> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tefsir Eserleri > Ömer Nasuhi Bilmen > Tevbe Suresi
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Tevbe Suresi  (Okunma Sayısı 2699 defa)
03 Kasım 2009, 15:21:20
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« : 03 Kasım 2009, 15:21:20 »



9-TÖVBE SURESİ

 

Tövbe sûre'i celilesi, Hz. Peygamber'in hicretinin dokuzuncu senesi başlarında nazil olmuş olan en son bir sûredir. Yüz yirmi dokuz âyeti kerimeden meydana gelmektedir. Bu mübarek sûrenin birçok ismi vardır. Bu cümleden olarak bu sürede müminlerin tövbe etmeleri emir ve tavsiye buyurulduğu için buna "Tövbe Sûresi" denilmiştir. Bu kutsî sûredeki bir kısım âyetler, münafıkların pek kötü hallerini açıklayıp teshir etmekte olduğu için buna" Fazîha Sûresi" adı da verilmiştir. Ve yine bir kısım âyetleri de kâfir ve münafıkların nekadar acıklı azaplara uğrayacaklarını ihtar buyurduğu için buna "Azap Sûresi" adı da verilmiştir. Ve bu sûre'i celiledeki yine diğer bir kısım âyetler de ehli imânın küfr ve nifak sahiplerinden uzak durmalarını, onlardan alâkalarını kesmelerini emir ve tebliğ buyurmakta olduğu için "Beraat Sûresi" adına sahip bulunmuştur. "Tövbe Sûresi "n.i'.n evvelinde besmele-i şerife yoktur. Bu hususta deniliyor ki: Rasûlü Ekrem Efendimiz, mazhar olduğu ilâhî vahye dayanarak "Enfal sûresinin ardından, tövbe sûresinin besmelesiz olarak yazılmasını emretmiştir." İbni Abbas Hazretlerinin sorusuna cevap olarak İmamı Ali -Radiyallahu Anhuma- demiştir ki: Besmele-i şerife bir güvencedir. Tövbe sûresi ise cihada ve uygulanmayan antlaşmaları feshe dair âyetleri kapsamaktadır. Bunlarda ise güvence yoktur. Binaenaleyh bu sûrenin evvelinde güvence mânâsı içermiş olan besmele-i şerifenin yazılmaması emir olunmuştur. Bununla beraber eshab-ı kiramdan bazıları, Enfal sûresi ile Tövbe sûresinin bir tek sû re-i celileden ibaret olduğu görüşündedirler. Çünki bunlardaki âyetlerin çoğu cihad ve antlaşma hakkında nazil olmuştur. Bu itibarla aralarında bir birlik vardır.

 

 

 

1. Bu, bir ayrılık ihtarıdır!. Allah T e âlâ ile Rasûlü tarafından kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere.

1. Bu mübarek âyetler, verdikleri sözlerinde durmayan müşrikler ile yapılmış olan antlaşmaların feshini tebliğ etmektedir ve kendilerine dört ay müsaade verilen o dinsizlerin zarar ve ziyanda olacakları kendilerine ihtar buyurulmaktadır. Şöyle ki: Ey müslümanlar!. Biliniz ki: (Bu bir ayrılık ihtarıdır.) Müslümanlar ile siyasî alâkalarının   kesildiğine dair bir beyannamedir. (Allah Teâlâ İle Resulü tarafından kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere) Yani: Ey müslümanlar!. Allah Teâlâ'nın ve Resulünün izin ve müsaadesiyle yapmış olduğunuz o anlaşmaları yine Cenâb-ı Hak'kın ve Yüce Peygamberinin emir ve tebliğiyle fesh ediniz. Çünki o müşrikler, yapılmış olan antlaşmaların hükümlerine aykırı hareketlerde bulunmaktadırlar.

§ Beraat, lügatte herhangi bir fenalıktan uzaklaşmak, beri olmak, kurtulmak demektir. Meselâ: Bir borçtan, bir sorumluluktan kurtulmak bir beraattir, bir işten alâkayı kesmek de bir beraattir. Siyaset bakımından da iki zümre arasındaki emniyetin, korunmuşluğun, sulh ve barışın kesilip bertaraf edilmesi de bir beraatten ibarettir.

§ Vaktiyle müşrikler ile antlaşma yapılmasına Allah tarafından müsaade edilmişti. Bunun üzerine müslümanlar Rasülü Ekrem ile beraber Müşrikler ile antlaşma yapmışlardı. Daha sonra "Beni Damre" ile "Beni Kinane "den başka müşrikler sözlerinde durmadılar, antlaşma hükümlerine muhalefete başladılar. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, onlar ile olan antlaşmalara son verilmesini ve antlaşmalarına riayet etmeyen müşriklerden müslümanların sakınmalarını emir buyurdu. Maamafih bazı antlaşmalarda zaten geçici bir zaman için yapılmıştı. O zaman nihayet bulunca artık antlaşma hükmü kalmamış bulunacaktı.

 

 

 

2. Artık -ey müşrikler!.- Siz yeryüzünde dört ay dolaşınız ve biliniz ki, siz şüphe yok. Allah Teâlâ'yı âciz bırakacak değilsinizdir ve muhakkak ki. Allah Teâlâ kâfirleri zelil kılıcıdır.


2.   (Artık) Ey müşrikler!. (Siz yeryüzünde dört ay dolaşınız) bu müddet içinde size taarruz olunmayacaktır. Fakat o müddetten sonra size güven yoktur. Bu müddetin başlangıcı, Hacci Ekber gününden ibarettir. Son bulması da Rebiülâhır ayının onuna rastlamaktadır. Bu müddete "haram aylar" denilmiştir. Çünki bu müddet içinde savaşmak haram bulunmuştur. Bu müddet Zilhicce'nin son yirmi günü ile Muharrem, Sefer Reblülevvel aylarından ve Rebiülâhırın ilk on gününden ibarettir. Bu hususta başka görüşlerde vardır. (Ve) Ey Müşrikler!. (Biliniz ki, siz) herhangi bir çareye baş vursanız ve nerelere kaçıp durmak isteseniz (şüphe yoH ki. Allah Teâlâ'yı âciz bırakacak değilsinizdir.) Cenâb-ı Hak'kın kudret elinden yakanızı kurtaramazsınız. (Ve muhakkak ki. Allah Teâlâ kâfirleri) dünyada öldürülmek, esaret ile, ahirette de pek acıklı azap ile (zelîl kılıcıdır) siz küfrünüzden dolayı böyle cezalara elbette kavuşacaksınızdır.

 

 

3.       Ve Allah Teâlâ ile Resulü tarafından haccı ekber günü insanlara bir ilândır ki. Allah Teâlâ da Resulü de şüphe yok, müşriklerden uzaktır. Artık tövbe ederseniz o sizin için hayırlıdır. Ve eğer yüz çevirirseniz biliniz ki, siz Allah Teâlâ'yı elbette âciz bırakacak değilsinizdir. Ve kâfir olanları acıklı bir azap ile müjdele!.

3. Şu âyeti kerime müşrikleri tehdit ve onları tövbeye özendirmekte ve teşvik buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve Allah Teâlâ ile Resulü tarafından Haccı Ekber günü) yani: Kurban Bayramının birinci günü, o hac farizesinin kendisinde tamama ereceği büyük, mübarek zamanda veya arefe günü (insanlara) bütün mü'minlere, aralarında bir antlaşma bulunmuş olsun olmasın bütün müşriklere (bir ilândır ki, Allah Teâlâ da Resulü de şüphe yok müşriklerden) antlaşmalarına riayet etmeyen kâfirlerden (beridir) onların o riayet etmedikleri antlaşmalarının artık Allah katında bir kıymeti yoktur. Binaenaleyh ey müşrikler bunun neticesini düşünün. (Artık) küfrünüzden, antlaşmanıza riayetsizlikten (tövbe ederseniz o) tövbe (sizin için hayırlıdır.) iki âlemde de felâketten, azaptan kurtulmuş olursunuz, (ve eğer yüz çevirirseniz) tövbeden kaçınırsanız: Müslümanlara karşı ahdinize riayetten ayrılırsanız (biliniz ki. Siz Allah Teâlâ'yı elbette âciz bırakacak değilsinizdir.) O Yüce Yaratıcı elbette sizi lâik olduğunuz cezalara kavuşturacaktır. (Ve) Ey Yüce Resulüm!, (kâfir olanları acıklı bir azap ile müjdele.) Yani: Onlara dünyada öldürülmek gibi, esaret gibi felâketlere, ahirette de cehennem ateşine mâruz kalacaklarını ihtar et. Bu gibi tehdit edilen kimselere karşı yapılacak müjde, bir tahakkümden ve istihfaftan onları uyandırmak için yapılan bir ihtardan kinayedir. § Hz. Peygamberin hicretinin dokuzuncu senesi, Rasülü Ekrem, Sallallahü Aleyhi vesellem efendimiz Hz. Ebu Bekiri hac «miri olarak Mekke'i Mükerreme'ye göndermişti. Onun gitmesini müteakip Tövbe süresi nazil olmuştu. Rasülü Ekrem Efendimiz de bu süre-i celilenin hükümlerini hacc-ı ekber günü insanlara tebliğ etmeğe         Hz. Ali'yi memur kılmıştı. Hz. Ali giderek Mina mevkiinde toplanmış olan insanlara bu süre-i celilenin ilk âyetlerini okumuş ve demiştir ki: Ben dört şey ile

emir olundum. Şöyle ki: Bu seneden sonra Beyt-i şerife müşrikler artık yanaşmayacaklardır. Beyt-i Şerif çıplak olarak tavaf edilmeyecektir. Cennete ehli imândan başkası giremeyecektir. Ve yapılmış olan antlaşma müddetine riayet edilecektir. Bütün bunlar gösteriyor ki: Müslümanlıkta antlaşmaya riayet bir esastır. Müslümanların cihad ile memur olmaları antlaşmalarına riayetten kaçınanlara, İslâm mukaddesatına saldıranlara karşı zarurî olarak yerine getirilmesi icabeden bir vazifedir. Düşmanları haberdar ederek kendilerine bir müddet verilmesi de haklarında hiyanet lekesinde kaçınılarak yüksek bir adalet eseri göstermek hikmetine dayanmaktadır.

§ Hacc-ı Ekber, farz olan hacdır. Hacc-ı As gar da nafile olarak yapılan hacdır. Umreye de Hacc-ı As gar denilmiştir ki, bu da herhangi bir mevsimde olursa olsun Kabe'i Muazzama'yı tavaf ile Safa ve Merve arasında sâyetmekten ibarettir. Arefe günü Cuma'ya tesadüf eden bir hacca da Hacc-ı Ekber denilmiştir.

 

 

 

4. Kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz, sonra da size karşı bir eksiklikte bulunmamış; ve sizin aleyhinizde olarak bir kimseye yardım eylememiş olan müşrikler müstesna. Artık onlara müddetlerine kadar antlaşmalarını tamamlayınız. Şüphe yok ki. Allah Teâlâ sakınanları sever.

4.      Bu âyeti kerime, müslümanlar ile yapmış oldukları antlaşma hükümlerine riayet eden gayri müslimlere karşı müslümanların ne şekilde hareket edeceklerini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Müslümanlar!. (Kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz, sonra da) bu antlaşma hükümlerine göre (size karşı bir eksiklikte bulunmamış) o hükümlere tamamen riayetten ayrılmamış, size karşı savaşa cür'et göstermemiş (ve sizin aleyhinizde olarak) düşmanlarınızdan (bir kimseye bir kavme (yardım eylememiş) başkalarını sizin aleyhinize olarak harbe teşvik ve kendilerine yardım edivermemiş (olan müşrikler müstesna) onların haklarında anlaşmalar dört ay sonra son bulmuş olmayacaktır. (Artık onlara müddetlerine kadar antlaşmalarını tamamlayınız) aranızdaki kararlaştırılmış olan müddetin tamam olmasına riayet ediniz, öyle dört ay sonra onlara karşı savaşta bulunmayınız. (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ sakınanları) meselâ: Antlaşma hükümlerine riâyette bulunup da insanların haklarına tecavüzde bulunmayanları (sever) onları mükâfatlara nail buyurur. Binaenaleyh Ey Müslümanlar!. Siz de takvadan ayrılmayınız, yaptığınız antlaşmalara tamamiyle riayetkar olunuz.

§ Rivayete göre, Beni Kinâneden bir kabile olan Beni Damre ile Rasülü Ekrem arasında bir antlaşma yapılmış idi. Bu antlaşmanın dokuz ay kadar daha bir müddeti kalmıştı. İşte b...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Tevbe Suresi
« Posted on: 28 Mart 2024, 13:13:56 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Tevbe Suresi rüya tabiri,Tevbe Suresi mekke canlı, Tevbe Suresi kabe canlı yayın, Tevbe Suresi Üç boyutlu kuran oku Tevbe Suresi kuran ı kerim, Tevbe Suresi peygamber kıssaları,Tevbe Suresi ilitam ders soruları, Tevbe Suresiönlisans arapça,
Logged
03 Kasım 2009, 15:25:35
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #1 : 03 Kasım 2009, 15:25:35 »




21.  Onları Rabbileri kendinden bir rahmet ile ve bir razı olmakla ve cennetler ile müjdeler. Onlar için o cennetlerde ebedî nimetler vardır.

21.    (Onları) O pek muhterem mücahit zatları (rableri) onları terbiye etmiş, arındırmış öyle olgunluklara erdirmiş olan Yüce Yaratıcı (kendisinden) kendi ilâhî katından sırf bir lütuf olarak (bir rahmet ile) pek büyük bir ihsan ile (ve) onlardan ebedî şekilde (râarı olmakla) onları ebediyen gazabına uğratmaksızın ilâhî rızâsına nail kılmış bulunmakla (müjdeler) kendilerine böyle pek büyük ilâhî I ût uf I arı n ı müjdeliyor. Ne kadar büyük bir ilâhî iltifat!. Artık (Onlar için» böyle yüce bir müjdeye mazhar olan o muhterem zatlar için (o cennetlerde ebedî nimetler vardır.) Onlar her güne kederlerden uzak, ebedî olarak devam eden nimetlere nail olacaklar, pek mutlu bir haîde yaşayıp duracaklardır.

 

 

 

22.  -Onlar- orada ebedî olarak kalacaklardır. Şüphe yok ki. Allah Teâlâ'nın katında pek büyük bir mükâfat vardır.

22.       (-Onlar-) O yüksek vasıflara sahip olan müminler (orada) o cennetlerde, o ebediyet âleminde (ebediyen baki kalacaklardır.) artık onlar için nail oldukları nimetlerden mahrum olmak düşünülecek değildir. (Şüphe yok ki,) o gibi zatlar için (Allah Teâlâ'nın katında) manevî huzurunda (pek büyük birmükâfat vardır.) çünki o zatlar en güzel bir imân ile, bir fazilet ile vasıflanmış oldukları için haklarındaki mükâfat da pek büyük olacaktır. Özellikle onlar ahiret âleminde Yüce Allah'ı görmeye nail olacaklardır ki, artık bunun ne kadar büyük bir ilâhî lütuf olduğunu düşünmelidir. Ne mutlu bu saadete nail olanlara!.

§ Malumdur ki: Cenâb-ı Hak mekân ve zamandan yücedir. Hiçbir zâtın o Yüce Yaratıcıya yakınlığı, onun katında bulunması, mekân itibariyle değildir. Bilâkis bu yakınlîktan ve katında oluştan maksat, manevî bir yakınlıktır. Hakikî mü'minlerin bir kalp temizliği ile ibâdette bulunup bir kulluk zevkine dalacak olmalarından, manevî bir huzura ve ruhanî bir tecelliye nail bulunmalarından ibarettir. Bu şekilde onların kalplerinde ilâhî muhabbet nurları parlamış olur. Kendileri her türlü düşüncelerin üstünde ruhanî bir neşeye ulaşmış bulunurlar. Ne büyük saadet!.

 

 

 

23.        Ey müminler!. Eğer küfrü imân üzerine tercih etmişler ise babalarınızı, kardaşlarınızı dost tutmayınız ve sizden onları kimler ki dost tutarsa işte zalim olanlar, onlardır.

23.       Bu mübarek âyetler gösteriyor ki: Din düşmanlariyle alâkayı kesmeyi imkânsız görmemelidir. Her mü'min için lâzımdır ki, Allah'ının ve peygamberinin emirlerine uysun, bu uğurda her fedakârlığa katlansın, mukaddesatına engel olmak isteyenlerle bağlarını kessin, akrabalık gibi, dünyevî menfaat gibi şeyler bu dinî vazifeye mâni olmasın. Bunun aksine hareket edenler kendilerine zulm etmiş, hidayetten mahrum kalmış olurlar. Mekke'i Mükerreme'nin fethinden evvel müslümanlara hicret etmeleri emir olunmuştu, içlerinden bazıları: Biz nasıl hicret edelim ki, yurdumuzda babalarımız, aşiretlerimiz vardır, ticaretimiz, ikametgâhımız vardır, bunlardan alâkalarımızı nasıl keselim, diye söylenmişlerdi. Bunun üzerine bu âyetler nazil olmuştur. Buyurulmuş oluyor ki: (Ey müminler!.) Ey İslâmiyet'i kabul ettikleri halde hicret etmek istemeyen müslümanlar!. (Eğer küfrü imân üzere tercih etmişlerse) küfür ve azgınlık içinde yaşamayı gerekli görmüş ve bunda İsrar ederek İslâmiyet i kabulden kaçınmakta bulunmuşlar ise, artık öyle olan (babalarınızı, kardaşlarınızı dost tutmayınız) sonra onları muhabbeti sizleri İslâmiyet'e hizmetten, İslâm yurduna hicretten mahrum bırakır, bu yüzden din kuvvetiniz bozulur. (Ve sizden onları kimlerki dost tutarsa) onların sözleriyle oturup kalkarsa, onların kötü halini görmez de onlar ile oturup kalkmayı hicrete, cihada tercih eylerse (işte zalim olanlar) Allah'ın emrine muhalefet edip kâfirleri müminler üzerine tercih etmek suretiyle nefislerine zulm etmiş bulunanlar (onlardır) o kâfirleri böyle tercih edecek ve gerekli görecek kimselerdir.

 

 

 

24.    De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardaşlarınız, eşleriniz, kabileleriniz ve kazanmış olduğunuz mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve hoşnut olduğunuz ikametgâhınız sizin için Allah Teâlâ'dan ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevgili ise artık Allah Teâlâ'nın emri gelinceye kadar bekleyiniz!. Ve Allah Teâlâ fasıklar olan kavmi hidayete erdirmez.

24.     Resulüm!. Öyle yurtlarındaki alâkalarından dolayı hicreti, hak yolunda cihadı bırakan müslümanlara (De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardaşlarınız, eşleriniz, kabileleriniz) akrabanız (ve kazanmış olduğunuz mallar) ve sizin ayrılacağınızdan dolayı revacını, gelişmesini kaybederek (durgunluğa uğramasından korktuğunuz bir ticaret) bir iktisadî muamele (ve hoşnut olduğunuz) içinde seve seve oturduğunuz (ikametgâhınız sizin için Allah Teâlâ'dan ve Resûlündan) onların rızaları için hicret etmekten (ve Allah yolundan cihatdan daha sevgili ise) böyle dünyevî alâkalar, menfaatler, sizin gözünüzde Allah Teâlâya ve Resulüne itaatten ve hak yolunda cihaddan daha iyi görünüyorsa (artık Allah Teâlâ'nın emri) mukadder olan azabı, kahır ve cezası (gelinceye kadar bekleyiniz!.) elbette lâyık olduğunuz âkibete kavuşursunuz. (Ve Allah Teâlâ fasıklar olan kavmi hidayete erdirmez.) Öyle Cenâb-ı Hak'kın emirlerine itaatten kaçınan kimselerin kalplerini hidâyet nurlariyle aydınlatmaz. Binaenaleyh Yüce Allah'ın emirlerine daima riâyet etmelidir ki, insan hidâyet nurundan mahrum kalmasın.

§ Bu âyeti kerime bizlere bildirmiş oluyor ki: Dünyevî menfaatler ile dinî menfaat ler arasında bir çatışma bir aykırılık bulunursa her müslüman için icabeder ki, dinî menfaatleri, dünyevî menfaatler üzerine tercih etsin.

Vakıa baba, ana, çoluk çocuk sevgisi, yaratılıştandır, bunlardan kalplerin alâkasını tamamen kesmek, imkânsızdır. Fakat düşünmelidir ki: Bunlar insanın manevî helâkina sebep olacak bir halde bulunurlarsa artık ne kıymetleri olabilir?. Özellikle bütün varlığımız, bütün nail olduğumuz nimetler Cenâb-ı Hak'kın birer ihsanıdır ve ebedî saadetimizi sağlamaya vâsıta olan zat da Rasülü Ekrem Efendimizdir. Artık Cenâb-ı Hak ile Rasûlü Ekreme olan muhabbetimiz her türlü muhabbetlerin üstünde olmalı değil midir?. Artık bizleri yaratanımıza Peygamberimize isyana sevk etmek isteyen saptırıcı kimselere karşı nasıl bağlılık gösterebilir de kendimizi ebedî hüsrana düşürmeye cesaret edebiliriz?. Cenâb-ı Hak cümlemize güzelce düşünceler, hareketler nasip buyursun Amin!.

 

 

 

25.Muhakkak ki. Allah Teâlâ size birçok mevkilerde yardım etmiştir. Huneyn gününde de. O gün ki, çokluğunuz sizi güvendirmişti. Fakat bu size fâide vermemişti. Yeryüzü genişliğiyle beraber sizin üzerinize dar gelmişti. Sonra da arka çevirir olduğunuz halde dönüp gitmiştiniz.

25.  Bu mübarek âyetler, müslümanları düşünmeye, teşekküre davet ediyor, her hususta muvaffâkiyetin ancak Allah'ın yardımı sayesinde meydana geleceğini bildiriyor. Zahirî varlığa, çokluğa, akrabalığa değil, ancak Allah'ın lûtfuna İtimat edilmesine işaret buyuruyor, İnsanlık gereği meydana gelen kusurlardan, yanlış fikirlerden dolayı tövbekar olarak ilâhî affa iltica edenlerin af ve mağfirete nail olacaklarını müjdeliyor. Şöyle ki: Ey Müslümanlar!. Düşününüz, İslâm dinî sayesinde ne kadar başarılara nail oldunuz. Evet... (Muhakkak ki. Allah Teâlâ size birçok mevkilerde) bir nice savaş alanlarında (yardım etmiştir.) Bu cümleden olarak Bedir, Kureyza, Nadir, Hudeybiye, Hayber savaşlarında Mekke'i Mükerreme'nin fethi gününde sizi ilâhî yardımına nail buyurmuştur. (Huneyn gününde de) O Huneyn Savaşı zamanında sizi zafere kavuşturmuştur. Bir kere düşünün (o gün ki,) o Huneyn Savaşı başlarken (çokluğunuz) ordunuzun büyük bir kuvvete sahip olması (sizi güvendirmişti.) artık böyle bir kuvvetin mağlûp olamayacağına inananlarınız bulunmuştu. (Fakat bu) kuvvet, bu çokluk size başlangıçta (fâide vermemişti.) düşmanlarınızı hemen cezalandırmaya sebep olmamıştı. Hatta Ey Müslümanlar!. Orada (Yeryüzü genişliğiyle beraber sizin üzerinize dar gelmişti.) Çok korkmuştunuz, orada duramaz olmuştunuz, âdeta kalplerinizin yatışacağı emin bir yer bulamaz gibi bir hâle düşmüştünüz, (Sonra da) düşmanlarınız olan kâfirlere (arka çevirir olduğunuz halde) yenilmiş olarak (dönüp gitmiştiniz.) savaş alanında yalnız Rasûlüllah ile birkaç zat kalmıştı.

Bu hâdise müslümanlar için bir hikmet dersi idi. Tâki, daima Cenâb-ı Hak'ka tevekkül ve sığınmada bulunsunlar, muvaffakiyeti ancak ondan beklesinler, kendi maddî varlıklarına güvenmesinler, yurtlarına, akrabalarına, servetlerine alâka bahanesiyle din uğrunda fedakârlıkta bulunmaktan kaçınmasınlar.

 

 

 

26.       Sonra Allah Teâlâ Resulü üzerine ve mü'minler üzerine rah-metini indirdi ve sizin görmediğiniz ordular indirdi ve kâfîr olanları azap I an d irdi ve bu ise kâfirlerin cezasıdır.

26.    (Sonra Allah Teâlâ) Lütfetti (Resulü üzerine ve) mağlup olup dağılmış olan (mü'minler üzerine rahmetini indirdi) kalplerine sükûnet verdi, tekrar kendilerini toplayarak Yüce Peygamberin yanına koştular, savaşa başladılar (ve) Ey müslümanlar!. Cenâb-ı Hak (sizin görmediğiniz ordular indirdi) size imdat için birçok melekler gönderdi. (Ve kâfir olanları) öldürmekle, esaret ile, mallarının ellerinden alınmasiyle (azaplandırdı) onları yenilgiye uğrattı, (ve bu) azap (ise kâfirlerin) dünyevî (cezasıdır.) onların ahiretteki cezaları ise daha büyüktür ve ebedîdir.

 

 

 

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

03 Kasım 2009, 15:29:00
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #2 : 03 Kasım 2009, 15:29:00 »




41. Siz hafif ve ağırlıklı olarak cihada çıkınız ve Allah Teâlâ'nın yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihadda bulununuz. Bu, sizin için hayırlıdır. Eğer bilir kimseler oldunuz ise.

41.   Bu mübarek âyetler, müslümanları herhalde cihada katılmaya teşvik ediyor ve özendiriyor, bir takım mazeretlerine binaen cihada iştirak etmemiş olduklarına dair yalan yere yemin edeceklerin bu hallerini kınıyor. Bu gibi kimselerin halleri tamamen anlaşılmayınca cihada iştirak etmemeleri için kendilerine verilen iznin uygun olmayacağına işaret buyuruyor. Şöyle ki: Ey Müslümanlar!. (Siz hafif ve ağırlıklı olarak cihada çıkınız) Yani: Size kolay gelsin gelmesin herhalde seferber olunuz. Fedakârlıkta bulunun, neş'eli olun olmayın, nakil vasıtaları bulunsun bulunmasın, gerek genç ve gerek yaşlı olun herhalde fevkalâde bir mâni bulunmadıkça cihaddan geri katmayın (ve Allah Teâlâ'nın yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihadda bulununuz) Yani: Mümkün oldukça böyle fedakârlıklardan çekinmeyiniz, böyle mal ile ve can ile cihad kabil olmayıp yalnız biriyle kabil olduğu takdirde o şekilde hareket edilmesi lâzım gelir. Meselâ: Bedenen cihada katılamayacak bir müslüman, malı var ise savaşa maliyle yardımda bulunmalıdır. (Bu sizin için hayırlıdır.) Yani: Böyle cihada atılmak, maddî ve manevî bir nice faideleri içermektedir. Bu vatanın, İslâmiyet'in korunmasına hizmet eder. Uhrevî sevaplara vesiledir, (eğer siz) Bu faideleri düşünüp takdir eder, (bilir kimseler oldunuz ise) öyle hak yolunda mümkün olan fedakârlıkarı yapmaktan geri durmazsınız.

 

 

 

 

42.    Eğer o, yakın bir ganimet ve orta bir sefer olsa idi elbette sana tâbi olurlardı. Fakat o meşakkatli mesafe onlara uzak geldi ve az sonra Allah Teâlâ'ya yemin edeceklerdir ki; eğer iktidarımız olsa idi elbette seninle beraber sefere çıkardık. Bunlar kendilerini helak ediyorlar. Allah Teâlâ ise onların mutlaka yalancı kimseler olduklarını biliyor.

42.      Resulüm!. (Eğer o) Davet edildikleri şey (yakın bir ganimet) kolaylıkla elde edilebilir dünyevî bir menfaat olsa idi (ve orta bir sefer) ne pek uzak, ne de pek yakın olmayıp orta bir halde bulunmuş (olsa idi) ganimete ulaşmak arzusuyla (elbette sana tâbi olurlardı) o sefere iştirak ederlerdi. (Fakat o meşakkatli mesafe) Kolaylıkla varılamayacak olan Tebük savaş alanı (onlara uzak geldi) o sebeple bahaneler yaparak bu sefere iştirak etmediler, (ve az sonra) Tebük seferinden dönüşünüzü müteakip (Allah Teâlâ'ya yemin edeceklerdir ki) biz bir Özür dolayısıyla geri kaldık (eğer iktidarımız olsa idi) o sefere bedenen katılmaya zamanımız, vücudumuz müsait     bulunsa idi (elbette seninle beraber) o (sefere çıkardık) savaşa iştirak ederdik, (bunlar) Böyle yalan yere yemin edenler, bu yüzden (kendilerini helak ederler)

kendilerini   azabı hak ettirirler de bunu takdir edemezler. Nitekim bir hadisi şerifte: Yalan yere yapılan yemin, yurtları harabe yerine döndürür, felâketlere sebep olur. (Allah Teâlâ ise onların) O yemin edenlerin (mutlaka yalancı kimseler olduklarım bilir) onların bu sefere katılmaya muktedir olduklarını, bu hususta yalan yere yemin ettiklerni bilip cezalarını verir. Onlar bu yalan yere yeminleriyle kendilerini felâkete itiyorlar da bundan haberleri yok.

§ Bu âyeti kerime, Tebük savaşına katılmamış olan münafıklar hakkında nazil olmuştur.

 

 

 

 

43. Allah Teâlâ seni af etsin, ne için doğru söyleyenler sence belli oluncaya ve sen yalancıları bilinceye kadar -beklemeden-onlara izin verdin.

43.       Ey Yüce Peygamber!. (Allah Teâlâ seni affetsin) Sen Allah'ın affına, ilâhî korumaya daima mazharsın, ne için ihtiyatta bulunmadın ne için daha iyi ve daha üstün olan yavaş davranmayı tercih etmedin de o sefere katılmayaların yeminlerine itimatta bulundun?. (Ne için doğru söyleyenler) Malî, bedenî iktidarları olmayanlar, doğru yere mazeret ileri sürenler (sence belli oluncaya) güzelce anlaşılıncaya kadar (ve sen yalancıları) yalan yere yemin edenleri (bilinceye kadar) beklemeden (onlara izin verdin?.) Cihada katılmamalarına müsaade de bulundun?.

§ Bu müsaade haddizatında bir iyi niyete, bir yemin yapılmasına, bir içtihada mebni vâki olduğundan bir günah mahiyetinde değildir. Bilâkis daha iyi olanı terk kabilindendir. Zaten Rasülü Ekrem Hazretleri günahlardan korunmuştur. Onun böyle af ile müjdelenmesi ise hakkında bir ilâhî iltifattır, bir tazim ve yüceltmekten ibarettir. Nitekim hürmete şâyân olan zatlara yapılan hitaplarda: Allah Teâlâ seni af etsin, seni ıslah eylesin, seni izzetli kılsın, senden razı olsun denilir ki, bu bir iltifattır ve %'^zt başlamak (için söylenen) önsözdür.

 

 

 

 

44.  Allah Teâlâ'ya ve ah i ret gününe imân edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihadda bulunmak hususunda senden izin istemezler. Allah Teâlâ takva sahiplerini hakkıyla bilicidir.

44. Bu mübarek âyetler, müminler ile münafıkların arasındaki farkı gösteriyor. Müminlerin ne kadar fedakâr olduklarını, münafıkların da ne kadar imândan uzak, şaşkın bir halde bulunduklarını bildiriyor. Şöyle ki: Resulüm!. (Allah Teâlâ'ya ve ah i ret gününe imân edenler) Bunları kalben tasdik eyleyenler (senden izin istemezler) cihada katılmak için birer bahane ileri sürerek, müsaade almak arzusunda bulunmazlar. Yahut cihada atılmak için o kadar arzuda bulunurlar ki, onu bir dinî vazife bildikleri için ayrıca bir müsaade istemeksizin hemen cihad sahasına atılırlar. Bu hususta onlar için bir işaret yeterlidir. Nitekim Tebük savaşı sırasında Rasülü Ekrem Efendmiz, Hz. Ali'ye Medine'de kalmasını emretmişti. Böyle cihada iştirak etmemek Hz. Ali'ye pek ağır gelmiş, âdeta üzülmüştü Yüce Peygamber Efendimiz de ona teselli vermiş: "Ya Ali! İstemez misin ki, benim yanımda senin mevkiin. Musa'nın yanında Harun'un mevkii gibi olsun" diye buyurmuştu. Hz. Musa Aleyhisselâm Tür'a giderken       kardeşi Harun Aleyhisselâm'ı kendi yerine kaymakam tâyin etmiş, yurdunda bırakmıştı. (Allah Teâlâ) ise o (takva sahiplerini) Cenab'ı Hak'kın emrine muhalefet etmeyip çabucak itaat gösterenleri (hakkiyle bilicidir) artık onları elbetteki, mükâfata nail buyuracaktır.

 

 

 

45. Senden ancak o kimseler -cihada iştirak etmemek için- izin isterler ki. Allah Teâlâ'ya ve ah i ret gününe inanmazlar ve onların kalpleri şüpheye düşmüştür. Artık onlar o kuşku -ve şüphelerinde- tereddütlü bulunur dururlar.

45.       Ya Muhammedi. Aleyhisselâm. (Senden ancak o kimseler) Bir özürleri bulunmadığı halde cihaddan geri kalmak için (izin isterler ki) onlar münafıklardır, zahiren müslüman görünürler, fakat hakikati halde onlar (Allah Teâlâ'ya ve ahiret gününe inanmazlar) onlar ne sevap isterler, ne de azaptan korkarlar, (ve onların kalpleri) imân hususunda (şüpheye düşmüştür.) onların kalpleri, vicdanları ilmî bir kanaate, sağlamlığa sahip değildir, (artık onlar) O kalplerinde yerleşmiş olan (kuşku ve şüphelerinde tereddütlü) şaşkın, ne yapacaklarını şaşırmış bir halde (bulunur dururlar.) onlar ne kâfirler ile beraber olurlar, ne de müminler ile. Onlar red ile kabul arasında tereddütlü buunurlar, hiçbirine kesin bir şekilde karar veremezler. O münafıklar, nifak dolu bir kalb ile şaşkın şaşkın bir halde yaşarlar, İşte münafıkların halleri böyle zelilce, cahilce olmaktan başka değildir.

 

 

 

46.        Eğer -cihada- çıkmak isteseydiler, elbette onun için bir hazırlık -bir kuvvet- hazırlar idiler. Fakat Allah Teâlâ onların cihada çıkmalarını çirkin gördü de onları alıkoydu. Ve oturanlar ile beraber oturunuz denildi.

46.       Bu mübarek âyetler, münafıkların cihada katılmak işlemediklerini, maamafih onların İslâm kuvvetlerine katılmaları, zarardan başka birşeye yarayamıyacağını bildiriyor. Nitekim onların evvelce de ne bozguncu arzularda bulunmuş olduklarını, buna rağmen hakteceli edip müslüman I arın başarılara nail olduğunu hatırlatıyor. Şöyle ki: Ey Allah Teâlâ'nın Peygamberi!. Münafıklar bir özürleri bulunmadığı halde seninle beraber cihadda bulunmamak için senden müsaade isterler. (Eğer) Onlar cihada, Tebük seferine (çıkmak isteseydiler elbette) daha evvelce o cihad için (bir hazırlık) bir kuvvet, bir silâh vesaire (hazırlar idiler) böyle cihad zamanı gelince silâhımız, nafakamız yok diye mazeret bildirmelerine yer kalmazdı. Bunlar birer bahanel. (Fakat Allah Teâlâ onların cihada çıkmalarını çirkin gördü) Onların o ahlâk bozuluğu seebiyle İslâm ordusuna karışmalarına razı olmadı da (onları) yerlerinde korku ile; tenbellik ile (alıkoydu) hapsetti, onları o cihad şerefinden, sevabından mahrum bıraktı. Artık onlara: Siz de (oturanlar ile beraber oturunuz) siz de kadınlar, çocuklar gibi, hastalar gibi yerinizden ayrılmayınız (denildi) yani: Cenâb-ı Hak öyle takdir buyurmuş oldu, onların kalplerinde böyle cihaddan geri kalmak hırsı yüz gösterdi. Artık öyle şerefli bir cihada katılmaya muvaffak olamadılar.

 

 

 

 

47.   Eğer sizin aranızda -cihada- çıkacak olsalardı, size bozgunluktan başka birşey arttırmış olmayacaklardı ve sizin aranıza fitne sokmak isteyerek koşar dururlardı. Ve sizin aranızda onları   ziyadesiyle dinleyenler de vardır. Allah Teâlâ o zâlimleri tamamiyle bilicidir.

47. Bununla beraber o münafıkların İslâm kuvvetlerine katılmamaları, müslümanların menfaatleri icabıdır. Çünkü Ey müslümanlarl. (Eğer) O münafıklar (sizin aranızda) cihada (çıkacak olsalardı) size bir faideleri dokunmazdı, bilâkis (size bozgunluktan) şer ve fesattan (başka birşey a...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

03 Kasım 2009, 15:32:15
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #3 : 03 Kasım 2009, 15:32:15 »





61. Ve yine onlardan öyle kimseler vardır ki. Peygamberi incitirler. O bir kulaktır, -herkesi dinler- derler. De ki: O sizin için bir hayır kulağıdır. Allah Teâlâ'ya imân eder ve mü'minler için -sözlerinin doğruluğuna inanır ve sizden imân edenler için bir rahmettir. Ve o kimseler ki. Allah Teâlâ'nın Peygamberini incitiverirler, onlar için pek acıklı bir azap vardır.

61. Bu mübarek âyetler, münafıkların Rasülü Ekrem hakkındaki cahilce bir sözlerini kmamaktadır. Onların yalan yere yemin ederek müslümanları kendilerinden hoşnut etmek      istediklerini bildirmektedir. O münafıkların Cenâb-ı Hak'ka ve Resulüne muhalefetlerinden dolayı ebedî olarak azap çekeceklerini ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve yine onlardan) O münafıklardan (o kimseler de vardır ki) kötü sözleriyle hareketleriyle (Peygamberi incitirler) onun mübarek kalbini incitmekten geri durmazlar. Bu cümleden olarak (O) Peygamber (bir kulaktır) yani: Herkesi dinler, aldanır, saf kalpli bulunur, herkesin sözüne inanır kıymet verir (derler) Resulüm o cahillere de ki: (o) Peygamber (sizin için bir hayır kulağıdır.) o öyle sizin iddianız gibi değil, belki hayrı, hak sözü dinler, onu kabul eden bir kulak sahibidir. O öyle bir Peygamberdir ki (Allah Teâlâ'ya imân eder) mazhar olduğu ilâhî vahye, ve nail bulunduğu yüce delillere, mucizelere dayanarak Cenâb-ı Hak'kın varlığını, birliğini, kudret ve büyüklüğünü bilir tasdik eyler. (Ve mü'minler için) Sözlerinin doğruluğuna, onların samimiyetine, kalbinin itilasına (inanır) onları mümin olarak kabul eder, onları yalanlamaz. Ve o Yüce Peygamber (sizden imân edenler için bir rahmettir) Allah'a ve Resulüne imân ettiklerini söyleyenleri taltif eder, onların görünür hallerine bakar, müslümanlıklarını tasdik eyler, haklarında iyi muamele gösterir. Onların sözlerini bir bilmezlik veya safdillik eseri olarak değil, bir şefkat ve merhamet eseri olarak dinler, haklarında şefkat ve merhametle muamelede bulunur. (Ve o kimseler ki,) O Yüce Peygamberin o kadar, şefkatle, yumuşaklıkla muamelesine rağmen (Allah Teâlâ'nın) o muhterem (Peygamberini incitîverirler) hakkında lâyık olmayan sözleri sarfederler, o bir kulaktır, diye ona safdillik isnat ederler, artık (onlar için) öyle bir iyiliğe, güzel muameleye karşı böyle kötü yakıştırmalarda bulunanlara, bu cahilce cüretlerinden dolayı (pek acıklı bir azap vardır) onlar dünyada da, ahirette de belâlarını bulacak, ebedî azaba tutulacaklardır. İşte kâfirce, münafıkça hareketlerinin cezası..

§ Rivayete nazaran münafıklar bir yerde toplanarak Rasûlü Ekrem Hazretlerini şanına lâyık olmayan şeylerle anmaya başlamışlar, içlerinden birisi demiş ki: Öyle söylemeyiniz, korkarım ki sözlerinizden o haberdar olur. (Cellas Ibni Süveyd) demiş ki: O her söyleneni dinler, inanır bir kulaktır. Biz dilediğimizi söyleriz, sonra da onun yanına gider, söylemedik diye yemin ederiz, o da inanır durur. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmşutur.

 

 

 

 

62. Sizin için Allah Teâlâ'ya and içerler ki, sizi -kendilerinden-razı kılsınlar. Halbuki, kendisini razı kılmaya en haklı olan Allah Teâlâ ile Peygamberidir. Eğer mü'min kimseler işler onların rızasını elde etmeye çalışsınlar.

62.      Ey mü'minler!. O münafıklar (Sizin için) sizi inandırmak maksadiyle (Allah Teâlâ'ya and içerler ki, sizi -kendilerinden- razı kılsınlar) yani: Tebük savaşına ve s ai reye katılmadıklarının bir mazeret sebebiyle olduğunu iddia eder ve bu iddialarını yalan yere yemin ile kuvvetlendirmek isterler ki, müslümanlar kendilerinden yüz çevirmesinler, onlardan hoşnut bulunsunlar, (halbuki, kendisini razı kılmaya en haklı olan Allah Teâlâ ile Peygamberidir.) onların emirleine itaat etmelidir. Onlara muhalefeten sakınmalıdır. (Eğer mü'min kimseler iseler) öyle iddia ettikleri gibi hakikaten imân sahipleri bulunuyorlarsa Cenâb-ı Hak ile Peygamberinin rızasını kazanmaya çalışmalıdırlar.

§ Bir rivayete göre Tebük savaşına iştirak etmeyen münafıklardan bir grup, Medine'i Münevvereye dönen Rasûlü Ekrem'in huzuruna gelmişler, yemin ederek özür beyan etmişler. Artık onların hakkında bu âyeti kerime nazil olmuştur.

 

 

 

 

63.  Bilmezler mi ki, şüphesiz her kim Allah Teâlâ'ya ve Resulüne muhalefette bulunursa artık onun için içinde ebediyen kalmak üzere cehennem ateşi vardır. Bu ise en büyük, daimî bir helaktir.

63. O münafıklar (Bilmezler mi ki, şüphesiz herkim Allah Teâlâ'ya ve Resulüne muhalefette bulunursa) onların emirlerine uymaktan kaçınır, kendilerine düşmanlıkta bulunur, İslâmiyet sahasından uzaklaşırsa (artık onun için içinde ebediyen kalmak üzere cehennem ateşi vardır) o bunu hak etmiştir (bu ise) böyle ebedî bir azap ise (en büyük, daimî bir helaktir) ebedî bir rüsvaylıktır. Acaba o münafıklar, böyle pek elem verici bir akıbeti hiç düşünmezler di?. O ne kadar cehalet!.

 

 

 

64. Münafıklar, üzerlerine bir süre indirilip de onlara kalplerinde olanı açıkça haber vereceğinden korkarlar. De ki: Siz alay edip durunuz. Şüphesiz ki Allah Teâlâ sizin çekinir olduğunuz sjeyi açığa çıkarıcıdır.

64.        Bu mübarek âyetler, bir takım münafıkların hem nifaka devam, hem de bu kâfirce hallerini teşhir edecek bir sürenin nüzulünden endişe eder olduklarını bildirmektedir. Ve onların bu münafıkça vaziyetleri kendilerine ihtar edilince boş bir mazeret ileri sürer olduklarını beyan etmektedir. Bu münafıkça hallerinden tövbe edeceklerin affa nail olduklarını, etmeyenlerin de azaba uğrayıp duracaklarını kendilerine ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Münafıklar, üzerlerine) yani: Kendi kötü hâl ve durumları hakında Allah tarafından Rasülü Ekrem'e (bir süre indirilip de onlara) o münafıklara (kalplerinde olanı) kötü maksatlarını, gizli düşüncelerini, müminlere karşı olan düşmanlıklarını, alay eder lâkırdılarını (açıkça haber vereceğinden korkarlar) kendi kötü maksatlarının, ahlâkî kötülüklerinin daha iyi anlaşılmış olacağından endişeye düşerler. Resulüm!. O münafıklara (de ki: Siz alay edip durunuz) bu alçaklığında devam ediniz, bu emir onların haklarında bir ilâhî tehdittir. (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ sizin çekinir olduğunuz şeyi) kalplerinizde sakladığınız nifak ve ayrılığı bir süre indir inzaliyle (açığa çıkarıcıdır.) Sizin o denaatinizi elbette teşhir buyuracaktır. Nitekim teşhir de buyurmuştur.

§ Münafıklar, hem Rasülü Ekrem'de görünen olgunlukları, bir takım sırlara ait şeyleri haber vermesini görüyorlar, hem de kıskançlıklarından heva ve hevese düşkünlüklerinden dolayı onun peygamberliğini samimî şekilde tasdik etmiyorlardı. Bu sebeple bir korku içinde yaşıyorlardı.

§ Bu âyeti kerimenin nüzul sebebi hakkında deniliyor ki, Rasülü Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem efendimiz Tebük seferinden dönerken kendisine sui'kastta bulunmak için on iki münafık Akabe mevkiinde gizlice toplanmışlardı. Yüce Resul Hazretleri Cibrili Emin'in haber vermesi üzerine bunların bu maksatlarını öğrenmiş, eshab-ı kiramdan "Huzeyfe"yi göndermiş, onların binmiş oldukları hayvanların yüzlerine Hz. Huzeyfe tokat vurmuş, onları ürkütmüştü. O münafıklar da yoldan çekilmişlerdi. Fakat Hz. Hüzeyfe bu münafıkların kimler olduğunu anlamamıştı. Rasülü Ekrem Hazreleri onların adlarını bildirmiş, kendilerine dair malûmat vermişti. Bu münafıkların öldürülmesi istendi. Fakat Yüce Peygamberimiz buna müsaade vermedi. "Muhammed, savşata galip olunca kendi eshabını da öldürmeğe başladı" denileceğinden onların öldürülmesini uygun görmeyip Cenâb-ı Hak bize yeter diye buyurmuştur. İşte bu iki âyeti kerime bu gibi münafıklar hakkında nazil olmuştur.

 

 

 

 

65.    Ve and olsun ki, onlardan soracak olsan "elbette biz ancak söze dalmış, şakalaşıyorduk" diyeceklerdir. De ki: Siz Allah ile mi ve onun âyetleriyle ve Resülu ile mi eğleniyorsunuz?.

65. (Ve) Habibim!. Bir olan zatıma (and olsun ki, onlardan) o munaıklardan seninle ve Kur'an'ı Kerim ile yaptıkları alaylara nasıl cür'et ettiklerini (soracak olsan elbette) özür beyanında bulunurak (biz ancak söze dalmış) neşe ile yol alabilmek için (şakalaşıyorduk) bununla bir alay etme kasdinde bulunmuş değildik (diyeceklerdir) Resulüm!. Sen onların bu alay etmelerine iltifat etme. Onlara (de ki: Siz Allah ile mi) onun emirleriyle, farzlariyle, hükmleriyle mi (ve onun âyetleri) ile mi, onun Kur'an'ı ile mi ve diğer dine ait olup değiştirme ve bozma mümkün olmayan delilleri ile mi (ve Resülu ile mi) o Yüce Yaratıcının sizi islâh etme ve yüceltmeye çalışan Yüce Peygamberi ile mi (eğleniyorsunuz?.) Bu ne kadar cahilce bir cür'et, nekadar kınamaya, ceza vermeye lâyık bir hareket!.

§ Rivayete göre Rasülü Ekrem, Tebük seferine giderken İslâm ordusu arasında bir takım münafıklar da bulunmuştu. Bunlar kendi arlarında Kur'an ile, Rasülü Ekrem ile eğlenmede bulunuyorlar, "Bakınız şu kişi Şam'ın kalalarını, köşklerini fethetmek istiyor, ne kadar uzak!." diyorlardı. Cenâb-ı Hak bunların bu aşağılık halinden Peygamber Efendimizi haberdar kıldı, o Yüce Peygamber de bu münafıkları yolda durdurarak: Siz neden şöyle şöyle söylediniz" diye ihtar buyurmuş, o münafıklar da "Ey      Allah'ın Resulü!. Biz senin ve esbabının hakında birşey söylemiş değiliz, biz yol- alabilmek için lâtif ede, şakada bulunduk" demişlerdi. İşte bunların böyle yalan yere mazeret ileri sürdüklerini tekzib etmek kendilerini kınamak için bu âyeti kerime nazil olmuştur.

 

 

 

 

 

66. Özür beyanında bulunmayınız, muhakkak ki, siz imanınızdan sonra kâfir oldunuz. Eğer sizden bir zümreyi -tövbe edeceklerinden dolayı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

03 Kasım 2009, 15:35:30
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #4 : 03 Kasım 2009, 15:35:30 »




81.   Rasûlullah'a muhalefet için geri kalmış olanlar, oturmalariyle sevindiler ve Allah yolunda mallariyle ve canlariyle cihadda bulunmalarını kötü gördüler ve şu sıcakta cihada çıkmayın dediler. De ki: Cehennemin ateşi sıcaklıkça daha şiddetlidir, eğer iyice anlar kimseler olsalar idi.

81. Bu mübarek âyetler, münafıkların Allah yolunda cihadda bulunmaktan kaçınmış, başkalarını da alıkoymaya çalışmış olduklarını bildiriyor, ve onların bu kötü hareketlerinden dolayı nekadar kötü bir âkibete uğrayacaklarını haber vermiş bulunuyor. Şöyle ki: Tebük seferi sırasında (Rasûlullah'a muhalefet için geri kalmış olanlar) boş bahanelerle Cenâb-ı Peygamber'den izin almış bulunan münafıklar (oturmalariyle) sefere gitmeyip yurtlarında kalmalariyle (sevindiler) Yüce Peygamber'e muhalefeti bir başarı kabul ettiler, meşakkatli bir seferden kurtulduklarından dolayı sevindiler. (Ve) O cahiller (Allah yolunda malariye ve canlariyle mücahedede bulunmalarını kötü gördüler) öyle bir fedakârlığı, fuzulî, kötü sandılar, öyle bir yüceliğin kadrini, manevî mükâfatını takdir etmek yeteneğinden mahrum bulundular. (Ve) seferber olan ashab-ı kirama veya kendi arkadaşlarına da (şu sıcakta cihada çıkmayın dediler) onları da bu fedakârlıktan geri bırakmak istediler. Allah yolundaki bir fedakârlığın kıymetini anlayamadılar. Resulüm!. Onları reddetmek ve cehaletlerini ortaya koymak için (de ki, cehennemin ateşi sıcaklıkça) şu dünyada kendisinden kaçındığınız ve başkalarını da geri bırakmaya çalıştığınız sıcaktan (daha şiddetlidir) bunu siz hiç düşünmez misiniz?. Evet... (Eğer) bu dünya hayatının ve dünyevî meşakkatlerin   geçici olduğunu, uhrevî hayatın sürekli ve uhrevî meşakkatlerin daha ziyade ve daha sıcak, eleme sebep bulunduğunu onlar (iyice anlar kimseler olsalardı) bunu bilir öyle bir muhalefette, münafıkça bir harekette bulunmaya cesaret edemezlerdi.

 

 

 

82. Artık onlar kazanmış, oldukları şeyin cezası olmak üzere pek az gülsünlür ve pek çok ağlasınlar.

82.    (Artık onlar) O münafıklar, o dünya meşakkatine bakıp da ahiret meşakkatlerini düşünmeyen kâfirler daha dünyada iken (kazanmış oldukları şeyin) çeşit çeşit günahların, emirlere muhalefetin, başkalarını saptırmaya çalışmalarının (cezası olmak üzere) bu muvakat dünya hayatında (pek az gülsünler) eğlensinler, zevklerine baksınlar bunların ne ehemmiyeti var, hepsi de yok olmaya mahkumdur. Fakat onlar bir kere de ahiret hayatını düşünsünler, oradaki görecekleri azapları göz önüne alsınlar (ve pek fazla ağlasınlar) sürekli olarak üzüntü ve kder içinde kalsınlar, onların hallerine münasip olan budur. Zaten de öyle olacaktır. Bu bir emirdir ki, haber verme mahiyetinde bulunmaktadır.

 

 

 

 

83.      Eğer Allah T e âlâ seni onlardan bir taifenin yanına döndürür de başka bir cihada çıkmak için senden izin isterlerse de ki: Artık siz benimle beraber çıkmayınız ve benim maiyetimde olarak savaşta bulunmayınız. Çünki, siz ilk defa da oturmaya razı oldunuz. Artık geri kalanlar ile beraber oturunuz.

83.   Bu mübarek âyetler, münafıkların ne kadar alçak, zelîl kimseler olduğuna işaret ediyor. Münafıkların cihada iştirak ettirilmeyeceğini ve onların üzerlerine cenaze namazı kılınamıyacağını bildiriyor. Onların mal ve evlâtlarının kendi haklarında bir azap vesilesi olup gıpteye lâyık şeyler bulunmadığını ihtar buyuruyor. Şöyle ki: Ey Yüce Resul!. (Eğer Allah Teâlâ seni) Tebük seferinden sonra (onlardan) o seninle beraber cihada çıkmayıp geri kalan münafıklardan (bir taifenin) yani: Nifaktan tövbe etmemiş veya doğru bir özür ile özür beyanında bulunmamış olanların (yanına döndürür de) Tebük seferinden (başka bir cihada çıkmak için senden izin isterlerse) o nifak üzere devam etmiş olan taifeye (de ki: Artık siz benimle beraber) hiçbir sefere (ebediyen çıkmayınız) Cenâb-ı Hak, beni size ihtiyaçsız kılmıştır. (Ve benîm beraberimde olarak) benimle beraber hiçbir (savaşta bulunmayınız) artık siz buna asla muvaffak olamayacaksınızdır. (Çünki siz ilk defa da) Tebük seferinde (oturmaya) Medine'de kalıp sefere çıkmamaya (razı oldunuz) bu sefere katılmamayı hakkınızda faydalı gördünüz. (Artık) Cihaddan (geri kalanlar ile) savaştan kaçınanlar ile, kadınlar ve çocuklar ile (beraber oturunuz»-siz cihada katılmaya lâyık kimseler değilsinizdir.

 

 

 

 

84.    Ve onlardan hiçbir şahsın üzerine ölmüş olunca ebedî olarak namaz kılma ve kabrinin üzerinde durma. Çünki onlar Allah Teâlâ'yı ve Resulünü inkâr ettiler ve onlar fasık olarak öldüler.

84. (Ve) Ey Yüce Resul!, (onlardan) O nifakları gerçekleşmiş kimselerden (hiçbir şahsın üzerine ölmüş olunca ebediyen namaz kıma) cenaze namazı kılmaya kalkışma (ve) öyle bir münafıkın (kabrinin üzerinde durma) kabri yanında durup onun için duada, af talebinde bulunma. (Çünki onlar Allah Teâlâ'yı ve Resulünü inkâr ettiler) Sonra da küfrlerinden dönüp tövbe ve istiğfar etmediler, (ve onlar fasık) Küfür ve nifaklarında ısrarlı ve inatçı (olarak öldüler) artık öyle kâfirler hakkında ehli imâna ait dinî merasim nasıl yapılabilir?. Onlar bu merasime lâyık değildirler. Bundan faydalanacak kabiliyetten mahrum kalmış, beşeriyet için zararlı bulunmuş kimseleren başka değildirler...

§ Rivayete göre "Abdullah Ibni Übey, adındaki şahıs görünürde müslüman görünüyor, haddizatında ise münafıkların reisi bulnuyordu. Hasta olmuş, Rasülü Ekrem de onu görmeğe gitmişti. Rasülü Ekrem Efendimizinden rica etmiş. Ben ölünce namazımı kıl, kabrimin üzerinde dur bana du'a et demiş, sonra da birisini Rasülullah'a göndererek mübarek gömleğini kendisine kefen yapmak için istemişti. Yüce Peygamberimiz mübarek gömleğini gönderdi. Hz. Ömer o pis herife bu mübarek gömleğin gönderilmesini istememiş ise de Rasülü Ekrem Efendimiz: Benim gömleğim onu azaptan kurtaramaz. Bir isteyeni reddetmek uygun değildir. Bununla beraber umulur ki. bu sebeple birçok münafıklar nifakı terkederek samimî bir biçimde müslüman olurlar diye buyurmuştu. Gerçekten de O münafıkların reisi, bu mübarek gömlekten fâide beklediğini görünce, bin kadar münafık, düşüncelerini düzelterek Islâmiyeti ciddî şekilde kabul etmişlerdir.

Bir de deniliyor ki: Bedir savaşında esir düşmüş olan Peygamberimizin amcası, Abbas, Medineye getirilmiş. Gömleksiz bulunuyordu. Ibni Übey ise, Peygamberimize bir iyilik göstermek için kendi gömleğini Ab bas'a vermişti. Bu defa Rasülü Ekrem de o iyiliğe -bir karşılık olmak üzere mübarek gömleğini ona göndermişti. Zaten Yüce Peygamber Efendimiz pek fazla merhamet ve şefkat sahibi olduğundan      herhangi bir isteyeni reddetmek istemezdi.

Sonra Ibni Übey ölmüş, kendisi gibi Abdullah adında bulunan oğlu ise, halis bir müslüman bulunuyordu. Bu, Rasülullah'ın huzuruna gelmiş, babasının cenaze namazını kıldırmasını rica etmişti. Rasülü Ekrem de "sen namazını kıldır ve demet" diye emreylemişti. Fakat Abdullah; Ya Rasülüllah!, eğer onun cenaze namazını sen kılmazsan hiçbir müslüman kılmaz" diye tekrar ricada bulunmuş, Rasülü Ekrem de bu namaz için ayağa kalkmış ise de Hz. Ömer, Rasülüllah ile kıble arasına engel olmuş, bu namazın kılınmasını istememişti. İşte bu sırada idi ki, Cibril Emin gelerek bu âyeti kerimeyi tebliğ etmiş, öyle küfür üzere ölmüş münafıklar için cenaze namazının ve dua ile af dilemenin caiz bulunmadığı belli olmuştur.

Ibni Übey son zamanlarında Rasülü Ekrem'den dua ve istiğfar niyazında bulunmuş idi. Bu hal, kendisinin fikir değiştirerek İslâmiyet'i kabulüne delâlet ettiği için olmalıdır ki. Yüce Peygamber Efendimiz onun namazını kıldırmak lütfunda bulunmak istemişti. Fakat bu âyeti kerimenin inişiyle onun yine nifak üzere ölmüş olduğu bilinmiştir.

85. Onların malları ve evladları seni imrendirmesin. Allah Teâlâ, diliyor ki, onları bunlar sebebiyle dünyada azaba uğratsın ve onların canlarını kâfirler oldukları halde gidersin.

85.  Bir takım münafıklar, kâfirler bu dünyada bir takım varlıklara sahip olabilirler. Fakat bunlar onların haklarında gelecekte büyük mes'uliyetlere, azaplara sebep olacaktır. Artık ey mü'minler!. (Onların malları ve evlâtları sizi imrendirmesin) bunlar haddizatında imrenmeğe lâyık şeyler değildir. (Allah Teâlâ deniliyor ki: Onları) O münafıkları, kâfirleri (bunlar sebebiyle) böyle malları, evlâtları yüzünden (dünyada azaba uğratsın) birçok meşakkatlere, facialara mâruz bıraksın (ve onların canlarını kâfirler oldukları halde gidersin) öyle dünyevî şeyler ile uğraşarak hak ve hakikattan gafil, hakikî geleceği, dost ve saadeti teamül ve tefekkürden mahrum olarak ölüp ebedî mücazata kavuşsunlar. İşte bütün bunlar, hakikî şekilde İslâmiyet'ten mahrumiyetin pek feci bir neticesidir. (55) inci âyeti kerimenin izahına da müracaat ediniz!.

 

 

 

 

86.  Allah Teâlâ'ya imân edin ve Peygamberinin beraberinde cihadda bulunun diye bir sure indiği zaman onlardan kudret ve servet sahipleri senden izin dilediler ve "bizi bırak oturanlar ile beraber olalım" dediler.

86. Bu mübarek âyetler, münafıkların imân etmeleri, cihada katılmaları hakkında ilâhî emre nekadar muhalefette bulunduklarını, bu sebeple kalplerinin nekadar katılaşıp hakikatları anlamaktan mahrum kaldığını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Münafıklara hitaben (Allah Teâlâ'ya imân edin) onun varlığına, kudret ve büyüklüğüne tam bir samimiyet ile inanın (ve Peygamberinin beraberinde) onunla beraber hak yolunda (cihadda bulunun diye bir süre) Kur'an'ı Kerim'in bir kısım âyetleri (indiği zaman) onlar bu ilâhî teklife karşı yine itaat göstermezler. (Onlardan kudret ve servet sahipleri) O münafıkların zengin...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes