Indirilen islamin Muhkem Kaleleri :Mezhepler By: ezzehraveyn Date: 06 Kasým 2009, 00:43:00
ÝNDÝRÝLEN ÝSLAM'IN MUHKEM KALELERÝ: MEZHEPLER
Ýhsan ÞENOCAK
Cemiyet halinde yaþamak hayatýn devamý için bir zorunluluktur. Çünkü “Ýnsan, yaratýlýþý gereði medenidir.”1
Ýnsanlar, yaþamlarýnda sayýsýz olaylarla karþýla-þýrlar. Ýctimai düzenin saðlanabilmesi için herkesin karþýlaþtýðý olaylarý, fýkhýn temel esaslarýna muvafýk bir þekilde çözmesi gerekir. Fakat, bütün insanlarýn, uymasý gereken kurallarý ayrýntýlý bir þekilde bilmeleri mümkün deðildir. Bu yüzden modern hukukta “avukatlýk” ve “hukuk danýþmanlýðý” mesleði ihdas edilmiþtir.2 Fýkýhta ise, söz konusu iþlevi, yani fýkhi hükümleri Müslümanlara açýklama ameliyesini fakihler yerine getirmektedir. Bundan dolayýdýr ki fakih, zamaný okuyan-zamana hükmeden adamdýr. Medeniyetin özünü teþkil eden esaslar Ona aittir. O ise Kur’an ve Sünnet’e. Tesbit ettiði esaslar ve istinbat ettiði hükümler itibariyle fakih ilmin olduðu gibi fikir tarihinin de öncü ismidir.
Müslümanlar, Ýslam’ýn baþlangýcýndan günümü-ze kadar fakihlerin içtihatlarýný taklit ederek, yükümlülüklerini yerine getirmektedirler.3 Fuka-hayý taklit etmek cemiyetin çoðunluðunu teþkil eden avam adýna bir zorunluluktur. Çünkü fýkhýn esasý olan Kur’an ve Sünnet’in bir kýsmý herkesin anlayabileceði bir tarzda açýkken, önemli bir bölümü ancak içtihatla anlaþýlabilecek bir yapýdadýr. Ýçtihatla anlaþýlabilecek hükümlerse fýkhýn geneline nisbetle çoðunluðu teþkil etmektedir. 4
Kur’an ve Sünnet’te yer alan içtihadî hükümleri bulup-çýkarmalarý için, mükelleflerin tamamýndan içtihat yapmalarýný talep etmek, onlara kapasitelerinin üzerinde bir sorumluluk yüklemek demektir ki, bu da “teklif-i mala yutak”olur.5 Mükelleflerin, farklý zeka derecelerine sahip olduklarý hesaba katýldýðýnda, böyle bir talebin mantýki açýdan da yersiz ve yetersiz olduðu görülecektir. Bu yüzdendir ki, içtihat yapabilmek, belli þartlara sahip insanlarla sýnýrlý tutulmuþtur.
Ýçtihada açýk nasslarýn muradý ilahi çerçe-vesinde anlaþýlabilmesi, müçtehitler için vasýtasýz gerçekleþirken, avam için ancak müçtehitler vasýtasýyla gerçekleþmektedir.6 Dolayýsýyla, avamýn Kur’an ve Sünnet’le olan münasebetinin sorumluluk açýsýndan fýkhi bir boyut kazanabilmesi ancak, müçtehidi taklit etmesiyle mümkün olmaktadýr. Aksi takdirde o, Kur’an ve Sünnet’le saðlýklý bir iletiþim içinde olamayacaðýndan, fýkhi sorumluluðunu da yerine getiremez.
Taklit Saadet asrýndan günümüze kadar uzanan süreç içerisinde, mukallitlerin içtihadi hükümlere ulaþabilmelerinin yegane yolu olmuþtur. Fakat, mukallit kavramý süreç içerisinde ayný kalmamýþ zamanla farklý içerikleri bünyesine alarak geniþlemiþtir. Buna göre, Saadet asrýnda mukallit, avamla sýnýrlý iken, mezheplerin teþekkülü ve hicri dördüncü asrýn sosyo-kültürel þartlarýnýn etkisiyle kapsam açýsýndan geniþleyerek fakihleri de içine almýþtýr. Hicri dördüncü asýrdan itibaren, fakihlerin içtihat yerine taklîde yönelmeleri, içtihat faaliyetlerinin azalmasýna ve taklidin kurumsallaþarak mezhepler düzeyinde yapýlmasýna zemin hazýrlamýþtýr.
Ýslam milletinin fýkhi meseleleri anlayabilmesinin yegane usulünü veren taklidin ne olduðunu, nasýl bir tarihi arka plan içerdiðini, ona kimlerin niçin karþý geldiðini, o vardýr diyenlerin ne derece bedihi hakikatlerle istidlal ettiklerini anlamak için iþte buyrun taklit dosyasýna:
Lügatte Taklit
“Taklit” kelimesi, “demiri bir þey üzerine eðmek, ipi eðirmek, suyu havuzda toplamak” 7 gibi anlamlara gelen k.l.d kökünden türetilmiþtir. Taklit kelimesinin dört harfli formu olan kallede ise, “kolye takmak, sorumlu kýlmak, makama atamak, kýlýcýn askýsýný boyna takmak, hibede bulunmak, hicvetmek” gibi anlamlarý içerir.
Taklit kavramýnýn yukarýda verilen somut anlamlarý yanýnda bir de mecazi anlamý vardýr ki, o da “insanlarýn boyunlarýna sorumluluk yüklemek” 8 tir.
Taklit kelimesinin fýkýhla iliþkisi de bu noktada baþlar ve mecaz anlam örgüsünde kazandýðý içeriðe dayanýr. Buna göre müçtehit fakihlerin görüþlerini baðlayýcý kabul edip onlarla amel eden bir Müslüman, söz konusu amelinden doðacak manevi sorumluluðu, bir anlamda “taklit” ettiði müçtehidin adeta boynuna geçirir. 9
Istýlahta Taklit
“Delillerini bilmeden bir müçtehidin görüþüyle amel etmek”10 diye tarif edilen taklidi bir örnek çerçevesinde izah edersek þunlarý söyleyebiliriz: Abdest alýrken, Ebû Hanife’nin (ö. 150/767) görüþüne göre baþýnýn dörtte birini mesh eden ya da vitir namazýnda kunut duasýný okuyan Hanefi mezhebine mensup bir mükellefin, söz konusu fiillerinde Ebû Hanife’nin içtihadýný, içtihadýnýn delillerini bilmeden kabul edip uygulamasý, ameli anlamda bir taklittir.11 Öte yandan, abdest alýrken, Ýmam Malik’in (ö. 179/795), baþýn tamamýný meshetmeyi gerektiren içtihadýyla12 amel eden, Maliki mezhebine mensup bir mükellef de, Ýmam Malik’in bu konudaki içtihadýný kabul edip onu taklit etmiþ olur. Her iki imamýn görüþlerine uyan kiþiler, onlarýn söz konusu hükme hangi deliller vasýtasýyla ulaþtýklarýný bilmedikleri için, bu ameliyeleri “taklit” baþlýðý altýnda deðerlendirilir.
TARÝHÝ ARKA PLAN
Hz. Rasulullah (s.a.v.) Devri
Bu devirde fýkýh, “vahiy” merkezlidir. Çünkü fýkhi hükümler ya hem lafýz ve anlam itibariyle (Kur’an) ya da sadece anlam itibariyle vahiy kaynaklýdýr (Sünnet). Hz. Rasulullah (s.a.v.) ve sahabe içtihatlarýnýn vahiy tarafýndan tasvib edilenleri de ‘vahiy fýkhý’ özelliðini taþýmaktadýr.13
Allah Rasulü (s.a.v.) bir taraftan ashabýn fýkhi sorularýný cevaplandýrýrken diðer taraftan da Mescid-i Nebevi’ye bitiþik halde inþa ettiði ve Ýslam’ýn ilk üniversitesi kabul edilen Suffe’de onlarýn bir bölümünü fýkhi meseleleri cevaplandýrabilecek derecede yetiþtirdi,14 yüksek fýkhi melekeye sahip olanlarý fetva verebilecek seviyeye getirdi. Daha O (s.a.v.) hayatta iken müçtehit sahabe fetva vermekteydi. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali(bunlar Suffe’nin nehari müdavimleri), Muaz b. Cebel, Ubey b. Ka’b Hz. Peygamber’in saðlýðýnda fetva veren sahabeden bazýlarýdýr.15
Efendimiz yetiþtirdiði bu müçtehit sahabileri,-Ýslami bilgileri, temel inanç esaslarýný bilmekten öteye geçmeyen- Müslümanlarýn yaþadýklarý diyarlara gönderirdi. Oralardaki halk müçtehit saha-benin; amel, ibadet, muamelat ve genel olarak da helal-haram konularýnda verdiði fetvayý taklit eder ve o istikamette hareket ederdi. Fýkýh Tarihi kitaplarýnda da anlatýldýðý gibi müçtehit sahabe -delilini- Kuran ve Sünnet’te bulamadýðý bir problemle karþýlaþtýðýnda, Allah Resu-lü’nün (s.a.v.) tavsiyesini dikkate alarak içtihat eder ve içtihadý doðrultusunda fetva verirdi. Ýnsanlar da onlarýn verdiði bu fetvalarý taklit ederdi.16 Nitekim Allah Resulü (s.a.v.), Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken O’na, vereceði fetvalarýn isnat merkezlerini sorar. Muaz da sýrasýyla Kuran’ý, Sünnet’i ardýndan da içtihadý söyler.17 Muaz, söylediði gibi Yemende içtihatta bulunur, halk da onu taklit eder.
Bütün bunlar göstermektedir ki; Allah Rasulü (s.a.v.) sadece müçtehitleri yetiþtirmekle yetinmiyor bir taraftan da onlarý Medine’ye uzak bölgelere gönderip halkýn taklit etmelerini temin ediyordu.
Raþid Halifeler Devri
Raþid Halifeler Devri, ‘vahiy fýkhý’ sona erdikten yani ‘vahiy fýkhý’nýn esasýný teþkil eden Kuran ve Sünnet tamamlandýktan sonra baþlamýþtýr.18
Raþid Halifeler devrinde sahabe, fýkhi bir meselenin çözümünü araþtýrýrken öncelikle Kuran ve Sünnet’e müracaat ederdi. Þayet onlarda meseleye dair açýk bir hüküm bulamazsa içtihat yapardý.19
Mutlak manada içtihat edenler olduðu gibi hususi konularda da içtihat edenler vardý. Hz. Ömer Þam’ýn Cabiye bölgesinde halka yaptýðý bir konuþmada “Kim Kur’an hakkýnda soru sormak istiyorsa Ubeyy b. Ka’b'a sorsun. Feraiz/miras hakkýnda soru sormak isteyenler, Zeyd b. Sabit’e, fýkhi meseleleri öðrenmek isteyenler, Muaz b. Cebel’e, iktisadi konularda soru sormak isteyenler bana gelsin”20 diyerek içtihatta uzmanlaþmaya iþaret etmiþtir. Hz. Ömer’in avamý, müçtehit sahabilere sorunlarýný iletmeye davet etmesi taklidin Raþid Halifeler döneminde de avam-müçtehit düzeyin-de yapýlmaya devam ettiðini göstermektedir
Tabiin Devri
Raþid Halifeler devrinin bitmesiyle baþlayan Tabiin Devri Emevi Devletinin çökmeye baþladýðý yýllara kadar devam eder.21 Bu devrin fýkhi duruþu ashabýn içtihat anlayýþýnýn özelliklerini taþýr.22
Tabiin devrini önceki devirden ayýran özellikler baðla-mýnda; Müslümanlar arasýnda ihtilaflarýn artmasý, tedvin hareketlerinin baþlamasý ve müçtehit imamlar devrindeki fýkýh anlayýþýna rengini verecek “Ehl-i Hadis” ve “Ehl-i Rey” oluþumlarýnýn Medine’de Said b. Müseyyeb, Küfe’de Ýbrahim b. Yezid en-Neha’i gözetiminde kurulmasý zikre-dilebilir.23
Bu dönemde içtihat hareketlerinde coðrafi anlamda da bir açýlým oldu. Medine, Mekke, Basra, Küfe, Þam, Mýsýr ve Yemen gibi þehirler/bölgeler birer fýkýh merkezlerine dönüþtü.24 Ýçtihadýn yaygýnlaþmasý doðal olarak içtihatlarý taklit ederek fýkhi ve dini sorumluluklarýný yerine getiren avam sýnýfýnýn geniþleyip kökleþmesine neden oldu.
Müctehit Ýmamlar Devri
Müçtehit imamlar devri hicri ikinci asrýn ilk yýllarýnda baþlar ve dördüncü asrýn ortalarýna kadar devam eder.25 Fýkhýn en hýzlý geliþme gösterdiði bu dönemde Ebû Hanife, Malik b. Enes, Evzai, Süfyan-i Sevri, Þafii, Ahmed b. Hanbel gibi büyük müçtehitler yetiþmiþtir.
Müçtehit imamlar, gerek Ýslam toplumunun yaþadýðý problemlere karþý, gerekse güncel hayatta Müslümanlarýn karþýlaþtýðý sorunlara yönelik kapsamlý içtihat faaliyetinde bulundular. Onlarýn içtihatlarý, sonraki fakihler tarafýndan tedvin edilerek fýkhýn temel ilkeleri belirlendi, daðýnýk konular toparlandý ve günümüze kadar ulaþan usul ve furu’ kitaplarýnýn ilk örnekleri kaleme alýndý.26 Bu çerçevede Ebû Hanife’nin talebesi Muhammed b. Hasan eþ-Þeybani (ö.189/805) “Zâhiru’r-Rivâye” üst baþlýðý altýnda meþhur altý kitabýný telif etti. Ýmam Muhammed’in kaleme aldýðý bu eserlerde taklidin etkisi açýktýr. Zira söz konusu eserler büyük oranda Ebu Hanife’nin içtihatlarýný içermektedir.27
Mukallit fakihlerin müçtehit imamlara baðlýlýklarý, yeniden içtihat yapma yerine, müçtehit imamlarýn görüþlerini furu’ kitaplarýnda toplayarak ihtiyaç halinde onlara müracaat etmeleri, içtihat faaliyetlerinin azalmasýna, taklidin yaygýnlaþmasýna ve doðal olarak da fýkhýn mezhepleþmesine ve oluþan mezheplerin kurumsallaþmasýna neden olmuþtur.28
Yeni içtihatlarýn mukallit fakihler tarafýndan derlenmesi, içeriði oldukça zengin bir fýkýh literatürünün ortaya çýkmasýna zemin hazýrladý.29 Bütün bu geliþmelerden dolayý fýkýh tarihçileri, bu dönemi “fýkhýn altýn devri” 30 olarak tanýmlamaktadýrlar. Nitekim Ýslam Devletlerinin asýrlarca yargý ve yürütmede kullandýklarý esaslar bu süreçte gerçekleþtirilen içtihatlara dayanmaktadýr.31
MEZHEPLEÞME SÜRECÝ
Mezhep düzeyinde taklit, hicri dördüncü asrýn ortalarýndan baþlayýp sonraki asýrlarý da içine alarak günümüze kadar devam eder. Bu süreç içerisinde yetiþen Kerhi (ö.340/952), Hülvani (ö.448/1050), Serahsi (ö.483/ 1090) gibi “Müntesip müçtehitler”, mutlak müçtehitlerin içtihat usullerine baðlý kalarak, onlarýn görüþ bildirmediði konularda içtihat yaptýlar.32 Bu yaklaþýmýn benimsenmesiyle, taklidin fakihler düzeyinde yapýlmasý da yaygýnlýk kazandý.
Arka Plan
Müçtehit imamlar, fýkhi bir problemi çözerken, mutlak olarak Kur’an ve Sünneti dikkate alýrlardý. Taklidin mezhepler düzeyinde yapýlmasýnýn alt yapýsýný hazýrlayan fakihler ise, Kur’an ve Sünneti müçtehit imamlarýn içtihatlarý doðrultusunda anlamaya çalýþtýlar. Onlarýn, bu bakýþ açýsýyla yetiþtirdiði talebeler de, içtihat yerine intisap duygusunu ön plana çýkarýp taklidin mezhepler düzeyinde revaç bulmasýna zemin hazýrladýlar. Nitekim, bu devirde yetiþen büyük fakihler bile, bir mezhep sistemine göre hareket etme ihtiyacýný hissetti.33 Taklidin mezhepler düzeyinde yapýlmasýna zemin hazýrlayan nedenler baðlamýnda þunlar söylenebilir
Ýçtimai ve Siyasi Bunalým
Taklidin mezhepler düzeyinde yapýlmasýnýn nedenlerinin baþýnda, Ýslam dünyasýnýn siyaseten daðýlmasý gelmektedir. Abbasiler siyasi gücünü yitirince devletin merkeziyetçi yapýsý parçalandý. Parçalanan devletin topraklarý üzerinde kurulan devletçikler, basit siyasi kaygýlarýn peþine düþtük lerinden, ilmi hayat ciddi anlamda sarsýldý. Her devletin baþýna, kendilerine “müminlerin baþkaný” denilen valiler geçti. Bu daðýnýklýk ve kaos ortamý, Müslümanlar arasýnda fitne tohumlarýnýn ekilmesine zemin hazýrladý, kardeþlik ve birliðin yerini düþmanlýk ve bölünmüþlük aldý.
Ýslam coðrafyasýnýn bu dönemdeki sosyolojik yapýsýný anlayabilmek için, Bâtini inanca sahip Fâtýmilerle Sünni Müslümanlar arasýnda cereyan eden olaylara bakmak yeterlidir. Müslümanlar arasýnda kabul görebilmek için, soylarýný Hz. Ali ve Hz. Fatýma’ya isnat eden Fâtimiler, siyasi nüfuzlarýný kullanarak, Sünni Müslümanlar üzerinde bir baský rejimi kurmaya çalýþtýlar. Öyle ki; teravih ya da kuþluk namazý kýlan bir Sünni’yi büyük bir suç iþleyen kiþi gibi, önce sokakta teþhir edip ardýndan da idam edebiliyorlardý. Bâtini görüþlerini Müslümanlar arasýnda yaymak isteyen Fâtimiler, Mýsýr’da inþa ettikleri el-Ezher üniversitesiyle de güçlü bir propaganda faaliyeti yürüttüler. Fýkhý kendi sapýk görüþlerine uydurabilmek için Sünni fakihleri devlet kadrolarýndan dýþladýlar, hem tedrisatta hem de mahkemelerde görev almalarýna engel oldular.34
Ýçerden ve dýþardan gelen tehdit ve yýkýmlar ilim dünyasýný yeni duruþlar almaya sevketti. Ulema kýsmen bir içe kapanma sürecine girdi. Tabi olarak, müstakil içtihat anlayýþýna sýcak bakýlmadý. Batini anlayýþýn, içtihat zarfý içerisinde yaymaya çalýþtýðý hezeyanlara karþý Müslümanlarý koruyabilmek için taklit bizzat teþvik edildi.35
Sünni fakihlerin teþvikiyle taklide yönelen halk, içtihat adý altýnda Fâtimiler/Bâtýniler tarafýndan kendilerine sunulan sapýk görüþleri reddetti. Sünni alimlerin halkla oluþturduðu ittifak karþýsýnda uzun süre dayanamayan Fâti-mi idaresi zamanla siyasi nüfuzunu yitirdi. Fâtimilerin ortaya çýkýþýyla baþlayan taklit, Fâtimilerin çöküþünün baþ amili oldu.36
Talebelerin Hocalarýna Baðlýlýklarý
Hicri dördüncü asýr ve sonrasýnda yaþayan fukaha, mensup olduklarý mezhebin usul ve hükümlerine baðlý kalarak içtihat yapmayý tercih etti. “Müntesip müçtehit” þeklinde tanýmlanan bu grubun yaný sýra, bir de tahriç, tercih ve temyiz çalýþmalarýyla müçtehit imamlarýn içtihatlarýný daha kullanýlýr hale getiren alimler topluluðu vardý.37
Çaðýmýz alimlerinden Mustafa Ahmet Zerkâ taklit devrindeki fakihlerin müçtehit imamlara muazzam bir saygý çerçevesinde baðlanmalarýnýn nedenini anlatýrken þunlarý söyler: “Müçtehit imamlarýn yüksek ilmi mevkileri, zamanýn geçmesiyle vicdanlarda kazandýklarý üstünlük duygusu ilmi kudrete ve fýkýh melekesine sahip alimleri müstakil müçtehit olmaktan alýkoydu. Müntesip müçtehit ya da mezhepte müçtehit olmayý kendileri adýna yeterli gördüler.”38
Mukallit fakihlerin bu tarz bir bakýþ açýsýna sahip olmalarý baðlý bulunduklarý mezheplerin hüküm ya da fetvâlarýný öðrenmeyi ve kendilerinden sonraki kuþaklara öðrendikleri bu fetvâlarý nakletmeyi yani “Nakilu’l-Fetva/Fetvayý Nakleden” olmayý tercih etmelerine zemin hazýrladý. 39
Fýkýh Kitaplarýnýn Tedvin Edilmesi
Mezheplere ait görüþlerin neredeyse tamamý hicri dördüncü asra gelindiðinde tedvin edilmiþti. Bu geliþme fukahanýn hükümlere ulaþmasýný kolaylaþtýrdý. Güncel hayatla ilgili problemlerin çözümlerinin kitaplarda mevcut olmasý tabi olarak fakihleri mevcut literatür üzerinde derinleþmeye, onlarý bütün yönleriyle tahlil, tahriç ve illetlerini tespit etmeye yöneltti.
Ta’lilü’l-ahkam ve tercih çalýþmalarý mevcut fýkhi mirasý muhkem bir yapýya kavuþturdu. Usulü fýkhýn eimme-i selasesi (üç imam) kabul edilen Ebu Zeyd Debusi, Serahsi ve Pezdevi gibi allameler Ebu Hanife Hazretlerinin içtihat anlayýþý çerçeve-sinde fýkýh usulü ilmini geliþtirip kemale taþýdýlar.
Muazzam Derinlik
Müçtehit imamlar devrinin kapsamlý müktesebatý hicri dördüncü asrý müteakip yaþayan fakihleri mevcut üzerinde derinleþmeye bütün yönleriyle mevcudu tahlil, tahriç ve illetlerini tespit etmeye sevk etti. Bu büyük fýkhi servet takdire þayan çalýþmalarla muazzam bir derinliðe kavuþtu. Selefi anlayýþa sahip münekkitlerin iddia ettiði gibi -hicri dördüncü asýrdan Mecelle’ye kadar devam eden- taklit devrinde fukaha oturup hazýrý tüketmedi. Binlere belki on binlere tekabül eden fýkhi meseleleri sistematize ettiler. Hükümlerin illetlerini ortaya çýkardýlar. Usulle alakalý þaheserler vücuda getirdiler. Ýhtiyaç hisse-dildiðinde de baðlý bulunduklarý müçtehit imamýn içtihat usulü çerçevesinde ictihatta bulundular. Kerhi (ö.340/952), Hassaf (ö.261/874) ve Tahavi (ö.321 /933)40 gibi allameler kitaplarda çözü-mü olmayan konularda görüþlerini ortaya koydular. Bu duruþlarýyla hem sahih geleneði korudular hem de hayata müdahil aktif bir fýkýh anlayýþýndan yana olduklarýný gösterdiler. Bu yüzden taklit devri, fýkhýn duraðanlaþmasýna deðil, kendi hususi bünyesinde sistemli ve dinamik bir yapýya kavuþmasýna ev sahipliði yapmýþtýr.
Niçin Taklit Teþvik Edildi?
Fatimiler sapýk anlayýþlarýný Ýslam coðrafyasýnda ikame edebilmek için yeni içtihatlarla Ýslam irfanýný sarsmayý/yýkmayý denediler. Namaza, oru-ca, hacca… dair Kur’an ve Sünnet’e muhalif görüþler ileri sürdüler. Ma’þeri vicdanda meþruiyet kazanabilmek için de içtihat kavramýnýn arkasýna sýðýndýlar. Karþý duranlarý siyasi nüfuzlarýyla susturma yoluna gittiler. Ýlmen ve siyaseten anarþist bir yapýlanma içerisinde oldular. Onlarýn bu saldýrý-larýna karþý Sünnet ve Cemaat alimleri bir taraftan Ýçtihadýn Kur’an ve Sünnet’ten neþet etmesi gerektiðini, diðer taraftan ise sahih fýkhi birikimin Ýslam’ýn temel esaslarýna dair yeni þeyler ortaya koymayý zaid kýldýðýný söylediler. Deðiþen zamana göre fikhi hükümlerin deðiþmeyeceðini bilakis Ýslam’ýn bütün zamanlarý kendi deðerleri doðrultusunda deðiþtirmeyi talep ettiðini ilan ettiler ctihat Neyin Bahanesi
Fatimilerde olduðu gibi sahih Ýslami geleneði devre dýþý býrakmak isteyenler hep içtihat bahanesiyle emellerine ulaþmak istemiþlerdir. Çünkü sapýk görüþlerin Müslümanlar tarafýndan benimsenmesinin yegane yolu onlarýn içtihat olduðunun kabulüne baðlýdýr.
Avamýn yeni anlayýþlarý neden, niçin gibi soru kipleriyle sorgulamalarý “bu bir içtihattýr” ifadesiyle geçiþtirilmeye çalýþýlmýþtýr. Muhakkak ki içtihadýn ihtiyaç halinde yapýlmasý bir zarurettir. Bu yüzden taklit devri de dahil tarih boyu bütün fakihler kesintisiz içtihat etmiþlerdir. Fakat müçtehit imamlar bunu “müstakil müçtehit” kimliðiyle sonrakiler ise “müntesip müçtehit” zarfý içerisinde yapmýþlardýr. Ayrýca ictihadýn meþru ve muteber olabilmesi için “ehlinden sadýr ve mahalline masruf olmasý” gerekir. Ýlmi ehliyetten yoksun olanlarýn din adýna ahkam kesmeleri muhkem ayetlerle tayin edilen hususlarda içtihada tevessül etmeleri imar adý altýnda iþlenen yýkýmdan baþka bir þey deðildir. Mezhepler tarihi bu hükmün en canlý þahididir. Kaderiye’den Cebriye’ye Mutezile’den Hariciler’e tarih mezhep mezarlýðýyla doludur. Bütün bunlarýn arka planýnda ise ehliyet ve liyakat fukarasý insanlarýn içtihat adý altýnda sarf ettikleri sapýk görüþler yatmaktadýr.
Yeni hezeyanlarýn tedavüle çýkmasý ve Ýslam coðrafyasýnda makes bulmasýnýn yegane yolunun içtihadý teþvik, taklidi ise men etmekten geçtiðini bilen dýþ güçler; istila ettikleri bölgelerdeki alimlere “Ýslam donuk bir dindir. Müslümanlarýn periþan halleri taklidi meþru kabul etmelerinden kaynaklanmaktadýr. Kurtuluþ ise kapsamlý bir içtihat hareketiyle mümkündür.” þeklinde telkinlerde bulundular.
Batýlý adam tahrif etmek istediði dinin bünyesine kendi ideolojisini yerleþtirebilmek için Ýslam coðrafyasýnýn her tarafýnda içtihat propagandasý yaptý. Öyle etkili oldu ki kýsa zamanda Ehl-i Hadis’ten Ehl-i Kur’an’a kadar sahih Ýslami geleneði reddeden bir sürü hareket zuhur etti. Mevcut/meþhur dört mezhebi tanýmayan Ehl-i Hadis’in teþvikiyle alim-cahil herkes içtihat yapmaya yöneldi. Mýsýr’lý Þeyh Meraði öylesine ileri gitti ki içtihat için Arapça bilmenin dahi þart olmadýðýný ileri sürdü. Ondan cesaret alan devrin Mýsýr’daki Ýngiliz büyük elçisi banka ile ilgili meselelerde içtihat etti. Müslümanlarýn Ebu Hanife’yi taklit etmesine tahammül edemeyenler Hýristiyan bir sefirin içtihatlarýna sessiz kalarak cevaz verdiler.
DELÝLLER
Taklide karþý tavýr alanlar arasýnda özellikle Mutezi-le’nin Baðdat ekolü, Ýmamiye’nin bir grubu, Zahiriler ve bu mezhebi eserleriyle günümüze taþýyan Ýbn Hazm (ö.456/1064) önemli bir yer tutmaktadýr.41 Çaðýmýzda bu anlayýþýn en önemli temsilcileri “selefi” olduklarýna vurgu yapan kiþilerdir. “Ben Ezher’de bir çok müçtehit görüyorum ki; taklit kendilerine haramdýr.” Diyen Mýsýr’ýn “Muslih-i Kebir”i! Þeyh Meraði’den, “Hanefi ya da Þafi olmak Muhammedi olmaya engeldir.” Diyen Hocendi’ye, Þeyh Nasýrüddin’den “Ehl-i Hadis” baðlýlarýna kadar yýðýnla insan taklidin haram olduðunu iddia etmektedir.
Bunlarýn karþýsýnda ise güneþ gibi bedihi deliller ve taklidin caiz olduðunu bizzat taklit ederek gösteren meþhur dört mezhebin fakihleri vardýr.
Taklidin caiz olduðunu gösteren deliller o kadar açýk ki onlarý görmek deðil görmemek özel bir gayret ister. Ne ki Ýslam’ýn saðlam bünyesini sarsmayý amaç edinenler bunlarý perdelemenin peþindedirler. Ýþte buyurun naklin ve aklýn cephesinden avamýn müçtehidi taklit etmesinin gerekliliðine þahitlik eden deliller:
Ehline Sorun
Kur’an’ý Kerim, alimlerin Allah ve Rasülü’nden sonra baþvurulmasý gereken yegane otorite olduðunu belirtir.42 Nitekim, konuyla alakalý bir ayette Cenab-ý Hak43 “Eðer bilmiyorsanýz bilgi ehline sorun” 44 buyurmaktadýr. Bu ayet, mükelleflerin bilmedikleri konularý ehline sormalarýný amir mutlak bir emirdir.45 Ayete raðmen bütün insanlarý, dini meselelerin tamamýný içtihat ederek öðrenmeye davet etmek Kur’an’ý anlamamada ýsrar ediþten neþet eder ki çaresi ýslahý hal ve etraflý bir tedrisattýr.
Allah Rasulü (s.a.v.), avama marifete ulaþmanýn usulünü anlatýrken bilenlere sorup-öðrenmelerini tavsiye etmektedir. Nitekim, baþýndan yaralanan bir sahabiye, guslün gerekli olduðunu söyleyerek ölümüne sebep olanlara þöyle buyurmuþtur: “Madem ki bilmiyorlar bilenlere sorsalar ya! Meramýný anlatamamanýn ilacý, sormaktýr.”46
Allah Teala Ashabý Taklit
Edenlerden Razý Olmuþtur
Kur’an’ý Kerim’de taklidin meþruluðuna iþaret eden diðer bir delil ise, “(Ýslam Dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tâbi olanlar var ya iþte Allah, onlardan razý olmuþtur, onlar da Allah’tan razý olmuþlardýr”47 ayetidir. Burada zikredilen ashaba tabi olma ifadesi taklitle ayný anlamdadýr. Çünkü, ashabýn bizzat kendisi delil olmadýðýndan söz ve amelleri ya Hz. Rasulüllah’dan duyduklarýna ya da içtihatlarýna dayanmaktadýr.48 Bu durumda onlara tabi olmak, taklit kapsamýnda deðerlendirilir. Eðer bizzat kendileri delil kapsamýnda ele alýnsaydý bu durumda onlarýn yaptýklarýný benimsemenin adý ittiba olurdu. Ayrýca, Allah Teala onlara tabi olanlardan razý olduðunu ilan etmektedir. Ashaba tabi olmanýn Allah’ýn rýzasýna vesile olmasý da taklidin bilen-bilmeyen ekseninde gerçekleþmesi durumunda Kur’an’ýn ruhuyla baðdaþacaðýný gösterir.
Kur’an-ý Hakim’in ameli planda taklidin caiz olduðuna iþaret eden bir baþka ayeti þöyledir: “Müminlerin hepsinin toptan sefere çýkmalarý doðru deðildir. Onlardan, her topluluktan bir grup dinde (dini ilimlerde) geniþ bilgi sahibi olmak ve kavimleri (savaþtan) döndüklerinde (onlarý Allah’ýn azabý ile) korkutmak için geride kalmalýdýr. Umulur ki dikkatli olurlar”49 Bu ayette Allah Tela, müminlerin toptan savaþa iþtirak etmelerini yasaklamakta ve onlardan bir grubun Allah’ýn dinini iyiden iyiye öðrenebilmek için geride kalmasýný istemektedir. Buna gerekçe olarak da, kardeþleri savaþtan dönünce, helal ve haramý fetvâ yoluyla onlara sunabilecek kiþileri toplumda bulmalarý hususu zikredilmektedir.50 Ayný þekilde savaþtan dönen gruba, fakih sahabelerin fetvâlarýný almalarý tavsiye edilmektedir.51 Bu ayet ashabýn avamýnýn müçtehitleri taklit ettiðinin açýk delillerindendir.
“uyulmasý ve taklit edilmesi vacip olan tek hak mezhep Hz. Muhammed’in mezhebidir.”78 türünden mantýk oyunlarý ve kavram kargaþalarýyla müçtehitleri taklit etmeyi gayri meþru göstermeleri anlaþýlýr bir çýkýþ deðildir. Muasýr Ýslam alimlerinden Saîd Ramazan el-Bûtî’nin79 de tenkit ettiði bu düþünce tarzý kanaatimizce, Ýslam Kültür Atlasýnýn oluþum aþamalarýný tanýmamaktan kaynaklanmaktadýr.
Çünkü, taklidin ortaya çýktýðý zaman dilimini, tarihi süreç içinde deðerlendirebilen herkes, müçtehitlerin içtihatlarýný hangi þartlar altýnda yaptýklarýný anlar ve gerek içtihadýn gerek taklidin Ýslam’ýn kendi iç dinamiklerinden kaynaklandýðýný kabul eder.
Yüce Allah, insanlarýn beden güçlerini birbirinden farklý yarattýðý gibi, zekalarýný da farklý yaratmýþtýr. Bu gerçek ortada iken, Onun bütün mükelleflerden dini konularda derin bilgiye sahip olmalarýný ve bu bilgi doðrultusunda içtihat etmelerini istemesi adalet ve hikmetiyle çeliþir. Bundan dolayýdýr ki; insanlarýn kimini alim, kimini öðrenci, kimini müçtehit, kimini de mukallit olabilecek bir kabiliyette yaratmýþtýr. Ayrýca taklit, insanýn fýtratýnda var olan bir duygudur. Nitekim, öðrencinin öðretmenini, sporcunun antrenörünü taklit ederek yetiþmesi bunun sosyal bir realite olduðunu göstermektedir.
Bütün Müslümanlarýn güncel sorunlarýný çözebilmeleri için ferdi planda Kur’an ve Sünnet’e müracaat edip hüküm çýkarmalarý mümkün deðildir. Bu yüzden avamýn müçtehit imamlarý hüküm ve ya delilde taklit etmeleri tabiî bir olgudur.
Þâtibi’nin Muvafakât’ýný þerh eden Abdullah Dýraz bu baðlamda þunlarý söylemektedir:
“Makul olan delil odur ki, içtihat ehliyetine sahip olmayanlar fýkhi bir problemle karþýlaþtýklarýnda, ya hiçbir þekilde bununla amel etmezler -ki böyle bir durum icmaya aykýrý-dýr- þayet bununla amel ederlerse, bu durumda ya hükmü ispat eden delili araþtýrmak ya da taklit etmek suretiyle amel ederler. Birincisi mümkün deðildir. Çünkü böyle bir problem hem kendilerini hem de halký olaylarýn delillerini araþtýrmaya yöneltir, onlarý, iþlerinden alýkoyar, meslek ve sanatlarýný olumsuz yönde etkiler ve neticede bu gidiþ ekonomi ve sosyal hayatý sarsar. Bütün bunlar, taklidi kaldýrmanýn ne kadar zor olduðunu gösterir. Kapýlarýn tamamý kapalý olduðuna göre, önümüzde tek seçenek olarak taklit kalýyor. Dolayýsýyla farzlar eda edilirken taklîtle amel edilmelidir.”80
Taklit Niçin Önemli?
Dinin fýkhi boyutunun, avam tarafýndan anlaþýlmasýnda taklidin önemli bir rolü vardýr. Bu realite ihmal edildiðinde hayatla fýkhýn bir bütünlük içerisinde olmasý imkansýzlaþýr. Nitekim, fukaha kiþinin gýda maddesi ve benzeri þeyleri satýn alýrken, onlarý helal ya da haram yapan illetleri sormadan, sadece satýcýnýn beyanýný taklitle yetinebileceði konusunda fikir birliði içerisindedir.81 Cemaat, arkasýnda namaz kýldýðý imamýn temizlikle ilgili beyanýný esas aldýðý gibi, kýraatin gizli olduðu namazlarda da imamý taklit eder, okuyup-okumadýðýný araþtýrmaz. Müslüman bir eþ hayýzla ilgili konularda hanýmýný, veli, önceden evlenip boþanan ya da kocasý ölen bir kadýnýn iddetle alakalý beyanýný, hakim þahidi, muhaddis raviyi taklit eder.82 Örneklerde de görüldüðü üzere, ibadetten aileye, adaletten ekonomiye, kýsacasý toplumsal hayatýn her alanýnda taklidin iþlevselliði vardýr. Fýkýh, hayatý düzenleyip-þekillendirme ödevini yerine getirirken kolaylaþtýrýcý olma niteliðini sürekli korur.
Hüküm
Ýz b. Abdisselam (ö. 660/1226), Ýbnu’l-Humam (ö. 861/1457),83 Þah Veliyyullah Dehlevî84, Ýmam Nab-lûsi85 gibi muhakkik fakihler, mukallidin müçtehidi taklit etmesinin zorunluluðu üzerinde ýsrarla durmuþlardýr.
Fýkhýn makasýd boyutuna dikkat çeken meþhur usul bilgini Þâtibî bu noktada þunlarý söyler:
“Avama göre müçtehitlerin fetvâsý, müçtehitlere göre dini deliller mesabesindedir. Avam, delillerden istifade edemediðinden, onun için delillerin varlýðý ve yokluðu arasýnda fark yoktur. Zaten deliller üzerinde araþtýrma yapmak ve delillerden hareketle içtihatta bulunmak onlar için caiz deðildir. Nitekim Yüce Allah ‘eðer bilmiyorsanýz bilenlere sorun.’86 buyurarak onlarý taklîde yönlendirmektedir. Avam için dini hükümlerde müracaat edilmesi gereken otorite, alimlerdir. Buna göre alimler mukallitler için kanun koyucu makamýndadýr.”87
Ýçtihadýn “zan” ifade ediþini gerekçe göstererek, avamýn müçtehidi taklit etmesine karþý çýkmak da doðru deðildir. Zira, haberi ahad da “zan” ifade etmesine raðmen, alimler onunla amel etmenin vacip olduðunda icma etmiþlerdir.88 Zan ifade Eden Haber-i Ahad müçtehit için nasýl baðlayýcý oluyorsa, içtihatta mukallit için ayný þekilde baðlayýcý olur. Ayrýca Haber-i Ahad niteliðindeki bir rivayetin ibadetle ilgili konularda baðlayýcý olduðu bizzat Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sünnetiyle sabittir. Çünkü, Allah Rasulü (s.a.v.) çeþitli bölgelere, ibadet vb. konulardaki hükümleri öðretmeleri için tek tek öðreticiler gönderirdi. Tek bir kiþinin sözlerinin zan ifade ettiðini bilmesine raðmen, yine de bölge halkýna gönderilen sahabiye uymalarýný emrederdi.89
Mukallidin müçtehidi taklit etmesinin gerekli olduðunu ifade eden deliller, Kur’an, Sünnet, sahabe uygulamasý, icma ve akla dayanmaktadýr. Ýslam’ýn baþlangýcýndan günümüze kadarki tarihi süreç içerisinde taklidi hangi þartlar ve nedenler ortaya çýkardýysa, 90 bugün de ayný nedenler ve gerekçeler varlýðýný sürdürdüðüne göre avam için hala en makul yol mevcut/meþhur dört mezhepten birini taklit etmektir.
Taklidin, Ümmeti ilmi faaliyetlerden kopardýðýný bu yüz den son üç asýrdýr yaþanýlan hezimetten de sorumlu olduðunu iddia etmek hilafý hakikattir. Çünkü taklidin bütün halka teþmil ediliþ süreci Ýslam dünyasýnýn siyaseten en güçlü olduðu yýllara tekabül eder.
Taklidi benimseyen fakihler zannedildiði gibi hayatýn ürettiði yeni sorunlara ilgisiz kalmadýlar bilakis “müntesip müçtehit” kimlikleriyle müçtehit imamlarýn usullerini kullanarak içtihat ettiler. Halk mezhepleri “hükümde” taklit ederken onlar “delilde” taklit ettiler ki bu bir anlamda içtihattýr. Her konuda yeniden içtihat yapmanýn hasýlý tahsil olacaðýný bildiklerinden mevcut içtihatlar üzerinde yoðunlaþtýlar. Ta’lil, tahriç ve tercih çalýþmalarýyla fýkhi mirasý daha kullanýlýr bir yapýya kavuþturdular. Asýrlardýr kullanýlan “fetva” kitaplarý mukallit diye küçümsenen o allamelerin eseridir.
Bugün Bin Baz ve Üseymin gibi fanatik Ýbn Teymiye baðlýsý Selefiler dýþýndaki neredeyse bütün muasýr fakihler fetvalarýnda Serahsi, Ýbn Humam, Karafi ve Suyuti gibi büyük ruhlu fakihlerin fýkhi tasavvurlarýný kullanýyorlar. Muasýr meselelere dair müstakil eser yazan muhakkik fakihler Merðinani’nin “Hidaye’sini okutabilmeyi iftihar vesilesi kabul ediyorlar. Büyük bir fakih bir gün þöyle bir itirafta bulunmuþtu: “Bu benim Hidaye’yi size yirmi birinci okutuþum. Ne var ki her okutuþumda yeni manalar keþfediyor, eksikliðimi anlýyorum. Bu yüzden piyasa fakihlerinin Merðinani ile boy ölçüþmesini küçük bebeklerin Ben Koca Yusuf’la güreþirim demesine benzetiyorum.”
Ýmam Yafi diyor ki rüzgar bazen sivrisinekleri önüne katar, alýr daðlarýn zirvelerine taþýr. Bir an sinekler daðlarýn sultanlarý olduklarýný düþünürler. Fakat farklý yönden esen yeni bir rüzgar onlarý alýr uzak iklimlere ya da yok oluþa sürekler. Sinekler geldiði gibi giderler fakat geride daðlar dimdik kalýr.
Selefilerin delilde ya da hükümde mukallit oluþlarýndan dolayý tenkit ettikleri büyük ruhlu fakihler “müntesip müçtehit” kimlikleriyle öylesine muazzam eserler telif ettiler ki dün olduðu gibi bu günde en muteber fakihler onlarý referans göstererek itibar kazanmaktadýr. Fakihler fýkýhla hezeyan arasýndaki sýnýr taþlarýdýr. Onlarýn çepeçevre kuþattýklarý alan (mezhepler), alim-cahil bütün ümmet için en güvenilir bölgedir. O bölge (mezhepler) tahrif edilmek istenen Ýslam’a karþý, indirilen Ýslam’ýn muhkem kalesidir.
dipnotlar
1-Ebû Zeyd Veliyyüddîn Abdurrahman b. Muhammed Ýbn Haldûn, Mukaddime, Daru’l-Kutubi’l-Ýlmiyye, Beyrut, 1993, s.33.
2 - Ahmet Vehbi Ecer, “Ýctimai Hayat ve Kültür Tarihi Bakýmýndan Fetva Kitablarýnýn Önemi”, (Prof. M. Tayyib Okiç Armaðaný), AUÝÝFD, Ankara, 1978, s. 252.
3- Bkz. Muhammed Saîd Ramazan el-Bûtî, el-Lâmezhebiyye Ahtâru Bida’tin Tuheddidu’þ-Þeriate’l-Ýslamiyye, Mektebetu’l-Farabi, Dýmeþk, ty., s.71 vd.
4- Ayrýntýlý bilgi bilgi için bkz. Abdulvahhâb Hallâf, Ýlmu Usûli’l-Fýkh, Lübnan, 1942, s. 25,26; Vehbe Zuhaylî, Usûli’l-Fýkhi’l-Ýslamî, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1998, I, 441,442.
5- Kur’an, Bakara (2): 286; Ayrýca bkz. Ebû Ýshâk Ýbrâhim b. Mûsâ Þâtibî, el-Muvafakât fî Usûli’þ-Þerî’a, Daru’l-Ma’rife, Beyrut, 1996, IV, 22.
6- Þâtibî, Muvafakât, IV, 22; Þah Veliyyullah Ahmed b. Abdurrahîm ed-Dehlevî, Ýkdu’l-Cîd fî Ahkami’l-Ýctihad ve’t-Taklîd, Kahire, 1398, s.42.
7- Mecdu’d-Dîn Muhammed b. Yakup b. Muhammed b. Ýbrahim Firûzâbâdi, el-Kâmus, Daru’l-Kutubi’l-Ýlmiyye, Beyrut, 1999, I, 456.
8- Muhammed Düsûkî, el-Ýctihad ve’t-Taklîd fî’þ-Þeri’ati’l-Ýslamiyye, Darüs-Sekafe, Katar, 1987, s.202.
9- Seyyid Bey, Muhammed, Medhal, Asitane Kitabevi, Ýstanbul, ty, s.274.
10-Bkz. Seyfuddîn Ebü’l-Hasan b. Ebî Ali b. Muhammed Amidi, el-Ýhkâm fî Usüli’l-Ahkam, Daru’l-Kutubi’l-Ýlmiyye, Beyrut, t.y., IV, 445; Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed Gazzâlî, el-Mustasfa Min Ýlmi’l-Usûl, Kahire, 1356, II, 123; Muhammed Dusûki, el-Ýctihad ve’t-Taklîd fî’þ-Þeri’ati’l-Ýslamiyye, Darü’s-Sekafe, Katar, 1987, s.202; Muhammed b. Ali Þevkanî, Ýrþâdü’l-Fuhûl, Daru’l-Kutubi’l-Ýlmiyye, Beyrut, ty., s.391; Muhammed Hudarî, Usûlu’l-Fýkh, Daru’l-Ma’rife, Beyrut, 1998, s.369.
11- Nureddin Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Kâri, Feth-u Babi’l-Ýnâye bi Þerhi’n-Nukâye, Daru’l-Erkam, Beyrut, 1997, II, 42.
12- Ebû’l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed Ýbn Rüþd, Bidâyetu’l-Müctehid ve Nihâyetu’l-Muktesid, Daru’l-Kutubi’l-Ýlmiyye, Beyrut, 2000, I, 13.
13- Mustafa Ahmed Zerkâ, el-Medhalu’l-Fýkhýyyu’l-Amm, Daru’l-Kalem, Dýmeþk, 1998, I, 165,172; Abdulkerim Zeydan, el-Medhal li Diraseti’þ-Þeri’ati’l-Ýslamiyye, Muessesetu’r-Risale, Beyrut, 1999, S.91.
14- Talat Koçyiðit, Hadis Tarihi, Ankara 1977, s.18.
15- Celalüddin Abdurrahman Suyuti, Adabu’l-Müfti, Süleynaniye Küt., Þehit Ali Paþa, no: 2714, vr. 148; Fahrettin, Atar, “Ýfta Teþkilatýnýn Ortaya Çýkýþý”, MÜÝFD, yýl 1985, sayý 3, Ýstanbul, 24.
16- Buti, a.g.e., s.71.
17- Ebu Ýsa Muhammed b. Ýsa, Tirmizi, Sünenü’t-Tirmizi, Daru’l-Fikr, Beyrut 1994, 13/Ahkam, 3, (III,62, H. no:1332).
18- Bkz. Zerka, Medhal, I, 173-178; Zeydan, Medhal, s.99-109; Ali Sayis, a. g.e., s.43; Ýbn Kayyým, a.g.e., I, 45.
19- Zerka, Medhal, I, 173-178; Zeydan, Medhal, s.99-109; Ali Sayis, a.g.e., s.43; Ýbn Kayyým, a.g.e., I, 45.
20- Atar, a.g.m., s.26.
21- Zeydan, Medhal, s.111; Ali Sayis, a.g.e., s.69.
22- Zeydan, Medhal, s.117; Zerka, Medhal, I, 185; Atar, a.g.m., s.26.
23- Zeydan, Medhal, s.117; Zerka, Medhal, I, 185.
24- Hayreddin Karaman, Ýslam Hukuk Tarihi, Nesil Yayýnlarý, Ýstanbul 1989. s.169-180; Atar, a.g.m., s.28,29.
25- Zeydan, Medhal, 118; Ali Sayis, a.g.e.,s.92.
26- Ali Sayis, a.g.e., s.92-124; Zeydan, Medhal, s.118-121; Atar, a.g.m., s.29.
27- Muhammed Ýbrahim Ahmed Ali, el-Mezheb inde’l-Hanefiyye, Mekke, ty, s. 68-69.
28-Karaman, Hukuk Tarihi, s.174.
29-Zerkâ, Medhal, I, 202.
30-Örneðin bkz. Zeydan, Medhal, s.118.
31-Zeydan, Medhal, s.118.
32-Ahmed Ali, a.g.e., s.61,66; Hafnâvî, a.g.e., s.219.
33-Hafnâvî, a.g.e., s.221.
34-Ýbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Daru’l-Hadis, Kahire, 1992, XI, 371; Komisyon, Doðuþtan Günümüze Büyük Ýslam Tarihi, Çað Yayýnlarý, Ýstanbul, 1998, V, 204-.205.
35-Ali Sayis, a.g.e., s.127; Zeydan, Medhal, s.123; Ýbn Haldûn, a.g.e., s.152; Hafnâvî, a.g.e., s. 222.
36 - Bkz Ýbn Kesir, el-Bidâye, XI, 371; Komisyon, Büyük Ýslam Tarhi, V, 204-205; Ali Sayis, a.g.e., s.127; Zeydan, Medhal, s.123; Ýbn Haldûn, a.g.e., s.152; Hafnâvî, a.g.e., s.222.
37-Ali Sayis, a.g.e., s.127.
38- Zerkâ, Medhal, I, 205.
39- Zerkâ, Medhal, I, 204; Hafnâvî, a.g.e., s.222.
40- Ali Muhammed, a.g.e., s. 58-59.
41- Amidi, a.g.e., III, 170.
42- Kurtubi, a.g.e., XI, 181.
43- Amidi, a.g.e., III, 170; Hudari, a.g.e., s.371; Zuhaylî, a.g.e., II, 1155.
44-Kur’an, Enbiya(21): 7.
45-Ýnsanlara sorumluluk yüklenirken onlarýn kapasitelerinin dikkate alýnmasýný gerektiren ayetlerle içtihadýn avam-müçtehit herkese vacib olduðunu söylemek çeliþir. Ýslam toplumundan meþakkatin kaldýrýldýðýný bildiren ayetler genel bir hüküm ifade ettiklerinden dolayý, içtihadýn vucubiyetine iþaret eden nasslar da müçtehitlerle sýnýrlý olur. Bkz. Seyyid Bey, a.g.e., s.282.
46-Süleyman b. el-Eþ’as el-Ecdi, Ebû Davud, Sünenü Ebi Davud, (Avnu’l-Ma’bud Þerhiyle Birlikte), Daru’l-Fikr, Beyrut, 1995, 1/Kitabu’t-Tahare, 126, (I, 407,408, H. no: 334,335)
47- Kur’an, Tevbe(9): 100; Hafnâvî, a.g.e., s.211.
48- Kurtubi, a.g.e., XII, 151.
49- Kur’an, Tevbe (9): 22.
50- Bûtî, a.g.e., s.71.
51- Ýbn Kayyým, a.g.e., II, 182.
52- Tirmizî, 42/Ýlim, 16, (IV, 308, H. no: 2685); Abdullah b. Abdirrahman, Darimi, Sünenü’d-Darimi, Daru’l-Kitabi’l-Arabi, Beyrut, 1997, Mukaddime, 16, (I, 57, H. no: 95).
53- Ýbn Kayyým, a.g.e., II.182.
54- Bûtî, a.g.e., s.71.
55- Bûtî, a.g.e., s.71.
56- Tirmizî, 13/Ahkam, 3, (III,62, H. no:1332).
57- Bûtî, a.g.e., s.71.
58- Yukarýda da ifade ettiðimiz gibi sayýlarý yüzbinli rakamlarla ifade edilen ashabýn yekunu içinde fetvâ vermekle meþhur olanlarýn adedi oldukça azdý. Ýbn Kayyým, kadýn-erkek yüz otuz küsür müçtehidin olduðunu nakletmektedir. Bkz. Ýbn Kayyým, a.g.e., I, 12.
59- Ýbn Kayyým, a.g.e., I, 12; Dusûki, a.g.e., s.212; Zuhaylî, a.g.e., II, 1155.
60- Bûtî, a.g.e., s.71.
61- Ýbn Kayyým, a.g.e., II, 180.
62-Ýsmail b. Muhammed b. Abdilhadi Acluni, Keþfu’l-Hafâ ve Müzilu’l-Ýlbas amma Ýþtehere mine’l-Ehâdisi ala Elsineti’n-Nas, Daru’l-Kutubi’l-Ýlmiyye, Beyrut, 1997, I, 118.
63- Ýbn Kayyým, a.g.e., II, 182.
64- Ýbn Kayyým, a.g.e., I, 189.
65- Bkz. Ahmed Ali, a.g.e., s.67.
66- Bkz. Seyyid Bey, a.g.e., s.275.
67-Aksi bir hükme varmak doðru deðildir. Zira bu, iki müçtehit sahabeden birinin diðerini hükümde taklit etmesi demek olur ki, bilindiði gibi böyle bir taklit caiz deðildir. Hafnâvî, a.g.e., s.311.
68- Amidi, a.g.e., III, 171.
69- Cemaluddin Abdurrahim Ýsnevi, Nihâyetu’s-Sûl Þerh-u Minhaci’l-Vusûl ile’l-Usûl,(el-Bedahþi þerhi ile birlikte), Mýsýr, ty, III, 214; Âmidi, a.g.e., IV, 198; Hafnâvî, a.g.e., s.212.
70-Ýbn Haldûn, a.g.e., s.33.
71-Nedim el-Cisr, Ýlim Felsefe Kur’an Iþýðýnda Ýman, (ter: Remzi Barýþýk), Kitabevi, Ýstanbul, 1995, s.87-98.
72-Hudari, a.g.e., s.360.
73- Kur’an, Bakara(2): 286.
74- Ebû Ýshak Ýbrahim b. Musa Þâtýbî, el-Ý’tisâm, Daru’l-Ma’rife, Beyrut, 1997, II, 580.
75- Þâtibî, Ý’tisam, II, 580.
76- Dehlevî, Ýkdu’l-Cîd, s.42.
77- Bûtî, a.g.e., s.82-83.
78- Bûtî, a.g.e., s.84.
79- Bûtî, a.g.e., s.84.
80- Þâtibî, el-Muvafakât fî Usuli’þ-Þeri’a, Daru’l-Ma’rife, Beyrut, 1996, IV,638, (Dipnot: 2).
81- Ýbn Kayyým, a.g.e., II, 182.
82- Ýbn Kayyým, a.g.e., II, 182-183.
83-Ebû Muhammed Ýzzuddin Abdulaziz b. Abdisselam es-Sülemi, Kavâidu’l-Ahkâm fî Mesâlihi’l-Enâm, Beyrut, 1999, II, 350.
84- Bkz. Dehlevî, Kitabu’l-Ýnsaf, Hakikat Kitabevi, Ýstanbul, 1998.
85- Bkz. Nablûsi, Hulâsatu’t-Tahkik fî Beyani Hükmi’t-Taklîd ve’t-Telfik, Ýstanbul, 2000.
86- Kur’an, Nahl(16 ): 43.
87-Þâtibi, Muvafakât, IV, 638.
88-Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed b. Ebi Sehl es-Serahsi, Usûl, (tah. Ebû’l-Vefa el-Afgâni), Daru’l-Kutubi’l-Ýlmiyye, Beyrut, 1993, I, 329; Þevkâni, Ýrþâd, s.49; Zeydan, el-Vecîz, s.171.
89- Bûtî, a.g.e., s.72.
90-Ýhsan Þenocak, Ýslam Hukukunda Taklit, Basýlmamýþ Yüksek Lisans Tezi, Samsun, 2003, s.99.
radyobeyan