Bir Modern Kuran Telakkisi Baglaminda Nesh Meselesi.. By: ezzehraveyn Date: 05 Kasým 2009, 23:54:34
BÝR MODERN KUR'AN TELAKKÝSÝ BAÐLAMINDA
NESH MESELESÝ
Kur’an üzerinde hakký verilmiþ bir anlama faaliyetinin gerçekleþtirilebilmesi için kendi içinde bütüncül ve tutarlý bir sisteme ihtiyaç bulunduðu açýktýr. Üstelik bu sistemin sadece bütüncül ve tutarlý olmasý deðil, ayný zamanda mümkün en üst seviyede nesnelliði/objektiviteyi saðlamasý da esastýr. Kur’an’ýn hidayete erdirme özelliðinin tezahürü buna baðlýdýr.
Ahkâm ayetleri ya da mücmel býrakýlmýþ (kimi kýssalar gibi) diðer konular üzerindeki ihtilafý belli ölçülerde tolere etmek mümkün, hatta yerine göre gerekli iken, Din’in temeline (Usulüddîn) doðrudan taalluk edeceði, yani Din telakkisini belirleyeceði için itikadî meselelerde göreceliðin/öznelliðin mümkün olduðunca asgari seviyeye indirilmesi gerekir. Aksi halde neye nasýl inanýlacaðý konusunda meydana gelecek kargaþa ve belirsizlik, dinin varlýk ve bekasýna yönelik en büyük tehlike olarak sahne alacaktýr. Kur’an’ýn Yahudilik ve Hristiyanlýk tecrübelerine yaptýðý onca ýsrarlý vurguyu bu merkezde ele almazsak, temel bir Kur’anî maksadý ýskalamýþ oluruz.
Anlama sisteminin nesnelliði, Usul-i Fýkýh ve Usul-i Tefsir kaynaklarýnda detaylarýyla iþlenen hiyerarþik referans mekanizmasýna intibak kabiliyeti ile doðru orantýlýdýr ki bu mekanizma Kur’an’ýn, kýsaca ve sýrasýyla Kur’an, Sünnet ve Sahabî kavlinden oluþan üç naklî zeminde anlaþýlmasý ilkesi üzerine oturur.
Modern zamanlarda Kur’an baðlamýnda en fazla tartýþma konusu yapýlan meselelerden birini, “nesh”i bu baðlamda ele almayý hedefleyen bu yazý, modern iddialarýn mý, yoksa yüzyýllardan tevarüs edilen anlama tarzýnýn mý daha objektif olduðu sorusuna kýsmî bir cevap teþkil edecektir
Nesh nedir?
Görüþlerine Fahruddîn er-Râzî vasýtasýyla muttali olduðumuz Ebû Müslim el-Isfehânî’yi hariç tutarak konuþursak, bir kýsým Kur’an ayetleri arasýnda nesh iliþkisi cereyan etmediði iddiasýnýn modern zamanlara ait olduðu görülmektedir. Ne var ki, neshin caiz ve vaki olmadýðý konusunda gerek Kur’an’da gerekse de Sünnet’te herhangi bir açýklama bulunmadýðý halde, neshi kabul etmeyenlerin önce bu görüþü bir kaziye-i muhkeme olarak kabul ve ardýndan da ilgili Kur’an ayetlerini bu doðrultuda tevil ettiði dikkatlerden kaçmamaktadýr. Mesele Sünnet sahasýnda daha vazýh olduðu ve neshi kabul etmeyenler yaygýn olarak Kur’an ayetleri etrafýnda spekülasyon yaptýðý için, bu makalede nesh konusu Kur’an ile sýnýrlý bir çerçevede ele alýnacaktýr.
Sözlükte nesh, güneþin gölgeyi veya gölgenin güneþi, yaþlýlýðýn gençliði ortadan kaldýrmasýnda olduðu gibi, “bir þeyin, ardýndan geldiði baþka bir þeyi izale etmesi” anlamýna gelir.[1] Ayrýca bu kelime “istinsah”, yani bir kitabýn ikinci bir nüshasýný oluþturmak için muhtevasýný baþka bir yere aktarmak anlamýnda da kullanýlýr.[2]
Farklý Usulcüler tarafýndan farklý cümlelerle tarif edilmiþ ise de[3], Hanefî Usulcüler ve Fukaha neshi, sonra gelen delilin, önceki delilin bildirdiði hükmün uygulama zamanýnýn dolduðunu beyan etmesi, yani bir “beyan-ý tebdil” olarak anlamýþlardýr.[4]
Buna göre Allah Teala tarafýndan vaz edilen herhangi bir hüküm, biz kullar bakýmýndan ebedîdir; zira biz onun yürürlük süresi veya nesh edilip edilmeyeceði konusunda bir bilgiye sahip deðiliz. Hükmü vaz eden Allah Teala ise, onun yürürlük zamanýný ezelî ilmiyle bilmekte ve biz kullar için vakti geldiðinde onun peþine bir baþka hüküm inzal buyurarak önceki hükmün uygulama zamanýnýn bittiðini bildirmiþ olmaktadýr.
Neshin Kur’anî temelleri
Bu baþlýk altýnda Kur’an ayetleri arasýnda nesh iliþkisi bulunmasýnýn caiz (mümkün) olduðu üzerinde durulacaktýr. Neshin vukuu meselesini ise bir sonraki ara baþlýk altýnda ele alacaðýz. Neshin bir kýsým Kur’an ayetleri arasýnda cereyan ettiðini söylemenin cevazýna aþaðýdaki ayetlerden istidlal edilmiþtir:
1. “Biz bir ayetten her neyi nesh eder veya unutturursak, mutlaka ondan daha hayýrlýsýný veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her þeye kadirdir.”[5]
Neshe karþý çýkanlarýn genellikle bu ayetteki “nesh” kelimesi üzerinde dururken “unutturma”yý ya üstünkörü yorumlarla geçiþtirdikleri veya son derece tehlikeli yorumlara saptýklarý dikkat çekmektedir.[6] Bu noktaya geçmeden önce, ayetteki “nesh”ten ne anlaþýlmasý gerektiði üzerinde duralým:
Her þeyden önce bu ayetin zahir ifadesinin umum bildirdiðini, bu sebeple –Elmalýlý merhumun da belirttiði gibi– burada anlatýlan neshin Kur’an ayetleri arasýndaki nesh iliþkisini de içine aldýðýný inkâr etmenin bu ayetin zahirini inkâr anlamýna geleceði açýktýr. Dolayýsýyla buradaki neshi Kur’an’dan önceki kitaplardaki nesh, Kur’an’ýn o kitaplarýn bir kýsým ahkâmýný neshi veya mushafa geçmemiþ ayetlerde nesh gibi belli bir alana hasretmenin hiçbir delili yoktur.
Ayetteki “unutturma”ya gelince, buradaki “ننسها” kelimesinin “ننسأها” þeklindeki kýraatinin de mütevatir olduðu, hemen bütün tefsir kaynaklarýnýn ortaklaþa naklettiði bir keyfiyettir. Ýlk okunuþ “unutturma” anlamýna gelirken, ikinci okunuþ “erteleme” anlamýna gelmektedir.[7] Ebû Hayyân, bu kelimenin okunuþu ile ilgili olarak 11 ayrý vecih zikretmiþtir. Bu yazýnýn çerçevesini taþmýþ olmamak için burada ayrýntýya girmeyeceðiz.[8]
Þu halde 2/el-Bakara, 106 ayetini, bu kelimeyi “ننسها” þeklinde okumak suretiyle tefsir etmek ne kadar normal ve gerekli ise, “ننسأها” þeklinde okumak suretiyle tefsir etmek de o kadar normal ve gereklidir. Bir baþka þekilde söylersek, ilgili ayeti bu kelimenin mütevatir kýraatlerinden herhangi birini ihmal ederek veya görmezden gelerek yapýlacak tefsir, her halukârda eksik olacaktýr.
Peki bu kelimeyi “ننسأها” (ertelemek) þeklinde okuduðumuz zaman bu durum ayetin tefsirine, dolayýsýyla bildirdiði hükme nasýl etki etmektedir? Öncelikle belirtelim ki, bu durumda ayeti, “Biz bir ayetten her neyi nesh eder veya ertelersek…” tarzýnda anlamamýz gerekiyor. Bunun anlamý þudur: Biz bir ayetin bildirdiði herhangi bir hükmü nesh eder yahut ayetin nüzulünü ertelersek…”
Bu “erteleme”nin nesh baðlamýnda ne ifade ettiðine gelince, ayetten anlýyoruz ki Allah Teala bazý hükümlerin nüzulünü ertelemekte, geri býrakmakta ve onlarýn yerine daha hayýrlýsýný[9] veya dengini inzal buyurmaktadýr. Bu da, “erteleme”nin tabiatý gereði, inzali ertelenen hükmün veya ayetin bir süre sonra indirileceði anlamýný tazammun eder.
Kelimenin bu þekilde anlaþýlmasý iki nükteyi mutazammýndýr:
1. Ayetteki “nesh” ile “erteleme” kelimeleri arasýnda bir “karþýlýklýlýk” vardýr.
2. Nesh mevcut bir hükmün tatbik süresinin dolduðunu anlatýrken, “erteleme” mevcut hükmün tatbik süresinin –ertelenen ayet inene kadar– devam edeceðini anlatýr.
2. “Biz bir ayetin yerine baþka bir ayeti getirdiðimiz (beddelnâ) zaman –ki Allah ne indirdiðini (ve ne indireceðini) bilir–, “Sen ancak bir iftiracýsýn” dediler.”[10]
Önce burada da ayetin ifadesinin umumî olduðunu belirtelim. Her ne kadar bu ayetin Mekke’de inmiþ olmasý dolayýsýyla “ahkâmda nesh”e delalet etmeyeceði söylenmiþ ise de[11] bu durum, ayetin þöyle anlaþýlmasýna engel deðildir: Allah Teala, bir ayetin yerine baþka bir ayet getirmiþtir. Yani bir ayetin yerine baþka bir ayet getirilmesi, vaki olmuþ bir hakikattir.
Neshin “ahkâm” sahasýna inhisar ettirilmiþ olmasý da bu gerçeði deðiþtirmez. Zira þayet bu ayet ahkâm sahasý dýþýndaki ayetler arasýnda bir deðiþtirmenin vuku bulduðunu anlatýyorsa, bunu ahkâm sahasýný da içine alacak þekilde daha genel bir çerçevede düþünmemize bir mani yoktur. Zira dediðimiz gibi ayetin ifadesi umumîdir.
3. “Allah dilediðini siler, (dilediðini) býrakýr. Ana Kitap O’nun katýndadýr.”[12]
Bu ayet de neshin bir “beda”[13] olmadýðýný ifade etmesi bakýmýndan konumuz baðlamýnda son derece önemli bir delalete sahiptir. Burada Allah Teala’nýn, dilediði hükmü silip, dilediðini ibka ettiði ifade buyurulduktan sonra “Ümmü’l-Kitab”ýn O’nun katýnda olduðunun vurgulanmasý, silinenin de, ibka edilenin de ilm-i ilahide mevcut ve –tabir doðruysa– bir “ilahi program” çerçevesinde olduðunu anlatmaktadýr.
Neshin Kur’an baðlamýnda caiz olduðunu anlatan ayetler temelde bunlardýr. Peki bu cevazýn Kur’an ayetleri baðlamýnda pratik bir karþýlýðý var mýdýr? Yani Kur’an’da nesh vuku bulmuþ mudur? Þimdi birkaç örnek üzerinden bu sorunun cevabýný arayalým:
Kur’an’da nasih ve mensuh ayetlere örnekler
Necva sadakasý
1. “Ey iman edenler, peygambere gizli bir þey danýþacaðýnýz zaman, fýsýltýnýzdan önce bir sadaka verin! Bu sizin için hem bir hayýr hem de daha ziyade temizliktir. Fakat gücünüz yetmezse, þüphe yok ki, Allah Ðafûr’dur, Rahîm’dir.”[14]
Görüldüðü gibi bu ayet, mali durumu yerinde olan sahabîlere Hz. Peygamber (s.a.v) ile gizli bir mesele konuþmak istedikleri zaman, önce fakirlere bir miktar sadaka verme yükümlülüðü getirmektedir. Sadece gücü yetmeyenler bu yükümlülükten muaf tutulmuþtur.
Ancak hemen sonraki ayette bu yükümlülüðün kaldýrýldýðýný görüyoruz:
“Fýsýltýnýzdan önce sadakalar takdim etmekten korktunuz mu? Madem ki yapmadýnýz, Allah da sizi baðýþladý, artýk namaza devam edin, zekâtý verin ve Allah ve Resulü’ne itaat edin. Allah, yaptýklarýnýzdan hakkýyla haberdardýr.”[15]
Her ne kadar suredeki diziliþleri peþpeþe ise de, ikinci ayetin ifadesinden, iki ayetin nüzulü arasýnda belli bir süre bulunduðunu anlýyoruz. Nitekim Hz. Ali (r.a)’nin bir dinarý 10 dirheme bozdurarak her gün bir dirhem sadaka vermek suretiyle Hz. Peygamber (s.a.v)’e özel meseleleri hakkýnda danýþtýðý, daha sonra bu hükmün nesh edildiðini söylediði nakledilmiþtir.[16]
Her ne surette olursa olsun, burada ilk ayetin, ikinci ayet tarafýndan nesh edildiði, ikinci ayetin ifadesiyle açýk bir þekilde belgelenmektedir. Dolayýsýyla 12. ayette hükme baðlanan “sadaka verme” iþinin bir emir deðil, nedb/teþvik ifade ettiðini söylemenin tutarlý bir yaný yoktur.[17] Zira böyle olsaydý, 13. ayette ifade edilen durumu anlamak mümkün olmazdý. Orada “Fýsýltýnýzdan önce sadakalar takdim etmekten korktunuz mu? Madem ki yapmadýnýz, Allah da sizi baðýþladý” buyurulmak suretiyle bu iþin isteðe baðlý ve teþvik amaçlý olmadýðý ifade edilmektedir. Nedb/teþvik ifade eden bir iþi yapmayanlarýn affedildiðini belirtmenin ne anlamý olabilir?
Tahfif
2. “Ey Peygamber! Mü’minleri cihada teþvik et. Eðer sizden sabredici yirmi kiþi olsa, ikiyüze galip gelirler. Ve eðer sizden yüz kiþi olsa, kâfirlerden bine galip gelirler. Çünkü þüphe yok ki onlar, hakký anlamaz bir kavimdirler.”[18]
Görüldüðü gibi bu ayette mü’minlerden 20 sabýrlý kiþinin, ikiyüz kâfire galip geleceði, yine mü’minlerden sabýrlý 100 kiþinin de 1000 kâfire galip geleceði bildirilmektedir. Ancak hemen bir sonraki ayette[19] Yüce Allah þöyle buyurmaktadýr:
“Þimdi Allah yükünüzü hafifletti ve bildi ki sizde bir zaaf var. Þimdi sizden sabredecek yüz kiþi olursa iki yüz (kâfir)e galebe ederle; sizden bin (kiþi) olursa, Allah’ýn izniyle iki bin (kâfir)e galip olurlar ve Allah sabredenlerledir.”[20]
Süleyman Ateþ bu iki ayet hakkýnda þunlarý söyler:
“Müfessirlerin çoðunluðuna göre 66 ýncý âyet, 65 nci âyeti neshetmiþtir. Neshi kabul etmeyen müfessir Ebu Müslim el-Isfahânî ise, birkaç delil ile bu âyetler arasýnda neshin bulunmadýðýný söylemiþtir. Ona göre birinci âyette emir yoktur, bir durum bildirmektedir. Yüce Allah, sabreden yirmi mü’min olursa, bunlarýn ikiyüz kâfiri yeneceðini söylüyor. Ýkinci âyette ise çoðunlukla bir cemâatin, kendilerinden on kat fazla bir cemâate dayanamayacaðýný bildirerek, mü’minler topluluðunun, en azýndan kendilerinden iki kat fazla bir topluluðu yeneceðini haber veriyor. Birinci âyet, sabreden mü’minlerin durumunu, ikinci âyet ise onlar kadar sabýrlý olmayan mü’minlerin durumunu bildirmektedir. Bunlar arasýnda nesih, söz konusu deðildir. Çünkü birinci âyetteki sabýr ve azim vasfýný taþýyan küçük mü’minler topluluðu, her zaman büyük iþler baþarýrlar. Ama bunlar azdýr. Herkesi bunlarla bir tutmak doðru olmaz. Ýkinci âyet genel olarak bütün mü’minlerin durumunu belirtmektedir. Birinci âyet özel bir þartý, ikinci âyet ise genel þartý deðerlendirmektedir.”[21]
Burada evvela þu noktayý tespit edelim: Eðer gerçekten bu iki ayet arasýnda –biri özel bir þartý, diðeri genel þartý belirlemek gibi– bir farklýlýk söz konusu ise, 66. ayette geçen “Þimdi Allah yükünüzü hafifletti” ifadesinin ne anlamý vardýr? Þayet bu iki ayette farklý özelliklere sahip iki kesim mü’min anlatýlýyor ve ilkinde sabýrlý, ikincisinde ise sabr-u sebatýnda bir zaaf olan mü’minler kastediliyor ise, burada “hafifletme”nin zikredilmesinin hiç bir anlamý yoktur. Zira her iki ayette de “sabýrlý” mü’minlerin, sayýca kendilerinden ne kadar üstün bir küffar topluluðuna galip geleceði haber verilmektedir.
Þu halde Ebû Müslim el-Isfehânî’nin, Ateþ tarafýndan nakledilen, “Birinci âyet, sabreden mü’minlerin durumunu, ikinci âyet ise onlar kadar sabýrlý olmayan mü’minlerin durumunu bildirmektedir. Bunlar arasýnda nesih, söz konusu deðildir. Çünkü birinci âyetteki sabýr va azim vasfýný taþýyan küçük mü’minler topluluðu, her zaman büyük iþler baþarýrlar. Ama bunlar azdýr. Herkesi bunlarla bir tutmak doðru olmaz. Ýkinci âyet genel olarak bütün mü’minlerin durumunu belirtmektedir. Birinci âyet özel bir þartý, ikinci âyet ise genel þartý deðerlendirmektedir” þeklindeki ifadeler, bizzat ayetlerin lafzýna aykýrýdýr. Çünkü –tekraren söyleyelim– sadece 65. ayette deðil, 66. ayette de “sabreden mü’minler” vurgulanmaktadýr. Öyleyse buradaki “özel þart-genel þart” ayrýmý nereden çýkarýlmaktadýr? Yoksa 66. ayetteki “sizden sabredecek yüz kiþi olursa…” ifadesini “hükmü mensuh, metni baki” olarak mý göreceðiz?!
Ýkinci olarak, 66. ayette geçen “Þimdi Allah yükünüzü hafifletti” ifadesi, 65. ayette zikredilen durumun bizzat Yüce Allah tarafýndan deðiþtirildiðini, hükümden kaldýrýldýðýný bildirmektedir. Zira açýktýr ki, eðer bir hüküm hafifletilmiþ ise, onda, hitap ettiði kitleye yönelik olarak açýk bir deðiþiklik yapýlmýþ demektir. Yani daha önce “aðýr” olan bir hüküm kaldýrýlarak, yerine ondan daha hafif olan bir hüküm konulmuþ ise, burada aðýr olan hükmün yürürlükten kaldýrýlmasý söz konusudur.
Prensip olarak bunun tersi de böyledir. Yani eðer daha önce hafif bir hüküm mevcut iken, bilahare o hüküm, baþka bir ayet ile aðýrlaþtýrýlmýþ ise, orada da bir nesh hadisesi vuku bulmuþ demektir.
Bu yazýnýn baþýnda da ifade ettiðimiz gibi nesh, bir beyan türüdür; bir “beyan-ý tebdil”dir. Þu halde buradaki ve bir önceki örnekteki “hafifletmeler” de birer beyan ve beyan-ý tebdil olmalarý hasebiyle Kur’an’da nesh bulunduðunun açýk örnekleridir. Zira 65. ayette Allah Teala, sabreden mü’minlerin, sayýca kendilerinden 10 kat fazla olan bir kâfirler topluluðuna galip geleceklerini beyan buyurmaktadýr. Bu, her hal-u kârda þer’î bir hükümdür. Keza ikinci ayette de, sabreden mü’minlerin, sayýca kendilerinden iki kat fazla olan kâfirler topluluðuna galip geleceklerini bildirmektedir. Bu da bir þer’î hükümdür. Burada iki þer’î hükümden aðýr olan kaldýrýlmýþ ve yerine daha hafif olan diðer bir hüküm konulmuþtur.
Dolayýsýyla burada, “bu bir hafifletmedir, nesh deðildir” gibi kelime oyunlarýna baþvurmanýn hiçbir anlamý ve faydasý yoktur. Adýna ister nesh densin, ister hafifletme densin, burada –ve tabii “1.” maddede zikrettiðimiz örnekte– bir hükmün, kendisinden daha hafif baþka bir hüküm ile deðiþtirilmesi söz konusudur. Yani evvelki hüküm kaldýrýlmýþ, yerine bir baþka hüküm getirilmiþtir. Bunu bu þekilde kabul ettikten sonra adýna ister nesh, isterse tahfif veya baþka birþey diyelim, sonuç deðiþmeyecektir.
Aðýrlaþtýrma
3. “Kadýnlarýnýzdan fuhuþ yapanlara karþý aranýzdan dört þahit getirin. Eðer þahitlik ederlerse o kadýnlarý ölüm alýp götürünceye yahut Allah onlar hakkýnda baþka bir yol gösterinceye kadar evlerde tutun.”[22]
Bu ayet konumuz açýsýndan son derece önemli ayetlerdendir. Zira burada Allah Teala’nýn, bir hükmü geçici olarak indirdiði, ileride kaldýracaðý ve yerine bir baþkasýný vaz edeceði iþ’ar edilmektedir. Nitekim bu durum gerçekleþmiþ ve bilahare nazil olan bir ayette þöyle buyurulmuþtur: “Zina eden kadýn ile zina eden erkeðin her birine yüzer deðnek vurun…”[23]
Diyelim 4/en-Nisâ, 15′teki “fuhuþ”tan maksat –iddia edildiði gibi– kadýn kadýna iliþki (lezbiyenlik) dir ve diyelim ki karþý cinsler arasýndaki cinsel iliþki ile bunun bir ilgisi yoktur.[24] Ancak mesele bununla bitmemektedir. Bu ayette Allah Teala’nýn, bu kadýnlar hakkýnda bir baþka hüküm indirebileceði belirtilmektedir. Bilahare böyle bir hükmün indirilmediði kabul edilse bile –ki aþaðýda zikredeceðimiz 24/en-Nûr, 2 ayeti bu konuda yeni bir hüküm getirmiþtir–, bu ayet, Kur’an ayetleri arasýnda nesh iliþkisinin en azýndan cevazýna delalet eder.
Aslýnda burada neshi reddetmek maksadýyla hareket edenlerin gözden kaçýrdýðý bir incelik vardýr: Hükmün böyle muallakta býrakýlmasýnýn bir esprisi olmalýdýr. Ayette zikredilen fuhuþ suçunu irtikap eden kadýnlar, geçici bir tedbir olarak evlerde hapsedilecektir. Eðer Allah Teala yeni bir hüküm indirmeden ecelleri gelip de ölürlerse, bu hapis onlar için bir ceza olacaktýr. Eðer yaþarlarsa indirilecek yeni hükme göre muamele göreceklerdir.
Burada dikkat çekilmesi gereken bir diðer nokta da þudur: Bu ayette geçen “fahiþe” (fuhuþ) kelimesi, bir baþka ayette de geçmektedir: “Ey Peygamber hanýmlarý! Sizden kim açýk bir hayasýzlýk (fahiþe) yaparsa onun azabý iki kat olur. Bu, Allah’a pek kolaydýr”[25] 24/en-Nûr 2 ayetindeki “fahiþe”nin evlilerin zinasý olarak anlaþýlmasý halinde ayný fiili iþlemeleri halinde Peygamber hanýmlarýna uygulanan recm cezasýnýn ikiye katlanmasý gerekecektir. Bu mümkün olmadýðýna göre (zira recm zaten öldürmedir), buradaki “fahiþe”yi zina olarak anlamak mümkün deðildir.[26]
Oysa bu iddia sahiplerinin gözden kaçýrdýðý bir husus var: Recm cezasýný ikiye katlamak nasýl mümkün deðilse, ev hapsi cezasýný ikiye katlamak da ayný þekilde mümkün deðildir. Dolayýsýyla burada þöyle bir tafsilata gitmek kaçýnýlmazdýr:
1. Kur’an’da geçen bütün “fahiþe” (fuhuþ) kelimeleri ayný anlamda kullanýlmamýþtýr. Bunlardan bir kýsmýnda (33/el-Ahzâb, 30 ayetinde olduðu gibi) “hayasýzlýk, edebe aykýrý hareket”, bir kýsmýnda ise (4/en-Nisâ, 15 ayetinde olduðu gibi) doðrudan zina kastedilmiþtir.
2. Ümmehat-ý mü’minin hakkýndaki ayette geçen “azabýn iki kat olmasý” hususu, dünyevi azabý deðil, uhrevi azabý anlatmaktadýr.
netice
Konu hakkýnda daha fazla örnek zikretmek mümkündür. Ancak zikrettiklerimizden þu hususun aydýnlýða kavuþtuðunu söyleyebiliriz:
1. Kur’an’da zikredilen “nesh”, “tebdil” vb. kelimelerin geçtiði ayetlerin söz dizimi, neshin bizzat Kur’an ayetleri arasýnda cereyan ettiðini göstermektedir.
2. Kur’an ayetlerinden bir kýsmýnýn diðer bir kýsým ayetler tarafýndan nesh edildiði vakýasýný inkâr maksadýyla hareket edenlerin davalarýný ispatlayabilmek için zaman zaman hayli zorlama yorumlara baþvurduklarý görülmektedir.
————————————————————–
[1] er-Râðýb el-Isfehânî, el-Müfredât, 746.
[2] et-Tehanevî, Keþþâfu Istýlâhâti’l-Funûn. II, 1377.
[3] Bu tarifler için bkz. Ferhat Koca, Ýslam Hukuk Metodolojisinde Tahsis, 119 vd.
[4] Ebû Bekr el-Cassâs, el-Fusûl, II, 197 vd.; ed-Debûsî, Takvîmu’l-Edille, 228 vd.; es-Serahsî, el-Usûl, II, 53 vd.; Ýbn Hazm, el-Ýhkâm, I, 475 vd.; el-Gazzâlî, el-Müstesfâ, I, 108; Abdülalî Muhammed b. Nizâmiddîn el-Ensârî, Fevâtihu’r-Rahamût, II, 53.
[5] 2/el-Bakara, 106.
[6] Mesela Süleyman Ateþ Kur’an Ansiklopedisi isimli çalýþmasýnýn “Nesh” ile ilgili bölümünde (VI, 188-191), bu ayette geçen “unutturma”yý, –Fahruddîn er-Râzî’nin “bir ihtimal” olarak gündeme getirmesinden de cesaret alarak– Hz. Peygamber (s.a.v)’in bazý ayetleri unuttuðu tezine dayanak teþkil edecek þekilde yorumlamakta ve þöyle demektedir: “… Bundan dolayý Hz. Peygamber’in, þerî’atinin genel yapýsýna zarar vermeyecek biçimde bazý âyetleri; özellikle vahiy kâtiplerinin fazla olmadýðý, kendisinin çevresinde toplananlarýn az olduðu ilk peygamberlik yýllarýnda inen kimi vahiyleri unutmuþ olmasý normaldir. Fakat bunun dine bir zararý olmamýþtýr. Çünkü yüce Allah, onun unuttuklarý yerine onlardan daha iyisini veya onlarýn benzerini vahyetmiþtir. Ýþte, Bakara: 92/106. âyet, bu gerçeði vurgulamaktadýr…” (Oysa bu ayet Medine’de nazil olmuþtur.)
er-Râzî’nin, bu ihtimali, bir ayet hakkýnda söylenebilecek þeylerin tamamýný imkân nisbetinde gündeme getirme adeti doðrultusunda zikretmesi ve hatta kuvvetliden zayýfa doðru zikrettiði ihtimallerin sonuncusu olarak dile getirmesi, bu ayetin Hz. Peygamber (s.a.v)’in bugün elimizde bulunan Mushaflarda mevcut bazý ayetleri unuttuðu þeklindeki yaklaþýma yeterli delili sunmaz.
Öte yandan Ateþ bu tezine birtakým rivayetleri delil getirmekle, konu hakkýndaki rivayetlere itibar edilmesini onayladýðýný göstermiþ olmaktadýr. Öyleyse bu noktada tutarlý olabilmesi için, önceleri Kur’an ayetleri meyanýnda indirildiði halde, bilahare Hz. Peygamber (s.a.v) tarafýndan da, Sahabe tarafýndan da unutulan –yani hem metni, hem de hükmü, yahut sadece metni nesh edilmiþ olan– ayetler bulunduðunu anlatan rivayetleri de kabul etmesi gerekir. Ebû Mûsâ el-Eþ’arî ‘r.a)’nin, “Biz vaktiyle, gerek uzunluk, gerekse þiddet bakýmýndan Berâe (Tevbe) suresine benzettiðimiz bir sure okurduk. Sonra o sure bana unutturuldu…” (Müslim, Zekât, 119) sözleriyle anlattýðý durum buna örnektir.
Keza Ýbn Abbas (r.a)’ýn, “Ademoðlunun bir vadi dolusu altýný olsa, bir mislini daha isterdi…” cümlesinin ayet olup olmadýðý konusunda tereddüt izhar etmesi de (bkz. Müslim, ayný yer) bu cümlenin, tilaveti mensuh bir ayet olmasý ihtimalini güçlendirmektedir.
Bu ve benzeri rivayetler, þu anda elimizdeki mushafta mevcut olduðu halde, bazý ayetlerin, Hz. Peygamber (s.a.v) tarafýndan unutulduðunu anlatan rivayetlere göre tercihe daha layýktýr. Zira en azýndan burada Hz. Peygamber (s.a.v)’in, baþkalarýný sakýndýrdýðý bir iþin (Kur’an’ý unutmak) kendi baþýna gelmiþ olmaktan tebriesi vardýr…
[7] Ýbn Atýyye, el-Muharraru’l-Vecîz, I, 192; er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, III, 226; Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, I, 551.
[8] Ebû Hayyân, I, 550.
[9] Buradaki “daha hayýrlý”yý þöyle anlamak mümkündür:
1. Önceki hükümden daha hafifi indirilecektir. Bu durumda, sonra inen ayet, mü’minler için bir kolaylýk getirdiði için hayýrlý olacaktýr.
2. Önceki hükümden daha aðýrý indirilecektir. Bu durumda hükmün aðýrlaþtýrýlmasý, mü’minler için daha fazla mükâfata müncer olacak, dolayýsýyla yine onlarýn hayrýna olacaktýr.
[10] 16/en-Nahl, 101.
[11] M. Said Þimþek, Kur’an’da Ýki Mesele, 92.
[12] 13/er-Ra’d, 39.
[13] Önceden meçhul olan bir durumun, bilginin veya olgunun, zaman içinde anlaþýlmasý, önceden akla gelmeyen bir düþüncenin bir zaman sonra akla gelmesi anlamýndadýr.
[14] 58/el-Mücâdele, 12.
[15] 58/el-Mücâdele, 13.
[16] Bkz. et-Taberî, Câmi’u'l-:Beyân, XII, 12-13; Ýbn Kesîr; Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, IV, 326-327.
[17] Bkz. Ateþ, a.g.e., XVI, 54-61.
[18] 8/el-Enfâl, 65.
[19] Ýlk örnekteki gibi bu iki ayetin de tertipte peþpeþe gelmiþ olmasý, nüzul tarihi bakýmýndan aralarýnda bir zaman dilimi olmadýðýný göstermez. Ýbn Abbâs (r.a), bu iki ayetin nüzulü arasýnda uzun bir süre bulunduðunu söylemiþtir. Bkz. Ýbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, II, 877.
[20] 8/el-Enfâl, 66.
[21] Ateþ, Yüce Kur’an’ýn Çaðdaþ Tefsiri, III, 532-3.
[22] 4/en-Nisâ, 15.
[23] 24/en-Nûr, 2.
[24] Bkz. Ateþ, Tefsir, II, 227-228.
[25] .33/el-Ahzâb, 30.
[26] .Bkz. Ateþ, Ansiklopedi, XXIII, 343-346.
Murat HAFIZOÐLU
radyobeyan