Cennet Kimsenin Tekelinde Degildir Baslikli Makaleye Cevap.. By: ezzehraveyn Date: 13 Kasým 2009, 20:05:12
Muhammed Ali es-SÂBÛNÎ
(Türkçesi: Ömer Fâruk TOKAT)
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ýn adýyla
Allah Teâlâ'ya hamd ve âlemlere rahmet olarak gönderilen O'nun deðerli elçisi efendimize salât u selâm ederiz.
Deðerli kardeþim Prof. Dr. Süleyman Ateþ'in, Türkçe olarak yayýnlanan Ýslâmî Araþtýrmalar dergisindeki “Cennet Kimsenin Tekelinde Deðildir” baþlýklý yazýsýný[1] çevirmen aracýlýðýyla okudum. Hz. Âdem (a.s.) hasebiyle kardeþleri olan insanlarý savunma gayreti için kendisini kutluyorum; Mezkur makâleden anlaþýldýðý üzere, sayýn Ateþ hiç bir insanýn cehenneme gitmesini istememektedir. Bu, her mü’minin hatta her aklý baþýnda insanýn, beþeriyetin bütün fertleri için arzu ettiði deðerli bir insânî taleptir. Çünkü bizler, bütün bir insanlýk olarak kardeþiz ve Hz. Âdem'in çocuklarýyýz. Nitekim Allah Teâlâ bunu þöyle ifade eder: “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eþini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadýnlar üretip yayan Rabbinizden sakýnýn” (Nisâ, 1). Dolayýsýyla akl-ý selîm bir insanýn diðer insan kardeþlerinin kurtulmasýný arzu etmemesi düþünülemez.
Ancak sayýn Ateþ'in makalesinin baþlýðý insaný þaþýrtmakta ve dehþete düþürmektedir. Biz Müslümanlar olarak cennetin “tekelimizde” olduðunu hiç öne sürdük mü ki? Yoksa bu iddia hemcinsleri ve dindaþlarý hususunda ýrkçý, mutaassýp ve tutucu bir karaktere sahip olan Yahudi ve Hýristiyanlara ait deðil midir?
Cennete girme hususunda “tekelci” bir yaklaþýma sâhip olanlarýn Yahûdî ve Hýristiyanlar olduðunu Kur’ân-ý Kerim haber vermektedir: “ ‘Yahudi veya Hýristiyan olmayan kimse elbette cennete girmeyecek’ dediler.” (Bakara, 111). Yani Yahudîler yalnýzca kendilerinin cennete gireceðini, Hýristiyanlar da yine yalnýzca Hýristiyanlýk dinine mensup olanlarýn cennete gireceðini iddia ettiler. Allah Teâlâ ise her iki grubu da yalanlayarak “Bu onlarýn bir kuruntusudur. Sen de onlara: ‘Eðer sahiden doðru söylüyorsanýz delilinizi getirin’ de.” (Bakara, 111) buyurmaktadýr. Yani Allah'ýn cenneti diðer insanlara deðil, yalnýzca size tahsis ettiðine dair apaçýk delil ve bürhanlarýnýzý getirin. Eðer “cennete Yahudi ve Hýristiyanlardan baþka hiç kimse giremez” iddianýzýn doðru olduðunu düþünüyorsanýz delilinizi gösterin buyrulmaktadýr. Dolayýsýyla Kur’ân-ý Kerim nassýnýn da açýkladýðý üzere, bu iddianýn sâhipleri, Müslümanlar deðil, Yahudi ve Hýristiyanlardan oluþan ehl-i kitaptýr. Allah'a hamdolsun ki biz Müslümanlar, cennetle ilgili bu “tekelci” iddiadan beriyiz.
Cennete Girmek Ýçin Kur’ânca Belirlenen Birtakým Þartlar Vardýr
Þüphesiz Cennet kimsenin “tekelinde” ve mülkünde deðildir. Yani orasý, hiç kimsenin dilediðini sokabileceði, dilediðine de yasaklayabileceði özel bir alan deðildir. Bilakis o Allah'ýn (azze ve celle) elinde ve mülkündedir. Cennete girmenin Kur'ânca belirlenen ve mutlaka uyulmasý ve yerine getirilmesi gereken birtakým þartlarý vardýr. Malum olduðu üzere Kur’ân-ý Kerîmimiz güneþin gün ortasý parlaklýðý kadar açýk ve nettir.
Dostumuz sayýn Prof. Dr. Süleyman Ateþ, bu düþüncesiyle ilgili tutucu ve mutaassýp bir tavýr sergilemeyerek saðlýklý ve sakin bir tartýþmaya hazýr olduðunu belirtirse sevinir ve müteþekkir oluruz. Bu tartýþmada doðruya ulaþmaktan baþka bir hedefimin olmadýðýný burada bâhusûs belirtmek isterim. Hedefimiz, doðruya ulaþmak ve Kitâb-ý Azîz'in getirdiði saf hakîkati hiçbir taassuba ve tutuculuða mahal býrakmadan bulmak olsun.
Kur’ân-ý Kerîm, gerek Hz. Ýsâ'nýn, gerek Hz. Muhammed'in (sallallâhualeyhivesellem) ve hatta bütün peygamberlerin –Allah'ýn salâtý hepsinin üzerine olsun– diliyle, cennete girmek için birtakým þartlar belirlemiþtir. Bu þartlarý þöyle sýralamak mümkündür: Allah'a, kitaplara, peygamberlere, âhiret gününe ve Kur’ân-ý Kerîm'in getirdiði her þeye, tahrif etmeden, saptýrmadan ve deðiþtirmeden, “iþittik ve îmân ettik” teslimiyetiyle inanmaktýr. Nitekim Allah Teâlâ bunu þöyle açýklar: “Peygamber, Rabbi tarafýndan kendisine indirilene îmân etti, müminler de (îmân ettiler). Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarýna, peygamberlerine îmân ettiler. ‘Allah'ýn peygamberlerinden hiçbiri arasýnda ayýrým yapmayýz. Ýþittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affýna sýðýndýk! Dönüþ sanadýr’ dediler.” (Bakara, 285).
Peygamberler arasýnda ayrým yapmanýn manasý, onlarýn bazýlarýna inanýp bazýlarýna inanmamaktýr. Nitekim Allah Teâlâ baþka bir âyette bunu þöyle açýklar: “O kimseler ki ne Allah’ý tanýrlar ne rasûllerini ve o kimseler ki Allah’ý tanýdýðýný iddia edip rasûllerini tanýmayarak, Allah ile elçilerini birbirinden ayýrmak isterler. Ve o kimseler ki ‘rasûllerin bazýsýna îmân ederiz, bazýsýný reddederiz’ derler ve böylece îmân ile küfür arasýnda bir yol tutmak isterler. Ýþte bunlar gerçek kâfirlerin ta kendileridir.” (Nisâ, 150). Bütün müfessirlere göre bu âyet-i kerîme Yahûdi ve Hýristiyanlar hakkýnda nâzil olmuþtur. Çünkü peygamberlerin bir kýsmýný kabul edip bir kýsmýný reddedenler onlardýr; Yahûdiler Hz. Mûsâ'ya îmân ederken Hz. Ýsâ ve Hz. Muhammed'i inkâr etmekte; Hýristiyanlar ise Hz. Ýsâ'ya îmân ederken Hz. Muhammed'i reddetmektedirler. Bu yüzden Allah Teâlâ “Ýþte bunlar gerçek kâfirlerin ta kendileridir.” buyurarak onlarýn hepsinin kâfir olduðuna hükmetmiþtir.
Yahudî ve Hýristiyanlarýn Kâfir Olduðu Kesin Âyetlerle Sâbittir
Yukarýda da belirttiðimiz üzere mezkur âyet-i kerîme dinsizlerle ve müþriklerle deðil, ehl-i kitâb ile ilgilidir. Makâlenin yazarý deðerli dostumuz Prof. Dr. Süleyman Ateþ'e soruyoruz: Yahûdi ve Hýristiyanlar Hz. Muhammed'in peygamberliðine imân etmekte ve Kur’ân-ý Kerîm'e inanmakta mýdýr? Eðer sayýn Ateþ'in bu soruya cevabý “evet”se Kur’ân-ý Kerîm'in onlarla savaþýlmasýna yönelik hükümleri ve onlarýn küfür ve sapkýnlýk içinde olduklarýný belirten âyetleri nasýl açýklanacaktýr? Nitekim Allah Teâlâ þöyle buyurur: “Kendilerine kitap verilenlerden olduklarý halde, Allah’a da, âhiret gününe de îmân etmeyen, Allah’ýn ve Resulünün haram kýldýðýný haram tanýmayan, hak dinini (Ýslâm'ý) din olarak benimsemeyen kimselerle zelil bir vaziyette tam bir itaatle, cizye verinceye kadar savaþýn.” (Tevbe, 29).
Biz Müslümanlar, kýldýðýmýz namazlarýn her rekatýnda Fâtiha sûresini okuruz ve bu sûrede “Nimet ve lütfuna mazhar ettiklerinin yoluna ilet. Gazaba uðrayanlarýn ve sapkýnlarýnkine deðil.” âyeti vardýr. Hz. Peygamber (sallallâhualeyhivesellem) buradaki “Gazaba uðrayanlarý” Yahûdiler; “sapkýnlarý” ise Hýristiyanlar olarak tefsir etmiþtir. Takdir edersiniz ki, Hz. Peygamber'in bu tefsirinden sonra artýk kimseye söz düþmez (bu hadis için Ýbn Kesîr'e bakýnýz). Kur’ân-ý Kerim'de Yahûdi ve Hýristiyanlarý cehennem konusunda müþriklerle eþ tutan bir çok âyet vardýr: “Gerek Ehl-i kitaptan, gerek müþriklerden olan kâfirler, hem de devamlý kalmak üzere cehennem ateþindedirler. Onlar bütün yaratýklarýn en þerlisidirler.” (Beyyine, 6). Yahûdilerle ilgili þöyle buyrulmaktadýr: “Küfürleri ve Meryem hakkýnda pek büyük bir iftirada bulunmalarý sebebiyle (lânete uðramýþlardýr)” (Nisâ, 156). Hýristiyanlarla ilgili þöyle buyrulmaktadýr: “Andolsun ki, ‘Meryem oðlu Mesih, Allah'týr.’ diyenler kâfir olmuþlardýr.” (Mâide, 17); “And olsun ki, ‘Allah üçten biridir’ diyenler kâfir olmuþtur.” (Mâide, 73). Yine Hýristiyan ve Yahûdilerle ilgili þöyle buyurulur: “Yahudiler ve Hýristiyanlar ‘Biz Allah'ýn oðullarý ve sevgilileriyiz’ dediler. De ki: Öyleyse günahlarýnýzdan dolayý size niçin azap ediyor?” (Mâide, 18).
Bütün bu âyet-i kerîmeler, Yahûdi ve Hýristiyanlarýn küfür içinde olduðunu açýk bir þekilde belirtirken ve onlar Allah'ý ve Rasûlü'nü yalanlayýp dururken ve hak dîni kabul etmezken biz onlarýn îmân sahibi olduklarýna ve cennete gireceklerine nasýl hükmedebiliriz? Üstelik Allah Teâlâ Hz. Îsâ'nýn diliyle þöyle buyurur: “Oysa Mesih, ‘Ey Ýsrailoðullarý! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin; kim Allah'a ortak koþarsa muhakkak Allah ona cenneti haram eder, varacaðý yer ateþtir, zulmedenlerin yardýmcýlarý yoktur’ dedi.” (Mâide, 72).
Onlarý cennete girmekten mahrum býrakan biz deðiliz; ancak onlar küfrederek, Üzeyr ve Mesîh'in Allah'ýn oðlu olduðu iddiasýnda bulunarak, Mesîh'in çarmýha gerildiðine inanarak ve ona ilahlýk isnad ederek cennete girmekten yüz çevirdiler.
Kur’ân-ý Kerîm onlarýn küfrettiðini, Ýsâ'yý ilahlaþtýrdýklarýný veya Üzeyr'in Allah'ýn oðlu olduðunu veya “üçün üçüncüsü” olduðunu öne sürerek Allah'a ortak koþtuklarýný anlatmaktadýr.
Günümüz Yahudi ve Hýristiyanlarý içinde Hz. Muhammed'in (sallallâhualeyhivesellem) peygamberliðine imân eden ve Kur’ânýn doðruluðuna inananlar var mýdýr? Böyle birileri varsa bunlar nerede yaþamaktadýr? Bizim gezegenimizde mi, yoksa Zühre ya da Merih gibi bir yerde mi? Yahûdi veya Hýristiyan olup da Yahûdîlik veya Hýristiyanlýk dinine baðlý kalan, Allah'ýn cennete girmenin þartý olarak belirlediði bütün kitaplara ve peygamberlere îmân eden bir kiþiyi bize gösterebilir misiniz ki onun ehl-i îmândan olduðunu kabul edelim? Eðer böyle biri yoksa bu meyanda söylenilen bütün sözler birtakým hayal ve rüyalar olmaktan öte bir anlam ifade etmeyecektir.
Cennete girmek için Hz. Muhammed (sallallâhualeyhivesellem)'e îmân etmek ve ona tâbi olmak þarttýr
Deðerli dostumuz Prof. Dr. Süleyman Ateþ'e demek isteriz ki, cennete girmenin olmazsa olmaz þartý, Hz. Muhammed'e (sallallâhualeyhivesellem) îmân etmek ve Allah'tan getirdiði her þeye tâbi olmaktýr. Yoksa sayýn Ateþ'in –Allah onu affetsin– “Yahûdi ve Hýristiyanlarýn Hz. Peygamber (sallallâhualeyhivesellem)'e, ona vahiy geldiðine ve getirdiklerinin hak olduðuna inanmalarý durumunda kendi dinleri üzere ibadet etmeleri cennete girmeleri için yeterlidir. Dinlerini terk edip Hz. Peygamber'in dînine tâbi olmalarý þart deðildir” mealindeki iddiasý olabildiðince problemli ve anlamsýzdýr. Daha önce de belirttiðimiz üzere ne Hýristiyanlýk inancýnýn lideri Vatikan'daki “büyük Papa”, ne de en alt seviyedeki bir papaz ya da haham, yani Yahûdi ve Hýristiyanlardan hiç kimse Peygamberimizin ve Kur’ân-ý Kerîm'in hak olduðuna inanmamaktadýr. Bütün Yahûdi ve Hýristiyanlar Hz. Muhammed'in peygamberliðini yalanlamaktadýr. Farz-ý muhal kabîlinden bir an için onlarýn Hz. Muhammed (sallallâhualeyhivesellem)'in peygamberliðine inandýklarýný, Mesîh'in ilahlýðýný ve Allah'ýn oðlu olmasý þeklindeki inançlarýný tashih ettiklerini düþünsek bile bu yeterli deðildir; Mutlaka, Hâtemu'l-Enbiyâi ve'l-Murselîn olan Hz. Muhammed'e (sallallâhualeyhivesellem) tâbi olmalarý ve onun getirdiði dîne ters düþen dîni terk etmeleri gerekir ki bu Allah Teâlâ'nýn yüce kitâbýnda zorunlu kýldýðý bir þarttýr. Þurasý kesin bir vâkýadýr ki, Hz. Peygamber Yahûdi ve Hýristiyanlarýn öne sürdüðü gibi sadece Araplara deðil, bütün beþeriyete gönderilmiþtir. Yahudi ve Hýristiyanlarla Hz. Peygamber'in risâletiyle ilgili tartýþmalarýmýzda kendilerine apaçýk deliller getirdiðimizde, “O Araplarýn peygamberidir, dolayýsýyla ona tâbi olmak bize vâcip deðildir.” derler. Ama biz þu an Müslümanlarla ve Müslümanlara tefsir ve diðer þer’î ilimler dersleri veren Prof. Dr. Süleyman Ateþ'le karþý karþýyayýz. Þimdi onlara soralým: Peygamberimiz Hz. Muhammed'in risâleti Araplarla mý sýnýrlýdýr yoksa bütün insanlýðý baðlayan bir kapsayýcýlýk mý ifade etmektedir? Bu sorunun cevabý çok açýktýr; “Ey Rasûlüm! Biz seni bütün insanlýða rahmetimizin müjdecisi, azabýmýzýn uyarýcýsý olarak gönderdik.” (Sebe, 28); “Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah tarafýndan gönderilen Peygamberim.” (A'râf, 158) âyetleri sebebiyle Hz. Muhammed'in (sallallâhualeyhivesellem) peygamberliðinin umûmî olduðunu hiç kimse inkâr edemez. O halde Hz. Peygamber bütün insanlýða gönderilmiþse ona tâbi olmanýn vâcip olmadýðý nasýl söylenebilir? Yoksa Allah Teâlâ ona îmân etmeyi vâcip kýlýp daha sonra ona muhâlefeti ve tâbi olmamayý mübah mý addetmiþtir?!
Allah Teâlâ Hz. Muhammed (sallallâhualeyhivesellem)'e îmân etmeyi, onu desteklemeyi ve getirdiklerine tâbi olmayý bütün peygamberlere farz kýlmýþ ve bu hususta onlardan söz (ahd ve mîsâk) almýþtýr: “Hani Allah, peygamberlerden: ‘Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiðinde ona mutlaka inanýp yardým edeceksiniz’ diye söz almýþ, ‘Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?’ dediðinde, ‘Kabul ettik’ cevabýný vermiþler, bunun üzerine Allah: ‘O halde þahit olun; ben de sizinle birlikte þahitlik edenlerdenim’, buyurmuþtu.” (Âl-i Ýmrân, 81) O halde, bütün Peygamberler Hz. Muhammed'in dönemine yetiþmeleri durumunda ona tâbi olmayý kabul etmiþken o peygamberlerin ümmet ve tâbilerinin Hz. Muhammed'in dînine tâbi olmakla mükellef olmadýðýný söylemek ne kadar gerçekçidir? Þüphesiz bu, garip bir durum ve çok tuhaf bir Ýslâm anlayýþýdýr.
Allah Teâlâ Yahûdi ve Hýristiyanlarýn îmânýnýn sahih olmasý için Hz. Muhammed (sallallâhualeyhivesellem)'e tâbi olmalarýný zorunlu kýlarak þöyle buyurur: “Onlar ki yanlarýnda Tevrat ve Ýncil'de yazýlý bulacaklarý o Rasûle, o ümmî Peygambere ittiba' ederler.” (A'râf, 157) Bu âyette sözü edilen peygamber kimdir? Hz. Mûsâ mýdýr? Hz. Ýsâ veya Hz. Nûh ya da Hz. Ýbrâhim midir? Hiç þüphesiz, burada zikredilen peygamber Hz. Muhammed (sallallâhualeyhivesellem)'dir. Çünkü âyet-i kerîme o peygamberi ümmîlikle vasýflamýþ ve Tevrat ve Ýncil'de adýnýn geçtiðini belirtmiþtir. Bu vasýflara sahip olan peygamber de Hz. Muhammed'den baþkasý deðildir. Allah Teâlâ burada peygambere imân etmekten veya risâletini tasdik etmekten deðil ona tâbi olmaktan söz ediyor. Tâbi olmak ise onun getirdiði þerîatla amel etmek ve dînine sarýlmaktýr. Yoksa zorunluluk ve ittibâ içermeyen îmânýn anlamý yoktur. Bu ayný zamanda Allah'ýn âlemlere rahmet olarak gönderdiði Peygamber'i tasdik etmenin þartlarýndan deðil midir?! Allah Teâlâ þöyle buyurur: “Eðer onlar da sizin inandýðýnýz gibi inanýrlarsa doðru yolu bulmuþ olurlar.” (Bakara, 137) Bu âyette de görüldüðü üzere hidâyetin þartý Müslümanlarýn îmân ettiði her þeye îmân etmektir ki Müslümanlar son peygamber Hz. Muhammed'e (sallallâhualeyhivesellem) ve onun getirdiði Ýslâm dînine tâbi olurlar.
Ýslâma ters düþen her din merdûddur
Allah Teâlâ Hz. Muhammed (sallallâhualeyhivesellem)'in getirdiði Ýslâm dînine ters düþen her dîni reddetmiþ ve mensuplarý dinlerini yaþasalar bile o dinlerin kendi indinde makbul olmayýp merdûd olduðunu belirtmiþtir. Çünkü Son Peygamber'in gelmesiyle bütün dinler son bulmuþtur. Allah Teâlâ Ýslâm'ýn dýþýndaki dinleri kesinlikle kabul etmeyeceðini ifade ederek þöyle buyurur: “Her kim Ýslam'dan baþka bir din ararsa asla kabul edilmez ve o, ahirette hüsrana uðrayanlardan olur.” (Âl-i Ýmrân, 85). Allah Teâlâ bu âyette Ýslâm'dan baþka din arayanlarýn isyan, sapkýnlýk ve hüsran içinde olduðunu belirtir ve þöyle buyurur: “Allah katýnda din, þüphesiz Ýslam'dýr.” (Âl-i Ýmrân, 19) Yani Allah'ýn, Hz. Muhammed'in (sallallâhualeyhivesellem) getirdiði Ýslâm dîninden baþka, kabul ettiði bir din yoktur. Ýslâm lafzý mutlak olarak kullanýldýðýnda onunla Ýslâm dîninden baþka bir din kastedilmez. Nitekim þu âyet-i kerîmede bu çok açýktýr: “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladým ve sizin için din olarak Ýslâm'ý beðendim.” (Mâide, 3) Þimdi akýl sahibi bir insan buradaki “Ýslâm” ile Hz. Nûh'un, Hz. Ýbrâhim'in, Hz. Mûsâ veya Hz. Ýsâ'nýn Allah'ýn hükmüne teslim olmalarý mânasýnda Müslümanlar olmalarý ve tevhîdi getirmiþ olmalarý hasebiyle, getirdikleri dinlerin kastedildiðini söyleyebilir mi? Yoksa bu âyetteki “Ýslâm”dan maksat yalnýzca Hz. Muhammed'in (sallallâhualeyhivesellem) getirmiþ olduðu din deðil midir? Hiç kuþku yok ki, bu âyet-i kerîme Kur’ân-ý Kerîm'in nüzûlünün tamamlanmasýndan sonra Ýslâm ümmetini muhatap alarak inmiþtir!
Allah Teâlâ ayrýca þöyle buyurur: “...ancak Müslüman olarak can verin.” (Âl-i Ýmrân, 102). Burada Hz. Mûsâ ve Hz. Ýsâ tevhîd mesajýný getirdikleri için Yahûdilik ya da Hýristiyanlýk dinleri üzere can vermemiz mi kastedilmektedir, yoksa âyet-i kerimede kastedilen, yalnýzca Ýslâm dîni midir? Bütün bunlara raðmen deðerli dostumuz Prof. Dr. Süleyman Ateþ, herhangi bir semâvî dîne mensup olan kimsenin –kendi dîni üzere kalsa bile– cennetle müjdelendiðini nasýl söyleyebilmektedir? Cenâb-ý Allah böyle kimselerin hüsrân ve isyân içinde olduðuna ve cehennemde ebedî olarak kalacaklarýna hükmetmiþken sayýn Ateþ'in bu sözleri ne anlama gelmektedir?
Bu sözlerden hangisi doðrudur? “...o, ahirette hüsrana uðrayanlardan olur.” (Âl-i Ýmrân, 85) buyuran Allah'ýn sözü mü yoksa cennetin kapýlarýný sonuna kadar açan ve bütün dinlerin mensuplarýna, “Kendi dîninize baðlý olarak yaþamanýz sorun deðil. Hâtemu'l-enbiyâi ve'l-murselîn'e tâbi olmasanýz bile, buyurun cennete esenlikle ve selâmetle girin.” diyen Prof. Dr. Süleyman Ateþ'in sözleri mi?! Doðrusu sayýn Ateþ'in bu aceleciliðine ve Kitab ve Sünnet’in kat’î nasslarýna olan muhâlefetine þaþýrmamak elde deðil. Deðerli dostumuza soruyoruz: Kendisi Hz. Peygamber'in sünnetini reddedenlerden midir yoksa ona inanan ve tasdik edenlerden mi? Ben þahsen sayýn Ateþ'in böyle bir soruya Sünnet’in Sâhibine (sallallâhualeyhivesellem) saygý göstererek ve hürmet sadedinde baþýný saygýyla eðerek mukabelede bulunanlardan olduðunu düþünüyorum. O halde Ýmâm-ý Müslim'in Sahîh'inde rivâyet ettiði, Hz. Peygamber (sallallâhualeyhivesellem)'in þu sözüne kulak verelim: “Nefsimi elinde tutan (Allah'a) kasem olsun ki, bu ümmetten her kim -Yahudi olsun, Hýristiyan olsun- beni iþitir, sonra da bana gönderilenlere inanmadan ölecek olursa mutlaka cehennem ehlinden olacaktýr.”
Görüldüðü üzere Allah Teâlâ Yahudi ve Hýristiyanlarýn inançlarýný terk ederek Ýslâm dînine girmemeleri durumunda cehenneme gireceklerine hükmetmiþtir. Hz. Peygamber (sallallâhualeyhivesellem), hak dîne tâbi olup, kendisinin peygamberliðine ve getirdiði kitâba îmân etmedikçe onlarýn cehennemlik olduðunu açýklamýþtýr. O halde kafamýza göre ahkam keserek Yahûdi ve Hýristiyanlarýn cennete gireceðini söylememiz ve Kitâp ve Sünnet’e muhâlefet etmemiz kesinlikle caiz deðildir. Bütün insanlarýn cennete girmesini arzu edebiliriz ancak cennetin anahtarlarý ne biz Müslümanlarýn ne de keþiþ ve ruhbânýn elindedir. Allah Teâlâ Hz. Peygamber'e muhâlefeti gazap ve öfkesine sebep addetmiþtir: “O'nun (Peygamber'in) emrine aykýrý hareket edenler, baþlarýna bir belanýn gelmesinden veya can yakýcý bir azaba uðramaktan sakýnsýnlar.” (Nûr, 63). Hz. Peygamberin emrine aykýrý hareket edenler bile böyle anlatýlmýþken ona hiç inanmayan ve Allah –azze ve celle– den getirdiklerine tâbi olmayanlarýn durumu nasýl olur?
Ýslâm üstündür; ona üstün gelinemez
Ýslâm semâvî mesajlarýn en sonuncusudur. Allah Teâlâ bütün dinlerin kemâlâtýný onda toplamýþ ve elçisi Hz. Muhammed (sallallâhualeyhivesellem)'i diðer bütün dinleri nesheden, hükmedici bir peygamber olarak gönderdiðini kesin nasslarla bildirmiþtir: “O (Allah), müþrikler hoþlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kýlmak için Resûlünü hidayet ve Hak Din ile gönderendir.” (Tevbe, 33). Âyet-i kerîmenin “Bütün dinlere üstün kýlmak için” kýsmýnýn mânâsý Yahûdilik, Hýristiyanlýk ve diðer dinlerin hepsinden üstün kýlmak için anlamýndadýr.
Tefsîr âlimlerinin önde gelenlerinden Allâme Ebu's-Su‛ûd, tefsîrinde der ki: Allah Teâlâ vaadini Ýslâm dinini üstün kýlarak gerçekleþtirmiþtir. Þöyle ki, Ýslâm’ý son din yapmýþ ve onun dýþýndaki bütün dinleri maðlup ve makhûr kýlmýþtýr (bkz. Tefsîru Ebî’s-Su‛ûd). Allah Teâlâ, bir baþka âyet-i kerîmede de þöyle buyurur: “Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ý doðrulayýcý ve ona 'bir þahid-gözetleyici-hâkim' olarak Kitab'ý (Kur'aný) indirdik.” (Mâide, 48). Dolayýsýyla Kur’ân-ý Kerîm, kendisinden önceki kitaplara hükmeden ve onlarý denetleyen bir kitaptýr. Nitekim hâfýz Ýbn Kesîr bu âyetin tefsirinde þöyle der: Kur’ân-ý Kerîm, önceki kitaplarýn doðru ve muharref yerlerini denetleyen ve onlara þâhitlik eden bir kitaptýr. Allah Teâlâ Yahûdi ve Hýristiyanlarýn, kitaplarýný tahrif ettiklerini þöyle anlatýr: “Yahudilerden bir kýsmý, (Allah'ýn kitabýndaki) kelimeleri esas mânâsýndan saptýrýrlar.” (Nisâ, 46). Hýristiyanlarla ilgili de þöyle buyurur: “kendilerine zikredilen (Kitab'ýn) önemli bir bölümünü unuttular.” (Mâide, 14). Yani Ýncil'in hükümlerinden bir çoðuyla amel etmeyi býraktýlar. “Bu yüzden Biz de aralarýna kýyamet gününe kadar sürecek kin ve nefret býraktýk.” (Mâide, 14) O halde gerçek Tevrat nerededir ve kendisine sarýlaný cennete götürecek asýl Ýncil nerededir?
Hz. Muhammed'in (sallallâhualeyhivesellem) bi'setinden sonra bile olsa, semâvî dinlerden herhangi birine tâbi olan kimse Allah'ýn azabýndan kurtuluyorsa Müslümanlarýn da Kur’ânla amel etmeyi býrakmalarý mümkün olur. Oruç emrini veya meselâ cihâd farîzasýný býrakarak insanlara kýtâl ve cihâd gibi meþakkatli teklifler yüklemeyen Ýncil'e tâbi olmalarýnda bir sakýnca görülmez. Ýncil'de geçen “Bir yanaðýna vururlarsa diðerini çevir” sözüne göre amel ederek zevk u sefâ içinde yaþayabilirler ki bu görüþ hiç bir Müslüman tarafýndan kabul edilmez.
Bakara âyetini tamamýyla yanlýþ anlamak
Deðerli dostumuz Bakara âyetini yanlýþ anlamýþtýr. Âyet þöyledir: “Þüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hýristiyanlar ve Sâbiîlerden Allah'a ve ahiret gününe inanýp yararlý iþ yapanlarýn ecirleri Rablerinin katýndadýr. Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir” (Bakara, 62). Sayýn Ateþ bu âyete bakarak herhangi bir semâvî dîne mensup olan herkesin cennete gireceðini zannetmektedir. Bundan dolayý dergideki mezkûr makalesinde “Bu Kur’ân, herhangi bir semâvî dîne mensup olan, Allah'a ve âhiret gününe inanan ve amel-i sâlih iþleyen herkese cenneti müjdelemektedir.” demekte ve yukarýdaki âyeti bu iddiasýna mesned kýlmaktadýr. Halbuki âyet-i kerîmeden böyle bir anlam çýkarmak mümkün deðildir. Çünkü âyet inanan gruplarý sýralayarak Hz. Mûsâ zamanýnda yaþayýp da kendisine îmân eden Yahûdîlerden, Hz. Ýsâ'nýn zamanýnda kendisine îmân eden Hýristiyanlardan ve Hz. Muhammed'in (sallallâhualeyhivesellem) peygamberliði döneminde kendisine inanan müminlerden söz etmektedir. Þüphesiz bu peygamberlere tâbi olanlar yaþadýklarý dönem içinde peygamberlerini tasdik edip onlara tâbi olmuþlarsa cennete gireceklerdir. Ancak îmân etmeyenler cehenneme girecektir. Nitekim Allah Teâlâ bunu þöyle anlatýr: “Ýsrailoðullarýndan bir zümre inanmýþ, bir zümre de inkâr etmiþti.” (Saf, 14). Bu yüzden Hz. Muhammed'in (sallallâhualeyhivesellem) bi'setinden sonra Hz. Mûsâ'ya veya Hz. Ýsâ'ya tâbî olmak ve onlarýn kitaplarýyla amel etmek câiz deðildir. Bilakis Kur’ân'a tâbi olmak ve bütün peygamberlere îmân etmek mutlaka gereklidir. Bu yüzden Hz. Peygamber Hz. Ömer'in Tevrat'tan bazý sayfalar okuduðunu gördüðünde kendisine kýzmýþ ve þöyle demiþtir: “Allah’a kasem olsun ki Musa hayatta olsaydý bana tâbi olmaktan baþka bir þey yapmazdý.” (hâfýz Ýbn Kesîr'in tefsirine bkz.)
Sayýn Ateþ (Allah onu baðýþlasýn) ayný zamanda Mâide âyetini de yanlýþ anlamakta ve Hýristiyanlar, Ýslâm'a girmeyerek kendi dinlerine tâbi olmaya devam etseler bile Allah Teâlâ'nýn kendilerini övdüðünü sanmakta ve âyetin kendisine delil olduðunu düþünmektedir. Yani Hz. Muhammed'e (sallallâhualeyhivesellem) tâbi olmayarak kendi dînine baðlý kalan Hýristiyanlarýn ehl-i îmândan olduðunu ileri sürmektedir. Âyet-i kerîme þöyledir: “Onlar içinde îmân edenlere sevgi bakýmýndan en yakýn olarak da ‘Biz Hýristiyanlarýz’ diyenleri bulacaksýn.” (Mâide, 82). Þâyet sayýn Ateþ âyet-i kerîmeyi tamamlasaydý, onun Hýristiyanlardan belirli insanlar için indiðini görürdü; Þüphesiz âyet, Habeþistanlý bir grup Hýristiyanla ilgilidir. Habeþli bir grup Hýristiyan Hz. Peygamber (sallallâhualeyhivesellem) ile buluþup Kur’ân-ý Kerîm'i dinlediklerinde çok müteessir olmuþ, aðlamaya baþlayarak Müslümanlýklarýný ilan etmiþlerdi. O denli aðlamýþlardý ki sakallarý gözyaþlarýyla ýslanmýþtý. Daha sonra bu insanlar Müslümanlýklarýný ilan ederek Necâþî'ye dönmüþlerdi. Âyet-i kerîmenin devamý þöyledir: “Bunun sebebi, onlarýn içinde bilgin keþiþlerin ve dünyayý terk etmiþ rahiplerin bulunmasýdýr ve bunlar büyüklük taslamazlar. Peygambere indirilen Kur'aný iþitince gerçeði tanýmalarýnýn sonucu olarak gözlerinden yaþlar akarken onlarýn þöyle dediðini görürsün: ‘Ey Rabbimiz, inandýk, bizi de gerçeðe þahit olanlar arasýnda yaz’.” (Mâide, 82-83) Bû âyet-i kerîmeler onlarýn îmân edip Hz. Peygamber'i tasdik ettiklerini göstermiyor mu?!
Sayýn Profesör'ün Hz. Peygamber'e tâbi olmayýp Ýslâm dînine girmeseler bile Hýristiyanlarýn kendi dinleri üzere devam etmelerinin makbûliyeti ve cennete girecekleri þeklindeki iddiasýna delil olarak Hz. Peygamber'in, anlaþmayý bozduklarý için Benî Kurayza'ya Tevrat'la hükmettiði iddiasý ise oldukça ilginçtir. Ýslâmî ilimlere derin vukûfiyeti olan bir hocanýn mezkûr hâdiseyi böyle anlamasý/aktarmasý doðrusu anlaþýlabilir cinsten deðildir! Öncelikle sayýn Ateþ'in bu iddiasýnýn doðru olmadýðýný söylemek durumundayýz. Zirâ bütün müfessir ve siyercilerin de ittifak ettiði üzere onlara Tevrât'ýn hükmünce deðil Hz. Sa‛d'ýn hükmüne göre davranýlmýþtý; Hz. Sa‛d savaþçý erkeklerin öldürülmelerine, kadýnlarýn ve çocuklarýn esir edilmelerine hükmetti. Bunun üzerine Hz. Peygamber Sa‛d'a: “Kuþkusuz sen, yüce Allah'ýn yedi kat göðün üstünden verdiði hükmün aynýsý ile hükmettin.” dedi (Tefsîru Ýbn Kesîr, Ahzâb Suresi).
Hz. Peygamber'in ehl-i kitâp konusunda Allah'ýn emrine muhâlefet etmesi nasýl tasavvur olunabilir? Allah Teâlâ ehl-i kitapla ilgili olarak “(Sana þu talîmatý verdik): Aralarýnda Allah'ýn indirdiði ile hükmet ve onlarýn arzularýna uyma. Allah'ýn sana indirdiði hükümlerin bir kýsmýndan seni saptýrmamalarýna dikkat et.” (Mâide, 49) buyurduðu halde Hz. Peygamber'in bu emre aykýrý hareket ederek onlarý Tevrat'la yargýladýðýný ileri sürmek nasýl bir þeydir? Bu âyete raðmen Hz. Peygamber'in Kur’âný terk ederek onlara Tevrat'la hükmettiði nasýl söylenebilir?
“Kendi kitaplarý olan ve içinde Allah’ýn hükmü bulunan Tevrat ellerinde iken nasýl olup da seni hakem tayin ediyorlar? Sonra ne diye peþinden dönüp senin hükmüne razý olmuyorlar” (Mâide, 43) âyet-i kerîmesine gelince, Allah Teâlâ burada Yahûdileri azarlamaktadýr. Onlarýn Tevrat'la hükmetmelerini onayladýðýný gösteren bir anlam bu âyetten çýkmaz. Aksine burada Yahûdîlerin bu davranýþlarýnýn ne kadar tuhaf olduðu vurgulanmaktadýr. Zirâ onlar hak olduðunu iddia ettikleri Tevrat'ý bir kenara býrakarak peygamberliðine inanmadýklarý halde, Hz. Muhammed'e (sallallâhualeyhivesellem) gelip aralarýndaki anlaþmazlýklarý çözmesini ve bir hükme baðlamasýný istiyorlardý. Dolayýsýyla âyetin anlamý þöyledir: “Yâ Muhammed! Nasýl oluyor da o Yahûdîler ne sana, ne de kitâbýna îmân etmedikleri halde senin hakemliðine baþvurur ve verdiðin hükme razý olurlar? Bu çok tuhaf deðil mi? ‘Doðrusu onlar hiç bir þeye îmân eden kimseler deðildirler.’ ” (Mâide, 43).
Necrân Hýristiyan heyeti hâdisesine gelince, Allah Rasûlü onlarýn mescide girip kendi dinleri üzerine ibadet etmesine izin vermiþti. Ancak buradan sayýn Profesör'ün iddia ettiði üzere Hz. Peygamber'in onlarýn haçlarýný ve Allah'ýn dýþýnda bir þeye ibadet etmelerini onayladýðý hükmünü çýkarmak mümkün müdür? Bu, tefsir kitaplarýnda zikredilen bir hadisedir ve hülâsa olarak þöyledir: Necrân Hýristiyanlarýndan bir grup Hz. Peygamber'le tartýþmak üzere Medîne-i Münevvere'ye gelir. Boyunlarýnda haçlar asýlýdýr. Allah Rasûlü mescide girmelerine izin verir ve onlarý hoþ karþýlar. Ýbadet etmek için Hz. Peygamber'den izin isterler ve izin verir. Doðuya, Beytu'l-Makdis istikâmetine dönerek ibâdet ederler ve Hz. Peygamber'le tartýþmaya baþlarlar:
- Niçin Bizim sâhibimizle ilgili kötü sözler söylüyorsun?
- Onunla ilgili ne söylüyorum?
- Onun kul olduðunu söylüyorsun.
- Bu kötü söz müdür? O tabii ki Allah'ýn kuludur.
- Bu nasýl olur? Hâlbuki o, ölüleri diriltiyor, dilsizleri, körleri ve abraþlarý iyileþtiriyordu.
Bunun üzerine heyettekilerden kimisi Hz. Ýsâ'nýn Allah olduðunu, bazýlarý da “üçün üçüncüsü” olduðunu söylediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sallallâhualeyhivesellem):
- Siz bilmiyor musunuz ki, Rabbimiz diridir, Ýsâ ise ölümlüdür?
- Evet biliyoruz.
- Peki bütün çocuklarýn babasýna benzediðini bilmiyor musunuz?
- Evet biliyoruz.
- Peki bilmiyor musunuz ki, yerde ve gökte olan hiçbir þey Allah Teâlâ'ya gizli olmaz. Ýsâ ise sadece Allah'ýn kendisine bildirdiði þeyleri bilebilir?
- Hayýr.
- Bilmez misiniz ki, Rabbimiz yemez, içmez ve def’-i hâcet eylemez. Ýsâ ise yer içer ve bütün insanlar gibi def’-i hâcet eyler?
- Evet biliyoruz.
- Öyleyse nasýl olur da Ýsâ iddia ettiðiniz gibi ilâh ya da ilâh'ýn oðlu olabilir?
Necrân heyeti bu son soru karþýsýnda susmuþ ve yüz çevirerek inkar etmiþti. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlarý mübâheleye (lanetleþmeye) çaðýrmýþtý. Ancak onlar korkmuþlar ve mübâheleden kaçýnmýþlardý. Bu hâdise üzerine Allah Teâlâ Âl-i Ýmrân sûresinin þu âyetlerini indirdi: “Elif, Lâm, Mîm. Allah o Ýlahtýr ki Kendinden baþka ilah yoktur. Hay O’dur, kayyûm O’dur…Allah nezdinde Ýsa'nýn durumu, Âdem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattý. Sonra ona ‘Ol!’ dedi ve oluverdi. Gerçek, Rabbinden gelendir. Öyle ise þüphecilerden olma. Artýk sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle Îsâ hakkýnda tartýþmaya girerse de ki: ‘Haydi gelin oðullarýmýzý ve oðullarýnýzý, hanýmlarýmýzý ve hanýmlarýnýzý ve bizzat kendimizi ve kendinizi çaðýrýp, sonra da gönülden Allah’a yalvaralým da bu konuda kim yalancý ise Allah’ýn lânetinin onlarýn üzerine inmesini dileyelim’.” Allah Rasûlü Necrân Hýristiyanlarýný mübâheleye çaðýrmýþtý. Davetin hikmetli üslubu böyledir. Yoksa sayýn Profesör, mesela Papa boynunda haçýyla Þeyhu'l-Ýslâm'a gelse, Þeyhu'l-Ýslâm kendisine “Çýk dýþarý ey kâfir! Boynundaki haçý çýkarýp Ýslâm'a girmedikçe seninle tartýþmam” demesini mi istemektedir? Bu Hz. Peygamber'in yapmadýðý bir þey olup ayný zamanda insan aklýnýn ve hikmetin gereði bir davranýþtýr. Ancak bu hâdiseden Hz. Peygamber'in onlarýn bâtýl inancýný onayladýðýna dair bir sonuç kesinlikle çýkmaz.
Sonuç olarak deðerli dostumuz Profesör Dr. Süleyman Ateþ'ten Allah'a küfredenlere rahmet konusunda ifrata düþmemesini diliyoruz. Zîra kendileri, Allah'ýn kullarý üzerine Allah'tan daha merhametli olamaz. Eðer Allah, onlarýn hak dîn olan Ýslâm’a girmemeleri durumunda cehenneme gireceðine hükmetmiþse, bir Âdemoðlunun kalkýp Allah'a muhâlefet ederek “kesinlikle cennete girmeliler” demesi mümkün olmadýðý gibi, gücü dâhilinde de deðildir. Ýnsanlarýn en çok zararda olaný Allah'ýn dîninden yüz çevirerek dînini dünya ile deðiþtirendir.
------------------------------------------------------------
[1] "Cennet Kimsenin Tekelinde Deðildir", Ýslamî Araþtýrmalar, Yýl 1989, Cilt III, sayý 1.
radyobeyan