Islam Modernizmi Uzerine.. By: ezzehraveyn Date: 06 Kasým 2009, 14:24:58
ÝSLAM MODERNÝZMÝ ÜZERÝNE
EBUBEKÝR SÝFÝL
M.G: Önce çalýþmalarýnýzdan baþlayalým isterseniz. Okuyucu sizi, “Modern Ýslam Düþüncesinin Tenkidi” adlý bir seri kitap çalýþmanýz ile tanýdý. Neden “tenkit” ve neden “Modern Ýslam düþüncesi”nin tenkidi?
E.S: Bismillâhirrahmanânirrahîm.
Öncelikle þunu belirtmeliyim ki, “tenkit” olgusu, bizim kültürümüzün ve ilim geleneðimizin yabancýsý olduðu bir husus deðil. Hatta diyebiliriz ki, geçmiþten devraldýðýmýz devasa ilim mirasýnýn temelinde “tenkit” olgusu vardýr. Meþru sýnýrlar içinde kalmak ve kabul edilebilir gerekçelere dayanmak kaydýyla insanlarýn herhangi bir konu üzerinde görüþ ayrýlýðýna düþmesi normaldir, tabiidir.
“Müsademe-i efkârdan barika-i hakikat zuhur eder” sözünün anlattýðý hikmeti, görüþ ayrýlýðýna düþülmesini yanlýþ bulma eðilimindeki bir anlayýþýn kavramasý mümkün deðildir. Görüþler farklý olacak ve belli bir zeminde, belli þartlar doðrultusunda çarpýþacak ki, hakikat þimþeði de oradan zuhur etsin deðil mi?..
Farklý görüþler
Hatta Kur’an ve Sünnet’in titizlikle teþvik ettiði “Þûra” ilkesine hayat veren de “farklý görüþler”in mevcudiyetidir. Bir konuda, ilgili ve söz sahibi herkesin ayný þeyi düþünmesinin beklenmesi hem eþyanýn tabiatine aykýrýdýr, hem de “en doðru” görüþün ortaya çýkmasýný engeller. Dolayýsýyla Müslümanlar arasýnda “muhtelefun fih” meseleler daima var olacaktýr/olmuþtur ve ihtilaflý görüþlerin doðal olarak tevlit ettiði “tenkit” mekanizmasýna iþlerlik kazandýrýldýðý sürece hem yanýlma payý azalacak, hem de ortaya konan alternatif çözümler, Müslümanlar’a hareket alaný saðlayacaktýr.
Buraya kadar söylediklerimiz, “tenkit” mekanizmasýnýn saðlýklý iþleyebilmesi için varlýðýna kaçýnýlmaz olarak ihtiyaç bulunan “ilmî tutarlýlýðý” saðlayan “sistematik düþünce”nin tartýþan taraflarda mevcut olduðu varsayýmýna dayanmaktadýr. Ancak günümüzde böyle bir yapý var mýdýr?
Bu noktada sorunuzun ikinci kýsmýnýn cevabýna gelmiþ oluyoruz; “neden Modern Ýslam düþüncesinin tenkidi?”
Ýslam tarihine baktýðýmýzda, ilk fýrkalaþma hareketlerinin, her ne kadar aðýrlýklý olarak siyasal sebeplerle baþ göstermiþ olsa da, itikadî yönü olan ayrýlýklara dayandýðýný görürüz. Haricîler’in, Þia’nýn, Mürcie’nin, Mu’tezile’nin… ve bunlarýn alt gruplarýnýn gerek Ehl-i Sünnet ile, gerekse birbirleri arasýnda düþtükleri ihtilaf, en temelde farklý Ýslam anlayýþlarýndan kaynaklanmaktaydý.
Ehl-i Sünnet ve Þia
Yani Ýslam dediðimiz bu dinin temel kabulleri, kaynaklarý ve bu kaynaklarý okuma biçimi nasýl olacaktýr? Geçmiþte yüzyýllar süren tartýþma, cedel ve hatta fiilî çatýþmalar, Ehl-i Sünnet’in tartýþmasýz hakimiyeti ile neticelenmiþti. O dönemlerden günümüze, varlýðýný sürdürebilen iki ana akým kaldý: Ehl-i Sünnet ve Þia…
Ýþte bugün de o dönemlerdeki ayrýlýklarý çaðrýþtýran bir durum ile karþý karþýyayýz. Aðýrlýklý olarak –ana gövdeyi temsil eden– Ehl-i Sünnet’e yönelik olmakla birlikte, –Þia gibi– diðer anlayýþlarý da hedefleyen bir fikrî taarruz söz konusu. Geçmiþten günümüze gelen ne varsa, bütünüyle “tartýþýlabilirler” sýnýrýna çekilmek suretiyle sarsýlmak isteniyor…
M.G: Eðer geçmiþte buna benzer bir tartýþma yaþandýysa, bugün de yaþanmasýnda ne sakýnca var?
E.S: Elbette bizatihi “tartýþma”nýn bir sakýncasý olamaz. Ama bugünkü durumu geçmiþtekinden farklý kýlan bazý hususlarýn da dikkatten kaçýrýlmamasý gerekiyor. Þöyle ki:
Geçmiþte yaþanan tartýþmalardaki “siyasal” saik, Ýslam dünyasýna siyasal, kültürel vd. sebeplerle “dýþarýdan” ithal edilmiþ unsurlarla vücut bulmuyordu. Mesela bir Mu’tezile’nin temsil ettiði anlayýþ, argümanlarýnda felsefî rasyonalizmin etkin izlerine rastlansa da, aslolarak “içeriden” bir muhalefetti.
Keza her ne kadar Haricî anlayýþýn temelinde siyasal hedefler gözleniyor idiyse de, bu, neticede iktidarý ele geçirmek için yine “içeriden” bir muhalefeti temsil ediyordu.
Ancak ayný durumu günümüzde Ýslam Modernizmi’nin temsil ettiði hareket için söylemek oldukça zor. Zira Ýslam Modernistleri, fikrî temellerini büyük ölçüde Oryantalist çalýþmalara borçlular.
Bunu gerek zýmnen, gerekse açýktan kendileri de ifade etmekten geri durmuyorlar. Oryantalizm’in Ýslam dünyasýný fikrî olarak “çözümlemek” ve “çökertmek” gibi temel bir hedefi bulunduðu vakýasý ise, ayrýca vurgulanmaya ihtiyaç göstermeyecek kadar aþikâr…
Dolayýsýyla Ýslam Modernizmi, bu noktada, sizin kullandýðýnýz kelimeyle “sakýncalý” bir duruþu temsil ediyor. Çünkü hareketin fikrî temellerinde soru iþaretleri var.
M.G: Ya Oryantalistler’in ortaya koyduðu ve Modernistler’in kullandýðý argümanlar doðruysa?
E.S: Evet, kasdettiðim sakýnca ve soru iþaretleri tam da bu noktada yatýyor. Oryantalistler’in, Ýslam araþtýrmalarýnda kullandýklarý yöntemlerden tutunuz da, ortaya attýklarý iddialara kadar –tek tük istisnalarý bulunduðunu da teslim etmekle birlikte– Ýslam’a karþý önyargýlý hareket etmediklerini düþünmemizi isteyenler, bizden, ya “çocukça”, ya da “çýlgýnca” davranmamýzý bekliyorlar demektir.
Týpký Pavlos ve ondan sonraki din adamlarýnýn Hristiyanlýða ve Ýncil’e reva gördükleri muamelelerde olduðu gibi, Ýslam’ýn ve onun kaynaklarýnýn bize intikalinde temel fonksiyon icra etmiþ olan “ilk nesiller”in de benzeri bir tahrip ve tahrif içinde olduklarýný; müfessirlerin Kur’an’ý Ýlahî iradeye aykýrý düþecek þekilde tefsir etmek suretiyle tahrif ettiðini, muhaddislerin hadis uydurduðunu, fakihlerin kendi anlayýþlarýný “din” diye kodifike ettiðini… hasýlý geçmiþten bize intikal etmiþ ilmî birikimin, büyük ölçüde “yanlýþ” bir Ýslam anlayýþýnýn ürünü olduðunu, kullandýklarý tabirler farklý olmakla birlikte özde bunu ifade edecek biçimde –Efganî-Abduh-R.Rýza çizgisinden, Seyyid Ahmed Han’a, Musa Carullah Bigiyef’ten Yaþar Nuri Öztürk’e, Hindistanlý, Mýsýrlý, Kazanlý, Türkiyeli… pek çok isme kadar– iddia etmeyen bir modernist var mýdýr?
Biz Kur’an’a dayanýyoruz
Bu yaklaþýma göre “Ýslam alimleri” dediðimiz kitle geçmiþte öylesine ürkütücü boyutlarda, sistemli ve çok yönlü bir “saptýrma” hareketi sergilemiþlerdir ki, bugün elimizde Ýslam diye tuttuðumuz “þey”, tamamen olmasa bile çok büyük ölçüde aslýndan uzaklaþtýrýlmýþ bir dini temsil etmektedir. Dikkat ediniz, bizler ayný þeyi Hýristiyanlýk ve Yahudilik için kabul ediyoruz. Ancak arada önemli bir fark var: Biz bunu söylerken Kur’an’a dayanýyoruz.
Yani Yahudiler’in ve Hýristiyanlar’ýn, dinlerini tahrif ettiðini söyleyen aslýnda bizzat Kur’an’dýr. Þayet Kur’an böyle bir tahrifin varlýðýný haber vermemiþ olsaydý, bu iki din üzerinde oynanan oyunlarý kim nereden bilecekti? Modernistler ise, münhasýran bu iki din hakkýnda kabul edilmesi gereken bakýþ açýsýný Ýslam’a da teþmil etmek suretiyle Ýslam’ýn da diðerleri gibi tahrif edildiðini söylemektedirler.
Ýþte bu temel anlayýþtan hareketle Modernistler, Ýslam’ýn adeta “yeniden keþfi” veya “yeniden tarifi” için sarf-ý mesai etmiþlerdir/etmektedirler. Bunu yaparken de önce “Modern/ Çaðdaþ(çý) anlayýþ-Geleneksel(ci) anlayýþ” þeklinde temel bir ayrým üzerinden hareket etmektedirler. Bizatihi bu ayrým bile, üzerinde alabildiðine geniþ bir þekilde durmayý hak eder ölçüde önemlidir
‘Yeniden tarif’ yanlýþý
Kestirmeden söyleyeyim ki, bana göre bu ayrým son derece tehlikeli ve yanlýþtýr. Sebebi þu: Bu tasnif, Ýslam’ýn “geleneksel” tabir edilen anlaþýlma biçiminin –ki bana göre bu, “sahih Ýslam”dýr– ya bizatihi yanlýþ veya bugün için geçersiz olduðu anlayýþý ile sýký bir þekilde irtibatlýdýr. Dolayýsýyla bu ayrýmý kabul edip, düþüncenizi bu kavramlar üzerine bina etmeye razý olduðunuz andan itibaren en azýndan bilinçaltýnýzda “geleneksel Ýslam’ýn” gözden geçirilmeye muhtaç temeller üzerine “kurulu” bulunduðunu peþinen teslim etmiþ oluyorsunuz. Bu temeller, “Kur’an’ýn normatif hükümlerinin baðlayýcýlýðý”, “Sünnet’in bir temel kurum olarak “sahih” ve “baðlayýcý” olduðu, yine bir kurum olarak “Ýcma”ýn baðlayýcýlýðý, Sahabe’nin otoritesi… gibi hususlardýr.
Eðer “bu temellerin tartýþma dýþý olduðu anlayýþý nereden geliyor?” diye sorarsanýz, sizi “Modern Ýslam Düþüncesinin Tenkidi” adýyla sürdürmeye gayret ettiðim seri çalýþmaya havale etmek zorundayým. Zira bu sorunun cevabý, böyle bir konuþmanýn sýnýrlarýný zorlayacak teknik detaylara girmeden tam olarak verilemez.
Burada ancak þu kadarýný söyleyebilirim ki, eðer mutlaka bir tasnif üzerinde hareket edeceksek bu, “Ehl-i Sünnet-Ehl-i Bid’at” þeklindeki tasnif olmalýdýr. Dolayýsýyla bugün kendilerini nasýl ifade ediyor olurlarsa olsunlar, Ýslam Modernistleri dediðimiz kitle, doðru tasnife göre “Ehl-i Bid’at”týr…
Burada yeri gelmiþken çok önemli bulduðum bir hususun altýný çizmeden geçemeyeceðim. Ýslam tarihinde varlýk sahnesine çýkmýþ olan Kelamî fýrkalarýn görüþleri nasýl en ince detayýna kadar incelenmiþ ve “Milel-Nýhel/Fýrak” türü kitaplarda geniþ bir þekilde verilmiþse, bugün de ayný çalýþma yapýlmalýdýr.
Burada özellikle Kelam sahasýnda vukufiyet kesbetmiþ olan ve bugünü de iyi bilen ilim adamlarýnýn, güncelleþtirilmiþ “Milel-Nýhel/Fýrak” kitaplarý kaleme almalarý gerekiyor. Gerek günümüzde varlýðý müþahede edilen Ehl-i Bid’at fýrkalarýn yaklaþýmlarý, gerekse Ehl-i Sünnet’in bunlarýn görüþlerini çürüten argümanlarý, aktüel bir “Kelam çalýþmalarý serisi” içerisinde ortaya konulmalýdýr.
M.G: Bu noktada, “Ehl-i Bid’at” dediðiniz bu kesimin dile getirdiði hiçbir doðru bulunmadýðýný söyleyebilir miyiz?
E.S: Bunu kesin olarak söylemek ilmî dürüstlüðe ve insafa sýðmaz. Týpký Ýslam tarihinde gördüðümüz Ehl-i Bid’at fýrkalarýn, pek çok meselede Ehl-i Sünnet ile görüþ birliði ettiði gibi, bugünün bid’at ehli de, birçok noktada Ehl-i Sünnet’in yaklaþýmýyla paralellik arz eden düþüncelere sahiptir.
Ancak benim onlarý Ehl-i Bid’at diye nitelendirmeme sebep teþkil eden yaklaþýmlarýnýn fundamental (temel) bir niteliði haiz bulunduðunu da unutmamak gerekir. Örnek olarak birkaç noktayý zikretmek gerekirse, burada birer cümleyle þu hususlarýn altýný çizebiliriz:
Kur’an’ýn ahkâm ayetlerinin tarihsel olduðunu, yani bildirdikleri somut hükümler bakýmýndan sadece nazil olduklarý dönem için geçerli olup, bugün böyle bir özelliðe sahip bulunmadýklarýný söyleyerek bunlarýn baðlayýcýlýðýný tartýþma konusu yapmalarý; bazýlarýnýn, Kur’an’da anlatýlan kýssalarýn, vuku bulmuþ gerçek olaylar olmadýðýný iddia etmesi; Kur’an’da nesh olmadýðýný savunmalarý; Kur’an’ýn, Hz. Peygamber (s.a.v)’e itaat konusundaki vurgularýnýn sadece Hz. Peygamber (s.a.v)’in hayatta olduðu dönem için geçerli olduðunu, dolayýsýyla Sünnet’in de –ibadetler dýþýndaki alanlarda– tarihsel olduðunu söylemeleri; hadislerin büyük oranda uydurulmuþ olduðu anlayýþýna dayalý olarak hadisler vasýtasýyla haberdar olduðumuz kýyamet alametleri, Mehdi (a.s) ve Deccal, kabir azabý, Sýrat, Mizan, Hz. Peygamber (s.a.v)’in kevnî mucizeleri… gibi gaybî hadiseleri ve varlýklarý kabul etmemeleri; Sahabe’nin otoritesine itiraz etmeleri; hayatýn muhtelif cephelerini düzenleyici nitelikteki dinî hükümleri, günümüz anlayýþý ve yükselen deðerleriyle baðdaþmadýklarý gerekçesiyle muhtelif yöntemlerle yürürlük dýþý kýlmalarý vb…
Sahabe’nin otoritesine itiraz!
Yine yukarýdaki soruya cevap sadedinde mutlaka ifade edilmesi gereken bir hususa da þudur: Modernistler’in ortak temel kanaatlerini oluþturan en esaslý argüman, Kur’an’dan baþka güvenilecek bir kaynak olmadýðý ve esasen böyle bir kaynak aramanýn Kur’an’a aykýrý olduðu tezidir…
M.G: Ben de tam bu noktaya geliyordum. Sizce Modernistler’in bu tezinde bir yanlýþlýk var mý? Varsa neresi?
E.S: Evet, ben de bunu arz etmek üzereydim zaten… Bir cümleyle özet olarak ifade ettiðim bu husus hakkýnda, Modernistler’in görüþlerini tahlil etmek için ciltlerce kitap yazýlsa sezadýr. Zira karþýmýzda oldukça geniþ bir yelpaze oluþturan fikirler cümbüþü var. Kur’an’ýn nasýl bir kitap olduðu, muhtevasýnýn nasýl anlaþýlmasý gerektiði, ne maksatla ve nasýl indirildiði, olaylara ve problemlere çözüm getirme tarzý ve bu çözümlerin günümüze uygulanma kabiliyeti… bütün bu hususlarý Sünnet, sebeb-i nüzul rivayetleri ve Sahabe’nin anlayýþý gibi belirleyicilere baþvurmaksýzýn saðlýklý ve kabul edilebilir tarzda çözüme kavuþturmak mümkün olmadýðý için Modernistler’in bütün bu hususlar hakkýnda alabildiðine farklý kanaatler benimsedikleri görülmektedir.
Hal böyle olunca, “Kur’an’dan baþka kaynak tanýmayýz” þeklindeki yaklaþýmýn da içi boþ bir slogandan baþka bir þey olmadýðý ortaya çýkmaktadýr.
Esasen yukarýda zikrettiðimiz belirleyicilerden sarf-ý nazar ederek saðlýklý ve tutarlý bir Kur’an anlayýþý geliþtirmek mümkün deðildir. Bu tesbitin doðruluðunu ortaya koymak için öyle fazla uzaklara gitmeye gerek yok. Sünnet’in baðlayýcýlýðý, kadýnýn örtünmesi, faiz, miras, kýsas, haddler… gibi pek çok konuda, hepsi de “Kur’an’dan baþka kaynak tanýmayýz” diyen kimselerin ileriye sürdükleri görüþlere bakýnýz; birbiriyle uzlaþtýrýlmasý mümkün olmayan bir vadi dolusu çeliþki ve çatýþma göreceksiniz… Dolayýsýyla eðer sistemli ve bütüncül bir Ýslamî anlayýþa ulaþabilmek için yukarýdaki slogan yeterli olsaydý, bugün pek çok “mesele”nin çoktan aþýlmýþ gerilerde býrakýlmýþ olmasý gerekirdi.
Buradan hareketle þunu rahatlýkla söylemek mümkün: Adýna “Modern Ýslam düþüncesi” dediðimiz olgu, genel olarak kendi içinde tutarlý ve sistematik bir yapýya tekabül etmiyor. Bölük-pörçük, þuradan-buradan –ama büyük ölçüde Batý düþüncesinden ve Oryantalist çalýþmalardan– derleme, derme-çatma bir “düþünceler yýðýný” ile karþý karþýyayýz.
Kendisini “Modernist” olarak ifade eden zevatýn düþüncelerine kuþbakýþý baktýðýmýzda, Ýslam kültürüne karþý genel bir olumsuz/eleþtirel tavýr görüyoruz; ancak yere inip de Modernistler’in arasýna karýþtýðýmýzda, aralarýnda –deyim yerindeyse– hem “esasta”, hem de “usulde” önemli görüþ ayrýlýklarý bulunduðu gerçeði ile yüzyüze geliyoruz. Bu tesbit, bizatihi onlar arasýndaki görüþ ayrýlýklarý hakkýnda herhangi bir yargýlamada bulunmaktan ve aralarýnda hakemlik etmekten çok, az önce de ifade ettiðim gibi, ortaya sistemli ve bütüncül bir yapý koyamamýþ olduklarý hususunun altýný çizmek içindir.
Alternatif nerede?
1400 yýllýk devasa bir birikimin karþýsýna geçip, onu eleþtiriye tabi tutma iddiasýndaki bu anlayýþ, eðer yýkmaya yeltendiði bu yapýnýn alternatifini ikiyüz yýldýr ortaya koyamamýþ ise, ortada ciddi bir problem var demektir. Ýþte bu anlayýþ eleþtirilmeli, hem de bireysel gayretlerle sýnýrlý olarak deðil, daha uzun soluklu ve çok yönlü ilmî faaliyetlerle eleþtirilmelidir.
M.G: Az önce Modern Ýslam düþüncesinin “derleme” ve “derme-çatma” bir yapýya sahip olduðunu söylediniz. Gerek bu tesbit, gerekse Modernistler’in kendi aralarýnda –sizin tabirinizle– “esasta” ve “usulde” ihtilaf halinde bulunduklarý vakýasý, bizatihi Modern Ýslam düþüncesinin yanlýþlanmasý için yeterli midir? Yani bu düþüncenin sistematize edilememiþ olmasý, temel hareket noktalarýnýn yanlýþ olduðu anlamýna gelir mi? Ýddialar haklý, ama ifade ediliþ biçimleri yanlýþ olamaz mý?
E.S: Mesele bundan ibaret olsaydý, bu soruya gönül rahatlýðý içinde ve bütün kalbimle olumlu cevap verebilirdim. Ne var ki karþý karþýya bulunduðumuz durum buna imkân vermiyor. Meseleyi anlaþýlabilir kýlmak için hadiseye biraz daha yakýndan bakmamýz gerekecek.
Ýslam Modernistleri’nin ortaklaþa dile getirdikleri hususlarýn baþýnda þu nokta gelmektedir: “Eðer geçmiþte Ýslam doðru biçimde anlaþýlmýþ olsaydý, bugün Müslümanlar bu durumda olmazdý. Eðer günümüzde Ýslam dünyasýnýn içinde bulunduðu yürekler acýsý durumun sebebini, Müslümanlar’ýn Ýslam anlayýþýnda aramazsak, nerede arayacaðýz? O halde Ýslam’ýn temel kaynaðý olan Kur’an’dan baþlayarak Müslümanlar’ýn tarih içinde oluþturmuþ bulunduðu Ýslam anlayýþýný yeniden gözden geçirmek bir zarurettir.”
Ýslam Modernizmi’ne hayat veren en temel anlayýþ budur. Benim itirazým da temelde iþte bu noktayadýr. Zira yukarýdaki tesbit, bugün bizim bilinçaltýmýzda bir þekilde kendisine “tartýþmasýz” yerler edinmiþ birtakým temel kabuller üzerine inþa edilmiþtir. Nedir bunlar? Temelde þunlardýr: Bugün gelinen noktada Batý’nýn temsil ettiði bilim, medeniyet, kültür, teknoloji… tarz olarak, mantalite olarak, varlýðý ve eþyayý anlamlandýrma biçimi olarak doðrudur; çünkü bugün Batý bunlar sayesinde üstün ve hakim konumdadýr.
Yanlýþ anlayýþ
Ýþte bu anlayýþ yanlýþtýr. Zira Batý’nýn bugünkü konumunu elde ediþ biçimini görmezden gelmektedir. Bu konumun temelinde, kendileri dýþýndaki dünyayý –yüzyýllarca ve acýmasýz biçimde sürmüþ bulunan– “sömürme” vakýasý vardýr.
Batý’nýn üretme ve tüketme tarzýnda bu vardýr, gerçekleþtirdiði teknolojik sýçramanýn temelinde bu vardýr. Batý’da bugün yükselen deðer olarak “insan haklarý” diye bir kavram varsa, bunun temelinde hakký en acýmasýz biçimlerde yenilmiþ milyonlarca insanýn; “kadýn haklarý” diye bir kavram varsa, yüzyýllarca “þeytan” ve “cadý” olarak görülmüþ ve bu sebeple en olmadýk muamelelere maruz býrakýlmýþ kadýnýn ah-u enini, kaný ve gözyaþý vardýr.
Burada “Bu süreçlerin yaþanmýþ olmasý, Batý’nýn bugün temsil ettiði deðerler sisteminin Ýslam açýsýndan olumsuzlanmasýný mý gerektirir?” þeklinde bir soru ile karþýlaþabiliriz.
Bu, gerçekten temel ve çok önemli bir sorudur ve bu soruyu cevaplandýrmak için en baþa, “vahyin maksadý” veya “murad-ý ilahî” meselesine gitmeliyiz.
Allah Teala, insanlýðýn “doðru yoldan” her sapýþýnda, sonsuz rahmetinin bir tecellisi olarak onlara peygamberler göndermiþ ve bu peygamberlere ilettiði vahiyler ile onlarýn tarz-ý hareketlerini belirlemiþtir. Bir diðer deyiþle insanoðlunun gerek bu dünyada ve buna baðlý olarak gerekse öte dünyada saadeti yakalamasý, ancak ve ancak bu ilahî rehberliðin ardýna düþmesiyle mümkün olacaktýr. Bu durum, son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)’in gönderiliþine kadar böylece devam etmiþ ve nihayet Alemlerin Efendisi (s.a.v) ile vahiy süreci sona ermiþtir.
Hz. Peygamber (s.a.v)’in getirdiði mesajýn evrensel olduðu ve O’nun, “bütün insanlara ve cinlere” peygamber olarak gönderildiði gerçeði göz önünde bulundurulduðunda ortaya þöyle bir durum çýkmaktadýr: Gerek Kur’an ve gerekse onun canlý tefsiri olan Sünnet, tarihler ve coðrafyalar üstü bir rehberliðe ve baðlayýcýlýða sahiptir.
Þu halde gerek temel/genel ilkeler olarak, gerekse tek tek olaylara getirilen somut çözümler olarak Kur’an ve Sünnet’in ihtiva ettiði bütün ilkeler, bütün emir ve yasaklar –teknik ayrýntýlarý Usul kitaplarýnda belirtildiði üzere– evrenseldir, her zaman ve mekân için geçerlidir, baðlayýcýdýr.
Ýþte meselenin can alýcý noktasý burasýdýr. Kur’an, “insanlýðý saadete ulaþtýracak ilahî/tabii/fýtrî deðerleri ben ihtiva ediyorum” derken, Modernistler, insanlýðýn kurtuluþ ve saadetini ancak bugün Batý’da hakim deðerler sisteminin saðlayabileceðini iddia ediyorlar. Kur’an ve Sünnet, haksýz yere bir cana kýymýþ olan kimsenin –kýsasa kýsas ilkesi gereði– öldürülmesini isterken, faizi, zinayý ve genel olarak fuhþu, içkiyi, kumarý… yasaklarken, Batý’nýn temsil ettiði deðerler sistemi bütün bu hususlarla çeliþmektedir.
Þimdi bir yol ayrýmýnda bulunuyoruz: “Bugünün küresel ekonomik sistemi içinde faizi yasaklamak mümkün deðildir; Batý’nýn insan haklarý anlayýþý, bir kiþiyi deðil, 30 bin kiþiyi de öldürmüþ olsa, katilin ölüm cezasýna çarptýrýlmasýný reddetmektedir” deyip, bu ve benzeri konularda ilahî hükmü elimizin tersiyle iterek Batýlý anlayýþý mý benimseyeceðiz, yoksa, “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkýnda kýsas sizin üzerinize farz kýlýndý. (…) Ey akýl sahipleri! Sizin için kýsasta hayat vardýr” (2/el-Bakara, 178-9), “O ribayý yiyenler, þeytanýn çarpmýþ olduðu delirmiþ kimse gibi kalkarlar. Bu ise onlarýn, “Alýþveriþ de riba gibidir” demeleri sebebiyledir. Oysa Allah alýþveriþi helal, ribayý ise haram kýlmýþtýr…” (2/el-Bakara, 278) diyerek kýsasý ve faiz yasaðýný hayatýn temeline yerleþtiren Kur’an’ýn bu evrensel/ebedî tesbitini mi kaale alacaðýz?
Dolayýsýyla þunu söylemek durumundayýz: Batý’nýn bugün benimsediði ve temsil ettiði deðerler sistemi içinde Kur’an ve Sünnet’in öðretileriyle/talimatlarýyla çeliþen/çatýþan taraflar varsa –ki vardýr–, bunlarýn genel geçer evrensel deðerler olarak nazar-ý itibara alýnmasý mümkün deðildir. Kur’an ve Sünnet’in getirdiði sistem ile çeliþmeyen hususlara gelince, bunlar zaten vahyin tasdik ettiði ve benimsenmesini istediði hususlar olarak özde Ýslamî olduðu için burada herhangi bir problem yoktur.
M.G: Günümüzde sýk sýk dile getirilen hususlardan biri de þu: Deniyor ki, “Din ile Fýkýh birbirinden ayrý þeylerdir. Din, vahiyle bildirilen hususlardan oluþurken Fýkýh, fakihlerin faaliyetlerinden oluþmuþtur. Dolayýsýyla Din deðiþmez, ama Fýkýh deðiþebilir.” Bu konuda neler söylersiniz?
E.S: Evet, modern zamanlara ait iddialardan birisi de bu þekilde formüle ediliyor. Burada aklýma iki önemli tesbit geldi. Arz edeyim: Ýmam eþ-Þâfi’î (rh.a) –anlam olarak– þöyle diyor: “Kur’an, Sünnet’e boþ bir alan býrakmýþtýr, Sünnet de ulemaya.” Muhammed Zahid el-Kevserî merhum da þu tesbitte bulunuyor: “Fýkýh, “din bilgisi” demektir. Dolayýsýyla “din” ile “din bilgisi” birbirinden farklý þeyler olamaz.”
Esasen “Din baþka Fýkýh baþkadýr” þeklindeki ayrým, mantýk olarak yanlýþtýr. Çünkü vahiyle bildirilen hususlarý “anlamak”, bizatihî beþerî bir faaliyet olduðuna göre, bu ayrýmdaki “Din” kýsmýný, beþerî bir faaliyet olan “anlama” iþinden soyutlamak mümkün deðildir.
Þahsi görüþle hüküm vermek yasaktýr
Öte yandan “Fýkýh” her ne kadar beþerî bir faaliyet alanýný ifade ediyorsa da, bu faaliyet vahiyden baðýmsýz deðildir. Böyle olduðu içindir ki, “Din’de þahsî görüþ ile hüküm vermek” yasaklanmýþtýr. Bu demektir ki, “Fýkýh” da vahyî bir temele dayanýlarak tesbit edilmek/oluþturulmak durumundadýr.
Zaten –Kýyas’ý teoride kabul etmeyen ama fiiliyatta ona baþvurmaktan kaçýnamayan Zahirîler’i dýþarýda býrakýrsak– Müçtehid Ýmamlar’ýn (Allah hepsine rahmet eylesin) tümünün epistemolojik olarak benimsedikleri ortak tavýr, Þer’î deliller dizgesini Kur’an-Sünnet-Ýcma-Kýyas þeklinde olmuþtur. Burada Kur’an’ýn vahiy olduðu noktasýnda herhangi bir problem yoktur. Genel kabul gören anlayýþa göre Sünnet’in de “dinin tebliði” alanýna giren ögeleri vahye dayanmak durumundadýr. Ýcma’a gelince, onun da genel olarak Kur’an’dan veya Sünnet’ten bir dayanaða (senet) istinat ettirilme zarureti vardýr. Geriye Kýyas kalmaktadýr ki, o da hakkýnda Kur’an veya Sünnet’te bir hüküm bulunmayan bir meseleyi, aralarýndaki illet birliðine dayanarak bu iki kaynakta hükme baðlanmýþ bir meseleye havale ederek çözmek demektir. Bu itibarla Kýyas da sonuçta nassa dayanmaktadýr.
M.G: Þimdi bu esaslar üzerine kurulu bir sistemin “Din”den farklý ve baþka birþey olduðunu söylemek doðru mudur?
E.S: “Din-Fýkýh ayrýmý”ný kabul edenlerin bu davranýþý doðru kabul edildiði takdirde, elimizde sadece Kur’an’da (ve Sünnet’te?) zikredilen itikadî meseleler kalmaktadýr ki, yukarýda da belirtmeye çalýþtýðým gibi bunlarýn muhatabý da “insan aklý” olduðuna göre, “derinlemesine kavrayýþ” demek olan “Fýkýh” burada da devrede olmak durumundadýr. Þu halde böyle bir ayrýmý kabul etmenin mümkün olmadýðýný söylemek zorundayýz.
Esasen cinlerin, meleklerin ve þeytanýn ontolojik/haricî bir varlýðý bulunup bulunmadýðý, mucizeler, cennet ve cehennemin mahiyeti… gibi birçok itikadî meselenin bizzat Modernistler’in tartýþma alaný içinde kendilerine bir yer bulmuþ olmasý, yukarýda ifade ettiðim anlamýyla “Fýkh”ýn bu alanda da icra-i faaliyet ettiðinin en açýk göstergesi deðilse nedir?
Þurasý açýktýr ki, böyle bir ayrýmýn gündeme sokulmasý, Fýkh’ýn faaliyet alanýna giren ve dolayýsýyla hayatýn her boyutunu kuþatmýþ bulunan dinî hükümlerin hayatýn dýþýna itilebilmesinin zeminini hazýrlama amacýna matuftur. Seküler zihinlerin ifrazatý olan bu yaklaþýmýn, dinin doðasýna müdahaleden baþka bir anlamý yoktur. Din ise beþer müdahalesine –yapýsýný belirleme anlamýnda– kapalýdýr.
M.G: Yani “dinî hükümler zamana ve duruma göre deðiþmez” mi demek istiyorsunuz?
E.S: Bu da üzerinde müstakil kitaplar yazýlmasýný gerektirecek kadar geniþ bir konudur. Nitekim bu alanda yapýlmýþ ilmî çalýþmalar mevcuttur. “Çaðdaþ Dünyada Ýslamî Duruþ” adlý çalýþmamda bu konu üzerinde bir nebze durmuþtum. Ýsterseniz oradan aktarayým:
Bu soruya kesin ve mutlak bir biçimde “evet” cevabý vermemiz mümkün ve gerçekçi deðildir. Zira gerek bir takým Kur’an ve Sünnet nasslarýnýn yapýsý ve gerekse ilk dönemlerden bu yana ortaya konan tatbikat böyle “mutlakçý” bir yaklaþýmýn doðru olmadýðýný göstermektedir.
Öyleyse dinin (yani Ýslam’ýn) deðiþime açýk býraktýðý alan/lar nasýl tespit edilecektir? Burada söz konusu olan “deðiþim”den ne anlamalý ve onun etki alanýný ve sýnýrlarýný nasýl tespit etmeliyiz?
Meseleye Din-Þeriat ayrýmý yaparak bakanlar açýsýndan durum bir cümleyle þöyle ifade edilebilir: Þeriat, dinin beþer iradesinin belirlemesine býrakýlmýþ kýsmýdýr. Dolayýsýyla de-ðiþime açýk býrakýlan alan da “Þeriat” denen kýsýmdýr.
Ancak kendi içinde de problemli olan bu “ortak kanaat”in bir adým ötesine geçildiðinde mesele karmaþýk bir hal almakta ve problem, dinin söz konusu kýsmýnýn tayininde düðümlenmektedir.
Eðer dini “Ýman”, “ahlak”, “Ýbadetler” ve “Muamelât” [”Ukubât” denen kýsmý –Ceza Hukuku’na iliþkin hükümleri– bu son madde içinde mütalaa ediyoruz] þeklinde dört kýsýmdan müteþekkil gören yaklaþýmý doðru kabul edersek, deðiþime açýk alaný dördüncü kýsmýn oluþturduðu görüþünün hemen her kesim tarafýndan onaylandýðýný rahatlýkla söyleyebiliriz.
Ancak bu noktada bu dörtlü tasnifin üçüncü ve dördüncü maddelerine giren hususlarýn neye göre belirleneceði problemi görmezden gelinemeyecek kadar önemlidir. Söz gelimi “Zekât”, “Nikâh” gibi hususlarýn, bu alanlardan münhasýran birisine dahil edilmesi mümkün deðildir. Zira bu gibi hususlar bir yönüyle “Ýbadetler”, bir yönüyle de “Muamelât” kapsamýna girmektedir.
Öte yandan münhasýran “Muamelât” alanýný oluþturan hükümler konusunda da bizi, “Bu alanda bizzat Kur’an ve Sünnet tarafýndan belirlenmiþ olanlar hükümler de deðiþim çerçevesi içinde midir?” þeklindeki temel soru beklemektedir.
Eðer bu soruya, “Kur’an’dan çýkarýlan/çýkarýlacak olan genel ilkeler ýþýðýnda “makasýd”, “maslahat”, “kolaylýk”… gibi hususlara riayet neyi gerektiriyorsa o yapýlýr” þeklindeki “bildik” cevap verilecekse, burada bizi daha büyük bir problem beklemektedir:
Nasslarda somut olarak öngörülmüþ bulunan normatif hükümlerin zaman içinde mutlak olarak deðiþebileceðini söylemenin, Kur’an ve Sünnet’in zaman içinde (hem de “Ýslam adýna!) yürürlükten kaldýrýlabileceðini söylemekten farký nedir? Zira ilahî irade, kendisini bu nasslarda ortaya koymuþtur.
Burada Kur’an ve Sünnet’in “iþlevselliði”nin, ancak onlardan çýkarýlacak genel ilkelerin hayata geçirilmesiyle mümkün olacaðý þeklindeki anlayýþ dikkat çekmektedir. Ancak eðer bu anlayýþ doðru olsaydý, Kur’an ve Sünnet’in, nüzul ve vürud anýnda somut hükümler öngörmek yerine tümüyle genel ilkeler getirmekle ve somut olaylarýn bu ilkelerden hareketle çözüme kavuþturulmasýný istemekle yetinmesi gerekirdi. Ancak vakýanýn bundan farklý olduðunu belirtmeye gerek yoktur.
Öte yandan burada söz konusu edilmesi gereken bir baþka nokta daha bulunmaktadýr:
“Sosyal adaletin gerçekleþtirilmesi”, “Þûra ilkesine riayet”, “suç-ceza dengesi”, “haksýz kazancýn engellenmesi”, “eþitlik” … gibi genel prensipleri Kur’an’dan hareketle önümüze koyanlar, söz gelimi “Sünnet’e ittiba” gibi bir “genel ilke”den niçin bahsetmemektedirler? Gerek Kur’an nasslarýnýn vurgusu bakýmýndan, gerekse “Kur’an’ýn ruhu” denen þey bakýmýndan “Sünnet’e ittiba”nýn, diðerlerinden daha az önemli olduðunu söyleyen bir yaklaþýmýn, Kur’an’dan genel prensipler çýkarýrken “gereði gibi” davrandýðýný bize kim söyleyebilir?
Bir diðer problem de þudur: Eðer Kur’an’ýn bizden istediði, yalnýzca –yukarýda örnek olarak birkaçýný zikrettiðimiz– “genel ilkeler”e riayet ise, o zaman Ýslam’ý diðer din ve sistemlerden –hayatýn pratiklerine aksetme tarzý bakýmýndan– farklý kýlan nedir?
Sözü edilen ilkelere riayetin, her hangi bir tarih ve coðrafyada ve her hangi bir din ve kültürün mensuplarý tarafýndan hayata aksettirilmeye çalýþýlan þeyler olduðunu gözlemek zor deðildir. Hatta açýkça söylemek gerekirse, bahse konu ilkelerin günümüzde Batýlý toplumlar tarafýndan hayata büyük ölçüde aksettirildiðini söylemek, dürüstlüðün ifadesi olacaktýr.
Burada, içki ve zina yasaðý gibi Kur’an’ýn öngördüðü birtakým hususlar öne sürülerek bu yaklaþýmýmýza itiraz edilmesi beklenebilir.
Ancak böyle bir itirazý ileri sürecek kimselerin þu soruya cevap vermeleri gerekmektedir: Ýçki ve zina gibi hususlarýn yasaklanmasý Kur’an’dan hareketle ortaya konduðu söylenen genel ilkelerin ayrýlmaz bir parçasý olarak ileriye sürülürken, sözgelimi faiz yasaðý, (evli bulunulan kadýnýn halasý ve teyzesi gibi) bazý kadýnlarla nikâhýn haramlýðý, bazý alýþveriþ türlerinin yasaklanmasý gibi pek çok husus neden bu çerçevenin dýþýnda kalsýn? Bu ve benzeri hususlardan bir kýsmýna “ilke deðerinde hükümler” olarak itibar ederken, diðer bir kýsmýnýn böyle olmadýðýný söylemenin tutarlý bir yaný olabilir mi?
Þu halde dinin deðiþime açýk býraktýðý alanýn þu þekilde sýnýrlandýrýlmasý gerektiðini söyleyebiliriz:
Sübut ve delalet bakýmýndan kat’î olan, nesh ve benzeri muarazalardan salim olan nasslar (Kur’an ve Sünnet’te belirtilen hükümler) ile Ýcma gibi üzerinde ihtilaf bulunmayan Þer’î asýllarýn oluþturduðu alan dýþýnda kalan, Ýçtihad’a ve Örf’e dayalý hükümler (zamana ve mekâna baðlý uygulamalar) gibi hususlarýn deðiþebileceðini söyleyebiliriz. Ancak burada da deðiþikliðin, mutlaka “içeriden” olan “ehil” kimselerin “iyi niyet”e dayanan çabalarýyla ortaya konmasý ve buna gerçekten “Ýslamî olarak” ihtiyaç bulunduðunun müsellem bulunmasý kaçýnýlmazdýr.
Hemen belirtelim ki burada Ýslam Fýkhý’nýn belirlediði ölçüler içinde kalan “zaruret”, “ihtiyaç”, “meþakkat” gibi hususlar –istisnaî durumlara özgü olduklarý için– konu dýþý tutulmuþtur.
Üzerinde müstakil bir çalýþma yapýlmasýný gerekli kýlacak kadar önemli, ayrýntýlý ve hassas olan ve burada sadece ana hatlarýyla üzerinde durmaya çalýþtýðýmýz bu konuda þimdiye kadar ne yazýk ki genellikle sloganvari söylemlerden ileriye gidilebildiðini söylemek zordur.
Adý geçen çalýþmamda bunlarý ifade etmiþtim. Böyle bir konuþma çerçevesinde daha fazla ayrýntýya girmenin –okuyucularý sýkmamak için– doðru olmadýðýný düþünüyorum.
M.G: Son olarak þunu sorayým: Modern Ýslam düþüncesini eleþtirirken iþin doðrusunun ne olduðunu da ortaya koymuþ olmanýz gerekmez mi? Sadece eleþtirmek yeterli midir?
E.S: Bu soru için teþekkür ederim; çünkü sýk sýk cevaplandýrmak zorunda kaldýðým, ama –okuyucularýmdan özür dileyerek belirteyim ki– bana kalýrsa birazcýk haksýz bir soru bu. Çünkü hiçbir ilmî eleþtiri, yanlýþ bulunarak eleþtirilen görüþün alternatifi veya doðrusu ortaya konmadan yapýlamaz. Yapýlýrsa, bunun adý “eleþtiri” deðil, “karalama” ve “itham” olur. Þunu gönül rahatlýðýyla söyleyebilirim ki, þimdiye kadar eleþtiri konusu yaptýðým hususlar hakkýnda iþin doðrusunu –tesbit edebildiðim kadarýyla– ortaya koymadan, muhatabýmýn görüþlerini sadece yanlýþ ilan etmekle yetinmek gibi bir tavrým hiçbir zaman olmadý. Dolayýsýyla yazdýklarým dikkatli bir gözle okunacak olursa, ayný zamanda benim ne dediðim hakkýnda da açýk bir kanaat sahibi olunacaktýr.
M.G: Millî Gazete okuyucularýna vermek istediðiniz son bir mesaj var mý?
E.S: Bu, kýymetli Millî Gazete okuyucularýna vereceðim “son” deðil de “ilk” mesaj olsun. Zira bundan böyle kendileriyle inþaallah haftada üç gün beraber olacaðýz. Bunun benim için farklý bir anlamý olduðunu söylemeliyim. Bundan böyle birlikte devam edecek olan bu yolculuðumuzda dualarýmýzý ve fikrî katkýlarýmýzý birbirimize azýk yapalým. Rabbim cümlemizi rýzasýna uygun iþler yapmaya muvaffak kýlsýn diyorum.
M.G: Biz de sizin bu dileðinize gönülden katýlýyor ve bu konuþma için teþekkür ediyoruz.
E.S: Ben teþekkür ederim
Röportaj: Engin ÞAHÝN MÝLLÎ GAZETE - 3-4 Ekim 2000
radyobeyan