti destekliyorsa rivâyet sahih kabul edilir. Eðer selef-i sâlihîn rivâyeti kabul etmiþse isnadýnda sorun olsa bile sahih kabul edilir. Dolayýsýyla imamlarýn hadisi kabul etmeleri hadisin sýhhatine delalet eder. Muhaddislerin yöntemine göre senedinde bir sorun olsa da sonuç deðiþmez; sahih kabul edilir.
Talha Hakan Alp: Bizde bazý ilahiyatçýlarýn meselelere böyle bakmasýnýn temelinde bir zihnîyet problemi var. Mantýk ve tasavvur problemi….
Hüsâmuddîn Farfûr: Bizde böyle hocalar yok ama entelektüeller var. Þerî ilimlerde mütehassýs deðiller. Bu sahaya arka kapýlardan, pencerelerden ve bacalardan girenler. Edebiyatçýlar… tarihçiler… felsefeciler… bakýyorsunuz hepsi fakih, kanaat önderi, imam ve teorisyen olmuþ. Hakikatine vakýf olmadýklarý halde bir þeyleri kabul ediyor, bir þeyleri reddediyorlar… Üstelik bazýlarý baþtan aþaðý bir Kurân sayfasýný doðru þekilde okumaktan bile âciz.
Ömer Faruk Tokat: Hocam zaman ayýrdýðýnýz için teþekkür ederiz.
Hüsâmuddîn Farfûr: Ben teþekkür ederim.
radyobeyan