Ömer Nasuhi Bilmen
Pages: 1
Nisa Suresi By: hafizvuslat Date: 31 Ekim 2009, 18:55:56
4-NÝSA SÛRESÝ

 

Bismillahirrahmanirrahim

 

 

 

1. Ey insanlar!. O Rabbinizden korkunuz ki, sizi bir nefsten ya-ratmýþtýr ve ondan da eþini yaratmýþtýr. Ve o ikisinden de birçok erkekler ve kadýnlar türetmiþtir ve Yüce Allah'tan korkunuz ki, onunla biribirinizden dilekte bulunursunuz, rahimlerden de korku-nuz, þüphe yok ki, Allah Teâlâ üzerinizde gözetleyicidir.

1. Bu âyeti kerime, insanlýðýn ilk yaratýlýþ sahasýna nasýl getirilmiþ olduðunu bildiriyor, bunu düþünerek Cenab'ý Hak'tan korkulmasýný ve akrabalýk haklarýna riâyet edilmesini emrediyor. Þöyle ki: (Ey insanlar!) Ey Son peygamberin gönderildiði zaman mevcut olan ve ondan sonra hayat sahnesine getirilen akýl sahibi ve mükellef Ademoðullarý!. (O Rabbinizden korkunuz) onun azabýndan sakýnarak O Yüce Allah'a itaat ediniz (ki, sizi bir nefsten yaratmýþtýr.) Ýlk atanýz olan Hz. Adem'in türemelerinden olarak bu hayat âlemine peyderpey getirmiþtir, (ve ondan) Hz. Adem'in sol eðe kemiðinden alarak (da eþini) Hz. Havva annenizi (yaratmýþtýr.) bu iki yaratýlýþ harikasýný böylece vücude getirmiþtir, (ve bu ikisinden de) Hz. Adem ile Havva'dan da (birçok erkekler ve kadýnlar türetmiþtir) yaratmýþ yeryüzüne yaymýþtýr. Artýk bu kadar muazzam mahlükatý böyle olaðanüstü bir þekilde meydana getirmiþ olan Yüce Yaratýcýdan korkmak, onun mukaddes hükümlerine uymak lâzým gelmez mi?. Elbette lâzým gelir. Öyle ise güzelce düþününüz (ve) O Yaratýcýnýz olan (Allah Teâlâ'dan korkunuz ki, onunla) onun mukaddes adýyla (birbirinizden dilekte bulunursunuz) meselâ: Allah için sana soruyorum, veya Allah adýna, Allah aþkýna senden þunu istiyorum gibi bir þekilde Allah'ýn adýný vesile edinirsiniz, (rahimlerden de korkunuz) akraba haklarýný gözetiniz, birbirinize olan münasebetleri, kesmeyiniz, birbirinizle görüþüp konuþunuz. Çünki hepiniz bir aileden dallanmýþ bulunuyorsunuz, aranýzda bir soy kardeþliði vardýr, (þüphe yok ki. Allah Teâlâ üzerinizde gözetleyicidir.) hepinizin bütün amellerinizi, hareketlerinizi görmektedir, korumaktadýr, o amellerinize göre sizlere mükâfat ve ceza verecektir.

§  Bu âyeti kerime ile baþlayan Nisa süresi, Medine'i Münevvere'de inmiþtir. Yüzyetmiþ altý âyetten meydana gelir. Baþlýca konularý: Aile hayatýna ait olduðundan böyle  "Nisa Sûresi" adýný almýþtýr. Ýçerdiði âyeti kerimeler, insanlýðýn yaratýlýþýna, kardeþliðine, aile teþkilatýna, ferdî, içtimaî haklara, vazifelere, cihada, dinî terbiyenin hakkýyla yerine getirilmesini temin edecek hükümlere ve diðer konulara aittir.

§ Adem'in yaratýlýþý: Kâinatýn Yüce Yaratýcýsý insanlýðýn ilk yaratýlýþýna dikkatimizi ve ilgimizi çekiyor. Evet... Cenab'ý Hak, Adem Aleyhisselâm'ý müstakil olarak bir insan olmak üzere topraktan yaratmýþ, ona ruh üflemiþ, onu baðýmsýz, hayat sahibi bir nice üstün vasýflarla vasýflanmýþ olarak varlýk sahnesine getirmiþtir. Sonra da Hz . Adem uyku halinde iken onun sol eðe kemiðinden alarak onun bir eþi, bir hayat arkadaþý olmak üzere Hz. Havva'yý yaratmýþtýr. Bu hadise, bazý zevata göre Hz. Adem'in cennete girmesinden evvel ve bazý zatlara, göre de sonra vuku bulmuþtur. Adem Aleyhisselâm uykudan uyanýnca yanýnda Hz. Havva'yý görmüþ, kendisiyle hayat arkadaþlýðýna baþlamýþ, bu iki kudret hârikasýndan da insanlýk nesli meydana gelmiþti. Milyonlarca kudret hârikalarýnýn karþýnýzda parlayýp durduðunu görmekteyiz. Artýk bu kadar hârikalarý vücude getirmiþ olan bir Yüce Yaratýcýnýn Hz. Adem ile Hz. Havva'yý da öyle baðýmsýz birer mükemmel insan olarak vücude getirmiþ olduðunu kim inkâr edebilir ve uzak görebilir?. Meðer ki kudretli ilâhîyeyi münkir olan bir cahil olsun. Þunu da düþünelim: Tabiat kanunu denilen þeylerde bir birlik vardýr, bir aynîlik ve her bakýmdan bir uygunluk cereyan etmektedir. Halbuki, insanlarda bu böyle midir?. Milyonlarca insanýn renkleri, simalarý, güzellikleri, çirkinlikleri, kabiliyetleri, tabiatlarý baþka baþkadýr. Bütün bu deðiþiklikler de gösteriyor ki, bütün insanlarýn, bütün kâinatýn mucidi, Yaratýcýsý, istediðini yapan, her þeye kadir ve yok olmayan bir hükümdardýr. Mahlûkatýný dilediði þeklide vücude getirmektedir. Artýk ona karþý son derece saygýlý olmak, azabýndan sakýnmak, onun bütün emirlerine, yasaklarýna uymak icabetmez mi? Elbette eder... Buna inanmýþýzdýr.

§ Palým, kelimesi, lügatte esirgemek, yakýnlýk, ana karnýnda olan oðlan yataðý, doðum yoluyla olan soy baðý demektir. Çoðulu erhamdýr. Sýla-i rahim de, akrabalarý arayýp sormaktýr, ziyaret etmektir, gurbetteki kimsenin memleketini ziyarete gitmesi gibi. Akraba ile görüþmek, onlarýn muhtaç olanlarýna yardým etmek, hasta olanlarýný gidip ziyarette bulunmak, kayýp olanlarýný araþtýrmak, kötülükte bulunmuþ olanlarýný affeylemek, akrabalýk 'haklarýný gözetme kabilindendir, vefa ve insanlýk       alâmeti olup en güzel içtimaî bir vazifedir. Sahihi müslimde zikrolunduðu üzere Rasûlü Ekrem Sallallahü aleyhi vesellem efendimiz þöyle buyurmuþtur. (

4_ Rahim, bir þekle girerek Allah'ýn arþýnda asýlmýþtýr. Der ki: Kim beni       ziyaret eder, yakýnlýk gösterirse Allah Teâlâ da ona manen yakýnlýk göstersin ve kim beni keser atarsa Hak Teâlâ da onunla ilgisini kessin, onu manevî

yakýnlýðýndan     mahrum býraksýn. Nitekim diðer bir hadisi þerifte de:: Akrabalýk baðýný kesen kimse cennete giremez. Bu görevi yerine getirmeyenler cennete ilk girenler ile beraber girmek nimetine nail olamaz.

"þiledir musilei rahmeti rab"

"Kafi rahýn etmek olur bu'de sebep"

"Akraba olsa da farza düþman"

"Ecnebiden yine elbet ehven"

Vehbi

Velhâsýl: Ýslâmiyet akraba hukukuna riâyeti bir görev saymýþtýr. Onlarýn arasýnda ihtilâfa, gönül kýrgýnlýðýna, dedikoduya sebep olacak þeylere meydan verilmemesini emretmiþtir. Bu cümleden olarak bir kimse bir malýný babasýna, oðluna, kardeþine veya amcasýna, dayýsýna, hatasýna, teyzesine, veya kendi eþine baðýþlasa ve teslim etse artýk bu baðýþýndan dönemez, onu geri alamaz. Ýsterse bu baðýþlayan ile o kendisine baðýþ yapýlan arasýnda din veya uyruk itibariyle ayrýlýk bulunmuþ olsun.

Ayný þekilde: Bir kimse köle veya câriye olan babasýna, kardeþine veya amcasýna veya dayýsýna herhangi bir þekilde sahip olsa meselâ: Onlarý sahiplerinden satýn alsa derhal azat olmuþ olurlar. Çünki aralarýndaki o akrabalýk, sahiplik ve istihdama mânidir.

Ayný þekilde: Bir kimse öldürmüþ olduðu bir þahsýn kýsasýna varis olsa meselâ öldürülenin yalnýz katilinden ibaret olan bir, ana bir kardeþi bulunsa bunun hakkýnda kýsas düþer. Bu ceza ona tatbik edilemez. Çünki aralarýndaki bu veraset, bir akrabalýk neticesi olduðundan bu kýsasa mânidir.

Ýþte mübarek Ýslâm dini, akrabalýða bu kadar kýymet ve ehemmiyet vermiþtir. Bununla beraber bu âyeti kerime, bütün insanlýða karþý hürmet, tevazu göstermemizi de bizlere tavsiye buyurmuþ oluyor. Çünki bütün insanlarýn bir asýldan gelmiþ olduðunu bildiriyor, aralarýnda bu bakýmdan bir yakýnlýk bulunduðunu gösteriyor, artýk bazý insanlarýn bazýlarýna karþý övünmesi, mutavazice hareketten kaçýnmasý nasýl uygun olabilir?..

Bu kutsî âyet, âhiret âleminin varlýðýna, insanlarýn öldükten sonra yeniden hayat bulacaklarýna da bir delildir. Bütün insanlýðý bir zatýn neslinden meydana çýkarmaya, ve     o zatý öyle bir harika olarak topraktan yaratmaða kadir olan bir Yüce yaratýcý, artýk nice âlemleri de yaratmaya ve insanlarý öldükten sonra yeniden dirilterek

vücude getirmeye kadir olmaz mý? Elbette kadir olur, buna inanmýþýzdýr  = O, her þeye kadirdir)

 

 

 

 

2. Ve yetimlere mallarýný veriniz ve temizi murdarla deðiþmeyiniz. Ve onlarýn mallarýný kendi malýnýza katarak yemeyiniz, çünki o, þüphesiz, büyük bir günahtýr...

2. Bu mübarek âyetler, tekvanýn yollarýný gösteriyor, yetimlerin haklarýna riâyetin lüzumunu ve aile kurmada uyulmasý gerekli olan hareketin neden ibaret olduðunu bildirmektedir. Þöyle ki: (ve) ey veliler, vasiler, ey akrabalýk haklarýný gözetmekle mükellef olan insanlar!, (yetimlere) erginlik ve rüþt çaðýna erdikleri zaman (mallarýný) kendilerine tamamen (veriniz) artýk onlar razý olmadýkça o mallarý yanlarýnýzda tutmayýnýz (ve temizi) helâli, nefis olaný (murdarla) haram ile, kötü birþey ile (deðiþmeyiniz) yani yetimlerden iyi þeyleri alýp onlarýn yerine kötü þeyleri o yetimlere vermeyiniz, (ve) ey veliler, vasiler! (onlarýn mallarýný kendi mallarýnýza katarak) kendi mallarýnýzla beraber (yemeyiniz) onlarýn haklarýna tecâvüz etmeyiniz, (çünki o) mallarý yemek (þüphesiz) Allah katýnda (büyük bir günahtýr) binaenaleyh onlardan kaçýnmak lâzýmdýr. Veliler, muhtaç olup yetimlerin malýndan nafaka alabilecek bir durumda iseler en az miktarda bir nafaka alabilirler. Vasiler için de bir ücret tayin edilecek ise nisbetle en az bir ücret tayin edilmelidir, bundan fazlasýna haklarý yoktur.

§ Yetim: Lügatte infirat, tek baþýna kalmak demektir. Benzeri olmayan bir inciye "dürreyiyetime" denilmesi gibi þer'i örfte ise yetim, babasý olmayana ve henüz rüþt çaðýna ermiþ bulunmayan çocuk demektir. Çoðulu yet âmâ ve eytamdýr. § Bir yetimin malý amcasýnýn yanýnda imi;; yetim bulûð çaðýna erince bu malýný istemi;, amcasý ise vermek istememi;, durumu Rasûlü Ekrem efendimize arz et m i; I er, bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur. Çocuðun amcasý bu âyeti kerimeyi iþitince: "Allah Teâlâ'ya itaat ettik, büyük bir günahtan Allah Teâlâ'ya sýðýnýrým" diye çocuðun malýný kendisine teslim etmiþ, Rasûlü Ekrem efendimiz de: "Her kim nefsinin isteðine galip gelir de Rabbisine itaatte bulunursa rabbisi de onu cennete gönderir." diye buyurmuþ, çocuk da o malýný alýnca onu Allah yolunda harcamýþ, bunu üzerine Peygamber efendimiz de "sevap sabit, günah da baki" diye buyurmuþtur. Eshabý kiram, "ya Rasûlüllah!, sevabýn sabit olduðunu bildik, günah nasýl baki kaldý" diye sormuþlar. Peygamber Efendimiz de: "çocuk için sevap meydana geldi, günah ise babasý üzerine baki kaldý" diye buyurmuþtur. Ýhtimal ki, çocuða miras olarak kalan o malýn zekâtýný vaktiyle babasý vermemiþtir. Binaenaleyh Bir müslüman, uhrevî sorumluluktan kurtulabilmesi için üzerine düþen vazifeleri vaktinde yapmaya çalýþmalýdýr. Sonraya býrakýlýrsa mesuliyete sebebiyet verilmiþ olabilir.

 

 

 

 

3. Eðer yetim kýzlar hakkýnda adalete riâyet edemiyeceðinizden korkarsanýz sizin için helâl olan kadýnlardan ikiþer, üçer veya dörder nikâh ediniz. Ve eðer adalet yapamýyacaðýnýzdan korkarsanýz artýk bir eþ ile veya sahip olduðunuz câriye ile -yetiniz- çünki bu sizin için adaletten sapmamanýza daha yakýndýr..

3. Ey veliler, vasiler!, (eðer) idareniz altýnda bulunan (yetim kýzlar) ile evleneceðiniz zaman onlarýn (hakkýnda) mehirlerini vermek ve idarelerini temin hususunda (adalete riâyet edemiyeceðinizden korkarsanýz) onlar ile evlenmeyi, onlarýn mallarýndan istifâdeyi býrakýnýz da (sizin için helâl olan) diðer (kadýnlardan ikiþer, üçer veya dörder) kadýný (nikâh ediniz) nikâhýnýzýn altýna alýnýz (ve eðer) böyle iki üç, nihayet dört kadýn hakkýnda da (adalet yapamýyacaðýnýzdan korkarsanýz) böyle birden fazla kadýn almayýnýz, (artýk) yalnýz (bir eþ ile) iktifa ediniz (veya sahip olduðunuz câriye) var ise onun (Ýle) yetininiz. Fazla kadýn alýp da adalete aykýrý harekette bulunarak günaha girmeyiniz. (Çünki bu) böyle bir kadýn ile veya bir câriye ile yetinilmesi (sizin için adalatten sapmamanýza) sebep olur, adalete riâyet edebilmenize daha muvafýktýr, adaletten ayrýlmamak için (daha yakýndýr) daha ümit vericidir.

§ Rivayete göre cahil iye zamanýnda birþahýs, on kadar kadýnla evlenebilirdi. Þayet kendi idaresi altýnda mal sahibi olan bir yetim kýz bulunursa onu da malý için nikâhý altýna alýrdý, onu baþkasýna vermezdi hakkýnda da adalet göstermeye lüzum görmezdi. Ýþte böyle adalate aykýrý, merhamete muhalif, hukuka tecâvüzü içeren hallerden müslümanlarý men etmek için bu âyeti kerime nazil olmuþtur.

§ Nikâhýn mahiyeti: Nikâh, evlenmek izdivaç akdi demektir: yâni: Bir erkek ile bir kadýn arasýndaki meþru bir akit, bir sosyal baðdýr ki, bu sebeble aralarýnda bir takým haklar meydana gelir, biri birinden meþru surette istifâde etmeleri caiz olur.. Münekeha da iki kiþinin nikâh akdinde bulunmasý demektir. Çoðulu: Münakehattýr. Zevce, koca: Bir kadýnýn nikâhýna sahip olan erkek demektir. Cemi: ezvacdýr. Zevce de bir erkeðin nikâhýnda bulunan kadýndýr ki, cemi: zevcattýr. Evlenmeðe, kan ve koca olmaya da tezevvüç, tenekküh, izdivaç denilir. Kasýn de kocanýn gücü dahilinde bulunan þeylerde ve sohbet, muhabbet ve eðlendirmek için yanýnda geceyi geçirmek hususunda eþleri arasýnda adalete, eþitliðe riâyet etmesidir. Kalbî sevgi gibi, cinsel iliþki gibi þeyler insanýn kendi elinde olmadýðýndan bir erkek eþlerinden birini diðerinden daha fazla sevebilir. Elverir ki bunu lüzumsuz yere açýklayarak diðerinin kalbini kýrmasýn. Cinsel iliþki de neþe ve isteðe baðlýdýr. Bu da daima erkeðin elinde deðildir. Bu da bir nefsî durumdan, gayri ihtiyarî bir istekten ibarettir.

§ Nikâhýn þer'î sýfatý: Nikâhýn hükmü þahýslara göre deðiþir. Þöyle ki:

(1)     Bir müslüman için tevekân halinde yâni þiddetli istek halinde evlenmek farzdýr. Yâni alacaðý kadýnýn mihrini ve nafakasýný temine gücü yetiyorsa, evlenmediði takdirde gayri meþru iliþkilerden kendini koruyamayacak derecede kadýnlara düþkün ise onun için evlenmek farzdýr, bunu t erke d erse günahkâr olur.

12) Nikâh, isteðin normal olmasý halinde bir sünneti müekkededir. Yani: Evlilik haklarýný yerine getirmeðe kadir olup kadýnlara karþý nefsinde fazla bir istek hissetmeyen bir müslüman için evlenmek, bir müekket sünnettir. Ve bir görüþe göre bir farzý kifayedir.

'3> Nikâh, evlilik haklarýna riâyet edemeyeceðinden, meselâ: Alacaðý kadýna zulmedeceðinden korkulan bir erkek için harama yakýn bir kerahat ile mekruhtur.

(4) Nikâh, evlilik haklarýný ihlâl edeceði kesin olarak belli olan bir erkek için de haramdýr.

§ Nikâhýn meþrutiyetindeki hikmet ve fayda: þüphe yok ki: Ýnsanlýk âleminin bir ahenek ve intizam içerisinde devamý, nikâha baðlýdýr, Ýnsanlýk neslinin kýyamete kadar muntazam bir þekilde devamý, nikâh sayesinde mümkün olabilir. Gayrý meþru iliþkiler yüzünden nice kanlar dökülür, nice facialar meydana gelir, insanlýk nesli felce uðrar, insanlýk nüfusu arasýnda muntazam bir münâsebet, bir dayanýþma, bir muhabbet vücude gelemez. Tefsiri kebirde ve diðerlerinde yazýlý olduðu üzere gayrimeþru iliþkiler yüzünden bir nice þahsî ve sosyal fenalýklar yüz gösterir, medenî hayat mahvolur gider. Özet olarak:

(1)  Gayrimeþru iliþkiler, soylarýn ihtilâl ve bozulmasýna ve karýþmasýna sebep olur. Gayrimeþru bir çocuk, þefkatli bir babanýn korumasýndan, terbiyesinden mahrum kalýr, bunun neticesinde çocuklar zayi olur, soylar kesilir ve nihayet insanlýk âlemi harabolur gider.

(2)   Gayrimeþru iliþkiler olduðu takdirde bir kadýn bir erkekle yetinmez. Bu yüzden erkekler arasýnda çarpýþmalar, vuruþmalar meydana gelir, insanlýk hayatý kanlar içinde kalýr.

(3)  Gayrimeþru iliþkilere kendilerini vermiþ olan kadýnlardan temiz tabiatlý herkes nefret eder, böyle kadýnlar ile mutlu bir aile kumlamaz.

(4)       Gayrimeþru iliþkiler kadýnlar için bir zillettir, bir felâkettir. Kadýnlar, erkeklerin sýrf þehevî arzularýný tatmine âlet deðildirler, güzel bir sýnýf teþkil eden kadýnlarýn kendilerine mahsus bir takým vazifeleri, tertemiz haklarý vardýr. Gayrimeþru iliþkiler ise buna aykýrýdýr...

(5)       Eðer gayrimeþru iliþkilere izin verilmiþ olsaydý hiçbir kadýn bir erkeðe mahsus olmazdý, insanlar hayvani bir hayat yaþamakta bulunurlardý. Halbuki, böyle bir duruma insanlarýn þerefine muhaliftir, insanlarýn mahlûkat arasýnda sahip olduklarý kýymet ve terbiyeye aykýrýdýr.

(6)    Gayrimeþru iliþkiler kadýnlarý zillete düþürür, onlarýn çok kere hastalýklara, zilletlere tutulmalarýna sebebiyet verir, onlarýn þerefli, hürmete lâyýk bir vaziyette bulunmalarýna mâni olur. Halbuki, meþru nikahlar sayesinde bu gibi ferdî içtimaî rezaletlere meydan kalmaz, cemiyet hayatý bir temizlik dahilinde yaþar, Ýnsanlýk soyu       bir intizam ve  dayanýþma çerçevesinde  devam  edip  gider.  Özellikle  peygamberin  sünnetine  riâyet ve  Muhammedi  ümmetinin  artmasýna hizmet  edilmiþ

olacaðýndan     sevaba da vesile olur. Nitekim bir hadisi nebevide:: Ey ümmetim!. Evleniniz, artýnýz, çünkü ben kýyamet günü sizin ile ümmetlere karþý iftiharda bulunurum.

§ Teaddüdü zevcatýn (birden çok kadýnla evlenmenin) sýnýrlý olmasý ve meþru oluþundaki hikmet: Malûm olduðu üzere Ýslâm þeriatýnda bir hikmete, bir içtimaî zamrete binaen en fazla dörde kadar çok kadýnla evlenme usulü -bir takým þartlar dairesinde- tecviz edilmiþtir. Binaenaleyh bir erkek ayný zamanda en son dört kadýný nikâhý altýnda toplayabilir. Fakat bir kadýn ile yetinilmesi adalete riâyete, zulüm ve haksýzlýktan sakýnmaya daha elveriþlidir. Aslýnda hiçbir müslüman, dörde kadar evlenmeye    þer'an mecbur deðildir. Bir müslüman dilerse bir kadýn ile yetinir ve lüzum görürse þartlarýna uygun olarak dörde kadar evlilikte bulunur, ve dilerse hiç de
evlenmez.   Tefsir kitaplarýnda yazýlý olduðu üzere    <&(»-S-i>-   j ý jv   Âyeti kerimesine dâir birçok yorum vardýr. Bu cümleden olarak tefsiri kebirdeki bir yoruma göre vaktiyle insanlar, yetimler hakkýnda adaleti ifa edemeyeceklerinden korkarak onlarý velayetleri altýnda bulundurmaktan çekinirlerdi. Bu âyeti kerime ile de zinadan kaçýnmalarý kendilerine ihtar edilmiþtir. Bu takdirde bu âyeti kerimenin yüce "meali þöyledir: Eðer siz yetimler hakkýnda adaleti yerine getirememekten korkarsanýz, zina etmekten de korkunuz, sakýnýnýz da size helâl olan kadýnlardan ikiþer, üçer ve nihayet dörder kadýn ile evleniniz, haram olan þeylerin etrafýnda dolaþmayýnýz. Bu yoruma göre birden fazla evliliðin, böyle sýnýrlý bir çerçevede meþru olmasý, insanlýk cemiyetinin ahlâkî temizliðini koruma, iffet duygusu ile vasýflanmasýný temin gibi hikmetlere dayanmaktadýr. Bu yorumu biraz daha izah edelim:

(1)    Malumdur ki, evlilik baðýnýn meþru oluþundaki en mühim fayda ikidir. Biri iffeti muhafazadýr, diðeri de üremeyi temindir. Evet... Bir insan, evlenerek birçok hayatî sýkýntýlara katlanýr, daima hayat mücadelelerinde bulunur. Üzerine düþen birçok aðýr evlilik vazifelerini ifaya çalýþýr. Elbette bunca sýkýntýlarý yüklenmesi için birer mühim sebep vardýr. Ýþte þüphe yok ki, bu sebeplerin birincisi, namus eteðini fuhuþa bulaþtýrmaktan korumaktýr, diðeri de adýný devam ettirmeye vesile olacak evlada kavuþmaktýr. Halbuki, bazý kimseler hakkýnda onlarýn birer eþ ile yetinmeleri onlarýn o meþru emellerinin meydana gelmesine yeterli olamaz. Meselâ: olabilir ki, kadýn, ya hasta veya pek yaþlý olarak inziva köþesine çekilir veya bütün vakitlerini çocuklarýnýn terbiyelerine hasreder, veya doðurmuþ olduðu çocuklar yaþamayý? vaktiyle vefat etmiþ olurlar. Veyahut bir iki çocuk doðurduktan sonra artýk doðuramaz bir hâle gelir veyahut kýsýr olduðu için hiç çocuk doðurmamýþ bulunur. Kýsacasý bu gibi birer sebebten dolayý tekrar evlenmeye lüzum görülebilir.

(2)        Güzel bir dinî terbiyeye, temiz bir yaratýlýþa sahip olan bir zat için hayatýný fuhuþun korkunç dalgalarý arasýnda yok etmek asla mümkün olamaz. Böyle bir zatýn tabii isteklerini bir eþi tatmin edemediði takdirde meþru bir yola baþvurmasý gerekmez mi?. Binaenaleyh böyle bir zat için tekrar evlenmekten baþka çare yoktur. Eðer herhalde bir eþ ile yetinmeye mecbur tutulsa nikâhý altýndaki bir kadýn onun bu isteklerini tatmin edem iye cek bir halde hasta veya ihtiyar olduðu takdirde bu zat ne yapacak!. Eðer bu kadýndan ayrýlmak çarelerine baþ vurursa bu zavallý kadýna zulm etmiþ ona karþý mürüvvetsizlik göstermiþ olmaz mý?. Halbuki baþka bir kadýn daha alacak olsa bu sakýncalar ortadan kalkmýþ olur..

TEADDÜDÜ ZEVECAT HAKKÝNDAKI ÝTÝRAZLAR:

Bazý kimseler ve bazý milletler birden fazla kadýnla evlenme usulüne itiraz ederler. Onlara göre bu usul, aile düzenine mâni, içtimaî mutluluða avkýrý, servetin bölünmesine sebep, kadýnýn (eþin) haklarýný ihlal edici ve eþitlik prensibine aykýrýdýr. Þöyle ki:

(I) Birden çok kadýnla evlenme, aile fertleri arasýnda düþmanlýða sebep olarak intizama mâni bulunur. Buna cevaben denilir ki: Birden çok kadýnla evlenmek, haddizatýnda aile düzenine mâni deðildir. Buna mâni olan, düþmanlýðý doðuran þey, dinî ve içtimaî bir terbiyenin eksikliðidir. Evlilik þartlarýnýn bulunmamasýdýr. Gerçek     þu ki: Ýslâm þeriatý bu çok evliliðe izin vermiþtir, fakat bu konudaki izin, adalet þartýna baðlýdýr, eþlerin nafakalarýný temine evlilik hukukunu güzelce ifa edebilenler    için geçerlidir. Adaleti temine muktedir olamayanlar hakkýnda ise bir eþ ile yetinmek icabeder. Ýþte:ayeti kerimesi de bunu söylemektedir... Þunu da ilâve edelim ki: Bu usule itiraz edenlerden bir kýsmý bir kadýn ile yetinmiyor, fuhuþ yapmaktan kendisini geri alamýyor, çoluk çocuðuna ait servetini bir takým namussuz kadýnlarýn uðrunda zayi etmekten sýkýlmýyor.

(2)      Birden çok kadýnla evlilik, içtimaî mutluluða mânidir, ailelerin mutluluðunu ihlâl eder. Buna cevaben de denilir ki: Bu usul herhalde içtimaî saadete mâni, eþlerin ve doðuracaklarý çocuklarýn aralarýnda dargýnlýða sebep deðildir. Böyle hoþ olmayan bir hal, bir güzel dinî, ahlâkî terbiyeden mahrum olmanýn bir neticesidir. Halbuki, müslümanlar muaþeret âdabýna riâyette, þahsý terbiyeye ahlâký güzelleþtirmeye çalýþmakla mükelleftirler. Böyle güzel bir terbieye, iyi bir ahlâka sahip olanlar arasýnda öyle zannedildiði gibi düþmanlýktan, kýrgýnlýktan eser görülemez. Onlarýn aralarýnda bir muhabbet, bir dayanýþma, dinî tavsiyelerle bir riâyet görülüp durur. Böyle bir terbiyeden, Ýyi ahlâktan mahrum olanlar ise zaten hiçbir kimse ile güzelce uyuþamazlar. Bizler, bir koca ile bir kandan ve ana baba bir kardeþlerden meydana gelen nice ailelerin hallerini bilmekteyiz ki, bunlarýn arasýnda daima çekiþme ve uyuþmazlýk cereyan etmektedir. Bunlarýn hayatlarý bir zehir idarenin uðursuz tesiriyle sönüp gidiyor, içtimaî hayatlarýnda bir mutluluk parýltýsý parýldamýyor.

Bunun aksine yine bir kýsým ailelerin hayatlarýný da bilmekteyiz ki, onlar birçok nüfustan meydana gelmiþ olduklarý halde sýrf almýþ olduklarý güzel bir terbiye ve iyi ahlâk sayesinde pek mutlu bir þekilde yaþýyorlar, her biri diðerinin sevincine, kederine iþtirak edip duruyor. Þunu da ilâve edelim ki, erkekler bazen savaþlar yüzünden canlarýný feda ederek azalýrlar. Bu yüzden birçok kadýnlar kocasýz kalarak periþan olurlar. Bu halde birden çok evlilik usulü onlarýn imdadýna yetiþir, onlarý yeniden mutlu eder.

(3)     Birden çok evlilik, ailenin servetinin bölünmesine neden olur, ihtiyaç içinde kalmalarýna sebebiyet verir. Buna cevaben de diyebiliriz ki: Bu çok evlilik, her zaman servetin bölünmesine sebebiyet vermiþ olamaz. Zaten servetleri üretenler insanlardýr. Ýnsanlar nekadar çok olursa servet de o nisbette artar durur, elverir ki iktisadî usullere riâyet edilsin. Binaenaleyh bir aile fertlerinin çokluðu servetin bölünmesine sebep olacaðý gibi servetin çoðalmasýna de sebep olur. Maamafih servetin bölünmesi fertlerin servet hususiyetlerine tesir edebilse de umumî servet hakkýnda o kadar etkili olamaz. Þu da inkâr edilemez ki, nüfusun artmasýndan beklenilen umumî faideler, servetlerin bölünmesinden dolayý düþünülebilecek zararlardan daha fazladýr ve daha mühimdir.

(4) Birden çok kadýnla evlenme usulü: Zevcenin haklarýný ihlâl eder, onu zarara uðratýr. Buna cevaben de þöyle denilir: Böyle bir iddia, þeriat hükümlerimize göre asla geçerli deðildir. Çünki Ýslâm þeriatý koca ile kandan her birine halleriyle mütenasip olmak üzere bir takým haklar bahsetmiþtir. Bir erkeðin karýsý üzerinde bir takým meþru haklarý olduðu gibi bir kadýnýn da kocasý üzerinde birçok haklarý vardýr. Nitekim bir âyeti kerime de =

Erkeklerin kadýnlar üzerindeki haklarý gibi, kadýnlarýnda erkekler üzerinde belli haklarý vardýr. Bakara 2/228) buyurulmuþtur. Nitekim bunlarýn bir kýsmýný aþaðýda arzedeceðiz. (5) Birden çok kadýnla evlenme usulü, eþitliðe aykýrýdýr, erkeðe daha fazla selâhiyet verilmesi mânâsýný içermektedir. Buna da cevaben denilebilir ki: Bu usul, haddizatýnda eþitliðe aykýrý deðildir. Muhtelif kimseler, her hususta ayný durumda, ayný kabiliyette olmadýklarý, için birçok hususlarda selâhiyetleri, kazandýklarý haklar da ayný þekilde olamaz. Böyle bîhal ise eþitliðe aykýrý sayýlamaz. Yüksek bir mühendisin yevmiyesiyle bir iþçinin yevmiyesi ayný miktarda mýdýr?. Böyle bir farklýlýk artýk eþitlik esasýna nasýl aykýrý görülebilir?. Ýþte kadýnlar ile erkekler de aile teþkilâtý hususunda eþit bir durumda asla bulunamazlar. Böyle eþit bir duruma, bir nazik cins olan kadýnlar ile kuvvetli bir cins olan erkeklerin durumlarý, kabiliyetleri asla müsait deðildir. Bunun tersini iddia etmek, erkekler ile kadýnlarýn arasýndaki þahsî hallerin, ruhî özelliklerin, hayatî olaylarýn, yaratýlýþtan gelen kabiliyetlerin farklýlýðýný bilememekten ve nikâhýn meþruiyetindeki yüksek içtimaî felsefeyi düþünmemekten ileri gelir. Ýlmî gerçeklerdendir ki, hikmete sahibi Yüce Yaratýcý erkekleri birçok bakýmdan kadýnlardan farklý yaratmýþtýr. Kýsaca, ortalama olarak erkeklerin bedenî ve beyinsel aðýrlýklarý, kadýnlarýnkinden daha fazladýr. Erkeklerin sinir sistemleri de kadýnlarýnkine nisbetle daha mükemmeldir. Erkekler hayatýn sýkýntýlarýna daha fazla katlanabilirler. Kadýnlar ise erkeklere nisbetle bir takým hastalýklara, arýzalara daha ziyade müsait bulunmaktadýrlar. Özellikle kadýnlar yaratýlýþ bakýmýndan zayýftýrlar, birçok zamanlarý hayýz ile, nifas ile, hamileliðin aðýr yükü ile geçer gider, pek erken çocuk yapmaktan kesilme çaðýna kavuþurlar, Ýþte böyle bir yaratýlýþta, bir durumda bulunan kadýnlardan birçoklarý doðurduklarý çocuklarýyle de meþgul olmaya mecburdurlar, artýk bir kocalarýna karþý olan vazifelerini bile hakkiyle yerine getiremezler. Bunlar faraza birden fazla kimselerle evlenecek olsalar o zayýf halleriyle beraber o birden çok kocalarýnýn tabii ihtiyaçlarýný, çocuk edinme hakkýndaki meþru emellerini nasýl tatmin edebilirler. O halde doðuracaklarý çocuklarýn babalarý nasýl belirlenebilir? Halbuki, bir erkeðin binden çok kadýnlar ile evlenmesi bu gibi sakýncalarý gerektirmez. Binaenaleyh bu gibi hususlarda erkekler ile kadýnlar arasýnda eþitlik aranýlmasý, hem þer'î hükümlere, hem de yaratýcýsý kudretin eþsiz eseri olan fitret kanunlarýna karþý muhalif olacaðýndan asla caiz ve mümkün olamaz..

§ Birden fazla eþleri olan bir müslümanýn üzerine düþen vazifelerin baþlýcalarý þunlardýr:

(1)  Kasme riayettir. Þöyle ki: Böyle bir koca, gücünün yettiði þeylerde, sohbet, ve eðlendirme hususunda eþleri arasýnda eþitliðe riâyet etmekle mükelleftir.

(2)     Kasýn hususunda eþlerin bakiresiyle dulu, genci ile yaþlýsý eskisi ile yenisi, müslümaný ile kitap ehli olaný, saðlýklýsý ile hastasý, kendisinden korkulmayan mecnun ile akýllýsý, hayýz ve nifaslýsý ile temizi eþittir. Çünki bunlar kasinin vücubuna sebep olan nikâhta eþittirler "Bedâyî, Bahri Raik".

(3)    Koca eþleri arasýnda eþit olarak birer veya ikiþer ve daha çok gün ve gece tayin ederek her birinin nöbetinde onun yanýnda bulunur. Böyle tayin edilen sürenin pek uzun    olmamasý iyidir. Çünki müddetin uzamasý, eþlerin birbirine ýsýnmasý ve yabancýlýðýn giderilmesi hikmetine dayanmýþ olan kasme aykýrýdýr. "Bahri Raik, Reddül Muhtar".

(4)      Eþlerden birinin nöbetini arttýrmak için mihrini azaltmak veya vereceði bir malýný almak koca iç in caiz deðildir. Çünki bu, bir nevi rüþvettir, ve diðer eþin hakkýný iptale sebeptir. "Bedâyi, Mepsuti, Serahsi".

(5)       Koca, eklerinden birinin nöbetinde diðerinin yanýna giremez. Ve nöbetinin dýþýndaki eþi de kendisine yaklaþamaz. Fakat bir ihtiyaçtan dolayý gündüzün diðerinin yanýna gitmekte ve hasta olduðu vakit geceleyin ziyaretinde bulunmakta bir sakýnca yoktur. Hattâ hastalýðý artarsa vefatýna veya iyileþinceye kadar yanýnda kalabilir. "Behri Raik".

<6ý Kocanýn hastalan m asiyi e kýsým yok olmaz. Binaenaleyh koca, eþlerinin birinin nöbetinde hastalanýp da yanýnda kalacak olsa iyileþtikten sonra diðer eþinin yanýnda da o miktar kalmasý lâzým gelir. Þayet eþlerinin bulunmadýðý bir hanede hastalanýp kalmýþ ise her eþini kendi nöbetinde yanýna davet eder. Peygamber efendimiz ölüm hastalýðýnda Hz. Ayþe'nin yanýnda kalmalarý için diðer mübarek eþlerinden müsaade istemiþti. Eðer hastalýk sebebiyle kasme riâyet vazifesi yok olsaydý bu izni almaya gerek kalmazdý. "Bedâyi, Bahri Raik, Dürrül Muhtar."

(7) Bir erkek iki eþini rýzalarý bulunmadýkça bir evin bir odasýnda beraber oturtamaz. Çünki bu halde koca, eþlerinin haklarýný tamamiyle ifa etmiþ olamaz. Fakat her ikisini bir hanenin kilitli, müstakil birer odasýnda oturtabilir. Ancak eþler eþraf kýzlarýndan iseler, o takdirde onlarýn hallerine uygun birer hanede iskân edilmeleri icabeder.    Velhâsýl koca, eþlerinin yanlarýnda nöbetleþerek gecelemeye ve her biri hakkýnda ayný derecede ilgi göstermeye dinen mecburdur. Bu vazifeleri güzelce ifâ etmeyen       bir koca ise eþinin talebi üzerine mahkemeye getirilerek bu vazifeleri ifaya mecbur tutulur. Bir hadisi þerifte:: Bir þahýsýn iki eþi olur da kasýn hususunda bunlardan birine fazla

meylederse, kýyamet günü vücudunun bir tarafý çarpýk olarak haþrolunur. Ancak kalpten sevmek gibi gayri ihtiyarî olan manevî iþlerde eþitlik temini mümkün olamayacaðýndan bunu diðerlerine karþý açýða vurmadýkça bundan dolayý mes'ul olmaz. "Mebsüt, El ihtiyar, Reddül Mundar."

Hülâsa'i kelâm: Müslümanlýkta birden çok kadýnla evlenmenin caiz olmasý böyle bir kýsým þartlara baðlýdýr ki, bunlara riâyet edemeyenlerin birer eþ ile yetinmeleri lâzýmdýr, aksi takdirde kendilerini mesuliyetten kurtaramazlar.

§ Birden çok kadýnla evlenmenin tarihçesi: Ýslâm þeriatý, birden çok kadýnla evlenme usulünü ilk tesis eden sistem deðildir. Bilakis bütün semavî dinlerin kabul etmiþ olduðu bu usulü, mübarek Ýslâm þeriatý sýnýrlamýþ ve bir takým þartlara baðlayarak islâh etmiþ ve güçleþtirmiþtir. Geçmiþ peygamberlerden birçoklarýnýn müteaddit eþleri olduðu mukaddese kitaplarda yazýlýdýr. Bu usul, Ibraniler arasýnda birçok zaman devam etmiþtir. Erkeklerin sayýsýna nisbetle kadýnlarýn sayýlarý daha çok olduðundan bu usule lüzum görmüþlerdi. Bilâhare beyti mukaddes Romalýlar tarafýndan tahrib edilerek Museviler dünyanýn her tarafýna daðýlmýþ, diðer kavimler ile karýþmaya mecbur kalmýþ olduklarýndan o esnada içlerinden birçoklarý birden çok kadýnla evlenmeyi terke baþlamýþtýr. Nihayet dokuz yüz küsur sene önce (VVorms) þehrinde   akdedilen bir büyük ruhanî meclisde reis bulunan haham (Garson) tarafýndan çok kadýnla evlenme, yasak edilmiþtir. Fakat bu yasaklamaya raðmen Museviler arasýnda yürürlükte d sadece Roma k

â müteaddit  kadýnlarý  nikâhý  altýnda toplayanlar bulunmaktadýr.  Bu  cümleden  olarak Suriye  havalisini Gerc.ek hýristIyanlýkta da bu usulün caiz olmadýðýna dâir bir nakil mevcut deðildir. E;in bir tane olacaðýn kanunlarýna uyularak fertler arasýnda çok kadýnla evlenme usulü terkedilmiþtir.

deki  museviler arasýnda bu  usul  olduðu  gibi a dâir Ýncil nüshalarýnda hiçbir açýklýk yoktur.

âlâ müteaddit kadýnlarý nikâhý altýnda t r. Gerçek hýrist Iyanlýkt a da bu usulün (i ý kanunlarýna uyularak fertler arasýnda ço

Çok kadýnla evlenme usulü cahiliye zamanýnda araplar arasýnda da geçerli idi. O zaman bir erkek istediði kadar kadýnlarý nikâhý altýnda toplayabilirdi. Hattâ bu kadýnlar kocanýn adeta mallarý yerinde bulunup vefatýndan sonra varislerine intikal ederdi. Tefsiri Gazide yazýlý olduðu üzere câhiliyet zamanýnda bir erkek vefat edince asebesinden bulunan bir þahýs bu ölen kimsenin eþi üzerine elbisesini atar ve "ben bunda daha çok hak sahibiyim" derdi. Sonra bu kadýný dilerse evvelki mihriyle   kendine nikahlar, dilerse baþkasýna kocaya verip mihrini kendisi alýrdý, ve dilerse bu kadýný kocasýndan miras olarak aldýðý mallarý kendisine kurtuluþ fidyesi olarak      verinceye kadar baþkasý ile evlenmesine mâni olurdu, Ýslâm þeriatýnda bu zalimce hareket:         1 J^j**   *-*L»J«  âyeti  celilesiyle  yasaklanmýþtýr ki, "Ey müminler!.  Bu  kadýnlarý veraset yolu  ile  sahiplenmeniz ve  kendileri  ile  rýzalarý  olmaksýzýn

evlenmeniz size helâl olmaz" mealindedir. Hattâ bu cahilce mirasçýlýk adeti hâlâ Museviler arasýnda yürürlüktedir. Musevilerden bir erkek çocuksuz olarak vefat ederse onun eþi kardeþine intikal eder, kadýn bununla evlenmeye mecburdur. Bunun onayýný almadýkça baþkasý ile evlenemez. Evlenirse nikâhý ruhanî mahkeme tarafýndan feshedilir. Þayet hayatta bulunan kardeþ bu kadýný almaktan kaçýnýrsa kadýn bu hakký mahkemeye müracaatla dava edebilir. Yine kaçýnýrsa kadýn, bu kayýnbiraderi hakkýnda bazý hakaret ifade eden merasimde bulunduktan sonra baþkasýyle evlenme hakkýný kazanmýþ olur.

Velhâsýl: Ýslâm þeriatý, bu gibi hikmete ve tabiata aykýrý olan halleri yasaklamakla beraber bir erkeðin nikâhý altýnda adalete riâyet etmek þartiyle en fazla dört kadýnýn toplanabileceðini caiz kýlmýþtýr. Ümmetin fertlerinden bir erkek dört kadýndan fazlasý hakkýnda adaleti temine muktedir olamayacaðýndan artýk onun hakkýnda dörtten fazlasý þer'î cevaza uygun deðildir. Dört büyük Ýmam ile Ýslâm âlemlerinin çoðunluðu bu konuda müttefiktirler. Hattâ eshabý kiramdan "Ibni Gaylan" nikâhý altýndaki onbir kadýnla beraber Islâmiyetle þereflendikleri zaman Peygamber efendimiz: "Ya Gaylan"i. eþlerinden dördünü tercih ederek tut, diðerlerinden ayni." diye emir buyurmuþlar, o da o þekilde hareket etmiþtir, Ýþte görülüyor ki, sýrf hikmet olan Ýslâm þeriatý, geçmiþ milletler arasýnda sýnýrsýz olarak geçerli olan çok kadýnla evlenme usulünü dörtte sýnýrlamýþ, onu da bir takým þartlar ile takyid buyurmuþtur. Hattâ adalete riâyet edem iye ceðinden korkan bir müslüman için birden fazlasýyla evlenmek caiz görülmemiþtir. Eþini üzmemek maksadiyle üzerine evlenmeyi terkeden bir müslümanýn bu yüzden sevaba nail olacaðý da düþünülebilir.

 

 

 

 

 

4. Kadýnlara mihirlerini bir vecibe olarak veriniz. Þayet size ondan bir miktarýný gönül hoþluðu ile baðýþlar iseler onu da afiyetle, ko-1 aylý ki a yiyiniz.

4. Bu âyeti kerime, kadýnlara mihirlerinin güzelce verilmesini, onlarýn rýzalarý olmadýkça o mihre dokunulmamasýný emri ve tavsiye buyuruyor. Þöyle ki: (Ve) Ey müminler!, (kadýnlara) eþlere dinen hak ettikleri (mihirlerini) onlara bir yardým, bir hürmet ve muhabbet alameti (bir atiyye) bir dinî vecibe (olarak veriniz) onu onlardan esirgemeyiniz, (þayet) onlar, bir tesir altýnda olmaksýzýn (ondan) o mihirlerinden az çok (bir miktarýný) yani o cinsten herhangi bir malý (gönül hoþluðu ile) kendi      arzularý ile (baðýþlar iseler onu da) alýnýz, sarfediniz, (afiyetle, kolaylýkla) hoþ, akibeti güzel, mesuliyetten uzak olarak (yeyiniz) ondan istifâde ediniz. Bu takdirde size bir vebal yoktur. Rivayete göre vaktiyle Arabistan'da kýzlarýný ve diðer kadýnlarý kocaya verenler onlarýn mihirlerini kendileri alýr, yer onlara bundan bir;ey vermezlermiþ. Bazý kimseler de eþlerine verdiklerini onlardan birþey vermezlerini?. Bazý kimseler de eþlerine verdiklerini onlardan geri almak veya kendilerine baðýþlatmak isterlerini;, nitekim bu suretle hareket edenler þimdi de bulunmaktadýr. Ýþte velilere veya kocalara veya her iki zümreye de ait olmak üzere bu âyeti kerime nazil olmuþ, onlara bu husustaki insanlýða, ahlâka, adalete muvafýk olan yol gösterilmiþtir.

§ Mehr kadýnýn nikâh akdi ile kocasýndan almaya hak kazandýðý maldýr. Çoðulu mühür ve emhardýr. Mehre, âtiye, farize, nihle, sedak da denilir: Ve birkaç kýsma ayrýlýr. Þöyle ki:

(1)  Mehri müsemma: Ýki tarafýn az veya çok olarak isimlendirdikleri ve tayin ettikleri mal veya deðiþtirilmesi mümkün olan menfaattir...

(2)      Mehri misi: Kadýnýn babasý tarafýndan ve olmadýðý takdirde akran ve emsal kadýnlarýn mehri miktardýr. Nikâh akdi zamanýnda mehir belirtilmezse kadýn bu mehri misle hak kazanmýþ olur.

(3)  Mehri muaccel: Peþin verilmesi þart koþulan mehirdir.

(4)   Mehri müeccel: Daha sonra verilmesi þart koþulan mehirdir. Muayyen bir zaman zikredilmemiþ olunca vefat veya boþama zamanýnda alýnmasý lâzým gelir. Bir mehir kýsmen muaccel ve kýsmen de müeccel olabilir. Meselâ nikâh esnasýnda belirtilen bin liradan ibaret bir mehrin beþyüz lirasý peþin verilerek beþyüz lirasý da sonraya býrakýlabilir.

§ Mehirlerin miktarý: Bunun azamî sýnýrý belirlenmemiþtir. Asgarî sýnýrý ise hanefilere göre on dirhem gümüþtür. Gerek basýlmýþ, para olsun ve gerek olmasýn. Bundan az mehir tayin edilemez. M al i ki I e re göre de mehrin en az miktarý halis altýndan bir dinarýn dörtte biridir. Halis gümüþten de üç dirhemdir. Ýmam Þafiî'ye ve diðer bazý zatlara göre de mehrin belirlenmiþ bir miktarý yoktur. Her mal, az olsun çok olsun mehir olabilir.

§ Mehrin lüzumunun hikmeti: Kadýnlara halleriyle, mevkileriyle mütenasib birer miktar mehir verilmesi idarî, ailevî, içtimaî bir menfaat gereðidir. Binaenaleyh mehir anýlmasa da, kaldýrýlsa da yine mehri misil lâzým gelir. Buna bir Allah hakký da girmektedir. Fakat bu lâzým gelen mehri bir kadýn kocasýna kendi güzel rýzasýyla kýsmen veya tamamen baðýþlayabilir.

Mehrin lüzumundaki fâide ve hikmetin bir kýsmý þunlardýr:

Mehir, eþden yapýlan istifâde karþýlýðýnda bir bedel yerindedir. Bununla beraber mehir verilmesi eþin kadrini yükseltir, ihtiyacýnýn teminini saðlar, þeyiz tedarikini kolaylaþtýrýr,     geleceðini temine sebep olur, nikâhýn devamýna yardýmcý olur, nikâhýn ehemmiyetini gösterir. Maamafih mehirde istenen þey normal olandýr, Ýki tarafýn durumu göz önüne alýnmalýdýr, ifrat ve tefritten kaçýnmalýdýr. Aksi takdirde iki tarafta zarar görür. (     = iþlerin en hayýrlýsý orta olanýdýr.)

 

 

 

 

5.       Ve Allah Teâlâ'nýn sizler için geçim vasýtasý kýlmýþ olduðu mal-larýnýzý beyinsizlere vermeyin, onlarý o mallarýn içinde rýzýklandýrýnýz ve giydiriniz ve onlarý güzel söz söyleyiniz.

5.   Bu mübarek âyetler, servetin kýymetini bildiriyor, onun kötü kullanýlmamasýna iþaret ediyor, yetimlerin mallarý hakkýnda da ne þekilde hareket edileceðini gösteriyor. Þöyle ki: Ey veliler!. Yetimlerin ve idareniz altýnda bulunan diðer kimselerin haklarýna riâyet ediniz (ve Allah Teâlâ'nýn sizler için» yani insanlarýn faideleri için (geçim vasýtasý kýlmýþ) refah içinde yaþamaya bir vasýta olmak üzere ihsan buyurmuþ (olduðu mallarýnýzý) yani: Korumanýz altýnda ve tasarrufunuzda bulunan yetimlerin ve diðerlerinin mallarýný onlardan (aklý ermezlere) mallarýný lüzumsuz yere sarfeden ve idareniz altýnda bulunan kimselere (vermeyin) o mallarý koruyunuz, art iriniz (onlarý) o idareniz altýnda bulunan þahýslarý (o mallarýn içinde rýzýklandýrýnýz) onlara ait mallarý ticaret gibi bir iktisadî vesile ile artýrarak onlarýn gelirinden maiþetlerini temine çalýþýnýz (ve) bu gelirlerden onlarý (giydiriniz) tâki sermayeler! sarf edilip bitmesin. (Ve onlara güzel söz söyleyiniz) o biçare, kendilerini idareden âciz kimseler ile kalplerini hoþ edecek, hallerini düzeltmeye vesile olacak tarzda konuþunuz, o þekilde onlara hitabediniz. Meselâ: Bu mal senindir senin için saklýyorum, ileride sen bundan istifâde edip geleceðini temin edeceksin, merak etme bu mal, zayi olmayacaktýr, gibi bir tarzda hitabedilirse onun halini düzeltmeye, beyinsizliðinin giderilmesine sebep olabilir. Ýçtimaî, ahlâkî nezaket, bunu gerektirir. Böyle güzel bir þekilde söylenmeyen sözler ise dargýnlýðý tahrik eder, kötülük temayüllerini arttýrýr durur.

§ Sefih, malýný boþ ve faidesiz yere sarfeden, israfta bulunan kimse demektir, çoðulu Süfehadýr. kendi nefsinin havasýna uyup þer'î þerife muhalif harekette bulunan kimse de suhefadan sayýlýr. Sefeh, aklý azlýk demektir. Sefih de aklý az olan kimsedir.

§ Ýsraf da birþeyi lâyýk olduðu yerde uygun olan miktardan fazla sarf etmektir ki. sahibine müsrif denir.

§ Tebzîr de birþeyi lâyýk olmayan yere sarf etmektir ki, sahibine mübezzir denir. Bütün bu gibi hareketler birer ilâhî lütuf olan malýn kadrini bilmemekten bir nevi nimete karþý nankörlükte bulunmaktan ileri gelir ki, ahlaken pek kötüdür. Binaenaleyh hikmet dolu dinimiz, bizleri bu gibi hareketlerden menetmektedir. Bir insan, kendi malýný da lüzumsuz vere çoluk çocuðuna vererek israfa meydan vermekten dinen yasaklanmýþtýr. Bu âyeti kerime buna da dalâlet etmektedir.

 

 

 

6. Yetimleri nikâh çaðýna erinceye kadar deneyiniz. Eðer kendile-rinde bir rüþt hissederseniz mallarýný kendilerine hemen teslim ediniz ve büyüyecekler diye o mallarý israf ile alelacele yemeyiniz. Ve kim zengin ise kaçýnsýn ve kim fakir ise uygun þekilde yesin. Onlara mallarýný teslim edeceðiniz vakit de onlara karþý þahit bu-lundurunuz. Ve Allah Teâlâ hesaplarý görmeðe kâfidir..

6. Ey veliler!. Ýdareniz altýndaki (yetimler! nikâh çaðýna) yani onbeþ yaþýna (erinceye kadar deneyiniz) tecrübe ediniz, mallarýný güzelce idareye kadir olup olamýyacaklarýný anlamaya çalýþýnýz. Meselâ bir tüccar çocuðu alýþ veriþ iþleriyle, bir ekinci çocuðu ziraat iþleriyle ve bir kýz çocuðu da yemek piþirmek, elbise dikmek, ev eþyasýný koruyabilmek gibi þeylerle tecrübeye tabi tutulur, (eðer kendilerinde bir rüþt) din yönünden bir olgunlaþma, malý harcama yönünden bir düzelme (hissederseniz) adaleti yok edecek þekilde haram olan þeyleri yapmadýklarý, küçük günahlarda Ýsrar etmedikleri görülürse ve mallarýný boþ yere telef eylemedikleri, alýþ veriþlerinde aþýrý fiyat ile aldanmadýklarý anlaþýlýrsa (mallarýný kendilerine hemen) tehire býrakmamaksýzýn (teslim ediniz ve) Ey veliler!. O yetimler (büyüyecekler) de mallarýný elimizden alacaklar endiþesine kapýlarak (o mallarý israf ile) haksýz yere ve (alelacele) þartýna çalýþarak (yemeyiniz ve) Ey veliler!. Sizden (kim zengin) idaresi altýndaki yetimin malýna ihtiyacý yok ise o yetimin malýný yemekten,, kendi iþlerinde sarf etmekten (kaçýnsýn) ondan istif adeden geri dursun. (Ve kim fakir ise) o yetimin malýndan (uygun bir þekilde) ihtiyacý ile çalýþma ücretinden hangisi az ise o az miktarý alýp (yesin) daha fazlasýný almasýn, (onlara) o yetimlere rüþte çaðýna geldikleri vakit (mallarýný teslim edeceðiniz vakit de) o mallarýn kendilerine verildiðine dâir en az iki kiþiyi (onlara karþý þahit bulundurunuz) (linki böyle bir þahit tutma velileri töhmetten kurtarýr, kendilerine karþý düþmanlýk gösterilmesine meydan býrakmamýþ olur. (Ve Allah Teâlâ hesaplarý görmeðe kâfidir.) Kullarýnýn amellerini korumaya ve kendilerini hesaba çekmeye kadirdir. Artýk bu hakikati güzelce düþünmeli, yetimlerin ve diðerlerinin hukukuna tecavüzden son derece sakýnmalýdýr. Bundan baþka selâmet yolu yoktur.

 

 

 

 

7. Erkekler için baba ile ananýn ve en yakýnlarýn býraktýklarýndan bir pay vardýr ve kadýnlar için de baba ile ananýn ve en yakýnlarýn býraktýklarýndan bir pay vardýr. O býrakýlandan az olsun çok olsun farz kýlýnmýþ bir nasip vardýr.


7. Bu mübarek âyetler, vefat eden kimselerin býraktýklarý maldan hem erkek ve hem de kadýn akrabalarýnýn miras paylarý olduðunu bildiriyor. Ve býrakýlan maldan varis olmayan bazý kimselerin de faydalandýrýlmalarýný tavsiye buyuruyor. Þöyle ki:

(Erkekler için baba ile ananýn) yani kendi ebeveyinlerinin (ve en yakýnlarýn) yani: seran dereceleri sabit, mallarý mirasa tabi olan bir kýsým hýsýmlarýnýn (býraktýklarýndan) terkeyledikleri mallardan (bir) belirli (pay vardýr) onlar bu paylarýný alýrlar (ve kadýnlar için de) böyle (baba ile ananýn ve en yakýnlarýn) tereke olarak (býraktýklarýndan bir pay vardýr) o kadýnlar da bu paylarýný alýrlar, (o býrakýlandan) o miras malýndan (az olsun çok olsun) erkekler için de kadýnlar için de (farz kýlýnmýþ) belirlenmiþ (bir nasip vardýr) hiçbiri bundan mahrum býrakýlamaz.

§ Rivayete göre cahiliye zamanýnda kadýnlarý ve çocuklarý mirastan mahrum býrakýrlardý, miras, savaþta bulunacak, düþmanlardan ganimet mallarýný alabilecek erkeklere mahsustur, derlerdi. Hattâ ensari kiramdan Eve Ýbni Sabit adýnda bir zat vefat edip birçok mal býrakmýþtý. Bu malý iki amcasý oðlu almýþ, onun eþi ile üç kýzýný     fakir bir halde býrakmýþlardý. Merhumun eþi bu durumu Rasûlü Ekrem'e arzetmiþ, ihtiyaç içinde kaldýklarýný söylemiþti. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtu.       Fakat miras paylarýnýn miktarý açýkça belirtilmediði için terekenin taksimi Hz. Peygamber'in emrine binaen tehir edilmiþti. Daha sonra     ayet nazil olup bu varislerin hisseleri belirtilmiþtir. Ona göre Eve Ýbni Sabit hazretlerinin terekesi taksim edilmiþ, bunun sekizde biri

eþine, üçte ikisi de üç kýzýna, kalaný da iki amcasý oðluna isabet etmiþtir.

 

 

 

8. Tereke taksim edilirken uzak akrabalar yetimler ve yoksullar da hazýr bulunurlarsa ondan onlarý da rýzýklandýrýnýz ve onlara güzel sözlerde söyleyiniz.

8. Varislere hisseler verilmek üzere (tereke taksim edilirken) varislerden olmayan (uzak akrabalarla yetimler ve yoksullar da) taksim zamanýnda (hazýr bulunurlarsa) kalplerini hoþ etmek için (ondan) o taksim edilecek maldan (onlarý da) taksimden önce (rýzýklandýrýnýz) onlara da münasip birer miktar sadaka veriniz, (ve onlara güzel sözler de söyleyiniz) meselâ: onlara dua ediniz, vereceðiniz malý bir nezaketle veriniz, verdiðiniz baðýþýn azlýðýndan dolayý özür dileyiniz. Onlara karþý baþa kakýcý bir vaziyette bulunmayýnýz.

§ Bu âyeti kerimenin hükmü, bazý zevata göre miras âyetleriyle neshedilmiþtir. Fakat tersimlerin çoðuna göre neshedilmiþ deðildir. Belki bu husustaki emir, vücup için deðil, nedb içindir. Mirasýn taksimi esnasýnda bulunup varislerden olmayan akrabalara veya yetimler ile yoksullara gayrimenkul olmayan terekeden bir baðý; olmak üzere bir miktar verilmesi mendubdur. Çocuk olan bir varisin velisi, onun adýna böyle bir baðýþta bulunabilir. Veyahut varisin böyle gayrý mükellef olduðundan bahsederek o hazýr bulunan kimselere karþý özür beyanýnda bulunur. Bütün bu gibi Kuran emirleri, Ýslâm dininin ne kadar yüce, insanî, hayýrsever, yardýmsever esaslar üzerine kurulmuþ olduðunu parlak bir surette göstermektedir.

 

 

 

 

9. Ve korksunlar o kimseler ki, arkalarýndan küçük, zayýf çocuklar býrakacak olsalardý, onlarýn üzerine korkup endiþede bulunacaklardý. O halde Allah Teâlâ'dan sakýnsýnlar ve dürüst söz söylesinler.

9.  Bu mübarek âyetler, yetimlerin haklarýna güzelce riâyet edilmesini, onlarýn mallarýna tecavüzün ne büyük ilâhî azabý gerektireceðini þöylece bildirmektedir, (ve) yetimler hakkýnda (korksunlar o) vasi veya veli bulunan (kimseler ki) eðer kendileri ölüm çaðýna yaklaþmýþ (arkalarýnda küçük, zayýf çocuklar býrakacak olsalardý onlarýn üzerine) telef olmalarýndan, muhtaç kalmalarýndan (korkup endiþede bulunacaklardý) bizden sonra ne olacaklar diye telâþa düþeceklerdi (o halde) kendilerini kýyas etmelidirler, idarelerinde bulunan baþkalarýna ait yetimleri de düþünsünler, onlarýn maðdur olmalarýna sebebiyet vermesinler ve (Allah Teâlâ'dan sakýnsýnlar) onun kullarý hakkýnda merhamete, menfaate aykýrý þeylerde, tavsiyelerde bulunmasýnlar, (ve) hasta, ölüme yönelmiþ olan kimselere karþý da (dürüst) doðru, muvafýk, adalet ve menfaate uygun (söz söylesinler) yetimleri, varisleri zarara uðratacak tavsiyelerden sakýnsýnlar. Bu ilâhî, emir, insanlarý hikmete, adalete uygun muamelelere, konuþmalara sevketmektedir. Bazý kimse, ölüm hastalýðý ile hasta olan kimselerin yanlarýna giderek onlarýn hakkýnda güya iyi niyetle tavsiyelerde bulunmak isterler. Sana çoluk çocuðundan bir fâide yoktur, sen hayatta iken baþýnýn çaresine bak, bütün mallarýný sadaka olarak ver, filân þahsa þu kadar, filân tarafa bu kadar, yardým et" diyerek onun bütün mallarýnýn elinden çýkmasýna sebebiyet verirler, geride kalacak yetimleri, varisleri, akrabalarý mahrum býrakmayý bir hüner sanýrlar. Halbuki, böyle bir hareket her zaman uygun olmaz. Bir kimse hem mümkün mertebe hayýr ve iyilikte bulunmalý, hem de varislerini, yetimlerini gözetmelidir. Bütün mallarýný vasiyet ve hayýr iþlerine harcamak suretiyle elden çýkararak varislerini mahrum býrakmamalýdýr. Onlarýn muhtaçlarýna býrakýlan miras paylarý de birer sadaka mahiyetindedir. Ýþte bu âyeti kerime, bizlerin dikkatini bu yönlere çekiyor, bizleri kendimizi kýyas etmeye davet eyliyor. Artýk kendi çoluk çocuðumuz hakkýnda nasýl düþünüyor isek baþkalarýnýn evlâdý, efradý ailesi hakkýnda öyle hayýrsever olarak düþünmeliyiz, yanlýþ tavsiyelerde, telkinlerde bulunmamalýyýz.

 

 

 

 

 

10. Þüphesiz o kimseler ki, yetimlerin mallarýný haksýz yere yerler muhakkak karýnlarýnda sýrf bir ateþ yemiþ olurlar ve yakýnda bir ateþe sokulacaklardýr..

10. Þüphesiz o kimseler ki, velayet veya vesayet gibi bir vesile ile (yetimlerin mallarýný haksýz yere) zulmen, gayrimeþru þekilde (yerler) alýp sarfederler, sonra da tövbe ve istiðfar edip telâfisine kalkýþmýþ bulunmazlar, (muhakkak karýnlarýnda) mideleri doluþunca (sýrf bir ateþ yemiþ olurlar) yani: Kendilerini

ateþe sevketmiþ bulunurlar, (ve yakýnda) ölünce müthiþ (bir ateþe) cehennem ateþine (sokulacaklardýr.) Orada yanýp duracaklardýr. Ne müthiþ bir hadise! Artýk yetimlerin mallarýndan sakýnmalýdýr.

§  Bir rivayete göre yetimin malýný yemiþ olan bir þahýs, kýyamet günü mezarýndan çýkýnca kabrinden, aðzýndan, burnundan, kulaklarýndan ve gözlerinden bir duman çýkacak, herkes bunu görüp onu yetim malýný yemi; olduðunu anlýyacaktýr.

§ Bir yetimin malýný haksýz yere yemek haramdýr. Fakat velisi muhtaç olup baþka türlü nafakasýný temin edemediði veya vasisine bir ücret tayin edilmiþ olduðu takdirde o maldan uygun þekilde yiyilmesi caizdir. Meselâ: Fakir, ihtiyar bir baba, oðluna annesinin terekesinden intikal etmiþ olan bir maldan israf etmeksizin bir miktar alýp yiyebilir (6) inci âyeti kerimeye de müracaat ediniz.

11. Allah T e âlâ size çocuklarýnýz hakkýnda erkek için iki diþi his-sesi emrediyor. Eðer diþi olan evlât, ikiden fazla ise onlara terekenin üçte ikisi aittir. Ve eðer bir tek kýz ise ona daterekenin yansý verilir ve babasýyla anasýndan herbiri için de ölünün çocuðu var ise terekesinde altýda biri vardýr. Ve eðer çocuðu yok ve kendisine yalnýz babasýyle anasý var ise anasý için üçte biri aittir. Ve eðer ölünün kardeþleri de var ise anasýna altýda biri verilir. Bu hisselerin böyle verilmesi, ölünün vaktiyle yapmýþ olduðu vasiyetinden ve borcundan sonradýr. Babalarýnýz ve oðullarýnýz bilmezsiniz ki hangileri sizin için menfaatçe daha yakýndýr. Bütün bunlar Allah Teâlâ tarafýndan birer farizedir. Þüphe yok ki, Allah Teâlâ herhalde alimdir, hikmet sahibidir.

11. Bu âyeti kerime, erkek ve kýz evlâdýn, babalar ile analarýn ve kardeþlerin mi rastaki paylarýný bildiriyor ve bu hususta taksimatýn hikmet gereði olduðuna iþaret buyuruyor. Þöyle ki: Ey müminler!.. (Allah Teâlâ size) sizden her birinize (evlâdýnýz hakkýnda) onlarýn mirastaki paylarý hususunda (erkek için iki diþi hissesi emrediyor) binaenaleyh vefat eden kimsenin meselâ: Bir oðulu ile iki kýzý bulunsa terekesinin yarýsý oðluna, diðer yarýsý da iki kýzýna ait bulunmuþ olur. Þayet bir kýzý ile bir oðlu bulunsa terekesinin üçte ikisi oðluna, üçde biri de kýzýna ait bulunur. Ýki oðlu ile üç kýzý bulunacak olsa terekesi yedi hisse itibar edilerek bundan ikiþer hisse oðlanlara, birer hisse de üç kýza isabet etmiþ olur. (Eðer diþi olan evlât) iki veya (ikiden fazla) olup da erkek evlât bulunmaz (ise onlara terekenin üçte ikisi aittir) kalaný babalarý, amcalarý gibi asabelerden bir kimse bulunursa ona ait olur, bulunmazsa o da bu kýzlara verilir. Meselâ: Bir ölünün üç kýzý ile bir de babasý bulunsa miras meselesi dokuzdan tanzim edilerek bunun ikiþer hissesi kýzlara, üç hissesi de babasýna isbet etmiþ olur. (Ve eðer) vefat edenin çocuðu yalnýz (bir tek kýz          ise ona da terekenin yansý verilîr) babasý veya kardeþi gibi baþka bir varisi de var ise kalan yansý da ona ait olur. Fakat böyle baþka varisi yok ise terekenin o

kalaný da yine o kýza verilir (ve) ölen kimsenin (babasý ile anasýndan herbiri için de ölünün) kýz veya oðlan (çocuðu varsa terekesinden altýda biri vardýr) meselâ: Bir müteveffanýn bir kýzý ile bir de babasý ve anasý bulunsa terekesi altý hisse itibar edilerek bunun üçte biri olan iki hissesi kýzýna verilir, birer hissesi de babasýyle anasýna verilir ve kalan bir hisse de reddiye yoluyla yine babasýna ait bulunur, (ve eðer) vefat edenin (çocuðu) ve o çocuðunun çocuðu (yok ve kendisine yalnýz babasý ile anasý vâris ise anasý için) terekesinin (üçte biri aittir) kalaný babasýna ait olur (ve eðer ölünün) birden ziyade (kardeþleri de varsa) bunlar gerek baba ana bir ve gerek baba veya ana bir erkek veya kýz kardeþler olsunlar ve gerek varis bulunsunlar ve gerek bulunmasýnlar, herhalde ölünün (anasýna altýda biri verilir) bu takdirde terekenin kalaný, ölünün babasý var ise ona ait olur, yoksa kardeþlerine verilir, (bu hisselerin) varislere (böyle verilmesi, ölünün vaktiyle yapmýþ olduðu vasiyetten ve borçtan sonradýr). Eðer borcu var ise evvelâ terekesinden o verilir, sonra da vasiyeti usulü dairesinde yerine getirilir, kalaný da varisler arasýnda Allah'ýn emrettiði þekilde taksim olunur, (babalarýnýz ve oðullarýnýz bilmezsiniz ki, hangileri) Ey varisler!.. Ey tereke býrakacak kimseler (sizin için menfaatçe daha yakýndýr.) Onu ancak Cenâb-ý Hak bilir, (bütün bunlar) tereke hakkýndaki bu ilâhî emirler, vazifeler (Allah Teâlâ tarafýndan birer farizedir.) Birer fayda ve hikmete dayanmaktadýr. Sizlerin üzerine düþen ise bunlara razý olmaktýr. Sizlerin hakkýnýzda usulünüz mu, füruunuz mu daha hayýrlý olacaðýný, bunlardan ebediyet âleminde sizlere hangileri daha faideli bulunacaðýný siz kestiremezsiniz. O halde mirastaki paylarýn hikmetini hakkýyla takdir edemeyebilirsiniz. Sizin vazifeniz bu gibi ilâhî hükümleri kabul etmektir.        (Þüphe yok ki: Allah Teâlâ) kullarýnýn bütün iþlerini (herhalde bilendir.) O Yüce Yaratýcý, ezelden sonsuza kadar Ýlim sýfatýyle vasýflýdýr. Ve (hikmet sahibidir.) Her emri, her takdir ve hükmü hikmetin kendisidir. Onun bütün emir ve yasaklarý hikmetten, faydadan hâlî deðildir. Ehli imanýn en birinci vazifesi de bunu bilip yüce tutmak ve takdis etmektir.

§ Kelâle: Lügatte yorulup kuvvetten düþmek veya etraftan kuþatýlmak manasýnadýr. Istilâhta: Usul ile füruun dýþýnda olan akraba demektir. Böyle bir akrabalýk sahibine de zikelâle denilmiþtir. Bir kimsenin kardeþleri, amcalarý, dayýlarý kelâle kabilindendir. Bunlarýn yakýnlýðý usul ve füruun yakýnlýðýna göre zayýf olduðundan kendilerine "Kelâle" denilmiþtir. Kelâle hakkýnda baþka görüþler de vardýr. 176 inci âyeti celileye de müracaat ediniz!..

 

 

 

 

12. Karýlarýnýzýn çocuðu yok ise terekelerinin yarýsý sizin içindir. Eðer onlarýn çocuðu var ise sizin için terekelerinin dörtte biri vardýr. Yapmýþ olduklarý vasiyetten veya borçtan sonra, karýlarýnýza da terekenizin dörtte biri vardýr. Eðer sizin çocuðunuz yok ise... Eðer sizin çocuðunuz varsa onlara da terekenizden sekizde biri vardýr. Yapmýþ olduðunuz vasiyetten veya borçtan sonra. Ve eðer bir erkeðin veya bir kadýnýn kelâle ta-rafýndan mirasýna konuluyor da onun bir erkek kardeþi veya bir kýz kardeþi bulunuyorsa onlardan herbirine de altýda bir hisse vardýr. Eðer bundan fazla iseler üçte birinde ortaktýrlar. Zarar verme kas d i olmaksýzýn yapýlmýþ olan vasiyetten veya borçtan sonra. Bütün bunlar Cenâb-ý Hak'tan bir öðüttür. Ve Allah Teâlâ alimdir, hilim sahibidir.

12. Bu âyeti kerime de kocalar ile karýlarýn ve kelâle denilen akrabalýk yoluyla varis olacak bir kýsým kimselerin mirastaki paylarýný tayin ediyor, yapýlacak vasiyetlerin varisleri zarara uðratmamasý hususuna da iþaret buyuruyor. Þöyle ki: Ey müminler!, (eþlerinizin) sizden veya evvelki kocalarýndan oðlan veya kýz (çocuðu) veya oðlunun sonuna kadar oðlu ve kýzý (yok ise terekesinin yarýsý sizin içindir) diðer yarýsý ise zevilfiruzdan veya asebattan veya diðerlerinden olan akrabalarýna ait olur, onlardan hiçbirisi bulunmazsa beytülmâle ait bulunur. Meselâ: Bir kadýnýn koc asiyle birde amcasý bulunsa terekesinin yarýsý kocasýna, diðer yarýsý da amcasýna intikal etmiþ olur. (eðer onlarýn) eþlerin sizden veya evvelki kocalarýndan erkek veya kýz (çocuðu var ise sizin için terekelerinin dörtte biri vardýr) mütebakisi Çocuðuna aittir. Meselâ: Bir kadýnýn kocasýyla iki de oðlu bulunmuþ olsa terekesinin dörtte biri kocasýna, dörtte üc,ti de iki oðluna eþit olarak intikal etmiþ olur. Onun miras meselesi sekizden tashih edilerek bundan iki hisse kocasýna, üçer hisse de oðullarýna verilir. Böyle bir hisse verilmesi o eþlerin (yapmýþ olduklarý vasiyetten veya borçtan sonra) dýr. Evvelâ borçlarý verilir, sonra vasiyeti usulü dairesinde yerine getirilir, kalan terekesi de varisleri arasýnda taksimedilir. Ey erkekler!. Siz de vefat edince (karýlarýnýza terekenizin dörtte biri vardýr) onlar bu miktara mirasçý olurlar (eðer sizin) o eþlerinizden veya baþka eþlerinizden (çocuðunuz yok ise) oðlunuzun oðlu veya kýzý da mevcut deðilse (eðer sizin çocuðun varsa) oðlunuz veya kýzýnýz, veya oðlunuzun evlâdý mevcut ise (onlara da) o eþlerinize de (terekenizden sekizde biri vardýr.) meselâ: Bir ölünün bir kansý ile bir de bir oðlu veya kýzý veya oðlunun bir oðlu bulunsa bu takdirde kansý terekenin sekizde birine müstehik olur, kalaný diðer varise ait bulunur. Bu mirasýn böyle intikali (yapmýþ olduðunuz vasiyetten veya borçtan sonra) dýr. (Ve eðer bir erkeðin veya bir kadýnýn) babasý, çocuðu olmayýp da (kelâle tarafýndan) meselâ: Kardeþleri veya amcalarý gibi varisleri tarafýndan (mirasýna konuluyor da onun) o vefat etmiþ olanýn ana tarafýndan (bir erkek kardeþi veya bir kýz kardeþi bulunuyorsa onlardan) o ana bir erkek, veya kýz kardeþten (her birine de) terekesinden (altýda bir hisse vardýr) burada oðlan ile kýz kardeþler eþittir, (eðer) bu ana bir erkek kardeþler ile kýz kardeþler (bundan) böyle birden (fazla iseler) terekenin (üçte birinde ortaktýrlar.) Terekenin kalaný da diðer eshabi feraizden ve asabattan olanlara ait olur. Meselâ: Bir ölünün bir ana bir erkek kardeþi, bir de ana bir kýz kardeþi bir de baba bir amcasý bulunsa miras meselesi üçten olup bundan bir hisse o iki kardeþe kalan iki hisse de amcaya verilir. Bu halde bu mesele altýdan tashih edilerek bunun üçte biri olan iki hisse o iki kardeþe eþit olarak ait olur, dört hisse de amcaya intikal etmiþ bulunur. Maamafih bunlara bir nisbette hisse verilmesi, (zarar verme kasdi olmaksýzýn       yapýlmýþ  olan vasiyetten veya borçtan  sonra)  dýr. Varisleri  zarara sokmak için terekenin  üçten fazlasýný vasiyet  etmek, vârislerin  muvafakatleri bulunmayýnca geçerli olmaz. Varisleri mirastan mahrum býrakmak için bankalarýna yoktan borç ikrar etmek caiz deðildir. Bu, varisler hakkýnda bir zarardýr. Binaenaleyh bu gibi hareketlerden kaçýnmalýdýr. (Bütün bunlar) bu hisselerin bu þekilde verilmesi ve vârislerin zararlarýna meydan verilmemesi hakkýndaki Kur'ânî beyanlar (Cenâb-ý Hak'tan) kullarýna (bir mevizedir) bir tavsiyedir. Buna göre hareket edilmesi ve Allah'ýn taksiminin bir hikmet ve menfaat gereði olduðunu bilip ona razý olmak bizim için bir kulluk görevidir. (Ve Allah T e âlâ alîm d ir) mahlükatýnýn hâl ve durumuna lâyýk olan hisseleri bilir, ona göre emreder. Ve Hak T e âlâ Hazretleri (hilim sahibidir) emrine muhalefet edenlerin cezalarýný hemen vermez, çok kere tehir eder, tâki uyanarak tövbe edip af dilesinler.. Ana baba bir kardeþler hakkýndaki miras hükmü için bu sûre'i celilenin sonundaki 176 inci âyeti kerimeye müracaat ediniz!..

 

 

 

 

13. Ýþte bunlar Allah Teâlâ'nýn hudududur.. Ve kim Allah Teâlâ'ya ve Peygamberine itaat ederse onu altýndan ýrmaklar akar cennet-lere koyacaktýr ki orada ebedî kalacaklardýr. Ve bu büyük bir kurtuluþtur..

13.      Bu mübarek âyetler, Allah'ýn koyduðu sýnýrlara ve bilhassa veraset hukukuna riâyet edenler hakkýnda müjdelemeyi, muhalefet edenler hakkýnda da tehdidi içermektedir. Þöyle ki: (iþte bunlar) yetimlerin, vasiyetlerin, miraslarýn hakkýnda bildirilen bu hükümler (Allah Teâlâ'nýn sýnýrlandýr.) Cenâb-ý Hak'kýn kullarý için tayin buyurmuþ, olduðu þer'î hükümlerdir ki bunlar ile amel etsinler, bunlara tecavüzde bulunmasýnlar (Ve kim Allah Teâlâ'ya ve Peygamberine) böyle hükmetmiþ olduðu þeylerde (itaat ederse onu altýndan ýrmaklar akar cennetlere koyacaktýr ki, orada ebedî kalacaklardýr.) Öyle muazzam nimetlere ebedî bir þekilde muvaffak olacaklardýr, (ve bu) þekilde cennete girmek, orada ebedî kalmak (büyük bir kurtuluþtur) bunun üstünde bir kurtuluþ olmaz.

§ Allah'ýn hududu, Allah'ýn hükümleri demektir. Malumdur ki hudud, heddin çoðuludur. Had de sýnýr, birþeyin etrafýna çekilen bir hattýr ki, bir kimsenin hakký o Hattâ kadar varýr, onun ötesine tecâvüz edemez. Ýþte ilâhî hükümler de mükelleflerin fiillerini sýnýrlamýþ, hareket alanlarýný belirlemiþ olduðundan mükellefler onun dýþýna çýkamazlar. Bu itibarla bu hükümlere Allah'ýn hududu denilmiþ oluyor.

 

 

 

 

14.       Ve kim de Allah Teâlâ'ya ve Peygamberine isyan eder, hudu-dunu tecâvüz eylerse onu da içinde ebedî kalmak üzere bir ateþe sokar ve onun için zillet verici bir azab vardýr..


14.  (Ve kim de) itaatden ayrýlýr da (Allah Teâlâ'ya ve Peygamberine

isyan eder) onlarýn emirlerine, yasaklarýna muhalefette bulunursa ve Cenâb-ý Hak'kýn (hududunu tecâvüz eylerse onu da) Hak Teâlâ Hazretleri (içinde ebedî kalmak üzere         bir ateþe) bir cehennem ocaðýna (sokar ve) bu bedenî azaptan baþka (onun için zillet verici) ruhî (bir azab) da (vardýr) bunun künhünü ancak Yüce Allah bilir.

Artýk böyle pek elem verici bedenî ve ruhî azaplara sebep olacak hallerden son derece kaçýnmalý deðil midir?

 

 

 

 

15.    Kadýnlarýnýzdan fuhuþta bulunmuþ olanlarýn aleyhine sizden dört þahit getiriniz. Eðer þahitlik ederlerse o kadýnlarý evlerde hapsediniz. Kendilerine ölüm gelinceye kadar veya onlara Cenab'ý Hak bir yol açýncaya kadar.


15. Bu mübarek âyetler, zina faciasýný iþleyenler hakkýnda Ýslâm'ýn ilk döneminde yürürlükte olan þer'î cezayý beyan etmektedir. Þöyle ki: Ey müslümanlar!. Sizlerin (kadýnlarýnýzdan)      eþlerinizden (fuhuþta) zinada (bulunmuþ olanlarýn aleyhine sizden) mü'minlerin hür olan erkeklerinden (dört þahit getiriniz.) bu dört þahit bu hadiseyi gördüklerine dâir (þahitlik ederlerse o kadýnlarý evlerde hapsediniz) ikametgâhlarýný kendileri için birer hapishane yapýnýz, (kendilerine ölüm gelinceye kadar) takdir edilmiþ hayatlarý sona erip ölüm meleði ruhlarýný alýncaya kadar öyle mahbûs bir halde kalsýnlar (veya onlara Cenab'ý Hak bir yol açý ne ava kadar) Allah tarafýndan onlara mahsus diðer bir serî hüküm, bir ilâhî ceza tayin edilinceye kadar öyle mahpus bulunsunlar.

§ Fahiþe: Söz ve fiil olarak pek çirkin olan þeydir. Zina da çok çirkin bir fiil olduðundan fahiþe diye anýlmýþtýr.

 

 

 

16. Sizden onu yapanlarýn her ikisine de eziyet veriniz. Eðer tövbe eder ve uslanýrlarsa onlardan vazgeçiniz. Þüphe yok ki, Allah T e âlâ

Ynt: Nisa Suresi By: hafizvuslat Date: 31 Ekim 2009, 19:50:02




21. Ve onu nasýl alýrsýnýz ki, birbirinizle iliþkide bulundunuz, ve sizden kuvvetli bir söz almýþlardýr..

21.       Ey müslümanlar!, ýonu) o malý eþlerinize iftira ederek (nasýl alýrsýnýz ki, birbirinizle iliþkide bulundunuz.) Aranýzda cinsel iliþki meydana geldi, sahih halvet vaki oldu, kimsenin göremiyeceði bir yerde birbirinize sohbet arkadaþý oldunuz, aranýzda evlilik hukuku tehakkuk etti, (ve sizden) Ey erkekler!. Eþleriniz adýna nikâh akdi ile (kuvvetli bir söz almýþlardýr) onlarýn haklarýna riâyet etmeniz lâzýmdýr, onlar ile güzelce geçinmeniz icabetmiþtir. Onlarý gerektiðinde güzelce terketmeniz icap eder. Bunlar evlilik hükümlerindendir. Artýk buna muhalefet edilmesi nasýl muvafýk olabilir?..

§ Cahil iye zamanýnda bir kimse eþinden ayrýlmak ve ona mihrini vermemek isterse biçare kadýna zina gibi bir suç isnat eder, o þekilde birbirinden ayrýlýrlardý. Bu gibi ahlâk dýþý hallere meydan verilmemesi, bu mübarek âyetler ile m üs l umanlara telkin edilmiþ oluyor.

 

 

 

22. Ve babalarýnýzýn nikahlamýþ olduðu kadýnlar ile evlenmeyiniz. Ancak geçen geçmiþtir. Þüphe yok ki, o pek çirkindi ve menfurdu ve ne fena bir yoldu..

22.   Bu mübarek âyetler, bütün maharrematý, yâni kendileri ile evlenmek caiz olmayan kadýnlarý belirtmekte, hilâfýna hareketin pek kötü, pek fena olduðunu bildirmektedir. Þöyle ki: (Ve) Ey müslümanlar!, (babalarýnýzýn nikahlamýþ olduðu kadýnlar ile) üvey anneleriniz ile (evlenmeyiniz) onlarýn nikâhý size haramdýr, (ancak geçmiþ geçmiþtir) vaktiyle câhiliyet devrinde böyle bir âdet vardý. Bir kimse üvey annesiyle evlenebilirdi. Artýk Ýslâmiyet devrinde böyle birþey caiz görülemez, (þüphe yok ki; o) öyle üvey anneler ile evlenmek aklen (pek çirkindi ve) þer'an (iðrençti ve) örf ve adet bakýmýndan da (ne fena bir yoldu) artýk bu kadar müstehcen olan bir muamele nasýl yapýlabilir?

 

 

 

23.    Sizin üzerinize haram olmuþtur: Analarýnýz, kýzlarýnýz, kýz kardeþleriniz, halalarýnýz, teyzeleriniz, biraderinizin kýzlarý, kýz kardeþinizin kýzlarý. Ve sizi emzirmiþ olan   süt analarýnýz, süt kýz kardeþleriniz, eþlerinizin analarý, ve kendileriyle cinsel iliþkide bulunmuþ olduðunuz eþlerinizden yanlarýnýzda bulunan üvey kýzlarýnýz. Þayet eslerinizle cinsel iliþkide bulunmamý; iseniz sizin üzerinize bir günah yoktur. Ve kendi sulblerinizden olan oðullarýzýn eþleri de ve iki kýz kardeþi birden almanýz da -sizin için haramdýr- geçmiþ olan ise müstesna. Þüphe yok ki Allah Teâlâ gafurdur, rahimdir.

23. Ey müslümanlar!, (sizin üzerinize) þunlarýn nikâhlarý (haram kýlýnmýþtýr) 1- (analarýnýz) ve babalarýnýz ve analarýnýzýn analarý ve onlarýn sonuna kadar analarý. 2 -(kýzlarýnýz) ve oðullarýnýzýn ve kýzlarýnýzýn kýzlarý ve torunlarý. 3 - (kýz kardeþleriniz) ana ve baba bir veya baba bir veyahut ana bir kýz kardeþleriniz. 4 - (halalarýnýz) babalarýnýzýn ve dedeleriniz kýz kardeþleri 5 - (Teyzeleriniz) analarýnýzýn ve ninelerinizin bütün kýz kardeþleri. 6 -(Biraderlerinizin kýzlarý) ve bu kýzlarýn kýzlarý ve torunlarý.         7 - (kýz kardeþinizin kýzlarý) ve bunlarýn kýzlarý ve torunlarý, tüm yeðenler: Bu yedi sýnýf neseb sebebiyle haram kýlýnmýþ olanlardýr. 8 - (ve sizî emzirmiþ

olan süt analarýnýz) ve bunlarýn analarý, yâni süt nineler. 9 - (ve süt kýz kardeþleriniz) ve süt kýzlar, süt halalar, süt teyzeler süt biraderler, nesep bakýmýndan olduðu gibi süt emme sebebiyle de haramdýr. 10 - (ve eþlerinizin anneleri) ve onlarýn anneleri, bunlarýn nikâhlarý haramdýr. Eþler, gerek kendileriyle cinsel iliþkide bulunulmuþ olsunlar ve gerek olmasýnlar yalnýz nikâh ile bu haramlýk sabit olur. 11 - (ve kendileriyle cinsel iliþkide bulunmuþ olduðunuz eþlerinizden) doðup çoðunlukla (yanýnýzda bulunan üvey kýzlarýnýz) -velevki yanýnýzda bulunmasýnlar- sizlere haramdýr, (þayet eþlerinizle cinsel iliþkide bulunmamýþ iseniz) bu eþlerin vefatý veya boþanmasýyla iddetin bitmesi neticesinde bunlarýn kýzlarý ile evlenmekte (sizin üzerinize bir günah yoktur). 12 - (Ve kendi sulblerinizden olan oðullarýnýzýn eþleri de) sizlere haramdýr. Üvey oðullarýn eþleri bundan müstesnadýr. 13 - (Ve iki kýz kardeþi birlikte almanýz da) sizin için haramdýr. Nitekim bir kýz ile onun halasýný veya teyzesini bir nikâhta birleþtirmek de caiz deðildir. Bu bir meþhur hadis ile sabittir. Ancak câhiliyet zamanýnda (geçmiþ olan müstesna) onlardan dolayý sorumlu tutmak yoktur. Elverir ki, Ýslâm þeriatýnýn insanlýk alemine gelmesinden sonra böyle bir muameleye teþebbüs olunmasýn, (þüphe yok ki, Allah Teâlâ gafurdur, rahimdir) Vaktiyle yapýlmýþ bir günahý afeder ve Örter, yeter ki ona devam edilmesin, yapýlmýþ olan kusurlardan dolayý Ýlâhî affa iltica edilsin.

§ Annelerin ve kýzlarýn nikâhlarý Hz. Adem'den beri haram bulunmuþtur. Fakat insanlýk neslinin çoðalmasý için Hz. Adem'in zamanýnda kýz kardeþler ile nikâh caiz bulunmuþtu. Yakup Aleyhisselâm'ýn þeriatýnda da iki kýz kardeþi nikâhta bir arada bulundurmak caizdi.

§ Süt analýðýn vücude gelmesi için, daha süt müddetini bitirmemiþ olan bir çocuðun isterse bir defa olsun memeden süt emmesi veya memeden saðýlmýþ bir sütü içmesi lâzýmdýr. Süt, çocuðun midesine gerek aðzýndan ve gerek burnundan vasýl olsun ve gerek emzikle verilsin eþittir. Bu sütün az miktarý ile çok miktarý ayný hükümdedir. Süt verenin de bakire olmasý veya ölmüþ bulunmasý veya hayýz ve nifastan kesilmiþ olmasý arasýnda da fark yoktur. Þu kadar var ki, süt veren, dokuz yaþýndan daha küçük olamaz. Fakat þafiilere göre çocuða bu süt en az beþ defa ayrý ayrý verilmiþ olmalýdýr, az olsun çok olsun eþittir. Ve sütü içilen kadýn sütü alýndýðý zaman hayatta bulunmalýdýr.

§ Süt müddeti, Ýmam Azam'a göre doðumdan itibaren otuz aydýr. Imameyne göre iki kameri senedir. Bu müddetten sonra mideye giren bir süt ile emme haramlýðý sabit olmaz. Malikilere göre süt emme müddeti, iki seneden ve nihayet iki sene ile iki aydan ibarettir. Þafiîlere göre bu müddet iki kameri senenin sonuna doðru biter. Binaenaleyh bu süt henüz iki kameri yýl bitmeden verilmiþ olmalýdýr. Hanbeli fýkýh bilginlerine göre de bu müddet iki senedir. Ondan sonra emme haramlýðý, sabit olmaz. Fakat zahiriye mezhebine göre süt için müddet yoktur, her ne zaman içilse emme sebebiyle haramlýk olur. Binaenaleyh ihtiyat etmelidir. Bir kimse yaþlý olsa da eþinin memesini emmemelidir. Hz. Ayþe ile Ibni Mesut ve Ibni Abbas gibi sahabe'i kiram da bu kanaatte bulunmuþlardýr. "Bidayetülmüctehit" de ve "El muhallâ" da geniþ açýklamalar vardýr. § Nesep akrabalýðý, evlilik akrabalýðý ve süt emme sebebiyle bir takým mahremiyetlerin ve haram oluþlarýn vücude gelmesi, bir takým sebeblere, hikmetlere dayanmaktadýr. Þöyle ki:

(1)       Ýslâm dinî akraba baðýna büyük bir kýymet vermiþtir. Bir takým akrabalar adeta birbirinin birer parçasý gibi sayýlmýþtýr, bunlarýn arasýnda daimi bir muhabbet, bir irtibat bulunmasý bir gayedir. Bunlardan bir kýsmýnýn diðer bir kýsmýna karþý büyük bir saygý duygusu içerisinde bulunmasý, bir ahlâkî vazifedir. Kadýnlar ise kocalarýnýn emirlerine riâyet ederek onlarýn idareleri altýnda bulunurlar, aralarýnda bazen hoþ olmayan haller meydana gelebilir, birbirinden ayrýlarak aralarýndaki bað, sona ermiþ olur soy bakýmýndan akraba olanlar arasýnda ise böyle hallerin vücude gelmesi gayrimeþru, hikmet ve menfaate aykýrý olduðundan onlarýn arasýnda nikâhýn caiz olmasý, hikmet ve faydaya elveriþli olamaz.

(2)  Evlilik akrabalýðý sebebiyle meydana gelen haramlýðýn þer'î hikmetine gelince:

Bir kere evlâdýn ana babasýna karþý son derece saygýlý bulunmasý icabeder. Ana babanýn da çocuklarýna karþý pek ziyade þefkatli, gönül alýcý bulunmalarý lâzýmdýr. Artýk bunlarýn koca veya kanlarýyla evlenmeleri bu saygýya, bu þefkat ve sevgiye muvafýk olmaz, bilâkis aralarýna düþmanlýk ve nefret düþürmeðe sebep olur. Meselâ: Bir kimse, oðlunun boþadýðý bir kadýn ile evlenecek olsa artýk oðlu ile aralarýnda bir saygý ve samimiyet kalabilir mi?

Binaenaleyh bunlarýn nikâhlarýnýn caiz olmamasý aralarýnda bir mahremiyetin meydana gelmesi, aralarýndaki saygý ve muhabbetin devamýna bir vesile teþkil etmiþtir ve evlilik akrabalýðý sayesinde yakýnlýk ve mahremiyet dâiresi geniþliyerek sosyal varlýkta bir açýlma vücude gelmiþtir.

(3)       Süt meselesine gelince: Bunun teþriî hikmeti de açýktýr... Þöyle ki: Ýnsanlar haddi zatýnda seçkin birer mahluktur. Kendi varlýklarý büyük bir deðere sahip olduðu gibi kendilerinden birer parça olan her þey de bir deðere sahiptir, Ýþte insanlarýn sütleri de bu cümledendir. Bu süt vasýtasýyle insanlar arasýnda bir nevi parçalýk, baðlýlýk meydana gelmiþtir. Bir çocuðun büyüyüp geliþmesi, annesinin sütü ile vücude geleceði gibi baþka bir kadýnýn sütü ile de vücude gelebilir. Bu sebeple aralarýnda ayrýlmasý mümkün olmayan bir cüziyet, mhî ve manevî bir alâka meydana gelmiþ olur. Artýk süt anne çocuðun büyüyüp geliþmesine hizmet etmiþ olduðu için saygýya lâyýk olduðu için onun belli yakýnlarý da bu saygýya lâyýk bulunurlar, aralarýnda bir akrabalýk meydana gelmiþ olur. Ýþte bu gibi sebeblerden hikmetlerden dolayý süt annelik itibariyle de nikâhýn haram oluþu meselesi, teþriî hikmetlerden bulunmuþtur. Hukuku Islâmiye kamusuna müracaat ediniz!..

 

 

 

24. Sað ellerinizin sahip olduðu müstesna olmak üzere kadýnlardan kocalý olanlar da size haramdýr. Bu, Allah Teâlâ'nýn üzerinize bir yazýsýdýr. Bunlardan baþka kadýnlarý ise iffetli, zinadan sakýnýr olduðunuz halde mallarýnýzla talep etmeniz size helâl kýlýnmýþtýr. Ýmdi o kadýnlardan her hangisinden faydalanýrsanýz onlara ücretlerini bir farize olarak veriniz. Mihir taktir olunduktan sonra birbirinizle uðraþtýðýnýzda üzerinize bir günah yoktur. Þüphe yok ki, Allah Teâlâ alimdir, hikmet sahibidir.

24.        Bu mübarek âyeti kerime, kendileriyle evlenme ve cinsel iliþki caiz olup olmayanlar ile onlarýn hak ettikleri mihir ve ücretler hakkýndaki þer'î hükmü beyan

etmektedir. Þöyle ki: (Sað ellerinizin sahip olduðu) yani esir olarak meþru þekilde elde etmiþ olduðunuz cariyeler (müstesna olmak üzere kadýnlardan kocalý olanlar da)  size haramdýr. Onlar ile evlenemezsiniz. Fakat esir alýnmýþ olan gayrimüslim kadýnlar, dari harpte kocalarý bulunmuþ olsa da onlara sahip olmak ve onlarla nikâhta bulunmak caizdir. Çünki vatan ayrýlýðý ve esaret ile kocalarýyla aralarýndaki evililk baðý yok olmuþ olur. Artýk bunlarý Ýslâm yurdunda ay hali sona erince nikâh etmek caiz bulunur. Bu bir kýsým kadýnlarýn haram olmalarý ise (Allah Teâlâ'nýn üzerinize bir yazýsýdýr) Bir dinî vecibedir. Bu hususa riâyet lâzýmdýr. (Bunlardan) böyle nikâhlarý haram olanlardan (baþka kadýnlarý ise) Ey müslümanlar!, (iffetli, zinadan sakýnýr olduðnuz halde mallarýnýzla) birer muayyen mihir karþýlýðýnda (taleb etmeniz size helâl kýlýnmýþtýr) onlar ile iffetli bir halde yaþamak üzere evlenebilirsiniz. (Ýmdi o kadýnlardan) o nikâh edilenlerden (her hangisinden faydalanmýþ) zifaf olup cinsel iliþkide bulunmuþ (olursanýz onlara ücretlerini) hak ettikleri mihirlerini (bir farize) tayin edilmiþ bir verecek olarak (veriniz) onlarý maðdur býrakmayýnmýz fakat (mehir takdir olunduktan sonra birbirinizle uzlaþtýðýnýzda) mesela mihrin miktarýný arttýrdýðýnýzda veya rýzâ ile kýsmen veya tamamen azaltýp borçtan kurtulduðunuzda (üzerinize bir günah yoktur.) Bu kendi rýzânýzla yapýlan meþru bir muameledir. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ) kullarýnýn bütün fiil ve hareketlerini (bilendir) onlar için meþru kýlmýþ olduðu bütün hükümlerde (hikmet sahibidir.) iþte bunun içindir ki hâlinize lâyýk olan bu ahkamý meþru buyurmuþtur.

§ Ýhsan, iffet demektir. Nefsi harama düþmekten korumaktýr. Millisinde evli olup kendisini zinadan muhafaza etmiþ olan erkektir. Muhsene de evli olan bir kadýndýr ki, kocasýnýn himayesinde bulunup nefsi haramdan korunmuþ bulunur. Böyle bir kadýn, nefsini gayrimeþru iliþkilerden koruyacaðý için kendisine "muhsine" de denilir. Çoðulu muhsenat ve muhsinattýr. Müsafih de zina eden, fâcir kimse demektir. Zina yüzünden ise nesebler zayi, mallar ve þerefler yok olur, bir nice cinayetler meydana gelir, dünyevî ve uhrevî hüsran hasýl olur. Bunun içindir ki hikmet dolu Ýslâmiyet, bunu en feci bir cinayet saymýþ, ona göre de ceza tayin buyurmuþtur.

§ Esir alýnan kadýnlarý ve çocuklarý öldürmek caiz deðildir. Bu kadýnlar dân harpten dâri Ýslâm'a getirilince harbî olan kocalarýndan mübane = ayrýlmýþ olurlar, aralarýnda nikâh kalmaz. Fakat bu kadýnlar kocalarýyle beraber esir edilerek dâri Ýslâm'a birlikte çýkarýlmýþ olunca aralarýndaki nikâh, bozulmuþ olmaz. Binaenaleyh bu kadýnlara câriye olarak sahip olanlar, bunlara yaklaþamazlar, bu caiz deðildir.

§         Bir erkek dâri harpten esir olarak getirilmiþ olan bir kadýn ile evlense veya ona sahip olsa o kadýn bir hayýz görmedikçe ve h ay izli deðilse bir ay geçmedikçe ona

yaklaþamaz. Bu bir istibra meselesidir.

§ Bir müslüman, bir dinden dönmüþ kadýn ile veya bir putperest veya ateþperest ile bunlar müslüman olmadýkça evlenemez. Binaenaleyh bunlarýn nikâhý haramdýr.

§ Bir müslüman, nikâhý altýnda bir hür kadýn bulundukça onun üzerine bir câriye ile evlenemez. Bu Hürreyi boþasa iddeti bilmedikçe yine câriye ile evlenmesi caiz olmaz.


25. Ve sizden her kim hür olan kadýnlar ile evlenmeðe fazla bir malî iktidarý yok ise sað ellerinizin sahip olduðu genç; mü'min ca-riyelerinizden -evlensin-. Ve Allah Teâlâ sizin imanýnýzý hakkýyla bilendir. Bazýnýz bazýnýzdandýr. Ýmdi onlarý namuslarýný korur, fuhuþtan beri bulunur gizlice dostlarda edinmez olduklarý halde sahiplerinin izniyle nikahlayýnýz ve onlara mehrlerini de güzelce veriniz. Eðer onlar evlendikten sonra bir fuhuþ yaparlarsa o vakit onlarýn üzerlerine, hür kadýnlarýn üzerlerine lâzým gelen cezanýn yarýsý lâzým gelir. Bu sizden büyük meþakkate düþmekten korkanýnýz içindir. Ve eðer sabýr ederseniz sizin için daha hayýrlýdýr. Ve Allah Teâlâ gafurdur, rahimdir.


25.        Bu âyeti kerime, baþkalarýnýn mülkiyeti altýnda bulunan cariyeler ile ne þekilde, ne gibi þartlar çerçevesinde evlenmenin caiz olacaðýný bildirmektedir. Þöyle ki: (Ve) Ey müslümanlar!, (sizden her kim hür olan kadýnlar ile evlenmeðe fazla bir malî iktidarý yok ise) yani malca bir geniþlik bir ziyâdeliðe sahip deðilse (sað ellerinizin sahip olduðu) yani pazu kuvvetinize savaþ alanýndan alýnarak esir edilmiþ, mülk olma ve cariyelik vasfýný almýþ olan kadýnlardan (genç, mü'min cariyelerinizden) münasip gördüðü ile evlensin, (ve Allah Teâlâ sizin imanýnýzý hakkýyla bilendir.) Ýnsanlar ise bunu hakkiyle bilemez. Bazen bir cariyenin imaný zayýf olacaðý gibi, bazen kuvvetli de olabilir. Biz di; durumuna bakarýz, mü'min olduðu anlaþýlýnca onunla evlenmekte bir sakýnca olmayabilir. Bununla beraber cariyenin böyle Ýman ile kayýtlanmasý hanef ilere göre bir tercih meselesidir. Yoksa baþkasýnýn ehl-i kitap olan câriye s iyi e de evlenmek caizdir. Þafiilerce ise caiz deðildir. Ve ey insanlar!. Esasen (bazýnýz bazýnýzdandýr) hepiniz de esasen insansýnýz, hepiniz de Hazreti Adem'in neslindensiniz, hepiniz de Allah'ýn kullarýsýnýz, bu sebeple aranýzda bir birlik vardýr artýk cariyelere de hakaret gözüyle bakmayýnýz, (Ýmdi onlarý) o cariyeleri (namuslarýný korur, fuhuþtan beri bulunur ve gizlice dostlar da edinmez olduklarý halde) nikâh edebilirsiniz. Binaenaleyh onlarý lüzum görülünce (sahiplerinin) velilerinin, mâliklerinin (izniyle) müsaadeleriyle (nikahlayýnýz ve onlara) aranýzda belirttiðiniz mehri veya belirtmediðiniz takdirde emsallerine göre hak ettikleri (mehrlerini de güzelce) normal olarak cömertçe bir tarzda (veriniz) onlarý nikâhýnýz altýnda iffetli bir þekilde yaþatýnýz (eðer onlar) böyle (evlendikten sora bir fuhuþ) bir zina suçu (islerlerse o vakit onlarýn üzerlerine hür kadýnlarýn) fuhuþ islediklerinde (üzerlerine lâzým gelen cezanýn yansý lâzým gelir) zina eden hür kadýna vurulmasý icâbeden deðneðin yarýsý olan elli deðnek darbesiyle cezalandýrýlýr. (Bu) cariyeler ile evlenmek, (sizden büyük meþakkate düþmekten) fazla mihir ve nafaka vermek hususunda sýkýntýya düþeceklerinden (korkarýmýz içindir) ve þehvet galebesi ile günaha girmek ihtimali olanlar içindir, (ve eðer sabrederseniz) nefsinize hâkim olup gayrimesru temayüllerde bulunmaz iseniz, böyle cariyeler ile evlenmemek sizin için (daha hayýrlýdýr) Evet... Hür kadýnla evlenmeðe durumu müsait olmayan bir kimsenin câriye ile de evlenmediði takdirde gayrimesru iliþkilerde bulunacaðý düþünülürse onun câriye ile evlenmesi icabeder. Fakat böyle bir korku bulunmadýðý takdirde câriye ile evlenmemesi daha iyidir. Çünki cariyeler, hür kadýnlar kadar bir þerefe sahip deðildirler, onlar evlerine fazla baðlý olamazlar, kendilerine sahip olanlarýn hizmetlerinde de bulunmaya mecbur olurlar, çocuklarý da köle sayýlýrlar, hürriyetten mahrum, güzelce bir terbiyeden nasipsiz bulunurlar. Ve bu cariyeler baþkalarýna da satýlabileceklerinden efendileri deðiþir, kocalarý ile olan münasebetleri kesintiye uðrayabilir. Binaenaleyh bu hususta sabredip evlenmemek daha hayýrlý olduðunda þüphe yoktur. (Ve Allah Teâlâ gafurdur.) Hakkiyle yarlýgayýcýdýr, bu hususta sabýr etmeyeni de af ve maðfiret buyurur, (rahîmdîr) çok esirgeyicidir, bunun içindir ki, sizlere bu ser'î hükümleri bildiriyor, sizi iffet ve temizlik yoluna sevk eyliyor....

 

 

 

 

26. Allah Teâlâ sizlere açýklamak ve sizleri sizlerden evvelkilerin yollarýna erdirmek ve sizleri tövbeye muvaffak kýlmak diler. Ve Allah Teâlâ alimdir, hikmet sahibidir.

26. Bu mübarek âyetler, bu müslümanlar hakkýnda Yüce Allah'ýn ne kadar hayýr isteyen ve kolaylýk lütfeden olduðunu müjdeliyor, bir takým nefislerinin isteðine tabi olanlarýn da insanlar hakkýnda ne derece kötülük isteyen sapýklýk rehberi bulunduklarýný beyan buyuruyor. Þöyle ki: Ey müslümanlar!. (Allah Teâlâ sizlere) helâl ve harama ve diðer en güzel ser'î hükümlere dâir bilmediklerinizi (açýklamak) beyan buyurmak ister, (ve sizleri sizden evvelkilerin) Hz. Ýbrahim, Hz. Ýsmail gibi mübarek Peygamberlerin ve diðer salih kullarýnýn (yollarýna erdirmek) ister. Tâki onlar gibi hak'ka tâbi, batýldan sakýnýp, hidâyete nail olasýnýz. (Ve sizleri tövbeye muvaffak kýlmak diler) Sizlere takip edeceðiniz selâmet ve saadet yolunu gösterir, tâki, insanlýk icâbý sizden bir kusur meydana gelince hemen tövbe ederek Allah'ýn affýna mazhar olasýnýz, artýrk sahip olduðunuz irâde kuvvetini, düþünme kabiliyetini kötüye kullanmayarak uyanýk bir þekilde hareket eyleyiniz, (ve Allah Teâlâ alimdir) sizin bütün amel ve fiillerinizi bilir, (hikmet sahibidir) bütün ser'î hükümleri hikmet ve menfaati taþýmaktadýr. Artýk ona göre hareket ediniz.

 

 

 

27. Ve Allah Teala sizin tövbe ederek ilahý affa kavuþmanýzý diler. Þehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir meyil ile sapmanýzý isterler.

27. (Ve) Ey m üs I îiman l ar!. Ýnsanlýk hali sizden bazý kusurlar meydana gelince hemen nadim ve piþman olarak tövbe edip baðýþ dileyiniz, (ün ki (Allah T e âlâ sizin tövbe ederek ilâhî affa kavuþmanýzý ister) sizin tövbelerinizi kabul buyuracaðýný size va'd buyurmuþtur. Elverir ki, siz baþkalarýnýn aldatmalarýna kapýlmayasýnýz. (þehvetlerine uyanlar) nefislerinin heveslerine tâbi olanlar, bir takým haram olan þeyleri helâl telâkki edenler, kýsaca bir takým dinsizler, sapýklar tahrif edilmiþ dinlere tâbi bulunanlar (ise sizin büyük bir meyil ile) hak yoldan çýkarak, bir takým haram þeyleri yaparak (sapmanýzý) selâmet ve hidâyet yolundan ayrýlmanýzý (isterler). Artýk öyle düþmalarýn sözlerine, hareketlerine nasýl kýymet verilebilir?.

 

 

 

 

 

28. Allah Teâlâ sizden hafifletmek ister. Ve insan zayýf olarak yaradýlmýþtýr...

28.    Ey müslümanlar!. (Allah Teâlâ sizden) aðýr teklifleri kaldýrýp (hafifletmek) sizleri uygulamasý hafif, fayda ve hikmet dolu vazifelerle vazifelendirmek (ister) nitekim müslümanlýðýn bütün hükümleri kolaydýr, uygulanabilir, bir nice fayda ve güzellikleri taþýmaktadýr, (ve insan zayýf olarak yaradýlmýþtýr) bir çok kere nefsinin eðilimlerine tabi olur, yasaklardan kaçýnmak hususunda gerektiði gibi sabýr ve sebat gösteremez. Bu bakýmdan manevî bir zaafa uðramýþ bulunmaktadýr. Ýþte insanlarýn bu zayýf halleri de kendileri için bir çok dinî kolaylýklarýn vücuduna bir sebep bulunmuþtur. Cenab'ý Hak, hiçbir insaný takati üstünde bir þey ile mükellef tutmamýþtýr. Ve herhangi insaný usulü dairesinde tövbe edip af diledimi, ilâhîsi affýna nail buyuracaðýný va'd etmiþtir. Artýk insanlar, bu ilâhî lütuftan, bu ilâhî merhametten istifâde fýrsatýný elden kaçýrmamalýdýrlar.

 

 

 

 

 

29.      Ey imân etmiþ olanlar!. Mallarýnýzý aranýzda bâtýl yere yeme-yiniz. Meðer ki tarafýnýzdan kendi rýzânýzla yapýlan bir ticaret olsun. Ve kendinizi de öldürmeyiniz. Þüphe yok ki Allah Teâlâ sizlere pek merhamet edicidir.

29.   Bu mübarek âyetler, mallarýn kýymetine iþaret ederek onlarýn gayrimeþru þekilde elden çýkarýlmasýný yasaklamaktadýr. Ve hayat hakkýna riâyet edilmesini emrederek cinayetlerden sakýnýlmasýný ihtar buyurmaktadýr. Bu gibi büyük günahlardan kaçýnanlarýn da küçük günahlarýndan dolayý ilâhî affa mazhar, birer ikram mahalline nail olacaklarýný müjdelemektedir. Þöyle ki: (Ey) hakikaten þuurlu bir biçimde imân etmiþ olanlar!) Ey müslümanlar!.. (mallarýnýzý aranýzda) Ýslâm þeriatýnýn mubah kýlmadýðý kumar, faiz, hýrsýzlýk, hiyânet, gasp, yalan yere þahitlik gibi (bâtýl yere yemeyiniz) o mallarýnýzdan böyle gayrimeþru biçimde istifadeye kalkýþmayýnýz, (meðer ki tarafýnýzdan kendi rýzâlarýnýzla yapýlan bir ticaret) malý (olsun) öyle meþru bir tarzda yapýlan ticaret mallarýndan istifâde etmek caizdir. Nasýl ki: Veraset, vasiyet, baðýþ, sadaka, mihir, cinayet bedeli gibi mallardan da istifâde meþru bulunmuþtur, (ve) Ey müminler!., (kendinizi de öldürmeyiniz) birbirinizin hayatýna kasdetmeyiniz, intiharda bulunmayýnýz, nefislerinizin dünyada ve âhirette elâkýna sebep olacak þeylere teþebbüs etmeyiniz. Aranýzdaki dinî kardeþliðine, insan kardeþliðine riâyet ediniz, gayrimeþru öldürmelere meydan vermeyiniz, (þüphe yok ki) Ey ümmeti Muhammediye!. (Allah Teâlâ sizlere rahimdir) çok merhamet edicidir. Bunun içindir ki, sizlere kendini öldürmeði yasaklamýþtýr. Halbuki vaktiyle Ýsrail oðullarý, günahlarýndan tövbe edip kurtulabilmeleri için kendilerini öldürmekle memur bulunmuþlardý.

 

 

 

30. Ve her kim bunu bir tecâvüz ve bir zulüm olarak yaparsa onu yakýnda bir ateþe yaslandýrýrýz ve bu Allah Teâlâ için kolay bulun-maktadýr.

30.        (Ve her kim bunu) bu kendisine yasaklanmýþ, olan canýna kýymayý ve diðer haramlardan hangi birini (bir tecâvüz) bir helâl sahasýný terkederek (ve bir zulüm) nefsine ve baþkasýna bir haksýzlýk (olarak yaparsa onu) böyle ilâhî hükme muhalefet eden o þahsý (yakýnda) ölür ölmez heman (bir ateþe yaslandýrýrýz) onu cehennem ateþine sokarýz, orada yanar durur, (ve bu) þekilde azab edivermek (Allah Teâlâ için kolay bulunmaktadýr.) Yüce Allah'a karþý bir güçlük tasavvur olunamaz, o her þeye tamamiyle kadirdir.. Buna inanmýþýzdýr.

 

 

 

 

 

31.  Eðer size yasaklanan þeylerin büyüklerinden kaçýnýrsanýz siz-den kabahatlerinizi kefâretlendiririz ve sizleri bir deðerli mahalle girdiririz.

31.     (Eðer) Ey müminler!. Siz (size yasaklanan þeylerin) kebâir denilen (büyüklerinden kaçýnýr) Allah Teâlâ'dan korkar, onun yasaklamasýndan dolayý o günahlarý iþlemezseniz Allah Teâlâ (sizden) meydana gelip saðair adýyla anýlan küçük (kabahatlerinizi kefâretlendirir) yapacaðýnýz ibadetler günahlarýnýzýn kefaretine vesile olur, bu sayede af edilirsiniz, günahlarýnýz örtülür, (ve sizleri bir deðerli mahalle) yani cennete (girdirir) sizleri orada lütf ve keremine nail buyurur. Artýk harekâtýnýzý ona göre tanzim ediniz...

§ Kebâir denilen günahlardan maksat, yapanlar hakkýnda Allah'ýn kitabý ile veya peygamberin sünneti ile þiddetli tehdit bulunan yasak þeylerdir. Bunlarýn haram olduklarý böyle birer kesin delil ile sabit bulunmuþtur. Meselâ: Haksýz yere adam öldürme, baþkasýnýn hukukuna tecâvüz, iffetli bir hatuna zina isnadý, yalan yere þahitlik, yalan yere yemin ile baþkasýnýn hakkýna müdahale, yetimlerin mallarýný haksýz yere yemek, içki içmek, zina, oðlancýlýk, kumar, faiz, cihattan kaçmak, namaz, oruç gibi farizeleri terk, rüþvet almak kebairden (büyük günahlardan) bulunmuþlardýr. Binaenaleyh bunlardan son derece sakýnmak gerekir. Saðair denilen günahlarý da kasden yapmayýp onlardan da kaçýnmalýdýr ki, onlara devam da insaný büyük günahlara sokmuþ olabilir. Bütün hallerde Cenab'ý Hak'kýn korumasýna iltica ederiz.

 

 

 

 

 

32.     Ve Allah Teâlâ'nýn bazýnýza diðer bazýnýz üzerine ihsan bu-yurmuþ olduðu þeyi temenni etmeyiniz. Erkekler için kazançlarýndan bir nasip vardýr: Kadýnlar için de kazançlarýndan bir nasib vardýr. Ve Allah Teâlâ'dan lütfunu isteyiniz. Þüphe yok ki Allah Teâlâ her þeyi hakkýyla bilicidir.

32. Bu mübarek âyetler, Cenâb-ý Hak'kýn miras ve diðer yollarla ihsan buyurmuþ olduðu þeylere razý, çalýþýp gayret etmeye devam ve akrabalýk haklarýný gözetir olmamýzý bizlere emir ve tavsiye buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ey müminler!, insanlarýn mallarýný haksýz yere yemeyiniz, haksýz yere adam öldürmeyiniz. (Ve Allah Teâlâ'nýn bazýnýza) sizden (diðer bazý) kimseler (üzerine) bir hikmet gereði (tercihan) fazla olarak lütuf ve (ihsan buyurmuþ olduðu þeyi) miras payýný veya diðer elde etmiþ olduklarý kazançlarý veya makam ve mevkiyi (temenni etmeyiniz) hakkýnýza razý olunuz, kýsmetinize kanaat ediniz, baþkalarýna kýskançlýk edip nimetlerinin yok olmasýný, sizlere intikal etmesini temennide bulunmayýnýz. Böyle bir temenni. Allah'ýn takdiri ne, ilâhî hikmete razý olmamayý gerektirir olacaðýndan caiz olamaz. (Erkekler için kazançlarýndan) vazifelerinden, çalýþma ve gayretlerinden ve sahip olduklarý kabiliyetlerinden dolayý (bir nasip vardýr) ve onlar takdir edilmiþ belirli bir hisseleri vardýr (kadýnlar için de bir nasip vardýr) onlar da yeteneklerine, mevkilerine uygun birer hisseyi, birer nasibi, hak etmiþ bulunmaktadýrlar. (Ve Allah Teâlâ'dan fazlýný) onun lütuf ve ikramýný (isteyiniz) onun rahmet hazineleri sonsuzdur, birbirinizin mala ve servetine, makam ve mevkiine göz koymaktan ise Cenab'ý Hak'kýn lütuf ve ihsanýna sýðýnýnýz, ondan meþru þeyler isteyiniz, meselâ: Hz. Peygamber'in bir hadisinde beyan olunduðu üzere bir kimsenin malýný veya mevkiini taleb etmemelidir, yarabbü. Eðer hakkýmda hayýrlý ise bana öyle bir mal, öyle bir mevki ihsan buyur diye duada bulunmalýdýr, (þüphe yok ki. Allah Teâlâ her þeyi hakkiyle  bilicidir.) Bunun içindir ki, insanlarý hikmet gereði tabakalara ayýrmýþ, bazýlarýný sahip olduklarý yetenek ve diðer özeiyikleri sebebiyle diðer bazýlarý üzerine üstün kýlmýþtýr. Artýk buna itiraza, buna haset etmeðe, bunun haksýz yere yok olmasýný temenni etmeðe kimsenin hakký, yetkisi yoktur...

 

 

 

 

33. Ve hepsi için baba ve ananýn ve yakýn hýsýmlarýnýn ve yemin-lerinizin akdettiði kimselerin terekelerinden miras alýr varisleri kýldýk. Artýk onlara nasiplerini veriniz. Þüphe yok ki: Allah Teâlâ her þey üzerine hakkýyla þahittir.

33.        (Ve) erkek ve diþiden (hepsi için) herbirine mahsus (baba ve ananýn ve) soy ve evlenme yoluyla (yakýn hýsýmlarýn ve yeminlerinizin) yani: Sað ellerinizin veya yaptýðýnýz andlarýn (akdettiði) tayin eylediði (kimselerîn) yani: Koca ve eþlerin veya mevlelmüvalât denilen þahýslarýn (terekelerinden) bdirli miktarlarda (mîras alýr varisler kýldýk) tayin ettik, her birinin sahip olduðu miras ve istihkak bir fayda ve hikmet gereðidir, (artýk onlara) o varislere, müstehiklere (terekelerinden haklarý olan nasiblerini) hisselerini (veriniz) onu çok görmeyiniz, vermekten çekinmeyiniz. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ her þey üzerine hakkýyla þahittir.) sizin hal ve hareketinizi ve hak sahibi olanlara hisselerini verip vermediðinizi de görüp bilmektedir. Artýk onun emirlerine muhalefeten korkunuz hakkýyla itaatte bulununuz ki, onun fazi ve keremine nail olasýnýz.

§ Eymân, yeminin çoðuludur. Yemin ise sað el mânâsýna olduðu gibi and mânâsýný da ifade eder. Muamelelerin ve musafahalarýn çoðu sað el ile yapýldýðý için bir kýsým iktisadî, içtimaî muameleler sað ele nisbet edilmektedir. Bununla beraber câhiliyet zamanýnda ve Ýslâm'ýn baþlangýcýnda bazý kimseler birbiriyle yemin ederek kanlarý, canlan, harp ve sulhta müþterek olmak üzere and içerler, birbirine varis olmaya söz verirlerdi. Daha sonra böyle bir teahhüt isSâmiyete göre hükümsüz kalmýþtýr.

§ Velâyý müvalât, nesebi bilinmeyen bir þahsýn þartlarý çerçevesinde baþka bir þahýs ile akdeylediði bir velâdan, bir hükmî akrabalýktan, bir dayanýþma baðýndan ibarettir. Þöyle ki: Nesebi bilinmeyen veya dâri harpten dâri Ýslâm'a gelip isiâm dinini kabul eden bir þahýs bir müslümana veya bir zýmmîye hitaben "Sen benim mevlâmsýn, ben þayet bir cinayet iþlersem diyetini sen verirsin, ben ölünce de bana sen varis olursun" diyip o da kabul etse aralarýnda bir velâyimüvalât sözleþmesi yapýlmýþ olur. Bu halde o þahýsa mevlâyý esfel, bu velâyý kabul eden kimseye de mevlâyý âlâ denilir...

Ýþte bu, bir mevlel müvalât meselesidir, bunun þer'î hikmeti de fertler arasýnda bir; bað, bir dayanýþma meydana getirmek gibi þeylerdir. Maamafih bu velâyý isteyen þahsýn arap evlâdýndan olmamasý lâzýmdýr. Çünki araplarýn arasýnda kabile ve aþiret teþkilâtý mevcut, bu suretle aralarýnda dayanýþma yürürlükte olduðundan bu mevalât akdine ihtiyaç yoktur.

 

 

 

 

 

34.  Erkekler kadýnlarýn üzerinde ziyade kaimdirler. Çünki Allah Teâlâ onlarýn bazýsýný bazýsý üzerine tafdil buyurmuþtur. Ve mal-larýndan harcamaktadýrlar. Ýmdi salih kadýnlar, itaatlidirler. Allah Teâlâ'nýn korumasý sayesinde gaybi koruyucudurlar. Serkeþliklerinden korktuðunuz kadýnlara gelince onlara nasihat veriniz, ve onlarý yataklarda yalnýz býrakýn ve onlarý dövünüz. Fakat size itaat ederlerse artýk onlarýn aleyhlerinde bir yol aramayýnýz, þüphe yok ki, Allah Teâlâ çok yücedir, çok büyüktür.

34. Bu mübarek âyetler, aile fertlerinin yetkilerini, vazifelerini gösteriyor, erkeklerin fazla mirasa nail olmalarýnýn hikmetini bildiriyor, gerektiðinde aralarýný Ýslah için birer hakem tayin edilmesini tavsiye ediyor, aile hayatýnýn bir huzur ve mutluluk içinde devamýnýn lüzumuna iþaret buyuruyor. Þöyle ki: Erkeklerin miras paylarýnýn fazla   olmasý menfaat gereðidir. Aralarýnda yaratýlýþtan ve sonradan kazanýlmýþ farklar vardýr. Bu cümleden olarak (erkekler kadýnlarýn üzerlerinde ziyade kaimdirler) erkekler, kadýnlarý korurlar, olarýn geçimlerini temine çalýþýrlar, onlarýn âmirleri mevkiinde bulunurlar. Çünki Allah Teâlâ yaratýlýþtan (onlarýn) erkekler ile kadýnlarýn (bazýsýný) erkeklerini (bazýsý üzerine) kadýnlara göre (üstün kýlmýþtýr) þöyle ki: Erkekler amel ve itaatlar hususunda daha kuvvetlidirler, bunun içindir ki: Erkekler peygamberliðe, imamete, velayete Ýslâm'ýn emirlerini uygulamaya, ve her hususta þahitliðe ehil bulunmuþlardýr, (ve) erkekler sonradan kazanýlmýþ, vasýflarla da üstündürler. Çünki onlar (mallarýndan harcamaktadýrlar) eþlerinin mihirlerini verirler, nafakalarýný temin ederler ve erkekler lüzum görüldükçe malariyle, canlariyle yurtlarýna yardýma koþarlar, dân Ýslâm'ýn þerefini, haysiyetini, korumaya çalýþýrlar, artýk onlarýn eþleri üzerinde bir velayetleri, bir koruma haklarý bulunmuþ olmaz mý?. Maamafih kadýnlarýn da kendilerine mahsus bir fazilet yönü vardýr. Onlarda kocalarýnýn meþru emirlerine riâyet ederler, hanelerinin iþleriyle meþgul olurlar, çocuklarýný besleyip yetiþtirmeðe çalýþýrlar. Artýk her iki tarafta vazifelerini lâyýký veçhile yapmaða gayret ederek birer fazilet örneði olmalý, Cenâb-ý Hak'kýn sevabýný kazanmalýdýr.

(Ýmdi) kadýnlarýn üzerindeki kýyamýn ne þekilde cereyan edeceðine gelince onlardan (salih kadýnlar, itaatlýdýrlar) Allah Teâlâ'ya itaatlýdýrlar, kocalarýnýn haklarýna da riâyet ederler. (Allah Teâlâ'nýn) olan (hýfzý) korumasý (sayesinde gaybý) namuslarýný, mallarýný, þereflerini, sýrlarýný (koruyucudurlar) bu gibi hususlara riâyet eder dururlar, (serkeþliklerinden) itaatsizliklerinden (korktuðunuz kadýnlara gelince) Ey bunlarýn kocalarý! Siz evvelâ (onlara nasihat verîniz) iyiye teþvik ve kötüye meyilden korkutmak suretiyle iyiliðini isteyerek öðütlerde bulununuz, (ve) bu öðüt ve nasihatiniz yeterli olmazsa (onlarý yataklarda yalnýz býrakýn) onlar ile beraber bir yatakta yatmaktan geri durunuz, onlarla iliþkide bulunmayýnýz, belki bu hal, onlarý itaate sevkeder, (ve) maamafih bu da kâfi görülmeyince (onlarý) hafifçe, eziyet vermeyecek þekilde (döðünüz) böyle hafif bir ceza, bazý kadýnlar üzerinde tesir yaparak onlarý itaate daha fazla sevkedici olabilir. Maamafih fazla döðmek caiz deðildir. Bir hadisi þerifte: "Sizden biriniz kölesini döðercesine eþini döðerde sonra günün sonunda onu yataðýna alýr mý?" diye buyrulmuþtur. Yani böyle bir hareket, muvafýk deðildir, (fakat) eþleriniz öyle bir muameleden sonra (size itaat ederlerse artýk) kýnamak gibi, eziyet vermek gibi bir þekilde (onlarýn aleyhlerinde bir yol aramayýnýz) artýk vaktiyle olan kötü hâli, olmamýþ gibi telâkki ediniz. Çünki günahtan tövbe eden, hiç günah iþlememiþ gibi olur. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ çok yücedir.) Ondan korkunuz Cenab'ý Hak þanýnýn yüceliðine raðmen sizleri tövbe edince affediyor, artýk siz eþlerinizi size itaat ettikleri takdirde affetmeli deðil misiniz?. Ve Cenâb-ý Hak, (çok büyüktür) kimseye zulüm etmez ve kimsenin hakkýný eksik vermez. Böyle büyüklüðü ile beraber tövbeleri kabul, kusurlarý affediyor. Artýk siz de Allah'ýn ahlâký ile ahlâklanýn aksi takdirde onun azamet ve büyüklüðünün ceza pençesinden yakalarýnýzý kurtaramazsýnýz.

 

 

 

 

35. Ve eðer aralarýnýn açýlmasýndan korkarsanýz o zaman bir ha-kem onun akrabasýndan, bir hakem de bunun akrabasýndan gönderiniz. Bunlar barýþtýrmak isterlerse Allah Teâlâ aralarýnda mu-vaffakiyet meydana getirir. Þüphe yok ki, Allah Teâlâ hakkýyla bi-licidir, ve tamamen haberdardýr.

35. (Ve) Ey hâkimler!. Koca ile kandan biri veya her ikisi size müracaat edip halleri sizce þüpheli bulunursa ve (eðer arlarýnýn açýlmasýndan) geçimsizlikte devam etmelerinden (korkarsanýz) onlarýn bu hallerini anlar veya zannedeseniz (o zaman bir hakem onun) kocanýn (akrabasýndan) ve bir hakem de (bunun) karýnýn (akrabasýndan) onlarýn aralarýný düzeltmeleri için kendilerine (gönderiniz) onlarýn durumlarýna, hallerinin düzeltilmesini yakýnlarý daha iyi bilir, buna selâhiyetli bulunabilir. M üst eh ab olan budur. Yoksa onlarýn hallerini bilen, iyilik sever yabancýlar da hakem tayin edilebilir, (bunlar) Bu hakemler (barýþtýrmak isterlerse) koca ile karýsýný barýþtýrmak niyetinde bulunurlarsa, niyetleri sahih, kalpleri Allah rýzasý için hayýr sever olursa (Allah Teâlâ aralarýnda) koca ile eþi arasýnda (muvaffakiyet meydana getirir) arlarýndaki geçimsizlik yok olur, yeniden güzelce bir muhabbete muvaffak olurlar. Diðer bir yoruma göre de eðer koca ile karý aralarýnda barýþ ve muhabbetin   geri gelmesini isterlerse Allah Teâlâ onlarýn aralarýna sevgi ve birlik ihsan eder, aralarýndaki nefret ve mutsuzluðu giderir. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ hakkýyla bilicidir.) Her þeye ve herkesin içindekini tamamen bilicidir, (ve tamamen haberdardýr.) Zahir ve batýlý tam manâsýyla bilir, uyuþmazlýðýn nasýl kalkacaðýný, barýþýn nasýl vücude geleceðini de pek mükemmel bilir, Buna inanmýþýzdýr.

§ Muþuz, lügatte yükseklik ve tümseklik demektir. Istýlahta: Kadýnýn kocasýna karþý kafa tutmasý, isyankârca bir harekette bulunmasýdýr. Kocasýnýn yanýnda bulunmayý terk eylemesi gibi þeylerdir. Kendisinde bu durum bulunan karýya "n aþ iz e" denilir.

§ Hakem, iki hasýnýn birbirine karþý olan iki kimsenin aralarýndaki ihtilâf ve iddiayý çözmek ve ayýrmak için hâkim kabul edilen kimsedir. Bu ya iki tarafýn seçmesi ile veya resmî hâkim tarafýndan tayin edilir. Hakemler, birer vekil hükmündedirler. Hanefî mezhebine ve diðerlerine göre hakemler, eþleri ayýrmak üzere hüküm veremezler, buna selâhiyetleri yoktur. Meðer ki, koca onlara kendilerini ayýrmaya izin vermiþ olsun. Fakat malikilere göre hakemlerin ayýrmaya selâhiyetleri vardýr. Bu hususa dâir Hukuku , Islâmiye Kamusuna müracaat!..

Hakem tayinindeki baþlýca hikmet ve fayda, aile hayatýnýn devamýna yardým etmek, aile arasýnda insanlýk icabý yüz gösteren kötü halleri gidermeðe çalýþmak, iki tarafý aydýnlatarak ve ikaz ederek tekrar birlikte ve mutlu olarak yaþamalarýný temine hizmet eylemektir.

 

 

 

 

36. Ve Allah Teâlâ'ya ibadet ediniz ve ona hiçbir þeyi ortak koþmayýnýz. Ve anaya, babaya iyilik ediniz. Ve akrabalara ve ye-timlere ve yoksullara ve yakýn komþuya ve uzak komþuya ve yanýnýzdaki arkadaþa ve yolcu olana ve sað ellerinizin sahip olduðuna -da iyilik ediniz- þüphe yok ki, Allah Teâlâ kendini beðenen, böbürlenip duranlarý sevmez.

36. Bu âyeti kerime bizlere en mühim onbir vazifemizi, en güzel ahlâkî esaslarý emir ve tavsiye buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ey müslümanlar!, Ýslâm dininin sizlere teklif ettiði þeylere riayetkar olunuz, (ve) bilhassa:

ýlf (Allah Teâlâ'ya ibadet ediniz) onu tevhide, Ona itaata, namaz, oruç gibi ibadetlere devam ediniz.

(2)    (Ve ona hiçbirþeyi ortak koþmayýnýz) Cenâb-ý Hak'ka açýktan ve gizli olarak hiçbirþeyi ortak koþmayýn ve benzer tanýmayýn, ondan baþkasýna yaratýcýlýk, mâbudluk isnadýnda bulurumayýnýz.

(3)  (Ve anaya, babaya iyilik ediniz) onlarýn haklarýna riâyet, kendilerine yardým ve hürmet eyleyiniz, onlara duada, teþekkürde bulununuz.

(4)  (Ve akrabaya) kardeþler, amcalar, dayýlar gibi yakýnýnýz olan kimseye de iyilikte bulunun, onlarla güzel konuþup görüþünüz.

(5)  (Yetimlere) babalarýný kaybetmiþ, yardýma muhtaç bulunmuþ çocuklara da elden gelen yardýmý esirgemeyiniz.

6 (Ve yoksullara) fakirlere, hiç mallarý olmayanlara, çalýþýp kazanmadan mahrum bulunanlara da ihsanda bulununuz onlarýn hallerine merhamet ediniz.

(7) (Ve yakýn komþuya) size soy veya civar itibariyle yakýn olan komþuya da iyilikte bulununuz, onlar ile vakit vakit görüþmek kabildir. Aralarýnda muhabbet ve dayanýþmanýn vücudu pek faideli olduðundan birbirine lâzým gelen yardým ve ihsanda bulunmalarý bir içtimaî gayedir.

(8)    (Ve uzak komþuya) da iyilik ediniz. Soy veya civar itibariyle uzak bulunsalar da komþuluk ve akrabalýk itibariyle de aralarýnda bir bað bulunduðundan buna muhalefetten kaçýnmalýdýr, buna aykýrý bir tavýr takýnmalarý, birbirinden kaçýnmalarý uygun olamaz. Bütün bu komþular, birbirine manen baðlýdýrlar, bunlar içlerinden fakir olanlara nakit olarak, bedenen yardým etmelidirler, birbirinin sevincine kederine ortak olmalýdýrlar, birbirini tebrikte, tazimde bulunmalýdýrlar.

(9)    (Ve yanýnýzdaki arkada;) beraber yolculuk yaptýðýnýz kimseye ve beraber ticarette, sanatta veya tahsilinde bulunduðunuz zata veya eþiniz olan kadýna da veya mabet gibi bir mecliste beraber bulunmakta olduðunuz bir din kardeþinize de iyilik ediniz, ona da ihsanda, güzel amellerde bulununuz, bu da bir insanî görevdir.

(10)  (Ve yolcu olana) yurdundan aynimi; bulunana, misafir sayýlana da yardým ediniz. Bu gibi kimseler, çok kere yardýma muhtaç bulunurlar. Bunlara yardým etmek, insanlýk icabýdýr. Islâmiyetin müslümanlara vermiþ olduðu bir ahlâk terbiyesi sayesindedir ki, Ýslâm diyarýnda vaktiyle birçok misafirhaneler tesis edilmiþ, birçok yerlerde yolculara yerler gösterilerek maiþetler! temin edilmekte bulunmuþtur.

(11)    (Ve sað ellerinizin sahip olduðuna) kölelerinize, cariyelerinize ve diðer sahip olduðunuz hayvanata güzelce muamelede bulununuz, onlara fakatlarýnýn üstündeki iþleri gördürmeyiniz, nafakalarýný, elbiselerini temin ediniz, kendileriyle güzelce geçininiz, Ýslâm ahlâký bunu icabetmektedir. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ, kendini beðenen) akrabalarýna, komþularýna ve diðer insanlara karþý kibr ve büyüklük taslayan þahsý ve (böbürlenip duraný) baþkalarýna karþý övünmede, övüngenlikte bulunup duran þahsý (sevmez) onun bu haline razý olmaz. Öyle bir þahýs Allah'ýn lütfuna lâyýk olamaz.

"Kibriyâ-ü azamet hak'ka yarar"

'Mil olanda bu sýfatlar ne arar"

 

 

 

 

37. Onlar ki, cimrilikte bulunurlar ve insanlara cimrilik ile emre-derler ve Allah Teâlâ'nýn kendilerine lütfundan olarak vermiþ olduðu þeyi gizlerler. -Artýk onlar her türlü kýnamaya lâyýktýrlar- ve biz kâfirler için hakeret verici bir azab hazýrlamýþýzdýr.

37. Bu âyeti kerime, Allah'ýn emrine muhalefet edip iyilik ve Allah yolunda harcamaktan kaçýnan, cimrilik yaparak Allah'ýn nimetini inkâra cür'et eden þahýslarýn verilmiþ halini þöylece bildirmektedir.

(Onlar ki, cimrilikte bulunurlar) mallarýný icâbeden yerlere sarfetmezler, bilgileri bakýmýndan da cömertlik göstermezler, mümkün olduðu halde insanlarý aydýnlatmak ve irþada çalýþmaktan kaçarlar, (ve insanlara cimrilik ile emrederler) baþkalarýný da cimriliðe þevke, insanlýða hizmetten alýkomaya çalýþýrlar, (ve Allah Teâlâ'nýn kendilerine lütf undan olarak vermiþ) lütuf ve ihsanda bulunmuþ (olduðu þeyi) de (gizlerler) mallarýný, servetlerini, bilgilerini göstermezler, nimeti inkâr ederler, Ýslâm dinine mümkün olduðu kadar hikmetten çekinirler. Artýk öyle kimseler her türlü kýnanmaya, azaba lâyýk bulunmuþ olmazlar mý?. Ýþte Cenâb-ý Hak buyuruyor ki: (ve biz kâfirler için) Allah Teâlâ'yý inkâr, ona ortaklar isnat edenler için veya onun verdiði nimetleri inkâr eyleyenler için (hakaret verici) hor ve hakir kýlýcý, zillete düþürücü olacak (bir azab hazýrlamýþýzdýr.) binaenaleyh insanlar, bu elem verici azabý düþünmeli, bunu gerektirecek olan gayrimeþru, inkarcý hareketlerden kaçýnmalýdýr.

§       Buhl, hisset: Cimrilki, tam'akârlýk, ihsaný engellemektir. Bu bir ruhî melekedir ki, malýný lâyýk olan yere sarfetmekten insaný engeller. Þer'an buhl, verilmesi vacip olan þeyi engelleyen bir haleti ruhiyedir. Ragýpý lsf e hani diyor ki: Buhl, bir nankörlük tabiatýdýr. Nankörlük ise küfrün baþlangýcýdýr. Þair Vehibi de þöyle diyor:

"Buhl ile olduðu içip pel  merdin"

"Girmedi mu s h af a namý Nemrud"

§ Rivayete göre bu âyeti kerime, ensarý kirama fakir olursunuz diye mallarýný harcamamalarýný tavsiye eden ve Rasülü Ekrem'in vasýflarýný kendi kitaplarýnda görmüþ olduklarý halde onu itiraf etmeyip gizleyen bir kýsým Yahudiler ve emsali haklarýnda nazil olmuþtur.

 

 

 

 

38. Ve o kimseler ki, mallarýný insanlara gösteri; için sarfederler ve Allah Teâlâ'ya ve âhiret (gününe imân etmezler. -Allah Teâlâ onlarý da sevmez- Ve her kime ki þeytan arkada; olursa artýk o ne fena bir arkadaþtýr.

38.       Bu mübarek âyetler, gösteri; için yapýlýp da güzel bir inanca dayanmayan harcamalarýn dinî, ahlâkî bir kýymeti olmadýðýný bildirmektedir. Ve en kolay bir kulluk vazifesi olan imandan ve hak rýzasý için harcamadan dolayý mükelleflerinin zarara uðramayýp bilâkis mükâfatlara nail olacaklarýna þöylece iþaret buyurmaktadýr, (o kimseler ki,) o münafýk veya müþrik olan þahýslar ki, (mallarýný) Allah rýzasý için deðil, sadece (insanlara gösteri; için) kuru bir þöhret kazanmak için (sarfederler) manevî bir mükâfat beklemezler, öyle bir mükâfata inanmazlar (ve Allah Teâlâ'ya) onun varlýðýna, birliðine, yaratýcýlýðýna inanmazlar (ve âhiret gününe) de (imân etmezler) bir ebedî mükâfat ve ceza âleminin varlýðýný bilip tasdik eylemezler ki, mallarýný Allah rýzasýný taleb, sevaba kavuþmayý ümit edererk harcamada bulunsunlar. Ýþte Allah Teâlâ onlarý da sevmez, onlar için de âhiret azabý vardýr. Onlarý yoldaþlarý þeytandýr, (ve her kime ki, þeytan arkadaþý olursa) her kimin ki yoldaþý iblis ve onun yardýmcýsý bulunursa (artýk o ne fena bir arkadaþtýr.) arkadaþ olduðu kimseyi aldatýr, pek fena bir yola götürür, cennetten uzaklaþtýrýr, cehenneme sevkeder durur.

 

 

 

 

39.   Ne olurdu onlara?. Eðer Allah Teâlâ'ya ve âhiret gününe imân etselerdi ve Allah Teâlâ'nýn kendilerini rýzýklandýrmýþ olduðu þeylerden infakta bulunsalar idi. Ve Allah Teâlâ onlarý hakkýyla bi-licidir.

39. ýNe olurdu onlara?.) o þeytana uyan, imândan mahrum kalan, gayrimeþru hallerde bulunan kimselere ne zarar ve ziyan meydana gelirdi?, (eðer Allah Teâlâ'ya ve âhiret gününe imân etselerdi) bütün kâinat Cenâb-ý Hak'kýn varlýðýna dalâlet edip dururken o Yüce yaratýcýnýn varlýðýný anlamak çetin birþey midir?. O hikmet sahibi Yaratýcýnýn milyonlarca kudret eserleri gözler önünde parlayýp dururken onun kudretiyle bir âhiret âleminin varlýðý da nasýl inkâr edilebilir? Artýk o gafiller bunlarý tasdik etselerdi (ve Allah Teâlâ'nýn kendileri merzuk buyurmuþ olduðu) mallardan, nimetlerden bir kýsmýný gösteriþ için deðil, sýrf Allah rýzasý için (harcamada bulunsalardý) ne kaybetmiþ olurlardý?. Bilâkis kendilerini Allah'ýn azabýndan kurtarmýþ, nice mükâfatlara nail olmuþ olurlardý. (Ve Allah Teâlâ onlarý) o riyakârca, inkâr edercesine münafýkça hareket edenleri (hakkýyla bilicidir.) onlarýn içinde olanlarý bilicidir, onlarýn riyakâr olduklarýný, gayrimeþru maksatlarýný da tamamiyle bilmektedir. Eðer onlar tevbe edip af dileyerek hakka dönseler Yüce Allah onu da bilir, mükâfatýný verir.

Evet... Cenâb-ý Hak, her þeyin dýþ görünüþünü de içini de bilir. Hiçbirþey onun ilminden hariç olamaz. Artýk herkes ona göre hareketini tanzim ederek Cenâb-ý Hak'ka sýðýnmalýdýr, onun rýzasýna muhalif hareketlerden kaçýnmalýdýr. Bundan baþka selâmet ve saadet çaresi yoktur.

 

 

 

 

 

 

40. Þüphe yok ki, Allah Teâlâ zerre kadar zulüm etmez. Ve eðer bir iyilik olursa onu kat kat arttýrýr ve kendi tarafýndan büyük bir mükâfat da verir.

40.       Bu mübarek âyetler, Cenâb-ý Hak'kýn zulüm etmekten uzak olduðunu ve iyiliklerin sevabýný kat kat arttýracaðýný beyan ile insanlarý ibadet ve itaat a teþvik etmektedir. Ve insanlýða ait bütün hayalî durumlarýn birer mükemmel þahitlikte isbat edileceðini, küfür ve isyan ehlinin de ne kadar piþmanlýklarda bulunacaklarýný þöylece beyan buyurmaktadýr: (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ) þaný yüce bir âdildir. Bütün emirleri ve yasaklarý birer adalet ve hikmet gereðidir. O kerem sahibi Yaratýcýsý yaratýklarý hakkýnda (zerre kadar) en ufacýk bir miktar bile (zulüm etmez) kimsenin lâyýk olduðu sevap ve mükâfatý eksik vermez ve kimsenin hakkýnda lâyýk olduðu azabý artýrmaz, (ve) bilâkis (eðer) zerre kadar (bir iyilik olursa onu) o iyiliðin sevabýný (kat kat arttýrýr) onun sevabýnýn miktarýný on kattan binlerce kata kadar artýrýr, (ve kendi tarafýndan) Yüce katýnda bir iyilik karþýlýðýnda olmaksýzýn bir lütuf ve ikram yoluyla (büyük bir mükâfat da verir) pek büyük baðýþlarda bulunur, dilediði kulunu bir nice ruhanî, ebedî saadetlere mazhar buyurur. Bunlarýn miktarýný tayin bizler için mümkün deðildir. Bununla beraber bu nimetler, bu mükâfatlar, ebedidir, sonsuzdur, bir süre ile kayýtlý deðildir. Nasýl ki âhiret hayatla da sonsuzdur, yok olmasý mümkün deðildir.

§ Mi s kal kelimesi, burada vezin ve miktar manasýnadýr. Zerreden maksat da pek küçük þey demektir. Zerre kelimesi lügatta pek ufak bir parça, ufacýk karýnca, karýncanýn yumurtasý, güneþin ýþýný içinde görünen ufacýk toz manasýnadýr.

 

 

Ynt: Nisa Suresi By: hafizvuslat Date: 31 Ekim 2009, 19:55:25




41.  Nasýl olacak!. Her ümmetten bir þahit getireceðimiz, senî de onlarýn üzerine bir þahit getireceðimiz zaman?..


41.    (Nasýl olacak) o kâfirlerin, o münafýklarýn, o din düþmanlarýnýn hâli?. Kýyamet gününde (her ümmetten bir þahit getireceðimiz) zaman ki, onlarýn aleyhlerinde þahitlikte bulunacaklardýr. Bu þahitler ise onlara vaktiyle gönderilmiþ olan Peygamberlerdir, (seni de) ya Muhammedi. Aleyhisselâm (onlarýn) o þahit olan zatlarýn veya mü'minlerin veya bütün insanlarýn (üzerine bir þahit getireceðimiz zaman) yani: Ey son peygamber! Seni geçmiþ peygamberlerin doðmlýýðýýna, onlarýn ümmetlerine Allah'ýn hükümlerini teblið eylemiþ olduklarýna dâir þahit tayin edeceðim zaman, ve diðer insanlar hakkýnda da fiil ve harekâtlarýna dâir þahitlikte bulunacaðýn zaman o azaba uðrayacak kimselerin halleri ne olacak?. Bunu düþünmeli deðil midirler?.

 

 

 

 

 

42.  Kâfir olanlarý ve Peygambere isyan etmiþ bulunanlar o gün:

42.        (Kâfir olanlar) Allah'ý, inkâr edenler, Ýslâmiyet i kabul etmeyenler (ve peygambere isyan etmiþ) onun emirlerine, yasaklarýna muhalefet eylemiþ (bulunanlar o gün) o kýyamet günü, o aleyhlerinde þahitlikler vuku bulunacaðý zaman, imkânsýzlarý temennide bulunacaklar (keþke yerin dibine sökülmüþ) kabirlere gömülmüþ, üzerlerine topraklar örtülmüþ veya hiç kabirlerinden diriltilip çýkarýlmamýþ veyahut asla yaratýlmayýp toprak halinde bulunmuþ (olsalardý diye arzuda bulunacaklardýr) bunlarýn bu boþ düþüncelerini, temennilerini Cenâb-ý Hak bilir, (ve Allah Teâlâ'ya) karþý (hiçbir sözü s aklay anlayacaklardýr.) onlarýn hiçbir sözü, hiçbir emeli Cenab'ý Hak'ka gizli kalamaz. Onlarýn bütün vücutlarýnýn parçalarý bile onlarýn aleyhine þahitlikte bulýýnacakdýr.

§ Bu âyeti kerimede küfrün üzerine isyanýn atf edilmesi, dalâlet ediliyor ki, kâfirler, küfürlerinden dolayý azaba uðrayacaklarý gibi Peygambere isyan edip bir kýsým:

Fi mattan olan amelleri terketmiþ olmalarýndan dolayý da azaba uðrayacaklardýr. Bu halde onlar bu fürýýi amal ile de bir hikmete binaen mükellef bulunmuþlardýr ki, bunlarý yapmamaktan dolayý da ayrýca mesul olur ve cezaya çarptýrýlýrlar.

 

 

 

 

43.       Ey mü'minler!. Siz sarhoþlar olduðunuz halde ne söyleyeceðinizi bileceðiniz ana kadar ve cünüp olduðunuz halde de -yolcu olmak müstesna- gýýsýýl edinceye kadar namaza yaklaþmayýnýz. Ve eðer siz hasta veya sefer halinde olursanýz veya sizden biri ayakyolýýndan gelir de veya siz kadýnlara dokunur da su hu lam aks an iz o zaman temiz bir toprak ile teyemmüm ediniz. Yüzlerinize ve ellerinize mesheyleyiniz. Þüphe yok ki, Allah Teâlâ affedici ve yargýlayýcýdýr.

43. Bu âyeti kerime, namaza mâni olan halleri ve namaz için pak ve temiz olmaya riâyetin yollarýný ve teyemmümün mahiyetini göstermektedir. Þöyle ki: (Ey mü'minler!. Siz) þarap ve diðer sarhoþ edici þeylerden biriyle (sarhoþlar olduðunuz halde) namaza yaklaþmayýnýz, namaza kalkmayýnýz veya namaz için mescitlere gitmeyiniz, (ne söyleyeceðinizi bileceðiniz ana kadar) kendinizi namaza þevket meyin iz. Çünki bu halde kulluk vazifesi tam bir þuur ile ifa edilmiþ olamazlar. Ve kýraat fârizesi I ây ikiyle ifa edilemez, namaz esnasýnda kötü durumlar meydana gelebilir, (ve tünüp olduðunuz) rüyada iken ihtilâm olduðunuz veya el ile mastürbasyonda bulunduðunuz veya eþlerinizle cinsel iliþkide bulunduðunuz (halde de) namaza yaklaþmayýnýz, bu haramdýr, (yolcu olmak müstesna) Yolculuk halinde suyun bulunmamasýna veya zorlukta temin edilebileceðine göre gýýsýýl vazifesi, ertelenir, teyemmüm ile yet inilir. Yolcu deðilseniz (gýýsýýl edinceye kadar) bütün vücudunuzu usulü dairesinde su ile yi kayýn caya kadar (namaza yaklaþmayýnýz) böyle bir gýýsýýl bulunmayýnca namaz kýlmak caiz olmaz, (ve) Ey mü'minler!, (eðer siz hasta veya sefer halinde olursanýz) hastalýðýnýzdan veya yolculuðunuzdan dolayý suyu bulup kullanmaya muktedir bulunmazsanýz (veya sizden biri ayakyolýýndan) küçük veya büyük abdest bozma gibi bir olayý müteakip (gelirde veya siz) eþleriniz olan (kadýnlara dokunur) onlarla cinsel iliþkide bulunur (da) gýýsýýl I erin ize yetecek (su bulamazsanýz) mazeretli sayýlýrsýnýz (o zaman temiz bir toprak ile) pak bir yer parçasý ile, bir kaya ile onlara ellerinizi sürmek suretiyle (teyemmüm ediniz.) Þöyle ki: Teyemmüme niyet ederek iki ellerinizi temiz toprak cinsinden birþeye iki defa sürerek (yüzlerinize ve) dirseklerinize kadar (ellerinize mesheyleyiniz) bu azalarý böyle iki defa el sürüp sýgayýnýz (þüphe yok ki. Allah Teâlâ) Hata edenleri (affedici ve) günahkarlarý (yari ið ayýcý) günahlarýný örtücü ve yok edici (d ir) bunun içindir ki, müslümanlara bu kadar kolaylýk bahsetmiþtir. Teyemmüm: Bu müslümanlara mahsus bir ilâhî izindir.

§ Rivayete göre Ýslâm'ýn baþlangýcýnda sarhoþ edici þeyler d ah a yas aklan mam iþti. Abdýýrrahman Ýbni Avf hazretleri bir gün yemek ve þarap hazýrlayarak es h abý kiramdan

bazýsýný evine davet etmiþti. Bunlar yiyip içtikten sonra yatsý namazý vakti gelmiþti, içlerinden bir zatý imamlýða geçirip namaza baþladýlar. O zat, sarhoþluk tesiriyle: = taptýðýnýz þeylere tapmaný. Kâfinin sûresf 109/2) âyet i kerimesini= taptýðýnýz þeylere tapanýn) okuyarak Allah'ýn

beyanýna aykýrý bir okuyuþla bulundu. Bu hâdise üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ, daha sarhoþluk hâli gitmeden namaza baþlanýlmasý yasaklanmýþtý. Dahasonrada bütün sarhoþ edici þeylerin kullanýlmasý Mâide süresindeki bir âyeti kerime ile kesin olarak haram kýlýnmýþ ve yasaklanmýþtýr.

§ Teyemmüm, lügatte kastetmek manasýnadýr. Þer an su bulunmadýðý veya bulunduðu halde kullanýlmasýna kudret bulunmadýðý takdirde temiz olan toprak cinsinden birþey ile abdestsizliði gidermek maksadiyle yapýlan bir muameledir. Þöyle ki: Teyemmüm yapmasý lâzým gelen bir kimse, iki elini toprak cinsinden bir yere bir kere vurup onunla yüzünü m es heder, sonra iki elini bir daha vurup bununla da d i ýs eM eri ne kadar iki elini m es h eyler.

Bu teyemmüm ameliyesi, ya abdestsizliði gidermek veya namaz kýlmak veya taharet siz sahih olmayan diðer bir ibadette bulunmak niyetiyle yapýlmak lâzýmdýr. Binaenaleyh teyemmümün farzlarý, bir niyet ile iki meshten ibaret bulunmaktadýr. Teyemmümü meþru kýlan özür, suyun bulunmamasýdýr. Veya suyu kullanmaya hakikaten veya hükmen kudret    bulunmamýþ olmasýdýr. Bir kimsenin bulunduðu yerden en az bir mil, yani Dört bin adým uzakta bulunan bir su, hakikaten yok demektir. Su bulunduðu halde bunun kullanýlmasý takdirinde hastalanmaktan veya hastalýðýn artmasýndan veya uzamasýndan bir tecrübeye veya müslüman, yetkili bir tabibin beyanýna binaen korku I ursa su hükmen bulunmamýþ sayýlýr.

Teyemmüm, temiz olan toprak ile yapýlacaðý gibi yer cinsinden olan þeyler temiz kum ile, alçý ile, horasan ile, mermer gibi madenî þeyler ile, kiremit, tuðla, ve yakut, zümrüt, mercan ile de yapýlabilir. Kurumadýkça çamur ile yapýlamaz. Teyemmüm, hicreti nebeviyenin beþinci senesinde meþru olmuþtur. O sene Beni Mu st el ak gazvesinde Rasülü Ekrem ile beraberindeki mücahitler susuz bir yerde gecelemiþlerdi. Sabah namazýný kýlmak için ab dest alacak sularý bulunmuyordu. Sabaha yakýn teyemmümün meþruiyeti hakkýndaki bu âyeti kerime nazil olmuþ, esbabý kiram çok sevinmiþler, teyemmüm yaparak namazlarýný kýlmýþlardýr.

 

 

 

44. Kendilerine kitaptan bir nasip verilmiþ olanlarý görmedin mi?. Sapýklýðý satýn alýyorlar ve sizin de yolu sapýtmanýzý istiyorlar.

44.    Bu mübarek âyetler, bir takým din düþmanlarýnýn feci, kötülük ister hallerini bildirmektedir. Ve onlarýn hallerini Cenâb-ý Hak'kýn t amam iyi e bilir olduðunu ve ehli Ýman için koruyucu ve yardýmcý olmaða Hak Teâlâ'nýn kâfi bulunduðunu müjdelemektedir. Þöyle ki: Ey dost ile düþmaný, hak ile bâtýlý görüp ayýrd etmek kabiliyetinde bulunan herhangi bir mü'minl, (kendilerine kitaptan) Tevrat'tan (bir nasib) bir miktar bilgi (verilmiþ olanlarý) Yahudilerden bir taifeyi (görmedin mi?.) onlarýn hallerine bakýp ne mahiyette kimseler olduklarýný anlamadýn mý? Onlarý anlamamak kabil mi?. Onlarýn cahilce, düþmanca halleri açýktýr. Onlar dalâleti (sapýklýðý) hidâyet karþýlýðýnda (satýn alýyorlar) kitaplarýnda gördükleri bir takým haki kat I arý, özet olarak. Son Peygamber Hazretlerinin vasýflarýna ait âyetleri býrakýyorlar da inkâr vadisine sapýyorlar, (ve sizin de) Ey müslümanlar!, (yolu) hakka kavuþturucu olan müstakim yolu, Ýslâmiyet yolunu terkederek (sapýtmanýzý) Ýslâmiyet'ten mahrum kalmanýzý (istiyorlar) sizin hakkýnýzda bu kadar kötülük istiyorlar. Artýk siz bu gibi düþmanlarýnýzý bilmeli, aldatmalarýndan sakýnmalý deðil misiniz?

 

 

 

 

45.  Ve Allah Teâlâ sizin düþmanlarýnýzý daha çok bilicidir. Ve Allah Teâlâ bir velî olarak kâfidir. Ve Allah Teâlâ bir yardýmcý olarak da kâfidir.

45.     (Ve) Ey mü'minler!. Þunu da biliniz ki, (Allah Teâlâ sizin düþmanlarýnýzý) sizden ve herkesten (daha ziyade bilicidir.) Bu cümleden olarak o sizi hak yoldan sapýtmak isteyen düþmanlarýnýzýn bütün hâl ve durumunu davranýþlarýnýn kötülüðünü hakkýyla bilicidir, (ve) Ey müslümanlar!. (Allah Teâlâ) sizin için bütün iþlerinizde bir koruyucu bir muhafaza edici, bir yardýmcý (bir veli olarak kâfidir) daima ona sýðýnýnýz. (Ve Allah Teâlâ) sizin için her alanda, her menfaate (bir yardýmcý) bir destekçi (olarak da kâfidir) artýk daima ondan yardým ve muvaffakiyet niyaz eyleyiniz. O Yüce Yaratýcý, sizleri o düþmanlarýnýzýn bütün hile ve þerrinden korumaya fazlasýyla kâfidir. Buna inanmýþýzdýr!..

§ Bu mübarek âyetler Yahudi âlimlerinden iki þahýs hakkýnda nazil olmuþtur. Bunlar Abdullah Ýbni Übey gibi münafýklarýn reisler vasýtasý ile Ýslâmiyet'in yayýlmasýna mâni olmak isterlerdi. Cenâb-ý Hak, onlarý isteklerinde baþarýsýz kýlmýþ, Ýslâmiyet'i fevkalâde yayýlmaya muvaffak kýlmýþtýr.

 

 

 

 

46.   O Yahudi olanlardan ki, kelimeleri yerlerinden deðiþtirirler ve dillerini eðerek ve dine dokunarak "iþittik ve isyan ettik, iþit, iþitmez olasý ve rain a" derler. Ve eðer onlar iþittik ve itaat ettik ve iþit ve bizi gözet" deselerdi elbette onlar için hayýrlý ve çok dürüst olurdu. Ve lâkin Allah Teâlâ onlara küfürleri sebebiyle lanet etmiþtir. Artýk pek az müstesna olmak üzere onlar îman etmezler.

46. Bu âyeti kerime, hidâyet karþýlýðýnda sapýklýðý satýn alan þahýslarýn ne þekilde dalalette bulunduklarýný açýklamaktadýr. Þöyle ki: O düþmanlar, o sapýklýðý satýn alanlar, o       müslümanlarý doðru yoldan sapýtmak isteyenler (o Yahudi olanlardan) bir topluluktur ki (kelimeleri) Tevrat'ta ve sairede olan beyanlarý ve bilhassa Hz. Peygamber'in vasýflarýna ait âyetleri (yerlerinden deðiþtirirler) onlarýn aksini söylerler, o kelimelerin yerlerine baþka kelimeleri koyarlar veya o kelimeleri Allah'ýn maksadýna aykýrý, yanlý; bir þekilde tevile cür'et gösterirler, (ve) Peygamber meclisinde ve diðer yerlerde (dillerini eðerek) bükerek, yüz döndürerek (ve dine dokunarak) dine karþý alay ve eðlencede bulunarak, yerme ve kötülemeye cür'et ederek Rasûlü Ekrem'e karþý (iþittik ve isyan ettik) derler. Böyle hasetlerini, düþmanlýklarýný gösterirler ve tevriyeli bir söz olmak üzere de (iþît, iþitmez olasý ve rain a derler) yani Rasûlýýllah'a hitaben: Sen iþit, kötü bir sözü iþitmez olduðun halde ve bizleri gözet derler. Bu söz ayný zamanda "sen iþit, saðýr veya ölüm sebebiyle asla söz iþitmez bir halde olarak" Veya iþit, saðýr veya ölüm sebebiyle asla söz iþitmez bir halde iþit" gibi bir mânâyý da kapsamaktadýr. "Raina" kelimesine gelince:

Bu, "bizi gözet saygý göster" gibi bir mânâyý ifade eder. Resulü Ekrem'e karþý böyle bir talepte bulunmak Esasen ahlâka, âdabi muaþerete aykýrýdýr. Bununla beraber bu kelime: Ýbranî dilinde ahmak tabiri gibi bir sövme ve ihaneti de kapsamaktadýr. Rasûlü Ekrem'e harsý böyle bir hitab ise en büyük bir alçaklýk ve sapýklýk alâmetidir. Bakara süresindeki 104 üncü âyetin tefsirine bakýnýz, (ve eðer onlar) o terbiyeden, hakikati görmekten mahrum topluluk (iþittik ve itaat ettik ve iþît ve bizi gözet deseler idi) böyle hitabetmeleri (elbette onlar için* öyle söyledikleri sözler gibi zararlý olmazdý. Bilâkis haklarýnda (hayýrlý ve çok dürüst) adalete uygun (olurdu) ne yazýk ki onlar böyle bir terbiyeden, yetenekten mahrum idiler, onun içindir ki, öyle demediler ve hayýra nail olamadýlar. (Ve lâkin Allah Teâlâ onlara küfürleri) dinsizlikleri, Hz. Peygambere karþý edepsizce cüretleri (sebebiyle lanet etmiþtir) onlarý yardýmsýzlýða ve alçaklýða terk etmiþtir. Onlarý hidayetten uzaklaþtýrýn ýþtýr, (artýk) Bundan sonra (pek az müstesna olmak üzere) yani: Ýmân edilecek þeylerden yalnýz þayaný kabul olmayacak pek az þeylere imân etmeleri veyahut içlerinde Abdullah Ýbni Selâm ve Keab gibi bazý zatlarýn Ýslâmiyet'i kabul eylemeleri müstesna, (onlar) tamamen (imân etmezler) dinsizliklerinde, düþmanlýklarýnda devam eder dururlar. Sonunda bu kötü hareketlerinin cezasýna kavuþurlar.

 

 

 

47. Ey kendilerine kitap verilmiþ olanlar!. Sizin beraberinizde bu-lýýnaný tasdik edici olarak indirmiþ olduðumuza imân ediniz, biz bir takým yüzleri silip de enselerine çevirmemizden veya cumartesi adamlarýna lanet ettiðimiz gibi onlara lanet etmemizden evvel. Ve Allah Teâlâ'nýn emri vaki bulunmaktadýr..

47. Bu âyeti kerime, ehli kitabý uyanmaya, Ýslâm dinini kabule davet buyurmaktadýr. Þöyle ki: (ey kendilerine) Tevrat adýndaki (kitap verilmiþ olanlar) ey Yahudi cemaati, ey Yahu d âlimleri (sizin beraberinizde) toplumunuzun arasýnda mevcut (bulunaný) Tevrat kitabýný, aslý itibariyle bir ilâhî kitap olmak üzere (tasdik edici olarak) Cibril'i emin vasýtasiyle son peygambere indirmiþ, vahy ve inzal buyurmuþ (olduðumuza) Mucize Kur'an'ý Kerim'e (imân ediniz) onun da bir ilâhî kitap olduðunu tasdik ediniz. Öyle bir apaçýk kitabý inkâr etmenin korkunç cezasýný düþününüz. Kur'an'ý Kerim ki; dinin bütün esaslarýný kapsayan, bütün peygamberleri t as el i h edici, içindekilerin tümü ilme, ahlâka, hikmete uygun, bütün âyetleri birer edebî mucize bulunuyor. Artýk onu nasýl inkâr edebiliyorsunuz?. Ýmdi o Kur'an'ý Kerim'i (biz bir takým yüzleri) inkarcýlarýn yüzlerin d eki göz, kulak, aðýz, burun gibi azalarýný hakikaten veya hükmen (silip de) mahvedip de (enselerine çevîrm em izden) evvel tasdik ediniz, (veya cumartesi adamlarýna) yâni: "ile" ahalisinden olan ve cumartesi günü balýk avlamak kendilerine yasak edildiði halde bu husustaki Allah'ýn yasaðýna aykýrý harekette bulunan bir kýsým Yahudi taifesine (lanet ettiðimiz gibi) o cumartesi adamlarýnýn suratlarýný deðiþtirerek kendilerini maymun ve domuz þekline soktuðumuz gibi (onlara) o bir takým yüzlere (lanet etmemizden) onlarý da deðiþtirerek kendilerini maymunlara, domuzlara çevirmemizden (evvel) imân eyleyiniz ki, öyle felâketlerden kurtuluþ býýlabilesiniz. (ve) Þüphe yok ki (Allah Teâlâ'nýn emri) kazasý, takdir buyurduðu herhangi birþey (vaki) yerine gelir (bulunmaktadýr) onun emrini bozacak, hükmünü reddedecek bir kuvvet yoktur. Artýk imân etmediðiniz takdirde sizin hakkýnýzda da bu ilâhî tehdit her halde tehakkýýk edecektir. Nitekim geçmiþ milletler hakkýnda da Cenâb-ý Hak'kýn ilâhî vaidi meydana gelmiþtir.

§ Tam s kelimesi, birþeyi izi kalmayacak bir halde mahv ve yok etmektir. Bunun mecazen mânâsý da bir kimseyi hidayetten dalâlete selâmetten felâkete döndürmektir. Bu hadisenin, bu ilâhî tahdidin hu âyetteki mu hat ab I ar hakkýnda ne þekilde meydana geleceði izaha muhtaçtýr. Þöyle ki: Bu ilâhî tehdit herhalde kalýcýdýr. Daha kýyamet kopmadan onlarýn yüzlerinde böyle bir deðiþiklik meydana gelecektir. Veya bu ceza onlara kýyamet gününde tatbik edilecektir. Veya bu ceza, onlardan hiçbirinin imân etmemesi haline mahsustur. Onlardan bazýlarý imân ettiði için bu ceza, diðerlerinden kaldýrýlmýþtýr. Bu cezadan maksat, bazý zatlara göre de manevî bir deðiþmedir, onlarýn dalalette kalmalarýdýr, kalp yüzlerinin hidâyeti görmekten mahrum olarak küfür ve taþkýnlýða döndürülmeleridir. Bununla beraber bu ilâhî tehdit iki þekilde olur. Biri Tems, mesh þekli, diðeri lanete hedef olmak þekli. Haklarýnda böyle bir ilâhî tehdit bulunan þahýslar ise zaten lanete hedef olmuþlardýr. Binaenaleyh, bu ilâhî tehdit tehakkuk etmiþ demektir.

§ Peygamber efendimiz, Yahudilerin Abdullah Ýbni Surya, ve Keab bin Esed gibi âlimleriyle konuþmuþ. Ey Yahudi cemaati!. Allah'tan korkunuz, müslüman olunuz, Allah hakký için siz, benim kendinize teblið ettiðim þeyin hak olduðunu mutlaka bilirsiniz, diye buyurmuþ, onlar ise biz bunu bilmiyoruz demiþ, savuþup gitmiþlerdi. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur. Bu mübarek âyeti iþiten Abdullah Ýbni selâm, peygamber zamanýnda, Keab ü I Eh bar da Hz. Ömer'in hilâfeti zamanýnda Ýslâm þerefine nail olmuþlardýr. Bu iki zat Yahudi âlimlerinden bulunuyorlardý.

 

 

 

48. Þüphe yok ki, Allah Teâlâ Yüce zatýna ortak koþulmasýný yari ý gam az. Onun ötesinde olaný da dilediði kimse için yari ið ar ve her kim Allah Teâlâ'ya ortak koþarsa muhakkak pek büyük bir gü-nah ile iftirada bulunmuþ olur.

48. Bu âyeti kerime, Cenâb-ý Hak'kýn yüce zatýna ortak koþan, yani þirk ve küfr içinde ölen kimseleri asla affetmeyeceðini ve þirk ve küfrün dýþýndaki günahlarý iþlemiþ olanlardan ise dilediðini affedeceðini ve dilediðini bir müddet azaba uðratacaðýný þöylece göstermektedir. (Þüphe yok ki,) muhakkak bir hükmü ilâhîdir ki, (Allah Teâlâ Yüce zatýn) kendisinin varlýðýna, birliðine, yaratýcýlýðýna, mabut I uðun a, ezelî ve ebedî olduðuna ve dinî hükümlerine ait herhangi hususta (ortak koþulmasýný) böyle küfr ve þirkte bulunulmasý en büyük bir cinayet ve dalâlet olduðundan, (yari ý gam az) sahibini af ve baðýþa nail buyurmaz. Bunlarýn sahipleri ebedî olarak cehennemde hal ip azap çekeceklerdir, (onun) böyle þirk ve küfrün (ötesinde olaný da) küçük ve büyük kabilinden olup küfrü gerektirmeyen herhangi günahý da kullarýndan (dilediði kimse için) tövbekar olsun olmasýn (yari ið ar) affeder ve örter. Bu, bir ilâhî vaaddýr ki, herhalde tehakkuk edecektir. (Ve her kim Allah Teâlâ'ya ortak koþarsa) Hak Tealâ Hazretlerini inkâr eder veya baþka mabutlarýn, yaratýcýlarýn da varlýðýna inanýrsa veyahut Cenab'ý Hak'kýn umuma yönelik dinî hükümlerini kabul etmeyip red ve inkâra cür'et gösterip küfre düþerse (muhakkak pek büyük bir günah ile) öyle bütün günahlarýn üstünde olarak iþlemiþ olduðu bir inkâr ile, bir fikrî dalâlet ile Cenab'ý Hak'kýn mukaddes zatýna karþý sözlü olarak veya fiilen (iftirada bulunmuþ olur) artýk böyle bir dalâlet ve cinayetin cezasý da ebedîdir, af ve baðýþlanmaya lâyýk deðildir. Bu husustaki ilâhî tehdit de kat'î olduðundan artýk onlarýn haklarýnda af ve baðýþlama asla düþünülemez.

§ Þirk lügatte ortaklýk, birlikte olmak demektir. Þerik de, ortak manasýnadýr ki, çoðulu: Þürekâdýr. Þer'an þirk; küfr ve inkârdan -ki bundan Allah'a sýðýnýrýz- Cenab'ý Hak'ka ortak koþmaktan, Hak Tealâ'nýn hâþâ benzeri ortaðý var demekten ibarettir. Küfr de lügatte örtmek, örtbas eylemekten, onun ilâhî nimetlerini, dinî hükümlerini, inkâra cür'et etmekten ibarettir. Küfür sýfatýný taþýyana da "kâfir" denir. Çoðulu: Küf far, kefere ve kâfirdir. Küfran da örtmek, nimeti inkâr eylemek manasýnadýr. Meselâ: Cenab'ý Hak'ki inkâr eden veya ona ortak koþan kimse kâfir olacaðý gibi ilâhî nimetleri örten ve inkâr eden, kýsaca bütün insanlýk için bir hidâyet rehberi olan Son Peygamber Hazretlerini ve ona nazil olmuþ olan Kur'an'ý Kerim'i inkâr eden herhangi bir þahýs da bu muazzam nimet ve lütfü örtbas etmiþ nimete nankörlükte bulunmuþ, olacaðýndan kâfir, müþrik adýný, vasfýný hak etmiþ olur. Þirk, dört türlüdür. Birincisi: Cenab'ý Hak'ka i I âh I ýkt a ortak koþmak suretiyle olur. Ýkincisi: Hak Teâlâ'ya varlýðýnýz zorunlu olmasý bakýmýndan ortak koþulmasý itibariyledir. Üçüncüsü: Kâinatýn yaratýlmasý ve idare edilmesi bakýmýndan ortak koþmak þeklinde olur. Dördüncüsü de:

C en ab' ý Hak'ka ibadet ve itaat hususunda baþkalarýný ortak koþmak suretiyle olur. Yalnýz seneviyye denilen taife, Cenâb-ý Hak'ka ilâhlýðý, varlýðýnýn zorunlu olmasý, ve kudret ve hikmeti itibariyle ortak koþmuþlardýr. Çünki bunlar iki i I âh lýðýn varlýðýna inanýrlar. Birisine "hayýr yaratýcýsý" derler. Diðerine de bir sefih mabuddýýr. Þerri vücuda getirir diye inanýrlar. Birincisine: "yezdân" ikincisine de "ah rem en" adýný verirler ki, bu ikincisi iddialarýna göre þeytandan ibarettir. Allah Teâlâ'ya ibadet ve kâinatý idare etmek bakýmýndan ortak koþanlar ise pek çoktur. Yýldýzlara tapanlar, yýldýzlarý birer âlemi idare edici sananlar bu cümledendir. Bunlarýn bir kýsmý, bu yýldýzlarý bu dünyanýn birer idare edicisi sayar, onlara ibadet etmeði bir vecibe bilirler. Diðer bir kýsmý ise Cenâb-ý Hak'ki tamamen inkâr eder, semalar! ve yýldýzlarý birer varlýðý zorunlu ve yok olmasý imkânsýz varlýk sayarlar. Bunlar: "Dehriyyýýn" denilen aþýrý kâfirlerden bulunmaktadýrlar. Diðer bir kýsým kimseler de Allah Teâlâyý tasdik etmekle beraber putlara, heykellere veya kendi büyüklerine, meselâ bilginlere ve Hz. Mesihe ibadette bulunurlar puta tapanlar da bu cümledendir.

Netice olarak: Cenab'ý Hak küfr ve þirk ehlini asla af f etmiyecektir. Bu, birçok âyetler ile sabittir. Küfr ve þirk, bir yoðun perdedir ki, imân nurunun kalbe ulaþmasýna mâni olur. Küfr ve þirk, insanlýk aklýnýn düþebileceði en son noktadýr. Bütün diðer rezaletler bundan doðar. Bu, bütün fertleri de cemaatý da manen mahveyler. Bir kere düþünmeli!. Bir kimse ki, bu kâinatýn geniþlik ve büyüklüðünü görür, bir kimse ki, hiçbir zerrenin boþ yere yaratýlmamýþ olduðunu anlar, bununla beraber taþlara, heykellere veya kendisi gibi âciz fâni insanlara tapar durursa, bunlarý o muazzam kâinatýn yaratýcýsýna ortak koþarsa artýk onun manen, ruhen ne dereceye kadar düþmüþ olduðu görünmez mi?

Hele insan þeklinde olup hayvanlardan bile aþaðý bir yaratýlýþta olan o bir kýsým inkarcýlar ki; onlar bu mu azam kâinatýn Yüce Yaratýcýsýný büsbütün inkâr ediyorlar, hayalî bir tabiata tapýnýyorlar, bütün varlýklarýn kendi kendine var olduðuna inanýyorlar. Artýk bunlarýn bu sonradan yaratýlmýþ, fâni varlýklarý birer yaratýcý tanýmýþ, bu cihetle bunlarý bilmeksizin kâinatýn yaratýcýsýna ortak koþmuþ, ne kadar karanlýk bir düþünce içinde kalmýþ odýýklarý apaçýk görülmüyor mu? Ya o diðer bir kýsým insanlar ki, onlar görünüþte Cenâb-ý Hak'kýn varlýðýna inanýyorlar, bununla beraber o Yüce Yaratýcýya mahsus olan yaratýcýlýk ve m ab ýý diyet sýfatýný yaratýlmýþlardan bazýlarýna da isnat ediyorlar, meselâ: Kendi âlim ve ruhbanlarýný Allah'tan baþka rab ediniyorlar. Hz. Mesihe rablýk sýfatý isnat ediyor, Allah'ýn oðlu diye tapýyorlar, bununla beraber de birçok ilâhî hükümleri bir kýsým Yüce peygamberleri inkârda bulunuyorlar, özellikle binlerce deliller ile, mucizeler ile peygamberlik ve ri s al et i sabit olan son peygamberi ve ona nazil     olup bir ebedî mucize olan Kýýr'an'ý Kerim'in ilâhî bir kitap olduðunu tasdik etmiyorlar. Artýk bu gibi kimseler de küfür ve þike düþmüþ, ebedî þekilde ilâhî azabý haketmiþ     olmazlar mý

Allah'ý býrakýp bilginlerini (hahamlarýný), rahiplerini ve Meryem oðlu Mesih'i rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tekilâha   kulluk etmeleri emrolýýndýý. Ondan baþka Allah yoktur. O, bunlarýn ortak koþtuklarý þeyden uzaktýr. (Tevbe, 9/31) âyeti kerimesi bunlarýn da küfr ve þirke düþmüþ olduklarýný     bildirmektedir. Sözün özü: Cenâb-ý Hak'ka sözle, fiilen hükmen ortak koþanlar, daha dünyada iken tövbe edip ve af dileyip inançlarýný düzelt m edikçe ebedî

azaba   uðrayacaklardýr. Hz. Ömer'den rivayet olduðuna  =Ey kendi nefisleri aleyhine haddi a;an kullarým! Allah'ýn rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahlarý baðýþlar. (Zümer, 39/53) âyetikerimesi nazil olunca: "Ya Rasülüllah þirk ne olacak." diye sormuþlar, onun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ, þirkten, yani küfürden baþka bir kýsým günahlarýn hakkýnda Allah'ýn baðýþlamasýnýn tecelli edeceðini bildirmiþtir. Diðer bir rivayete göre de bu mübarek âyet. Vahþi bini Harb ile arkadaþlarý hakkýnda nazil olmuþtur. Þöyle ki: Vahþi, Hz. Hamza'yý þehit etmiþ. Mekke'i Mükerreme'ye dönünce piþman olmuþ, arkadaþlariyle beraber Rasülü Ekrem'e bir mektupla müracaat ederek: "biz müslüman olmak istiyoruz.    Fakat biz müþrik bulunuyorduk, bir takým büyük günahlarý iþledik, bunlar bizim isîâmiyetimizin kabulüne mâni olur mu?." diye sormuþlar. Bunun üzerine:

Ancak t evi) e ve imân edip iyi davranýþta bulunanlar baþkadýr. (Fýýrkan, 25/70) âyeti kerimesi nazil olmuþ, bunun

üzerine Vahþi ile arkadaþlarý tekrar müracaat ederek "biz imân edeceðiz, fakat salih amellerde devam edebileceðimize emin olamýyoruz." demiþler. Bunun üzerine de iþbu kýrk sekizinci âyeti kerime nazil olmuþ, þirk ve küfrün dýþýnda günahlarý Cenab'ý Hak'kýn dilediði kullarý hakkýnda affedip örteceði beyan buyurulmuþ. Vahþi ile arkadaþlarý d a t evb eve isti ðf ar edip I s I âm þ eref i ne n âi I o I m ýý þ I ard ý r.

 

49. Bakmadýn mý o kimselere ki, nefislerini tezkiye eder dururlar. Belki Allah Teâlâ dilediðini tezkiye eder ve kýl kadar zulüm edilmezler

 

49.     Bu mübarek âyetler, ümmetin fertlerinden olup da kendilerini gerçeðe aykýrý olarak temize çýkaranlarýn bu hareketlerini kýnamakta ve Allah'ýn dini adýna yalan yere söz söylemenin en acýk bir günah olduðunu þöylece bildirmektedir. (Bakmadýn mý o kimselere ki) o bir kýsým kendini öven inkarcýlara ki (nefislerini) gerçeðe aykýrý olarak (tezkiye eder dururlar) yani: Kendilerinin fiilen ve sözlü olarak çirkin görülecek þeylerden uzak olduklarýný iddia ederler, bu nekadar hayrete þayan bir cür'ettir. Kendilerindeki küfr ve taþkýnlýðý hiç görmüyorlar, onlar yalancýdýrlar, inançlarýndaki bâtýllýk sebebiyle nefislerini temize çýkarmaya selâhiyetleri yoktur, (belki Allah Teâlâ) Bir fayda ve hikmete binaen kullarýndan (dilediðini tezkiye eder) mü'm in, salih temize çýkarýlmaya lâyýk olan herhangi kulunu tezkiye buyurur, onun sözlü olarak ve fiilen kabahatlerden uzak olduðunu ezelî ilmiyle bilir, onun kadrini yüceltir, onu bir hikmet gereði olarak temize çýkarýr. Nefislerini gerçeðe aykýrý olarak temize çýkaranlar ise bu çirkin iddialarýndan dolayý azaba uðratýlýrlar (ve kýl kadar) yani en küçük bir çekirdek çizgisi kadar bile (zulüm edilmezler) belki kendi lâyýk olduklarý cezaya kavuþmuþ olurlar. Nitekim tezkiyeye lâyýk olan zatlar da lâyýk olduklarý mükâfatlarýnýn eksiltilmesiyle zýýlüme uðramayacaklardýr. Bilakis fazlasýyla mükâfata nail olacaklardýr.

 

 

 

50.  Bak Allah Teâlâ'ya karþý nasýl yalan uyduruyorlar. Bu açýk bir günah olmak için kâfidir.

50. Yüce Resulüm! (Bak) hayretle bak, o kimselerin hallerine ki (Allah Teâlâ'ya karþý nasýl yalan uyduruyorlar?.) Kendilerine sahip olmadýklarý vasýflarý isnat ediyorlar, kendilerini tezkiye ediyor, yani nefislerini övüyor ve sena ediyorlar, kendilerinin Allah katýnda makbul, Allah'ýn rizasýna nail olduklarýný iddia etmiþ oluyorlar. Adeta onlarýn küfrüne, isyanýna Cenâb-ý Hak'kýn razý olduðunu iddia etmek suretiyle Hak Teâlâ Hazretlerine karþý iftiraya cür'et gösteriyorlar. (Bu) hal, diðer günahlar ve kendilerini temize çýkarmak þöyle dursun, m üst akil I en (açýk bir günah olmak için kâfidir) onlarýn yalnýz bu iddia ve iftiralarý, onlarýn en þiddetli azab ile cezalandýrýlmalarýna sebep olmak için yeterlidir.

§ Rivayete göre bu mübarek âyetler, "Biz Allah'ýn oðullarýyýz ve dostlarýyýz, bizden baþkasý cennete giremeyecektir" diyen ve gündüzün iþledikleri günahlarýn geceleyin ve geceleri iþledikleri günahlarýn da gündüzün affedilip örtüleceðini iddia eden bir kýsým Yelindi ve Hýristiyan taifesi hakkýnda nazil olmuþtur. Bununla beraber gerçeðe uygun, iyi bir m aks ad I a yapýlmýþ olmayan herhangi bir tezkiye'i nefis de caiz deðildir, yerilmiþtir. Meselâ: Ümmetin fertlerinden bir insanýn kendisini manevî kusurlardan uzak, güzel amal er ile ve çok ibadet ve tekva ile vasýflanmýþ ve Allah katýnda manevî yakýnlýða kavuþmuþ bulunmakla kendisini övmesi, medh etmesi, kendini temize çýkarmaktan ve övün genlikten ibaret olacaðý için caiz olamaz.

Fakat Yüce peygamberlerin kendilerini tezkiye etmeleri, haki kat a uygun, ümmetlerinin kendilerine itaat ve tabi olmalarýný temin hikmetine dayandýðý ve mazhar bulunduklarý korunmýýþlýýk, ilâhî I üt uf I ara karþý bir þükran vazifesini ifa maksadýna dayanmýþ olduðundan, caizdir. Ve hikmet ve menfaat gereðidir.

 

 

 

51. Görmedin mi o kendilerine kitaptan bir nasip verilmiþ kimseleri ki, Cibt ve Tagýýt'a imân ediyorlar ve kâfirler için bunlar mü'minlerden daha doðru bir yoldadýr deyiveriyorlar.

51.   Bu mübarek âyetler, putlara, þeytanlara tapýnan, kâfirleri mü'minlere tercih eden birtakým Ýslâm düþmanlarýnýn ilâhî lanetine hedef olduklarýný bildirmektedir. Þöyle ki: (görmedin mi) Bilip anlamadýn mý?, (o kendilerine kitabtan) Tevrat gibi bir ilâhî kitaptan veya okur yazarlýktan (bir nasip) bir miktar bilgi (verilmiþ kimseleri ki) onlar þirke düþmüþler (Cibt ve Tagýýt'a) bu isimdeki iki put a veya Cibt adýndaki bir put ileTaðüt denilen þeytana (imân ediyorlar) onlara tapýyorlar, onlar için secdelere kapanýyorlar. Kitap d an nasipleri olduklarý halde böyle cahilce müþrikçe bir harekette bulunuyorlar, (ve) bu adiliði yapan o kimseler (kâfirler için bunlar mü'minlerden) Ýslâm dinini kabul etmiþ zatlardan (daha doðru bir yoldadýrlar, deyiveriyorlar) ne acayip bir ruh haleti!.. Bütün ilâhî kitaplarý, bütün Yüce Peygamberleri tasdik eden, bütün güzel ahlâký yaymaya çalýþan müslümanlara öyle bir yüce zümreye karþý dinden mahrum, putlara tapmakla meþgul arap müþriklerini, öyle cahil bir taifeyi tercih etmek alçaklýðýnda bulunuyorlar.

 

 

 

52.  On I ar o ki m s el erd i r ki. On I ara Al I ah T eâl â I ân et et m i þt i r ve her kime ki. Al I ah T eâl â I ân et ederse art ý k onun için bir yard imci b ýý I am azs ý n.

52. Artýk (onlar) öyle küfrü imâna tercih eden, putlara, þeytanlara tapýnan þahýslar (o kimselerdir ki, onlara Allah Teâlâ lanet etmiþtir.) Onlarý Cenabý Hak, öyle küfr ve isyanlarýndan dolayý rahmetten uzaklaþtýrýn ýþtýr, (ve her kime ki, Allah Teâlâ lanet ederse) Onun Allah'ýn rahmetinden koðýýlmasý mukadder bulunursa (artýk onun için) ebediyen (bir yardýmcý) bir destekçi, bir imdad eden (bulamazsýn) o ebedî olarak hüsrana mâruz kalýr, bir selâmet alanýna asla çýkamaz.

§ Rivayete göre Yahudilerden Hýýyey bini Ahtep ve Keb Ýbni Eþref ile beraber yetmiþ kadar arkadaþlarý Ulýýýd Yakasýndan sonra Mekke'i mükerreme'deki müþriklerin yanýna gitmiþler, müslümanlarýn aleyhine bir sözleþme yapmak istemiþler, fakat Mekke müþrikleri bunlarýn hakkýnda þüpheye düþmüþler siz ehli kitapsýnýz. Mu ham m ed -aleyhisselâm- da kitaba davet ediyor. O halde siz onun aleyhine olarak bizimle nasýl teþriki mesai edebilirsiniz?. Eðer siz bizim putlara secde ederseniz size o zaman inanýrýz demiþler, o Yahudiler de Mekke müþriklerini tatmin için onlarýn putlarýna secde etmiþler. Sonra Mekkeliler: Bizim dinimiz mi doðru, müslümanlarýn dini mi doðru diye sormuþlar ve dinleri hakkýnda þöyle malûmat vermiþler: "Biz Kabe'nin valileriyiz, hacýlara su veririz, misafirlere konuklukta bulunuruz, esirleri serbest býrakýrýz, akrabayý gözetiriz, Rabbimizin evini tamir ederiz. Mu ham m ed -aleyhisselâm- ise yalnýz bir Allah'a ibadet edilmesini istiyor, putlara ibadeti yasakýlyor, ata ve ecdadýmýzýn dinini terk etmemizi teklif eyliyor, aramýza ayrýlýk düþürmüþ bulunuyor." Bunun üzerine Keab da demiþ ki: Vallahi sizin yolunuz Mýýhammed'in -Aleyhisselâm- takib ettiði yoldan daha doðrudur.

Ýþte onlar böyle putperestler! ehli tevhide tercih etmiþ, kendileri de o müþrikler gibi Cibt ve Tâðýýta secde eylemiþlerdi. Bunun üzerine bu mübarek âyetler nazil olmuþ, onlarýn da müþrikler ile ayný düþüncede olduklarýný göstermiþtir.

 

 

53. Yoksa onlar için mülkten bir nasip mi var?. O halde onlar in-sanlara bir çekirdek bile vermezler.

53.   Bu mübarek âyetlerde o bir takým Ýslâm düþmanlarýnýn nekadar adi nekadar kýskanç, ve Ýslâmiyet'ten ne kadar nefret eder olduklarýný bildiriyor. Bununla beraber içlerinden bazýlarýnýn da inançlarýný düzelterek Ýslâm þerefine nail olduklarýna iþaret buyuruyor. Þöyle ki: (Yoksa onlar için) o müslümanlýða karþý cephe alan Yahudiler için (mülkten) dünyevî saltanattan veya ilâhî mülkten (bir nasib mi var?.) neye güveniyorlar?. Hayýr.. Onlar böyle birþeye sahip deðildirler. Diyelim ki sahip oldular (o halde onlar insanlara) insanlardan hiçbirine Allah rýzasý için, insanlýða hizmet için (bir çekirdek) yani: En az, ehemmiyetsiz birþey (bile vermezler) onlarýn t ab i at I arýn d aki cimrilik ve haset böyle bir yardýma mânidir. Nitekim bir âyeti kerimede de þöyle buyurmuþtur: "De ki, eðer siz Rab bini in rahmet hazinelerine mâlik olsaydýnýz o zaman yine harcanýr korkusuyla onlarý kýstýkça kýsardýnýz. Kimseye birþey vermezdiniz. (Ýsra, 17/100) Evet... Onlar yalnýz kendi menfaatlerini düþünürler, baþkalarýnýn bir nimete nail olmasýný istemezler, kýskanýrlar.

 

 

 

54.       Yoksa onlar Allah Teâlâ'nýn lütfundan insanlara verdiði þey üzerine haset mi ediyorlar? Biz muhakkak Ýbrahim soyuna kitap ve hikmet verdik ve onlara büyük bir mülk verdik.


54.       (Yoksa onlar) o Ýslâmiyet'e düþman olan taife (Allah Teâlâ'nýn fazlýndan) lütfü kereminden (olarak insanlara) herhangi insana ve özellikle son peygambere ve onun aile fertleri ve esbabýna (verdiði þey üzerine) servet ve nimet, peygamberlik, kitap, zafer, izzet ve þeref gibi nimetlerden dolayý (haset mi ediyorlar?.) Evet... Onlar buna haset etmektedirler, bu nimetlerin yok olmasýný arzu ederler. Halbuki (biz muhakkak Ýbrahim soyuna) Hz. Ýbrahim hanedanýna, Son Peygamber Hazretlerinin yüce ceddi olan Hz. Ýbrahim'in soyundan olan Musa, Davut, Süleyman Aleyhimüsselâm gibi zatlara (kitap) onlara indirilmiþ olan herhangi ilâhî kitabý (ve hikmet) ilm ve marifet, peygamberlik ve risalet (verdik ve) bununla beraber (onlara büyük bir mülk) de, saltanat da (verdik) zamanlarýna hâkim bulundular. Artýk onlara bu muazzam nimetleri vermiþ olan Yüce yaratýcýnýn son peygamberine de böyle nimetleri vermesi neden çok görülmeli, ne için insanlarýn böyle bir kadri Yüce Peygambere kavuþmalarýna kýskanarak onu inkâra cür'et göstermeli? Ne için o kýskançlar, yalnýz kendilerinin mülke, velayete, lâik olduklarýný idia edip dursunlar?

 

 

 

55.  Artýk onlardan kimi ona imân etti ve onlardan kimi de ondan yüz çevirdi. Cehennem de yalýmlý bir ateþ olarak yeter..

55.    (Artýk onlardan) o kýskanç, inkarcý kimseler arasýndan (kimi) güzelce düþünerek, hakikati takib ederek (ona) Hz. Ýbrahim'e veyahut Hz. Mu ham m ed Aleyhisselâm'a (Ýmân etti) onun peygamberliðini kabul d erek es h abý kiramý arasýna girmek þerefine nail oldu. Abdullah Ýbni selâm ile arkadaþlarý gibi. (Ve onlardan kimi de) hasedinde, küfr ve inadýnda Ýsrar ederek (ondan) o Yüce Peygamberden, onun kýýtsî dininden kaçýnarak (yüz çevirdi) ebedî sapýklýk içinde kaldý, kendisini pek büyük bir azapla karþý karþýya býraktý. Evet... (cehennemde yalýný 11) Pek þiddetli (bir ateþ) bir azap ateþi (olarak) öyle imândan kaçanlara (yeter) onlara lâyýk olduklarý cezayý pek mükemmel bir surette teþkil ve tatbik eyler.

§ Nakîr, fetîl, kýtmîr kelimeleri pek az, kýymetsiz, deðersiz þeylerden kinayedir. Þöyle ki: Lügat itibariyle nakir çekirdek üzerindeki ufacýk bir nokta demektir. Fetîl de çekirdek üzerindeki incecik bir telden ibarettir. Kýtmir lâfzý da hurma çekirdeðinin üstündeki yuf kaçýk kabýdýr. Hurma çekirdeðinin arkasýndaki akça noktâki aðacý ondan biter. Eshabý kehf'in köpeðinin adý da kýtmirdir..

 

 

 

56.         Þüphesiz o kimseler ki, bizim âyetlerimizi inkâr ettiler, onlarý elbette bir ateþe yaslayacaðýz. Onlarýn derileri her piþtikçe azabý tatmalarý için onlarý baþka deriler ile deðiþtireceðiz. Þüphe yok ki, Allah Teâlâ azizdir, hakimdir.

56.        Bu m il barak âyetler, Allah'ýn dinini inkâr edenlerin ne elem verici, ebedî azaplara uðrayacaklarýný bildirmekte, imân edenlerin ise ne derece yüksek, ebedî mükâfatlara nail olacaklarýný þöylece müjdelemektedir. (Þüphesiz) muhakkak (o kimseler ki) Peygamberlere tâbi olmayýp (bizim âyetlerimizi) yani: Cenab'ý Hak'kýn varlýðýna, birliðine hâlikiyetine ve meleklerine, kitaplarýna, Peygamberlerine ait delilleri, þahitleri, mucizeleri (inkâr ettiler) bunlarýn bir kýsmýný inat ve büyüklenme yoluyla bir kýsmýný da bunlara bakmayýp fikirlerini ve düþüncelerini çalýþtýrmamak suretiyle inkâr ettiler, (onlarý elbette bir ateþe) Cehennem ateþine (yaslayacaðýz) cehenneme sokacaðýz, (onlarýn derileri her piþtikçe) Yanýp kavruldukça (azabý) cehennemin þiddetini (tatmalar! için onlarý baþka deriler ile de deðiþtireceðiz) þöyle ki: O deriler baþka birer þekilde aynen iade edilecektir.

Bununla beraber bu derilerin yerine baþka derilerin vücýýde gelmesi de mümkündür. Bu görüþte olan zatlar vardýr. Çünki azaba uðrayan haddi zatýnda beden ile birlikte bulunan isyankâr ruhtur, azabý duyan odur. Beden ise idrak edici olmayýp ruhun ikamet yeridir. (Þüphe yok ki Allah Teâlâ azizdir), sonsuz güç ve kudret sahibidir, onu birþey âciz býrakamaz. Ve (hakimdir) m ah I û kâtý hakkýnda bütün teferruatý bir hikmet ve fyadaya dayanmýþ bulunmaktadýr. Binaenaleyh dinsizleri böyle ebedî bir þekilde cezalandýrmasý da onun büyüklük ve hikmeti gereðidir. Artýk Cenâb-ý Hak'kýn güç ve kudretine, ilâhî hikmetine göre öyle bir þahsýn müebbed olarak yanýp durmasý da uzak görülemez. Evet!. Müebbed olarak hayatta bulundukça ayný inançta devam edeceðine karar vermiþ olan bir dinsize bu inancýna göre devamlý olarak azap çektirmek hikmet gereðidir, âlemin intizamýný saðlamak için bir vesiledir ve kendi inancýna karþýlýk bir cezadýr.

 

 

 

57.      Ve o kimseler ki, imân ettiler ve salih salih amellerde bulundýý-lar onlarý da altlarýndan ýrmaklar akar cennetlere içlerinde ebedî kalmak üzere elbette sokacaðýz. Onlar için orada pek temiz eþler vardýr, ve onlarý koyu bir gölgeye sokacaðýz...

57.     (Ve o kimseler ki imân ettiler) mü'm in olduklarýný ikrarda bulundular (ve salih salih amellerde bulundular) üzerlerine düþen namaz, omç, zekât gibi dinî vazifeleri ifaya çalýþtýlar (onlarý da altlarýndan ýrmaklar) leziz leziz sular (akar cennetlere) bahçelere, bostanlara, hayat veren baðlar (içlerinde ebedî I al m al üzere) orada sonsuz ilâhî I üt uf I ara nail olmak üzere (elbette sokacaðýz) bu muhakkaktýr, (onlar için) Böyle cennetlere sokulacak mü'minler için (orada) o cennetlerde hayýz ve nifas gibi hallerden kurtulmuþ, bedenî tabiî kusurlardan uzak (eþler vardýr) böyle temiz, seçkin eþlere de nail olacaklardýr, (ve onlarý koyu bir gölgeye) Büyük sürekli, rahat veren, sýcaklýk ve soðukluktan uzak bir lütuf ve rahat gölgesine de (sokacaðýz) onlar cennetlerde sürekli bir huzur ve istirahat içinde yaþayýp duracaklardýr. Ey Rabbimiz!.. Bizlere de bu nimetlerini nasip buyur. Amin!.

 

 

 

58.    Muhakkak Allah Teâlâ size emrediyor ki: Emanetleri ehline veriniz ve insanlar arasýnda hüküm edince adaletle hüküm ediniz. Þüphesiz Allah Teâlâ size bununla ne güzel öðüt veriyor. Þüphe yok ki Allah Teâlâ hakkýyla iþitici ve tam anlamýyla görücüdür.

58. Bu mübarek âyetler de m üs I umanlarýn üzerlerine düþen en mühim vazifeleri bildirmektedir. Ve emanete, adalete, itaate, iyi geçinmeye ait en lüzumlu esaslarý öðretmekte ve telkin buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ey mükellef olan insanlar!. (Muhakkak Allah Teâlâ size emir ediyor ki, emanetleri ehline veriniz) insanlarýn üzerine üç kýsým emanet yönelmektedir. Birinci kýsým, Cenâb-ý Hak'ka karþý olan emanetlerdir ki, bunlar Allah tarafýndan emir olunan þeyleri yerine getirmek yasaklanan þeyleri býrakmak suretiyle ifa edilir. Ýkinci kýsým, insanlara karþý olan emanetlerdir ki, onlara ait borçlarý, emanetleri vermekle onlarla iktisadî muamelelerde zararlarýna hareket etmemekle ve onlarýn kusurlarýný insanlar arasýnda yaymam akla ve âmirlerin halka karþý adaletle hareket etmeleriyle, âlimlerin de insanlarý güzelce aydýnlatýp ve irþada çalýþýp onlarý bâtýl taassuplara sevk eylem em es iyi e temin edilir. Üçüncü kýsým da, insanlarýn kendi nefislerine karþý olan emanetlerdir ki, bunlar da her insanýn kendi nefsi için din ve dünyaca    en faydalý, en iyi olan þeyleri tercih etmesiyle ve þehvet, gazab dünya sevgisi gibi þeyler ile kendisini ýýhrevî zararlara sevk etmemesiyle meydana gelir, (ve) ey hakimler!, (insanlar arasýnda hükmedince adaletle hükmediniz) yani: Ýnsanlarýn hukukunu temine çalýþýnýz, duruþma esnasýnda iki tarafa karþý eþit davranýnýz. Usulü dairesinde sabit olacak haklarý ortaya çýkararak sahiplerine veriniz. (Þüphesiz Allah Teâlâ size bununla) emanetleri ehline eda ediniz ve adaletle hükm eyleyiniz diye (ne güzel öðüt veriyor.) sizi irs ad ediyor, hakkýnýzda hayýr istiyor. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ hakkýyla iþitici) dir. Bütün sözlerinizi iþitir, bilir (ve) bütün fiil ve hareketlerinizi (hakkýyla görücüdür) artýk ona göre hareket ediniz, Cenâb-ý Hakkýn büyüklük ve yüceliðini düþünerek gösterdiði doðru yoldan ayrýlmayýnýz.

§ Rivayete göre Mekke'i mükerreme fethedildigi gün Kâbe'i mýýazzama'nýn anahtarcýsý bulunan Osman Ýbni Talha Kabe'nin anahtarýný Rasülü Ekrem'e vermekten kaçýnmýþ, ben onun Peygamber olduðunu bilseydim anahtarý vermekten çekinmezdim demiþ. Hz. Ali ise onun elini sýkarak anahtarý almýþ, Kâbe'i Mýýazzama'nýn kapýsýný açmýþ, Rasülü Ekrem de içeri girerek iki rekât namaz kýlmýþtý. Rasülü Ekrem'in amcasý Hz. Abbas, öteden beri zemzem suyu ile ilgili iþlere bakýyordu. Bu defa anahtarcýlýðýnda kendisine verilmesini istemiþ, anahtarý almak arzu eylemiþti. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil o muþ, emanet olarak alýnmýþ olan anahtarýn sahibi olan Osman Ýbni T al haya veri I m es i n e iþ âret olunmuþtur. Bunun ü zeri ne H z. Ali al m ý þ olduðu p eyg am b er em ri g ereð i an aht arý Os m an' a verm iþ ve özür dilemiþti. Os m an ise: "Y a Al i!. Sen b an a eziyet edip anahtarý zorla elimden aldýn, þimdi de gelmiþ yumuþaklýk ile muamele yapýyorsun" demiþ, Hz. Ali de: "Cenâb-ý Hak senin için bir Kur'an âyeti indirdi" demiþ, bu âyeti kerimeyi okumuþ, bunun üzerine Osman, Ýslâm dininin yüceliðine, emanetlere ne kadar riâyet edilmesini emir eylediðini anlayarak kel i m e'i þ eh ad et i okuyarak müslüman olmuþtu. Bunu müteakip Cibril Emin gelmiþ, Kâbe'i muazzama anahtarcýlýðýnýn ebediyen Osman ile onun hanedanýna ait olacaðýný bildirmiþtir. Gerçekten de bu anahtarcýlýk h i zm et i d ai m a o h ân ed ân d a b ýý I ýý n m ýý þt ýý r.

Bu âyeti kerimenin nüzul sebebi böyle bir hâdise olmakla beraber hükmü umumidir, bütün emanetleri kapsamaktadýr.

§ Emanet, eminlik, doðru, davranýþlarda doðru olmak ve baþkasýna ait olarak bir kimsenin yanýnda bulunan þey demektir. Birþey korunmak için verilmiþ olursa "vedia" adýný alýr. Noksansýz ve geciktirmeksizin mükellefe yerine getirilmesi vacip olan dinî vazifeye de Allah'ýn emaneti denilir. Hayatýmýz, akýlýmýz, namus ve haysiyetimiz de bizim için birer Allah emanetidir ki, bunlara da güzelce riâyet etmek bizim için bir farizedir.

59. Ey imân edenler!. Allah Teâlâ'ya itaat ediniz ve Peygamber'e de ve sizden olan emir sahiplerine de itaatte bulununuz. Sonra birþey hakkýnda ihtilâfa düþerseniz, eðer siz Allah Teâlâ'ya ve âh i-ret gününe inanýr kimseler iseniz onu Allah Teâlâ'ya ve Peygamberine arzediniz. O hem bir hayýrdýr, ve hem de netice iti-bariyle daha güzeldir.

59. (Ey) tüm (imân edenler!.) sizler (Allah Teâlâ'ya itaat ediniz) onun emirlerine, yasaklarýna hakkýyla riayetkar olunuz (ve Peygamber'e de) Son Peygamber Hazretlerine de itaat ediniz, onun emirleri doðrultusunda harekette bulununuz (ve sizden olan) ehli imândan olup adalet ve doðruluða riayetkar bulunan (emir sahiplerine de) Ýslâm yöneticilerine de ve dininizin hükümlerini size teblið eden þeriat âlimlerine de (itaatte bulununuz) onlara karþý da itaatsizlikte bulunmayýnýz. (Sonra birþey hakkýnda) din iþlerine ait bir mesele hususunda siz ve yöneticisi olan zatlar (ihtilâfa düþerseniz) bu ihtilâfta Ýsrar edip durmayýnýz, (eðer siz Allah Teâlâ'ya ve âh i ret gününe inanýr) hakikaten mü'm in, itaatkâr, âh i ret azabýndan sakýnan (kimseler iseniz onu) o ihtilâfa düþtüðünüz dinî meseleyi (Allah Teâlâ'ya) onun kitabý olan Kur'an'ý Kerim'e (ve Peygamberine) Yüce Resülü'nün sünneti seniyesine (arzediniz) þüphenizi, ihtilâfýnýzý o sayede hâl I eyleyin iz, Ýslâm birliðini bozacak ihtilâflardan kaçýnýnýz, (o) ihtilâf ettiðiniz meseleyi Cenâb-ý Hak'ka ve onun resulüne arzetmeniz, sizin için (hem bir hayýrdýr) en iyi bir yoldur (ve hem de) haddizatýnda (netice itibariyle) de (daha güzeldir) haddizatýnda tam manâsýyla güzel olan, böyle hareket etmektir.

§ Bu âyeti kerime, dinin esaslarýný teþkil eden kitap ile peygamberin sünnetine, icmai ümmet ile kýyasý fýýkahaya riâyetin lüzumunu içine almýþ bulunmaktadýr. Çünkü bir meseleyi    Cenâb-ý Hak'ka arzetmek, Kur'an-ý Kerim'e baþvurmak suretiyle olur. Yüce Peygambere arzetmek de onun yüce sünnetlerine riâyet etmekle meydana gelir. Yönetici olan, içtihat makamýna ýýlamýþ bulunan zatlarýn reylerine müracaat daicmai ümmete ittiba suretiyle mümkün bulunur. Halledilmeyip kendisine ihtilâf vâki olan bir meseleyi kitap ile peygamberin sünnetine arzetmek ise bunlardaki açýk olan hükümler, kendisine kýyas edilen olarak kabul edilmek suretiyle olur. Zira o ihtilâf edilen meselenin hükmü, kitap ve sünnet ile açýkça beyan buyuru l mu s olsa artýk onlar da öyle ihtilâfa mahal kalmaz.

§ Rivayete göre Rasülü Ekrem S al I al I ahu aleyhi vesellem efendimiz. Hal it Ýbni Veli d'i -Radiallahü anhýý- bir askerî kýtaya emir tayin ederek bir kabile üzerine göndermiþti. Bundan haberdar olan kabile halký, firar etmiþ, yalnýz bir þahýs, kaçmamýþ, Ýslâm askerî kýt'al arý arasýnda bulunan "Ammar Ýbni Yâsir'e müracaat etmiþ, "ben müslümanlýðý kabul ettim, artýk bu beni kurtarmaya kâfi midir?." diye sormuþ, Ammar da ona t em in at vermiþ, onu em anî altýna almýþtý. Fakat Hz. Hal it, o kabilenin yurduna girince bu mülteci olan þahsýn mallarýna el koymuþtu. Ammar ise kendisine müracaat ederek o þahýsa müslüman olduðu için âmân verdiðini söyledi. Hal it Ýbni Velit ise: Ben emir bulunuyorum, ben onun malýna el koyabilirim, bana söylemeden sen kendi baþýna nasýl âmân veriyorsun, sen bana karýþamazsýn diye söylendi. Bu suretle aralarýnda bir ihtilâf meydana geldi. Keyfiyeti gidip Rasülü Ekrem'e arzettiler. Yüce Peygamber efendimiz de Ammar'in verdiði âmân'in caiz olduðunu bildirdi. Bununla beraber bir daha em i re müracaat etmeksizin kendi kendine söz vermemesini Ammar'a ihtar buyurdu. Bu hâdise üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ, yöneticilere itaatin gereðini göstermiþtir.

 

 

 

60. Sana indirilmiþ olana ve senden evvel indirilmiþ bulunana imân ettiklerini iddia edenlere bakmadýn mý ki, onlar Tagut'ýýn huzurunda muhakeme olmayý isterler. Halbuki onu inkâr etmekle memur bu-lýýnmuþlardý. O þeytan ise onlarý -doðru yoldan- pek uzak bir sapýklýkla dalâlete düþürmek ister.

60.    Bu mübarek âyetler, bir kýsým münafýklarýn gerçeðe aykýrý iddialarýný, uðursuz hareketlerini, haktan nasýl kaçýnýp þeytanlara nasýl tabi olduklarýný ve bunlarýn hakkýnda yapýlacak hayýrlý hikmetli ihtarlar! bildirmektedir. Þöyle ki: Habibiml. Ne kadar þaþýlacak bir haldir!, (sana indirilmiþ olana) Kur'an'ý Kerim'e (ve senden evvel indirilmiþ bulunana) Tevrat'a ve Ýncil'e (imân ettiklerini iddia edenlere) sözle böyle bir iddiada bulunanlara (bakmadýnmý ki) onlar bu iddialarýna aykýrý hareketlerden kendilerini alamýyorlar, onlar dindar olduklarýný iddia ettikleri halde (Tagutýýn) þeytanýn, þeytan tabiatýnda bulunan Keab Ýbni Eþref gibi kimselerin (huzurunda muhakeme olmayý isterler) hakkýn ortaya çýkmasýný arzu etmezler, (halbuki) onlar (onu) Tagut'ýý; þeytaný, bâtýla deðer veren herhangi bir þahsý (inkâr etmekle memur) Allah tarafýndan o imân ettiklerini iddia eyledikleri kitaplar vasýtasýyla emir edilmiþ (bulunmuþlardý) artýk buna nasýl muhalefette bulunuyorlar? Bu hareketleri ile iddialarý arasýndaki çeliþkiyi görmüyorlar mý?. Ne kadar þaþýlacak bir ruhî sapýklýk! (o þeytan ise) o hükmüne baþvurmak istedikleri bozguncu þahsiyet ise (onlarý) doðru yoldan (pek uzak) hidâyete dönmeyi imkânsýz kýlacak (bir sapýklýkla dalâlete) doðru yoldan mahrumiyete (düþürmek ister) o halde ona nasýl baþvurmaya cür'et edebiliyorlar?.

 

Ynt: Nisa Suresi By: hafizvuslat Date: 31 Ekim 2009, 20:04:55



61.  Onlara Allah Teâlâ'nýn indirmiþ olduðuna ve Peygambere ge-liniz denildiði vakit de o münafýklarý görürsün ki, senden kaçýndýkça kaçýnýyorlar...

61. (Onlara) O Tagut'ýý hakem kýlmak isteyenlere her kim tarafýndan (Allah Teâlâ'nýn indirmiþ olduðuna) hikmet dolu Kur'an'ý Kerim'e (ve) Allah tarafýndan gönderilmiþ ve kendisine itaat edilmesi kesin bir dinî vazife bulunmuþ olan (Peygamber'e) peygamberlerin en mükemmeli olan Hz. Muhammed'e (geliniz) bütün davalarýnýzý onlara arzediniz, o sayede cehaletten kurtularak Ýlim þerefine nail olunuz (denildiði vakitte o münafýklarý görürsün ki) bu yüce hayre ihtarý kabul etmiyorlar, (senden kaçýndýkça kaçýnýyorlar) senden son derece yüz çevirerek yine þeytanlara müracaat etmek isterler. Cenab'ý Hak'kýn kýýtsî hükümleri dururken dinsizlerin, münafýklarýn hükümlerine sarýlmak al ç akl ý ð ý n d a b ýý I ýý n ýý rl ar.

62. Ya onlara kendi ellerinin evvelce yaptýðý þey sebebiyle bir musibet isabet ettiði zaman -halleri- nasýl olacak?. Sonra da sana gelirler, biz baþka deðil, ancak iyilik etmek ve ara bulmak istedik diye Allah Teâlâ'ya yemin ederler.


62. (Ya onlara) o münafýklara, o hak sözü kabulden yilz çevirenlere (kendi ellerinin) kendi þahýslarýn in (evvelce yaptýðý þey) Tagut'un hükmüne müracaat gibi Rasülýýllah'ýn hükmüne rýza göstermemek gibi bir cür'et (sebebiyle bir musibet) bir ceza, bir felâket (isabet ettiði zaman) halleri (nasýl olacak?.) Artýk onlar bu musibetten kurtulmaya hâdir olabilecekler mi?. Ne gezer!. Onlar (sonra da) böyle bir musibete düþtükleri zaman da (sana gelirler) yaptýklarý fenalýklardan dolayý özür dilemeye (bîz baþka deðil) Senden baþkasýnýn muhakemesine müracaat etmekle (ancak iyilik etmek) sulh yapmak (ve ara bulmak) iki hasýnýn arasýný bulup barýþtýrmak (istedik) yoksa sana muhalefette bulunmak iþlemedik, bizi tenkit buyurma (diye Allah Teâlâ'yayemin ederler) böyle bir yalan yere yemin etmekten çekinmezler.

 

 

 



63. (Onlar) böyle yalan söyleyen münafýklar (o kimselerdir ki) onlarýn kalplerindekiler Allah katýnda gizli deðildir. (Allah Teâlâ onlarýn kalplerinde) nifak adýna, Ýslâmiyet'e ve müslümanlara karþý kin ve düþmanlýk adýna (ne olduðunu bilir) her ne kadar onu gizlemeye çalýþsalar da, yalan yere yemin edip özür dilseler de (artýk) Habibim!. Sen olgunluk göster (onlardan çekin) onlarý azarlama, onlarý cezalandýrmaktan menfaat gereði vazgeç veya onlarýn ileri sürdükleri mazeretleri kabul etme (ve onlara öðüt ver) onlarý nifaktan alýkoyacak nasihat I arda bulun, onlarý Cenab'ý Hak'kýn, l öl l Tin i kazýyacak azabýndan korkut (ve onlara nefisleri hakkýnda) nefislerinin ýslahý hususunda veya onlara baþkalarýnýn yanýnda deðil, yalnýz kendilerine gizlice (müessir) kalplerinde tesir edecek þekilde (söz söyle) t âl i ondan faydalanabilsinler, gafletten uyansýnlar, ilâhî azaptan korksýýnlar, ayrýlýk ve nifaktan vazgeçsinler. Aksi takdirde uðrayacaklarý ilâhî azaba hazýrlansýnlar.

Bu âyeti kerime, Rasülü Ekrem efendimizin edebî ifade gücüne, etkili, nazi

km et I i va'z ve irþada sahip olduðunu göstermektedi

§ Rivayete göre münafýklardan bir kimse, Yahudilerden biriyle bir hususta çekiþmede bulunmuþlar. Yahudi demiþ ki, aramýzdaki çekiþmeyi hal için Ebýýl Kaþýma, yani Rasülü Ekrem'e müracaat edelim: Münafýk da Yahudilerin âlimlerinden olan Keab ibnil Eþref e müracaat etmelerini istemiþ. Keab ise rüþvet almaya çok düþkün imiþ. Yahudi ise Rasülü Ekrem'in rüþvete asla iltifat etmeyip hak ile hükmedeceðini bildiðinden her halde Rasülýýllah'a müracaat edilmesinde Ýsrar etmiþ, nihayet Hz. Peygamber'e gidip keyfiyeti anlatmýþlar. Yüce Peygamberimiz Yahudi lehine hüh met m iþ, münafýk bu hükme razý olmamýþ, Hz. Ebýý Beki re müracaat etmiþler, o da Yahudi lehine hü km eylem iþ, münafýk yine razý olmamýþ, Hz. Ömer'e müracaat etmelerini istemiþ, sonunda ona müracaatta bulunmuþlar. Yahudi haber vermiþ, biz Hz. Muhammed'e ve Hz. Ebýý Bekir'e müracaat ettik, benim lehime hükmettiler, bu hasmým onlarýn hükmüne razý olmadý, sana müracaat etmemizi istedi. Demiþ, Hz. Ömer de o münafýða hitaben: Öyle mi?, diye sormuþ, o da evet öyle oldu demiþ, bunun üzerine Hz. Ömer, biraz sabredin, burada durun, ben þimdi gelirim diye söylemiþ, gidip kýlýcýný kuþanarak bunlarýn yanýna gelmiþ, "Allah Teâlâ'nýn ve Resulünün hükmüne razý olmayanýn cezasý budur" diye kýlýcý ile münafýðýn boynunu uçurmuþtur. Münafýðýn ailesi Hz. Peygambere gelerek Hz. Ömer'den þikâyet etmiþler Rasülü Ekrem de durumu sormuþ, Hz. Ömer de: Ya Rasûlüllah!. O münafýk senin hükmüne razý olmadýðý için bu cezaya lâyýk olmuþtu, demiþ. Bu konuþmayý müteakîb de Cibril Emin gelmiþ, Ömer, Farýýktýýr, hak ile bâtýlýn arasýný ayýrmýþtýr, diye lehinde þahitlikte bulunmuþ, bunun üzerine Rasülü Ekrem de: Ya Ömer!. Sen Farýýksýýn, diye buyurmuþtur.

Ýþte     bu mübarek âyetler bu hâdise üzerine nazil olmuþtur. Bu halde T ag ut' d an maksat, Keab ibnil Eþrefti de daha baþka sebepler de gösterilmiþtir. Bilgi Allah katýndadýr:

Münafýk, öyle þeytan tabiat bir þahsýn muhakemesini Ýs tefsirleý

 

 

 

64.       Bîz hiçbir Peygamber göndermedik. Ancak Allah Teâlâ'nýn iz-niyle itaat edilmesi için gönderdik. Ve eðer onlar nefislerine zul-mett iki er) zaman sana gelseler de Allah Teâlâ d an maðfiret ist e-þeydi I er ve onlara Peygamber de istiðfarda bulunsaydý elbette Allah Teâlâ'yý tövbeleri çok kabul edici ve çok esirgeyici bulacaklardý.

64.       Bu m il barak âyetler, insanlýðý ir; ad için Rasûlýýllah'a itaat ve teslimiyetin lüzumunu, istiðfarýn ehemmiyetini ve hakikî imânýn ne þekilde meydana geleceðini göstermektedir. Þöyle ki: (bîz) insanlýk muhitine abes yere (hiçbir Peygamber göndermedik) onlarýn gönderilmesi büyük bir fayda ve hikmete dayanmaktadýr. Evet... Her peygamberi (ancak Allah Teâlâ'nýn izniyle) ilâhî iradesiyle (itaat edilmesi) emirlerine riâyet, kendisine muhalefetten sakýnýlmasý (için gönderdik) artýk onun emirlerine, hükümlerine razý olup muhalefette bulunmamak gerekir. (Ve eðer onlar) Allah Teâlâ'nýn ve Resulünün hükmünü býrakýp da mahkemeleþmek için baþkalarýna müracaat etmek isteyenler, böyle (nefislerine zulmettikleri zaman) bu hareketlerinden dolayý nadim ve piþman olup Habibim!, (sana gel s el erde) özür beyanýnda, kusurlarýný itirafta bulunarak tövbe ve ihlâs ile (Allah Teâlâ'dan maðfiret ist eþeydi I er) günahlarýnýn yarlýganmasýný niyaz eylesler (ve onlara Peygamber de) hükmüne razý olmadýklarý Hz. Mýýhammed'de affedici bir þekilde hareket ederek kendileri için (istiðfarda bulunsa idî) onun günahlarýnýn af ve örtülmesi hakkýnda þefaat etse idi (elbette Allah Teâlâ'yý) o yapýlan (tövbeleri çok kabul edici) ve onlarýn haklarýnda (çok esirgeyici) çokça merhamet buyurucu (bulacaklardý) çünkü Cenâb-ý Hak, çok baðýþlayan, pek esirgeyendir.

 

 

 

 

65.    Hayýr, Rabbine andolsýýn ki, onlar aralarýndaki çekiþmede seni hakem tayin etmedikçe, sonra da hükmedeceðin þeyden dolayý nefislerinde bir sýkýntý bulmaksýzýn ve tam bir teslimiyet ile teslim olmadýkça imân etmiþ olmazlar.

65.     (Hayýr) onlarýn imân iddialarý doðru deðil, (Rabbine andolsýýn ki onlar) o iddia edenler (aralarýndaki anlaþmazlýkta) ihtilâfa düþtükleri hususta (seni hakem tayin etmedikçe) senin zaten Allah tarafýndan hakim bulunduðunu bilip senin hükmüne baþ vurmadýkça (sonra da) senin (hükmedeceðin þeyden dolayý) itaat ve teslimiyet gösterip (nefislerinde) kendi içlerinde (bir sýkýntý) bir ýstýrap, bir hoþnutsuzluk (bulmaksýzýn ve) zahiren ve bat in en (tam bir teslimiyet ile) hükmüne (teslim olmadýkça) hakikî sH'ilde (imân etmiþ olmazlar) çünki Rasûlýýllah'ýn hükmüne razý olmamak, Allah'ýn hükmüne razý olmamayý gerektirir. Böyle bir rýza göstermemek ise bir isyandýr, bir inkârdýr, imâna aykýrý, cahilce bir harekettir.

§ Bir rivayete göre bu mübarek âyetlerde Rasûlýýllah'ýn hükmüne razý olmayan münafýklar hakkýnda nazil olmuþtur. Diðer bir rivayete göre de Hz. Zübeyr ile Hatib bini Belten hakkýnda nazil olmuþtur. Þöyle ki: Zübeyr bini Avvem Hazretlerinin hurmalýðý yaný baþýndan bir su ceryan edermiþ, bahçesi uzakta bulunan Hatib de bu sudan bahçesini sulamak istemiþ, Hz. Zübeyr razý olmamýþ, keyfiyeti Rasûlü Ekrem'e arzetmisler. Yüce Peygamber Hazretleri de: "Ya Zübeyr!. Sen hurmalýðýný suladýktan sonra suyu komþuna býrak" diye buyurmuþ. Hatib bu peygamberin tavsiyesinden hoþnut olmamýþ, Rasûlýýllah'a hitaben: "Zübeyr hatanýn oðlu olduðu için onu kayýrdýn" diye kötü zan d a bulunmuþ, bunun üzerine Rasûlü Ekrem de Zübeyr'e hitaben: "Ya Zübeyr!. Hurmalýðýný tamamen sulamak için suyu duvarlara çýkýncaya kadar tut, yani: Hurmalýðýný tamamen sývarý ne aya kadar suyu salývermem eð e hak hin vardýr, ondan sonra býrakýrsýn" diye emir etmiþti. Çünkü suyun kaynaðý, Hz. Zübeyrin hurmalýðý yanýnda olduðundan o hurmalýðý tamamen sýýlamadýkça suyu aþaðýya býrakmasý icâbetmezdi. Halbuki, Rasûlüllah Efendimiz, hurmalýðýn zaruri olan yeri suladýktan sora suyun aþaðýya býrakýlmasýný özel bir lütuf olmak üzere tavsiye etmiþ bulunuyordu. En s ardan olan hatip, bu müsamahayý, bu lütfü takdir edemeyip edebe aykýrý, bir kötü zan d a bulunmuþ idi. Bunun üzerine bu mübarek âyetler nazil olmuþ, peygamber emrine riâyet etmemenin Ýslâm âdetine muhalif bulunduðu ihtar olunmuþtur.

 

 

 

 

 

66.   Eðer onlarýn üzerine nefislerinizi öldürünüz veya yurtlarýnýzdan çýkýnýz diye yazsaydýk bunu onlardan birazý müstesna olmak üzere yapmazlardý. Ve eðer onlar kendisiyle öðüt verildikleri þeyi yapsa idiler elbette onlar için hayýrlý ve devamlý olmak itibariyle daha saðlam olurdu.

66. Bu mübarek âyetler, münafýk tabiatlý insanlarýn Allah'ýn emirlerine muhalif hareketlerde bulunacaklarýný, halbuki, o kýýtsî emirlere uyma neticesinde nice nimetlerin, saadetlerin meydna geleceðini beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: (eðer) biz (onlarýn) o münafýklar topluluðunun (üzerine) tövbelerinin kabulü için (nefislerinizi öldürünüz) intihar        ediniz (veya yurtlarýnýzdan çýkýnýz diye yazs aydýk) onlara böyle bir emîrde bulunsa idik, nitekim vaktiyle Ýsrail oðullarýndan bir kýsmý tövbelerinin kabulü için kendilerini öldürmekle, bir kýsmý da Mýsýr'dan çýkmakla mükellef bulunmuþlardý. Halbuki bu münafýklara böyle bir ilâhî emir bir dinî görev verilse idi (bunu) bu emri, bu vecibeyi (onlardan birazý) aralarýnda bulunan halis mü'minler (müstesna olmak üzere) çoðu (yapmazlardý) ne kendilerini öldürürlerdi, nede yurtlarýndan çýkmak isterlerdi, (ve eðer onlar kendisiyle Öðüt verildikleri þeyi) Haklarýnda bir hayr-isterlik eseri, bir günahkârlýktan kurtulma vesilesi olan kendini öldürmek gibi, yurttan hicret gibi Rasülýýllah'a itaat gibi bir vazifeyi (yapsa idiler elbette onlar için) þahýslarý hakkýnda da dünyada da, âhirette de (hayýrlý) olurdu, (ve devamlý olmak itibariyle) de imanlarýnýn gerçekleþmesi devam ve kararlýlýðý bakýmýndan da (daha saðlam olurdu) daha metin bulunurdu.

§ Rivayete göre bu âyeti kerime nazil olunca Hz. Ömer ile Ammar Ibni Yasir ve Abdullah bin Mesut ile eshabý kiramdan daha bir grup demiþler ki: Vallahi eðer bize bu emredilseydi, elbette yapardýk. O Allah Teâlâ'ya hamdolsýýn ki, bizi bundan af buyurmuþ. Bu zatlarýn bu samimi sözlerinden Rasülü Ekrem Hazretleri haberdar olunca buyurmuþ ki: Þüphesiz benim ümmetimden öyle adamlar vardýr ki, onlarýn kalp I erin d eki Ýman, en sabit daðlardan d ah a fazla kararlý bulunmaktadýr...

 

 

 

67. Ve o zaman elbette onlara tarafýmýzdan pek büyük bir mükâfat da verirdik.

67.       (Ve o zaman) onlar imânlarýnda öyle kararlý bulunduklarý vakit (elbette onlara tarafýmýzdan) Allah katýndan (pek büyük bir mükâfat da) yani cennete kavuþmak gibi bir nimet de (verirdik) ihsan buyururduk...

 

 

 

 

68.  Ve onlarý elbette bir doðru yola iletirdik.

68.     (Ve onlarý elbette) þüphe yok ki (bir doðru yola hidâyet ederdik) o yolu takib etmekle bereketli cennetlere kavuþurlardý, kendilerine gayýp kapýlarý açýhrdý. Nice tecellilere kavuþurlardý. Ýþte C en âb-1 Hak'ka ve Yüce Peygamber'e itaatin pek yüce, eþsiz mükâfatý...

 

 

 

 

69.  Ve her kim Allah Teâlâ'ya ve Peygambere itaat ederse iþte onlar. Allah Teâlâ'nýn kendilerine lýýtýýflarda bulunduðu peygamber-1 er ile ve sýddýklar ile ve þehitler ile ve s al ih zatlar ile beraberdirler. Onlar ise ne güzel arkadaþlardýr...

69.     Bu mübarek âyetler, Hak Teâlâya ve Yüce Peygambere itaatin pek büyük fai d el erin i bildirmekte bütün insanlýðý bu itaate teþvik buyurmaktadýr. Þöyle ki: Cenabý Hak'kýn ve Yüce Peygamber'in hükmüne nasýl razý olamýyorlar!. (Ve) halbuki (her kim Allah Teâlâ'ya ve Peygambere) emrettikleri ve yasakladýklarý hususlarda (itaat ederse) tam ve mükemmel bir teslimiyet ve baðlýlýkta bulunursa (iþte onlar) böyle itaatkâr olan zatlar (Allah Teâlâ'nýn kendilerine lütuf I arda bulunduðu peygamberler ile) nübüvvet ve ri s âl et e sahip bulunan yüce zatlar ile beraberdirler, (ve sýddýklar ile) sözlerinde, özlerinde, inançlarýnda tam bir sedâkate sahip, yüce peygamberleri herkesten evvel tasdik eden Hz. Ebýýbekir i Sýddýk gibi ümmetin seçkinleri ile beraberdirler (ve þehitler ile) hak dininin doðruluðu ve yüceliðine hüccet ve delil getirerek þahitlik eden ve hak yolunda cihat meydanlarýna atýlarak Allah'ýn dinini yüceltmek için canlarýný cömertçe veren mücahitler ile beraberdirler (ve salih zatlar ile) ömürlerini Hak Teâlâ'nýn itaatine, mallarýný Allah rýzâsýný kazanmak için sarfetmiþ, iyilikleri kötülüklerine galip bulunmuþ olan fedakâr zatlar ile (beraberdirler) dâima onlara yakýn olurlar, onlarýn iltifatlarýna mazhar bulunurlar, istedikleri zaman ebediyet âleminde o gibi kutsal zatlarý ziyarete muvaffak olup onlara baðlanmýþ olmak þerefini elde ederler. (Onlar ise) O Yüce Peygamberler ile o diðer seçkin zevat ise (ne güzel arkadaþlardýr.) onlarýn arkadaþlýðýnda bulunmak insan için ne güzel, ne gýpte edilecek bir muvaffakiyettir. Cenâb-ý Hak cümlemize nasip buyursun âmin...

 

 

 

 

70.  Ýþte bu lütuf Allah Teâladandýr. Ve Hak Teâlâ hakkýyla bilici olarak kâfidir.

70.        (Ýþte bu lütuf) Allah Teâlâ'ya ve Peygamber'a itaat edenler için takdir edil m i; olan bu mükâfat, öyle bir kýsým büyüklerin arkadaþlýðýna kavuþmak þerefi (Allah Teâlâ'dandýr) sýrf onun bir lütuf ve ihsanýdýr, bir ilâhî ikramýdýr, baþkasý tarafýndan deðildir. (Ve Hak Teâlâ hakkýyla bilici olarak kâfidir) o Yüce mâbýýd, herkesin hak ettiðini, lâyýk olduðu lütuf ve ihsanýnýn derecesini hakkýyla bilir ve herkese dilediði lütýýfta bulunmaya kudreti fazlasýyla yeterlidir.

§ Rivayete göre Rasülü Ekrem efendimizin azadlýsý olan "Sevban" Radiyallahýý anh: Peygamber efendimize karþý pek fazla bir muhabbet ile duygu dolu bulunmakta idi. Ondan ayrýlmaða pek az sabredebilirdi. Bir gün rengi deðiþmiþ, vücudu zayýf lâmiþ bir halde peygamberin huzuruna gelmiþti. Peygamber efendimiz onun bu üzüntülü vaziyetini görünce sebebini sormuþ, o da þöyle demiþti: Ya Rasülüllah!. Benim bir hastalýðým, ve aðrým yok, fakat senin ayrýlýðýna dayanamýyorum, huzuru saadetine gelmedikçe üzüntümü teskin edemiyorum, sonra âhiret hayatýný düþünüyorum, korkuyorum ki, zatý alinizi göremiyeceðim, çünki sizin peygamberlik mertebeniz pek yücedir, ben cennete girsem de benim mertebem aþaðý olduðundan size kavuþmuþ olamýyacaðýmdan korkuyorum, ve eðer cennete giremezsem seni ebediyyen göremem.

Ýþte Sevban hazretlerinin bu pek samimî endiþesini gidermek için bu mübarek âyetler nazil olmuþ, onu teselli etmiþtir. Demek ki: Ümmetin fertleri ile Yüce Peygamberlerin dereceleri eþit deðilse de onlara tabi, itaatkâr olan zatlar cennet âleminde onlarla vakit vakit görüþecek onlar ile birlikte sohbet etmek þerefine nail bulunacaklardýr. Ne büyük bir mazhariyet!.

 

 

 

 

71.  Ey imân edenler!. Ýhtiyat tedbirinizi alýn da bölük bölük halinde çýkýnýz veya hep birden seferber olunuz.

71.   Bu mübarek âyetler, Ýslâm kuvvetlerinin düþmana karþý ne gibi vaziyetler alabileceklerini ve onlarýn galibiyet ve maðlûbiyet hallerinde münafýklarýn ruhî durumlarýný bildirmektedir. Hak yolunda cihâda atýlanlara da herhalde büyük mükâfatlara nail olacaklarýný müjdelemektedir. Þöyle ki: (Ey imân edenler) mü'm in olduklarýný (ikrarda bulunanlar!.) siz düþmanlarýnýza karþý uyanýk bulununuz, (ihtiyat tedbirinizi alýn da) onlar ile savaþta bulunmak için ya (bölük bölük halinde) cihad meydanýna (çýkýnýz) nihayet yirmiþer kiþinin üstünde bulunan birer erkek takýmý halinde savaþ meydanýna atýlýnýz (veya hep birden) bir toplu savaþ gücü halinde (seferber olunuz) düþman için savaþ meydanýna çýkýnýz.

Demek ki, diðer hayýr iþleri hususunda da ehli Ýslâm'ýn, durumun gereðine göre böyle parça parça ve toplu þekilde çalýþmalarý lâzýmdýr.

 

 

 

 

 

72.         Ve þüphesiz sizden öyle kimse vardýr ki, elbette aðýr davra-nacaktýr. Eðer size bir mýýsîbet isabet ederse "muhakkak Allah Teâlâ bana lütfetti, çünki onlar ile beraber hazýr bulunmadým" der.

72.     (Ve) Ey Ýslâm mücahitler!!, (þüphesiz sizden) soy ve sop itibariyle ve görünürde müslümanlýk iddiasiyle sizden sayýlýp aranýzda bulunan (öyle) münafýk (kimse vardýr ki, elbette aðýr davranacaktýr) savaþtan geri kalacak, tembellik gösterip duracaktýr. (Eðer size) öldürülme gibi, yenilgi gibi (bir musibet isabet ederse) o münafýk sevinecek ve (muhakkak Allah Teâlâ bana lütfetti) beni korudu (çünkî onlar ile) o musibete uðrayan Ýslâm mücâhitleri ile (beraber) harp meydanýnda (hazýr bulunmadým, der) eðer ben de hazýr bulunsa idim öyle bir mýýsîbet e uðramýþ olacaktým diye sevinç gösterir.

 

 

 

 

73.     Ve yemin olsun ki, eðer size Allah tarafýndan bir lütuf nasib olursa, sanki sizinle onun arasýnda hiçbir tanýþýklýk yok imiþ gibi "ne olurdu ben de onlar ile beraber olsaydým da büyük bir ganimete nail olsa idim" diyecektir.

73.    (Ve yemin olsun ki) kesin bir durumdur ki, (eðer size) Ey hakikî mü'minler!. (Allah tarafýndan) onun yüce takdirinin eseri olarak (bir fazi) bir ganîm et, bir fetih ve zafer in as il) olursa) o münafýk, kaçýrdýðý dünyevî amaçlarýndan dolayý nadim ve piþman olarak (sanki sizinle onun arasýnda) bir dostluk, bir tanýþýklýk, bir cemiyet halinde yaþamak ve (hiçbir tanýþkanlýk yok imiþ gibi) vaktiyle sizinle teþriki mesâide bulunmayýp þimdi sýrf dünyevî bir menfaat için (ne olurdu ben de onlar ile beraber olsa idim) o Ýslâm erleriyle beraber savaþa iþtirak etse idim (de) þimdi ben de onlar gibi (büyük bir ganimete nail olsa idim) ben de ganîm et mallarýndan bir hisse alsa idim (diyecektir) ne yanlýþ bir düþünce, ne fena bir ihtiras!.

74. Artýk dünya hayatýný âhiret karþýlýðýnda salacak olanlar, Allah yolunda savaþa atýlsýnlar, ve her kim Allah yolunda savaþta bulýý-nýýr da öldürülürse veya galip gelirse ona elbette büyük bir mükâfat vereceðiz...

74.   (Artýk dünya hayatýný) dünya varlýðýný, dünyanýn fâni servet ve zenginliðini (âhiret mukabilinde) ýýhrevî, ebedî mükâfat uðrunda (salacak) feda edecek (olanlar) hakikî mü'minler mücahitler!. (Allah yolunda) Cenâb-ý Hak'kýn dinini yüceltmek m aks adiyi e (savaþa atýlsýnlar) Ebedî bir saadete kavuþmak için nefislerini hak yolunda feda etmekten çekinmesinler. (ve her kim Allah yolunda savaþta bulunur da öldürülürse) öyle yüce bir gaye uðrunda þehit düþerse (veya) düþmana karþý muzaffer olup (galip gelirse) her iki halde de (ona büyük bir mükâfat vereceðiz) öyle bir mücahit, niyet indeki yüceliðin meyvesini her halde görecektir. Artýk her Ýslâm mücâhidi için lâzýmdýr ki Allah'ýn dinini yüceltmek için harp meydanýnda kararlý olsun, galibiyet halinde de, maðlûbiyet halinde de yine güzel niyetine göre mükâfat göreceðini düþünerek kahramanlýðýnda devam etsin. Fâni bir hayatý, ýýhrevî, ebedî mükâfatlar karþýlýðýnda feda etmek, bir zarar deðil, en büyük bir muvaffakiyettir. Artýk bir münafýðýn böyle bir fedakârlýkta bulunmayýp da hayatýný geçici bir zaman için kurtarmýþ olmasý, öyle iddiasý gibi hakkýnda bir ilâhî lütuf deðildir. Belki öyle ebedî bir mükâfata lâyýk olmadýðýnýn geçici bir neticesidir.

 

 

 

 

75.      Ve sizin için ne var ki, Allah Teâlâ'nýn yolunda ve erkeklerden, kadýnlardan, çocuklardan zaafa düþürülmüþ olan bir takým bi-çareler uðrunda savaþta bulýýnmayasýnýz?. Onlar ki: Ey Rabbimiz! Bizi þu ahalisi zâlim olan þehirden çýkar ve bizim için kendi ta-rafýndan bir koruyucu gönder ve bizim için kendi katýndan bir yardýmcý tâyin buyur diye niyaz etmektedirler.


75. Bu âyeti kerime, Allah yolunda, Ýslâm cemiyetinin selâmeti uðrunda, ehli Ýslâm'ý din düþmanlarýnýn zulmünden kurtarmak gayesiyle cihat sahasýna atýlmanýn bir dinî görev olduðunu þöylece bildirmektedir. (Ve) Ey m üs I umanlar!. Ey cihat ile mükellef olan zatlar! (sizin için ne var ki) Ne gibi bir mâni bulunur ki, (Allah Teâlâ'nýn yolunda) C en ab'ý Hak'kýn dinini yüceltmek hususunda savaþtan çekinesiniz? (Ve) müslüman (erkeklerden, kadýnlardan, çocuklardan) olup peygamberin hicretinden sonra Mekke'i Mükerreme'de kalmýþ, o r ad al i müþrikler tarafýndan hýrpalanarak (zaafa düþürümüþ olan bir takým biçâreler uðrunda) onlarý o zulümden kurtarmak için (savaþta bulýýnmayasýnýz). O din kardeþlerinizi esaretten kurtarmaya çalýþmayasýnýz. (Onlar ki) O çaresiz din kardeþleriniz ki: (Ey Rabbimiz!. Bizi þu ahalisi zalim olan þehirden) henüz fethedilmeyip müþriklerin yönetiminde bulunan Mekke'i Mükerreme beldesinden (çýkar) bizi Ýslâm yurduna hicrete muvaffak kýl (ve bizim için kendi tarafýndan) kendi ilâhî katýndan koruyucu (bir koruyucu) bir yönetici, iþlerimizi üstlenecek bir vali, bir âdil âmir (gönder) bizleri böyle bir zâtýn idaresine kavuþtur (ve bizim için kendi katýndan) bir özel lütuf olarak (bir yardýmcý tayin buyur) bizi o zalim ahalinin esaretinden kurtarsýn, (diye niyaz etmektedirler) Artýk o gibi zýýlma mâruz olan, Allah'ýn lütfün a sýðýnan ehli Ýmanýn imdadýna koþmak bir görev olmaz mý?, Ýþte bu zýýlma uðramýþ zavallý müslümanlarýn bu niyazlarý Allah katýnda kabul olmuþ, bunlardan bir kýsmý az sonra Medine'i Münevvere'ye hicret edebilmiþ, daha sonra da Ýslâm ordusu Mekke'i Mükerreme'yi fethederek oradaki müslümanlara eshabý kiramdan "Attab Ýbni üseyd" gibi adaletli bir vali tayin olunmuþtur.

 

 

 

 

76. îmân etmiþ olanlar. Allah Teâlâ'nýn yolunda savaþta bu I un ur-1 ar. Kâfir olanlar da þeytanýn yolunda harp ederler. Artýk o þeytanýn dostlarýný öldürünüz. Þüphe yok ki. Þeytanýn hilekârlýðý zayýftýr

76.        Bu âyeti kerime, m üs I (im an I arýn ne kadar yüce bir maksada hizmet için cihatta bulunduklarýný, diðer kimselerin ise pek âdi ihtiraslar sebebiyle harbe atýldýklarýný bildirmektedir. Þöyle ki: (imân etmiþ) Ýslâm dinini kabul eylemiþ (olanlar) þahsî menfaatleri için deðil, sýrf (Allah Teâlâ'nýn yolunda) ona itaat uðrunda, onun mübarek dinini doðu ve batýya yaymak gayesiyle (muharebede bulunurlar) bütün insanlýðýn selâmet ve hidâyetini arzu ederler. (Kâfir olanlar) dinî terbiyeden mahrum bulunanlar (da þeytanýn yolunda) þeytana itaat için (harp ederler) onlarýn arzularý þahsî menfaatlarýný teminden, insanlýða hükmetmekten baþka deðildir. (Artýk) Ey mü'minler!, (o þeytanýn dostlarýný,) o meluna tâbi olan topluluðu, o dinsizler alayýný (öldürünüz) onlar ile savaþtan çekinmeyiniz, onlarýn maddî kuvvetleri sizi aldatmasýn, onlarýn dostu, yardýmcýsý þeytandýr, siz mü'minlerin dostu, yardýmcýsý ise Yüce Allah'týr, (þüphe yok ki, þeytanýn hilekârlýðý) onun mü'minlere karþý tuzaðý, hilesi, Cenab'ý Hak'kýn ehli imân hakkýndaki yardýmýna ve din düþmanlarýný kahýr ve helak etmesine göre pek (zayýftýr) pek ehemmiyetsizdir. Artýk þeytanýn hile ve tuzaðýna kýymet vererek onun dostlarýndan kormayýnýz, her halde Hak Teâlâ'ya itimat ederek ve sýðýnarak ondan yardým ve zafer bekleyiniz.

 

 

 

 

77.     O kimseleri görmez misin ki, onlara: Ellerinizi çekiniz ve na-maz kýlýnýz, zekât veriniz denilmiþti. Vaktaki üzerlerine cihat yazýldý, o zaman içlerinden bir takýmý. Allah Teâlâ'dan korkarcasýna veya daha fazla insanlardan korkar oldular. Ve onlara: Ey Rabbimizl. "Ne için üzerimize cihadý yazdýn? Ne olurdu bizi yakýn bir müddete kadar tehir et þeydin" dediler. De ki: Dünyanýn faidesi pek azdýr, âh i ret ise takva sahibi olanlar için elbette hayýrlýdýr. Ve siz kýl kadar zulme ýýðramayacaksýnýzdýr.


77. Bu âyeti kerime, vaktiyle cihâdî istedikleri halde daha sonra bunun farz kýlýnmasý üzerine dünya menfaatini düþünerek cihattan memnun kalmayanlarýn ruhî durumlarýný bildirmekte ve tüm ehli Ýslâm'ý þöylece teselli etmektedir. Habibim!. (O kimseleri görmez misin) onlarýn garip hallerine, temennilerine bakmaz mýsýn (ki) peygamber tarafýndan (onlara: Ellerinizi çekiniz) kâfirler ile savaþmayýnýz, kabileler arasýndaki câhiliyet savaþýna kalkýþmayýnýz, sabýr ediniz (ve namaz kýlýnýz) üzerinize düþen namaz farizesini lâikiyle ifâya çalýþýnýz (ve zekât veriniz denilmiþti) onlar ise öyle savaþ arýýsýýnda bulunmuþlar iken (Vaktaki üzerlerine cihat yazýldý) kâfirler ile cihatta bulunmalarý kendilerine farz kýlýndý (o zaman içlerinden birtakýmý) fikirlerini deðiþtirdiler (Allah Teâlâ'dan korkarcasýna veya) Allah korkusundan (daha ziyâde) olarak (insanlardan) kendileriyle savaþa memur olduklarý kimselerden (korkar oldular ve) sonra da (onlar) ölüm korkusu ile (Ey Rabbimizl. Ne için üzerimize cihadý yazdýn) farz kýldýn (ne olurdu bizi yakýn bir müddete kadar) öleceðimiz âna deðin (tehir et þeydin) bizi terkedip cihat ile görevli ki I m as aydýn (dediler) Resulüm!. Onlara (de ki: Dünyanýn faidesi) dünya hayatý, dünya malý haddizatýnda (pek azdýr) çabuk yok olucudur. Ne için bunu düþünerek ebedî selâmet ve saadeti temennî etmiyorsunuz?, (âh i ret ise) Onun sevabý olan cennet ve Allah'ýn cemâline bakmak ise (takva sahibi olanlar için) Cenab'ý Hak'kýn azabýndan sakýnýp hükümlerine riayetkar olan her zat için (elbette hayýrlýdýr) artýk öyle yüce bir gaye takib edilmez mi? (ve siz kýl kadar) en ufak bir miktarda bile (zulme ýýðramayacaksýnýzdýr.) hak yolundaki çalýþmanýzdan dolayý lâik olduðunuz mükâfata kavuþacaksýnýz, amellerinizden hiçbir zerre eksiltilmeyecektir. Binaenaleyh cihat uðrundaki mesâinizin ebedî mükâfatýný da göreceksiniz. Artýk böyle saadete vesile olan bir vazife teþekkür edilerek üstlenilmez mi?.

§ Rivayete göre esli âbý kiramdan Abdýýrrahman Ýbni Avf, Mikdâd Ýbnül Esvet Gýýdame bini Mezun ve S ad Ýbni Ebi Vakkas Radiallahü Teâlâ anhüm gibi bir grup Medine'i Münevvere'ye hicret etmeden evvel müþriklerden birçok eziyetlere mâruz kalmýþlardý. Hz. Peygambere müracaat ederek: Ya Rasûlüllah!. Bize izin ver de o müþrikler ile savaþta bulunalým, çünki onlar bize birçok ezâ ve cefada bulunuyorlar, demiþlerdi. Rasülü Ekrem s al I al I ah ü aleyhi vesellem de onlara buyurmuþtu ki: O müþriklerden ellerinizi çekiniz, ben onlar ile savaþa henüz izinli deðilim. Vaktaki daha sonra cihat farz oldu, onu temenni edenlerden bazýlarý: Keþke cihat bize farz olmasaydý, demiþler, bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur. Maamafih daha kuvvetli bir ihtimale göre bu âyeti kerime, vaktiyle cihadý samimiyetsiz bir biçimde temennî eden, daha sonra cihat farz olunca canlarýný düþünüp hak yolunda cihattan kaçýnan münafýklar hakkýnda inmiþtir.

 

 

 

78. Her narada olsanýz, size öl il m yetiþir, velevki, tahkim edilmiþ yüksek kuleler içinde bulunmuþ olunuz. Ve eðer onlara bir güzellik dokunursa derler ki: Bu Allah Teâlâ tarafýndandýr. Ve eðer onlara bir kötülük isabet ederse: Bu senin tarafýndandýr derler. De ki: Hepsi de Allah Teâlâ tarafýndandýr. Artýk o taifeye ne oluyor ki, söz anlamaya yanaþmýyorlar.

78.        Bu mübarek âyetler, insanlarýn kendilerini hiçbir yerde ölümün pençesinden kurtaramayacaklarýný ve bütün hâdiselerin Allah'ýn kudreti ile vücýýde geldiðini, þahýslara isabet eden bir takým musibetlere de kendilerinin sebebiyet verdiklerini beyan etmektedir. Þöyle ki: Ey insanlar! Hepiniz, itaat edeniniz de asi olanlarýnýz da (her nerede olsanýz) evde de savaþ halinde de bulunsanýz (size ölüm yetiþir) takdir edilen zaman gelince ölüm sizi yakalar, hiçbir kimse kaçýnmakla ondan kurtulamaz (velev ki, tahkim edilmiþ, yüksek kuleler) kaleler, köþkler veya semavî burçlar (içinde bulunmuþ olunuz) bunlar sizi yine ölümün perçesinden kurtaramaz O halde cihattan kaçýnmaya ne lüzum var?. Bu kaçýnmakla takdir edilmiþ olan ölümden kurtulabilecek misiniz?. Ne mümkün!, (ve eðer onlara) Münafýklara, Yahudilere (bir güzelik) bir geniþlik, bir geçim bolluðu veya bir zafer, bir ganimet (dokunursa) böyle bir nimete nail olurlarsa (derler ki, bu) nail olduðumuz güzellik, bize Allah Teâlâ tarafýndandýr. Senin Ya Muhammed!, -aleyhisselâm- bunda bir rolün yoktur, (ve eðer onlara) darlýk gibi, kýtlýk ve pahalýlýk gibi veya öldürülme ve yenilgi gibi (bir kötülük isabet ederse) o zaman da kendi kusurlarýný görmezler bütün hâdiselerin bir hikmet gereði olarak ilâhî iradeye baðlý olduðunu bilmezler de (bu) kötülük (senin tarafýndandýr derler) bu kötülüðü Hz. Peygamber'e ve onun eshabý kiramýna isnat ederler. Habibim!. Onlara (de ki, hepsi de) güzelliðin de, kötülüðün de meydana getirilmesi (Allah Teâlâ tarafýndandýr) bütün bunlar onun iradesine, takdirine dayanmaktadýr. Çünki ondan baka yaratýcý yoktur, (artýk o taifeye) o münafýk ve yahu d i topluluðuna (ne oluyor ki) ne kadar anlayýþtan mahrumdurlar ki (söz anlamaya yanaþmýyorlar) Kur'an'ý Kerim'in beyanlarýný, Rasûlü Ekrem'in mübarek sözlerini anlayarak istifâde etmeye, nasihat almaya yaklaþýp durmuyorlar. Eðer onlar, bunlarý anlayýp düþünecek olsalardý, bütün vücýýde gelen þeylerin Allah'ýn irâdesi ile, ilâhî kudret ile vücýýde geldiðini anlar, Rasûlü Ekrem'e karþý öyle edepsizce yakýþtýrmalarda bulunmazlardý.

§ Rivayete göre Rasûlü Ekrem Hazretleri Medine-i Münevvere'ye þeref verince bir takým yahýýdileri, münafýklarý imâna davet etmiþ onlar ise inkârlarýnda devam edip durmuþlar. Buna bir nevi ceza olmak üzere o sene o muhitte bir miktar iktisadî buhran yüz göstermiþ bunun üzerine o inkarcýlar demiþler ki: Ekinlerimize, meyvelerimize arýz olan bu noksan, þehrimize gelen Muhammed -Aleyhisselâm- ile eshabý yüzündendir. Bu cahiller, kendi kusurlarýný görmeyip Hz. Peygamber'd e uðursuzluk aramak istemiþler. Ýþte bunlarýn bu bâtýl iddialarýný red için de bu âyeti kerime nazil olmuþtur.

 

 

 

 

79.      Sana güzellikten her ne þey nasib olursa þübhesiz Allah Teâlâ d an d ir. Ve sana kötülükten her ne þey isabet ederse kendi nef sindendir. Ve seni insanlara Peygamber olarak gönderdik, Allah Teâlâ hakkýyla þahit olmaya kâfidir.

79. Ey insan!. (Sana güzellikleri), dünyevî ve ýýhrevî nimetlerden (her ne þey nasib olursa) o þey þüphe yok ki, (Allah Teâlâ d an d ir) sana lütuf olarak verilmiþtir, Ýnsan ne kadar kulluk vazifelerine riayetkar olsa da bunca nimetlere kavuþmasý için kâfi olmaz, o nimetler bir ilâhî lütuf olarak mü'm in kul I arýn a yönelecektir, (ve sana kötülükten) sýkýntýdan, kötü gördüðün hâdiselerden (her ne þey isabet ederse) o da (kendi nef sindendir) onu gerektiren, günahlarý iþlemiþ olduðundan dolayýdýr. Gerçekte kötülüðü senin hakkýnda yaratan yine Cenâb-ý Hak'týr, fakat ona sebebiyet veren ise senin kendi arzunla tercih etmiþ olduðun günahtýr. Ýþte bu günah sebebiyle o kötülük bir ceza olarak Allah'ýn irâdesi ile vücýýde gelmiþtir. Bu, bir hikmet gereðidir, bu teklif âleminin gereklerindendir. Artýk o kötülüklere baþkalarýnýn sebebiyet verdiðine inanmayýz, kendi kusurlarýnýzý biliniz, (ve) Ya Muhammed!. Aleyhisselâm (seni insanlara) bütün insanlýk âlemine (Peygamber olarak gönderdik! sen insanlýk için en büyük bir ilâhî nimetsin, senin peygamberliðine, kadrinin yüceliðine (Allah Teâlâ hakkýyla þahit olmaya kâfidir) senin elinde tecelli eden mucizeler, senin peygamberlik ve ri s al et in i, senin tüm insanlýða bir feyiz ve yükselme rehberi olduðunu ispat için Allah'ýn kudreti      ile vücýýde gelen birer kesin delildir. Artýk bu hakikat nasýl inkâr edilebilir?.

 

 

 

 

80. Her kim Peygambere itaat ederse muhakkak Allah Teâlâ'ya itaat etmiþ olur. Ve her kim yüz çevirirse -aldýrma- çünki seni onlarýn üzerine muhafýz göndermedik.

80.       Bu mübarek âyetler, Rasülýýllah'a itaat etmenin Cenab'ý Hak'ka itaat etmeyi Ýçermiþ olduðunu bildirmektedir. Ve mucize Kýýr'an-ý Kerim'i güzelce düþünmeyip de inkâra cür'et edenlerin inançlarýndaki aþaðýlýðý sergilemeketedir. Þöyle ki: (Her kim Peygamber'e itaat ederse) onun emirlerine, yasaklarýna boyun eðerse (muhakkak Allah Teâlâ'ya itaat etmiþ olur) çünkü Yüce peygamber haddizatýnda sadece teblið edicidir. Gerçek mânâda emreden ve yasaklayan ise Allah Teâlâ'dýr. Binaenaleyh Peygamber'e itaat, onun gönderen Cenab'ý Hak'ka itaatten baþka deðildir, (ve her kim yüz çevirirse) Ey Yüce Peygamber! Sana itaatten yüz çevirirse aldýrma, o seni üzmesin, (çünkî) Ya Muhammedi. Aleyhisselâm (seni onlarýn üzerine muhafýz göndermedik) yani: Onlarýn amellerini zaptetmekle, muhasebelerini görmekle seni mükellef kýlmadýk. Senin vazifen ilâhî hükümleri onlara tebliðdir. Onlarýn muhasebeleri yüce zatýma aittir, þaný yüce olan ben, onlarýn cezasýný veririm, sen müsterih ol.

§ Rivayete göre bu ilâhî em iri, cihadýn farz olmasýndan öncedir. Sonra onlar ile savaþa da müsaade buyrýýlmuþtur.

 

 

 

 

Ynt: Nisa Suresi By: hafizvuslat Date: 31 Ekim 2009, 20:10:41




81.         Ve itaatkârýz derler. Sonra senin yanýndan ayrýldýklarý zaman onlardan bir topluluk senin dediðin þeyin baþkasýný geceleyin ku-rýýntýý yapar. Ve Allah Teâlâ onlarýn ne kuruntularda bulunduklarýný yazýyor. Artýk onlardan yüz çevir ve Allah Teâlâ'ya tevekkül et. Ve Cenâb-ý Hak vekil olarak yeter.

81. (Ve) Habibiml. O münafýklar, huzurunda bulunup da kendilerine birþey ile emrettiðin zaman (itaatkârýz) bizim þanýmýz tâattir, bize emrettiðin hususlarda sana itaat ederiz (derler) halbuki (sonra senin yanýndan ayrýldýklarý) dýþarýya çýktýklarý (zaman onlardan) o münafýklardan (bir topluluk senin dediðin þeyin baþkasýný) teblið ettiðin hükümlerin zýddýný (geceleyin kuruntu yapar) onu deðiþtirmeðe ve bozmaya çalýþýr. Veyahut senin yanýndan ayrýldýðý zaman, senin huzurunda söylediði itaatin zýddýný yapar, onun içinde olan itaattan baþka birþeydir. (ve Allah Teâlâ) ise (onlarýn ne kuruntularda bulunduklarýný) onlarýn sakladýklarýný, içlerinde olan nifaký (yazýyor) onlarýn amel sahifelerine yazýlmasýný koruyucu meleklerine emir ediyor, (artýk) Habibim. (Onlardan yüz çeviri onlara özen göstermeyi azalt (ve Allah Teâlâ'ya tevekkül et) Cenab'ý Hak'ka it i m ad eyle (ve Cenâb-ý Hak vekil olarak) kendisine iþlerin havale edilmesi için (kifayet eder) o Yüce Yaratýcý, onlardan senin intikamýný almaya her bakýmdan yeterli bulunmaktadýr.

 

 

 

 

82. Kur'an'ý düþünmezler mi? Ve eðer Allah Teâlâ d an baþkasý ta-rafýndan olsa idi elbette birçok ihtilâf bulurlardý.


82. O münafýklar, inkarcýlar (Kur'an'ý düþünmezler mi?.) onun fevkalâde lâtif, belið âyetlerini, son derece yüce olan mânâlarýný hiç düþünmezler mi? (ve eðer) O mucize kitap (Allah Teâlâ d an baþkasý tarafýndan olsaydý) o kâfirlerin iddia ettikleri gibi insan sözü olsaydý (elbette onda) o kitabý mübinde (birçok ihtilâf bulurlardý) onun nazmýnda zýtlýk mânâlarýnda çeliþki bulunurdu. Bazý âyetleri açýk, bazýlarý da zayýf olurdu, benzerini getirmek mümkün görülürdü. Özellikle tarihe, birçok tabiat gerçeklerine geçmiþe ve geleceðe ait, gayb iþlerinden sayýlan hususlardaki beyanlarý arasýnda muhalefetler, bulunurdu, hem de öyle az deðil belki bir çok muhalefetler, çeliþkiler meydana çýkardý. Halbuki, onun belagat i, yüceliði, haki kat a uygunluðu karþýsýnda bütün âlimler ve edipler hayretlerini açýklamýþ bulunmaktadýrlar, onun bu kutsiyetini t as d ika mecbur olmaktadýrlar. Nitekim o münafýklarýn içlerinde olanlarý bu ilâhî âyetin olduðu gibi haber vermesi de öyle gayb a ait duyumlar kabilinden bulunmuþtur. Artýk bu mucize kitabý Allah tarafýndan vahy yoluyla almaya mazhar olan bir yüce zat peygamberlik ve ri s al et iddiasýnda yalancý görülebilir mi?. O inkarcýlar bunu da biraz düþünmeli deðil midirler?.

 

 

 

 

 

83. Ve onlara eminlikten veya korkudan bir haber geldiði zaman onu yayýverirler. Ve eðer onu Peygamber'e veya kendilerinden olan emir sahiplerine arzetseler elbette onlardan    bunun hükmünü çýkaracak zatlar bunu bilirlerdi. Ve eðer Allah Teâlâ'nýn lütuf ve rahmeti üzerinize olmasa idi pek azýnýz müstesna, elbette þeytana uymuþ olurdunuz

83. Bu mübarek âyetler de birtakým münafýklarýn kötil hareketlerini dedikodularýný kýnamaktadýr. Ve mühim hususlarda selâhiyetli olan zatlara müracaatýn lüzumuna ve ehli Ýslâm'ýn sava; ile mükellef kýlýnmasýndaki faidelere iþareti kapsamaktadýr. Þöyle ki: (Ve onlara) münafýklara (eminlikten) Ýslâm birliklerinin baþarýsýndan, malî ganimete kavuþmasýndan (veya korkudan) öldürülme ve yenilgi gibi bir olayýn meydana gelmesine dâir (bir haber geldiði zaman onu) o haberi münafýklar (yayýverirler) neþir ve ifþa eder dururlar, daha gerçek durumun neden ibaret olduðunu anlamadan ilâna yelten iri er. (ve eðer onu) o haberi (Peygamber'e) arzedip de ondan bilgi almýþ olsalar idi (veya kendilerinden olan) Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer gibi mü'minlerin seçkin üyelerinden olup görüþ sahibi bulunan (emir sahiplerine arzetseler) pek isabet etmiþ olurlardý, (elbette onlardan) onlarýn içlerinden (bunu) bu haberleri gerçek yönü ile bilip (hükmünü çýkaracak) bilgili (zatlar) tecrübelerine, güzelce mütalâalarýna dayanarak lâzým gelen tedbirleri gösterecek, bunun yayýlmasýnýn uygun olup olmadýðýný tayin eyleyecek olan o zatlar (bunu) bu haberi güzelce (bilirlerdi) bunun gizlenmesinin mi, yayýlmasýnýn mý münasib olacaðýný tayin eylerlerdi, (ve eðer) Ey mü'minler!. (Allah Teâlâ'nýn lütfü) Ýslâmiyet e kavuþma nimeti (ve rahmeti) Peygamber göndermesi. Kur'an'ý Kerim'i indirmesi (üzerinize) yönelmiþ (olmasa idi) böyle bir ilâhî nimete mazhar bulun masaydýnýz sizden (pek azýnýz müstesna) olarak Cenâb-ý Hak'kýn kendilerine lütfetmiþ olduðu sahih bir akýl, bir korunmuþluk sayesinde þeytana tâbi olmazdý, kalan kýsmýnýz ise (elbette þeytana uymuþý onun küfr ve isyana dâir olan telkinlerine uymuþ (olurdunuz) artýk þükretmelisiniz ki, Cenâb-ý Hak merhamet buyurmuþ, size yüce bir Peygamber'i göndermiþ, onun vasýtasýyla semavî kitabýný sizlere ihsan eylemiþ binaenaleyh sizlerin her bakýmdan selâmet ve hidâyet yolunu takib etmeniz lâzým deðil midir?

§ Rivayete göre Rasülü Ekrem Hazretleri bazen düþmanlarýna karþý birlikler, askerî fýrkalar gönderirdi. Münafýklar ise bunlarýn hareketlerini takibe koyulurlar, bunlarýn hakkýnda gerçeðe aykýrý haberler yayarlardý, Ýslâm siyasetine aykýrý haberler yayýp dururlardý. Bu kötü halleriyle de Rasülü Ekrem e eziyet etmiþ olurlardý, Ýþte bunlarýn bu hallerini beyan, kendilerini irþat ve ikaz için bu âyeti kerime nazil olmuþtur.

 

 

84. Artýk Allah yolunda savaþta bulun. Sen nefsinden baþkasý ile mükellef olmazsýn. Müminleri de teþvik et. Umulur ki, Allah Teâlâ o kâfir olanlarýn saldýrýsýný defeder ve Allah Teâlâ'nýn gücü daha þiddetlidir ve tenkilce de daha þedittir.

84. (Artýk) Habibim Ya Muhammedi. Aleyhisselâm (Allah yolunda savaþta bulun) ehli küfr ile cihada devam et (sen nefsinden baþkasý Ýle mükellef olmazsýn) sen yalnýz kendi yaptýklarýndan sorumlusun, baþkalarýnýn fiil ve hareketlerinden dolayý mükellef ve mesul deðilsin. Binaenaleyh sen yalnýz kendi baþýna olsan da yine savaþa atýl, çünki senin için Cenab'ý Hak, zaferi vaad buyurmuþtur. Sen (mü'minleri de) cihada (teþvik et) sen hakikî imân sahiplerini de savaþa teþvikte bulun bu hususta senin üzerine düþen vazife, böyle bir teþvik ve özendirmeden baþka deðildir, (umulur ki) Evet... Bir ilâhî vaad olduðundan gerçekleþmesi muhakkaktýr ki (Allah Teâlâ, o kâfir olanlarýn saldýrýsýný) gücünü, kuvvet ve þiddetini (defeder) size galibiyet nasib buyurur, (ve) Þüphe yok ki (Allah Teâlâ'nýn gücü) kuvvet ve satvet! o düþmanlarýnýzdan (daha þiddetlidir) onun kuvvet ve gücü sonsuzdur (ve) Allah Teâlâ (tenkilce de) kahr etme ve azap etme bakýmýndan da onlardan (daha þiddetlidir) artýk Cenâb-ý Hak'ka sýðýnan onun dinine yardým için Hak Teâlâ d an yardým ve baþarý isteyen mü'minler, o gibi kâfirlerden korkar da cihat sahasýna atýlmaktan kaçýnýrlar mý?.

§ Rivayete göre Rasülü Ekrem, S al I al I ah ýý Aleyhi Vesellem Uhýýd savaþýný müteakip, Bedrüssuðra denilen bir yerde zilkade ayýna tesadüf eden bir mevsimde Mekkeliler ile tekrar savaþta bulunacaðýna söz vermiþti. O mevsim gelince müslümanlarýn arasýndan bazý kimseler bu savaþtan kaçýnmak istemiþler. Hz. Peygamber de: Nefsim kudret elinde olan Allah Teâlâ'yayemin ederim ki, yalnýz baþýma da olsam bu savaþa çýkacaðým diye buyurmuþ, yetmiþ kadar sýývâri kahraman ile Bedrüssýýðraya kadar teþrif etmiþ, düþmanlar ise korkuya tutularak bu savaþ meydanýna çýkmadan kaçýnmýþlardýr. Ýþte bu âyeti kerime, buna iþareti kapsamaktadýr. Ali Ýmran süresine de bakýnýz!.

 

 

 

85. Her kim güzel hir þefaatle þefaatte bulunursa onun için de ondan bir nasib olur. Ve her kim kötü bir þefaatle þefaatte bulu-nursa onun için de ondan bir hisse olur. Ve Allah Teâlâ her þey üzerine hakkýyla þahittir.

85.   Bu mübarek âyetler, müslümanlarý birbirine karþý iyilik ister bir muamelede bulunmaya ve birbirleriyle karþýlaþýnca güzelce selâmlaþarak aralarýndaki muhabbeti, din kardeþliðini göstermeðe yöneltmektedir. Þöyle ki: Müslümanlardan (her kim) bir din kardeþi hakkýnda (güzel bir þefaatle þefaatte bulunursa) o kardeþinin dünyevî ve ýýhrevî olan menfaatine ve onun bir zarardan korunmasýna dâir sýrf Allah rýzasý için sözle bir yardýma, bir istirhama koþarsa (onun için de) o þefaatte bulunan kimse hakkýnda da (ondan) o þefaati yüzünden (bir nasib) bir sevab tahakkuk etmiþ (olur) bu güzel hareketinin mükâfatýný görür, (ve) bilâkis (her kim kötü) gayrý meþru, iyi niyetli olmayan (bir þefaatte þefaatte bulunursa onun) öyle þeriata aykýrý þefaatte bulunan kimse (için de ondan) o þefaati sebebiyle (bir hisse) günahtan bir pay tahakkuk etmiþ (olur) o gayrý meþru þefaatine eþit bir günaha bir sorumluluk altýna girmiþ bulunur. (Ve Allah Teâlâ her þey üzerine þahittir") koruyucudur, þefaati görmektedir ve o þefaate göre mükâfat ve ceza vermeðe kadirdir. Binaenaleyh herkesin yaptýðý þefaati görmektedir ve o þefaate göre mükâfat ve ceza verecektir.

 

 

 

 

 

86.        Ve bir selâm ile selâm verildiðiniz vakit hemen ondan daha güzeli ile selâmda bulununuz veya onu -ayný ile- iade ediniz. Þüphe yok ki, Allah Teâlâ her þeyin hesabýný arayandýr.


86. (Ve) Ey mü'minler!. Siz güzelce þefaate izinli, ondan dolayý sevaba nail olduðunuz gibi bir nevi þefaat olan selâm ile de görevli bulunmaktasýnýz. Binaenaleyh siz bir tahiyye ile yâni (bir selâm ile selâm verildiðiniz vakit hemen ondan) o selâmdan (daha güzeli Ýle) daha fazla hayýr ist erlik ifade eden bir tabir ile (selâmda bulununuz) o selâma öyle bir saygý ile karþýlýk veriniz, (veya onu) o selâmý ayný ile (iade ediniz) tam misli ile karþýlýkta bulununuz. Meselâ: S elam ün aleyküm denilmesine karþý "ve aleykümüsselâm" denilmesi ayný ile karþýlýk vermektir. "Ve aleykümüsselâm ve rahmetýýllahi ve berekâtühü" denilmesi de daha güzel bir þekilde karþýlýk vermektir, (þüphe yok ki. Allah Teâlâ) ezelî ve ebedî olarak (her þeyin hesabýný arayandýr) koruyucu ve kâfidir. Bu selâm vazifesi de bu cümledendir. Artýk bunun da lâyýk olduðunuz mükâfatýný göreceksinizdir. Cenâb-ý Hak bunun mükâfatýný vermeðe de inanmýþýz ki kadirdir, binaenaleyh her hususta güzelce hareketten ayrýlmayýnýz..

§ Tehiyye lâfzý lügattadýýa, övme, mülk manasýnadýr. Çoðulu, Tehâyâ ve tehiyyattýr. Meselâ: "Ettehiyyatü lillâhi" denilir ki, mülk Allah Teâlâ'nýndýr, demektir. Sonra Hayya kellahü, denilir ki, Allah Teâlâ'nný selâmý senin üzerine olsun demektir. Vaktiyle Araplar birbirlerine rast gelince: Allah Teâlâ seni uzun ömürlü kýlsýn mânâsýna olarak: "heyya kallah" derlerdi. Sonra bu tabir yerine müslümanlar arasýnda "selâm" tabiri kullanýlmýþtýr, ki bu daha ziyade bir hayr istemeyi içermektedir, mýýhatab hakkýnda selâmet ve saadet temennisinden ibarettir, "berhayat ol", "çok yaþa" gibi tabirler, selâm tabiri kadar hayr isteyici tabir deðildir. Çünkü bir insan çok yaþadýðý halde hayatýndan bir zevk alamayabilir, sýhhat ve selâmetten mahrum bir halde bulunmuþ olabilir, selâmet ise böyle deðildir. Maamafih "selâm" Cenâb-ý Hak'kýn mukaddes isimlerinden biridir. "Esselâmü aleyke" tabiri "sen Cenâb-ý Hak'kýn korumasý ve himayesinde ol" gibi bir mânâyý da içermektedir. Selâm verip almak hususunda riâyet edilecek bazý yönler vardýr. Þöyle ki: Ýki müslüman karþýlaþýnca birinin diðerine selâm vermesi bir sünnettir. Diðer müslümanýn buna karþýlýk vermesi de bir farzdýr veya bir vaciptir.

Birkaç zat, birkaç zata tesadüf edince içlerinden birinin selâm vermesi bir sünneti kifayedir, diðerleri tarafýndan birinin karþýlýk vermesi de bir farzý kifaye bulunmuþ olur. Bu durumda hepsinin birden selâm verip almasý icab etmez. Bununla beraber verecek olsalar bu vazife yine ifa edilmiþ olur.

Selâmda sünnet olan þekil þudur: Yürümekte olanlarýn oturanlara, bineklilerin, yayalara, gençlerin, yaþlýlara ve azlýðýn, çokluða ilk defa selâm vermesidir. Hutbe iradeden. Kur'an'ý Kerim'i açýktan okuyan, hadisi þerifi rivayet eyleyen, Ýlim öðreten, namaz ile ve ezan ve ikamet ile meþgul olan zatlara selâm verilmez. Tâki yaptýklarý iþler kesintiye uðramasýn. Ab d ast bozmak il zara býýlýýman, að Ýane al er ile, þarký ve türkü söylemek ile meþgul bulunan, hamamda çýplak duran kimselere de selâm verilmez. Çünkü onlarýn bu vaziyetleri selâma aykýrýdýr. Bir insan, kendi eþine ve diðer mahremi olan kadýnlara selâm verir, ecnebilere selâm vermez. Selâm verirken rýýkû'a gider gibi eðilmek de caiz deðildir.

87. Allah Teâlâ ki, ondan baþka mabut yoktur, elbette o sizi kýyamet gününe toplayacaktýr onda þüphe yok. Ve Allah Teâlâ'dan daha doðru sözlü kim vardýr?

87. Bu mübarek âyetler, Allah'ýn birliðini isbat, mü'minleri uyarmaktadýr, münafýklarýn da çirkin karakterlerini bildirerek onlara karþý müslümanlarýn birleþik bir cephe almalarýna þöylece iþaret buyurmaktadýr. (Allah Teâlâ ki) O yüce Yaratýcý ki birdir (ondan baþka mabut) ibadete lâyýk bir fert (yoktur) onun birliði, mâbýýd olduðu binlerce deliller ile sabittir, (elbette) tek olan yüce zatýna yemin olsun ki, (O) Yüce Yaratýcý (sizî) ey bütün insanlar sizi (kýyamet gününe) bütün ölülerin kabirlerinden kalkacaklarý günde (toplayacaktýr.) Orada hesaba çekileceksiniz, (onda) O günde, o gündeki bu kabirden kalkmada (þüphe yok) dur. Çünki bunu Cenab'ý Hak, Kur'an-ý Kerim'de kesin bir þekilde beyan buyuryuor, artýk bunun zýddý düþünülebilir mi? (Ve Allah Teâlâ'dan daha doðru sözlü) Allah'ýn Yüce zatýndan daha doðru sözlü (kim vardýr?) elbette ondan daha doðru sözlü bir zat yoktur. O halde onun bütün ilâhî beyanlarýný tasdik etmek bütün akýl sahiplerine yönelik bir vazifedir.

88. Size ne oluyor ki, münafýklar hakkýnda iki fýrka bulunuyorsýý-nuz? Allah Teâlâ onlarý kazandýklarý þey sebebiyle tersine döndürmüþtür. Hak Teâlâ'nýn saptýrdýðýný doðru yola getirmek mi is-tiyorsunýýz?. Ve her kimi ki, Allah Teâlâ saptýrýrsa artýk sen onun için bir yol bulamazsýn.


88.    Ey müslümanlar!, (size ne oluyor ki) içinizden bir kýsmýnýz hakikati görüp anlamýyor?, (münafýklar hakkýnda) Onlarýn durum ve davranýþlarý hakkýnda (iki gruba ayrýlmýþ bulunuyorsunuz?) onlarýn kâfirlikleri konusunda ittifak edemiyorsunuz, ayrýlýðý düþüyorsunuz, içinizden bazýlarý onlarýn mü'm in olduklarý kanaatinde bulunuyor. Halbuki, (Allah Teâlâ onlarý) o münafýklarý (kazandýklarý þey sebebiyle) tercih eyledikleri küfür ve isyan yüzünden, dinden dönmelerinden ve müþriklere katýlmalarýndan dolayý (tersine döndürmüþtür) onlarý ateþe sevketmiþtir veya onlarý arkasý arkasýna döndürerek kâfirler hükmüne reddeylemiþtir. (Hak Teâlâ'nýn saptýrdýðýný) dalâlete düþürdüðünü (doðru yola getirmek mi istiyorsunuz) siz onlarý hidâyete kavuþmuþ kimselerden mi sayýp duruyorsunuz?, (ve her kimi ki. Allah Teâlâ saptýrýrsa) onu hidâyet yolundan uzak düþürürse (Artýk sen onun için bir yol) onu hidâyete kavuþturacak bir yol (bulamazsýn) onlar kendi yaratýlýþlarýný, tercihlerini kötüye kullanarak küfür ve isyan yolunu tuttuklarý için Cenâb-ý Hak, hikmet gereði onlarýn kâfirliðine, sapýklýðýna hükmetmiþtir. Artýk onlarý kimse kurtaramaz. Onlarýn haklarýndaki yanlýþ bir hüsnüzannýn ne kýymeti olabilir.

§ Rivayete göre Medine'i Münevvere dýþýnda bir takým kimseler var idi ki, onlar müslümanlara karþý Ýslâmlýk iddiasýnda bulunuyorlardý. Halbuki, fikren müþrikler ile beraber olup fýrsat düþünce müslümanlarýn aleyhinde bulunmak isterlerdi. Müslümanlarýn kanaatler! ise bunlarýn hakkýnda baþka baþka idi. Bir kýsmý bunlarý ciddî müslüman zannediyordu, bir kýsmý da bunlarýn münafýk olduklarýný anlamýþ bulunuyordu, Ýþte bunlarýn bu münafýkça durumlarýný bildirmek için bu âyeti kerime nazil olmuþtur. Daha baþka rivayetlerde vardýr.

 

 

 

 

89.   Arzu etmiþlerdir ki, kendilerinin kâfir olduklarý gibi siz de kâfir olup onlar ile eþit býýlýýnasýnýz. O halde onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan dostlar edinmeyiniz. Eðer yüz çevirirlerse artýk onlarý her nerede bulursanýz tutunuz ve öldürünüz. Ve onlardan ne bir dost, ne bir yardýmcý edinmeyiniz.

89. Bu mübarek âyetler, kâfirlerin müslümanlar hakkýndaki kötü maksatlarýný ve onlarýn dost tutulmaya lâyýk olmadýklarýný bildiriyor, Ýslâm varlýðýný korumak ve savunmak için   þarttan mevcut olunca onlara karþý cihadda bulunulmasýný emrediyor ve onlardan kimlere karþý savaþta bulunulmamasýný tayin ederek bu husustaki pek yüksek dinî siyaseti þöylece göstermiþ bulunuyor. O münafýklar (Arzu etmiþlerdir ki) temennide bulunmuþlardýr ki, (kendilerinin kâfir olduklarý gibi siz de kâfir) olasýnýz, ve temennide bulunmuþlardýr ki, siz de kâfir (olup onlar ile) küfürde (eþit býýlýýnasýnýz) artýk ey mü'minler!. Onlarýn bu kötü maksatlarýný anlayýnýz, (o halde onlar Allah yolunda) sizin gibi sahih, imanlarýný kuvvetlendiren bir hicret ile (hicret edinceye kadar onlardan dost edinmeyiniz) onlar imân ettiklerini açýklasalar da yapmacýktýr, ona ehemmiyet vermeyiniz. (Eðer yüz çevirirlerse) Allah'ýn birliðine imândan kaçýnýr, öyle münafýkça bir hâl üzere durmak isterlerse (artýk) cezayý hak etmiþlerdir, (onlarý her nerede) gerek harem bölgesi dýþýnda ve gerek içinde (bulursanýz tutunuz) esir alýnýz, (ve öldürünüz) haklarýnda diðer kâfirlere yaptýðýnýz muameleyi yapýnýz (ve onlardan ne bir dost) bir yaran, bir ahbap (ne de) onlardan sizin için düþmanlarýnýz üzerine (bir yardýmcý edinmeyiniz.) Bilakis onlardan tamamen uzak durunuz.

 

 

 

 

 

90. O kimseler müstesna ki, onlar sizin aranýzla kendi aralarýnda bir anlaþma bulunan bir kavme iltica etmiþ veyahut sizinle savaþta bulunmaktan veya kendi kavimleriyle harb etmekten göðüsleri darlaþmýþ olduklarý halde size gelmiþ olurlar. Ve eðer Allah Teâlâ dilemiþ olsa idi elbette onlarý size musallat ederdi ve sizi katlediverirlerdi. Ýmdi onlar sizden bir tarafa çekilirler de sizinle savaþta bulunmazlarsa ve barýþý size býrakýrlarsa artýk Allah Teâlâ sizin için onlarýn aleyhine bir yol vermemiþtir.

90.        Bu esir almak, öldürmek hükmünden (O kimseler müstesna ki, onlar) dan bir taife (sizin aranýzla kendi aralarýnda bir anlaþma bulunan bir kavme iltica etmiþ) olurlar. Bu mültecilere artýk dokunulmaz. Çünki o hususa dâir bir siyasî sözleþme bulunmuþ olur. Nitekim Rasûlü Ekrem Hazretleri Beni Eþlem kabilesiyle böyle bir sözleþmede bulunmuþ, onlarýn temsilcisi olan Hilal bini Üveymir'e karþý: Birbirinin ne lehine ve ne de aleyhine yardýmda bulunmayacaklarýna ve Hilâle gidip iltica edenlerin de Hilal gibi saldýrýdan korunmuþ bulunacaklarýna söz vermiþtir. (Veyahut sizinle savaþta bulunmaktan) kendi kavimleriyle beraber size karþý savaþa atýlmaktan (veya kendi kavimleri ile muharebe etmekten) sizinle beraber olup onlara karþý cenk eylemekten (göðüsleri darlaþmýþ) kalpleri sýkýlmýþ (olduklarý halde size gelmiþ olurlar) ne sizin aleyhinize ve ne de lehinize savaþta bulunacak bir durumda bulunmazlar. Ýþte bu grup da müstesnadýr. Bunlarý esir almaya, öldürmeðe lüzum yoktur. Nitekim Beni Müdlic kabilesi bu cümledendir. Bunlar Rasûlü Ekrem Efendimize gelip böyle bir savaþtan uzak olduklarýný arzetmislerdi. (Ve eðer Allah Teâlâ) Sizin üzerinize bunlarý musallat kýlmayý (dilemiþ olsa idi elbette onlarý size musallat ederdi) kalplerini kuvvetlendirir, onlarý sizin üzerinize saldýrýrdý, (da sizi katlediverirlerdi) Fakat Cenâb-ý Hak, bunu dilemedi, onlarý öyle periþan bir vaziyete soktu. (Ýmdi onlar sizden bir tarafa çekilirlerde) size taarruz etmez (sizinle savaþta bulunmazlarsa) ve barýþý teslim olup boyun eðerlerse, sulh ve barýþý (size býrakýrlarsa) size itaat ederek teslimiyette bulunurlarsa (artýk Allah Teâlâ sizin için onlarýn aleyhine) esir almak, öldürmek gibi bir þekilde (bir yol vermemiþtir) bir müsaade yolu tayin buyurmam ýþtýr. Binaenaleyh onlarýn þu teslimiyetlerine, þu âciz durumlarýna bakarak kendilerine saldýrmaya meydan vermeyiniz. Müslümanlýkta anlaþma yapanlar ve mülteciler hakkýnda böyle þereflice muamelede bulunmak bir siyasî fazilet icabýdýr.

 

 

 

 

 

91.        Baþka bir taife de bulacaksýnýz ki, onlar hem sizden emin ol-mayý ve hem de kavimlerinden emin bulunmayý dilerler. Fitneye her sevk edildikleri zaman da onun içine baþ aþaðý atýlýrlar. Artýk onlar sizden çekinmezi erse ve barýþý size býrakmazlarsa ve ellerini çekmezlerse onlarý her nerede ele geçirirseniz tutunuz ve öldürü-nüz iþte sizin için onlarýn aleyhine apaçýk bir emir verdik.

91. Bu âyeti kerime, hilekâr, fitneleri körükleyen, Ýslâm varlýðýna saldýran bir kýsým münafýklara karþý ehli Ýslâm'ýn sahip olduðu selahiyeti þöylece bildirmektedir. Þüphesiz yakýnda münafýklardan (baþka bir taife de bulacaksýnýz ki, onlar) sizin yanýnýzda yalan yere imân ettiklerini açýklayarak (hem sizden emin olmayý ve hem de) kavimleri arasýna dönünce küfürlerini açýða vurarak (kavimlerinden emin bulunmayý dilerler) böyle münafýkça hareketlerde bulunurlar. Bu münafýklar (Fitneye) küfre (her sevk edildikleri zaman da) çirkin bir kalp ile (onun) o fitnenin (içine baþ aþaðý) ters dönmüþ bir þekilde, tepe taklak (atýlýrlar) böyle kâfirce bir hareketten çekinmezler. (Artýk onlar) Sizinle savaþmayý terk ile (sizden çekinmezi erse ve barýþý) sulh ve barýþý (size býrakmazlarsa ve) onlar fýrsat buldukça sizinle savaþtan (ellerini çekmezlerse onlarý her nerede)      bulursanýz (ele geçîrirseniz tutunuz) esir alýnýz (ve öldürünüz) Ey Ýslâm mücahitleri!, (iþte sizin için onlarýn aleyhine apaçýk bir emir verdik) onlarýn Müslümanlara karþý düþmanlýklarý açýk, küfürleri meydanda olmasý bulunduðu sebebiyle onlara taarruz için, onlarý öldürmeniz ve esir almanýz için sizlere apaçýk bir delil bir müsaade verdik. Artýk icabýna göre hareket ediniz.

§ Rivayete göre bu taifeden maksat, Benü Esat ile Gatfan kabileleridir. Bunlar Medine'i Münevvereye geldikçe müslüman olduklarýný söyler söz alma ve emniyet isteðinde bulunurlardý. Kendi kabilelerine dönünce de küfürlerim açýklar, onlardan emin olmak için müslümanlar aleyhinde söylenir dururlardý. Ýþte bu âyeti kerime bu gibi münafýklarýn hallerini bildirmektedir. Diðer bir rivayete göre de bu taifeden maksat, Abdüddar oðullarý idi.

 

 

 

 

92. Bir mü'm in için lâyýk deðildir ki, bir mü'mini öldürüversin, meðer ki, yanlýþlýkla olsun. Ve kim bir mü'mini yanlýþlýkla öldürürse bir mü'm in köle azad etmesi ve öldürülenin vârislerine teslim edilecek bir diyet vermesi lâzým gelir. Meðer ki, tasaddýýk etsinler. Eðer öldürülen mümin olduðu halde size düþman olan bir kavimden ise o halde bir mü'm in köle azad edilmesi icab eder. Ve eðer öldürülen, sizin ile aralarýnda bir sözleþme bulunan bir kavimden ise o zaman varislerine teslim olunmuþ bir diyet ile bir mü'min köle azad edilmesi lâzým olur. Fakat her kim köleyi bulamazsa Allah Teâlâ tarafýndan bir tövbe olmak üzere ardarda iki ay oruç tutmasý lâzým gelir. Ve Allah Teâlâ alîmdir, hakimdir.

92. Bu âyeti kerime, bir mü'mini haksýz yere kas d en öldürmenin gayri meþru, Ýslâmiyet in þanýna lâyýk olmadýðýný, hata yoluyla olan öldürmelerden dolayý da katile yönelik olan tazminat ve diðer þeyleri þöylece beyan etmektedir. (Bir mü'min için) doðru ve hâline (lâyýk deðildir ki, bir mü'mînî) kas d en haksýz yere (öldürüversîn) bu büyük bir cinayettir, (meðer ki yanlýþlýkla olsun) Bir hatâ neticesi olarak böyle bir öldürme olayý meydana gelsin. Bundan tamamen kaçýnmak insanlarýn gücü üstündedir. Meselâ: Olabilir ki ava atýlan bir kurþun yanlýþlýkla bir þahsa tesadüf ederek ölümüne sebebiyet verir. Veya bir müslüman savaþ esnasýnda düþmana karþý hücum ederken onlarýn arasýnda bulunan bir müslümaný düþman zannederek öldürür. O halde bunlar bir müslümaný kas d en öldüþmek gibi bir cezayý gerektirmez. Belki bunun icab edeceði þey baþkadýr, þöylece beyan olunuyor. (Ve kim bir mümini yanlýþlýkla) kasýtlý olmayýp bir hatâ neticesi olarak (öldürürse) meselâ: Bir aðaca veya bir ava attýðý bir kurþun, bir mü'mine isabet ederek onu öldürürse bunun gereði (bir mü'min rakabe) yâni köle veya câriye isterse çocuk olsun (azad etmesi) d ir, onu hürriyete kavuþtýýrmasýdýr. O yaptýðý öldürmeðe karþýlýk esaret ve kölelik münasebetiyle ölmüþ sayýlan bir mü'mini hürriyete kavuþturmak suretiyle manen dirilterek bir nevi kaybedileni telâfi etmeye çalýþmýþ olur (ve) bununla beraber (öldürülenin varislerine teslim edilecek) belirli miktarda öldürenin (bir diyet vermesi lâzým gelir) ki, onlar bunu öldürülenin diðer mallarý gibi arlarýnda taksim ederler. Bununla onlar bir nevi razý edimiþ ve kendilerine yardým edilmiþ olur. (Meðer ki) varisler bu diyeti almayýp katile (tasaddýýk etsinler) bu diyeti affedip bunu almamak cömertliðini göstersinler. Çünki katil haddizatýnda onlara karþý bir düþmanlýkta, kas d en bir zararda bulunmuþ deðildir. (Eðer öldürülen, mü'min olduðu halde size düþman olan bir kavimden ise o halde) onu bilmeksizin öldürmüþ olan katil tarafýndan yalnýz (bir mü'min köle azad edilmesi icab eder) diyet lâzým gelmez. Çünki bu takdirde o mü'min ile onun savaþan akrabasý arasýnda varislik geçerli deðildir ki, onun diyetine veraset yoluyla hak kazanmýþ olsunlar (Ve eðer öldürülen) mü'min olsun olmasýn (sizin ile aralarýnda bir sözleþme bulunan bir kavimden ise o zaman) katil tarafýndan o öldürülenin (vârislerine teslim olunmuþ bir diyet He bir mü'min köle) bir köle veya câriye (azâd edilmesi lâzým olur) bu diyeti çabucak vermelidir, aradaki anlaþmayý bozma ihtimaline meydan vermemelidir. (Fakat her kim) Azad edeceði bir köleyi (bulamazsa) buna sahip olmadýðý gibi bunu satýn almaya da serveti müsait bulunmadýðý takdirde onun (Allah Teâlâ tarafýndan) meþru kýlýnmýþ, kabul buyrýýlmuþ (bir tövbe olmak üzere ardarda) aralýksýz (Ýki ay oruç tutmasý lâzým gelir) katil, kadýn ise hayz ve nifas halleri müstesnadýr, bunlarýn omca ara vermesi kefaretin sýhhatine mâni olmaz. (Ve Allah Teâlâ alîmdir) Her þeyi bilir, bu öldürme olayý ve oruç tutulmasý da o cümledendir ve Hak Teâlâ (hakimdir) bütün þer'î hükümleri bir hikmet ve faydaya dayanmaktadýr. Bu öldürme olaylarý hakkýndaki bu ilâhî hükmü de hikmetin kendisidir.

§    Rakaba, lûgatta boyun demektir. Birþeye parçalarýnýn en þereflisinin ismini vermek kabilinden olarak insana da rakaba denilmektedir. Nasýl ki yüz, baþ denilerek bununla þahýs kasdolunur. Bununla beraber rakaba ile köle ve câriye kasdedilmiþtir ki, erkek, diþi, büyük, küçük, ve mümin, mü'min olmayan kölelere, cariyelere rakabe denilmiþtir.

§ Diyet kelimesi için Bakare süresindeki (178 inci) âyeti kerimenin tefsirine bakýnýz.

§ Rivayete göre esbabý kiramdan olan Hüzeyfe, Uhýýd savaþýnda Rasülüllah ile beraber bulunuyordu, babasý olan "Yamani" ise gayrý müslimler arasýnda bulunduðu için gayrý müslim sanýlarak Ýslâm mücahitler! tarafýndan öldürülmüþtü. Halbuki, Yamanide Ýslâmiyet'i kabul etmiþti. Hattâ Hz. Hüzeyfe bu benim babamdýr demiþ ise de bunun farkýnda olamamýþlar. Onun müslümanlýðý daha sonra anlaþýlýnca piþmanlýk duyulmuþ Hz. Hüzeyfe ise: Din kardeþlerine karþý Allah Teâlâ sizi baðýþlar, o merhametlilerin en merhametlisidir, diye teselli etmiþ Rasülü Ekrem Efendimiz bunu haber alýnca Hz. Hüzeyfe'nin mevkii Rasülýýllah'ýn katýnda daha yükselmiþtir, bu hadiseyi müteakib de bu âyeti kerime inmiþtir. Bununla beraber daha baþka nüzul sebepleri de rivayet edilmiþtir.

 

 

 

 

93. Ve her kim bir mümini kas d en öldürürse onun cezasý içinde uzun süre kalmak üzere cehennemdir. Ve Allah Teâlâ onun üzerine gazab etmiþ ve ona lanette bulunmuþ ve onun için pek büyük bir azab hazýrlamýþtýr.

93. Bu âyeti kerime herhangi bir mümini haksýz yere kas d en öldürmenin ne büyük bir cinayet olup ne büyük cezaya sebep olacaðýný ihtar buyurmaktadýr.

Þöyle ki: (Ve her kim bir mü'min!) kýlýç, kama, tüfenk, büyük taþ parçasý gibi öldürücü bir þey ile (kas d en) ölümünü isteyerek (öldürürse) böyle peh büyüh bir cinayeti kasden iþlerse (onun cezasý) bu cinayetinden dolayý âhirette hak etmiþ olduðu ceza, (içinde uzun süre kalmak) birçok zaman içinden çýkmamak üzere (cehennemdir) o haddizatýnda böyle bir cezaya lâyýktýr, (ve Allah Teâlâ onun) o katilin (üzerine gazab etmiþ) ondan intikam almak istemiþtir. (Ve ona) bu cinayetinden dolayý (lanette bulunmuþ)      onu rahmetinden uzaklaþtýrýn ýþtýr, (ve onun için) cehennemde (pek büyük bir azab hazýrlamýþtýr) ki, onun derecesini biz insanlar takdirden âciz bulunmaktayýz.

Çünkü    bir mü'mini öyle haksýz yere kasden öldürmek pek büyük bir günahtýr, bir cinayet d ir. Nitekim bir hadisi þerifte:: Nefsim kudret elinde olan Cenâb-ý H ak'ka yemin ederim ki, dünyanýn yok olmasý, Allah katýnda bir mü'minin

öldürülmesinden daha hafiftir. Böyle bir katil hakkýndaki dünyevî hüküm, ceza, kýsastýr. Nitekim Bakara süresinde beyan olunmuþtur. Uhrevî hüküm ceza da onun cehennemde uzun bir müddet kalmasýdýr. Evet... Mü'minlerden âsi olanlar, her ne kadar isyanlarý sebebiyle cehennemde uzun müddet azap çekseler de sonunda oradan çýkarýlacaklardýr. Ýmanlarýnýn ebedî mükâfatýný göreceklerdir. Bu hususa dâir birçok þer'î delil vardýr. Cehennemde ebedî kalmak ise kâfirlere aittir. Bununla beraber bir mü'mini haksýz yere öldüren kimse, bu öldürmeyi doðru görür bu husustaki Ýlâhî hükmü hafife alýrsa dinden dönmüþ olacaðý için bundan tövbe edip Allah'tan af dilemeden öldüðü takdirde onun da cehennemde ebedî olarak azap çekeceði þüphesizdir. Tefsire i I erin icmâýna göre bu âyeti kerime, bir mü'mini öldüren bir kâfir hakkýnda nazil olmuþtur. Bununla birlikte hükmü umumidir.

§ Rivayete göre Mikyes ile Hiþâm adýnda iki þahýs müslüman olmuþlardý. Daha sonra Mikyes kardeþi Hiþam'ý Beni Neccar kabilesi arasýnda öldürülmüþ olarak buldu, keyfiyeti Rasülü Ekrem'e arzetti. Peygamber efendimizde Beni Fihrden Zübeyir adýndaki bir zatý Beni Nece ar'a gönderdi o zat Hz. Peygamber'in tenbihi üzerine Beni Nece ar'a giderek: Eðer katili biliyorsanýz Mikyes'e teslim ediniz, kýsasta bulunsun, bilmiyor iseniz Hiþam'ýn diyetini kardeþi Mikyes'e veriniz" dedi. Beni Neccar da katili bilmiyoruz diyerek Hiþam'ýn    diyeti olmak üzere Mikyes'e yüz deve teslim ettiler. Mikyes daha sonra þeytana uyarak: "ben ne diye kardeþimin diyetini aldým, onun yerine bir kiþiyi öldüreyim de intikam alayým" diyerek yanýndaki Zübeyr'in gafletinden istifâde ederek bir ta; ile baþýný parçalamýþ, dinden dönerek Mekke'ye geri gitmiþti. Ýþte bu âyeti kerime bunun hakkýnda nazil olmuþtur. Rasûlü Ekrem efendimiz, Mekke'i Mükerreme'yi fethedince bu mürteddi Kabe'nin örtüsüne yapýþtýðý halde yine öldürmüþ kendisine em ân vermemiþtir.

 

 

 

 

94. Ey imân edenler!. Allah Teâlâ'nýn yolunda yürüdüðünüz zaman dikkatli bulununuz ve size selâm veren kimseye, dünya hayatýnýn geçici faydasýný arayarak, sen mü'm in deðilsin, demeyiniz. Allah Teâlâ'nýn indinde çok ganimetler vardýr. Siz de evvelce öyle idiniz de Allah Teâlâ size lütfetti. Artýk iþi güzelce belli olmasýna bakýnýz. Þüphe yok ki, Allah Teâlâ sizin yaptýðýnýza hakkiyle haberdar bulunmaktadýr.

94.      Bu âyeti kerime her iþte acele etmeksizin hareket edilerek haki kat I arýn güzelce ortaya çýkmasýna dikkat edilmesini emretmektedir. Geçici menfaatler uðrunda gayrý meþru tecâvüzlere yol verilmemesini ihtar buyurmaktadýr. Þöyle ki: (ey imân edenler) Ey Ýslâm mücahitler!!. (Allah Teâlâ'nýn yolunda yürüdüðünüz) cihat için sefere çýktýðýnýz (zaman dikkatli bulununuz) karþýlaþacaðýnýz iþlerin ortaya çýkýp belli olmasýný araþtýrýnýz, düþünmeksizin acele etmeyiniz (ve size) m üs I umanlar arasýnda uygulandýðý þekilde (selâm veren kimseye) düþünmeksizin sýrf (dünya hayatýnýn geçici faydasýný arayarak) o selâm verenin malýný bir ganimet malý telâkki ederek kendisine (sen mü'm in deðilsin) kendini kurtarmak için böyle müslüman olduðunu açýklýyorsun (demeyiniz) belki onun açýkladýðý imâný, Ýslâmiyet i kabul ediniz, onun hakkýnda bu açýkladýðý imân gereðince muamelede bulununuz. Çünki (Allah Teâlâ'nýn katýnda çok ganimetler vardýr) sizleri zenginleþtirmeye fazlasýyla yeterlidir o selâm verenin malýna kavuþmak için hayatýna kast eylemeyin iz. Düþününüz ki, (siz de evvelce öyle idiniz) Ýslâmiyet' ilk kabulünüz zamanýnda yalnýz kel i m e'i þahadeti okumakla canýnýzý, malýnýzý kurtarmýþtýnýz, sözünüzün özünüze uygun olup olmadýðýný araþtýrýlmamýþtý, (da Allah Teâlâ size lütfetti) sizin o þekilde imanýnýzý kabul etti, onunla sizin karýmýzý, canýnýzý korudu, siz de imân ile þöhret buldunuz, din yolunda dosdoðru harekete kavuþtunuz, (artýk iþin güzelce belli olmasýna bakýnýz) size selâm vererek Ýslâmiyet'ini arzedenlerin hallerini güzelce nazar-ý dikkate alýnýz, onlarýn aleyhinde acelece harekette bulunmayýnýz, (þüphe yok ki. Allah Teâlâ sizin yaptýðýnýza) açýk ve gizli amellerinize (hakkiyle haberdar bulunmaktadýr) ona göre mükâfat ve ceza verecektir. Binaenaleyh hareketlerinizde zaaf göstermeyiniz, ihtiyattan ayrýlmayýnýz, çabucak yok olan dünya varlýðý için, müslüman olduðunu açýklayan kimselere saldýrmayýnýz, daima uyanýk bulununuz.

§ Rivayete göre Rasûlü Ekrem, S al I al I ahu aleyhi vesellem Efendimiz, Fedek ahalisi üzerine bir birlik göndermiþti. Sahabeden "Üsame bini Zeyid" de bu birlikte bulunuyordu. Fedek ahalisi kaçmýþ, içlerinde bulunan "Mirdâs" ise vaktiyle müslüman olup Ýslâmiyet'ini gizlemekte bulunmuþtu.. Böyle Ýslâm birliðini görünce, müslüman oluþuna güvenerek Ýslâm erlerini karþýladý, kendilerine selâm verdi. Kel i m e'i Tevhid'i okudu. Üsame ise Mi rd as' in bu hareketini gayrý samimî sanarak onu öldürdü, bir tepede bulunan koyunlarýný alýp getirdi. Daha sonra Peygamber Efendimiz bu hâdiseden haberdar olunca: Neden Kel i m e'i Tevhid'i okuyan bir kimseyi malýna tamah ederek öldürdünüz, kalbini teftiþ etmeli deðilmiydiniz? diye tekdirde bulundu. Ýþte bu âyeti kerimenin inmesine bu gibi birkaç olay sebep olmuþtur.

 

 

 

 

95.   Mü'minlerden özür sahibi olmaksýzýn oturanlar ve Allah Teâlâ'nýn yolunda mallarýyla, canlarýyla cihatta bulunanlar eþit olmazlar. Allah Teâlâ mallarý ile ve canlarý ile cihada atýlanlarý otýý-ranlar üzerine derece itibariyle üstün kýlmýþtýr. Ve Allah Teâlâ hepsine de cenneti vadetmiþtir. Ve Allah Teâlâ mücahit olanlarý, oturanlar üzerine pek büyük bir mükâfat ile tercih kýlmýþtýr..

95. Bu mübarek âyetler, Allah Teâlâ yolunda cihat edenlerin yüksek mevkilerini, müslümanlarýn muhtelif tabakalarýný göstermektedir. Þöyle ki: (Mü'minlerden) körlük gibi, hastalýk gibi, kötürüm olmak gibi (özür sahibi olmaksýzýn) cihattan geri kalýp (oturanlar) savaþa katýlmamýþ olanlar (ve Allah Teâlâ'nýn yolunda) cihat uðrunda (mallariyle ve canlan       ile cihad edenler) savaþa atýlmýþ bulunanlar, Ýslâm varlýðýný savunmaya çalýþanlar (eþit olmazlar) elbette mücahitlerin mevkii daha yüksektir. Çünki (Allah Teâlâ mal lariyle ve canlariyle cihada at il an I an) c i had d an geri kalýp (oturanlar il zari ne daraca) fazilet ve mükâfat (itibariyle üstün) tercih ve takdim (kýlmýþtýr) mücahitlerin dereceleri daha yüksektir, (ve Allah Teâlâ hepsine de) mücahitlere de, bir özürden dolayý oturanlara da (hüsnâyý) cenneti (vaad buyurmuþtur) özür sahipleri de mazeretlerinden ve iyi niyetlerinden dolayý cennete, mükâfata adaydýrlar, (ve) maamafih (Allah Teâlâ mücahit olanlarý) özürsüz yere veya özürlerinden dolayý cihada kat ý lam ayýp (oturanlar üzerine pek büyük bir mükâfat ile tercih) t af dil ve takdim (kýlmýþtýr) Gerçek þu ki: Mazereti olanlar da iyi niyetlerinden dolayý mükâfata nail olacaklardýr. Cihada fiilen katýlanlar ise hem güzel niyetleri sebebiyle mükâfata nail olacaklarý gibi bu önemli vazifeyi fiilen yerine getirmiþ olduklarýndan dolayý da ayrýca mükâfatý hak etmiþlerdir. Özürsüz olarak cihattan geri duranlar ise bu mükâfat bakýmýndan daha ziyade eþitlikten mahrumdurlar.

 

 

 

 

96. Allah tarafýndan verilmiþ derecelerdir ve baðýþ ve rahmettir. Ve Allah Teâlâ gafurdur, rahimdir.

96.    Mü'minlere va'dedilmiþ olan bu sevaplar (Allah katýndan derecelerdir) yüksek makamlardýr, birbirinin üstünde ikramlarda, lütýýflardýr. (ve baðýþ ve rahmettir) bunlarý kullarýna ihsan buyuracaktýr, (ve Allah Teâlâ gafurdur) kullarýný çok yarlýgayýcýdýr ve (rahimdir) kendisine ibadet ve itaatte bulunanlarý çok esirgeyicidir. Onun merhamet ve þefkati bütün mü'm in kullarý hakkýnda devamlý olarak tecelli edip duracaktýr.

§ Rivayete göre s ah ab e'i kiramdan âmâ bulunan "Ýbni Ümmi Mektýým" mücahitler ile cihada katýlmayanlarýn dereceleri Allah katýnda eþit olamýyacaðýný anlayýnca üzülmüþ, kendisi özüründen dolayý cihada iþtirak edemediði için cihat sevabýndan büsbütün mahrum kalacaðýný sanmýþtý. Bunun üzerine özürlü olanlarýn müstesna olduðu bu mübarek âyetler ile beyan olunarak öyle özürlü olanlarýn da niyetlerine göre sevaba nail olacaklarý kendilerine m üj d el en m iþtir.

 

 

 

 

97.      Muhakkak o kimseler ki, nefislerine zulmeder olduklarý halde canlarýný melekler alacaklardýr, ne iþte idiniz diyeceklerdir. Biz yeryüzünde zayýf sayýlýr kimseler idik derler. Melekler de Allah'ýn yeryüzü geniþ deðil mi idi ki, orada hicret edeydiniz, deyiverirler. Ýþte onlarýn varacaklarý yer cehennemdir. Ne fena uðranacak yer?.

97.     Bu mübarek âyetler, mazeretsiz olarak hicrette bulunmamýþ olanlarýn kötü sonunu ve birer mazeret sebebiyle hicret edememiþ olanlarýn da Allah'ýn affýna kavuþacaklarýný þöylece bildirmektedir. (Muhakkak o kimseler ki) hicreti terkettiler, þirk yurdunda kalarak kâfirlere uymak suretiyle (nefislerine zulmeder olduklarý halde canlarýný melekler) ölüm meleði ile arkadaþlarý (alacaklardýr) o zaman melekler o kimselere (ne iþte idiniz) dinî iþlerinizs ait hangi þeyle meþgul bulunuyordunuz (diyeceklerdir) onlarý böylece kýnayacaklardýr. O kimseler de özür dileme makamýnda olarak (Biz yeryüzündeý Mekke yurdunda (zayýf sayýlýr) dinimizin icaplarýný yerine getirmekten, dinini yüceltmek için hizmetden âciz bulunan (kimseler idik derler) boþ mazeretler ileri sürerler, (melekler de) onlarýn bu özür dilemelerini geçersiz kýlmak ve kendilerini susturmak için (Allah'ýn yeryüzü geniþ deðil mi Ýdî?, ki, orada) yeryüzünde müsait bir yere (hicret edeydiniz) o kâfirlerin arasýndan ayrýlsa idiniz (deyiverirler) nitekim birçok müslümanlar, Mekke'den Medine'i Münevvereye ve Habeþistan'a hicret etmiþlerdir. (Ýþte onlarýn) o hicreti, özürsüz olduðu halde t erkeden I erin âhirette (varacaklarý yer cehennemdir) onlar üzerlerine düþen bu hicret farizesini t erki I e kâfirlere müsait alan. býraktýklarý için böyle bir azabý hak etmiþlerdir, (ne fena uðranacak yer!.) onlarýn gidecekleri cehennem, en kadar elem verici bir azap yurdu.

§ Bu nefislerine zulmedenlerden maksat, bir rivayete göre küfür yurdunda kalýp bir engel bulunmadýðý halde Ýslâm yurduna hicret etmeyen müslümanlardýr. Bunlar altý kimse imiþ. Bedir savaþýnda kâfirler arasýnda öldürülmüþlerdir. Diðer bir rivayete göre de bunlar, müslümanlara karþý imân ettiklerini gösterdikleri halde kendi kavimleri arasýnda onlara karþý kâfir olduklarýný açýklayan, Medine'i Münevvere'ye hicret etmeyen münafýklardýr.

98.  Ancak erkeklerden ve kadýnlardan ve çocuklardan zayýf sayýlýp da hiçbir çareye güçleri yetmeyenler ve hiçbir doðru yol bulama-yanlar müstesna.

98.     Bu hicret, farizesinden müstesna olanlar vardýr. Þöyle ki, bundan (ancak erkeklerden ve kadýnlardan ve çocuklardan) ergenlik cayma yaklaþmýþ olanlardan veya köle bulunanlardan (zayýf sayýlý? da) yani aslýnda zayýf, âciz baþkalarýnýn etkisi altýnda güçsüz bulunup da (hiçbir çareye) hicret için hiçbir kuvvete ve nafakaya (güçleri yetmeyenler) böylece takatsiz olan (ve hiçbir doðru yol bulamayanlar) hicret için elveriþli bir yol bilemeyip bir rehber bulamayanlar bu hicret farizesinden (müstesna) bulunmuþlardýr. Çünki hiçbir kimse gücünün üstünde birs,ey ile mükellef olmaz.

 

 

 

 

99.  Ýþte onlarý umulur ki, Allah Teâlâ af buyurur. Ve Allah Teâlâ affedici, maðfiret buyurucudur.

99.    (Ýþte onlarý) öyle zayýf, her türlü çareden mahrum olan müslümanlarý (umulur ki. Allah Teâlâ af buyurur) onlarý bu hicret etmemiþ olduklarýndan dolayý sorumlu tutmaz. (Ve Allah Teâlâ af edicidir) Onlarý da af buyurur ve Cenab'ý Hak, (maðfiret buyurucudur.) onlarýn haklarýnda da ilâhî maðfireti tecelli eder bunu isteyip durmalýdýr.

§ Bu mübarek âyetler, Rasülü Ekrem'in Medine'i Münevvere'ye hicretlerinden sonra Mekke'i Mükerreme müþrikleri arasýnda kalan ve vaktiyle müslüman olduklarýný açýklamýþ bulunan kimseler hakkýnda nazil olmuþtur. Çünki Mekke'i Mükerreme'nin fethinden evvel, hicret dinî bir farize bulunuyordu. Bunu mazeretsiz terketmek caiz bulunmuyordu. Mekke'i Mükerreme'nin fethinden sonra ise bu farize hakkýnda dinî hüküm nesh edilmiþtir. Çünkü Mekke'i Mükerreme fethedilince insanlar takým takým Ýslâmiyet'i kabul etmiþ, ashabý kiram etrafa yayýlarak müslümanlara dinî vazifelerini öðretmiþ ve telkinde bulunmuþ, Ýslâm'ýn yüceliði ve hâkimiyeti pek kuvvetlenmiþ idi. Artýk müslümanlarý saptýracak kimseler azalmýþtý. Bununla beraber bir müslüman için bulunduðu yerde dinî vazifelerini yerine getirmeye imkân bulunmadýðý takdirde oradan hicret etmek yine bir dinî vazifedir.

 

 

 

 

100.   Ve her kim Allah Teâlâ yolunda hicret ederse yeryüzünde birçok hayýrlý barýnacak yer ve geniþlik bulur. Ve her kim hane-sinden Allah Teâlâ'yave resulüne muhacir olarak çýkarsa, sonra da kendisine ölüm yetiþirse muhakkak onun mükâfatýný vermek Cenab'ý Hak'ka aittir. Ve Allah Teâlâ çok baðýþlayýcý, pek esirgeyicidir.

100. Bu mübarek âyetler, hicret etmeye teþviki ve yolculuk halindeki dinî kolaylýklarý göstermektedir. Þöyle ki: (Ve her kim Allah Teâlâ yolunda) cihat uðrunda, Ýslâm dinine hizmet hususunda (hicrette bulunursa) yurdunu býrakýp baþka münasip bir yere giderse (yeryüzünde) yolculukta bulunacaðý sahalarda (birçok hayýrlý barýnacak yer) düþmanlarýnýn zilletine sebep olacak faideli yer (ve) geçimi hususunda (geniþlik bulur) Cenâb-ý Hak ona geniþlik gösterir, onu bol bol rýzý ki andýrýr, (ve her kim) hanesinden, yurdundan (Allah Teâlâ'yave Resulüne) onlarýn rýzalarýný kazanmak, Ýslâm dinini korumak için (muhacir olarak çýkarsa, sonrada) daha maksadýna kavuþmadan (kendisine ölüm yetiþirse muhakkak onun mükâfatýný vermek Cenâb-ý Hak'ka aittir) onun sevap ve mükâfatý Allah katýnda bir lütuf olarak sabit olmuþ olur. (ve Allah Teâlâ çok baðýþlayandýr.) Bu gibi kullarýnýn kusurlarý olsa da onu af eder ve örter ve Cenab'ý Hak (pek esirgeyendir) maðfiret buyurmakla beraber bir nice lütuf ve marhamette de bulunur. O gibi zatlara hicret sevabýný fazlasýyla ihsan buyurur.

§ Rivayete göre hicret hakkýndaki âyetler nazil olunca bunlarý Mekke'i Mükerreme'd e ikamet eden ve pek ihtiyar, hasta bulunan Cündüb bini Zam re adýndaki bir müslüman duymuþ "ben zayýf bir kimse deðilim, yolunu tayin edip girebilirim, vallahi ben bir gece bile artýk Mekke'de duramam, beni yolcu ediniz diye yemin eylemiþ, ve hazýrlanan bir nakil vasýtasýyle Medine'i Münevvere tarafýna yola çýkmýþ, fakat bu mübarek zat daha yolda iken kendisinde ölüm alâmetleri görünmeðe baþlamýþ, bunun üzerine sað elini sol eline koymuþ, Allah'ým!. Þu senin, þu da Resulün içindir. Resulün sana ne ile beyât ettiyse ben de öyle beyât ediyorum demiþ, bunu müteakip "Tenim" denilen mevkide vefat eylemiþtir. Bu hadiseyi eshabý kiram iþitince o zat Medineye kadar gelmiþ olsa idi sevap ve mükâfatý daha fazla olurdu demiþler, müþrikler de gülümsemiþler, maksadýna kavuþamadý diye söylenmiþler. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ, böyle güzel inanca sahip, din uðrunda fedakâr olan zatlarýn büyük mükâfatlara nail olacaklarý müjde edilmiþtir. Binaenaleyh bu gibi mübarek zatlar güzel niyetleri sebebiyle hicrete tamamen muvaffak olan zatlar gibi sevaba nail bulunmuþlardýr.

 

 

 

Ynt: Nisa Suresi By: hafizvuslat Date: 31 Ekim 2009, 20:17:02



101. Ve yeryüzünde sefer ettiðiniz zaman kâfir olanlarýn size kö-tülük edeceklerinden korkarsanýz namazdan kýsaltmanýz sizin için bir yün ah deðildir. Þüphe yok ki, kâfirler sizin için apaçýk bir düþman bulunmaktadýrlar.

101.  Ey müslümanlar!. (Ve yeryüzünde sefer ettiðiniz) yurdunuzdan ayrýlýp sefer sayýlacak baþka bir yere gittiðiniz (zaman) sizin için bir dinî müsaade vardýr. Þöyle ki: (kâfir olanlarýn size kötülük edeceklerinden) üzerinize saldýrýda bulunacaklarýndan (korkarsanýz) muhtemel bir endiþeden dolayý (namazdan) dörder rekat 11 olanlarý (kýsaltmanýz) onlarý ikiþer rekât olarak kýlmanýz (sizin için bir günah deðildir.) bundan dolayý mesul olmazsýnýz, bu hakkýnýzda ilâhî bir merhamettir. Ey müminler!, (þüphe yok ki, kâfirler sizin için) tabiatlarý, yaratýlýþlarý ve eðitimleri bakýmýndan (apaçýk) düþmanlýklarý ortada (bir düþman bulunmaktadýrlar) binaenaleyh onlara karþý herhalde ihtiyatlý, uyanýk bulunmalýdýr.

Bu âyeti kerimede kýsaltýlmasýna müsaade edilen namaza "selâti havf = korku namazý" denilmiþtir. Muayyen bir miktar yolculuktan dolayý öðle, ikindi, yatsý namazlarýný ikiþer rekât kýlmanýn meþruiyeti de sünneti nebeviye ile, icma'ý ümmet ile sabittir. Sahihi Buhârî ve Müslimde Hz. Âiþe radiallahü anha validemizden rivayet olunduðuna göre öðle, ikindi ve yatsý namazlarý baþlangýçta ikiþer rekât olarak farz kýlýnmýþtý. Sonra bu farziyet sefer halinde aynen býrakýlmýþ, ikâmet halinde ise bunlar dörder rekata çýkarýlmýþtýr.

§ Sefer = misaferet, lügatte herhangi bir mesafeye gitmektir. Zýddý, ikamettir. Þer'an sefer, muayyen bir mesafeye gitmektir ki, bu mutedil bir yürüyüþ ile üç günlük, yani: On sekiz saatlik bir mesafeden ibarettir. Mutedil yürüyüþ, yaya yürüyüþüdür ve kafile arasýndaki deve yürüyüþüdür. Denizlerde de yelken gemileri ile havanýn itidali muteberdir. Bu kadar mesafeye süratle hareket eden bir nakil vasýtasý ile bir günde veya birkaç saat içinde gidilse de o yine sefer mesafesi olmaktan çýkmaz. Yolculuk zahmetsiz olmadýðý için yolcular hakkýnda böyle bir müsaade verilmiþtir. Böyle bir yolcu, dört rekat 11 farz namazlarý ikiþer rekât olarak kýlar. Bu, hanefî mezhebince bir vecibedir. Býýna"kasri s el ât" denir. Fakat Ýmam Safi iye göre misafir serbesttir, dilerse bu farzlarý yine dörder rekât olarak kýlabilir.

 

 

 

 

 

102.      Sen içlerinde olup da onlara namaz kýldýracaðýn zaman on-lardan bir grup seninle beraber namaza dursun, silahlarýný da alýversinler. Bunlar secde edince arka tarafýnýzda bulunsunlar, ve namazý kýlmamýþ olan diðer bir zümre de gelsin seninle beraber namazý kýlsýn ve ihtiyat tedbirlerini ve silahlarýný da alýversinler. Kâfir olan kimseler arzu ederler ki, siz silâhlarýnýzdan ve eþyanýzdan gafil býýlýýnasýnýz da sizin üzerinize bir baskýn ile baskýnda býýlýýnýýversinler. Ve eðer size yaðmurdan bir eziyet var ise veya siz hasta bulunmuþ iseniz silâhlarýnýzý býrakmanýzdan dolayý üzerinize bir günah yoktur. Ve ihtiyat tedbirinizi alýnýz, þüphe yok ki Allah Teâlâ kâfirler için küçültücü olan bir azab hazýrlamýþtýr.

102. Bu âyeti kerime, düþmanla karþý karþýya bulunan Ýslâm mücahitlerinin farz namazlarýný ne þekilde kýlabileceklerini ve düþmanlara karþý herhalde ihtiyatlý bulunmanýn lüzumunu göstermektedir. Þöyle ki: Habibim!, (sen) mücahid erlerin (içlerinde olup da) düþmandan çekinmekte bulunduðunuz halde (onlara) o mücahitlere (namaz kýldýracaðýn zaman onlardan) bir grup beklesin diðer (bir grup seninle beraber namaza dursun) ve bu grup (silahlarýný da alýversinler) ihtiyaten yanlarýnda bulundursunlar, (bunlar secde edince) böyle seninle bir rekâtý tamamlayýnca (arka tarafýnýzda bulunsunlar) bunlar düþmana karþý dýýrýýversinler (ve namazý kýlmamýþ) düþmana karþý durmakta bulunmuþ (olan diðer bir grup da gelsin, seninle beraber) kalan (namazý kýlsýn ve) bu grup (ihtiat tedbirlerini ve silahlarýný da alýversinler) çünkü bu halde Ýslâm erlerinin ibadetle meþgul olduðuna düþmanlarýn bakýþlarý daha fazla dönmüþ olabilir, (kâfir olanlar arzu ederler ki) Temennide bulunurlar ki, (siz) ey müslüman erleri, namaz ile meþgul olduðunuz zaman (silâhlarýnýzdan ve eþyanýzdan gafil býýlýýnasýnýz da sizin üzerinize) ansýzýn (bir baskýn ile baskýnda býýlýýnýýversinler) sizin hayatýnýza kasdetsinler,       sizin mallarýnýzý, silâhlarýnýzý elde ediversinler. Bununla beraber Cenâb-ý Hak, müslümanlar hakkýnda merhametlidir, kerem sahibidir, onlara her hususta geniþlik ve kolaylýk göstermektedir, (ve) kýsaca (eðer size yaðmurdan bir eziyet var ise) silâhlarýnýzýn ýslanmasýndan, aðýrlaþmasýndan korkuyorsanýz (veya siz hasta bulunmuþ iseniz) silâhlarýnýzý yüklenmeniz hastalýðýnýzýn artmasýna sebep olabilecek ise (silâhlarýnýzý) yanýnýza almayýp da münasib bir yerde (býrakmanýzdan dolayý üzerinize bir günah yoktur) bundan dolayý mesul olmazsýnýz, (ve) bununla birlikte siz yine mümkün olan (ihtiyat tedbirinizi alýnýz) tâ ki, düþmanlarýnýz üzerinize anî bir hücumda bulunacak olmasýnlar. Fakat onlarýn herhalde hücum edebileceklerini, galip gelecekleri vehmine de düþmeyiniz. (Þüphe yok ki Allah Teâlâ kâfirler için t öldürülmeleri, esir alýnmalarý, mallarýnýn yaðmaya uðramasý gibi (küçültücü) zillete düþürücü (bir azab) bir ezilmiþlik, bir maðlûbiyet (hazýrlamýþtýr) onlar herhalde lâyýk olduklarý cezalara kavuþacaklardýr. Elverir ki, müslümanlar, dinlerinin yüce emirleri çerçevesinde yaþasýnlar. Nitekim saadet döneminde Ýslâm kuvvetleri az bir zaman içinde düþmanlarýný maðlûbiyetlere uðratmýþ, onlarýn yurtlarýný ellerinden almýþ onlarý zelil bir durumda býrakmýþlardýr.

Rivayete göre Rasûlü Ekrem Efendimiz, Benî muharip ve Benî Anmar kabilelerine karþý savaþa çýkmýþtý, bunlardan kimseyi göremediler. Ýslâm erleri silahlarýný býrakýverdi I er. Peygamber Efendimiz, tuvalet ihtiyacý için bir derenin öbür tarafýna geçmiþti, o esnada þiddetli yaðmurlar yaðdý, seller vücýýde geldi. Hz. Peygamber, bir aðaç altýnda dýýmp sellerin kesilmesini bekliyordu. Beni mýýharibden "Gavres" adýndaki bir þahýs cýkagelmiþ, elindeki kýlýna göstererek: Ya Mýýhammed -Aleyhisselâm- seni þimdi bundan          kim kurtaracak, demiþ. Yüce Peygamber: Allah Teâlâ kurtarýr, demiþ ve Ey Allah'ým!. Gavres bin Haris hakkýnda dilediðin ile benim için yeterli ol, diye duada

bulunmuþ. Bunun üzerine Gavres titremeye tutularak elinden kýlýcý düþmüþtü. Rasûlü Ekrem Hazretleri kýlýcý mübarek eline almýþ, ey Gavres þimdi seni benim elimden kim kurtaracak?. Diye buyurmuþ, Gavres de: Hic kimse kurtaramaz, demiþti. Rasûlü Ekrem Hazretleri: Ey Gavres müslüman ol, kýlýcýný sana vereyim, diye buyurmuþ, Gavres de: "Ben müslüman olmam, fakat sana da kas d et m em ve senin aleyhinde bir kimseye de yardýmda bulunmam demekle Hz. Peygamber kýlýcý Gavres e iade buyurmuþtu. Gavres de "elbette sen benden hayýrlýsýn" demiþ ve gidip bu hadiseyi kavmine anlatmýþ, onlardan bir kýsmý bu olaðanüstü hâdiseden dolayý Ýslâmiyet'i kabul eylemiþtir. Rasûlü Ekrem de eshabý kiramýnýn yanýna dönerek bu hadiseyi onlara haber vermiþtir, Ýþte bu âyeti kerime, bu hâdise üzerine nazil olmuþ, düþmanlara karþý daima ihtiyatlý bulunmayý ihtar buyurmuþtur.

§ S el ât ý havftan maksat: Düþmana veya sel veya yangýn veya büyük bir canavar gibi bir tehlike karþýsýnda bulunan bir Ýslâm cemâatinin kendilerini idare eden yöneticinin ve baþka muhterem bir imamýn arkasýnda farz bir namazý nöbetle kýlmalarýdýr. Þöyle ki: Bu cemaattan bir grup o tehlike karþýsýnda durur, bir grup da o imama uyar, arkasýnda iki rekat 11 bir namazýn bir rekatýný, üc rekat 11 bir namazýn da iki rekatýný ve seferî hükmünde deðilseler dört rekat 11 bir namazýn da yine iki rekatýný Ýmam ile beraber kýlar, birinci oturuþta teþehhütten sonra o grup, meselâ düþman cebhesine gider, diðer grup gelerek imama uyar onunla beraber kalan namazý kýlar. Teþehhüdden sonra tekrar cepheye gider, Ýmam kendi baþýna selâm verir, namazdan çýkar, birinci grup döner gelir, namazýný kýraat siz olarak tamamlar, selâm verir, cepheye gider, bu zümre lâhik hükmünde bulunduðundan kendisine Kur'an okumak lâzým gelmez. Sonra ikinci grup gelir, namazýný Kur'an okuyarak tamamlayýp cepheye tekrar döner, bu grup ise mesbuk hükmünde bulunduðundan kendisine Kur'an okumak lâzým gelir.

Rasûlü Ekrem Hazretleri Zatürrika, Batni Nahle, Asfan, Zikarede vak'alarýnda bu korku namazýný kýldýrmýþtýr. Sonra ashabý kiram da mecusiler ile yaptýklarý savaþlarda bu namazý kýldýrmýþlardýr.

Korku namazý. Ýmamý Azam ile Ýmam Mýýhammed'e göre bugün caizdir. Eðer Ýslâm erleri bir muhterem zatýn arkasýnda namaz kýlmayý arzu ederlerse bu suretle namaz kýlabilirler. Fakat Ýmam Yusuf'a göre bu cevaz, saadet zamanýna mahsus bulunmuþtur. Bununla beraber korku namazý hususunda daha baþka müsaadelerde vardýr. Þöyle ki: Pek korkunç bir savaþ ve saire halinde Ýslâm erlerinin korkularý artarsa ve binmiþ olduklarý hayvanlardan yere inmelerinden âciz bulunurlarsa her er binmiþ olduðu hayvan üzerinde imkâný olduðu tarafa doðru ima ile namazýný kýlar, bu da mümkün deðilse namazlarýný ertelerler. Nitekim Hendek savaþýnda birkaç vakit namaz kazaya býrakýlmýþtý.

 

 

 

103. Ýmdi namazý kýlýp bitirdiðiniz zaman ayakta iken ve otururken ve yanlarýnýz üzerinde iken Allah Teâlâ'yý zikrediniz. Vaktaki emniyet haline gelirsiniz artýk namazý tamamiyle eda ediniz. Þüphe yok ki, namaz, müminlerin üzerine muayyen vakitlerde bir farize olmuþtur.


103. Bu âyeti kerime, korku namazýný müteakip yapýlacak zikir ve fikrin vaziyetini ve korkunun gitmesini müteakip namazlarýn bütün erkân ve þartlarý dairesinde edâ edilmesini bildirmektedir. Þöyle ki: (Ýmdi) Ey Ýslâm mücahitler!!, (namazý) korku namazýný anlatýldýðý þekil üzere (kýlýp bitirdiðiniz) o namazdan ayrýldýðýnýz (zaman) vaziyetinize göre (ayakta iken ve otururken ve yanlarýnýz üzerinde iken) böyle herhangi bir halde bulunurken (Allah Teâlâ'yý zikrediniz) onun zikrine, ona duaya, zafer ve yardýmýný temenniye devam eyleyiniz. Bununla beraber saðlýk durumu iyi olanlar ayakta, hasta olanlar oturarak; kötürüm olanlar da yan üzerine yatarak namazlarýný kýlsýnlar, (vaktaki, emniyet haline gelirsiniz) sava; son bulur da kalpleriniz korkudan kurtulur, (artýk) vakti girmiþ olan (namazý tamamiyle) tadil erkânýna ve þartlarýna riâyet ederek (edâ ediniz) bu mühim dinî vazifenizi hakkiyle yerine getiriniz, (þüphe yok ki namaz) bu mübarek ibadet (mü'minlerin üzerine) tarafý ilâhîden (belirli) öne geçmeyecek ve sonraya kalmayacak (vakitlerde) Allah'ýn kitabý ile sabit (bir farize olmuþtur» Namaz vakitleri: Fýkýh kitabýmýzda bildirildiði üzere þöylecedir:

1      - Sabah namazýnýn vakti, fecri sadýkýn doðmasýndan güneþin doðmasýna kadar olan müddettir. Fecri sadýk ise sabaha karþý ufuktan yayýlmaya baþlayan bir nurdan, bir aydýnlýktan ibarettir. Buna ikinci bir fecir de denilir. Bu ikinci fecrin karþýtý birinci fecirdir ki bu da gökte iki tarafý karanlýk, uzunca bir çizgi þeklinde görülen bir beyazlýktýr. Az sonra kaybolur, kendisini bir karanlýk takip eder. Bu fecr gece hükmündedir. Bununla yatsý vakti çýkmýþ olmaz. Bu fecre sabahýn gerçekten girmesini göstermediði ve yalancý, geçici bir aydýnlýk olduðu için "fecri kâzip = yalancý fecir" denilir. Bu fecri kâzip kaybolduktan sonra ikinci fecr meydana gelir.

2       -Öðle nam az inin vakti, Ýmamý Azam'a göre zeval gölgesinden itibaren her þeyin gölgesi kendisinin iki misline ulaþacaðý zamana kadardýr. Buna "asrý sânî" denir. Zeval gölgesi ki güneþin görünüþe karþý semada yarý yolu katetmekle her þeyin batýdan doðuya doðru ilk düþmeye baþlayan gölgesidir, Imamiyne ve üç büyük imama göre ise öðle vaktinin sonu, zeval gölgesinden baþka her þeyin gölgesi kendisinin bir misline ulaþtýðý andýr. Buna "asrý evvel" denir. Cuma namazýnýn vakti tam öðle namazýnýn vaktidir.

3         - Ýkindi namazýnýn vakti, Ýmamý Azama göre her þeyin gölgesi kendisinin iki misline ulaþtýðýndan itibaren ve diðer imamlara göre de bir misline ulaþtýðýndan itibaren güneþin batacaðý zamana kadardýr.

4   - Akþam namazýnýn vakti de güneþin batmasýndan itibaren þafaðýn kaybolacaðý zamana kadardýr. Þafak ise Ýmamý Azama göre akþamleyin ufukta kýzardýktan sonra meydana gelen beyazlýktýr. Ýmameyn ile üç büyük imama göre ise ufukta meydana gelen kýzartýdan ibarettir.

5" Yatsý namazýnýn vakti de þafaðýn kaybolmasýndan baþlar, ikinci fecrin doðmasýna kadar devam eder. Vitir namazýnýn vakti de yatsý namazýnýn vaktidir. Teravih namazýnýn vakti de tercih edilen görüþe göre yatsý namazýndan sonra sabah namazýnýn vaktine kadar devam eder. Bayram namazlarýnýn vakti de sabahleyin güneþ yükselip kerahat vakti çýktýðý zamandan itibaren istiva zamanýna kadar devam eder. Ýstiva zamaný; tam zeval vakti demektir ki, güneþ, gündüzün ortasý dâiresi üzerinde bulunur. Herkesin tam baþý üstüne veya o sýraya gelmiþ gibi  görünür. Ýþte kerahat zamaný da bundan ibarettir.

§ Namazlarýn böyle vakit vakit kýlýnmasýndan hikmet ise pek büyüktür. Bu yüce ibadet, kullarýn zamanlarýný tanzim eder, ruhlarýný gafletten kurtarýr. Yaratýcýmýzýn hikmet ve kudretine dalâlet eden muhtelif zamanlarýn her birinde o Yüce Yaratýcýya saygý sunmakla onun þanýnýn yüceliðini tazime vesil olur, daha nice maddî, manevî menfaatleri temin buyurur.

 

 

 

 

 

104. Kavmi aramakta gevþek olmayýnýz. Eðer siz elem çekmekte olursanýz þüphesiz onlar da sizin elem çektiðiniz gibi elem çeker-ler. Halbuki onlarýn ümit etmediði þeyi siz Allah Teâlâ'dan ümit edersiniz ve Allah Teâlâ bilendir, hikmet sahibidir.

104.    Bu mübarek âyetler. Din düþmanlarýna karþý yiðitlik ve kahramanlýk gösterilmesini, hakký müdafaa yolundaki zahmetlere katlanýlmasýný, Allah'ýn hükümlerine göre hükmedilerek haksýzlara yardýmda bulunulmamasýný ve yanlýþ eðilimlerden dolayý istiðfar edilmesini emredici bulunmaktadýr. Þöyle ki: Ey müslümanlar!. Din düþmanlarý olan bir (kavmi aramakta) onu cihat sahasýnda takib etmekte (gevþek olmayýnýz) zafiyet, gevþeklik göstermeyiniz, (eðer siz) böylelerine karþý savaþta bulunmak sebebiyle (elem çekmekte) bazý arýzalara uðrayarak müfessir bulunmakta (olursanýz) ona sabr eyleyiniz, ondan dolayý cihattan geri durmayýnýz (þüphesiz onlar da) o düþmanlarýnýz da (sizin elem çektiðiniz gibi elem çekerler) onlar da tehlikelere mâruz kalýrlar, yaralanýrlar, buna raðmen korkarak size karþý savaþmaktan geri durmazlar. Artýk siz de onlara karþý cihad etmekten geri durmayýnýz, (halbuki, onlarýn ümit etmediði þeyi) bu savaþ sebebiyle sevaba kavuþmayý, ilâhî yardýmý, Ýslâm dinine hizmeti (siz) mü'minler (Allah Teâlâ'dan ümit edersiniz) dindarlýðýnýzýn verdiði güzel kanaat, ruhî metanet sayesinde bir nice muvaffakiyetlere nail olacaðýnýza inanýrsýnýz. Artýk düþmanlarýnýzdan daha çok metin, manevî kuvvete sahip, sabr ve sebat ile vasýf lanmanýz icap etmez mi?, (ve) bilirsiniz ki, (Allah Teâlâ bilendir) herkesin kalbindekileri, amel ve hareketlerini hakkiyle bilir ve (hikmet sahibidir) onun her emir ve yasaðý bir hikmet ve faydaya dayanmaktadýr. Artýk sizin böyle cihat ile mükellef olmanýzda elbette bir ilâhî hikmet gereðidir. Binaenaleyh bu hususta metanetten, sabýr ve kararlýlýktan ayrýlmayýnýz.

§ Rivayete göre müslümanlardan bazýlarý yaralý, yorgun olduklarýný ileri sürerek Bedri Suðrâ savaþýndan geri kalmak istemiþlerdi. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur.

 

 

 

 

105. Þüphesiz biz sana kitabý hak olarak indirdik ki insanlar arasýnda Allah Teâlâ'nýn sana bildirdiði þekilde hü km edesin ve ha-inler için müdafaacý olma.

105. Resulüm!. (Þüphesiz biz sana kitabý) Kur'an'ý Kerim'i (hak olarak) bütün açýklamalarý adalete, hak ve hikmete uygun bulunarak (indirdik ki, insanlar arasýnda) meydana gelen davalarda, anlaþmazlýklarda (Cenab'ý Hak'kýn sana) gösterdiði (bildirdiði) vahy eylediði (þekilde hükmedesin) o apaçýk kitabýn hükümlerine muhalefette bulunmayasýn (ve hainler için) hakikatlarý örten, gayrý meþru hareketleri örtbas etmek isteyen, kendi nefislerine ve baþkalarýna hiyanette bulunan kimselerin lehlerine olmak üzere (müdafaacý olma) onlarý koruyup lehlerine hüküm verme, onlarýn mahiyetlerini hareketlerini güzelce anlamaya çalýþ.

Binaenaleyh hâkimler için lâzýmdýr ki, hadiseleri güzelce tetkik etsinler, hasýmlarýn edebî konuþmasýna, hakikati örtecek þekilde olan ifadelerine tevillerine aldanmasýnlar, bir tarafa cinsiyet, milliyet, akrabalýk itibariyle meyil edip de tarafsýzlýðý ihlâl edecek bir durumda bulunmasýnlar.

§ Rivayete göre "Tuðme Ibni Übeyrk" adýnda ensardan bir þahýs, komþusu bulunan "Katate"nin un dolu daðarcýðý ile içindeki bir zýrhýný çalmýþ bunu götürüp "Zeyd Ibni Semin" adýndaki bir Yahudinin yanýna emanet býrakmýþ, "Katate", zýrhýný Tuðme'nin çalmýþ olduðunu tahmin ederek onun yanýnda arâmiþ ise de bulamamýþ, ve bunu salmadýðýna dâir Tuðme yemin de etmiþ. Daðarcýk içindeki un yollara dökülmüþtü, Katate bunu takib ederek Yahudinin hanesine kadar gitmiþ, zýrhýný onun yanýnda bulmuþtu. Yahudi bu zýrhý kendisine Tuðme'nin getirip emanet býraktýðýný söylemi;, onun bu iddiasýna bir takým Yahudiler de þehadette bulunmuþlardý. Tuðme'nin kabilesi Beni Zaferden bir cemaat da Rasülullah'a müracaat etmiþler, Tuðme'nin zýrhtan haberdar olmadýðýný söylemiþler, bu yüzden kabilelerinin mahcup bir halde kalacaklarýný dermeyan eylemiþlerdi. Zýrh Yahudinin yanýnda bulunduðu için onun aleyhine hüküm verilmesini dilemiþtiler. Rasûlü Ekrem Hazretlerine de bunlarýn ifadelerine ve zýrhýn da Yahudinin yanýnda bulunmasýna bakarak bunu Yahudinin al mý; olduðuna bir kanaat gelir gibi olmuþtu. Ýþte bu hâdise üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ, hiçbir taraf tutulmayýp hâdiselerin güzelce tetkik edilerek ona göre adaletle, tarafsýz bir þekilde hüküm edilmesi emrolunmuþtur. Tuðme ise Mekkeye gidip dinden dönmüþ ve hýrsýzlýk için içine girdiði bir binanýn duvarý üstüne yýkýlarak helak olmuþtur.

 

 

 

 

106. Ve Allah Teâlâ'dan baðýþ iste. Þüphe yok ki, Allah Teâlâ çok baðýþlayan, pek merhametli bulunmaktadýr.

106.    Habibim!. (Allah Teâlâ'dan maðfiret iste) senin ve ümmetin hakkýnda ilâhî lutfun sübhânî affýn tecellisini temenni eyle, Tuðme lehine yüz gösteren gayrý ihtiyarî bir temayülden dolayý da baðýþ dileðinde bulun. Aslýnda Rasülüllah, bundan sorumlu deðildir, bu ipuçlarýna dayanan, iyilik isteyen bir kanaat neticesidir. Masum olan yüce bir Peygamberden kasýtlý olarak bir günah meydana gelemez, ancak peygamberliðin pek yüce olduðundan bunun daha fazla yücelmesi için istiðfarda bulunmak bir kulluk ve þükran sunma vazifesidir. Ümmetin fertleri için de bir irþad örneðidir, insanlýk hali meydana gelen bazý yanlýþ düþüncelerden, kanaatlerden dolayý Cenâb-ý Hak'kýn af ve baðýþýna sýðýnarak istiðfarda bulunmalýdýrlar, (þüphe yok ki Allah Teâlâ gafur) dur, af isteyen kullarýnýn hatalarýný, günahlarýný af eder ve örter ve (rahîm bulunmaktadýr) kullarý hakkýnda rahmet ve þefkati pek fazladýr. Artýk öyle bir yüce mabudun ilahlýk eþiðine sýðýnarak kendisinden af ve baðýþ istemek icabetmez mi?.

 

 

 

 

 

 

107.  Nefislerine hiyanet edenler tarafýndan mücadelede bulunma, þüphe yok ki, Allah Teâlâ hiyanete düþkün, çok günahkâr olan kimseyi sevmez.

107.   Bu mübarek âyetler, hain kimselerin Cenâb-ý Hak'ka karþý ne kadar cahilce, cüretkârca hareket ettiklerini kýnamakta ve onlarýn korunmaya ve savunulmaya lâyýk olmadýklarýný bildirmektedir. Þöyle ki: Ey Yüce Peygamberim!.. Ve ey ümmeti Muhammediye!, (nefislerine) Tuðme veya yardýmcýlarý gibi günahlarý sebebiyle (hiyanet edenler tarafýndan) onlarýn lehine olarak (mücadelede bulunma) onlar himayeye, korunmaya lâyýk deðildirler, (þüphe yok ki Allah Teâlâ hiyanete düþkün) çok hiyanette bulunan ve (çok günahkâr olan) isyana düþkünlük gösterip duran (kimseyi sevmez) yani onu cezaya, azaba ilâhî gazabýna sokar.

Binaenaleyh bu gibi cezayý gerektiren hareketlerden kaçýnmalýdýr.

 

 

 

 

 

 

108.    Ýnsanlardan gizlenirlerde Allah Teâlâ'dan gizlenmezler. Halbuki, Allah Teâlâ, razý olmadýðý lâkýrdýyý onlar geceleyin konuþtuklarý zaman onlar ile beraberdir. Ve Allah Teâlâ onlarýn her yaptýklarý þeyi kuþatmýþ bulunmaktadýr.

108. Tuðme ve kavmi gibi cahiller (insanlardan) utanarak, zararlarýndan korkarak (gizlenirler de Allah Teâlâ'dan gizlenmezler) yani: Cenâb-ý Hak'tan korkmaz, haya etmezler, (halbuki. Allah Teâlâ, razý olmadýðý lâkýrdýyý) cinayeti baþkasýna yüklemek, yalan yere þahitlikte bulunmak gibi iddialarý (onlar geceleyin konuþtuklarý) kendi      aralarýnda gizlice düþünüp taþýndýklarý (zaman) ilmiyle, kudretiyle, ve görmesiyle (onlar ile beraberdir.) Cenâb-ý Hak, onlarýn bütün lâkýrdý ve harekâtýný bilir, hiçbir iþleri Hak Teâlâ'ya gizli kalamaz. (Ve Allah Teâlâ onlarýn her yaptýklarý þevi) bütün açýk ve gizli amellerini (kuþatmýþ) ihata buyurmuþ (bulunmaktadýr) Yüce Allah'ýn ilminden, kudretinden hiçbiri dýþarda deðildir. Artýk düþünmelidirler, mesuliyetten yakalarýný kurtaramayacaklarýna kani olup tövbe ve istiðfar etmelidirler. Baþka türlü kurtuluþ çaresi yoktur.

 

 

 

 

 

 

 

109. Ýþte siz öyle kimselersiniz ki, dünya hayatý hususunda on-lardan yana karþý kim mücadelede bulunacak?. Veya onlarýn üzerine kim vekil olacak?.

109.     Bu mübarek âyetler, haksýz yere müdafaalarda bulunanlarý kýnýyor, yaptýklarý günahlardan dolayý piþman olup istiðfarda bulunanlarýn ilâhî affa mazhar olacaklarýný müjdeliyor. Herkesin yaptýðý günahýn kendi þahsý aleyhine olduðu ihtar ve kendi kusurlarýný baþkalarýna isnat edenlerin ahlâka aykýrý, mesuliyeti gerektirir bir þekilde hareket etmiþ olacaklarýný þöylece beyan buyuruyor. Ey Tuðme'nin lehine gerçeðe aykýrý olarak þahitlikte bulunan kavmi!, (iþte siz öyle kimselersiniz ki, dünya hayatý) fâni menfaatlar (hususunda onlardan yana) Tuðme ile emsali þahýslar lehine (mücadelede) savunmada (bulundunuz) onun hýrsýzlýktan uzak olduðuna þahitlik ettiniz (fakat kýyamet gününde) Cenab'ý Hak'kýn cezalandýracaðý zaman (onlar tarafýndan) Tuðme ve benzeri þahýslar adýna (Allah Teâlâ'ya karþý kim mücadelede bulunacak) onlarý azabtan kim kurtarabilecek?, (veya onlarýn üzerlerine kim vekil olacak) onlarýn iþlerini üstlenecek, onlarý muhafaza ederek Allah'ýn intikamýndan kurtaracak?. Elbette böyle bir yardýmcý bulunmayacaktýr. Artýk haksýzlara arka çýkmak nasýl doðru olabilir?.

 

 

 

 

 

 

110. Ve her kim bir kötülük yapar veya nefsine zulmeder de sonra Allah Teâlâ'd an maðfiret dilerse Allah Teâlâ'ya çok baðýþlayan, pek esirgeyen bulur.

110.   (Ve her kim bir kötülük yapar) meselâ: Tuðme gibi yaptýðý gayrý meþru bir hareketi baþkasýna isnat eder (veya nefsine zulmeder) meselâ: Ýçki kullanýr, yalan yere yemin eder, veya küfür ve þirke düþmüþ bulunur (da sonra) nadim ve piþman olarak sadýk bir tövbe ile (Allah Teâlâ'dan baðýþ dilerse Allah Teâlâ'yý çok baðýþlayan) günahlarý af eden ve örten ve (pek esirgeyen) iyilik olarak fazla lütuf ve kerem sahibi (bulur.) Binaenaleyh bir insan insanlýk icabý herhangi bir günahta bulunmuþ olursa olsun ümitsizliðe düþmemeli, hemen tövbe istiðfar edip Allah'ýn merhametine iltica etmelidir. Bu sayede ilâhî affa kavuþarak ebedî hayatýný kurtarmýþ olur.

Bu âyeti kerime, bütün günahkarlarý tövbeye teþvik buyurmaktadýr.

 

 

 

 

 

 

111. Ve her kim bir günah kazanýrsa onu ancak kendi nefsi aley-hine kazanýr. Allah Teâlâ ise bilendir, hikmet sahibidir.

111.        (Ve her kim bir günah) Bir kusur, bir günah (kazanýrsa) iþlemiþ olursa (onu ancak kendi aleyhine kazanýr) onun vebali kendisine aittir. Onun mesuliyeti baþkalarýna deðil, kendisine yöneliktir. Artýk kendini dünyada da âhirette de soran ve cezaya maruz býrakmadan çekinmelidir. (Allah Teâlâ ise bilendir) gizli ve açýk herþeyi tamamiyle bilir ve hiçbir þeyi terketmez ve (hikmet sahibidir) her emri ve yasaðý, her yaptýðý, takdir ettiði bir nice hikmetlere dayanmaktadýr. Hiçbir kimsenin günahýný baþkasýnýn yüklenmemesi, ondan mesul olmamasý da bu ilâhî hikmet gereðidir.

 

 

 

 

 

112. Ve her kim bir kusur veya bir günah kazanýr da sonra onu bir suçsuz kimse üzerine atarsa muhakkak ki, bir iftirayý ve apaçýk bir günahý yüklenmiþ olur.

112.  (Ve her kim bir kusur) kasýtlý olmaksýzýn küçük bir hata (veya bir günah) büyük bir günah veya kasýtlý olan küçük bir günah (kazanýr) iþler (de sonra onu) o günahý (bir suçsuz kimse üzerin atarsa) o günahý iþlememi; bir kimseye isnat ederse, Tuðme'nin yaptýðý hýrsýzlýðý bir Yahudiye isnat ettiði gibi gerçeðe aykýrý bir iddiada bulunursa (muhakkak ki, bir iftirayý) ondan habersiz olan þahsý hayrete düþürecek büyük bir yalaný (ve apaçýk) çok çirkin (bir günahý yüklenmiþ, olur) bunun tesiri altýnda kalarak azap çeker. Çünkü bir kimse hakkýnda iftirada bulunmak, günahsýz bir þahsý günahkâr göstermek asla caiz deðildir. Bu sýrf bir yalandýr ki bütün dinlerde haramdýr, bunun dünyada da âhirette de cezasý görülür. Binaenaleyh bu gibi haram, ahlâk dýþý hareketlerden sakýnmalýdýr. Herkes kendi kusurunu bilip tövbe ve istiðfar etmeye koþmalýdýr, baþka türlü çare yoktur.

 

 

 

 

 

113. Eðer Allah Teâlâ'nýn lütuf ve rahmeti senin üzerine olma-saydý elbette onlardan bir taife seni þaþýrtmaya kasdedecekti. Halbuki, onlar kendi nefislerinden baþkasýný þ,aþ,ýnamazlar ve sana hiçbir þeyden zarar veremezler. Ve Allah Teâlâ sana kitabý ve hikmeti indirdi ve sana bilir olmadýðýn þevleri öðretti. Ve Allah Teâlâ'nýn lütfü senin üzerine pek büyük olmuþtur.

113.   Bu âyeti kerime, Rasûlü Ekrem'in Allah'ýn lütfuna nail, ilâhî vahye mazhar olup düþmanlarýnýn sui kastlerinden korunmuþ ve muhafaza edilmiþ bulunduðunu bildirmektedir. Þöyle ki: Ya Muhammedi. Aleyhisselâm (Eðer Allah Teâlâ'nýn lütfü) peygamberlik ve risalete nail kýlmasý (ve rahmeti) günahsýzlýk sýfatýna erdirmesi (senin üzerine) yönelmiþ (olmasa idi) böyle bir ilâhî merhamet, ilâhî koruma senin hakkýnda tecelli etmeseydi (elbette onlardan) o Tuðme'nin kavmi gibi yalan yere þahitlik eden isyankâr insanlardan, münafýklardan (bir taife seni þaþýrtmaya) seni hatâya düþürüp hak üzere hüküm vermekten ayýrmaya (kasdedecekti) bu isteklerinin meydana gelmesi için etkili olacak bir þekilde çalýþmýþ olacaklardý. Onlarýn vâki olan kasýtlarý, etkisiz olduðundan yok hükmünde bulunmuþtur, (halbuki, onlar) o hakikati deðiþtirme ve bozmaya çalýþan münafýk tabiatlý harifler (kendi nefislerinden baþkasýný þaþýrtamazlar) meþru olmayan hareketlerinin vebali kendilerine yöneliktir, (ve sana hiçbir þeyden zarar veremezler) seni hiçbir zarar ile zarara uðratamazlar. Çünki Allah Teâlâ seni korumuþtur, himayesine mazhar buyurmuþtur. Öyle bir topluluðun, Tuðme kabilesi gibi kimselerin yalan yere yapýlmýþ olan þahitliklerinden dolayý peygamberin kalbine gelen bir tamayül ise þahitlik edenlerin sözlerine itimat ve durumun zahiri ile amel kabilinden olduðundan bu, hüküm hususunda haksýz yere bir temayül mahiyetinde deðildir, (ve Allah Teâlâ sana) Ya Muhammed Aleyhisselâm!, (kitabý) Kur'an-ý Kerim'i (ve hikmeti) sünneti seniyeyi, þeriat ilmini, hakka uygun olan herhangi bir kelâmý (indirdi) inzal etti, ilham buyurdu (ve sana) peygamberliðe nail olduðun zamana kadar (bilir olmadýðýn þeyleri öðretti) vahy yoluyla gizli olan iþleri telkin etti, dünyaya ve âhirete ait nice müþkülâtýn hal çaresini sana bildirdi ve bu cümleden olarak Tuðme gibi, kavmi gibi yalancýlarýn yalanlarýndan seni haberdar buyurdu. (Ve Allah Teâlâ'nýn fazlý) lütfü keremi (senin üzerine pek büyük olmuþtur) bahusus seni umumî peygamberliðe, umumi risalete nail buyurmuþtur. Artýk bunlardan daha büyük lütuf ve kerem düþünülebilir mi?..

 

 

 

 

114.    Onlarýn gizlice konuþmalarýnýn bir çoðunda bir hayýr yoktur. Bir sadaka verilmesiyle veya iyi bir iþ yapýlmasýyla veya insanlarýn arasýný ýslah etmek ile emir eden kimsenin böyle konuþmasý müstesna... Ve her kim Allah Teâlâ'nýn rýzasýný taleb ederek bunu yaparsa biz ona elbette çok büyük bir mükâfat vereceðiz.

114. Bu mübarek âyetler, gizlice konuþulan sözlerin meþru, iyilik ister bir mahiyette bulunmadýðý takdirde hayýrdan uzak olacaðýný bildirmektedir. Ve Rasûlullah'a muhalefet edip mü'minlerin takib ettikleri doðru yoldan ayrýlanlarýn da pek büyük cezalara uðrayacaklarýný ihtar etmektedir. Þöyle ki: (onlarýn) insanlarýn, ve Tuðme ile kavmi gibi bir takým gruplarýn (gizlice konuþmalarýnýn) bazý hadiseleri gerçeðe aykýrý olarak aralarýnda fýsýldaþýp yalan yere tavsiyelerde, þahitliklerde bulunanlarýn   (bir çoðunda hayýr yoktur) çünki bu konuþmalarý gerçeðe uygun, iyi niyete dayanmýþ deðildir, bâtýlý deðerlendirmeye yöneliktir. Ancak vâcib veya mendup (bir sadaka verilmesiyle veya iyi bir i; yapýlmasiyle) seri þerifin güzel gördüðü ve aklýn inkâr eylemediði mâruf denilen herhangi bir iþin ifa edilmesiyle (veya insanlarýn arasýný ýslah etmek ile) insanlarýn arasýnda münakaþa, düþmanlýk ortaya çýktýðý anýnda þer'i þerifin sýnýrýný geçmemek suretiyle aralarýný bulmaya, düþmanlýklarý gidermeye ait sözler ile (emir eden kimsenin böyle konuþmasý) gizli olarak tavsiyelerde, temennilerde bulunmasý (müstesna) bu hayýrdan sayýlýr, bir hayr iþlerlik belirtisidir. Nitekim bir hadisi þerif ile beyan olunmuþ olduðu üzere iki kimsenin arasýný ýslaha çalýþmak, birçok ibadetlerden derece bakýmýndan üstündür, (ve her kim) dünyevî bir maksat için deðil, yalnýz (Allah Teâlâ'nýn rýzasýný taleb ederek bunu yaparsa) böyle sadaka ile, mâruf ile, ara buluculuk ile emir ve tavsiyede bulunursa (biz ona elbette) âhirette (çok büyük bir mükâfat vereceðiz) o cennete girecek, Allah'ýn cemalini seyretmeye mazhar olacaktýr. Binaenaleyh insan daima her meþru iþi sadece hak rýzasý için yapmalýdýr, dünyevî bir menfaat düþüncesiyle veya onun bunun sevgisini kazanmak maksadý ile yapmamalýdýr, kalbi fânî maksatlara yönelmiþ olmaktan arýnmýþ bulunmalýdýr.

 

 

 

 

115. Her kim de kendisine doðru yol belli olduktan sonra Peygamber'e muhalefet eder ve mü'minlerin yolundan baþkasýna uyup giderse onu o takib ettiði yola þevke d eriz ve onu cehenneme daldýrýrýz. Ve o ne fena bir gidilecek yer.

115.     (Her kim de kendisine doðru yol) Hak ve hakikat (zahir olduktan sonra) bir takým deliller ile, mucizeler ile Hz. Muhammedi peygamberliði sabit, Ýslâmiyet'in yüceliði göründükten sonra (Peygambere muhalefet eder) onun tebligatýnýn zýttýna harekette bulunur (ve mü'minlerin yolundan) onlarýn takib ettikleri Ýslâmiyet yolundan ayrýlýp (baþkasýna uyup giderse) Ýslâm dininden baþkasýna tabi olursa (onu o takib ettiði yola þevke d eriz) kendisiyle o yöneldiði yolun arasýný boþ býrakýrýz, bu gidiþme mâni olmayýz, kendi kötü tercihine göre harekette bulunmuþ olur (ve onu cehenneme daldýrýrýz) cehennem ateþine sokarýz, (ve o) cehennem (ne fena bir gidilecek yer) dir. Artýk oraya atýlmaya sebep olan hareketlerden kaçýnmalý, Ýslâm cemâatinin yolundan ayrýlmamak deðil midir?. Bu âyeti kerime, icmai ümmetin delili olduðuna ve ona muhalefetin haram olduðuna dalâlet etmektedir.

 

 

 

 

116.   Þüphe yok ki, Allah Teâlâ kendisine ortak koþulmasýný baðýþlamaz, ve bunun aþaðýsýndakini de dilediði kimseye baðýþlar.. Ve her kim Allah Teâlâ'ya ortak koþarsa muhakkak ki pek uzak bir dalâlete sapmýþtýr.

116. Bu mübarek âyetler, Allah'a.ortak koþmanýn affedilmesi mümkün olmayan bir cinayet olduðunu ve müþriklerin ne kadar akýlsýzca hareketlerde bulunduklarýný þöylece bildirmektedir. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ kendisine ortak koþam) birden çok yaratýcýlarýn, mabutlarýn varlýðýna inananlar!, Allah'ýn birliðini inkâr eyleyen herhangi bir þahsý daha hayatta iken tövbe ve istiðfar etmedikçe (maðfiret etmez) onu ebedî bir azaba sokar. Çünkü böyle bir küfür ve þirk bütün günahlarýn üstündedir, (bunun) bu küfür ve þirkin (aþaðýsýndaki) öyle yüce yaratýcýnýn birliðini veya büsbütün mukaddes varlýðýný inkârdan ibaret olmayýp bunun aþaðýsýndaki diðer herhangi bir günahý (dilediði kimseye) tövbe ve istiðfar etmiþ olsun olmasýn (maðfiret buyurur) affeder ve örter. Ve dilediði günahkâr kimseyi de tövbe ve istiðfar etmedikçe maðfiret buyurmaz, günahýna göre azap çektirir. Çünki Cenab'ý Hak dilediðini çokça yapandýr. Kendi mülkünde kendi kullarý hakkýnda dilediði þekilde hak tasarrufa sahiptir, ve her fiil ve irâdesi hikmet ve faydanýn kendisidir, (ve her kim Allah Teâlâ'ya ortak koþarsa) ondan .baþka yaratýcý, mabut bulunduðuna inanýrsa (muhakkak ki) haktan (pek uzak bir dalâlete sapmýþtýr) hidâyet caddesinden pek fazla ayrýlmýþtýr. Binaenaleyh böyle bir þahýs, Allah'ýn maðfiretine ebedî olarak nail olamýyacaktýr.        Cenâb-ý Hak'ka ortak koþmak, en büyük bir cinayet olduðu için bundan sakýndýrmak için bu ilâhî beyanlar bu süre'i celilede tekrar etmiþtir. (48) inci âyeti kerimeye müracaat!. Bununla beraber bu mübarek âyetler, baþka baþka sebeblere baðlý olarak da tekrar tekrar nazil olmuþtur. Rivayete göre bir þahýs, Rasûlü Ekrem'in huzuruna gelerek "ben günahlara düþkün bir ihtiyarým, þu kadar var ki ben Cenâb-ý Hak'ki bildiðim ve ona imân ettiðim günden beri ona hiç ortak koþmadým, yaptýðým günahlarý da Hak Teâlâ'ya karþý bir cür'et olarak yapmýþ deðilim, ve ben kaçmakla Cenâb-ý Hak'ki âciz býrakabileceðimi de bir an bile düþünmedim. Ben piþman olmuþ ve tövbekar da bulunuyorum, sen benim hâlimin Allah katýnda nasýl olacaðýný görürsün?" diye vaziyetini anlatmýþ, bunun üzerine de bu âyeti kerime nazil olmuþtur. Binaenaleyh o þahýs da müþrik olmadýðýndan ve özellikle tövbe ve istiðfar etmiþ bulunduðundan artýk ümitsizliðe düþmeyip Allah'ýn maðfiretine nail olabileceði kendisine müjde edilmiþ demektir.

 

 

 

 

117. O müþrikler Cenab'ý Hak'ka deðil, ancak diþilere taparlar ve ancak çok isyankâr bir þeytana tapýverirler.

117.        (O müþrikler Cenab'ý Hak'ka deðil, ancak diþilere) Lüt, Uzza ve Menat denilen ve diþi sanýlan putlara (taparlar) cahiliye zamanýnda Arab kabilelerinden her birinin bir putu vardý, ona taparlar ve onu diþi sayarlardý. Veyahut o putlara Allah'ýn kýzlarýdýr derlerdi. Bazýlarý da meleklere tapar, onlara "Allah'ýn kýzlarý" derlerdi, (ve) onlar o putlara ibadetleriyle (ancak ziyade isyankâr) Allah'ýn emrine itaatten hariç, katý, yoðun, inatçý (bir þeytana tapý verirler) çünki onlarý o putlara tapmaya sevk ve teþvik eden þeytandýr, lânetli iblistir. O cahil müþrikler ise bunun farkýnda olmayarak öyle cansýz varlýklar kabilinden putlara tapar dururlar.

§ Merid kelimesi: Lügatte: Katý, yoðun, selâbetli, kavmi kimse demektir. Istýlahta: Ýnat ederek emre muhalefet eden, hayýr ile alâkasý bulunmayan þahýstan ibarettir. Ýblis de Allah'ýn emrine muhalefet ederek Hz. Adem'e secde etmekten kaçýndýðý için pis bir sýfat olan merid vasfýný almayý hak etmiþtir.

 

 

 

 

 

118. Allah Teâlâ ona lanet etmiþtir. O da demiþtir ki; elbette ben senin kullarýndan belli bir pay edineceðim.

118. Bu mübarek âyetler, Allah'ýn lanetine uðramýþ olan þeytanýn insanlýk hakkýndaki sui kasdini ve insanlarý ne suretle aldatmaya çalýþacaðým bildiriyor, insanlarý uyanmaya davet ederek þeytanlarýn saptýrmasýna kapýlmadan menedip sakýndýrýyor. Þöyle ki: (Allah Teâlâ ona) o inatçý þeytana (lanet etmiþtir) onu rahmetinden uzaklaþtýrmýþtýr, (o da) o lanetlenmiþ þeytana da (demiþtir ki: Elbette ben senin kullarýndan belli bir pay edineceðim) onlardan belli bir miktar bir nasip elde ederek onlarý kendime itaate davet edeceðim. Onlar ise þeytanýn izine giden, onun vesveselerini kabul eden kimselerdir. Maalesef insanlarýn büyük bir kýsmý þeytanýn aldatmalarýna tâbi bulunmaktadýr. Bütün dinsizler, bâtýl dinlere tâbi olan bu cümledendir.

 

 

 

 

 

119. Ve elbette onlarý sapýtacaðým ve elbette onlarý kuruntuya düþüreceðini ve muhakkak onlara emredeceðim de hayvanlarýn kulaklarýný yaracaklar ve herhalde onlara emredeceðim de Allah Teâlâ'nýn yarattýðýný deðiþtireceklerdir. Ve her kim Allah Teâlâ'yý býrakýr da þeytaný dost edinirse þüphe yok ki, pek açýk bir ziyan ile ziyana düþmüþ olur.

119. Þeytan öyle de saçmalamada bulunmuþtur: (ve) ben (elbette onlarý) Cenab'ý Hak'kýn kullarýný (sapýtacaðým) onlarý vesveselerimle, bâtýl þeyleri süsleyerek doðru yoldan, din yolundan ayýracaðým, (ve elbette onlarý kuruntuya düþüreceðini) onlarýn kalplerine hýrs ve tamah gibi þeyleri atacaðým, onlarý kýyameti, hesabý, cennet ve cehennemi düþünmek duygusundan mahrum býracaðým (ve muhakkak onlara emredeceðim de hayvanlarýn kulaklarýný yaracaklar) dýr, keseceklerdir. Nitekim cahiliye zamanýnda   Araplar,  istifadesini  kendilerine  haram  kýldýklarý  hayvanlarýn  kulaklarýný  keserlerdi.  Onlar beþ  defa yavrulayan  develerin  kulaklarýný yararlardý,  bu yavrularýn beþincisi erkek olunca ondan istif âdeyi kendilerine haram kýlarlardý. (Ve her halde onlara emredeceðim de Allah Teâlâ'nýn yarattýðýný deðiþtireceklerdir) Allah'ýn yaratmasýna aykýrý hareketlerde bulunacaklardýr. Meselâ Ýslâm dininin hükümlerini deðiþtirmeye çalýþacaklardýr. Allah Teâlâ'nýn helâl kýldýðýný haram ve haram kýldýðýný helâl sayacaklardýr. Sihir gibi þeyler ile uðraþacaklar, erkekliklerini gidererek kýsýr kalacaklardýr, (ve her kim Allah Teâlâ'yý býrakýr da þeytaný velî) dost, yardýmcý, hareket rehberi (edinirse) ona itatte bulunursa, onun vesveselerine tâbi olup Allah'ýn emrine muhalif hareketlerden ayrýlmazsa (þüphe yok ki, pek açýk bir ziyan ile ziyana düþmüþ olur) çünkü hayatýný zâyetmiþ, geleceðini mahveylemiþ, cenneti cehennem ile deðiþtirmiþ, kendisini Allah'ýn azabýna mâruz býrakmýþ olur.

 

 

 

 

120. Þeytan onlara vadeder ve onlarý kuruntuya düþürür. Halbuki, þeytan onlara bir aldatmadan baþka birþey vâdetmez.

120.      (Þeytan onlara) O saptýrmak istediði kimselere (vadeder) onlarý bir takým isteklerine, dünya varlýklarýna kavuþturacaðýný bir hayal olmak üzere kalplerine düþürür, bir takým bâtýl þeyleri yaldýzlý göstererek onlar ile gafil insanlarý oyalar durur, hiçbir vaadini yerine getirecek bir durumda bulunamaz, (ve onlarý kuruntuya düþürür) dünyada bütün isteklerine nail olacaklarýný onlarýn kalplerine atar, onlarýn baþka bir âlemde hesaba, cezaya tâbi olmayacaklarýný kâfirce bir þekilde telkin eder durur (halbuki þeytan onlara bir aldatmadan baþka birþey vâdetmez) zararlý olan þeyleri onlara faideli imiþ gibi göstermekten baþka bir muamelede bulunmaz. Þeytan bu vadini ya kalplere düþündüðü bâtýl hatýralar, vesveseler vasýtasýyle yapar veya bu vadini kendisinin dostlarý olan bir takým dinsizlerin lisaniyle telkin eyler. Artýk öyle kimselerin o kötü telkinlerine karþý uyanýk bulunmak lâzýmdýr.

 

 

Ynt: Nisa Suresi By: hafizvuslat Date: 31 Ekim 2009, 20:23:21




121.  Ýþte onlarýn varacaklarý yer cehennemdir. Ve ondan kaçýp sýðýnacak bir yer de bulantýya t aklardýr.

121.     (Ýþte onlarýn) O þeytan ile onun dostlarýnýn, ona tâbi olanlarýn (varacaklarý yer cehennemdir) orada yanýp duracaklardýr, (ve ondan) o cehennemden (kaçýp sýðýnacak) iltica eyleyecek (bir yer de bulamayacaklardýr, þeytana tâbi olup küfr içinde ölecekler) her halde o cehenneme sevkedileceklerdir. Orada ebedî olarak yanýp yakýlacaklardýr. Ýmanlarýný muhafaza etmiþ olan günahkâr kullar da herhalde cehenneme geçici olarak atýlmayý hak etmiþ kimselerdir, meðer ki Allah'ýn maðfireti imdatlarýna yetiþsin. Binaenaleyh daha dünyada iken uyanmalý, þeytanýn aldatmalarýna kapýlmamalý, insanlýk icabý bir günah iþlenilmiþ ise hemen tövbe ve istiðfar edilmelidir ki, geleceðin selâmetinden emniyet meydana gelmiþ olsun.

 

 

 

 

 

122.      Ve o kimseler ki imân ettiler, ve iyi iyi iþler yaptýlar. Onlarý altlarýndan ýrmaklar akan cennetlere orada ebedî olarak kalýp d ur-m ak üzere elbette girdireceðiz. Allah Teâlâ (bunu) hak bir söz ola-rak vâdetti. Allah Teâlâ'dan daha gerçek sözlü kim vardýr?.

122. Bu mübarek âyetler, imân ve salih âmâl sahiplerinin nail olacaklarý, uhrevî mükâfatlarý müjdelemektedir. Ahirette sevaba kavuþmanýn ise hiçbir milletin yalnýz hayal ve düþüncesine tâbi olmayýp herkesin yaptýðý fenalýktan dolayý cezaya uðrayacaðýný þöylece ihtar buyurmaktadýr. Dinden mahrum olanlar, ebedî ziyana uðrayacaklardýr. (Ve o kimseler ki, imân ettiler) Ýslâm dinini kalben tasdik ve lisânen ikrar eylediler (ve iyi iyi Ýþler yaptýlar) üzerlerine düþen ibadetleri, vazifeleri ifa ettiler, iþte onlar ebedî nimetlere nail olacaklardýr. Þöyle ki: (onlarýn altlarýndan ýrmaklar akar cennetlere orada) o cennetlerde (ebedî olarak kalýp durmak üzere elbette girdireceðiz) orada sonsuza kadar kalýp mükâfata nail olacaklardýr. (Hak Teâlâ (bunu) hak bir söz olarak vâdetti) onlarý öyle cennetlere girdireceðini Cenâb-ý Hak vadetmiþtir. Bu vaad gerçeðin kendisidir, mutlaka gerçekleþecektir, (ve Allah Teâlâ'dan daha gerçek sözlü) vadinde sadýk (kim vardýr) artýk nasýl olur da bir insan bu ilâhî vaade kavuþmak için imanda, güzel amellerde bulunmaz da þeytanlarýn kuruntularýna, vesveselerine kapýlýr, hakiki istikbâlini mahveder gider.

 

 

 

 

123. Sizin kuruntularýnýzla deðildir, ehli kitabýn kuruntularý ile de deðildir. Her kim bir kötülük yaparsa onunla cezalandýrýlýr. Ve kendisi için Allah T e âlâ'd an baþka ne bir yar ve ne de bir yardýmcý bulamaz.

123.   Ey müslümanlar!. Cenâb-ý Hak'kýn vaad buyurduðu sevaplar, mükâfatlar öyle (sizin kuruntularýnýzla deðildir) bunlar öyle kuru arzulara ve düþüncelere göre meydana gelecek deðildir ve (ehli kitabýn kuruntularý ile de deðildir) biz ehli kitabýz diye öyle mükâfatlarý hak etme hayallerinde bulunmalariyle deðildir. Bilakis hakiki bir imân iledir ve salih ameller iledir. Binaenaleyh, (her kim bir kötülük yaparsa onunla) ya dünyada veya âhirette (cezalandýrýlýr) bazý kimseler, yaptýklarý fenalýklarýn cezasýný daha dünyada iken görür, bazý kimseler de âhirette göreceklerdir. Ekseri mü'minler kusurlarýnýn cezalarýný dünyada görürler, uhrevî cezadan kurtulmuþ olurlar. Ehli küfrün bir çoðu da bir kýsým cezalarýný dünyada görmeseler de onlarýn hepsi de cehenneme aday olduklarýndan bütün cezalarýný âhirette göreceklerdir. (Ve) hiç bir kimse (Kendisi için Allah Teâlâ'dan baþka ne bir yar) hakiki bir dost, onu affa kadir bir yetkili (ve ne de bir yardýmcý bulamaz.) kimse onu koruyamaz, onu cezadan kurtaramaz. O halde daha dünyada iken hayatý tanzim etmeli, kulluk vazifelerini yerine getirmeli, Cenab'ý Hak'kýn korumasýna, af ve maðfiretine sýðýnmalýdýr.

§ Rivayete göre ehli kitap denilen Yahudiler ile Hýristiyanlar, müslümanlara karþý iftihar ederek: Bizim Peygamberimiz, sizin peygamberinizden öncedir, bizim kitabýmýz da sizin kitabýnýzdan önce gelmiþtir. Binaenaleyh biz Allah Teâlâ'ya sizden daha Iâyikiz demiþler, müslümanlar da: Bizim Peygamberimiz son peygamberdir ve bizim kitabýmýz sizin kitabýnýzý tasdik ediyor, ve biz sizin kitabýnýza imân etmiþ olduðumuz halde siz bizim kitabýmýza imân etmiyorsunuz, o halde daha lâyýk olanlar bizleriz, demiþler. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ, Cenâb-ý Hak'kýn sevap ve mükâfat hakkýndaki vadi öyle insanlarýn kuruntularýna göre deðildir, yalnýz kuruntu ile ona hak kazanmak meydana gelmez, ancak imân ile salih amellerle meydana gelir diye bu hakikati ihtar buyurmuþtur.

 

 

 

 

124.  Ve erkekten ve kadýndan herhangi bir kimse, mü'min olduðu halde iyi iþlerden birþey iþlerse iþte onlar cennete gireceklerdir ve bir çekirdeðin arkasýndaki bir çukurcuk kadar bile zulme uðramayacaklardýr.

124. (Ve erkekten ve katýndan herhangi bir kimse) herhangi bir kavim (mü'min olduðu halde iyi iþlerden birþey iþlerse) onun mükâfatýný görecektir. Fakat yapýlacak güzel amellerin Allah katýnda makbul olmasý için evvelâ imân lâzýmdýr. Mü'min olmayanlarýn amelleri Allah katýnda makbul, kendilerini cehennem azabýndan kurtarmaya vesile olamayacaktýr. Ýmândan baþka salih ameller de lâzýmdýr. Bununla beraber her mü'min sâlih amellerin tümüyle mükellef deðildir. Meselâ: Fakir olan bir mü'min zekât ile mükellef deðildir. Yine bir mü'min nafile, mendup olan amellerin hepsini yapabilecek bir durumda bulunamaz. Binaenaleyh herhangi bir mü'min mükellef ve gücünün yettiði herhangi bir salih ameli ifa ederse (iþte onlar) öyle güzel amellerde bulunanlar (cennete gireceklerdir) bir imân sahibi günahýndan dolayý affa mazhar olmayýp cehenneme girse de bu geçicidir, yine oradan çýkarak cennete girecektir. Bunlarýn cezalarý geçici olduðu için cennete girmeden evvel görülecektir, cennet hayatý ise sonsuz olduðundan bir kesintiye uðramayacaktýr. Artýk hiçbir mü'min cennete girdikten sonra oradan çýkarýlmayacaktýr, (ve bir çekirdek arkasýndaki bir çukurcuk kadar) yani: Amellerinin sevabýndan en az, en cüz'î bir miktar bile eksiltilmek suretiyle (zulme uðramayacaklardýr) lâyýk olduklarý sevaplara      tamamen kavuþacaklardýr. Nitekim günahkâr olanlarýn cezalarý da lâyýk olduklarý miktarlardan en az bir derecede bile artýrýlmayacaktýr. Çünki Hak Teâlâ Hazretleri mutlak adalet sahibidir. Merhametlilerin en merhametliyidir

 

 

 

 

125. Ve din itibariyle daha güzel kimdir, o kimseden ki, muhsin olduðu halde yüzünü Allah Teâlâ'ya teslim et m i;, ve hânif olarak Ýbrahim'in milletine tâbi olmuþtur. Allah Teâlâ da Ýbrahim'i bir dost edinmiþtir.

125.       Bu mübarek âyetler, en mükemmel þekilde dindar olan zatlarýn özelliklerine iþaret etmekte ve Cenâb-ý Hak'kýn bütün kâinata sahip ve her þeyi ilmi ve kudreti ile kuþatmýþ olduðunu bildirmektedir. Þöyle ki: (Ve din itibariyle daha güzel kimdir?.) Yani Daha güzeli yoktur (o kimseden ki muhsin olduðu) yani mü'min olup iyilikleri ifa, kötülükleri terkettiði ve Cenâb-ý Hak'ka, yüce huzurunda bulunuyormuþ gibi halisane ibadette bulunduðu (halde yüzünü Allah Teâlâ'ya teslim etmiþ) tam bir ihlâs ile hakka yönelerek kulluk arzetmiþ (ve hânif olarak) yani: Diðer dinlerden beri olup hak dine girmiþ bulunarak (Ýbrahim'in milletine) Ýslâm dinine muvafýk olan Ýbrahim'in dinine (tâbi olmuþtur) Allah'ýn birliðini tasdik edip bâtýl inançlardan uzak bulunmuþtur. (Allah Teâlâ da Ýbrahim'i) saf, samimi bir sevgili bir Yüce Peygamber (bir dost edinmiþtir) onu böyle bir þeref ve seçkinliðe nail kýlmýþ onun kadrini bir takým ikramlar ile yükseltmiþtir.

§ Halil lâfzý, hu 11 et kelimesinden bir vasýftýr. Hu 11 et ise: Pek samimî bir dostluk demektir, kalbi iþgal eden bir muhabbet ve sevgiden ibarettir, sevgiliden baþkasýndan kalbin tahliye edilmesidir. Samimi bir muhabbet ve ihlâsa, bir zat ile sýrdaþ, karþýlýklý bir muhabbete sahip olmak da bir hullettir, ilâhî sýrlarýn bir kalbi kuþatmasý da bir hullettir. Ýþte Hz. Ýbrahim de Allah'ýn muhabbetine nail, muhterem bir Peygamber olduðundan kadrini yüceltmek için kendisine Halilullah denilmiþtir. Yoksa onun Halilullah olmasý, Cenab'ý Hak'kýn ona bir ihtiyacýndan veya onun bütün ilâhî sýrlara vakýf olmasýndan dolayý deðildir. Binaenaleyh onun bu unvana, bu þerefe kavuþmasý onun kulluk mertebesinin üstünde olmasýný gerektirmez. Keþþafý ýstýlahatilfünunda anlatýlmýþ olduðu üzere Peygamber Efendimize de Halilullah unvaný verilmiþ olduðunu bir hadisi þerif bildirmektedir. Ve ayný zamanda Peygamber Efendimiz Habibullah unvanýna da sahiptir ve peygamberlerin ve mürsellerin sonuncusu olup, peygamberliði bütün insanlýða ait bulunmuþtur. Binaenaleyh Rasûlü Ekrem Efendimiz bütün peygamberler ve mürseller hazretlerinin üstünde bir rütbeye sahiptir. Þu da malumdur ki Ýbrahim Aleyhisselâm'ýn pek muhterem bir zat olduðunu ehli kitap da Arap müþriklerin! de tasdik etmekte ve onunla iftihar eylemektedirler. Özellikle araplar, Hz. Ýbrahim'in neslinden olmakla da ayrýca övünmektedirler. O halde Hz. Ýbrahim ile ayný din ve milliyete sahip ve bütün Peygamberleri ve özellikle Hz. Ýbrahim'in kýymetini, yüceliðini tasdik eden Ýslâm dininden daha güzel inanca sahip kim olabilir?. Binaenaleyh Hz. Ýbrahim'i tasdik edip yücelten milletler, Ýslâm milletini de takdir ve Ýslâmiyet'in hak olduðunu itiraf etmeli deðil midir?, Ýþte bu âyeti kerime, bu hususa da, iþareti içermektedir.

 

 

 

 

 

126.  Göklerde ne varsa, yeryüzünde de ne varsa hepsi de Allah Teâlâ'nýndýr. Ve Allah Teâlâ her þeyi kuþatmýþ bulunmaktadýr.

126. (Göklerde ne varsa ve yeryüzünde ne varsa) Bütün melekler, insanlar, bütün kâinat (hepsi de) yaratýlýþ, mülkiyet, ve kulluk bakýmýndan (Allah Teâlâ'nýndýr) Cenab'ý Hak, bunlarda dilediði gibi tasarrufta bulunur, Ýbrahim Aleyhisselâm da onun bir kuludur, onu Halilullah olmak þerefine nail buyurmuþtur. Bununla beraber o da Hak Teâlâ Hazretlerine kullukla mükelleftir ve bununla övünür. (Ve Allah Teâlâ her þeyi) Ýlim ve kudretiyle (kuþatmýþ) ihata etmiþ (bulunmaktadýr) onun Ýlim ve kudretinden hiçbirþey hariç deðildir. Binaenaleyh o Yüce Mâbud, mükâfata lâyýk kullarýný da bilir, cezayý hak eden kullarýný da bilir, haklarýnda hikmetinin icabýna göre mükâfat ve ceza verir.

 

 

 

127. Ve senden kadýnlar hakkýnda fetva isterler. De ki: Onlarýn hakkýnda size fetvayý Allah T e âlâ veriyor ve kendileri için yaz il mý; olaný kendilerine vermediðiniz ve kendilerini nikâhlamaya raðbet eylediðiniz yetim kadýnlar hakkýndaki ve zayýf bir durumda bulunan çocuklar hakkýndaki ve yetimlere karþý adaletle hareket etmeniz hakkýndaki size okunan âyetlerde -bu hususlarda size fetva ver-mektedir-. Ve siz hayýrdan her ne yaparsanýz þüphe yok ki; Allah Teâlâ onu hakkýyle bilicidir.

127.     Bu âyeti kerime, kadýnlarýn, çaresiz çocuklarýn, yetimlerin hukukuna riâyet edilmesi hakkýndaki dinî hükümlere iþaret etmekte, Ýslâm milletini bu hususlarda aydýnlatmaktadýr. Þöyle ki: Resulüm!. (Ve senden) mutlak olarak (kadýnlar hakkýnda fetva isterler) bu fetva isteyenlere cevaben (de ki: Onlarýn hakkýnda size fetvayý Allah Teâlâ veriyor) ilâhî hükmünü Kur'an'ý Kerim'inde beyan buyuruyor. Ayný þekilde (ve kendileri için yazýlmýþ) þer'an farz ve tayin edilmiþ (olaný) miras payýný (kendilerine vermediðiniz ve kendilerini) kendiniz için (nikâhlamaya raðbet eylediðiniz) mallarý için baþkalarýna vermekten çekindiðiniz (yetim kadýnlar) yetim kalmýþ kýz çocuklarý (hakkýndaki) âyetler (ve zayýf bir durumda bulunan) henüz balið olmamýþ olan (çocuklar hakkýndaki) âyetler (ve yetimlere karþý) miras ve saire hususunda (adaletle hareket etmeniz hakkýndaki size okunan âyetlerde) bu hususlarda size fetva vermektedir. Þeriatýn hükmünü açýklar bulunmaktadýr, (ve siz hayýrdan her ne yaparsanýz) gerek böyle aile hukukuna ve gerek diðer þeylere dâir hayr isteyerek her ne harekette bulunursanýz (þüphe yok ki. Allah Teâlâ onu hakkýyle bilicidir.) Ona göre sizi mükâfatlara nail buyurur. Çünkü Allah Teâlâ Hazretleri kerem sahiplerinin en cömerdidir.

Bu âyeti kerimenin iþaret ettiði âyetler, iþbu Nisa süresinin ikinci, üçüncü, altýncý, dokuzuncu, onuncu ve on birinci ayetleridir. Evvelce de beyan olunduðu üzere câhiliyet devresinde kadýnlarý, yetimleri mirastan mahrum býrakýrlardý, hattâ Übeys adýnda bir þahýs peygamberin huzuruna gelmiþ, "iþittiðimize göre sen kýzlara, kýz kardeþlere yarým miras payý veriyormuþsun, halbuki, biz yalnýz savaþlarda bulunan, ganimet mallarý alanlarý, yani erkekleri mirasçý tanýyoruz" demiþ, Rasûlü Ekrem de: "Ben öyle emir olundum, yani kadýnlara da miras payý vermekle memur bulundum diye cevap vermiþtir.

§ Ýstîftâ, fetva istemektir. Fetva da bir þer'î mesele hakkýnda verilen cevaptýr, delile dayanan, kuvvetli ve müþkülatý çözmeye hizmet eden bilgiler demektir. Böyle fetva vermeðe "iftâ" denir. Fetva veren zata da "Müftü" denilir ki bir mühim, müþkil meseleyi çözmüþ ve açýða çýkarmýþ olur.

§ Bu Nisa süresinin baþlangýcýnda kadýnlarla ilgili hükümlerden bazý hükümler beyan buyrulmuþ, sonra vade, tehdide, teþvik ve korkutmaya, Cenâb-ý Hak'kýn kudret ve azametine dâir âyetler bulunmuþ, sonra da tekrar bazý þer'î hükümleri açýklamaya dönülmüþtür ki, bu en güzel bir uslubtur. Kalplerde en fazla tesir býrakacak bir tertibtir, okuyup dinleyenleri usandýrmayýp bir ferahlýk içinde býrakacak bir tarzý beyandýr ve þer'î hükümlere riâyeti temin için en etkili, en mükemmel bir i'câz üslûbudur. Ýþte mucize Kur'an-ý Kerim'in bütün sûreleri böyle en güzel en hikmetli birtertib usûlü üzere bulunmaktadýr.

 

 

 

 

 

 

 

128.    Ve eðer bir kadýn kocasýnýn kaçýp nefret etmesinden veya yüz çevirmesinden korkarsa aralarýný sulh ile ýslah etmelerinden dolayý üzerlerine bir günah yoktur ve sulh hayýrlýdýr. Ve nefislerde cimrilik hazýrlanmýþtýr. Ve eðer ihsan eder ve ittikada bulunursanýz þüphe yok ki; Allah Teâlâ yapacaðýnýz þeyden tamamen haberdardýr.

128. Bu mübarek âyetler, aile hakkýndaki bazý hükümleri bildirmektedir. Eþler arasýnda mümkün mertebe adalet ve eþitliðe riâyetin lüzumunu ve gerektiðinde barýþ ve ýslah yoluna gidilmesinin hayýrlý olacaðýný, ayrýlma takdirinde de her birinin Allah'ýn lütfü ile diðerine ihtiyacý olmayacaðýný göstermektedir. Þöyle ki: (ve eðer bir kadýn    kocasýnýn) nüþuzundan, yani kendisinden (kaçýp nefret etmesinden) kendisi ile birlikte bulunmamasýndan endiþeye düþerse (veya yüz çevirmesinden) kendisiyle birlikte, sohbette bulunmamasýndan (korkarsa) o halde bu koca ile karýnýn kendi (aralarýný) nafaka gibi, geceleyin beraber kalmak gibi hususlarda (sulh ile ýslah etmelerinden dolayý üzerlerine bir günah yoktur) bu yüzden kendilerine manevî bir mesuliyet gelmez. Meselâ: Karý nafakasýnýn veya bir malýnýn bir miktarýný kocasýna baðýþlayabilir ve geceleri kocasýnýn diðer karýsý yanýnda daha fazla bulunmasýna müsaade edebilir. Koca da bu karýsýný nikâhý altýnda tutar, nafakasýný güzelce temine c.alý;ýr, (ve sulh) ise yani: Ýki taraftan her birinin bir hakkýný tamamen veya kýsmen terk etmesi ise ayrýlýktan, kötü geçinmekten, düþmanlýktan (hayýrlýdýr) daha muvafýktýr, (ve nefislerde cimrilik hazýrlanmýþtýr) cimrilik, insanlýk tabiatý gereðidir ondan ayrýlmaz. Binaenaleyh kadýn, kendi nefsinden, kendi hakkýndan birþey kocasýna vermek cömertliðinde bulunmak istemeyebilir, erkek de sevmediði, arzusuna muvafýk bulmadýðý bir eþine karþý güzelce geçinmede bulunmamak, nafakasýný hakkiyle temin etmemek cimriliðinde bulunabilir. Fakat insan bu gibi hususlarda nefsine hâkim olmalý, fedakârlýkta bulunmak gayretini göstermelidir ki, barýþ ve iyilik tecelli etsin, (ve) Ey kocalar ile kanlar (eðer ihsan eder) güzelce geçinmeye çalýþýr (ve ittikada) geçimsizlikten, yüz çevirmekten sakýnýr (bulunursanýz) böyle nefsanî isteklerinize muhalif, güzelce bir harekete muvaffak olursanýz (þüphe yok ki Allah Teâlâ) bu gibi yapacaðýnýz (þeyden tamamen haberdardýr.) bundan dolayý sizleri sevaba, mükâfata nail buyurur, hiçbir iyiliði mükâfatsýz býrakmaz.

§ Rivayete göre Ibni Ebissaib adýnda bir kimsenin ihtiyarlanmýþ bir karýsý varmýþ, bu kadýndan çocuklarý da var idi. Ýstemiþ ki, bunu boþayýp da baþkasýný nikâh etsin. Bu kadýncaðýz ise: "Sen beni evlâdýmýn üzerine býrak, her iki ayda bir yanýma gel ve dilersen hiç gelme tek beni boþama demiþ" kocasý da eðer böyle bir muamele münasip olursa bu benim için çok sevimlidir, demiþ, bu durumu gidip Rasülü Ekrem'e arzetmiþ, bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olarak böyle iki tarafýn rýzâsý ile yapýlacak bir uzlaþmanýn caiz ve iyi olduðu gösterilmiþtir. Maamafih baþka nüzul sebebi de tefsirlerde yazýlýdýr.

 

 

 

 

 

 

129. Ve kadýnlar arasýnda adalette bulunmanýza ne kadar istekli olsanýz da asla muktedir olamazsýnýz, artýk birine büsbütün meyi ile temayül edîp de ötekini asýklý gibi býrakmayýnýz. Ve eðer ýslah eder ve sakýnýrsanýz þüphe yok ki Allah Teâlâ çok baðýþlayan, pek esirgeyendir.

129.   (Ve) eþleriniz olan (kadýnlar arasýnda) sevgi ve cinsel iliþki gibi hususlarda (adalette bulunmanýza) hakkýyla eþitliðe riâyet etmenize (ne kadar istekli olsanýz da) böyle bir adaletin teminine istekli bulunsanýz da (asla muktedir olamazsýnýz) meselâ: Bunlardan birini kalben daha fazla sevgi beslemek ve meyilli olmak zarurî birþeydir, bir haleti ruhiye gereðidir, insan bunu yok edemez, (artýk) mümkün mertebe eþitliði temine gayret ediniz, eþlerinizden (birine büsbütün meyil ile temayül edip de ötekini) kendisine karþý kalben o kadar tutkunluk beslenilmeyen eþi (asýklý) yani: Ne koca sahibi ne de boþanmýþ gibi bir halde (býrakmayýnýz) ona karþý da mümkün olan adaleti gösteriniz, güzel muamelede bulununuz, gönlünün kýrýlmasýna sebebiyet vermeyiniz. Bu, ailevî, içtimaî, ahlâkî fazilet gereðidir, (ve eðer ýslah eder) arada meydana gelmiþ olan geçimsizliði, hýrçýnlýðý giderir (ve) ilerde de böyle bir hareketin meydana gelmesinden (sakýnýrsanýz þüphe yok ki. Allah Teâlâ çok baðýþlayandýr) kalplerinizdeki meyilden ve evvelce vuku bulmuþ olan öyle hoþ olmayan hallerden dolayý sizi af ve maðfiret buyurur ve (pek merhametlidir) sizi bu hususta da, diðer hususlarda da merhamet ve þefkatine mazhar kýlar. Elverir ki, onun kutsal emirlerine uymaya gayret edesiniz.

 

 

 

 

 

130. Ve eðer ayrý liri arsa Allah Teâlâ hepsini de lütuf ve keremi ile zengin kýlar. Ve Allah Teâlâ geniþtir, hikmet sahibidir.


130. (Ve eðer) koca ile karý, daha hayýrlý olan sulha muvaffak olamaz, uzlaþamazlarda boþanarak birbirinden (ayrý liri arsa Allah Teâlâ hepsini de) kocayý da karýyý da (kendi       lütfü keremi ile) birbirinden (zengin kýlar) birbirine muhtaç olmaktan kurtulurlar, her biri de rýzýklanýr ve gücü yetiyor ise baþkasý ile nikâh akdine muvaffak bulunur. Artýk ayrýlmadan dolayý fazla üzülmeye lüzum kalmaz, (ve Allah Teâlâ geni;) mahlûkatý hakkýnda lütuf ve rahmeti geniþtir ve (hikmet sahibi) bütün emirleri, hükümleri hikmet gereði (dir.) artýk öyle bir Yüce Yaratýcýnýn pek yüce olan evamir ve yasaklarýna riâyet ederek onun merhamet ve þefkatine liyakat kazanmaya çalýþmalýdýr.

 

 

 

 

131. Ve göklerde ne varsa ve yerde ne varsa Allah Teâlâ'nýndýr. And olsun ki, sizden evvel kendilerine kitap verilmiþ olanlara da, sizlere de Allah T e âlâ'd an korkunuz diye tavsiye etmiþizdir. Ve eðer küfrederseniz þüphe yok ki, göklerdeki ve yerdeki her þey Allah Teâlâ'nýndýr. Ve Allah Teâlâ zengindir, övgüye lâyýktýr.

131.    Bu mübarek âyetler, bütün kâinatýn Allah'ýn kudreti ile vücude gelmiþ ve Allah'ýn hâkimiyeti altýnda bulunmuþ olduðunu göstermektedir. Artýk öyle muazzam, lütfü ihsaný bol yüce bir yaratýcýdan korkarak daima ona kullukta bulunulmasýný ve yalnýz ona iltica ve itimat edilmesini hatýrlatmaktadýr. Þöyle ki: Cenab'ý Hak'kýn kudreti; büyüklüðü sonsuzdur, (ve göklerde) varlýklardan (ne varsa ve yerde) mahlûkattan (ne varsa) hepsi de kulluk ve mülkiyet itibariyle (Allah Teâlâ'nýndýr) hepsini de yaratan, yaþatan, rýzýk veren Cenab'ý Hak'týr, (and olsun ki) yani: Sýrf bir hakikattir ki. Ey Ümmeti Muhammediye!, (sizden evvel kendilerine kitap verilmiþ olanlara da) yani Ýsrail oðullarýna hýristiyanlara ve onlardan önceki kavimlere de ve (sizlere de Allah Teâlâ'dan korkunuz) onun azabýndan korkunuz, ona itaatten ayrýlmayýnýz (diye tavsiye etmiþizdir) cümlenize emretmiþ, hepinizin selâmet ve saadeti için böylece tenbih buyurmuþuzdur. (ve) sizler hakkýnýzda sýrf hayýr olan bu tavsiyeye raðmen (eðer küfür ederseniz) bu tavsiyeye muhalefette bulunursanýz (þüphe yok ki göklerdeki ve yerdeki her þey) bütün mahlûkat (Allah Teâlâ'nýndýr) onun mülkiyeti altýnda ve hakimiyetine tt; hidir. Sizlerin küfür ve isyanýndan hâþâ Cenab'ý Hak zarar görmez. Nasýl ki, ibadet ve takvanýzla da fâidelenmiþ olmaz. Sizlere emir ve tavsiye buyurmasý, bir ihtiyarýndan dolayý deðildir, sadece sizin hakkýnýzda bir rahmet ve þefkatten dolayýdýr. Anîk bundan istifâde etmez iseniz neticesini siz düþününüz. (Ve Allah Teâlâ zengindir), mahlükatýna ve onlarýn ibadetlerine ihtiyacý yoktur ve (övgüye lâyýktýr) bizzat övülmüþtür, kullarý hamdetsinler, etmesinler bizzat hamdü senaya sahiptir. Kullarýn itaatlerinin, hamdü senalarýnýn faidesi ise kendilerine aittir. Yüce Yaratýcý ise hiçbirþeye muhtaç olmaz, hiçbirþeyden zarar görmez. Buna inanmýþýzdýr.

 

 

 

 

132. Ve göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah Teâlâ'nýndýr. Ve bir vekil olarak da Allah Teâlâ yeter.

132. (Ve göklerde olanlar da, yerde olanlar da) bütün kâinat bütün ruh sahipleri (Allah Teâlâ'nýndýr) bütün bunlarýn üzerinde tasarruf hakký o Yüce Yaratýcýya aittir, (ve) bütün iþlerin ve olaylarýn tedbiri hususunda (bir vekil olarak da Allah Teâlâ yeter) binaenaleyh bütün bu hususlarda baþkasýna deðil, yalnýz o Yüce Yaratýcýya tevekkül ve itimat ediniz. Baþka türlü kurtuluþ çaresi yoktur.

§ Bu mübarek iki âyette göklerin ve yerin Yüce Allah'a ait olduðu hikmete binaen üç kere zikredilmiþtir. Çünki insanlýðý irþat ve ikaz için böyle en kuvvetli bir delilin birer münasebetle tekrar zikredilmesi istenen bu irþat ve ikazýn tecellisine daha ziyade yardým eder. Birinci defa zikredilmesi, Cenâb-ý Hak'kýn cömertlik ve kereminin geniþliðine bir delildir. Ýkinci defa zikredilmesi. Hak Teâlâ'nýn bizzat bütün mahlûkatýndan zengin olduðunu açýklamak içindir. Üçüncü defa zikredilmesi de Yüce Allah'ýn her þeyi icada ve yok etmeye kadir, binaenaleyh isyankâr kullarýný da mahv ve idama bihakkýn muktedir olduðunu tesbit hikmetine vesâireye mübtenidir. Artýk bu itibarla bunlar tekrar edilmiþ deðil, birer baþka delil demektir.

 

 

 

 

 

133. Ey insanlar!. Allah Teâlâ dilerse sizi giderir, baþkalarýný getirir ve Allah T e âlâ buna hakkýyle kadir bulunmaktadýr.

133.  Bu mübarek âyetler, Cenâb-ý Hak'kýn her yönüyle yaratma ve yok etmeye kadir olduðunu bildiriyor, insanlarý uyanýk olmaya davet ederek yalnýz dünyayý deðil, hem dünya hem de âhiret nimetlerini istemeye sevketmektedir. Þöyle ki: (Ey insanlar!. Allah Teâlâ dilerse sizî giderir) sizi yok eder, helak eder, sizi icat etmiþ olduðu gibi (baþkalarýný) diðer bir kavmi veya baþka mahiyette bir halký sizin yerinize geçmek üzere varlýk sahasýna (getirir) artýk kendi varlýðýnýza güvenmeyiniz, vazifelerinizi ifadan geri durmayýnýz (ve) þüphe yok ki, (Allah Teâlâ buna) böyle dilediðini yok etme ve icad etmeye (hakkiyle kadir bulunmaktadýr) onun yüce kudreti böyle her þeye fazlasýyla yeterlidir.

§ Rivayete göre bu âyeti kerime, Hz. Peygamber'e karþý düþmanlýk gösteren bazý araplar hakkýnda nazil olmuþtur. Bu âyeti kerime nazil olunca Rasülü Ekrem Efendimiz, mübarek eliyle Selmaný Farisinin arkasýna vurarak iþte onlar -o getirilecek kavim- bu müslümanýn kavmidir, diye buyurmuþtur.

 

 

 

 

 

 

134.  Her kim dünya sevabýný isterse muhakkak dünyanýn da âhi-retin de sevabý Allah Teâlâ'nýn katýndadýr. Ve Allah Teâlâ hakkiyle iþitici ve görücüdür.

134.    (Her kim) yalnýz (dünya sevabýný isterse) dünyanýn fanî, adî varlýðýný isterse, meselâ: Yalnýz ganimet malýna kavuþmak için cihatta bulunursa âlicenaplýkta bulunmamýþ olur. Çünki (muhakkak dünyanýn da âhiretin de sevabý) nefîs,

kalýcý olan nimetleri, mükâfatlarý (Allah Teâlâ'nýn katýndadýr) meselâ: Sýrf Allah rýzasý için cihâda atýlan bir zatý, Cenab'ý Hak, hem ganimete, hem de uhrevî sevaba nail buyurur. Artýk nasýl olur da öyle yalnýz dünya sevabýný istemekle" yetinilir?. Bir mü'min, Cenâb-ý Hak'tan hem dünya sevabýný, hem de âhiret sevabýný, nimetlerini dilemelidir. "Ya Rabbena!. Bize hem dünyada güzel þey ver, hem de âhirette güzel þey ver ve bizi cehennem azabýndan koru" diye niyaz etmelidir, (ve Allah Teâlâ hakkiyle iþitici) dir bütün iþitenleri bilmektedir, bütün dualarý, niyazlarý iþitir, bilir (ve) tamamen her þeyi (görücüdür) binaenaleyh Hak Teâlâ Hazretleri, kullarýnýn bütün sözlerine, amellerine, niyetlerine hakkiyle muttalidir. Artýk ona göre hareket etmelidir.

§ Rivayete göre bu âyeti kerime, yalnýz ganimet malýna kavuþmak hýrsý ile cihâda katýlan bir kýsým münafýklar hakkýnda nazil olmuþ, onlarý yalnýz Allah rýzasý için savaþta bulunmaya davet etmekte bulunmuþtur.

 

 

 

 

 

135.   Ey imân edenler!. Adaletle hakkiyle kaim. Allah için þahit kimseler olunuz. Ýsterse kendi þahýslarýnýzýn veya ana-babanýzýn veya en yakýnlarýnýzýn aleyhine olsun, ister zengin veya fakir bulunsun. Çünki Allah Teâlâ onlara daha yakýndýr. Artýk haktan dönerek nefse tâbi olmayýnýz. Ve eðer dilinizi eðer bükerseniz veya yüz çevirirseniz þüphe yok ki Allah Teâlâ iþlediðiniz þeyden hakkiyle haberdardýr.

135. Bu âyeti kerime, mü s l umanlarýn hak ve adalet üzere þahitlikle, hükümde bulunmalarýný emrediyor, taraf tutmaktan çekinmelerini ihtar buyuruyor, aykýrý hareket edecekleri tehdit buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Ey imân edenler) Ey bütün mükellef olanlar!, (adaletle hakkiyle kaim) olunuz, adaleti tercih, haklara riâyet hususlarýnýza çokça özen gösteriniz ve (Allah için þahit kimseler olunuz) sadece Allah rýzasý için þahitlikte bulununuz. (Ýsterse) þahitliðiniz (kendi þahýslarýnýzýn) aleyhine olsun, yine  þahitlikte bulununuz, hakký saklamayýnýz (veya ana-babanýzýn) analarýnýzýn, babalarýnýzýn aleyhine olsun yine þahitlikten kaçýnmayýnýz (veya) hut þahitliðiniz (en yakýnlarýnýzýn aleyhine olsun) meselâ: Kardeþlerinizin, evlâtlarýnýzýn aleyhine olsun, yine þahitliðinizi terketmeyiniz, ve aleyhine þahitlik edeceðiniz kimse (ister zengin veya fakir bulunsun) ne zenginliðinden dolayý bir menfaat ümidiyle aleyhine þahitliði terkediniz, ne de fakirliðinden dolayý haline acýyarak aleyhinde Þahitlikten geri durunuz. Böyle bir hareket hikmet ve menfaate uygun deðildir. Eðer böyle olmasaydý Cenab'ý Hak sizi herhalde þahitlik etmekle mükellef kýlmazdý, (çünki Allah Teâlâ onlara) Zengin olsun, fakir olsun bütün kullarýna sizden (daha yakýndýr) onlarýn hakkýnda sizden daha fazla bir merhamet ve þefkat gözüyle bakmaktadýr. Eðer bunlarýn aleyhindeki þahitlik, onlarýn lehine bir hikmeti meselâ: Onlarý manevî mesuliyetten kurtarmayý içermeseydi bu þahitliði meþru buyurmazdý, (artýk haktan dönerek) Veyahut haktan ayrýlacaðýnýz endiþesiyle þahitliðiniz hususunda (nefse tabî olmayýnýz) bir menfeat veya bir merhamet hissine kapýlarak þahitliði terk eylemeyiniz, (ve eðer dilinizi eðer bükerseniz) hak üzere þahitlikten veya adilâne hükümden kaçýnmak çaresini arasanýz, onu üzerinize alýrsanýz (veya) þahitlik etmekten büsbütün (yüz çevirirseniz) kaçýnýrsanýz (þüphe yok ki. Allah Teâlâ iþlediðiniz þeyden) þahitliðe, hükme dâir ve diðer iþlere ait her yaptýðýnýz muameleden (hakkiyle haberdardýr) hakkýnýzda ona göre mükâfat veya ceza verecektir. Binaenaleyh hiçbir hususta hak ve hakikattan asla ayrýlmayýnýz, sonra kendinizi uhrevî mesuliyetten asla kurtaramazsýn.

136. Ey imân etmiþ olanlar!. Allah Teâlâ'ya ve onun Peygamberine ve Peygamberine indirmiþ olduðu kitaba ve daha evvel indirmiþ olduðu kitaba imân ediniz. Ve her kim Allah Teâlâ'yý ve meleklerini ve kitaplarýný ve Peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse muhakkak ki pek uzak bir dalâletle sapýklýða düþmüþ olur.

136.        Bu mübarek âyetler, imân edilmesi gerekli olan esaslara tamamiyle itikat edilmesini ve bunlarý inkâr edenlerin pek büyük bir küfür ve sapýklýða mâruz kaldýklarýný bildiriyor, inançlarýnda kararsýzlýk göstererek sonunda küfr içinde kalanlarýn da hidayetten, ilâhî aftan, ebedî olarak mahrum kalacaklarýný ihtar ediyor. Þöyle ki: (Ey imân etmiþ olanlar!.) Ey bütün müslümanlar!. Yahut Ey Hz. Musa'ya, Hz. Ýsa'ya imân etmiþ bulunan ehli kitap!. Veyahut ey imân etmiþ görünen münafýklar!. (Allah Teâlâ'ya) onun varlýðýna, birliðine, yaratýcýlýk ve mâbudluðuna ve diðer ilâhî sýfatlarýna tam bir þuur ile imân ediniz (ve onun Peygamberine) son peygamber olan Hz. Muhammed'e de hakkiyle imân ediniz (ve) o mübarek (Peygamberine) Cenâb-ý Hak'kýn sûre sûre, âyet âyet (indirmiþ olduðu kitaba) Kur'an-ý Kerim'e de gerektiði gibi imân ediniz (ve) Hak Teâlâ'nýn (daha evvel) diðer peygamberlerine (indirmiþ olduðu kitaba) da (imân ediniz) bütün bu semavî kitaplara olan imanýnýzda sebat eyleyiniz. Bunlara olan imanýnýzý deliller ve þahitler ile takviye eyleyiniz. Böyle kuvvetli bir imân, bir kulluk vazifesidir, bir saadet vesiledir, (ve) bilâkis (her kim Allah Teâlâ'yý) onun yaratýcýlýk ve mâbudluðunu inkâr eder (ve meleklerini ve kitaplarýný ve Peygamberlerini ve âhiret gününü) de inkâr eder de küfre düþerse (muhakkak ki) o kimse haktan, hidayetten (pek uzak) olan (bir dalâletle sapýklýða düþmüþ olur) öyle ki, artýk hak yola ve hidâyete dönmesi umulamaz.

 

 

 

 

 

137.       Muhakkak o kimseler ki, imân ettiler, sonra kâfir oldular, sonra imân ettiler sonra kâfir oldular, sonra da küfürlerini arttýrdýlar artýk Allah Teâlâ, onlar için af edecek deðildir. Ve onlarý bir doðru yola sevkedecek deðildir.

137. (Muhakkak o kimseler ki) vaktiyle Hz. Musa'yý ve diðer peygamberleri tasdik edip (imân ettiler, sonra) putlara, buzaðýlara taparak (kâfir oldular) bundan (sonra) yine bir Peygambere tâbi olup (imân ettiler) mahlukata tapmaktan geri durdular, fakat yine dinden çýkarak (sonra kâfir oldular) meselâ: Hz. Isa gibi bir yüce peygamberi inkâr ettiler, (sonra da küfürlerini arttýrdýlar) Meselâ: Peygamberlik ve ri s al et i binlerce deliller ile, mucizeler ile sabit olan son peygamber gibi bir Yüce Resulün peygamberlik ve risaletini kabul etmeyip büsbütün küfr içinde kaldýlar, (artýk) onlar böyle küfür ve sapýklýk içinde devam ettikçe (Allah Teâlâ onlar için af  edecek deðildir) çünki böyle küfür ve s irk içinde yaþayýp hayatý terk edenler, Allah'ýn maðfiretine ebedî olarak nail olamayacaklardýr, (ve) Cenâb-ý Hak, (onlarý) o inkarcýlarý (bir doðru yola) bir hak yola bir hidâyet sahasýna (sevkedecek de deðildir) zira onlar kabiliyetlerini kötüye kullanmýþ, tövbe ve istiðfar edecek bir durumda bulunmamý; olacaklarý için samimî bir imândan pek uzak bulunmuþlardýr. Binaenaleyh onlar bu halde hidâyete asla yetenekli deðildirler.

§ Rivayete göre Ehli kitaptan Abdullah Ibni Selâm ve kýz kardeþinin oðlu Seleme ve erkek kardeþinin oðlu Seleme ve Salebe gibi bir takým kimseler peygamberin huzuruna gelmiþler. Ey Allah'ýn Resulü!. Biz sana ve senin kitabýna ve Musa ile Tevrat'a ve Uzeyre imân ederiz, baþka kitaplarý. Peygamberleri inkâr eyleriz demiþler, Rasülü Ekrem Hazretleri de "öyle deðil" Allah Teâlâ'ya ve Peygamberi olan Muhammed'e ve kitabý olan Kur'an'a ve ondan evvelki bütün kitaplara imân ediniz diye buyurmuþ, onlar ise hayýr biz öyle yapamayýz, demiþler, bunun üzerine bu âyetler nazil olmuþtur. Binaenaleyh Allah katýnda makbul olan imân, hem Cenâb-ý Hak'ka, hem de bütün meleklere, bütün semavî kitaplara ve bütün Peygamberlere ve yevmi âhirete imân etmekle tecelli eder. Bunlardan herhangi birini inkâr, bir katýksýz küfürdür, sahibinin cehennemde ebediyen azap çekmesine sebebtir.

 

 

 

 

138. Münafýklara müjdele ki, onlara muhakkak elem verici bir azap vardýr.

138.   Bu mübarek âyetler, münafýklarýn pek çirkin hareketlerini, kanaatlerini ve mâruz kalacaklar kötü sonu þöylece bildirmektedir: Resulüm! (münafýklara müjdele ki) haber ver ki (onlara muhakkak bir elim) pek acýklý (bir azap vardýr) yani: Cehennem azabý onlar için hazýr bulunmaktadýr. Onlar o münafýkça hareketlerinden dolayý böyle büyük bir azabý hak etmiþlerdir.

§ Tebþir = Müjde: Sevinç verici haber demektir. Burada korkutmak, haber vermek yerinde alay etmek için getirilmiþtir.

 

 

 

 

139.  Onlar ki, mü'minleri býrakarak, kâfirleri dost tutarlar. Ýzzeti onlarýn yanýnda mý arýyorlar?. Muhakkak ki, bütün izzet Allah Teâlâ'nýndýr.

139. (Onlar ki) O görünüþte mü'min görünüp gizli olarak kâfir bulunan münafýklar ki (mü'minleri býrakarak) mü'minler ile samimi þekilde görüþmekten, beraber

çalýþmaktan kaçýnarak (kâfirleri dost tutarlar) onlarda bir kuvvet bir üstünlük var sanarak onlara kalben meyilli bulunurlar. Bu münafýklar (izzeti) kuvveti, þeref ve

gücü (onlarýn) o kâfirlerin (yanýnda mý arýyorlar) onlardan mý isteyip duruyorlar. Ne kadar yanlýþ bir kanaat!. Onlar izzeti o kâfirlerin yanýnda bulamayacaklardýr.

(muhakkak ki bütün izzet) dünyada da âhirette de (Allah Teâlâ'nýndýr) bu izzete ancak o yüce mabudun dostlarý nail olacaklardýr. Nitekim bir âyeti kerimede de   Ancak Allah Teâlâya, onun Resulüne ve mü'minlere aittir Mûnâfikûn, 63/8) diye buyrulmuþtur. Kâfirlerin geçici,

dünyevî kuvvetleri, varlýklarý ise çabucak yok olur. Nitekim asrý saadetteki münafýklarýn kendilerine güvendikleri kâfirler yok olmuþ, Ýslâm hâkimiyeti Arap

yarýmadasýnýn her tarafýna yayýlmýþ, Ýslâm'ýn gücü parlamaya baþlayýp durmuþtur.

 
140.       Ve muhakkak kitapta sizin üzerinize indirmiþtir ki, Allah Teâlâ'nýn âyetlerine küfredildiðini ve onlar ile alay edildiðini iþittiðiniz zaman baþka lâkýrdýya dalacaklarýna        deðin onlarýn yanýnda oturmayýnýz. Þüphe yok ki siz de o zaman onlar gibi olmuþ olursunuz. Muhakkak ki, Allah Teâlâ münafýklarý ve kâfirleri  cehennemde toptan toplayýcýdýr.

140.   Bu âyeti kerime mukaddesata hakaret eden kimseler ile ayný mecliste olmaktan müslümanlarý sakýndýrmakta, öyle bir yakýnlýðýn neticedeki rezaletini ihtar buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ey sadýk müminler!. Ve ey kâfirler ile ayný mecliste olup onlarýn Ýslâmiyet aleyhindeki lâkýrdýlarýna iþtirak eden münafýklar!. Kâfirleri dost tutmayýnýz diye sizlere Cenâb-ý Hak emrediyor. (Ve muhakkak kitapta) Kur'an'ý Kerim'de, Mekke'i Mükerreme'de nazil olan sûre'i en'amda (sizin üzerinize) bir âyeti kerime (Indîrmiþtîr ki. Allah Teâlâ'nný âyetlerine) Kur'an'ý Kerim'e (küfredildiðini) onun bir ilâhî kitap olduðu inkâr olunduðunu (ve onlar ile) o Kur'an âyetleriyle (alay edildiðini iþittiðiniz zaman baþka lâkýrdýya) böyle mukaddesat aleyhinde olmayan sözlere (dalacaklarý) zamana (deðin onlarýn) o kâfirlerin, o alaycý herif lerin (yanýnda oturmayýnýz) onlardan yüz çeviriniz. O halde onlar ile dostlukta, onlarý aðýrlamaz ve ikramda bulunmanýz nasýl caiz olabilir?. (Þüphe yok ki) O kâfirce sözleri dinleyip durursanýz (siz de o zaman) öyle onlar ile oturup durduðunuz vakit (onlarýn) günahta, azabý hak etmede (benzeri olmuþ olursunuz) çünki onlarýn meclisini terkedebilecek durumda iken terketmediðinizden dolayý onlara katýlmýþ sayýlýrsýnýz, (muhakkak ki. Allah Teâlâ münafýklarý ve kâfirleri cehennemde toptan toplayýcýdýr.)     Çünki münafýklar da küfür hususunda diðer küfrünü açýklayan kâfirler gibi olduklarýndan hepsi de birden cehenneme atýlacaklardýr. Dünyada aynýdurumda       olduklarý gibi âhirette de cehennemde de ayný mecliste bulunacaklardýr. Ne feci bir beraberlik!.. Sûre'i enamdaki âyeti kerime = Ayetlerimiz hakkýnda ileri geri konuþmaya daldýklarýný gördüðün vakit, baþka bir söze geçinceye kadar, onlardan uzaklaþ. (En'am   6/68) Nazmý þerifidir.

Malûm olduðu üzere bir kimse bir küfre razý olursa kâfir olur. Ve bir kimse bir kötülüðün, gayrimeþru bir muamelenin iþlendiði yerde bulunur, onu iþleyenlere karýþýrsa günahta onlar ile beraber olur. Ýsterse kendisi o kötülüðü fiilen iþlemesin. Fakat onlarýn o kötü iþlerini kalben kýnadýðý halde bir korku, bir zaruret, bir tekýyye (sakýnma) sebebiyle onlar ile ayný mecliste olursa o zaman sorumlu olmaz. Bununla beraber öyle bir mecliste bulunan bir mü'min için eðer imkân varsa onlarýn gayrý meþru hareketlerini kýnamak, onlarý usulü dairesinde aydýnlatma ve irþad etmeye çalýþmak lâzýmdýr. Bu bir iyiliði emretme vazifesidir.


Ynt: Nisa Suresi By: hafizvuslat Date: 31 Ekim 2009, 20:28:21




141.  Onlar ki, sizi gözeli verirler, eðer sizin için Allah Teâlâ'dan bir zafer olursa biz de sizinle beraber deðilmiydik derler. Ve eðer kâfirler için bir pay olursa biz size galip gelmez miydik ve size mü'minlerin saldýrýsýný engeller olmadýk mý derler. Artýk Allah Teâlâ kýyamet gününde aranýzda hükmedecektir. Ve elbette Allah Teâlâ kâfirler için mü'minler aleyhine bir yol vermeyecektir.

141. Bu âyeti kerime de münafýklarýn þahsî menfaatleri için ne kadar dönek olduklarýný ve hakiki mü'minlerin kâfirlere karþý Allah'ýn korumasýnda bulunduklarýný þöylece bildirmektedir. (Onlar ki) o münafýklar ki, ey müslümanlar!, (sizi gözetiverirler) sizin iþlerinize, zafere nail olup olmayacaðýnýzý beklemede bulunurlar, (eðer size Allah Teâlâ'dan bir zafer olursa) bir fetih ve ganimet yüz gösterirse (biz de sizinle) dinde, cihadda (beraber deðil miydik?.) biz size yardýmcý bulunmuyor mu idik. Artýk bize de ganimetten hisse vermez misiniz?, (derler) kendilerini müslüman gösterirler, (ve eðer kâfirler için) savaþtan (bir nasib olursa) bir kazanç elde edebilirler  ise bu takdirde münafýklar, o kâfirlere hitaben (biz size galip gelmez miydik) biz sizin aleyhinize savaþa katýlsa idik sizi maðlûp, öldürülmüþ bir hâle getiremez mi idik, halbuki, öyle aleyhinize harekette bulunmadýk (ve size mü'minlerin saldýrýsýný) musallat olmasýný bir takým hilelere, aldatýcý sözlere tevessül ederek (engelleme) ile sizi himaye (eder olmadýk mý?, derler) o kâfirlere karþý böyle taraftar olduklarýný söyler, minnette bulunurlar, onlarýn elde edebildikleri þeylerden kendilerine de hisse ayýrmalarýný isterler. (Artýk Allah Teâlâ kâfirler için mü'minler aleyhine bir yol vermeyecektir) herhalde Ýslâmiyet ufuklara yayýlacaktýr. Herhalde Ýslâmiyet'in hak oluþu, yüceliði, binlerce deliller ile diðer dinler üzerine galip gelecektir. Bir hikmet ve imtihan yoluyla müslümanlar bazen dünyada maðlûb olsalar da bu geçicidir, kökünden yok etme þeklinde deðildir, Ýþin sonu veya uhrevî hayat itibariyle galibiyet, selâmet ve saadet müslümanlara mahsustur. Hakiki dinden mahrum olanlar ise iþin sonunda maðlûbiyete düþecek cehennemde ebediyen azap görüp duracaklardýr.

 

 

 

 

 

142. Þüphesiz münafýklar Allah Teâlâ'ya karþý hilede bulunmak is-terler. Halbuki olan tuzaða düþüren o'dur. Ve namaza kalktýklarý zaman tenbelcesine kalkarlar, insanlara gösteriþle bulunurlar ve Allah Teâlâ'yý pek az anarlar.

142.       Bu mübarek âyetlerde münafýklarýn pek cahilce, mütereddidce hallerini ve bedî mahrumiyete mâruz bulunacaklarýný bildirmektedir. Þöyle ki: (Þüphesiz münafýklar) Kendi bâtýl zanlarýna göre (Allah Teâlâ'ya karþý hilede) aldatmak hareketinde (bulunmak isterler) asýl gizledikleri kanaatlerinin zýddýný göstererek kendilerinden kâfirler hakkýnda icap eden öldürme ve kovma gibi dünyevî hükümleri uzaklaþtýrmak kasdýnda bulunurlar. Hâþâ Allah Teâlâyý onun Peygamberini aldatacaklarýný zannederler, (halbuki onlarý) O münafýklarý asýl (hüd'aya düþüren) onlarý o hüd'alarý yüzünden cezaya uðratacak olan (o'dur) O Yüce Yaratýcýdýr. Onlarýn o münafýkça hallerini Peygamberine haber veren, onlarý âleme rezil eden, onlarý âhirette ebediyen cezalandýracak olan o bilen ve hikmet sahibi olan mabuddur. Onlarýn öyle dünyada geçici olarak canlarý korunmuþ, mallarý korunmuþ olarak býrakýlmalarý haklarýnda asýl bir tuzaktýr ki, bu yüzden âhirette pek elim bir azaba uðrayacaklardýr, onlar ise bundan habersiz bulunmaktadýrlar, (ve) O münafýklar, mü'minler ile beraber namaza kalkdýklarý zaman tenbelcesine) aðýrlanarak, zoraki bir his ile (kalkarlar) ve onlar bu namazlarýyle (insanlara gösteriþte bulunurlar) tâki kendilerini mü'min sansýnlar, (ve Allah Teâlâ'yý pek az anarlar) pek az namaz kýlarlar insanlarýn olmadýðý yerde namazda, niyazda bulunmazlar. Ýþleri güçleri hep gösteriþten ibarettir.

 

 

 

 

 

143.  Onun arasýnda bocalayýp duruyorlar. Ne onlara nede bun-lara mensup, ve her kimi ki, Allah Teâlâ sapýtýrsa artýk ona elbette bir yol bulamazsýn.

143.    O münafýklar (onun) o imân ile küfrün veya mü'minler ile kâfirlerin (arasýnda bocalamaktadýrlar) þeytan onlarý þaþkýn bir hâle düþürmüþtür, (ne onlara) mü'minlere (ne de bunlara) kâfirlere (mensub) deðildirler. Öyle ikisi arasýnda bocalar, þaþkýn bir halde bulunmaktadýrlar, (ve her kimi ki) hidâyete, Allah'ýn muvaffakiyetine kabiliyetsizliðinden dolayý (Allah Teâlâ sapýtýrsa) dalâlete düþürürse (artýk ona elbette bir yol) kendisini hidâyete erdirecek bir yol (bulamazsýn.) Evet... Kendi fýtretini kötüye kullanýp da sýrf dünya varlýðý için münafýklýk yapan, bu sebeble hak ve sevaptan, hidayetten, Ýslâm nurundan mahrum kalan bir þahýs için bir yardým eden bulunamaz. Artýk böyle bir elem verici sonu düþünmeli!.

 

 

 

 

 

144.  Ey imân etmiþ olanlar!. Mü'minleri býrakýp da kâfirleri dostlar edinmeyiniz. Ýster misiniz ki, Allah için aleyhinize bir apaçýk hüc-cet edinçsiniz.

144.       Bu mübarek âyetler, müslümanlarý ikaz etmektedir, kendi kutsî dinlerine düþman olup bu yüzden ebedî olarak azap görecek olan kâfirleri münafýklarý dost tutmamalarýný kendilerine ihtar buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Ey imân etmiþ olanlar) Ey Ýslâmiyeti kabul etmiþ, Allah'ýn dinine samimî þekilde intisab þerefine nail olmuþ bulunanlar!, (mü'minleri) din kardeþlerini (býrakýp da) onlar ile muhabbet, sevgi, ve dayanýþmada bulunmayý? da münafýklar gibi (kâfirleri dostlar edinmeyiniz) onlar sizin asýl düsmanlarýnýzdýr. Onlara yönelmek münafýklara mahsus bir rezilliktir. Artýk onlarý tutup da din kardeþleriniz nasýl býrakabilirsiniz?, (ister misiniz ki) böyle kâfirlere dost olmak yüzünden (Allah T e âlâ için aleyhinize bir apaçýk delil edinçsiniz?.) sizin de münafýk kimseler olduðunuza dâir bir buhran, bir açýk delil meydana gelmesini arzu eylermisiniz? Böyle bir alçaklýða nasýl cür'et edebilirsiniz. O halde ye mü'minleri. Siz, münafýklar gibi harekette bulunmayýnýz.

145. Þüphe yok ki; münafýklar ateþin en aþaðý tabakasýn dadý rl ar. Ve elbette onlar için bir yardýmcý da bulamazsýn.

145.       (Þüphe yok ki, münafýklar ateþin) Cehennemin (en aþaðý) en derin bulunan (tabakasýndadýrlar) çünki münafýklar, kâfirlerin en kötüsü olduklarý için böyle bir azaba lâyýktýrlar. Onlar müslümanlar ile alay ederler, müslümanlarýn aleyhinde tuzaklar, hileler meydana getirirler, fýrsat buldukça Ýslâm düþmanlarýna katýlarak müslümanlarýn hayatýna suikasitte bulunurlar, (ve elbette onlar için) o münafýklar hakkýnda (bir yardýmcý da bulamazsýn) ki, Allah'ýn azabýna mâni olarak, onlarý cehennemden çýkarmaya yardým ediversin. Binaenaleyh öyle münafýkça hareketlerden son derece sakýnmalýdýr.

 

 

 

 

 

146.     Ancak o kimseler ki tövbe ettiler, ve hallerini Ýslahta bulun-dular ve Allah Teâlâ'ya iltica ediverdiler, ve dinlerini Allah Teâlâ için halisane kýldýlar onlar müstesna. Ýste onlar mü'minler ile be-raberdirler. Mü'minlere ise Allah Teâlâ elbette pek büyük mükâfat verecektir.

146.   Bu mübarek âyetler de, gerçekten tövbe ve istiðfar eden, Cenab'ý Hakka sýðýnan, samimi olarak dindar olmaya baþlayan kimselerin de diðer mü'minler gibi uhrevî mükâfata nail, Allah'ýn azabýndan emin olacaklarýný söyle müjdelemektedir. (Ancak o kimseler ki) Nifaktan dönüp (tövbe ettiler ve) nifak zamanýnda iken bozmuþ olduklarý (hallerini ýslâhta bulundular ve Allah Teâlâ'ya iltica) edip onun rýzasýný taleb ve Ýslâm dinine tutunup iltica (ediverdiler ve dinlerini) gösteriþten beri (Allah için halisane kýldýlar) ibadet ve itaatlariyle ancak Allah rýzasýný istediler, iste (onlar) öyle hallerini, hayatlarýný ýslah ve tanzim eden, tövbe ve istiðfar eden kimseler (müstesna) artýk onlar münafýklýktan kurtulmuþtur. Artýk (onlar) cennette (mü'minler ile beraberdirler) onlar da diðer mü'minler gibi mükâfata nail olacaklardýr, (mü'minlere ise Allah Teâlâ elbette pek büyük mükâfat verecektir) onlar da bu mükâfata iþtirak edeceklerdir. Günahýndan tövbe eden kimse o günahý hiç islememiþ kimse gibidir.

 

 

 

 

 

147.  Eðer þükreder ve imân etmiþ olursanýz. Allah size ne diye azap etsin? Allah sükredenlerin mükafatlarýný verir, yaptýklarýný bilir.

147. Ey Allah Teâlâ'nýn kullarý!. (Eðer) nail olduðunuz nimetelre (þükreder) ve Allah Teâlâ'ya gerektiði gibi (imân etmiþ olursanýz) artýk Cenâb-ý Hak size azap eder mi?. Hak Teâlâ, kendinden hiçbirseye muhtaç deðildir. Menfaatleri saðlamak ve zararlarý defetmek ihtiyacýndan uzaktýr. Kullarýný bir takým mükâfat ve cezaya tâbi tutmuþ olmasý, bir hikmet ve menfaate dayanmaktadýr, onlarý güzel amelleri ifaya, çirkin hareketlerden sakýnmaya sevk içindir, âlemin nizamýný düzenli bir halde devam ettirmek içindir. Binaenaleyh Ey Allah Teâlâ'nýn kullarý!. Siz güzel amelleri yapýp çirkin þeylerden sakýnýnca o Yüce Yaratýcý sizlere azap etmez!.. (Allah size ne diye azap etsin) siz öyle durumunu ýslah etmiþ kimseler olduktan sonra size azap etmek o Yüce Yaratýcýnýn þefkat ve keremine lâyýk olmaz. (Halbuki, Allah Teâlâ sâkirdir),  kullarýnýn güzel amelleri az da olsa yine onlara kat kat sevap verir ve (bilendir) bütün olaylarý tam manâsýyla bilir, bu cümleden olmak üzere sizin imanýnýzý da bilir, ondan dolayý size mükâfat verir ve sizi mükâfat sýz býrakmasý asla düþünülemez.

 

 

 

148. Allah Teâlâ (irkin lâkýrdýnýn açýklanmasýný sevmez, zulmedilmiþ olan baþka. Ve Allah Teâlâ hakkiyle iþiticidir, bilicidir.

148.       Bu mübarek âyetler, zâlim, münafýk olmayan kimselerden insanlýk icâbý vuku bulacak kusurlarýn teþhir edilmemesini ihtar ve gizli, açýkça yapýlacak hayýrlarýn, aflarýn mükâfat vesilesi olacaðýný müjdelemektedir. Þöyle ki: (Allah Teâlâ çirkin lâkýrdýnýn) çirkin, kötü her hangi bir sözün (açýklanmasýný) yerme ve kýnamayý gerektiren lâkýrdýlarýn söylenmesini, teþhir edilmesini (sevmez) belki ondan dolayý söyleyip durana ceza verir. Þu kadar var ki (zulmedilmiþ olan baþka) mazlum bundan müstesnadýr. O gördüðü zulmü söyleyebilir ve zalime karþý bedduada bulunabilir, Binaenaleyh Ýslâm milleti aleyhine harekette bulunan, Ýslâm cemiyetine zarar veren münafýk tabiatlý kimselerin de bu düþmanca hareketlerini teþhir ederek onlarýn zararlarýndan ehli Ýslâm'ýn uyanmasýna, korunmasýna çalýþmak caiz bulunmuþtur. Bunun içindir ki, Kur'an-ý Kerim'de münafýklarýn o kötü durumlarý teþhir edilmektedir. (Ve Allah Teâlâ hakkiyle iþiticidir) Her söylenen sözü tamamen iþitir, mazlumun duasýný, halinden þikayetini de iþitir ve (bilicidir.) her yapýlan þeyi hakkiyle bilir, zalimin, mazlumun halleri de bu cümledendir. Artýk bunu düþünüp de gayri meþru, zalimce hareketlerden sakýnmalýdýr.

 

 

 

 

149.  Bir hayrý açýklarsanýz veya gizlerseniz veya bir kötülüðü affederseniz þüphe yok ki, Allah Teâlâ affedici ve çok kudretlidir.

149.  Ýyi iþlerden her hangi (Bir hayrý açýklarsanýz) gösterip açýkça yaparsanýz (veya) o hayrý (gizlerseniz) gizlice yaparsanýz, gösteriþten kaçarsanýz (veya bir kötülüðü) mâruz kaldýðýnýz bir hakareti, bir zalimce muameleyi (affeder) de intikama kalkýþmaz (sanýz) makbul, övülmüþ, onurlu bir harekette bulunmuþ olursunuz, (þüphe yok ki. Allah Teâlâ affedici) dir. Nice âsi kullarý af buyurmaktadýr, ve (çok kuvvetlidir.) intikama kadir olduðu halde intikam almayýp af buyurmaktadýr. Ne yüce bir alýnacak, örnek!. Artýk biz kullarýn da affedici olarak öyle güzel ahlâk ile vasýflanmamýz daha iyi olmaz mý?.

 

 

 

 

 

150.  Muhakkak o kimseler ki, Allah Teâlâ'yý ve onun peygamber-1 erin i inkâr ederler ve Allah Teâlâ ile Peygamberlerinin arasýný ayýrmak isterler ve bazýsýna imân eder ve bazýsýný inkâr eyleriz derler, ve bunun arasýnda bir yol tutmak isterler.


150. Bu mübarek âyetler, kimlerin tam kâfir olup ebedî azaba çarpýlmýþ olacaklarýný, ve kimlerin de gerçek mü'min olup mükâfata nail bulunacaklarýný beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Muhakkak o kimseler ki) o yanlýþ inançlý þahýslar ki (Allah Teâlâ'yý ve onun peygamberlerini inkâr ederler) gittikleri yol kendileri için böyle bir küfrü gerektirir, isterse bunu açýkça söylemesinler, (ve) çünki onlar (Allah Teâlâ ile Peygamberlerinin arasýný ayýrmak isterler) güya Allah Teâlâya imân etmek isterler, halbuki Peygamberlerini inkâr etmekle Cenab'ý Hak'ki da inkâr etmiþ olurlar da bundan haberleri olmaz. Çünki Cenab'ý Hak'kýn Peygamberler hakkýndaki ilâhî beyanlarý ve o Peygamberlerin göstermeye muvaffak olduktan mucizeleri inkâr etmekle Yüce Allah'ý da inkâr etmiþ bulunurlar, (ve) Maamafih bunlar bütün Peygamberleri inkâr ettiklerini açýklamazlar da biz (bazýsýna imân eder, ve bazýsýný inkâr eyleriz derler) meselâ: Hz. Musa'ya, Hz. Üzeyr'e imân eder de Hz. Ýsa'ya, Hz. Muhammed'e -Aleyhimüsselâm- imân etmezler. Böyle bir inanç ise Allah Teâlâ'yý da inkârdan baþka bir þey deðildir. Kýsaca bütün Peygamberler, son peygamber efendimizin risâletini ümmetlerine haber vermiþlerdir. Þimdi bu risaleti inkâr edenler, bütün Peygamberleri de inkâr etmiþ olmazlar mý?, (ve bunun arasýnda) böyle imân ile küfür arasýnda (bir yol tutmak isterler) halbuki bunlarýn arasýnda baþka vasýta bulunamaz. Çünki hak farklýlýk kabul etmez.

 

 

 

 

151. Ýþte gerçekten kâfir olanlar onlardýr. Biz de kâfirler için al-çaltýcý olan bir azab hazýrlamýþýzdýr.

151.     Böyle imâna aykýrý bir kanaatta bulunalar yok mu (Ýþte tam m an âsiyi e kâfir olanlar onlardýr) artýk o kâfirler lâyýk olduklarý cezaya hazýrlansýnlar. Çünki (bîz de) ben Yüce Yaratýcý da (kâfirler için alçaltýcý olan) onlarý tam bir zilletle cezalandýracak bulunan (bir azab) bir cehennem ateþi (hazýrlamýþýzdýr) vakti gelince o azaba ebedî olarak mâruz kalacaklardýr. Bütün bu felâket, onlarýn imândan mahrum olmalarýnýn bir cezasýdýr.

§ Rivayete göre bu mübarek âyetler, Yahudiler hakkýnda nazil olmuþtur. Çünki onlar Hz. Musa ile Tevrat'a ve Hz. Üzeyr'e imân ettikleri halde Hz. Isa ile Ýncil'e ve son peygamber ile Kur'an'ý Kerim'e imân etmezler. Binaenaleyh bunlar din bakýmýndan bütün Peygamberler ile semavî kitaplarý ve bunun gereði olarak da Cenab'ý Hak'ki inkâr etmiþlerdir.

 

 

 

 

 

152.      Ve o kimseler ki, Allah Teâlâ'ya ve peygamberlerine imân etmiþlerdir ve onlardan hiçbirinin arasýný ayýrmamýþlardýr. Ýþte onlara da mükafatlarýný elbette verecektir. Ve Allah Teâlâ baðýþlayandýr, merhamet edendir.

152.     (Ve o kimseler ki) O kâfirlere muhalif olarak (Allah Teâlâ'ya) da ve onun bütün Peygamberlerine de (imân etmiþlerdir) hiçbirinin peygamberlik ve risâletini inkâr etmemiþlerdir, (ve onlarda hiçbirinin arasýný ayýrmamýþlardýr) hepsini tasdik etmiþ ve yüce tutmuþlardýr (iþte onlara da) böyle yüce, temiz bir itikatta bulunan müslümanlara da vadedilmiþ olan (mükafatlarýný) Cenab'ý Hak (elbette verecektir) onlarý bu güzel inançlarýnýn meyvelerine mutlaka kavuþturacaktýr, (ve Allah Teâlâ baðýþlayýcýdýr.) Böyle mü'min kullarýndan insanlýk icâbý meydana gelen bazý kusurlarý affeder ve örter ve (esirgeyicidir) onlara daima merhamet buyurur, onlarýn güzel amellerinin sevabýný kat kat verir, kendilerini cennetlerine nail kýlar. Ne muazzam bir ilâhî þefkat!..

 

 

 

 

 

153.       Ehli kitab, üzerlerine bir kitap indirmeni senden isterler. Muhakkak onlar bundan daha büyüðünü Musa'dan istemiþler de bize Allah'ý apaçýk göster demiþlerdi. Artýk zulümlarý sebebiyle kendilerini yýldýrým çarptý. Kendilerine apaçýk mucizeler geldikten sonra da buzaðýyý -mabut- edindiler. Nihayet bundan affettik ve Musa'ya apaçýk bir saltanat verdik.

153. Bu mübarek âyetler, Yahudilerin Rasülü Ekrem Efendimizden ve evvelce de Hz. Musa'dan ne kadar inkarcý ve sýnýr tanýmaz bir þekilde isteklerde bulunduklarýný ve bu yüzden karþýlaþtýklarý felâketleri bildiriyor. Hz. Musa'nýn nail olduðu güç ve kuvveti ve Yahudilerin vaktiyle ne gibi vazifeler ile görevli bulunmuþ olduklarýný da gösteriyor. Þöyle ki: Habibim!, (ehli kitap) Yahudi âlimleri (üzerlerine) gökten (bir kitap indirmeni senden isterler) Hz. Musa'ya nazil olan kitap gibi sana da hepsi birden bir kitabýn indirilmesini teklif ederler veyahut levhi mahfuz üzerine semavî bir yazý ile yazýlmýþ bir kitabýn inmesini isterler. Onlarýn iyi niyetine dayanmayan bu sualinden dolayý üzülme, çünki (muhakkak onlar) o Yahudilerin ecdat ve soylarý (bundan daha büyüðünü Musa'dan istemiþler de bize Allah'ý) açýkça (apaçýk göster demiþlerdi) onlarýn reislerinden bulunan yetmiþ kiþi böyle sýnýr tanýmazca bir istekte bulunmuþlardý. Þimdiki Yahudiler de onlarýn yolu ve tabiatý üzere bulunduklarýndan sen bunlarýn böyle taleblerine ehemmiyet verme. Bunlar böyle bir suali iyi niyetle sormuþ deðildirler. Maksatlarý inkârdýr. Yoksa Cenâb-ý Hak dilerse ilâhî kitabýný birden de indirebilir. (Artýk) o görmek talebinde bulunanlarý (zülumlarý sebebiyle) inatlarý ve kendi hallerine göre meydana gelmesi imkânsýz olan bir yüce     tecelliyi taleb eylemeleri yüzünden (kendilerini yýldýrým çarptý) gök tarafýndan gelen bir ateþin çarpmasýyla helak oldular. Sonra Hz. Musa'nýn temennisiyle affa uðrayýp bir büyük mucize eseri olarak yeniden hayat buldular, (kendilerine) Cenâb-ý Hak'kýn birliðine, peygamberlik ve ri s âl et in hak olduðuna dâir (apaçýk mucizeler geldikten sonra da) Meselâ: Hz. Musa'nýn Firavne karþý gösterdiði asasý, beyaz eli gibi, denizin yarýlmasý gibi hârikalar vücude geldiði halde (buzaðýyý -mabut-edindiler) Hz. Musa'nýn bir müddet yokluðundan istifâde ederek Samirî adýndaki bir lânetlinin sözüne kapýlarak buzaðýya taptýlar, Hz. Harun'un sözlerini dinlemediler, (nihayet) onlarý bu büyük cinayetten de (affettik) onlarý, köklerini kesmek suretiyle, mahv ve helak etmedik, (ve Musa'ya pek açýk bir saltanat) bir açýk delil, bir burhan, bir büyüklük ve galibiyet (verdik) öyle ki, o buzaðýya tapanlara tövbekar olabilmeleri için kendilerini öldürmelerini emretmiþ, onlar da o isyanlarýndan kurtulmak için bu emre uymuþlardýr.

 

 

 

 

 

 

154. Ve ahidlerine riâyet etmeleri için üstlerine Turu kaldýrdýk ve onlara secde eder olduðunuz halde o kapýdan girin dedik ve onlara Cumartesi günü haddi tecavüz etmeyin dedik ve onlardan aðýr bir ah i d aldýk.

154.        (Ve) O Ýsrail oðullarý, Hz. Musa ile yapmýþ olduklarý (ahd) ve misak darýna riâyet) Musa'nýn þeriatýna uymaya devam (etmeleri için) korkup bunlarý bozmamalarý için (üstlerine Turu) o büyük daðý bir harika olmak üzere (kaldýrdýk) baþlarý üstünde bir müddet aþýlmýþ bir halde bulundurduk, (ve) Davûd Aleyhisselâm lisaniyle (onlara secde eder olduðunuz halde) saygýlýca bir eðiliþ ile (o kapýdan) Beyti mukaddesin bir kapýsýndan içeriye (girin dedik) böyle bir vaziyette bulunmalarýný emrettik (ve     onlara cumartesi haddi aþmayýn) o günde yapýlmasýna müsaade edilmiþ olan þeylerin dýþýndakileri yapmayýn, meselâ: O gün balýk avlamayýn, ticaretle ve diðeriþlerle      meþgul olmayýn, size rýzil; veren ancak Cenâb-ý Hak'týr (dedik ve onlardan aðýr) kuvvetli (bir söz aldýk.) onlar"         = iþittik, itaat ettik dediler, ahkamý dîniyelerine muhalefet etmeyeceklerine dâir söz verdi ve yemin ettiler. Bu sözü Cenâb-ý Hak, onlardan Tevrat'ta almýþtýr. Ne yazýk ki onlar daha sonra bu %'^zt riayetkar olmamýþlardýr.

§ Bakara süre'i celilesindeki 51, 52, 53, 64, 65 inci âyetlerin tefsirine de müracaat ediniz!.

 

 

 

 

155.       Artýk onlarýn yeminlerini bozmalarý ve Allah Teâlâ'nýn âyet-lerini inkâr eylemeleri ve Peygamberleri haksýz yere öldürmeleri ve bizim kalblerimiz perdelidir demeleri sebebiyle -lanete uðramýþlardýr- Hayýr Allah Teâlâ onlarýn kalblerini küfürleri sebebiyle mühürlemiþtir. Binaenaleyh pek azý müstesna olmak üzere onlar imân etmezler.

155. Bu mübarek âyetler, Yahudilerin yüce peygamberlere olan suikastlerini ve bu yüzden uðradýklarý cezalarý ve onlarýn bu suikasdinden Hz. Ýsa'nýn kurtularak göðe kaldýrýlmýþ bulunduðunu beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Artýk onlar) o Yahudi taifesi, vaktiyle yapmýþ olduklarý (ahýtlerini) kabul etmiþ olduklarý yemini (bozmalarý) ona muhalif harekette bulunmalarý (ve Allah Teâlâ'nýn âyetlerini) Kur'an-ý Kerim'i ve kendi kitaplarýndaki beyanlarý (inkâr eylemeleri ve) masum olan her türlü kötülüklerden uzak bulunan (Peygamberleri haksýz yere öldürmeleri) sebebiyle (ve bizim kalblerimiz perdelidir) Hz. Muhammed'in tebligatý bizim kalblerimize giremez ve yahut bizim kalblerimiz ilimlerle dolmuþtur, baþkalarýnýn beyanlarýný dinlemeðe, kabul etmeye ihtiyacý yoktur, (demeleri sebebiyle) lanete uðramýþlardýr, (hayýr)      öyle dedikleri gibi deðil (Allah Teâlâ onlarýn kalblerini küfürleri sebebiyle mühürlemiþtir.) onlarýn kalbleri tabiat, yaratýlýþ itibariyle, Ýlim ve irfan ile dolu olmak suretiyle öyle perdeli, baþka beyanatý kabule ihtiyatsýz deðildir, bilakis kendi küfürleri, kötü inançlarý, cahilce hareketleri yüzünden öyle bir vaziyete düþmüþtür, (binaenaleyh) Abdullah Ýbni Selâm ve arkadaþlarý gibi (pek azý müstesna olmak üzere onlar imân etmezler) yahut onlarýn az þeye imanlarý müstesna olmak üzere bütün imân edilmesi icâbeden þeylere inanarak hakikî mü'min olmazlar.

 

 

 

 

 

156. Ve küfürleri sebebiyle ve Meryem hakkýnda pek büyük bir if-tirada bulunmalarý sebebiyle -lanete uðramýþlardýr-.

156.  (Ve) O dinsizler Hz. Ýsa gibi bir Yüce peygamber'e (inkârlarý) onun peygamberliðini, hayatýnýn temizliðini inkârlarý (sebebiyle ve) Hz. (Meryem hakkýnda pek büyük bir iftirada bulunmalarý) öyle elinde meydana gelen birçok kerametleriyle iffet ve yüceliði sabit olan temiz bir anneye iftira etmeye cüretleri (sebebiyle) lanete mâruz kalmýþlardýr.

 

 

 

 

 

157.     Ve muhakkak biz Meryem'in oðlu Allah'ýn Peygamberi Ýsa'yý öldürdük demeleri sebebiyle -lanete hedef olmuþlardýr-. Halbuki, onu ne öldürdüler ve ne de asýverdiler. Fakat onlar için bir ben-zetilmiþ oldu. Ve þüphe yok ki, onda ihtilâf edenler, ondan dolayý þek içindedirler. Onlar için buna dâir zanna uymaktan baþka bir bilgi yoktur ve onu hakikaten öldürmüþ deðildirler.


157.  (Ve muhakkak biz Meryem'in oðlu. Allah'ýn Peygamberi Ýsa'yý öldürdük demeleri sebebiyle) de lanete hedef olmuþlardýr, (halbuki onu) hakikaten Allah'ýn bir resuli olan Hz. Ýsa'yý (ne öldürdüler, ve ne de asýverdiler) bu iddialarý tamamen gerçek dýþýdýr, (fakat onlar için) Hz. Ýsa'yý öldürmeðe cür'et gösterenler için (bir benzedilmiþ oldu) bir rivayete göre Hz. Ýsa aleyhinde münafýklýkta bulunan bir þahýs, Hz. Ýsa'yý bulup katillere teslim etmek için Hz. Ýsa'nýn evine gitmiþ, Ýsa Aleyhisselâm ise Allah'ýn kudreti ile göðe kaldýrýlmýþ, bu münafýkta Hz. Ýsa'ya benzeyiþ çehresi meydana gelmiþ, katiller de bunu yakalayarak Hz. Ýsa sanarak asmýþlardýr. Diðer bir görüþe göre de Yahudiler su'î kasitte bulunmak isterken Hz. Ýsa'nýn göðe kaldýrýldýðýný görmüþler. Yahut reisleri bu yüzden halk arasýnda bir fitne meydana geleceðinden korkmuþlar, bir þahsý yakalayýp asmýþlar, insanlara karþý bu asýlanýn Hz. Ýsa olduðunu iddia eylemiþlerdir. (Ve þüphe yok ki onda ihtilâf edenler) Hz. Ýsa'nýn durumunda, öldürülmüþ olup olmamasýnda, asýlan þahsýn Hz. Ýsa olduðunda tereddüde düþtüler, (ondan dolayý þek içindedirler) bunu kat'î surette bilemiyorlar, (onlar için) böyle þek içinde bulunanlar için (buna) bu öldürmeye (dâir zanna uymaktan baþka bir bilgi yoktur) onlar kendi kuruntularýna tâbi olurlar, (ve onu) Ýsa Aleyhisselâm'ý (hakikaten katletmiþ deðildirler) Cenab'ý Hak onu korumuþ, bir harika olarak semâya kaldýrmýþtýr. Hattâ bu öldürme iddiasýnda bulunanlarda kuþkuludurlar. Öldürme olayýnýn meydana gelmesine kesin olarak inanmamaktadýrlar. Binaenaleyh öyle zan ve tahminin bir kýymeti yoktur. Gerçek durumu Cenâb-ý Hak, Kur'an-ý Kerim'inde açýkça beyan buyuruyor ki, o mübarek Peygamberini ilâhî kudretiyle di'ri olarak semaya kaldýrmýþtýr. Ýlâhî kudretinin büyüklüðüne ve kâinatta meydana gelen milyonlarca yaratýlýþ harikasýna uyanýk bir göz ile bakanlara göre bir Yüce Peygamberin böyle ruhen ve cismen en yüksek makamlara yükseltilmesini uzak görmeye, tevile asla yer yoktur. Allah Teâlâ her þeye fazlasýyla kadirdir, buna inanmýþýzdýr!..

 

 

 

 

 

158.  Hayýr, Allah Teâlâ onu kendisine yükseltmiþtir. Ve Allah Teâlâ güçlüdür, hikmet sahibidir.


158. (Hayýr) öyle inkarcýlarýn, kuþkucularýn dedikleri gibi deðil (Allah Teâlâ onu) o mübarek Peygamberini (kendisine) kendisinin manevî huzuruna, yüce, mukaddes bir makama, yüce bir semâya (yükseltmiþtir.) Bunu kimse inkâr edemez, Cenab'ý Hak her þeye kadirdir. (Ve Allah Teâlâ güçlüdür) Mülkünde dilediði gibi tasarrufuna kimse mâni olamaz ve bir (hikmet sahibidir.) mülkünde her tasarrufu sýrf hikmettir. Kimse onun zýddýný ifa ve iddia edemez. Binaenaleyh Hz. Ýsa'yý göðe kaldýrmasý da o Yüce Yaratýcýnýn kudret ve hikmetine bakýmýndan asla inkâr edilemez.

 

 

 

 

 

 

159. Ve ehli kitaptan hiçbir fert yoktur ki illâ ölümünden evvel elbette ona imân edecektir. Ve kýyamet gününde onlarýn aleyhine bir þahit olacaktýr.

159.  Bu mübarek âyetler, ehli kitabýn Hz. I s aya karþý vaziyetlerini ve Yahudilerin yapmýþ olduklarý zulümleri, yasaklanmýþ fiilleri bildiriyor ve bu yüzden uðradýklarý ve uðrayacaklarý cezalarý, kötü sonu ihtar ediyor. Þöyle ki: (Ve ehli kitabtan) Yahudiler ile Hýristiyanlardan »hiçbir fert yoktur ki, illâ ölümünden evvel) can çekiþme halinde, ruhu henüz kendisinden ayrýlmadan (elbette) o fert, her nç vaziyette bulunursa bulunsun, gerek denize düþüp boðulsun, gerek hayvanlar tarafýndan parçalansýn, ve gerek ateþe düþüp yansýn, daha teslimi ruh etmeden (ona) Hz. Ýsa'ya, onun peygamberliðine, onun Allah'ýn oðlu olmadýðýna (imân edecektir) fakat bu bir ümitsizlik imâný kabilinden olduðu için makbul deðildir. Diðer bir yoruma göre de bütün ehli kitap, Hz. Ýsa'ya onun vefatýndan evvel, yeryüzüne indiði zaman imân edeceklerdir. O zaman bütün insanlar Ýslâmiyet'e kavuþacaklar, bir Ýslâm milleti halinde bulunacaklardýr. O vakit Cenab'ý Hak, deccalý helak edecek, yeryüzünde bir emniyet, bir asayiþ ceryana baþlayacak hayvanlar bile birbiriyle hoþça geçineceklerdir. Hz. Isa, kýrk sene yeryüzünde kalacak, sonra vefat edip namazýný müslümanlar kýlarak kendisini defn edeceklerdir, (ve) Isa Aleyhisselâm (kýyamet gününde onlarýn) ehli kitabýn (aleyhine bir þahit olacaktýr) kendisi peygamberliðini teblið, kulluðunu itiraf etmiþ olduðu halde Yahudilerin kendisini yalanlamýþ olduklarýný, Hýristiyanlarýn da kendisine Allah'ýn oðlu demiþ bulunduklarýný söyleyerek onlarýn bu kâfirce, müþrikçe iddialarý aleyhinde þahitlikte bulunacaktýr.

 

 

 

 

 

 

160.      Artýk Yahudilerden bir zulüm sebebiyle ve birçoklarýný Allah Teâlâ'nýn yolundan alý komalarý sebebiyle onlara helâl kýlýnmýþ olan temiz þeyleri üzerlerine haram kýldýk.


160.     (Artýk Yahudilerden) meydana gelen mühim (bir zulüm) dine aykýrý bir hareket (sebebiyle) onlarýn yeminlerini bozmalarý, Allah'ýn âyetlerini inkâr eylemeleri, Hz. Meryeme iftirada bulunmalarý gibi pek zalimce hareketlerinden dolayý (ve) insanlardan (birçoklarýný Allah Teâlâ'nýn yolundan engellemeleri sebebiyle) veyahut bir engellemeye çok çalýþmalarý yüzünden (onlara) vaktiyle (helâl kýlýnmýþ olan temiz þeyleri) meselâ: Evvelce Tevrat'ta helâl gösterilmiþ olan þeyleri daha sonra bir dünyevî ceza olmak üzere (üzerlerine haram kýldýk) týrnaklý hayvanlarýn haram kýlýnmasý da bu cümledendir.

 

 

Ynt: Nisa Suresi By: hafizvuslat Date: 31 Ekim 2009, 20:34:07




161.    Ve faizi, ondan nehy edilmiþ olduklarý halde, alývermeleri se-bebiyle ve insanlarýn mallarýný, haksýz yere yemeleri sebebiyle. Ve onlardan kâfir olanlara elim bir azab hazýrladýk.

161. (Ve ribayý) faizi ve diðer faiz muamelelerini (ondan yasaklanmýþ olduklarý halde alývermeleri sebebiyle) o mahrumiyete düþmüþlerdir (ve insanlarýn mallarýný haksýz yere) meselâ: Rüþvet yoluyla gerçeðe aykýrý þahitlik yoliyle ve diðer haram olan yollardan biriyle alýp (yemeleri sebebiyle) onlara bir ceza olarak evvelce helâl olan bir takým temiz þeyleri haram klýdýk, (ve onlardan kâfir olanlara) küfürlerinde Ýsrar edip tövbe ve istiðfar etmeyenlere (acýklý bir azab hazýrladýk) dünyada temiz þeylerin helâl olmasýndan mahrum kaldýklarý gibi âhirette de cehennem azabýna mâruz kalacaklardýr. Artýk devam eden bir küfür ve sapýklýðýn neticesi bundan baþka deðildir.

 

 

 

 

 

162. Fakat onlardan ilimde mütehassýs olanlar ve mü'min olanlar sana indirilmiþ, olana ve senden evvel indirilmiþ olana inanýrlar, ve namazý dosdoðru kýlanlar ve zekâtý verenler, ve Allah Teâlâ'ya ve âhiret gününe imân edenler, var ya iþte onlara elbette büyük bir mükâfat vereceðizdir.

162.     Bu âyeti kerime doðru ve kesin bir ilme sahip olan, bütün dinî esaslarý imân edip dinî vazifelerini ifa eden bütün mü'minlerin pek büyük, müstesna bir mükâfata nail olacaklarýný müjdeliyor. Þöyle ki: (Fakat onlardan) ehli kitaptan Abdullah Ibni Selâm ve arkadaþlarý gibi (ilimde mütehassýs olanlar) din ilminde yetki, yetenek sahibi bulunanlar (ve) mutlak olarak, muhacirini kiram ve ensarý kiram gibi (mü'min olanlar) Habibim!, (sana indirilmiþ olana) Kur'an-ý Kerim'e (ve senden evvel) diðer Peygamberlere (indirilmiþ olana) Tevrat, Ýncil gibi semavî kitaplardan herbirine (inanýrlar) bunlarýn birer ilâhî kitap olduðunu tasdik ederler, (ve) özellikle en mühim bir dinî vazife olan (namazlarýný dosdoðru) bütüm erkân ve þartlarýna riâyet etmek suretiyle (kýlanlar ve) mükellef olduklarý (zekâtý verenler ve Allah Teâlâ'ya) onun varlýðýna, birliðine, yaratýcýlýk ve i I âh lýðýna (ve âhiret gününe) bir yevmi kýyametin zuhura geleceðine ve onun bir ebedî mükâfat ve ceza âlemi olduðuna (inananlar) var ya (iþte) onlar yukarýda azaba uðrayacaklarý bildirilen ehli inkârdan müstesnadýrlar, (onlara elbette büyük bir mükâfat vereceðizdir.) Onlar o güzel itikatlarýnýn, amellerinin mükafatlarýný fazlasýyla göreceklerdir. Onlar cennetlere nail. Allah'ýn cemâlini görme saadetine kavuþacaklardýr. Ne muazzam, ebedî bir mükâfat...

 

 

 

 

 

163.   Muhakkak biz sana vahy ettik, Nuh'a ve ondan sonraki Peygamberlere vahy ettiðimiz gibi ve Ýbrahim'e, Ýsmail'e, Ishak'a, Yakub'a, Es bat'a, Ýsa'ya, Eyüb'e, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahy eylediðimiz gibi ve Davud'a Zebur'u verdiðimiz gibi.

163. Bu mübarek âyetler, son peygamber efendimizin insanlýða peygamber gönderilmesi ve ona Kur'an'ý Kerim'in inmesi, diðer peygamberlerin gönderilmeleri ve kendilerine ilâhî vahyin gelmesi gibi olduðundan drtýk onun peygamberliðini inkâra ve kendisine bir kitabýn birden inmesini istemeye mahal bulunmadýðýný ihtar mahiyetinde bulunmuþtur. Þöyle ki: Resulüm Ya Muhammedi. Aleyhisselâm (muhakkak biz sana vahy ettik) Ýslâm'ýn hükümlerini Cibrili Emin vasýtasýyle teblið eyledik, insanlýðýn ikinci babasý sayýlan (Nuh'a ve ondan sonraki Peygambere vahy ettiðimiz gibi) bu vahy hususunda seninle senden evvelki Peygamberlerin durumu, vaziyeti eþittir. Bu cümleden olarak (Ýbrahim'e, Ýsmail'e, Ishak'a, Yakub'a, Esbat'a) Hz. Yakub'un Hz. Yusuf gibi evlât ve torunlarýna (Ýsa'ya, Eyüb'e, Yunus'a, Harun'a, ve Süleyman'a vahy eylediðimiz gibi) artýk ehli kitap, bunlardan ne için habersiz bulunuyorlar, ne için senin baþka türlü vahye mazhar olmaný istiyorlar?. Onlarýn baþka türlü vahy, baþka türlü kitab inmesini istemeye ne selâhiyetleri vardýr?, (ve Davud'a Zebur'u verdiðimiz gibi) sana da o þekilde Kur'an'ý Kerim'i âyet âyet, süre süre indirdik, artýk Kur'an'in baþka türlü verilmesini, birden inmesini neden istiyorlar. Cenab'ý Hak, ilâhî kitabýný dilediði þekilde indirir. Buna kimse karýþamaz.

§ Zebur; yüz elli sureden meydana gelen övgü ve saygý, va'z ve nasihati kapsayan ilâhî bir kitaptýr.

§ Vahy; Lügatte kelâm, göndermek, iþaret, ilham, bir þeyi gizlice bildirmek mânâlarýnda kullanýlmýþtýr. Böyle hafiyyen bir þeyi bildirmeðe "iyha" denir. Þeriat dilinde vahy, Cenâb-ý Hak'kýn dilediði þeyleri Peygamberlerine birer yol ile bildirmesi ve anlatmasý ve öðretmesi demektir. Vahy'in þöyle muhtelif yollarý, mertebeleri vardýr.

(1)  Doðru rüya yoludur ki, ilâhî vahy, peygamberin gönderiliþinin baþlangýcýnda çoðunlukla doðru rüya ile zuhur eder. Tâki alýþýklýk meydana gelsin.

(2)  Ýlham yoludur ki, Cenab'ý Hak dilediði þeyleri Yüce peygamberlerin kalblerine uyanýk bir halde iken vasýtasýz olarak ilka ve ilham buyurur.

(3)  Hitap yoludur ki, Hak Teâlâ Hazretleri dilediði Peygamberine dilediði hükümleri melek vasýtasýyle olmaksýzýn ilham eder ve anlatýr. Hz. Musa'ya Tevrat levhalarý bu þekilde nazil olmuþtur. Ve o Yüce Peygamber'e Tur daðýnda ilâhî emirlerini vasýtasýz olarak bir hitab þeklinde teblið buyurmuþtur.

(4)    Melek göndermek yoludur ki. Yüce Allah dilediði peygamberine dilediði þeyleri melek vasýtasýyla teblið ve ilham buyurur. Cibril Emin'in vakit vakit gelip Kur'an âyetlerini Rasûlü Ekrem Efendimize teblið buyurmuþ olduðu gibi.

Ýnsanlara gizlice telkin edilen yakýþýksýz sözlere, bozguncu, þeytanî vesveselere de lügat mânâsý itibariyle "vahy" denilmiþtir.

§ Ýlham tabiri de lügatte: Haber vermek, anlatmak feyiz yoluyla kalbe düþen malûmat demektir. Vahy tabiri, ilhamdan daha kapsamlýdýr. Çünkü vahy, ilham yoluyla olduðu gibi, diðer yollar ile de olabilir. Maamafih bir diðer bakýmdan da ilham, vahiden daha kapsamlýdýr. Zira evliyaullahýn kalblerine doðan bazý ilâhî sýrlar ilâhî ilimlerde bir nevi ilham eseridir. Fakat bu, vahy sayýlmaz.

Her vahy ise bir Rabbani ilham, bir ilâhî tebliðdir. Bir de ilham, bazý zatlarýn kendi þahýslarýna ait bir tecelli eseri olabilir. Vahy ise umuma yönelik hükümleri kapsayan ve Yüce Peygamberlere mahsus bir imtiyaz sayýlýr.

 

 

 

 

 

164. Ve evvelce kýssalarýný sana bildirdiðimiz Peygamberleri ve kýssalarýný sana bildirmediðimiz Peygamberleri gönderdik. Ve Allah Teâlâ Musa ile hitap yoluyla konuþmuþtur.

164.    (Ve) Ey Habibim!. Bu âyetlerin inmesinden evvel veya bugünkü günden önce (kýssalarýný sana bildirdiðimiz) kendilerine dâir sana malûmat verdiðimiz (Peygamberleri) gönderdik, kavimleri dine davete memur ettik (ve kýssalarýný sana) þimdiye kadar (bildirmediðimiz) kimler olduðuna dâir sana malûmat vermediðimiz bir nice (Peygamberleri) de (gönderdik) insanlýðý ilâhî dinden haberdar etmeðe memur kýldýk. O halde Ey Son Peygamber! Senin risâlet ve peygamberliðin neden çok görülsün, neden tasdik edilmesin ki, senin peygamberlik ve risâletin sair Peygamberlerin nübüvvet ve risaleti gibi mucizelerle sabittir, temliðine memur olduðun hükümlerin yüceliði de buna þahittir, (ve Allah Teâlâ Musa ile) en yüksek bir vahy mertebesi olmak üzere (hitap yoluyla) meleklerin vasýtasýyla olmaksýzýn (konuþmuþtur) ilâhî hükümlerini Tevrat kitabýný o Yüce Peygamberine bu þekilde birden vahy ve teblið buyurmuþtur. Artýk Rasûlü Ekrem'in vahye mazhar oluþu, ona da Kur'an'ýn hikmet gereði âyet âyet, sûre sûre iniþi neden uzak görülsün. Evet... Son Peygamber Hazretleri de mîrac gecesinde vasýtasýz ilâhî vahye. Rabbani hitaba nail bulunmuþtur. Ve ona Kur'an'ý Kerim'in öyle farklý zamanlarda iniþi ise bir hikmeti ilâhîye icabýdýr, bir ilâhi lütuf gereðidir. Çünki bütün Islâmî hükümler Ýslâm'ýn baþlangýcýnda birden teblið edilecek olsa idi, mükellefler için pek aðýr görülebilirdi, fakat öyle azar azar inmesi ile mükelleflere kolaylýklar gösterilmiþ, yavaþ yavaþ alýþýklýk meydana gelmiþ, o'da bu müslümanlar hakkýnda bir ilâhî rahmet eseri bulunmuþtur.

§ Peygamberlerin sayýsýný Cenab'ý Hak bilir. Bir hadisi þerife göre Nebilerin (Peygamberlerin) sayýsý yüz yirmi dört bindir. Bunlarýn üçyüz otuzu Resûllük vasfýna da sahiptir. Diðer bir rivayete göre de Nebilerin adedi ikiyüz yirmi dört bindir. Kur'an'ý mübinde yirmibeþ Yüce Peygamberin mübarek isimleri açýkça bildirilmiþtir.

 

 

 

 

 

 

165.     Müjdeleyici ve korkutucu olduklarý halde Peygamberler -gön-derdik ki- o peygamberlerden sonra insanlar için Cenab'ý Hak'ka karþý bir mazeret bulunmasýn. Ve Allah Teâlâ güçlüdür, hikmet sahibidir.

165.       Bu mübarek âyetler. Peygamberlerin ne gibi vazifelerle ve ne gibi bir hikmete binaen gönderilmiþ olduklarýný bildiriyor. Ve Son Peygamber Hazretlerinin peygamberlik ve risaletine ilâhî bir kitap Kur'an'ý Kerim ile Cenâb-ý Hak'kýn ve meleklerin þahadette bulunduklarýný beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ýnsanlarý hak dine davet edip imân edenleri sevap ile (müjdeleyici ve) kâfir olanlarý da azap ile (korkutucu olduklarý halde) insanlýk âlemine (Peygamberler -gönderdik- ki o Peygamberlerden sonra) onlar hak dini teblið için insanlar arasýna geldikleri sebebiyle artýk (insanlar için) biz hak dinin neden ibaret olduðunu, üzerimize ne gibi dinî vazifelerin düþtüðünü bilmiyorduk diyerek (Cenâb-ý Hak'ka karþý bir mazeret) bir hüccet, nefis müdafaasý için bir delil, bir bahane (bulunmasýn) binaenaleyh Peygamberler gönderilmiþtir, onlar þer'î hükümleri ümmetlerine teblið etmiþlerdir. Artýk hak'ki kabul etmeyen hiçbir millet, hiçbir ferd cehaletini bahane ederek kendisini uhrevî azaptan kurtaramýyacaktýr. (Ve Allah Teâlâ güçlüdür) mülkünde hakimdir, bütün hükümleri ve emirleri hususunda maðlûbiyetten uzaktýr ve (hikmet sahibidir) bütün fiilleri, iradeleri hikmete dayanmaktadýr. Ýþte Peygamberleri göndermesi, onlara kitablarý indirmesi de bu cümledendir.

 

 

 

 

 

166.   Fakat Allah Teâlâ -senin peygamberliðine- sana indirmiþ olduðu -Kur'an'ý Kerim- ile þahitlik ediyor, ki, onu kendi ilmiyle indirmiþtir. Melekler de þahitlik ediyorlar. Maamafih Allah Teâlâ þahit olmaya kâfidir.

166.  Habibim!. Senin peygamberlik ve risaletin açýktýr. Buna raðmen senden semavî bir kitabýn birden inmesini isteyenler, senin peygamberliðini tasdik etmemiþ bulunurlar (fakat Allah Teâlâ -senin peygamberliðine- sana indirmiþ olduðu -Kur'an-ý Kerim- ile þahitlik ediyor) o ilâhî kitap bir mucize söz olup senin risalet ve peygamberliðini bildirmekte ve isbat etmektedir. Öyle bir mukaddes kitap ki (onu) Cenâb-ý Hak (kendi ilmiyle) kendisine hâs olan bir Ýlim ve hikmetle bir eþsiz kelâm bir ebedî mucize olarak (indirmiþtir.) insanlýðýn dikkat nazarlarýna bir ilâhî þahitlik eseri olarak ortaya koymuþtur. Bununla beraber Resulm!. Senin peygamberliðine (melekler de þahitlik ediyorlar) artýk öyle bir takým inkarcýlarýn tasdik etmemelerinin ne ehemmiyeti vardýr?, (maamafih) Resulüm!. Senin peygamberliðinin doðruluðuna (Allah Teâlâ þahit olmaya kâfidir) senin risaletini göstermen için nice açýk mucizeler, zahir deliller getirmiþtir. Bunlarýn kendileri hakkýnda baþka þeylerden þahit getirmeye ihtiyacý yoktur.

 

 

 

 

 

167.  Muhakkak o kimseler ki, kâfir olmuþlar ve Allah yolunda alýkomuþlardýr, þüphe yok onlar pek uzak bir sapýklýkla sapýtmýþlardýr.

167.   Bu mübarek âyetler, küfür ve zulme düþkün kimselerin hidayetten mahrum, pek korkunç akýbetlere uðrayacaklarýný þu þekilde bildirmektedir, (muhakkak o kimseler ki,) o Yahudi taifesi ve emsali ki, Kur'an-ý Kerim gibi bir ilâhî kitabý inkâr ederek (kâfir olmuþlar ve) insanlarý aldatarak ve saptýrarak (Allah yolundan) Ýslâm dininden (alýkomuþlardýr.) Hz. Muhammed'in peygamberlik ve risaletini inkâr etmiþler, öyle açýk bir hakikati gizleyerek insanlarýn Ýslâmiyet'i kabulüne mâni olmuþlardýr. Artýk böyle pek büyük bir kötülüðü yaptýklarý için (þüphe yok onlar) hidâyet sahasýndan (pek uzak bir sapýklýkla) bir dalâlete düþmüþ olmakla (sapýtmýþlardýr) çünkü onlar hem dalâlete düþmüþler, hem de baþkalarýný azdýrarak dalâlete düþürmek istemiþlerdir. Bu sebeple bunlarýn hak'ka dönmeleri pek uzak bulunmuþtur.

 

 

 

 

 

168.  Gerçekte o kimseler ki kâfir olmuþlar ve zulüm etmiþlerdir, onlar için Allah Teâlâ maðfiret edecek deðildir ve onlarý bir yola iletecek deðildir.



168.       (Filhakika o kimseler ki,) Beyan olunduðu üzere (kâfir olmuþlar» dýr ve Hz. Muhammed'in peygamberliðini inkâr etmeleri ve insanlarý Ýslâm dinine girmekten alýkomalarý sebebiyle onlara (zulmetmiþlerdir.) insanlarýn dünyevî ve uhrevî iyilik ve saadetine mâni olmaða çalýþmýþlardýr. Artýk (onlar için Allah Teâlâ baðýþlayacak deðildir) çünki Allah'ýn küfrü baðýþlamasý imkânsýzdýr, hikmeti ilâhîyeye aykýrýdýr, (ve onlarý bir yola) cennet yoluna (iletecek deðildir) zira onlar böyle bir saadet yoluna girme yeteneðini kaybetmiþlerdir. Onlar için hidâyet yolu, cennet yolu kapanmýþtýr.

 

 

 

 

 

169.  Cehennem yolu müstesna. Orada ebedî olarak kalacaklardýr. Ve bu Allah Teâlâ için pek kolay bulunmaktadýr.

169.    (Cehennem yolu müstesna) Cenab'ý Hak onlarý cehenneme kavuþturacak olan bir yola sevkedecektir. (orada) o cehennemde (ebediyen) bir daha oradan çýkmamak üzere (ebedî olarak kalacaklardýr) çünki Allah Teâlâ böyle kâfirce, müþrikçe hareketleri asla maðfiret buyurmayacaktýr. Püfür ve þirkin gereði bundan baþka deðildir, (ve bu) onlarýn öyle cehennemde ebedî býrakýlmasý (Allah Teâlâ için pek kolay bulunmaktadýr) çünki Hak Teâlâ neyi isterse meydana getirebilir, onun isteðine hiçbir þey mâni olamaz ve hiçbir þey o Yüce Yaratýcýyý hâþâ âciz müþkülâta mâruz býrakamaz. Artýk ona göre düþünmeli, daha elde fýrsat var iken Hak'ka dönmelidir.

 

 

 

 

 

170.       Ey insanlar!. Muhakkak ki size Rabbinizden bir Peygamber hak ile gelmiþtir. Artýk sizin için hayýr olmak üzere ona imân ediniz. Ve eðer inkâr ederseniz þüphe yok ki, göklerde ve yerde her ne varsa Allah'ýndýr. Ve Allah Teâlâ, bilendir, hikmet sahibidir.

170.  Bu âyeti kerime, bütün isanlýðý sýrf kendi selâmet ve saadetleri için Ýslâm dinine davet etmekte ve Cenâb-ý Hak'kýn bütün kâinata sahip ve hâkim olduðundan onlara muhtaç olmayýp, onlarý cezalandýrmaya kadir olduðu ihtar eylemektedir. Þöyle ki: (Ey insanlar!) Sizi irþat, sizi Haktan haberdar etmek için (muhakkak ki, size Rabbinizden) Allah tarafýndan en büyük bir rahmet olmak üzere (bir Peygamber) Son Peygamber Hazretleri (hak ile) Kur'an'ý Kerim ile (gelmiþtir) size dinî vazifelerinizi telkin ederek uyanmanýza çalýþmýþtýr, (artýk sizin için hayýr olmak) Sizi küfürden kurtarmak (üzere ona) o Peygamber'in size teblið ettiði Kur'an'a, Ýslâm'ýn doðruluðuna (imân ediniz) küfürden kurtulup hidâyete kavuþmanýz ancak bu sayede kabil olur. (ve eðer inkâr eder) o Peygamberi tasdik etmez (seniz) vebali, zararý size aittir, (þüphe yok ki göklerde ve yerde her ne varsa Allah'ýndýr) bütün kâinatýn yaratýcýsý, sahibi Allah Teâlâ'dýr. Þirk ve küfrünüz ona hâþâ zarar vermez, nitekim imanýnýz da ona bir menfaat vermez. O bütün alemlerden zengindir, (ve Allah Teâlâ) sizin bütün ahvalinizi (bilendir) ve onun yüce zatý (hikmet sahibidir.) bütün fiilleri, bütün emir ve yasaklarý hikmet iledir, Ýþte bütün mü'minleri taltif etmesi, bütün kâfirleri küfürleri yüzünden cezalandýrmasý da onun ilâhî hikmeti gereðidir. Artýk o Yüce Yaratýcýnýn, birliðini, büyüklük ve kudretini hakkiyle bilip ona göre doðru bir inanca nail olmak bütün insanlýk için en kutsî ve en zorunlu bir vazifedir.

 

 

 

 

 

171.        Ey ehli kitap!. Dininizde haddi asmayýnýz ve Allah Teâlâ'ya karþý haktan baþkasýný söylemeyiniz. Þüphe yok ki, Meryem'in oðlu ise Allah Teâlâ'nýn ancak bir Peygamberidir ve onun tarafýndan bir kelimedir, onu Meryem'e ulaþtýrmýþtýr ve onun tarafýndan bir ruhtur. Artýk Allah Teâlâ'ya ve onun Peygamberlerine imân ediniz ve üç demeyiniz, vaz geçiniz, sizin için hayýrlý olur. Muhakkak ki, Allah Teâlâ bir tanrýdýr kendisi için bir çocuk bulunmaktan yücedir. Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi de onundur. Vekil olmak için de Allah Teâlâ kâfidir.

171.    Bu  âyeti  kerime,  Cenab'ý  Hak'kýn  evlât  edinmekten yüce  olduðunu,  Hz.  Ýsa'nýn Allah'ýn  emri  ile vücude  gelmiþ  bir yaratýlýþ  harikasý  bulunduðunu,  bunun hakkýndaki yanlý; inançlardan ehli kitabýn sakýnmalarý lüzumunu beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Ey ehli kitabi) Ey Yahudi ve Hýristiyanlar taifesi!. (Dininizde) ifrat ve tefrit suretiyle (haddi asmayýnýz) Hz. Isa gibi bir zatý ne ilahlýk derecesine yükselterek Allah'ýn birliðine aykýrý kanaatlere sahip olunuz, ne de onun temiz hayatýna iftirada bulununuz, itidalden, hakka uymaktan ayrýlmayýnýz (ve Allah Teâlâ'ya karþý* onun yüce ilâhlýðý hususunda (haktan) lâyýk olan ilâhî vasýflarýndan (baþkasýný söylemeyiniz) onun ortak benzerden, herhangi kimseleri kendisine evlât edinmekten uzak olduðunu biliniz, aksini iddiada bulunmayýnýz. (Þüphe yok ki. Meryem'in oðlu Isa) Hâþâ Allah'ýn oðlu deðil (ancak Allah Teâlâ'nýn) diðer Peygamberleri gibi (bir Peygamberidir) o böyle bir peygamberlik þerefine sahiptir. Yoksa Cenâb-ý Hak'kýn ortaðý veya onun oðlu deðildir, (ve) Isa Aleyhisselâm (onun) Allah Teâlâ'nýn (tarafýndan bir kelimedir) onun yüce kudretinden tecelli eden bir emirdir ki (onu Meryem'e ulaþtýrmýþtýr) o emrini Cibrili Emin vasýtasiyle Meryem'e yöneltmiþ ve ulaþtýrmýþtýr, o vasýta ile ruh üflemesi gerçekleþmiþtir, (ve) O Yüce Peygamber (onun) Cenab'ý Hak'kýn (tarafýndan bir ruhtur) bir ruh sahibidir ki onun yaradýlýþýnda baþkalarýnýn bir aracýlýðý, bir babanýn gebe koymasý ve diðer þey bulunmamýþtýr. Ýþte Hz. Isa böyle bir baba vasýtasý olmaksýzýn Cenab'ý Hak'kýn "kün = ol" emriyle bir yaratýlýþ hârikasý olarak vücude geldiði için kendisine bir þeref olmak üzere "kelimetullah "Allah'ýn kelimesi" ve "ruhullah "Allah'ýn ruhu" denilmiþtir. Yoksa hâþâ Cenab'ý Hak'kýn hakikaten kelimesi ruhu demek deðildir. Çünki kelimeler, mlýlar bileþik þeylerdir, sonradan yaratýlmýþlardýr, Cenâb-ý Hak ise öyle terkipten ve sonradan yaratýlmýþ olmaktan uzaktýr, (artýk) ey Hýristiyanlar taifesi (Allah Teâlâ'ya ve onun Peygamberlerine imân ediniz) onlarý lâik olduklarý vasýflarla tanýyýnýz, ne inkâr ederek tefrite düþünüz, ne de ilahlýk derecesine yükselterek ifrata varýnýz, (ve üç) ilâh vardýr (demeyiniz) Allah ile beraber Isa da, annesi de birer Mâlýdýr diye müþrikçe bir inançta bulunmayýnýz böyle bir inançtan (vaz geçiniz) üçlemeye inanmayýnýz. Böyle yanlýþ bir kanaatten vazgeçmeniz (sizin için hayýrlý olur) Allah'ý birlemeye nail, selâmet ve hidâyete muvaffak olursunuz (muhakkak ki. Allah Teâlâ) ortaktan uzak (bir t arýndýr) kâinatýn bir yaratýcýsýdýr, ezelî ve ebedî bir mabuddur. O Yüce Yaratýcý (kendisi için bir çocuk bulunmaktan yücedir) çünki çocuk ile babasý arasýnda terkib ve cins birliði bakýmýndan, birbirine ihtiyaç yönünden bir baðlýlýk bulunmak icap eder. Cenâb-ý Hak ise bu gibi mahlukata mahsus vasýflardan her yönüyle uzaktýr, çoluk çocuða ihtiyaçtan yücedir, (göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi de) yaratýlýþ ve mülkiyet bakýmýndan (onundur) O Yüce Yaratýcýdýr. Artýk bunlardan birine muhtaç, benzer olmasý, bunlar ile ayný cinsten bulunmasý katiyyen düþünülemez. Yaratýcýlýk ve sahiplik ise oðulluða aykýrýdýr. Hz. Isa ile annesi ise Cenâb-ý Hak'ka muhtaçtýrlar, onun mahlûkudurlar, onun sahipliði ve hâkimiyeti altýndadýrlar. Artýk Hz. Ýsa'nýn "Allah'ýn oðlu" olmasý nasýl düþünülebilir?, (vekil olmak) bütün mahlûkatýn ihtiyacýný karþýlayýp kendilerinin iþlerini düzenlemek ve tasfiye eylemek (için de Allah Teâlâ kâfidir) mahlûkatýn ondan baþka bir yaratýcýya, bir mabuda ihtiyaçlarý yoktur. Onun pek mukaddes zatý da hiçbir hususta baþkasýna muhtaç deðildir. Binaenaleyh kendisine yardým edecek kendisinin yerini alacak evlada da asla ihtiyacý yoktur, o bütün alemlerden zengindir.

§ Hýristiyan taifesi, baþlýca dört fýrkaya ayrýlmýþlardýr.

(1) Yakubiye fýrkasý dýr. Bunlar Hz. Ýsa'nýn tam manâsýyla ilâh olduðuna inanýrlar.

(2)  Milkâniye fýrkasýdýr. Bunlar da Hz. Isa hakkýnda ayný inançta bulunmaktadýrlar.

(3)  Nesturiye fýrkasýdýr. Bunlara göre Hz. Isa, Allah Teâlâ'nýn hâþâ oðludur.

(4)      Merkusiye fýrkasýdýr. Bunlar ekanimi selâse denilen üç asla inanýrlar. Ekanimi

selâse ise baba, oðul ile mhülkudusten ibarettir. Þöyle ki: Bunlara göre Allah Teâlâ ile Ýsa ve ruhülkudüsten ibaret olmak üzere üç tanrý vardýr, bunlarýn herbiri müstakil olarak ilahlýk vasfýna sahiptir. Bununla beraber bunlar yine üç Allah deðil bir Allah'týr. Nekadar çeliþkili sözler!. Bir üç olur mu. Ve üç birden ibaret bulunur mu?. Bunlar Hz. Ýsa'nýn asýlýp bir müddet hayatý terk etmiþ olduðuna inanýrlar. Demek ki, o müddet içinde kâinat, hâþâ -Allahsýz kalmýþ ve Allah kendisini kullarýnýn ellerinden kurtarmaya kadir olamamýþ?. Böyle bir eksiklik Yüce ilâh'a nasýl isnat edilebilir?. Velhâsýl: Hýristiyanlarýn inancý, tamamen akla, hikmete muhalif, muhakemeye gayrý lâyýk, son derece garib bulunmuþtur.

§ Hz. Isa yüce bir Peygamberdir, Allah'ýn kudretinin bir parlak eseridir. Cenab'ý Hak'kýn "kün" emriyle, yani: Takdir ve iradesinin tecellisine binaen babasýs olarak yaradýlmýþ olduðu için kendisine bir þeref olmak için "kelimetullah" denilmiþtir.

§ Isa Aleyhisselâm'a "ruh" denilmesinde de þöyle birkaç yorum vardýr.

(1)    Son derece taharet ve temizliðe sahip olan birþeye "ruh" denilmesi insanlar arasýnda yaygýndýr. Hz. Ýsa'da bir babanýn menisi bulunmaksýzýn temiz bir anneden harikulade bir þekilde dünyaya getirilmiþ olduðu için kendisine ruh denilmiþtir.

(2)  Hz. Isa, kendisine gerektiði gibi imân edenler için bir manevî hayat vesilesi olduðu için ruh unvanýný taþýmaktadýr.

(3)   Ruh  rahmet  mânâsýnda da kullanýlmýþtýr.  Isa Aleyhisselâmda Allah tarafýndan  insanlýk için  bir rahmet  olduðundan  dolayý  böyle  ruh  adýný  almýþtýr.  Nitekim

= kendisinden bir ruh ile onlarý desteklemiþtir... (Mücadele 58/22) âyeti keri imesi de = kendisinden bir rahmet ile!

 þeklinde tefsir edilmiþtir.

(4)  Ruh kelimesi, Arap dilinde "nefh = üflemek" mânâsýnda da kullanýlmýþtýr. Hz. Ýsa'da Hak Teâlâ'nýn emriyle Cibrili Emin tarafýndan annesi Hz. Meryem'e üflenmiþ olduðu için böyle ruh adýný almýþtýr.

(5)   Hz. Isa hakkýnda "ruhun minh = ondan bir ruh" denilmek ruh kelimesinin böyle belirsiz olarak zikredilmesi de yüceltme ifade etmektedir. Onun þerefli, yüce, kutsî ruhlardan bir ruh olduðunu bildirmektedir. Ýþte bu ruhun Cenab'ý Hak'ka nisbet edilip "ruhullah" denilmesi de bu ruha saygý içindir. Yoksa Cenab'ý Hak insanlar gibi mha muhtaç olmaktan uzak olup bizzat diri ve ölümsüz olduðundan yüce zâtýnýn mha ihtiyacý yoktur, o yücedir.

 

 

 

 

 

172. Mesihde Allah Teâlâ için kul olmaktan asla çekinmez. Allah'a yakýn olan melekler de. Her kim onun ibadetinden çekinir ve kibirlenirse elbette onlarýn hepsini huzuruna toplayacaktýr.

172.  Bu mübarek âyetler, bütün mahlûkatýn en yücelerinin bile Cenâb-ý Hak'ka karþý kulluk göstermekle övündüklerini bildirmektedir, Ýmân ve iyi amel sahihlerinin büyük mükâfatlara nail olacaklarýný müjdelemektedir. Aksine hareket edenlerin de kötü âkibetlerini þöylece göstermektedir. Ey Isa Mesih'e ve meleklere ilahlýk isnat edenler! Ey bu zatlara Allah'ýn oðlu veya Allah'ýn kýzlarý diyenler!. Bir kere uyanýnýz, bu cahilce, müþrikçe inançtan vaz geçiniz: (Mesih de Allah için kul olmaktan asla çekinmez) Allah Teâlâ'ya kullukta bulunmakla övünürler, bunu kendisi için en büyük bir þeref telâkki eder. Ve Allah'a (yakýn olanlar) Arþ'ý taþýyanlar gibi, kerrubin adýný taþýyan melekler gibi, Cibrili Emin, Ýsrafil vesaire gibi yüce (melekler de) bu kullukla övünürler, bundan çekinmezler. Bu melekler, en yüksek makamlarda bulunduklarý, en büyük tecellilere mazhar olup nice gaip þeylerden haberdar olduklarý ve babasýz anasýz olarak varlýk alanýna getirilmiþ bulunduklarý halde yine kullukla mükellef hâþâ Allah'ýn kýzlarý olmak vasfýndan uzak bulunmaktadýrlar. Artýk Hz. Ýsa'da bir yaratýlýþ hârikasý olup bir kýsým mümtaz vasýflarý taþýmýþ olduðundan dolayý hâþâ kulluktan uzak, Allah'ýn oðlu olmak vasfýna sahip deðildir. Bütün bu mübarek zatlar kullukla övünürler. Kaçýnýlacak þey ise Allah Teâlâ'dan baþkasýný mabut edinerek ona kulluk arzýnda bulunmaktýr ki, bunun neticesi zillettir, en büyük azablara mâruz kalmaktýr. Evet... (her kýný onun) o yüce mabudun (ibadetinden çekinir ve kibirlenirse) bu kâfirce hareketinin elem verici neticesine hazýr bulunsun çünki Allah Teâlâ (elbette onlarý) o ezelî mabuda kullukta bulunanlarý da, bulunmayý? kaçýnanlarý da (hepsini) bilip âhirette (huzuruna toplayacaktýr) herbirine lâyýk olduðu mükâfatý ve cezayý elbette verecektir.

§ Rivayete göre: Hýristiyanlardan bulunan Necran elçileri Hz. Peygamber'in buzunmad bulunurken demiþler ki: Sen ne için bizim sahibimize kusur isnad ediyorsun? Rasülü Ekrem de sahibiniz kimdir, diye sormuþ, onlar da Ýsa'dýr demiþler. Hz. Peygamber de: Ben ona ne kusur isnat ettim diye buyurmuþ, onlar da Sen Isa Allah'ýn kuludur ve Peygamberidir diyorsun demiþler. Rasülü Ekrem Efendimiz de:. Onun Allah'ýn bir kulu olmasý bir kusur deðildir, diye cevap vermiþ, bu hadiseyi müteakip bu âyeti kerime nazil olmuþtur.

 

 

 

173.     Artýk o kimseler ki, imân etmiþ ve iyi amellerde bulunmuþ olurlar, elbette onlara mükafatlarýný ödeyecek ve onlara kendi lüt-fundan olarak -mükafatlanmam ýrac akt ir. Amma o kimseler ki, yüz döndürdüler ve kibirlenmede bulundular, onlarý da elbette elîm bir azab ile azablandýracaktýr. Ve onlar kendileri için Allah Teâlâ'dan baþka ne bir yar, ne de bir yardýmcý bulamayacaklardýr.

173. (Artýk o kimseler ki, imân etmiþ ve) Bu imânýn hariçte bir tasdiki olmak üzere (iyi amellerde bulunmuþ olurlar elbette) Cenab'ý Hak (onlara) bu güzel itikat ve amellerinin meyvelerini (mükafatlarýný ödeyecek) ihsan buyuracaktýr, (ve onlara kendi lütfundan olarak) mükafatlarýný (arttýracaktýr) sevaplarýný kat kat ziyade edecektir. Özellikle gözler görmemiþ, kulaklar iþitmemiþ, ve hiçbir insanýn hatýrýna gelmemiþ olan nimetleri bolca verecektir. Hepsinin üstünde olarak da cemâli görmekle kendilerini tecellilerinin nurlarýna gark edecektir, (amma o kimseler ki) bilâkis Cenâb-ý Hak'ka kulluktan yüz çevirdiler (yüz döndürdüler ve kibirlenmede bulundular) kendilerine kulluk mertebesinin üstünde gördüler (onlarý da) Yüce Allah (elbette elem verici bir azab ile) cehennemde (azablandýracaktýr) bu suretle kibir ve gururlarýnýn cezasýna kavuþacaklardýr, (ve onlar için) hiçbir vakit (Allah Teâlâ'dan baþka) ondan gayrý (ne bir yar) bir yardýmcý, azabý kendilerinden engellemeye hadim     bir kimse ve (ne de bir yardýmcý) onlardan cezayý azaltmaya kadir bir fert (bulamayacaklardýr.) ebedî olarak dostlardan, yardýmcýlardan mahrum kalacaklardýr, Ýþte küfr ve þirkin yakan, felâket getiren neticesi!.

 

 

 

 

 

174. Ey insanlar!. Muhakkak size Rabbinizden bir delil geldi ve sizlere bir apaçýk nur indirdik.

174.   Bu mübarek âyetler, Cenâb-ý Hak'kýn insanlýk âlemine ihsan buyurmuþ olduðu en muazzam hidâyet rehberlerini bildiriyor, bu rehberlere tâbi olarak kulluk vazifelerini ifa edenlere de nail olacaklarý nimetleri müjdeliyor. Þöyle ki: (Ey insanlar!.) Ey bütün mükellef olan kullar! (muhakkak size Rabbinizden) Allah katýndan (bir delil geldi) hak dinin mahiyetini açýklayan ve aydýnlatan bir kesin delil sizlere ulaþtý ki, o da Son Peygamber Hazretleridir. Onun mucizeler ile desteklenmiþ olan bütün         beyanlarý sizin hakkýnýzda en kutsî, en nuranî birer delildir, (ve size bir apaçýk) pek ziyade açýk (nur indirdik) ki o da hikmet dolu Kur'an'ý Kerimdir. Bu ilâhî kitap, kutsal beyanlarý ile sahip olduðu icaz ve yücelik ile bütün hakikatlarý açýklayacak ve aydýnlatacak bir mahiyettedir. Bunun âyetleri güzelce düþünen ve anlayabilenler için birer nurlu rehber bulunmuþtur.

 

 

 

 

 

175.     Artýk o kimseler ki, Allah Teâlâ'ya imân ettiler ve ona sýðýndýlar, elbette onlarý kendi tarafýndan bir rahmetin ve lutfun içine girdirecektir ve onlarý kendine yönelik bir doðru yola da hidâyet edecektir.

175.    Madem ki, Allah katýnda bu kadar kuvvetli bir delil, çok parlak bir hidâyet nuru insanlýk âlemine ihsan buyrulmuþtur, (artýk o kimseler ki) bunlardan istifâde ederek (Allah Teâlâ'ya imân ettiler) onun birliðine, yaratýcýlýðýna, mâbudluðuna inanmýþ bulundular (ve ona) o merhamet yüce yaratýcýya (sýðýndýlar) ona iltica edip durdular (elbette onlarý) böyle hareket eden kullarýný o yüce mâbud (kendi tarafýndan bir rahmetin) bir mükâfat yurdu olan cennetin (ve fazlýn) hak ettiklerinden fazla ve görülüp tasavvur olunmamýþ pek büyük, yüce bir ihsan ve lutfun (içine girdirecektir) onlarý böyle fevkalâde ilâhî nimetlerine gark edecektir, (ve onlarý) o mü'min, kendisine baðlý kullarýný Cenâb-ý Hak; (kendine yönelik) manevî huzuruna kavuþturucu (bir doðru yola da) bir tecelliye mazhar yola da (hidâyet edecektir.) Onlarý Ýslâm dininde sabit ve ilâhî nurlarýn tecellisiyle ruhanî zevklere nail buyuracaktýr. Ne büyük saadet ve hidâyet. Yarabbi!..

 

 

 

 

 

176.   Senden fetva istiyorlar. De ki, Allah Teâlâ kelâle -babasý ve çocuðu olmayan kimse- hakkýnda size fetva veriyor: Bir kimse çocuðu bulunmaksýzýn ölüp de kendisinin bir kýz kardeþi bulunursa onun için terekesinin yarýsý aittir. O kimse de bu kýz kardeþine vâris olur, eðer bunun çocuðu bulunmazsa. Ve eðer onlar iki kýz kardeþ iseler onlara terekesinden üçte ikisi aittir. Ve eðer onlar erkek ve kýz kardeþler olurlarsa erkek için iki kýz miras payý miktarý ait olur. Allah Teâlâ size dalâlete düþmeyesiniz diye beyan ediyor ve Allah Teâlâ herþeyi bilendir.

176. Bu âyeti kerime, bu süre'i celilenin evvelindeki âyetler gibi veraset hükümleri hakkýndadýr. Þöyle ki: Habibim!. Kelâle hakkýnda (senden fetva istiyorlar) ne miktar miras payý alabileceðini senden somyorlar. Onlara (de ki. Allah Teâlâ kelâle) hayatta babasý ve çocuðu olmayan kimse (hakkýnda size fetva veriyor) onlarýn ne miktara varis olacaklarýný bildiriyor. Þöyle ki: (bir kimse çocuðu) veya babasý (bulunmaksýzýn ölüp de kendisinin bir) ana baba bir veya yalnýz baba bir (kýz kardeþi bulunursa onun için) o kýz kardeþ için o ölünün (terekesinin yarýsý aittir) bunu farz yoluyla alýr. Kalan terekesi de asabeden kimsesi var ise ona verilir, yok ise o da bu kýz kardeþe red yoluyla ait olur. Bu Ýmamý Azamýn mezhebine göredir. Zeyid bini Sâbit'in ve Ýmamý Þafiî'nin mezhebine göre bu kalan tereke hazineye aittir, (o kimse de) hayatta   olup bir kýz kardeþi vefat edecek olsa (bu kýz kardeþine) usubiyet yoluyla (varis olur) baþka varisi bulunmayýnca terekesinin tamamýna hak sahibi olur. Bu erkek kardeþin böyle usubet yoluyla varis olmasý, o kýz kardeþin ana bir deðil de baba ana bir veya yalnýz baba bir kýz kardeþ olduðunu göstermektedir. Çünki bir kimse yalnýz ana bir kardeþine böyle usubet yoluyla varis olamaz. Belki o erkek kardeþin takdir edilmiþ hissesi altýda bir olmuþ olur. Velhâsýl bu kardeþ böyle varis olur         (eðer bunun) o kýz kardeþin erkek veya kýz (çocuðu bulunmazsa). Bulunursa artýk o kardeþ varis olamaz, (ve eðer onlar) o ölenin kýz kardeþleri (iki) veya daha

ziyade (kýz kardeþler iseler onlara terekesinden üçte ikisi aittir) baþka varis bulunmazsa kalan tereke de kendilerine reddedilir, (ve eðer onlar) kardeþlik sebebiyle varis olanlar (erkek ve kýz kardeþler olurlarsa) bu halde (erkek için iki kýz miras hissesi ait olur) meselâ: Bir erkek kardeþ ile bir kýz kardeþ bulunsalar terekenin üçte ikisi erkek kardeþe, biri de kýz kardeþe verilir. Faraza bir erkek kardeþ ile iki kýz kardeþ bulunsalar terekenin dörtte ikisi erkek kardeþe, birer hisse de kýz kardeþlere isabet eder. (Allah Teâlâ size dalâlete düþmeyesiniz diye) veya sizin bu meselede cehalete düþmeniz kötü olacaðý için size bu kelâlenin hükmünü böyle (beyan ediyor) artýk buna göre miras hükmünü tatbik edersiniz (ve Allah Teâlâ herþeyi bilendir.) iþte kullarýnýn hayat ve ölümüne, nasýl mirasçý olacaklarýna ait hususlar da bu cümledendir. Cenâb-ý Hak, sizlerin faydalan ve menfaatleri ile ilgili þeyleri size beyan buyuruyor, tâki, ona göre hayatýnýzý tanzim edesiniz.

§ Ýmamý Suyutî diyor ki: Faraiz meselelerine ait olmak üzere en son nazil olan âyet, iþbu "Yesteftunek" âyeti kerimesidir.

§ Rivayete göre sehabe'i kiramdan Cabir Ibni Abdullah demiþ ki: Ben baygýn bir halde hasta idim: Rasülü Ekrem Hazretleri Ebubekir i Sýddýk ile beraber ziyaretime gelmiþlerdi, Rasülüllah Sallallahu Aleyhi Vesellem abdest almýþ, abdest suyundan baþýma serpmiþ, bunun üzerine uyandým aklým baþýma geldi. Dedim ki: Ya Rasülüllah!. Benim yakýnlarým ancak kelâle bulunuyor. Benim mirasým kime aittir. Bunun üzerine bu kelâle âyeti nazil olarak kelâlenin hükmü bildirilmiþtir.

§         Kelâle tabiri, hem varis hem de mevrus için kullanýlýr. Varis için kullanýlýrsa bundan maksat, baba ile evlâttan baþka olan varislerdir. Mevrus için kullanýlýrsa

bundan maksat ise kendisi için anasý, babasý ve evlâdý olmayýn baþka akrabalarý varis olan kimsedir.

11 ve 12 inci âyetlerin tefsirine de müracaat ediniz!.

§ Farize, miktarý belirli olan miras payý demektir. Mirastan hisseleri nass ile belirlenmiþ olan varislere de "esbabý ferâiz" denilir. Koca ile karýnýn hisseleri gibi.

§ Asebe de baba tarafýndan olan akrabadýr. Bir ve birden ziyade erkek ve kadýn için kullanýlýr. Böyle bir akrabalýða "usubet" denildiði gibi bir kimseye asebe mirasý vermeðe de "tasib" denilir.

§ Eshabý red ve neseb bakýmýndan eshabý feraizden olan ve kendilerinden baþka asebe bulunmadýðý takdirde hem belirlenmiþ miras payýný alan, hem de kalan terekeye redden hak sahibi bulunan kimselerdir. Koca veya karý ile beraber bulunan kýz gibi. Ve kýz kardeþine tek baþýna varis olan erkek kardeþ gibi. Nitekim bunlara yukarýda iþaret olunmuþtur.

Nisa sûresine ait açýklamalarýmýz burada son buldu. Baþarý Allah'tandýr.

Ynt: Nisa Suresi By: Nursima 7/B Date: 31 Mart 2016, 23:05:55
Selamun aleyküm ve rahmatululahi ve berakatuh.Nisa Suresi Kur'an-ý Kerim'in dördüncü suresidir ve 176 ayetten oluþur.Ayrýca ''Nisa'' kelimesi kadýnlar anlamýna gelir.Rabbim bizlere iyi Kur'an-ý Kerim okumayý,hatim indirmeyi nasip etsin inþAllah.
Ynt: Nisa Suresi By: Kevšer Date: 01 Nisan 2016, 07:25:38
  Aleyna Ve Aleykümüsselăm.Bazý bölümlerinde kadýn haklarýndan da bahsedildiði için sure Nisa adýný almýþtýr. Nisa, kadýn demektir. Medine döneminde Ahzab suresinden sonra nazil olmuþtur. 176 ayettir.

radyobeyan