Tevbe Suresi By: hafizvuslat Date: 03 Kasým 2009, 15:21:20
9-TÖVBE SURESÝ
Tövbe sûre'i celilesi, Hz. Peygamber'in hicretinin dokuzuncu senesi baþlarýnda nazil olmuþ olan en son bir sûredir. Yüz yirmi dokuz âyeti kerimeden meydana gelmektedir. Bu mübarek sûrenin birçok ismi vardýr. Bu cümleden olarak bu sürede müminlerin tövbe etmeleri emir ve tavsiye buyurulduðu için buna "Tövbe Sûresi" denilmiþtir. Bu kutsî sûredeki bir kýsým âyetler, münafýklarýn pek kötü hallerini açýklayýp teshir etmekte olduðu için buna" Fazîha Sûresi" adý da verilmiþtir. Ve yine bir kýsým âyetleri de kâfir ve münafýklarýn nekadar acýklý azaplara uðrayacaklarýný ihtar buyurduðu için buna "Azap Sûresi" adý da verilmiþtir. Ve bu sûre'i celiledeki yine diðer bir kýsým âyetler de ehli imânýn küfr ve nifak sahiplerinden uzak durmalarýný, onlardan alâkalarýný kesmelerini emir ve teblið buyurmakta olduðu için "Beraat Sûresi" adýna sahip bulunmuþtur. "Tövbe Sûresi "n.i'.n evvelinde besmele-i þerife yoktur. Bu hususta deniliyor ki: Rasûlü Ekrem Efendimiz, mazhar olduðu ilâhî vahye dayanarak "Enfal sûresinin ardýndan, tövbe sûresinin besmelesiz olarak yazýlmasýný emretmiþtir." Ýbni Abbas Hazretlerinin sorusuna cevap olarak Ýmamý Ali -Radiyallahu Anhuma- demiþtir ki: Besmele-i þerife bir güvencedir. Tövbe sûresi ise cihada ve uygulanmayan antlaþmalarý feshe dair âyetleri kapsamaktadýr. Bunlarda ise güvence yoktur. Binaenaleyh bu sûrenin evvelinde güvence mânâsý içermiþ olan besmele-i þerifenin yazýlmamasý emir olunmuþtur. Bununla beraber eshab-ý kiramdan bazýlarý, Enfal sûresi ile Tövbe sûresinin bir tek sû re-i celileden ibaret olduðu görüþündedirler. Çünki bunlardaki âyetlerin çoðu cihad ve antlaþma hakkýnda nazil olmuþtur. Bu itibarla aralarýnda bir birlik vardýr.
1. Bu, bir ayrýlýk ihtarýdýr!. Allah T e âlâ ile Rasûlü tarafýndan kendileriyle antlaþma yapmýþ olduðunuz müþriklere.
1. Bu mübarek âyetler, verdikleri sözlerinde durmayan müþrikler ile yapýlmýþ olan antlaþmalarýn feshini teblið etmektedir ve kendilerine dört ay müsaade verilen o dinsizlerin zarar ve ziyanda olacaklarý kendilerine ihtar buyurulmaktadýr. Þöyle ki: Ey müslümanlar!. Biliniz ki: (Bu bir ayrýlýk ihtarýdýr.) Müslümanlar ile siyasî alâkalarýnýn kesildiðine dair bir beyannamedir. (Allah Teâlâ Ýle Resulü tarafýndan kendileriyle antlaþma yapmýþ olduðunuz müþriklere) Yani: Ey müslümanlar!. Allah Teâlâ'nýn ve Resulünün izin ve müsaadesiyle yapmýþ olduðunuz o anlaþmalarý yine Cenâb-ý Hak'kýn ve Yüce Peygamberinin emir ve tebliðiyle fesh ediniz. Çünki o müþrikler, yapýlmýþ olan antlaþmalarýn hükümlerine aykýrý hareketlerde bulunmaktadýrlar.
§ Beraat, lügatte herhangi bir fenalýktan uzaklaþmak, beri olmak, kurtulmak demektir. Meselâ: Bir borçtan, bir sorumluluktan kurtulmak bir beraattir, bir iþten alâkayý kesmek de bir beraattir. Siyaset bakýmýndan da iki zümre arasýndaki emniyetin, korunmuþluðun, sulh ve barýþýn kesilip bertaraf edilmesi de bir beraatten ibarettir.
§ Vaktiyle müþrikler ile antlaþma yapýlmasýna Allah tarafýndan müsaade edilmiþti. Bunun üzerine müslümanlar Rasülü Ekrem ile beraber Müþrikler ile antlaþma yapmýþlardý. Daha sonra "Beni Damre" ile "Beni Kinane "den baþka müþrikler sözlerinde durmadýlar, antlaþma hükümlerine muhalefete baþladýlar. Bunun üzerine Cenâb-ý Hak, onlar ile olan antlaþmalara son verilmesini ve antlaþmalarýna riayet etmeyen müþriklerden müslümanlarýn sakýnmalarýný emir buyurdu. Maamafih bazý antlaþmalarda zaten geçici bir zaman için yapýlmýþtý. O zaman nihayet bulunca artýk antlaþma hükmü kalmamýþ bulunacaktý.
2. Artýk -ey müþrikler!.- Siz yeryüzünde dört ay dolaþýnýz ve biliniz ki, siz þüphe yok. Allah Teâlâ'yý âciz býrakacak deðilsinizdir ve muhakkak ki. Allah Teâlâ kâfirleri zelil kýlýcýdýr.
2. (Artýk) Ey müþrikler!. (Siz yeryüzünde dört ay dolaþýnýz) bu müddet içinde size taarruz olunmayacaktýr. Fakat o müddetten sonra size güven yoktur. Bu müddetin baþlangýcý, Hacci Ekber gününden ibarettir. Son bulmasý da Rebiülâhýr ayýnýn onuna rastlamaktadýr. Bu müddete "haram aylar" denilmiþtir. Çünki bu müddet içinde savaþmak haram bulunmuþtur. Bu müddet Zilhicce'nin son yirmi günü ile Muharrem, Sefer Reblülevvel aylarýndan ve Rebiülâhýrýn ilk on gününden ibarettir. Bu hususta baþka görüþlerde vardýr. (Ve) Ey Müþrikler!. (Biliniz ki, siz) herhangi bir çareye baþ vursanýz ve nerelere kaçýp durmak isteseniz (þüphe yoH ki. Allah Teâlâ'yý âciz býrakacak deðilsinizdir.) Cenâb-ý Hak'kýn kudret elinden yakanýzý kurtaramazsýnýz. (Ve muhakkak ki. Allah Teâlâ kâfirleri) dünyada öldürülmek, esaret ile, ahirette de pek acýklý azap ile (zelîl kýlýcýdýr) siz küfrünüzden dolayý böyle cezalara elbette kavuþacaksýnýzdýr.
3. Ve Allah Teâlâ ile Resulü tarafýndan haccý ekber günü insanlara bir ilândýr ki. Allah Teâlâ da Resulü de þüphe yok, müþriklerden uzaktýr. Artýk tövbe ederseniz o sizin için hayýrlýdýr. Ve eðer yüz çevirirseniz biliniz ki, siz Allah Teâlâ'yý elbette âciz býrakacak deðilsinizdir. Ve kâfir olanlarý acýklý bir azap ile müjdele!.
3. Þu âyeti kerime müþrikleri tehdit ve onlarý tövbeye özendirmekte ve teþvik buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Ve Allah Teâlâ ile Resulü tarafýndan Haccý Ekber günü) yani: Kurban Bayramýnýn birinci günü, o hac farizesinin kendisinde tamama ereceði büyük, mübarek zamanda veya arefe günü (insanlara) bütün mü'minlere, aralarýnda bir antlaþma bulunmuþ olsun olmasýn bütün müþriklere (bir ilândýr ki, Allah Teâlâ da Resulü de þüphe yok müþriklerden) antlaþmalarýna riayet etmeyen kâfirlerden (beridir) onlarýn o riayet etmedikleri antlaþmalarýnýn artýk Allah katýnda bir kýymeti yoktur. Binaenaleyh ey müþrikler bunun neticesini düþünün. (Artýk) küfrünüzden, antlaþmanýza riayetsizlikten (tövbe ederseniz o) tövbe (sizin için hayýrlýdýr.) iki âlemde de felâketten, azaptan kurtulmuþ olursunuz, (ve eðer yüz çevirirseniz) tövbeden kaçýnýrsanýz: Müslümanlara karþý ahdinize riayetten ayrýlýrsanýz (biliniz ki. Siz Allah Teâlâ'yý elbette âciz býrakacak deðilsinizdir.) O Yüce Yaratýcý elbette sizi lâik olduðunuz cezalara kavuþturacaktýr. (Ve) Ey Yüce Resulüm!, (kâfir olanlarý acýklý bir azap ile müjdele.) Yani: Onlara dünyada öldürülmek gibi, esaret gibi felâketlere, ahirette de cehennem ateþine mâruz kalacaklarýný ihtar et. Bu gibi tehdit edilen kimselere karþý yapýlacak müjde, bir tahakkümden ve istihfaftan onlarý uyandýrmak için yapýlan bir ihtardan kinayedir. § Hz. Peygamberin hicretinin dokuzuncu senesi, Rasülü Ekrem, Sallallahü Aleyhi vesellem efendimiz Hz. Ebu Bekiri hac «miri olarak Mekke'i Mükerreme'ye göndermiþti. Onun gitmesini müteakip Tövbe süresi nazil olmuþtu. Rasülü Ekrem Efendimiz de bu süre-i celilenin hükümlerini hacc-ý ekber günü insanlara teblið etmeðe Hz. Ali'yi memur kýlmýþtý. Hz. Ali giderek Mina mevkiinde toplanmýþ olan insanlara bu süre-i celilenin ilk âyetlerini okumuþ ve demiþtir ki: Ben dört þey ile
emir olundum. Þöyle ki: Bu seneden sonra Beyt-i þerife müþrikler artýk yanaþmayacaklardýr. Beyt-i Þerif çýplak olarak tavaf edilmeyecektir. Cennete ehli imândan baþkasý giremeyecektir. Ve yapýlmýþ olan antlaþma müddetine riayet edilecektir. Bütün bunlar gösteriyor ki: Müslümanlýkta antlaþmaya riayet bir esastýr. Müslümanlarýn cihad ile memur olmalarý antlaþmalarýna riayetten kaçýnanlara, Ýslâm mukaddesatýna saldýranlara karþý zarurî olarak yerine getirilmesi icabeden bir vazifedir. Düþmanlarý haberdar ederek kendilerine bir müddet verilmesi de haklarýnda hiyanet lekesinde kaçýnýlarak yüksek bir adalet eseri göstermek hikmetine dayanmaktadýr.
§ Hacc-ý Ekber, farz olan hacdýr. Hacc-ý As gar da nafile olarak yapýlan hacdýr. Umreye de Hacc-ý As gar denilmiþtir ki, bu da herhangi bir mevsimde olursa olsun Kabe'i Muazzama'yý tavaf ile Safa ve Merve arasýnda sâyetmekten ibarettir. Arefe günü Cuma'ya tesadüf eden bir hacca da Hacc-ý Ekber denilmiþtir.
4. Kendileriyle antlaþma yapmýþ olduðunuz, sonra da size karþý bir eksiklikte bulunmamýþ; ve sizin aleyhinizde olarak bir kimseye yardým eylememiþ olan müþrikler müstesna. Artýk onlara müddetlerine kadar antlaþmalarýný tamamlayýnýz. Þüphe yok ki. Allah Teâlâ sakýnanlarý sever.
4. Bu âyeti kerime, müslümanlar ile yapmýþ olduklarý antlaþma hükümlerine riayet eden gayri müslimlere karþý müslümanlarýn ne þekilde hareket edeceklerini beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ey Müslümanlar!. (Kendileriyle antlaþma yapmýþ olduðunuz, sonra da) bu antlaþma hükümlerine göre (size karþý bir eksiklikte bulunmamýþ) o hükümlere tamamen riayetten ayrýlmamýþ, size karþý savaþa cür'et göstermemiþ (ve sizin aleyhinizde olarak) düþmanlarýnýzdan (bir kimseye bir kavme (yardým eylememiþ) baþkalarýný sizin aleyhinize olarak harbe teþvik ve kendilerine yardým edivermemiþ (olan müþrikler müstesna) onlarýn haklarýnda anlaþmalar dört ay sonra son bulmuþ olmayacaktýr. (Artýk onlara müddetlerine kadar antlaþmalarýný tamamlayýnýz) aranýzdaki kararlaþtýrýlmýþ olan müddetin tamam olmasýna riayet ediniz, öyle dört ay sonra onlara karþý savaþta bulunmayýnýz. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ sakýnanlarý) meselâ: Antlaþma hükümlerine riâyette bulunup da insanlarýn haklarýna tecavüzde bulunmayanlarý (sever) onlarý mükâfatlara nail buyurur. Binaenaleyh Ey Müslümanlar!. Siz de takvadan ayrýlmayýnýz, yaptýðýnýz antlaþmalara tamamiyle riayetkar olunuz.
§ Rivayete göre, Beni Kinâneden bir kabile olan Beni Damre ile Rasülü Ekrem arasýnda bir antlaþma yapýlmýþ idi. Bu antlaþmanýn dokuz ay kadar daha bir müddeti kalmýþtý. Ýþte böyle antlaþmalarýn müddetleri tamam oluncaya kadar bunlara riayet edilmesi bu âyeti kerime ile emredilmiþtir.
5. Artýk haram olan aylar çýkýnca, -o diðer- müþrikleri nerede bulursanýz öldürünüz ve onlarý yakalayýnýz ve onlarý hapsediniz ve onlar için bütün geçit yerlerine oturunuz. Fakat tövbe ederler, namaz kýlarlar, zekâtý da verirlerse artýk yollarýný açýk býrakýnýz. Þüphe yok ki. Allah Teâlâ çok baðýþlayan, pek esirgeyendir.
5. Bu âyeti kerime, yaptýklarý antlaþma hükmlerine uymayan ve daha sonra tövbe edip Ýslâmiyet'i kabul eylemeyen müþriklere karþý müslümanlarýn savaþa izinli olduklarýný beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Artýk haram olan aylar çýkýnca) yani: Kendilerine bir lütuf olarak verilmiþ olan dört aylýk müddet son bulunca (-o diðer-) yani anlaþmalara riayet edenlerden baþka (müþrikleri nerede bulursanýz) gerek harem-i þerif içerisinde ve gerek dýþýnda ve gerek haram olan aylarda ve gerek diðer aylarda yakalarsanýz onlarý (öldürünüz ve onlarý) esaretle (yakalayýnýz ve onlarý) mescidi harama gelmekten, Ýslâm beldelerinde faaliyette bulunmadan engellemek için (hapsediniz ve onlar için bütün geçit yerlerine oturunuz) onlarýn gidecekleri, daðýlacaklar! beldelerin yollarýný nezaret altýnda bulundurunuz. Tâki, etrafa daðýlýp Ýslâmiyet aleyhinde fenalýklarda bulunmaya fýrsat bulamasýnlar. (Fakat) onlar (tövbe ederlerse küfrlerine son verip imâna gelirlerse (ve) bu tövbelilerinin bir delili olmak üzere (namaz kýlarlar, zekâtý da verirlerse) Cenâb-ý Hak'ka ve Allah'ýn mahlûkatýna karþý vazifelerini ifada bulunurlarsa (artýk) onlarýn (yollarýný açýk býrakýnýz) onlara hürriyet veriniz, onlara birþey ile taarruzda bulunmayýnýz. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ çok baðýþlayandýr.) Tövbe edenlerin günahlarýný ziyadesiyle af eder ve örter ve (pek esirgeyendir) onlara bu tövbelerinden dolayý rahmet ve merahmette bulunur, kendilerini nice nimetlere nail buyurur.
Demek oluyor ki, Hak Teâlâ Hazretlerinin lûtfuna kavuþabilmek için hem küfrden uzak olmalýdýr, hem de namaz, oruç, zekât gibi kulluk vazifelerini ifaya çalýþmalýdýr. Bu vazifelere riâyet etmeyenler azaptan, cezalandýrýlmaktan kurtulamazlar. Özet olarak: Bu âyeti kerime: Ýnsanlýða selâmet ve saadet yolunu göstermiþ oluyor ki, o da Cenabý Hak'ka imân ile dinî görevleri yerine getirmekten ibarettir.
6. Ve eðer müþriklerden bir kimse senden aman dilerse artýk ona aman ver, tâki. Allah Teâlâ'nýn kelâmýný dinlesin. Sonra onu emin bulunduðu mahalle ulaþtýr. Çünki onlar þüphe yok ki, bilmez bir kavimdîr.
6. Bu âyeti kerime gösteriyor ki, kendilerine mühlet verilmiþ olan müþriklerden herhangi biri islâmiyet hakkýnda fazlaca bilgi edinmek maksadýyla bir aman talebinde bulunursa ona aman verilir, velev ki, o mühlet sona ermiþ olsun. Þöyle ki: (Ve eðer) Kendilerine dört ay mühlet verilmiþ olan (müþriklerden bîr kimse) bu müddetin bitmesini müteakip (senden aman dilerse) hakkýnda bir komþu imiþ gibi muamele yapýlarak kendisine aman verilmesini talepte bulunursa (ona aman ver) onu komþuluðuna kabul eder gibi ol, kendisine bir tecavüz edilmesine müsaade etme (tâki, Allah Teâlâ'nýn kelâmýný dinlesin) gelsin de Kur'an-ý Kerim'in yüksek beyanýný dinlesin, onun insanlýðý Ýslaha, insanlarýn selâmet ve saadetine vesile olduðunu anlasýn (sonra) imân etmeyip de yurduna dönmek isterse (onu emin bulunduðu mahalle) kendi kavminin yurduna (ulaþtýr) oraya dönsün, artýk düþünsün. Onlara böyle bir aman verilmesinin hikmetine gelince (çünki onlar, þüphe yok ki, bilmez bir kavimdir.) Islâmiyetin hak olduðunu bilmez bir halde bulunmaktadýrlar. Onlara böyle bir aman verilmelidir ki, gelip hakikatini güzelce anlayabilsinler, artýk bir mazeret ileri sürmelerine mahal kalmasýn.
§ Bu âyeti kerime de gösteriyor ki: Ýslâmiyet'teki cihâdýn farz oluþu, yalnýz insanlýðýn hak dini kabul ederek selâmet ve saadete nail olmalarý içindir. Yoksa baþkalarýnýn mallarýný, yurtlarýný ellerinden almak için deðildir. Ýþte bunun içindir ki, en düþman bir müþrik bile islâmiyet hakkýnda bilgi edinmek için aman dileyince kendisine aman verilir, sonra da kendi yerine tam bir selâmetle iade edilir. Eðer cihatdan gaye, dünyevî bir varlýk elde etmek olsa idi, böyle bir müsaade yönüne gidilmezdi, çünkü bu müsaade, o gayeye aykýrý bulunurdu.
§ Bir de bu âyeti kerime Islâmiyetin ne kadar akýl ve mantýða uygun ne kadar düþünen kimselerin kabul edecekleri yüce hükümleri, düsturlarý kapsamýþ olduðunu göstermektedir. Çünkü eðer böylece pek makul, pek yüksek ve her hakikî aydýn kimsenin kabul edeceði bir mahiyette olmasaydý, kâfirler, bu dinî, bunun hükümlerini tetkik ve düþünmeye davet edilmezlerdi. Nitekim bu gerçeði bir takým insaflý þarkiyatçý ilim adamlarý da itiraf etmektedirler.
7. Allah Teâlâ'nýn katýnda ve Peygamberinin katýnda o müþrikler için nasýl bir aht olabilir?. Mescid'i Haram'ýn yanýnda kendileriyle antlaþma yapmýþ olduklarýnýz müstesna. Ýmdi onlar size karþý dürüstlük gösterdikçe siz de onlar için dürüstlük gösterin. Þüphe yok ki. Allah Teâlâ takva sahiplerini sever.
7. Bu mübarek âyetler, antlaþmalarýný bozan müþriklere karþý yapýlacak muamelelere ve muamelelere sebep olan hikmetlere, faydalara iþaret etmektedir. Þöyle ki: (Allah Teâlâ'nýn katýnda ve Peygamberinin katýnda) Ýlâhî dinin yüksek hükümlerine göre (o) antlarýný bozup duran (müþrikler için nasýl) uyulmaya lâyýk (bir ahd olabilir?.) elbette olamaz. Çünki onlar ahdlarýný bozaktan, müslümanlara karþý düþmanlýktan geri durmazlar. Ancak (mescid-i haramýn yanýnda) Hudeybiyye denilen yerde (kendileriyle antlaþma yapmýþ olduðunuz) müþrikler (müstesna) onlar ile olan ahdi devam ettirirsiniz. Fakat bu da þöyle bir þarta baðlýdýr: (Ýmdi onlar size karþý dürüstlük gösterdikçe) antlaþmalarýna riâyet edip onu bozmadýkça (siz de onlar için dürüstlük gösterin) antlaþma hukukuna riâyet ediniz, belirlenmiþ olan müddet içinde kendi tarafýndan ahd yemini bozmayýnýz, (ve þüphe yok ki. Allah Teâlâ takva sahiplerini) ahdlerini bozmaktan sakýnanlarý (sever) binaenaleyh müslümanlar, verdikleri sözlerde sebat ederler, yaptýklarý antlaþmalarý bozmaktan kaçýnýrlar, fakat düþmanlarý bu anýlaþmalara riâyet etmezlerse o zaman müslümanlar da karþýlýk vermek mecburiyetinde kalýrlar. Nitekim müslümanlar ile antlaþma yapmýþ olan müþriklerden "Beni Bekir" kabilesi, müslümanlarýn aleyhine olarak müþriklerden"Hüzaa" kabilesine yardýmda bulunarak bu antlaþmalarýný bozmuþlardý.
8. Nasýl olabilir. Ve eðer size bir galip gelecek olsalar sizin hakkýnýzda ne bir yemine ve ne de bir ahta riayette bulunmazlar. Onlar sizi aðýzlarýyla hoþnut ederler. Kalpleri ise çekinir ve onlarýn çoðu fasýk kimselerdir.
8. (Nasýl) O düþmanlar için sabit bir aht (olabilir? Ve) halbuki (eðer) onlar (size bir galip gelecek olsalar) bir fýrsat bulup kendilerini daha kuvvetli görseler, bir zafer elde edebilecek bir vaziyette bulunsalar (sizin hakkýnýzda ne) evvelce yapmýþ olduklarý (bir yemine) veya bir akrabalýk münasebetine (ve ne de bir anýlaþmaya riâyette bulunmazlar) belki güçleri yettiði kadar size ezâ ve cefada bulunmasa çalýþýrlar. (Onlar) Ey Müslümanlar!, (sizî aðýzlariyle hoþnut ederler) münafýkça hareket ederek görünürde antlaþmalarýna uyduklarýný söylerler, size itaat edeceklerine dâir Allah adýna and içerler. (Kalpleri ise) Ahte vefadan, itaate devamdan (çekinir) onlarýn sözleri özlerine uymaz, (ve onlarýn çoðu fâsýk) kendi milletleri arasýnda da ahlaksýzlýkla tanýnan, antlaþmalara uymaktan kaçýnan (kimselerdir.) Diðer bir kýsým müþrikler ise küfrleri bakýmýndan haddizatýnda fâsýk kimseler iseler de kendi aralarýnda fâsýkca hareketlerden kaçýnýrlar ve Ibni Abbas Hazretlerinin beyan buyurmuþ olduðu üzere onlardan bir takýmýnýn daha sonra aklýný baþýna toplayarak Ýslâm þerefine nail olmalarý, düþünülebilir. Nitekim de daha sonra içlerinden bir zümre bu þerefe nail olmuþtur.
9. -Onlar- Allah Teâlâ'nýn âyetlerini az bir bedel karþýlýðýnda sattýlar. Sonra da onun yolundan çevirdiler. Þüphesiz ki onlarýn yapar olduklarý þey ne kadar kötüdür.
9. Bu mübarek âyetler de müþriklerin ne kadar ilâhî dine muhalefette bulunduklarýný ve onlarýn müslümanlara karþý ne kadar hukuka saldýrgan olduklarýný beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: (-Onlar-) O müþrikler veya onlara yardým eden Yahudiler (Allah Teâlâ'nýn âyetlerini) antlaþma hükmlerine uymayý emreden âyetleri (az bir bedel karþýlýðýnda) arzu ve hevesleri, geçici menfaatleri, nefsanî istekleri uðrunda elden çýkardýlar, (sattýlar) deðiþtirdiler, (sonra da onun) hak dinin veya beyt-i þerifin (yolundan) döndüler, baþkalarýný da (çevirdiler) Ýslâm dinine girmekten engellemeye çalýþtýlar (þüphesiz ki, onlarýn yapar olduklarý þey) Allah'ýn dininden kaçýnmalarý, baþkalarýnýn da o dine girmelerine mâni olmalarý (nekadar fenadýr) haklarýnda nekadar azabý gerektiricidir. Bunun farkýnda neden olamýyorlar?.
10. -Onlar- Bir mümin hakkýnda ne bir yemin ve ne de bir zimmet gözetmezler. Ve iþte haddi tecavüz etmiþ olanlar, onlardýr.
10. Evet... Onlarýn yaptýklarý þey pek fenadýr. Çünki (onlar) o dinsizler, (bir mü'min hakkýnda ne bir yemin ve ne de bir zimmet gözetmezler) yani: Onlar ne yaptýklarý yeminlere riâyet ederler, ne de yaptýklarý antlaþma hükümlerine riâyette bulunurlar. Onlar görevlerini yerine getirmeye çalýþmazlar, bunlara vakit vakit muhalefette bulunur dururlar. (Ve iþte haddi tecavüz etmiþ olanlar) dînen kararlaþtýrýlmýþ olan hükümlere ve antlaþmalarýn gerektirdiði vecibelere muhalefet edip duranlar (onlardýr) o hakikî imândan mahrum olan dinsizlerdir. Nekadar âdî kimseler!.
11. Eðer onlar daha sonra tövbe ederlerse ve namaz kýlarlar ve zekâtý da verirlerse artýk sizin dinde kardeþlerinizdir, ve biz âyetlerimizi bilenler olan bir kavim için geniþçe beyan ederiz.
11. Bu mübarek âyetler, insanlar arasýnda bir din kardeþliðinin ne þekilde meydana geleceðini bildiriyor ve hangi kimselerin en zararlý þahýslar olup kahýr ve cezaya lâyýk olduklarýný tâyin buyuruyor. Þöyle ki: (Eðer onlar) o kendileriyle antlaþma yapmýþ olduðunuz kâfirler (daha sonra tövbe ederlerse) küfürlerini býrakýp imâna gelirlerse, yeminlerini bozmayý terkedip onlara riayete baþlarlarsa (ve namaz kýlarlar) ise, farz namazlarý bütün erkân ve þartlarýna uyarak kýlmaya baþlarlarsa (ve) kendilerine farz olan (zekâtý da) kalben isteyerek fakir müslümanlara (verirlerse artýk) onlar da o halde Ey müslümanlar!, (sizin dinde kardeþlerinizdir.) Sizin lehinize olan onlarýn da lehinedir, aleyhinize olan da onlarýn aleyhinedir. Aranýzda böyle mükemmel bir dayanýþma, bir sevgi meydana gelmiþ olur. (ve biz âyetlerimizi bilenler) düþünüp anlayabilecek (olan bir kavim için geniþçe) açýk bir þekilde (beyan ederiz) tâki, Islâmiyetin teklif ettiði vazifelerin ne kadar hikmet ve menfaate dayanmýþ olduðu gözleri önünde parlayýp dursun, Ýþte gayri müslimler ile yapýlacak antlaþmalarýn, cihadlarýn hikmeti de gösterilmiþ oluyor ki, o da insanlýk âleminde bir sulh ve barýþýn, bir kardeþlik ve danýþmanýn ve sonuç olarak ebedî bir selâmet ve saadetin meydana gelmesini saðlama gayesinden ibarettir.
12. Ve eðer antlaþmalarýndan sonra yeminlerini bozacak olurlarsa ve dininiz hakkýnda da dil uzatýrlarsa artýk o küfr önderlerini öldürünüz. Þüphe yok ki, onlarýn antlarý yoktur. Umulur ki, inkârlarýna son verirler.
12. (Ve eðer) Antlaþma yapmýþ olanlar, bu (antlaþmalarýndan sonra) sözlerinde durmazlarda yapmýþ olduklarý (yeminlerini bozacak olurlarsa) antlarýna riayet etmezlerse (ve dininiz hakkýnda dil uzatýrlarsa) Ýslâmiyet gibi kutsal, bütün hükümleri hikmete dayanmýþ apaçýk bir din aleyhinde söz söyler, ona karþý küçültücü ve hakaret edici davranýþlarda bulunmak alçaklýðýný iþlerlerse (artýk) Ey Müslümanlar!. Siz mazursunuz, izinlisiniz, mukaddesatýnýzý muhafaza etmek ve korumak için (o küfür önderlerine) öyle Ýslâm dini aleyhinde bulunan bütün kâfirleri (öldürünüz.) onlar ile savaþa atýlýp kendilerini cezalandýrmaða gayret ediniz. (Þüphe yok ki, antlarý yoktur.) onlarýn o yeminleri haddizatýnda bir yemin deðildir. Eðer yemin olsa idi ona muhalefet ederek yeminlerini bozmazlardý. Ey Müslümanlar!. Siz o gibi kâfirlere karþý kudret ve gücünüzü gösteriniz (umulur ki, -inkârlarýna- son verirler.) bu sayede uyanýrlarda Ýslâm dinini kabul ederek müslümanlýk aleyhindeki hareketlerini býrakýrlar, Ýþte bu, bütün insanlar hakkýnda Allah Teâlâ'nýn büyük bir lütuf ve keremidir ki, bu cihad ile onlara eziyet vermek deðil, bilâkis onlarýn ebedî felâketten kurtularak selâmet ve saadete kavuþmalarý bir gaye bulunuþtur.
13. Ya öyle bir kavim ile savaþta bulunmayacak mýsýnýz ki, antlarýný bozdular ve Peygamberi -yurdundan- çýkarmayý kurdular ve sizinle düþmanlýða ilk evvel onlar baþladýlar. Onlardan korkar mýsýnýz!. Kendisinden korkmaya daha lâyýk olan ancak Allah T e âlâ'd ir. Eðer siz mü'min kimseler iseniz. Bunu böyle bilirsiniz.
13. Bu mübarek âyetler, birer büyük mucizedir. Müþrikler ile savaþýn baþlýca sebeplerini ve faidelerini bildiriyor, Ýslâm mücahitlerinin kalplerine cesaret veriyor. Ve müjdelemiþ olduðu baþarýlar daha sonra tamamen vücude gelmiþ bulunuyor. Þöyle ki: (Ya) Siz Ey Müslümanlar!. (Öyle bir kavim ile savaþta bulunmayacak mýsýnýz ki) Onlar çeþit ki i sebeblerden dolayý kahýr ve cezaya lâyýk olmuþlardýr. Bu cümleden olarak: Birinci sebep onlar (yeminlerini bozdular) Hudeybiye antlaþmasýný yaparken müslümanlarýn aleyhine baþkalarýna yardým etmiyeceklerine dair yemin etmiþlerdi. Sonra müslüman olan Huzae kabilesi üzerine kâfir olan Beni Bekr kabilesini saldýrýrlar. (Ve) Ýkinci sebep de onlar (Peygamberi -yurdundan-çýkarmayý kurdular) Darünnedvede toplanarak Rasülü Ekrem'i Mekke'i Mükerreme'den çýkarmak için istiþarede bulundular, (ve) üçüncü sebep de (sizinle düþmanlýða ilk evvel onlar baþladýlar) Rasülü Ekrem'in Ýslâm dinini tebliðini kabul etmediler, onun gösterdiði mucizeleri inkâr ettiler, ona karþý savaþý göze aldýlar veyahut Bedir Savaþý sýrasýnda Kureyþ'in kervaný kendilerine sað-salim kavuþmuþ olduðu halde yine geri dönmeyip Rasûlü Ekrem ile savaþa koþtular veyahut müslüman olan Huzae kabilesi üzerine Beni Bekr'i saldýrttýlar. Artýk Ey Müslümanlar!. (Onlardan) Size bu kadar düþmanlýkta, ihanette bulunan kâfirlerden (korkar mýsýnýz!.) onlardan size bir musibet gelir, korkusuyla cihadý terkeder misiniz?. Elbette siz de bilirsiniz ki, (kendisinden korkmaya daha lâyýk olan ancak Allah Teâlâ'dýr) artýk yalnýz ondan korkunuz, onun dinine hizmeti bir vazife biliniz, ona sýðýnarak düþmanlarýnýza karþý cephe alýnýz, (eðer siz mü'min kimseler iseniz) bunu böyle bilirsiniz. Çünki hakikî müminler, yalnýz Allah Teâlâ'dan korkarlar, baþkasýna ehemmiyet vermezler. Bütün hâdiselerin ancak o Yüce Yaratýcýnýn iradesiyle, kudretiyle vücude geleceðine inanmýþ bulunurlar. Artýk böyle kuvvetli bir inanca, saðlam bir kalbe sahip olan bir zümre, baþkalarýndan korkar mý, mukaddesatý uðrunda cihad meydanlarýna atýlmaz mý?, Ýþte bu dinî terbiyedir ki, Ýslâm ordularýný birçok savaþlarda kendilerinin sayýca kat kat üstünde olan düþmanlarýna karþý galip kýlmýþtýr. Böyle bir imân ve inanç, müslümanlara büyük bir kuvvet, büyük bir azim ve metanet vermektedir. Bu yüksek özelliðin bu yüce diyanet ve yiðitliðin Ýslâm muhitinde daima meydana galmesini saðlamaya çalýþmak, Ýslâm cemiyetleri için en mühim bir vecibedir, varlýklarýnýn þeref ve þan ile devam ve bakâsý için en birinci çâredir.
14. Onlar ile savaþýn. Onlarý Allah Teâlâ sizin ellerinizle cezalandýrsýn ve onlarý rüsvay etsin ve onlarýn üzerine size zafer versin ve mü'minler olan bir zümrenin göðüslerine þifa -ferahlýk-nasip buyursun.
14. Artýk Ey Müslümanlar!. (Onlar ile) Öyle yeminlerini bozan, size karþý hiyanette bulunan Ýslâm düþmanlariyle (savaþta bulunun) bunun bir kere þu faidelerini düþünün: Birincisi: (onlarý Allah Teâlâ sizin ellernizle cezalandýrsýn) öldürsün, esarete düþürsün, mallarýný ellerinden gidersin (ve) ikincisi de (onlarý rüsvay etsin) dünyada zillet ve rezalete, ahirette de azaba düþürsün (ve) üçüncüsü de (onlarýn üzerine size zafer versin) sizi onlara galip kýlsýn onlarý cezalandýrmaya sizi muvaffak buyursun, (ve) dördüncüsü de (mü'minler olan bir zümrenin) o tecavüze uðramýþ olan Huzae taifesi gibi bir Ýslâm cemâatinin de (göðüslerine þifa) ferahlýk ve neþ'e (nasip buyursun) kendilerine eza ve cefada bulunmuþ olan düþmanlarýnýn maðlûbiyetlerini onlara göstermek suretiyle o taifeyi bekleme zahmetinden kurtarsýn.
Ibni Abbas Hazretlerinden bir rivayete göre bu mü'minlerden maksat. Yemen ve Seba tarafýndan gelip Ýslâmiyet'i kabul eden bir zümredir ki yurtlarýna dönünce yurtdaþlarýndan þiddetli bir ezaya uðramýþlardý. Durumu Rasûlü Ekrem'e bildirerek þikâyette bulunmuþlardý. Yüce Peygamber Efendimiz de "müjde, olsun size, kurtuluþ yakýndýr" diye buyurmuþtu. Ýþte bu gibi savaþa iþtirak etmemiþ olan müslümanlar da bu savaþ sonunda böyle bir gönül rahatlýðýna nail olacaklardý. Nitekim de olmuþlardýr.
15. Ve kalplerinin kinini gidersin. Ve Allah Teâlâ dilediðini tövbeye muvaffak kýlar. Ve Allah Teâlâ bilendir, hikmet sahibidir.
15. (Ve) Ey Müslümanlar!. Savaþta bulunun, tâki, Cenâb-ý Hak, bu vesile ile dindaþlarýnýzýn (kalplerinin kinini gidersin) gördükleri, kötü olaylardan, tecavüzlerden dolayý kalplerinde meydana gelmiþ olan öfkeyi þiddeti, gazabý, kýzgýnlýðý gidersin. Ýþte bu da bu cihadýn beþinci faidesidir. (ve Allah Teâlâ dilediðini tövbeye muvaffak kýlar) düþmanlardan bir nicesini dilerse fikir deðiþikliðine nail ederek kendilerine küfür ve isyandan tövbe nasip buyurur. Nitekim de nasip buyurmuþtur. Bu cümleden olarak Kureyþ reislerinden olan Ebu Süfyan, Ikrime, Süheyl gibi bir nice zatlar, Mekke'i Mükerreme'nin fethi günlerinde Ýslâm þerefine nail olmuþlar ve Islâmiyetleri pek güzel, pek samimî bulunmuþtur, (ve Allah Teâlâ bilendir) geçmiþte olanlarý bildiði gibi gelecekte olanlarý da pek mükemmel bilir. Ve o Yüce Yaratýcý (hikmet) sahibidir onun bütün emirleri, hükmleri hikmet ve menfaata dayanmýþtýr." Binaenaleyh bu cihad ile mükellefiyet de bir ilâhî hikmet gereðidir. Bu âyetler birer büyük mucizedir. Çünkü bunlarýn müjdeledikleri muvaffakiyetler daha sonra tamamiyle meydana gelmiþ, müslümanlar her tarafta galip olmuþ, Ýslâm hâkimiyeti parlak bir þekilde kendisini göstererek ehli imânýn kalplerini rahatlatmýþtýr.
16. Yoksa sandýnýz mý ki: Býrakýlacaksýnýz ve Allah Teâlâ sizden cihadda bulunanlarý ve Allah Teâlâ'dan ve Resulünden ve müminlerden baþkasýný öz dost edinmeyenleri bilmeyecek?. Halbuki, Allah Teâlâ bütün yaptýklarýnýzdan haberdardýr.
16. Bu âyeti kerime, cihaddan kaçýnan mü'minleri uyararak onlarý cihada teþvik buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ey Cenâb-ý Hak'kýn emrine heman uymayýp da cihat dan geri kalan müminler!. (Yoksa) siz (sandýnýz mý ki) öyle cihad ile artýk memur olmayacak bir halde (býrakýlacaksýnýz) dýr. (ve) yine fasit bir zan ile sandýnýz mý ki, (Allah Teâlâ, sizden) hak yolunda Milaslýca (cihadda bulunanlarý ve) bununla beraber (Allah Teâlâ'dan ve Resulünden ve mü'minlerden baþkasýný öz dost) sýrdaþ (edinmeyenleri bilmeyecek) bu haller o ezelî mabudun ilmî huzuru ile malûmu olmayacak!. Hâþâ (halbuki. Allah Teâlâ bütün yaptýklarýnýzdan haberdardýr.) O herþeyi bilen Yaratýcý, sizin bütün fiil ve hareketlerinizi, bütün hayallerinizi ve din düþmanlarýyle olan gizlice münasebetlerinizi tamamen bilir. Onun mukaddes zatýna karþý hiçbir þey gizli kalamaz. Artýk bunu güzelce düþünmeli, yapýlacak bir cihadý, bir ibadeti yalnýz Allah rýzasý için yapmalý, yoksa nefsanî arzular için, gösteriþler için yapýlacak bir savaþýn ve diðer þeylerin bir kýymeti yoktur.
§ Bu hitap!. Cihat dan geri duran bir kýsým mü'minlere ve bir görüþe göre de münafýklara yöneliktir.
§ Velice kelimesi: Bir kimsenin sýrdaþý demektir ki, kendisine bir takým sýrlarý bildirir. Buna "bit an e == sýrdaþ" da denir. Velice: Büyük çuval mânâsýna da gelir.
17. Müþrikler için, kendi nefislerinin küfrüne þahitler olduklarý halde Allah Teâlâ'nýn mescitlerini imar etmeleri caiz deðildir. Onlar o kimselerdir ki, onlarýn ameleri boþa gitmiþtir. Ve onlar ateþte ebediyen kalýcýlardýr.
17. Bu mübarek âyetler, yapýlan birmâbedin, bir ibadetin Allah katýnda makbul olabilmesi için bunu yapan kimsenin imân ile nitelenmiþ ve üzerine düþen vazifeleri ifaya götürücü olmasý lüzumunu göstermektedir. Þöyle ki: (Müþrikler için, kendi nefislerinin küfrüne þahit olduklarý halde) meselâ Yahudi veya Hýristiyan olduklarýný itiraf veya Ýslâm dinini inkâr edici olduklarýný ifade ettikleri veya diðer hareketleriyle, lâkýrdýlariyle ilâhî dinden mahrum bulunduklarýný meydana koyduklarý halde (Allah Teâlâ'nýn mescitlerini imar etmeleri) yani: O mescitlere devam etmeleri, onlarýn içinde oturmalarý, onlarý inþa ve tamir eylemleri (caiz) doðru (deðildir) onlardan bunun doðru ve makbul olacaðý imkânsýzdýr. Çünki (onlar) o kâfirler (o kimselerdir ki, onlarýn amelleri) onlarýn yapmýþ olduklarý hayýrlý görülen iþleri, küfrleri sebebiyle (boþa gitmiþtir.) bâtýl olmuþtur. Kendileri için uhrevî bir mükâfat temin edecek bir mahiyette bulunmamýþtýr. (Ve onlar) küfrleri yüzünden ahiretde cehenneme atýlarak (ateþte ebediyen kalýcýlardýr.) bu onlarýn küfrlerinin cezasýdýr. Çünki küfür en büyük bir cinayet olduðundan cezasý da bu kadar büyüktür, ebedîdir.
18. Allah Teâlâ'nýn mescitlerini ancak Allah Teâlâ'ya ve ah i ret gününe imân eden ve namaz kýlan ve zekâtý veren ve Cenab'ý Hak'tan baþkasýndan korkmayan kimse imar eder. Artýk umulur ki, bunlar hidayete ermiþ olanlardan olacaklardýr.
18. (Allah Teâlâ'nýn mescitlerini) Cenâb-ý Hak'ka ibadet için hazýrlanan mabetleri öyle kâfirler deðil (ancak Allah Teâlâ'ya) onun varlýðýna, birliðine, ortak ve benzerden uzak olduðuna (ve ahiret gününe) bütün insanlýðýn sonunda oraya sevk edileceðine (imân eden) kaani bulunan (ve namazý kýlan) en büyük bir kulluk arzetme alâmeti olan namazlarý erkân ve þartlarý içerisinde kýlan (ve zekâtý veren) dindaþlarýnýn ihtiyaçlarýný gidermek için onlara mal ile yardým eyleyen (ve) dinî iþlerde (Cenâb-ý Hak'tan baþkasýndan korkmayan) yani: Kulluk vazifesini gerektiði gibi ifa edemeyip de uhrevî sorumluluða uðrayacaðýný düþünerek kalben yalnýz Cenab'ý Hak'tan korkup bu hususta baþkalarýndan korku ve endiþede bulunmayan (kimse imar eder) mabetleri tamire, aydýnlatmaya çalýþýr, içlerinde ibadet ve itaate devam eder durur. (Artýk umulur ki) yani: Artýk bu gibi zatlar ilâhî lütuf lardan bekleyebilirler ki: (bunlar hidayete ermiþ olanlardan olacaklardýr.) burada bir iþaret var ki: Öyle yüksek vasýflarý haiz zatlar bile kendi ibadet ve itaatlerine aldanarak mutlaka hidayete ereceklerine hükmedemeyip bunu ancak bir ilâhî lütuf olmak üzere ümit ederler. Artýk ehli küfür ve þirk, o hâl üzere bulundukça hiç hidayete erebilirler mi?. Onlarýn yapacaklarý mabetler onlar için bir hidayet vesilesi olur mu?. Elbette olmaz.
19. Ya siz hacýlara su vermeyi ve mescidi haramýn imârýný, Allah Teâlâ'ya ve ah i ret gününe imân eden ve Allah Teâlâ yolunda cihadda bulunan kimse gibi mi tuttunuz?. Bunlar Allah Teâlâ'nýn katýnda eþit olamazlar ve Allah Teâlâ zalimler olan bir kavme hidayet etmez.
19. Bu âyeti kerime, imansýz olan bir kimsenin ne kadar görünürde güzel hizmetlerde bulunsa da imân sahibi olup hak yolunda çalýþan bir zat ile eþit olamayacaðýný bildirmektedir. Þöyle ki: (Ya siz) Ey Müþrikler!. Veya ey Beyti þerifin suculuðunu, imaretini hicrete ve cihada ve benzerlerine tercih eden bir kýsým müslümanlar!. (hacýlara su vemeyi) Hacýlara su vermek, onlara su daðýtmak hizmetinde bulunmayý ve (mescid'i haramýn) Kâbe'i Muazzama'nýn (imârýný) onun tamir ve tezyin Edirnesini, onun koruyucusu, mütevellisi bulunmayý (Allah Teâlâ'ya ve ahiret gününe imân eden ve Allah Teâlâ yolunda) kâfirler ile (cihadda) savaþta (bulunan kimse) nin imâný, Allah katýndaki yeri (gibi mi tuttunuz?.) onlarý fazilet ve derece üstünlüðü bakýmýndan beraber mi kýldýnýz?. Bu ne yanlýþ bir kanaat!. Halbuki (Bunlar Allah Teâlâ'nýn katýnda eþit olamazlar.) gerçek þekilde mümin olan ve hak yolunda cihad eden bir zatýn imâný ile küfür üzere sebat eden bir þahsýn sâdece hacýlara su vermesi, Kabe'yi korumasý, tamir ve tezyin etmesi nasýl eþit görülebilir?. Ýmana dayalý olmayan öyle bir amelin Allah katýnda bir kýymeti yoktur, (ve Allah Teâlâ zâlimler olan bir kavme hidâyet etmez) Evet... Küfür ve þirk içinde yaþayan, Hz. Peygambere düþman bulunan bir topluluk, sapýklýða düþmüþ kimselerdir. Artýk onlar, öyle hayýrlý görülen bazý hareketlerinden dolayý Allah yolunda cihadda bulunan mü'minlere nasýl eþit olabilirler?. Onlar ile mü'minler zümresini eþit görenler, zalimce bir kanaatte bulunmuþ olmazlar mý?. Böyle zalimler ise doðru bir yolu takip etmeðe muvaffak olamazlar.
§ Bu âyeti kerimenin nüzul sebebi hakkýnda birkaç rivayet vardýr. Bu cümleden olarak deniliyor ki: Mekke'i Mükereme'de bulunan müþrikler, Yahudi'lere sormuþlar ki: Biz bu mescid-i haramý tamir ve tezyin ediyor, hacýlara su veriyor, ikramda bulunuyoruz. Artýk biz mi daha üstünüz, yoksa Muhammed -Aleyhisselâm- ile eshâbý mý daha üstündürler. Yahudiler de demiþler ki: Siz daha üstünsünüz. Bunun üzerine bu âyeti kerîme nazil olarak onlarý yalanlamýþtýr.
20. O zatlar ki, imân ettiler ve hicrette bulundular ve Allah Teâlâ'nýn yolunda mallarýyle, canlarýyla cihada atýldýlar. Allah katýnda dereceleri pek büyüktür. Ve iþte kurtuluþa erenler de onlardýr.
20. Bu mübarek âyetler, bir takým yüksek vasýflarý taþýyan mü'minlerin pek büyük derecelere muvaffak olduklarýný bildirmektedir. Onlarýn ebedî nimetlere, pek büyük mükâfatlara nail olacaklarýný açýkça beyân ederek kendilerini þöylece müjdelemektedir: (O zatlar ki, imân ettiler) Ýslâmiyet'i kabul ile imân nimetine kavuþtular (ve) Rasûlullah'a tâbi olarak yurtlarýný býrakarak Medine'i Münevvereye (hicrette bulundular ve) dini Ýslâm'ý ufuklara yaymak için, din düþmanlarýný cezalandýrmak için (Allah yolunda) Allah'ýn dini uðrunda (mallariyle, canlarýyla cihada atýldýlar) kâfirlerle çarpýþtýlar, iþte þüphe yok ki, bu pek seçkin vasýflara sahip bulunan muhterem zatlarýn (Allah katýnda dereceleri pek büyüktür.) Artýk bu pek yüksek vasýflara sahip olmayanlar elbetteki, o zatlara fazîletce, üstün mertebece eþit olamazlar. (Ve iþte kurtuluþa erenler de) dünya ve ahiret saadetine tamamen nail olanlarda (onlardýr) o pek seçkin vasýflara sahip olan zatlardýr.
Ynt: Tevbe Suresi By: hafizvuslat Date: 03 Kasým 2009, 15:25:35
21. Onlarý Rabbileri kendinden bir rahmet ile ve bir razý olmakla ve cennetler ile müjdeler. Onlar için o cennetlerde ebedî nimetler vardýr.
21. (Onlarý) O pek muhterem mücahit zatlarý (rableri) onlarý terbiye etmiþ, arýndýrmýþ öyle olgunluklara erdirmiþ olan Yüce Yaratýcý (kendisinden) kendi ilâhî katýndan sýrf bir lütuf olarak (bir rahmet ile) pek büyük bir ihsan ile (ve) onlardan ebedî þekilde (râarý olmakla) onlarý ebediyen gazabýna uðratmaksýzýn ilâhî rýzâsýna nail kýlmýþ bulunmakla (müjdeler) kendilerine böyle pek büyük ilâhî I ût uf I arý n ý müjdeliyor. Ne kadar büyük bir ilâhî iltifat!. Artýk (Onlar için» böyle yüce bir müjdeye mazhar olan o muhterem zatlar için (o cennetlerde ebedî nimetler vardýr.) Onlar her güne kederlerden uzak, ebedî olarak devam eden nimetlere nail olacaklar, pek mutlu bir haîde yaþayýp duracaklardýr.
22. -Onlar- orada ebedî olarak kalacaklardýr. Þüphe yok ki. Allah Teâlâ'nýn katýnda pek büyük bir mükâfat vardýr.
22. (-Onlar-) O yüksek vasýflara sahip olan müminler (orada) o cennetlerde, o ebediyet âleminde (ebediyen baki kalacaklardýr.) artýk onlar için nail olduklarý nimetlerden mahrum olmak düþünülecek deðildir. (Þüphe yok ki,) o gibi zatlar için (Allah Teâlâ'nýn katýnda) manevî huzurunda (pek büyük birmükâfat vardýr.) çünki o zatlar en güzel bir imân ile, bir fazilet ile vasýflanmýþ olduklarý için haklarýndaki mükâfat da pek büyük olacaktýr. Özellikle onlar ahiret âleminde Yüce Allah'ý görmeye nail olacaklardýr ki, artýk bunun ne kadar büyük bir ilâhî lütuf olduðunu düþünmelidir. Ne mutlu bu saadete nail olanlara!.
§ Malumdur ki: Cenâb-ý Hak mekân ve zamandan yücedir. Hiçbir zâtýn o Yüce Yaratýcýya yakýnlýðý, onun katýnda bulunmasý, mekân itibariyle deðildir. Bilâkis bu yakýnlîktan ve katýnda oluþtan maksat, manevî bir yakýnlýktýr. Hakikî mü'minlerin bir kalp temizliði ile ibâdette bulunup bir kulluk zevkine dalacak olmalarýndan, manevî bir huzura ve ruhanî bir tecelliye nail bulunmalarýndan ibarettir. Bu þekilde onlarýn kalplerinde ilâhî muhabbet nurlarý parlamýþ olur. Kendileri her türlü düþüncelerin üstünde ruhanî bir neþeye ulaþmýþ bulunurlar. Ne büyük saadet!.
23. Ey müminler!. Eðer küfrü imân üzerine tercih etmiþler ise babalarýnýzý, kardaþlarýnýzý dost tutmayýnýz ve sizden onlarý kimler ki dost tutarsa iþte zalim olanlar, onlardýr.
23. Bu mübarek âyetler gösteriyor ki: Din düþmanlariyle alâkayý kesmeyi imkânsýz görmemelidir. Her mü'min için lâzýmdýr ki, Allah'ýnýn ve peygamberinin emirlerine uysun, bu uðurda her fedakârlýða katlansýn, mukaddesatýna engel olmak isteyenlerle baðlarýný kessin, akrabalýk gibi, dünyevî menfaat gibi þeyler bu dinî vazifeye mâni olmasýn. Bunun aksine hareket edenler kendilerine zulm etmiþ, hidayetten mahrum kalmýþ olurlar. Mekke'i Mükerreme'nin fethinden evvel müslümanlara hicret etmeleri emir olunmuþtu, içlerinden bazýlarý: Biz nasýl hicret edelim ki, yurdumuzda babalarýmýz, aþiretlerimiz vardýr, ticaretimiz, ikametgâhýmýz vardýr, bunlardan alâkalarýmýzý nasýl keselim, diye söylenmiþlerdi. Bunun üzerine bu âyetler nazil olmuþtur. Buyurulmuþ oluyor ki: (Ey müminler!.) Ey Ýslâmiyet'i kabul ettikleri halde hicret etmek istemeyen müslümanlar!. (Eðer küfrü imân üzere tercih etmiþlerse) küfür ve azgýnlýk içinde yaþamayý gerekli görmüþ ve bunda Ýsrar ederek Ýslâmiyet i kabulden kaçýnmakta bulunmuþlar ise, artýk öyle olan (babalarýnýzý, kardaþlarýnýzý dost tutmayýnýz) sonra onlarý muhabbeti sizleri Ýslâmiyet'e hizmetten, Ýslâm yurduna hicretten mahrum býrakýr, bu yüzden din kuvvetiniz bozulur. (Ve sizden onlarý kimlerki dost tutarsa) onlarýn sözleriyle oturup kalkarsa, onlarýn kötü halini görmez de onlar ile oturup kalkmayý hicrete, cihada tercih eylerse (iþte zalim olanlar) Allah'ýn emrine muhalefet edip kâfirleri müminler üzerine tercih etmek suretiyle nefislerine zulm etmiþ bulunanlar (onlardýr) o kâfirleri böyle tercih edecek ve gerekli görecek kimselerdir.
24. De ki: Eðer babalarýnýz, oðullarýnýz, kardaþlarýnýz, eþleriniz, kabileleriniz ve kazanmýþ olduðunuz mallar, durgunluða uðramasýndan korktuðunuz bir ticaret ve hoþnut olduðunuz ikametgâhýnýz sizin için Allah Teâlâ'dan ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevgili ise artýk Allah Teâlâ'nýn emri gelinceye kadar bekleyiniz!. Ve Allah Teâlâ fasýklar olan kavmi hidayete erdirmez.
24. Resulüm!. Öyle yurtlarýndaki alâkalarýndan dolayý hicreti, hak yolunda cihadý býrakan müslümanlara (De ki: Eðer babalarýnýz, oðullarýnýz, kardaþlarýnýz, eþleriniz, kabileleriniz) akrabanýz (ve kazanmýþ olduðunuz mallar) ve sizin ayrýlacaðýnýzdan dolayý revacýný, geliþmesini kaybederek (durgunluða uðramasýndan korktuðunuz bir ticaret) bir iktisadî muamele (ve hoþnut olduðunuz) içinde seve seve oturduðunuz (ikametgâhýnýz sizin için Allah Teâlâ'dan ve Resûlündan) onlarýn rýzalarý için hicret etmekten (ve Allah yolundan cihatdan daha sevgili ise) böyle dünyevî alâkalar, menfaatler, sizin gözünüzde Allah Teâlâya ve Resulüne itaatten ve hak yolunda cihaddan daha iyi görünüyorsa (artýk Allah Teâlâ'nýn emri) mukadder olan azabý, kahýr ve cezasý (gelinceye kadar bekleyiniz!.) elbette lâyýk olduðunuz âkibete kavuþursunuz. (Ve Allah Teâlâ fasýklar olan kavmi hidayete erdirmez.) Öyle Cenâb-ý Hak'kýn emirlerine itaatten kaçýnan kimselerin kalplerini hidâyet nurlariyle aydýnlatmaz. Binaenaleyh Yüce Allah'ýn emirlerine daima riâyet etmelidir ki, insan hidâyet nurundan mahrum kalmasýn.
§ Bu âyeti kerime bizlere bildirmiþ oluyor ki: Dünyevî menfaatler ile dinî menfaat ler arasýnda bir çatýþma bir aykýrýlýk bulunursa her müslüman için icabeder ki, dinî menfaatleri, dünyevî menfaatler üzerine tercih etsin.
Vakýa baba, ana, çoluk çocuk sevgisi, yaratýlýþtandýr, bunlardan kalplerin alâkasýný tamamen kesmek, imkânsýzdýr. Fakat düþünmelidir ki: Bunlar insanýn manevî helâkina sebep olacak bir halde bulunurlarsa artýk ne kýymetleri olabilir?. Özellikle bütün varlýðýmýz, bütün nail olduðumuz nimetler Cenâb-ý Hak'kýn birer ihsanýdýr ve ebedî saadetimizi saðlamaya vâsýta olan zat da Rasülü Ekrem Efendimizdir. Artýk Cenâb-ý Hak ile Rasûlü Ekreme olan muhabbetimiz her türlü muhabbetlerin üstünde olmalý deðil midir?. Artýk bizleri yaratanýmýza Peygamberimize isyana sevk etmek isteyen saptýrýcý kimselere karþý nasýl baðlýlýk gösterebilir de kendimizi ebedî hüsrana düþürmeye cesaret edebiliriz?. Cenâb-ý Hak cümlemize güzelce düþünceler, hareketler nasip buyursun Amin!.
25.Muhakkak ki. Allah Teâlâ size birçok mevkilerde yardým etmiþtir. Huneyn gününde de. O gün ki, çokluðunuz sizi güvendirmiþti. Fakat bu size fâide vermemiþti. Yeryüzü geniþliðiyle beraber sizin üzerinize dar gelmiþti. Sonra da arka çevirir olduðunuz halde dönüp gitmiþtiniz.
25. Bu mübarek âyetler, müslümanlarý düþünmeye, teþekküre davet ediyor, her hususta muvaffâkiyetin ancak Allah'ýn yardýmý sayesinde meydana geleceðini bildiriyor. Zahirî varlýða, çokluða, akrabalýða deðil, ancak Allah'ýn lûtfuna Ýtimat edilmesine iþaret buyuruyor, Ýnsanlýk gereði meydana gelen kusurlardan, yanlýþ fikirlerden dolayý tövbekar olarak ilâhî affa iltica edenlerin af ve maðfirete nail olacaklarýný müjdeliyor. Þöyle ki: Ey Müslümanlar!. Düþününüz, Ýslâm dinî sayesinde ne kadar baþarýlara nail oldunuz. Evet... (Muhakkak ki. Allah Teâlâ size birçok mevkilerde) bir nice savaþ alanlarýnda (yardým etmiþtir.) Bu cümleden olarak Bedir, Kureyza, Nadir, Hudeybiye, Hayber savaþlarýnda Mekke'i Mükerreme'nin fethi gününde sizi ilâhî yardýmýna nail buyurmuþtur. (Huneyn gününde de) O Huneyn Savaþý zamanýnda sizi zafere kavuþturmuþtur. Bir kere düþünün (o gün ki,) o Huneyn Savaþý baþlarken (çokluðunuz) ordunuzun büyük bir kuvvete sahip olmasý (sizi güvendirmiþti.) artýk böyle bir kuvvetin maðlûp olamayacaðýna inananlarýnýz bulunmuþtu. (Fakat bu) kuvvet, bu çokluk size baþlangýçta (fâide vermemiþti.) düþmanlarýnýzý hemen cezalandýrmaya sebep olmamýþtý. Hatta Ey Müslümanlar!. Orada (Yeryüzü geniþliðiyle beraber sizin üzerinize dar gelmiþti.) Çok korkmuþtunuz, orada duramaz olmuþtunuz, âdeta kalplerinizin yatýþacaðý emin bir yer bulamaz gibi bir hâle düþmüþtünüz, (Sonra da) düþmanlarýnýz olan kâfirlere (arka çevirir olduðunuz halde) yenilmiþ olarak (dönüp gitmiþtiniz.) savaþ alanýnda yalnýz Rasûlüllah ile birkaç zat kalmýþtý.
Bu hâdise müslümanlar için bir hikmet dersi idi. Tâki, daima Cenâb-ý Hak'ka tevekkül ve sýðýnmada bulunsunlar, muvaffakiyeti ancak ondan beklesinler, kendi maddî varlýklarýna güvenmesinler, yurtlarýna, akrabalarýna, servetlerine alâka bahanesiyle din uðrunda fedakârlýkta bulunmaktan kaçýnmasýnlar.
26. Sonra Allah Teâlâ Resulü üzerine ve mü'minler üzerine rah-metini indirdi ve sizin görmediðiniz ordular indirdi ve kâfîr olanlarý azap I an d irdi ve bu ise kâfirlerin cezasýdýr.
26. (Sonra Allah Teâlâ) Lütfetti (Resulü üzerine ve) maðlup olup daðýlmýþ olan (mü'minler üzerine rahmetini indirdi) kalplerine sükûnet verdi, tekrar kendilerini toplayarak Yüce Peygamberin yanýna koþtular, savaþa baþladýlar (ve) Ey müslümanlar!. Cenâb-ý Hak (sizin görmediðiniz ordular indirdi) size imdat için birçok melekler gönderdi. (Ve kâfir olanlarý) öldürmekle, esaret ile, mallarýnýn ellerinden alýnmasiyle (azaplandýrdý) onlarý yenilgiye uðrattý, (ve bu) azap (ise kâfirlerin) dünyevî (cezasýdýr.) onlarýn ahiretteki cezalarý ise daha büyüktür ve ebedîdir.
27. Sonra Allah Teâlâ bunu müteakip dilediðini tövbeye muvaffak kýlar ve Allah Teâlâ çok baðýþlayan pek esirgeyendir.
27. (Sonra Allah Teâlâ bunu) Bu savaþý ve galibiyet ve maðlûbiyeti (müteakip) o düþmanlarýndan (dilediðini tövbeye) imâna ve günahkârlarýndan tövbe ve istiðfar etmeye (muvaffak kýlar) onun maðlûbiyeti hakkýnda bir ilâhî lütuf olur, onun kurtuluþ ve saadetine vesile bulunmuþ olur. Gerçekten de bunlardan bir kýsmý gelip Islâmiyeti kabul etmiþlerdir, (ve Allah Teâlâ çok baðýþlayandýr) o tövbe edenlerin günahlarýný af eder ve örter ve (pek esirgeyendir.) onlarý lütuf ve merhametine nail buyurur. Elverir ki, bir insan, kendi kusurunu bilerek tövbe edip af dilesin.
§ Huneyn Savaþý: Huneyn Mekke'i Mükerreme ile Taif arasýnda bir vâdîdir. Mekke'i Mükerreme'inin fetihin müteakip bu vadide Arap kabilelerinin büyüklerinden Havazin, Sakiyf gibi kabileler toplanmýþ, müslümanlar ile savaþa karar vermiþlerdi. Ordularýnýn mevcudu dörtbin kadar imiþ, bazý siyer kitaplarýna göre yirmi bin kiþiden ziyade bulunuyormuþ. Rasûlü Ekrem Hazretleri de on ikibin kadar erden oluþan bir ordu ile Huneyn mevkiine varmýþ, savaþa baþlamýþlardýr. Müslümanlardan bazýlarý Ýslâm ordusunun çokluðuna, kuvvetine bakarak "bu ordu hiçbir vakit azlýðýndan dolayý maðlûp olmaz" demiþti. Bu ise doðru bir söz deðildi. Çünkü hangi bir ordunun baþarýsý çokluðu ile kendi kuvvetiyle deðil, Cenâb-ý Hak'kýn dilemesiyle, yardýmýyla meydana gelir. Ýþte müslümanlara böyle bir uyanma dersi verilmesi hikmetine binaen olmalýdýr ki, savaþa baþlayan Ýslâm ordusu, baþlangýçta galip olmuþ iken sonra bir laubalice hareket neticesi olarak bozguna uðramýþ, her tarafa daðýlmýþ, yalnýz Rasûlü Ekrem ile amcasý Hz. Abbas ve amcasý oðlu Ebu Süfyan ve Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi birkaç zat yerlerinde sebat edip kalmýþlardý. Rasûlü Ekrem Efendimiz tam bir metanetle savaþa atýlmýþ: = Ben peygamberim yalan yok ben Abdu'l-Muttalib'in oðluyum." Diyerek düþmana meydan okumuþtu.
Hz. Abbas da: Ey Ýslâm erleri geliniz. Peygamberinizin yanýndan ayrýlmayýnýz, diye nida etmiþ, derken bütün Ýslâm kahramanlarý tekrar savaþ alanýna gelmiþler, Rasûlü Ekrem de yerden bir avuç toprak alarak düþmanlarýn yüzlerine doðru atmýþtý. Bu toprak zerreler! düþmanlarýn gözlerine isabet ederek onlarý sersem bir hâle getirmiþ, gökten melekler de imdade gelmiþ idi. Bunun neticesinde düþman büyük bir yenilgiye uðramýþ, bir miktarý öldürülmüþ, bir kýsmý da esir alýnmýþtý, mallarý da müslümanlarýn ellerine geçmiþti. Daha sonra bunlarda müslüman olanlar yine serbest býrakýlmýþtý.
§ Rasûlü Ekrem'in gazveleri = düþmanlarýna karþý savaþa çýkmalarý on dokuzdur. Düþmanlara karþý gönderdiði küçük birlikler ve buus denilen askerî kýtalar ile beraber toplamý yetmiþ veya seksen kadardýr.
28. Ey imân edenler!. Þüphe yok ki, müþrikler pis kimselerdir. Artýk bu seneden sonra Mescidi Haram'a yaklaþmasýnlar. Ve eðer ihtiyaçtan korkarsanýz elbette Allah Teâlâ dilerse sizi lütfundan zenginleþtirecektir. Þüphe yok ki, Allah Teâlâ herþeyi bilendir, hikmet sahibidir.
28. Bu mübarek âyetler, Allah'ýn dininden mahrum olanlarýn manen pis olduklarýný, binaenaleyh bunlarýn haremi þerife girmelerine müsaade edilmemesini ve bu yüzden iktisadî bir bunalým meydana gelmeyeceðini bildirmektedir. Ve Ýslâm dinini kabul etmeyen milletler ile, zelilce bir þekilde cizyelerini verinceye kadar savaþta bulunulmasýný âmir bulunmaktadýr. Þöyle ki: (Ey imân edenler) Ey Müslüman Kahramanlarý!. (Þüphe yok ki, müþrikler, pis kimselerdir.) yani: Bütün kâfirler, putlara tapanlar Ýslâmiyet'i kabul etmeyenler, içlerindeki kötü inançlarýndan dolayý manen temiz deðildirler. Onlar abdest almazlar, cenabetten yýkanmazlar, þarap vesaire gibi bir takým dînen pis olan þeyleri kullanýrlar, bu sebeple bunlar manen pis þeyler mahiyet indedirler. Her ne kadar cismen pis deðillerse de. Bunun içindir ki, elleriyle temas ettikleri birþey pis olmuþ sayýlamaz. (Artýk bu seneden sonra) yani: Yüce Hicretin dokuzuncu senesini müteakip (Mescid'i harama yaklaþmasýnlar) yani: Artýk onlar hac veya umre için haremi þerif sahasýna gelip girmesinler. Nitekim Hz. Ebu Bekir, Mekke'i Mükerremeye girerek böyle bir tebliðde bulunmuþtur.
§ Ýmamý Azama göre müþrikler, yalnýz ziyaret için mescidi harama ve diðer mescitlere girmekten engellenmezler. Ýmamý Þafiî'ye göre yalnýz mescidi harama girmekten men edil) re I r. Ýmamý Mâlik'e göre de, bütün Ýslâm mabetlerine girmekten men olunurlar. (Ve eðer ihtiyaçtan korkarsanýz) müþriklerin haram sahasýna girmemesi yüzünden ticaretin, maddî menfaatlerinin durgunluða uðramasýndan endiþeye düþerseniz, bu bir boþ endiþedir. Çünki (Allah Teâlâ elbette dilerse sizi lütfundan zenginleþtirecektir.) haram sahasýna baþka bir feyiz ve bereket verecektir, bitirme gücünü arttýracaktýr, bir nice gruplarý Ýslâm þerefine nail edip Beytullah'ý ziyarete sevkedecektir. Daha nice fetihler ve ganimetler ihsan buyuracaktýr. Nitekim de öyle olmuþtur. Bugün o mübarek yerlerden akmaya baþlayan petrollerde bu feyz ve bereket cümlesinden biridir. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ bilendir) Sizin ihtiyaçlarýnýzý, menfaatlerinizi tamamen bilir. Ve (hikmet sahibidir) onun her emir ve yasaðý, her insan ve men'i bir hikmete dayanmaktadýr. Artýk onun dinî hükümlerine riayet ediniz, ondan baþkasýndan korkmayýnýz. Sizin için kurtuluþ ve saadet çaresi ancak budur.
29. Kendilerine kitap verilmiþ olanlardan olup da ne Allah Teâlâ'ya ve ne de ahiret gününe imân etmeyen ve Allah Teâlâ ile Resulünün haram kýldýðý þeyleri haram tanýmayan ve ne de hak dinini din edinmeyen kimseler ile zeliller olarak kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaþta bulunun.
29. (Kendilerine kitap verilmiþ olanlardan) Kendilerine vaktiyle Tevrat ve Ýncil'in hükmleri bildirilmiþ olan kimselerden (olup da ne Allah Teâlâ'ya ve ne de ahiret gününe imân etmeyen) yani: Hak Teâlâ'yý ilahlýk þanýna lâyýk bir þekilde birlemeyen ve yüceltmeyen ve ahiret âlemine Ýslâmiyet'in haber verdiði þekilde inanmayan (ve Allah Teâlâ ile Resulünün haram kýldýðý þeyleri haram tanýmayan) tecavüz edilmemesi gereken haklara tecavüzü caiz gören, haram olan bir kýsým meþrubatý helâl sanan bir takým putlara tapýnmanýn yasaklandýðýný inkâr eden (ve ne de hak dinin) diðer dinlerin bir nice hükümlerini kaldýrmýþ olan Ýslâm dinini kendisine (din
edinmeyen kimseler ile) aranýzda büyük bir ayrýlýk vardýr. Samimî bir dostluk ve muhabbet câri olamaz, bunlar mukaddesatýn düþmanlarýdýr. Binaenaleyh bunlar (zeliller olarak) müslümanlara karþý zillet ve itaat göstererek (kendi elleriyle) Ýslâm hükümetine (cizye verecekleri zamana kadar savaþta bulunun) onlarý cezalandýrýncaya veya kararlaþtýrýlmýþ olan vergiyi vererek itaat ve boyun eðmeye mecbur olacaklarý vakte kadar kendileriyle savaþtan ayrýlmayýnýz. Tâki, Ýslâmiyet'in galip oluþu, hâkimiyeti her yerde görünüp dursun.
§ Bu cizye, Imam-ý Âzam'a göre hem ehli kitaptan, hem de Arap ve Acem müþriklerinden alýnýp kabul edilebilir, Ýmam Ebu Yusuf'a göre bu cizye, Arap müþriklerinden ve ehl-i kitabýndan alýnmaz, baþkalarýndan alýnabilir. Ýmamý Þafiî'ye göre cizye, Arap ve Acem olan ehli kitaptan alýnabilir, putperestlerden alýnýp kabul edilmez. Ýmamý Mâlik'e göre de cizye, bütün kâfirlerden kabul edilebilir.
Mecusîlerden (ateþperestlerden) cizyenin kabul edileceði hususunda da eshabý kiramýn ittifaký vardýr. Çünki, onlar hakkýnda ehli kitap muamelesi yapýlmasýna dair bir hadisi þerif vardýr.
§ Cizyenin miktarýna gelince: Bu, kazanan fakirler hakkýnda on ikiþer dirhemdir, orta halli kimseler hakkýnda yirmi dörder dirhemdir, zenginler hakkýnda da kýrk sekizer dirhemdir. Kazançtan âciz, veya hasta, veya çok yaþlý ve kadýnlar ile çocuklar hakkýnda cizye yoktur. Bu cizyeler sene baþýnda alýnýr. Ýmamý Þafiî'ye göre cizyenin miktarý her þahýs için bir dinardýr. Bu zenginden de, fakirden de sene sonunda alýnýr. Cizye ile mükellef olan þahýs Ýslâmiyet'i kabul deince veya ölünce bu cizye düþer.
§ Ýslâm dinine göre hakikî mümin o kimsedir ki: Kur'an-ý Kerim'in beyan ettiði þekilde Cenâb-ý Hak'ki birler ve tasdik eder, bütün Peygamberlere bütün semavî
kitaplara inanýr, hiçbir mahlûka yaratýcýlýk, il ah lýk isnat edmez. Cenâb-ý Hak'kýn bütün hükümlerini kabul eder ve saygý gösterir. Halbuki, ehli kitap denilen kimseler, Allah Teâlâyý ilâhî zatýna lâyýk bir þekilde tasdik etmiþ ve yüceltmiþ bir durumda deðildirler. Çünki onlar, Cenab'ý Hak'ki, lâyýk olduðu þekilde birleme ve yüceltmede bulunmamaktadýrlar. Kimisi insanlara ilahlýk, mâbudluk isnat etmektedir. Bir kýsmý bazý Peygamberleri, semavî kitaplarý inkâr eylemektedir. Ahiret âlemine de Ýslâm dininin haber verdiði þekilde imân etmekte deðildirler. Binaenaleyh onlar gerçekte diðer inkarcýlar ile beraber bulunmaktadýrlar.
30. Ve Yahudi'ler dedi ki: Üzeyr Allah'ýn oðludur. Hýristiyanlar da dedi ki: Mesih, Allah'ýn oðludur. Bu onlarýn aðýzlarýyla söyledikleri lâkýrdýlarýdýr. Evvelce kâfir olanlarýn lâkýrdýlarýna benzetiyorlar. Allah Teâlâ kendilerini kahretsin!. Nasýl -Haktan- çevriliyorlar.
30. Bu mübarek âyetler, Yahudiler ile Hýristiyanlarýn da bazý zatlarý tanrý ve Cenab'ý Hak'kýn oðlu kabul ederek daha eski müþrikler gibi pek yanlýþ bir inançta bulunmuþ,bu þekilde bir nevi þirke düþmüþ olduklarýný bildirmektedir. Þöyle ki: Ehli kitap denilen taifeler, hak dine aykýrý pek yanlýþ inanýþlarda bulunmuþlardýr. (Ve) bu cümleden olarak (Yahudiler dedi ki: Üzeyr) adýndaki zat (Allah'ýn oðludur.) böyle Allah'ýn þanýna lâyýk olmayan bir babalýk ve oðulluk isnadýnda bulundular. (Hýristiyanlar da dedi ki: Mesih) Hz. Ýsa (Allah'ýn oðludur.) onun insanlardan babasý yoktur, babasýz ise evlât olamaz. Öyle ise, Mesih'in babasý Tanrý Teâlâ'dýr. Hâþâ. (Bu) yakýþtýrmalar, bu cahilce iddialar (onlarýn aðýýzlariyle söyledikleri lâkýrdýlarýdýr.) esassýz delilden yoksun sözlerdir. Bu sözleri kendilerinden (evvelce kâfir olanlarýn lâkýrdýlarýna benzetiyorlar) nitekim vaktiyle bir takým müþrikler de "melekler" Allah'ýn kýzlarýdýr demiþlerdi. Yahut: Hýristiyanlar, kendilerinden önce olan Yahudiler gibi inanmýþ, bir insaný Allah Teâlâ'nýn oðlu sanmýþlardýr... Yahudi'ler ise, daha evvel: Üzeyr'i Allah'ýn oðlu sanmýþlardý. Veyahut: Hz. Peygamber zamanýndaki Yahudi'ler ile Hýristiyanlar da kendilerinden evvel gelip geçmiþ olan kendi babalarý, dedeleri gibi yanlýþ iddialarda bulunmuþ, bunlar da bazý insanlarý Allah Teâlâ'nýn oðlu sanývermiþlerdir. Bu ne cahilce bir iddia!. (Allah Teâlâ kendilerini kahretsin) yani: Böyle iddialarda bulunanlara lanet eylesin. Onlar (nasýl) haktan, Allah Teâlâ'nýn birliðine, baba olmaktan yüce bulunduðuna dair inançtan bâtýla (çevriliyorlar) halbuki, bu bâtýla imkân yoktur, onun birliði, baba olmaktan yüceliði nice deliller ile sabittir.
31. -Onlar- bilginlerini, rahiplerini ve Meryem'in oðlu Mesih'i de Allah Teâlâ'dan baþka tanrýlar edindiler. Halbuki: Allah Teâlâ'dan baþkasýna ibadet etmekle emir olunmamýþlardýr. Ondan baþka ilâh yoktur. Onlarýn ortak koþtuklarý þeylerden yücedir.
31. (-Onlar-) O iki kavim, kendi içlerinden bir takým kimselerin saptýrmasýna uðradýlar, Yahudiler "Ahbar" denilen kendi (bilginlerini) kendi din âlimlerini, hýristiyanlarda kendi (rahiplerini) kiliselerde kapanýp duran papazlarýný (ve Meryem'in oðlu Mesih'i de Allah'tan baþka tanrýlar edindiler.) onlara secde eder oldular. O bilginlerinin, papazlarýnýn Allah'ýn bildirdiklerine aykýrý olarak helâl ve haram diye telkin ettikleri þeyleri hemen kabul ediverdiler. Hz. Ýsa'yý da Allah'ýn oðlu tanýyarak ona tapýnmaya baþladýlar. Diðer insanlar gibi bir anneden doðan, yiyip içmeðe ve diðer þeylere muhtaç bulunan bir kimse, hiç Allah Teâlâ'nýn oðlu olabilir mi?. Bunu düþünmediler, (halbuki. Allah T e âlâ'd an baþkasýna ibadet etmekle emir olunmamýþlardýr.) Tevrat, Ýncil gibi kitaplarda böyle bir emir yoktur. Bilâkis yalnýz Allah Teâlâ'ya ibadet edilmesi emredilmektedir. (ondan) O kâinatýn yaratýcýsýndan (baþka ilâh) mabut (yoktur) o Yüce Yaratýcý (onlarýn) o kâfirlerin Yüce Allaha (ortak koþtuklarý þeylerden uzaktýr) Evet. Onun yaratýcýlýkta, ibadette, dinî hükmlerde, ilâhî zatýna saygý ve ululama hususunda ortaðý yoktur. Her türlü ortak ve benzerden uzaktýr. Buna inanmýþýzdýr!. Artýk Üzeyr gibi, Mesih gibi, melekler gibi Allah'ýn yarattýklarý nasýl olur da o ezelî ve Yüce Yaratýcýya ortak ve benzer kabul edilebilir?.
§ Üzeyr Aleyhisselâm, Ýsrail oðullarý erkeklerindendir. Peygamber olup olmamasýnda ihtilâf vardýr. Tarihe göre: Buhtü Nesser tarafýndan Kudsü þerif harap edildiði zaman, Hz. Üzeyr de Ýsrail oðulariyle beraber esir edilerek Babil'e gönderilmiþti. Onlara dinî rehberlikte bulunuyordu. Daha sonra Babil iran devletinin eline geçince iran Þahý, Ýsrail oðullarýný Kudüs'e iade etmiþti. Beyt'i Mukaddesi yeniden bina ettiler. Tevrat kitabý birçok deðiþikliðe, tahrifata uðramýþtý. Hz. Üzeyr bir ilâhî lütuf olarak Tevrat'ý tamamen ezberlemiþ bulunuyordu. Bunu yeniden yazývermiþti. Bu hâdise, milâttan (458) sene öncesine rastlamaktadýr. Sonra Hz. Üzeyr vefat etmiþ, yüz sene sonra bir harika olmak üzere Cenâb-ý Hak'kýn kudretiyle yeniden hayat bulmuþ, bir müddet daha yaþamýþtýr, Ýþte bu zatýn bu hâline bakan bir takým Yahudi'ler, ve bu cümleden olarak Fenhas Ibni Az ura "Üzeyr", Allah'ýn oðludur, demiþler, kendisine tapmakta bulunmuþlardýr. Hatta deniliyor ki, Yahudilerden Selâm, Numan, Þas, Mâlik vesaire adlarýndaki kimseler, Rasûlullah'ýn huzuruna gelmiþler, "Biz senin dinine nasýl tâbi olabiliriz ki, sen bizim kýblemizi býraktýn, ve sen Üzeyr'in Allah'ýn oðlu olmadýðýný iddia ediyorsun" demiþler, bunun üzerine (30) uncu âyeti kerime nazil olmuþtur. "Hýristiyanlarýn" teslis akidesine düþmelerinin sebebi hususunda da þöyle bilgiler verilmektedir: Hz. Ýsa'nýn semaya kaldýrýlmasýndan sonra isevîler seksenbir sene kadar Ýslâm dinî üzere bulunmuþlar, kýbleye doðru namaz kýlar. Ramazan orucunu tutarlardý. Tâki, Yahudiler ile aralarýnda bir savaþ yapýldý, Yahudi'ler arasýnda "Pols" adýnda þecaatli bir þahýs vardý. Isevîlerden birçoklarýný öldürdü, sonra da Yahudi'lere dedi ki: Ben hakký Ýsevîler tarafýnda görüyorum, yarýn isevîler cennete, biz ise cehenneme gireceðiz, ben bir hile yaparak onlarý sapýklýða düþüreceðini. Bunun üzerine görünürde Yahudi'lerden alâkasýný kesmiþ gibi görünerek isevî'lerin yanlarýna gitmiþ, bana Hýristiyanlýðý kabul etmekliðim için gökten bir çaðrý geldi, bende kabul ettim, bu yüzden Yahudilerin birçok eza ve cefasýna mâruz kaldým, þimdi size katýlmýþ bulunuyorum, demiþ, Hiristiyanlarý aldatmýþ. Onlar bu þahsý samimî, itaatkâr, takva sahibi bir zat sanarak kendi kiliselerine býrakmýþlar, kendisine yardýmda bulunmuþ,büyük, ilgi göstermiþler. Artýk hilesini tatbike sýra gelmiþti. Kendisinin talebesi yerinde bulunan "Nestur" adýndaki bir þahsa: "Isa ile Meryem ve Tanrý üç ilahtýr, hepsi de ilahlýk vasfýna sahiptir" diye gizlice ders vermiþ, "Yakup" adýndaki bir þahsa da "Isa þüphesiz ki, insan ve cisim deðildir, fakat o Allah'ýn oðludur" diye tâlimde bulunmuþ "Milkâ" adýndaki üçüncü bir
öðrencisine de "Tanrý olan ancak Ýsa'dýr; onun ilâhlýðý ebedîdir" diye telkinde bulunarak bunu kendisi hayatta bulundukça baþkalarýna söylememeleri ayrý ayrý gizlice tavsiye etmiþ ve bunlardan herbirine benden sonra benim halifem, yerime geçecek olan ancak sensin diye söylemiþ, kendisine talim ettiði inancý insanlar arasýnda yaymasýný datenbih eylemiþti. Bunu müteakip kendisi intihar etmiþ, bu talebelerinden her biri onun müstakil olarak halifesi kendisi olduðunu iddia ederek meydana atýlmýþ, aralarýnda ihtilaflar yüz göstermiþ, herbirisi kendine telkin edilmiþ olan bâtýl inancý bir liderlik mevkiinde bulunmak birsiyle yaymaya baþlamýþ; bunun neticesinde de "Nesturiye Yakubiye, Milkâiye" mezhepleri meydana çýkmýþ, Ýsevîler Allah'ýn birliði inancýndan mahrum kalmýþlardýr. Bu hususa dair tefsirlerde ve mesnevide mufassal malûmat vardýr. "Nisa Süresindeki ISJ'ncý âyeti kerimenin izahýna da bakýnýz!.
§ Bu mübarek âyetler de: Yahudilerin, Hýristiyanlarýn Üzeyr'i Mesih'i Allah'ýn oðlu tanýyarak onlarý tanrý edinmeleri hepsine isnat edilmektedir. Gerçek þu ki: Onlarýn hepsi de bu inançta deðildirler. Fakat içlerinden bir kýsmý bu inançta bulunup bundan men edilemediði için bunun hepsine isnat edilmesi bir konuþma usulü gereðidir. Nitekim bir yerde bir iyiliðe veya bir kötülüðe bazý kimseler tarafýndan devam edildiði takdirde: O yer ahalisi, þu iyiliði veya kötülüðü yapýp durmaktadýrlar deniliyor. Maamafih vaktiyle hepsinin de Öyle bir inanýþta bulunup da daha sonra bu inançtan bir kýsmýnýn vaz geçmiþ olmalarý da düþünülebilir. Ve böyle birþeyin hepsine isnâdî, hepsinin de uyanýk olarak o þeyden onu yapanlarý uyararak men'e çalýþmalarýna iþaret hikmetine binaen de olabilir.
32. Onlar Allah Teâlâ'nýn nurunu aðýzlarýyla söndürmek isterler. Allah Teâlâ ise nurunu tamamlamaktan baþka birþeye razý olmaz. Ýsterse kâfirler hoþlanmasýnlar.
32. Bu mübarek âyetler, bir takým gayri müslimlerin Ýslâm dinine karþý ne kadar düþman olduklarýný bildiriyor. Buna raðmen Ýslâm nurunun dâima ufuklarý aydýnlatýp diðer dinlere galip geleceðini müjdelemektedir. Þöyle ki: (Onlar) O gayri müslimler, O Yahudi ve Hýristiyan önderleri (Allah Teâlâ'nýn nurunu) Ýslâm dinini veyahut Allah'ýn birliðini bildiren Kur'an'ý Kerim'i, Cenâb-ý Hak'kýn eþ ve benzerden uzak olduðuna ve Rasülü Ekrem'in peygamberlik ve risaletine þahitlik edip duran delilleri, mucizeleri (agýzlariyle) bâtýl lâkýrdýlariyle (söndürmek isterler.) öyle bir ebedîlik nurunun yok olmasýný arzu ederler, öyle bir hakikat güneþini öyle üfürmeleriyle ortadan kaldýrmak isterler. Ne kadar ahmakça bir gayret!. (Allah Teâlâ ise) o mukaddes (nurunu) bütün ufuklarý aydýnlatýcý olmak üzere (tamamlamaktan baþka birþeye razý olmaz) o hikmet sahibi Yaratýcý, kelime-i tevhid-i yüceltmeye, Ýslâm dinini güçlendirmeye muhalif olan þeyleri imha eder, herhalde ilâhî nurunun her tarafa yayýlmasýný irâde buyurur, aksini irâde buyurmaz. Herhalde Ýslâm dininin nurunu insanlýk dünyasýna vakit vakit daha fazla yayacaktýr, (isterse kâfirler hoþlanmasýnlar.) Bu ilâhî nurun öyle parlayýp günden güne ufuklara yayýlmasýný istemesinler. Onlarýn bu düþmanlýðýna raðmen o apaçýk nur fazlasýyla her tarafa yayýlýp duracaktýr.
"Bir þem'iki. Mevlâ yaka bir veçhile sönmez."
33. O bir Yüce Yaratýcýdýr ki. Peygamberini hidayet ile ve hak din ile gönderdi ki, onu bütün dinlerin üzerine yükseltsin, isterse müþriklerin hoþuna gitmesin.
33. (O) Yüce Mabut (bir Yüce Yaratýcýdýr ki. Peygamberini) Hz. Muhammed Aleyhisselâm'ý (hidayet ile) insanlýk için bir selâmet ve saadet rehberi olan Kur'an'ý Kerim ile (ve hak din ile) sýrf hakikat olan Ýslâm dini ile, bütün insanlýðýn son ve en mükemmel bir Peygamberi olmak üzere (gönderdi ki onu) o Ýslâm dinini, kendisine muhalif olan bütün (dinlerin üzerine yükseltsin) diðer ilâhî dinlerinin de birçok hükümlerini bir hikmet ve menfaat gereði kaldýrýp daha mükemmel hükmleri insanlýða teblið buyursun, (isterse) Ýslâm dininin bu yücelmesi müþriklerin o insanlara ilahlýk isnat eden, bu þekilde þirke düþmüþ olan kâfirlerin (hoþuna gitmesin) bir takým bâtýl inançlarýn merkezi olan kalpleri Islâmiyetin bu yücelmesiden dolayý zarar ve ziyanda olarak hüzn ve keder içinde kalsýnlar, o Ýslâm'ýn yücelmesi mutlaka gerçekleþecektir. Nitekim de öyle olmuþtur, daha da olup duracaktýr.
"Düþmanlarýn alçaklýðý ettikçe tevali"
"Eyler o ziya küsteri âfâk teali"
§ Evet... Ýslâm dini, her tarafa yayýlmaya devam edip durmaktadýr, Ýslâm dininin bütün dinler üzerine galibiyeti, yükselmesi aklen, ilmen sabit bulunmuþtur. Herhangi bir din ile Ýslâmiyet arasýnda ilmî bir þekilde tarafsýz bir karþýlaþtýrma yapýlacak olsa Ýslâmiyet'in hepsinden fazla akýl ve hikmete uygun, bütün insanlýðýn idaresine, selâmet ve saadetine yeterli bulunduðu pek güzel anlaþýlýr. Bir kere düþünmeli: Ýnsanlarý ihtilâfa düþüren, insanlara ataleti, miskinliði tavsiye eyleyen, insanlara, putlara ilahlýk, mâbutluk isnat eden dinler ile bütün insanlýðý bir kardeþlik dairesinde yaþamaya davet eden, insanlara adaleti, ihsaný, hayýrseverliði emreyleyen, bütün insanlarýn bir yüce mabuda kulluk, arzýnda bulunup mukkaddesata hizmeti, insanlýðý aydýnlatmaya çalýþmasý, meþru þekilde iktisadî faaliyette bulunmayý tavsiye buyuran Ýslâm dini eþit görülebilir mi?. Elbette birçok milletler bu apaçýk dini kabul etmiþlerdir, birçok milletlerde ergeç bu yüce dini kabul edecektir.
Gerçek þu ki: Bir takým din düþmanlarý; sýrf bir düþmanlýk sebebiyle Ýslâm dini aleyhinde bulunabilir, bu pek yüksek dinin ne kadar mukaddes; yüce olduðunu inkâra cür'et gösterebilir, müslümanlýðýn ilerlemeye mâni, asrýn ihtiyaçlarýný temine yetersiz olduðunu iddia edebilir. Fakat bunlarýn bu haince çalýþmalarý sonunda akamete mahkum olur, kendileri de hem dünyada hem de ahirette belâlarýný bulurlar, Ýslâmiyet nurlarý yine beþeriyet ufuklarýný tenvire devam eder durur.
"Ey mihri nübüvvet seni mümkün müdür inkâr!"
"Pür þaþaadýr nurun ile enfüs-ü âfâk."
Ýslâmiyet in ufuklara yayýlmasýný müjdeleyen Kur'an-ý Kerim'in nasýl bir ebedî mucize olduðunu daha güzelce anlamak için Ýslâm tarihine þöyle bir bakmalýdýr. Malûm olduðu üzere Yüce Peygamberimiz, baþlangýçta pek yalnýz bir halde bulunuyordu, bütün çevrsi kendisine düþman kesilmiþti. Arap yarýmadasý bütün müþriklerin elinde idi, diðer kýtalarda bütün kâfirlerin, müþriklerin, putperestlerin hâkimiyetleri altýnda bulunuyordu. Derken bir takým yüksek zekâlý zatlar Ýslâmiyet'in güzelliðini görerek Ýslâmiyet'e can attýlar, Peygamberin fedakârlýðýna iþtirak etmeðe baþladýlar, düþmanlarýnýn kuvvetleri, düþmanlýklarý o kadar çok idi ki, o mübarek Peygamber, kendi vatanýný býrakarak hicrete mecbur olmuþtu. Fakat diðer bir muhitte, Medine'i Münevvere'de Ýslâmiyet parlamaya baþlamýþtý, müslümanlarýn sayýlarý günden güne artýp duruyordu. Az zaman sonra bir hâle geldi ki, büyük bir Ýslâm ordusu meydana gelmeye baþladý, Arap müþriklerin cezalandýrmaya muvaffak olup Mekke'i Mükerreme'yi fethettiler. Kâbe'i Muazzama, müslümanlarýn eline geçmiþ bulundu. Daha sonra Ýslâm ordusu, bütün Arap yarýmadasýný fethetti, Ýslâm bayraklarý Arap yarýmadasýnýn dýþýnda da dalgalanmaya baþladý, müslümanlar, Yahudi'leri Arap beldelerinden çýkardýlar, Þam taraflarýnda hýristiyanlara galip geldiler. Suriye'de, Filislin'de, Irak'ta bulunan mecusîlere, putperestlere galip gelerek onlarýn bulunduklarý yerleri de Ýslâm hâkimiyeti altýna aldýlar. Daha sonra Ýslâm ordularý doðu ve batýya seferlerde bulunarak nice beldeler! fethettiler, Ýslâmiyet bir nice ülkelere yayýldý. Birçok zümreler Ýslâm þerefine nail oldu. Ýslâmiyet, maddî bir gücün baskýsýyla deðil, kendi mahiyetindeki çekicilik ve mükemmellik tesiriyle birçok kimselerin kalplerine hakîm olmuþtur, dünyanýn her tarafýna yayýlmaya baþlamýþtýr. Mýsýr, Kuzey Afrika, Iran ülkeleri Ýslâm hakimiyetine tâbi oldular, Ýspanya'ya, Hollanda'ya, Ýngiltere'ye, Ümit Burnuna, Hindistana, Çine diðer yerlere kadar Ýslâmiyet yayýldý. Buralarda milyonlarca insan, kendi arzutariyle Ýslâm dinini kabul etmiþ bulunmaktadýr.
Müslümanlar vaktiyle insanlýða, medeniyete, ilm ve fazilete olaðanüstü bir þekilde hizmet ederek diðer milletlere alýnacak bir örnek olmuþlardýr. Bunu bugün birçok batý bilginleri de itiraf etmektedirler. Bu cümleden olarak bu bilginlerden "L. A. Sedillot" Paris'te basýlmýþ bir eserinde þöyle demiþtir: "Müslümanlarý ve onlarýn bütün ortaçað boyunca yeni medeniyet üzerine icra ettikleri tesiri unutulmaya mahkûm etmekte herhalde hususî bir maksat olsa gerek" Ýskenderiye mektebinde (Picrcoride'in göklere çýkarak methettiði týbbî maddeler, ilmî þekliyle bir Ýslâm icadýdýr. Kimyevî eczacýlýðý müslümanlar icat etmiþlerdir. Bugün (Dispansa tolre) denilen ilâç maddeleri hakkýndaki muazzam hükümler onlardan kalmýþtýr." "Ibni Sina tam altý asýr boyunca mekteplere mutlak þekilde hakîm oldu. Beþ kitaptan oluþan Kanun ismindeki eseri birçok defalar tercüme ve tab'edilerek Fransa ve italya Üniversitelerinde tedrisata esas alýnmýþtýr." Gerçekten de müslümanlar medeniyete, ilmi irfana çok hizmet etmiþlerdir. Maalesef zaman zaman bir kýsým müslümanlar, ihtiyatsýz hareketlerde bulunmuþlar, aralarýnda zuhur eden ayrýlýklar yüzünden ilerlemeleri duraklamaya uðramýþ, bazý maðlûbiyetlere mâruz kalmýþlardýr. Fakat bu da müslümanlar için bir terbiye ve uyanýþ dersi mahiyetinde bulunmuþtur. Buna raðmen Ýslâmiyet'in yayýlmasý yine devam etmektedir. Hiçbir kuvvetin tesiri altýnda kalmaksýzýn birçok münevver, hakikatlarý araþtýran kimseler, Ýslâmiyet'i kabul edip durmaktadýrlar.
Özet olarak: Kur'an-ý Kerim'in müjdeler! tahakkuk ederek nasýl bir ebedî mucize olduðu bu þekilde de ortaya çýkmýþ bulunmaktadýr, Ýslâmiyet daha fazla geliþecektir. Birçok yüksek zatlarýn beyanýna göre de sonunda Hz. Ýsa'nýn inmesi ve Hz. Mehdinin çýkmasý ile Ýslâmiyet hâkimiyeti tamamen doðu ve batýyý kuþatacaktýr. Bütün gayri mü suniler ya Ýslâmiyet'i kabul edecek veya bir kýsmý müslüman olacak, bir kýsmý da m üs l umanlara cizye vermek mecburiyetinde kalacaktýr.
Bununla beraber maddeten olmasa bile Ýslâmiyet manen bütün var olan dinlere galip olmuþtur. Bunu bir kýsým insaflý batý âlimleri de itirafa mecbur bulunmaktadýr. Bu cümleden olarak "Marmadok" adýndaki bir bilgin þöyle demiþtir. "KUR'AN" en mükemmel bir ahlâk ve hukuk kitabýdýr. Kur'an'ýn teblið ettiði esastan mükemmel bir ahlâk mecellesi vücut bulur. Yaratanýn hukuku ile yaratýlmýþlarýn hukuku ancak müslümanlýk tarafýndan mükemmel bir þekilde tarif olunmuþtur. Bunu yalnýz müslümanlar deðil, Hýristiyanlar da Museviler de itiraf ediyorlar.
Cenab'ý Hak, cümle insanlýða insaf, uyanýklýk ihsan buyurarak Ýslâm dinine kavuþmak nasip buyursun âmin. Fetih sûresine de bakýnýz!.
34. Ey imân etmiþ olanlar!. Yahudi bilginlerinden ve rahiplerinden birçoðu insanlarýn mallarýný elbette haksýz yere yerler ve Allah'ýn yolundan çevirirler. Ve o kimseler ki, altýný ve gümüþü toplarlar da onlarý Allah yolunda sarf etmezler, artýk onlarý acýklý bir azap ile müjdele.
34. Bu mübarek âyetler, ehli kitaba mensup bir takým din bilginlerinin dünya varlýðýna düþkün olup insanlarýn mallarýný birer bahane ile haksýz yere ellerinden aldýklarýný ve servetlerini hak yolunda sarfetmediklerini bildiriyor. Ve bu yüzden bir yakýcý azaba uðrayacaklarýný kendilerine ihtar ediyor. Þöyle ki: (Ey imân etmiþ olanlar!) Ey hakikî müslümanlar!. (Yahudi bilginlerinden) kendilerine "ahbar" denilen musevî din âlimlerinden (ve) hýrýstiyan olup ibadet için kiliselere kapanýp duran ve papaz unvanýný alan (rahiplerden birçoðu insanlarýn mallarýný elbette haksýz yere yerler) yani: insanlarýn mallarýný rüþvet yolu ile, onlar aldatmak suretiyle ellerinden alýr, o mallar ile kendileri istifâde etmek isterler. Meselâ: Bir takým dinî hükmi erde müsamaha gösterirler, insanlarýn arzusuna uysun diye o hükmi eri tevile ve deðiþtirmeye çalýþýrlar, bir takým kimseleri günahlarýndan kurtarmak bahanesiyle onlardan âdeta rüþvet almýþ bulunurlar. (Ve) O din adýna rehberlik iddiasýnda bulunan þahýslar birçok kimseleri, saptýrarak (Allah'ýn yolundan çevirirler) onlarýn Ýslâmiyet'i, hakikati kabul etmelerine engel olurlar. Kendi kitaplarýndaki bir takým mes'eleler! de bozarak ve deðiþtirerek insanlarýn bir takým haki kat I arý olduðu gibi anlamalarýný arzu etmezler. (Ve o kimseler ki) hangi bir milletten olursa olsunlar (altunu ve gümüþü) dünya servetini (toplarlar da onlarý Allah yolunda sarfetmezler.) Meselâ onlarýn zekâtýný vermezler, onlarý meþru, lâzým olan cihetlere harcamazalr. (artýk onlarý) öyle âdi, mallarýný icabeden yerlere sarfetmekten kaçýnan þahýslarý (bir azap ile müjdele) onlar öyle helâl ve haram demeksizin topladýklarý mallarý yüzünden ahirette pek acýklý bir cezaya uðrayacaklardýr. Bir kere bunu düþünmeli deðil midirler?.
35. O günde ki, bunlarýn üstü cehennemin ateþinde kýzdýrýlýp onunla alýnlarý, yanlarý ve arkalarý daðlanýr. Ýþte bu kendi þahýslarýnýz için hazine haline getirdiðinizdir, artýk toplayýp biriktirdiðinizin tadýný tadýnýz -denilir-.
35. O mallarýndan gereken harcamayý yapmayanlar (O gündeki) azaba uðrayacaklardýr, (bunlarýn) Bu toplamýþ olduklarý mallarýn (üstü cehennemin ateþinde kýzdýrýlýp) bir ateþ parçasý haline getirilir (onunla) o ateþ parçasiyle, o mallarý toplamýþ olanlarýn (alýnlarý, yanlarý ve arkalarý daðlanýr) çünkü insanýn haddizatýnda vücudu, yüzünden, iki tarafý ile arkasýndan ibarettir. Ýnsanlarýn bütün varlýðý esasen bunlar ile devam eder. Binaenaleyh bunlarýn azap çekmesi, bütün vücudun azap çekmesin! gerektirir. Ve o azaba uðrayacak þahýslara denilir ki (iþte bu) ateþ parçasý kesilen mallarýnýz, (kendi þahýslarýnýz için hazine haline getirdiðinizdir) yani: Bunlar kasalarýnzda biriktirip zekâtýný vermediðiniz, yerine sarf etmediðiniz servetinizdir ki, böyle bir hâle gelmiþtir. (Artýk toplayýp biriktirdiðinizin tadýný tadýnýz) Evet... Onlara yarýn ahirette denilir ki: Ýþte sizi saran bu yakýcý azap, sizin dünyadaki mallarýnýzdýr ki, bakýnýz, bugün sizin için ne kadar bir cezaya sebep olmuþtur.
Kenz = Hazine, cem edilen, toplanýlan, bir yere koyulan mal demektir. Define gibi. Buna "malý meknuz da" denir böyle bir malýn zekâtý verilmezse, bu maldan hac gibi bir dinî vazife ifa edilmezse, bu maldan çoluk çocuðun nafakalarýna sarfý icabeden miktar sarf edilmezse ve böyle bir mal ile gururlu bir vaziyet alýnýp vatanýn, vatandaþlarýn menfaatine çalýþýlmaz ve özellikle böyle bir mal gayrý meþru þekilde elde edilmiþ bulunursa artýk bunun hakikat açýsýndan hiçbir kýymeti olamaz. Bilâkis sahibi için azaba, felâkete sebep olur. Artýk böyle bir servet sahibi olmak için rüþvet gibi, hýrsýzlýk gibi rezaletlerden kaçýnmayan, hakikatlarý deðiþtirmeye çalýþan, kendisini muhtaç olmadýðý halde fakir göstererek zekât almak isteyen, dinî hükmleri yanlýþ göstermeðe cür'et eyleyen kimseler öyle ateþin azaplara uðrayacaklardýr. Bunda þüphe yoktur. Kur'an'ý Kerim'in bu mübarek âyetleri baþka milletlerin bir kýsým kötü hallerini bize beyan buyuruyor ki, bizler de öyle gayri meþru hallerde bukmmayahýn, kendimizi ilâhî azaba mâruz býrakmayalým. Ne büyük bir ilâhî irþad!.
Fakat meþru þekilde kazanýlan: Zekâtý verilen, hac için, çoluk ve çocuðun nafakalarý için icabeden mikdarý sarfedilen bir mal ne kadar çok olsa da verilmiþ bir kenz, bir servet sayýlmaz. Bu övülmüþtür. Nitekim: "Ýyi bir mal, iyi bir insan için güzeldir." denilmiþtir. Bu hususta þuna da riayet etmelidir ki: Elde edilen bir mal, sahibini gaflete, þehvete düþürmesin, dinî vazifelerini ifaya mâni olmasýn, baþkalarýna karþý gumrlu bir vaziyet almasýna sebebiyet vermesin, kalbini yüce düþüncelerden mahrum býrakmasýn. Aksi takdirde o fazla mal ve servet sahibi için bir nimet deðil, bir felâket sebebi olur. Cenab'ý Hak hayýrlýsýný ihsan buyursun. Amin...
36. Muhakkak ki, aylarýn sayýsý. Allah Teâlâ'nýn katýnda. Cenab'ý Hak'kýn kitabýnda gökleri ve yeri yarattýðý günden beri on ikidir. Bunlardan dördü haram olanlardýr. Ýþte bu, doðru bir hesaptýr. Artýk o aylarda nefislerinize zulm etmeyiniz. Ve müþrikler sizinle toplu bir halde savaþta bulunduklarý gibi siz de toplu bir halde müþrikler ile savaþta bulunun ve biliniz ki. Allah Teâlâ muhakkak korunanlar ile beraberdir.
36. Bu mübarek âyet, kameri senelerin kaçar aydan ibaret olduðunu ve bunlara uymanýn lüzumunu bildiriyor, bunlara riâyet etmeyenlerin sorumluluðuna iþaret buyuruyor Þöyle ki: Ey insanlar!. Biliniz!. (Muhakkak ki, aylarýn sayýsý. Allah Teâlâ'nýn katýnda) onun mukaddes hükmünce, o kâinatýn yaratýcýsý olan (Cenâb-ý Hak'kýn kitabýnda) lâvh-i mahfuzunda (gökleri ve yeri yarattýðý günden beri on iki) aydan ibaret (dir) ilâhî hüküm bu þekilde gerçekleþmiþtir. Bu aylar ise Muharrem, Sefer, Reblülevvel, Rebiülahir, Cemâziyelevvel, Cemaziyelâhir, Recep, Þaban, Ramazan, Þevval, Zilkade, Zilhicce, aylarýndan ibarettir. Bunlar ay yýlýný meydana getirmektedir. Toplam: (335) gündür. Bir de güneþ yýlý vardýr ki, bunun müddeti de (365) gün ile bir günün dörtte biri kadardýr. (Bunlardan) Bu kamerî aylardan (dördü haraný olan) aylar (dýr) Onlar da: Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarýdýr. Bunlara "eþhüri hürüm = haram aylar" denilir. (Ýþte bu) dört ayýn haram kýlýnmýþ olmasý (doðru bir hesaptýr) bir doðru yoldur, Ýbrahim Aleyhisselâm'ýn takibetmiþ olduðu bir ilâhî din yolundan baþka deðildir. (Artýk o aylarda nefislerinize zulm etmeyiniz) Gerçek þu ki: Hiçbir vakit nefse zulm caiz deðildir. Fakat bu haram kýlýnmýþ aylarda günâha girmek, bu aylarýn hürmetine de aykýrý olacaðýndan nefse daha ziyade zulüm olur. Bu aylar mademki, Allah katýnda fazlaca bir hürmete mazhardýr, artýk bunlarýn bu hürmetine aykýrý olarak bu ay larda'yapýlacak günahlarýn cezasý da o oranda fazladýr. Binaenaleyh bu hususa pek ziyade dikkat etmelidir. (Ve) Maamafih (müþrikler sizinle toplu bir halde savaþta bulunduklarý gibi siz de toplu bir halde müþrikler ile savaþta bulunun) o Ýslâm düþmanlarý herhangi ayda olursa olsun müslümanlara saldýrdýklarý takdirde müslümanlarýn o haram aylara riâyet için elleri baðlý durmalarý, o düþmana karþý cephe almamalarý elbette uygun olamaz. Bu halde müslümanlarýn da kendilerini müdafaa için o düþmanlara karþý savaþa baþlamalarý lâzým gelir. Bununla o aylara hürmetsizlik etmiþ bulunmazlar. Bu bir zaruret icabýdýr, bu Allah'ýn dinine bir hizmet vazifesidir, (ve biliniz ki. Allah Teâlâ muhakkak korunanlar ile) Allah Teâlâ'nýn emrine riâyet edip ondan korkanlar ile zafer ve baþarý ihsan etmek bakýmýndan (beraberdir.) Hak Teâlâ Hazretleri daima öyle takva sahibi kullarýný destekler, baþarýlý kýlar.
37. Þüphe yok ki Nesî = Ertelemek, bir ayýn hürmetini diðer aya býrakmak -küfrde bir ziyadeliktir. Onunla kâfir olanlar þaþýrtýlýr. Onu -o tehir edileni- bir yýl helâl, bir yýl da haram sayarlar ki, Allah Teâlâ'nýn haram kýldýðýnýn sayýsýna uygun göstersinler de Cenâb-ý Hak'kýn haram kýldýðýný helâl kýlsýnlar. Onlar için kötü amelleri bezetilmiþtir. Allah Teâlâ ise kâfir olan bir kavme hidayet etmez.
37. Bu âyeti kerime, bir takým kâfirlerin haram olan aylarý deðiþtirdiklerini ve tehir eder olduklarýný bildiriyor. Bu pek fazlasiyle kâfirce olan bir harekete cür'et edenlerin ise hidayetten mahrum kalacaklarýný ihtar buyuruyor. Þöyle ki: Bir hikmet sahibi mâbud olan Allah Teâlâ Hazretleri bir kýsým ibadetleri ifa hususunda kamerî aylara uyulmasýný emretmiþtir, Ýbrahim Aleyhisselâm da, diðer Peygamberler de kamerî aylara riâyet etmiþlerdir. Daha sonra Arap müdrikleri bu kamerî aylara uymayý terketmiþler, bunlara riâyeti kendi dünyevî menfaatlerine aykýrý görmüþler, bunun neticesi olarak Arabî aylarýný ertelemeye ve öne almaya baþlamýþlardý. Kamerî aylara uyulduðu takdirde hac mevsimi bazen kýsa, bazen da yaza tesadüf ediyordu. Kýsa tesadüf edince ziyaretler azalýyor, ticaretleri sekteye uðruyordu. Yahut hac mevsimi yaza tesadüf edince Mekke'de kalmak mecburiyetini hissediyorlar, ticaret için dýþarý çýkmalar! sonraya kalýyor, bu yüzden iktisadî menfaatleri azalmýþ gibi oluyordu. Bir de haram olan dört ayda savaþta bulunmak yasaklý, halbuki Arap kabileleri zaman zaman çarpýþmadan kendilerini alamýyorlardý. Artýk haram olan bir ayý helâl sayarak, o ayda savaþta bulunuyorlar, diðer bir ayý onun yerine bir haram ay sayýyorlardý. Bu cihetle aylar tehire býrakýlmýþ, deðiþtirilmiþ oluyordu. Bir de Ay yýlý ile, Güneþ yýlýný âdeta birbirine karýþtýnyorlardý, bu þekilde bir senenin müddeti Ay yýlý üzerine artýyor, bunun neticesi olarak bazý seneler, onüç ay olmuþ bulunuyordu. Artýk hac ayý, bazen Zilhicce'ye, bazen da Muharreme veya Sefere vesaireye tesadüf ediyordu. Bir müddet sonra da yine Zilhicce'ye tesadüf etmiþ bulunuyordu. Artýk bu aylarda böyle bir deðiþiklik vücude geliyor, Cenâb-ý Hak'kýn haram kýldýðý aylara riâyet edilmiyor, hac vakitleri çok kere terk ve tehir edilmiþ oluyordu.
Ýþte böyle dünyevî menfaatler için Allah'ýn emrini terkedenleri kýnamak, hareketlerinin küfrü artýrmaða sebep olduðunu beyan için þöyle buyuruluyor. (Þüphe yok ki. Nesi) yani: Aylarý deðiþtirip tehir etmek, bir ayýn hürmetini diðer bir aya býrakmak, meselâ: Belirli bir vakitte yapýlacak hac vazifesini baþka bir vakte nakil edivermek (küfrde bir fazlalýktýr) çünki buna cür'et edeler zaten kâfir bulunuyorlardý, Cenâb-ý Hak'kýn bu husustaki emrini dinlemeyip onun aksini yapmak da fazlaca bir küfür eseridir. Böyle yapanlar, ya Hak Teâlâ'nýn emrini inkâr etmiþ veya o emrin hikmet ve menfaata muvafýk olmadýðýný iddia ile Cenâb-ý Hak'ka hâþâ cehalet isnat eylemiþ olacaklarý için küfrleri kat kat olmuþtur, (onunla) Öyle Allah'ýn emrine muhalif olarak aylarý tehir etmek ve deðiþtirmekle (kâfir olanlar, þaþýrtýlýr) onlarýn sapýklýklarý artar, Cenâb-ý Hak'kýn emirlerindeki hikmetleri anlamaktan mahrum kalýrlar, (onu) O tehir ettikleri ayý (bir yýl helâl, bir yýl da haram sayarlar) haram olan bir ayý helâl tanýrlar, helâl olan bir ayý'ý da onun yerine haram telâkki ederler, aradan seneler geçtikçe ilâve ettikleri günler sebebiyle yine haram tanýmýþ olduðu ayýn haram bir ay olduðunu söylerler, (ki Allah Teâlâ'nýn haram kýldýðýnýn sayýsýna uygun göstersinler) Dört haram olan ay'a muvafakatte bulunmuþ gibi olsunlar (da) artýk (Cenâb-ý Hak'kýn haram kýldýðýný helâl kýlsýnlar) Bu cümleden olarak o hac yapýlmasý icabeden aylarý baþka aylara tehir ederek böyle kendi kendilerine helâl ve harama hüküm versinler, (onlar için) O cahilce hareketlerinin bir cezasý olmak üzere o (kötü amelleri bezetilmiþtir) artýk onu, güzel; faideli, takdire þayan birþey zannederek cüretleri artmýþtýr, daha ziyade azabý hak etmiþlerdir. (Allah Teâlâ ise kâfir olan bir kavme hidayet etmez.) Onlar kendi kabiliyetlerini kötüye kullandýklarý için sapýklýða düþmüþ olurlar, kendilerini selâmet ve saadete kavuþturacak bir hidâyete nail olamazlar.
Bu âyeti kerime gösteriyor ki, Cenâb-ý Hak, yüce bir mabuddur, hikmet sahibi bir yaratýcýdýr. Onun bütün dinî hükmleri hikmet ve menfaata dayanmaktadýr. Onu takdir ve tasdik etmemek, onun zýddýný yapmaktan kaçýnmamak en büyük bir sapýklýk eseridir. Ýþte bir kýsým ibadetlerin kamerî aylara göre yapýlmasý hususundaki emri ilâhî de bu cümledendir.
§ Bu konudaki þer'î hikmet bir iþaret olmak üzere þöylece izaha lüzum görülmüþtür
(I) Kamerî aylar, öteden beri on iki olup bunlar bir Ay yýlýný teþkil ederler. Bu aylar öteden beri olduðu gibi Ýslâm dininde de ibadetlere mahsus günleri, vakitleri kapsamak üzere muteber bulunmuþtur. Bu, ilâhî emre dayanan, Hz. Peygamberin fili ile sabit, ümmetin icmai ile gerçekleþmiþ bir durumdur. Bu cümleden olarak = Sana hilal seklindeki aylarý soruyorlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir. (Bakara 2/189) âyeti kerimesi gösteriyor ki: Ýbadetler hussunda kameri aylar muteberdir. Ayýn muhtelif safhalar göstermesi, insanlara ibadet zamanlarýný ve özellikle hac vaktini bildirmek için açýkça bir alâmettir. Artýk buna riayet edilmesi, bir hikmet ve menfaat gereðidir. Hikmete dayanan dinimiz, kamerî aylara bir ehemmiyet vermiþtir. Ayýn muhtelif safhalarý sayesinde medeniler de. Bedeviler de ibadet vakitlerini tayine muktedir olurlar. Bu kamerî aylar ise on ikidir. Bunlar bir Ay yýlýný oluþtumrlar. Bu senenin ilk ayý ise Muharremdir. Hz. Ömer, Radialahu anhu, Rasûlü Ekrem Sallallahu aleyhi vesselem efendimizin hicret buyurdukaln senenin Muharremini, müslümanlar için bir tarih baþlangýcý olarak t esbit etmiþtir. Hicrî tarih bu aydan baþlamýþ bulunmaktadýr.
(2) Cahiliye zamanýnda bu kamerî aylarýn vakitleri deðiþtirilmiþ, savaþta bulunmak için haram olan bir ay, ileri veya geri alýnmak suretiyle helâl sayýlmýþ, helâl olan bir ay da haram gösterilmiþ, yani: Dînen belirlenmiþ olan günler, keyfî surette deðiþtirilmiþti. Ýþte "Nesi" denilen bu hal, âyeti kerimesiyle büyük bir küfr sayýlmýþtýr.
(3) Ýbadetlerde Berat Gecesi, Miraç Gecesi, Velâdet Gecesi gibi mübarek günlerde kamerî aylara uymanýn teþrî hikmeti de biraz düþünme neticesinde pek güzel anlaþýlýr. Bununla beraber bir takým ibadetler, þer'an belirli vakitlere tahsis edilmiþtir. Bunlar birer teabbudî emirdir. Bizim vazifemiz de bu emirlere olduðu gibi riayet etmektir. Ýsterse onlarýn hikmetini bilmeyelim: Bir kulun kerem sahibi mabuduna olan tam bir kulluðu, onun emirlerine uymaktan ibarettir. Yoksa onun þahsýna ait faidelerini, kolaylýklarýný düþünüp araþtýrmak o hususta kendi kendine deðiþtirme ve bozmaya cür'et etmek deðildir.
(4) Oruç, hac farizesinin güneþ yýlýna göre muhtelif aylara tesadüfü, insanlýk hakkýnda ilâhî adaleti ilâhî rahmetin büyük bir tecellisi demektir. Düþünmeli ki, omç fârizesini her sene meselâ: Haziran ayýnda ifa etmekle mükellef olsa idik, kuzey yarým küredeki müslümanlar her vakit sýcak bir mevsimde ve uzun günlerde oruç tutacaklardý, güney yarým küredeki müslümanlar ise daima soðuk ve kýsa günlerde bu vazifeyi ifa edeceklerdi. Tersine bu vazifeyi ifa, ocak ayýna mahsus olsa idi, bu halde kuzey yarýmkürede bulunan müslümanlar, pek kolaylýkla oruçlarýný tutacaklardý, güney yarýmküredeki müslümanlar ise her zaman güç bir vaziyette kalmýþ olacaklardý. Kerem ve hikmet sahibi olan mabudumuz ise bu farizenin edasý için kamerî aylardan olan Ramazan ayýný tâyin buyurmuþ olmakla bütün müslümanlarý ilâhî lütfuna mazhar kýlmýþ, her otuz üç küsur sene içinde iki yarýmkürenin müslüman ahalisini nöbetleþerek kolaylýða nail buyurmuþtur.
(5) Þunu da düþünmeli ki, oruç günleri gibi, Hz. Peygamberin doðum günü gibi mübarek günler, bütün dünya günleri, mevsimleri için iftihara vesile olacak pek feyizli, þerefli zamanlardýr. Artýk bu yüce zamanlarýn birer feyizler devresi sayýlmak þerefine nail olmak, her mevsim, hergün için pek istenen bir saadettir. Halbuki, bu feyizler devresi, Güneþ yýlý itibariyle belirli bir mevsime, bir güne tahsis edilmiþ olsaydý insanlýk dünyasýnýn diðer mevsimleri, günleri bu nailiyet þerefinden mahrum kalmýþ olacaklardýr. Ay yýlý dikkate alýndýðý takdirde ise Güneþ yýVarýnýn bütün mevsimleri, günleri de bir nöbetleþme neticesi olarak bu yüceliðinin sonu olmayan þerefe mazhar olmaktadýrlar. Bu ise manevî bakýmdan pek büyük bir gayedir, bir hikmet gereðidir.
(6) Maamafih insanlar bir hikmete binaen bir imtihan dünyasýnda yaþamaktadýrlar. Bunlarýn mükâfatlarý Cenâb-ý Hak'kýn emirlerine uyarak o uðurda katlanacaklarý
güçlükler ile mütenasip olacaktýr. Nitekim = amellerin en faziletlisi, en þiddetli olanýdýr.) diye buyurulmuþtur. Artýk oruç gibi bi
ibadetin daima son bahara tesadüf etmeyip de diðer uzun veya sýcak zamanlara tesadüf etmesi de müslümanlarýn daha ziyade sevaba nail olmalarýna bir vesile olmuþ olur. Her hakikî müslüman, üzerine düþen vazifeleri herhangi bir mevsime tesadüf ederse etsin, kerem sahibi Mabudunun emrine uyarak seve seve, bir neþ'e içinde ifaya çalýþýr. Bu manevî zevkten mahrum olanlar ise herhangi mevsime tesadüf ederse etsin o dinî vazifelerini ifaya yanaþmazlar. Artýk onlarýn bu hususta söz söylemeðe ne selâhiyetleri olabilir?. Cenâb-ý Hak, cümlemizi Ýslâm dininin yüce hükmlerini takdir ile onlara hakkiyle uymaya muvaffak buyursun. Amin...
38. Ey imân edenler!. Sizin için ne varki, size Allah yolunda seferber olunuz, denildiði zaman yere yýðýldýnýz, kaldýnýz. Yoksa ahiret yerine dünya hayatýna mý razý oldunuz. Halbuki, dünya hayatýnýn metaý, ahiretin yanýnda pek az birþeyden baþka deðildir.
38. Bu mübarek âyetler, dünyevî menfaatler düþüncesiyle savaþtan kaçýnan müslümanlarý kýnamaktadýr. Hak yolundaki savaþlarýn faidelerine iþaret ederek müslümanlarý buna teþvik eylemektedir. Bu cihaddan kaçýnanlarý azap ile tehdit ederek onlarýn yerine baþkalarýnýn getirileceðini ihtar buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Ey imân edenler!.) Ey bir kýsým Ýslâm erleri!. (Sizin için ne var ki) ne mâni mevcuttur ki (size Allah yolunda) Ýslâm dinî uðrunda (sefer ediniz) gazaya çýkýnýz (denildiði zaman) aðýrlýk gösterdiniz (yere yýðýldýnýz, kaldýnýz) emre uyarak hemen savaþa hazýrlanmadýnýz?. (Yoksa) Siz (ahirete bedel) öyle ebedî bir nimete karþlýk (dünya hayatýna mý razý oldunuz?.) bu dünya varlýðýna mý daha ziyade kýymet verdiniz. (Halbuki, dünya hayatýnýn metaý) Dünyevî servetler, mevkiler (ahiretin yanýnda) uhrevî varlýklara menfaatlere göre (pek az) önemsiz (birþeyden baþka deðildir.) artýk öyle ebedî nimetleri býrakýp da bu fanî nimetlere böyle düþkünlük göstermek nasýl muvafýk olabilir?.
§ Ýbni Abbas Hazretlerinden rivayet edildiðine göre bu âyeti kerime Tebük gazvesi sýrasýnda nazil olmuþtur. Þöyle ki: Hicretin dokuzuncu senesi idi. Rum Kayseri nin emriyle Þam'da müslümanlarýn aleyhine hareket etmek üzere bir ordunun toplanmýþ olduðu haber alýnmýþtý. Rasûlü Ekrem'in emriyle Medine'i Münevvere'den, Mekke'i Mükerreme'den ve diðer Arap kabileleri arasýndan bir hayli asker toplanarak Þam tarafýna harekete karar verilmiþti. Bu orduya Hz. Ebu Bekir bütün servetini vermiþti. Hz. Osman da (içyüz deve yükü yiyecek ve bin altýn baðýþlamýþtý. Bu ordu, Recep ayýnda Medine'den hareket ederek Medine ile Þam yolunun ortasýnda bulunan "Tebük" adýndaki yere vardý. Etrafa korku vermiþti. Bazý kabileler cizye vermek suretiyle müslümanlarýn ahd ve emanýna girdiler. Rum ordusu ise hareket edemez olmuþtu, Ýslâm ordusu büyük bir þeref ve þan ile Medine'i Münevvereye dönmüþtü. Ýþte bu Tebük seferine hazýrlanýrken bazý münafýklar dedikodu yapmýþlar, bu cümleden olarak münafýklarýn reisi olan Abdullah Ýbni Übeyy Ýbni Selûl: "Muhammed Aleyhisselâm- Roma devletini oyuncak mý sanýyor, eshabýyle beraber onlara esir olacaklarýný gözümle görmüþ gibi biliyorum." demiþti. Maamafih o vakit havalar pek sýcak idi, Medine'nin mahsulâtý vücude gelmiþti, gidilecek yer ise uzakça idi, Rumlar ise fazla kuvvetli görülüyorlardý. Binaenaleyh bazý müslümanlar da, bu gibi sebeplerden dolayý aðýrlýk göstermiþ, hemen sefere koþmamýþlardý. Bunun üzerine bir teþvik ve kýnama mahiyetinde olmak üzere bu âyeti kerime nazil olmuþtur.
Gerçek þu ki: Eshabý kiramdan birçoklarý mallarýyle, canlariyle bu sefere seve seve iþtirak etmiþlerdi. Fakat umuma hitab edip de bunlardan bir kýsmýnýn kastedilmesi, meþhur bir mecaz üslûbudur, bir konuþma usulüdür. Binaenaleyh bu husustaki hitap da her ne kadar umuma yönelik ise de bundan bir kýsmý kasdedilmiþtir.
39. Eðer seferber olmazsanýz, sizi pek acýklý bir azap ile cezalandýrýr ve yerinize baþa bir kavmi getirir ve siz ona hiçbir þey ile zarar veremezsiniz. Ve Allah T e âlâ herþeye tam manâsýyla kaadirdir.
39. Ey mü'minler!. Artýk düþününüz!. (Eðer) siz, Hz. Peygamber'in emrine muhalefet edip de (seferber olmazsanýz) Yüce Peygamber ile cihada çýkmazsýnýz, Allah Teâlâ (sizi pek acýklý bir azap ile cezalandýrýr) sizi ahiretin pek müthiþ azabýna uðratýr veya düþmanlarýn ortaya çýkmasýyla veya kýtlýk ve pahalýlýk ile veya yaðmurlarýn kesilmesiyle sizi helake mâruz býrakýr, (ve yerinize baþka bir kavmi getirir.) Peygamberin emrine itaat edecek, ahireti dünyaya tercih eyleyecek bir kavmi Ýslâm þerefine nail kýlar, (ve siz ona) Cenâb-ý Hak'ka veya onun Peygamberine, öyle cihatdan geri kalýp aðýr davranmaktan dolayý (birþey ile zarar veremezsiniz.) onun dini yine yayýlýr durur, onun dinine hizmet eden nice zümreler vücude getirilir. Nitekim getirilmiþtir, Ýslâmiyet'i kabul eden Yemen, Fars, Irak, Türkistan ahalisinin Ýslâmiyet'i kabul edip Ýslâm dinine olan hizmetleri malumdur. (Ve Allah Teâlâ herþeye tam manâsiyle kaadirdir.) Kendi mukaddes dinini herhangi bir vasýta ile yüceltebilir, her tarafa yayabilir. Evet... Rasülü Ekrem'in mübarek hayatý da buna þahitdir. Cenâb-ý Hak onu ne kadar zatlar ile desteklemiþ, onun dinini kýyamete kadar da destekleyecek ve koruyacaktýr. Bir takým hainlerin bu yüce dine karþý görünürde veya gizlice düþmanca bir vaziyet almalarý, bunun dünya çapýnda yücelmesine, ufuklara yayýlmasýna ebediyen mâni olamayacaktýr. Cenâb-ý Hak dileyince Ýslâm dinini baþka milletler ile de teyit buyurur, onlarda Ýslâmiyet'e hizmete atýlýrlar Evet... Allah Teâlâ dilerse Ýslâm dinini bu dir
müntesip olmayanlar ile de destekler. Nitekim bugün de birçok müsteþrik yabancý âlimleri, Ýslâm dininin güzelliði, yüksekliði hakkýnda yazýlar yazýyor, eserler yayýnlýyorlar.
40. Eðer siz ona yardým etmezseniz muhakkak ki. Allah Teâlâ ona yardým etmiþtir: O zaman ki, kâfirler onu çýkarmýþlardý. O ikinin biri bulunuyordu. O ikisi maðarada bulunduklarý sýra, o vakitte ki, arkadaþýna diyordu: mahzun olma, þüphe yok ki. Allah Teâlâ bizimle beraberdir. Artýk Allah Teâlâ onun üzerine sekinetini indirdi ve bunu da görmediðiniz askerlerle destekledi ve kâfir olanlarýn sözünü alçalttý. Allah Teâlâ'nýn kelimesi ise o en yüksektir. Ve Allah Teâlâ güçlüdür, hikmet sahibidir.
40. Bu âyeti kerime, Eshab-ý Kiramý Rasûlullah'a yardým etmeðe teþvik etmektedir. Ve o Yüce Peygamberin daima Allah'ýn yardýmýna mazhar olup bir nice görülmeyen kuvvetler ile desteklenmiþ olduðunu bildirmektedir. Þöyle ki: Ey Müminler!. (Eðer siz ona) Hz. Muhammed Aleyhisselâm'a (yardým etmezseniz) Cenâb-ý Hak ona yardým eder, onu daima korumaktadýr, (muhakkak ki. Allah Teâlâ ona) Evvelce de (yardým etmiþtir.) Özellikle (o zaman) yardým etmiþti (ki, kâfirler) Mekke'i Mükerreme'deki müþrikler (onu) o Yüce Peygamberi Mekke'den (çýkarmýþlardý.) çýkmasýna sebebiyet vermiþlerdi, onu mübarek hayatýna kastetmeðe karar vermiþlerdi. (O) Yüce Peygamber (ikinin biri bulunuyordu.) biri kendisi, diðeri de arkadaþý ve eshab-ýý kiranýným seçkini olan Ebu Bekir Hazretleri idi. (O ikisi) O mübarek Peygamber ile muhterem arkadaþý (maðarada bulunduklarý sýra) O Yüce Resul (o vakitte ki) o muhterem arkadaþýna teselli vermek için (diyordu:) Ey arkadaþým! (mahzun olma) Bana düþmalarýmýn bir zarar verebileceklerini düþünerek kalben üzülme (þüphe yok ki. Allah Teâlâ bizimle beraberdir.) yani: O Kerem sahibi mabudumuz, bizi dâima koruyacak ve muhafaza buyuracaktýr. (Artýk Allah Teâlâ) Rasülü Ekrem'in bu müjdelediði þekilde (onun) Hz. Ebu Bekir'in (üzerine sekinetini) ona güven ve sükûnet verecek vadini (indirdi) kalbine ilham buyurdu. (Ve bunu da) Resullerin sonuncusu olan bu Yüce Peygamberi de o sizin gözlerinizle (görmediðiniz askerlerle) yani meleklerle gerek bu maðarada ve gerek Bedir, Ehzâb, Hüneyin gibi savaþlarda (destekledi) artýk bundan sonra da destekleyecektir, (ve) O Yüce Yaratýcý (kâfir olanlarýn sözünü alçalttý.) onlarýn müþrikçe lâkýrdýlarýný, baþkalarýný küfür ve þirke davete ait olan dýrýltýlarýný veyahut Rasûlüllah hakkýnda yapacaklarýný aralarýnda kararlaþtýrdýklarý kötü hareketlerini, arzularýný mahvetti, kendilerini maðlûp ve helak etti, o çirkin emellerine kavuþamadýlar. (Allah Teâlâ'nýn kelimesi) Olan Yaratýcýnýn birliðine, imana, Ýslâm dinini kabule (ise o en yüksektir.) o her þeyin üstündedir, ona hiçbir söz yücelikde eþit olamaz. (Ve Allah Teâlâ güçlüdür) herþeye yegâne galip olan o'dur, onun kudreti herþeye fazlasýyla kâfidir. Ve o ezelî yaratýcý (hikmet sahibidir). Onun bütün emir ve tedbiri, hikmet gereðidir. Onun irâdesi, kudreti daima hikmet ve menfaati kapsar bir þekilde tecelli eder. Buna imân etmiþizdir.
§ Bu âyeti kerime, Rasûlullah'ýn hicretini, onun nail olduðu Allah'ýn korumasýný gösterdiði gibi Hz. Ebu Bekir'in de yüksek mertebesini göstermektedir. Çünkü onun Rasûlullah'a fevkalâde hizmetlerde, fedakârlýklarda bulunmasý Rasûlullah'ýn hicretinde arkadaþý, yoldaþý bulunmasý, maðaradaki iki zâttan birisi olmak üzere Kur'an'ý Kerim'de gösterilmesi onun eshabý kiramý arasýnda en seçkin bir zat olduðuna delildir. Malûm olduðu üzere müslümanlýðý kabul eden zatlar, Mekke'deki müþriklerin pek çok ezâ ve cefâsýna uðramakta idiler. Bunlarýn bir kýsmý Habeþistan'a hicret etmiþlerdi. Bu sýrada Medine ahalisinden olan Ave ve Hazrec kabileleri Islâmiyeti kabul etmiþ, müslümanlara kucaklarýný açmýþlardý. Artýk gerek Mekke'deki ve gerek Habeþistan'daki müslümanlar. Medine'ye hicret etmiþlerdi. Mekke'de yalnýz Peygamber efendimizle Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ali gibi birkaç zat kalmýþtý. Mekke müþrikleri Ýslâmiyet'in Medine'deki yayýlmasýný görünce endiþeye düþmüþler, buna karþý bir çâre elde etmek için liderler! bulunan Kusayýn, Darunnedve denilen hanesinde toplanarak istiþarede bulunmuþlar, Ebu Cehlin görüþünü kabul ederek Rasûlü Ekrem'in hayatýna kastetmeðe karar vermiþlerdi. Ýþte bu sýrada idi ki. Peygamber Efendimizin de Medine'ye hicret buyurmasýna Allah tarafýndan müsaade olundu. Hz. Peygamber'in doðunun elli dördüncü ve milâdýn (622) inci senesi idi. Sefer ayýnýn son günlerinde Rasûlü Ekrem, bir gece saadet hanesinde kendi yataðýna Hz. Ali'yi yatýrmýþ, mübarek hanesinin etrafýnda dolaþýp kendisine suikastte bulunmak isteyen kâfirlerin üzerlerine bir avuç toprak saçmýþ, aralarýndan çýkýp bir tarafa gitmiþ,
Ynt: Tevbe Suresi By: hafizvuslat Date: 03 Kasým 2009, 15:29:00
41. Siz hafif ve aðýrlýklý olarak cihada çýkýnýz ve Allah Teâlâ'nýn yolunda mallarýnýzla ve canlarýnýzla cihadda bulununuz. Bu, sizin için hayýrlýdýr. Eðer bilir kimseler oldunuz ise.
41. Bu mübarek âyetler, müslümanlarý herhalde cihada katýlmaya teþvik ediyor ve özendiriyor, bir takým mazeretlerine binaen cihada iþtirak etmemiþ olduklarýna dair yalan yere yemin edeceklerin bu hallerini kýnýyor. Bu gibi kimselerin halleri tamamen anlaþýlmayýnca cihada iþtirak etmemeleri için kendilerine verilen iznin uygun olmayacaðýna iþaret buyuruyor. Þöyle ki: Ey Müslümanlar!. (Siz hafif ve aðýrlýklý olarak cihada çýkýnýz) Yani: Size kolay gelsin gelmesin herhalde seferber olunuz. Fedakârlýkta bulunun, neþ'eli olun olmayýn, nakil vasýtalarý bulunsun bulunmasýn, gerek genç ve gerek yaþlý olun herhalde fevkalâde bir mâni bulunmadýkça cihaddan geri katmayýn (ve Allah Teâlâ'nýn yolunda mallarýnýzla ve canlarýnýzla cihadda bulununuz) Yani: Mümkün oldukça böyle fedakârlýklardan çekinmeyiniz, böyle mal ile ve can ile cihad kabil olmayýp yalnýz biriyle kabil olduðu takdirde o þekilde hareket edilmesi lâzým gelir. Meselâ: Bedenen cihada katýlamayacak bir müslüman, malý var ise savaþa maliyle yardýmda bulunmalýdýr. (Bu sizin için hayýrlýdýr.) Yani: Böyle cihada atýlmak, maddî ve manevî bir nice faideleri içermektedir. Bu vatanýn, Ýslâmiyet'in korunmasýna hizmet eder. Uhrevî sevaplara vesiledir, (eðer siz) Bu faideleri düþünüp takdir eder, (bilir kimseler oldunuz ise) öyle hak yolunda mümkün olan fedakârlýkarý yapmaktan geri durmazsýnýz.
42. Eðer o, yakýn bir ganimet ve orta bir sefer olsa idi elbette sana tâbi olurlardý. Fakat o meþakkatli mesafe onlara uzak geldi ve az sonra Allah Teâlâ'ya yemin edeceklerdir ki; eðer iktidarýmýz olsa idi elbette seninle beraber sefere çýkardýk. Bunlar kendilerini helak ediyorlar. Allah Teâlâ ise onlarýn mutlaka yalancý kimseler olduklarýný biliyor.
42. Resulüm!. (Eðer o) Davet edildikleri þey (yakýn bir ganimet) kolaylýkla elde edilebilir dünyevî bir menfaat olsa idi (ve orta bir sefer) ne pek uzak, ne de pek yakýn olmayýp orta bir halde bulunmuþ (olsa idi) ganimete ulaþmak arzusuyla (elbette sana tâbi olurlardý) o sefere iþtirak ederlerdi. (Fakat o meþakkatli mesafe) Kolaylýkla varýlamayacak olan Tebük savaþ alaný (onlara uzak geldi) o sebeple bahaneler yaparak bu sefere iþtirak etmediler, (ve az sonra) Tebük seferinden dönüþünüzü müteakip (Allah Teâlâ'ya yemin edeceklerdir ki) biz bir Özür dolayýsýyla geri kaldýk (eðer iktidarýmýz olsa idi) o sefere bedenen katýlmaya zamanýmýz, vücudumuz müsait bulunsa idi (elbette seninle beraber) o (sefere çýkardýk) savaþa iþtirak ederdik, (bunlar) Böyle yalan yere yemin edenler, bu yüzden (kendilerini helak ederler)
kendilerini azabý hak ettirirler de bunu takdir edemezler. Nitekim bir hadisi þerifte: Yalan yere yapýlan yemin, yurtlarý harabe yerine döndürür, felâketlere sebep olur. (Allah Teâlâ ise onlarýn) O yemin edenlerin (mutlaka yalancý kimseler olduklarým bilir) onlarýn bu sefere katýlmaya muktedir olduklarýný, bu hususta yalan yere yemin ettiklerni bilip cezalarýný verir. Onlar bu yalan yere yeminleriyle kendilerini felâkete itiyorlar da bundan haberleri yok.
§ Bu âyeti kerime, Tebük savaþýna katýlmamýþ olan münafýklar hakkýnda nazil olmuþtur.
43. Allah Teâlâ seni af etsin, ne için doðru söyleyenler sence belli oluncaya ve sen yalancýlarý bilinceye kadar -beklemeden-onlara izin verdin.
43. Ey Yüce Peygamber!. (Allah Teâlâ seni affetsin) Sen Allah'ýn affýna, ilâhî korumaya daima mazharsýn, ne için ihtiyatta bulunmadýn ne için daha iyi ve daha üstün olan yavaþ davranmayý tercih etmedin de o sefere katýlmayalarýn yeminlerine itimatta bulundun?. (Ne için doðru söyleyenler) Malî, bedenî iktidarlarý olmayanlar, doðru yere mazeret ileri sürenler (sence belli oluncaya) güzelce anlaþýlýncaya kadar (ve sen yalancýlarý) yalan yere yemin edenleri (bilinceye kadar) beklemeden (onlara izin verdin?.) Cihada katýlmamalarýna müsaade de bulundun?.
§ Bu müsaade haddizatýnda bir iyi niyete, bir yemin yapýlmasýna, bir içtihada mebni vâki olduðundan bir günah mahiyetinde deðildir. Bilâkis daha iyi olaný terk kabilindendir. Zaten Rasülü Ekrem Hazretleri günahlardan korunmuþtur. Onun böyle af ile müjdelenmesi ise hakkýnda bir ilâhî iltifattýr, bir tazim ve yüceltmekten ibarettir. Nitekim hürmete þâyân olan zatlara yapýlan hitaplarda: Allah Teâlâ seni af etsin, seni ýslah eylesin, seni izzetli kýlsýn, senden razý olsun denilir ki, bu bir iltifattýr ve %'^zt baþlamak (için söylenen) önsözdür.
44. Allah Teâlâ'ya ve ah i ret gününe imân edenler, mallarýyla ve canlarýyla cihadda bulunmak hususunda senden izin istemezler. Allah Teâlâ takva sahiplerini hakkýyla bilicidir.
44. Bu mübarek âyetler, müminler ile münafýklarýn arasýndaki farký gösteriyor. Müminlerin ne kadar fedakâr olduklarýný, münafýklarýn da ne kadar imândan uzak, þaþkýn bir halde bulunduklarýný bildiriyor. Þöyle ki: Resulüm!. (Allah Teâlâ'ya ve ah i ret gününe imân edenler) Bunlarý kalben tasdik eyleyenler (senden izin istemezler) cihada katýlmak için birer bahane ileri sürerek, müsaade almak arzusunda bulunmazlar. Yahut cihada atýlmak için o kadar arzuda bulunurlar ki, onu bir dinî vazife bildikleri için ayrýca bir müsaade istemeksizin hemen cihad sahasýna atýlýrlar. Bu hususta onlar için bir iþaret yeterlidir. Nitekim Tebük savaþý sýrasýnda Rasülü Ekrem Efendmiz, Hz. Ali'ye Medine'de kalmasýný emretmiþti. Böyle cihada iþtirak etmemek Hz. Ali'ye pek aðýr gelmiþ, âdeta üzülmüþtü Yüce Peygamber Efendimiz de ona teselli vermiþ: "Ya Ali! Ýstemez misin ki, benim yanýmda senin mevkiin. Musa'nýn yanýnda Harun'un mevkii gibi olsun" diye buyurmuþtu. Hz. Musa Aleyhisselâm Tür'a giderken kardeþi Harun Aleyhisselâm'ý kendi yerine kaymakam tâyin etmiþ, yurdunda býrakmýþtý. (Allah Teâlâ) ise o (takva sahiplerini) Cenab'ý Hak'kýn emrine muhalefet etmeyip çabucak itaat gösterenleri (hakkiyle bilicidir) artýk onlarý elbetteki, mükâfata nail buyuracaktýr.
45. Senden ancak o kimseler -cihada iþtirak etmemek için- izin isterler ki. Allah Teâlâ'ya ve ah i ret gününe inanmazlar ve onlarýn kalpleri þüpheye düþmüþtür. Artýk onlar o kuþku -ve þüphelerinde- tereddütlü bulunur dururlar.
45. Ya Muhammedi. Aleyhisselâm. (Senden ancak o kimseler) Bir özürleri bulunmadýðý halde cihaddan geri kalmak için (izin isterler ki) onlar münafýklardýr, zahiren müslüman görünürler, fakat hakikati halde onlar (Allah Teâlâ'ya ve ahiret gününe inanmazlar) onlar ne sevap isterler, ne de azaptan korkarlar, (ve onlarýn kalpleri) imân hususunda (þüpheye düþmüþtür.) onlarýn kalpleri, vicdanlarý ilmî bir kanaate, saðlamlýða sahip deðildir, (artýk onlar) O kalplerinde yerleþmiþ olan (kuþku ve þüphelerinde tereddütlü) þaþkýn, ne yapacaklarýný þaþýrmýþ bir halde (bulunur dururlar.) onlar ne kâfirler ile beraber olurlar, ne de müminler ile. Onlar red ile kabul arasýnda tereddütlü buunurlar, hiçbirine kesin bir þekilde karar veremezler. O münafýklar, nifak dolu bir kalb ile þaþkýn þaþkýn bir halde yaþarlar, Ýþte münafýklarýn halleri böyle zelilce, cahilce olmaktan baþka deðildir.
46. Eðer -cihada- çýkmak isteseydiler, elbette onun için bir hazýrlýk -bir kuvvet- hazýrlar idiler. Fakat Allah Teâlâ onlarýn cihada çýkmalarýný çirkin gördü de onlarý alýkoydu. Ve oturanlar ile beraber oturunuz denildi.
46. Bu mübarek âyetler, münafýklarýn cihada katýlmak iþlemediklerini, maamafih onlarýn Ýslâm kuvvetlerine katýlmalarý, zarardan baþka birþeye yarayamýyacaðýný bildiriyor. Nitekim onlarýn evvelce de ne bozguncu arzularda bulunmuþ olduklarýný, buna raðmen hakteceli edip müslüman I arýn baþarýlara nail olduðunu hatýrlatýyor. Þöyle ki: Ey Allah Teâlâ'nýn Peygamberi!. Münafýklar bir özürleri bulunmadýðý halde seninle beraber cihadda bulunmamak için senden müsaade isterler. (Eðer) Onlar cihada, Tebük seferine (çýkmak isteseydiler elbette) daha evvelce o cihad için (bir hazýrlýk) bir kuvvet, bir silâh vesaire (hazýrlar idiler) böyle cihad zamaný gelince silâhýmýz, nafakamýz yok diye mazeret bildirmelerine yer kalmazdý. Bunlar birer bahanel. (Fakat Allah Teâlâ onlarýn cihada çýkmalarýný çirkin gördü) Onlarýn o ahlâk bozuluðu seebiyle Ýslâm ordusuna karýþmalarýna razý olmadý da (onlarý) yerlerinde korku ile; tenbellik ile (alýkoydu) hapsetti, onlarý o cihad þerefinden, sevabýndan mahrum býraktý. Artýk onlara: Siz de (oturanlar ile beraber oturunuz) siz de kadýnlar, çocuklar gibi, hastalar gibi yerinizden ayrýlmayýnýz (denildi) yani: Cenâb-ý Hak öyle takdir buyurmuþ oldu, onlarýn kalplerinde böyle cihaddan geri kalmak hýrsý yüz gösterdi. Artýk öyle þerefli bir cihada katýlmaya muvaffak olamadýlar.
47. Eðer sizin aranýzda -cihada- çýkacak olsalardý, size bozgunluktan baþka birþey arttýrmýþ olmayacaklardý ve sizin aranýza fitne sokmak isteyerek koþar dururlardý. Ve sizin aranýzda onlarý ziyadesiyle dinleyenler de vardýr. Allah Teâlâ o zâlimleri tamamiyle bilicidir.
47. Bununla beraber o münafýklarýn Ýslâm kuvvetlerine katýlmamalarý, müslümanlarýn menfaatleri icabýdýr. Çünkü Ey müslümanlarl. (Eðer) O münafýklar (sizin aranýzda) cihada (çýkacak olsalardý) size bir faideleri dokunmazdý, bilâkis (size bozgunluktan) þer ve fesattan (baþka birþey arttýrmýþ olmayacaklardý) onlarýn yüzünden zarara uðrayacaktýnýz (ve) onlar (sizin aranýza fitne sokmak isteyerek koþar dururlardý) Ýslâm kuvvetlerini þüpheye, yenilgiye düþürmek için düþman kuvvetlerini çokça gösterirlerdi. Ýslâm ordusunun hareketlerini düþmanlarýna bildirirlerdi. Ara yerde koðuculuk yaparak nice alçaklýklarý iþlerlerdi. (Ve) Halbuki (sizin aranýzda) ey Müslümanlar!, (onlarý) O münafýklarý (fazlasýyla dinleyenler de vardýr) onlarýn ciddiyetine inanan saf kimsler olabileceði gibi onlara kýymet veren Ýslâm düþmanlarý da vardýr. Bir takým casuslar da vardýr ki, o münafýklar vasýtasiyle elde ettikleri malûmatý gider düþmanlara haber verirler. (Allah Teâlâ o) gibi (zâlimleri) müminlerin arasýna fitneler, þüpheler düþüren münafýklarý (tamamiyle bîlicîdîr) elbette ki, onlarý lâyýk olduklarý cezalara kavuþturacaktýr. Ne büyük bir ilâhî tehdit!. § Bu âyeti kerime, göstermiþ oluyor ki: Müslümanlarýn aralarýnda öteden beri bir takým münafýklar, din düþmanlarý vardýr. Bunlar görün süte dost görünürler, müslümanlar ile beraber hareket eder gibi görünürler, sonra da bir takým saf kimseleri aldatmaya çalýþýrlar, kendilerini aydýn, vatansever gösterirler. Halbuki, asýl maksatlarý, Ýslâm toplumunu periþan etmek, müslümanlarý dinden, vatanlarýna baðlýlýktan ayýrmaktýr. Artýk böyle gizli düþmanlarý pek iyi anlamaya çalýþmalýyýz, onlarýn yaldýzlý sözlerine kýymet vermemeliyiz, ciddî meþru bir þekilde çalýþmamýza devam etmeliyiz. O bedbaht düþmanlar da, ergeç lâyýk olduklarý cezaya kavuþacaklardýr.
48. Muhakkak ki, onlar daha evvel fitne çýkarmak istemiþlerdi ve sana iþleri altüst etmiþlerdi. Tâki, Hak geldi ve onlarýn istememelerine raðmen Allah Teâlâ'nýn emri yerini buldu.
48. (Muhakkak ki, onlar) O münafýklar (daha evvel) Tebük seferinden önce: Uhud ve Huneyn savaþlarý sýrasýnda (fitne çýkarmak istemiþlerdi) Ýslâm ordusu arasýna ayrýlýk düþürmeðe, bir takým engeller, musibetler meydana getirmeðe çalýþmýþlardý. Bu cümleden olarak Uhud savaþýnda münafýklarýn reisi olan "Abdullah Ibni Übey" tam savaþa baþlanýldýðý sýrada kendi gibi münafýklar ile beraber savaþtan kaçýnmýþlar, Ýslâm ordusunun geçici bir yenilgiye uðramasýna sebebiyet vermiþlerdi (ve) iþte bu gibi hainler (sana) Resulüm!, (iþleri) savaþa ait muameleleri (altüst etmiþlerdi) bir takým hileler ile eshâb-ý kiramý ihtilâfa düþürmüþ, cihad iþini müþkül bir durumda bulundurmuþlardý. Fakat onlar, maksatlarýna nail olamadýlar. (Tâki hak geldi) Cenâb-ý Hak'kýn müslümanlarý desteklemesi, onlara yardýmý tecelli etti (ve onlarýn) o münafýklarýn (istememelerine) hoþlanmaz olmalarýna (raðmen Allah Teâlâ'nýn emri) Ýslâm dininin galibiyeti, þer'î þerifin yücelmesi (yerini buldu) o münafýklar da eliboþ ve ziyanda kaldýlar.
§ Bu âyeti kerime, hem Rasülullah'a, hem de müminler için bir teselli mahiyetinde bulunuyor. Buyurulmuþ oluyor ki: Cenab'ý Hak, dinini herhalde yüce edecektir, müslümanlarý yaþatacaktýr. Ýsterse, bunu istemeyen bir takým düþmanlar bulunsun. Cenâb-ý Hak, ehli imâný desteklemeðe her zaman kaadirdir. Buna inanmýþýzdýr.
49. Ve onlardan "bana izin ver ve beni fitneye düþürme" diyen de vardýr. Haberiniz olsun ki, onlar fitnenin içine düþmüþlerdir. Ve þüphesiz ki, cehennem, kâfirleri elbette kuþatmýþtýr.
49. Bu mübarek âyetler de cihada katýlmamak için birer bahane ile izin elde etmek isteyen bir kýsým münafýklarýn alçaklýk halini ve müslümanlara karþý nekadar düþmanca davrandýklarýný göstermektedir. Þöyle ki: (Ve onlardan) o münafýklardan (bana izin ver) Medine'de oturup durayým (ve beni) savaþa götürüp de (fitneye düþürme) canýmý, malýmý yok olmaya mâruz býrakma veya "ben herhalde cihada katýlmayacaðým bana bunu emredip de beni sorumlu hale düþürme" (diyen de vardýr) onlar, ne kadar þaþkýn kimselerdir!. Ey Müslümanlar!. (Haberiniz olsun ki, onlar) Böyle bir lâkýrdýda bulunan münafýklar (fitnenin içine düþmüþlerdir) böyle münafýk olmalarý, emre muhalefet ederek cihaddan kaçýnmalarý, haddizatýnda kendileri için bir fitnedir, cezayý gerektiren bir harekettir. Onlar ise bunun farkýnda olamývorlar. (Þüphe yok ki, cehennem) Öyle münafýklarý (kâfirleri) o kötü hareketlerinden dolayý her taraftan (kuþatmýþtýr.) Onlarýn küfür ve nifaklarý, kendilerinin ebedî olarak azap çekmelerine sebep olduðu için onlarý þimdiden kuþatmýþ bir manevî yakýcý azabdýr. Yarýn ahirette de mutlaka cehenneme atýlacaklardýr. Kendilerini cehennem ateþi her taraftan kuþatýp duracaktýr.
50. Sana bir güzellik nasip olunca onlarý üzer. Ve eðer sana bir musibet dolanýþa "biz muhakkak ki, tedbirimizi evvelce almýþ bulunduk" derler. Ve onlar sevinir bir halde geri dönerler.
50. O münafýklar öyle kötü niyetli, düþman kimselerdir ki: Bazý savaþlarda (Sana) Ey Yüce Peygamber! (bir güzellik) bir fetih ve zafer, bir ganimet (nasip olunca) bu güzellik (onlarý üzer) pek fazla olan kýskançlýklarýndan, düþmanlýklarýndan dolayý kalben üzülür dururlar, (ve eðer) Bazý savaþlarda (sana bir musibet) bir þiddet, bir sýkýntý (dokunsa) sevinirler (biz muhakkak ki) çok isabet etmiþiz, birer bahane ile savaþtan geri kalmak için (tedbirimizi evvelce) bu müslümanlara gelen þiddet ve musibetten önce (almýþ bulunduk derler) o münafýkça hareketlerini tekdir etmiþ olurlar. (Ve onlar) O münafýklar: Müslümanlara gelen sýkýntýdan, kendilerinin cihada katýlmamýþ olduklarýndan dolayý (sevinir bir halde) kendi arkadaþlariyle toplanmýþ olduklarý yerden veya Hz. Peygamberin huzurundan (geri dönerler) halbuki, onlar bu münafýkça hareketlerinden dolayý ne kadar müthiþ bir felâketle karþý karþýya kalacaklardýr, bunu asla düþünemiyorlar. Bu ne büyük cehalet ve gaflet!.
51. Deki: Bize Allah Teâlâ'nýn yazmýþ olduðu þeyden baþkasý isabet etmez. O bizim Mevlâmýzdýr ve mü'min olanlar artýk Allah Teâlâ'ya tevekkül etsinler.
51. Bu mübarek âyetler, müslümanlarýn aleyhinde çalýþan münafýklarý ümitsizliðe sevk etmektedir. Müslümanlarýn Allah'ýn takdirine razý, Hak'ka güvenir olduklarýný ve herhalde güzel âkibetlere nail olacaklarýný bildirmektedir, münafýklarýn da mutlaka maðlûp ve periþan olacaklarýný, onlarýn yapacaklarý iyiliklerin Allah katýnda makbul olamayacaðýný ihtar eylemektedir. Þöyle ki: Resulüm!. Müslümanlara isabet eden bazý musibetlerden dolayý sevinen münafýklara (De ki: Bize Allah Teâlâ'nýn yazmýþ) takdir ve lâvh-i mahfuzda tesbit buyurmuþ (olduðu þeyden baþkasý isabet etmez.) bu bir ilâhî hükümdür, bir ilâhî hikmet gereðidir, bunu hiçbir kimse deðiþtiremez, bozamaz, (o) hikmet sahibi yaratýcý (bizim Mevlâmýzdýr) bize kendi canýmýzdan üstündür. Bizi koruyan bize zafer veren ancak o'dur, (ve mü'min olanlar artýk) Bütün iþlerinde (Allah Teâlâ'ya tevekkül etsinler) bütün iþlerini o Kerem Sahibi Yaratýcýnýn lûtfuna býrakmakla onun takdirine razý olsunlar, ondan baþarýlar beklesinler. Ýþte mü'minlerin vazifesi budur. Çünki onlar, bilirler ki, Cenâb-ý Hak, mü'min kullarýný ergeç baþarýlara, nimetlere nail buyuracaktýr. Geçici bir arýzaya uðraþ al ar da bunun bir hikmet gereði olduðunu bilirler, kendilerini teselli eder ve bu kanaatlerinden dolayý da sevaba nail bulunurlar.
52. De ki: Siz bizim hakkýmýzda iki güzellikten birinden baþkasýný mý beklersiniz?. Ve bizler ise size Cenab'ý Hak'kýn katýndan veya bizim ellerimizle bir azabýn isabetini bekliyoruz. Artýk bekleyiniz. Biz de sizinle beraber bekleyicileriz.
52. Resulüm!. O müslümalara isabet edip hoþ görülmeyen bazý hallerden dolayý sevinen münafýklara (De ki: Siz bizim hakkýmýzda iki güzellikten) iki güzel sondan yani: Ya zaferden veya þehittikten birini görürsünüz, biz herhalde bu iki güzel sondan birine kavuþacaðýz. Siz bunlarýn (birinden baþkasýnýmý) biz müslümanlar hakkýnda (beklersiniz?.) Elbette beklemeye kadir, selâhiyettar olamazsýnýz. (Ve bizler ise size Cenâb-ý Hak'kýn katýndan) baþkasý sebebiyet vermeksizin gökten bir yýldýrýmýn gelip isabet etmesi gibi bir þekilde (veya bizim ellerimizle) bizim öldürmemizle, esir etmemizle size (bir azabýn isabetini bekliyoruz.) siz mutlaka bir azaba uðrayacaksýnýzdýr. (Artýk) Ey Münafýklar!, (bekleyiniz) Bizim âkibetimizi, (biz de sizinle beraber) sizin kötü sonunuzu (bekleyicîlerîz.) herhalde takdir edilmiþ olan sonlara kavuþulacaktýr. Göreceksiniz ki, müslümanlarýn akibeti sevinç verici olacak bir þekilde vücude gelecektir. Siz münafýklarýn âkibetleri de herhalde pek kötü olacaktýr. Nitekim öyle de olmuþtur. Arap yarýmadasýndaki o münafýklar daðýlýp yok olmuþ, Ýslâm kuvvetleri bütün o havaliye hakîm bulunmuþtur.
53. De ki: Ýster gönül rýzasiyle ve ister gönülsüz verin, elbette sizden kabul edilmeyecektir. Çünki siz þüphe yok fasý ki ar olan bir kavim olmuþ oldunuz.
53. Resulüm!. O münafýklara (De ki: Ýster gönül rýzasiyle ve ister) kalben istemeksizin aldýðýnýz bir emir þevkiyle (gönülsüz olarak verin) müslümanlarýn yapacaklarý savaþlar için mallarýnýzý sarfetmek isteyiniz (elbette sizden kabul edilmeyecektir) bu mallarý müslümanlar almak istemiyeceklerdir veyahut bu yoldaki sarfiyatýnýz Allah katýnda makbul olmayacaktýr. (Çünki siz þüphe yok fasýklar) zalim, inatçý, kâfirler (olan bir kavim olmuþ oldunuz) artýk sizin gibi bozguncularýn, Ýnkarcýlarýn öyle maddî sarfiyatýnýn ne kýymeti olabilir?.
§ Rivayate göre bu âyeti kerime: Ced Bini Kays namýndaki bir münafýkýn bir teklifine cevap olarak nazil olmuþtur. Þöyle ki: Bu þahýs Tebük seferinde Ýslâm ordusuna iþtirak etmemi;, Rasûlullah'a hitaben "Ýþte bu benim m al imdir, size buunla yardýmda bulunayým, beni býrak" demiþ, bu teklifi re d için bu âyeti kerime nazil olmuþtur ki, bunun hükmü bütün bu gibi münafýklarý kapsar.
§ Bu âyeti kerimedeki fasý ki ardan maksat, o kâfir olan münafýklardýr. Çünki ehli sünnet mezhebine göre bir mümin fasýk bulunsa da yine güzel amelleri kabul olunur. Güzel amellerin makbul olmamasýna sebep olan ise küfrden ibarettir. Nitekim þu âyeti kerime de bunu göstermektedir.
54. Onlardan verdikleri þeylerin kabul edilmesine mâni olan þey de onlarýn Allah Teâlâ'yý ve peygamberini inkâr etmiþ olmalarýdýr ve onlar namaza ancak üþenici olduklarý halde gelirler ve onlar ancak gönülsüz olduklarý halde harcamada bulunurlar.
54. Bu mübarek âyetler, münafýklarýn yaptýklarý harcamanýn ne sebebe mebni kabul edilmeyeceðini beyan ile onlarýn kötü hareketlerini teþhir ediyor. Ve öyle dinsizlerin dünyada nail olduklarý servetin, çoluk çocuðun hakikat açýsýndan bir kýymeti olmayýp kendi haklarýnda birer azaba sebep olacaðýný ihtar buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Onlardan) O münafýklardan görünürde müslümanlara bir yardým için (verdikleri þeylerin) Allah katýnda (kabul edilmesine mâni olan þey de) baþka deðil, ancak (onlarýn Allah Teâlâ'yý ve Peygamberini inkâr etmiþ) bu yüzden kâfir bulunmuþ (olmalarýdýr.) Kâfir olanlarýn ise amelleri Allah katýnda makbul deðildir, bazý amelleri, meselâ sadaka vermeleri dünyaca istif adelerine veya ahirette azaplarýnýn kýsmen veya geçici olarak h afifi estirilmesine sebep olsa da onlarýn ebedî olarak azap çekmelerine sebep olamaz. (Ve onlar namaza ancak üþenici olduklarý halde gelirler) onlarýn öyle istemiyerek, bir aðýrlýk hissederek, tenbellikte bulunarak, sadece gösteriþ için namaz kýlmalarý, onlarý küfürden kurtaramaz. Çünki esasen ilâhî bir emir icabý olduðuna inanýlmaksýzýn kýlýnan bir namaz Allah katýnda makbul deðildir. (Ve onlar) Bir sevap maksadiyle deðil (ancak istemeyerek) kalben bir hayýr arzusu ile olmaksýzýn, bir Allah rýzasýna kavuþmak niyetine dayanmýþ bulunmaksýzýn (harcamada bulunurlar.) Binaenaleyh bu harcama da onlarý küfrden kurtarmýþ olamaz. Öyle münafýklarýn bu harcamalarý da kabule þayan olamaz. Çünkü bu harcama, ihlâsa, güzel bir niyete baðlý deðildir.
55. Artýk seni imrendirmesin onlarýn ne mallarý ve ne de evlâtlarý. Allah Teâlâ ancak diler ki: Onlarý bununla dünya hayatýnda cezalandýrsýn ve onlarýn kâfir olduklarý halde canlarý çýkýversin.
55. (Artýk) Ey Yüce Peygamberi. Ey Ýslâm Ümmeti!, (seni hayrete düþürmesin) hoþa gidecek, takdire þayan birþey imiþ gibi bir anlayýþa götürmesin (onlarýn) o münafýklarýn, kâfirlerin (ne mallarý ve ne de evlâtlarý) bunlarýn hakikat açýsýndan bir kýymeti yoktur. Bunlar birer yavaþ yavaþ felâkete götürmek için verilmiþ maldan, liyakatsiz olarak elde edilen fanî bir varlýktan baþka deðildir. (Allah Teâlâ) O mal ve evlada onlara vermiþ olmakla (ancak diler ki, onlarý) o münafýklarý, kâfirleri (bununla) böyle elde etmiþ olduklarý fanî þeylerde (dünya hayatýnda azaplandýrsýn) bu servetleri, çoluk çocuklarý yüzünden onlara vakit vakit bir takým musibetler, meþakkatler, hoþ olmayan haller, yüz göstersin, (ve onlarýn kâfir olduklarý halde canlarý çýkýversin) o kötü kanaatlarýnýn, arzularýnýn cezalarýna kavuþsunlar.
§ Bu âyeti kerime, bizlere bir uyanma dersi vermektedir. Þöyle ki: Öyle çabucak yok olan, sahiplerinin uhrevî selâmetine faidesi bulunmayan dünya varlýklarýnýn hakikat bakýmýndan bir kýymeti yoktur, bilâkis bunlar çok kere uhrevî sorumluluðu gerektirerek sahiplerinin azap çekmelerine sebebiyet vermiþ olur. Binaenaleyh bir takým dinsizlerin elde ettikleri bir takým dünya varlýklarýna, maneviyata aykýrý ilerlemelerine bakýp da gýpta etmek lâyýk deðildir. Bu varlýklar onlarýn çok kere dünyada da felâketlere uðramalarýna sebep olacaðý gibi, bu yüzden uhrevî azablara uðrayacaklarý da muhakkaktýr. Bir cemiyet ancak dine, ahlâka hizmet etmeli, meþru bir varlýða kavuþmak arzusunda bulunmalýdýr, böyle bir ilerlemeyi saðlamaya çalýþmalýdýr ki, bu yüzden dünyada da ahirette de faidelere nail olsun...
§ Ý'cab: Lügatte hayrete düþürmek demektir. Teaccüp de: Þaþmak, hayrete düþmek, garip görmek demektir. Ý'cab kelimesi ahlâk bakýmýndan birþey ile sevinmek, birþey ile iftiharda bulunmak, kendisinde bulunan birþeyin, bir meziyetin dengine baþkalarýnýn sahip bulunmadýðýna kaani bulunmaktadýr. Bu bir bencillik alâmeti
olduðundan yerilmiþ bir kanaattir. Nitekim bir hadisi þerifte þöyle buyurulmuþtur. ( : Ýnsaný helak edecek üç þey vardýr. Birisi: Kendisine itaat edilen cimriliktir. Ýkincisi, kendisine uyulan hevâ ve hevestir. Üçüncüsü de bir kimsenin kendi nefsine maðrur olup onu baþkalarýndan üstün görmesidir. Ýþte yüksek Ýslâm ahlâký, bu gibi lâyýk olmayan þeylere muhaliftir.
56. Ve Allah'a yemin ederler ki, onlar da muhakkak sizlerdendir. Ve halbuki, onlar sizden deðildirler. Ve lâkin onlar -korkudan- ödleri patlar bir kavimdir.
56. Bu mübarek âyetler de münafýklarýn ne kadar yalan söylediklerini ve bir barýnabilecek yer bulsalar hemen müslümanlardan yüz çevirerek oraya koþacaklarýný bildirmektedir. Þöyle ki: (Ve) Ey Müslümanlar!. Sizi aldatmak için o münafýklar yalan yere (Allah'a yemin ederler ki, onlar da muhakkak sizlerdendir) biz de sizin gibi Ýslâm dinine tâbi, mü'min kimseleriz, diye söylenirler. (Halbuki) Onlar yalan yere yemin ederler, (onlar) O münafýklar. Ey müslümanlar (sizden deðildirler) sakýn onlarýn sözlerine bakýp aldanmayýnýz. (Velâkin onlar) O münafýklar kendi haklarýnda müþriklere yapýlan muamelenin yapýlacaðýndan korkarlar da bu endiþe ile (ödleri patlar bir kavimdir.) artýk kendilerini kurtarmak için müslüman görünerek takva sahibi imiþlercesine hareket ederler.
57. Eðer bir sýðýnýlacak yer veya maðaralar veya girecek bir delik bulmalardý onlar koþar olduklarý halde oraya dönerlerdi.
57. (Eðer) O münafýklar, kendileri için (bir sýðýnýlacak yer) dað baþý, kale veya ada gibi bir yer (veya maðaralar) yer altýnda saklanýlacak oyuklar (veya girecek bir delik bulmalardý) müslümanlardan kaçar (onlar koþar olduklarý halde oraya) o bulduklarý yere (dönerlerdi.) Ey müslümanlar, onlar sizden yüz çevirir o bulduklarý yere sokulurlardý. Onlarýn müslümanlar arasýnda yaþamalarý baþka sýðýnacak yer bulamadýklarýndan dolayýdýr. Yoksa hakikaten müslümanlar olduklarýndan dolayý deðildir. Artýk müslümanlara düþen vazife de öyle din düþmanlarýný tanýmaya gayret etmektir, onlarýn sözlerine, yalan yere dostluklarýna aldanmamaktýr. Öyle münafýklar yüzünden Ýslâm âleminin vakit vakit en büyük zararlara, ayrýlýklara düþmüþ olduðunu düþünerek uyanýk bir halde yaþamaktýr.
58. Ve onlardandýr, sadakalar hususunda seni ayýplar olan þahýs da. Ýmdi kendilerine onlardan verilmiþ olunca hoþnut olurlar ve eðer onlardan verilmezse o vakit kýzarlar.
58. Bu mübarek âyetler de münafýklarýn nasiplerine razý olmayýp dünya hýrsiyle ne edepsizce hareketlerde bulunduklarýný, haklarýnda hayýrlý olacak bir yola gitmediklerini bildirmektedir. Þöyle ki: (Ve onlardandýr,) o münafýklar topluluðuna dahil kimselerdendir (sadakalar hususunda) ganimet mallarýnýn ve diðer þeylerin hak kazanan müslümanlara taksimi hususunda (seni) yüzüne karþý (ayýplar olan þahsý da.) bu þahýs: Zülhüveysere veya Ebül Cevvaz denilen münafýktýr. Öyle bir edepsizlikte bulunan bir kimse, terbiyesiz münafýklardan birisidir. Bu münafýklarýn hýrsýna bakýnýz ki, (Ýmdi kendilerine onlardan) o sadakalardan (verilmiþ olunca hoþnut olurlar) bunu güzel bulurlar. (Ve eðer onlardan) o sadakalardan kendilerine (verilmezse o vakit kýzarlar.) kendilerine neden hisse verilmedi diye hýþým ve gazap gösterir, ayýplamaya cür'et ederler. Ýþte münafýklarýn kötü ahlâký!. "Rivayete göre Beni Temim kabilesinden olup haricilerin reisi bulunan Zülhuveysire denilen bir þahýs Huneyn savaþýna ait ganimet mallarýnýn taksimi sýrasýnda Hz. Peygamberin huzuruna girmiþ, Rasûlü Ekrem, Mekke'i Mükerreme ahalisinin kalplerini kazanmak için kendilerine fazlaca ihsanda bulunuyordu. Bunu gören bu þahýs: Ya Rasûlüllah!. Adalette bulun diye söylenmiþ, Rasûlü Ekrem de: Ben adalet etmezsem ya kim adalet eder, diye buyurmuþtu. Hz. Ali bu þahsýn boynunu vurmak istemiþ ise de Peygamber Efendimiz müsaade etmemiþtir. Ýþte bu âyeti kerime bu þahýs hakkýnda nazil olmuþtur.
Diðer bir rivayete göre de Ebül Cevvaz adýndaki bir münafýk hakkýnda nazil olmuþtur. Rasülü Ekrem'in sadakalarý taksimini görünce: Bakýnýz, sadakalarý çobanlara taksim ediyor diye söylenmiþ, Rasülü Ekrem de: Senin baban yoktur. Musa'da Davud'da çobanlýkta bulunmuþ deðil midirler, diye onu tekdir buyurmuþtur. Yani: Çobanlýk bir kusur mudur ki, çobanlar sadakalarýn taksiminden mahrum býrakýlsýnlar.
§ Lemz: Ayýplamak, kýnamak, bir kimseyi yüzüne karþý ayýplamak, kaþ ile göz iþaretinde bulunmak manasýnadýr.
§ Hamz de sýkmak, bir kimseyi gýyabýnda ayýplamak demektir. Bunu yapana "hammaz" denilir.
59. Ve eðer onlar Allah Teâlâ'nýn ve Peygamberinin kendilerine verdiðine razý olsalardý ve þüphe yok ki. Allah T e âlâ bize yeter, Allah T e âlâ lütf undan bize verecektir Resulü de. Muhakkak ki, bizler Cenâb-ý Hak'ka raðbet eden kimseleriz -deselerdi- elbette haklarýnda hayýrlý olurdu.
59. (Ve eðer onlar) O münafýklar (Allah Teâlâ'nýn ve Resulünün kendilerine) sadakalardan verdiklerine -isterse- az bir miktarda olsun (verdiðine razý olsalardý ve) bununla beraber (þüphe yok ki. Allah Teâlâ bize yeter) onun lütuf ve keremi bizi yaþatmaya kifayet eder deselerdi ve (Allah Teâlâ fazlýndan bize) ümit ettiðiniz, arzu ettiðimiz nimeti (verecektir. Resulü de,) verecektir. Sadakalardan, ganimet mallarýndan ve diðerlerinden bize kifayet edecek miktarý ihsan buyuracaklardýr, diye kendilerini teselli etselerdi ve (Muhakkak ki, bizler Cenâb-ý Hak'ka raðbet eden kimseleriz) o kerem sahibi Yaratýcý, bizi her bakýmdan rýzýklandýrýr, isterse sadakalardan bize bir hisse verilmesin (deseler idi elbette haklarýnda hayýrlý olurdu.)
§ Bu âyeti kerime gösteriyor ki hakikî müslümanlarda þu dört fazilet görülmektedir.
(1) Cenâb-ý Hak'kýn takdirine, taksimine razý olurlar. Çünkü Hak Teâlâ'nýn adalet ve ihsan sahibi olup zulümden hatadan yüce olduðunu bilirler.
(2) Kalben olan kanaatlerini lisânlariyle de açýklayarak Allah Teâlâ bize yeter, derler. Zira Kâinatýn Yüce Yaratýcýnýn azamet ve kudretine inanmýþ bulunurlar. Bunu itiraf ý bir vazife bilirler.
(3) Dünyada geçici olarak ihtiyaca, mahrumiyete düþseler de Kerem sahibi Yaratýcýnýn kendilerini dünyada da ahirette de lütuf ve keremine nail buyuracaðýný düþünerek kendilerini teselli ederler. Çünki bilirler ki, mâruz olduklarý haller birer hikmete dayanmaktadýr. Bunlara karþý yapýlacak sabrýn sonu selâmettir.
(4) Bütün ibadetlerini, muamelelerini Allah'ýn rýzâsýna kavuþmak temenisiyle yaparlar, sýrf bir nimete, bir istikbal endiþesine binaen yapmýþ olmazlar. Zira bilirler ki, insan için en büyük saadet, Allah'ýn rýzasýna kavuþmaktýr.
60. Sadakalar, ancak fakirlere.miskinlere, onun üzerine memur olanlara, kalpleri telif edilmiþ bulunanlara, az ad edilecek kölelere, borçlulara. Allah yolunda cihada atýlanlara ve yolculara Allah tarafýndan bir farize olarak -mahsustur- ve Allah Teâlâ pek iyi bilendir, hikmet sahibidir.
60. Bu âyeti kerime, zekât gibi ganimet malý gibi muhtelif nevîlere ayrýlan sadakalarýn kimlere verilip sarf edileceðini beyân ile bu husustaki taksimata münafýklarýn itiraza salâhiyetleri olamayacaðýna iþaret buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Sadakalar) Muhtelif nevilere ayrýlan zekât, öþür, ganimet malý gibi hak rýzasý için sarf edilecek mallar, sekiz sýnýfa aittir. Bu mallar, birinci olarak (ancak fakirlere) yani: Geçimini temin edecek hiçbir þeye sahip olmayan yoksullara verilir. Ýkinci olarak (miskinlere) yani: elindeki malý idaresine kâfi gelmeyen kimselere verilir. Üçüncü olarak (onun) o sadakalarýn tahsili (üzerine memur olanlara) tahsildarlara verilir. Dördüncü olarak (kalbleri telif edilmiþ bulunanlara) yani: Ýslâmiyet'i henüz kabul edip tam bir kalp kuvvetine sahip, saðlam bir inanca nail olmasý arzu edilenlere veyahut sahip olduðu mevki itibariyle Ýslâmiyet'i kabul etmesi, baþkalarýnýn da Ýslâmiyet'ine vesile olacaðý umulan kimselere verilir. Beþinci olarak (azad edilecek kölelere) yani: Bir bedel karþýlýðýnda azad edilmesi þart koþulmuþ olup da o bedeli bulamayan ve mükâtep adýný alan kölelerin azad edilmeleri için verilir. Altýncý olarak (borçlulara) yani: Bir günah uðrunda olmaksýzýn borçlandýðý halde bunu ödeyebilecek fazla bir malý bulunmayan kimselere verilir. Yedinci olarak (Allah yolunda cihada atýlanlara) yani: Fakir olan gazilere verilir. Sekizinci olarak da (yolculara) yani: Yanýnda bir malý bulunmayý? yurdundan ayrýlmýþ olan misafirlere, hacýlara verilir. Kýsaca: Bu sadakalar (Allah Teâlâ tarafýndan bir farize) bir ilâhî emir, bir dinî gerek (olarak) bu sekiz sýnýfa (mahsustur) bunlarda baþkalarýnýn bir hakký yoktur. (Ve Allah Teâlâ pek iyi bilendir) bu sadakalarýn kimlere verilmesinin uygun olacaðýný, bunlara kimlerin lâyýk bulunduðunu tamamiyle bilir ve o Yüce Yaratýcý (hikmet sahibidir.) iþte bu sadakalarýn bu sýnýflara tahsisi de onun hikmeti gereðidir. Artýk buna kimse itiraz edemez.
§ Sadakalarýn bir kýsmý farz olan zekâtlardýr ki, bunlar yalnýz fakir, miskin olan müslümanlara verilir, gayri müslimlere verilemez ve bir kimse zekâtýný herhalde bu sýnýflara taksime mecbur deðildir, bunlardan bir kýsým fakirlere verebilir. Eshab-ý kiramdan bir çoklarýna ve Ýmamý Azam'a göre bu böyledir. Bir de Ýslâm'ýn baþlangýcýnda zekâtlar! tahsile ve fakirlere daðýtmaya memur tâyin edilen kimseler var idi, zekâttan onlara da bir miktar verilirdi. Bilahara Hz. Osman'ýn hilâfetinden beri bu memuriyete son verilmiþ, bu zekâtýn verilmesi, bununla mükellef müslümanlarýn kendi salâhiyetlerine býrakýlmýþtýr. Artýk her müslüman kendi zekâtýný dilediði fakir bir müslümana verebilir.
Bir de Ýslâmiyet her tarafa yayýlmýþ, Ýslâm cemiyeti kuvvet bulmuþ olduðundan artýk müellif et ülkulüp = kalpleri ýsýndýrýlmýþ denilen kimselere bir ihtiyaç kalmamýþtýr. Bunlara da sadakalardan bir hisse verilmesi icab etmemektedir. Ancak nafile kabilinden olan sadakalar, müslümanlara da gayri müslimlere de verilebilir. Ve bu gibi sadaklar ile bir takým hayýr kurumlarý da meydana getirebilir.
Gazilere gelince bunlar da fakir bulunmadýkça farz olan zekât kendilerine verilemez. Bu Hanefî mezhebine göredir. Ýmamý Mâlik ile Ýmamý Þafiîye göre bunlara zengin olsalar da zekât verilebilir.
§ Sadaka, Allah Teâlâ'nýn rýzâsý için muhtaç olanlara vesaireye sarf edilen maldýr ve yapýlan yardýmdýr. Çpðulu sadâkattir. Sadakalar, bir sýdk ve sedâkat esridir, Cenab'ý Hak'ka karþý bir muhabbet ve sedâkat belirtisidir. Bu itibarla bu adý almýþtýr. Sadaka tabiri farz olan zekât içerdiði gibi nafile, yani farz olmadýðý halde sadece Allah rýzasý için, bir sevap kazanmak için verilen mallarý da, yardýmlarý da içerir.
Ynt: Tevbe Suresi By: hafizvuslat Date: 03 Kasým 2009, 15:32:15
61. Ve yine onlardan öyle kimseler vardýr ki. Peygamberi incitirler. O bir kulaktýr, -herkesi dinler- derler. De ki: O sizin için bir hayýr kulaðýdýr. Allah Teâlâ'ya imân eder ve mü'minler için -sözlerinin doðruluðuna inanýr ve sizden imân edenler için bir rahmettir. Ve o kimseler ki. Allah Teâlâ'nýn Peygamberini incitiverirler, onlar için pek acýklý bir azap vardýr.
61. Bu mübarek âyetler, münafýklarýn Rasülü Ekrem hakkýndaki cahilce bir sözlerini kmamaktadýr. Onlarýn yalan yere yemin ederek müslümanlarý kendilerinden hoþnut etmek istediklerini bildirmektedir. O münafýklarýn Cenâb-ý Hak'ka ve Resulüne muhalefetlerinden dolayý ebedî olarak azap çekeceklerini ihtar buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Ve yine onlardan) O münafýklardan (o kimseler de vardýr ki) kötü sözleriyle hareketleriyle (Peygamberi incitirler) onun mübarek kalbini incitmekten geri durmazlar. Bu cümleden olarak (O) Peygamber (bir kulaktýr) yani: Herkesi dinler, aldanýr, saf kalpli bulunur, herkesin sözüne inanýr kýymet verir (derler) Resulüm o cahillere de ki: (o) Peygamber (sizin için bir hayýr kulaðýdýr.) o öyle sizin iddianýz gibi deðil, belki hayrý, hak sözü dinler, onu kabul eden bir kulak sahibidir. O öyle bir Peygamberdir ki (Allah Teâlâ'ya imân eder) mazhar olduðu ilâhî vahye, ve nail bulunduðu yüce delillere, mucizelere dayanarak Cenâb-ý Hak'kýn varlýðýný, birliðini, kudret ve büyüklüðünü bilir tasdik eyler. (Ve mü'minler için) Sözlerinin doðruluðuna, onlarýn samimiyetine, kalbinin itilasýna (inanýr) onlarý mümin olarak kabul eder, onlarý yalanlamaz. Ve o Yüce Peygamber (sizden imân edenler için bir rahmettir) Allah'a ve Resulüne imân ettiklerini söyleyenleri taltif eder, onlarýn görünür hallerine bakar, müslümanlýklarýný tasdik eyler, haklarýnda iyi muamele gösterir. Onlarýn sözlerini bir bilmezlik veya safdillik eseri olarak deðil, bir þefkat ve merhamet eseri olarak dinler, haklarýnda þefkat ve merhametle muamelede bulunur. (Ve o kimseler ki,) O Yüce Peygamberin o kadar, þefkatle, yumuþaklýkla muamelesine raðmen (Allah Teâlâ'nýn) o muhterem (Peygamberini incitîverirler) hakkýnda lâyýk olmayan sözleri sarfederler, o bir kulaktýr, diye ona safdillik isnat ederler, artýk (onlar için) öyle bir iyiliðe, güzel muameleye karþý böyle kötü yakýþtýrmalarda bulunanlara, bu cahilce cüretlerinden dolayý (pek acýklý bir azap vardýr) onlar dünyada da, ahirette de belâlarýný bulacak, ebedî azaba tutulacaklardýr. Ýþte kâfirce, münafýkça hareketlerinin cezasý..
§ Rivayete nazaran münafýklar bir yerde toplanarak Rasûlü Ekrem Hazretlerini þanýna lâyýk olmayan þeylerle anmaya baþlamýþlar, içlerinden birisi demiþ ki: Öyle söylemeyiniz, korkarým ki sözlerinizden o haberdar olur. (Cellas Ibni Süveyd) demiþ ki: O her söyleneni dinler, inanýr bir kulaktýr. Biz dilediðimizi söyleriz, sonra da onun yanýna gider, söylemedik diye yemin ederiz, o da inanýr durur. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmþutur.
62. Sizin için Allah Teâlâ'ya and içerler ki, sizi -kendilerinden-razý kýlsýnlar. Halbuki, kendisini razý kýlmaya en haklý olan Allah Teâlâ ile Peygamberidir. Eðer mü'min kimseler iþler onlarýn rýzasýný elde etmeye çalýþsýnlar.
62. Ey mü'minler!. O münafýklar (Sizin için) sizi inandýrmak maksadiyle (Allah Teâlâ'ya and içerler ki, sizi -kendilerinden- razý kýlsýnlar) yani: Tebük savaþýna ve s ai reye katýlmadýklarýnýn bir mazeret sebebiyle olduðunu iddia eder ve bu iddialarýný yalan yere yemin ile kuvvetlendirmek isterler ki, müslümanlar kendilerinden yüz çevirmesinler, onlardan hoþnut bulunsunlar, (halbuki, kendisini razý kýlmaya en haklý olan Allah Teâlâ ile Peygamberidir.) onlarýn emirleine itaat etmelidir. Onlara muhalefeten sakýnmalýdýr. (Eðer mü'min kimseler iseler) öyle iddia ettikleri gibi hakikaten imân sahipleri bulunuyorlarsa Cenâb-ý Hak ile Peygamberinin rýzasýný kazanmaya çalýþmalýdýrlar.
§ Bir rivayete göre Tebük savaþýna iþtirak etmeyen münafýklardan bir grup, Medine'i Münevvereye dönen Rasûlü Ekrem'in huzuruna gelmiþler, yemin ederek özür beyan etmiþler. Artýk onlarýn hakkýnda bu âyeti kerime nazil olmuþtur.
63. Bilmezler mi ki, þüphesiz her kim Allah Teâlâ'ya ve Resulüne muhalefette bulunursa artýk onun için içinde ebediyen kalmak üzere cehennem ateþi vardýr. Bu ise en büyük, daimî bir helaktir.
63. O münafýklar (Bilmezler mi ki, þüphesiz herkim Allah Teâlâ'ya ve Resulüne muhalefette bulunursa) onlarýn emirlerine uymaktan kaçýnýr, kendilerine düþmanlýkta bulunur, Ýslâmiyet sahasýndan uzaklaþýrsa (artýk onun için içinde ebediyen kalmak üzere cehennem ateþi vardýr) o bunu hak etmiþtir (bu ise) böyle ebedî bir azap ise (en büyük, daimî bir helaktir) ebedî bir rüsvaylýktýr. Acaba o münafýklar, böyle pek elem verici bir akýbeti hiç düþünmezler di?. O ne kadar cehalet!.
64. Münafýklar, üzerlerine bir süre indirilip de onlara kalplerinde olaný açýkça haber vereceðinden korkarlar. De ki: Siz alay edip durunuz. Þüphesiz ki Allah Teâlâ sizin çekinir olduðunuz sjeyi açýða çýkarýcýdýr.
64. Bu mübarek âyetler, bir takým münafýklarýn hem nifaka devam, hem de bu kâfirce hallerini teþhir edecek bir sürenin nüzulünden endiþe eder olduklarýný bildirmektedir. Ve onlarýn bu münafýkça vaziyetleri kendilerine ihtar edilince boþ bir mazeret ileri sürer olduklarýný beyan etmektedir. Bu münafýkça hallerinden tövbe edeceklerin affa nail olduklarýný, etmeyenlerin de azaba uðrayýp duracaklarýný kendilerine ihtar buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Münafýklar, üzerlerine) yani: Kendi kötü hâl ve durumlarý hakýnda Allah tarafýndan Rasülü Ekrem'e (bir süre indirilip de onlara) o münafýklara (kalplerinde olaný) kötü maksatlarýný, gizli düþüncelerini, müminlere karþý olan düþmanlýklarýný, alay eder lâkýrdýlarýný (açýkça haber vereceðinden korkarlar) kendi kötü maksatlarýnýn, ahlâkî kötülüklerinin daha iyi anlaþýlmýþ olacaðýndan endiþeye düþerler. Resulüm!. O münafýklara (de ki: Siz alay edip durunuz) bu alçaklýðýnda devam ediniz, bu emir onlarýn haklarýnda bir ilâhî tehdittir. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ sizin çekinir olduðunuz þeyi) kalplerinizde sakladýðýnýz nifak ve ayrýlýðý bir süre indir inzaliyle (açýða çýkarýcýdýr.) Sizin o denaatinizi elbette teþhir buyuracaktýr. Nitekim teþhir de buyurmuþtur.
§ Münafýklar, hem Rasülü Ekrem'de görünen olgunluklarý, bir takým sýrlara ait þeyleri haber vermesini görüyorlar, hem de kýskançlýklarýndan heva ve hevese düþkünlüklerinden dolayý onun peygamberliðini samimî þekilde tasdik etmiyorlardý. Bu sebeple bir korku içinde yaþýyorlardý.
§ Bu âyeti kerimenin nüzul sebebi hakkýnda deniliyor ki, Rasülü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz Tebük seferinden dönerken kendisine sui'kastta bulunmak için on iki münafýk Akabe mevkiinde gizlice toplanmýþlardý. Yüce Resul Hazretleri Cibrili Emin'in haber vermesi üzerine bunlarýn bu maksatlarýný öðrenmiþ, eshab-ý kiramdan "Huzeyfe"yi göndermiþ, onlarýn binmiþ olduklarý hayvanlarýn yüzlerine Hz. Huzeyfe tokat vurmuþ, onlarý ürkütmüþtü. O münafýklar da yoldan çekilmiþlerdi. Fakat Hz. Hüzeyfe bu münafýklarýn kimler olduðunu anlamamýþtý. Rasülü Ekrem Hazreleri onlarýn adlarýný bildirmiþ, kendilerine dair malûmat vermiþti. Bu münafýklarýn öldürülmesi istendi. Fakat Yüce Peygamberimiz buna müsaade vermedi. "Muhammed, savþata galip olunca kendi eshabýný da öldürmeðe baþladý" denileceðinden onlarýn öldürülmesini uygun görmeyip Cenâb-ý Hak bize yeter diye buyurmuþtur. Ýþte bu iki âyeti kerime bu gibi münafýklar hakkýnda nazil olmuþtur.
65. Ve and olsun ki, onlardan soracak olsan "elbette biz ancak söze dalmýþ, þakalaþýyorduk" diyeceklerdir. De ki: Siz Allah ile mi ve onun âyetleriyle ve Resülu ile mi eðleniyorsunuz?.
65. (Ve) Habibim!. Bir olan zatýma (and olsun ki, onlardan) o munaýklardan seninle ve Kur'an'ý Kerim ile yaptýklarý alaylara nasýl cür'et ettiklerini (soracak olsan elbette) özür beyanýnda bulunurak (biz ancak söze dalmýþ) neþe ile yol alabilmek için (þakalaþýyorduk) bununla bir alay etme kasdinde bulunmuþ deðildik (diyeceklerdir) Resulüm!. Sen onlarýn bu alay etmelerine iltifat etme. Onlara (de ki: Siz Allah ile mi) onun emirleriyle, farzlariyle, hükmleriyle mi (ve onun âyetleri) ile mi, onun Kur'an'ý ile mi ve diðer dine ait olup deðiþtirme ve bozma mümkün olmayan delilleri ile mi (ve Resülu ile mi) o Yüce Yaratýcýnýn sizi islâh etme ve yüceltmeye çalýþan Yüce Peygamberi ile mi (eðleniyorsunuz?.) Bu ne kadar cahilce bir cür'et, nekadar kýnamaya, ceza vermeye lâyýk bir hareket!.
§ Rivayete göre Rasülü Ekrem, Tebük seferine giderken Ýslâm ordusu arasýnda bir takým münafýklar da bulunmuþtu. Bunlar kendi arlarýnda Kur'an ile, Rasülü Ekrem ile eðlenmede bulunuyorlar, "Bakýnýz þu kiþi Þam'ýn kalalarýný, köþklerini fethetmek istiyor, ne kadar uzak!." diyorlardý. Cenâb-ý Hak bunlarýn bu aþaðýlýk halinden Peygamber Efendimizi haberdar kýldý, o Yüce Peygamber de bu münafýklarý yolda durdurarak: Siz neden þöyle þöyle söylediniz" diye ihtar buyurmuþ, o münafýklar da "Ey Allah'ýn Resulü!. Biz senin ve esbabýnýn hakýnda birþey söylemiþ deðiliz, biz yol- alabilmek için lâtif ede, þakada bulunduk" demiþlerdi. Ýþte bunlarýn böyle yalan yere mazeret ileri sürdüklerini tekzib etmek kendilerini kýnamak için bu âyeti kerime nazil olmuþtur.
66. Özür beyanýnda bulunmayýnýz, muhakkak ki, siz imanýnýzdan sonra kâfir oldunuz. Eðer sizden bir zümreyi -tövbe edeceklerinden dolayý- affedersek bir topluluðu, onlar suçlu kimseler olduklarý için azaba uðratacaðýzdýr.
66. Artýk ey münafýklar!. (Özür beyanýnda bulunmayýnýz) Öyle bâtýl mazeretler ileri sürmeyiniz, (muhakkak ki, siz imanýnýzdan sonra) mü'min olduðunuzu söyliyerek imân izhar eylediðinizi müteakip (kâfir oldunuz) Rasülüllah ile alay etmekte, ona ezada, sövme ve ayýplamada bulunmaya cür'etle küfrünüzü meydana çýkardýnýz. (Eðer sizden bir zümreyi) Bu nifaktan sonra tövbe ederek Milaslýca bir imâna sahip olanlarý veya alay etmekten ezâ ve cefâdan kaçýnanlarý (af f edersek) diðer (bir grubu) af f etmeyiz. Çünki (onlar suçlu) tövbe etmeyip nifak ve eðlenmede Ýsrar edip duran (kimseler olduklarý için) onlarý sürekli olarak (azaba uðratacaðýzdýr) elbette küfr ve nifakýn cezasý böyle ebedî bir azaptan baþka deðildir.
§ Rivayete göre Hümeyri Eþceînin oðlu Yahya, böyle bir affa nail olmuþtur. Bu münafýk imiþ, bu âyeti kerime nazil olunca nifaktan tövbe etmiþ ve "Ya Rabbü. Ben devamlý olarak âyet dinliyorum ki, ondan deriler soyulur, kalpler heyecana gelir" Ya ilâhî!. Ben senin yolunda öyle bir ölüm ile öleyim ki, hiç bir kimse: Onu ben yýkadým, ben kefenledin, ben defnettim demesin" diye duada bulunmuþ, sonra dinden dönenler ile yapýlan Yemâme savaþýnda þehit düþmüþ, fakat nerede þehit düþüp kaldýðýna müslümanlardan hiç bir kimse vâkýf olmamýþ, duasý bu þekilde kabul olmuþtur.
§ Ýtizar, bir kusurdan dolayý özür göstermek, af dilemek manasýnadýr. Özür ise, mâni, engel, sakatlýk ve lâyýk olmayan birþeyin istenilmeksizin meydana gelesi veya yapýlan bir kusur ve kabahatin affý için söylenilen sebep ve bahane ve bir emrin icrasýný terke sebep ve, vesile olacak þey demektir. Çoðulu azardýr, mazeret de özür ve bahane göstermek af dilemek ve özür ve bahaneyi kabul etmek demektir. Tazîr de yalan yere özür ileri sürmektir. Þöyle gerçeðe aykýrý bahane gösteren kimseye, muazzir denilir. Çoðulu: Muazzirun'dur. Müazere de yalan yere özür göstermektir. Özür, itizar, esasen kesmek, kesilmek manasýnadýr, Ýleri sürülen bir sebep ve bahane de cezayý, kýnama ve tekdiri kesmeðe, bertaraf etmeðe sebep olduðu için böyle özür itizar adýný almýþtýr.
67. Münafýk olan erkekler ve münafýk bulunan kadýnlar, bazýlarý bazýlarýndandýr. Kötülük ile emir ve iyilikten alýkorlar. ve ellerini sýmsýký yumarlar. Onlar Allah Teâlâ'yý unuturlar, artýk o'da onlarý unuttu. Þüphe yok ki, münafýklar, onlar tam fasýk kimselerdir.
67. Bu mübarek âyetler, münafýk olan erkekler ile münafýk kadýnlarýn nifak hususunda biribirlerinin parçalarý mahiyetinde olup ne kadar çirkince hareketlerde buundukarýný bildirmektedir. Ve o erkek münafýklar ve kadýn münafýklar ile kâfirlerin lanete Jðrayýp ebedî azaplara mâruz kalacaklarýný ihtar buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Münafýk olan erkekler ve münafýk bulunan kadýnlar) küfr ve nifaktaki birlikleri itibariyle (bazýlarý bazýlarýdandýr) birbirine benzemektedirler, birbirinin parçalarý yerinde bulunmaktadýrlar. Onlarýn hepsi (kötülük ile) küfür ve günah ile, Rasülü Ekremi yalanlamak ile (emir) ederler (ve iyilikten) imândan, ibadet ve itaattan (alýkor) durur (lar) Ýslâmiyet'e, insaniyete kötülük etmekten geri durmazlar, (ve ellerini sýmsýký yumarlar) Allah yolunda birþey vermezler, zekât gibi, sadaka gibi insanî vazifelerden kaçýnýrlar. (Onlar Allah Teâlâ'yý unuttular) onun zikrinden gafil bulundular, emirlerine uymayý terkettiler (artýk o'da) o Yüce Yaratýcý da (onlarý) o münafýklarý (unuttu) yani: Onlarý rahmetinden, lütuf ve kereminden mahrum býraktý. Cenâb-ý Hak'kýn birþeyi unutmasý asla düþünülemez. Böyle buyrulmasý, karþýlýklý konuþma hususundaki bir müþakele (iki cümlenin lafzý ayný mânasýnýn farklý olmasý) kabilindendir. Bu unutmadan maksat, onlarýn rahmetten, lûtf ve ihsandan mahrum býrakýlmalarýdýr. (Þüphe yok ki münafýklar) küfür hususunda, hayýr ve iyiliklerden kaçýnmak hususunda (tam) son derece (fasýk kimselerdir) Onlar her türlü Islâmî faziletlerden mahrum bulunmaktadýrlar.
68. Allah Teâlâ erkek münafýklara da kadýn münafýklara da kâfirlere de cehennem ateþini, orada ebedî olarak kalýcýlar olmak üzere vâd etmiþtir. O onlara yeter. Ve onlara Allah Teâlâ lanet etti. Ve onlar için daimî bir azap da vardýr.
68. (Allah Teâlâ erkek münafýklara da kadýn münafýklara da) Küfrelrini izhar eden (kâfirlere de cehennem ateþini) o pek müthiþ ahiret azabýný (orada) o cehennemde (ebedî olarak kalýcýlar olmak üzere vâd etmiþtir.) onlarýn cehennemde ebedî olarak kalmalarý Allah tarafýndan takdir edilmiþtir. (O) Cehennem ateþi (onlara) o dinsizlere açýnmak, elem vermek için (yeter.) Bu, cezalarýn en büyüklerindendir. (Ve) Bununla beraber (onlara Allah Teâlâ lanet etti) onlarý rahmetinden uzaklaþtýrdý, ihanetlere uðrattý (ve onlar için daimî bir azap da vardýr.) ki hiç kesilmiyecektir. Onlar dünyada rezil olacak ve cezalandýrýlacaklardýr. Ahirette de çeþit çeþit azaplara uðrayacaklardýr. Ýþte küfrün ve nifakýn pek müthiþ, sonsuz cezasý!.
69. -Ey münafýklar!.- Siz de evvelkiler gibî ki, onlar sizden kuvvetçe daha þiddetli idiler ve mal ve evlâtça daha çok idiler. Artýk onlar kendi nasipleriyle faidelendiler. Siz de kendi nasibinizle faidelenmek iþlediniz, o sizden evvelkilerin kendinasipleriyle faidelendikleri gibi ve siz de bâtýla dalanlar gibi dalýverdiniz. Ýþte onlarýn amelleri dünyada ve ahirette bâtýl oldu ve iþte ziyana uðramýþ olanlar da onlardýr.
69. Bu âyeti kerime, münafýklarýn da kendilerinden evvelki kâfirler gibi harekette bulunarak dünya varlýðýndan istifadeye çalýþtýklarýný bildirmektedir ve kâfirleri daha çok olan varlýklarý helakten kurtaramadýðý gibi münafýklarý da kendi varlýklarýnýn helakten kurtaramýyacaðýný ihtar etmektedir. Þöyle ki: Ey münafýklar!. (Sizden evvelkiler gibi) Sizden önce yaþamýþ, sonra helak olmuþ kâfirler gibi harekette bulundunuz (ki, onlar) o kâfirler, ey münafýklar!, (sizden kuvvetçe) bedenî kudretçe (daha þiddetli) idiler ve onlar (mal ve evlâtça) sizden (daha fazla) ya sahip (idiler) bununla beraber onlar helak oldular, daimî bir azaba uðradýlra. O fazla varlýklarý kendilerini kurtaramadý. Artýk sizin de öyle bir âkibete uðrayacaðýnýz þüphesizir. (Artýk onlar kendi nasipleriyle) dünyada varlýklariyle (faidelendiler) dünyevî zevklere dalýp ahireti feda ettiler. Adî geçici zevklerine, þehvetlerine düþkünlük gösterdiler, sonlarýný hiç nazara almadýlar þimdi (siz de) Ey münafýklar!, (kendi nasibinizle faydalanmak istediðiniz) Kendi ehemmiyetsiz, çabucak yok olan varlýðýnýza güvendiniz, (o sizden evvelkilerin kendi nasipleriyle faidelendikleri gibi) siz de faidelenmekte bulundunuz, o eski kâfirleri taklide çalýþýnýz, (ve siz de bâtýla dalanlar gibi dalýverdiniz) onlarýn izini takibettiniz, siz de onlar gibi Cenâb-ý Hak'kýn Resulünü yalanlamaya, müminler ile ayal etmeye cür'et gösterdiniz, (iþte onlarýn) O eski kâfirler ile onlarýn yolunda yürüyen münafýklarýn (amelleri) dünyevî varlýk uðrunda koþup durmalarý, dünya ve ahirette (bâtýl oldu) zayi oldu, bir fayda, bir meyve vermedi (ve iþte ziyana uðramýþ olanlar da onlardýr.) Evet dünyevî ve uhrevî ziyana, felâkete tamamiyle mâruz kalmýþ olanlar, bunlardan ibarettir. Çünki bunlar hem dünyadaki varlýklarýný kaybetmiþ, hem de bu varlýklarýný kötüye kullandýklarý için bu yüzden uhrevî azabý da hak etmiþlerdir. Artýk bir insan böyle bir varlýða nasýl mâruz olur da ebedî hayatýný, saadetini saðlayacak dinî vazifelerini terke de .bilir?.
70. Onlara, o kendilerinden önce olanlarýn. Nuh, Ad, Semud kavminin ve Ýbrahim kavminin ve Medyen ile Mütefikât esbabýnýn haberi gelmedi mi?. Onlara Peygamberleri açýk mucizeler ile gelmiþti. Artýk Allah Teâlâ onlara zulm eder olmadý, ve lâkin onlar kendi nefislerine zulm eder oldular.
70. Bu âyeti kerime, eski kâfirlere benzemekte bulunan münafýklarýn gaflet ve aþaðýlýðýna iþaret etmekte, onlarýn küfrleri yüzünden nekadar felâketlere uðramýþ olan geçmiþ kavimlerin tarihî hallerinden ne için ibret almamakta olduklarýný kýnamaktadýr. Þöyle ki: (Onlara) O münafýklara (o kendilerinden önce olanlarýn) haberleri gelmedi mi?. Elbette gelmiþ bulunmaktadýr. O geçmiþ kavimlerin ilâhî emre muhalefet. Peygamberlerine karþý isyana cür'et etmeleri yüzünden nekadar helake uðramýþ olduklarý bilinmektedir. Bahusus (Nuh, Ad, Semud kavminin ve Ýbrahim kavminin) haberleri size gelmedi mi? Þüphe yok ki gelmiþtir. Malumdur ki: Nuh Aleyhisselâm'ýn kavmi tufan ile Hud Aleyhisselâm'ýn kavmi olan Âd taifesi, rüzgârlar ile Salih Aleyhisselâm'ýn kavmi olan Semud taifesi, yer hareketi ile mahvolup gitmiþlerdir. Ýbrahim Aleyhisselâm'ýn kavmi olan Bâbil ahalisi de bütün nimetlerinden mahrum kalmýþlar, hükümdarlarý olan Nemrud da dimaðýna musallat olan bir sivri sinekle geberip gitmiþtir. (Ve medyen ile mütefikât esbabýnýn haberi) de (gelmedi mi?.) elbetteki gelmiþtir. Tarihen meþhurdur ki: Þuayb Aleyhisselâm'ýn kavmi olan Medyen ahalisi bir azap sesiyle mahvolmuþlardýr. Ve yine o Yüce Peygamberin gönderilmiþ olduðu iyle ahalisi de bir þiddetli sýcaða yedi gün tutulmuþlar, bütün ýrmaklarý kaynamýþtý. Üzerlerine gelen bir bulutun altýnda toplanmýþlardý, derken o buluttan bir ateþyaðarak hepsini de yakýp bitirmiþti. Buna "Yevmüz Zille" azabý denilmektedir. Lüt Aleyhisselâm'ýn Peygamber gönderilmiþ olduðu "Mütefikât" ahalisi de baþlarýna yaðdýrýlmýþ olan taþlar ile ve yurtlarýnýn uðradýðý depremler ile mahvolup gitmiþlerdir. Ýþte bütün bu tarihî hadiseler de Ey münafýklar!. Sizin malûmunuzdur. (Onlara) O zikredilen altý taifeye (Peygamberleri açýl; mucizeler ile gelmiþti) açýk deliller ile davalarýný isbat etmiþlerdi. O taifeler ise bu mucizelere, hüccetlere raðmen yine o muhterem Peygamberleri inkâr etmiþ, Allah Teâlâ'nýn emirlerine muhalefette bulunmuþlardýr. Þimdi Ey münafýklar!. Siz de o eski milletler gibi hareket ederseniz þüphe yok ki, siz de onlar gibi felâketlere" mâruz kalýrsýnýz. Bunu bir düþününüz. (Artýk Allah Teâlâ onlara) O helak olan kavimlere (zulmeder olmadý) onlarýn öyle kahra uðramalarý bir ilâhî zulm deðildir. Hâþâ (velâkin onlar kendi nefislerine zulmeder oldular) kendi küfrleri, isyanlarý sebebiyle o felâketlere uðramýþlardýr. Þimdi sizde bu kötü hareketlerinize devam ederseniz kendi felâketinize kendiniz sebebiyet vermiþ olursunuz. Daha nice kavimler, küfür ve isyanlarý yüzünden helak olup gitmiþlerdir. Fakat bu beyan olunan altý kýsým taifenin yaþadýklarý yerler Arap yarýmadasýna yakýn ve bunlarýn tarihî durumlarý Arap'larca daha fazla meþhur olduðu için bu âyeti kerime de bunlar bir ibret örneði olmak üzere zikredilmiþtir. "Mütefikât", Lüt Aleyhisselâm'ýn kendilerine Peygamber gönderildiði bir kavmin ikamet etmiþ olduklarý birçok bucaktan ibarettir. Müfredi: Mütefikedir. Bu kavim, büyük bir inkýlâba uðramýþ, yurtlarý altüst olmuþ olduðu için onlarýn yurtlarýna bu ad verilmiþtir. Çünki "itifak" kelimesi lügatte inkýlâp manasýnadýr, bu halde mütefikât da münkalibat (altüst olmuþlar) mânâsýna olmuþ oluyor.
71. Ýmân sahibi olan erkekler ile kadýnlar ise bazýlarý bazýlarýnýn velileridir. Ýyiliði emir ederler, kötülükten alý korlar ve namazý dosdoðru kýlarlar ve zekâtý verirler. Ve Allah Teâlâ'ya ve peygamberine itaatte bulunurlar. Ýþte bunlarý elbette ki. Allah Teâlâ rahmetine nail buyuracaktýr. Þüphe yok ki. Allah Teâlâ güçlüdür, hikmet sahibidir.
71. Bu mübarek âyetler, imân þerefine sahip olan erkekler ile kadýnlarýn pek Aiksek olan evsafýný beyan etmektedir. Ve onlarýn nail olacaklarý pek yüce mükâfatlarý açýklamaktadýr. Þöyle ki: (Ýmân sahibi olan erkekler ile kadýnlar ise) hakikî bir mâna: Yüksek bir fazilete ermiþlerdir, münafýk erkekler ve münafýk kadýnlar gibi ieðildirler. Onlarýn pek çirkin durumlarýndan nefret etmektedirler. Bu imân sahiplerinin bazýlarý bazýlarýnýn velîleridir.) aralarýnda imân bakýmýndan birlik, ve dayanýþma iakýmýndan bir samimî dostluk vardýr. Bunlar (iyiliði emrederler) þer'an hayýr ve taat sayýlan þeyler ile, Allah Teâlâ'nýn ve Resulünün emirlerine riâyet edilmesi ile birbirine emir ve tavsiyede bulunurlar. Öyle münafýklar gibi kötülüðü emretmezler, bilâkis kötülükten men ederler) þer'î þerifin reddettiði, selim tabiatýn kendisinden nef- et eylediði þeylerden, küfür ve nifaktan insanlarý engellemeye, irþada çalýþýrlar. Münafýklar gibi kötülüðü ile emretmezler. Ve o imân sahibi zatlar (namazý) kendilerine farz olan namaz ibadetini (dosdoðru) erkân ve þartlarýna tamamen uyarak (kýlarlar) öyle münafýklar gibi istemeksizin sadece gösteriþ için kýlmazlar (ve) üzerlerine farz olan (zekâtý) da (verirler) öyle münafýklar gibi ellerini sýkýp durmazlar, harcamadan kaçýnmazlar, (ve) O mümin olan erkek ve kadýnlar (Allah Teâlâ'ya ve peygamberine itaatte bulunurlar) onlarýn mübarek emirlerine, yasaklarýna tam manâsýyla riayet ederler. Öyle münafýklar gibi Allah'ý da Peygamber'ini de unutmuþ gibi hareketlerde bulunmazlar, (iþte bunlarý) bu yüce vasýflarý taþýyan müminleri (elbette ki. Allah Teâlâ rahmetine nail buyuracaktýr) muhakkak ki, bu sâdýk kullarýna rahmetinin eserlerini bolca verecektir. Bunlarýn dünyada zafere, ahirette cennete kavuþturacaktýr. Bu bir ilâhî vâddýr ki, mutlaka meydana gelecektir, (þüphe yok ki. Allah Teâlâ azizdir) herseye galiptir, Ýmân sahiplerini güçlendirmeðe, din düþmanlarýný kehir ve helak etmeðe kaadirdir ve o Yüce Yaratýcý (hakimdir) bütün iradeleri, hükmleri hikmet ve faydaya dayanmaktadýr. Ehli imaný nimetlerine mazhar buyurmasý: Kâfir ve münafýklarý kahr ve azaba uðratmasý da onun ilâhî bir hikmeti gereðidir.
72. Allah Teâlâ imân sahibi olan erkeklere ve kadýnlara içinde ebedî olarak kalýcýlar olmak üzere altlarýndan ýrmaklar akar cennetler ve Adn cennetlerinde pâk ikametgâhlar vâd buyurmuþtur. Ve Allah Teâlâ tarafýndan olan bir rýzâ ise daha büyüktür. Ýþte en büyük kurtuluþ da budur.
72. Cenâb-ý Hak'kýn ehli imân hakkýndaki rahmet ve lûtfuna bakýnýz ki: (Allah Teâlâ imân sahibi olan erkeklere ve kadýnlara) Ahiret âlemine gidecekleri zaman (içinde ebediyen kalýcýlar olmak üzere altlarýndan ýrmaklar akar cennetler) hazýrlamýþtýr. Fevkalâde güzel ve hoþ olan baðlar, bahçeler, bostanlar vücude getirmiþtir. Oralarda geçici olarak deðil, ebedî olarak kalýp neþeli olacaklardýr, (ve) O imân sahipleri için (Adn çenetlerinde pâk ikametgâhlar vâd buyurmuþtur) bu Adn cennetleri, incilerden, zümrütlerden, yakutlardan oluþmuþ, pek yüksek birer makamlardýr ki, hâlis, ruh temizliðine sahip müminler için birer saadet yurdu olmak üzere hazýrlanmýþtýr. (Ve Allah Teâlâ tarafýndan bir rýza ise) yani: Ebedî saadet saðlayan, her türlü baþarý ve kurtuluþa kavuþmaya vesile bulunan, temiz ruhlar için her türlü nimetlerin üstünde olan Allah rýzasý ise bütün dünyevî ve uhrevî nimetlerden (daha büyüktür) daha Öncedir, daha fazla istenen þeydir. Bütün ruhanî saadetler o sayede tecelli eder. Artýk þüphe yok ki, bu Allah rýzasý, bütün nimetlerin saadetlerin üstündedir. O mutlu müminler, bu ilâhý uzaya da kavuþmuþ olacaklardýr. (Ýþte en büyük kurtuluþ da budur) mümin erkek ve kadýnlar için m eve u d olan bu ilâhî rýzâdýr veya bütün bu uhrevî nimetlerin toplamýdýr. Artýk bunun karþýlýðýnda diðer geçici, dünyevî nimetlerin ne kýymeti olabilir?. O münafýklarýn, kâfirlerin kendisine güvenip durduklarý bütün varlýklarý, çabuk yok olucudur, sahipleri için mesuliyeti gerektirir, kendilerinin ilâhî rýzadan mahrumiyetlerini gerektirir. O halde bir insan bu gibi fanî, sorumluluðu gerektiren þeylere nasýl baðlanýr durur da kendisini ebedî selâmete, saadete kavuþturacak olan imândan mahrum býrakýr?. Eyvah!. Ne kadar gaflet!.
73. Ey Yüce Peygamber!. Kâfir ve münafýklar karþý cihadda bulun ve onlarýn üzerine þiddetli davran ve onlarýn varacaklarý yer cehennemdir. Ve ne fena bir dönülecek yer!.
73. Bu mübarek âyetler, kâfirlere, münafýklara karþý þiddetli bir mücahedenin lüzumunu bildiriyor. Münafýklarýn nasýl yalan söylediklerini, nasýl nankörlükte bulunduklarýný bildiriyor, içlerinden tövbekar olmayanlarýn ne kadar büyük bir azaba tutularak her türlü yardýmdan mahrum kalacaklarýný ihtar buyuruyor. Þöyle ki: (Ey Yüce Peygamber!. Kâfirler ile) küfrlerini açýklayan düþmanlar ile (ve münafýklar ile) küfrlerini gizleyip görünürde müslüman görünen ve gizlice hiyanette bulunun bozguncu kimseler ile (mücahedede bulun) kâfirleri kýlýç ile cezalandýrmaya çalýþ, münafýklarý da delil ile, burhan ile uyandýrmaya gayret et (ve onlarýn üzerine þiddetli davran) onlara karþý mülâyemet gösterme, münafýklara senden istedikleri izni verme, haklarýnda þefkatli olma (Ve onlarýn) O kâfirlerin, münafýklarýn ahirette (varacaklarý yer cehennemdir) artýk öyle bir kötü sona namzet olan dinsiz kimseler nezâkete ve yumuþak davranmaya lâyýk olabilirler mi? (ve) o dinsizlerin varacaklarý yer (ne kötü bir dönülecek yer) kendisine ne kötü, ne korkunç gidilecek bir azap âlemi!. Bunu bir düþünmek ic ab etmez mi?.
74. Allah Teâlâ'ya yemin ederler ki; söylemiþ deðillerdir. Ve and olsun ki, o küfür lâkýrdýsýný söylediler ve Ýslâmiyet'i kabul etmiþ olduklarýndan sonra kâfir oldular ve yetiþemedikleri þeye yine yeltendiler ve onlar inkarcý bir biçimde harekette bulunmadýlar, ancak Allah Teâlâ'nýn ve Resulünün ilâhî lütuf ile onlarý zengin kýlmýþ olmalarýndan -dolayý bulundular. Ýmdi onlar tövbe ederlerse kendileri için hayýrlý olur. Ve eðer yüz çevirirlerse Allah Tealâ onlarý dünyada ve ahirette pek acýklý bir azap ile azaplandýrýr ve artýk onlar için yeryüzünde ne bir koruyacak ve ne de bir yardýmda bulunacak kimse yoktur.
74. Münafýklar (Allah Teâlâ'ya yemin ederler ki) Rasûlullah'ýn haberdar olduðu o kâfirce sözleri, Rasülü Ekrem aleyhindeki lâkýrdýlarý kendileri (söylemiþ deðillerdir) onlar o söylediklerini böyle inkâr ederler. Halbuki, onlar öyle hezeyanlarda bulunmuþlardý evet.. (Ve and osunla*, o küfr lâkýrdýsýný) o Rasûlü Ekrem aleyhindeki sözleri vesaireyi onlar (söylediler) þimdi de sýkýlmadan inkâr ediyorlar (ve) onlar (Ýslâmiyet'i) görünürde (kabul etmiþ olduklarýndan sonra) küfrlerini, içlerinde olaný açýklayarak (kâfir oldular ve) onlar vaktiyle isteyip de (yetiþemedikleri þeye) Rasûlü Ekrem'i þehid etmeðe veya Medine'den müslümanlarý çýkarmaya (yine yeltendiler) yine eliboþ ve ziyanda kaldýlar, (ve onlar) O münafýklar Rasûlü Ekrem hakkýnda (inkarcý bir biçimde harekette bulunmadýlar) bir intikam arzusuna, bir kin beslemeðe, bir ziyadesiyle kötü görmek hissine kapýlmadýlar, (ancak) bir nankörülk tesiriyle bu cür'ette bulundular. Evet... O nankörler (ancak Allah Teâlâ'nýn ve Resulünün fazlý ilâhî ile onlarý zengin kýlmýþ olmalarýndan) dolayý böyle bir nankörlüðe kýyam ettiler. Bu ne kadar alçaklýk!. Bu ne büyük bir iyiliðe karþý kötülükle karþýlýk. Bir kere düþünmeli ki: Bunlarýn birçoklarý vaktiyle Medine'de pek dar bir geçim içinde yaþýyorlardý, bir devlete, bir ganimete nail bulunmuyorlardý. Rasûlü Ekrem'in Medine'ye teþrifinden sonra ise nimete, devlete nail oldular, çevreye hâkim oldular. Artýk buna karþý o Yüce Peygamber'e fevkalâde bir sevgi ve baðlýlýk göstermeleri lâzým iken aksine hareket etmek istediler. Fakat o münafýklar, bu iþlediklerine kaadir olamadýlar, zelilce bir halde kaldýlar, (Ýmdi) Onlara yine pek iyilik ister bir ihtar. Þöyle ki: Eðer (onlar tövbe ederlerse) küfrlerini, nifaklarýný tamamen býrakýr, Ýslâmiyet'i samimi bir þekilde kabul ederlerse (kendileri için) dünyada da ahirette de (hayýrlý olur) felâketlerden, azaplardan kurtulmuþ olurlar, (ve eðer yüz çevirirlerse) imândan, tövbeden kaçýnýr, küfrlerinde, nifaklarýnda Ýsrar eder dururlarsa (Allah Teâlâ onlarý dünyada) öldürülmek ile, esaret ile, zelilce bir duruma düþürerek felâkete uðratýr (ve ahirette) de (pek acýklý birer azap ile) kendilerini cehennem ateþinde ebedî olarak býrakmakla ve nice muhtelif cezalarla (azaplandýrýr.) Artýk öyle bir azaba, felâkete ebedî olarak mâruz kalýr dururlar. (Ve artýk onlar için yeryüzünde) Koca bir dünya sahasýnda (ne bir koruyacak) muhafaza edecek (ve ne de) kendilerine (yardýmda bulunacak) onlarý þefaatleriyle veya savunmalarýyla o felâketlerden kurtarabilecek (bir kimse yoktur) onlar ebedî olarak mahrumiyetler, felâketler, azaplar içinde kalmýþ olacaklardýr. Artýk bu müthiþ âkibetlerini bir düþünmeli deðil midirler?.
§ Rivayete göre Rasûlü Ekrem Tebük seferinden dönerken on beþ münafýk geceleyin yolda pusuya girmiþ, Hz. Rasûlullah'a su'ikastte bulunmak istemiþlerdi. Fakat Rasûlullah'ýn beraberinde bulunan "Huzeyfetülyaman" o hainlerin bu vaziyetini anlayýnca: Ey Allah'ýn düþmanlarý!. Çekiliniz diye baðýrmýþ, onlar da býrakýp kaçmýþlardý. Ýþte bu hainler, iþlediklerine nail olamamýþlardý.
§ Yine rivayet olunuyor ki, Rasûlü Ekrem, Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz Tebük seferinde iki ay kalmýþtý. Münafýklarý ayýplayan âyetler nazil oluyordu. Münafýklardan bulunan "Cellâs tbni Süveyd" demiþ ki: Eðer Medine'de kalan kardeþlerimiz ki; bizim eþrafýmýzdan bulunuyorlar, onlarýn hakkýnda Muhammed'in -Aleyhisselâm- dediði doðru ise vallahi ben artýk bir eþekten daha kötüyüm. Orada bulunan Amir Ibni Kaysil Ensârî de demiþ ki: Evet... Vallahi Muhammed -Aleyhisselâm-þüphe yok ki, doðru söylüyor. Sen isen Ey Cellâs!. Eþekten daha kötüsün. Bu konuþmadan haberdar olan Hz. Peygamber, Cellâs'ý huzuruna davet etmiþ, Cellâs yemin etmiþ ki: Ben böyle birþey söylemedim. Bunun üzerine Amir, ellerini kaldýrarak: "Allah'ým!. Resulün olan Muhammed Aleyhiseslâm üzerine doðru söyleyeni tasdik ve yalan söyleyeni tekzib edecek bir âyet indir" diye dua etmiþ bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ, Cellâs da: Allah Teâlâ bu âyette tövbeyi beyan buyuruyor, ben hakikaten yalan söylemiþtim, diyerek tövbe etmiþ ve güzelce bir tövbeye nail olmuþtu. Ýþte bu mübarek âyet bu hadiselere iþaret buyurmaktadýr.
75. Ve onlardan bazýlarý da Allah Teâlâ'ya söz vermiþ ki: Eðer lütfundan bize verir ise elbette sadaka vereceðiz ve elbette salih kimselerden olacaðýz.
75. Bu mübarek âyetler, münafýklarýn birçok kýsýmlara ayrýlmýþ olduklarýný gösteriyor. Þöyle ki: Münafýklar çeþit çeþittir. Kimisi Rasûlü Ekreme eziyet verir, kimisi sadaka verenleri ayýplar, kimisi cihada katýlmamak için yalan bahane; mazeret ileri sürer, Hz. Peygamber'den izin ister (Ve onlardan) o münafýklardan bazýsý da (Allah Teâlâ'ya ahd etmiþti ki: Eðer fazlýndan) lütuf ve kereminden olarak (bize) mal ve servet (verirse elbette sadaka vereceðiz) zekâtýnýzý, sadakalarýmýzý vereceðiz. (Ve elbette) Biz hac gibi, namaz gibi vazifelerimizi yaparak (salih kimselerden olacaðýz) demek ki, bir kýsým münafýklar, her ne kadar Cenab'ý Hak'kýn varlýðýný, onun kullarýna lütuf ve ihsanda bulunduðunu biliyorlarsa da Rasûlü Ekremi inkâr ettikleri için, bir takým dinî vazifeleri ifadan kaçýndýklarý için kendilerini küfür ve nifaktan kurt aramam ý; I ardýr. Çünkü imânýn bütün esaslarýný; þartlarýný bilip kabul etmeyen herhangi bir þahýs, kendisini küfrden, nifaktan kurtarmýþ olamaz.
76. Vaktaki, Allah Teâlâ onlara lütfundan ihsan buyurdu. Onunla cimrilikte bulundular, ve yüz çevirdiler. Ve zaten onlar yüz döndürür kimselerdir.
76. (Vakta ki: Allah Teâlâ onlara) O mal ve servet talebinde bulunan münafýklara (lütfundan) bir ilâhî lütfü olarak nimet ve servet (ihsan buyurdu) onlarý hiç ummadýklarý yerden bol bol rýzýklandýrdý (onunla) o elde ettikleri servetlerle (cimrilikte bulundular) o servetin icabeden zekâtýný, sadakasýný vermediler, Allah'ýn hakkýna riayetten kaçýndýlar (ve) Cenâb-ý Hak'ka ibadet ve itaatten (yüz çevirdiler) hac gibi, namaz gibi vazifelerini terkeylediler. (ve zaten onlar) o münafýklar, Cenâb-ý Hak'ka ibadet ve itaatten (yüz döndürür kimselerdir) onlar öyle dinî, yüce vazifeleri bir temiz kalp ile yapmazlar, fýrsat bulunca bunlardan bedenen kaçýnýrlar. Ýþte onlar böyle âdi bir topluluktur.
77. Artýk Allah Teâlâ'ya vâd ettikleri þeyde ona muhalefet ettik-leri için ve yalan söyler olduklarý için o da onlarýn bu hareketlerinin âkibetini ona kavuþacaklarý güne kadar onlarýn kalplerinde bir nifaka döndürdü.
77. Fakat onlar böyle Hak'ka itaatden kaçýnmalarýnýn cezalarýna kavuþmuþlardýr ve daha da kavuþacaklardýr. Evet... (Artýk Allah Teâlâ'ya vâd ettikleri þeyde) sadaka gibi, iyi davranma gibi teahhüt eyledikleri hususta (ona) Cenâb-ý Hak'ka karþý onun mukaddes emirlerine karþý (muhalefet ettikleri için) vaadlerinde, vazifelerinde durmayýp ondan kaçýndýklarý için (ve yalan söyler olduklarý için) bütün sözlerinde yalan söyledikleri için ki, bu vaadlerindeki yalan da o cümledendir (o da) o Yüce Yaratýcý da (onlarýn) o münafýklarýn (bu hareketlerinin sonunu ona) o Kâinatý Yaratanýn hükmü kazasýna ebedî azabýna (kavuþacaklarý güne kadar) ölecekleri, sona mahþere sevkedilecekleri zamana deðin (onlarýn kalplerinde) pek yerleþmiþ (bir nifaka döndürdü) artýk o münafýklar, kýyamete kadar onun tesiri altýnda kalacaklar, o sonsuzluk âleminde bu hareketlerinin cezasýna kavuþup duracaklardýr.
78. Daha bilme diler mi ki: Allah Teâlâ, onlarýn sýrlarýný da fýsýltýlarýný da muhakkak ki, bilir. Ve þüphe yok ki. Allah Teâlâ g ayý plan pek iyi bilendir.
78. O münafýklar veya Cenâb-ý Hak'ka karþý söz vermiþ bulunmayanlar (daha bilmediler mi ki, Allah Teâlâ) bütün mahlûkatýnýn hallerini hakkiyle bilendir. (Onlarýn) O nifak sahiplerinin (sýrlarýný da) kalplerinde sakladýklarý kuruntularýný da, sözlerinde durmayacaklarýna dair kalben kararlarýný da mutlaka bilir (fýsýltýlarýný da muhakkak bilir) onlarýn kendi aralarýnda, gizlice konuþtuklarýný tamamen bilir iþitir. (Ve þüphe yok ki. Allah Teâlâ) Halkýn gözünden gaib olan, sýrlar kabilinden bulunan bütün (gayýplarý pek iyi bilendir) Buna inanmýþýzdýr. Artýk Ey münafýklar!. Kendi iþ ve fikirlerinizi o Yüce Yaratýcýdan nasýl gizleyebilirsiniz?. Elbette hiçbir þeyi gizlemek mümkün olamaz. O halde vaziyetinizin ne kadar tehlikeli olduðunu hiç düþünmez misiniz?.
§ Bu âyeti kerimenin nüzul sebebi hakkýnda deniliyor ki: Münafýklardan Salebetübnü Hatibil' Ensârî" Rasülullah'ýn huzuruna gitmiþ "Ya Rasûlüllah!. Cenâb-ý Hak'ka dua buyur, beni mal ile rýzýklandýrsýn" demiþ, Rasûlü Ekrem de "Ey Salebe!. Hakkýný ödediðin az bir mal, hakkýný ödemeyeceðin çok maldan hayýrlýdýr" diye buyurmuþ, Salebe ise "Seni hak ile göndermiþ olan Allah'a yemin ederim ki, eðer bana mal verirse elbette bütün hak sahiplerine haklarýný veririm" diye talebinde Ýsrar eylemiþ, Rasûlü Ekrem dua etmekle Salebe zengin olmaya baþlamýþ, koyunlarý az zaman içinde o kadar artmýþ ki, onlar Medine'i Münevvere'nin bir vadisini iþgal edip durmuþ. Salebe artýk mallariyle uðraþmaya baþlamýþ, namaz için cemaatten kesilmiþ, cuma günü bile namaza gelemez olmuþ. Rasûlü Ekrem: Salebenin nerede kaldýðýný sormuþ, demiþler ki: Onun koyunlarý o kadar arttý ki, bir vadiye bile sýðamaz oldu. Rasûlü Tem de: Yazýk Salebeye diye buyurmuþ, ve malýnýn zekâtýný almak için iki
zatý memur olarak Salebeye göndermiþ, Salebe de, bu peygamber emrini iþitince: Bu bir cizyeden, bir cizye kýz kardaþýndan baþka deðil, diye söylenmiþ, memura da þimdi gidiniz, sonra geliniz bakalým demiþ. Bu zatlar ikinci defa olarak yine gitmiþler ise de yine zekâtý vermekten kaçýnmýþtýr. Bu memurlar Hz. Peygambere gelip bu durumu haber vermiþler. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur. Salebenin akrabasýndan biri bu âyeti kerimenin iniþinden haberdar olunca gidip, Salebeye haber vermiþ, ya S al e bet. Yazýk sana, aleyhinde þöyle bir âyet nazil oldu demiþ. Bunun üzerine Salebe Hz. Peygamber'in huzuruna gitmiþ, zekâtýnýn kabulünü istemiþ, Yüce Peygamber hazretleri de: Senin zekâtýný almaktan Cenab'ý Hak beni men eyledi, diye buyurmuþtur. Salebe baþýna toprak saçmaya baþlamýþ, Hz. Peygamber Efendimiz de: Ben sana vaktiyle demedim mi idi?. Sen ise bana itaat etmedin, diye buyurmuþ, Rasülullah'ýn vefatýndan sonra Salebe sadakasýný yerine harcamasý için Hz. Ebu Bekire götürmüþ, o da kabul etmemiþ, daha sonra Hz. Ömer'e götürmüþ, o da alýp kabul etmemiþ, Hz. Osman'ýn halifeliði zamanýnda ona götürüp teslim etmek istemiþ, o da kabul buyurmamýþtýr. Salebe Hz. Osman'ýn halifeliði zamanýnda ölmüþtür.
§ 8u sadakanýn fukaraya tevzi için kabul edilmemesinin hikmetine gelince, sadaka, bir temizleme ve arýndýrma vesilesidir. Bir münafýk ise nifaktan tamamen ayrýlmadýkça hiçbir sadakasý Allah katýnda makbul, kendisinin anndýrýlmasýna, sevaba kavuþmasýna sebep olamaz. Ve böyle sadakayý almaya bir müslüman da tenezzül etmemelidir.
§ Bu âyeti kerime de þuna da iþaret vardýr ki: Ýnsan, dünya varlýðýna düþkün olmamalýdýr, Cenab'ý Hak'tan hayýrlýsýný niyaz etmelidir, eðer meþru þekilde bir servete kavuþursa bunun da kadrini bilip Rabbilâlemine þükürde bulunmalýdýr, bu servetin zekâtýný, sadakasýný da vermelidir tâki, kendisi için hakikaten faideli bir nimet mahiyetinde bulunmuþ olsun. Ve illâ birçok gayrimeþru servetler sahipleri için nihayet bir felâkete, bir azaba sebep olmuþ olur.
79. O kimseler ki, mü'minlerden sadakalarý gönül hoþluðu ile fazlaca verenleri ve kendi güçlerinin ettiðinden fazlasýný bulamayanlarý ayýplarlar, onlar ile alayda bulunurlar. Allah Teâlâ'da o kimseleri maskaraya çevirir ve onlar için acýklý bir azap vardýr.
79. Bu mubârak âyetler, münafýklarýn, zekât, sadaka vazifelerini fazlasýyla yapan veya bir hikmet gereði durumu fakir bulunan mü'minler ile alay etmek alçaklýðýna cür'et ettiklerini bildiriyor, artýk o gibi kâfir kimselerin ilâhî affa nail olamayacaklarýný ihtar buyuruyor. Þöyle ki: (O) Münafýk topluluðundan olan (kimseler ki) imanlarý pek kuvvetli olan (müminlerden sadaklarý gönül hoþluðu ile) kalben samimî þekilde isteyerek (verenleri) zekatlarýndan baþka Hak rýzâsý için fazlaca nafile olarak teberrularda bulunanlarý (ve kendi güçlerinin yettiðinden fazlasýný bulamayanlarý) böyle olduklarý halde yine sadaka vermeðe koþanlarý (Ayýplarlar) ve (onlar ile) öðle güçlerini sarf ederek sadaka vermeðe çalýþanlar ile (alayda bulunurlar) artýk (Allah Teâlâ'da) onlarýn o kötü hareketlerinin bir cezasý olmak üzere (o kimseleri maskayara çevirir) yani: Onlarý o alay etmeleri yüzünden cezaya uðratýr, (ve onlar için) Öyle mü'minleri ayýplayan, onlar ile alay eden münafýk kimseler için (acýklýbir azap vardýr) onlarýn böyle ebedî bir azaba uðrayacaklarý kararlaþtýrýlmýþtýr.
§ Rivayete göre Rasûlü Ekrem Hazretleri bir gün bir hutbe okuyup müslümanlarý sadaka vermeðe teþvik buyurmuþtu. Bunun üzerine Abdullah Ýbni Avf, malýnýn yarýsý olan dört bin dirhemi getirip Rasûlullah'a teslim etmiþ, dört bin dirhemini de ailesinin geçimine tahsis ettiðini söylemiþti. Yüce Peygamberimiz de: Allah Teâlâ senin için verdiðini de, yanýnda tuttuðunu da mübarek kýlsýn diye dua'a etmiþti. Sonra Hz. Abdullah'ýn serveti pek ziyade artmýþ, hattha vefatý zamanýnda iki eþine isabet eden miras payý yüz doksan bin dirhem bulunmuþtu.
Ashabý Kiramdan Hz. Ömer, Hz. Osman gibi zatlar da birçok sadakalar vermiþlerdi. Ýþte münafýklar bu verilen fazla sadakalarý birer gösteriþ eseri sayarak veren zatlarý ayýplamaya cür'et etmiþlerdi. Ashabý Kiram'ýn fakirleri de sadaka vermeðe çalýþmýþ, hattâ "Ukayl" adýndaki zat, bir kimsenin yanýnda iki ölçek hurma karþýlýðýnda çalýþmýþ, sonra bunun bir ölçeðin! getirip fukaraya verilmek üzere sadaka olarak Rasûlullah'a t esim eylemiþti. Münafýklar bu gibi zatlar ile alay etmiþler, bunlar da büyüklerden sayýlmalarý için böyle sadaka veriyorlar diye söylenmiþlerdi.
Ýþte bu münafýklarý rde ve kýnamak için bu âyeti kerime nazil olmuþtur.
80. Onlar için istiðfarda bulun veya onlar için istiðfarda bulunma. Eðer onlar için yetmiþ defa af dileyecek olsa elbette Allah Teâlâ onlarý af etmeyecektir. Çünki onlar Allah Teâlâ'yý ve Resulünü inkâr ettiler. Allah Teâlâ ise (asýklar olan bir kavme hidayet etmez.
80. Resulüm!. (Onlar için) O münafýklarýn ilâhî affa nail olmalarý için, (istiðfarda bulun veya onlar için) böyle bir (istiðfarda bulunma) eþittir ve sen serbestsin, fakat bu af dilemenin onlara birfaidesi yoktur. Hatta (eðer onlar için yetmiþ defa) yani: Ne kadar fazla olursa olsun (af taleb edecek olsan) onlar için bir faidesi olmaz. (Elbette Allah Teâlâ onlarý af etmeyecektir) onlar için af, imkânsýz derecededir (Çünki onlar Allah Teâlâ'yý ve Resulünü inkâr ettiler) bu kadar haddi aþarak küfrü seçtiler. (Allah Teâlâ ise (asýklar olan bir kavme) küfrlerinde inat gösterip duran bir topluluða (hidayet etmez) onlarý hayýrlý bir maksada kavuþturacak bir hidayete nail kýlmaz. Böyle bir hidayet, hikmete aykýrýdýr.
§ Rivayete göre önceki âyet nazil olunca bir kýsým münafýklar, Rasülü Ekreme müracaat ederek: "Ya Rasûlüllah!. Bizim hakkýmýzda af dileðinde bulun" demiþler, Rasülü Ekrem de: "Sizin için af dileðinde bulunurum" demiþti. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ, onlarýn nifak üzere ölenlerine istiðfarýn fâide vermeyeceði bildirilmiþtir.
Evet... Cenâb-ý Hak, birçok günahkâr kullarý hakkýndaki af dileðini kabul buyurur, o af edicidir, merhametlidir. Fakat bütün gördükleri âyetlere, delillere karþý küfür ve nifaklarýnda direnip duranlar, bu hâl üzere ölüp gidince artýk maðfirete kabiliyetlerini kendi elleriyle zâyetmiþ olurlar. Artýk onlarýn haklarýndaki af dileðinin kabulü, hikmete, dinin hükümlerine uygun olmaz.
Ynt: Tevbe Suresi By: hafizvuslat Date: 03 Kasým 2009, 15:35:30
81. Rasûlullah'a muhalefet için geri kalmýþ olanlar, oturmalariyle sevindiler ve Allah yolunda mallariyle ve canlariyle cihadda bulunmalarýný kötü gördüler ve þu sýcakta cihada çýkmayýn dediler. De ki: Cehennemin ateþi sýcaklýkça daha þiddetlidir, eðer iyice anlar kimseler olsalar idi.
81. Bu mübarek âyetler, münafýklarýn Allah yolunda cihadda bulunmaktan kaçýnmýþ, baþkalarýný da alýkoymaya çalýþmýþ olduklarýný bildiriyor, ve onlarýn bu kötü hareketlerinden dolayý nekadar kötü bir âkibete uðrayacaklarýný haber vermiþ bulunuyor. Þöyle ki: Tebük seferi sýrasýnda (Rasûlullah'a muhalefet için geri kalmýþ olanlar) boþ bahanelerle Cenâb-ý Peygamber'den izin almýþ bulunan münafýklar (oturmalariyle) sefere gitmeyip yurtlarýnda kalmalariyle (sevindiler) Yüce Peygamber'e muhalefeti bir baþarý kabul ettiler, meþakkatli bir seferden kurtulduklarýndan dolayý sevindiler. (Ve) O cahiller (Allah yolunda malariye ve canlariyle mücahedede bulunmalarýný kötü gördüler) öyle bir fedakârlýðý, fuzulî, kötü sandýlar, öyle bir yüceliðin kadrini, manevî mükâfatýný takdir etmek yeteneðinden mahrum bulundular. (Ve) seferber olan ashab-ý kirama veya kendi arkadaþlarýna da (þu sýcakta cihada çýkmayýn dediler) onlarý da bu fedakârlýktan geri býrakmak istediler. Allah yolundaki bir fedakârlýðýn kýymetini anlayamadýlar. Resulüm!. Onlarý reddetmek ve cehaletlerini ortaya koymak için (de ki, cehennemin ateþi sýcaklýkça) þu dünyada kendisinden kaçýndýðýnýz ve baþkalarýný da geri býrakmaya çalýþtýðýnýz sýcaktan (daha þiddetlidir) bunu siz hiç düþünmez misiniz?. Evet... (Eðer) bu dünya hayatýnýn ve dünyevî meþakkatlerin geçici olduðunu, uhrevî hayatýn sürekli ve uhrevî meþakkatlerin daha ziyade ve daha sýcak, eleme sebep bulunduðunu onlar (iyice anlar kimseler olsalardý) bunu bilir öyle bir muhalefette, münafýkça bir harekette bulunmaya cesaret edemezlerdi.
82. Artýk onlar kazanmýþ, olduklarý þeyin cezasý olmak üzere pek az gülsünlür ve pek çok aðlasýnlar.
82. (Artýk onlar) O münafýklar, o dünya meþakkatine bakýp da ahiret meþakkatlerini düþünmeyen kâfirler daha dünyada iken (kazanmýþ olduklarý þeyin) çeþit çeþit günahlarýn, emirlere muhalefetin, baþkalarýný saptýrmaya çalýþmalarýnýn (cezasý olmak üzere) bu muvakat dünya hayatýnda (pek az gülsünler) eðlensinler, zevklerine baksýnlar bunlarýn ne ehemmiyeti var, hepsi de yok olmaya mahkumdur. Fakat onlar bir kere de ahiret hayatýný düþünsünler, oradaki görecekleri azaplarý göz önüne alsýnlar (ve pek fazla aðlasýnlar) sürekli olarak üzüntü ve kder içinde kalsýnlar, onlarýn hallerine münasip olan budur. Zaten de öyle olacaktýr. Bu bir emirdir ki, haber verme mahiyetinde bulunmaktadýr.
83. Eðer Allah T e âlâ seni onlardan bir taifenin yanýna döndürür de baþka bir cihada çýkmak için senden izin isterlerse de ki: Artýk siz benimle beraber çýkmayýnýz ve benim maiyetimde olarak savaþta bulunmayýnýz. Çünki, siz ilk defa da oturmaya razý oldunuz. Artýk geri kalanlar ile beraber oturunuz.
83. Bu mübarek âyetler, münafýklarýn ne kadar alçak, zelîl kimseler olduðuna iþaret ediyor. Münafýklarýn cihada iþtirak ettirilmeyeceðini ve onlarýn üzerlerine cenaze namazý kýlýnamýyacaðýný bildiriyor. Onlarýn mal ve evlâtlarýnýn kendi haklarýnda bir azap vesilesi olup gýpteye lâyýk þeyler bulunmadýðýný ihtar buyuruyor. Þöyle ki: Ey Yüce Resul!. (Eðer Allah Teâlâ seni) Tebük seferinden sonra (onlardan) o seninle beraber cihada çýkmayýp geri kalan münafýklardan (bir taifenin) yani: Nifaktan tövbe etmemiþ veya doðru bir özür ile özür beyanýnda bulunmamýþ olanlarýn (yanýna döndürür de) Tebük seferinden (baþka bir cihada çýkmak için senden izin isterlerse) o nifak üzere devam etmiþ olan taifeye (de ki: Artýk siz benimle beraber) hiçbir sefere (ebediyen çýkmayýnýz) Cenâb-ý Hak, beni size ihtiyaçsýz kýlmýþtýr. (Ve benîm beraberimde olarak) benimle beraber hiçbir (savaþta bulunmayýnýz) artýk siz buna asla muvaffak olamayacaksýnýzdýr. (Çünki siz ilk defa da) Tebük seferinde (oturmaya) Medine'de kalýp sefere çýkmamaya (razý oldunuz) bu sefere katýlmamayý hakkýnýzda faydalý gördünüz. (Artýk) Cihaddan (geri kalanlar ile) savaþtan kaçýnanlar ile, kadýnlar ve çocuklar ile (beraber oturunuz»-siz cihada katýlmaya lâyýk kimseler deðilsinizdir.
84. Ve onlardan hiçbir þahsýn üzerine ölmüþ olunca ebedî olarak namaz kýlma ve kabrinin üzerinde durma. Çünki onlar Allah Teâlâ'yý ve Resulünü inkâr ettiler ve onlar fasýk olarak öldüler.
84. (Ve) Ey Yüce Resul!, (onlardan) O nifaklarý gerçekleþmiþ kimselerden (hiçbir þahsýn üzerine ölmüþ olunca ebediyen namaz kýma) cenaze namazý kýlmaya kalkýþma (ve) öyle bir münafýkýn (kabrinin üzerinde durma) kabri yanýnda durup onun için duada, af talebinde bulunma. (Çünki onlar Allah Teâlâ'yý ve Resulünü inkâr ettiler) Sonra da küfrlerinden dönüp tövbe ve istiðfar etmediler, (ve onlar fasýk) Küfür ve nifaklarýnda ýsrarlý ve inatçý (olarak öldüler) artýk öyle kâfirler hakkýnda ehli imâna ait dinî merasim nasýl yapýlabilir?. Onlar bu merasime lâyýk deðildirler. Bundan faydalanacak kabiliyetten mahrum kalmýþ, beþeriyet için zararlý bulunmuþ kimseleren baþka deðildirler...
§ Rivayete göre "Abdullah Ibni Übey, adýndaki þahýs görünürde müslüman görünüyor, haddizatýnda ise münafýklarýn reisi bulnuyordu. Hasta olmuþ, Rasülü Ekrem de onu görmeðe gitmiþti. Rasülü Ekrem Efendimizinden rica etmiþ. Ben ölünce namazýmý kýl, kabrimin üzerinde dur bana du'a et demiþ, sonra da birisini Rasülullah'a göndererek mübarek gömleðini kendisine kefen yapmak için istemiþti. Yüce Peygamberimiz mübarek gömleðini gönderdi. Hz. Ömer o pis herife bu mübarek gömleðin gönderilmesini istememiþ ise de Rasülü Ekrem Efendimiz: Benim gömleðim onu azaptan kurtaramaz. Bir isteyeni reddetmek uygun deðildir. Bununla beraber umulur ki. bu sebeple birçok münafýklar nifaký terkederek samimî bir biçimde müslüman olurlar diye buyurmuþtu. Gerçekten de O münafýklarýn reisi, bu mübarek gömlekten fâide beklediðini görünce, bin kadar münafýk, düþüncelerini düzelterek Islâmiyeti ciddî þekilde kabul etmiþlerdir.
Bir de deniliyor ki: Bedir savaþýnda esir düþmüþ olan Peygamberimizin amcasý, Abbas, Medineye getirilmiþ. Gömleksiz bulunuyordu. Ibni Übey ise, Peygamberimize bir iyilik göstermek için kendi gömleðini Ab bas'a vermiþti. Bu defa Rasülü Ekrem de o iyiliðe -bir karþýlýk olmak üzere mübarek gömleðini ona göndermiþti. Zaten Yüce Peygamber Efendimiz pek fazla merhamet ve þefkat sahibi olduðundan herhangi bir isteyeni reddetmek istemezdi.
Sonra Ibni Übey ölmüþ, kendisi gibi Abdullah adýnda bulunan oðlu ise, halis bir müslüman bulunuyordu. Bu, Rasülullah'ýn huzuruna gelmiþ, babasýnýn cenaze namazýný kýldýrmasýný rica etmiþti. Rasülü Ekrem de "sen namazýný kýldýr ve demet" diye emreylemiþti. Fakat Abdullah; Ya Rasülüllah!, eðer onun cenaze namazýný sen kýlmazsan hiçbir müslüman kýlmaz" diye tekrar ricada bulunmuþ, Rasülü Ekrem de bu namaz için ayaða kalkmýþ ise de Hz. Ömer, Rasülüllah ile kýble arasýna engel olmuþ, bu namazýn kýlýnmasýný istememiþti. Ýþte bu sýrada idi ki, Cibril Emin gelerek bu âyeti kerimeyi teblið etmiþ, öyle küfür üzere ölmüþ münafýklar için cenaze namazýnýn ve dua ile af dilemenin caiz bulunmadýðý belli olmuþtur.
Ibni Übey son zamanlarýnda Rasülü Ekrem'den dua ve istiðfar niyazýnda bulunmuþ idi. Bu hal, kendisinin fikir deðiþtirerek Ýslâmiyet'i kabulüne delâlet ettiði için olmalýdýr ki. Yüce Peygamber Efendimiz onun namazýný kýldýrmak lütfunda bulunmak istemiþti. Fakat bu âyeti kerimenin iniþiyle onun yine nifak üzere ölmüþ olduðu bilinmiþtir.
85. Onlarýn mallarý ve evladlarý seni imrendirmesin. Allah Teâlâ, diliyor ki, onlarý bunlar sebebiyle dünyada azaba uðratsýn ve onlarýn canlarýný kâfirler olduklarý halde gidersin.
85. Bir takým münafýklar, kâfirler bu dünyada bir takým varlýklara sahip olabilirler. Fakat bunlar onlarýn haklarýnda gelecekte büyük mes'uliyetlere, azaplara sebep olacaktýr. Artýk ey mü'minler!. (Onlarýn mallarý ve evlâtlarý sizi imrendirmesin) bunlar haddizatýnda imrenmeðe lâyýk þeyler deðildir. (Allah Teâlâ deniliyor ki: Onlarý) O münafýklarý, kâfirleri (bunlar sebebiyle) böyle mallarý, evlâtlarý yüzünden (dünyada azaba uðratsýn) birçok meþakkatlere, facialara mâruz býraksýn (ve onlarýn canlarýný kâfirler olduklarý halde gidersin) öyle dünyevî þeyler ile uðraþarak hak ve hakikattan gafil, hakikî geleceði, dost ve saadeti teamül ve tefekkürden mahrum olarak ölüp ebedî mücazata kavuþsunlar. Ýþte bütün bunlar, hakikî þekilde Ýslâmiyet'ten mahrumiyetin pek feci bir neticesidir. (55) inci âyeti kerimenin izahýna da müracaat ediniz!.
86. Allah Teâlâ'ya imân edin ve Peygamberinin beraberinde cihadda bulunun diye bir sure indiði zaman onlardan kudret ve servet sahipleri senden izin dilediler ve "bizi býrak oturanlar ile beraber olalým" dediler.
86. Bu mübarek âyetler, münafýklarýn imân etmeleri, cihada katýlmalarý hakkýnda ilâhî emre nekadar muhalefette bulunduklarýný, bu sebeple kalplerinin nekadar katýlaþýp hakikatlarý anlamaktan mahrum kaldýðýný beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: Münafýklara hitaben (Allah Teâlâ'ya imân edin) onun varlýðýna, kudret ve büyüklüðüne tam bir samimiyet ile inanýn (ve Peygamberinin beraberinde) onunla beraber hak yolunda (cihadda bulunun diye bir süre) Kur'an'ý Kerim'in bir kýsým âyetleri (indiði zaman) onlar bu ilâhî teklife karþý yine itaat göstermezler. (Onlardan kudret ve servet sahipleri) O münafýklarýn zenginleri veya reisleri, büyükleri (senden) Ey Yüce Peygamber (izin dilediler) cihada katýlmamak için müsaade istediler (ve) o kudret sahipleri (bizi býrak oturanlar ile) bir mazeret sebebiyle savaþtan geri kalanlar ile veya kadýnlar ve {ocuklar ile (beraber olalým dediler) yurtlarýndan ayrýlmadýlar. Bole mal ve beden bakýmýndan cihada mukteir olduklarý halde ilâhî emre muhalefet ederek bundan kaçýndýlar, ne kadar yerilmeye lâyýk, hakikî selâmet ve saadetlerni düþünmeden mahrum kimselerdir.
87. Onlar, seviye kalanlar ile beraber olmaya razý oldular ve onlarýn kalpleri üzerine mühür vurulmuþtur. Artýk onlar güzelce anlayamazlar.
87. (Onlar) Öyle mazeretsiz olarak cihaddan kaçýnanlar, lüzumsuz yere izin isteyenler (geriye kalanlar ile beraber olmaya razý oldular) kendilerinin de insanlarýn âcizleri gibi, evlerinde oturup durmalarý icabeden kadýnlar gibi bir vaziyette bulunmalarýný hoþ gördüler, nail olduklarý nimetlerin kadrini bilip þükrünü yerine getirmeye çalýþmadýlar (ve) artýk bu sebeple (onlarýn kalpleri üzerine) küfür ile, sapýklýk ile (mühür vurulmuþtur) onlarýn kalpleri yüce duygulardan mahrum kalmýþtýr, (artýk onlar güzelce anlayamazlar) Ýmandaki selâmet ve saadeti, cihaddaki faideleri bilâkis küfür ve nifaktaki bedbahüýk ve felâketi, cihaddan kaçýnmaktaki ferdî ve içtimaî zararlarý bilip takdir edemezler. Onlar böyle yüksek bilgilerden mahrum kalmýþlardýr.
§ Havalif, halifenin çoðuludur ki, bundan maksat, evlerinde oturan kadýnlardýr veyahut halkýn alçaklarý, sefilleridir.
88. Fakat peygamber ve onunla beraber bulunan mü'minler, mallarýyle ve canlarýyla cihada atýldýlar. Ve iþte bütün hayýrlar, onlarýndýr. Ve kurtuluþ bulunlar da iþte onlardýr.
88. Bu mübarek âyetler de Rasülü Ekrem'in ve ona tâbi olan ehli imânýn hak yolunda ne kadar fedakârlýklarda bulunduklarýný ve bu sebeple ne kadar yüce, ebedî nimetlere, nail olacaklarýný bildirmektedir. Þöyle ki: Münafýklar, cihaddan kaçýndýlar, hak dine hizmette bulumadýlar (Fakat) en büyük bir þeref ve þana, dinî deðerlere sahip bulunan (Peygamber) Hz. Muhammed Aleyhisselâm (ve onunla beraber bulunan) onun muhterem eshabý kirâmýndan bulunmak nimetine nail olan (mü'minler, mallariyle ve canlariyle cihada atýldýlar) Allah Teâlâ'nýn rýzasýný tahsil için her türlü fedakârlýklarda bulundular (ve iþte bütün hayýrlar) dünyada zafer ve ganimet ahirette de cennet ve ikram (onlarýndýr) o Yüce Peygamber ile onun o güzîde ashâbýnýndýr (ve kurtuluþ bulunanlar da) bütün yüksek nimetlere saadetlere nail olanlar da (onlardýr) o pek mübarek, muhterem zatlardýr,
89. Allah Teâlâ onlar için altýndan ýrmaklar akan cennetler hazýrlamýþtýr. Onlar ebedî olarak kalýcýlardýr. Ýþte en büyük kurtuluþ budur.
89. Evet... (Allah Teâlâ onlar için) o Peygamberlerin en üstünü olan Peygamberi ile onun o seçkin eshâbý için âhiret âleminde (altýndan ýrmaklar akar cennetler hazýrlamýþtýr.) O ebedî, neþe artýran yerlerde nice nimetlere, tecellilere mazhar olacaklardýr. (Orada) O cennetler âleminde (ebedî olarak kalýcýlardýr) artýk onlar için, bir ölüm, bir zeval yoktur. Onlar oralarda sürekli olarak tam bir mutîulukla yaþayýp duracaklardýr., (iþte en büyük kurtuluþ budur) Bu uhrevî nimetlere, saadetlere kavuþmaktýr. Ýþte Allah'ýn dinine hizmetin ebedî mükâfatý. Artýk bunun yanýnda geçici dünya hayatýnýn ne kýymeti olabilir ki, icab edince insan, bu geçici hayatý, ebedî ve mutlu bir hayata kavuþmak için feda etmesin!. Artýk hangi akýllý bir kimsedir ki, böyle yüce, ebedî bir gayeye kavuþmak arzusuyla ilâhî dine hizmeti bir kutsal vazife telâkki eylemesin?.
90. Ve bedevilerden mazeret ileri sürenler, kendilerine izin verilmesi için geldiler. Allah Teâlâ'ya ve Resulüne yalan söyleyenler de oturdular. Onlardan kâfir olanlara elbette ki, pek acýklý bir azap isabet edecektir.
90. Bu âyeti kerime, bedevilerden bir kýsmýnýn da cihada katýlmamak için gelip mazeret ileri sürdüklerini, bir kýsmýnýn ise bir mazeret bile bildirmeden yerlerinde oturup kaldýklarýný, ve bunlardan kâfir olanlarýn pek kötü sonunu beyan buyuruyor. Þöyle ki: (Ve bedevilerden) Yani: Çölde yaþayan, kendilerine Arabî denilen kimselerden (mazeret ileri sürenler) mazur oldukarýný söyleyenler (kendilerine izin verilmesi için» cihada iþtirak etmemelerine müsaade edilmesi için, Ey Yüce Resul!. Sana (geldiler) böyle bir müsaade aldýlar. Bunlar bir rivayete göre Esed ve Getfan kabilelerinden idiler. Bunlar ihtiyaçlarýndan ve ailelerinden bahsile izin istemiþlerdi. Veya Amir Ibni Tüfeyl'in kabilesinden idiler, sefere katýldýklarý takdirde Tay Bedevilerinin kendi yurtlarýna hücum ederek mallarýný yaðma edeceklerini söylemiþ, izin almýþlardý. (Allah Teâlâ'ya ve Resulüne yalan söyleyenler de) bir özür bile göstermeksizin cihaddan geri durdular, yerlerinde (oturdular) kaldýlar, cihada iþtirak etmediler. Artýk (onlardan) o bedevilerden (kâfir olanlara) tövbe ve istiðfar etmeyip küfür üzere ölenlere (elbette ki, pek acýklý bir azap isabet edecektir.) Onlar dünyada öldürülmek, esaret gibi felâketlere uðrayacaklardýr. Ahirette de cehennem ateþine atýlacaklardýr, Ýþte küfür ve nifakýn müthiþ neticesi budur.
91. Ne zayýflar üzerine, ne de hastalar üzerine ve ne de harcayacaklarý birþey bulamayanlar üzerine bir günah yoktur. Allah Teâlâ için ve Peygamberi için hayýr dileðinde bulunduklarý takdirde. Ýhsanda bulunanlarýn aleyhine hiçbir yol yoktur. Ve Allah Teâlâ çok baðýþlayan, pek esirgeyendir.
91. Bu mübarek âyetler, dört kýsým kimselerin gerçekten mazeret sahibi olup cihada iþtirak etmemelerinden dolayý mes'ul olmayacaklarýný bildiriyor, ve mes'uliyetin, sorumluluðun kimlere yöneleceðini ihtar buyuruyor. Þöyle ki: Cihad, bir dini görevdir. Fakat mutlaka her müslüman bununla mükellef deðildir. Bu cümleden olarak (Ne zayýflar üzerine) Yani: Pek ihtiyarlar üzerine veya yaratýlýþtan zayýf nahif olanlar üzerine (ne de harcayacaklarý birþey bulamayanlar üzerine) yani: Cihad yolunda nafakasýný temin edebilecek bir mala sahip bulunmayanlar üzerine böyle cihada iþtirak edemediklerinden dolayý (bir günah yoktur) bunlar geri kalabilirler. Fakat onlarýn hakkýndaki bu þer'Ý müsaade (Allah Teâlâ için ve Peygamberi için hayýr isteðinde bulunduklarý takdirdedir) Evet... Onlar tâm bir imân sahibi gizli ve açýkça ibadetten ve itaatden geri durmamalýdýrlar. Müminleri cihada teþvik için nasihatta bulunmalýdýrlar. Mücahitlerin geride kalmýþ ailelerine mümkün olan yardýmlarý yapmalýdýrlar. Mücahitlerin aleyhinde bulunmayý? fitneye sebebiyet verecek sözlerden sakýnmalýdýrlar. Müslümanlara sevinç verecek haberleri ulaþtýrmayý bir vazife bilmelidirler. Elden gelen iyiliklerden geri kalmamalýdýrlar. Bu þekilde hareket edecek zatlar, Ýslâm toplumuna yine yardýmda lütuf ve ihsanda bulunmuþ olurlar. (Ýhsanda bulunanlarýn aleyhine) ise (hiçbir yol yoktur.) onlarý kimse yeremez ve kýnayamaz. Onlar milletin fâideli, kýymettar uzuvlarýndan sayýlýrlar, (ve Allah Teâlâ çok baðýþlayandýr) kullarýnýn günahlarýný af ve maðfiret buyurur ve (pek esirgeyendir) bütün kullarý hakkýnda merhameti gahpür. Ýnsanlar kusurlardan uzak olamazlar. Elverir ki, kusurlarýný bilsinler, tövbe ve istiðfar etsinler, kerem sahibi olan Yüce Mâbud'un merhametine iltica etsinler. Bir mazeret sebebiyle cihaddan mahrum kalanlar da yine insanlýk icabý kusurlarý bulunsa bu ilâhi affa mazhar olabilirler. Elverir ki hayýr isteðinde bulunmak suretiyle mensup olduklarý Ýslâm cemiyetine ihsanda, güzel muamelede bulunacak olsunlar.
92. Ve o kimselere de günah yoktur ki, her ne zaman kendilerine binek veresin diye sana geldikçe "sizi üzerine bindirecek bir þey bulamýyorum" dedin de sarf edecek bir þey bulamadýklarý için gözleri yaþ döke döke geri dönüverdiler.
92. (Ve) Cihada iþtirak etmediklerinden dolayý (o kimselere de günah yoktur ki) onlar cihada katýlma arzusunda bulunduklarý için (her zaman kendilerine binek) deve vesair gibi nakil vasýtalarý (veresin diye sana geldikçe) Resulüm!. Sen onlara (sizi üzerine bindirecek birþey bulamýyorum, dedin de) onlar cihad yolunda nakil vasýtasý ve benzeri þeyler tedâriki için (sarfedecek birþey bulamadýklarý için) cihaddan mahrum kaldýklarýný düþünerek fevkalâde bir üzüntü ile (gözleri yaþ döke döke geri dönüverdiler) maksatlarý temin edilemediði için cihada iþtirak edemediler. Ýþte bunlar da mazeretlidirler.
§ Rivayete göre bu müracaat eden zatlar arasýnda eshabý kiramdan Ebu Musel Aþari, Abdullah Ibni Kaab, Makil Ibni Yesar gibi zatlarda var imiþ. Ýþte bu âyeti kerime, bu gibi muhterem, mazeret sahibi zatlar hakkýnda nazil olmuþtur.
93. Ancak sorumluluk o kimseler üzerinedir ki, onlar zengin kimseler olduklarý halde senden izin isterler, geriye kalanlar ile beraber olmaya razý olmuþ bulunurlar. Allah Teâlâ da onlarýn kalpleri üzerini mühürlemiþtir. Artýk onlar bilmezler.
93. (Ancak sorumluluk yolu) Mesuliyet ve eza yolu (o kimseler üzerine) yönelmiþ (dîr ki, onlar zengin) cihada çýkmak için lâzým gelen vasýtalarý ve diðer þeyleri tedarike kaadir (kimseler olduklarý halde) cihaddan geri kalmak için Resulüm!, (senden izîn isterler) Kendilerinin bir özürleri bulunmadýðý halde birer mazeret sebebiyle cihaddan (geriye kalanlar ile) özürleri olanlar ile veya kadýnlar ve çocuklar ile (beraber olmaya razý olmuþ bulunurlar) Tabiatlarýndaki alçaklýktan dolayý kahramanca bir harekete cür'et gösteremezler. Ýþte bu hallerinden dolayýdýr ki, (Allah Teâlâ da onlarýn kalpleri üzerini mühürlemiþtir.) onlarý rezil ederek sonlarýný düþünebilmekten mahrum býrakmýþtýr. (Artýk) Böyle kalpleri mühürlenmiþ, hakikatlarý göremez bir hâle gelmiþ olmalarýndan dolayýdýr ki, (onlar bilmezler) cihadda olan dünyevî ve uhrevî menfaatleri takdir edemezler. Halbuki, cihad sayesinde dünyada fetih ve zafer tecelli eder, düþman hücumundan Ýslâm yurdu kurtulmuþ olur. Ahirette de bu yüzden Ýslâm gazileri, þehitler! ebedî nimetlere nail olur dururlar. Ýþte bu gibi yüce gayeleri bilip düþünen zatlardýr ki, lüzumu tahakkuk eden bir cihada katýlmayý bir kutsal vazife bilirler. Bunu takdir edemeyenler de bundan kaçýnmaya bahane ararlar.
94. Onlara döndüðünüz zaman size mazeret beyan edeceklerdir. De ki: Mazerette bulunmayýnýz, elbette size inanmayacaðýzdýr.Muhakkak ki, Allah Teâlâ sizin bir kýsým hallerinizden bizi haberdar buyurdu ve sizin amellerinizi Allah Teâlâ ve Peygamberi görecektir. Sonra gizliyi de aþikâreyi de bilene döndürüleceksiniz. Artýk o neleryapmýþ olduklarýnýzý size haber verecektir.
94. Bu âyeti kerime, cihaddan kaçýnan bir kýsým münafýklarýn daha sonra yalan yere mazeret beyanýnda bulunacaklarýný bildiriyor. Fakat bu mazeret göstermelerine iltifat olunmayýp kendilerinin yalancý olduklarýný bildirmekte ve amellerinin cezasýna kavuþacaklarýný ihtar buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ey Rasülü Ekrem!. Ey Eshab-ý Kiram!. Cihadý müteakip (Onlara) o münafýklarýn yanýna (döndüðünüz zaman) onlar ne için geri kaldýklarýna dair (size mazeret beyan edecekelrdir.) Resulüm!. Onlara (de ki: Mazerette bulunmayýnýz,) öyle asýlsýz, uydurma bir mazerette bulunmak da ayrýca bir kusurdur, (elbette size inanmayacaðýzdýr.) Sizin bâtýl mazeretinizi tasdik etmeyeceðizdir. Öyle hakikate aykýrý bir mazeret kabul edilebilir mi?, (muhakkak ki. Allah Teâlâ sizin bir kýsým hallerinizden) þer ve fesada ait amellerinizden, hareketlerinizden (bizi haberdar buyurdu) bu hususa dair ilâhî vahiy tecelli etti. (Ve sizin amellerinizi Allah Teâlâ ve Peygamberi görecektir.) O nifak hallerinizden tövbe edecek misiniz, etmiyecek misiniz, bu zahir olacak, belli olacaktýr, (sonra) Kýyamet günü sizler (gizliyi de aþikâreyi de bilene) ve bütün münafýklarýn içlerinde sakladýklarý yalanlarý, kuruntularý, düþmanlýklarý bilen Yüce Yaratýcýya (döndürüleceksiniz) onun büyük mahkemesine sevk olunacaksýnýzdýr. (artýk o da) O ezelî ilminden hiç bir þey saklý kalamayan o ezelî mabut da dünyada iken (neler yapmýþ olduklarýnýzý size haber verecektir.) Nekadar nifakta, çirkin hareketlerde bulunmuþ olduðunuzu teþhir ederek sizi lâyýk olduðunuz' azaplara kavuþturacaktýr.
§ Bir rivayete göre Tebük seferinden döndükten sonra Rasülü Ekrem'in huzuruna gelerek böyle mazeret beyanýnda bulunanlar, seksen kadar münafýktan ibaret bulunuyormuþ.
95. Yanlarýna döndüðünüz zaman onlarý cezalandýrmaktan vazgeçmeniz için size karþý Allah Teâlâ'ya yemin edeceklerdir. Artýk onlardan vazgeçiniz. Þüphesiz ki, onlar murdar þeylerdir. Ve onlarýn varacaklarý yer, kazanýr olduklarý þeye bir ceza olmak üzere cehennemdir.
95. Bu mübarek âyetler, cihaddan geri kaimi; olan münafýklarýn daha sonra özür beyanetmelerini yemin ile takviye etmek, bu suretle sorumluluktan kurtulup müslümanlarýn rýzasýný kazanmak isteyeceklerini, fakat onlarýn herhalde lâyýk olduklarý ilâhî azaba kavuþacaklarýný beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ey Tebük seferinde bulunan mücahit müslümanlar! Siz cihaddan sonra o münafýklarýn (Yanlarýna döndüðünüz zaman) haklarýnda af ve baðý; ile muamele yaparak (onlarý cezalandýrmaktan vazgeçmeniz için sizlere karþý Allah Teâlâ'ya yemin edeceklerdir.) gösterdikleri mazereti bu suretle kuvvetlendirmek isteyecektir. (Artýk) Siz de (onlardan vaz geçiniz) onlardan uzak durunuz, onlar zaten lâyýk olduklarý cezalara uðrayacaklardýr, (þüphesiz ki, onlar murdar þeylerdir) Ruh pisliðine yakalanmýþ kimselerdir. Cismanî pisliklerden kaçýnmak lâzým olduðu gibi öyle mhanî pisliklerden de sakýnmak elzemdir. (Ve onlarýn varacaklarý yer) öldükten sonra atýlacaklarý azap yurdu, onlarýn dünyada iken (kazanýr olduklarý þeye) küfür ve nifaka, yalan yere özür dileyerek yemin etmelerine (bir ceza olmak üzere cehennemdir) onlar sonunda öyle bir ateþin azabýna uðrayacaklardýr. Bu ceza onlara kâfidir, isterse onlar dünyada cezaya uðratýlmasýnlar.
96. Size yemin ederler ki, onlardan razý olasýnýz. Siz onlardan razý olacak olsanýz da þüphe yok ki. Allah Teâlâ o fasýklar olan taifeden razý olmaz.
96. Ey mü'minler!. O münafýklar (Size yemin ederler) mazeretlerine ait sözlerini and içerek kuvvetlendirmek isterler (ki) siz (onlardan) o münafýklardan (razý olasýnýz) onlarýn haklarýnda yine evvelki gibi muamelede, iltifatta bulun as iniz. Bununla beraber (siz onlardan) diyelim (razý olacak olsanýz da) onlarýn özürlerini kabul etseniz de bu onlara fâide vermeyecektir. Zira (þüphe yok ki. Allah Teâlâ o fasýklardan olan taifeden razý olmaz) çünki Cenâb-ý Hak onlarýn kalplerindeki nifak ve ayrýlýðý tamamen bilir, onlarý lâyýk olduklarý cezaya kavuþturur. Artýk onlar, mü'minleri aldatarak rýzalarýný celbedecek olsalar da bu onlarý o elem verici sondan elbette ki kurtaramaz. Asýl istenen,selâmet ve saadete vesile bulunan Allah rýzasýdýr.
§ Rivayete göre Rasülü Ekrem Hazretleri Tebük seferinden dönüp Medine'i Münevvere ye gelince bir takým münafýklar ile görüþüp konuþmayýnýz diye ashab-ý kiramýna emretmiþti, Ýþte bu âyeti kerime o münafýklarýn hakkýnda nazil olmuþtur. Artýk hakikî bir mümin, bir münafýký, bir dinsizi nasýl dost tutabilir, onun kâfirce hal ve etvarýndan nasýl razý olabilir?.
97. Bedeviler, küfrce ve nifakça daha beterdirler. Ve Allah Teâlâ'nýn Resulüne indirmiþ olduðu kanunlarý bilmemeðe daha lâyýktýrlar. Allah Teâlâ ise bilendir, hikmet sahibidir.
97. Bu mübarek âyetler, Bedevi olan munafýlarýn daha cahilce hareketlerini, temennilerini bildirmektedir. Fakat bir kýsým bedevilerin de güzel bir imâna sahip olup Allah rýzasý için harcamada bulunduklarý ve onlarýn ilâhi lutfa nail olacaklarýný beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Bedeviler) yani: -Arabistan'ýn çöllerinde oturup kendilerine "A'rab" denilen bir takým taifeler, (küfrce ve nifakça daha beterdirler) bunlarýn küfür ve nifaký þehirlerde ikamet eden münafýklardan daha þiddetlidir, (ve) bu bedeviler (Allah Teâlâ'nýn Resulüne indirmiþ olduðu þeyin) þer'î J-ýükmlerin, farzlarýn, sünnetlerin (hududunu) derecelerini, ehemmiyetlerini (bilmemeðe daha lâyýktýrlar) bunlarýn bu hududu bilmemeleri haydi haydi sabittir. Çünkü bunlar medeni merkezlerden uzakta bulunmaktadýrlar. Bilgin kimseler ile görüþememektedirler. Özelikle peygamberin meclisinde bulunup Hz. Peygamber'e nazil olan Kur'an-ý Kerim âyetlerini iþitmekten, mucizeleri görmekten mahrum bulunuyorlar, Ýþte onlarýn bu durumlarý, kendilerini baþkalarýndan ziyade nifaka, ayrýlýða sevketmektedir. (Allah Teâlâ ise bilendir) bedevilerin de baþkalarýný da hallerini, kalplerinde olanlarý tamamiyle bilir ve o Yüce Mâbud (hikmet sahibidir.) onun bütün emirleri, yasaklarý, kullarýný sevaba ve cezaya kavuþturmasý hikmete, menfaat a dayanmaktadýr.
98. Ve bedevileden öyleleri vardýr ki, harcayacaðý þeyi bir ziyan sayar. Ve sizin hakkýnýzda hâdiselerin gelmesini bekler. Kötü bir hâdise onlarýn üzerlerine olsun. Ve Allah T e âlâ tam manâsýyla i; it içidir ve bilicidir.
98. (Ve) Bedevîler muhtelif þubelere ayrýlmýþlardýr. (Bedevilerden öyleleri vardýr ki) riyakârca bir halde bulunurlar, Hak Rýzasý için deðil, sadece gösteri; için mallarýný sarfederler, sonra da o (harcadýðý þevi bir ziyan sayar) bir ceza bir zarar, bir hüsran telâkki eder. Çünki onun karþýlýðýnda bir sevaba nail olacaðýna inanmýþ deðildir. Ve o münafýk yok mu. Ey müslümanlar!. (Sizin hakkýnýzda hâdiselerin) inkýlâplarýn, kendisinden kaçýnýlamayacak musibetlerin (gelmesini beklerler) müslümanlarýn hakkýnda bu kadar kötülük ister olmaktan geri durmaz, (kötü bir hâdise) O müslümanlarýn aleyhine istedikleri felâketler, fecî durumlar (onlarýn) o münafýk bedevilerin (üzerlerine olsun,) Amin. Ýþte onlar böyle bir bed duayý hak etmiþlerdir. (Ve Allah Teâlâ tam manâsýyla iþiticidir ve bilendir) Binaenaleyh o münafýklarýn müminler aleyhine ne söylediklerini, ne münafýkça lâkýrdýlarda bulunduklarýný tamamen iþitir, bilir, ona göre haklarýnda ceza verir.
99. Ve bedevîleren öylesi de vardýr ki. Allah Teâlâ'ya ve âhiret gününe imân eder ve harcayacaðý þeyi Allah Teâlâ katýnda yakýnlýða ve Peygamberin dualarýna vesile edinir. Haberiniz olsun ki, onlar kendileri için bir yakýnlýktýr. Elbette Allah Teâlâ onlarý rahmetinin içine girdirecektir. Þüphe yok ki. Allah Teâlâ yarlýðaycýdýr, esirgeyicidir.
99. (Ve bedevilerden) O taifeden (öylesi de vardýr ki,) onlar nifaktan ayrýlýktan beri, temiz bir inanca sahiptirler. Onlar (Allah Teâlâ'ya ve ahiret gününe imân eder) dinî esaslara inanýr, riayette bulunur (infak ettiði þeyi) öyle riya için deðil, sýrf (Allah Teâlâ katýnda yakýnlýða) manevî bir yakýnlýða (ve Peygamberin) mübarek (dualarýna) kavuþmak için bir (vesile edinir) böyle yüksek bir gaye uðrunda malî ve bedenî fedakârlýkta bulunur durur. Nitekim "Cüheyn" ve "Müzeyne" kabileleri fenerinden bir kýsmý böyle güzel bir durumda bulunmuþturlar. Artýk (haberiniz olsun ki, onlar) o zatlarýn hak yolunda yaptýklarý harcamalar, verdikleri sadakalar (kendileri için bir) büyük (yakýnlýktýr) manevî yakýnlýða bir vesiledir, Cenab'ý Hak'kýn rýzasýna kavuþmak için bir yakýnlýktýr, bir itaattir, (elbette Allah Teâlâ onlarý) o halis, mümin kullarýný (rahmetinin içine girdirecektir.) onlarý o sonsuz olan rahmet deryasýndan istifâde eder kýlacaktýr, böyle manevî bir yakýlýða nail buyuracaktýr. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ yarlýðayýcýdýr) Mümin kullarýnýn insanlýk icabý meydana gelecek bir kýsým günahlarýný af eder ve örter. Ve o Yüce Yaratýcý (esirgeyicidir) güzel inanca sahip kullarý hakkýnda ilâhî merhamet, ilâhî þefkati ziyadesiyle tecelli eder. Buna inanmýþýzdýr.
100. Muhacirler ile Ensardan ilk önce -Ýslâmiyet'i kabul ile baþkalarýndan öne geçenler ve -onlara güzellikle tâbi olanlar- var ya!. Allah Teâlâ onlardan razý oldu, onlar da ondan razý oldular. Ve onlar için altýndan ýrmaklar akan cennetler hazýrladý. Ýçlerinde ebediyen baki olacaklardýr. Ýþte bu, en büyük bir kurtuluþtur.
100. Bu âyeti kerime, müslümanlar arasýnda en yüksek mertebeye, fazilete sahip Allah rýzâsýna nail, cennetlerle müjdelenmiþ olan seçkin zatlarýn kimlerden ibaret bulunduðunu beyan byurmaktadýr. Þöyle ki: (Muhacirler ile ensardan) Medine'i Münevvereye hicret etmiþ olan eshab-ý kiram ile Medine'i Münevvere ahalisinden olup Islâmiyeti kabul ile muhacirlere yardým etmiþ bulunan zatlardan (Ýlk Ýslâmiyet'i kabul ile baþkalarýndan öne geçenler) diðer müslümanlardan önce Ýslâm þerefine nail olanlar var ya!, (ve) Bir de (onlara) yani: Muhacirini kiram ile ensarý kirama (güzellikle tâbi olanlar) kýyamete kadar onlarýn yolunda gidenler, o iki mübarek zümreyi dâima hayýr ile anarak Allah Teâlâ onlardan razý olsun diye dua edenler veyahut daha sonra Islâmiyeti kabul edip eshab-ý kiram zümresine katýlanlar var ya!. (Allah Teâlâ onlardan razý oldu) o üç zümreden herbirinin itaatlarýný kabul etti, amellerini takdire lâyýk gördü. (Onlar da) O mübarek zümreler de (ondan) o kerem sahibi, merhametli olan Yüce Al I ah'd an (razý oldular) kendilerine lütuf ve ihsan buyurmuþ olduðu dünyevî ve uhrevî nimetlerden ve özellikle kendilerini her nimetin üstünde olan ilâhî rýzâsýna nail buyurduðundan dolayý þükran borçlu olarak kalben fevkalâde haz almýþ bulundular. (Ve) Kerem Sahibi Yaratýcý (onlar için) o seçkin zatlar için ebediyet âleminde (altýndan ýrmaklar akan cennetler) baðlar, bahçeler, fevkalâde gönül açan ikametgâhlar (hazýrladý) bugün bu cennetler mevcuttur. Orada cismanî, m hani nice nimetler vardýr ve bunlar geçici deðil, daimîdir. Bu muhterem mü'min kullar o cennetlerin (içlerinde ebediyen baki olacaklardýr) artýk bu nimetlerden hiçbir vakit mahrum kalmayacaklardýr. (Ýþte bu, en büyük bir kurtuluþtur) bir kurtuluþtur, bir ebedî saadettir.
§ Muhacirini kiramdan önceliðe sahip olan zatlar ya iki kýbleye karþý namaz kýlmýþ olanlardýr veya Bedir savaþýnda bulunanlardýr veya "Beyatur Rýdvan" da bulunanlardýr veyahut hicretten evvel müslüman olanlardýr veya Rasülullah'ý ilk tasdik eden zatlardýr ki: Erkeklerden Hz. Ebu Bekir, kadýnlardan Hz. Hatice, gençlerden Hz. Ali, azadlý kölelerden Zeyid Ibni Hars gibi zatlar ilk önce Ýslâm þerefine nail olmuþlardýr. Allah onlardan razý olsun!. "Beyatülndvan" için fetih süre'i celîlesi tefsi-rine bakýnýz!.
Ensarý kiramdan önceliðe sahip olanlar da birinci, ikinci ve üçüncü akebe bey'atlerinde bulunan zatlardýr. Þöyle ki: Hz. Muhammed'in -Sallallahu Aleyhi ve Sellem-Peygamberliðinin on birinci senesi hac mevsiminde Mekke'i Mükerreme dýþýnda bulunan "Akabe" mevkiinde Medine'i Münevvere ahalisinden ve Hazrec kabilesinden altý zat Ýslâmiyet'i kabul etmiþ, Rasülullah'a yardým edeceklerine söz vermiþlerdi. Ýþte ensarý kiramdan ilk Ýslâmiyet'i kabul eden bu altý zattýr. Peygamberliðin on ikinci senesinde de yine hac mevsiminde ve Akebe mevkiinde Medine'i Münevvere halkýndan on iki zat Peygamberimizle görüþmüþ, Ýslâmiyet'i kabul etmiþ, Ýslâm hükümlerine riâyet edeceklerine dair söz vermiþlerdi. Bu da ikinci Akabe bey'atý bulunmuþtur. Yüce peygamberliðin on üçüncü senesi de, Medine'i Münevvere halkýndan Ýslâmiyet'i kabul etmiþ olan yetmiþ üç erkek ile iki muhterem kadýn Mekke'i Mükerreme'ye gitmiþler, yine Akebe mevkiinde Rasülü Ekrem ile görüþmüþler, Rasülullah'a her bakýmdan hizmette bulunacaklarýna dair söz vermiþlerdi. Ýþte bununla da üçüncü Akebe bey'ati vâki olmuþ, bunu müteakip Yüce Peygamber Hazretleri Medine'i Münevvereye hicret buyurmuþtur.
§ Bu âyeti kerime de gösterilen üç zümrenin neden Allah'ýn rýzasýna mazhar olduklarý sebebine gelince: Bir kere muhacirini kiram, Rasülü Ekrem'i ilk evvel tasdik eden, onun uðrunda her türlü zahmetlere, fedakârlýklara katlanan zatlardýr.
Dinlerini muhafaza için yurtlarýndan, aþiretlerinden ayrýlmýþlar, her türlü meþakkatlere katlanmýþlar, Rasülü Ekrem'e fevkalâde bir baðlýlýk göstermiþlerdir.
Ensarý kirama gelince: Bunlar birçok kimselerden evvel, Mekke'i Mükerremeye girerek Rasülullah'ý tasdik etmiþler, Rasülü Ekrem'i kendi yurtlarýna davette bulunmuþlar, hicret eden din kardeþlerine pek çok yardýmlar yapmýþlardýr, Ýslâmiyet'in yayýlmasýna pek çok çalýþmýþlardýr. Mübarek muhacirler ile En s ar'a muhabbette bulunanlar, onlara karþý güzelce muameleleri bir dinî vazife telâkki eyleyenler, onlarýn güzel vasýflarýný dâima düþünerek kendilerini rahmetle, Allah rýzâsýna kavuþmak temennisiyle ananlar da Ýslâm dinine büyük bir baðlýlýk göstermekte bulunmuþlardýr. Artýk bu üç zümrenin hepsi de Allah'ýn rýzâsýna kavuþmak gibi büyük nimetine elbette lâyýktýrlar. Yüce Allah hepsinden razý olsun!.
Ynt: Tevbe Suresi By: hafizvuslat Date: 03 Kasým 2009, 15:39:33
101. Ve sizin etrafýnýzdaki Bedevilerden ve Medine halkýndan münafýklar vardýr. Münafýklýk üzerine sebat edip durdular. Onlarý sen bilmezsin, onlarý biz biliriz. Elbette onlarý iki kere cezalandýracaðýz, sonra da daha büyük bir azaba döndürüleceklerdir.
101. Bu mübarek âyetler, müslümanlarca bilinmeyen bir kýsým münafýklarýn Medine'de ve çevresinde bulunduðunu ve onlarýn iki kere azap göreceklerini, sonra da daha büyük bir cezaya uðrayacaklarýný haber veriyor ve yapýlacak tövbelerin Allah katýnda kabul edileceðini müjdeliyor. Þöyle ki: Ey Medine'i Münevvere'deki Müslümanlar!. (Ve sizin etrafýnýzdaki Bedevilerden) ki, bunlar Cühende, Eþlem, Eþca ve Gýfar kabileleridir (ve Medine ahalisinden münafýklar vardýr) bunlar, Ýslâmiyet'i kabul etmiþ, deðildirler, (münafýklýk üzerine sebat edip duruyorlar) tövbe etmemiþlerdir. Resulüm!. (Onlarýn) Onlarýn birer münafýk kimseler olduðunu (sen bilmezsin) onlar nifaklarýný son derece gizli tutarlar. Senin gibi pek büyük bir fetanet ve feraset sahibi olan bir zat bile onlarýn münafýklýðýný anlayamaz. Fakat (onlarý biz biliriz.) Ben Yüce Yaratýcý onlarýn bütün sakladýklarýný, nifaklarýný tamamiyle bilmekteyim, elbette onlarý lâyýk olduklarý cezalara kavuþturacaðým (elbette onlarý iki kere muazzep edeceðiz) dünyada öldürülme ve esarete, ölünce de kabir azabýna uðrayacaklardýr. Hatta deniliyor ki: Bu münafýklarýn kimler olduðu daha sonra Rasülullah'a bildirilmiþ, o Yüce Peygamber de bir cuma günü hutbe okurken cemaat arasýnda bulunan bu münafýklardan herbirine hitaben: "Sen münafýksýn, mescitten çýk" diye emretmiþ, onlarýn durumlarýnýn rezaleti böyle teþhir edilmiþ, onlar mescit-i saadetten çýkarýlmýþtýr. Bu birinci azaptýr, ikinci azabý da kabirde göreceklerdi. O münafýklar (sonra da) ahirette (daha büyük bir azaba döndürüleceklerdir) bu da cehennemin ateþidir, Ýþte nifakýn müthiþ neticesi!.
102. Ve günahlarýný itiraf eden baþkalarý da iyi bir ameli diðer bir kötü ile karýþtýrmýþlardýr. Umulur ki. Allah Teâlâ onlarýn tövbelerini kabul eder. Þüphe yok ki. Allah Teâlâ çok baðýþlayan, pek esirgeyendir.
102. (Ve günahlarýný itiraf eden baþkalarý da) Diðer bir cemaat de (iyi bir ameli) evvelce yapmýþ olduklarý bir cihadý veya günahlarýný itiraf etmiþ olmalarýný veya diðer güzel bir hareketlerini daha sonra (diðer bir kötü ile) ikinci bir cihada iþtirakten geri kalmakla (karýþtýrmýþlardýr) artýk hem sevabý gerektiren, hem de günahý gerektiren þeyleri yapmýþ bulunmaktadýrlar. (Umulur ki. Allah Teâlâ onlarýn tövbelerini kabul eder) Elverir ki, onlar kusurlarýný bilip tövbekar olsunlar, (þüphe yok ki. Allah Teâlâ çok baðýþlayandýr, pek esirgeyendir.) Tövbe edenlerin kusurlarýný af eder ve örter, kendilerini rahmete, lütuf ve yardýmýna nail buyurur.
§ Rivayete göre bu âyeti kerime, Tebük seferinden kaçýnmýþ olan bir taife hakkýnda nazil olmuþtur. Bunlar ya onüç veya sekiz veya beþ veyahut üç kimse imiþ. Bunlar, bu seferden geri kalanlarýn aleyhinde nazil olan âyeti kerimeden haberdar olunca pek ziyade korkmuþlar, piþman olmuþlar, "biz yurdumuzda aðaçlarýn gölgeleri altýnda ailelerimizle beraber rahat rahat yaþayalým da Rasülü Ekrem ile eshabý kiramý cihada atýlarak birçok zahmetlere katlansýnlar. Bu nasýl olabilir? Diye piþmanlýk göstermiþler ve Rasülullah'ýn Medine'i Münevvere ve dönüþü sýrasýnda kendilerini mescid'i þerifin direðine baðlamýþlar "Yüce Peygamberimiz, bizi açýp kurtarmadýkça biz kendimizi bu baðdan kurtarmayacaðýz" diye yemin etmiþler. Rasülü Ekrem, Sallallahu aleyhi vesellem de Medine'i Münevvereye dönünce yüce adetleri üzere saadet mescidine girmiþ, iki rekât namaz kýlmýþ, bunlarýn bu halini görmüþ. Fakat "bir ilâhî emir olmadýkça ben bunlarýn bu baðlarýný çözemem" diye buyurmuþtu. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ, Rasülü Ekrem de onlarý o halden kurtararak, tövbelerinin kabul edildiðini kendilerine müjdelemiþtir.
Yine rivayet olunuyor ki: Bu zatlar, böyle tövbelerinin kabulünü öðrenince çok sevinmiþler, mallarýný Hz. Peygamber'in huzunma arzederek: Biz bu mallar yüzünden geri kaldýk, bunlarý kabul buyur, bizim adýmýza fakirlere sadaka ver, bizim için af dileðinde bulun" diye rica etmiþler. Fahri Alem Hazretleri de: "Bana sizin
mallarýnýzdan bir þey almaklýðým emir olunmadý" diye buyurmuþ, bunun üzerine de þu 103 üncü âyet nazil olmuþtur.
103. Onlarýn mallarýndan bir sadaka al, onunla kendilerini temizlemiþ, tezkiye etmiþ olursun. Ve onlara dua et, þüphe yok ki, senin duan onlar için bir sükûnettir ve Allah Teâlâ tam manâsýyla iþit içidir, bilicidir.
103. Bu mübarek âyetler, tövbelerin, sadakalarýn Allah katýnda makbul ve bir nice mükafatlarýný tecellisine vesile olacaðýný bildirmektedir. Hz. Peygamber'in duasýna nail olmanýn fâidesini ve Cenab'ý Hak'kýn yüce vasýflarýný anlatmaktadýr. Þöyle ki: Resulüm!. (Onlarýn) O günahlarýndan tövbe edenlerin (mallarýndan bir sadaka al) verecekleri bir kýsým mallarýný kabul et. Nitekim o tövbe eden zatlarýn Hz. Peygamber'in huzuruna takdim ettikleri mallarýn üçte birini Rasülü Ekrem Efendimiz kabul ederek fakirlere daðýtmýþtýr. (Onunla) Onlardan alacaðýn sadaka ile (kendilerini) günahlardan, mala düþkünlük lekesinden (temizlemiþ) pâk, nezih bir hale getirmiþ (onlarý tezkiye etmiþ) yani; Berekete nail kýlmýþ, amellerinin sevabýný çoðaltmýþ, arttýrmýþ, onlarý Milaslý zatlarýn derecelerine kavuþturmuþ (olursun.) Resulüm!. (Ve onlara dua et) Haklarýnda istiðfarda bulun. "Cenâb-ý Hak malýnýza feyiz ve bereket versin" gibi bir temennide bulunmak, bir muhabbet, bir hayýr ist erlik niþanesidir, (ve þüphe yok ki, senin duan) Ey Yüce Peygamber!. (Onlar için bir sükûnettir) O dua sayesinde nefisleri rahat eder, kalpleri mutmain olur, tövbelerinin kabul edildiðini anlayarak neþelenirler. (Ve Allah Teâlâ tam manâsýyla iþiticidir.) Dualarý da yapýlan tövbeleri de, günahlarýn itiraf edilmesini de iþitir ve o kerem sahibi mâbud (bilicidir.) kullarýnýn amellerini, piþmanlýklarýný, niyetlerin!, bütün hareketlerini tamamen bilir. Buna inanmýþýzdýr.
104. Onlar bilme diler mi ki, muhakkak Allah Teâlâ, o -kerem sahibi mâbud kullarýndan tövbeyi kabul eder ve sadakalarý alýr. Ve þüphe yok ki tövbeleri kabul eden, pek merhametli olan ancak -Yüce Yaratýcýdýr-.
104. (Onlar) O tövbe edenler (bilmediler mî ki,) elbette bilmiþlerdir ki, (muhakkak Allah Teâlâ, o) Yüce Mâbud (kullarýndan tövbeyi kabul eder) halisane olan tövbeleri kabul buyurmak ilahlýk þanýnýn gereðidir. (Ve) fakirlere zayýflara hak rýzasý için verdikleri (sadakalarý alýr) yani: Kabul eder, karþýlýðýnda sevaplar ihsan buyurur, (ve þüphe yok ki,) Kullarýnýn yaptýklarý halisane (tövbeleri kabul eden) ve onlarýn günahlarýný af buyuran ve (pek merhametli olan) bütün mahlûkatýný lütuf ve ihsanýna nail kýlan (ancak o Yüce Yaratýcýdýr) artýk öyle kerem sahibi, merhametli olan Allah Teâlâya karþý isyana, onun emirlerine, hükümlerine muhalefete nasýl cesaret edilebilir?. Onun rýzasýný tahsil için fedakârlýktan nasýl kaçýnýlabilir? Bu mübarek âyetleriyle insanlarý sadaka vermeðe, tövbe ve istiðfar etmeye teþvik buyurmuþ olmasý da onun merhameti ilâhîyesinin bir eseri bulunmaktadýr.
105. Ve de ki: -Dilediðinizi- yapýnýz. Elbette ki. Allah Teâlâ ve onun Peygamberi ve mü'minler sizin yaptýklarýnýzý göreceklerdir. Ve siz gaybý da, görüleni de bilen zata elbette döndürüleceksinizdir. Artýk o da neler yapar olduðunuzu size haber verecektir.
105. Bu mübarek âyetler, insanlarý tövbeye teþvik, tövbeden kaçýnanlar! da tehdit mahiyetini taþýmaktadýr. Cihatdan geri kalan bir taifenin de ya azaba uðrayacaklarýný veya affa nail olacaklarýný beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Ve) Resulüm!. O cihada katýlmayanlara veya bütün insanlara hitaben (de ki: Dilediðinizi — yapýnýz) tövbenin lüzumu, faidesi açýkça bildirilmiþ olduktan sonra artýk dilediðiniz amellerde bulununuz (elbette Allah Teâlâ ve onun Peygamberi ve mü'minler sizin yaptýklarýnýzý göreceklerdir.) Þüphe yok ki, Cenâb-ý Hak'ka hiç bir þey gizli kalamaz. Yüce Peygamber de m az har olduðu ilâhî vahiy sayesinde bunlarý bilecektir. Temiz mü'minler de iyi kimselere karþý kalben muhabbette, bozguncu kimseler hakýnda da nefretlerde bulunacaklardýr. (Ve siz) Ey insanlar!, (gaybý da, görüneni de bilen) Kendisine hiç bir þey gizli kalamayan (zata) Cenâb-ý Hak'ka (elbette) söz öldükten sonra (döndürüleceksinizdir.) Bu muhakkaktýr. (Artýk o da) O sizin zahir ve gizli bütün yaptýklarýnýzý bilen Yüce Yaratýcý da sizin dünyada iken (neler yapar olduðunuzu size haber verecektir) o yapmýþ olduklarýnýza göre sizi mükâfata ve cezaya uðratacaktýr. Artýk bu akibeti düþününüz!. Ne güzel bir teþvik ve ne müthiþ bir tehdit!.
106. Ve diðer bir takýmý da Allah Teâlâ'nýn emri için tehir edilmiþlerdir. Ya onlarý cezalandýracak veya onlarýn tövbelerini kabul buyuracaktýr. Ve Allah Teâlâ bilendir, hikmet sahibidir.
106. (Ve diðer bir takýmý da) Medine ahalisinden ve bedevilerden olup da nifaklarýndan dolayý deðil, sadece tenbellikten ve rahata düþkünlükten dolayý Tebük seferinden geri kalan ve gelip de özür dilemede bulunmayan üçüncü bir kýsým taife de (Allah Teâlâ'nýn emri için) haklarýnda bildirilecek ilâhî hükmün gelmesini beklemek için (tehir edilmiþlerdir) haklarýnda bir hükm verilmemiþtir. Cenâb-ý Hak, (ya onlarý) o bulunduklarý hal üzere devam edince (cezalandýracak veya) niyetleri hâlis tövbeleri samimî olunca (onlarýn tövbelerini kabul buyuracaktýr) onlarý azaptan kurtaracaktýr. Bütün bu olup olacaklarý Hak Teâlâ bilir (ve) þüphe yok ki, (Allah Teâlâ bilendir) bütün kullarýnýn hallerini hakkiyle bilmektedir, onlarýn tövbe edip etmiyeceklerini de bilmektedir. Ve Yüce Mâbud (hakîmdir) kullarýnýn haklarýnda her ne yapar, her he hükmederse bir hikmet ve menfaata dayanmaktadýr.
§ Ýbni Abbas Hazretlerinden rivayet olunduðuna göre bu âyeti kerime, Tebük seferinden geri kalan Keab Ibni Mâlik, Miravetübnür Rebi ve Hilâl Ibni Ümiyye adýnda üç kimse hakkýnda nazil olmuþun. Bunun inmesi üzerine Rasülü Ekrem, eshab-ý kiramýný, hattâ bunlarýn kendi ailelerini de kendileriyle görüþmekten men buyurmuþtu, haklarýnda bir karar verilmemiþti. Bunlar da pek zor durumda kalmýþlardý, bu hal elli gün devam etti, ardýndan tövbelerinin kabulüne dair bir âyeti kerime nazil oldu, bu zatlarýn da tövbeleri kabul olundu.
107. Ve o kimseler ki, zarar vermek için ve küfr için ve mü'minlerin aralarýný ayýrmak için ve evvelce Allah T e âlâ ile ve Resulü ile savaþa cür'et etmiþ olaný beklemek için bir mescit edindiler ve yemin de edeceklerdir ki: Biz iyilikten baþka bir þey kasdetmedik. Allah T e âlâ ise þahitlik eder ki, onlar þüphe yok yalancý kimselerdir.
107. Bu mübarek âyetler de müslümanlarýn aralarýný ayýrmak, onlara zarar vermek için münafýklarýn din adýna baþka bir hileye baþ vurmuþ olduklarýný teþhir etmektedir. Onlarýn öyle kötü bir maksatla yaptýrmýþ olduklarý bir mescidde deðil, sýrf Hak rýzasý için yaptýrýlmýþ bir mabede devamýn lüzumunu þöylece göstermektedir. (Ve o kimseler ki) Münafýklardan on iki þahýs ki, müslümanlara (zarar vermek için) Küba mescidine devam eden mü'minlere zarar vermek için (ve küfr için) nifaklarýný kuvvetlendirmek için, Rasülü Ekrem'in aleyhinde bulunmak için (Ve mü'minlerin aralarýný ayýrmak için) Küba mescidinde namaz kýlan müslümanlarýn arasýna ayrýlýk düþürmek için (ve evvelce Allah Teâlâ Ýle ve Resülu ile savaþa cür'et etmiþ olaný beklemek için) yani: Ýslâm dinine düþmanlýkta bulunmuþ, Rasülullah'a rakip kesilmek istemiþ olan fasýk bir rahip olan Ebu Âmir'in gelip kendilerine imamlýkta bulunmasý için (bir mescit edindiler) ki: Buna"mescid-i dýrar" denilmiþtir. (Ve) Bu münafýklar, sonra da gelip yalan yere (yemin edeeklerdir ki, biz) bu mescidi yaptýrmakla (iyilikten baþka birþey kasdetmedik) bununla müslümanlara kolaylýk göstermek istedik, Küba mescidine veya mescid-i nebeviye gidemiyecek olan müslümanlar burada namaz kýlsýnlar diye bunu yaptýrdýk. (Allah Teâlâ þahitlik eder ki, onlar þüphe yok ki,) bu sözlerinde bu yeminlerinde (yalancý kimselerdir) onlarýn maksatlarý baþkadýr, müslümanlarý parçalamaktýr, müslümanlarýn aleyhinde bir dârunnedve ve, bir nifak ocaðý vücude getirmektir.
108. Onun içinde ebediyen namaz kýlma. Ýlk günden beri takva üzere kurulmuþ olan bir mescit, elbette onun içinde namaz kýlmana daha lâyýktýr. Onun içinde öyle bir takým adamlar vardýr ki, tertemiz olmayý severler. Allah Teâlâ da çok temizlenenleri sever.
108. Artýk Habibim!. Sen (Onun) o Dýrar mescidinin (içinde ebediyen namaz kýlma) onu bir mabed tanýyarak içinde durma (ilk günden beri) vücude getirildiði ilk zamandan itibaren (takva üzere kurulmuþ olan bir mescid) yani: Küba mescidi veya Medine'i Münevveredeki mescid-i nebevi (elbette) muhakkak ki, veya and olsun ki, (onun içinde namaz kýlmana daha lâyýktýr.) öyle sonradan güzel bir niyete baðlý olmaksýzýn yapýlan bir mescidde Yüce bir Peygamberin gidip durmasý, namaz kýlmasý uygun deðildir, (onun) O takva üzerine tesis edilmiþ olan mabedin, o Küba mescidinin (içinde öyle bir takým adamlar) samimî müslümanlar (vardýr ki, tertemiz olmayý severler) Allah'ýn rýzasýna kavuþmak için günahlardan, verilmiþ özelliklerden kaçýnýrlar, güzel ahlâk sahibi bulunurlar. Bunlar ensarý kiramdan seçkin bir cemaat demektir. (Allah Teâlâ'da çok temizlenenleri sever) yani: Maddî ve manevî kusurlardan kendilerini muhafazaya çalýþanlarý ilâhî rýzasýna nail buyurur. Ne büyük bir mükâfat!.
§ Malûm olduðu üzere Rasülü Ekrem, Sallallahu Teâlâ Aleyhi Vessellem Efendimiz, hicret buyururken reblulevvelin ilk günlerinde idi ki, Medine'i Münevvereye pek yakýn olan "Küba" köyünde Beni Neccar'dan bir zatýn hanesinde misafir olarak birkaç gün kalmýþtý. Bu müddet içinde "Küba mescidi"ni yaptýdý. Bu Ýslâm cemaati için ilk yapýlan mübarek bir mescitdir. Daha sonra Küba köyünde bulunan on iki münafýk orada baþka bir mescit yapmýþlar. Bunlar görünürde müslümanlara bir kolaylýk göstermek istemiþlerdi. Fakat asýl maksatlarý müslüman cemaati arasýna ayrýlýk sokmak, orada toplanýp müslümanlarýn aleyhine çalýþmaktý. Hattâ Ýslâm düþmaný Ebu Amir adýnda bir rahip vardý ki, Huneyn gazvesinde yenilgiye uðrayan düþmanlar arasýnda bulunmuþtu. Bu yenilgi üzerine Þam'a gitmiþ, Kayser'den kuvvet alarak müslümanlarýn üzerine gelip saldýrmak hülyasýnda bulunmuþtu. Bu Ýslâmiyet düþmaný da o münafýklara haber göndermiþ, kendisini yaptýrdýklarý mescide Ýmam tayin etmelerini istemiþ, onlar ile beraber müslümanlarýn aleyhine çalýþacaðým bildirmiþti. Fakat az sonra Þam tarafýnda gebermiþti. Bu Dýrar mescidini yapanlar! .Tebük seferine gitmek üzere hazýrlanmýþ olan Hz. Peygamber'e müracaat ederek yaptýrdýklarý mescidde namaz kýlarak kendilerine dua etmesini -melanetlerini saklamak maksadiyle- rica etmiþlerdir. Aleyhisselâtü Vesselam Efendimiz de: Ben þimdi yolculuk üzere bulunuyorum, inþallah dönünce gelir namaz kýlarým diye buyurmuþtu. Vaktaki Tebük seferinden döndü, o münafýklar yine müracaat ederek mescidlerine gitmesini istediler. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olarak Rasülü Ekrem'in o nifak maksadiyle yapýlmýþ olan bir mescide gidip namaz kýlmasýna Allah tarafýndan müsaade verimemiþ oldu. Sonra da bazý zatlar gönderilerek o mescit yýktýrýlýp yaktýrýlmýþtýr.
Binaenaleyh bir mescidin makbul bir Ýslâm mabedi olabilmesi için helâl bir mal ile sýrf Allah rýzasý için inþa edilmiþ olmasý ic ab eder.
109. O halde binasýný Allah T e âlâ'd an bir korku ve bir rýza üzerine kurmuþ olan kimse mi hayýrlýdýr, yoksa binasýný yýkýlmakta bulunan bir yar'in kenarý üzerine kurup da onunla beraber cehennem ateþi içine yuvarlanan kimse mi?. Allah Teâlâ da zalimler olan bir-kavmi hidayete erdirmez.
109. Bu mübarek âyetler yaptýklarý hayýr ve iyilikleri, güzel bir itikada, yüce bir maksada dayanarak yapmýþ olan kimseler ile onlarý münafýkça bir fikre, bir gayeye dayanarak yapan kimseler arasýndaki farký fevkalâde edebî, müte'sirli bir üslûp ile bildirmektedir. Ve münafýklarýn meydana getirdikleri þeylerin kendi yüreklerinde sürekli bir korku ve endiþeye sebep olacaðýný ihtar eylemektedir. Þöyle ki: (O halde) yani: Mescidi Dîran yapan münaýklarýn halleri bilindikten sonra artýk (binasýný) mescid adýna yaptýðý yapýsýný (Allah Teâlâ'dan bir korku ve bir rýza üzerine) her türlü günahlardan sakýnarak Allah'ýn rýzasýna kavuþma temennisi gibi manevî bir esas üzerine (kurmuþ olan kimse mi hayýrlýdýr) kendi hakkýnda ve insanlýk hakkýnda faidelidir (yoksa binasýný) mescidi Dýrar gibi bir yapýsýný (yýkýlmakta bulunan bir yar'in kenarý üzerine kurup da) yani: Gösteriþ maksadiyle, dünyevî bir menfaat hýrsiyle, müslümanlarýn arasýna ayrýlýk sokmak arzusu ile yapýp da (onunla beraber) öyle bâtýl bir maksada, bir gayeye dayanan binasiyle birlikte (cehennem ateþi içine yuvarlanan kimse mi?) hayýrlýdý. Ýþte þüphe yok ki, hayýr ve saadet, öyle selâmet dairesinde yaþayan kimsede tecelli eder. Bilâkis zelilce bir þekilde cehennem ateþine düþüp giden bir þahýsta ise hayýr ve selâmet adýna hiçbir þey tasavvur edilmez. Ýþte temiz itikatlý müslümanlar ile münafýklar arasýndaki fark!.
Evet... Münafýklar, zalim kimselerdir. Kendi kötü hareketleriyle hem kendi nefislerine, hem de diðer insanlara karþý zulm etmekte bulunmuþlardýr. (Allah Teâlâ da zalim olan bir kavmi hidayete erdirmez) Onlarý hayýr ve saadete kavuþturmaz. Bilâkis onlarý cehennem vadilerinde ateþelere düþürmüþ olur.
110. Onlarýn kurmuþ olduklarý bina, onlarýn gönüllerinde bir iþkil olarak yok olmayacaktýr. Meðer ki gönülleri parça parça olsun. Ve Allah Teâlâ bilendir, hikmet sahibidir.
110. (Onlarýn) O mescidi Dýrarý yapan münafýklarýn (kurmuþ olduklarý bina) münafýkça bir maksattan dolayý mescid adýyla meydana getirdikleri müessese (onlarýn gönüllerinde bir iþkil) bir þüphe, bir vesvese, bir þek ve töhmet (olarak yok olmayacaktýr.) Onlarýn o yapmýþ olduklarý bina, yýkýlsa da yi ki I m as a da onlarý daima endiþe içinde býrakacaktýr. Kendi münafýkça hallerini Rasûlullah'ýn bilmiþ olduðunu, haklarýnda nasýl bir muamele yapýlacaðýný düþünüp duracaklardýr. (Ýsterse, gönülleri parça parça olsun) Kendilerinde düþünebilmek, anlayabilmek kabiliyeti kalmasýn. Ancak onlar yaþadýkça korkular, düþünceler içinde kalacaklardýr. (Ve Allah Teâlâ bilendir) Herþeyi tamamen bilir, onlarýn o münafýkça halleri de Cenâb-ý Hak'ça bilinmektedir. Ve o Yüce yaratýcý (hikmet sahibidir) bütün emirleri, hükmleri, hikmet ve menfaata dayanmaktadýr. O münafýklar hakkýnda gelecek olan ilâhî emir de bu hikmet cümlesindendir. Artýk durumlarýnýn sonunu düþünsünler!.
§ Bünyan: Yapý, bina, duvar demektir.
§ Sefa: Birþeyin kenan, ucu, bir tarafý manasýnadýr.
§ Cüruf: Uçurum, yar, altý boþ, çukurlaþma, yýkýlmaya yüz tutmuþ yer demektir.
§ Hâr: Harap olmuþ, yýkýlmýþ ve düþmek üzere olan þeydir.
§ Rîbe: Þek, þüphe, töhmet demektir. Reyb de þek, þüphe ve ihtiyaç manasýnadýr. "Reybelmenûn" da musibet demektir..
111. Þüphe yok ki. Allah T e âlâ mü'minlerden nefislerini ve mallarýný cennet muhakkak onlarýn olmasý karþýlýðýnda satýn almýþtýr. Allah Teâlâ yolunda savaþacaklar da öldürecekler ve öldürüleceklerdir. Onlarýn öyle cennete konulmalarý, Tevrat'ta, Ýncil'de ve Kur'an'da zikredilmiþ, hak olan bir ilâhî va'ddýr. Ve sözünü Allah Teâlâ'dan daha fazla yerine getirebilen kim vardýr?. Artýk yapmýþ olduðunuz o alýþveriþten dolayý size müjdeler olsun ve iþte bu, en büyük bir kurtuluþtur.
111. Bu âyeti kerime, hak yolunda yapýlan savaþlarýn sahiplerine ne kadar faydalý olacaðýný müjdelemekte ve mü'minleri din yolunda fedakârlýða þöylece teþvik buyurmaktadýr: (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ mü'minlerden) Cenâb-ý Hak'ka ve onun Peygamberine ve o Yüce Peygamberin teblið etiði þeylere imân edenlerden (nefislerini, ve mallarýný, cennet muhakkak onlarýn) o müminlerin (olmasý karþýlýðýnda satýn almýþtýr) yani: Hak yolunda nefisleriyle, mallariyle fedakârlýkta bulunacak mü'minler için yarýn ahiret âleminde cennetler ihsan buyurulacaktýr. Onlar dünyadaki o amellerinin karþýlýðýnda böyle mükâfata kavuþacaklardýr. Bilinmektedir ki: Ýnsanlarýn da, diðer bütün mahlûklarýn da olanca varlýðý Cenâb-ý Hak'kýn lûtfunun eseridir. Hepsinede hakikaten sahip olan Allah T e âlâ'd ir. Binaenaleyh hiç bir þeyi satýn almaya muhtaç deðildir. O böyle bir ihtiyaçtan uzaktýr. Ancak böyle satýn almak gibi tabirler, Cenâb-ý Hak'ka göre birer misâl getirme kabilindendir, o Kerem Sahibi Yaratýcýnýn lûtfunun bir iþaretidir. Kullarýnýn hak yolundaki fedakârlýklarýný Cenâb-ý Hak'kýn büyük mükâfatlarla karþýlamasý, bir nevi alýþveriþ kabilinden gösterilmiþ, kullarýn bu fedakârlýklarýna lütfen büyük bir kýymet verilmiþ oluyor. Evet... Mü'minler böyle bir iltifata lâyýktýrlar. Çünki, onlar (Allah Teâlâ yolunda) Ýslâm dini uðrunda (savaþacaklar da) savaþ meydanlarýna atýlacaklarda hem din düþmanlarýný (öldürecekler) hem de o uðurda (öldürüleceklerdir) þehit düþeceklerdir. Hakkýn Rýzasýný kazanmak için böyle fedakârlýklarda bulunacaklardýr. (Onlarýn) O mücahitlerin (öyle cennete konulmalarý) hakkýndaki Allah'ýn vadi (Tevrat'ta, Ýncil'de ve Kur'an'da zikredilmiþ) bu semavî kitaplarda tesbit edilmiþ (hak olan bir ilâhî va'ddir) ki, mutlaka gerçekleþecektir. (Ve sözünü Allah Teâlâ'dan daha fazla yerine getirebilen kim vardýr?.) Elbette hiçbir kimse Cenâb-ý Hak'tan fazla sözünü yerine getirmeye güç yetiremez. Hak Teâlâ herþeye tam anlamýyla kadirdir, kullarýna lütfen vâd ettiði þeye engel olabilecek hiçbir kuvvet bulunamaz. (Artýk) Ey mü'minler!. Cenab'ý Hak ile (yapmýþ olduðunuz o alýþ veriþten) nefsiniz ve mallarýnýz karþýlýðýnda cenneti satýn almýþ olduðunuzdan (dolayý size müjdeler olsun) Siz bu ilâhî müjdeden dolayý sevinin, neþeleniniz, (ve iþte bu) Böyle bir lütufa ulaþmak (en büyük bir kurtuluþtur) bu, en muazzam bir nimettir, bir kurtuluþ ve selâmettir. Ne mutlu bu müjdeye kavuþanlara. Ýþte hak yolunda yapýlan samimî cihadýn ebedî mükâfatý böyle pek büyüktür.
§ Rivayete göre Akabe gecesinde ensarý kiramdan yetmiþ zat, Rasûlüllah ile beyatte bulunmuþ yani: Onu tasdik ile kendisine baðlýlýk göstereceklerine dair söz vermiþlerdi. Bunlardan "Abdullah Ýbni Revahe" namýndaki zat "Ya Rasûlüllah!. Rabbin için ve kendi nefsin için dilediðini þart koþ" demi;, Yüce Peygamber de "Rabbim için ibadet edip ona ortak koþmayýnýz, nefsim için de siz kendi nefsinizi, malýnýzý neden men eder iseniz beni de ondan men eyleyiniz" diye buyurmuþ. Ensarý kiram da "biz böyle yaparsak bizim için ne vardýr" diye sormuþlar, Rasûlü Ekrem de "cennet vardýr" deyince O Seçkin Ensâr Bey atimiz, faideli oldu, bize kazanç temin etti, artýk biz bunu asla bozmayýn" demiþler. Bunun üzerine de bu âyeti kerime nazil olmuþtur.
112. -Onlar- tövbe edenlerdir, ibadette bulunanlardýr, ham d edenlerdir, oruç tutanlardýr, rükû'a, secdeye varanlardýr, iyilik ile emir ve kötülükten alýkoyanlardýr ve Allah Teâlâ'nýn sýnýrlarýný koruyanlardýr. Ýþte -o- müminleri müjdele.
112. Bu âyeti celîle cennet ile müjdelenmiþ mü'minlerin pek yüksek olan dokuz vasfýný beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: (-Onlar-) Nefisleri ve malarý karþýlýðýnda cenneti satýn almýþ olan samimî mü'minler (tövbe edenlerdir) küfr ve isyandan kaçýnýp tevbe ve istiðfar edenlerdir. (Ýbadette bulunanlardýr) Cenâb-ý Hak'ka tam bir samimiyetle ibadete devam eyleyenlerdir, (hamd edenlerdir) Hak Teâlâ'nýn verdiði dünyevî uhrevî nimetlerden dolayý kalp ve lisan yönünden þükre çalýþanlardýr, teþbih ve tehmitte bulunanlardýr. (Oruç tutanlardýr) Farz ve nafile oruçlara devam edenlerdir, (rukû'a, secdeye varanlardýr) namaz kýlanlardýr, Cenâb-ý Hak'ka son derece hürmet için, kulluk için rukû'a ve secdeye kapananlardýr, iyilik ile emir ve kötülükten alýkoyanlardýr) Din bakýmýndan güzel, istenen þeyleri halka tavsiye eden din yönünden çirkin, ve yasak olan þeylerden halký men etmeðe çalýþanlardýr. (Ve Allah Teâlâ'nýn sýnýrlarýný) inancýna göre, ibadetlere, muamelelere dair olan Islâmî hükümleri (koruyanlardýr) bu pek önemli dokuz özelliði taþýyanlar hakikaten cennete lâyýk zatlardýr. (Ýþte) Resulüm!. Sen bu yüksek özellikleri taþýyan o (mü'minleri müjdele) artýk onlar için ne büyük nimetler, mükâfatlar vardýr, onlara müjdele.
§ Bilindiði üzere "seyahat" yolculuk, yer yüzünde bir müddet gezip yürümek demektir. Seyahatte bulunan kimseye "s'.âi.h" denir. Çoðulu: "Saihun" dur. Bu âyeti kerimedeki "saihun" dan maksat, çoðu müfessire göre oruç tutanlardýr. Çünki oruç tutan bir zat, muvakkat bir zaman için yemekten, Ýçmekten, ailesiyle yakýnlaþmaktan ayrýlmýþ, ibadete devam etmiþ olacaðý cihetle bu haline "seyahat" kendisine ".s'.âi.h" denilmiþtir. Bir de güzelce oruç tutan bir zat, bu sebeple birçok bereketlere, tecellîlere kavuþmuþ olabilir, manevî bir makamdan diðer bir makama intikâl etmiþ bulunabilir. Ýþte bu cihetle de oruca seyahat denilmiþtir. Bununla beraber bazý müfessirlere göre bu âyeti kerimedeki "saihun" dan maksat, cihad için veya dinî ilimleri öðrenmek için
113. Peygamber için ve imân edenler için uygun deðildir ki, müþrikler hakkýnda af talebinde bulunsunlar. Ýsterse akrabalarý olsunlar. Onlarýn cehennem ehli olduklarý kendilerine açýkça belli olduktan sonra.
113. Bu mübarek âyetler, kâfirler ile öldüklerinden sonra da alâkadar olmanýn caiz ve haklarýnda af talebinde bulunmanýn meþru olmadýðýný gösteriyor bu yasaklamanýn Ýslâm dinine mahsus olmayýp Ýbrahim dininde de mevcut olduðuna iþaret buyuruyor. Þöyle ki: (Peygamber için ve imân edenler için uygun) sahih, doðru, Allah'ýn hükmüne uygun (deðildir ki, müþrikler hakkýnda) yani: Küfr ve þirk üzere ölmüþ olanlar veya küfr ve þirk üzere sebat edip duranlar hakkýnda (af talebinde bulunsunlar) çünkü bunlarýn bu halde affa ulaþamayacaklarý Allah'ýn bir hükmü gereðidir. (Ýsterse) O kâfirler, müþrikler o af talebinde bulunan kimsenin (akrablarý olsunlar) kendilerinin analarý, babalarý amcalarý bulunsunlar. Bu affýn böyle caiz olmamasý (onlarýn) o akrabadan olan dinsizlerin (cehennem ehli olduklarý) yani küfr ve þirk üzere öldükleri (kendilerine belli olduktan sonra) artýk af talebinde bulunmaya mahal kalmamýþ olur. Fakat bir mü'min zat, daha dünyada bulunup duran bir kâfirin imâna kavuþmak suretiyle Allah'ýn affýna ulaþmasýný temenni edebilir. Nitekim bütün dinsizlerin imâný kabul edip de ahiret azabýndan kurtulmalarý hakkýnda dua ederiz. Fakat herhangi bir þahsýn kâfir olduðu halde affa kavuþmasý asla temenni edilemez. Çünki öyle dinsizlerin ilâhî affa kavuþamayacaklarý Allah tarafýndan kesin þekilde beyân buyurulmu;tur.
§ Bir rivayete göre ashabý kiramdan bazýlarý sirk üzere ölmüþ olan yakýnlarý hakkýnda af talebinde bulunmuþlardý. Bunu müteakip bu âyeti kerime nazil olmuþ, böyle bir af istemenin caiz ve fayda verici olmadýðý bildirilmiþtir.
114. Ýbrahim'in babasý için af dilemesi ise ancak ona yapmýþ olduðu bir vadden dolayý idi. Ne zaman ki onun Allah için bir düþman olduðu kendisine belli oldu. Hemen ondan beri oldu. Þüphe yok ki, Ýbrahim elbette çok ah vah eden yumuþak tabiatlý bir zat idi.
114. (Ýbrahim'in babasý) Az er hakkýnda (af dilemesi ise) bu yasaklamaya aykýrý deðildir, babasý hakkýnda Ýbrahim Aleyhisselâm'ýn af talebinde bulunmasý (ancak ona) o babasýna evvelce (yapmýþ olduðu bir vadden dolayý idi) yani: Hz. Ýbrahim, vaktiyle babasýna demiþti ki: Senin hakkýnda imân konusunda baþarýlý olman için elbette dua edip af talebinde bulunacaðým. Bu bir vâd idi veyahut Ýbrahim Aleyhisselâm'ýn babasý: Allah'ýn dinini kabul edeceðine dair söz vermiþti, böyle bir vadde bulunmuþtu. Ýste bundan dolayý Hz. Ýbrahim af isteðinde bulunmuþtu. (Ne zaman ki onun) Babasýnýn (Allah için bir düþman olduðu) küfr üzere ölmesiyle veya Cenab'ý Hak'kýn vahyen bildirmesiyle (kendisine) Ýbrahim Aleyhisselâm'a (belli oldu) Hz. Ýbrahim de (hemen ondan beri oldu) hakkýndaki af talebine son verdi, yoksa babasýnýn küfr üzere öldüðünü bildiði halde onun için af isteðinde bulunmuþ deðildir. Belki, daha küfr üzere ölmeden onun imâna kavuþarak ilâhî affa ulaþmasýný temenni etmiþ bulunuyordu. (Þüphe yok ki. Ýbrahim) Aleyhisselâm (elbette çok ah vah eden) bir çok dua ve niyazda bulunan (yumuþak tabiatlý,) eza ve cefaya tahammül gösteren, yumuþaklýkla muameleye devam eden (bir. zat idî) iste onun bu ahlâkî fazileti idi ki, kendisini en sert tabiatlý olan babasý hakkýnda af istemeye sevketmisti.
§ Bir rivayete göre Hz. Ali radiallahü T e âlâ anh, bir müslümanýn müþrik olan ana ve babasý hakkýnda af isteðinde bulunduðunu görmüþ: "Sen müþrik olduklarý halde onlar için af talebinde bulunur musun" diye buyurmuþ. O da demiþ ki: Ýbrahim Aleyhisselâm, anasý, babasý müþrik olduklarý halde onlar için af isteðinde bulunmuþ deðil midir?. Hz. Ali, bu hadiseyi Rasülü Ekreme arzetmis, bunun üzerine bu âyeti celîle nazil olmuþtur.
115. Allah Teâlâ bir topluluðu doðru yola ilettikten sonra onlara sakýnacaklarý þeyi açýkça bildirmedikçe onlarý sapýklýða düþürecek deðildir. Þüphe yok ki. Allah T e âlâ her þeyi tamamiyle bilicidir.
115. Bu mübarek âyetler, müþrikler için af talebinde bulunmanýn men edilmesi hakkýndaki ilâhî emir gelmeden evvel yapýlmýþ olan af isteklerinden dolayý mü'minlerin sorumlu olmayacaklarýný bildiriyor, ve öyle müþriklerden alâkalarýný kesecek olan mü'minlerin Allah'ýn yardýmýna kavuþacaklarý için öyle müþriklerin yardýmlarýndan mahrum kalacaklarýný düþünmelerine sebep bulunmadýðýna iþaret buyuruyor. Þöyle ki: (Allah Teâlâ bir topluluðu doðru yola ilettikten) onlarý Ýslâmiyet'e nail buyurduktan (sonra onlara sakýnacaklarý þeyi açýkça) vahiy yoluyla (bildirmedikçe) yasak olan þeylerin nelerden ibaret bulunduðunu yeteri derece beyan buyurmadýkca (onlarý) o doðru yola erdirmiþ olduðu kullarýný bilahara yasaklanacak ve men edilecek þeyleri evvelce yapmýþ olduklarýndan dolayý (sapýklýða düþürecek) sapýklar hakkýnda yapacaðý þeyi onlarýn haklarýnda da yapacak (deðildir) meselâ: Þarap içilmesi bilahara yasaklanmýþtýr. Bu yasaktan evvel onu içmiþ olanlar bundan mes'ul olmayacaklardýr. Elverir ki, bu yasaktan sonra içmesinler. Ýste müþrikler hakkýndaki af talebinde bulunmanýn yasaklanmasýna dâir hüküm gelmeden evvel yapýlmýþ olan af isteklerinden dolayý da bunu yapan müslümanlara bir mes'uliyet gerekmeyecektir, (þüphe yok ki. Allah Teâlâ herseyi tamamiyle bilicidir.) Artýk ey müminler!. Sizin için yapýlmasý uygun olup olmayan þeyleri de bilir beyan buyurur. Bu açýklamadan evvel yapmýþ olduðunuz þeylerden dolayý sizi ilâhî rahmetinin bir eseri olarak sorumlu tutmaz.
116. Muhakkak ki; Allah T e âlâ, bütün göklerin ve yerin mülkü onundur. Diriltir de, öldürür de. Ve sizin için ondan baþka ne bir dost vardýr, ne de bir yardýmcý.
116. (Muhakkak ki. Allah Teâlâ) Öyle bir kâinatýn Yaratýcýsýdýr ki, (bütün göklerin ve yerin mülkü) bir ortak ve benzeri olmaksýzýn tamamen (onundur) o Yüce Mabudundur. Bütün varlýklar onun mülkü, hâkimiyeti altýnda bulunmaktadýr. O Ezelî Yaratýcý (diriltir de öldürür de) dilediði kulunu imân ile yaþatýr, imân ile öldürür ve dilediði diðer bir kulunu da küfr üzere yaþatýr, küfr üzere öldürür. Onun ilâhî fiillerine kimsenin itiraza selahiyeti yoktur, (ve) Ey insanlar!, (sizin için ondan baþka ne) Hakikî, daimî (bir dost) bir dost, bir koruyucu (vardýr) ki, sizi koruyabilsin, (ne de) ondan baþka hakikî bir halde (bir yardýmcý) bir muavin vardýr ki, sizi ilâhî azaptan kurtarabilsin. Artýk bir kýsým müþriklerin yardýmlarýndan vesaireden mahrum kalacaðýnýzý düþünmenize mahal yoktur.
§ Rivayete göre bu af talebinde bulunmanýn yasaklanmasý hakkýndaki âyet nazil olunca bir kýsým mü'minler vaktiyle yapmýþ olduklarý af talebinden mes'ul olacaklarýný düþünerek korkmuþlardý. Bazý mü'minler de müþrik olan yakýnlarýndan alâkalarýný büsbütün kesince onlarýn yardýmlarýndan mahrum kalacaklarýný düþünmeðe baþlamýþlardý. Bunun üzerine bu iki âyeti celîle nazil olmuþ, onlara teselli vermiþtir.
117. Andolsun ki. Allah Teâlâ, Peygambere ve o güçlük zamanýnda ona tâbi olan muhacirler ile ensâra tövbe nasib etti. Onlardan bir gurubun kalpleri az kalsýn eðilecek bir hâle geldikten sonra tövbelerini kabul buyurdu. Þüphe yok ki, onlarýn hakkýnda o, çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.
117. Bu mübarek âyetler, pek meþakkatli olan Tebük gazvesi sebebiyle meydana gelen ve terki daha uygun bulunan bazý hâdiselerden dolayý Rasülü Ekrem ile eshabý kiranýným ilâhî affa uðramýþ olduklarýný ve kýsacasý savaþtan geri kalýp da bilahara piþmanlýk gösteren üç zatýn da tövbelerinin kabul buyurulmuþ olduðunu þöylece kendilerine müjdelemektedir. (Andolsun ki) muhakkak ilâhî bir lutuftur ki (Allah Teâlâ Peygambere) Hz. Muhammed Aleyhisselâm'a (ve o güçlük saatinde) o Tebük seferi esnasýndaki nakil vasýtalarýnýn, gýda maddelerinin vesairenin noksanlýðýndan dolayý pek meþakkatli olan bir sefer esnasýndaki o vakte "saati u'.s.r" denilmiþtir. (Ona) O Yüce Peygamber'e (tâbi olan muhacirler ile ensâra tövbe nasib etti.) Yani: Rasülü Ekrem Hazretleri Tebük gazvesi sýrasýnda bir takým münafýklarýn savaþtan geri kalmalarýna izin vermiþtir. Bu "terki evlâ, zelle = en uygun olaný terketme ve sürçme" kabilinden bir müsaade idi. Ýþte bundan dolayý Yüce Peygamber af edilmiþ, mes'ul tutulmamýþtýr. Ashab-ý Kirama gelince onlar da bu gazveyi aðýr görmüþ, baþlangýçta bundan korkmuþ iseler de sonra fikir deðiþtirerek savaþa atýlmýþ olduklarýndan dolayý için bu hal onlar için bir tövbe mesabesinde bulunmuþtur. Maamafih onlarýn vaktiyle yapmýþ olduklarý bazý kusurlar olabilirdi. Sonra bu aðýr gazaya koþmuþlar, aðýr sýkýntýlara katlanmýþ olduklarýndan dolayý bu onlar için bir tövbe makamýnda olarak önceki kusurlarýnýn affýna, sevap kazanmalarýna vesile olmuþtur. Hattâ (onlardan bir zümrenin) Ebu Lübâbe ve arkadaþlarý gibi bazý zatlarýn (kalpleri az kalsýn eðilecek bir hale geldikten sonra) yani: O meþakkatli vaziyetten dolayý cihada katýlmaktan geri kalmak gibi kalbî eðilimlerde bulunduklarýnda, sonra yine sabr ve sebat ederek Rasülü Ekrem'den ayrýlmamalarý sebebiyle (tövbelerini) Cenâb-ý Hak (kabul buyurdu) onlarý mükâfatlara ulaþtýrdý. (Þüphe yok ki) Allah Teâlâ (onlarýn) o mü'min kullarýnýn (hakkýnda o) Kerem Sahibi Yaratýcý (çok esirgeyicidir) çok þefkat ve lütuf sahibidir ve (çok merhametlidir) af ve rahmeti pek fazladýr. Onlara nice ihsanlarda bulunur. Tövbelerinin kabulü de bu cümledendir.
118. Ve üç kiþiye de ki: Geri býrakýlmýþlardý, hattâ yeryüzü geniþliðiyle beraber onlarýn üzerine dar gelmiþti. Kalpleri kendilerine darlaþmýþtý ve Allah Teâlâ'ya sýðýnmadan baþka ondan sýðýnacak bir þey bulunmadýðýný anladýlar. Sonra onlara tövbekar olmalarý için tövbe nasip buyurdu. Þüphe yok ki, Allah T e âlâ'd ir, tövbeleri en çok kabul eden, çok merhametli olan ancak, o'dur.
118. (Ve üç kiþiye de) Cenâb-ý Hak tövbe nasip buyurdu (ki, gerî býrakýlmýþlardý.) vaktiyle mazeretleri ne kabul ve ne de reddedilmeyip haklarýnda ilâhî bir emrin ortaya çýkmasýna kadar beklenilmiþti. Bunlar da Tebük gazvesinden geri kalmýþ olan Þair Kab Ibni Eþref, Hilâl Ibni Ümeyye ve miraret Übnür Rebi adýndaki zatlar idi. (Hattâ yeryüzü) Olanca (geniþliðiyle beraber onlarýn üzerine dar gelmiþti* o kadar ruhen bir sýkýntýya, bir üzüntüye düþmüþlerdi. Cihatdan geri kaldýklarý ve henüz affa kavuþmadýklarý için bir korku ve keder içinde yaþýyorlardý, (kalpleri kendilerine darlaþmýþtý) Neþeden, güvenden mahrum kalmýþlardý. Tövbelerinin kabulü geriye kalmýþ olduðudan dolayý heyecan içinde yaþýyorlardý, (ve Allah Teâlâ'ya sýðýnmadan baþka) Ona iltica ederek af talebinde bulunmadan gayrý (ondan) o Yüce Yaratýcýnýn azap ve cezasýndan kaçýp (sýðýnacak) iltica edecek (birþey bulunmadýðýný anladýlar) o Kerem Sahibi Mabudun cezasýndan kurtulmak için yine onun lûtf ve keremine sýðýnmaktan baþka çare bulunamayacaðýna kanaat getirdiler. (Sonra) O Kerem Sahibi Yaratýcý da (onlara tövbekar olmalarý için tövbe nasip buyurdu) onlarý tövbeye muvaffak kýldý. Bu tövbelerinin kabulü elli gün sonra kendilerine müjdelendi. (Þüphe yok ki Allah Teâlâ'dýr) Tevbeleri kabul eden ve merhamet sahibi olan. Evet... (tövbeleri en çok kabul eden) isterse günahlar pek çok olsun, ve (en çok merhametli olan) kullarýný birçok atlara lütuflara kavuþturan (ancak o'dur) o lütf ve yardýmý sonsuz olan Yüce Mâbud'tur. Artýk daima onun ilahlýk dergâhýna sýðýnarak aflar, yardýmlar niyaz etmeliyiz. Bu mübarek âyetler bizleri tevbe edip af dilemeye sevk etmektedir.
119. Ey imân edenler!. Allah Teâlâ'dan korkunuz ve doðrular ile beraber olunuz.
119. Bu mübarek âyetler, mü'minleri Allah Teâlâ'dan korkmaya, salih zatlar ile ayný hal üzere olmaya davet ediyor. Gerek Medine ahalisi için ve gerek etrafýndaki aþiretler için Rasûlü Ekrem'den ayrýlmanýn kendi nefislerini korumak için o Yüce Peygamber'in yolunu takip etmemenin, onunla beraber cihada çýkmamanýn uygun olamayacaðýný ihtarda bulunuyor, ve Allah yolunda uðrayacaklarý sýkýntýlarýn mükâfatýný göreceklerini kendilerine müjdeliyor. Þöyle ki: (Ey imân edenler!.) Siz günahlarý: Peygamberimize muhalefeti terketmek suretiyle (Allah Teâlâ'dan korkunuz) bütün yapacaðýnýz ve terkedeceðiniz þeyler hususunda Allah'ýn hükmüne aykýrý hareketlerden sakýnýrýz, Rasûlullah'ýn davetine icabet ederek onunla beraber gazaya çýkýlmasý da bir takva gereðidir. Bunun aksine hareket ise takvadan mahrumiyet demektir. Ve ey müminler!. Siz (doðrular ile beraber olunuz) yapmýþ olduðunuz yeminlerde, sözlerde veya Allah'ýn dininde söz, fiil ve kalp yönünden doðru olan Rasûlü Ekrem ile ve onun seçkin ashab-ý kiramý ile beraber olunuz, onlara muhalefette bulunmayýnýz.
"Ýnsana sadakat yakýþýr, görse de ikrah"
"Yardýmcýsýdýr doðrularýn Hz. Allah"
§ Ibni Abbas Hazretlerinden rivayete göre bu âyeti kerime, kitap ehli arasýndan Ýslâmiyet'i kabul edenlere hitab etmektedir. Buyumlmuþ oluyor ki: Ey Kitap Ehli!. Siz de muhterem muhacirler ile, ensarý kiram ile berber olunuz, doðruluk vesair ahlâkî güzellikler hususunda onlar ile ayný yolda bulununuz. Selâmet ve saadetiniz bununla mümkündür.
120. Ne Medine halký için ve ne de onlarýn civarýnda bulunan Bedeviler için doðru olmaz ki. Allah Teâlâ'nýn Resulünden geri kalsýnlar ve onun kendi nefsinde ne yaptýðýna bakmayýp da kendi nefislerine raðbet göstersinler. Çünki onlara Allah yolunda ne bir susuzluk ve ne bir yorgunluk ve ne de bir açlýk isabet etmez ki ve ne de kâfirleri kýzdýracak bir mevkie ayak basmazlar ki ve ne de bir düþmana kaþý bir muvaffakiyete nail olmuþ olmazlar ki, ancak onun karþýlýðýnda kendileri için bir salih amel yazýlmýþ olur. Þüphe yok ki. Allah Teâlâ, iyilik yapanlarýn mükâfatýný zâyetmez.
120. (Ne) Bir hicret yurdu olan mübarek (Medine ahalisi için ve ne de onlarýn civarýnda) Medine'i Münevvere'nin bütün nahiyelerinde (bulunan bedeviler için) Müzeyne, Cüheyne, Eþe a ve Gýfar gibi kabileler için (sahih) doðru (olmaz ki. Allah Teâlâ'nýn resulünden geri kalsýnlar) onun emrine muhalefet etsinler, onunla beraber cihada çýkmaktan kaçýnsýnlar. (Ve onun) O Yüce Peygamber'in (kendi nefsinde ne yaptýðýna) nasýl cihadý seçmiþ, olduðuna (bakmayýp da kendi nefislerine raðbet göstersinler) kendi þahýslarýný korumak için o Yüce Peygamber'in izinden ayrýlsýnlar, onun tercih buyurmuþ olduðu cihadý kendileri tercih etmesinler. Bu nasýl doðru olabilir?. (Çünki onlara Allah yolunda ne) az (bir susuzluk ve ne de bir yorgunluk ve ne de bir açlýk isabet etmez ki) mutlaka onun mükafatýný görürler. (Ve ne de kâfirleri kýzdýracak bir mevkie ayak basmazlar ki) öyle bir yeri piyade ve süvari olarak iþðâl etmiþ olmazlar ki (ve ne de bir düþmana karþý bir muvaffakiyete) onlarý öldürmek, esir almak, yerlerini feth eylemek gibi bir galibiyete (nail olmazlar ki, illâ onun) bu beyân olunan muamelelerden, baþarýlardan herbirinin (karþýlýðýnda kendileri için bir salih amel yazýlmýþ olur.) Onlarýn bu yüzden sevaplara, mükâfatlara kavuþmuþ olmalarý. Kerem ve merhamet sahibi olan Yüce Mabudumuzun ilâhî bir va'di gereðidir, mutlaka gerçekleþecektir, (þüphe yok ki. Allah Teâlâ iyilik edenlerin) Hak yolunda beden ve mal yönünden fedakârlýkta bulunanlarýn (mükâfatýný zâyetmez) onlarý herhalde nice sevaplara, nimetlere kavuþturacaktýr. Ýþte hak yolunda cihada iþtirak de bir ihsandýr. Bunun da pek çok mükâfatý vardýr. Artýk bu hususta mazeretsiz Rasülullah'tan ayrýlmak nasýl uygun olabilir?.
121. Ve -onlar- ne küçük ve ne de büyük bir nafaka sarfetmezler ki, ve bir vadiyi dolaþmýþ olmazlar ki, illâ onlar için yazýlýr. Tâki, yaptýklarýndan daha güzeli ile Allah Teâlâ onlarý mükâfata kavuþtursun.
121. Bu mübarek âyetler, müslümanlarýn hak yolunda yapacaklarý harcamalardan ve seferlerden dolayý büyük mükâfatlara kavuþacaklarýný müjdeliyor. Ve müslümanlardan bir grubun dinî ilimleri tahsil ile kendi kavimlerini irþat etmeye ve aydýnlatmaya dinî hükmlere muhalefetten men etmeye ve sakýndýrmaya çalýþmalarý lüzumunu beyan buyuruyor. Þöyle ki: (Ve) Onlar, o mücahit müslümanlar (ne küçük) isterse bir tutam ot olsun (ve ne de büyük) Hz. Osman'ýn daðýtmýþ olduðu gibi pek büyük bir servet olsun (bir nafaka) Ýslâm ordusu için vesair muhtaç olanlarýn geçimleri için birþey (sarfetmezler ki) ancak onlarýn amel defterlerine yazýlýr (ve) onlar (bir vadiyi) hak yolunda herhangi bir yere gidip (dolaþmýþ olmazlar ki, illâ onlar için) amel defterlerine sevap (yazýlýr) onlarýn bu infaklan, bu hareketleri tesbit edilir (tâki, yaptýklarýndan daha güzeli ile) daha üstünü ve daha fazlasiyle (Allah Teâlâ onlarý) o infakta, seferde bulunanlarý (mükâfata kavuþtursun) onlara birçok sevaplar nimetler ihsan eylesin. § Bu âyeti celîle, hak yolundaki cihadýn ve infakýn fazilet ve ehemmiyetine bir delildir. Nitekim bir hadisi þerifte de:: Bir müslüman, bir gazada bulunacak dindaþýnýn nafakasýný, nakliye vasýtasýný temin etmek gibi bir þekilde ona yardýmda bulunmuþ olsa kendisi de bilfiil gazada bulunmuþ gibi sevaba kavuþur.
Diðer bir hadisi þerifte de þöyledir:: Allah yolunda bir günlük nöbet beklemek, düþmaný
gelmesi muhtemel bir yolu muhafazaya çalýþmak, dünyadan da ve dünyada bulunan þeylerden de hayýrlýdýr. Artýk Ýslâm mücahitlerinin halleri ne kadar gýptaya, takdire lâyýk bulunmuþ olduðu pek güzel anlaþýlmýþ olmuyor mu?.
§ Vadi, asýl lügatte, dere, iki dað arasý, su kanalý demektir. Çoðulu "Evdiye" dir. Mutlak anlamda yeryüzüne, ve tarz ve uslüba da vadi denilmektedir.
122. Ve maamafih bütün müminle rin birden toplanýp sefere sýkmalarý doðru deðildir. Onlarýn herbir fýrkasýndan bir grup din de geniþ bilgi elde etmeye çalýþmalý ve kavimlerine dönünce de onlarý ikaz etmelidirler. Umulur ki, onlar sakýnýrlar.
122. Ýslâmyet'te cihad ve Ýlim tahsili, birer mühim vazifedir. (Maamafih bütün mü'minlerin birden toplanýp) cihad için veya Ýlim tahsili için (sefere çýkmalarý doðru deðildir) bu doðru ve yerinde bir hareket olamaz. Nasýl ki, hepsinin de oturarak lâzým gelen cihada ve Ýlim tahsiline gitmemeleri de caiz deðilse bu da öðledir. Özellikle (onlarýn) Ýslâm cemiyetlerinin (her bir fýrkasýndan) her taifesiden (bir grup dinde geniþ bilgi sahibi olmaya çalýþmalýdýr. Bu uðurda Ýlim merkezlerine girerek yeteri derecede lüzulu ilimleri tahsile gayret etmelidir. (Ve) Bu zatlar, tahsillerini tamamlayarak (kavimlerine dönünce de onlarý ikaz etmelidirler) kendi dindaþlarýna dinî hükmleri bildirerek onlara muhalefetin nekadar sorumluluk gerektireceðini söylemelidirler, böyle bir muhalefetin ne gibi azaplara sebebiyet vereceðini bildirerek o dindaþlarýný korkutmalýdýrlar, onlarýn haklarýnda böyle iyilik sever olmalýdýrlar. (Umulur ki, onlar) O cemaat böyle elde edecekleri dinî bilgiler sayesinde dînen yasak, ahlaken kötü olan þeylerden (sakýnýrlar) kendilerini mes'ûliyetten kurtarýrlar, temiz, takdire lâyýk bir sosyal kurul örneði olurlar.
Bu âyeti celîle gösteriyor ki: Bir Ýslâm toplumu için gerekli olan baþlýca iki vazife vardýr. Biri cihad, diðeri de Ýlim tahsili, Ýslâm varlýðýný korumak için bunlara kesin ihtiyaç vardýr. Bir düþmana karþý müslümanlardan bir kýsmýnýn savaþa katýlmasý, bir farzý kifayedir. Artýk diðer kýsýmlarýnýn da bu savaþa katýlmalarý mutlaka lâzým gelmez. Zaten katýlmalarý da menfaata uygun olmaz. Fakat düþmana karþý koyulabilmesi için bütün müslümanlarýn harbe katýlmasýna lüzum görüldüðü takdirde harbe katýlabilecek güce sahip olan her m üs l umanýn buna iþtirak etmesi icabeder ki, o zaman cihad, umuma yönelik bir farz olmuþ olur. Hepsinin de savaþa katýlmasý lâzým gelir. Buna "Nefirlam" denir. Fakat böyle bir harekete çok kere lüzum görülmez, bu halde yurdun diðer ihtiyaçlarý baþýboþ bir halde kalmýþ olur ki, bu uygun deðildir.
Ýlim tahsiline gelince: Bir Ýslâm ülkesinin muhtaç olduðu þeylerin baþýnda dinî bilgiler gelir, Ýslâm dinine göre her müslümanýn dinî vazifelerini yerine getirebilecek: Her erkek ve kad derecede bilgi sahibi olmasý bir farzdýr. Nitekim bir hadisi þerifte: müslüman için Ýlim talebinde bulunmak bir farzdýr. Her müslüman, namazýna, orucuna, aile hayatýna vesaireye ait dinî vazifelerini öðrenmelidir. Fakat dinî bilgiler pek fazladýr, her müslüman bunlarý ayrýntýlý olarak tahsil edip bilemez. Bunlarý bilmek bir ihtisas meselesidir. Binaenaleyh bunlarý Ýslâm cemiyetleri arasýndan birer grubun güzelce tahsil etmesi lâzýmdýr. Bu da bir farzý kifayedir. Hepsi de bunu t erke d erse Allah katýnda mes'ul olurlar. Artýk böyle bir ihtisas sahibi olan zatlar, öyle maddî, geçici bir mevki, bir nimet sahibi olmak için deðil, sýrf Allah rýzasý için dindaþlarýný irþada çalýþmalýdýrlar, onlara lâzým gelen bilgiyi vermelidirler, dinî hükmlere muhalefet edenleri ilâhî azab ile korkutmalýdýrlar, onlarý uyandýrmaya gayret etmelidirler. Bu onlarýn bir vazifesidir. Bu zatlarýn böyle verdikleri öðütlere riâyet etmek de cemiyetin üzerine düþen bir vazifedir. Öyle iyilik sever öðütleri, uyanlarý takdir ödememek ise, bir nankörlük, bir kadir bilmezlik alâmetidir. Velhâsýl:
Bir gurubun dinî ilimleri tahsil ederek geniþ bilgi sahibi olmasý, büyük bir vazifedir. Nitekim bir hadisi þerifte:: Cenab-ý Hak, bir kulunun hayra kavuþmasýný dilerse onu dinde malumat sahibi eder ve ona doðru yola gitmeyi ilham buyurur.
§ Fýkýh, lügatte bilmek, anlamak, herþeyin mahiyetine vâkýf olmak suretiyle güzelce anlamaktýr. Istýlahta: Fýkýh, bir kimsenin amel yönüyle lehine ve aleyhine olan þer'i hükmleri ayrýntýlý delilleriyle beraber bir meleke halinde bilmesi demektir. Ýmamý Âzam Hazretleri de fýkýhý söyle tarif etmiþtir: Fýkýh, insanýn lehine ve aleyhine olan þeyleri bitmesidir. "Bu tarife göre fýkýh ilmi, hem ibadetleri, pratiðe ait hususlarý ve hem de inanç ve ahlâka ait meseleleri içine almaktadýr. Ýste bu meseleleri bilmek, bir fekahattir. Böyle bir bilgi sahibi olmaya çalýþmak da "tefekkuh" demektir. Bu mes'eleler! bilen bir zâta da "fakýh" denir ki çoðulu: fukahâdýr.
123. Ey imân edenler!. Kâfirlerden yakýnýnýzda bulunanlar ile savasýn ve onlar sizde bir þiddet bulsunlar ve biliniz ki. Allah Teâlâ sakýnanlarla beraberdir.
123. Bu mübarek âyetler, cihad hususunda müslüm an I arýn hareket prensiplerini tâyin ve düþmanlara karsý bir kuvvet ve güç gösterilmesi lüzumuna tenbih buyuruyor. Dinsizlerin baþkalarýný da dinden mahrum býrakmak için inen süreler ile alay ettiklerini bildiriyor. Fakat bu sürelerin iniþinin mü'minlerin imânýný, o dinsizlerin de küfrlerini arttýrmaya sebep olduðunu beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Ey imân edenler!.) Ey müslümanlar!. Ey seçkin sahabiler!, (kâfirlerden civarmýzda) Yurdunuzun çevresinde, en yakýn yerlerinde (bulunanlar ile savasýn) evvelâ onlara karsý savaþa atýlýnýz. Bunlardan maksat, ya Medine'i Münevvere havalisinde bulunan Beni Kureyze, Beni Nadir Yahudi'leridir, Veya Hayber ahalisür. Veya Baðdat vesaireye göre Medine'i Münevvereye yakýn bulunan Þam'daki Puntlardýr. Bu ülkelerdeki fýrsat bekleyen düþmanlar dururken onlarý býrakýp uzaktaki düþmanlar ile savaþta bulunmak idare ve siyaset bakýmýndan uygun deðildir. Bunun içindir ki, müslümanlar, evvelâ kendi ülkelerine yakýn bulunan düþmanlarý ile savaþmakla emrolunmuslardýr. Bir kere bütün düþmanlara karsý birden hareket etmek zordur, en yakýn düþmanlar ile harbe baþlamak ise kolaydýr, âlet ve edavat vesaire itibariyle de daha az zahmetlidir. Ve ihtiyata da daha uygundur. Bununla beraber bunda bir dinî lütuf da vardýr. Müslümalarýn cihaddan asýl maksadlara insanlýðý dine, saadete kavuþturmaktýr. Bu halde müslümanlar, kendilerine daha yakýn komþu durumunda bulunan kimselerin dîne, saadete kavuþmalarý Ýçin çalýþmayý, baþkalarý için çalýþmaya tercih etmiþ olacaklardýr ki, bu da komþuluk adýna bir iyilikten, hayrý tavsiye etmekten baþka birsey deðildir, (ve) Ey Müslümanlar!. (Onlar) O düþmanlarýnýz (sizde bir þiddet) bir kuvvet, bir sabýr ve dayanýklýlýk (bulsunlar) bu hal onlarýn fikir deðiþtirmelerine sebep olur, Ýslâmiyet'e karþý koyamayacaklarýný anlayarak dostluða eðilim gösterirler, belki de Islâmiyeti kabul ederek selâmet-eererler. (Ve biliniz ki. Allah- Teâlâ sakýnanlar ile beraberdir) yani: Herhangi bir cemaat Allah'tan korkar, ilâhî dine sarýlýr, onun hükmlerine uyarsa Cenâb-ý Hak'kýn yardýmýna zafer ve lütfuna kavuþur. Binaenaleyh ey müslümanlar!. Siz de o yolda hareket edeceðinizden dolayý Allah'ýn lütfuna mazhar olacaksýnýzdýr. Ne büyük bir müjde. Nitekim bu hakikat tecelli etmiþ, Ýslâm ordularý az bir zaman zarfýnda doðu ve batýda nice bölgelere hâkim olmuþlardýr.
124. Ve ne zaman bir süre indirilmiþ olunca onlardan kimi der ki: Bu hanginizin imânýný arttýrdý?. Fakat o kimseler ki, imân etmiþlerdir, artýk onlara imâný arttýrmýþtýr ve onlar sevinirler.
124. (Ve ne zaman) Rasülü Ekrem'e Allah tarafýndan (bir süre indirilmiþ olsa) Kur'an'ý Kerim'in bir kýsým âyetleri nazil olsa (onlardan) o münafýklardan (kimi) kardeþlerine veya mü'minlere (der ki: Bu) sürenin iniþi (hanginizin imânýný arttýrdý?.) tasdikini fazlalaþtýrdý, kanaatine bir fazlalýk verdi. Bu münafýklar, böyle düþünsünler!. (Fakat o kimseler ki, imân etmiþlerdir) Islâmiyetin yüceliðini anlayýp onu kabul eylemiþlerdir, (artýk) O sürelerin böyle azar azar iniþi (onlara imâný arttýrmýþtýr) onlarýn kalplerinde kesin bir ilmin ortaya çýkmasýna vesile olmuþtur. Onlarýn bir kýsým hakikatleri öðrenmelerini temin etmiþtir, (ve onlar) O sürelerin böyle iniþi ile (sevinirler) bunlardaki dinî ve dünyevî menfaatleri anlar, bilgileri artar, sevinç içinde kalýrlar.
125. Fakat kalplerinde bir hastalýk olanlara gelince -o sürenin nüzulü- onlarýn küfrlerine küfr katýp arttýrmýþtýr ve onlar kâfirler olduklarý halde ölüp gitmiþlerdir.
125. (Fakat kalplerinde bir hastalýk olanlara) Kendisinde þüphe ve münafýklýk gibi, kötü inanç gibi manevî bir hastalýk bulunanlara (gelince) o sürenin iniþi (onlarýn küfrlerine küfr katýp arttýrmýþtýr.) yani: Onlar manevî bir pislik olan öyle kötü kanaatler!, alaycý hareketleri yüzünden daha kâfirce bir vaziyete düþmüþlerdir. (Ve onlar, kâfir olduklarý halde) Cenabý Hak'kýn indirdiði âyetleri inkâr ederek (ölüp gitmiþlerdir.) yani: Onlarýn artýk imâna ulaþmayý? küfr ve nifak üzere ölüp gidecekleri kesinleþmiþtir. Bu onlarýn öyle kötü hareketlerinin bir neticesidir.
§ Rics, Necaset, kötü koku, çirkin iþ, maddî ve manevî pislik, azap ve ýstýrap mânâsýnda kullanýlmaktadýr. Küfre de manevî bir pislikten ibaret olduðu için "rics" denimiþtir. Maddî bir pislik su ile temizlenebilir, manevî bir pislik ise temizlenemez. Binaenaleyh manevî bir pislik olan küfr, maddî bir pislikten daha kötüdür, daha ziyade kaçýnýlmasý lâzýmdýr. Çünki manevî bir pislik sahibini ebedî selâmetten mahrum býrakýr.
126. Ya görmüyorlar mý ki, onlar her yýl mutlaka bir defa veya iki defa bir fitneye, bir belâya tutuluyorlar da sonra tövbe etmiyorlar. Ve onlar düþünüp ibret de almýyorlar.
126. Bu mübarek âyetler, bir takým dinsizlerin vakit vakit uðradýklarý musibetlerden ders almadýklarýný bildiriyor. Onlarýn ilâhî dine ait hükümlere karþý alaycý bir vaziyet almak alçaklýðýnda bulunduklarýný haber veriyor, Ýnsanlýk hakkýnda pek iyilik sever olan Yüce Peygamber'in üstün özelliklerini beyan buyuruyor. O Yüce Peygamberin inklýarcýlara karþý ne þekilde hareket edeceðini, Cenâb-ý Hak'ka dayanarak kulluk lisanýný Allah'ýn zikri ile nasýl süsleyeceðini gösteriyor ve O Yüce Resûl'u teselli ediyor. Þöyle ki: (Ya) O münafýklar, o inkarcýlar (görmüyorlar mý) hiç bakýp da düþünmüyorlar mý (ki, onlar her yýl mutlaka bir veya iki defa) yani çeþitli defalar (bir fitneye, bir belâya tutuluyorlar) hastalýklara, yoksulluklara uðruyorlar, savaþlarda bulunmaya mecbur kalýyorlar, çeþit çeþit sýkýntýlara mâruz kalýyorlar (da sonra) yine münaf ýrklarýndan, sözlerini bozmuþ olduklarýndan dolayý (tövbe etmiyorlar) kusurlarýný bilip Cenâb-ý Hak'kýn af ve lûtfuna sýðýnmýyorlar. (Ve onlara düþünüp ibretde almýyorlar) Baþlarýna gelen belalarýn neden ileri geldiðini anlamýyorlar, kendilerine verilen o öðütlerin ne kadar uyulmaya lâyýk bulunduðunu düþünmüyorlar, münafýklarýný terke, hareketlerini düzeltmeye çalýþmýyorlar. Yüce Peygamber'in ilâhî desteðe kavuþtuðunu ve ona hizmetin faidelerini hiç düþünmüyorlar.
127. Ve her ne zaman bir süre indirilse bazýlarý bazýlarýna bakýverirler, sizi bir kimse görüyor mu diye endiþede bulunurlar. Sonra da savuþup giderler. Allah Teâlâ onlarýn kalplerini çevirmiþtir. Çünki onlar öyle bir kavimdirler ki, güzelce anlayamazlar.
127. (Ve her ne zaman) Münafýklarýn kötü hareketlerini bildiren (bir süre indirilse) Rasülü Ekrem'e vahiy yoluyla bildirilse o münafýklarýn (bazýlarý bazýlarýna bakýverirler.) gözleriyle alaycý bir þekilde birbirine bakarak o sürenin beyanlarýný kalben inkâra cür'et gösterirler. Yahut o süreyi celîleye karþý bir hiddete, bir kýzgýnlýða tutulurlar, (sizi bir kimse görüyor mu? Diye endiþede bulunurlar) yani: Bu sürelerin açýklamalarýný duymamak için meclisi terkedecek olsanýz, sizi mü'minlerden bir kimse görecek midir?. Eðer görmeyecek ise hemen meclisi terkediniz, aleyhinizdeki sözleri dinlemeyiniz ve eðer görecekler ise bir yerde oturup kalýnýz, münafýklýðýnýzý onlara sezdirmeyiniz, (sonra da savuþup giderler) O aleyhlerindeki âyetlerin okunduðu meclisi terkederek münafýklýklarýnda sebat edip dururlar. (Allah Teâlâ onlarýn kalplerini çevirmiþtir.) Onlar öyle hakký kabulden kaçýnarak peygamber meclisinden ayrýlmak istedikleri için Cenab'ý Hak da onlarýn kalplerini imândan, hidayet nurundan mahrum býrakmýþtýr. Veyahut mahrum býraksýn. (Çünki onlar) O münafýklar (öyle bir kavimdirler ki, güzelce anlayamazlar) onlar kötü düþünceleri, hakký düþünmekten mahrum olmalarý sebebiledir ki, öyle imândan, hidayetten mahrum kalmýþlardýr. Bu mahrumiyet, onlarýn o münafýkça ve inkarcý þekildeki hareketlerinin bir cezasýdýr.
128. And olsun, size kendi cinsinizden bir Peygamber geldi ki, sizin sýkýntýya uðramanýz onun üzerine pek güç gelir, üzerinize çok düþkündür. Mü'minler hakkýnda pek þefkatli ve pek merhametlidir.
128. (And olsun) Ey Arap kavmi veya ey diðer insanlar!. (Size kendi cinsinizden) Meleklerden deðil, sizin gibi insan olan ve pek seçkin, pek büyük bir þeref ve fazîlete sahip bulunan (bir Peygamber geldi ki) o Hz. Muhammed Aleyhisselât-ü Vesselamdýr. Hz. Ýbrahim'in, neslinden en seçkin bir kabile arasýndan muhterem bir aileye mensuptur. Onun hayatýndaki temizlik, yücelik herkesçe bilinmektedir. Ve o Yüce Resul, en yüksek ahlâk ile vasýflanmýþtýr, özellikle o öyle merhametli bir Peygamberdir (ki, sizin sýkýntýya uðramanýz) fena þeyleri yaparak sapýklýk içinde kalmanýz, hidayetten mahrum bulunmanýz (onun üzerine pek güç gelir) sizin o kötü hallerinizden dolayý þiddetli bir üzüntü duyar, hâlinize acýr, o kadar þefkatli bir durumda bulunur. Evet... O mübarek Peygamber (üzerinize çok düþkündür.) hidayete ermenizi pek fazla ister sizlerin iyi hal sahibi olmanýzý pek çok arzu eder. Evet... Ýnsanlýk hakkýnda sýrf rahmet olan o Yüce Peygamber (müminler hakkýnda) rahmet ve merhamet itibariyle (pek þefkatlidir (ve) günahkâr olan mü'minler hakkýnda da, (pek merhametlidir) onlarýn tövbe ederek Allah'ýn affýna uðramalarýný çok arzu buyurur.
Evet... Yüce Peygamberimiz, en yüksek ahlâkî olgunluklara sahiptir. Bütün insanlýk hakkýnda iyilik severdir ki, ister ki, hepsi de Ýman þerefine kavuþarak selâmet ve saadete ersinler. Cenâb-ý Hak da o muhterem Resulünü, kendi yüce varlýðýna ait olan "reüf ve rahim" isimleriyle vasýflandýrmýþtýr. Baþka hiçbir yüce Peygamber böyle iki ilâhî isimle vasýflanmamýþtýr. Bu da mübarek Peygamberimize ait bir ayrýcalýktýr. Ve Cenab'ý Hak, o seçkin Peygamberimize þu mânâ da hitâbederek onu teselli etmektedir.
129. Eðer yüz çevirirlerse artýk de ki: Allah T e âlâ bana kâfidir. Ondan baþka mabut yoktur. Ben ancak ona dayandým ve o pek büyük olan arþýn sahibidir.
129. Yüce Resulüm!. Sen Peygamberlik vazifeni yerine getirmiþ bulunuyorsun (Eðer) kendilerine Ýslâm dininin hükümlerini teblið etmiþ olduðunu bir takým kimseler onlarý kabul etmeyip de (yüz çevirirlerse) imândan kaçýnýrlarsa (artýk) sen üzülme, üzerine düþen vazifeyi tam bir lütf ve merhametle yerine getirmiþ bulunuyorsun, o inkarcýlara de ki: Allah Teâlâ bana kâfidir) size bir ihtiyacým yoktur. Bana O Kerem Sahibi Yaratýcý, yardým eder, beni muvaffakiyetlere kavuþturur, (ondan baþka mâbud yoktur) Ondan baþka ibadet ve itaate lâyýk, onun hükümlerini redde kaadir, onun iradesine, kudretine muhalif hareketlere güç yetirebilen bir kimse bulunamaz. (Ben ancak ona) O azamet ve kudret sahibi olan, ortak ve benzerden uzak bulunan Kâinatýn Yaratýcýsýna (tevekkül ettim) bütün vazifelerimde baþarýmý ondan bekledim. Bütün baþarýlarý ondan beklerim, ondan baþka hiçbir kimseden korkmam. (Ve o) Yüce Yaratýcý (pek büyük olan arþýn sahibidir) bütün kâinatýn hakîmidir. Artýk bütün insanlýk, bütün akýl ve irfan sahipleri O Kerem Sahibi Ezelî Mabuda imân etmeli deðil midir?. Ona sýðýnarak, dayanarak bütün muvaffakiyeti onun yüce zatýndan niyazda bulunmalý deðil midir?. Ya âlemlerin ilâhý. Biz âciz kullarýný senin hidayet yolundan mahrum býrakma. Hz. Muhammed hürmetine âmin!.
§ Übeyy Ibni Kaab Radiallahü Teâlâ anhdan rivayet olunduðuna göre Kur'an-ý Mübinin en son nazil olan âyetleri bu süre'i celîlenin iþbu (128 ve 129) uncu son iki âyetinden ibarettir. Gerçeði Allah bilir.