Modern Donem Kuran Telakinleri.. By: ezzehraveyn Date: 05 Kasým 2009, 23:40:49
MODERN DÖNEM KUR'AN TELAKKÝLERÝ
Ýki kesit
1
Hz. Osman (r.a)’ýn þehadetiyle baþ gösteren toplumsal kargaþa ve ayrýþma süreci Hz. Ali (r.a) döneminde ve sonrasýnda itikadî fýrkalaþma hareketine dönüþtü. Hz. Ali, Abdullah b. Abbâs, Ebû Mûsâ el-Eþ’arî gibi sahabîlerin (Allah hepsinden razý olsun) Havariç, Kaderiye, Þia gibi bid’at fýrkalarý ile fikrî ve fiilî mücadeleleri[1], Tabiun’dan el-Hasanu’l-Basrî[2], Ömer b. Abdilazîz, Ýmam Ebû Hanîfe, daha sonralarý el-Hâris b. Esed el-Muhâsibî, Abdullah b. Küllâb gibi isimlerin mezkûr fýrkalara ilaveten Mu’tezile, Mürcie, Cebriye’ye karþý Ehl-i Sünnet itikadýný ilmî ve fikrî zeminde müdafaalarý Kelam tarihi ile iþtigal edenlerin malumudur.
Bu dönemlerden itibaren gelecek yüzyýllar içinde de gövdeyi kemiren, sadece Þia’sýndan Havaric’ine, Mu’tezile’sinden Mürcie’sine, Felasife’sinden Cebriye’sine bid’at fýrkalar deðildi; Yahudiler, Hristiyanlar, Sabiiler, Karamita, Dehriyyûn, Zenadýka… gibi gayri Ýslamî fýrka ve gruplar da son derece hareketli ilmî ortam içinde kendilerine yer buluyor, ilmî/itikadî gündemin baþ aktörleri arasýnda arz-ý endam ediyordu.
Burada bir noktanýn altýný önemle çizelim: Bilhassa bid’at fýrkalarýnýn her biri farklý bir “Ýslam anlayýþý”ný temsil etmiþtir. Her birinin ayrý bir Kur’an, Sünnet, Allah, Peygamber, insan tasavvuru/yorumu vardýr. Ne var ki, Þia’yý parantez içine alarak konuþursak, bu tasavvur ve yorumlar ana gövde üzerinde hiçbir zaman kalýcý bir etki yapmamýþtýr. 218-232/833-846 arasýnda 15 yýl süreyle Abbasi Devleti’nin resmî mezhebi olan Mu’tezile’nin toplumsal tabana yayýlmasý amacýyla ulemaya uygulanan sistematik iþkence ve sindirme politikasý bile arzu edilen neticeyi vermemiþtir.[3]
Tarih içinde ya tamamen ortadan kalkmýþ ya da Þia gibi baþka fýrkalarýn bünyesine intikal etmek suretiyle kýsmen dönüþüme uðrayarak varlýðýný devam ettirmiþ bulunan bu fýrkalar Ýslam Ümmeti’nin tarih içinde ortaya koyduðu ve þekillendirdiði kültür ve medeniyet varlýðýna kayda deðer herhangi bir etki yapabilmiþ deðildir.
2
7/13. yüzyýl Ýslam dünyasý için oldukça karanlýk bir zaman dilimidir. Bir yandan Uzakdoðu’dan bir çýð gibi kopup gelen –sadece Ýslam dünyasýný deðil, Çin’i ve Avrupa’yý da derinden sarsan– Moðollar’ýn taþ üstünde taþ býrakmayan barbarca akýnlarý[4], diðer yandan yaklaþýk bir yüzyýl öncesinden beri sürmekte olan Haçlý seferlerinin sebebiyet verdiði kargaþa ve istikrarsýzlýk… Aþaðý yukarý 1 asýr süren bu dönem, özellikle Moðol istilasý dolayýsýyla “Dünya yaratýlalý beri insanlýðýn bir benzerini daha görmediði bir ibtila dönemi” olarak tasvir edilmiþtir.[5]
Moðollar’ýn Ýslam coðrafyasýnda, bilhassa payitaht Baðdat’ta sergilediði, hakkýnda mersiyeler yazýlan, aðýtlar yakýlan, tarihçilerin dile getirmekte, yazýya dökmekte zorlandýðý bir vahþet olmuþtur.[6] Buhara’nýn, Semerkant’ýn, Erzurum’un, Azerbaycan’ýn, Horasan ve tümüyle Maveraünnehir’in Moðol istilalarýnda yaþadýðý akýbet de Baðdat’ýnkinden farklý deðildi…
Ýslam dünyasýnýn bir “halife”si vardý, evet, ancak onun varlýðý sadece görüntüden ibaret idi. Selçuklular’dan Harzemþahlar’a, Memlüklüler’den Eyyubiler’e kadar birçok sultanlýðýn mevcudiyeti, dönemin parçalý yapýsýný yeterince izah ediyordu.
Ýslam coðrafyasý tarih boyunca bu boyutta ilk defa maruz kaldýðý çok yönlü haricî tasallut konusunda –bütün dezavantajlara raðmen– “direnmek” ve “def etmek”ten baþka bir seçenek düþünmemiþ, hatta Moðol istilasýnýn alimleri ve kitaplarý yok etmek suretiyle bünyede yol açtýðý sarsýntý ve zafiyete raðmen beþinciden sonuncuya kadar üst üste 4 haçlý seferini püskürtmesini bilmiþti. Bu asrýn sonunda ne Moðol istilasýnýn, ne Haçlý seferlerinin, hatta ne de bu puslu havayý seven Hristiyan dünyanýn/Papalýðýn bölgeye –bilhassa Türkistan bölgesine– gönderdiði misyonerlerin[7] etkisi kalacaktý. Haçlýlar’ýn, modern zamanlara kadar bir daha dönmemek üzere terk ettiði bu coðrafyada Moðol istilasý da aradan yarým asra yakýn bir zaman geçtikten sonra bünye tarafýndan absorbe edilecekti.
Tarihin garip bir tecellisi olarak Cengiz Han’ýn torunlarýndan Moðol Ýlhanlý hükümdarý Hülagü’nün Baðdat’ý yakýp yýktýðý sýrada (1258), yine Cengiz Han’ýn torunlarýndan bir isim, Moðol Altýn Ordu devletinin tahtýnda oturan Berke Han (1255-1266) Ýslam’ý seçecek, hatta bilahare yeðeni Hülagü ile aralarýnda savaþ dahi çýkacaktý.[8] Baðdat’ý yakýp yýkan Hülagü’den yaklaþýk yarým asýr sonra da Moðol Ýlhanlý Devleti’nin baþýna geçen Gazan Han (1295-1304) Ýslam’ý seçerek “Muhammed” adýný alacaktýr.[9] Bilahare Moðol Çaðatay ulusunun Ýslam’ý seçerek Alaeddin adýný alan hükümdarý Tarmaþirin (1326-1344)’in[10] hakimiyet döneminden itibaren Moðollar, bu coðrafyada, hatta Hint altkýtasýna uzanacak þekilde varlýklarýný muhtelif devletler halinde fakat Müslüman olarak uzun yüzyýllar sürdüreceklerdir…
Yaþanan onca sarsýntýya, vahþet ve yýkýma raðmen bu dönem, Ýslam Ümmeti’nin müstakim yürüyüþünde ve güzergâhýnda herhangi bir sapmaya, kýrýlmaya, kývrýlmaya yol açmamýþtýr.
Yukarýda kýsaca resmetmeye çalýþtýðým iki kesite, Osmanlý’nýn gerileme döneminin baþlarýndan itibaren ilim-irfan sahiplerinin Padiþaha sunduðu muhtelif “ýslahat risaleleri”ni de eklemek uygun olacaktýr. Gerilemenin sebeplerini teþhis etmek ve çareler önermek maksadýyla kaleme alýnan bu risalelerin hemen hepsinin ortak yaný, “iþi mecraýna döndürme” temasýný iþlemeleridir. Ýdarî ve toplumsal hayatta meydana gelen aksaklýklar tesbit ve hal çareleri teklif edilirken yönetim zaaflarýna, ahlakî inhitata ve dinî hassasiyetin kaybolmasýna dikkat çekilmesi bunun en somut ifadesidir…
Modern dönemin geçmiþten farký
Moðol ve Haçlý saldýrýlarýnýn “fiilî/dýþarýdan”, bid’î ve gayri Ýslamî mezhep ve inanç sistemlerinin de “fikrî/içeriden” yaptýðý tahribat Ýslam Ümmeti’ni bir “kimlik sorgulamasý”na sürüklememiþken, modern zamanlarda yaþadýðýmýz, yaþamakta olduðumuz yabancýlaþmayý ve krizi nasýl izah etmeliyiz?
Þu sorunun cevabýný aramakla baþlayabiliriz: Ýslam dünyasýnýn “din telakkisi” baðlamýnda modernite ile ya da Oryantalist faaliyetlerle tanýþmasýnýn, sömürgeci Batý’nýn Doðu’yu iþgal ve istilasý ile ayný zaman dilimine denk düþmesi tesadüf müdür?
Bu soruya verilecek cevap, problemin doðru teþhisi bakýmýndan son derece önemlidir. Öyleyse bu noktada bir parça detaya girmemiz gerekiyor:
Fýrkalaþma hareketlerinin ve yabancý dinî oluþumlarýn Ýslam toplumunun bünyesinde herhangi bir dönüþüme ve istikamet sapmasýna yol açmamýþ olmasý þu baþlýklar altýnda izah edilebilir:
1. Asr-ý saadetin üzerinden henüz çok fazla zaman geçmemiþ, dolayýsýyla dinî þuurun her seviyedeki toplumsal katmanda son derece canlý olmasý.
2. Ýslamî ilimlerin her dalýnýn mutlak içtihad seviyesinde, “sistem kurucu” yetkinlikte ilim adamlarý kadrosu tarafýndan þekillendirildiði bir dönem olmasý.
3. Dinî, toplumsal ve askerî anlamda “güvenlik”le ilgili herhangi bir problemin söz konusu olmamasý.
Moðol istilalarýnýn ve Haçlý seferlerinin Ýslam toplumunun din telakkisi hakkýnda herhangi bir deðiþikliðe yol açmamýþ olmasýna gelince;
1. Her ne kadar “taklid dönemi” diye ifade edilen geniþ zaman diliminin bir kesitinden bahsediyorsak da, bütün olumsuzluklarý “taklid” olgusunun omuzlarýna yükleyen anlayýþýn isabetsizliði burada kendisini net olarak göstermektedir.
2. Dinî hayatta hâlâ yetkin ulemanýn belirleyiciliði söz konusudur.
3. Siyasî anlamda olmasa bile bilinç düzeyinde “süreklilik” mevcuttur. Mesela Selef temel referans noktalarýndan biridir. Kur’an ve Sünnet’in anlaþýlmasý noktasýnda ortaya çýkabilecek izafilikler, Selef’in tutumu nirengi noktasý kabul edilerek mümkün en asgari noktaya indirilir.
4. Savaþ stratejisi, cesaret… vd. unsurlarýn da rolü bulunmakla birlikte savaþ meydanýndaki güç dengesi büyük ölçüde “asker sayýsý” ile saðlanýr ya da bozulur. Bu saðlandýðý zaman her türlü dýþ tehdide karþý koymak mümkündür; ya da hiçbir dýþ tehdit “kalýcý” olmaz.
5. Özellikle Moðol istilalarý baðlamýnda dikkatte tutulmasý gereken bir unsur da, Moðollar’ýn bir süre sonra Ýslam’ý seçerek gönüllü bir þekilde “asimile” olmalarýdýr.
Þu halde tarih boyunca Ýslam Ümmeti’nin istikametinde yaþanan tek ve en büyük kýrýlmanýn modern dönemde yaþanmýþ olmasýnýn, bu dönemin yukarýdaki iki kesitten farklý bir hususiyete sahip olmasýyla doðrudan iliþkili bulunduðunu tesbit etmek durumundayýz. Bu hususiyet, yukarýda da iþaret ettiðim gibi Müslümanlar’ýn hem topraklarýnýn, hem de bilinçlerinin ayný anda iþgal edildiði vakýasýndan yola çýkýlarak izah edilmelidir. Ýslam Modernizmi’nin ilk defa, Batýlýlar’ýn fiilî iþgaline maruz kalmýþ olan Hindistan (Seyyid Ahmed Han, Çerað Ali, Þiblî Numanî, Muhammed Ýkbal…), Mýsýr (Muhammed Abduh, Reþid Rýza, Ahmed Mustafa el-Merâðî, Ahmed Emîn…) gibi coðrafyalarda filizlenmiþ olmasý elbette tesadüf deðildir.
Endonezya’dan Fas’a kadar bütün bir Ýslam coðrafyasýnýn maruz kaldýðý iþgal ve istila, yeryüzünde eþi benzeri görülmemiþ bir “sömürgeleþtirme” olgusunu da beraberinde getirmiþtir. Dünyanýn kuzeyi güneyini ve batýsý doðusunu, tarihte daha önce rastlanmamýþ bir tarz ve ölçekte sömürmüþ, dilini, kültürel ve medenî varlýðýný, yeraltý ve yer üstü kaynaklarýný… hasýlý “her þeyini” elinden almýþtýr.
Buna Oryantalizm’in “mankurtlaþtýrma” faaliyetini de eklediðimizde, “Batý’ya her þeyiyle teslim olmuþ bir Doðu” manzarasý ile karþýlaþmamýzýn izahý kendiliðinden tebellür etmiþ olacaktýr. Artýk ortada fiilî bir durum vardýr: Galipler ve maðluplar!
Maðlubiyet psikolojisi ve Din sorgulamasý
Geçmiþte ulemanýn, muhtelif zaman, biçim ve seviyelerde yaþanan travmalarý teþhis ve tedavide benimsediði anlayýþ þuydu: Dinî/toplumsal hayatta yozlaþmaya yol açan her oluþum, düþüncede, zihniyette, inanç ve icraatta bir “bid’at”ýn revaç bulmasýndandýr. Hz. Peygamber (s.a.v)’den ve Selef’ten tevarüs edilenlerle çeliþen her anlayýþ “bid’at”týr ve Din’den bir unsuru devre dýþý býrakarak onun yerini almýþtýr.[11] eþ-Þâtýbî’nin el-Ý’tisâm’ýndan et-Turtûþî’nin Kitâbu’l-Havâdis ve’l-Bida’’ýna, Ebû Þâme’nin el-Bâ’is’inden es-Süyûtî’nin el-Emr bi’l-Ýttibâ’’ýna kadar pek çok monografi, bu teþhis ve tedavi anlayýþýyla kaleme alýnmýþtýr. Hatta Ýmam el-Gazzâlî’nin Ýhyâ’sýndan, Birgivî Muhammed Efendi’nin Tarîkat-ý Muhammediyye’sine kadar “genel maksatlý” görünen pek çok çalýþmaya vücut veren esas amil de yine bireysel ve toplumsal istikameti temin ve muhafaza gayretidir.
Modern dönemde yaþanan bozgunun sebepleri de elbette sorgulanmalýydý; sorgulandý da. Ancak maðlubiyet psikolojisi ile yapýlan bu sorgulamayý benzerlerinden ayýran önemli noktalar vardý. Bunlarýn baþýnda Ümmet’in, “kendisini” deðil de “dinini” sorgulamaya heveslendirilmesi gelir.[12] Zira þartlar ne ilk dönem fýrkalaþma hareketlerinin zuhur ettiði, ne de Moðol ve Haçlý saldýrýlarýnýn yaþandýðý þartlarla benzeþmektedir. Hem içimizden (beynimizden) hem de dýþýmýzdan kuþatýldýðýmýz bu “yeni durum”da bulduðumuz (ya da bize telkin edilen?!), Ýslam’ýn kendisinde veya Ümmet’in din telakkisinde mevcut olduðu düþünülen “arýza” idi!
Ernest Renan tarafýndan 19. yüzyýlýn son çeyreðinde dile getirilen ve aslýnda bütün Batý’ya hakim olan “Ýslam’ýn mani-i terakki” olduðu düþüncesinin, “maðluplar” cenahýndan gördüðü mukabele þu oldu: Ýslam mani-i terakki deðildir; bir suç varsa miskin, tembel, “mütevekkil” ve Ýslam’ý yanlýþ anlayan Müslümanlar’ýndýr![13] Bu savunma tarzýnýn arka planýnda yatan “terakkiyi mutlaklaþtýrma” anlayýþýný görmek için belki de 21. yüzyýla kadar beklemek, terakkiyi mümkün kýlan teknoloji devriminin insanlýða ve dünyaya nelere mal olduðunu bizzat müþahede etmek gerekecekti.[14] Elbette mesele sadece “terakkinin mutlaklaþtýrýlmasý” ile kalmayacaktý. Zira terakkinin arka planýnda, ona hayat veren bir “zihniyet” vardý, yani terakki “sebep” deðil, “sonuç”tu; dolayýsýyla mesele, “sebeb”e irca edilmeliydi.
Muhammed Zâhid el-Kevserî merhum, o ünlü makalesinin “darb-ý mesel” haline gelen baþlýðýnda, Ýslam dünyasýnda yaþanan iþbu “din sorgulamasý” macerasýnýn serencamýný nefis özetlemiþti: “el-Lâmezhebiyye Kantaratu’l-Lâdiniyye” yani “Mezhepsizlik Dinsizliðin Köprüsüdür.” Nitekim modern dönem “din sorgulamasý” iþe öncelikle mezhepleri sanýk sandalyesine oturtmakla baþladý; mezhepleri birleþtirme fikri ortaya atýldý, taklid lanetlendi, yeni içtihad çaðrýlarý yapýlmaya baþladý.
Bunun için elbette “yeni içtihad usulleri” gerekiyordu. Zira yerleþik Usul sisteminin Ýslam dünyasýný götüreceði farklý bir yer olsaydý, zaten bu maðlubiyet söz konusu olmayacaktý. Geçmiþte yüzyýllar içinde, yaþanan hayatýn ve birbirini besleyen çalýþmalarýn bir muhassalasý olarak vücut bulmuþ Usul çalýþmalarý bir kenara itildi ve “masa baþý” mesaileriyle “yeni” Usuller teþkil ve teklif edildi. Ziya Gökalp tarafýndan ortaya atýlan ve Halim Sabit tarafýndan hararetle savunulan “Ýctimaî Usul-i Fýkýh”[15] ve Hüseyin Naci tarafýndan tasarlanan Laik Usul-i Fýkýh[16] kurgularý bu arayýþlarýn tipik örneklerini teþkil eder. Bütün bu çalýþmalarýn arka planýnda “modernitenin mutlak doðrularý” vardýr ve bütün maharet, Din’den bu arka planý beslemeye uygun olduðuna inanýlan unsurlarýn devþirilip kullanýlmasýnda somutlaþmaktadýr.
Bu süreç içinde fark edildi ki, Kur’an ve Sünnet ekseninde oluþmuþ bir epistemoloji ve nasslarý baðlayýcý kabul eden bir içtihad faaliyeti, artýk zihinsel kodlarýmýzýn biricik tayin edicisi haline gelmiþ olan “modern hayat”ýn bize dayattýðý “deðiþim”i gerçekleþtirmenin imkânýndan mahrumdur; hatta onu engellemektedir. Bu noktadan itibaren Sünnet’in tesbit ve naklindeki insan unsuru ön plana çýkarýlarak bu alanýn “tekinsizliði” fikri iþlendi; kâh rivayetlerin bize intikal sürecinde soru iþaretleri bulunduðu söylendi, kâh Sünnet’in tarihselliði dillendirildi. Sünnet’in Din’deki temel fonksiyonunu fark eden Oryantalistler’in bu noktaya salvo atýþý yapan çalýþmalarý da Ýslam Modernistleri’ne hayatî lojistik destekler saðladý.
Ve sýra kaçýnýlmaz olarak Kur’an’a geldi. “Kaçýnýlmaz olarak”, çünkü “Din sorgulamasý”, önünde veya sonunda Kutsal Kitap sorgulamasý demektir. Nitekim Batý’yý þimdi galip pozisyona getiren Aydýnlanma’da yapýlan da bu deðil miydi?
Oryantalizm Modernizm Ýliþkisi
Söz buraya gelmiþken Ýslam dünyasýný yanlýþ bir sorgulamaya iten Oryantalizm ile bu sorgulamayý yapan Modernizm (Ýslam Modernizmi) arasýndaki iliþkiyi iþaretleyen bir-iki iktibas yapmak faydadan hali olmayacak:
1953 yýlýnda Ý.Ü. Edebiyat Fakültesi’nin davetlisi olarak geldiði Ýstanbul’da bir seri konferans vererek Batý’daki Ýslamiyat çalýþmalarýný anlatan ünlü Ýngiliz þarkiyatçýsý Alfred Guillaume þöyle diyordu: “Hristiyanlýðýn ve menþelerinin tetkiki, ilahî vahiy, ilham, rivayetlerin sýhhati ve Kitab-ý Mukaddes’in otoritesi gibi mevzulara karþý aldýðýmýz vaziyet üzerinde muazzam bir tesir yaptýðý için, garplý alimlerin ekseriyeti tarafýndan varýlan neticeleri kýsaca zikretmeyi münasip görmekteyim. Zira anlaþýlacaðý üzere, kendi dinlerinin menþelerini incelemekte kullandýklarý tenkit þekli, diðer dinlerin tenkitlerine de tatbik edilebilecektir. Orta çaðlarda Kitab-ý Mukaddes’e karþý aldýklarý vaziyette Hristiyanlarla Müslümanlar arasýnda büyük bir fark yoktu. Her iki taraf da sahip olduklarý mukaddes kitaplardaki her kelimenin Allah tarafýndan peygamberlere vahiy ile imla ve telkin edildiðine inanýyorlardý ve bu sebeple onlarý tenkit etmek küfürdü. Ýtiraz edilmeden kabul edilmeliydiler. Mamafih tefsirleri iki din mensuplarýnýn dinî reislerinin ellerinde bulunuyordu. Hristiyanlarla Müslümanlar’ýn mühim bir ekseriyetinin görüþü hâlâ budur, fakat garplý din alimlerinin görüþü bu deðildir. Bu alimlerin mukaddes kitaplara karþý aldýklarý vaziyeti kýsa olarak þu þekilde hülasa edebiliriz: 1) Ýlham edilenler kitaplar deðil, insanlardýr. 2) Ýnsanlar hataya maruzdurlar, bu sebeple yazýlarýn, mukaddes kitaplarý tertip edenlerin bilgi eksikliðinden doðan hatalarý ihtiva etmeleri tabiidir. 3) Peygamberlerin yazdýklarý kendi zamanlarýný aksettirir. 4) Allah, peygamberlere kelimelerle deðil, fakat onlarýn beþerî zihinlerine bin vahiy ile hitap etmiþtir ve insan zihni bu tebliði, fert olarak peygamberin ifade þekline göre tertip etmeye zorlanmýþtýr. 5) Dinde, benimsenmesi için insanýn çapýna göre derecelerle nakledilmiþ bulunan bir tekâmül vardýr. 6) Dinde, umde ve telkinlerin bazýlarý geçici bir manaya sahiptirler. Halbu ki varlýktan ve Allah’ýn mükemmel tabiatýndan bahseden diðerleri adalet, merhamet, aþk ve iyilik hakkýndaki ahlakî emirler kadar ebedîdirler…”[17]
1985 yýlýnda Ýzmir’de yapýlan Uluslararasý Birinci Ýslam Araþtýrmalarý Sempozyumu’na katýlan bir diðer ünlü Oryantalist Montgomery Watt’ýn telkinleri de farklý deðildir: “Hristiyan ilim adamlarýnýn büyük çoðunluðu þimdi artýk (kutsal metinlere uygulanan, E.S.) tarihî ve edebî tenkidin imaný zayýflatmadýðý; bilakis onun birçok yönlerinin daha derinlemesine anlaþýlmasýna sevk ettiði görüþünü kabul etmektedirler. Bunlarýn burada zikredilmesinin sebebi, son bir-iki yüzyýlda Hristiyan ilim aleminde neler olup bittiði hakkýnda Müslüman ilim adamlarýnýn bilgi sahibi olmalarýnýn önemli olmasýdýr. Ýlk bakýþta dinî inanca düþman gibi görünen ilmî metotlar sonunda dinî hakikatlerin daha bir derinliðine ve geliþmiþ bir þekilde deðerlendirilerek anlaþýlmasýna sevk eder olmuþtur…”[18]
Kur’an ayetlerinin Hz. Peygamber (s.a.v)’in tarihsel kiþiliði ile þu veya bu þekilde iliþkilendirilmesi tam da Oryantalistler’in ýsrarla telkin ettiði þeydir. Zira eðer bu nokta Müslümanlar’a kabul ettirilebilirse, Kur’an ile Ýnciller eþit konuma getirilmiþ olacak, dolayýsýyla Kur’an’ýn da “herhangi bir metin” gibi tenkit edilebilmesi mümkün hale gelecektir. Bu ise Kur’an’ý, baþka herhangi bir sistemde rahatlýkla tesadüf edilebilecek “ilkeler”e indirgeyecektir: Ahlakîlik (Hristiyanlýk, Budizm vd.), aklîlik (Modernite), adalet (kim dýþlar?) gibi genel ilkeleri ihtiva etmek dýþýnda bugün için insanlýða hiçbir þey söylemeyen bir kitabýn “evrenselliði”ni tekrar edip durmanýn bir anlam içerip içermediði sorusu bu noktada son derece anlamlý olacaktýr.
Burada örnek olarak zikredilen konuþmalardan çok daha eskilere giden Oryantalist telkinlerin beklenen yankýyý bulmasý uzun sürmemiþ ve Ýslam dünyasýnda bu fikirleri, hatta yer yer daha ileri üslup ve tarzlarda dillendiren “yerli Oryantalistler” zuhur etmiþtir.
Kur’an’ýn Beþerîliði/Tarihselliði
Bir metnin tarihsel tenkit faaliyetinin konusu yapýlmasý, o metnin belli tarihsel þartlarda vücut bulduðu önkabulüne dayanýr. Hristiyan ilim adamlarýnýn tarihsel tenkit metodunu Ýncil metinlerine uygulamasýnda bu açýdan yadýrganacak herhangi bir nokta yoktur. Hristiyan zihninde, “kelimesi kelimesine vahyedilmiþ metin” tasavvuruna yer olmadýðýndan, tarihsel tenkit metodunun Ýncil’e uygulanmasý demek, onu kaleme alanýn (Matta, Markos, Luka veya Yuhanna) tarihsel kiþiliði ile metin arasýndaki iliþkinin analizi demektir. Ýncil yazarý metni kaleme alýrken hangi sosyokültürel ve çevresel faktörlerden, hangi inanç unsurlarýndan ve siyasî, ekonomik… vb. þartlardan etkilenmiþtir? “Sinoptik” denen Matta, Markos ve Luka Ýncilleri arasýnda ilgi çekici benzerlikler mevcutken Yuhanna Ýncili’nin onlardan her þeyiyle (dili, üslubu, kavramsal örgüsü, sistematiði… ile) farklý oluþunu izah etmenin baþka bir yolu olabilir mi?..
Bu düþünce bir hristiyan için ne kadar normal ise, bir müslüman için de o kadar anormaldir. Zira Kur’an, kendisinden önceki kitaplarýn tahrif edildiði gerçeðini vurgular[19] ve kendisinin beþer sözü olmadýðýnýn altýný çizer.[20] Hal böyleyken Kur’an’a inandýðýný söyleyen bir ilim adamýnýn, Kur’an’ýn “hem tamamýyla Allah kelamý, hem de olaðan anlamda tamamýyla Hz. Muhammed’in kelamý” olduðunu[21] ve “Allah’ýn tarih içinde cereyan eden durumlara Peygamber’in zihni vasýtasýyla verdiði cevap” olduðunu söylemesi[22] itiraf etmeliyiz ki, gölün maya tuttuðunun ifadesidir.
Kur’an’ýn tamamýyla Allah kelamý olduðunu[23] yahut “Kur’an”ýn ilahî, “Mushaf”ýn ise beþerî olduðunu söyleyenler[24], hatta sadece Kur’an’ýn deðil, “Allah tasavvurunun” dahi tarihsel olduðunu dillendirecek kadar ileri gidenler[25] gibi bu vadide birbirinden önemli farklýlýklarla ayrýlan bir dizi yaklaþýmýn yolu, “tarihsellik” ortak zemininde kesiþmektedir.
Sonuç yerine
Ýtikadî alanda son derece “radikal” bir dönüþüm saðlamýþ ve günlük hayatýn detaylarýnda bile[26] putlara müracaat edecek kadar þirke bulanmýþ bir toplumu çok kýsa bir süre içinde Tevhid’e çekmiþ olan Kur’an’ýn, hem de kendisine tam anlamýyla “teslim olmuþ” bir nesil oluþturmuþken, hukukî düzenlemeleri ilânihaye devam edecek biçimde yerleþtirmemiþ olmasýný nasýl açýklayabiliriz? Açalým: Eðer faiz yasaðý tarihsel ise, insanlýðýn birgün faizsiz iþlemesi mümkün olmayan bir ekonomi modelini uygulamaya baþlayacaðýný bilen Yüce Allah faizi niçin “bir süreliðine” haram kýlmýþtýr? O dönemin toplumsal/ekonomik yapýsýnda zararlý olduðu halde faiz bugün bu özelliðini yitirmiþtir mi diyeceðiz, yoksa Fazlur Rahman’ýn “O toplum ancak o kadar ileri götürülebilirdi, fazla deðil” tarzýndaki “mýþ gibi yapan” açýklamasýna mý baþvuracaðýz? Eðer mutlak ilmi ve mutlak kudretiyle geçmiþi ve geleceði kuþatmýþ bir “Allah”a samimi bir þekilde inanýyorsak bu sorunun cevabýný dürüstçe vermek durumundayýz.
Kur’an’ýn tarihselliðinin kabul edilmesinin, mucizenin reddinden ahkâmýn ilgasýna kadar bir dizi temelli arýzayý doðurmasý kaçýnýlmazdýr. Ayný yaklaþým, olguyu nassa takdim eden (bir anlamda nassý olgunun belirlediðini söyleyen) Nasr Hâmid Ebû Zeyd’de de, metni okuyucunun elinde kadavra mesabesine indirgeyen Muhammed Âbid el-Câbirî’de de[27] görülmektedir. Hatta Hasan Hanefi örneðinde gördüðümüz gibi[28] Allah tasavvuruna kadar “sündürülmüþ” bir antropolojik okuma, ancak tarihselliði bütün bir sistemin temeline yerleþtirmekle mümkün olabilecektir.
Modernistler’in, Kur’an’ý, onun ilk ve en yetkili mübeyyini olan Sünnet’ten bile arýndýrmayý telkin eden yaklaþýmý, gelinen noktada “gayri Ýslamî” bir Kur’an anlayýþýný intaç etmiþtir. Kur’an’ýn Sünnet’ten, nüzul sürecinin canlý þahitleri olan Sahabe’nin deðerlendirmelerinden ve 1400 yýllýk birikimden yalýtýlmasý gerektiðini söylemek, aslýnda devre dýþý býrakýlmaya çalýþýlan unsurlarýn yerine modern deðer yargýlarýnýn Kur’an’ý kuþatmasýný istemektir. Öyleyse tartýþma, Kur’an’ýn bizden ne istediðini anlamaya çalýþýrken sözünü ettiðimiz unsurlarýn mý, yoksa modern deðer yargýlarýnýn mý bize rehberlik etmesi gerektiði üzerinde cereyan etmelidir.
Yukarýda bir nebze iþaret edilmiþ olan “fýrkalaþma” vakýasý, yaþadýðýmýz durumun, tarihin tekerrürünü istemekten farksýz olduðunu düþündürmektedir. Kur’an’ý, Sünnet’ten ve Sahabe’nin otoritesinden baðýmsýz bir okumaya tabi tutmak, yapýlan iþin Kur’an tarafýndan tensip edilip edilmediði üzerinde düþünmenin önemi bir yana, tümü de görüþlerini Kur’an’a dayandýran itikadî fýrkalarýn çaðdaþ versiyonlarýna davetiye çýkarmaktan baþka bir anlam ifade etmeyecektir.
Modern dönemde Ýslam ülkelerinin hemen tamamýnda modernleþme projeleri uygulamadadýr ve süreç 2 asýrdan daha fazla bir zamandan beri iþlemektedir. Gelinen noktada Ýslam adýna kayda deðer bir kazaným olmuþ mudur? Müslümanlar’ýn, kendi deðerleri üzerine inþa ettiði bir dünyadan, bir kültür ve medeniyet hamlesinden bahsedebiliyor muyuz? Ýslam’ýn evrensel diriltici soluðunu dünyaya taþýmak adýna neler yapabildik?
Bu ve benzeri sorularýn cevabý, modernleþme maceramýzýn Kur’an anlayýþýna taalluk eden yaný itibariyle dünyaya yansýmasýný ortaya koyacaktýr. Bir de konunun “içe dönük” yaný var. Bu zaman zarfýnda ilmimiz, irfanýmýz, dindarlýðýmýz, takvamýz arttý mý, azaldý mý? Her harfine sevap aldýðýmýza inanarak Kur’an okurken en azýndan kalp rikkati, ruh inceliði yaþardýk. Ku’an’ý tarihsel ilan edeli beri onu da kaybettik.
Belki baþlangýcý yine oradan yapabiliriz; ne dersiniz?
————————————————————–
[1] Bkz. el-Baðdâdî, el-Fark Beyne’l-Fýrak, 11, 45 vd.; el-Beyâdî, Ýþârâtu’l-Merâm, 33.
[2] Kaderiyye’nin görüþleriyle ilgili olarak Hz. Ali (r.a)’nin oðlu Hz. Hasan (r.a) ile yazýþmasý ve bu konuda Hz. Hasan (r.a)’ýn ona yazdýðý cevabî mektup meþhurdur. Bkz. el-Beyâdî, 71.
[3] Bu dönemin hikâyesi için bkz. ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, X, 287 vd.
[4] Ünver Günay-Harun Güngör, Türklerin Dinî Tarihi, 354 vd.
[5] Bkz. Ýbnu’l-Ýmâd, Þezerâtu’z-Zeheb, VII, 467 vd.
[6] Bkz. Ýbnu’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, XII, 358-98; el-Aynî, Ýkdu’l-Cümân, I, 167 vd.; es-Süyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, 467 vd.; Ahmet Cevdet Paþa, Kýsas-ý Enbiyâ, II, 387 vd.
[7] Günay-Güngör, 356
[8] Akdes Nimet Kurat, “Altýnordu Devleti”, Türk Dünyasý El Kitabý içinde, I, 539 vd.
[9] Ahmet Temir, “Türk Moðol Ýmparatorluðu Ve Devamý”, Türk Dünyasý El Kitabý içinde I, 527.
[10] Günay-Güngör, 356.
[11] Ebû Þâme, el-Bâ’is’te (6) konuya þu ifadelerle girer: “Hz. Peygamber (s.a.v), ashabý ve onlardan sonra gelen ilim ehli, çaðdaþlarýný bid’atlerden ve sonradan ihdas edilen uygulamalardan sakýndýrmýþ, onlara, her türlü mahzurdan kurtuluþ yolu olan “ittiba”yý emretmiþlerdir…”
[12] Burada “din telakkisi” gibi bir ifade kullanýlabilecekken “din” kelimesi bilinçli olarak mutlak býrakýlmýþtýr. Zira mesela Sünnet’in göz ardý edilebileceði düþüncesi, “dizayn etme” maksatlý olarak Din’e doðrudan ve açýkça yönelmiþ bir tutumu ifade eder.
[13] Ernest Renan’ýn dile getirdiði bu iddia, Cemaleddin Efgani’den Namýk Kemal’e, Atâullah Bâyezidof’tan Emir Ali’ye ve daha birçok kiþiye kadar ayný minvalde mukabele görmüþtür. Bu konuda bkz. Dücane Cündioðlu, Ernest Renan Ve “Reddiyeler” Baðlamýnda Ýslam-Bilim Tartýþmalarýna Bibliyografik Bir Katký, Dîvân dergisi, 1996/2, 1 vd.
[14] Bu yazýnýn kaleme alýndýðý günlerde medyada, zehirli gazlarýn çevre üzerinde yaptýðý tahribat sebebiyle önümüzdeki yarým asýr içinde meydana gelecek felaketler konusunda tedbir almak için insanlýðýn son 10 yýl içinde bulunduðu haberleri iþleniyordu.
[15] Konu hakkýnda bkz. Doç. Dr. Abdülkadir Þener, Ýctimâî Usul-i Fýkýh Tartýþmalarý, A.Ü. Ýlahiyat Fakültesi Ýslam Ýlimleri Enstitüsü Dergisi, V, 231 vd.
[16] Bkz. Sami Erdem, Yeni Usul-i Fýkýh Arayýþlarý Çerçevesinde Bir Metin: Hüseyin Naci ve Lâik Usul-i Fýkýh, Dîvân dergisi, 1997/1, 213 vd.
[17] Ýslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, I/1-4, 121-2. Guillaume, burada zikrettiði 6 maddeyi, konuþmasýnýn ilerleyen bölümlerinde açýklamakta ve Kur’an’ýn kelimesi kelimesine vahiy olmayýp, –haþa– Hz. Peygamber (s.a.v) tarafýndan yazýldýðýný, dolayýsýyla o dönemin damgasýný taþýdýðýný ve çeþitli hatalar barýndýrdýðýný ileri sürmektedir. Yazýnýn arzu edilen boyutu aþmamasý için söz konusu izahatý buraya almadým.
[18] Uluslararasý Birinci Ýslam Araþtýrmalarý Sempozyumu, (Sempozyum bildirileri), 32.
[19] Mesela bkz. 2/el-Bakara, 75, 9; 3/Âl-i Ýmrân, 78; 5/el-Mâdi, 13…
[20] Mesela bkz. 10/Yûnus, 37-8; 11/Hûd, 13, 35; 12/Yûsuf, 111…
[21] Fazlur Rahman, Ýslam, 42-5.
[22] Fazlur Rahman, Ýslam ve Çaðdaþlýk, 77-82.
[23] Mesela Nasr Hâmid Ebû Zeyd Mefhûmu’n-Nass’da böyle bir profil çizmektedir. Hakkýnda bir deðerlendirme için bkz. Ömer Özsoy, “Nasr Hâmid Ebû Zeyd’in Nass-Olgu Ýliþkisi Baðlamýnda ‘Ulûmu’l-Kur’ân’ý Eleþtirisi, Ýslâmî Araþtýrmalar dergisi, 7/3-4, 237 vd.
[24] Mesela bkz. Muhammed Arkoun, Ýslam Üzerine Düþünceler, 43 vd.; bilhassa 50 vd.
[25] Bkz. Hasan Hanefi, Teoloji mi Antropoloji mi, AÜÝF Dergisi, 23/511.
[26] Yolculuða çýkýp çýkmamak için dahi Kâbe’deki putlarýn yanýnda fal oklarý çekilir, çýkan sonuca göre hareket edilirdi. Bkz. et-Taberî, IV, 415 (5/el-Mâide, 3 ayetinin tefsiri).
[27] Muhammed Âbid el-Câbirî, Felsefi Mirasýmýz ve Biz, 27.
[28] Bkz. 25 Nolu dipnot.
Ebubekir SÝFÝL
radyobeyan