Makale Dünyasý
Pages: 1
Butun Zamanlarin En hayirli Kusagi:Sahabe.. By: ezzehraveyn Date: 06 Kasým 2009, 00:33:04
BÜTÜN ZAMANLARIN EN HAYIRLI KUÞAÐI: SAHABE

 

Halit ÝSTANBULLU


Sahabi arkadaþ/dost olmak anlamýna gelen sohbet/suhbet kelimesinden müþtak bir kelime. Bunun için muayyen bir ölçü yok, “sahabi” az ya da çok baþkasý ile birlikte olan herkese þamil. Bu yüzden; “falanca ile bir yýl, bir ay, bir gün ve hatta kýsa bir an beraber oldum” derken sahibe/beraber oldu fiili kullanýlýr. Kelimenin sohbet çerçevesinde kazandýðý geniþ anlam, günün belli bir anýnda Allah Rasulü (s.a.v.) ile birlikte olan kiþiyi de içine almaktadýr.

 

Sahabi olmanýn ve de o duruþ üzere kalmanýn “nasýllýðý” ulema indinde farklý mütalalara neden olmuþtur. Muhaddislere göre; Allah Rasülü’nü (s.a.v.) müslüman olarak bir defa gören kiþi sahabidir. Fakat O’nu (s.a.v.) mümin olarak görenin iman üzere ölmesi þarttýr.[1] Sahabi olma þerefine nail olan, ardýndan irtidat eden sonra tekrar müslüman olan fakat yeni halinde Allah Rasülü’nü (s.a.v.) göremeden ölenler tarifin dýþýnda kalýrlar. Bu yüzden Kurre b. Meysere, Eþ’as b. Kays gibi bir ara irtidata irtikap edenler Ebu Hanife ve Þafi’ye göre sahabi kabul edilmezler.[2] Ýrtidat ameliyesi kiþinin bütün amellerini iptal ettiði gibi sahabi olma payesini de alýr-götürür.[3]

Allah Rasülü’nü (s.a.v.) görmenin nasýllýðý ile ilgili mülahazalar þu çerçevededir: Kiþi bizatihi O’nu (s.a.v.) görmeyi kast ediyor, ya da baþkasý vesile oluyor, bizzat O’na (s.a.v.) bakýyor, ya da hedefinde baþkasýný görmek varken gayri ihtiyari olarak bakýþlarý O’na (s.a.v.) alýyor.[4] Eðer bütün bu bakýþlarýn öncesinde iman varsa “gören” kiþi sahabi kabul edilir.

Allah Rasulü’nü (s.a.v.) görmek, “O’na (s.a.v.) mülaki olmak” anlamýnda deðerlendirilmelidir. Zira Ýbn Ümmi Mektum gibi Efendimiz’i (s.a.v.) dünya gözü ile göremeyenler de tereddütsüz sahabidir.[5] Saðýný solunu birbirinden ayýrabilen veya “sözü anlayýp karþýlýk verebilecek” derecede bir dirayete malik olan çocuklar da sahabidir.[6]

Ebu Zueyb El-Hüzeli gibi O’nu (s.a.v.) ölümle defn arasýnda görenler yaþarken görme bahtiyarlýðýna eremediklerinden sahabi kabul edilmezler.[7]

Ez cümle sahabi; Allah Rasulü’nü (s.a.v.) , risalet vazifesinin baþlangýcýndan Ezeli ve Ebedi dostu olan Allah Teala’ya irtihal ediþine kadar devam eden süreç içerisinde mümin olarak gören ve o hal üzere vefat eden kiþidir.

Melekler Sahabe midir?

Allah Rasulü’nü (s.a.v.) mümin olarak gören ve o hal üzere ölen “herkes” zarfýnda insandan baþka kimler var? Hz. Cebrail bazen asli suretinde bazen de Dihyet-i Kelbi hüviyetinde O’nunla (s.a.v.) görüþmüþtür. Görüþme aþikar olduðuna göre melekler de sahabi midir?

Bütün zamanlarý ibadete ayarlý olan ve bu yüzden nafile ibadet yapmaya dahi zaman bulamayan meleklere peygamber gönderilip gönderilmediði, gönderildi ise Allah Rasulü’nün (s.a.v.) ashap kadrosuna dahil olup-olmadýklarý ihtilaflýdýr. Fahruddin Razi “Esraru’t-Tenzil” adlý eserinde risaletin melekleri baðlamadýðý noktasýnda icmanýn olduðunu nakletmektedir. Fakat icma olduðuna itiraz edenler de vardýr. Takiyyuddin Sübki Allah Rasulü’nün (s.a.v.) meleklere de gönderildiðini söylemektedir.[8] Fakat tercih edilen, risaletin meleklere þamil olmadýðý görüþüdür.

 

Cinlerin Durumu

Peygamberlere vahyedilen hakikatler cinleri de baðlar. Çünkü insanlar gibi mükelleftirler. Ýrade ve ihtiyarlarý vardýr. Ýbadet için yaratýlmýþlardýr: “Ben cinleri ve insanlarý ancak bana kulluk etsinler diye yarattým.”[9] Öldükten sonra diriltileceklerdir. Ýsyankar olanlarý cehennemde cezalandýrýlacaktýr.[10]

Cinlerin varoluþ gayeleri Allah Teâla’ya ibadet etmektir: Neye ve nasýl iman ve ibadet edeceklerini ise peygamberlerden öðrenmiþlerdir: “Hani cinlerden bir grubu, Kur’an’ý dinlemeleri için sana yöneltmiþtik. Kur’an’ý dinlemeye hazýr olduklarýnda (birbirlerine) ‘susun’ demiþler, Kur’an tamam olunca da uyarýcýlar olarak kavimlerine dönmüþlerdi. Ey kavmimiz! dediler, doðrusu biz Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekini doðrulayan, Hakka ve doðru yola ileten bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Allah’ýn davetçisine uyun.”[11] Bu ayetler bir çok açýdan cinlerin mükellef olduklarýna iþaret etmektedir:

* Allah Teâla cinleri Kur’an’ý dinleyip iman etmeleri, emirlerini uygulayýp yasaklarýndan sakýnmalarý için Allah Rasulü’nü (s.a.v.) dinlemeye yöneltmiþtir.

* Cinler, Kur’an’ý dinlediklerini, anladýklarýný ve O’nun doðruya ulaþtýran kitap olduðunu kabul ettiklerini haber vermektedirler. Onlarýn bu beyaný Musa’yý (a.s), O’na indirilen Kitabý, Kur’an’ýn Tevrat’ý tasdik ettiðini ve dosdoðru yola ilettiðini bildiklerini göstermektedir.

* Allah Rasulü’nü (s.a.v.) görüp, Kur’an’ý dinleyen cinlerin milletlerine; “Ey kavmimiz! Allah’ýn davetçisine uyun.” diye çaðrýda bulunmalarý, mükellef olduklarýna, haber verdiklerini doðrulamak, emrettiklerine de itaat etmek suretiyle Allah Rasulü’nün (s.a.v.) davetine müsbet karþýlýk vermekle emrolunduklarýna delalet etmektedir.[12]

Cinlerin tamamýnýn mükellef olduðu, bir kýsmýnýn Allah Rasulü’nü (s.a.v.) dinleyip iman ettiði[13] dikkate alýndýðýnda içlerinde sahabi vardýr. Çünkü Hz Rasulullah (s.a.v.) insanlara olduðu gibi cinlere de gönderilmiþtir: “Alemlere uyarýcý olsun diye kulu Muhammed’e Furkan’ý indiren Allah, yüceler yücesidir.”[14] Bütün müfessirler cinlerin de ayette geçen ‘âlem’ kapsamýna girdiði noktasýnda icma etmiþlerdir.[15]

“Kalk uyar.”[16] ayeti mutlak olduðundan akýl sahibi bütün canlýlarý kapsar. Cinler de bu baðlamda deðerlendirilir. Çünkü onlar içerisinde de sefihler, cehenneme girecekler vardýr.

Ýbn Hazm bu noktada þunlarý söylemektedir: “Allah Teala cinlerden bir grubun iman ettiðini, Hz. Rasulullah’tan (s.a.v.) Kur’an dinlediðini ve içlerinde faziletli sahabilerin yer aldýðýný bizlere bildirmektedir.”[17]

Ne var ki pozitivizmin gücüyle sarsýlan bazý modernistler cin bahsinde bir takým garip te’villere giderek “cin” gerçeðini çarpýtmýþlardýr. Kainatta olan her þeyde sebep-sonuç prensibinin hakim olduðunu iddia eden Ahmed Han bu noktada pozitivizme öylesine teslim olmuþtur ki; beþ duyunun algý sahasýna girmeyen her þeyi reddetmiþtir. Melekleri insandaki sezgisel biliþin, sudaki akýþkanlýk ve taþtaki katýlýk gibi yaratýlmýþ nesnelerin hususiyetleri olarak te’vil eden Ahmed Han[18] Kur’an’ý Kerim’de geçen “cin” kelimesinin kapsamý hakkýnda da þunlarý söylemiþtir: “Cin kelimesi beþ yerde ‘can’la ayný anlama gelmekte ve bunlar þer, hastalýk ve diðer olumsuzluklarýn yansýmalarý olarak anlatýlmaktadýr. Diðer yerlerde geçen “cin” kelimesinden ise çöllerde, tepelerde ve ormanlarda yaþayan yabani insanlar kastedilmektedir.[19]

Modernizmin Mýsýr ayaðýnda yer alan Muhammed Abduh da cinlerle alakalý Ahmed Han’ýnkine benzer mütalalar serdetmiþtir. Mücize ve keramet gibi harikulade, melek ve cin gibi de gözlem alanýna girmeyen varlýklarý te’vil ya da reddeden modernistlerin etkin ve de yeni olanlarýndan Muhammed el-Behiy “Ahkaf” ve “Cin” sürelerinde geçen cinlerle alakalý þunlarý söyler: “Bunlardan, Medine’den Mekke’ye gelen ve kimse görmeden Allah Rasülü’ne (s.a.v.) iman eden insan topluluðu kastedilmektedir”[20]

Allah Teâla’nýn te’vile imkan vermeyecek bir dille yarattýðýný ifade ettiði, mükellef olduklarýný belirttiði, Hz Rasulullah’ý (s.a.v.) görüp ondan Kur’an dinlediklerini bildirdiði ve bu dinleme neticesinde içlerinde mü’minlerin olduðunu izhar ettiði cinlerin varlýðý bedihi bir hakikattir. O halde insanlar arasýnda olduðu gibi cinler içerisinde de bir çok sahabi vardýr.

Sahabinin Kim Olduðunu Tayin Etmede Ölçü

Sünnetin saf haliyle sonraki kuþaklara taþýnmasý mühim meselelerin en üst sýrasýnda yer almýþtýr. Hadislerin naklinde görev alan ravilerin kim olduðunu tesbitin ehemmiyeti konu ile alakalý hususi bir disiplinin doðmasýna sebep olmuþtur. Hadis rivayet eden kiþinin adalet ve zapt yönü bütün yönleriyle incelemeye alýnmýþtýr. Raviler zincirinin ilk halkasýnda yer alan sahabenin kim olduðu ve nasýl tesbit edileceði hadisle alakalý diðer meselelerden daha fazla önemsenmiþtir. Bu noktada farklý mülahazalar öne çýkmýþtýr. Neticede bir kiþinin sahabe olduðu þu esaslardan biriyle tesbit edilmiþtir:

* Tevatür Yolu: Yalan üzerine birleþmeleri adeten mümkün olmayan bir cemaatin kendilerinden önceki bir baþka cemaatten yaptýðý nakille kiþinin sahabi olduðunu rivayet etmesidir. Bu, usuller içerisinde en kamil olanýdýr. Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali baþta olmak üzere cennetle müjdelenen on kiþinin (Sa’d b. Ebî Vakkas, Said b. Zeyd, Talha b. Ubeydillah, Zübeyr b. el-Avvâm, Abdurrahman b. Avf ve Ebu Ubeyde b. Cerrah -radýyallahu anhum-) sahabi olduðu tevatür yoluyla sabittir.

* Ýstifâza Yolu: Kiþinin sahabi olduðu tevatür derecesine ulaþmayan bir þöhretle bilinebilir. Dýmam b. Sa’lebe ile Ukâþe b. Mýhsan’ýn –radiyallahu anhuma- sahabi olduklarýnýn tesbiti gibi.

* Þahadet Yolu: “Þahs-ý vahidin tezkiyesi makbuldür.” Kaidesinden hareketle herhangi bir sahabi veya tabiinin “falancanýn Rasulullah (s.a.v.) ile musahabesi vardýr” demesi ile de kiþinin sahabi olduðu tesbit edilebilir. Mesela Hz Ömer’in devri hilafetinde Ebu Musa el-Eþ’ari komutasýndaki askerler içerisinde yer alan Hümeme b. Ebi Hümeme ed-Devsi Isfehan’da ishal hastalýðýndan vefat etmiþti. Ebu Musa el-Eþ’ari Hümeme hakkýnda; “Vallahi Efendimiz’den (s.a.v.) Humeme’nin þehit olacaðýný iþitmiþtim.” dedi. Bu ifadeden Hümeme’nin –radiyallahu anh’ýn- sahabi olduðu anlaþýlmýþtýr.

* Ýkrar Yolu: Kiþinin adaletinin sübutu ve Allah Rasulü (s.a.v.) ile ayný zamanda yaþama imkanýnýn mevcudiyeti aþikar olur, sonrada sahabi olduðu tarafýndan itiraf edilirse ikrarý kabul edilir. Yani bu durumdaki bir kiþinin sahabi olduðuna hükmedilir. Ýkrarýn kabül edilebilmesi için kiþinin en geç hicri 110 tarihinde vefat etmesi gerekir. Çünkü sahabe asrý hicri 110’da son bulmaktadýr. Bu tarihin tesbiti, vefatýndan bir ay kadar önce Allah Rasulü’nün (s.a.v.); “Ýþte bu geceyi görüyorsunuz ya, bundan sonra geçecek yüz senenin baþýnda bugün yeryüzünde olanlardan hiç kimse kalmayacaktýr.”[21] hadisinden hareketle belirlenmiþtir.[22]

Kimlerin sahabi olduklarýnýn tesbiti noktasýnda kudretli allameler tarafýndan bir çok çalýþma yapýlmýþtýr. Bunlar içerisinde en mühim olaný, ashabýn isimlerini, terceme-i hallerini ve rivayette tek kaldýklarý hadisleri gösterebilmek için müstakil olarak telif edilen “Tabakat” literatürüdür. Bu sahada ilk defa müstakil eser veren kiþi ise Muhammed b. Ýsmail Buhari (ö. 256) dir. Zamanla bu alanda geniþ hacimli eserler vucüt bulmuþtur. Halef selefin eserlerini ikmal etmiþtir. Muahhar muhaddislerden Ýbn Abdi’l-Berr’in (ö. 463) el-Ýstiab’ýnda 3500, Ýbn Esir’in (ö. 630) “Üsdü’l-Ðabe”sinde 7554, Ýbn Hacer Askalani’nin (ö. 852) “el-Ýsabe”sinde ise 12279 sahabi mevcuttur. Ne ki bu rakamlar ashabýn yekünuna nisbetle oldukça azdýr. Çünkü ashabýn yekünü ile alakalý 40 ila 120 bin arasýnda farklý rakamlar rivayet edilmektedir. Fakat Tabakat müelliflerinin gayretli çalýþmalarýyla Allah Rasulü’nden (s.a.v.) tek bir tane de olsa hadis rivayet eden hiçbir sahabinin terceme-i hali ihmal edilmemiþtir.

Hadis allameleri bin bir meþakkate göðüs gerip kimin sahabi olduðunu tesbit ettiler ve eserlerinde gösterdiler. Öncelikli gayeleri ise, Retene-i Hindi (ö. 632) gibi yalanda þöhret bulanlarýn hezeyanlarýný, sahabi kisvesi altýnda Allah Rasulü’ne (s.a.v.) isnat etmelerine mani olmaktý.

ASHABIN ÂDALETÝ

Hz Osman’ýn þehadetiyle baþlayýp Cemel, Sýffýn muharebeleriyle devam eden olaylar ashabýn üç farklý duruþ almasýna neden oldu: Hz Ali’yle birlikte olanlar, Hz Osman’ýn yanýnda yer alanlar ve uzlete çekilip hadiselere karýþmayan büyük çoðunluk. Bir tarafta yer alsýn ya da almasýn ashabýn tamamý Ehl-i Sünnet alimlerinin icmaý ile âdil kabul edilmiþtir. Hz Osman ya da Hz. Ali safýnda olan sahabenin tarafgirliðin verdiði hamasi duygularla birbirlerini cerh edici ifadeler kullanmalarý ise, muharebe sürecinde sarf edilen fuzuli sözler baðlamýnda deðerlendirilmelidir.

 


Taraf Olan Sahabilerin Âdaleti

Sýffýn’da yer alan her iki tarafta bir gayeye mebni olarak saf tutmuþtu. Hz Ali hadisenin çözümlenmesinin zaman alacaðýný biraz beklenilmesi gerektiðini söylerken, Hz. Muaviye cenahý suçlularýn hemen cezalandýrýlmasýný talep ediyordu. Her iki tarafta zahirde birtakým delillere dayanmaktaydý. Farklý mülahazalar hadisenin çözümünde iki müçtehidin birbirine zýt hükümlere ulaþmalarýna neden oldu. Fakat, her ikisi de içtihat etmiþti. Ýçtihadýnda isabet edemeyene de bir sevap verildiðine göre Hz Muaviye ya da onun tarafýnda yer alan ashabý tenkit etmek, onlarýn rivayet ettiði hadislere itibar etmemek, daha da ileri giderek “Bu hadiseler taraf olan ashabýn adalet sýfatýný ortadan kaldýrmýþtýr.” demek, insaftan yoksun bir yaklaþým olur.

Ýctihadý gereði karþýsýnda yer alanlarý “baði” olarak gören ve bu yüzden onlara karþý güç kullanmak zorunda kalan sahabi ile ictihad zarfý içerisinde Kur’an ve Sünnet’i hevasýna göre tevil eden anlayýþý bir görmek ve netice itibariyle her ikisine de ayný hükmü vermek uçmadaki müþterekliðinden dolayý kartalla sineði aynileþtirmek gibi olur.

Hz. Muaviye ya da Hz. Ali’den hangisinin tarafýnda yer alýrsa alsýn Ehl-i Sünnet alimlerinin Kur’an ve Sünnet’in tevsiki ile adil kabul ettikleri ashabý Efendimiz’den (s.a.v.) rivayet ettikleri hadisler üzerinde tahrif, taðyir veya benzeri bir tasarrufta bulunmakla itham etmek en basitinden Kur’an’ý anlamamaktýr. Ayrýca Allah ve Rasulü’nün (s.a.v.) kesin bir dille adil olduklarýna iþaret ettiði ashabýn adaletini sorgulamak ne kadar yanlýþsa onlarýn bu nevi makalelerle adalet vasfýný kazanacaklarýný düþünmek de o kadar hata olur. Bu babtaki bütün çalýþmalar mevcut doðruyu daha yüksek bir tizden duyurmaktan ibarettir. Bir anlamda büyük bir þöhret içerisinde meçhulu yaþayan hakikatin perdesini kaldýrmaktýr.

 


Kur’an “Sahabe Adildir” Diyor


Sahabe kadrosuna dahil herkes mutlak manada adildir. Yalan ya da yanlýþ onlarýn hayatýnda ne bin ne de bir þubesiyle vardýr. Hayatlarý Allah Teala’nýn rýzasýna ayarlý ve de o rýza ile çepeçevre kuþatýlmýþtýr. Böyle bir bünyeye harici unsurlarýn girmesi ne mümkün. Hudeybiye’de “Semre” aðacýnýn altýnda akdedilen “Rýdvan Biatý” Rýza-i Ýlahi’nin tahakkuk ettiðini bizzat bildirmektedir: “Andolsun ki o aðacýn altýnda sana biat ederlerken Allah, mü’minlerden razý olmuþtur.”[23] O’nun razý olduklarýna yalan isnat edilir mi ya da yalanla hemhal olan birisinden Cenab-ý Hakk’ýn razý olmasý düþünülebilir mi? Kureyþ’e karþý ölünceye kadar savaþacaklarýna yemin eden nurdan kadronun ilahi beraatýdýr bu ayet.

Allah Rasülu (s.a.v.) buyuruyor ki; “Bedir ve Hudeybiye’ye tanýklýk edenlerden hiç birisi Cehenneme girmeyecektir.”[24] Þia’nýn ta’n ettiði Hz. Ebu Bekir’den Hz. Ömer’e, Hz. Zübeyir’den Hz. Talha’ya tam bin dört yüz sahabi var Hudeybiye’de…

“Ýþte böylece sizin insanlar üzerinde þahitler olmanýz, Rasül’ün (s.a.v.) de sizin üzerinizde bir þahit olmasý için sizi orta (dengeli) bir ümmet kýldý.”[25] Allah Rasülü’nün (s.a.v.) ashabý söz, amel ve iradede milletlerin en hayýrlýsý ve adilidir. Bu yüzden kýyamet günü peygamberler lehine onlarýn ümmetlerine karþý þahit olmayý hak etmiþlerdir.[26] Eðer adil olmasalar, adaleti kuþanmasalardý Cenab-ý Hakk onlarý diðer ümmetlere karþý þahitler yapmazdý.

“Siz, insanlarýn iyiliði için ortaya çýkarýlmýþ en hayýrlý ümmetsiniz; iyiliði emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanýrsýnýz.”[27] Müminlere ait bu hitaba sahabe herkesten daha çok layýktýr. Çünkü iyilikleri emredip kötülüklerden men’ettikleri bedihi bir hakikattir.

“(Ýslam’a girme hususunda) öne geçen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikte tabi olanlar var ya, iþte Allah onlardan razý olmuþtur, onlar da Allah’tan razý olmuþlardýr. Allah onlara, içinde ebedi kalacaklarý, zemininden ýrmaklar akan cennetler hazýrlamýþtýr. Ýþte bu büyük kurtuluþtur.”[28] Cenab-ý Hakk’ýn razý olduðu ve bu rýzanýn gereði olarak cenneti hazýrladýðý Ashab-ý Kiram’ýn adaletini sorgulamak, Kur’an’ýn beyanýna itibar etmemek anlamýna gelir. Hangi mümin böyle bir ameliyeye cüret edebilir?! Ya da Ýslami hassasiyet böyle bir ameliyenin neresinde duracaktýr.

“Ýman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler; (muhacirleri) barýndýran ve yardým edenler var ya, iþte gerçek müminler onlardýr. Onlar için maðfiret ve bol rýzýk vardýr.”[29] Cenab-ý Hakk hicret ve dinine yardým ederek imanlarýný ispat eden ashabý cennetle müjdeleyerek imanlarýný onayladýðýný belirtmiþtir.[30]

“Allah uðrunda O’na yaraþacak þekilde cihad edin. Sizi O seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanýz Ýbrahim’in dininde (olduðu gibi). Peygamberin size þahit olmasý, sizin de insanlara þahit olmanýz için, O, gerek bundan önceki kitaplarda gerekse bu (Kur’an’da) size müslümanlar adýný verdi.”[31]? Allah Teâla ashabý, uðrunda cihad etmek için seçti. Rasullerden sonra insanlýk tarihinin en faziletlileri oldular. Allah’ý tek mabud olarak tanýdýlar. Dilleri, kalpleri, aþklarý, iradeleri hasýlý topyekün mevcudiyetleriyle O’na yaklaþtýlar. Allah Onlarý kul, dost ve sevgili edindiði gibi onlar da Allah’ý bütün mevcudata tercih ettiler. Aþýrý sevgi ve merhametinden dolayý Allah onlara dinde hiçbir zorluk çýkarmadý.[32]

Hakký yüceltmeleri için seçilen ashabýn adaletini tartýþmaya açmak -haþa- Cenab-ý Hakk’ýn seçimde isabet edemediðini gösterir ki, böyle bir yaklaþýmýn temelinde Kur’ani bakýþa itiraz vardýr.

(Rasülüm!) De ki: Eðer Allah’ý seviyorsanýz bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarýnýzý baðýþlasýn.”[33] Onlar bütün mevcudiyetleriyle Allah Rasülü’ne (s.a.v.) uydular, Onunla hicret ettiler, yan yana durup düþmana karþý savaþtýlar, Semre aðacýnýn altýnda O’na (s.a.v.) biat ettiler. Ne, nasýl yapýlmasý gerekiyorsa öyle yaptýlar. Hz Rasulullah’a ittiba etmelerinin karþýlýðýnda Allah Teâla’nýn sevgisiyle mükafatlandýrýldýlar. Madem mümin Allah’ýn sevdiðini sevmek, buðzettiðine de nefret etmekle memurdur peki niçin ashaba ta’n edilir. Allah Rasulü (s.a.v.) buyuruyor ki; “Ýmanýn alemeti Ensar’ý sevmek; nifakýn ki ise O’na buðz etmektir.”[34] Bu hadis ashabýn ileri gelenleri dahil tamamý hakkýnda geçerlidir.[35] Buna göre ashabý istisnasýz sevmek mahza imandan, buðzetmek ise mahza nifaktan kaynaklanmaktadýr.

Ez cümle Kur’an diyor ki ashab adildir. Sonraki kuþaklarýn onlarý ta’dil etme ameliyelerine muhtaç deðillerdir. Bu noktada yapýlan bütün çalýþmalar bir manada sahih mirasýn tekrarýndan ibarettir. Bununla birlikte söz konusu ayetler nazil olmamýþ olsaydý yine de onlarýn Allah yolunda yaptýklarý cihat, Ýslam’ýn deðerlerini yüceltebilmek için can ve mallarýný seferber etme hasletleri, anadan yardan geçecek derecede teslimiyetleri, adaletlerine delalet etmeye yeterdi.

Allah Rasülü Ashabýn Âdaletine Þehadet Ediyor

Bazý durumlar vardýr ki kiþilere harikulade deðer yüklerler. Ýslam’ýn baþlangýcý itibariyle meseleye baktýðýnýzda ashabýn Hicret’te, Bedir’de Uhut’ta, Hendek’te ifa ettiði vazife olaðanüstüdür. Ýslam’a karþý olan pazarlýksýz imanlarý küfrün safýnda yer alan babalarýyla bile vuruþmalarýna neden olmuþtur. Hadisenin bu boyutunu da dikkate alarak konuþan Allah Rasülü (s.a.v.), bütün zamanlarýn en hayýrlý kuþaðýnýn ashabý olduðunu belirtmiþtir.[36] Hadisin, mutlak olmasý hayýrla alakalý bütün konularda ashabýn en önde olduðuna iþaret etmektedir.

Ashabýn üstünlüðüne iþaret eden hadislerin çokluðu, muhaddisleri, eserlerini tedvin ederken “ashabýn faziletleri” adýný taþýyan üst baþlýklar oluþturmaya sevketmiþtir. Bu noktada ki hadislerin çokluðuna aldýrmadan ýsrarla ashaba ta’n etmeye devam edenlerin dikkatini çekebilmek için de “ashaba sövmenin haram oluþu”nu muhtevi daha hususi baþlýklar açmýþlardýr. O hadislerden birinde Allah Rasülü (s.a.v.) buyuruyor ki; “Ashabýma sövmeyiniz. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki herhangi biriniz Uhud daðý kadar altýn infak etse onlardan birinin bir müdd, hatta yarým müdd sadakasýna dahi yetiþemez.”[37]

Abdullah b. Muðaffel el-Müzeni rivayet ediyor: “Allah Rasülü (s.a.v.) buyurdular ki; ‘Sakýn sakýn! Ashabým aleyhinde bulunmayýnýz. Onlarý hedef seçmeyiniz. Kim onlarý severse bana olan muhabbeti dolayýsýyla sever. Kim de buðz ederse bana olan buðzu sebebiyle onlardan nefret eder. Kim onlara eza ederse bana eza etmiþ olur. Kim bana eza ederse Allah’a eza etmiþ olur. Her kim de Allah’a eza ederse çok sürmez Allah onun belasýný verir.”’[38]

Allah Rasulü (s.a.v.) “Semre” aðacýnýn altýnda kendisine biat edenleri kastederek buyurdular ki; “Aðacýn altýnda biat edenlerden hiç kimse Cehenneme girmeyecektir.”[39] Efendimiz’in (s.a.v.) Semre aðacý altýnda biat edenleri Ehli Cennet olarak nitelemesi, onlarýn adaletlerini de tevsik ettiði anlamýna gelir. Peygamber tezkiyesine muhatap olmak madem sýradan bir hadise deðildir o takdirde ashabýn adaleti beþerin ulaþabileceði en üst derecededir.

Adil olduklarý bizzat Hz. Rasulullah (s.a.v.) tarafýndan beyan edilen ashabýn yalan ya da yanlýþ rivayetleri Efendimiz’e (s.a.v.) isnat etmeleri nasýl düþünülebilir?! Bir tarafta söylemediklerini Peygambere isnat edenlerin cehennemlik olduklarýný bildiren hadis[40], diðer tarafta ise sahabeye dünyada iken cenneti müjdeleyen rivayet. Çeliþki Efendimiz’in (s.a.v.) sözlerinde olmadýðýna göre bu derin hatayý kim tashih edecek?!

Ýslam, ashabýn ruhuna silinmez izler kazýdý. Bütün varlýklarýyla Onun ilkelerine yapýþtýlar. Adalet, her bir ferdin vicdanýnda muhkem kaleler imar etti. Öyle ki; insan olarak nefislerine yenik düþüp, büyük günaha irtikap ettiklerinde huzur-u Nebi’ye (s.a.v.) gelip durumlarýný itiraf eder, ýsrarla hadd cezasýnýn tatbikini isterlerdi; “Bizi temizle ya Rasülellah (s.a.v.) ” derlerdi.[41] Sonunda ölüm de olsa tevbeye koþarlardý. Böyle bir sirete sahip olanlarýn Allah Rasülü’ne (s.a.v.) yalan isnat etmeleri; sonra da o yalaný hakikat niyetine rivayet etmeleri ne mümkün!


Bir Çaðdaþ Müfessirin Sahabe Telakkisinin Tenkidi

Modern çaðýn yaraladýðý zihinlerin idrak etmede zorlandýðý en ciddi hususlardan biri de sahabenin adaletidir. Mesela sahih Ýslam mirasýný anlama noktasýnda ciddi sorunlar yaþayan Süleyman Ateþ Hoca sahabenin adaletine batýlýlarla ayniyet arz eden bir zaviyeden bakmaktadýr: “…Ashabý tenkitten korumak için bazý hadisler zikredilir. ‘Ashabýma sövmeyin’…”; yahut; “Ashabým konusunda Allah’tan korkun, benden sonra onlarý taþlama hedefi yapmayýn, Onlarý seven beni sevdiði için sevmiþtir…” gibi hadislerin Dört Halife devrinden sonra çýkan bölünmeler yüzünden, her fýrkanýn kendi görüþüne ters gördüðü sahabilere karþý yönelttikleri hücumlarý önlemek amacýyla söylenmiþ, sonraki devirlerin ürünleri olan sözler olduklarý anlaþýlmaktadýr. Ashabýn derecesine kimsenin ulaþamayacaðýna dair bir hüküm yoktur. Ýnsanýn Allah katýndaki derecesini yalnýz Allah bilir.”[42]

Ýslami Ýlimler adýna ciltlerle eser telif eden bir hoca herhangi bir hadisin kim tarafýndan, nerede ve nasýl rivayet edildiðine bakmadan ucuz ifadelerle reddi yönünde kanaat belirtebilmektedir. Hâdisenin bu boyuta gelmesinden -þüphe tohumlarýný yaymaya kendilerini memur telakki eden- oryantalistler bile rahatsýzlýk hissetmektedir. Nitekim Louis Massignon þu nevi bir serzeniþte bulunmaktadýr; “Müslümanlarýn her þeylerini tahrip ettik. Fesefeleri, dinleri mahvoldu, artýk hiçbir þeye inanmýyorlar, derin bir boþluða düþtüler…”[43] Her tarafý kaskatý þüphe bulutlarý istila etmiþtir.

“Ashabýma sövmeyin…” hadisini Buhari, Müslim, Ebû Davud ve Tirmizi gibi hadis allamelerinin rivayet etmesi Ateþ için hiçbir önem arz etmemektedir. Çünkü oryantalizmin aþýladýðý þüphe O’nu öylesine derinden sarsmýþtýr ki; en muteber eserleri dahi menkýbe kitaplarýyla eþdeðer görmekte ve bu yüzden reddettiði hadislerin senetlerine bakma ihtiyacý hissetmemektedir. Ashabýn fazileti noktasýnda telif edilen eserlerde en fazla kullanýlan rivayetlerden biri olan “Ashabýma sövmeyiniz…” hadisiyle alakalý Kettani, “Bu; mana itibariyle mütevatir”dir[44] demektedir. Mütevatir bir hadise inanmak ise zarurat-i diniyyedendir.

Netice

Sahabe, tebliðden önce temsil etti, yaþadýklarýný rivayet etti. Halleriyle konuþtular. “Saadet Asrýný”, hususi renkleriyle bozmadan sonraki zamanlara taþýdýlar. Ýnsanlar Allah Rasulü’nü (s.a.v.) onlar vesilesiyle tanýdý. Fýkýh, Tefsir, Kelam… sahabenin rivayet ettiði Kur’an ve Sünnet’ten neþet etti. Allah Rasulü’nün (s.a.v.) talebeleri addedilmeleri ve medeniyetin taþýyýcýlarý olmalarý adaletlerinin araþtýrýlmadan kabul edilmesine gerekçe oldu. Eðer rivayetlerini kabul etme noktasýnda tereddüt olsaydý, Ýslam “Saadet Asrý” ile sýnýrlandýrýlmýþ, sonraki yýllara taþýnmamýþ olurdu.

Ebu Zür’a er-Razi diyor ki: “Allah Rasülü’nün (s.a.v.) ashabýndan herhangi birine kem gözle bakan bir adam gördüðünde anla ki o zýndýktýr. Zira Rasül haktýr. Kur’an haktýr. Rasül’ün getirdiði de haktýr. Bunlarýn tamamýný bize ileten ise ashaptýr. Ýþte bu zýndýklar Kur’an ve Sünnet’i geçersiz kýlabilmek için þahitlerimizi cerh etmek istiyorlar. Gerçekte ise sapýk olduklarýndan dolayý cerh edilmek onlara yaraþýr.”[45]

Ýslam’ý ideolojik okuma hastalýðýna mübtela olanlar tarih boyu Peygamberi reddetmeye cesaret edemediklerinden sahabeye yönelmiþlerdir. Nitekim Ýslam düþünce tarihine bakýldýðýnda sahabeyi en sert tenkit edenlerin baþýnda Sünnet ve Cemaat anlayýþýna muhalif mezhep ya da kiþiler gelmektedir. Mu’tezili Nazzam’ýn Hz. Ömer’in imanýný sorgulamasý, Ebu Hureyre’yi yalancýlýkla itham etmesi, Þia’nýn on kadar sahabi dýþýnda ilk kuþak müslümanlarýn neredeyse tamamýný irtidat etmekle itham etmesi, bu babta akla gelen ilk hususlardandýr. Ehl-i Sünnet karþýtlarý savunduklarý görüþlere, Peygamber’den rivayet ettikleri hadislerle karþý duran sahabeyi ta’n ederek önlerini açmaya çalýþmýþlardýr. Ýslam ile alakalý her meseleyi “yeniden” ele almayý asýl dava kabul eden modernistler önünde de hala en büyük engel sahabedir.

Sahabenin cerh edilmesi, Ýslami literatürde tashihi gayri kabil öylesine büyük gedikler açacaktýr ki, saðlam senetlerle rivayet edilen bir çok hadis reddedilecek, onlar üzerine bina edilen Fýkýh, Kelam gibi Ýslami disiplinler arþive kaldýrýlacaktýr.

***

Cemel, Sýffýn gibi hâdiseler içerisinde yer almýþ ya da uzlete çekilmiþ olsun Ashabýn tamamý adildir. Bu hususta icma vardýr.[46] Ümmetin muhaddisinden müfessirine, mütekellimininden fukahasýna bütün alimlerin adil olduklarýna icma ettikleri ashap hakkýnda Harici, Rafizi, Mu’tezili kimliðe sahip fýrka mensuplarýnýn cerh edici ifadeler kullanmalarý ilmi olmaktan fevkalede uzaktýr.

Þayet Kur’an ve Sünnet’in sahabenin adaletine dair kat’i beyanlarý olmamýþ olsaydý yine de onlarý ta’dil etmek gerekirdi. Çünkü hicretleri, cihatlarý, Allah yolunda mal ve canlarýný feda etmeleri, kalplerindeki itminanýn muazzam derinliði, adaletlerinin kemaline iþaret etmektedir.

Allah sahabeden; sahabe de Allah’tan razý olmuþ, Ýlahi rýzaya muhatap olmalarý doðruluklarýna, doðruluklarý da sünneti olduðu gibi rivayet ettiklerine tanýklýk etmekte. Hâdise bu iken insanlardan ashabý ta’dil etmelerini talep etmek fuzuli bir ameliye olur. Zira Allah ve Rasülü’nün (s.a.v.) tezkiyesinden sonra söylenecek her söz zaittir. Ulema cephesinden gelen mütaalalar ise nakledilenleri beþer idrakiyle teyitten ibarettir. Bu makalede, bu çerçevede telakki edilmelidir.

Sahabe ile hesaplaþan fýrkalarýn bir çoðu bu gün sadece mezhep tarihi kitaplarýnda yaþamaktadýr. Müsteþriklerin yoðun baskýsý altýnda þekillenen modernistlerin akibeti de seleflerinden farklý olmayacaktýr. Allah ve Rasulü’nün (s.a.v.) ta’dil ettiði, Kur’an ve Sünnet’i sonraki kuþaklara teblið etme görevini verdiði sahabe ise manevi þahsiyetler olarak sonsuza kadar konuþmaya devam edecektir.

Haþiye

Muhammed Abduh’un Melek Tasavvurunun Tenkidi

Ýstitrat kabilinden konuyla alakalý bir hususun beyanýný zaruri görüyorum. Modern Ýslam Düþüncesi’nin üç atlýsýndan ortancasý olan Muhammed Abduh, meleklerin sahabi olup-olmamasý bahsini farklý bir mecraya çekerek meleklerin varlýk sahibi olmalarýný reddetmektedir. Ona göre melekler ve þeytanlar insanlarýn ruhlarýna ulaþan soyut varlýklardýr. Dolayýsýyla cismani suretlere bürünmeleri mümkün deðildir. Eðer böyle olsaydý insanlar onlarýn varlýklarýný hisseder ve nerede yaþadýklarýný tespite imkan bulurlardý.[47]

Abduh, bu te’viliyle meleklerin varlýðýný insanlarýn anlayýþ seviyelerine indirgediðini düþünmektedir. Nitekim talebesi Reþid Rýza, Hocasýnýn te’villerinin bir çok insanýn hidayetine vesile olduðunu iddia etmektedir.[48] Ne var ki hiç kimse birilerinin hidayetine delalet etmek için Ýslam’ýn sarahaten beyan ettiði hususlarý te’vil yoluyla inkar etme hakkýna sahip deðildir. Sonra ayetlerin yanlýþ te’vili münkirin hidayetine deðil, onlarý yanlýþ te’vil eden müminin inkarýna neden olur.

Gayb aleminde olan ve olmaya devam eden nice hâdiseler vardýr ki insan, aklýyla onlarýn hakikatine ulaþmaktan acizdir. Bu acziyete raðmen onlar vardýr ve varlýklarýnýn isbatý inkari hiçbir te’vile muhtaç deðildir. Yani köre renk gösterme gayreti nafile bir uðraþtýr. Zira kör inkar etse de renkler vardýrlar.

Abduh’un göremediði ve bu yüzden varlýklarýný insanlarýn ruhlarýna ulaþan ilhamlar olarak te’vil ettiði melekleri görenler var: Makalede de nakledildiði gibi Allah Rasulü (s.a.v.) Cebrail’i asýl suretinde iki defa görmüþtür. A’rabi þeklinde peygamber meclisine gelen meleðe tanýklýk eden bir çok sahabi mevcut.[49]

Hz Musa’ya “Biz Allah’ý açýkça görmeden sana inanmayýz.”[50] diyen Yahudilerle bu gün paralel düþünen milyonlarca ateist var diye müslümanlarýn Ýslam’ýn menfaati adýna Cenab-ý Hakk’ý, O’nun varlýðýna halel getirecek ifadelerle anlatmalarý masumane bir ameliye olarak görülebilir mi?! Böyle bir ameliye içerisinde olanlarýn küfre girdiklerini söyleyenler, ayný cevabý benzer kararlýlýkla arza mecburdurlar.

Tarih boyu mücerret aklýn talepleri bitip-tükenmemiþtir. Her millet, iman etmek için farklý taleplerde bulunmuþtur. Peygamberlere kabili ne mümkün tekliflerle gelmiþlerdir. “Onlar, ’Sen dediler, bizim için yerden bir kaynak fýþkýrtmadýkça sana asla inanmayacaðýz. Veya, senin bir hurma bahçen ve üzüm baðýn olmalý; öyle ki, içlerinden gürül gürül ýrmaklar akmalý. Yahut iddia ettiðin gibi, üzerimize gökten parçalar yaðdýrmalýsýn veya Allah’ý ve melekleri (söylediklerinin doðruluðuna) þahit getirmelisin. Yahut da altýndan bir evin olmalý, ya da göðe çýkmalýsýn. Bize, okuyacaðýmýz bir kitap indirmediðin sürece (göðe) çýktýðýna da asla inanmayacaðýz. De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben sadece beþer bir elçiyim.”[51]

Müþriklerin talepleri “mutlak hakikat”in sunum þekline etki edememiþ, her þeye raðmen peygamberler hakikati insanlara göre deðil, insanlarý hakikate göre deðerlendirmeye devam etmiþlerdir. Bu yüzden hakim ideolojiler tarafýndan anlaþýlamamakla itham edilmiþlerdir[52]

Meleklerin var oluþlarý Kur’an Sünnet ve icma ile sabittir. Buna raðmen inkarda ýsrar etmek ya da kabulü ne mümkün te’villerde bulunmak imaný sarsar. Sarsýntýnýn ne derece olduðu ise yarýn mahþerde zahir olacaktýr.

—————————————–

[1] Ali b. Muhammed b. el-Kari, Þerh-u Þerhi Nuhbeti’l-Fiker, (tah. Abdu’l-Fettah Ebu Ðudde), Daru’l-Erkam, Beyrut, ty., s. 576.

[2] Ýzzuddin Ýbn Esir Ebi’l-Hasen Ali b. Muhammed el-Cezeri, Usdu’l-Ðabe fi Ma’rifeti’s-Sahabe, (Mukaddime), Daru’l-Kütübi’l-Ýlmiyye, Beyrut, ty., I, 11.

[3] Ali el-Kari, a.g.e., s. 576.

[4] Ali el-Kari, a.g.e., s. 576.

[5] Bkz. Ali el-Kari, a.g.e., s. 548-579.

[6] Ýsmail Lütfi Çakan, Hadis Usûlu, Ýfav, Ýstanbul, ty., s. 81.

[7] Ýbn Esir, a.g.e., I, 10.

[8] Ahmed b. Ali b. Hacer b. Askalani, el-Ýsabe fî Temyizi’s-Sahabe, (Mukaddime), Daru’l-Kütübi’l-Ýlmiyye, Beyrut, 1995, I, 10.

[9] Kur’an, Zariyat(51): 56.

[10] Anne karnýnda örtülmesinden dolayý döl suyuna “cenin”, birbirini örten aðaçlarýnýn çokluðundan dolayý ebedi kurtuluþ yurduna “Cennet”, göðsün örttüðü kalbe “cenan”, aklý örtülene “mecnun” denir. Gözleri perdeli olduklarýndan dolayý meleklere de “cinne” adý verilmiþtir. Cinlere bu adýn verilmesi ise, gözlerden gizlendikleri ve görülmediklerinden dolayýdýr. Bkz. Abdulkerim Nevfan, Âlemu’l-Cinn fi Davi’l-Kitabi ve’s-Sünne, Riyad, 1999, s.11-58.

[11] Kur’an, Ahkaf(46): 29-30-31.

[12] Þemsuddin Ebu Abdillah Muhammed Ýbn Kayyým el-Cevzi, Tariku’l-Hicreteyn ve Babu’s-Saâdeteyn, el- Matbaatu’s-Selefiyye, Kahire, 1394, s. 421.

[13] Kur’an, Cin(72): 2.

[14] Kur’an, (Furkan(25): 1.

[15] Ýbn Hacer, Ýsabe, I, 11.

[16] Kur’an, Müddessir(74): 2.

[17] Ýbn Hacer, Ýsabe, I, 14.

[18] Mustafa Öz, Türkiye Diyanet Vakfý Ansiklopedisi, ”Ahmet Han” Maddesi, Ýstanbul, 1989, II, 74.

[19] Öz, a.g.m., II, 74.

[20] Muhammed el-Behiy, Min Mefahîmi’l-Kur’an fi’l-Akideti ve’s-Sülük, Matbaatu’l-Ýstiklali’l-Kübra, Kahire, 1973, s.133.

[21] Müslim, 44/Fedâilu’s-Sahabe, 53 (IV, 1965, H. no: 2537); Tirmizî, 34/Fiten, 64 ( IV, H. No: 2251).

[22] Efendimiz (s.a.v.) hicri 11’de vefat ettiler. Bu tarih üzerine yüz eklendiðinde hicri 110’a ulaþýlýr ki, bu da sahabe devrinin sonudur. Bu yüzden hicri 110’dan sonra yapýlan ikrarlara itibar edilmemiþtir. Bkz. Ýbn Hacer, Ýsabe., I, 15; Ahmed Naim, Sahih-i Buhari Muhtasarý ve Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Þerhi, D.Ý.B.Y., I, 16-17.

[23] Kur’an, Fetih(48): 18.

[24] Ýbn Hacer, Fethu’l-Bari bi Þerhi Sahihi’l-Buhari, Dar-u Ýhyai’t-Türasi’l-Arabi , Beyrut, 1988, I, 159.

[25] Kur’an, Bakara(2):143.

[26] Ýbn Hacer, Ýsabe, I, 18.

[27] Kur’an, Al-i Ýmran(3): 110.

[28] Kur’an, Tevbe(9): 100.

[29] Kur’an, Enfal(8): 74.

[30] Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed Kurtubi, el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’an, Daru’l-Kütübi’l-Ýlmiyye, Beyrut, 2000, VIII, 38.

[31] Kur’an, Hac(22): 78.

[32] Ýbn Kayyým, Ý’lamu’l-Muvakki’în an Rabbi’l-Alemin, Daru’l-Kitabi’l-Arabi, Beyrut, 1996, IV, 116.

[33] Kur’an, Al-i Ýmran(3): 30.

[34] Bedruddin Ebu Muhammed Mahmud el-Ayni, Umdetu’l-Kâri Þerh-u Sahihi’l-Buhâri, Daru’l-Kütübi’l-Ýlmiyye, Beyrut, 2001, I, 244.

[35] Ayni, a.g.e., I, 246.

[36] Buhari, Fedail-u Ashabi’n-Nebi, 5; Müslim, Fedailu’s-Sahabe, 221-222.

[37] Ayni, a.g.e., 62/Kitab-u Fedaili’s-Sahabe, 5, (H No: 3673); Müslim, 44/Kitab-u Fedaili’s-Sahabe, 54, (H No: 2541); Tirmizi; Tirmizi, 50/Kitabu’l-Menakib, 58, (V, 462, H. No: 3887).

[38]Tirmizi, 50/Kitabu’l-Menakib, 58, (V, 463, H. No: 3888); Ahmed, Müsned, IV, 86.

[39] Tirmizi, 50/Kitabu’l-Menakib, 57, (V, 462, H. No: 3886).

[40] Ayni, a.g.e., II, 227.

[41] Ýbn Hacer, Ýsabe, I, 21.

[42] Süleyman Ateþ, Yüce Kur’an’ýn Çaðdaþ Tefsiri, Ýstanbul, 1988, IV, 134.

[43] Edvard Said, Oryantalizm, (ter. Selahattin Ayaz), Pýnar Yayýnlarý, Ýstanbul, 1999.

[44] Ebu Abdillah Muhammed b. Cafer, Nazmü’l-Mütenâsir mine’l-Hadisi’l-Mütevatir, Daru’l-Kütübi’s-Selefiyye, Kahire, ty., s.199.

[45] Ýbn Esir, a.g.e., I, 23.

[46] Ýbn Hacer, Ýsabe, I, 25.

[47] Reþit Rýza, Tefsiru’l-Menar, Daru’l-Kütübi’l-Ýlmiyye, Beyrut, I, 267 - 273.

[48] Reþid Rýza, a.g.e., I, 269.

[49] Abdulkerim Nevfan, Alemu’l-Cin fî Davi’l-Kitabi ve’s-Sünne, Dar-u Ýþbilya, Riyad, 1999, s.122.

[50] Kur’an, Bakara(2): 55.

[51] Kur’an, Ýsra(17): 90-93.

[52] Kur’an, Hud(11): 91.


radyobeyan