Ömer Nasuhi Bilmen
Pages: 1
Al-i Imran Suresi By: hafizvuslat Date: 30 Ekim 2009, 14:40:01
3-   ÂL-Ý ÝMRAN SURESÝ

 

 

1. Elif, lâm, mim

1. Bu mübarek kelime için bakare sûresinin birinci âyeti olarak açýklama yapýlmýþtýr. Âli Ýmran sûre—i celilesi Medine-i Münevvere d e nazil olmuþtur, Ýki yüz âyeti kerimeyi kapsamaktadýr. Bu (Elif, lâm, mim) de bunun birinci âyeti bulunmaktadýr.

"Ýmran, Musa Aleyhisselâm ile Hânin Aleyhisselâm'ýn ve kýz kardeþlerinin babasýdýr. Bu muhterem zatlara ve onlara çocuk ve torunlarýna (Ali Imrân), bu mübarek süreye de Ali Imrân sûre—i denilmiþtir. Çünkü bu sûre—i celilede onlarýn durumlarýna dair bilgiler verilmiþtir. Kendilerini Âli Ýmrândan sayan, fakat onlarýn yolunu býrakýp küfrü ve þirke sapan kimseleri ikaz ve irþat için bunlarýn dikkat nazarlarý çekilmiþtir.

Evet.. Bu sûre—i celile, Cenâb-ý Hakkýn birliðini, yüce vasýflarýný bildirmektedir. Bütün insanlýðý ve özellikle imran ailesine mensup olduklarýný iddia ettikleri halde sonradan birbirine karþý pek inkarcý ve düþmanca tavýr almýþ olan kavimleri bir birlik dairesine davet etmektedir. Bütün Peygamberlerin tasdik edilmesini emir eylemektedir. Onlarýn da ALLAH'ýn birer kulu olup ALLAH'ýn birliðini ümmetlerine bildirmiþ olduklarýný beyan buyurmaktadýr. Onlardan bazýlarýný inkâr etmek veya bazýlarýný ilah kabul etmenin asla caiz olamayacaðýný da açýk bir þekilde hatýrlatmaktadýr, Ýslâm milleti hakkýnda tecelli eden ilahi lütuflarý ve onlarýn elde ettikleri maddî ve manevî fetihleri de hatýrlatarak din yolunda sebat etmelerini, hikmet gereði vakit vakit uðrayacaklarý bazý zahmetlere, musibetlere karþý da tam bir olgunlukla sabýr ve direnç göstermelerini kendilerine emir ve tavsiye buyurmaktadýr.

Sebebi   nüzul: Müfessirlerin rivayetlerine göre bu Âli Ýmran sûresinin evvelindeki seksenden fazla âyetin inmesine þu hâdise sebep olmuþtur. Necran diyarýndaki  Hýristiyan gurubunun ileri galenlerinden, rahiplerinden altmýþ süvari Medine-i Münevvere'ye gelip birkaç gün kalmýþlar ve Mescid-i Saadette peygamberin huzuruna kabul edilmiþlerdi. Namaz vakti gelmiþti, peygamberin müsaade etmesinden dolayý Mescid'i Saadet'te doðu tarafýna yönelerek namazlarýný kýldýlar. Seyyid ve Akýp adýndaki reisleri, Rasüli Ekrem Efendimizle sohbette bulundular. Peygamber Efendimiz: Ýslâmiyeti kabul ediniz, diye buyurdu. Onlar da biz zaten senden evvel müslüman bulunmaktayýz deyince Rasüli Ekrem Hazretleri, yok siz yalan söylediniz, sizi Ýslâmiyetten men eden üç þey vardýr: Birincisi, ALLAH Teâlâya oðul isnat etmenizdir. Ýkincisi Haça ibâdet etmenizdir. Üçüncüsü de domuz eti yemenizdir.

Onlar da dediler ki: Ta Ýsa, ALLAH'ýn oðlu deðilse onun babasý kimdir? Bunun üzerine hepsi de Ýsa Aleyhisselâm hakkýnda söz söylemeye baþladý. Bunlardan bazýlarý, Ýsa ALLAH'týr, diyordu, bazýlarý da Ýsa ALLAH'ýn oðlu diyordu, bazýlarý da üçün üçüncüsü diyerek "teslise" inanýyordu. Bunun üzerine bu âyeti celile nazil olmuþtur. Rasüli Ekrem, S al I al I ahu aleyhi vesellem efendimiz onlara dedi ki: Siz bilmez misiniz ki, herhangi bir çocuk babasýna benzer. Onlar da evet., dediler.

Hz. Peygamber buyurdu ki: Siz bilmez misiniz ki, bizim Rabbimiz þüphe yok ölmeyen diridir, Ýsa'ya yokluk ulaþacaktýr. Onlar da: Evet., dediler.

Rasüli Ekrem buyurdu ki: Siz bilmez misiniz ki, bizim Rabbimiz þüphe yok her þeyi idare eder, her þeyi korur, rýzýklandýrýr.. Onlar da evet dediler. Yüce peygamberimiz buyurdu ki: Ýsa bunlardan bir þeye sahip midir? Onlar da dediler ki: Hayýr..

Yine Yüce Peygamberimiz buyurdu ki: Siz bilmez misiniz ki, ALLAH Teâlâ'ya þüphe yok yerde ve gökte hiç bir þey gizli kalmaz. Onlar da evet dediler. ALLAH'ýn salât ve selâmý üzerine olsun peygamberimiz buyurdu ki: Cenab'ý Hak bildirmedikçe Ýsa bunlardan bir þey bilebilir mi?.. Onlar da dediler ki: Hayýr bilemez.

Yine Rasüli Ekrem Hazretleri buyurdu ki: Siz bilmez misiniz ki, Ýsa'nýn anasý ona yüklü kaldý, sonra onu diðer analar gibi doðurdu, sonra da ona diðer çocuklar gibi süt verdi, yiyecek ve içecek verdi, Ýsa'da diðer çocuklar gibi, yer, içer, dýþarýya çýkar oldu. Onlar da: Evet., dediler. Artýk Rasüli Ekrem Efendimiz buyurdu ki: O halde Ýsa öyle sizin iddia ettiðiniz gibi nasýl olur da ALLAH'ýn oðlu olabilir?.. Bunun üzerine o hey'et sukuta mecbur olmuþtur.

Mamafih içlerinden bir zat, Müslümanlýðý kabul etmiþ ise de, diðerleri yine mallarýnda ýsrar etmiþlerdi. Hattâ demiþlerdi ki: Ya Muhammed Aleyhisselâtý Vesselam: Siz iddia      etmiyor musunuz ki, Ýsa ALLAH'ýn kelimesidir ve ALLAH'tan bir ruhtur? Resülüllah Efendimiz de: Evet öyledir., deyince dediler ki: Ýþte bu bize kifayet eder. Bunun üzerine=    Kalplerinde eðrilik bulunan kimseler...) âyeti kerimesi de nazil olmuþtur ki: Onlarýn böyle müteþabihattan olan

âyetlere tâbi olup da açýk olan, muhkemattan bulunan âyetlerden yüz çevirdiklerini bir kýnama olarak bildirmektedir..

Bunlar peygamberin irþadýný kabul etmeyip küfürlerinde sebat edince bunlar karþýlýklý lanetleþmede bulunmasý için Resülüllah'a vahiy nazil olmuþtu. Peygamber Efendimiz de bunlarý lanetleþmeye davet etti, fakat düþünüp taþýndýlar, lanetleþme neticesinde malývü periþan olacaklarýný anladýklarý cihetle gelip lanetleþmede bulunmaktan vaz geçtiklerini söylediler ve bize bir zâtý hakem tâyin et, mallara dair aramýzda ortaya çýkacak ihtilâflardan dolayý aramýzda hükmetsin dedileý Ekrem Efendimiz de Ashabý kiramdan (Ebu Übeyde Bini! Cerrahi) hakem tâyin buyurdu.. "Necran" adýnda üç kasaba vardýr. Biri Yemen'de, diðerleri de Havran ile Kûfede'dir.. Bu Hýristiyan grubu, Yemen'deki Necran halkýndandý. Bunlar böyle Ýslâmiyeti kabul etmemiþlerdi. Fakat anýlaþma yaparak Ýslâm tebâsýna girmeyi kabul etmiþ, Ebû Übeyde Hazretlerini de bir hakem olarak yurtlarýna alýp götürmüþlerdi. Sonra bu Necran bölgesi Resulüllah'ýn hicretinin onuncu senesinde sulh yoluyla feth edilmiþtir.

Rasüli Ekrem'in Necran gurubuyla olan konuþmasý, bir tartýþma mahiyetinde bulunmuþtur. Bu gösteriyor ki: Dini teblið etmek, þüpheleri gidermek için tartýþmada bulunmak, büyük peygamberlerin sanatýdýr, mesleðidir. Haþeviye gurubu böyle bir konuyu ve görüþü inkâr ederler ki, bu inkâr, katiyyen yanlýþtýr.

 

 

 

2. ALLAH Teâlâ ki, ondan baþka ilah yoktur, hayy ve kayyýmý olan odur.

2.      Bu âyeti kerime: Dinin esasý olan ALLAH'ýn birliði inancýný beyan etmekte ve Cenab'ý Hak'tan baþka yaratýcý ve mabud bulunmadýðýný bildirmektedir. Þöyle ki: (ALLAH Teâlâ ki) bir Yüce yaratýcýdýr, eþi ve benzeri olmaktan uzaktýr. (Ondan baþka ilah yoktur) hiç bir þey, hakkýyla mabudluk ve. Yaratma ve yöneticisi sýfatiyle vasýf lanamaz. Bütün varlýklarýn Yaratýcýsý terbiye edicisi ve yöneticisi O'dur ve (hayy ve kayyýmý olan odur.) O Yüce yaratýcý daima diridir. Onun evveli ve ahîrî olamaz. Ezelîdir, ebedîdir. Ve bütün mahlûkatý üzerinde yönetici, idareci, ve selahiyet sahibi olan ancak odur. Bütün gökler, yerler onun kudreti ile sonradan meydana gelmiþtir. Ýþte bu mükemmel þeyleri meydana getirmiþ olan O Yüce Yaratýcýsý, Hz. Ýsa gibi nice muhterem zatlarý da meydana getirmiþtir. Artýk O'nun Yaratma ve sýfatlarýna ilahlýk yaratýlan, sonradan meydana getirilmiþ bulunan þeyler nasýl ortak olabilir?..

Hallâký müküvvenat birdir. Eltafýna halký müftekirdir.

Etmiþ þu bedia zari dehn. Hurþid! kemalinin sipehri

Olmakta bu lâvha-i tabiat. Mîr'atý hikem nümayý vahdet

Her hadisenin lisaný hali, tevhid ediyor o Zülcelâli

Tezyin ediyor cihaný kudret. Yarab! Bu ne cilvei meþiyet

 

 

 

 

3.  O Yüce ALLAH, senin üzerine kitabý, kendisinden evvelki -kitaplarý- tasdik edici olarak hakkýyla indirdi, Tevrat ve Ýncil'i de indirmiþti.

3. Bu mübarek âyetler, insanlara hidayet yolunu gösteren semavî kitaplarýn varlýðýný, bunlarý inkâr ile küfür vadisine saplanmanýn hiç bir þekilde doðru olamayacaðýný, bilâkis ilâhî azabý gerektireceðini bildirmektedir. Þöyle ki: Ya Muhammedi Aleyhisselâm, senin Yüce Rabbin (senin üzerine kitabý) Kur'âný Kerim'i (kendisinden evvelki) semavî (kitaplarý tasdik edici olarak bihakkýn) hak ve hakikate tercüman olarak, kat'î delillerle (indirdi.) Azar azar, âyet âyet, süre süre indirdi, sana Cibriliemin vasýtasýyla vahiy buyurdu, bu kitaplar cümlesinden olmak üzere, (Tevrat ile incil'i de indirdi.) Tevrat'ý Hz. Musa'ya, Ýncil'i de Hz. Ýsa'ya birden indirdi. Bütün bu kutsî kitaplar, ALLAH Teâlânýn birliðini, yaratýcýlýk ve diðer kutsî sýfatlarýný beyan etmiþtir. Artýk bunlara muhalif harekette bulunmak, bunlarý bozmaya ve deðiþtirmeye çalýþmak, ve bir kýsmýný tasdik edip, diðer bir kýsmýný inkâr eylemek nasýl doðru olur...

 

 

 

4. Daha evvel, insanlara hidayet olarak ve furkâný da inzal buyurdu. O kimseler ki. ALLAH Teâlâ'nýn âyetlerini inkâr ettiler, onlar için þüphe yok ki, þiddetli bir azap vardýr. Ve ALLAH Teâlâ azizdir, intikam sahibidir.

4.   Evet... Tevrat ile incil (daha evvel) Kur'âný Kerim'in iniþinden evvel inzâr buyrulmustur. Bu kitaplarýn hepsi de (insanlara hidayet olarak) bütün insanlara doðru yolu, dinî hükümleri bildirmek üzere ALLAH tarafýndan insanlýk için büyük bir lütuf olarak indirilmiþ bulunmaktadýr. (Ve) özellikle (furkâni da) o pek müstesna bir kitabî ilâhî olan Kur'âný da veya Zeburu da veya genel anlamda herhangi bir semavî kitabý da veya hak ile bâtýlýn arasýný ayýran mucizeleri de o Yüce ALLAH (indirdi) meydana getirdi ki, o sayede üzerinize düsen kulluk vazifelerini bilerek cehalet ve sapýklýktan kurullasýnýz. Buna raðmen (o kimseler ki) o nefislerinin, þeytânlarýnýn aldatmalarýna kapýlýp imâna muhalif harekette bulunanlar ki (ALLAH Teâlâ'nýn âyetlerini) onun mukaddes kitaplarýný, onun meydana getirmiþ olduðu parlak mucizeleri, hârikalar! (inkâr ettiler.) Bunlarýn ilâhî mahiyetini kabul etmeyerek küfre düþtüler. (Onlar için þüphe yok ki þiddetli bir azap vardýr.) O küfürleri sebebiyle ebediyyen cehennemde azab görüp duracaklardýr. (Ve ALLAH Teâlâ azizdir) her iradesini yerine getirmeye kadirdir. Bütün islere galiptir. Hiç bir sey onun tehdit ve müjdesinin yerine getirilmesine mâni olamaz. Ve Yüce Yaratýcý (intikam sahibidir.) Kutsal varlýðýný inkâr edip, emirlerine karsý isyan eden kimseleri en þiddetli cezalara, iþkencelere uðratacaktýr. O Yüce yaratýcýnýn varlýðýna, birliðine, büyüklük ve kudretine þahadet eden bu kadar âyetler, durup dururken bunun aksine bir yol tutanlar elbette böyle muazzam azaplarý hak etmiþlerdir. Artýk daha fýrsat elde ilen uyanmalý, dini hakký kabul edip hidayet ve selâmet yolunu takip etmeli deðil midir?..

 

 

 

 

5. Þüphe yok ki. ALLAH Teâlâ'ya ne yerde ve ne de gökte hiç bir sey gizli kalmaz.

5.  Bu âyeti kerime; Cenab'ý Hakkýn gayblan bildiðini ifade edere), insanlarý iki yüzlülükten, edep ve terbiyeye muhalif hareketlerden men etmek gibi bir hikmet taþýmaktadýr. Þöyle ki: Ey insanlar!. (Þüphe yok ki) ALLAH Teâlâ sizlerin bütün hal ve hareketlerinizi bilir. Çünkü: (ALLAH Teâlâ'ya ne yerde ve ne de gökte) bütün varlýk âleminde (hiç bir sey gizli kalmaz.) Artýk ALLAH'ýn azabýndan kurtulmak, ve ilâhî yardýma kavuþmak için ona göre hareketiniz!, akîdenizi tanzim edin ve düzeltin. Böyle her þeyi tam olarak bilmek, ALLAH Teâlâya mahsustur. Böyle geniþ kapsamlý bir ilme sahip olmayanlar hasa yaratýcýlýk ve mabudluk sýfatýna sahip olamazlar.

Evet... Ýnsanlardan bir kýsmý, bazý þeyleri bilseler de bu, ALLAH'ýn ilmi karsýsýnda pek cüz'îdir. Mamafih bu da Cenab'ý Hakkýn onlara vermiþ olduðu bir kabiliyet sayesindedir. Cenâb-ý Hak dilerse o kabiliyeti kendilerinden derhal alabilir. Ýste Hz. Ýsa gibi pek muhterem zatlarýn bazý harikalar göstermiþ, ''azý gaybi bilgilere eriþmiþ olmalarý da yine Cenâb-ý Hakk'ýn onlara hikmeti gereði vermiþ olduðu bir izin ve yetenek sayesindedir. Binaenaleyh onlarýn ilimleri, kudretler! de sýnýrlýdýr. Bütün varlýklarý kuþatýcý deðildir. Artýk onlara yaratýcýlýk ve ilahlýk sýfatý nasýl isnat edilebilir?..

 

 

 

 

6.  O, O Yüce Yaratýcýdýr ki, sizleri döl yataklarýnda dilediði gibi tasvir eder. O aziz, hâkim olan ALLAH Teâlâ'dan baþka hakkýyla mabud yoktur.

6. Bu âyeti celile de Cenab'ý Hakkýn kudret ve hikmetini açýklamakta insan soyunu dilediði þekilci e yaratmaya kadir olduðunu bildirmektedir. Þöyle ki: Ey insanlar!. Uyanýnýz, güzelce biliniz ki: (O) Yüce ALLAH bir (Yüce Yaratýcýdýr) bütün (sizleri) bütün insanlýðý ve nice hayat sahibi þeyleri (döl yataklarýnda) analarýnýn rahminde (dilediði gibi) erkek, diþi, beyaz, siyah; güzel, çirkin, azalar tam noksan olarak yahut baþka þekillerde (tasvir eder) varlýk sahasýna çýkarýr. Artýk (o aziz) mülkünde tasarrufa her þekilde kadir ve (hakîm) her eseri yaratmasý bir hikmete, bir faydaya dayanan (ALLAH Teâlâ'dan baþka hakkýyla ibâdet edilmeye layýk kimse yoktur.) Böyle muazzam bir kudret ve hikmete sahip olmayan bir kimse, nasýl ilahlýkla vasýflanmýþ olabilir?.. Hýristiyan taifesi Hz. Ýsa'nýn, bazý ölüleri, diriltmesi ve hastalarý þifaya kavuþturmasýna bakarak, onun ALLAH olduðunu kabul etmiþlerdi. Halbuki Hz. Ýsa'nýn böyle bir kudrete kavuþmasý sadece bir mucize olmak üzere kendisine ALLAH tarafýndan verilmiþti. Maamafih onun bu kudreti sýnýrlýdýr. Yaratýcý olan zat ise bütün yaratýklarý meydana getirmeye kadirdir. Bütün insan yavrularýný analarýnýn rahminde dilediði þekilde tasvire kadirdir. Çocuklarýn analar, babalar vasýtasýyla dünyaya gelmeleri ilâhî bir âdet icabýdýr. Yoksa Cenâb-ý Hak, dilediði kimseleri anasýz, babasýz olarak da yaratabilir. Nitekim Hz. Adem'i bu suretle yaratmýþtýr. Artýk Hz. Ýsa'yý anasý olduðu halde babasýz yaratmýþ olmasý, onun ) I ah lýða sahip, ALLAH'ýn oðlu olmakla vasýflanmýþ olmasýný asla icabetmez. Artýk, Hýristiyanlarýn bu yaratma mes'elesini de bir senet kabul etmeleri asla doðru olamaz.

 

 

 

 

7. O Yüce Mabud ki, senin üzerine Kur'âný indirdi. Ondan bir kýsmý muhkem âyetlerdir ki, onlar o kitabýn aslýdýr. Diðer bir kýsmý da müteþabih âyetlerdir. Artýk kalblerinde eðrilik bulunan kimseler fitne aramak ve onu tevil arzusunda bulunmak için o kitaptan müteþabih olanýna tâbi olurlar. Halbuki, onun tevilini ALLAH Teâlâ'dan baþkasý bilemez. Ýlimde rüsuh sahibi olanlar ise "Biz ona îman ettik, hepsi de Rabbimizin katýndandýr derler. -Bunlarý- tam akýllý zatlardan baþkasý düþünemez...


7. Bu âyeti celile, Kur'an'ý Kerim'den hakkýyla istifade eden zatlar ile onu kendi yanlýþ itikatlarýna bir senet kabul ederek bâtýl görüþlerde yorumlarda bulunan kimselerin tavýrlarýný, ruhî durumlarýný beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ya Muhammedi.. - Aleyhisselâm- O Yüce Mabuddur ki: (Senin üzerine kitabý) Kur'ân-ý Kerim'i âyet âyet, süre süre (indirdi, ondan) o ilahi kitaptan (bir kýsmý muhkem âyetlerdir.) Mânâlarýna delâletleri açýk, ibareleri ihtimal ve benzerlikler! uzaktýr (ki, onlar ümmül-kitaptýr) yani: Kur'ân âyetlerinin aslýdýr. Dini hükümler hakkýnda bunlara itimat edilir dayanýlýr. (Diðer bir kýsmý da müteþabih âyetlerdir.) Bunlar ile ALLAH'ýn Muradýnýn ne olduðu açýkça bildirilmemiþtir... Çeþitli mânalarda ihtimalleri vardýr. Muhkem âyetler ile sabit olanlara muhalif gibi görülür. (Artýk kalblerinde eðrilik bulunan kimseler) bir takým bid'at sahipleri gibi ve bir takým haktan meyleden gayri müslimler gibi þahýslar (fitne aramak) insanlarý þek ve þüpheye düþürüp dinlerinden ayýrmak için (ve onu tevil arzusunda bulunmak) onu kendi arzularýna göre tevil etmek yorumlamak (için o kitaptan) Kur'ân'ýn hikmetli beyanýndan (müteþabih olanýna tabî olurlar), onlarýn dýþ anlamlarýna takýlýrlar. Veya onlarý bâtýl surette tevil ederler (halbuki, onun) o müteþabihierden olan herhangi bir âyetin (tevilini) ondan muradýn ne olduðunu, onu ne gibi bir mânaya yorumlamanýn icabettiðini (ALLAH Teâlâ'dan baþkasý bilmez). Onu bilmek, Yüce ALLAH'a mahsustur. Onu hikmeti gereði o suretle inzal buyurmuþtur. Bizim vazifemiz ise onun ilahi, kelâm olduðunu tasdik etmekle mânasýný ALLAH'ýn ilmine ýsmarlamaktadýr. (Ýlimde rüsuh) hakkýyla bilen ve saðlam itikat (sahibi olanlar ise) müteþabihatýn da birer ilâhî kelâm olduðunu bilir, takdis eder ve (bîz ona Ýman ettik, hepsi de) muhkemlerde, müteþabihler de (Rabbimizin katýndandýr derler.) Öyle güzel bir itikat sahibi olduklarýný gösterirler. (Bunlarý) Kur'an'ý Kerim'deki hükümleri (tam akýllý zatlardan baþkasý düþünemez.) Bunlarý güzelce takdir ve tevil ederek bunlardan istifade etmek ve öðüt alabilmek için tam akýl sahibi olmak lâzýmdýr. Yoksa arzu ve heveslerine tâbi olan, yanlýþ anlayýþlarý kabul eden, güzelce nazar ve tefekkürden mahrum olanlar, bu gibi Kur'ânî izahlardan istifade edemez ve uyanmýþ olamazlar.

§ "Mühkemât"; muhkemin cem'idir. Bundan maksat, lafzý ve mânasý kesin olarak bilinen, nesih ihtimalinden uzak olan âyetlerdir. Bunlar baþlýca iki nevidir. Biri (Liaynihi muhkemdir) ki onun neshe ihtimali olmadýðý Ýlk iniþ tarihinden itibaren anlaþýlmýþtýr. Meselâ: Cenâb-ý Hakkýn birliðine her þeyi bildiðine ve kýyametin vuku bulacaðýna dair olan âyetler bu nevi muhkemattandýrlar. Diðeri de ligayrihi muhkemattýr ki, ilahi vahyin kesilmesine, Rasûli Ekrem Efendimizin âhirete irtihaline binaen kendilerinde nesih ihtimali kalmayan âyetlerdir. Namaza, oruca, zekâta, mirasa ait âyetler gibi.

§ Müteþabihata gelince, bu da kendilerinden ALLAH'ýn muradýnýn ne olduðunu bilmek ümidi, ümmet hakkýnda kesilmiþ olan âyetlerdir. Bunlar ile ne irade buyurulmuþ olduðu bizim için kapalý bulunmuþ olur.

Müteþâbihât ta iki nevidir. Biri, kendisinden lügat itibarýyla hiç bir þey anlaþýlmayan lâfýzlardýr. Bazý sürelerin evvelindeki harfler gibi. Diðeri de lüðavî mânasýný kasd
edildiðine  aklýn veya diðer muhkem delillerin müsait olmadýðý bazý tâbirlerdir.   ALLAH'ýn eli onlarýn ellerinin üstündedir. (Fetih 48/10) âyeti    kerimesindeki "Yed = el" tabiri gibi ki, bunun lügat itibariyle mânasý malûm ise de Cenâb-ý Hak, azadan uzak olduðundan el tabirini ona bu mâna itibariyle

Isnad   etmek caiz deðildir, o halde bu da m üt e þ ab i ht ir. Ýþte Hz. Isa hakkýndaki      Mesih.... ancak Meryem'e ulaþtýrdýðý kelimesi ve ondan bir ruhtur. (Nisa 4/171.) âyeti kerimesi, böyle m üt e sabi hattan d ir. Artýk bunlara istinaden kat'î bir hüküm vermek, caiz olamaz.

§ "Müteþabihatýn hükmü"; Bunlarýn hak olduðuna, birer ilâhî kelâm olduðuna inanmakla beraber bunlarýn mânalarýnýn kat'î surette tâyinini ALLAH'ýn ilmine býrakmaktýr.

Selef alimleri, bu gibi m üt e þ ab i h atý tevilden kaçýnmýþlardýr. Ashabý kiramdan Malik Ýbni En e s, radiallahü anhden   = Rahman Arþa istiva etmiþtir. (Taha 20/53) âyeti kerimesi sorulmuþ, o da þöyle cevap vermiþtir: Ýstiva malumdur, keyfiyeti ise bizce meþhüldür. Buna Ýman vaciptir. Bu konuda soru sormak ise bid'attýr. Maamafih bazý zatlar, bu gibi müteþabihlerin þeriata aykýrý olmayacak bir tarzda yorumlanabilecekleri görüþündedir. Meselâ: Cenâb-ý Hakk'a isnat edilen yedden murat, ALLAH'ýn kudretidir, kâinat'ý idare etmesidir, denilmektedir. Böyle bir yorum, yanlýþ anlamalara meydan verilmemesi faydasýndan dolayý kabul edilmiþtir. Zaten bazý lâfýzlar vardýr ki, onlarýn lüðavî mânalarý kasdedilmez, onlar lisan bakýmýndan bir takým kinayelerden ibaret bulunur. Nitekim: "Filân zat, bir milleti veya bir orduyu bir eliyle idare ediyor" denilir ki, bununla onun iktidarý iyi idaresi kastedilir.

§ "Müteþabihattan olan âyetlerin iniþi, birer hikmete dayalýdýr. Ve bunlar, insanlýk için birer deneme ve imtihan vesilesidir. Tâ ki, onlarýn mânâlarýný kat'î surette anlamadýklarý halde, onlarýn hakkýyyetine Ýman ederek sevaba kavuþsunlar. Bunlarý þeriata muhalif, cahilce bir surette tevile cüret edenler de azaba uðrasýnlar. Maamafih istikbale ait bir çok hâdiselerin de zamaný insanlara hikmet gereði bildirilmemiþtir. Nitekim kýyametin ne zaman kopacaðýný, güneþin ne zaman maðriptan doðacaðýný, deccalýn ne zaman çýkacaðýný, Hz. Ýsa'nýn da ne zaman yere ineceðini Cenâb-ý Hak, kullarýna bildirmemiþtir... Bu suretle insanlarýn daima uyanýk bulunmalarý, kendi bilgilerine güvenip bilgiçlikten sakýnmalarý ve daha nice þeyleri bilmediklerini anlayarak acizliklerini itiraf etmeleri gayesi de düþünülmüþtü.

§ "Diðer bir bakýmdan Kur'ân'ý Kerim'in bütün âyetleri muhkemdir. Þöyle ki: Bütün âyetler, mana bozukluðundan, lafýz kusurlarýndan korunmuþtur. Hepsi de tevatür yoluyla sabittir. Hepsi de ALLAH'ýn sözüdür. Hepsinin de hakkiyetine inanmak lâzýmdýr. Diðer bir bakýmdan da hepsi müteþabihdir. Yâni: bütün âyetler, mânalarýnýn sýhhati, lâfýzlarýnýn düzgünlüðü, fesahat ve belâgatin birer mükemmel numunesi olmalarý ve hepsi de birer ALLAH'ýn sözü bulunmasý cihetiyle birbirine benzemektedir, hepsi de ayný yüceliðe sahip bulunmaktadýr.

§ Tefsir ile tevilin mahiyetleri: Tefsir -lügatte keþif etmek ortaya çýkarmak ve açýklamak demektir. Nitekim bir þeyin beyan ve izah edilmesini istemeye de "istifsar" denir. Istýlahta ise tefsir. Kuraný Kerimdeki kelimelerin mânâlarýný âyetlerin içeriklerini, hükümlerini, kýssalarýný muhkem ve müteþabih olanlarýný nasih ve mensulý bulunanlarýný ve iniþlerini, sebeplerini kendilerine açýkça delâlet eden lâfýzlar ile, tabirler ile izah etmektir. Tevil ise lügatte rücu mânasýna gelen (evi) kelimesinden türemiþtir. Nitekim bir þeyin özetine, özüne, ve neticesine "meal" denilmektedir. Istýlahta ise tevil, Kur'an-ý Kerimin âyetlerini muhtemel olduðu çeþitli mânalardan birine çevirmektir ki, iki nevidir. Birisi, sahih tevildir ki, bu bir kapalý lâfzý haklý bir sebebe dayanýp, bir sebep ve delile baðlý olup muhkem âyetlere ters düþmeyen bir mânaya sevketmektir. Bu halde bazen gizli olan bir mâna, açýk görülen bir mânaya ve mecaz, hakikata tercih olunuru. Nitekim: (Yed) tabiri, Cenâb-ý Hakka isnat edilince bu luðavi manasýna deðil, mecazi mânasý olan kudret ve idare manasýna yorumlanmýþtýr. Ýkincisi: Fasit tevilidir ki: Bir'lâfza hiç ihtimali olmayan bir mânayý vermektir veya ihtimali olan mânâlar içinde muteber! varken muteber olmayan mânayý seçmektir.

Resulda" sebat, metanet, saðlamlýk, bir fen ve sanatýn hakikatini bilmek demektir. Böyle bir vasfý taþýyana "rasih" denir. Cem'i "rasih undurUn          den murat ise ilimleri, imanlarý rüsuh bulmuþ, hafýzalarý ilmî mes'elelerle süslenmiþ olan zatlardýr. Bazý zatlara göre rasihundan olan zat, o kimsedir ki,

onun ilmi, kendisinde þu dört özelliðin bulunmasýna vesile olur. Kendisiyle ALLAH Teâlâ arasýnda korku, kendisiyle halk arasýnda alçak gönüllülük, kendisiyle dünya arasýnda ibâdet aþký ve kendisiyle nefsi arasýnda cihâd.

 

 

 

8. Ey Rabbimiz!. Bizlere hidâyet buyurduktan sonra kalplerimizi -haktan- saptýrma ve kendi Yüce katýndan bizlere bir rahmet baðýþla. Þüphe yok ki çok baðýþ yapan ancak sensin.

8. Bu mübarek âyetler ilimde rüsuh sahibi olan zatlarýn Cenab'ý Haktan hidayet ve ihsan talebinde bulunup ne suretle dua ve niyaza devam ettiklerini göstermektedir. Þöyle ki: (Ey Rabbimiz! Bizlere hidâyet buyurduktan) bizleri Ýslâm dinîni kabule, muhkem ve müteþabih olan âyetlere imana muvaffak kýldýktan (sonra kalplerimizi saptýrma.) Bizleri hak yoldan ayýrma, rýzana aykýrý yorumlarla müteþabihata uymaktan koru. (Ve kendi Yüce katýndan bizlere bir rahmet baðýþla) bizlere lütfet, bizleri imanýmýzda, kavuþtuðumuz hidayette sabit kýl veya kusurlarýmýzdan dolayý bizlere maðfiret buyur. (Þüphe yok ki baðýþ yapan) istirham ettiðimiz þeyleri, lütuf ve merhametle ihsan buyuran (ancak sensin.) Ya ilâhî!. Bu dualarýmýzý kabul buyur, bizleri hidayetten, rahmetinden mahrum býrakma.

Bu âyeti kerime göstermiþ oluyor ki: Ýnsanlar dâima korku ile ümitten ayrýlmamalýdýrlar. Hiç bir kimse kendi ibâdet ve itaatýna güvenmemelidir. Ve yine hiç bir kimse, ümitsizliðe düþüp hidayetten, ALLAH'ýn merhametinden ümidini kesmemelidir. Nice kimseler vaktiyle âlim, tadil, âbit, zahit iken bilahara nefislerinin arzularýna tabi olmuþlar, dünyevi menfaatlar arkasýnda koþmuþlar, bir takým bozgunculara baðlanarak hidayet caddesinden ayrýlmýþlardýr. Bilâkis nice kimselerde vaktiyle kötülüðü emreden nefislerine uyup günahkâr bir halde yaþarken, daha sonra bir ilâhî rahmet eseri olarak kendilerinde bir uyanma meydana gelmiþ, yaptýklarý kötülüklerden tevbe      etmiþler ve affedilmelerini istemiþler, dini ve dünyevî vazifelerini güzelce ifaya baþlamýþlar, ve son nefeslerini imanla noktalama þerefine kavuþmuþlardýr.

 

Nitekim Rasûli Ekrem Efendimiz:: Ey kainleri, ve gözleri çeviren ALLAH'ým!.. Bizim kalplerimizi senin dinin üzerinde sabit kýl. Ne mühim bir dua!. Ýþte bu, bizim için bir uyanma dersidir. Varlýðýmýza güvenmeyelim, dâima Cenâb-ý Hakka sýðýnalým. Hidayette ve diyanette sebat etmemizi onun merhametinden, sonsuz lütuf ve ihsanýndan niyazda bulunalým.

§ Hidâyet = Hûda: Hak yolu, hak yolu beyan etmek, doðru yola gitmek, ulaþýlmak istenilen þeye yol göstermek, Hak yola fiilen ulaþtýrmak böyle bir yola girmek manasýnadýr. Mübarek Peygamberlerin lisaniyla ve kitaplarýn inmesiyle insanlarý Hak yola davet ve teþvik de bir hidâyet demektir.

§ Rahmet: Acýmak, esirgemek, tabiatýn eðilim ve inceliði, hayra ulaþtýrmayý istemek, Cenâb-ý Hakkýn kullarýna ölümden sonraki lütuf ve ihsaný demektir.

"Bu kadar cürmü seyylatýmla"

"Rahmet ü m midimin budur sebebi"

"Ki buyurmuþ hüdayi azze vecel"

"Sebekat rahmeti alâ gazabî"

 

 

 

9. Ey Rabbimiz!. Þüphe yok ki insanlarý kendisinde þüphe olmayan bir gün için toplayan ancak sensin, þüphe yok ki. ALLAH T e âlâ sözünden dönmez.

9.  Cenâb-ý Haktan hidâyet ve rahmet niyazýnda bulunan rasih âlimler, dualarýna þöylece devam etmektedirler: (Ey Rabbimiz! Þüphe yok ki insanlarý) bütün insanlarý (kendisinde þüphe olmayan) meydana çýkacaðý kat'î bulunan (bir gün için toplayan) onlarý o günde hesaba çeken, mükâfat ve cezaya uðratan (ancak sensin) bizleri o günde rahmet ve yardýmýna kavuþtur. (Þüphe yok ki. ALLAH Teâlâ sözünden dönmez) mü'minler hakkýndaki ilahi müjde o günde tam manasýyla ortaya çýkacaktýr. Artýk Ey Rabbimiz! Bizleri Ýman ile yaþat, Ýman ile öldür. O yüce müjdene kavuþtur. Kötülük yapanlar hakkýndaki ilâhî, tehdit ve korkutma ise onlara af edilmedikleri takdirde tatbik edilecektir. Küfür üzere ölenler ise asla ALLAH'ýn affýna kavuþmayacaklarý bakýmýndan onlarýn hakkýndaki ilâhî, tehdit ve uhrevî azab ise herhalde devam edip duracaktýr. Artýk böyle bir felâkete düþmekten bizleri Cenâb-ý Hak muhafaza buyursun diye dua edip durmalýyýz.

 

 

 

10.  O kimseler ki kâfir oldular, onlarýn mallarý ve evlâtlarý onlar için ALLAH Teâlâ katýnda hiç bir fayda vermez ve onlar iþte ateþin çýrasýdýrlar.

10. Bu mübarek âyetler, dinsizlere ellerinde bulunan dünyevî varlýklarýn fâide vermeyeceðini, bilâkis onlarýn ebedî felâketlere maruz kalacaklarýný bu hususa dâir tarihî bir olayý misal göstererek söyleyece beyan buyurmaktadýr. (O kimseler ki, kâfir oldular) ALLAH'ýn birliðini, yüce peygamberleri, semavî kitaplarý tamamen veya kýsmen inkâr ederek küfür ve þirke düþtüler. (Onlarýn) güvendikleri (mallarý ve evlâtlarý onlar için) yarýn âhiret günü (ALLAH Teâlâ'nýn katýnda) onun mahkemei kübrasýnda (bir fâide vermez.) Onlarý ilâhî azaptan kurtaramaz. (Ve onlar) böyle küfür ve isyanda devam ettiler mi (iþte ateþin çýrasýdýr) cehennemin ebedî olarak yakacaðý nesnelerdir. Nitekim nice servet ve ihtiþama sahip olan dinsiz kavimler, bilahara mahvý periþan olup lâyýk olduklarý cezalara kavuþmuþlardýr.

 

 

 

11. Onlarýn bu gidiþi, týpký âli firavn'un ve ondan evvelki kimselerin gidiþi gibidir ki bizim âyetlerimizi yalanladýlar. ALLAH Teâlâ da onlarý günahlarý sebebiyle yakaladý. Ve ALLAH Teâlâ azabý þiddetli olandýr.

11.     (Onlarýn bu gidiþi) o Necran elçilerinin, veya yahudilerin, veya Arap müþriklerinin hâl ve durumu (Firavn'un hanedanýnýn ve ondan evvelki kimselerin) Ad ve Semud gibi daha eski kavimlerin (gidiþi gibidir ki) onlarýn da mallarý, çoluk çocuklarý pek çok olmakla beraber, kendilerine fâide vermemiþ onlarý azaptan kurtaramamýþtýr. Onlar da (bizim âyetlerimizi yalanladýlar.) Küfür ve isyanda devam edip imân nimetinden mahrum kaldýlar. (ALLAH Teâlâ da onlarý) bu (günahlarý) bu küfür ve isyanlarý (sebebiyle yakaladý) hepsini de helak etti, hepsini de cezalandýrdý. (Ve) Þüphe yok ki böyle kâfir kimseler hakkýnda (ALLAH'ýn cezasý çok þiddetlidir.) Bunlara cehennemde ebediyyen azap çektirecektir. Artýk daha hayatta iken biraz düþünüp küfür ve isyana son vermeli deðil midir? Cenâb-ý Hakkýn azabý inkarcýlar hakkýnda daha dünyada iken de yüz gösterir.

 

 

 

12.  Kâfir olanlara de ki: Yakýnda maðlûp olacaksýnýz ve cehenneme sevk olunacaksýnýzdýr. -O- ne fena bir yataktýr?

12.    Bu âyeti kerime, müslümanlarýn düþmanlarýna galip geleceklerin! bildirmiþ ve bu galibiyet tahakkuk etmiþtir. Binaenaleyh bu bir Kur'ân mucizesidir. Müslümanlar hakkýnda müjdeyi, düþmanlarý hakkýnda da tehdidi içerir. Þöyle ki: Rasûli Ekrem sallallahü aleyhi vesellem Bedir gazvesinde Kureyþ müþriklerin! maðlûp ettikten sonra yelýûd! taif eþini çaðýrmýþ, Kureyþe isabet eden maðlûbiyet ve yenilginin Yahudilere de isabet edeceðini ihtar ederek onlarý Ýslâmiyete, itaate davet buyurmuþtu. Onlar ise bencillikte bulunmuþ, sen bizi Kureyþ gibi harp etmesini bilmez, batacak bir kavim mi sanýyorsun? Eðer bizimle savaþta bulunur isen karþýnda asýl kahraman insanlarý görürsün, demiþlerdi. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur.

Yüce Meali þöyledir: Habibim (kâfir olanlara) O Yahudilere (de ki) Siz de (yakýnda maðlûp olacaksýnýzdýr.) kuvvetinize, çokluðunuza güvenmeyiniz, dünyada maðlûbiyetiniz yakýnda gerçekleþecektir. (Ve) bununla kalmayacaksýnýzdýr. (Cehenneme) de (sevk olunacaksýnýzdýr.) Artýk ona göre hareket ediniz. Gerçekten bu ilâhî tehdid Yahudiler hakkýnda tahakkuk etmiþtir. Þöyle ki: Yahudilerden Kureyza oðullarý öldürülmüþtür. Nadir oðullarý sürgün olunmuþtur. Hayli er fethedilip baþkalarý üzerine de cizye = vergi konulmuþtur.

 

 

 

13.  Þüphe yok ki sizin için iki grupta bir alâmet vardýr. Bir grup ALLAH yolunda savaþýyordu, diðeri ise kâfir idi. Onlarý göz göre kendilerinin iki misli görüyorlardý... ALLAH Teâlâ ise dilediðini yardýmýyla güçlendirir. Þüphe yok ki bunda basiret sahipleri için bir ibret vardýr.

13. Bu âyeti kerimede kendi kuvvetlerine güvenen düþmanlara bir tarihi örnek göstererek onlarý uyanmaya þöylece davet etmektedir. Ey mü'minler! Veya ey Yahudiler! (Þüphe yok ki, sizin için) Bedir savaþýný yapmýþ olan (iki fýrkada) iki cemiyete ait tarihi bir olay da (bir alâmet vardýr.) Rasûli Ekrem'in beyanlarýnýn doðruluðuna açýk bir dalâlet vardýr. Onlardan (bir fýrka) Ýslâm cemaati (ALLAH yolunda savaþýyordu) þahsi bir menfaat, bir kýrgýnlýk için deðil, ALLAH'ýn dinini yüceltmek için cihatta bulunuyordu. (Diðeri ise kâfir idi) Arap müþriklerinden bulunuyor, þeytan yolunda cenk ediyorlardý. (Onlarý göz göre) Ýlk bakýþta (kendilerinin iki misli görüyorlardý) Þöyle ki: Bu Bedir gazvesinde müslümanlar fýrkasýnýn sayýsý (içyüz on üç idi, müþriklerin sayýsý de bine yakýn idi. Cenâb-ý Hak, o müþriklerin kalplerine korku ve hasiyet düþürmek için Ýslâm ordusunu o müþriklere kendi ordularýnýn iki misli imiþ gibi göstermiþtir. Diðer bir yoruma göre de müslümanlar, o düþmanlarýný kendi kuvvetlerinin       nihayet iki misli kadar görüyorlardý, daha fazla görüp endiþeye düþmüyorlardý. Halbuki o düþmanlar, kendilerinden üç misli fazla idi. Diðer bir yoruma göre da m il s I il m an I ar, kendi kuvvetlerini düþman kuvvetlerinin iki misli görüyorlardý. Cenâb-ý Hak onlara düþmanlarýný böyle az gösteriyordu. Ta ki müslümanlar, sakin bir þekilde, güçlü bir kalbe mazhar olarak düþman üzerine tam bir cesaretle atîlýversinler. Baþka bir yoruma göre de Yahudiler, o savaþçý müþrikleri, müslümanlarýn iki misli görmüþler, o müþriklerin galibiyetine kani olmuþlardý. Halbuki, galibiyet o çoklukta deðil, o bir ilâhî iradenin netîcesidir.

Evet. (ALLAH T e âlâ ise dilediðini yardýmýyla güçlendirir) Bu sayede nice az kuvvetler, çok kuvvetlere galip gelir. (Þüphe yok ki bunda) bu tarihi olayda böyle az bir cemaatin, büyük bir cemaate galip olmasýnda (basiret sahipleri için) kalp gözleri açýk, hakikatlarý görüp düþünmeye muktedir zatlar için (bir ibret vardýr) artýk bunu düþünüp uyanmalýdýr. Kendi kuvvetine güvenip hakký kabulden kaçýnmamalýdýr. Yoksa ey Yahudiler! Sizler de öyle maðlûp olursunuz. Nitekim de olmuþlardýr, Ýþte mucize olan Kur'an'ý Kerim'in meydana geleceðini haber verdiði þeyler bütün böyle meydana gelmiþ ve gelecektir. Buna inanmýþýzdýr...

 

 

 

14. Ýnsanlara, kadýnlardan, oðullardan, kantarlarca altýn ve gümüþten, alâmetli atlardan, hayvanlardan, ekinlerden -ileri gelen- þehvetler sevgisi tezyin edilmiþtir. Bu, dünya hayatýnýn menfaatidir. Halbuki güzel dönüp gidilecek yer. ALLAH Teâlâ'nýn katýndadýr.

14. Bu âyeti kerime, insanlarýn fâni varlýklara baðlanarak âhiret saadetini temin edecek þeylere karþý kayýtsýz kalmamalarýna iþaret buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Ýnsanlara) bir imtihan olmak üzere dünyevî þeylerden bir çoklan pek cazip bir halde bulunmuþtur. Bu cümleden olarak onlara (kadýnlardan, oðullardan, kantarlarca altýn ve gümüþten alâmetli) güzel, niþanlý (atlardan) ve deve, sýðýr koyun gibi (hayvanlardan) tarlalarda, bahçelerde yetiþen buðday, arpa, sebze, meyve gibi çeþitli (ekinlerden -Ýleri gelen- þehvetler sevgisi) bu gibi iþtah kabartýcýsý olan þeylerin muhabbeti, ALLAH tarafýndan bir hikmet gereði (tezyin edilmiþtir.) insanlar bunlara karþý pek meyilli bulunurlar. Maamafih (bu) zikredilen þeyler (dünya hayatýnýn menfaatidir) bunlar birer dünya metaldir, bunlarýn fa-ideleri geçicidir bunlara fazla düþkünlük göstermek uygun deðildir. Asýl aranacak gaye bunlar deðildir. Birçok insanlar ise bütün bunlara düþkündürler. (Halbuki,) asýl (dönüp gidilecek) fazlaca muhabbet edilecek (yer ALLAH Teâlâ'nýn katýndadýr) ki, o da cennettir. Orada ilâhî tecellilere mazhar olmaktýr. Ýþte ebedî saadet buradadýr. Evet! Dünyevî olan çoluk çocuk, servet ve varlýk da meþru þekilde elde edildiði takdirde verilmiþ deðildir. Bunlar da birer ilâhi I üt uf t ur. Ýnsanlar için dünyada yaþadýkça lâzým, fâideli þeylerdir. Bunlarýn haklarýna riâyet edilirse, bunlar ile dinî, vatanî vazifeler ifa olunursa, bunlar da þayani þükran birer nîmettir. Maamafih bunlar ne de olsa fânidir, fâideleri sýnýrlýdýr, geçicidir, Ýnsan bunlar ile yetinmemelidir, ebedî hayatýný temin edecek þeyleri elde etmeye daha ziyade çalýþmalýdýr. Yoksa dünyevî nimetler çok kere insaný gaflete, isyana sevkeder. Hele bunlar gayrý meþru surette elde edilirse veya þerre sarf olunursa sahibi için birer felâket sebebi olur. Binaenaleyh insan uyanýk olmalýdýr. Fanî bir varlýk uðrunda ebedî hayatýný feda etmemelidir. Sonra piþmanlýk fayda vermez.

Butun elvahi rengârengi dünya çeþmi ibrette. Dünyanýn bütün rengarenk levhalarý, ibret alan göz için

Hayâlý mahzdýr, bir tayfi zailden ibarettir. Sýrf hayal ve yok olan bir hayaletten ibarettir.

§ Kanatir, kýntarýn çoðuludur. Kýntâr ise yüz yirmi rýtldýr. Her rýtl ise yüz otuz dirhemdir. Bir görüþe göre de bir kýntâr bin iki yüz okkadýr. Diðer bir görüþe göre de yüz bin dinardýr veya seksen bin miskaldýr. Mukantara da, muhkem, birbiri üzerine yýðýlmýþ, toplanarak define haline getirilmiþ mal demektir. Ayeti kerimedeki (elkanatirul'      mukantara) dan maksat, biriktirilmiþ olan çokça mallardýr, insanlarda böyle mal biriktirmek için yaratýlýþtan aþýn bir istek vardýr. Nitekim: Bir hadisi þerifte: Adem oðlu için iki dere dolusu altýn olsa bunlar için bir üçüncüsünü de temenni eder. Adem oðlunun içerisini topraktan baþkasý dolduramaz.

Artýk     insan güzel bir dini terbiye bir ruhi temizliðe sahip olmalýdýr ki, böyle bir ihtirastan kurtulabilsin, elindeki meþru serveti de takdir ederek suistimâlden kaçýnsýn.    Bunun þükrünü ifâ için muhtaç olanlara yardýmdan da geri kalmasýn, ve bu servetini ebedî selâmet ve saadeti temine bir vesîle kýlsýn. Baþarý Cenab'ýHaktan d ýr   = Malýn en hayýrlýsý ALLAH yolunda harcanandýr.)

 

 

 

 

15 De ki: Size onlardan daha hayýrlýsýný haber vereyim mi? Takva sahibi olanlar için Rablerinin yanýnda altlarýndan ýrmaklar akar cennetler vardýr. Orada ebedî olarak kalacaklardýr. Ve kusurlardan tertemiz eþler vardýr. Ve ALLAH Teâlâ'nýn büyük bir rýzâsý vardýr. Ve ALLAH Teâlâ kullarýný hakkýyle görücüdür.

15. Bu mübarek âyetler, dünyevî varlýklardan daha üstün olan ebedî varlýklarý, nîmetleri göstermekte ve bu ebedî varlýklara, nîmetlere nail olacak zatlarýn vasýflarýný bildirmektedir. Bu sebeple de bütün insanlýðý uyanmaya ve o zatlara uymayý teþvik buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ya Muhammedi Aleyhissalâtü vesselam, kavmine (de ki, onlardan) o dünyevî iþtah çekici olan þeylerden, çoluk çocuktan (daha hayýrlýsýný haber vereyim mî!) o daha, hayýrlý ve ebedî olan þeyler (takva sahibi olanlar için) ALLAH Teâlâ'dan korkup dini vazifelerini güzelce yerine getirenler için. (Rablerinin yanýnda) âhiret âleminde aðaçlarýnýn (altlarýndan ýrmaklar akar cennetler) baðlar, bahçeler pek hoþ, ebedî ikametgâhlar (vardýr.) O takva sahipleri (orada) o cennetlerde (ebedî olarak) devamlý olarak (kalacaklardý Ve) o takva sahipleri için orada (kusurlardan) hayz gibi ve diðer pis görülen þeylerden, arýzalardan (tertemiz eþler vardýr ve) bununla beraber hepsinin üstünde (ALLAH Teâlâ'nýn büyük bir rýzâsý vardýr) iþte en büyük saadet, bu ilâhi uzaya nail olmaktýr. (Ve ALLAH Teâlâ kullarýný hakkýyle görücüdür.) Bütün kullarýnýn yaptýklarýný bilir, görür, ona göre mükâfat veya ceza verir. Ýþte takva sahibi kullarýnýn o güzel hallerini de bilir olduðu için onlar için cennetlerin! hazýrlamýþ, ve onlarý en mukaddes bir gaye olan kendi ilâhî rýzâsýna mazhar buyurmuþtur. Ne mutlu bu saadete nail olanlara.

Bir hadisi þerif þu mealdedir. ALLAH Teâlâ, âhirete cennet ehline hitaben buyuracaktýr ki: Ey cennet ehli! Benden razý oldunuz mu? Onlar da diyecekler ki: Ey Rabbimiz! Biz senin itaatinde devamlýyýz, saadet, yardým sendendir, hayýr senin kudret elindedir. Biz nasýl razý olmayýz, kimseye vermediðin nîmetleri bizlere verdin, Cenâb-ý Hak da buyuracak ki: Ondan, daha üstününü sizlere vereyim mi? Onlar da diyecekler ki: Ey Rabbimiz! Ondan daha üstün hangi þey vardýr? Hak Teâlâ hazretleri de tekrar      buyuracak, yani kendilerine mukaddes katýndan ilham kýlacaktýr ki: Ben size rýzamý helâl ve ihsan kýldým ki, artýk bundan sonra sizlere ebediyen hýþým ve gazapta bulunmayacaðým. Ne muazzam bir müjde, ne sonsuz bir nîmet ve saadet! Cenab'ý Hak cümlemizi böyle bir ilâhî iltifata mazhar buyursun. Amin...

 

 

 

 

16.Onlar ki. Ey Rabbimiz! Biz muhakkak îman ettik, artýk bizim için günahlarýmýzý baðýþla ve bizleri o ateþ azabýndan koru, derler.

16.    (Onlardýr ki) o takva sahihi zatlar veya ALLAH'ýn muhterem kullarý o kimselerdir ki (Ey Rabbimiz!) Sen âlimsin, bilirsin ki, (bîz muhakkak Ýman ettik) senin birliðini, yaratýcýlýðýný, bütün ilâhî hükümlerini tasdik ve tazimde bulunduk. (Artýk bizim için) lütfet, insanlýk icâbý iþlediðimiz (günahlarýmýzý maðfiret buyur) onlarý af et ve gizle (ve bizleri o ateþ azabýndan) cehennemin o dayanýlmaz ateþinden (koru) derler. Böyle dua ve niyazda bulunurlar.

Ýþte mü'minlere lâyýk olan da böyle ibâdet ve taatlarýna güvenmeyip dâima Cenabý Hak'kýn af ve keremine sýðýnmaktýr.

 

 

 

17.  Onlar, sabýr edicilerdir, sadýktýrlar, ibâdetlere devam edenlerdir, infak edenlerdir, seher vakitlerinde de istiðfarda bulunanlardýr.

17. (Onlar) yani o takva sahibi zatlar (sabýr edicilerdir.) Kendilerine gelen sýkýntýlara tehammül edicidirler ve (sadýktýrlar.) Sözleri, özleri doðrudur, gizli ve acil; olarak sadakat sahibidirler. (Ýbadetlere devam edenlerdir) Kanýt, yani: Ýlâhî emirlere karþý itaatkârdýrlar. (Ýnfak edenlerdir) mallarýndan fakir ve zayýflara sadaka verir ve yardýmda bulunurlar. (Seher vakitlerinde de istiðfarda) namazda, niyazda ilâhî affý istirhamda (bulunanlardýr.) Ýþte takva sahibi olan zatlar, bu seçkin vasýflara sahip bulunurlar. Ne güzel bir hayat tarzý!

§ Sabýr: Acýya katlanmak, hoþa gitmeyen hallerde telâþ göstermeyip sýzlanmadan tahammül etmektir. Akýl ve þeriatýn uygun görmediði hususlarda nefsi tutmak ve men ederek onlarý iþlemekten kaçýnmaktýr. Günahlardan kaçýnarak nefsin bu konudaki temayüllerine karþý direnmeye (sabýr anil maaþi) denir. Gelen musibetlere, kederlere tahammül etmeye de (sabr alel' mesaib) denilir ki karþýtý ce'zadýr. Maamafih sabýr genel manalý bir kelimedir. Yerine göre þecaat, kanaat, sýr saklama, gönül geniþliði mânasýnda da kullanýlýr. Sabrýn sonu zaferdir. Müdafaasý mümkün, din ve ahlâka aykýrý olan þeylere karþý tahammül etmek ise sabýr deðil, bir meskenettir.

'Sensin eden imdat ile memnun zuefayý"

"Dîl katre'i simab þud ey sabr gücai"

§ Seher: Fecrin doðusundan biraz evvelki vakittir ki, güneþ tekrar doðmaya, insanlýk âlemine yeni bir hayati faaliyeti gelmeye yüz tutmuþ olur. Bu, bir feyizli andýr, temiz ruhlarýn neþelenecekleri bir zamandýr. Kalplere bir ilâhi zevk ve ferahlýðýn tesir edeceði ruhanî bir demdir. Binaenaleyh böyle bir zamanda gaflet uykusundan uyanarak namaz kýlmak, zikir ve teþbihle bulunmak, Cenâb-ý Hakka kullukta bulunarak dua ve niyaza devam etmek ne güzide bir harekettir. Nasýl, güzide olmasýn ki, bu anda yapýlan ibâdetlere, istiðfarlara Kur'an lisâný ile büyük bir kýymet veriliyor. Artýk bu pek kýymetli bir zamanýn feyizlerinden nasip almaya çalýþmalý deðil miyiz?

"Ref eder did ar ve çilinden nikahýn vakti s'u'b.h"

"Aný seyreyler o kim bidâr olur vakti seher"

Sabah vakti, yüzünden peçesini kaldýrýr.

Seher vaktinde uyanýk olan kimse onu seyreder.

 

 

 

18. ALLAH Teâlâ, kendisinden baþka bir ilâh bulunmadýðýna adaletle kaim olarak þahitlik etmiþtir. Melekler de, Ýlim sahipleri de - þahitlikte bulunmuþlardýr.- O aziz, hakîmden baþka asla bir ilâh yoktur.

18.       Bu âyeti kerime, Hz. Ýsa gibi bazý zatlara ilahlýk isnat edenleri reddetmekte, ALLAH'ýn birliðinin en kuvvetli delillerle sabit ve tasdik edilmiþ olduðunu bildirmektedir. Þöyle ki: (ALLAH Teâlâ kendisinden baþka bir ilâh) bir mabut, bir kâinatý yaratan (bulunmadýðýna adaletle kaim olarak) bütün evreni bir adalet, bir intizam üzere yaratmýþ, her irâdesi ve takdiri birer hikmet ve menfaate dayanmýþ olarak (þahitlik etmiþtir) yâni ALLAH'ýn birliðini dýþ alemde ve insanlardaki sonsuz yaratýþ delilleriyle ve indirmiþ olduðu mucize âyetleriyle beyan ve isbat buyurmuþtur. (Meleklerde) ikrar ve imân suretiyle bu þahitlikle bulunmuþlardýr. (Ýlim sahipleri de) Cenab'ý Hakkýn varlýðýný, birliðini, yaratýcýlýðýný bilip bunu isbat için bir nice yaratma ile ilgili, þer'î deliller irad etmiþlerdir. Bu Ýlim sahiplerinden maksat, ya bütün yüce peygamberlerdir, veya bütün mü'minlerin âlimleridir, veyahut muhacirler ile ensarý kiramdýr. Evet! Bütün bu yüce zatlar, ALLAH'ýn birliðini bilip itirafta, þahadette bulunmuþlardýr. Çünkü, açýktýr ki: (O aziz, hakîmden) o kudret ve hikmet (baþka) ibâdet ve itaate lâyýk yaratýcýlýk ve mâbudluk sýfatýna sahip (asla bir ilâh yoktur.) Artýk bu açýklýk meydanda iken bunun tersi nasýl kabul edilebilir. Bir kýsým m ah I u kat a ilahlýk isnat edilerek Cenâb-ý Hakkýn insanlýða ihsan buyurmuþ olduðu Ýslâm dinin yüce beyanlarýna nasýl muhalefet edilebilir?

 

 

 

19.     Þüphe yok ki: ALLAH katýnda din, Ýslâm'dan ibarettir. O kendilerine kitap verilmiþ olanlarýn ihtilâfta bulunmalarý ise kedilerine Ýlim geldikten sonra sýrf aralarýndaki hasetten dolayýdýr. Ýmdi her kim ALLAH'ýn âyetlerine küfür ederse, þüphe yok ki ALLAH Teâlâ hesabý süratli olandýr.

19. Bu âyeti kerime de Cenab'ý ALLAH'ýn birliðini söylemekle hakkaniyet üzere kurulmuþ olan dinin, yalnýz Ýslâm dininden ibaret olduðu þöylece bildirilmektedir. (Þüphe yok ki. ALLAH katýnda) makbul, rýzayý ilâhîsine uygun olan (dîn, Ýslâm'dan ibarettir.) Peygamberler vâsýtasiyle bütün insanlýða teblið buyurulmuþ olan din yolundan ve yüce þeriattan baþka deðildir. (O kendilerine kitap verilmiþ olanlarýn) Yahudilerin, Hýristiyanlarýn ve kendilerine kitap verilmiþ olan daha evvelki kavimlerin (ihtilafta bulunmalarý) bunlardan bâzýlarý, Ýslâm dininin hak olduðunu kabul ettikleri halde bâzýlarýnýn bunu tamamen inkâr etmeleri, ve bazýlarýnýn ALLAH'ýn birliði hususunda ihtilâfa düþüp teslis görüþünü benimsemeleri veya Hz. Ýsa'ya, Hz. Uzeyre ALLAH'ýn oðlu demeleri, bâzýlarý risaleti Muhammediyyeyi kabul ettikleri halde bir kýsmýnýn da onu inkâra cüret göstermeleri (ise kendilerine Ýlim geldikten sonra) ALLAH Teâlâ'nýn birliðine, yaratýcýlýðýna dâir âyetler, mucizeler zuhura geldiði halde, ve son peygamberin peygamberlik ve risaleti isbatýna muvaffak olduðu harikalar vasýtasýyla görüldüðü halde o ihtilâf o kavimlerin (aralarýndaki sýrf hasetten) kýskançlýktan, riyaset hýrsýndan (dolayýdýr.) Bu ne kadar cahilce, ihtiraslýca bir hareket! (Ýmdi her kim ALLAH'ýn âyetlerine küfrederse) onun birliðini, peygamberlerinin peygamberlik ve risâletini isbat eden âyetleri mucizeleri inkâr eylerse mutlaka lâyýk olduðu cezalara yakýnda kavuþacaktýr. Evet. (Þüphe yok ki. ALLAH Teâlâ hesabý suratlý olanlar) Onlarýn muhasebelerini pek çabuk görerek kendilerine lâyýk olduklarý cezalara kavuþturacaktýr. Artýk kendileri düþünsünler!

§ Ýmân: Lügatta bir þeye inanmaktýr, bir kimseyi veya bir haberi tasdik etmektir, onun doðru olduðunu itiraf ta bulunmaktýr. Þeriat dilinde ise peygamberlerin ALLAH tarafýndan teblið buyurmuþ olduklarý þeyleri kesin olarak tasdik eylemektir. Bu gibi hakikatlara kalben, vicdanen kat'î surette inanmak bir imandýr. Bunlarý lisânen söyleyip itiraf etmek de ikrardýr. Bir kimsenin imâný, baþkalarýnca, ikrariyle anlaþýlmýþ olur. Ýmân sahibine "Mü'min" imân edilen þeye de "mü'nemün bili" denir, Ýmân zýddý "küfür" dür ki, bu da inkârdan ibarettir, Ýmân edilmesi lâzým gelen þeylerden herhangi birini inkâr etmek bir küfürdür. Meselâ: Cenâb-ý ALLAH'ýn varlýðýný inkâr, küfür   olduðu gibi onun peygamberlerinden, kitaplarýndan herhangi birini inkâr etmek de bir küfürdür. Küfür lügatte örtmek, gizlemek demektir. Mukaddesattan

herhangi birini inkâr adan da onu ört mü; va gizlemiþ olacaðýndan dolayý küfr ile vasýflanmýþ olur. Nitekim bir nîmetin kadrini bilmeyip örtbas etmeye de "küfraný nîmet" denir. Küfür sahibine "kâfir" denilir. Birisini küfre nisbet etmeye de "tekfir" denir.

§ Ýslâm: Lügatte ihlâs teslim olmak, baþ eðmek mânâlarýna gelir. Þeriat lisanýnda Yüce Peygamberlerin tebligatýný her þekliyle kabul edip beðenerek Cenâb-ý Hakka itaat ve inkiyat etmektir, Ýmân ile Ýslâm, lügat manalarý Ýtîbariyle birbirinden ayrýlýrsa da þeriatýna itibariyle birdirler. Her mümin, müslimdir, ve her müslim, mü'm i ini ir. Maamafih Ýslâm lâfzý din mânasýna da gelir. Nitekim þeriat, millet lâfýzlar! da din mânasýnda kullanýlmýþtýr.

Ýslâm lâfzý, imânýn alâmeti, meyvesi olan namaz oruç, hac gibi salih amellere de itlak olunur.

Ýslâm lâfzý, bir de kalben tasdik etmeyip zahiren kabul etmek manasýnda da kullanýlýr. Kalben inkar ettiði halde lisânen "ben müslümâným" diyen bir þahsýn Ýslâmiyeti gibi ki, bu münafýkça bir hareket olacaðýndan ALLAH katýna makbul olmadýðý gibi þer'an da Ýslâm'dan sayýlmaz.

§ Din: ALLAH Teâlâ tarafýndan konulmuþ bir kanuni mübindir ki, insanlara Cenab'ý Hakkýn varlýðýný, birliðini, azamet ve ulühiyyetini bildirir, insanlarý yaradýlýþlarýndaki gayeden haberdar eder. insanlara vazifelerini, hidâyet ve saadet yollarýný gösterir. Akýl sahiplerine kendi güzel istekleriyle bizatihi hayýr olan iþlere sevk eyler. Bu ilâhî kanunu Yüce Peygamberler ALLAH tarafýndan vahiy yoluyla olarak ümmetlerine teblið buyurmuþlardýr.

Ýnsanlar tarafýndan din adýna tertip ve tanzim edilmiþ veya ilâhi bir dinin adýna bir takým uydurma hükümleri kapsayan þeylere din denilmesi, kendi mensuplarýna göredir. Yoksa bunlar asla ilâhî dîni mahiyetine sahip, insanlar için birer kurtuluþ rehberi olmak meziyetini içerir deðildirler. Din tabiri lügat itîbariyle adet, siret, itaat, siyaset, rey, hüküm, ceza mânâlarýnda da kullanýlmýþtýr.

Cenab'ý Hakkýn bizlere ihsan buyurmuþ olduðu ilâhî, hakîkî dîne, tevhid dini, denildiði gibi, Ýslâm dini de denir ve yalnýz din, yalnýz Ýslâm da denilir. Bu dini mübin, insanlýðýn Ýlk ve son dinidir. Þöyle ki: insanlýðýn babasý olan Hz. Âdem aleyhisselâm nail olduðu ilâhî vahyi sayesinde kendi evlât ve torunlarýna bu tevhid dînini teblið etmiþti. Ancak bir müddet sonra insanlar arasýnda cehalet alâmetleri yüz göstermiþ, gitgide bir takým batýl inançlar türemiþti. Fakat vakit vakit peygamberler gönderilmiþ, onlara semavî kitaplar verilmiþ, onlar da ümmetlerini tevhid dinine, Ýslâm dinine davet etmiþ, o peygamberlere bir takým zevat tabii olarak hidâyete ermiþ, bir takým kimseler de þeytanlara uyarak din fikrinden mahrum kalmýþ, dalâlet içinde yaþayýp gitmiþlerdir. Nihayet din ve Ýslâmiyet yýldýzý sönmüþ iken Cenab'ý Hak insanlýða en muazzam bir lütuf, en nuranî bir rehber olmak üzere Muhammed, aleyhisselâtý vesselam efendimizi son Peygamber olmak üzere bütün insanlýk âlemine peygamber tayin buyurmuþtur.

O eþsiz Peygamber ise ALLAH'ýn yardýmýna mazhar olarak tevhid dînini fevkalâde bir azim ve gayretle neþre baþlamýþ, evvelâ kendi muhitini aydýnlatmaya çalýþmýþ, muhitinin etrafýnda bulunan ve kendilerine ehli kitap deniler Yahudiler ile Hiristiyanlarý da bu dinî mübine davet ederek bu hususta nice harikalar, mucizeler göstermiþtir.

Ýþte bu. Yüce Peygamberimizin bütün beþeriyete teblið ettiði; bir ilâhî dîndir, bir tevhit dînidir, bir Ýslâm dînidir. ALLAH katýnda makbul olan dinde bu Ýslâm dininden baþkasý deðildir. Ýþte bu âyeti kerime de bunu anlatmaktadýr. Bu, apaçýk Ýslâm dinidir ki: Bütün insanlýðý hitap edip onlara hidayet, saadet yollarýný göstermektedir. Bütün insanlar âlemi bu dinî mübine muhtaçtýrlar, insanlarýn hakikatlardan haberdar olabilmesi için, Cenâb-ý Hakkýn rýzâsýna muvafýk fiil ve hareketlerde bulunabilmesi için bu dîni mübinden daha mukaddes bir rehber bulunamaz.

Bu mukaddes din, haddizatýnda bütün insanlýk için en mühim bir ihtiyacý ruhi ve manevî ki, bu ihtiyaç tatmin edilmedikçe insan için kalp temizliðine, vicdan rahatlýðýna ruh yüceliðine nailiyet imkâný bulunamaz. Güzel ahlâkýn esasý, dayanýþma ve muhabbet üzerine kurulma bir medeniyetin en birinci dayanaðý bu dîni mübindir. Dinsiz bir milletin maddî varlýðý geçicidir. Hakikat nazarýnda hiç bir kýymeti yoktur, sönmeðe mahkumdur.

Binaenaleyh insanlar yalnýz dünya varlýðýný, dünya zevkini bir gaye bilmemelidirler. Yanlýþ, uydurma düþüncelere tabi olmamalýdýrlar. Kutsallýðý güneþlerden daha parlak olan dîni Ýslâm'ýn yüce gölgesine iltica etmelidirler ki o sayede birer temiz ruha, güzel içtimaî birer terbiyeye, umum insanlýk hakkýnda pek hayýrlýca bir vicdana nail olabilsinler.

Ýtisam eylemeyen habli metini þer'e

Evci balayý kemelâtâ su üt eyleyemez.

Þeriatýn saðlam ipine sarýlmayan

Olgunluklarýn zirvesine yükselemez.

 

 

 

 

20. Artýk seninle mücadelede bulunurlarsa de ki: Ben nefsimi ALLAH Teâlâ'ya teslim ettim, bana tabi olanlar da. Ve kendilerine kitap verilmiþ olanlar ile iiminilere de de ki: Ýslâmiyeti kabul ettiniz mi? Eðer Ýslâmiyeti kabul etmiþler ise þüphesiz hidayete ermiþlerdir Ve eðer kaçýnýrlarsa senin üzerine lâzým gelen ancak tebliðdir. ALLAH T e âlâ ise kullarý büsbütün görücüdür.

20. Bu âyeti kerime; Ýslâmiyeti kabul edenlerin hidayete erdiklerini, doðru olduðu delil ile ortaya çýkmýþ olan Ýslâm dinini kabul etmeyenler ile de tartýþmaya hacet bulunmadýðýný, yalnýz bu hakikati teblið ile irþad vazifesinin yapýlmýþ olacaðýný beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: Hz. Peygamber, Necran müþrikleri gibi inkarcýlarý Ýslâm dînine davet etmiþ, bu dinin doðruluðunu, yüceliðini gösterir âyetleri, delilleri de getirmiþti, buna raðmen yine küfürlerinde ýsrar edip dururlarsa cezalarýný bulacaklarýný kendilerine ihtar buyuruyor. (Artýk seninle) ey Rasûli Ekrem (mücadelede) din hakkýnda münakaþada (bulunurlarsa) onlara karþý tekrar münazaraya, deliller getirmeye hacet yok, onlara (de ki: Ben nefsimi ALLAH Teâlâ'ya teslim ettim.) Onun birliðini tasdik, onun ortak ve benzerden uzak olduðunu bilip onun tevhid dînini sizlere teblið ve o dinin hak olduðunu delil ile isbat eyledim, artýk mücadeleye lüzum yok (bana tâbi olanlarda) o apaçýk dîni kabul edip hakka nefislerini teslim eylemiþlerdir. (Ve kendilerine kitap verilmiþ olanlar ile) ehli kitap denilen Yahudiler ve Hýristiyanlar ile (ümmîlere) Arap müþriklerine (de ki: Ýslâmiyeti kabul ettiniz mi?) Benim gibi nefsi hakka teslim ederek Ýslâm þerefine nail oldunuz mu? Sizleri Ýslâmiyeti kabul etmeye sevk edecek deliller gelmiþtir. (Eðer) onlar (Ýslâmiyeti kabul etmiþler) dalâletten kurtularak Ýslâm dairesine girmiþler (ise þüphesiz hidayete ermiþlerdir.) Nefislerine fâide saðlamýþ karanlýktan kurtularak aydýnlýða kavuþmuþ olurlar.   (Ve eðer) Ýslâmiyeti kabulden (kaçýnýrlarsa) Habibim!. Sana bir zarar vermiþ olamazlar. Kendi nefislerine zulüm etmiþ, kendilerini ebedî felâkete maruz

býrakmýþ olurlar, (senin üzerine lâzým gelen ancak tebliðdir.) Dîni hükümleri bildirmektir, tavsiyedir, hidayet yolunu göstermektedir. Sen ise bu vazifeni yapmýþ bulunmaktasýn. Onlarý fiilen hidayete kavuþturmak sana ait deðildir. (ALLAH T e âlâ ise kullarý büsbütün görücüdür) Onlarýn Ýman edip etmeyenlerin! bilir, her birisi hakkýnda ameline, itikadýna göre mükâfat ve ceza verir.

Binaenaleyh insanlar selâmet ve hidayete nail olmak isterlerse hakký kabul etmelidirler. Kendilerine teblið ve tavsiye edilen faziletleri ve olgunluklar! Maalmemnuniye kabul etmekten kaçýnmalýdýr. Sonra kendi hayatlarýna suikast etmiþ olurlar. Hakka karþý bile bile muhalefette bulunanlar ile tartýþma ve mücadele ise boþunadýr.

 

Ynt: Al-i Imran Suresi By: hafizvuslat Date: 30 Ekim 2009, 14:48:40
21. O kimseler ki. Allah Teâlâ'nýn âyetlerini inkâr ve peygamberleri haksýz yere öldürürler ve insanlardan adaletle emredenleri de öldürürler, artýk onlarý elem verici bir azap ile müjdele!


21.    Bu mübarek iki âyet. Peygamberlerin tebligatýný kabulden kaçýnan inkarcýlarýn üç türlü canice hallerini, ve onlarýn maruz kalacaklarý felâketleri þöylece beyan buyurmaktadýr: (O kimseler ki. Allah Teâlâ'nýn âyetlerini) Peygamberlerine vermiþ olduðu kitaplarý, ve Yüce Allah'ýn varlýðýna kudret ve azametine delâlet eden harikalarý, mucizeleri (inkâr) ederler. Bunlardan bir kýsmýný, hattâ birini inkâr dahi umumunu inkâr demektir. Meselâ: Kur'ân'ý Kerim bir ilâhî kitaptýr, bir semavî mucizedir, buna dair geçmiþ kitaplarda malûmat vardýr. Artýk Kur'ân'ý Kerim'i inkâr eden bir kimse, veya bir kavim, bütün bu kitaplarý inkâr etmiþ olur. (ve Peygamberleri haksýz yere öldürürler) vaktile Yahudiler bir çok Peygamberleri öldürmüþlerdi, sonrakiler de buna razý bulunmuþ ve hattâ ellerinden gelseydi son peygamber Hz. Muhammed'in de hayatýna kastedeceklerdi. Binaenaleyh bu itibarla bunlarýn hepsi de peygamberler katili sayýlmaktadýrlar, (ve insanlardan adaletle emredenleri de öldürürler) Bir muhitin kalkýnmasý, aydýnlanmasý için içlerinden seçkin, dindar, bilgili bir zümrenin bulunmasýna ihtiyaç vardýr. Bu gibi zatlarýn pek hayýrlý olan öðütlerini, tavsiyelerini, iyiliði emretmelerini, kötülükten alýkoymalarýný memnuniyetle telâkki etmek lâzýmdýr. Fakat güzel bir terbiyeden, akýllýca bir düþünceden mahrum olanlar, veya þahsî, ganî bir menfaat peþinde koþanlar, bu gibi pek hayýrlý, âmme hakkýnda pek faideli olan tavsiyeleri, emirleri, yasaklarý hoþ görmezler bunlarýn sahiplerinin hayatýna kastederler. Nitekim vaktiyle Yahudiler, Peygamberleri müdafaa eden zatlardan yüz on iki kiþiyi bir günde þehit etmiþlerdi, (artýk onlarý elim) pek feci, pek aðýrtýcý (bir azap ile müjdele.) Onlarýn görecekleri þey böyle bir azaptan baþka deðildir. Bu azap ile sakýndýrma keyfiyeti, onlara karþý bir alay, bir küçümseme olmak üzere "müjde" diye beyan olunmuþtur. Eshabý kiramdan Abdullah Ibni Cerrah radýyallahu teâlâ anh - diyor ki: Ben Resulellahtan sordum ki; kýyamet gününde azabý en çok olan þahýs kimdir? Buyurdu ki: Bir Peygamberi veya iyiliði emr eden, kötülükten alýkoyan bir zatý öldüren kimsedir.

 

 

 

22.  Ýþte onlar, amelleri dünyada da, âhirette de batýl olan kimselerdir. Ve onlar için yardýmcýlardan bir fert de yoktur.

22. (iþte onlar) o âyetleri inkâr, peygamberleri ve iyiliði tavsiyede bulunanlarý öldürenler yok mu? Ýþte o caniler (amelleri) dünyada yapmýþ olduklarý sadakalarý, vücude getirdikleri maddî faideli þeyleri (dünyada da âhirette de batýl) kendileri için fâide teþkil etmekten uzak (olan kimselerdir) onlar ölünce bütün bunlardan mahrum kalacaklarý gibi, âhireti inkâr eden. Yüce Yaratýcýnýn emirlerine muhalif olduklarý için onun âhirette lûtfuna mazhar olmak þansýný da daha dünyada iken elden çýkarmýþ bulunacaklardýr. Bu ne felâket! (ve onlar için) yarýn âhiret âleminde (yardýmcýlardan bir fert de yoktur) öyle küfür ve isyan ile hayatý terk edenler hakkýnda hiç bir kimsenin yardým etmesine, þefaatte bulunmasýna imkân bulunmamaktadýr. Elbette öyle inkarcý, inatçý kimselerin âkibetleri böyle bir felâketten, mahrumiyetten baþka deðildir.

 

 

 

 

23. Görmedin mi kendilerine kitaptan bir nasip verilmiþ olanlarý ki, aralarýnda hüküm etmesi için Allah'ýn kitabýna davet olunurlarda sonra onlardan bir zümre yüz çevirir. Ve onlar kaçýnan kimselerdir.

23.   Bu âyeti kerime, ellerindeki kitaplarýn bile ahkamýna muhalefet eden yanlýþ ümitlere düþen, hakikati kabul etmeyen kimselerin maruz kalacaklarý uhrevî mesuliyetlere bir uyanma, vesilesi olmak üzere iþaret buyurmaktadýr. Þöyle ki: Habibim! (görmedin mi?) ne þaþýlacak hâl (kendilerine kitaptan) Tevrattan (bir nasip) bir bilgi ilimler ve hüh (imlere dair ve bilhassa son peygamberin vasýflarýna ait malûmat (verilmiþ olanlarý ki, aralarýnda hükmetmesi) hakem mevkiinde bulunmasý, âhir zaman Peygamberinin vasýflarýný kendilerine göstermesi (için Allah'ýn kitabýna) Tevrata müracaata (davet olunurlar da) bu müracaattan (sonra onlardan bir zümre yüz çevirir.) Tevratýn o beyanlarýna iltifat etmez, (ve onlar) o zümre veya onlarýn mensub olduklarý kavim, zaten Hakký kabulden (kaçýnan) batýl üzerine Ýsrar eden (kimselerdir) artýk onlardan ne beklersin?

 

 

 

 

24.     Bu da onlarýn "bize ateþ sayýlý günlerden baþka asla dokun-mayacaktýr" demelerinden meydana gelmektedir. Ve onlarý dinlerinden iftira ettikleri þeyler aldatmýþtýr.

24.        (Bu da) böyle Hakký kabulden yüz çevirmeleri de (onlarýn bize) yaptýðýmýz günahlardan dolayý (ateþ) cehennem azabý (sayýlý günlerden) yanî: Sýðýr buzaðýsýna tapmýþ olduðumuz günler miktarýndan (baþka asla dokunmayacaktýr demelerinden ileri gelmektedir.) Bu cahilce bir kanaattir, (ve onlarý dinlerinde) kendileri uydurup (iftira ettikleri þeyler) Meselâ: Buzaðý mes'elesi. Peygamber olan babalarýnýn kendilerine þefaat edecekleri ve saire gibi kuruntular (aldatmýþtýr) böyle ümide düþürmüþtür.

 

 

 

 

25.       Onlarý o vukuunda þüphe olmayan gün için topladýðýmýz ve her þahýsa kazanmýþ olduðu þey ödenecek olan zaman -onlarýn hâli- ne olacaktýr. Ve zulüm olunmuþ olmayacaklardýr.


25. Ne beyhude ümit! Bu nasýl olabilir? (onlarý) o Ýslâm dînini kabul etmeyen inkarcýlar! (o vukuunda þüphe olmayan) meydana geleceði nice delilerle sabit bulunan (gün için) o kýyamet vakti, o mükâfat ve mücazat zamaný için (topladýðýmýz ve her þahsa) dünyada iken (kazanmýþ olduðu þey) bütün amellerinin cezasý, karþýlýðý (ödenecek olan zaman -onlarýn hâli- ne olacaktýr,) ne kadar acayip! Onlar hiç düþünmezler mi? Öyle iddialarý gibi geçici bir azap ile kurtulacaklarýný nasýl iddia edebiliyorlar? Özellikle küfrün cezasý ebedidir. Bunu bilmeler! icabetmez mi? (onlar) bütün insanlar (zulüm olunmazlar) herkese istihkakýna göre muamele yapýlýr. Bir kimsenin haksýz yere azabý arttýrýlmaz, sevabý da eksiltilmez, Ýlâhî Adalet buna müsait deðildir.

§ Bu mübarek âyetlerin nüzul sebebi hakkýnda þöyle rivayetler vardýr:

1   - Rasüli Ekrem, sallâllahû aleyhi ve sellem efendimizin mübarek vasýflarý Tevratta anlatýlmýþtýr. Yahudilerin âlimleri bunu biliyorlardý. Bu hususa dair Tevrata müracaat etmeleri kendilerine emir olunmuþtu. Onlar ise bile bile inkâra devap edip bu müracaattan kaçýnmýþlardý. Ýþte bu âyetler bunu bildirmektedir.

2   - Fahri kâinat hazretleri. Yahudilerin dershanelerine teþrif etmiþ, onlarý Ýslâm'a davet buyurmuþ; onlar da: Sen hangi din üzeresin? Diye sormuþlar, Rasüli Ekrem de: Ben       Ýbrahim aleyhisselâmýn dini üzereyim, yâni: Benim dinim de onun dinidir, bütün ilâhî dinler esasen bir olup, müslümanlýktan ibarettir, diye buyurmuþ. Onlar ise: Hayýr. Ýbrahim aleyhisselâm Yahudîdir, demiþler. Peygamber efendimiz de buyurmuþ ki, öyle ise Tevrat'i getirin bakalým, yâni buna dair tevratta ne vardýr ki, ona dayanarak böyle iddia ediyorsunuz? Onlar ise bundan kaçýnmýþlar, Tevratta iddialarýný isbat edecek bir þey bulunmadýðýný bildikleri için t evrat a müracaat edememiþlerdir. Ýþte bu âyetler bu hâdise üzerine nazil olmuþtur.

3 - Yahudîlerden þerefli bir aileye mensup bir erkek ile bir kadýn zinada bulunmuþlardý. Tevratýn hükmüne göre recmedilmeleri, yâni taþlanarak öldürülmeleri icab ediyordu. Bundan kurtulmak ümidi ile Rasûli Ekrem efendimize müracaat ettiler, o da bunlarýn recmedilmelerine hükmetti fakat onlar buna razý olmadýlar, böyle bir hükmü inkâr ettiler, peygamber efendimiz emr etti, haydi Tevrat'ý getiriniz, oradaki hüküm de böyledir, diye buyurdu. Tevrat'ý getirdiler, Yahudîlerden Abdullah Ýbni Surya, Tevrat'ý okumaya baþladý, recim âyeti gelince üzerine elini koyup onu okumadan geçti. Orada bulunan Abdullah ibnî Selâm, bu keyfiyeti haber verince Abdullah elini çekti, recim âyeti görüldü. Rasûli Ekrem'in emriyle o iki þahýs recmedildi, Yahudîler ise bundan çok kýzdýlar, Tevrat'ta da mevcut olan bu hükmü bildikleri halde bundan kaçýnmýþlardý bunun hükmüne rýza göstermemiþlerdi. Ýþte bu âyetler bunun üzerine indirilerek þeref verilmiþtir. Maamafih bu âyetlerin hükmü, bu gibi hakikatlarý gizleyen ve inkâr edenlerin hepsine de þamildir.

 

 

 

26. De ki: Ey mülkün sahibi olan Allah'ým! Sen mülkü dilediðine verirsin ve mülkü dilediðinden çeker alýrsýn ve dilediðini aziz edersin, dilediðini de zelil kýlarsýn. Hayýr senin kudret elindedir. Þüphe yok ki, sen her þeye fazlasýyla kadirsin.

26.        Bu iki âyeti kerime gösteriyor ki; Bütün kâinatta hakikaten hakim olan, ve tasarruf eden zat, Cenab'ý Haktan baþka deðildir. Bütün kâinatta meydana gelen deðiþikliklerin varlýðý, bu ilâhî hakimiyetin birer parlak açýk delilidir. Binaenaleyh, Ýslâmiyetin galibiyetine, bir çok yerlere yayýlacaðýna dâir olan Hz. Peygamber'in beyanlarýnýn imkâný da, tahakkuk edeceði de böyle hârikalarý vücude getirmekte olan kerem sahibi yaratýcýnýn irâde ve kudret bakýmýndan asla uzak görülemez, nitekim tahakkuk da etmiþtir.

Ýþte buyunýluyor ki: Yüce Resulüm! Senin gelecekte nice muvaffakiyetlere nail olacaðýný uzak görenler varsýn öyle görsünler! Sen (de ki. Ey Allah'ým! Ey mülkün sahibi! Sen mülkü) malý, makamý, maddî ve manevi iþlerde tasarrufu (dilediðine verirsin) buna kimse mâni olamaz. (Ve mülkü dilediðinden) irade buyurmuþ olduðun þahýstan veya kavimden (çeker alýrsýn) buna da kimse engel olamaz. (Ve dilediðini aziz edersin) dilediðin kulunu dünyada da âhirette de yardým ve baþarýya ulaþtýrarak kadrini yükseltirsin. (Dilediðini de zelîl kýlarsýn) nimetten, devletten mahrum býrakýrsýn. Hiç bir kimse bizzat bir þeye sahip deðildir. Veren de alan da ancak Allah Teâlâ'dýr. Ya Rabbi! (hayýr senin kudret elindedir.) Bütün hayýr, bütün izzet ve þeref senin irade ve kudretine baðlýdýr. Artýk hiçbir kimse nail olduðu bir nimetten, bir devletten dolayý maðrur olarak nîmete karþý nankörlükte bulunmamalýdýr. Bunu Cenab'ý Hakkýn bir lütuf ve keremi bilip karþýlýðýnda þükrünü ifaya çalýþmalýdýr. (Þüphe yok ki, sen) ey Yüce mabud, ey Yüce Yaratýcý (herþeye fazlasýyla kadirsin) senin kudretin sonsuzdur. Mülkünde dilediðin gibi tasarruf buyurursun.

 

 

 

 

27.  Ceceyi gündüz içine týkarsýn, gündüzü de gece içine týkarsýn, ve diriyi ölüden çýkarýrsýn, ölüyü de diriden çýkarýrsýn ve dilediðine hesapsýz olarak rýzýk verirsin.

27. Ey hikmet sahibi Yüce Yaratýcý! Sen (geceyi gündüz içine týkarsýn) geceleri kýsaltýr, gündüzleri uzatýrsýn (gündüzü de gece içine týkarsýn) vakit vakit zamanlarda deðiþiklikler vücude getirirsin. Gâlý gündüzler uzanýr ve gâlý geceler uzanýr, bütün bu tabiat olaylarý, birer hikmete dayanarak ilâhî irade yönünde cereyan eder durur. (Ve)      Ey Rabbim! Sen (diriyi ölüden çýkarýrsýn) hayat sahiplerini maddelerden, nutfelerden vücude getirirsin, bir katreden bir hayvan, bir yumurtadan bir piliç meydana  çýkarýverirsin, bunun aksine (ölüyü da diriden çýkarýrsýn) hayvanlardan nutfeleri: Yumurtalarý, hayata hizmet eden sütleri vücude getirir verirsin. Manevî bakýmdan da cahillerden alîmleri, kâfirlerden müslümanlarý ve bunun .aksine alimlerden cahilleri, müslümanlardan da kâfirleri yaratýrsýn. Nitekim Azerin sulbünden Ýbrahim Aleyhisselâm, Nuh aleyhisselâm'ýn sulbünden de Kenan vücude getirilmiþtir. Bütün bunlar birer hikmet gereðidir. Binaenaleyh kötülüðü yaratan da Cenâb-ý Haktýr. Fakat ona rýzâsý yoktur. Kullar, kendi sahip olduklarý kabiliyetlerini suistimal ederek irade ve seçimlerin! þer tarafýna yöneltirlerse Cenâb-ý Hak da onlarýn bu haleti ruhiyelerine, bu þahsî arzularýna binaen þerri vücude getirir. Bu bir hikmet gereðidir. Teklifin ve mükellefiyyet kanununun bir neticesidir. Yoksa Cenab'ý Hak, daima kullarýna hayýrlý þeyleri emreder. Ey Rabbim! Sana þükür ederiz, sen merhametlilerin en merhametlisisin (ve dilediðine hesapsýz olarak) lütuf hazinelerinden meþakkatsiz olarak rýzýk verirsin maddî ve manevî nice nîmetlere nail kýlarsýn. Artýk Peygamber efendimizi de birçok galibiyetlere muzafferiyetlere fetihlere mazhar buyuracaðýný kim uzak görebilir? Nitekim bu sonsuz nîmetler, Hz. Peygamber hakkýnda tecelli etmiþtir.

§ Bu âyetlerin nüzul sebebi hakkýnda deniliyor ki: Rasýlli Ekrem hazretleri, Hendek savaþý sýrasýnda Medine-i Münevvere'yi müdafaa için bir hendek kazýlmasýna lüzum görmüþtü. Bu sýrada bazý mucizeler vücude gelmiþti. Bu cümleden olarak az bir yemek ile bir çok mücahitler dövüyorlardý. Bu esnada hendek kazýlýrken içinden bir büyük kaya çýktý, bunu külünkler kýramýyordu. Rasýlli Ekrem efendimiz külüngü mübarek eline aldý, bismillah diyerek bir kere vurdu, o kayanýn üçte biri kýrýldý. Hemen: Allahu ekber! Bana Þam'ýn anahtarlarý verildi, vallahi Þam'ýn kýrmýzý köþklerini görüyorum diye buyurdu. Sonra bismillah diyerek o kaya bir idilimi; daha vurdu, onun üçte biri de kýrýldý. Hz. Peygamber: Allahu ekber. Faris ikliminin anahtarlarý bana verildi, valahi ben þimdi Medain þehrinin beyaz köþklerini görüyorum diye buyurdu. Üçüncü bir defa daha bismillah diyerek o kayaya Ýdilimi; ile vurdu, kayanýn tamamý parçalanmýþ oldu. Bu kere de Allahu ekber! Bana Yemenin anahtarlarý verildi. Vallahi ben þimdi San'anýn kapýlarýný görüyorum" diye buyurdu. Ümmetinin oralara hakim olacaðýný eshabý kiramýna müjdeledi. Bunu duyan bir takým münafýklar, bakýnýz, müslümalar kendilerini bir avuç Mekke müþriklerinden müdafaa için hendek kazmaya mecbur oluyorlarken buna raðmen nice büyük yerlere hakim olacaklarýný ümit ediyorlar, diye söylenip durmuþlardý. Ýþte bu gibi cahilleri ikaz ve Yüce peygamberimizi tasdik ve teselli etmek bu mübarek âyetler nazil olmuþ, filhakika biraz sonra da o büyük fetihler vücude gelmiþtir. Artýk öyle Ýslâmiyetin yüceliðini takdir etmeyen, müslümanlarýn yükselmesine muvaffakiyetini arzu eylemeyen, din düþmalarýna karþý uyanýk bulunmak, onlarýn dostluðuna aldanmamak lâzýmdýr. Ýþte hikmet dolu Kur'an'ý Kerim, bizleri bu hususta da ikaz buyurmaktadýr.

§ Mülk: Kudret, tasarruf, kendisinde istenildiði gibi tasarruf olunacak þey demektir. Meselâ: Bir insanýn kazandýðý bir para kendisinin bir mülküdür. Bunu dilediði gibi sarf edebilir. Maamafih mülk maddî olduðu gibi manevî de olabilir. Meselâ: Servet, makam, vücut sýhhati, güzellik, birer maddî mülk demektir. Akýl, zekâ, güzel ahlâk, ilim ve irfan da birer manevî mülktür. Bütün bunlarý bizlere ihsan eden Cenab'ý Haktýr.

% Hayýr, iyilik, herkesin muhabbet ve raðbet ettiði faideli þey Allah rýzâsýný kazanmaya vesile olan güzel ameller demektir. Hayýr iki kýsýmdýr. Biri mutlak hayýr ki, her durumda ve herkesçe istenilir. Cennet gibi. Diðeri de mukayyet hayýrdýr ki, bazý kimseler hakkýnda hayýr olduðu halde diðer kimseler hakkýnda þer olur. Servet gibi, bunun içindir ki, Kur'an'ý Kerim'de mal, hem hayýr hem de þer olmak üzere nitelenmiþtir.

Diðer bir itibar ile hayýr þöylece iki kýsýmdýr: Biri mutlak hayýrdýr ki bu haddizatýnda iyi, faydalý olan þeydir. Servet, güzel geçim gibi. Diðeri de ahlâkî hayýrdýr ki, bu da ahlâkî kanununun teklif ve tasvib ettiði þeydir. Sýrf bir ahlâkî vazife olmak üzere istikamet dairesinde hareket gibi.

Mutlak Hayýr ile ahlâkî hayýr bazen birleþir, bazen de birleþmez. Meselâ: Allah Rýzasý için fakirlere yardýmda her iki hayýr mevcuttur. Gösteri; için yapýlan bir yardýmda ise yalnýz mutlak hayýr vardýr, ahlâkî hayýr yoktur. Hayrýn karþýtý serdir.

§ Þer: Yaramazlýk, kötülük, fenalýk, hayra zýt, insan tabiatýna uygun olmayan þey demektir. Þerri çok olan þahýsa "þerir" denir. Çoðulu "eþirradýr" þerefini, maddî ve manevî varlýðýný muhafaza etmek isteyen bir kimse için, þerir olan kimselerden kaçýnmak en birinci bir vazifedir. En tehlikeli þerir ise insanlarýn güzel ahlâkýna, güzel diyanet ve hareketine engel olmak isteyen herhangi bir þahýstýr.

28. Mü'minler, mü'mînlerden baþka kâfirleri dostlar edînmesinler. Her kim onu edinirse Allah Teâlâ'dan -yardýma kavuþma- ilgisi kalmamýþ olur. Meðer ki, onlardan bir korunma için çekinecek olasýnýz. Allah Teâlâ ise sizi zatý uluhiyyeti hakkýnda sakýndýrýr. Ve nihayet gidiþi de Allah Teâlâ'yadýr.

28. Bu âyeti kerime, müminleri yalnýz Allah Teâlâya teslime ve ona güvenmeye davet ediyor, ilâhî dîni inkâr edenleri samimî bir þekilde dost tutmanýn da mahzurlarýna iþaret buyurmaktadýr. Þöyle ki: (mü'minler) samimî þekilde Ýslâm dîni ile þereflenenler, kendileri gibi (mü'minlerden baþka) olan (kâfirleri) Allah Teâlâ ile ve onun resulünü inkâr eden kimseleri (dostlar edînmesinler.) Onlarý aralarýnda akrabalýktan veya cahiliyye devrindeki münasebetlerinden dolayý birer sadýk dost kabul eylemesinler, onlara ciddî þekilde dost olmak tehlikesine düþmesinler. (Her kim onu edinirse) öyle Ýslâmiyeti inkâr eden, ilâhî gazaba mâruz, ilâhî muhabbetten mahrum kimseleri kendisine birer sadýk dost tanýyarak onlara bir dostça bir baðlýlýkta bulunursa (Allah Teâlâ'dan) dostluk ve (yardýmý kazanma) gibi bir (ilgisi kalmamýþ olur) Allah Teâlâ'nýn düþmanlarýyle, onun kutsî varlýðýný, mukaddes dinini inkâr eden kimselerle dostlukta bulunan bir þahýs, artýk Cenâb-ý Hakkýn dostluðuna, yardýmýna lâik olabilir mi? Bir kimse ezelî dostunun haksýz olan düþmanlarýna dost olursa artýk o ezelî dostu ile ciddî þekilde alâkasý kalabilir mi? (Meðer ki) Ey mü'minler! (onlardan) o kâfirlerden (bir korunma için çekinecek olasýnýz) yâni: Onlarýn düþmanlýklarýndan, birer zarar vermelerinden korunmak için dostluk göstermek müstesna, o zaman onlarla zahiren dostane bir vaziyette bulunabilirsiniz. Elverir ki, böyle bir hareket, baþka müslümanlarýn zararýna olmasýn, hakiki bir menfaatin zayi olmasýný sebebiyet vermesin. Böyle zahirî bir dostluk ise kâfirlerin galebesi zamanýna aittir. Veya onlarýn ülkesinde bulunmak takdirindedir. Ýslâmiyetin galibiyeti zamanýnda ise böyle bir harekete lüzum yoktur.

Mamafih Ýslâmiyet, daima umum insanlýk hakkýnda hayýrlý hareketi emir ettiði için gayri müslimler hakkýnda da müslümanlar icabeden iyilikten geri durmazlar, onlara da sadaka verebilirler, onlarýn da haklarýna riayet ederler, dinî âyinlerinin icrasýna mâni olmazlar. Onlar itaatkâr bulundukça onlarý himayeden çekinmezler. Hattâ onlarýn haklarýnda en büyük hayýr isteyen olmak üzere onlarýn da hakikî bir dinden müstefit olmalarýný vicdanen arzuda bulunurlar. Ve görülen bir lüzuma binaen müslümanlar, gayrý müslimler ile zahiren bir münasebet kurarlar, sözleþmeler yaparlar, siyasi münasebetler vücude getirirler, diðer gayri müslimlere karþý müttefik olarak bir cephe alabilirler. Elverir ki, hareketleri Ýslâm ruhunu incitmesin.

Fakat herhangi mü'm in görülen bir þahýs, kendi dinini inkâr eden kendi varlýðýna saldýran bir din düþmanýna samimî þekilde muhabbet gösterir, onun hareket tarzýný doðru görür, takdir ederse elbette hak dîn ile alâkasý kalmamýþ, mü'minlere karþý münafýkça bir durumda bulunmuþ olur. Artýk onun Allah dostluðundan, ilâhî yardýmdan alâkasý kesilmiþ olmaz mý?

Velhasýl:  Kat'î lüzum görülmedikçe yabancýlar ile samimî þekilde dostça bir tarz almamalýdýr. Ancak yabancý ülkesinde bulunan bir mü'm in Ýslâmiyetin aleyhinde  olmamak    il zere kendisini korumak için onlara karþý dostluk gösterir bir vaziyet alabilir. Nitekim: = Onlar yurdunda olduðun müddetçe onlarla iyi geçin.) denilmiþtir. Yâni onlara dost görün, onlarýn yurdunda bulundukça. Fakat þunu da unutmamalý:

"Var iken elde müdara cengü gavgadýr abes"

"Düþmen bed týynete amma müdaradýn abes"

Elde dost görünme varken cenk ve kavga abestir.

Fakat kötü yaratýlýþlý düþmana dost görünmek abestir.

Þunu da düþünmelidir ki: Dünya hayatý ne de olsa fânidir. Dünya nimetleri yok olmaya maruzdur, asýl ebedî kalacak olan þey, uhrevî nîmetlerdir. O âlemde Cenab'ý Hakkýn lûtf ve ihsanýna nailiyettir. Binaenaleyh her dindar olan zat, bunu düþünmelidir. Adî bir menfaat için din düþmanlarýna dostluktan sakýnmalýdýr. Çünkü Cenab'ý Hak buyuruyor ki: (Allah Teâlâ ise sizi zatý ulûhiyet! hakkýnda sakýndýrýr.) Öyle dinsizlere dostluk takdirinde elim bir azaba giriftar olacaðýnýzý haber veriyor. (Ve nihayet gidiþ te Allah Teâlâ'yadýr) o Yüce Yaratýcýnýn manevî huzurunadýr. Onun kýyamet günündeki mahkeme'i kübrasýnadýr. Artýk onun kutsal hükümlerine muhalefetle kendimizi cezaya hedef kýlmýþ olmayalým. Ne büyük bir ilâhî tehdit!

§ Bu âyeti kerimenin nüzul sebebi hakkýnda çeþtili rivayetler vardýr. Özet olarak deniliyor ki: Yahudîler bir kere müslümanlardan bir cemaatin yanýna sokulmuþlar, onlarý Ýslâmiyetten uzaklaþtýrmak istemiþler. Eshabý kiramdan birkaç zat ise o müslümanlara nasihat vermiþler, ve o Yahudîlerden kaçýnýn, sizleri dininiz hakkýnda fitneye düþürmesinler demiþler, bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur ki, hükmü daimîdir, Ýslâmiyet aleyhindeki bütün ceryanlardan kaçýnmamýzý bize telkin etmektedir. Diðer bir rivayete göre de Hatip Ýbni Beltia gibi bazý kimseler, Mekke kâfirlerine karþý sevgi izhar ediyorlardý. Cenâb-ý Hak ise bu âyeti kerimesiyle onlara bunu yasaklamýþ oldu.

Üçüncü bir rivayete göre de münafýklardan Abdullah ibni Übey ve arkadaþlarý, Yahudiler ile müþriklere karþý dostlukta bulunuyorlardý, müslümanlara ait þeyleri onlara haber veriyorlardý. O gayri müslimlerin Resülüllaha karþý muzaffer olacaklarýný ümit ederek bu casusluk alçaklýðýnda bulunmuþ oluyorlardý. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur. Bütün müslümanlar için bir uyanýþ dersidir. Tâ ki dostlarýný, düþmanlarýný bilsinler, ona göre hareketlerini tanzim etsinler.

'Mizana vur görüþtüðün ahbabý elhazer!"

"Rehber tasavvur eylediðin rehben olmasýn"

Görüþtüðün dostlarý teraziye vur. sakýn!

Rehberdir diye düþündüðün kimse yol kesen olmasýn!

 

 

 

29. Da ki: Göðüslerinizde olan þeyi gizleseniz de, açýklasanýz da onu Allah Teâlâ bilir. Ve göklerdekini de, yerlerdekini de bilir. Ve Allah Teâlâ her þeye hakkýyla kadirdir.

29. Bu iki âyeti kerime, insanlýðý güzel amellere teþvik ve ilâhî azabý getirecek, hareketlerden sakýndýrmaktadýr. Þöyle ki: Habibim! Onlara hitaben (De ki) siz (göðüslerinizde) kalplerinizde (olan þeyi) akidelerinizi, arzularýnýzý, kâfirlere olan dostluðunuzu (gizleseniz de, açýklasanýz da) Cenâb-ý Hakka karþý eþittir. (Onu Allah Teâlâ bilir) ona göre hakkýnýzda mükâfat ve ceza verir. (Ve) Allah Teâlâ yalnýz bunlarý deðil, bütün (göklerdeMni de, yerde kin i de bilir) onun ilmi dairesinden hiç bir þey hariç deðildir. Binaenaleyh kâfirlere meyil ve muhabbetiniz var mý, yok mu onu da bilir, ona göre hakkýnýzda muamele yapar. (Ve Allah Teâlâ her þeye hakkýyla kadirdir) artýk sizin hakkýnýzda da lâzým gelen taltif veya tazibi yapmaya kudreti ilâhiyyesi fazlasýyla kâfidir. Artýk ona göre düþününüz!.

 

 

 

 

30. O günü ki, herkes hayýrdan her ne yapmýþ ise onu hazýrlanmýþ olarak bulacaktýr. Kötülükten de ne yapmýþ ise onunla kendi arasýnda uzak bir mesafe bulunmasýný temenni edecektir. Ve Allah Teâlâ sizi yüce zatýndan sakýndýrýr. Ve Allah -azimuþsan- kullarýný çok esirgeyicidir.

30.        (O günü) hatýrla (ki, herkes hayýrdan her ne yapmýþ ise onu) o yaptýðýný amel defterinde yazýlmýþ (hazýrlanmýþ olarak bulacaktýr) onun mükâfatýna erecektir. (Kötülükten de ne yapmýþ ise) onu amel defterinde görecektir. (Onunla kendi arasýnda uzak bir mesafe) kendisiyle ameli arasýnda doðu ile batý kadar bir uzaklýk (bulunmasýný temenni edecektir.) Yanî: Dünyada iken yapmýþ olduðu hayýn da, þerri de az olsun, çok olsun amel defterinde yazýlmýþ bulacaktýr. Eðer ameli hayýr ise sevinecek, onu memnuniyetle benimseyecektir, mükâfatýna erecektir. Bilâkis ameli þer ise üzülüp duracaktýr, kendisiyle ameli arasýnda pek uzaklýk bulunmasýný temenni edip duracaktýr. Fakat bu mümkün mü? Ne boþ bir temenni! (Ve Allah Teâlâ sizi) ey insanlar (zatý u I û h I yy etinden) elem azabýndan, azamet ve büyüklüðüne karþý günahkarca hareketlerden (sakýndýrýr) korkutur, ta ki emri ilâhîsine muhalif hareket ederek azaba yakalanmýþ olmayasýnýz. (Ve Yüce Allah kullarýný çok esirgeyicidir) O þefkatli ve merhametlidir. Kullarý hakkýndaki bu çok merhametinden dolayýdýr ki, sizlere bu hususat! ihtar buyuruyor. Tâki ilâhî rýzâsýna muhalif hareketlerde bulunarak ilâhî azabýna yakalanmayasýnýz.

§ Re'fet: Þef kat ..esirgemek, ziyade rahmet demektir. Sahibine "raüf" denir ki, rahîm çok merhametli demektir. "Raýlf" kelimesi Allah'ýn isimlerindendir.

31.  De ki: Eðer Allah Teâlâ'yý seviyor iseniz bana uyunuz ki, Allah T e âlâ'd a sizi sevsin ve sizin için günahlarýnýzý yarlýgasýn. ve Allah Teâlâ gafurdur, rahimdir.

31. Bu âyeti kerime, Cenab'ý Hakka itaat ve muhabbetin ve onun rahmet ve maðfiretine nailiyetin ancak onun muhterem peygamberine uymak suretiyle tehakkuk ve tecelli edeceðini göstermektedir. Þöyle ki: Habibim! Cemaati müslimine (De ki: Eðer Allah Teâlâ'yý) tam bir ihlas ile (seviyorsanýz) yüce birliðine itaat ederek manevî bir yakýnlýða nail olmak istiyorsanýz (bana uyunuz) çünkü ben onun resulüyüm, onun emirlerini, yasaklarýný tebliðe memur benim, ona ciddî, ilâhî rýzâsýna uygun muhabbetin    ne suretle meydana geleceðini sizlere bildirecek olan benim. Artýk benim tebligatýma tabi olunuz (ki Allah Teâlâ da sizi sevsin) sizden razý olsun (vesizin      için günahlarýnýzý yarlýgasýn) çünkü ilâhî muhabbete nail olmak, günahlarýn af ve örtülmesine vesiledir. Nitekim bir hadisi þerifte: = Allah Teâlâ bir kulunu severse ona günahý zarar vermez" diye buyurulmuþtur. (Ve Allah Teâlâ gafurdur) maðfireti çoktur, dilediði kullarýnýn  günahlarýný af eder ve örter. Ve (rehinidir) rahmeti pek ziyadedir. Sizlere hu yoldaki ilâhî emri de yine onun hir rahmet eseri. Tâ ki bu yolda ilâhi emre uyarak onun maðfiretine, rahmetine mazhar olabileniniz.

§ Bu âyeti kerimenin nüzul sebebi olarak rivayet olunuyor ki: Yahudiler ve Hýristiyanlar taifesi, kendilerini Allah Teâlâ'nýn evlât ve dostlarý olarak telâkki ediyor, böyle bir iddiada bulunuyorlardý. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ ilâhi muhabbete nail olmanýn ne suretle olacaðý bütün insanlýða bildirilmiþtir. Diðer bir rivayete göre Rasûli Ekrem hazretleri vaktiyle Mescidi Haram'a girmiþ, orada Kureyþ müþriklerinin bir takým putlarý süsleyerek onlara taptýklarýný görmüþ, onlara hitaben buyurmuþ ki: Siz babanýz Hz. Ýbrahim'in ve Ýsmail'in dinine muhalefette bulunmaktasýnýz, nedir bu putlara tapmanýz? O müþriklerde demiþler ki: Biz bu putlara Allah muhabbeti için ibâdet ediyoruz ki bizi Allah'a yaklaþtýrsýnlar. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur. Evet Cansýn, kýymetsiz, kendilerini bilip müdafaadan mahrum putlara, heykellere tapmakta ne fâide olabilir? Aklý baþýnda olan bir insan biraz düþünmeli deðil midir? Asýl birer kâmÝ! insan olan, Allah tarafýndan dini tebliðe memur olduklarýný göstermeye muvaffak olduklarý mucizelerle isbat etmiþ bulunan peygamberlere ve bu cümleden olarak peygamber ve resullerin sonuncusu olan Hz. Muhammed aleyhisselâm'a tabi olmalý, onun tebligatýný da seve seve kabul etmelidir ki, Allah Teâlâ'ya muhabbet iddiasý sahih, samimî olmuþ bulunsun. Bir hükümdara muhabbet ve icaatta bulunan bir zat, onun elçisine, memuruna da itaat ve hörmette bulunur. Bunun aksine hareket, o hükümdara karþý da bir isyan deðil midir? Artýk bir insan nasýl olur da Allah'a muhabbet iddiasýnda bulunduðu halde ona isyan eder, onun peygamberine karþý cephe alýr.

Diyor ki: Sen Allah Teâlâya âsi oluyorsun, halbuki onun muhabbetini de gösteriyor ve iddia eyliyorsun. Rabbime yemin ederim ki; bu, fiiller arasýnda pek acaiptir. Eðer senin muhabbetin sadýkane olsaydý elbette Cenab'ý Hakka itaat ederdin, çükü seven kimse sevdiði zata þüphe yok ki, itaatkâr olur. Velhasýl muhabbetin en parlak eseri, itaattir.

 

 

 

32. De ki: Allah Teâlâ'ya ve peygambere itaat ediniz, eðer yüz çevirirlerse þüphe yok ki Allah Teâlâ kâfirleri sevmez.

32. Bu âyeti kerimede Allah Teâlâ'ya ve Yüce Peygamber'e itaatin lüzumunu, itaatsizliðin ise küfri gerektirip ilâhî muhabbetten ebedî olarak mahrumiyeti gerektireceðini bildirmektedir. Þöyle ki: Ey Resulüm! Onlara (de ki: Allah Teâlâ'ya ve resule) Cenâb-ý Hakkýn peygamberi olan hatemülenbiya'ya (itaat ediniz) o peygamberin sizlere emir ettiði Allah'ýn birliði, inancýný kabul ediniz, dinî vazifelerinizi sadýkane bir surette yapýnýz, onun mübarek sünneti seniyyelerine riayet eyleyiniz (eðer yüz çevirirlerse) Allah'a ve onun Resulüne itaatten kaçýnýrlarsa küfre düþmüþ olurlar. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ kâfirleri sevmez) onlarýn bu hareketlerine razý olmaz, onlarý asla maðfiret buyurmaz.

§       Bu âyeti kerimenin nüzul sebebi olarak deniliyor ki: Münafýklardan Abdullah ibni Ubey, kendi arkadaþlarýna demiþ ki: Muhammed -Aleyhisselâm- kendisine itaati  Allah'a itaat gibi gösteriyor, Hýristiyanlarýn Ýsa'yý -aleyhisselâm- sevdiði gibi bizim da kendisine muhabbet etmemizi emrediyor, bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur.

Cahil münafýk baþkalarýný saptýrmak için hakikati saklýyor, Hz. Muhammed'in daima Allah'ýn birliðini ümmetine teblið ettiðini, kendisinin diðer insanlar gibi bir insan olup Allah Teâlâ'ya kulluk arzýnda bulunduðunu görmemezlikten geliyor. Madem ki, Hz Muhammed, bir yüce peygamberdir, madem ki, onun bütün tebligatý Cenab'ý Hak adi-ýadýr, madem ki: O bütün insanlýk hakkýnda hayýrlý olup cümlesinin bir yüce mabuda ibâdet ve itaatte bulunmasýný emir ve tavsiye buyuruyor, artýk öyle ulu bir zat sevilmez mi? Artýk ona itaat Allah Teâlâ'ya itaat olmaz mýPBundan insanlýk nasýl müstaðni olabilir. Böyle dindarlýk alametinden insanlýk âlemi nasýl mahrum býrakýlmak istenir? Fakat bir münafýktan, baþka ne beklenir. Varsýn o gibi din düþmanlarý ihtiraslarý yüzünden gebersinler. Cenâb-ý Hak lûtf etmiþ, insanlýða Hz. Adem'den itibaren birçok peygamberler göndermiþ, sonra da bütün beþeriyete son ve en mükemmel bir peygamber olmak üzere Hz. Muhammed Aleyhisselâm'ý göndermiþtir. Nitekim Kur'an'ý Kerim bunu bildirmektedir.

 

 

 

 

33. Þüphe yok ki. Allah Teâlâ Adem'i, Nuh'u, Ýbrahim'in sülâlesini ve Ýmranýn hanedanýný alemler üzerine seçkin kýldý.

33. Bu mübarek âyetler, bir nice peygamberlerin dünyaya þeref vermiþ olduklarýný bildirmektedir. Hatemülenbiya efendimizin de o peygamberlerin sülâlesinden kadri yüce bir zat olduðuna iþaret etmektedir, ve artýk bu kadri yüce zatýn da risalet ve peygamberliðini inkâra mahal bulunmadýðýný akýl sahiplerine anlatmaktadýr. Þöyle ki: (Muhakkak Allah Teâlâ) insanlýðýn babasý olan (Adem ve) ikinci Âdem sayýlan (Nuhu ve) Halilullah olan (Ýbrahim'in âlini) sülâlesini (ve imranýn âlini) hanedanýný hindilerinin bulunduklarý (alemler üzerine) peygamberlik ve risaletle, bir nice üstün hasletler ile (seçkin kýldý) hattâ bu muhterem peygamberler, peygamber olan meleklerden bile üstün, seçkin bulunmuþlardýr. Nitekim bu mübarek peygamberlerin mümin, sal i h olan ümmetleri de peygamber olmayan meleklerden üstün bulunmuþtur.

Bu mübarek peygamberleri Cenâb-ý Hak, bir nice hasletler ile, mucizeler ile, harikulade muvaffakiyetler ile pek mümtaz, müstesna birer mevkide bulundurmuþtur. Meselha: Hz. Adem, ilâhî kudret ile müstakillen bir insanlýk þahsiyetine sahip olarak yaradýlmýþ, anaya, babaya, baþka bir hayat sahibinden doðmaya muhtaç olmaksýzýn bir yaratýlýþ harikasý olarak meydana gelmiþtir. Bütün melekler Cenâb-ý Hakkýn emrine binaen kendisine karþý secdeye kapanmýþlardýr. Nuh Aleyhisselâm da fevkalâde ilâhî bir himayeye nail olmuþ, kendisini inkâr edenlerin bir tufan azabý içinde helak olup gittiklerini görmüþ, kedisini kemâli afiyetle selâmet sahiline çýkýp ikinci adem olmak þerefine sahip bulunmuþtur, Ýbrahim Aleyhisselâm da Ülül'azm denilen pek büyük peygamberlerden biridir, Ýlâhî dîni yaymaya çalýþmýþ, Babil hükümdarý Nemrudu tevhid dînine davet etmiþ, o mel'unun yakmýþ olduðu büyük bir ateþe atýldýðý halde o ateþ Hz. Ýbrahim'e asla tesir etmemiþ, bir letafet ve selâmet bahçesi kesilmiþ, mübarek neslinden Ýsmail, Ýshak aleyhisselâm gibi peygamberler yetiþmiþ nihayet o yüce sülaleden bütün peygamberler ve resullerin en güzidesi olan Hz. Muhammed aleyhisselâm efendimiz dünyaya gelerek bütün kâinata mübarek vücudu ile þeref vermiþtir. Ne büyük bir seçkinlik!

Ali Ýmrân'a gelince bunlardan maksat, ya imran ibni Yasher'in sülâlesidir. Bunlar Musa ve Harun aleyhisselamdýr. Veya imran ibni Masan'ýn hanedanýdýr ki, bunlar da Ýsa aleyhisselâm ile muhterem validesi Hz. Meryem'dir. Bu imran, Hz. Ýsa'nýn validesi tarafýndan dedesidir. Ýþte bu iki sülâlenin iki hanedanýnýn büyüklüðü, peygamberlik ve risalet sýfatýný taþýmalarý pek ziyade seçkinlikleri de sabit bir hakikattir. Bu iki Ýmran arasýnda bin sekiz yüz sene geçmiþtir.

 

 

 

 

34. Bazýlarý bazýlarýndan bir zürriyet olarak neþet etmiþtir. Ve Allah Teâlâ semidir, alimdir.

34.      Ýþte bu mübarek Ýbrahim sülâlesi ile imran hanedanýnýn (bazýlarý bazýlarýndan) neþ'et etmiþ, varlýk alanýna gelmiþ, insanlýk âlemine þeref vermiþ (bir zürriyettir.) Hepsinin dini bir, tevhit dini olan Ýslâmiyettir. Hepsi de ihlâs, ibâdet, itaat ve benzeri hususlarda birdir. Birer hususi Ýmtiyaza sahiptirler, cismanÝ ve ruhanî satvet ve temizliði kendilerinde toplamýþlardýr. Ýþte Cenâb-ý Hak böyle harikalarý vücude getirmiþ, dilediðine peygamberlik ve risalet vermiþtir. Artýk peygamber efendimizin peygamberlik ve risalet sahibi olduðunu kim inkâr edebilir. Yüce Yaratýcýnýn, ne harikalar vücude getirmiþ olduðunu bir kere düþünmelidir. (Ve Allah Teâlâ semidir) Bütün insanlarýn sözlerini iþitir, (alimdir) her þeyi, herkesin hâl ve tavrýný bilir, zahir ve batýn hiç bir þey onun görüp iþitmesinden, bilip takdir buyurmasýndan hariç deðildir. Binaenaleyh sözünde ve fiilinde, doðru, yüksek bir kabiliyete sahip olan kullarýný da her bakýmdan seçkin kýlar, yüksek makamlara nail buyurur. Bunu kim inkâr edebilir. Ýþte bir harika daha:

 

 

 

 

35.   Hatýrla ki, Ýmranýn eþi: Ey Rabbim! Ben karnýmda olaný azadlý bir köle olarak sana adadým. Ýmdi bunu benden kabul buyur. Þüphe yok ki hakkiyle iþidici sensin, kemâliyle bilici sensin, demiþti.

35.   Bu mübarek âyetlerde, Allah'ýn kudreti ile ne kadar harikalarýn vücude geldiðini ve bir kýsým muhterem simalarýn ne büyük imtiyazlara mazhar olduðunu gösteriyor, artýk son bir yüce peygamberin de bir takým harikalara, imtiyazlara nail oluþunu inkâra mahal bulunmadýðýna þöylece iþaret buyuruyor. Habibim! (Hatýrla ki) Musa'nýn oðlu (Ýmranýn eþi) Hanne: (Yarabbi! Ben karnýmda olaný) hamile bulunduðum çocuðu (azatlý köle) dünya arkalarýndan azade, halisane ibâdete devam eden, beyti mukaddesin hizmeti ile meþgul (olarak sana adadým) senin bana bu çocuðu verdiðine teþekkür, senin rýzaný kazanmak için bunu bir adak kýldým. Büyüyünce Beyti mukaddes hizmetine devam etsin. (Ýmdi) lütfet (bunu) bu adadýðýmý (benden kabul buyur) bunu ilâhi rýzana yakýn kýl (þüphe yok ki) bütün iþitilen þeyleri ve bilhassa benim bu dua ve niyazýmý (hakkiyle iþitici sensin) ve bütün malûmatý ve o cümleden olan kalbimde olanlarý (kemâliyle bilici) de (sensin) Rabbim! (demiþti.) Bu þekilde duada bulunmuþtu.

Rivayet olunur ki: Hanne ihtiyarlanmýþtý. Bir aðaç gölgesinde otururken bir kuþun yavrusuna bir þeyler yedirdiðin! görmüþ, kendisinde de bir annelik hevesi uyanmýþtý. Yarabbi- Eðer bana bir çocuk ihsan buyurursan adaðým olsun onu beyti mukaddese hizmetçi olarak vereceðim, demiþti. Böyle bir nezir, onlarca erkek çocuklar hakkýnda meþru bulunuyordu. Bu temennisini müteakip hâmile kalmýþ, sonra kocasý Ýmran vefat etmiþ, daha sonra da çocuðunu kýz olarak dünyaya getirdiðinden müteessir bulunmuþ idi.

 

 

 

 

36.        Vaktaki çocuðunu dünyaya getirdi, dedi ki: Ey Rabbim! Ben onu kýz olarak doðurdum Allah Teâlâ ise onun ne doðurduðunu daha ziyade bilir. Halbuki erkek, diþi gibi deðildir. Ve ona Meryem adýný verdim. Ve ben onu ve onun zürriyetini koðulmuþ olan þeytandan senin himayene ýsmarladým.

36. Hanne, (vaktaki çocuðunu dünyaya getirdi) onun kýz olduðunu görünce adaðýný ifa edemeyeceðini s an ip üzüldü (Dedi ki: Yarabbi! Ben onu diþi olarak doðurdum) adaðým yerine getirilemiyecek, çünkü kýzlarýn beyti mukaddese hizmetçi olmasý adanamaz (Allah Teâlâ ise onun ne doðurduðunu daha ziyade bilir.) Hanne de buna inanmýþtýr. O demek istemiþtir ki: Yarabbi! Kýz doðurduðum için adaðým ifa edilemiyecektir, ben bundan müteessirim, senden aflar temenni ederim. (Halbuki erkek diþi   gibi deðildir) erkeðin adanmasý makbuldür. Eðer erkek doðacak olsa idi adaðým yerine getirilebilirdi. Bununla beraber erkekler, hayz ve nifas gibi hallerden uzak  olduklarý için ibâdet ve itaate daima zamanýnda devam edebilirler. Ve bir çok hadiselere karþý daha ziyade dayanaklý bulunurlar, ve çoðunluk itibariyle kadýnlardan daha ziyade zeka ve kabiliyete sahiptirler. Kadýnlarýn erkekler ile karýþmasý ise muvafýk deðildir: Binaenaleyh Beyti mukaddes hizmetine onlar deðil, erkekler kabul olunurlar. (Ve) maamafih (ona) o kýzýma ibâdet eden, hizmetçi mânasýna olan (Meryem adýný verdim) beyti mukaddes için adadýðým erkek çocuðuna bedel olmasýný senin lûtfunda niyaz ederim. (Ve ben onu onun. zürriy etini) o kýz çocuðumu ve onun evlât ve torunlarýný (recim) olan taþlanmýþ, koðulmuþ bulunan (þeytandan) o iblisin temasýndan, vesvesesinden korunmuþ olmalarý için (senin himayene ýsmarladým) Meryem i de, onun zürriyetini de iyi hâlden, ilâhî himayedeh mahrum býrakma ya rabbi! Cenâb-ý Hak da o muhterem validenin bu dualarýný kabul buyurmuþtur.

 

 

 

 

37. Artýk onu Rabbisi bir güzel kabul ile kabul buyurdu ve onu bir güzel nebat olarak yetiþtirdi. Zekeriya'yý da ona bakmaya memur etti. Z eke riya her ne zaman mahfilde onun yanýna girse onun yanýnda bir rýzýk bulurdu. Ya Meryem! Bu sana nereden geldi, O da bu Allah tarafýndan der idi. Þüphe yok ki. Allah T e âlâ dilediðine hesapsýz rýzýk verir.

37 Bu mübarek âyette, Hz. Meryem'in ne þekilde büyüyüp geliþtiðini ve Cenâb-ý Hakkýn dilediði kulunu nasýl hârikalara mazhar buyurduðunu bildirmektedir. Þöyle ki: Hanne'nin kýzý Meryem hakkýndaki duasý üzerine (artýk onu) Meryem'i, (Râbbisi) sahibi ve lâik olduðu Kemâle kavuþturucusu olan Cenab'ý Hak, validesi Hanne'den (bir güzel kabul ile kabul buyurdu) onun adaðýný kendisine mahsus bir ayrýcalýk olmak üzere rýza ile kabul etti. Halbuki, ondan baþka kýzlarýn adak edilmesini kabul buyurmamýþtýr. (Ve onu) Meryem'i (bir güzel nebat olarak yetiþtirdi) o bir çocukluk goncasý idi. Pek güzel ahlâk sahibi idi. Baþka çocuklarýn bir aydaki büyümesini, Meryem bir günde buyuyordu. Cenâb-ý Hak (Zekeriya'yý da ona bakmaya) Meryem'in himayesine, korumasýna ihtiyaçlarýný saðlamaya (memur etti) bu vazifeyi deruhte etmiþ olan (Zekeriya) aleyhisselâm (her ne zaman) Meryem için hazýrladýðý (mahfilde) hücrede (onun) Meryem'in (yanýna girse onun yanýnda) kendisinin getirmemiþ olduðu (bir) nevi (rýzýk bulurdu.) Yaz meyvesini kýþ mevsiminde, kýþ meyvesini de yaz mevsiminde hazýr bir halde görürdü. Halbuki, hücrenin kapýsýný yalnýz Zekeriya kilitler, açardý. Baþkalarýnýn oraya girmesi düþünülmezdi. Binaenaleyh Hz. Zekeriya (Ey Meryem! Bu sana nerden derdi?) böyle kapý kapalý olduðu halde bu nimetler böyle vaktinin haricinde olarak sana nereden geliyor diye sorardý. (O da) Meryem de (bu) nimetler (Allah Tealâ tarafýndan derdi.) Evet. Bu nimetler birer ilâhî lütuf olarak Meryem'e cennetten geliyordu. Bu hal, Meryem hakkýnda bir keramet idi, onun Allah katýndaki büyüklüðüne bir alamet idi. Böyle bir kerametin vücudu nasýl inkâr olunabilir ve uzak görülebilir. Cenâb-ý Hak, her þeye kadirdir. Dilediði hârikayý, mucizeyi vücude getirir ve (þüphe yok ki. Allah Teâlâ dilediðine) de (hesapsýz bir þekilde,) bir meþakkat ve zahmet vermeksizin pek geniþ bir rýzýk ile (rýzýklandýrýr.) Ýþte Hz. Meryem'i rýzýklandýrmasý da bu cümledendir. Bu son cümle, ya Hz. Meryem'in bu husustaki ifadesine, güzel inancýna iþaret eder veyahut müstakil olarak sýrf bir hakikat olmak üzere Allah tarafýndan beyan buyurulmuþtur.

Rivayet olunur ki: Hanne vaktaki Meryem'i doðurdu, onu bir hýrkaya sararak mescidi aksaya götürdü, oradaki Ahbarýn = Din alîmleri olan yirmi dokuz zatýn yanýna býraktý bu bir adaktýr, bunu kabul ediniz dedi. Meryem, onlarýn ilim ve dindarlýk itibariyle en büyükleri ve reisleri bulunmuþ olan imran'ýn kýzý olduðu için her biri istedi ki onu kendisi alýp himaye etsin. Bu yüzden aralarýnda münakaþa zuhur etti. Zekeriya aleyhisselâm, beyti mukaddesteki o zatlarýn reisi idi ve Meryem'in tezyesinin kocasý bulunuyordu. Bu sebeple Meryem'i kendi alýp himaye etmek istedi. Diðer zatlar ise dediler ki: Meryem'e anasý herkesten daha yakýn iken onu kendi yanýnda býrakmýyor, artýk senin yanýnda býrakýlmasý neden lâzým gelsin? En iyisi kur'a atalým kime isabet ederse o alýp beslesin. Bunun üzerine kur'aya karar verdiler. Ürdün ýrmaðýna gittiler, kalemlerini o suya atýverdiler, hangisinin kalemi sabit olup suyun yüzüne çýkarsa Meryem'in bakýmýný o üstlenecekti, bunlardan yalnýz Hz. Zekeriya'nýn      kalemi öylece su üzerine çýkýp kaldý. Artýk Meryem'i Hz. Zekeriya aldý, onu teyzesinin yanýna götürdü, Meryem, genç bir kýz haline gelince onun için  mescidi aksada merdivenle çýkýlýr bir yüksek çardak yaptýrdý. Ýþte mihraptan maksat budur, sonra Meryem'i buraya býraktý, onun yiyip içeceðini yalnýz kendisi götürür, ona verirdi, baþkalarý onun yanýna çýkamazdý. Bu esnada idi ki, Hz. Meryem'e Allah tarafýndan ihsan buyurulan çeþit çeþit nimetleri görünce: Ya Meryem! Bu nimetler sana nereden? diye sormuþ, Hz. Meryem'in Allah katýndaki yüksek mevkiini düþünerek kendisinin o ihtiyarlýðý zamanýnda öyle kýymetli bir çocuða sahip olmayý Cenâb-ý Haktan niyaz eylemiþti.

 

 

 

 

38. O vakit Zekeriya' Rabbine dua ederek dedi ki: Ey Rabbim! Bana kendi tarafýndan pek temiz bir zürriyet baðýþla. Þüphe yok ki, sen duayý hakkiyle iþitîcisin.

38.      Bu mübarek âyetlerde hayýrlý, salih evlâdýn birer nîmet olduðunu, bu gibi evlâdý temenninin caiz bulunduðunu göstermekte, ve halisane dualarýn kabul olacaðýna iþaret etmektedir. Þöyle ki: (O vakit) Hz Meryem'in o müstesna durumunu gören ve ihtiyar bir halde bulunan (Zekeriya) Aleyhisselâm (Rabbine dua ederek dedi ki: Yarabbi! Bana kendi tarafýndan) normal sebeplere muhtaç olmaksýzýn sýrf kendi kudretinle (pek temiz bir zürriyet) pek salih bir oðul (baðýþla) ihsan ve lüft eyle. Hanne'ye ihtiyarlýðý halinde öyle mübarek bir çocuk verdiðin gibi bana da vermek lütfunda bulun. (Þüphe yok ki) Yarabbi! (sen duayý hakkiyle iþîticisin) dualarý kabul buyurursun, benim bu duamý da lütfen kabul buyur -bu duamý-re d ile benim ümidimi boþa çýkarma.

 

 

 

 

 

39.  Zekeriya mihrapta durmuþ namaz kýlmakta iken ona melekler seslendi ki: Muhakkak Allah Teâlâ sana Allah tarafýndan olan bir kelimeyi tasdik edici, efendi ve nefsine hâkim ve salihlerden bir peygamber olmak üzere Yahya'yý müjdeler.

39.       Bunu müteakip (Zekeriya) aleyhisselâm (mihrapta durmuþ olarak namaz kýlmakta iken ona melekler) melekleri temsil eden Cibrîli Emîn (seslendi ki:) Ey Zekeriya (muhakkak Allah Teâlâ sana) lütf edecektir, duaný kabul buyurmuþtur. Sana evlât olmak üzere (Allah tarafýndan olan bir kelimeyi) Ýsa aleyhisselâmýn peygamberliðini tasdik edici olarak (ve efendi) kavmine reis olarak (ve nefsine hâkim) nefsini þehevi þeylerden son derece korumaya muvaffak olacak (ve salihlerden) peygamberlerin sulbünden gelmiþ (bir peygamber olmak üzere Yahya'yý) onun dünyaya gelip peygamberlik payesine sahip bulunacaðýný sana (müjdeler.) Ýþte bu zat, bu Yahya ismini taþýyan zat, o dünyaya gelmesi istirham olunan temiz zürriyetten ibarettir. Ne kadar müjdelemeye lâik bir nîmet!.

 

 

 

 

 

40.  Dedi ki: Ey Rabbim! Bana bir oðul nasýl olabilir ki, bana hakikaten ihtiyarlýk yetiþti. Eþim ise kýsýrdýr. Buyurdu ki, öyledir. - Fakat- Allah Teâlâ dilediðini yapar.

40. Bu mübarek âyetler: Allah'ýn Kudretinin her þeye yettiðini göstermektir. Kulluk vazifesinin de bu kudreti tasdik ve tazim ile Hak Teâlâ'nýn birliðine inanmak, onu teþbih etmek ve ona daima ibâdet ve itaatta bulunmaktan ibaret olduðunu bildirmektedir. Þöyle ki: Zekeriya aleyhisselâm mazhar olduðu müjdenin görülmesi ricasý ile (dedi ki: Yarabbi!) cereyan etmekte olan tabii kanuna göre (bana bir oðul nasýl olabilir ki, bana) hakikaten (ihtyarhk yetiþti) yaþým yükseldi, (eþim ise kýsýrdýr) çocuk doðurmaz bir haldedir. Rivayete göre bu zaman Hz. Zekeriya yüz yirmi veya doksan dokuz yaþýnda idi. Eþi de doksan dokuz yaþýnda imiþ. Hz. Zekeriya kudreti ilâhiyye ile böyle bir çocuða nail olabileceðini bilirdi. Eðer bilmeseydi bir zürriyete kavuþma niyazýnda bulunur mu idi? Ancak cereyan etmekte olan tabii kanuna göre bu uzak görülebilirdi. Binaenaleyh bunun nasýl bir ilâhî lütuf eseri olarak dünyaya geleceðini anlamak maksadiyle böyle bir soru sormuþtur. Cenab'ý Hak da vahiy yoluyla (buyurdu ki, öyledir) gerçekten de sizin gibi ihtiyarlarýn çocuk babasý, anasý olmalarý adete nazaran uzak görülebilir. Fakat (Allah Teâlâ dilediðini yapar) vücude getirir, onu hiç bir þey aciz býrakamaz. Buna inanmýþýzdýr...

 

Ynt: Al-i Imran Suresi By: hafizvuslat Date: 30 Ekim 2009, 14:56:10
41. Dedi ki: Ey Rabbim! Benim için bir alâmet kýl. Buyurdu ki: Senin için alâmet, insanlar ile bir iþaretten baþka üç gün konuþamamandýr. Maamafih rabbini çokça zikret ve akþam, sabah namaz kýl.

41.    Zekeriya aleyhisselâm, bu büyük kudretin meydana gelmesine bir müjde olmak için (dedi ki: Yarabbi! Benim için bir alâmet kýl) bir niþane göster, eþimin böyle bir çocuða hâmile olduðunu bilip þükür secdesine kapanayým. Cenâb-ý Hak da (buyurdu ki:) Hz. Zekeriya'ya vahyi eyledi ki: (Senin için alâmet) sana bu hakikati gösterecek niþane, senin (insanlar ile bir iþaretten baþka üç gün l<onuþamamandýr.) sen baþkalarýyle üç gün gece gündüz konuþmak kuvvetinden mahrum kalacaksýn, yalnýz elle veya baþ ile iþaret edebileceksin. Hz. Zekeriya, insanlar ile konuþmak kudretinden böyle geçici olarak mahrum kalmakla beraber Cenab'ý Hakký zikir ve teþbih kudretine sahip bulunuyordu. Bunun için buyruldu ki: Ey Zekeriya: (Maamafih Rabbini çokça zikret ve akþam ve sabah namaz kýl) teþbih ve tehlilde bulun. Bu muhterem zatýn böyle üç gün baþkalarý ile konuþmaya kadir olamamasý, ve diðer bir yoruma göre kadir olduðu halde yalnýz konuþmadan yasaklanmýþ bulunmasý, duasýnýn kabul edilmiþ olduðundan dolayý halk ile konuþmadan alâkasýný keserek böyle üç gün bütün bir kalp huzuru ile Yüce Yaratýcýsýnýn zikr ve teþbihi ile meþgul olmasý, nail olduðu o büyük nimetin þükrünü ifaya çalýþmasý içindi. Maamafih bazý zatlarýn ifadelerine göre bunda Hz. Zekeriya için bir uyanma dersi vardý. Çünkü kendisinin bir oðula nail olacaðýný melekler kendisine sözlü olarak müjdelemiþ olduklarý halde buna bir alâmet istemesi gereksiz olduðundan bir ceza olarak üç gün konuþmadan mahrum býrakýlmýþtýr.

§ Zekeriya aleyhisselâm: Süleyman aleyhisselâmýn neslindendir. Beyti mukaddeste reis idi Tevrat nüshalarýný yazardý. Ýsrailoðullarýna peygamber tayin buyrulmuþtu. Musa aleyhisselâmýn þeriatiyle amel ederdi. Hz. Meryem'in valdesi Hanne'nin kýz karýndaþýnýn kocasý idi. Hz. Meryem'i yanýna alýp beyti mukaddesteki bir hücrede himaye etmiþti. Hz. Meryem'den Ýsa aleyhisselâm bir yaratýlýþ harikasý olarak babasý olmaksýzýn dünyaya gelmiþti. Gösterdiði birçok mucizeler de bunu isbat edip duruyordu. Buna raðmen Yahudîler Hz. Zekeriyaya iftirada bulunmuþ, yüz yaþýnda bulunan o pek muhterem peygamberi þehit eylemiþlerdir. Bir rivayete göre de Zekeriya aleyhisselâm, muhterem oðlu Yahya aleyhisselâm'ý, Filistin valisi (Herut) tarafýndan þehit edileceði zaman, kurtarmaya çalýþmýþ, kendisinin de takip edildiðini anlayýnca beyti mukaddese bitiþik bir bahçede bir aðacýn kütüðüne saklanmýþ, o aðaç ile beraber testere ile ikiye bölünerek þehit edilmiþtir.

§ Yahya aleyhisselâm: Zekeriya aleyhisselâm'ýn oðludur. Annesi de imrân'ýn kýzýdýr. Cenâb-ý Hak, bu muhterem baba ve anneye ihtiyarlýklarý zamanýnda bu mübarek oðulu ihsan buyurmuþtur. Hz. Yahya, daha pek genç iken Tevratý þerifi okur, sahralara çekilerek kimse ile görüþmeksizin ibâdet ve itaatta bulunur, Ýsrailoðullarýna vaaz ve nasihat eder, Hz. Musa'nýn þeriatiyle âmel ederdi. Bilahara Hz. Ýsa'nýn þeriatiyle amel etmek üzere kendisine de peygamberlik ihsan buyurulmuþtur. Bu esnada Filistin hükümdarý bulunan "Heredos" kendi kýz karýndaþýnýn kýzýný almak istemiþti. Bunlarýn nikâhý Hz. Musa'nýn þeriatýna göre caizdi. Bu nikâhý akdetmesini Hz. Yahya'ya teklif etti. Fakat Hz. Ýsa'nýn þeriatýna göre bu nikâh caiz deðildi. Binaenaleyh Yahya aleyhisselâm bu nikâhý kýymaktan kaçýndý. Bundan dolayý o kýz ile annesi gücendiler, Hz. Yahya'yý öldürmesini Heredos'tan istediler, o da bu mübarek zatý onlarýn yanýnda boðazladý. Þehit etti. Henüz otuz yaþýnda bulunuyordu. Bu hâdise Hz. Ýsa'nýn semaya kaldýrýlmasýndan sonra vuku bulmuþtur. Hz. Yahya, Kudüs'te sýbtiyede metfundur. Rivayete göre mübarek baþý Dýmýþkde Ümeyye Camii içerisinde ve bir eli de Beyrut'ta medfün bulunmaktadýr.

 

 

 

 

42.  Hani melekler dedi ki: Ey Meryem! þüphe yok ki. Allah Teâlâ seni seçkin kýldý ve seni tertemiz kýldý ve seni âlemlerin kadýnlarý üzerine üstün kýldý.

42.   Bu mübarek âyetlerde, Hz. Meryem'in üstün kýlýndýðýný ve onun bu imtiyaza karþý þükran vazifesi olarak ibâdet ve itaate devam etmekle mükellef bulunduðunu

göstermektedir. Þöyle ki: Habibim! Hatýrla (hani) o vakit ki (melekler) Cibril Emin ile maiyetindeki melekler (dedi ki: ey) Ýmrân'ýn muhterem kýzý (Meryem!) seni müjdeleriz (þüphe yok ki. Allah Teâlâ seni seçkin kýldý) seni seçti, sana istisnaî bir meziyet ihsan buyurdu. Seni validenden güzelce kabul eyledi, seni bir yüce peygamber olan Zekeriya'nýn himayesinde büyüttü, seni cennet nimetlerinden rýzýklandýrdý, ve özellikle sana bir takým yüksek kerametler ihsan buyurdu (ve seni tertemiz kýldý) seni erkeklerin temasýndan masum kýldý, Yahudilerin isnad ettikleri kötü fiilden uzak olduðunu daha beþikte olan bir yavrunun == Hz. Ýsa'nýn konuþmasý ile açýkladý = (ve seni âlemlerin kadýnlarý üzerine üstün kýldý) onlarýn fevkinde kýldý. Sana Ýsa gibi bir melek yüzlüyü babasýz olarak baðýþladý, ve sizi âlemlere bir harika alemeti kýldý böyle bir þeref diðer kadýnlara nasip olmamýþtýr.

Hz. Meryem bazý zatlara göre meleklerin kendisine hitap etmiþ olmalarýna göre peygamberlik þerefine de ermiþti, fakat bu görüþ, icmaa muhaliftir. Kadýnlardan peygamber gönderilmediði hakkýnda icma vardýr. Ancak bu hitab ona bir keramet olmak üzere gelmiþtir. Veya bu hitap onun oðlu Hz. Ýsa'nýn peygamberliðine bir irhâs = delâlet eden harikulade bir keyfiyettir veya Hz. Meryem'e melekler tarafýndan böyle bir ilham yoluyla cismanî ve ruhanî bir terbiye ve itaat yolunu göstermek hikmetine dayanmaktadýr. Bu âyeti kerimeye göre Hz. Meryem, yalnýz kendi asrýndaki deðil, bütün kadýnlardan üstündür. Çünkü o bir yaratýlýþ harikasý olan Hz. Ýsa'nýn annesidi meleklerin hitaplarýna mazhardýr, daha nice imtiyazlara sahiptir. Maamafih bir hadisi þerifte þöyle buyrulmuþtuý

: Âlemlerin kadýnlarýndan dört tanesi, sana en büyük birer kadýn olmak üzere tanýmaya kâfidi Onlar ise Meryem ile Fravunun karýsý Asiye ve Haticetülkübra ile Fatimetüzzehra'dýr.

buyurulmuþtur.: Fatma, -radiyallahü teâlâ an ha- Ýmrân

Diðer        bir hadisi þerifte de: kýzý Hz. Meryem'den baþka bütün cennet kadýnlarýnýn ulusudur, reisidir.

 

 

 

 

 

43. Ey Meryem! Rabbin için itaate devam et, secde kýl, rüküa varanlarla rükû a var.

43. (Ey Meryem) Rabbin için (itaate devam et) daima itaatte bulun veya namaz kýl veya namazda ayakta fazlaca dur (secde kýl) namazlarda Cenab'ý Hak için secdeye kapan (rüküa varanlar ile beraber rüküa var) cemaat ile namaz kýl, namazýn þartlarýna riayet eyle, rükû edenler gibi sen de rukûda bulun. Deniliyor ki:

Hz. Meryem de beyti mukaddeste komþu bulunanlar ile beraber namaz kýlmakla mükellef idi. Her ne kadar onlara karýþmazsa da kendi hücresinde onlara uyar, namazlarýný cemaatle kýlar, rükû ve sucûdda bulunurdu. Rükû ve sücut, Cenâb-ý Hakka karþý yapýlan en güzel bir saygý ve kulluk alametidir. Bu kulluk vazifesini yapmayanlar hüsranda ve ziyanda kalýrlar. Evet:

"Þerrini secde'i rahmana firu etmeyenin"

"Kameti piþi edan ide hem olmazda ne olur"

Allah'a sacda etmek için baþýný eðmeyenin

 

 

 

 

44. Bu sana yayýp haberlerindendir. Onu sana vahy ediyoruz. Meryem'i hangisi himayesine alacak diye kalemlerini attýklarý zaman sen onlarýn yanýnda deðildin. Ve onlar tartýþmada bulunduklarý zaman da sen onlarýn yanýnda bulunmuyordun.

44.    Bu âyeti kerimede Hz. Zekeriya ile Hz. Meryem kýssalarýnýn ehemmiyetini ve bunlardan Rasûli Ekrem efendimizin bir mucize olarak ilâhî vahiy sayesinde haberdar bulunduðunu gösteriyor. Þöyle ki: Habibim! (Bu sana) Henne'ye, Zekeriya, Yahya ve Ýsa aleyhisselâma dair haber verdiðimiz eþsiz hâdiseler (gayýp haberlerindendir.) Gayba ait þeyler olup ancak vahy yoluyla bilinecek þeylerdendir. (Onu sana vahy ediyoruz) Cibrili Eminin teblið ile bildiriyoruz. Artýk onun gayptan olduðu bilinmelidir. (Meryem'i) beyti mukaddesteki zatlardan (hangisi himayesine alacak) o kimin korumasýna verilecek (diye) onlarýn tevratý yazdýklarý (kalemlerini) kur'a olmak üzere suya (attýklarý zaman) Resulüm! (sen onlarýn yanýnda deðildin) onlarla beraber bulunmuyordun, onlarýn zamanlarý çok evvel olduðu için bu taraf malûm. (Ve onlar tartýþmada bulunduklarý) Meryem'i hangisinin himaye ve terbiye edeceði hususunda tartýþtýklarý ve mücadele yaptýklarý (zaman da sen onlarýn yanýnda bulunmuyordun) bu da malûm, onlarýn böyle tarihî hayatýndan haberdar olmadýðýn da malumdur. Çünkü senin kitapla, okumakla, eskilerin tarihî olaylarýný dinlemekle meþgul olmadýðýn herkesçe bilinmektedir. Binaenaleyh onlara dair vermekte olduðun bu haberler, þüphe yok ki, bir vahyi ilâhî eseridir. Sen böyle bir ilâhî vahye nailiyetinden dolayý pek mutlusun, pek þayaný tebriksin. Yazýk bu hakikati idrâk ve tasdik etmeyenlere! Bu âyeti kerimede geçen kalemlerden maksat, bir rivayete göre de Hz. Meryem'i himayelerine almak isteyenlerin ellerinde bulunan bastonlardan veya oklardan ibaret idi. Kur'a çekimi için bunlara kendi adlarýný yazmýþlar, bunlarý bir torba içine býrakmýþlar, sonra bunlardan birini geliþigüzel çekip torbadan çýkarmýþlar. Bu onlardan hangi zata ait bulunmuþ ise Hz. Meryem onun himayesine verilmiþtir. Bu zat ise Hz. Zekeriya'dýr. Bu kur'a onun mübarek adýna isabet etmiþtir.

 

 

 

 

45.    Hani melekler demiþlerdi: Ey Meryem! Þüphesiz Allah T e âlâ sana tarafý ilâhîsinden bir kelime ile müjde veriyor ki, adý Mesih, Meryem oðlu Ýsa'dýr. Dünyada da ahirette de itibarlý ve Allah'ýn kendisine yakýn kýldýðý kimselerdendir.

45.     Bu mübarek âyetler de Hz. Meryem'in üstün kýlýnmýþ olduðunu ve bir yaratýlýþ harikasý olan Hz. Ýsa'nýn yüceliðini göstermektedir. Þöyle ki: Habibim hatýrla (hani, melekler) Cibril Emin ile arkadaþlarý Hz. Meryeme þifahen (demiþlerdi ki: Ey Meryem! Þüphesiz Allah Teâlâ sana kendi tarafýndan bir kelime ile) bir "KiÝ'.n = ol" emri ilâhîsiyle meydana gelecek olan bir oðul ile (müjde veriyor ki) o "kelime" diye anýlan oyulun (adý Mesih, Meryem oðlu Ýsa'dýr.) Ýsa, o mübarek oðlun ismidir. Mesih ile ibni Meryem de onun bir lâkabý ile bir vasfýdýr. Mesihin aslý Ýbranîce "Mesiha"dýr ki, mübarek manasýnadýr, Ýsa da iþ bu lâfzýn arapçasýdýr ki, yüzünün rengi beyaz olup lâtif bir hürmete sahip olduðu için böyle bir isim ile isimlendirilmiþtir. O güzide yavru (dünyada da ahirette de itibarlýdýr) büyük bir makam ve þeref sahibidir. Dünyada peygamberlik vasfýna ve mucizelere sahip olacaktýr. Ahirette de yüksek derecelere nail, bazý zatlar hakkýnda da þefaatlere sahip bulunacaktýr. (Mukarrep) Allah Teâlâ katýnda yüksek derecelere sahip (olanlardandýr.) Çünkü onun derecesi cennette pek yüksek olacaktýr, semaya kaldýrýlacaktýr, meleklerle sohbette bulunacaktýr. Bunlar birer manevî yakýnlýktýr, þerefin yüceliðine þahitliktir.

46. Ve insanlar ile beþikte iken de, yetiþkin iken de konuþacaktýr. Ve o salihlerdendir.

46.    (Ve)  o  mübarek zat  (insanlar ile)  henüz  kendisi  (beþikte  iken  de)  daha küçük iken  de ve  (yetiþkin  iken  de)  olgunluk halinde  iken  de  çeliþki  olmaksýzýn

(konu;acaktýr) o daha çocuk iken diðer peygamberler gibi konuþmaya, hakký beyan edebilecektir. Bu onun için bir mucizedir. Çünkü bu, hariku'lâde bir kabiliyettir. Maamafih bu hal, ayný zamanda Hz. Ýsa'nýn ilahlýk vasfýna sahip olmadýðýna bir delildir, bu hususta, insanlarý irþada kâfidir. Çünkü çocuklukla; yaþlýlýkla ve diðer insanlar gibi konuþmakla ittisaf, insanlýk vasfýdýr, bu gibi vasýflardan ise Cenâb-ý Hak uzaktýr. (Ve) Ýsa Aleyhisselâm (Mukarrep) Allah katýnda yüksek derece sahibi (olanlardandýr.) Zira onun derecesi cennette pek yüksek olacaktýr. Daha dünyada iken semâya kaldýrýlacaktýr. Melekler ile sohbette bulunacaktýr. Deniliyor ki: Hz. Ýsa "Kühület = olgunluk" ile de müttasif gösteriliyor, onun kühûlet, devresine gireceði bildiriliyor. Kühûlet ise otuzuncu yaþtan baþlar. Hz. Ýsa, daha dünyada iken bu kühület vasfýný kazanmýþ mýdýr? Cevaben de deniliyor ki: Kühület asýl lügatte kâmil; tam demektir, insanýn en kâmil zamaný ise otuz ile kýrk yaþ arasýndadýr. Hz. Ýsa ise otuz üç bucuk yaþýnda iken semaya kaldýrýlmýþtýr. O halde kühület yaþýna ermiþ bulunmaktadýr. Maamafih þöyle de denilmektedir: Bu âyeti kerime Hz. Ýsa'nýn semaya kaldýrýldýktan sonra tekrar yeryüzüne inerek insanlar ile konuþacaðýna delâlet etmektedir. Çünkü onun kühület yaþýna tamamen girmiþ olmasý semaya kaldýrýlmasýndan sonraya tesadüf eder. Velhasýl (o) Hz. Ýsa (Salihlerdendir.) O Allah Teâlâ'nýn her bakýmdan salih, dünyevî, uhrevî bütün sözleri ve davranýþlarý itibariyle en doðru bir yola sahip, pek mümtaz kullarýndan peygamberleri zümresinden bir zattýr. Onu böyle mükemmel bir insan bir peygamberi ziþân tanýmak lâzýmdýr.

47. Dedi ki. Ey Rabbîm! Bana çocuk nereden olabilir! Halbuki bana bir insan dokunmamýþtýr. Buyurdu ki, öyledir. Allah Teâlâ neyi dilerse yaratýr. Bir þeyi murat edince ona sadece "ol" der, o da hemen oluverir.

47. Bu âyeti kerime de Hz. Meryem'in bir sorusu üzerine Allah Teâlâ'nýn her harikulade þeyi yaratmaya kadir olduðunu bildirmekte, Allah'ýn Kudretinin üstünlüðünü misal ile anlatmaktadýr. Þöyle ki: Melekler, Hz. Ýsa'nýn geleceðini Hz. Meryem'e müjdeleyince hayrete düþmüþ, bunun nasýl olacaðýný anlamak için niyazda bulunarak (dedi ki: Yarabbi! Bana bu çocuk nereden) ve þekilde (olabilir?.) Bu bir evlenme neticesinde mi veya bir harika olarak, evlenmeksizin mi olacak, (halbuki, bana bir insan dokunmamýþtýr) benim bir eþim yoktur, benim durumum çocuk doðurmaya aykýrýdýr. Bu istirham üzerine ya vahiy yoluyla Cenâb-ý Hak veya Cibrili emin (buyurdu ki, öyledir.) Gerçekten kendisine bir erkek dokunmamýþ olan bir kadýnýn çocuk doðurmasý, cereyan eden tabii kanuna göre imkânsýzdýr bir ihtiyar koca ile bir ihtiyar, kýsýr bir zevcenin çocuk dünyaya getirmelerinden daha gariptir. Fakat (Allah Teâlâ neyi dilerse yaratýr) onun kudreti her þeye fazlasýyla kâfidir. Þöyle ki: (Bir þeyi murat edince) herhangi bir þeyin, hadisenin vücude gelmesini irade buyurunca (ona sadece ol der) baþka bir emire lüzum yok (o da hemen oluverir) ilâhî irade ile vücude gelir. Artýk Hz. Ýsa'nýn babasýz olarak dünyaya getirilmesini yadýrgamaya mahal yoktur. Cenâb-ý Hak, bazý þeyleri bir takým sebep ve nedenler neticesinde yavaþ yavaþ vücude getireceði gibi dilediði þeyleri de alýþýlmýþ sebep ve maddelere muhtaç olmaksýzýn bir anda yaratabilir. Onun kudreti sonsuzdur. Ýnancýmýz tamdýr. Buna.

"Ýlâhi sensin ancak kâinatý eyleyen icat"

"Senin zatý aziminden eder mahlukun istimdat"

"Ýlâhi sen küçükten söyletirsin týfli nevzadi"

"Ki hiç yoktan verirsin mâdere kýymetli evlâdý"

 

48. Ve ona yazmayý ve hikmeti ve Tevrat ile Ýncil'i talim buyuracaktýr.


48.     Bu mübarek âyetlerde Hz. Ýsa'nýn sahip olduðu, üstün vasýflarý göstermeye muvaffak bulunduðu mucizeleri beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: Cenab'ý Hak, Hz. Meryem'in kalbini rahatlatmak, onun hakkýndaki þüpheleri gidermek için ona vahy yoluyla buyuruyor ki: Kerem sahibi yüce yaratýcý, kudret harikasý olmak üzere Hz. Ýsa'yý yaratacaktýr. (Ve ona kitabý) yazý yazmayý veya ilâhî kitaplar öðrenmeyi ihsan edecektir. (Ve hikmeti) amele, itikada, ahlâký güzelleþtirme ve saireye ait ilimleri öðretecektir, (ve Tevrat ile Ýncil'i) bu semavî kitaplarýn hükümlerini, içeriklerini (tâlim) ilham ve ihsan (buyuracaktýr.) Kâinatý yaratan Allah Teâlâ hazretleri, her þeye kâfi olan kudretiyle Ýsa' aleyhisselâm'ý babasýz olarak vücude getireceði, ve onu öyle ilmî faziletler ile süslü, ilâhî kitaplarýn inceliklerine vakýf, kendisini de bir semavî kitaba kavuþmakta þereflendireceðini muhterem validesi Hz. Meryem'e vahiy yoluyla müjde ediyor. Bununla beraber onu kavmine peygamber kýlacaðým da þöylece beyan buyuruyor.

 

 

 

 

49.   Ve Ýsrail oðullarýna peygamber gönderecektir. Ben size muhakkak bir mucize ile Rabbiniz tarafýndan geldim. Ben sizin için çamurdan kuþ þekli gibi birþey icat ederim, sonra ona üfürürüm, O da Allah Teâlâ'nýn izniyle hemen kuþ oluverir. Ve ben Allah'ýn izniyle anadan doðma körü ve alacalýk hastalýðýna tutulaný iyi ederim, ve ölüyü diriltirîm, ve size evlerinizde ne yediðinizi ve ne biriktirdiðinizi de haber veririm. Þüphe yok ki, bunda sizin için bir alâmet vardýr. Eðer siz mü'minler iseniz.

49. (Ve) Allah Teâlâ Hz. Ýsa'yý (Ýsrailoðullarýna peygamber gönderecektir) ya daha çocuk iken veya erginlik çaðma erdikten sonra bu peygamberlik þerefine erecektir. Ýsrailoðullarýnýn Ýlk peygamberi Yusuf Aleyhisselamdýr, diðer bir görüþe göre de Musa Aleyhisselâm'dýr. Son peygamberi de Ýsa Aleyhisselâmdýr. Hz. Ýsa kavmine gönderilmiþ olunca buyurdu ki: (Ben size muhakkak bir mucize ile Rabbiniz tarafýndan) peygamber olarak (geldim.) Yâni: Peygamberlik iddiasýnda doðru olduðumu gösterir alâmet ile, harikulade iþlere muvaffakiyet ile gönderildim. O mucizenin neden ibaret olduðunu da þöylece beyan buyurmuþtur: (Ben sizin için) sizin inanýp peygamberliðimi kabul etmeniz için (çamurdan kuþ þekli gîbî) kuþ suretine benzer (bir þey icat) tasvir (ederim) diðer uçan canlý kuþlar þeklinde vücude getiririm, (sonra ona) o kuþ þeklinde tasvir ettiðim þeyin aðzýna (üfürürüm o) ruhsuz kuþ heykeli (de Allah Teâlâ'nýn izniyle hemen) derhal gerçek canlý bir (kuþ oluverir) ve bundan baþka (ben Allah'ýn izniyle) ekmeh denilen (anadan doðma körü ve) ebras denilen (alacalýk hastalýðýna tutulaný) yâni: Ýnsanýn derisine ariz olup onun kan bakýmýndan özelliðini, onun güzel, beyaz rengini gideren bir hastalýðý (iyi ederim.) Böyle doktorlarý aciz býrakan mühim hastalýklarý tedavide bulunurum (ve) bundan daha mühim olmak üzere yine Allah Teâlâ'nýn izniyle (ölüyü diriltirim) Hz. Ýsa'nýn dört ölüyü diriltmiþ olduðu ibni Abbas hazretlerinden rivayet edilmiþtir. Bunlardan biri kendi dostu idi, vefatýndan üç gün sonra dua etti, o da Allah'ýn izniyle yeniden hayat buldu. Ýkincisi de bir ihtiyar kadýnýn oðludur. Daha kabre götürülürken Hz. Ýsa'nýn duasý ile Allah'ýn izniyle hayat buldu. Üçüncüsü de bir kýzdýr. Vefatýndan bir gün sonra yeniden hayata erdi. Bunlar dünyada daha bir müddet yaþadýlar. Yahudîler, bu üç kiþinin vefatlarý yakýn olduðu için belki de kendilerini kan tutmuþtu, ölmemiþlerdi, dediler, vaktiyle ölmüþ bir kimseyi dirilt de görelim demiþler. Bunun üzerine dördüncü olarak Hz. Nuh'un oðlu Sam diriltilmiþtir. Aradan dört bin seneden fazla bir zaman geçmiþti. Kabrinden kalkarken bütün baþýnýn tüyleri aðarmýþtý. Hz. Ýsa sormuþ ki neden böyle baþýn aðarmýþ, sizin zamanýnýzda böyle saç aðarmasý yoktu. O da demiþ ki: Ey Allah'ýn Ruhu! Beni çaðýrdýðýn zaman bir ses iþittim         Allah'ýn Ruhuna icabet et diyordu, sandým ki kýyamet koptu, ondan dolayý bu hâle geldim. Bu zat böyle hayat bulunca orada bulunanlara dedi ki: Ýsa

Aleyhisselâm'ý tasdik ediniz. Þüphe yok ki o Allah'ýn peygamberidir. Bunu görenlerden bazýlarý imân etti, bazýlarý da bu sihirdir, bize baþka mucizeler göster dediler. Hz. Ýsa: Þam'a: Artýk yine öl demiþ, o da demiþ ki: Bir þart ile olurum, dua et Allah Teâlâ beni ölüm sarhoþluðundan korusun, Hz. Ýsa da dua etmiþ onun üzerine Sam yine       hayatý terk eylemiþtir. Hz. Ýsa onlarý yine imâna davet etti (ve) onlarýn tereddütlerini gidermek için þunu da buyurdu ki: (size evlerinizde ne yediðiniz!) ben görmediðim halde size haber veririm, (ve ne biriktirdiðinizi de) ilerde yemek, harcetmet için ne toplayýp sakladýðýnýz þeyleri de sizlere (haber veririm.) Velhasýl, Allah'ýn izni ile sizlerin kalplerinizde olaný da bilirim. Ciddî surette Ýman edip etmediðinizden de haberim olur. (Þüphe yok ki bunda) þu zikrettiðim harikulade hallerde (sizin için bir alâmet) bir gerçek delil (vardýr.) Bunlar benim peygamberliðime birer þahittir. (Eðer siz mü'minler iseniz) eðer hakký, tasdik edici, inatçý olmayan kimseler iseniz bunlarý görür, beni tasdik edersiniz.

Hz. Ýsa, bu mucizelere ancak Allah'ýn izni ile muvaffak olacaðýný tekrar tekrar ifade etmiþtir ki, bununla kendisinin yaratýcý, ilahlýk vasfýna sahip olmayýp bu gibi harikalarý ancak Hak Teâlâ'nýn izniyle, yardýmý ile vücude getirebileceðini itirafta bulunmuþtur. Ve bu harikalar! Cenâb-ý Hakkýn dilemesi ile, yaratmasý ile göstermeye muvaffak olmuþtur.

Burada bizim için bir uyanma dersi de vardýr. Þöyle ki: Hz. Ýsa'nýn öyle çamurdan bir kuþ yaparak ona Allah'ýn izni ile hayat vermiþ olduðu bir hakikattir. Kavmi bunu görmüþtür. Kur'an'ý Kerim de bunu haber vermektedir. Artýk bu pek acýk bir delildir ki: Kâinatýn Yüce Yaratýcýsý herhangi dilediði þeyi bir soydan yaratma, bir ayaklýma neticesi olmaksýzýn da vücude getirebilir. Binaenaleyh insanlýðýn yaratýlýþýnýn baþlangýcýnda da þüpheye mahal yoktur. Hz. Adem'in ve sülâlesinin, bir tekâmül kanunu neticesi olarak baþka mahlûklardan insanlýða dönüþmüþ olmasý hakkýndaki bir teori pek manasýzdýr. Kur'an'ýn acýk ifadesine aykýrýdýr. Cenab'ý Hak, Hz. Ýsa'ya bu kudreti bu muvaffaktiyeti vermiþ olduðu halde kendisinin balçýktan Hz. Adem'i ana-babasýz olarak yaratmýþ olmasý nasýl inkâr olunabilir. O herþeye kemâliyle kadirdir. Buna inanmýþýzdýr.

Hz. Ýsa'nýn bu mucizelerini Hýristiyanlardan bazýlarý tasdik ettikleri halde bir kýsmý da tasdik etmemektedir. O zata hem Allah'ýn oðlu diyorlar onu hâþâ ilahlýk mertebesine yükseltiyorlar, hem de ondan böyle harikalarýn zuhurunu inkâr eyliyorlar. Bu mucizelerin bir kýsmý, sayýlarý belli kimseler yanýnda zuhur ettiði için tevatür mertebesinde bulunmamýþ olabilir. Fakat diðer bir kýsmý büyük bir cemaat huzurunda vücude gelmiþtir. Özellikle bunlarý ebedî bir öðüt olan Kur'an-ý Kerim de haber veriyor. Artýk hiçbir dindar zat, bu gibi harikalarýn Allah'ýn kudreti ile vücude gelmiþ ve gelecek olmasýný inkâr edemez ve uzak göremez.

 

 

 

 

50. Ve önümde bulunan Tevrat' tasdik edici olarak ve üzerinize haram kýlýnmýþ olan þeylerin bazýsýný helâl kýlmak için -geldim- ve sizlere Rabbinizden bir mucize getirdim. Artýk Allah Teâlâ'dan korkunuz. Ve bana itaat ediniz.

50. Bu mübarek âyetler de Hz. Ýsa'nýn kulluðuyla övünmüþ olduðunu ve israiloðullarýna bazý yeni hükümler ile gönderilmiþ muhterem bir peygamber bulunduðunu bildirmektedir. Þöyle ki: (Ve) Hz. Ýsa kavmine hitaben dedi ki: (Önümde bulunan) benden evvel Hz. Musa'ya inmiþ olan (Tevrat'ý tasdik edici olarak) onun ilâhî bir kitap olduðunu tasdik ederek (ve üzerinize haram kýlýnmýþ olan þeylerin bazýsýný helâl kýlmak) onlarýn sizlere Allah tarafýndan helâl kýlýndýðýný bildirmek için (geldim.) Sizlere peygamber gönderildim. Meselâ: Musa Aleyhisselâm'ýn þeriatýna göre balýk eti, deve eti, i( yaðý, karýn ve barsak yaðý haram idi, cumartesi günü iþ görmek de haramdý. Hz. Ýsa'nýn þeriatinde ise bunlar helâl bulunmuþtur. Bu bir nesh meselesidir ki, böyle yiyelecek, içilecek þeyler ile bazý muamelelerde geçerlidir, Ýlâhî iradeye dayanmaktadýr. Asýl itikadi konularda ise cari deðildir. Bu hususta bütün ilâhî þeriatlar birdir. (Ve sizlere rabbinizden), Cenâb-ý Hakkýn irade ve kudretiyle (bir mucize getirdim) ben peygamberliðime þahitlik eden en acýk birer mucize ile size geldim, size peygamber gönderildim, daha beþikte iken konuþtum, ölüleri dirilttim, hastalara þifa verdim, bütün bunlar benim peygamberliðimi destek ve tasdik için Allah tarafýndan ihsan buyrulmuþ birer âyet, birer harika, birer mucizedir. (Artýk Allah Teâlâ'dan kokunuz) Yüce Allah'a mu halef etten sakýnýnýz, ve sizi davet etmekte bulunduðum Allah'ýn birliðine Ýman, ve ona kulluk hususunda (bana itaat ediniz.) Eðer insaflý, düþünen kimseler iseniz bana karþý muhalif bir cephe atmayýnýz, tâki selâmet ve saadete eresiniz.

51. Þüphe yok ki. Allah T e âlâ benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. Artýk ona ibâdet ediniz. Dosdoðru yol budur.

51.     Hz. Isa, kavmine hitaben þöylece de peygamberlik vazifesini ifa buyurdu. Ey kavmim!.. (Þüphe yok ki. Allah T e âlâ benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir) bütün varlýklarýn yaratýcýsý, terbiye edicisi, mabudu ancak odur. Benim göstermeye muvaffak olduðum mucizeler, âyetlerde onun birer kudret esiridir. Bütün peygamberler ümmetlerine bu hakikati teblið etmiþlerdir. Bu hususta aralarýnda bir ihtilâf yoktur. (Artýk) yalnýz (ona) O Yüce Yaratýcýya (ibâdet ediniz) onun emirlerine, nehiylerine itaatte bulununuz, (dosdoðru yol budur) Lâzým olan, bu yolda harekettir. Benim ve diðer peygamberlerin de davet ettiðimiz dosdoðru yol büyük hidayet yolu bundan ibarettir.

 

 

 

 

52.       Vaktaki, Ýsa onlardan dinsizlik hissetti, dedi ki: Allah için benim yardýmcýlarým kimlerdir? Havariler dediler ki: Biz Allah'ýn yardýmcýlarýyýz, Allah'a îman ettik ve þahit ol ki, bizler þüphesiz müslümanlarýz.

52.       Bu mübarek âyetlerde Hz. Ýsa'yý, gösterdiði o kadar harikalara raðmen belli birkaç kimsenin tasdik etmiþ olduðunu ve o zatlarýn dualarýný beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ýsa Aleyhisselâm, Ýsrâiloðullarýna mucizeler göstererek onlarý hak dine davet etti. Onlar ise onu yalanlayarak imândan kaçýndýlar. (Ýsa) Aleyhisselâm (onlardan) o Yahudilerden böyle (dinsizlik hissedince) onlarýn bu halini görüp onu þüphesiz bir þekilde anlayýnca, samimi arkadaþlarýna (dedi ki: Allah için) Cenâb-ý Hakkýn dinine hizmet hususunda (benim yardýmcýlarým kimlerdir?) Hak Teâlâ'ya sýðýnarak onun dinine yardým için benimle teþriki mesai edecek kimler ise bunu açýklasýnlar. Bunun üzerine (havariler dediler ki: Biz Allah'ýn yardýmcýlarýyýz) yâni: Cenâb-ý Hakkýn apaçýk dinini yaymaya ve desteklemeye hizmetçi bizleriz. Biz sana Allah için yardým edicileriz. Bunun içindir ki, bunlara nasara = yardýmcýlar denilmiþtir. Havariler, Hz. Ýsa'ya hak yolunda yardým edeceklerini söylemekle beraber biz (Allah'a Ýman ettik) onun birliðini, ulühiyetini tasdik eyledik, ve ya Ýsa! (þahit ol ki,) kýyamet günü peygamberler ümmetleri hakkýnda þahitlik edecekleri zaman sen de bizim hakkýmýzda þahitlikte bulun ki, (bizler þüphesiz müslümanlarýz) hak dîni kabul etmiþ, senin peygamberliðini tasdik eylemiþ kimseleriz.

 

 

 

 

 

53.  Rabbimiz! Ýndirdiðine inandýk, ve peygambere tâbi olduk, artýk bizleri þahitler ile beraber yaz.

53. Havariler Hz. Ýsa'ya Ýman ettiklerini arzetmekle beraber Cenab'ý Hak'ka niyaza baþlayarak ey (Rabbimiz!) kerem sahibi mabudumuz biz senin (indirdiðine inandýk) Yüce peygamberin olan Ýsa'ya indirmiþ olduðun Ýncil'in ilâhî bir kitap olduðunu tasdik eyledik (ve) o (peygambere tabî oldur» onun emirlerine itaat edeceðimize söz verdik. (Artýk bizleri þahitler ile beraber yaz) bizleri senin birliðine, peygamberlerin peygamberlik ve risaletine þehitlik eden kullarýndan olmak üzere kabul buyur. Veyahut bizleri ümmetleri hakkýnda þahitlikte bulunacak olan peygamberlerin veya bütün insanlar hakkýnda þahitlikle bulunacak olan Muhammed ümmeti zümresine ilhak buyur. Ne güzel bir niyaz!.

§ Havariler: Hz. Ýsa'nýn peygamberliðini ve Cenab'ý Hakkýn birliðini tasdik etmiþ olan zatlardýr ki, bunlar Ýsa aleyhisselâmýn eshabý olup ondan sonra her tarafa daðýlmýþ, hak dini yaymaya çalýþmýþlardýr. Hz. Ýsa'ya yardýmlarýndan, veya imânlarýndaki saflýk ve samimiyetten dolayý kendilerine "Havariyyun" denilmiþtir. Havari kelimesi    esasen hâlis, beyaz olan þey demektir. Havariler hakkýnda müteaddit rivayetler vardýr. Bunlar on iki zâttan ibaret imiþ. Bunlarýn balýkçýlýk veya boyacýlýk ile  meþgul bulunmuþ olduklarý da bildirilmiþtir. Bununla beraber, bunlarýn içinde bir hükümdar bulunduðu da nakledilmiþtir ki Hz. Ýsa'ya imân ettikten sonra hükümdarlýðý terk etmiþtir. Bazý kitaplarda havarilerin þu zatlardan ibaret olduðu gösterilmiþtir. Betros (diðer adý Þemu'nussafa Anderyas, Yuhanna, Filib, Büyük Yakub, Partelmi, Torna, Metta, Simon, Tadyos) (diðer adý Yuhada). Küçük Yakub, bu da (diðer adý Þeni un) Rivayete göre bunlarýn on ikincisi olan Buda, hiyan etlikte bulunmuþ, Hz. Ýsa'yý düþmanlarýna teslim etmekle havariler zümresinden çýkmýþ, lanete müstehak olmuþ, yerine (Matyas) geçmiþtir. Esas bilgi Allah katýndadýr.

 

 

 

 

54. Ve hilekârlýk yaptýlar. Allah Teâlâ da hilelerine karþýlýk verdi. Ve Allah Teâlâ hile yapanlarýn hayýrlýsýdýr.


54.       Bu âyeti kerime, Hz. Ýsa'ya karþý düþmanlarýnýn haince hareketlerine ve onlarýn hakkýnda ilâhî adaletin ne mükemmel bir þekilde tecelli eylediðine iþaret etmektedir. Þöyle ki: Yahudîler, Hz. Ýsa'yý tasdik etmediler (ve) onu öldürmek için (hilekârlýklar yaptýlar) suikasitte bulunmak için hilekârca çarelere baþ vurdular. (Allah Teâlâ da) onlarýn (hilelerine karþýlýk verdi) Hz. Ýsa'yý kurtardý, Yahudilerin hilelerini kendilerine çevirdi, onlarý cezalara, felâketlere uðrattý. (Ve Allah Teâlâ hile yapanlarýn hayýrlýsýdýr) Cenab'ý Hakkýn her dilediði, yarattýðý þey bir hikmete, bir faydaya dayanmaktadýr. Kendi kullarýna karþý hile yapanlara galiptir. Onlarý rezil ve rüsva eder, yardýmsýz býrakýr. Nitekim öyle de olmuþtur.

§ Mekr; gizlice hissedilmeyecek tarzda hile yaparak baþkasýný zarara sokmak demektir. Fend, dubara; birini hile ile maksadýndan döndürmek ve bir maksadýn elde edilmesi için gizlice yapýlan muamele de birer mekirdir. Hayra yönelik olan mekir, övülmüþtür. Savaþtaki hile gibi, þerre âlet olan mekir ise yerilmiþtir.

Cenâb-ý Hak mekirden uzaktýr, her istediðini yapmaya kadirdir. Hileye hâþâ muhtaç deðildir. Böyle bir tabir, Cenâb-ý Hakka sadece lafýzdaki þekil birliði bakýmýndan isnat edilebilir ki, bundan maksat gerçekte olan hilelerin üstünde kuvvet ve güç göstermektir, hileleri gidererek sahiplerini cezalandýrmaktýr. Ýþte Hz. Ýsa'yý öldürmek için hile arayanlarý da Cenâb-ý Hak böyle cezalandýrmýþtýr.

§ Rivayete göre Yahudilerin kralý olan Yahuda, Hz. Ýsa'yý öldürmek istemiþti. Yahudiler, Hz. Ýsa, ile validesini beyti mukaddesten çýkarmýþlardý. Onlar bir müddet seyahatte bulunmuþlar, sonra tekrar gelip t evli i d dînini yaymaya çalýþmýþlardý. Bunun üzerine Yahuda Hz. Ýsa'yý öldürmek için evine bir münafýk þahýs göndermiþti. Cibril Emin ise daha evvel gelip Hz. Ýsa'yý semaya kaldýrmýþtý. Münafýk þahýs, Hz. Ýsa'yý evinde bulamayýnca dýþarý çýkýp onun bulunmadýðýný söylemiþ. Halbuki, Cenâb-ý Hak o münafýký, halka Hz. Ýsa gibi göstermiþ, onu Hz. Ýsa zannederek, çarmýha germiþler. Ýþte bir ilâhî mekr!, Ýþ bununla da kalmamýþ, Yahudîler, Hz. Ýsa'dan sonra havarilere eza ve cefada bulunmaya baþlamýþlardý. Bunu Rum Kralý haber almýþ, Hz. Ýsa'nýn yüceliði hakkýnda bilgiler edinmiþ, havarileri Yahudîlerden kurtarmýþ, sonra da israiloðullarý üzerine savaþ ilân etmiþ, onlardan büyük bir kitleyi öldürmüþ, bunun neticesinde Roma'da hýristiyanlýk yayýlmaya baþlamýþ, onlarýn hükümdarý bulunan (Tiyaris) hýristiyanlýðý kabul etmiþ, fakat bunu açýklamamýþtýr. Bu hükümdardan sonra gelen (Maltis) adýndaki bir Rum hükümdarý da beyti mukaddese savaþarak girmiþ, orada taþ üstünde taþ býrakmamýþ, her tarafý harabedivermiþti. Bu hâdise Hz. Ýsa'nýn semaya kaldýrýlmasýndan kýrk sene sonra meydana gelmiþtir. Bu tarihte Yahudîlerden Kureyza ve Nazir kabileleri Hicaz tarafýna gelmiþlerdi. Ýþte israiloðullarý, Hz. Ýsa'yý inkâr yüzünden bütün bu felâketlere uðramýþlardýr. Ýþte bütün bu tarihî olaylar, o hilekâr dinsizler hakkýnda birer ilâhî mekr mahiyetinde bulunmuþtur. Bu gibi hâdiselerden ibret alarak uyanan, hakký kabul eden kimseler için de bu gibi ilâhî cezalar birer hayýr vesilesi olmuþ olur.

 

 

 

 

55.   O vakit ki. Allah Teâlâ buyurdu: Ya Ýsa!. Muhakkak seni vefat ettirecek olan benim ve seni bana yükselteceðim, ve seni küfredenlerden tertemiz kýlacaðým, ve sana tâbi olanlarý kýyamete kadar seni inkâr edenlerden üstün bulunduracaðým. Sonra dönüþünüz bana olacaktýr. Ýþte o zaman, kendisinde ihtilâf etmiþ, olduðunuz þeyler hakkýnda ben hükmedeceðim.

55. Bu âyeti kerime, Hz. Ýsa'nýn kadrinin yüceliðini ve onun mazhar olduðu ve olacaðý ilâhî lütuflarý þöylece bildirmektedir. (O vakit ki) inkarcýlar tuzak ve hileye teþebbüs etmiþlerdi, (Allah Teâlâ) Hz. Ýsa'yý teselli etmek ve müjdelemek için (buyurdu: Ya Ýsa!. Muhakkak seni vefat ettirecek olan benim) seni düþmanlarýndan, onlarýn sûi" kasdinden ben koruyacaðým, seni belirlenen eceline ben kavuþturacaðýný, seni onlarýn ellerinde öldürmekten ben koruyacaðým. Senin takdir edilen vaktin gelince senin ruhunu ancak ben alacaðým. Veya senin melekler alemine yükselmene mâni olacak þehevî hislerin! ve ilgilerini gidereceðim. (Ve seni bana yükselteceðim) seni kerametim mahallime, meleklerimin yüce karargâhýna kaldýracaðým. (Ve senî küfredenlerden tertemiz kýlacaðým.) Sonra onlarýn arasýndan çýkarýp kurtaracaðýný. Ve semadan indikten sonra senin ruhunu ben alacaðým. (Ve sana tabî olanlarý) havarileri veya Hz. Ýsa'nýn peygamberliðini tasdik eden diðerlerini veyahut Hz. Ýsa'ya muhabbet ve ittiba gösterenleri, isterse onun peygamberliðini, mahiyetini hakkiyle takdir etmemiþ olsunlar, bunlarý (kýyamete kadar) Ey Ýsa! (Seni inkâr edenlerden üstün bulunduracaðým) bunlarý, inkâr eden yahudîlere daima delil ile, kýlýç ile galip kýlacaðým. Nitekim öyle de olmuþ ve olmaktadýr. Bir görüþe göre bu âyeti kerimedeki Hz. Ýsa'ya tâbi olanlardan maksat hýristiyanlardýr, onu inkâr edenlerden maksat da Yahudîlerdir. Hýristiyanlarýn onlara kýlýç ile galebe edecekleri bildirilmiþtir. Gerçekten Hýristiyan taifesi, Yahudîlere karþý daima galip, hakîm bir durumda bulunmuþlardýr. Yahudîlerin Hýristiyanlara karþý galibiyeti ise iþitilmemiþtir. Bu takdire "Ýttibadan" maksat, dinde deðil, sevgi, iddiasý itibariyle tabi olmaktýr. Hýristiyanlarýn büyük bir kýsmý Hz. Ýsa'nýn asýl yayýp teblið ettiði, tevhid dininden nasipsiz iseler de Hz. Ýsa'ya zahiren muhabbet ve baðlýlýk göstermekte, onun temiz yaratýlýþýný itiraf etmiþlerdir. Bu bakýmdan Yahudîlerden üstün bulunmuþlardýr. Maamafih asýl hakikat, kýyamet âleminde ortaya çýkacaktýr. Ýþte bunun için Cenâb-ý Hak, buyuruyor ki: (Sonra dönüþünüz bana olacaktýr) yâni Hz. Ýsa ile ona Ýman edenlerin ve onu inkâr eyleyenlerin gidecekleri yer, kýyamet gününde Cenâb-ý Hak'kýn mahkeme'i kübrasýdýr. (Ýþte o zaman kendisinde ihtilâf etmiþ olduðunuz þeyler hakkýnda ben) Yüce Yaratýcý (hükmedeceðim). Dinî iþler hakkýndaki ihtilâflarda kimlerin haklý kimlerin haksýz olduðu o gün tam manasiyle ortaya çýkacak, ona göre haklarýnda ilâhî hüküm verilecek mümin, Allah'ýn birliðine inanmýþ olanlar ebedî olarak mükâfata nail olacaklar, inkâr etmiþ ve ortak koþmuþ olanlar da ebedî cezalara çarptýrýlacaklardýr.

§ Hz. Ýsa'nýn tarihçesi hayatý, Ýlk bakýþta garip görülebilir. Fakat Allah'ýn kudretinin geniþlik ve büyüklüðü düþünülürse böyle hârikalarýn varlýðý garipsenmez. Bununla beraber bütün beyanlarýnýn sýrf hakikat bulunduðu, göstermeye muvaffak olduðu mucizeler ile sabit olan Yüce Peygamberimizin bu konudaki açýklamalarý, bütün mü'minler için birer kesin delildir. Allah'ýn Kudreti ile nice hârikalarýn meydana gelmiþ ve gelmekte bulunmuþ olduðu daima görülmektedir. Bu kâinata levhalarýna ibretle bir bakýlmasý, bu hakikati, anlamaya kâfidir. Artýk bunlarý inkâra yer yoktur. Hz. Ýsa'nýn semaya kaldýrýlmýþ olmasýný Kur'ân'ý Kerim bildirmektedir. Onun vefat etmeksizin bu yüceliþe mazhar olduðu hakkýnda âdeta ümmetin icmai vardýr. Maamafih bazý zatlara göre Cenâb-ý Hak, Ýsa Aleyhisselâm'ý üç veya yedi saat ölü bir halde bulundurmuþ, sonra yeniden hayat vererek semaya kaldýrmýþtýr. Kýyamete yakýn yine yeryüzüne indirilecektir.

Sahihi müslimdeki bir hadisi þerife göre: Hz. Ýsa, indikten sonra yer yüzünde-yedi sene kalacaktýr, sonra vefat edecek, üzerine müslümanlar cenaze namazýný kýlacaklardýr... Buharî ile müslimde anlatýlan diðer bir hadisi þerif de gösteriyor ki: Hz. Ýsa, kýyamete yakýn yer yüzüne inecek. Peygamber Efendimizin þeriatiyle hükmedecek, deccalý, domuzu öldürecek, hacý kýracak, zýmmîlerin üzerine vergi I ovaca! týr. Velhâsýl: Bütün bunlar, ilâhî kudret ile meydana gelecektir. Allah'ýn dinine sarýlanlar,      önünde   sonunda   selâmete,   saadete   ereceklerdir,   bu   nimetten,   bu   ebedî,   mutlu   hayattan   mahrum   kalanlar   da   ergeç   ebedî   hüsrana,   felâkete uðrayacaklardýr. Ulýrevî azaptan yakalarýný asla kurtaramayacaklardýr. Ýþte, hikmet dolu Kur'ân'ý Kerim bu hakikati de bizlere haber veriyor.

 

 

 

 

56. Artýk o kimseler ki, kâfir olmuþlardýr. Onlarý dünyada, da, ahirette de þiddetli bir azap ile cezalandýracaðým, ve onlar için yardýmcýlardan bir kimse yoktur.


56.   Bu mübarek âyetler de kýyamet gününde kâfirler ile mü'minler hakkýnda, Hz. Ýsa gibi peygamberleri inkâr edenler, ve tasdik edenler hakkýnda ilâhi hükmün ne þekilde tecelli edeceðini bildirmekte, inkarcýlar hakkýnda tehdid ifade etmektedir. Þöyle ki: Cenâb-ý Hak, iki fýrkaya ayrýlmýþ olan mü'minler ile kâfirlerin hakkýndaki ilâhî hükmünü geniþçe beyan için buyuruyor ki: (Artýk o kimseler ki kâfir olmuþlardýr) benim zatý u I i) h i yy etimi, birliðimi ve peygamberlerimi inkâr etmiþlerdir (onlarý dünyada da, ahirette de þiddetli bir azap ile cezalandýracaðým) onlar dünyada, öldürülmek ile, sürgün ile, esaret ile cezalandýrýlacaklarý gibi ahirette de uzun bir müddet bekleme yerinde, hesaplaþma sahasýnda kalacaklar, sonra da cehenneme atýlýp ebedî olarak azaba yakalanacaklardýr. (Ve onlar için* iki âlemde de (yardýmcýlardan bir kimse yoktur), onlardan herhangi birini Allah'ýn azabýndan kurtaracak bir fert de bulunmayacaktýr.

 

 

 

 

57.  Fakat o kimseler ki, imân etmiþler ve sâlih amellerde bu-lunmuþlardýr. Onlara da mükafatlarýný tamamen ödeyecektir. Ve Allah Teâlâ zâlimleri sevmez.

57.      (Fakat o kimseler ki) benim gönderdiðim peygamberlere, onlarýn tebligatýna (Ýman etmiþler) ve mü'minlere ait ve lâik olan güzel (ve salih amellerde) Allah rýzâsý için (bulunmuþlardýr.) Cenâb-ý Hak onlara da lâik olduklarý (mükafatlarýný tamamen ödeyecektir.) Onlarý cennetlerine koyacak, onlarý Yüce Allah'ýn cemalini seyretmekle tecelli nurlarý içinde býrakacaktýr. Ne büyük saadet.. (Ve Allah Teâlâ zâlimleri sevmez.) Onlara buðz eder, onlarý cezalandýrýr. Çünkü onlar küfretmekle haddi aþmýþ, imân ve þükür yerine küfrü tercih eylemiþ olduklarýndan böyle bir cezaya müstehak olmuþlardýr. Artýk insan uyanmalýdýr, daha hayatta iken kulluk vazifesini ifaya çalýþmalýdýr ki, böyle müthiþ, felâket dolu bir akýbete mâruz kalmasýn.

 

 

 

 

 

58.  Bunu sana âyetlerden ve zikri hakimden tilâvet ediyoruz...

58. (Bunu) Hz. Ýsa'ya, Zekeriya'ya ve baþkalarýna dair yukarda beyan buyurulan þeyi Habibim!. (Sana âyetlerden) risaletine delâlet eden delillerden olmak üzere beyan ediyoruz. Bunlar senin görmediðin þeylere dair hakikate uygun vahye dayanan haberlerdir. (Ve zikri hakîmden) yâni hikmet dolu Kur'âný Kerim'in ayetlerinden veya levhi mahfuzdan olmak üzere (tilâvet ediyoruz) ilâhî vahyi tebliðe memur olan Cibril-i emin vasýtasiyle sana nakil ve hikâye etmiþ oluyoruz.

§ Tilâvet, kasas bir mânayadýr. Okumak, haber vermek, bazý þeyleri birbiri ardýnca söylemek, nakleylemek demektir. Bu âyeti kerîmede tilâvetin Cenâb-ý Hakka izafesi, bunun ehemmiyetini beyan içindir. Bunlarý tebliðe memur olan Cibril! Emin'in tilâvet!, Cenab'ý Hak'ka izafe edilmiþ, bununla Cibriîi Emin'in þerefine ve okunan þeylerin ehemmiyet ve kutsiyetine iþaret olunmuþtur.

§ Bu âyeti kerimede Kur'âný Kerime (zikri hakîm) denilmiþtir. Nitekim bir hadisi þerifte de Kur'an, o, apaçýk bir nurdur, hikmetli bir zikirdir. Ve dosdoðru….

 

 

 

 

 

59. Þilphe yok ki. Allah Teâlâ'nýn katýnda Ýsa'nýn durumu, Adem'in durumu gibidir ki, onu topraktan yarattý, sonra ona ol dedi, o da oluverdi.

59.       Bu mübarek âyetler de Hz. Ýsa'nýn yaratýlýþýný garipseyen I ere onun yaratýlýþýndan daha garip bir misal getirerek bu gibi harikalarýn Allah'ýn kudreti ile meydana geleceðinde þüpheye yer bulunmadýðýný þöylece bildirmektedir. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ'nýn katýnda) onun takdir ve hikmetinde (Ýsa'nýn hali) onun durumu, harika ve muazzam olan varlýðýnýn misali (Adem'in durumu) onun yaratýlýþ harikasý (gibidir ki) Hak Teâlâ (onu) hiç yok iken ana babasýz bir insan olarak (topraktan yarattý.) Lâtif cismini su ile topraðýn karýþýmýndan meydana getirdi. (Sonra ona) o Adem'in cismine (ol) canlý bir mahlûk kesil (dedi) yani onun hayat bulmasý hakkýndaki ezelî iradesi tecelli etti, (o da) o soyut madde de ruhun kendisine derhal gelmesi ile hayat sahibi bir insan (oluverdi) öyle zamana, deðiþime, sülaleden gelmeye muhtaç olmaksýzýn Ýlk insan baðýmsýz olarak varlýk sahasýna geldi. Binaenaleyh insan adýna dünyada bir mahlûk mevcut deðilken Hz. Âdem, anasý ve babasý bulunmaksýzýn Allah'ýn kudreti ile vücude gelmiþ bulundu. Artýk Hz. Ýsa'nýn annesi bulunduðu halde yalnýz babasýz olarak vücude gelmesi ilâhî kudrete göre nasýl garip görülebilir. Hz. Adem'in yaradýlýþý, Hz. Ýsa'nýn yaradýlýþýndan daha garip deðil mi?.. Ýþte ey inkarcýlar! En kuvvetli bir misal..

§ Rivayete göre Necran'dan Medine'i Münevvereye gelen bir heyet, Resûlüllaha demiþler ki: Sen ne için bizim sahibimize sövüyorsun?. Resûlullah da "Ben ne diye sövüyorum?.." diye sormuþ. Onlar da demiþ ki: "Sen ona kul diyorsun." Resûlullah da: "Evet.. O Allah'ýn kuludur ve Resulüdür" diye cevap vermiþ, heyet kýzarak demiþler ki: "Sen hic babasýz insan gördün mu?. Madem ki, onun babasý olmadýðýný sen de kabul ediyorsun, o halde onun babasý Allah Teâlâ d ir." Bunun üzerine bu âyeti kerime inmiþtir. Buyurulmuþ oluyor ki: Âdem Aleyhisselâm'ýn babasý da anasý da yoktur. Bununla beraber Allah Teâlâ'nýn bir kuludur, bunu sizler de tasdik ediyorsunuz, artýk Hz. Ýsa'nýn yalnýz babasý olmadýðýndan dolayý neden Allah'ýn oðlu olmasý lâzým gelsin. Maamafih bu âyeti kerime, yahudilerin isnadýný da reddetmektedir. Onlar da Âdem Aleyhisselâm'ýn babasýz ve anasýz olarak vücude geldiðini itiraf ederler. Artýk onu böyle yaratan bir Yüce Yaratýcý Hz. Ýsa'yý babasýz olarak yaratamaz mý?.. Neden bunu garipseyerek onun muhterem annesi hakkýnda iftirada bulunuyorsunuz. Bütün bu gibi iftiralar, inkârlar, cehaletten, Allah'ýn kut ret in takdir edememekten ileri gelmektedir.

 

 

 

 

60.  Hak Rabbindendir, artýk þüphe edenlerden olma.

60.        Hz. Ýsa'nýn yaratýlýþýna ve saireye dair anlatýlan (hak) beyanlar (Rabbîndendîr). Yüce Yaratýcýnýn tarafýndan vahiy yoluyla sana bildirilen bir hakikattir. Yoksa Hýristiyanlarýn, yah udilerin dedikleri gibi deðildir. Hýristiyanlar, Hz. Ýsa'nýn Allah'ýn oðlu olduðunu, bir ilâh olarak dünyaya geldiðini iddia ediyorlar.Yahudîler ise Hz. Meryem'e iftira ederek Hz. Ýsa'yý Yusuf i Nece ar'd an olduðunu söylüyorlar. Bütün bunlar ifrat ve tefrittir, hakikate muhaliftir. Artýk Habibim!. Sen (þüphe edenlerden olma) yâni: Kesin inancýnda devam et. Bu hakikat, sana Allah tarafýndan böyle vahy yoluyla bildirilmiþ oluyor ki, bunda þüpheye yer kalmasýn. Çünkü ilâhî vahiy yoluyla bildirilen bir þeyde artýk Rasûli Ekrem için þüphe kalmayacaðý açýktýr. Maamafih deniliyor ki: Resûlullahta þüphe düþünülemez. Bu ilâhî hitab hitaba selâhiyetli olan herhangi bir kimseye yöneliktir. Yâni: Ey aklý baþýnda olan kimseler!. Böyle Allah tarafýndan haber verilen bir keyfiyet hususunda þüpheye, tereddüde düþenlerden olmayýnýz. Þüphe yok ki, C en ab'ý Hak'kýn bütün bildirdikleri sýrf birer hakikattir. Her mü'min bunu bilir, buna imân eder.

 

Ynt: Al-i Imran Suresi By: hafizvuslat Date: 30 Ekim 2009, 18:47:14
61.       Artýk sana ilim geldikten sonra her kim onun hakkýnda seninle münakaþada bulunursa, de ki: Geliniz, oðullarýmýzý ve oðullarýnýzý, kadýnlarýnýzý, kendi þahýslarýmýz ve þahýslarýnýzý davet edelim, sonra dua ve niyazda bulunalým. Allah Teâlâ'nýn lanetini yalancýlar üzerine kýlalým..

61. Bu âyeti kerime, Rasûli Ekrem'in Hz. Ýsa hakkýnda sýrf hakikat olan beyanlarýný kabul etmeyen kimseleri I ân et I eþ meye davet etmektedir ki, bu þeklide de bir peygamber mucizesi meydana gelmiþ demektir. Þöyle ki: Bu Yüce sûrenin birinci âyetinin izahý sýrasýnda beyan olunduðu üzere Necran'dan bir heyet, Medine'i Münevvereye gelmiþ, Rasûli  Ekrem Efendimizle görüþmüþ, onlar Hz. Ýsa'nýn Allah'ýn oðlu olmasýnda Ýsrar etmiþlerdi. Bunun üzerine bu âyet nazil olmuþtur. Buyuru Ýliyor ki: Habibim!. (Artýk sana) Hz. Ýsa hakkýnda, onun bir muhterem kul ve peygamber olduðuna dair (ilim geldikten sonra) vahiy yoluyla kesin açýklamalar geldikten sonra Hýristiyan I ardan (her kim onnu hakkýnda seninle mücadelede bulunursa) artýk onunla öyle mücadeleye, münakaþaya lüzum yok. Ona (de ki: Geliniz) hepimiz (oðullarýmýzý ve oðullarýnýzý, kadýnlarýmýzý ve kadýnlarýnýzý, kendi þahýslarýmýzý ve þahýslarýnýzý davet edelim) böyle ailemiz fertlerini bir araya toplayalým (sonra) Allah Teâlayayalvaralým (dua ve niyazda bulunalým) bu hakikatin tecellisini istirham edelim. Ve (Allah Teâlâ'nýn lanetini yalancýlar üzerine kýlalým) I an et I eþ m e ve bedduada bulunalým. Ey Rabbim! Ýsa'ya isnâd edilen vasýflar hususunda kim yalancý ise ona lanet et ve onu kahret, diye yalvaralým. Bu davet üzerine Necran hey'et i endiþeye düþmüþ, aralarýnda müþaverede bulunmuþlar. Reisleri olan Akil, Rasüli Ekrem'in peygamberliðini, anlattýklarýnýn doðru olduðunu kabul etmiþ, böyle bir I an et I eþ m e neticesinde kavminin helak olacaðýný arkadaþlarýna söylemiþ, müslümanlara yýllýk bir miktar vergi vermek üzere anlaþma yaparak çýkýp gittiler.

Rasüli Ekrem Efendimiz ise lânetleþmek için muhterem torunlarý Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'i ve muhterem kýzý Hz. Fatýmayý ve damadý muhterem Hz. Aliyi yanýna almýþ, ben dua ettiðim zaman siz de amin deyiniz diye onlara tenbihatta bulunmuþtu.

Rasüli Ekrem Hazretleri bu duasýnýn kabul olacaðýný kesin þekilde bilmeseydi, böyle bir I ân et I eþ meye onlarý davet edemezdi. Binaenaleyh bu da onun bir yüce peygamber olduðunu gösteren bir mucize demektir. Gerçekten de Rasüli Ekrem Efendimiz buyurmuþtur ki: Nefsim kudret elinde olan Allah Teâlâya yemin ederim ki: Eðer onlar I ân et I eþ m ede bulunsaydýlar, maymuna, domuza dönerlerdi, vadileri ateþ içinde kalýrdý. Cenâb-ý Hak Necran'ý da, ahalisini de, hattâ aðaçlardaki kuþlarýný da ist iþ ât eder, yani kökünden söker atar idi. Buna inanmýþýzdýr. Cenab'ý Hak, her þeye kadirdir. Kâfirlerin cezasýný tehir buyursa, dünyada vermese bile mutlaka ahrette verecektir. Bu bir hakikattir.

Ýbtihâl: Baþkalarýndan alâkayý kesip ihlâs ile, samimiyet ile Cenab'ý H ak'ka yalvarma ve niyazda bulunmaktýr. Mubah al e, tebahül de birbirine lanetle beddua etmektir ki, buna telâün de denir.

§ Lanet: Tart edilmek, rahmetten mahrum kalmak demektir. Lean de reddetmek bedduada bulunmak, hayýrdan uzaklaþtýrmak manasýnadýr. Lianda lanet ediþmek, biribirinin hakkýnda lanet okumaktýr. Mülâanede, lanet ediþmek, karý ile koca arasýndaki la'n edilmesi. Leîn, m el'ün da tart edilmiþ, reddedilmiþ, lanet olunmuþ, Allah'ýn rahmetinden mahrum kalmýþ kimse demektir. Þeytan gibi.

 

 

 

 

 

62. Þüphe yok ki: Hak olan haber, iste budur. Ve Allah Teâlâ'dan baþha hiç bir ilâh yoktur ve muhakkak ki, azîz, hakîm olan ancak Allah Teâlâ'dýr..

62. Bu mübarek âyetler de Hz. Adem'in, Hz. Ýsa'nýn yaradýlýþlarýna ve diðer harikulade durumlara dair Kur'ân lisaný ile bildirilen hâdiselerin birer hakikat olduðunu ve Cenab'ý Hak'tan baþka mâbud bulunmadýðýný, bunun aksine inanmýþ olanlarýn fesatçý kimseler olup Allah'ýn kahrýna uðrayacaklarýný göstermektedir. Þöyle ki: Habibim o inatçýlara söyle (Þüphe yok ki, hak olan haber) beyanlar (iþte budur) Hz. Ýsa hakkýnda, annesi hakkýnda sana böylece vahiy edilenden ibarettir. (Ve Allah Teâlâ'dan baþka hiç bir ilâh yoktur). Hýristiyanlarýn teslis yani: Üç ilahýn varlýðý görüþünde olmalarý, vah udilerin Üzeyr Allah'ýn oðludur, demeleri, Hz. Ýsa'nýn temizlik ve peygamberliðini inkâr etmeleri ve bir takým kavimlerin insanlara, putlara tapmalarý bir küfürden, bir þirkten baþka deðildir. Bütün kâinatýn yaratýcýsý, mabudu yalnýz Yüce Allah'týr. (Ve muhakkak ki aziz) olan, bütün mukadderata kadir, mülkünde (hakîm) olan bütün bilinen varlýklarý ilmiyle kuþatan her kudret eseri bir hikmete dayanmýþ (olan ancak) o birlik, büyüklük ve kudret vasýflarýna sahip olan (Allah Teâlâ'dýr) onun tam kudreti ve mükemmel hizmeti sahasýnda kendisine eþit bir kimse yoktur. Artýk onun ) I âh lýðýnda kendisine kim ortak olabilir? Bunun hilafý görüþünde olmak, bütün bir cehaletten bir fesattan baþka deðildir. Binaenaleyh Hz. Ýsa'ya da nasýl ilahlýk isnad edilebilir? O nasýl Allah'ýn oðlu olma vasfýna sahip olabilir?. Onun kullukla övünmüþ olduðunu kendisi de itiraf etmiþ deðil midir?.

 

 

 

 

 

63. Artýk yine yüz çevirirlerse þüphe yok ki. Allah Teâlâ bozguncularý tamam iyi  bilir.


63. (Artýk) bu kadar þahitler ve deliller, Allah'ýn birliðini gösterip dururken o kimseler hakikî imândan (yine yüz çevirirlerse) döner, teslis ve diðer görüþlerde olurlarsa fesatçý kimseler olmuþ olurlar. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ) bütün bu gibi (bozguncularý t amam iyi e bilir) Cenâb-ý Hak'kýn ezelî ilmî onlarýn bütün durum ve sözlerini kuþatmýþtýr. Onlarý bu fesatlarý yüzünden ebediyyen cezalandýracaktýr. Evet... Cenâb-ý Hakkýn birliðine, onun dininin kutsiyetine bu kadar þahitler, deliller þahitlik edip dururken bunu kabul etmeyip de yanlýþ, müþrikçe kanaatlerde bulunulmasý, hak dinden yüz çevrilmesi, din sahasýnda bir fesattýr. Bu yüz çevirme ve inkâr, nefs fesadýna hatta âlemin fesadýna sebeptir, insanlýðýn en felâketli durumu, hak dinden mahrumiyetidir. Bunun neticesi ise en büyük felâkettir. Artýk hakikati inkâr eden fesatçýlar, biraz düþünmelidirler, cehaletten, gafletten ayrýlmaya çalýþarak hak dine intisab. Yüce Allah'a iltica etmelidirler.     Baþka türlü kurtuluþ imkâný yoktur.

§ Kas as: Hayýrlý haberdir. Ýnsanlara hakikati gösteren, insanlarý hak yola irþat eden, insanlara kurtuluþ vesilesi olan þeyleri istemelerini emreyleyen beyanlarýn hepsidir. Kýssa da emir, tercüme'i hâl, tarihi hikâyedir. Çoðulu Kýsastýr.

§ Ýsa Aleyhisselâm: israiloðullarýnýn reislerinden ve Hz. Süleyman'ýn neslinden bulunan imranýn kýzý Hz. Meryem'in oðludur. Hz. Peygamber'in hicretinden güneþ yýlý hesabý ile altý yüz yirmi iki sene evvel Filistin'in Beyti I eh m denilen kasabasýnda dünyaya gelmiþtir. Hz . Meryem, pek temiz, muhterem bir kýz idi. Henüz koca yüzü görmeden bir harika olmak üzere Cibrili Eminin öfürmesi ile Hz. Ýsa'ya yüklü kalmýþ, onu bir yaradýlýþ hârikasý olmak üzere doðurmuþtur. Hz. Ýsa'nýn gösterdiði mucizeler, harikulade haller, onun bir kudret hârikasý olduðunu i s bat ediyordu. Buna raðmen yahudîler, Hz. Meryem'in aleyhinde dedi kod uya cür'et gösteriyorlardý. Hz. Meryem, amcasý oðlu ve niþanlýsý bulunan Yusuf i Nece ar ile beraber Mýsýr'a gitmiþler, Hz. Ýsa on yaþýna kadar Mýsýr'da kalmýþ, sonra yine Filistin'e dönülerek Naþire kasabasýnda ikamet etmiþlerdi. Bir rivayete göre daha on üç yaþýnda iken peygamberliðe nail olmuþtur. Fakat peygamberliðini otuz yaþýnda iken ilân etmiþ, kendisine Ýncil'i þerif kitabý ile yeni bir þeriat verilmiþtir. Hz. Ýsa, Hz. Yahya ile görüþmüþ ve kendisine Havariler denilen on iki zat imân etmiþti.

Hz. Ýsa, Havariler ile bir gece birleþip sohbet ederken demiþ ki: Daha horoz ölmeden, yani sabah olmadan sizin biriniz beni inkâr edecek, ve beni pek az bir para ile satmak isteyecektir. Gerçekten de Havarilerden Budaþemun adýndaki bir þahýs, daha sabah olmadan Yahudîler ile görüþmüþ, onlardan bir miktar rüþvet almýþ, Hz. Ýsa'nýn yerini onlara haber vermiþti. Yahudîler, Hz. Ýsa'yý tevkif etmek için bulunduðu yere koþmuþlar, kendilerine hikmet gereði Hz. Ýsa gibi görünen Bu d ayý görüp yakalamýþlar, hakkýnda idam hükmünü vermiþler. Hz. Ýsa yerine Bu d ayý çarmýha germiþler. Hz. Ýsa ise otuz üç yaþýnda olduðu halde Cenab'ý Hakkýn kudretiyle semaya kaldýrýlmýþ, dünya gailesinden kurtulmuþtur. Bir rivayete ve hýristiyanlarýn kanaatine göre Hz. Ýsa, çarmýha gerilmiþ ise de daha sonra yeniden diriltilerek semaya kaldýrýlmýþtýr. Ýsa Aleyhisselâm'dan sonra Havariler iseviliði yaymaya çalýþmýþlar ise de aralarýnda ihtilaflar meydana gelmiþ, Ýncil adýna birçok kitaplar türemiþti. Maamafih Hýristiyanlýðý kabul edenler hal<l<ýnda bir çok eza ve cefa yapýlmakta olduðundan Hiristiyanlýk üç yüz sene kadar gizli tutulmuþtur. Nihayet Roma imparatoru Kostantin, Ýsa'nýn doðumundan üç yüz sene sonra bir siyasî maksatla Hýristiyanlýðýn açýkça kabulüne müsaade etmiþ, sonra Kostantaniya denilen Ýstanbul þehrini yaptýrmýþ. Roma þehrini býrakýp Kostantiniye'yi Baþkent edinmiþ, kendisi de iseviliði kabul eylemiþti. Fakat vaktiyle gerek Ýncil ve gerek hiristiyanlýk þeriatý güzelce zapt edilmemiþ olduðundan bu hususta bir çok ihtilaflar meydana çýkmýþtý. Ýncil âdý ile sonradan yazýlmýþ birçok kitaplar türemiþti. Kostantin'in emriyle iznik þehrinden binden fazla âzasý bulunan ruhanî bir meclis toplanmýþ, münakaþalarda bulunmuþlar, bunlardan bir kýsmý yekdiðerinin konuþmasýný bile anlayamýyorlardý. Nihayet Ýncil adýndaki risalelerden yalnýz dördü bu meclis azasýnýn bir kýsmý tarafýndan seçilerek onlara Ýncil âdý verilmiþtir...

Daha    sonra Roma devleti ikiye ayrýldý. Biri Doðu imparatorluðudur, ki, baþkenti Ýstanbul idi. Diðeri de Batý Ýmparatorluðudur ki, baþkenti Roma idi. Bu iki devlet, birbirini kýskanýyordu. Bu bakýmdan Roma devleti ikiye ayrýldýðý gibi mezhepçe de ikiye ayrýldý. Þöyle ki: Rom a'd a (Rim papa) ya tâbi olanlara "Katolik" denildiði gibi Ýstanbul patriðine tâbi olanlara da "Ortodoks" adý verilmiþtir. Daha sonra da "Protestanlýk" meydana çýkmýþtý. Bunlarýn da bir takým þubeleri vardýr. Velhasýl: Ýnsanlýðý hakikî bir dîne, hakikî bir semavî kitaba, büyük bir birliðe kavuþturacak bir Yüce peygambere parlak bir þeriata lüzum görülmüþtü ki. Yüce Allah, insanlýða lütfetti, kendi kutsî dinini deðiþme ve bozulmadan korunmuþ, kutsal bir kitap ile umum insanlýk âlemine açýkça teblið edecek bir yüce peygamber gönderdi ki o da son peygamber, Hz. Muhammed Mustafa, S al I al I ah ü T eâlâ Aleyhi ve S el I em Efendimiz ile ona nazil olan Hikmet dolu Kur'ân'ý Kerim'd en ibarettir!... Artýk ne mutlu bunlardan istifade edenlere...

Bir kerre düþün ki devri fetret

Bir kerre de eyle bittahayyür

Almýþtý hazan cihaný yekser

Dönmüþtü cihan harabezara

Gitmiþti fenaya ehli imân

Ýcra idilerdi bî bahane

Etmiþti, üfül, mihri hikmet

Birden bire eyledi münevver

Baþtan baþa eyledi müzeyyen

Berk urdu tecelliyatý kudret

Ahlâký zaman tebeddül etti

Mahvoldu delâlet ennihaye

Eshabý edeb, muradýn adlý

Yaðdý yere bir lâtîf baran

Parlattý cihaný nurun imân

Mahvoldu bu miri müstean!

Ýmha edemez bu nuru nâsüt

Olmuþtu nasýl karini zulmet

San asrý saadeti tefekkür

Solmuþtu o (Minisin (itekler

Reþk eyleri d i zemin mezara

Tutmuþtu cihaný putperest an

Ayini fazihi vah siyan e

Sönmüþtü çýraðý ademiyet

Dünyalarý Hz. Peygamber

Afakî c ezil etil I araptan

Pertevlere daldý ademiyet

Kilml azamet fenaya gitti

Garkoldu gönüller incilâya

Alem bütün inþiraha daldý

Her kýt'a kesildi bir gülistan

Af aka hayat verdi Kur'ân

Söndürmeye sayeden edan i

Nâsüte zebun olur mu I âh üt

64. De ki: Ey ehli kitap! Bizim ile sizin aramýzda eþit olan bir kelimeye geliniz. Allah Teâlâ'dan baþkasýna ibâdet etmeyelim. Ve ona hiçbir þeyi ortak kýlmayalým. Ve Allah Teâlâ'dan baþka bazýmýz bazýmýzý rab edinmesin. Eðer yüz çevirirlerse deyiniz ki, þahit olunuz, bizler muhakkak müslümanlarýz.

64. Bu âyeti kerime, bütün insanlýk âleminde bir birliðin, bir eþitliðin, bir dayanýþmanýn bir selâmet ve saadetin oluþmasý için yalnýz yüce Yaratýcýmýza kullukta bulunmanýn lüzumunu göstermektedir. Bu yüce gayenin ise ancak Ýslâm dîni sayesinde temin edileceðine iþaret etmektedir. Ve bütün insanlarý fevkalâde hikmetli bir tarzý açýklama ile þöylece irþat lütfunda bulunmaktadýr. Habibim!. (De ki: Ey ehli kitap) denilen Yahudîler ve Hýristiyanlar veya Necrandan gelen Hýristiyan taifesi (Bizim ile sizin aramýzda eþit olan) sýrf adalet olup kendisinde peygamberlerin, semavî kitaplarýn ihtilâf etmedikleri (bir kelimeye) hidayete rehber olan bir esasý bir vecizeyi kabule (geliniz). O esas, o hikmet dolu vecize ise þudur; (Allah Teâlâ'dan baþkasýna ibâdet etmeyelim), ibâdetlerimizi tam bir ihlas ile yalnýz o yüce mabuda tahsis edelim, ondan baþka yaratýcý olan, ibâdete lâyýk bir zatýn bulunmadýðýný bilelim, Hz. Ýsa gibi m ah I u kat a ilahlýk vasfýný vermeyelim, (Ve Allah Teâlâ'dan baþka bazýmýz bazýmýzý Rab ittihaz etmesin). Üzeyr Allah'ýn oðludur, Mesih Allah'ýn oðludur denilmesin, ilâhî kitaba muhalif olarak bazý þeyleri haram kýlan veya helâl sayan rahiplere ve saireye bu hususta itaat edilmesin. Onlar da birer insandýr. Onlarýn öyle indî hükümlerini kabul etmek, onlarýn birer rab gibi tanýmak onlara ibadette bulunmak demektir. (Eðer yüz çevirirlerse) eðer bu tavsiyeyi, bu anlatýlan esaslarý kabul etmezlerse, eðer bu genel birliði temin edecek yüce kanunlardan kaçýnýrlarsa, Ey Birliðe inananlar!.. Onlara (deyiniz ki) Ey muhalifler! Ey bu hakikati takdir edemeyen ihtiraslý insanlar! Biliniz (þahit olunuz ki, bizler muhakkak müslümanlarýz) bizler Cenab'ý Hak'kýn birliðine inanmýþýz, Hak'ka boyun eðmiþizdir. Allah Teâlâ'nýn emirlerini, yasaklarýný tam bir imân ile takdir eden ve saygý gösteren kimseleriz. Artýk sizin için lâzýmdýr ki; bizim bu vaziyetimizi itiraf edesiniz. Biz müslümanlar, baþkalarýný zor zoruna müslüman edecek deðiliz. Siz kendi menfaatinizi düþünün de bu yüce dîni kabul ediniz, etmediðiniz takdirde artýk neticesine hazýrlanýnýz. Bu âyeti kerimede: (Ey ehli kitap) diye hitab edilmesi de mühim iki hikmeti kapsamaktadýr. Birisi: Ýrþad edilmesi istenen kimselere karþý son derecede yumuþak bir s eh ilde tedricen hitab edilmesinin lüzumunu bizlere bildirmektir. Çünkü böyle bir hitap, muhataplara bir þeref bahþetmektedir. Onlarýn gücenmeyip kendilerine teklif edilen hakký kabul etmelerine sebeptir. Evet!.. Bu kitap, onlarýn ecdadýna vaktiyle peygamberler gönderilmiþ, semavî kitaplar verilmiþ olduðunu hatýrlatmaktadýr ki, bu onlar için haddizatýnda bir þereftir. Diðeri de bu hitab, muhataplar için bir uyarý mânasý taþýr. Þöyle denilmiþ oluyor ki: Sizin ecdadýnýza kitaplar verilmiþti. O kitaplar vasýtasiyle hak ve hakikatten haberdar olmanýz icap ederdi. Artýk nasýl olur da o kitaplarýn hükümlerine aykýrý, yanlýþ itikatlarda bulunabilirsiniz?. Nasýl olur da birbirinizi Rab edebilirsiniz?. Nasýl olur da insanlarý mabut derecesine yükseltebilirsiniz?. Biraz düþünmeli deðil misiniz..

§ Biz bir kere diðer dîn sahiplerinin inançlarýyla müslümanlarýn inançlarýný biraz karþýlaþtýralým. Bu cümleden olarak Yahudîler, kendi peygamberlerine vaktiyle verilmiþ olan Tevrat kitabýnýn asýl nüshalarýný kaybetmiþlerdir. Bu tarihî bir hakikattir. Ondan baþka onlar Hz. Ýsa'yý ve bizim yüce peygamberimizi ve bu iki zata verilmiþ olan Ýncil ile Kur'ân'ý Kerim'i inkâr etmekte ve birçok bâtýl inançlarda bulunmaktadýrlar. Hýristiyan I ara gelince bunlar da bir kâmil insan olan Hz. Ýsa'ya hâþâ ilahlýk, mâbudluk vasfý vererek ona tapýnmaktadýrlar. Bizim yüce Peygamberimizi ve Kur'an-ý Kerim'i de inkâr etmektedirler. Bir nice bâtýl inançlarýn da zebunu bulunmaktadýrlar. Ellerindeki Ýncili er ise bütünüyle tahrif edilmiþtir.

Brahma dini de büsbütün bâtýl bir dindir. Bu, Hindilerin eski dini bulunmuþtu. Milâttan on iki asýr kadar evvel kurulmuþtur. Ve yüzlerce mezhebe ayrýlmýþtýr. Bunlar da teslis! kabul ederler. Akýl ve mantýðýn kabul edeceði bir farzdan çok uzak bulunmaktadýrlar. Bunlarýn (Veda) adýnda bir din hitabý vardýr. Buda dini de rivayete nazaran milâttan altý asýr evvel Hindistanda zuhur etmiþ, bâtýl bir dindir. Bunun kurucusuna (Buda) denilmiþtir. Bu dinde olanlar ruhlarýn intikali görüþünü kabul ederler. Bunlara göre (Buda) bir çok tenasuhlardan sonra bir âlim olarak dünyaya gelmiþ, hattâ ilahlýk sýfatýný da -hâþâ- kazanmýþ, nihayet ölmeyip bir ebedî hayat âlemine göç etmiþtir. Bugün Buda dini Doðu Asya'da yaygýn bulunmaktadýr. Daha böyle bâtýl, uydurma dinler vardýr ki, bunlarýn bir kýsmý "Ýtilâyý Ýslâm" unvan iyi e yazmýþ olduðumuz bir eserde anlatýlmýþtýr. Orada mukayeseler yapýlmýþtýr. Bir here de Yüce Ýslâm dinini biraz gözönüne alalým. Bu mukaddes din bütün ilâhî dînlerin sonuncusu ve en üstünüdür. Bütün peygamberleri, bütün semavî kitaplarý tasdik etmektedir. Bu cümleden olarak Hz. Musa'yý da Hz. Ýsa'yý da birer büyük peygamber olarak kabul ediyor, onlara nazil olan Tevrat ile Ýncil'i de birer ilâhî kitap olmak üzere bizlere bildiriyor. Bu halde bir müslüman diyelim ki yahudiliði veya hýristiyanlýðý kabul edecek olsa birçok mukaddesatý inkâr etmiþ, pek cahilce bir harekette bulunmuþ olur. Bir yahu d î hýristiyanlýðý veya bir hýristiyan dayahudîliði kabul edecek olsa yine bir çok mukaddesatý inkâr etmiþ olacaktýr. Fakat bir yahudî veya bir hýristiyan müslümanlýðý kabul etse nefsine asla aðýr gelmeyecektir. Çünkü yine Hz. Musa'yý, Hz. Ýsa'yý birer muhterem peygamber tanýyacaktýr, onlara nazil olmuþ olan kitaplarýn da yine birer ilâhî kitap olduðuna inanmýþ bulunacaktýr. Onlardan baþka diðer peygamberler gibi son peygamber Hazretlerini de bir yýlca peygamber olarak tanýyacaktýr. Hz. Musa gibi, Hz. Ýsa gibi muhterem peygamberleri ve Tevrat ve Ýncil gibi kutsal kitaplarý tasdik eden ve yücelten Kur'ân'ý Kerim'e de imân edeceklerdir. Artýk mukaddes Ýslâm dînini kabul edecek mütefekkir, aydýn bir insan, hakikate ermiþ, karanlýktan kurtulmuþ, m es'ut bir hayata kavuþmuþ olmaz mý?.. Ýþte Cenab'ý Hak, bütün insanlýðý bu kutsal dine davet ediyor...

Ýslâmiyet, öyle hikmet dolu bir dîndir ki: Bütün hükümleri ilâhî vahye, ve ilâhî ilhama dayanmaktadýr. Öyle mübarek bir dindir ki: Onu teblið eden ve yayan yüce peygamber her türlü olgunluklara sahip, kendisinin peygamberliði ve yüceliði göstermeðe muvaffak olduðu mucizeler ile sabit, onun peygamberliðine, bütün beyanlarýnýn sýrf hakikat olduðuna bir ebedî mucize olan Kur'ân'ý Kerim þahittir. Kur'an-ý mübîn ise büyük bir mucize olup bin üç yüz küsur seneden beri bir âyeti bile deðiþiklik ve bozu I m amaya uðramamýþtýr. Bütün beyanlarý; içtimaî hayatý yüceltecek, emirlerden yasaklardan, bir nice tarihî, ilmî, ahlâkî mevzulardan ibarettir, Ýslâm milletinin dinen dayanaðý, Kur'ân'ý Kerim'in mukaddes âyetleri ile Hz. Peygamberimizin mübarek hadisleridir ve bunlara dayanan icma'i ümmettir. Bütün müslümanlar bu hususta inanç bakýmýndan birdir, Ýslâm dinine mensup âlimlerin vazifeleri ise gerek Kur'ân'ý Kerim'in ve gerek Peygamberimize ait hadisi þeriflerin hükümlerini bu rahmete ermiþ teblið etmek, bunlarý açýklamak ve izahta bulunmaktýr. Hiçbir Ýslâm âlimi, öyle bir delile dayanmaksýzýn kendiliðinden hüküm veremez, Ýslâm m üþt eh it I eri arasýndaki bazý ihtilaflar, es as at a deðil, füruata aittir birer dinî delile dayanmaktadýr, birer hikmeti vardýr. Aralarýnda düþmanlýk ve soðukluða asla sebep olmaz.

Böyle bir görüþ ihtilâfý, bir hakkýn tezahürü için pek samimi bir içtihada dayanmýþ olduðu için takdirlere lâikdýr. Bunun içindir ki, hakikî mü et eh it I er birbirini daima yücelt mislerdir. Diðer milletlerin din adamlarý ise bir ilâhî kitaba, bir sahih kaynaða dayanmýþ olmaksýzýn kendilerine göre birçok hükümler meydana çýkarmýþlar, birçok helâl olan þeylerin haramlýðýna ve tersi bir nice haram olan þeylerin de helâl olduðu görüþünde bulunmuþlar, kendilerine tâbi olan kimseleri de bunlarý kabule mecbur tutmuþlar, bu suretle kendilerini adetâ birer 'Rab) gibi tanýtarak kendilerine bir çok cahilleri bir nevi taptýrýp durmuþlardýr.

Ýþte Ýslâm, dini insanlýðý bu gibi cahilce, mütehakkimâne hallerden m en ederek akýl ve hikmete tamamen muvafýk, kutsal bir sahada toplanmaya, adalet ve eþitlik dairesinde yaþamaða davet ediyor ki, o saha da Ýslâmiyet in pek açýk, pek aydýn, pek eþitlikçi olan selâmet ve saadet dairesinden baþka deðildir.

Evet... Bütün insanlýðýn hakikî selâmet ve saadeti Ýslâm dini sayesinde tecelli eder. Bir ilâhî din ki, bütün hükümleri hakikatin, kendisi, hikmetin, özü ve yücelme vesilesidir. Bir apaçýk din ki: Onun yüksek mahiyetini her düþünen, akýllý mütefekkir, insan onu kabule, yüceltmeye mecburiyet hisseder. Bir ilâhî din ki: Bütün insanlýða Cenab'ý Hakkýn birliðini, azamet ve kudretini Maliliyim ve Rab oluþunu teblið ediyor, yalnýz o Yüce Yaratýcýya ibâdet edilmesini emrediyor, bütün kâinat i cad eden, terbiye eden olmak üzere o Yüce Mabudu gösteriyor. Ne mukaddes bir din ki, insanlarýn selâmet ve saadetine vesile olacak en güzel, en hikmetli hükümlere sahip bulunuyor, insanlarý yaratýlýþ gayesinden haberdar ediyor, Ýnsanlara ölmekle mahv ve periþan olmayýp ebedî bir âleme intikal edeceklerini gösteriyor. Ahiret alemi denilen o ebedî âlemin hâl ve þanýný en açýk bir þekilde bizlere bildiriyor. Orasý için hazýrlanmayý bizlere tavsiye buyuruyor. Bir yüce hikmet dîn dolu ki: Bütün insanlýðý Allah'ýn birliðini, bütün yüce peygamberleri, bütün semavî kitaplarý, bütün uhrevi hayatý tasdike davet ediyor. Bütün insanlýk arasýnda dinen, ahlaken bir birlik tesis ederek bir eþitlik, bir dayanýþma, bir kardeþlik vücude getirmek istiyor, bütün insanlarý güzel ibâdetlere, takvaya, birbirine yardýma sevkediyor.

Artýk insanlýk âlemi, bu kutsî dinin bu hükümlerini kabul, ve tavsiyelerine riayet ettikleri takdirde melekler gibi temiz bir hayata bir içtimaî varlýða ulaþmaz mý?. Artýk aralarýnda mühim bir dayanýþma bir yardýmlaþma câri olup durmaz mý? Artýk insanlýk âleminde kan döhercesine mücadelelerden, vahþîce hareketlerden eser görülebilir mi?.. Artýk bir takým insanlar, sýrf dünyevî, fânî bir menfaat düþüncesiyle veya yanlýþ inanç tesiriyle kendileri gibi sonradan yaradýlmýþ, ölüme mâruz blunmuþ kimselere tapar dururlar     mý? Velhasýl: Bütün insanlýðýn selâmet ve saadeti Ýslâm dini ile ayakta durur. Bütün yüce peygamberlerin insanlýða teblið etmiþ olduklarý din de bu dîni Ýslam'dan  baþka deðildir. Ceanbý Hak cümlemizi bu apaçýk dine intisaptan mahrum býrakmasýn âmin...

65. Ey ehli kitap! Ne için Ýbrahim hakkýnda tartýþýyorsunuz? Tevrat ve Ýncil ise ondan sonra indirilmiþtir. Bunu anlayamýyor musunuz?.

65.     Bu mübarek âyetler de ehli kitabýn yanlýþ iddialarýný, cahilce münâkaþalarýný bildiriyor. Onlarýn böyle hakikate aykýrý hareketlerini kötülüyor ve teþhir buyuruyor. Þöyle ki: (Ey ehli kitap) denilen yahudîler ve hýristiyanlar!. (Ne için Ýbrahim) Aleyhisselâm (hakkýnda tartýþmada) mücadelede, münazaada (bulunuyorsunuz?) Hz. Ýbrahim'in de sizlerin dininizde olduðunu iddia ediyorsunuz. (Tevrat ve Ýncil ise ancak ondan) Hz. Ýbrahim'den (sonra indirilmiþtir) emildi kendisine Tevrat verilmiþ olan Hz. Musa, Hz. Ýbrahim'den bin sene kadar sonra ve kendisine Ýncil verilmiþ olan Hz. Ýsa da iki bin sene kadar sonra peygamberliðe nail olmuþlardýr. Bunlarýn bu kitaplarýnda ise Hz. Ýbrahim'e dair bu iddialarýna uygun bilgi yoktur. Özellikle yahudîlik ve hýristiyanlýk daha sonra aslýný kaybetmiþtir. Artýk Ýbrahim Aleyhisselâmýn yalýndî veya hýristiyan dininde olduðu nasýl iddia edilebilir?. (Bunu) bu iddianýn batýl olduðunu düþünüp (anlayamýyor musunuz?.) Artýk bunu biraz tefekkür ediniz de böyle haki kat a aykýrý bir iddiada bulunmayýnýz.

§ Rivayete nazaran: Yahudîler, Hz. Ýbrahim yahudî idi, Hýristiyanlar da hayýr Hýristiyan idi demiþler, münakaþada bulunmuþlar, Rasilli Ekrem'i hakem tâyin etmek istemiþler. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur.

 

 

 

 

66.        Ýþte siz o kimselersiniz ki, sizin için kendisine dair bilgi bulunan þeyde mücadelede bulundunuz. Artýk sizin için kendisine ait bilgi bulunmayan þey hakkýnda ne için mücadelede bulunuyorsunuz?. Halbuki Allah Teâlâ bilir, siz bilmezsiniz.

66. (Ýþte) Ey yahudîler ve hýristiyanlar taifesi (siz o kimselersiniz ki sizin için kendisine dair) nihayet (bilgi bulunan þeyde) Tevrat ve Ýncil hakkýnda Hz. Musa ile Hz. Ýsa'nýn dîni hususunda (mücadelede bulundunuz, artýk) bu size yetmiyor mu?. Artýk (sizin için kendisine ait bilgi bulunmayan þey hakkýnda) Ýbrahim Aleyhisselâm'ýn hâþâ yahudî veya hýristiyan olduðuna dair (ne için mücadelede bulunuyorsunuz?.) Sizin kitaplarýnýzda buna dair birþey anlatýlmamýþ olduðunu bilmiyor musunuz?. (Halbuki) o münakaþada bulunduðunuz hususlarý, Hz. Ýbrahim'in hangi din üzere bulunduðunu ancak (Allah Teâlâ, bilir siz) ise onu (bilmezsiniz) artýk öyle cahilce iddialarda bulunmayýnýz, Cenâb-ý Hak'kýn bu husustaki beyanatýný duyup kabul ediniz.

 

 

 

 

67. Þüphe yok ki Ýbrahim, ne yahudî idi, ne de hýristiyan idi. Fakat o Hânif idi, müslüman idi; müþriklerden de olmamýþtý.

67. Bu mübarek âyetlerde Ýbrahim Aleyhisselâm'ýn þahsýnýn mukaddesliðini ve onunla beraber ayný dine sahip seçkin zatlarýn kimlerden ibaret bulunduðunu göstermektedir. Þöyle ki: (Ýbrahim) hal Mu 11 ah (þüphe yok ki ne) yah udilerin sandýðý gibi (yahudî idi) ne de hýristiyan I arýn iddiasý gibi (hýristiyan idi) o bütün bâtýl, bozulmuþ dinlerden beri idi. (Fakat o Hânif idi) O dosdoðru din olan tevhit dinine mensup idi. Namazlarýnda Kabe'ye yönelirdi. Hak rýzâsý için kurban keserdi. Çocuklarý sünnet ederdi, her hususta itidale riayet ederdi. O (müslim idi) Allah Teâlâ'nýn bütün emirlerine boyun eðer idi, bütün peygamberler arasýnda müþterek olan Ýslâm dinine mensuptu. (Müþriklerden de olmamýþtý) daima Cenâb-ý Hak'kýn birliðine ve noksansýz olduðuna inanmýþ, yahudîler gibi, hýristiyanlar gibi bazý insanlara Allah'ýn oðlu diye tapmaktan, Cenâb-ý Hak'ka ortak koþmaktan her bakýmdan uzak bulunmuþtu. Artýk o kutsal yüce peygamberin yah udîl erden, hýristiyan I ardan olmasý nasýl iddia edilebilir?

 

 

 

 

68. Þüphe yok ki, Ýbrahim'e insanlarýn en yakini, ona tâbi olmuþ olanlardýr. Ve bu Peygamberdir ve imân eden kimselerdir. Allah Teâlâ ise mü'minlerin velisidir.

68.     Þüphe yok ki Hz. (Ýbrahim'e insanlarýn en yakini) on ula dîn birliðine sahip olmak hususunda en haklý bulunaný (ona tâbi olmuþ olanlardýr.) Onun zamanýnda, onu kabuleder?! ona tabeiyyette bulunmuþ olan zatlardýr. (Ve bu peygamberdir) son peygamber olan ve Hz. Ýbrahim'in yüce neslinden dünyaya gelmiþ bulunan Hz. Mu ham m ed Aleyhisselâm'dýr. Hz. Ýbrahim ile Hz. Mu ham m ed Aleyhisselâm: Bütün dinî esaslarda bir olduklarý gibi, Hz. Mu ham m ed þeriatý da Ýbrahim'in þeriatýna birçok hususlarda muvafýk bulunmuþtur. Nitekim, hac vazifesi de bu cümledendir. (Ve) yine Ýbrahim Aleyhisselâm'a en yakýn, onunla din birliðine sahip olanlar (imân eden kimselerdir) yani, hakikaten mü'm in olan, Allah'ýn birliðini, bütün yüce peygamberleri tasdik eden ve yüce, müslüman adýna sahip bulunan Ümmeti Muhammediyedir. (Allah Teâlâ ise) Hz. Ýbrahim'e ve diðer peygamberlere ve seri at I ere inanýp kabul eden (Mü'minlerin velisidir) onlarýn koruyucusudur, yardýmcýsýdýr, Ýþte hakikî bir dine sahip olmanýn en muazzam mükâfatý!.

 

 

 

 

69. Ehli kitaptan bir taife, arzu etmiþtir ki, sizleri saptýrsýnlar. Halbuki, onlar kendi nefislerinden baþkasýný, s apt ýram azlar. Ve farkýna varamazlar.

69.    Bu mübarek âyetler de ehli kitap denilen taif enin hakikî mü'minleri ne kadar saptýrmaya çalýþtýklarýný ve onlarýn ne kadar hakikatleri deðiþtirme ve bozmaya koþup durduklarýný meydana koymaktadýr. Þöyle ki: Ey müslümanlar! (Ehli kitaptan bir taife), Ýslâm dinine olan düþmanlýklarý sebebiyle (arzu etmiþtir ki, sizleri saptýrsýnlar) sizleri mukaddes dininizden ayýrmak, sizleri küfre götürmek temennisinde bulunmuþlardýr. (Halbuki onlar kendi nefislerinden baþkasýný s apt ýram azlar). Hakikî mü'minler onlara iltifatta bulunmazlar, onlarýn aldatmalarýna kapýlmazlar. O taife kendileri gibi irfan nurundan mahrum kalanlarý dalâlete düþürürler. Bu saptýrma hareketlerinin günahý da kendilerine yönelmiþ olur. (Ve) onlar bu hakikatin (farkýna) da (varamazlar) ziyanda ve hüsranda kalýrlar.

§ Rivayete göre yahudîler, es h abý kiramdan Mu az ibni Cebel'i, Huzeyfetübnil Yem anî ve Ammaribni Yasirî -Allah onlardan razý olsun- kendi dinlerine davet etmiþler, onun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur. Gerçekten zamanýmýza kadar da yabancý milletler, birçok teþkilât vücude getirmiþ; birtakým saf müslümanlarý saptýrmaya çalýþarak kendi dinlerine açýkça veya gizli olarak davet etmekte bulunmuþlardýr. Bunlarýn gayeleri insanlýðýn hakikî bir dine sahip olmasý deðildir. Belki insanlýk kütlesini tamamen kendilerine baðlayarak bu sayede siyasî, iktisadî emellerini daha ziyade geliþtirmektir. Ve Ýslâm cemaati adýyla karþýlarýnda bulunan muazzam, hakikî imân ile donanmýþ zevatý kutsî dinlerinden mahrum býrakarak daðýlmaya sevkeylemektir. Fakat Cenâb-ý Hak, buna müsaade etmeyecektir. Ýslâm nuru, O ilâhî nur kýyamete kadar her yerde parlayýp duracaktýr. Bizim vazifemiz ise dost ile düþmaný tanýmaktýr, birtakým aldatýcýlarýn medeniyet adýyla, terakki adýyla yapýlan yaldýzlý, aldatýcý sözlerine kýymet vermemektir. Onlarýn þeklen doðru görünmelerine al d an m ayýp, onlarýn kötü emellerini anlamaktýr.

"Bâtýl hamiþe bâtil-ü beyhudedir veli"

"Müþkil budur ki sureti haktan zuhur ede"

 

 

 

 

70.  Ey ehli kitap!. Ne için Allah'ýn âyetlerini inkâr ediyorsunuz?, siz görüp duruyorsunuz.

70. (Ey ehli kitap!. Ne için Allah'ýn âyetlerini) yani: Asýl Tevrat ile Ýncil'in beyanlarýný, Hz. Muhammed'in peygamberlik ve risaletine ait bilgileri (inkâr ediyorsunuz?) Niçin o son peygamber Hz. Muhammed'i tasdik etmiyorsunuz?. (Halbuki, siz) o Yüce Peygamber'in peygamberlik ve risaletini bildiren âyetleri (görüp duruyorsunuz) o âyetleri kapsayan kitaplarýn birer mukaddes kitap olduðuna inanýyorsunuz. Ve yahut siz o Yüce Peygamber'in mucizelerini görüp onun hak bir peygamber olduðunu görüyorsunuz. Artýk onun risaletini inkâra nasýl cür'et ediyorsunuz?..

"Ey þemsi risalet seni mümkin midir inkâr"

"Pür þaþaadýr nurun ile enfüsü af ak"

71. Ey ehli kitap!. Ne için hakký bâtýl ile karýþtýrýyorsunuz?, ve hakký gizliyorsunuz?. Halbuki, siz bilirsiniz...

71.   (Ey ehli kitap! Ne için hak'ki) Rasûli Ekrem'in evsafýný içeren Kur'ân'ý veya kendi kitaplarýnýzda sabit olan, peygamberin vasýflarýný (bâtýl ile karýþtýrýyorsunuz) örtbas ediyorsunuz?. Tahrif edip yalan karýþtýrýyorsunuz?. (Ve hakký gizliyorsunuz), O Yüce Peygamber'in yüksek evsafýný gizlemeye çalýþýyorsunuz?. Bu lâyýk mýdýr?. (Halbuki, siz) o mübarek peygamberin bu evsafýný, onun peygamberlik ve risaletini kitaplarýnýzdaki beyanlara göre pekâlâ (bilirsiniz) böyle inkarcý hareketlerinizin, ne kadar tehlikeli, ne kadar sorumluluk, getirici olduðunu anlarsýnýz. Artýk böyle bir inkâra cür'etten sýkýlmaz mýsýnýz?.

Allah'a olur mu hiç vasi I?

Peygambere uymayan esâfil!..

 

 

 

 

72.  Ehli kitaptan bir grup dedi ki: Mü'minlere indirilmiþ olana s a- b ah leyin imân ediniz, akþamleyin de onu inkâr eyleyin iz. Olabilir ki dönüverirler.

72.       Bu mübarek âyetler de ehli kitaptan bir grubun Ýslâmiyet in yayýlmasýna mâni olmak için ne gibi hileli yollara devam ettiklerini ve onlarýn bu çalýþmalarýna raðmen Ýslâmiyet'in ufuklara yayýlacaðýný göstermektedir. Þöyle ki: (Ehli kitaptan) yahudilerden bir (grup) bir taife, kendi dindaþlarýndan bazýlarýna (dedi ki: Mü'minlere) müslümanlara Hz. Muhamed'in peygamberliðini tasdik edenlere (indirilmiþ olana) yani Kur'ân-ý Kerim'e (sabahleyin) gündüzün evvelinde (imân ediniz) bu bir ilâhî kitaptýr, diye ona inandýðýnýzý söyleyin (akþamleyin de) gündüzün sonunda, daha akþam olur olmaz da (onu) o Kur'ân'ý (inkâr eyleyin iz.) Hayýr... Yanýlmýþýz, Tevrat'ta kendisinden bahsedilen kitabýn bu Kur'ân'd an ibaret olmadýðýný þimdi anladýk diyerek zahiren göstermiþ olduðunuz Ýslâmiyet i kabulden, Kur'ân'ý tasdikten dönünüz. (Olabilir ki:) Sizin böyle hilekârca hareketinizin tesiriyle, ve Kur'ân'ý tasdik eden bir kýsým müslümanlar, Islâmiyetten (dönüverirler) sizin bu dönüþünüz, onlarýn üzerinde böyle bir tesir yapmýþ olabilir. Ne haince bir hareket!. Bu taife hakkýnda deniliyor ki: Hayber yan udilerinden on kiþi imiþ veya Kureyze kabilesinden bir cemaat imiþ. Bunlar, içlerinde bazý kimselere demiþler ki: Sabahleyin, Hz. Muhammed'in dinine giriniz, sonra da akþamleyin deyiniz ki: Biz kitabýmýza baktýk âlimlerimizle istiþare ettik, Hz. Muhammed'in âhir zaman peygamberi olmadýðý bizce orataya çýktý, siz böyle yaparsanýz onun esbabý þüpheye düþer, sizin daha bilgili olduðunuzu düþünür de belki Islâmiyetten yüz çevirirler.

Diðer bir görüþe göre de bu taifeden maksat, Keab ibni Eþref ile Mâlik Ibnüs Sayfdýr. Kýble Kâbe'i Muazzamaya çevrilince bundan yahu diler üzülmüþlerdi. Bunlar kendi dindaþlarýna dediler ki: Siz Kýble hakkýndaki nazil olan Kur'ân âyetine sabahleyin inanýr gibi görünerek Kâbeye doðru namaz kýlýnýz, sonra da bunu inkâr ederek kendi kýblenize dönünüz!. Umulur ki: Müslümanlar size bakarlar da, sizin daha ziyade ilim sahibi olduðunuzu düþünürler de sizin kýblenize dönüverirler.

Velhasýl: Öteden beri müslümanlarý dinlerinden kaydýrmak için böyle hilelerde bulunan bir nice din düþmanlarý bulunmuþtur. Fakat bu gibi hilelere aklý baþýnda olan, Ýslâm dininin hakikatini, yüceliði anlamýþ bulunan bir müslüman iltifat eder mi?.

"Bir þ em' i ki mevlâyaka'bir veçhile sönmez"

Allah'ýn yaktýðý bir mum hiçbir þekilde sönmez.

 

 

 

 

73.       Sizin dininize tâbi olandan baþkasýna inanmayýnýz. De ki: Þüphe yok hidayet, Allah hidâyetidir. Size verilen þeyin benzerinin baþka bir kimseye verildiðine veya Rab bin izin katýnda aleyhinize delil getireceklerine inanmayýn. De ki: FazI, þüphesiz Allah Teâlâ'nýn elindedir. Onu dilediðine verir. Ve Allah Teâlâ vasidir, alîmdir.

73.     Yahudîler, birbirine þöyle tavsiyelerde bulunmuþlardýr: (Sizin dininize tâbi olandan baþkasýna inanmayýnýz) sizin dininize muvafýk olmayan bir dini kalben tasdik etmeyiniz. Ancak yahudilik dinine tâbi olanlarý tasdik ediniz. Halbuki, bunlar bu kanaatlerinde çok aldanmýþ bulunuyorlar. Resulüm Ya Muhammedi (De ki: Þüphe yok hidayet. Allah hidâyetidir) yani: Doðru yol, Islâmiyetten ibarettir. O bir hidayet yoludur, baþkasý dalalettir. Fakat o inkarcýlar, bu hakikati bilmezler ve kendi aralarýnda derler ki: (Size verilen þeyin benzerînin baþka bir kimseye verildiðine) inanmayýnýz. Size verilen Tevrat'ýn bir misli, yahudîlik dininin bir benzeri baþka bir millete verilmemiþtir. Artýk müslümanlýðý kabul etmeyiniz (veya rabbinizin katýnda) yarýn kýyamet gününde (aleyhinize) baþka kimselerin (delil getireceklerine inanmayýn) hiçbir millet, sizin kadar ilme, hikmete, kitabe, kudret helvasý ve býldýrcýn gibi, denizin yarýlmasý gibi mucizelere, kerametlere nail olmamýþtýr. Artýk onlar, sizin aleyhinizde nasýl delil getirebilecekler?. Öyle iddialara aldýrmayýnýz, çünkü siz onlardan daha doðru bir dine sahipsiniz. Ýþte yahudîler kendilerine böyle bir kýymet veriyor, kendilerinden baþkasýný görmüyorlardý. Hak Teâlâ Hazretleri de onlarý tekzib ediyor, onlarý uyanmaya þöyle davet buyuruyor: Habibim Ya Muhammedi O bencil þahýslara (de ki: FazI) lütuf ve kerem, peygamberlik ve risalet (þüphesiz Allah Teâlâ'nýn elindedir) onun lütuf ve keremi bir kavime, bir cemaate mahsus deðildir. (Onu dilediðine verir) dilediði kulunu lütuf ve keremine ulaþtýrýr. Çünkü Allah Teâlâ herseye kadirdir (ve Allah Teâlâ vâsidir) rahmeti, keremi pek boldur ve (alimdir) her þeyi hakkiyle bilir. Herkesin ahvalini ve sözlerini hakkiyle bilmektedir. Artýk ey Yenildi kavmi! Siz vaktiyle nail olduðunuz nîmetlerin kadrini bilmediniz. Peygamberlere isyan ettiniz, kitaplarý bozdunuz, artýk sizin öyle imtiyaz iddiasýna selâhiyetiniz kalmamýþtýr. Ve aleyhinizde delil getirecek zatlarýn mevcudiyeti ilâhî lütuf gözönüne alýndýðýnda nasýl inkâr olunabilir?

§ Maamafih bu âyeti kerime þöyle de yorumlanmýþtýr: Ey rahmete ermiþ ümmet! Size getirilen dinin, o dinin hak olduðuna ve yüceliðine delâlet eden delil ve burhanýn bir misli baþka bir millete verilmemiþtir. Kur'ân-ý Kerim'in bir benzeri yoktur ve Ýslâm dini en mükemmel bir ilâhî dindir. Artýk müslümanlýðý inkâr edenler, sizin aleyhinize nasýl delil getirebilirler. Bu üstünlükler, sizin için bir ilâhî I üt uf t ur. Allah Teâlâ'nýn bu fazileti, imtiyazý size vermesine kim mâni olabilir. Düþmanlarýnýn hilelerine raðmen bu ilâhî lütuf. Ey müslümanlar sizin hakkýnýzda devam edip duracaktýr. Bunun tecelli yerine hiç bir kimse engel olamýyacaktýr.

 

 

 

 

74.  Dilediðini rahmet iyi e seçkin kýlar. Ve Allah Teâlâ pek büyük fazi sahibidir.

74. Allah Teâlâ (dilediðini rahmet iyi e) peygamberlik ve risalet I e, lütuf ve kerem ile (seçkin kýlar) onu insanlýða bir selâmet ve saadet rehberi kýlar. Bunu kim uzak görebilir?. Yüce Allah, alîm d ir, hakimdir. (Ve Allah Teâlâ pek büyük bir fazi sahibidir) dilediði kulunu fazi ve keremine mazhar buyurur. Ýþte son peygamber. Hazretlerini bu fazi ve keremi ile þeref ve risalet e nail kýlmýþ, hakkýnda nice muazzam inayetlerde bulunmuþ, onun ümmetine de büyük bir þeref ihsan buyurmuþtur.

Ey neyyiri asýlman i vahdet.

Cisminle verince dehreziver.

Bir mislini almamýþtýr elbet

Kutsiyyetin ey nebiyyi enver,

Vermekte bütün ukule hayret,

Al I ah'd an ey nebiyyi muhtar

Ey revnaki alemi nübüvvet.

Eflake tefevvuk etti yerler,

Aguþuna clâyei meþiyyet

Düþmanlarýn itiraf ederler.

Hulkundaolan mükemmeliyet

Ettin beþeriyyeti haberdar.

 

 

 

 

75. Ehli kitaptan öylesi vardýr ki, kendisine bir kýntâr emanet versen onu sana ödeyiverir ve onlardan öylesi de vardýr ki, kendisine bir dinar emanet býraksan onu sana ödemez, meðer ki onun üzerine ayak direyip durasýn. Bunun sebebi de, ümmîler hakkýnda bizim üzerimize bir yol yoktur, demi; olmalarýdýr. Ve onlar bildikleri halde Allah Teâlâ'ya karþý yalan söylerler.


75. Bu âyeti kerime, ehli kitaptan bazýlarýnýn emanete riayet ettikleri halde diðer bir kýsmýnýn emanete hiyanet eder olduklarýný ve bu hiyanetlerinin meþru olduðunu kabul etmeleri, bu sebeple hem dinen hem de insanlarla muamele itibariyle hain bulunduHarýný göstermektedir. Þöyle ki: (Ehli kitaptan) yahudîler ile hýristiyanlardan (öylesi vardýr ki, kendisine bir kýntâr) yani birçok mal (emanet versen onu sana) tamamen (ödeyiverir) bir m üþ, ki I ât çýkarmaz. Abdullah ibni Selâm gibi ki, Kureyþten bir þahýs kendisine bin yüz okka altýn emanet býrakmýþtý, onu isteyince hemen teslim ediverdi. (Ve onlardan) ehli kitaptan (öylesi de vardýr ki kendisine bir dinar) bir tek altýn (emanet býraksan) istediðin zaman müþkülât çýkarýr veya inkâr eder de (onu sana ödemez.) Fen has ibni Azura gibi ki Kureyþten baþka bir þahýs ona bir dinar emanet býrakmýþtý, isteyince inkâr etti. Ýþte bunlardan bir kýsmýnýn âdeti budur. (Meðer ki, onun üzerine ayak direyip durasýn) yani: Yaný baþýnda durup sürekli istemeli veya delil getirmeli, mahkemeye vermeli ki, o emaneti ondan geri almak mümkün olsun. (Bunun) böyle emaneti sahibine redetmenin (sebebi ise) onlarýn þu iddialarýdýr. (Ümmiler) yani eh I i kitap olmayan araplar ve saire (hakkýnda) onlarýn alacaklarýndan dolayý (bizim üzerimize bir yol) bir m es'illiyet yolu (yoktur demiþ olmalarýdýr.) Yahudilerin iddialarýna göre muhalif olanlara zulüm etmeleri helâldir. Allah Teâlâ onlara bu zulmü T evratta haram göstermemiþtir. Cenâb-ý Hak ise onlarýn bu iddialarýný tekzib ederek buyuruyor ki: (Ve onlar) T evratta böyle hürmetsizliðe dair bir þey olmayýp kendilerinin yalan söylediklerini (bildikleri halde) sýkýlmadan (Allah Teâlâ'ya karþý yalan söylerler) böyle bir zulm ve tecavüz bizim için helâldir, bu T evratta yas aklan mam ýþtýr, derler. Binaenaleyh bunlarýn hareketleri iki kat mesuliyeti gerektirir. Birisi baþkasýnýn malýna haksýz yere musallat olup onu sahibine vermemektir. Bu bir günahtýr. Diðeri de bu hareketlerinin meþruyetini T evrat a, Cenâb-ý Hak'ka isnat etmeleridir ki, bu daha büyük bir isyandýr, din adýna bir iftiradýr, ne büyük bir cinayettir.

Gerçekten baþka milletler arasýnda da emanete hiyanet edenler bulunabilir. Fakat bu haksýzlýðýn meþruyetine inanýp onu dinlerine isnat etmezler. Böyle küfrü gerektirecek bir i d d i ad a b u I u n m azl ar.

§        Bir görüþe göre çok malda emanete riayet edenlerden maksat, hýristiyanlardýr. Çünkü onlarda galip olan, emanete riayet yönüdür. Az malda bile hýyanet edenlerden maksat ise Yahudîlerdir. Çünkü onlarda galip olan da hiyanettir. Onlar yalnýz kendi menfaatlerini düþünürler. Baþkalarýna zarar vermekten çekinmezler. Müslümanlýkta ise emanetlere mutlaka riâyet lâzýmdýr. Ýsterse sahipleri günahkâr, kâfir kimseler olsun. Nitekim bir hadisi þerif bunu açýkça bildirmektedir.

 

 

76. Hayýr... Kim ahdini ifa eder ve sakýnýrsa þüphe yok ki Allah Teâlâ o sakýnanlarý sever.

76. Bu âyeti kerime, ehli kitaptan bazýlarýnýn iddialarýný reddetmektedir. Allah'ýn sevgisini kazanmak için riâyet edilmesi lâzým gelen kulluk vazifelerini özet olarak beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Hayýr) öyle deðil: Ümmîlerin emanetine riayetsizlikten dolayý mesul olmayacaðýz, o bize helâldir, demeleri doðru deðildir. Mesuliyetten kurtulup ilâhî lütfa nail olmanýn yolu vardýr. Þöyle ki, hem (kim ahdini ifa eden Cenâb-ý Hak'kýn T evratta emrettiði þekilde son peygambere Kur'ân'ý Kerime imân ve emanetlere riâyet ederse (ve sakýnýrsa) günahlarý terk ve ibâdet ve itaate devam eylerse Cenâb-ý Hak'kýn mükâfatýna nail olur. Zira (þüphe yok ki. Allah Teâlâ o) gibi (sakýnanlarý sever) onlarý nîmetlerine nail buyurur. Yoksa öyle emanetlere hiyanet eden, Allah'ýn hükümlerini deðiþtirme ve bozmaya çalýþan kimseler Allah'ýn sevgisine, ilâhî iltifata mazhar olamazlar.

Ýþte bu âyeti kerime gösteriyor ki: Allah'ýn sevgisine liyakat kazanmak için bütün haram olan þeylerden sakýnmak, ve dinen üzerimize düþen bütün fârizeleri, vecibeleri ifaya çalýþmak lâzýmdýr..

 

 

 

 

77. Muhakkak o kimseler ki Allah Teâlâ'nýn ahdini ve yeminlerini az bir þey karþýlýðýnda deðiþtirirler. Ýþte onlar için âhirette bir nasip yoktur. Ve Allah Teâlâ onlar ile konuþmaz ve kýyamet gününde onlara bakmaz ve onlarý temize çýkarmaz. Ve onlar için elem verici bir azap vardýr.

77.       Bu âyeti kerime, ahidlerine, yeminlerine riâyet etmeyen âdî bir menfaat uðrunda mukaddesatýný feda eyleyen gafillerin karþýlaþacaklarý kötü sonu þöylece göstermektedir.

(Muhakkak o kimseler ki:) Sözlerinde durmadýlar (Allah Teâlâ'nýn ahdini) son peygambere imân, emanetleri yerine getirmeye dikkat edeceklerine dair üzerlerine aldýklarý vazifeleri (ve yeminlerini) Vallahi imân edeceðiz, Vallahi son peygambere yardýmda bulunacaðýz diye yaptýklarý anýlarý dünya varlýðýndan (az bir þey karþýlýðýnda) satar, öyle fâni ehemmiyetsiz þeyler ile (deðiþtirirler) böyle bir gayri meþru, zararlý bir harekette bulunurlar. (Ýþte onlar için âhirette bir nasip yoktur.) Ah i ret nimetlerinden hiçbir þeye nail olamazlar. (Ve Allah Teâlâ onlar ile) kendilerine sevinç verecek bir þekilde (konuþmaz) veya onlara Cenâb-ý Hak bizzat hiç bir kitapta bulunmaz, onlarýn kýyamet gününde muhasebelerini melekler yapar. (Ve) Allah Teâlâ (kýyamet gününde onlara bakmaz.) onlara rahmet nazarý ile bakmaz, onlara iltifat eder bir þekilde bakmaz (ve onlarý temize çýkarmaz) onlar hakkýnda güzel övgüde, tezkiyede bulunmaz, onlarý günahlardan temizlemez. (Ve onlar, için elim) pek dert ve elem verici (bir azap vardýr), iþte dünyadaki yaptýklarý alçaklýðýn cezasý!

§ Bir görüþe göre, bu âyeti kerime, Tevrat'ý tahrif eden, son peygamber Resülüllah efendimizin evsafýný tebdil eyleyen ve emanetlere ve diðer þeylere dair hükümleri deðiþtirmeye cüret göstermiþ olan bir kýsým Yehudi bilginleri hakkýnda nazil olmuþtur. Bu âyeti kerime, ayný zamanda bütün insanlara bir uyanma dersi vermektedir. Yarýn ebedî âlemde hüsranla karþý karþýya kalmamalarý için daha dünyada iken sözlerine, mukavelelerine riâyet etmelerini dinî vazifelerini yerine getirmeye çalýþmalarýný, emanetlere riâyet edip ahlâka, adalet vefazîlete aykýrý hareketlerden kaçýnmalarýný tavsiye buyurmaktadýr.

 

 

 

 

78.   Ve onlardan bir grup davardýr ki, kitap ile dillerini eðer bükerler. Onu kitaptan sanasýnýz diye. Halbuki o kitaptan deðildir. Ve derler ki, o Allah tarafýndandýr. Halbuki, Allah tarafýndan deðildir. Ve onlar bildikleri halde Allah Teâlâ'ya karþý yalan söylerler.

78. Bu âyeti kerime, ehli kitaptan bir gurubun sýrf inkarcý bir maksatla Allah'ýn kitabýnýn âyetlerini bozma ve deðiþtirmeye cüret etmiþ olduklarýný bildirmektedir. Þöyle ki: (Ve onlardan) ehli kitaptan, yahudî bilginlerinden (bir grup) Keab ibni Eþref, Malik ibni Sayf ve Huyey ibni Ahtab gibi bir taife (de vardýr ki, kitap ile) Tevrat'ýn ve diðerlerinin âyetleriyle (dillerini eðer bükerler) onlarý okurken deðiþtirirler, son peygamber Hazretlerinin vasýflarýna, ve recme ve saireye dair âyetleri deðiþtirme bozmada bulunurlar. (Onu) o deðiþtirip tahrif ettikleri þeyi Allah Teâlâ'nýn indirmiþ olduðu (kitaptan sanasýnýz diye) sizleri saptýrmak için bu rezalet! iþlerler. (Halbuki) o okuduklarý þey, haddizatýnda ve onlarýn itikadýnca da (kitaptan deðildir) kendilerinin uydurmasýdýr. (Ve) buna raðmen sýkýlmadan (derler ki o) okuduðumuz þeyler (Allah tarafýndandýr.) Kendi uydurma sözlerinin Allah tarafýndan indirilmiþ olduðunu söyleyerek böyle iddiaya cüret ederler. (Halbuki o) uydurduklarý þeyler (Allah Teâlâ tarafýndan) indirilmiþ (deðildir) kendilerinin uydurma sözleridir. (Ve onlar) okuduklarý, söyledikleri o þeylerin yalan, kendi taraflarýndan uydurma olduðunu (bildikleri halde) sýkýlmadan (Allah Teâlâ'ya karþý yalan söylerler) bunun mes'uliyetini lýic düþünmezler. Sýrf dünyevî, adî bir maksat için, yalnýz kendi mevkilerini korumak için etraflarýnda bulunan cahilleri aldatmaya çalýþýrlar. Bir hakikat güneþinin ilâhî nurlarýnýn muhitlerini mahrum býrakmak isterler. Ne fesatçý, ne düþmanca bir hareket!.. Evet.. Malumdur ki: Bir dinî hakikati yanlýþ telâkki etmek, onu güzelce anlamadan baþkalarýna anlatmaya çalýþmak büyük bir kusurdur, dinen mesuliyeti gerektirir. Fakat böyle bir hakikati sýrf þahsî bir menfaat temini için veya dinsizlere yaranmak için bile bile deðiþtirme ve bozmaya cür'et göstermek en büyük bir cinayettir, Ýlâhî dinden mahrumiyete s ebelidir, ebedî bir felâkete götürür. Artýk biraz aklý baþýnda olan, biraz ebedî istikbali düþünen bir kimse böyle bir cinayete cüret eder mi, kendisini ebedî bir felâket ve azaba mâruz býrakýr mý? Cenab'ý Hak cümlemizi öyle bir kötü hareketten, kötü sondan korusun, âmin...

 

 

 

 

79. Hiç bir insan için doðru deðildir ki. Allah Teâlâ ona kitap, hüküm ve peygamberlik versin de sonra o insanlara Allah'tan beri de bana kul olunuz deyiversin. Fakat öðrettiðiniz ve ders alýp verdiðiniz þey sebebiyle rabbanîler olunuz der.

79. Bu mübarek âyetler Hz. Isa gibi bazý peygamberlere isnat edilen ilahlýk ve mâbudluk iddiasýndan o muhterem peygamberlerin uzak olduklarýný, böyle bir iddiaya hiçbir kimsenin selâhiyetli olmadýðýný ve o gibi zatlarýn insanlara ne gibi þeyleri tavsiye etmiþ olduklarýný beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Hiç bir insan için doðru) caiz, lâyýk (deðildir ki. Allah Teâlâ) ona Tevrat, Ýncil, Kur'ân gibi bir semavî (kitap) ve o kitabýn hükümlerini, þer'î meselelerini anlamak için (hüküm), anlama, delil getirme (ve peygamberlik) gibi bir yüksek mertebe (versin de) o insan (sonra insanlara) hitaben (Allah'tan beride) yani ondan baþka veya onunla beraber (bana kul olunuz deyiversin) böyle bir iddia öyle bir zatýn þanýna lâyýk olur mu?. Böyle bir iddiada bulunacak kimse öyle ilâhî nimetlere, makamlara nail bulunmuþ olabilir mi?. (Fakat) öyle bir zat, insanlara hitaben siz: (Öðrettiðiniz) kitap sebebiyle (ve ders alýp verdiðiniz þey sebebiyle) yani: Ey, insanlardan, eðitim ve öðretim yapan ve öðrenimde bulunan zümre! Sizler bu mesainiz sayesinde (rabba halis kullar) dan (olunuz derler) yoksa bana kul olunuz, diyemezler.

§ Beþer, bütün âdemoðlu demektir. Bir insana da bütün insanlara da beþer denilir. Bunun kendi lâfzýndan müfredi yoktur. "Kavm tabiri gibi".

§ Rabbaniyyum, ilim ve irfan, anlayýþ ve basiret, güzel ahlâk ve amel sahibi olan ve insanlarýn terbiyesine, aydýnlanmasýna çalýþan zatlar demektir. Ýþte Yüce Peygamberler ümmetlerine böyle insanî deðerler sahibi olmalarýný tavsiye ederler. Yoksa kendilerine kul olmalarýný hâþâ emretmezler.

Evet... Ümmet fertlerinin seçkinlerine, ilim ve irfan sahibi olanlarýna düþen vazife, ilim ve üstün vasýflar ile insanlýðýn hayrýna çalýþmaktýr, insanlýðý hak ve hikakatten haberdar edip bu hususta onlara rehberlik etmektir, maneviyata, vicdaniyata muhalif, tevhid inancýna aykýrý olan bilgilerin hiç bir kýymeti yoktur. Bilâkis bu gibi zarara, hakikate aykýrý bilgiler, sahipleri hakkýnda pek zararlýdýr, onlarýn manen mahvýna sebep olur, en büyük cehaletten sayýlmýþtýr. Sadi merhum ne güzel söylemiþtir: Evet... Gön il I, levhasýný, en mühim hayatýn gayesi olan hak ve hakikate aykýrý bilgilerden, gösteriþten tertemiz tutmalýdýr. Çünkü bir bilgi ki, hak yolunu göstermez, o cehaletten baþka deðildir.

§ Rivayete göre Necran Hýristiyan I ara Ýsa Aleyhisselâm kendisini rab edinmemizi bize emretmiþtir, demiþler. Bunun üzerine bu âyeti kerime onlarý tekzib için nazil olmuþtur. Diðer bir rivayete göre de yahudîlerin Ebu Rafî ve Necran hýristiyanlarýnýn reisi Resûlullah'a hitaben: "Sen istermisin ki sana ibâdet edelim ve seni rab edinelim?..." demiþler. Rasûli Ekrem Efendimiz de: "Maazallah, Allah Teâlâ'dan baþkasýna ibâdet edilmesini emreder miyiz?.. Hak Teâlâ beni bunun için göndermedi ve bana bununla emretmedi diye buyurmuþ, bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur.

Rivayete göre bir müslüman zat: Ta resülullah!. Biz birbirimize selâm verdiðimiz gibi sana da selâm veriyoruz. Sana secde etsek olmaz mý?, 'diye sormuþ. Peygamber Efendimiz de "hayýr": Allah Teâlâ'dan baþkasýna secde etmek caiz deðildir. Siz Peygamberinize ancak hürmet edersiniz, her hakkýn ehlini tanýrsýnýz, diye buyurmuþ. Ýþte bu sual üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur. Evet.. Secdenin ehli yalnýz Cenabý Hak'd ir. Bir Yüce Peygamber'e secde etmek caiz olmayýnca artýk diðer herhangi bir insana secde edilebilir mi? Firavun tabiatlý bir kimse olmalýdýr ki, kendisine halký taptýrmak cüretinde bulunarak ebedî lanete hedef olsun.

 

 

 

 

80. Ve size melekleri, peygamberleri rabler edininiz, diye emretmez. Siz müslüman olduktan sonra size küfr ile lýic emreder mi?.

80.     (Ve size) Hz. Mu ham m ed veya kendisine kitap, hüküm ve peygamberlik verilmiþ olan zat (melekleri, peygamberleri rabler) birer mabut, birer ilâh ("edininiz" diye emretmez) Allah Teâlâ'dan baþkasýný rab edinmek küfür deðil midir?. Artýk (siz müslüman olduktan) Allah'ýn birliðini bilip Ýslâm þerefine nail bulunduktan (sonra size küfr ile) Allah Teâlâ'ya ortak edinmekle »lýic emreder mi?) böyle bir þey lýic caiz olabilir mi?

Bu âyeti kerime gösteriyor ki: Bir þahsýn kâfir olmasý, yalnýz Allah Teâlâ'nýn varlýðýný bilmemeðe, o varlýðý inkâr etmekle sýnýrlý deðildir. Belki onun varlýðýný kabul etmemekle beraber baþkalarýný da tanrý edinmek, baþkalarýna tapmak da küfürdür, þirki gerektirir. Çünkü bu halde Cenab'ý Hakka mâbudluk hususunda ortak koþulmuþ olur. Halbuki ondan baþka mabut yoktur.

 

 

 

Ynt: Al-i Imran Suresi By: hafizvuslat Date: 30 Ekim 2009, 19:04:28
81.   Hatýrla o zamaný ki. Allah Teâlâ -peygamberlere hitaben "size kitap ve hikmet verdim, sonra sizin yanýnýzdakini tasdik edici olarak bir Resul gelecektir. Ona elbette imân ve yardým edeceksiniz" diye peygamberlerden saðlam bir söz aldýk da buyurdu ki: Ýkrar etiniz mi? ve bunun üzerine benim sözümü alýp kabul eylediniz mi? Onlar ikrar ettik d ed i I er.-C en âb-ý Hak da- buyurdu ki: Öyleyse þahit olunuz, ben de sizinle  beraber þahitlerdenim.

81. Bu mübarek âyetler, Cenâb-ý Hak'kýn son peygamber Hazretlerini bütün insanlýða elci göndereceðini vaktiyle bütün peygamberlere ve onlarýn vasýtalariyle bütün ümmetlerine haber vermiþ ve onun bu risaletini ikrar ve onun zamanýna erecek olanlarýn ona yardým etmeleri hakkýnda da kendilerinden bir söz ve yemin almýþ olduðunu haber vermekte, böyle bir ikrar ve söze riayet etmeyenlerin ise fasýk kimseler olacaðýný bildirmektedir. Evet!. Cenâb-ý Hak þöyle buyuruyor: Habibim!. (Hatýrla o zamaný ki. Allah Teâlâ Peygamberlere) ve onlarýn vasýtasýyla ümmetlerine vahiy yoluyla (hitâbederek size) Tevrat, Ýncil gibi (kitap) ve bir nice ahlâkî, içtimaî meseleleri içeren, vahye müstenit (hikmet verdim). Bunlar ile lâzým olan dinî esaslarý size bildirdim. (Sonra sizin yanýnýzdakini) kitabý ve hikmeti (tasdik edici olarak bir elçi geldi) yani bütün vasýflarý sizce malûm oldu, geleceði muhakkak bulundu. (Ona) o gelecek Resule (elbette imân ve yardým edeceksiniz). Binaenaleyh bütün peygamberler birbirine inanýp onu tasdik ve kabul ile mükellef olduklarýndan son peygamber Hazretlerini de tasdik ile mükellef bulunmuþlardýr. Ýþte bunun için bütün peygamberlere hitaben ona imân ve yardým   edeceksiniz, (diye peygamberlerden saðlam bir söz aldýkta buyurdu ki: Ýkrar ettiniz mi?) bu imâný kabul ve itiraf ediyor musunuz? (Ve bunun üzerine benim o ahdimi alýp kabul eylediniz mi?) diye hikmet gereði sordu, (onlar da ikrar ettik dediler) imân ve yardým ile mükellef olduðumuzu itiraf ederiz, bu husustaki verilen sözü de kabul eyledik diye cevap verdiler. Cenab'ý Hak da (buyurdu ki: Öyle ise þahit olunuz) bu ikrar hususunda birbirinize karþý þahitlikle bulununuz, bu ikrarýnýzý bütün ümmetlerinize bildiriniz. (Ben de) sizin bu ikrarýnýza (sizinle beraber þahitlerdenim) artýk bu ikrar ve üstlenmenin gerektirdiði þekilde hareket edilmesi bir vecibedir. Bu o peygamberlerin üzerine vecibe olunca onlara tâbi olduklarýný iddia eden milletler üzerine de bir vecibe, bir dinî fariza bulunmuþ olur. Aksi takdirde o peygamberlere tâbilik iddiasý yalan bulunmuþ olmaz mý?

Ýþte Hz. Musa da, Hz. Ýsa da kendi kitaplarýný tasdik edici olan son peygamber Hazretlerinin dünyaya þeref vereceðini vaktiyle vahy yoluyla bilmiþ, tasdik ve ikrar eylemiþlerdir. Artýk onlara uyma iddiasýnda bulunanlar, nasýl olur da böyle bir tasdik ve ikrarda bulunmazlar.

§ Ýsr: Pekiþtirilmiþ söz ve riayeti lâzým gelen adî görülmeyecek olan mukavele ve yemin manasýnadýr.

 

 

 

 

82. Artýk bundan sonra kimler yüz çevirirse iþte fasýk kimseler onlardýr.

82. (Artýk bundan sonra) bu ikrar ve þahitlikten, bu söz ve yeminden sonra (kimler yüz çevirirse) son peygamber Hazretlerini tasdikten kaçýnýr, onun dinine hizmet etmezse (elbette fasýk kimseler onlardýr.) söz ve yemine riayet etmeyen, cemiyetin temiz hayatýný bozmaya çalýþan, o gibi inkarcý kimseler ise, acýk delil ile sabit hakikatleri inkâra cür'et ettikleri için büsbütün fasýk kimseler bulunmuþlardýr. Evet... Son peygamber Efendimizin peygamberlik ve ri s al et i gün gibi acýk, onun yaydýðý Ýslâmiyet in en kutsî bir ilâhî din olduðu apaçýk iken onu inkâr edenlerden d ah a fasýk kim düþünülebilir?...

 

 

 

 

83. Artýk Allah Teâlâ'nýn dininden baþkasýný mý arýyorlar?. Halbuki ona göklerde olanlar da, yerde olanlar da isteyerek ve istemiyerek teslim olmuþlardýr. Ve ona döndürüleceklerdir.

83. Bu âyeti kerime, Allah katýnda yegâne makbul olan dini Ýslâm'dan baþkasýný arayanlarýn ziyanda ve hüsranda olacaklarýný göstermektedir. Þöyle ki: Söz ve yemine, ikrar ve þ eh ad et e muhalefet edenler, Hz. Muhammed'in peygamberliðini kabul etmeyenler ne istiyorlar?. (Artýk) onlar (Allah Teâlâ'nýn dininden) bütün yüce peygamberler arasýnda esasen          bir olan Ýslâm dininden o tevhit dininden (baþkasýný mý arýyorlar?) Bu Ýslâm dininden baþka Allah katýnda makbul bir din var mýdýr?. Cenâb-ý Hak, bu dini mübini

kabul etmelerini kendilerine emrediyor, artýk buna nasýl muhalefet edilebilir? (Halbuki ona) o haliký kerim hazretlerine (göklerde olanlar da yerde olanlar da) yani s em al ardaki melekler de ve yer yüzündeki insanlar da t av'an, yani (isteyerek ve) kerhen, yani (istemiyerek münkat olmuþlardýr.) Teslimiyette bulunmuþlardýr. (Ve) bütün bu m ah lü kat (ona) o Yüce Mabuda, onun büyük mahkemesine sevk olunacaklardýr, (döndürüleceklerdir.) Ona imân etmiþ ve boyun eðmiþ olanlar, cennetlere dahil, nîmetlere nail olacaklardýr. Onu inkâr edenler de, ona ortak koþanlar da, cehennemlere atýlýp ebedî azaplar içinde kalacaklardýr. Artýk bu sonu düþünsünler!

§ Hak Teâlâ Hazretlerine isteyerek ve istemeyerek boyun eðme ve teslim olma meselesine dair tefsirlerde birçok yorum vardýr. Kýsaca deniliyor ki, semalardaki melekler Cenâb-ý Hak'ki isteyerek tasdik etmiþlerdir. Yerde bulunan insanlarýn ise bir kýsmý isteyerek, bir kýsmý da istemeyerek tasdikte bulunmuþlardýr. Þöyle ki: Bir kýsým insanlar saðlam bir yaratýlýþa sahip, tam bir hulûs ile Allah'ýn birliðini tasdik edici olarak ilâhî dine boyun eðe gelmiþlerdir. Bir kýsmý da kendi maddî hayatlarýný kurtarmak için istemeyerek kendilerini mü'm in göstermiþlerdir. Kalben inanýr bulunmamýþlardýr. Nitekim cihat meydanlarýnda maðlûp olan gayri müslimlerden bir takýmý bu þekilde harekette bulunup durmuþlardýr. Bunlar da bilâhare güzel düþünüp t e samimî þekilde Ýslâmiyet i kabul etmiþ olunca Ýslâm þerefine nail olarak kendilerini ebedî azaptan kurtarmýþ olurlar. Fakat öyle münafýkça bir halde yaþar, o hal üzere ölmüþ olunca ebedî azaba uðrarlar. Bir t uf an i azab neticesinde veya üzerine yönelen bir belâdan kurtulmak m aks ad iyi e istemeyerek imân edenler hakkýnda da bu hüküm caridir. Yani: Bu imândan sonra inancý saðlamlaþtýrarak samimî þekilde Ýslâm dinine s arý liri arsa yine ebedî azaptan kurtulmuþ olurlar. Fakat bu inançlarý samimiyet kazanmazsa yine imansýz olarak âh i ret e gider ebedî azabý d üþ ar olurlar. Bir de küfr içinde yaþamýþ bir kimse öleceði saatte gözleri önünde parlamaya baþlayan bir ilâhî azabýn tesiriyle imân ederse bu bir ümitsizlik halindeki imân olacaðýndan makbul olmaz. Firavunun gark olacaðý andaki imâný gibi.

Diðer    bir yoruma göre de isteyerek ve istemeyerek imân    = Rabbýnýz deðil miyim? lA'raf 7/172) hitabýnýn yönelmiþ olduðu ruhlar âleminde meydana

gelmiþtir. O zaman isteyerek imân edenler bu âlemde de imanlarýný muhafaza ederek saadete ermiþlerdir. Ýstemeyerek imân edenler ise bu âlemde küfürlerini açýða vurarak ebedî hüsrana uðramýþlardýr ve uðrayacaklardýr.

Velhâsýl: Bütün akýl sahipleri, ergeç, ister istemez Cenâb-ý Hak'ki tasdik edecek, ona teslimiyet gösterilecektir. Fakat bir kýsmýnýn tasdik ve teslimiyeti belirlenen vaktinde vâki olmamýþ olacaðý nedenle Allah katýnda makbul olmayacaktýr. Cenab'ý Hak, cümlemizi samimî imândan ayýrmasýn, âmin...

 

 

 

 

 

84. De ki: Biz Allah Teâlâ'ya, ve bize indirilene, ve Ýbrahim'e Ýsmaîl'e, Ýshak'a, Takub'ave Esbate indirilmiþ olan ave Musa'ya, Ýsa'ya ve peygamberlere rableri tarafýndan verilmiþ olanlara imân ettik, onlardan hiç birinin arasýný ayýrmayýz. Ve biz ona teslim oluruz.

84.        Bu mübarek âyetler Yüce Peygamber Efendimizle ona tâbi zatlarýn bütün peygamber ve elçileri ve onlara nazil olan bütün kitaplarý tasdik edici olduklarýný ve hepsi de Ýslâm dini ile vasýflanmýþ olup bu yüce dinden baþka dinlerin Allah katýnda makbul olmadýðýný ve bu yolda gidenlerin hüsrana uðrayacaklarýný beyan buyuruyor. Þöyle ki: Hab i bini!. (De ki, biz) ben ve ümmetim (Allah Teâlâ'ya) onun yüceliðine, ve mâbudluðuna imân ettik onu tevhit ve takdis ederiz. (Ve bize indirilene) de yani Kur'ân'ý Kerim'e de imân ettik, onun bir ilâhî kitap olduðunu tasdik eyleriz. (Ve Ýbrahim'e, Ýsmail'e, Ýshak'a, Yakub'a ve Esbate) yani Yakub Aleyhisselâm'ýn evlât ve torunlarýna (indirilmiþ olana) onlara Allah tarafýndan verilmiþ olan mübarek s ah if el ere de imân ettik (ve Musa'ya, Ýsa'ya ve) diðer (peygamberlere rableri katýndan verilmiþ olanlara) yani kitaplara ve mucizelere de (imân ettik) hepsi de haktýr, Allah katýnda makbuldür, hepsinin dini de esasen Ýslâmiyetten baþka deðildir. Biz (onlardan hiç birisinin arasýný ayýrmayýz) hepsinin de Allah tarafýndan birer peygamber veya Ýslâm dinine hizmetçi olarak gönderilmiþ olduðunu ve onlara Alalý tarafýndan verilen kitaplarýn da bu bakýmdan bir birlik teþkil ettiklerini bilir tasdik eyleriz, Yahudîler, N as ara gibi onlarýn bir kýsmýný tasdik, bir kýsmýný inkâr eylemeyiz. (Ve biz) ancak (ona) o Yüce Yaratýcýya (teslim oluruz) ona tamamen teslimiyette bulunmuþ, onun yaratýcýlýkta mâbfidlukta ortaðý ve benzeri olmadýðýný bilip kendisine itaatli ve teslimiyette bulunmuþ kimseleriz.

Ýþte ey yanlýþ düþünen milletler!. Ýslâmiyet in ne kutsî bir din olduðunu görün, anlayýn, biz müslümanlar, Cenab'ý Hakký, þaný ve büyüklüðüne lâik bir þekilde birliðine inanýr ve takdis ederiz, o Yüce Yaratýcýnýn bütün muhterem peygamberlerini, mukaddes kitaplarýný tasdik ve tebcil eyleriz. Ýþte insanlýðýn temiz inancý bu þekilde tecelli eder, insanlýk arasýnda birlik ve dayanýþma esaslarý bu sayede meydana gelir. Artýk bundan daha yüce, daha doðru bir yol bulunabilir mi?

85.  Ve her kim Ýslâm'dan baþka bir din ararsa elbette ondan kabul edilmez ve o âhirette hüsrana uðramýþlardan olur.

85. Artýk her kim bu hakikati kabul etmez (ve her kim Ýslâm'dan baþka) bu tevhit dininden ayrý, Allah'ýn hükmüne boyun eðmeden, beri, ortak koþma ve üçleme gibi bâtýl inançlarý        içeren (bir din ararsa) elbette mensup olacaðý o ilâhî olmayan din (ondan kabul edilmez) reddedilir, kot (ilenir. (Ve o) bâtýl, bozulmuþ dini veya nesh edilmiþ U il kil m I eri kabul e el i b de Ýslâm dinini kabulden, onun yüce hükümlerini tasdikten kaçýnan kimse ise (âhirette hüsrana uðramýþlardan olur) cünki saðlam yaratýlýþýn zayetiniþ, bütün insanlýk için umumî bir din bir hidayet ve selâmet rehberi olan Ýslâmiyet e muhalefet etmiþ, sevaptan m aným, bir ebedî felâkete, azaba uðramýþ bulunur.

§ Bu âyeti kerime gösteriyor ki, hakikî din ile imân ve Ýslâm birdir. Hakikî Ýslâm, hakiki imândan ibarettir. Bunlarýn arasýnda seri þerif itibariyle ayýlý il; yoktur. Fakat bazen da liiðavî bir mâna itibariyle aralarýnda fark bulunur, Ýslâm tabiri lisânen itiraftan ibaret olur da kalbî kanaate uygun olmazsa, Allah katýnda makbul olmayýp, hakikî imandan sayýlmaz. Münafýklarýn biz m üs I uman olduk demeleri gibi.

 

 

 

 

86. Ýman ettiklerinden ve peygamberin hak olduðuna þahitlikte bulunduklarýndan sonra ve kendilerine acýk deliller gelmiþ olduðu halde kâfir olan bir kavmi Allah Teâlâ nasýl hidayete erdirir. Halbuki Allah Teâlâ zalimler topluluðunu hidayete erdirmez.

86. Bu mübarek âyetler, Ýslâmiyet in doðruluðu bir nice deliller ile apaçýk bir þekilde zahir olup onu görüp itiraf edenlerin daha sonra küfre düþmelerini kýnamakta ve öyle kimselerin hidayetten mahrum, abedi olarak azaba uðranacaklarýný bildirmektedir. Þöyle ki: Cenab'ý Hak'kýn varlýðýna, birliðine (Ýmân ettiklerinden ve Resulüm) son peygamberin Allah tarafýndan gönderilen (hak) peygamberliði her bakýmdan sabit (olduðuna þahadette) ikrarda (bulunduklarýndan sonra) bununla beraber de o yüce peygamberin doðruluðuna onun yaydýðý dinin ilâhî bir din olduðuna dair (kendilerine acil; deliller) zahir ve parlak hüccetler (gelmiþ olduðu halde kâfir olan) öyle imân ve þahitlikten sonra dinden dönen (bir kavmi Allah Teâlâ nasýl hidayete erdirir) onlarý nasýl cennetine sevk buyurur. Onlar saðlam yaratýlýþlarýný bozmuþ; imân dairesine girmiþ iken onun kadrini bilmeyerek onun haricine cilaný s olan bir topluluk artýk hidayete lâik olamaz. Hak yola, doðru yola sevk edilemez. O kabiliyeti kendileri ellerinden çýkarmýþlar, nefislerine zulmeylemiþlerdir. (Halbuki, Allah Teâlâ, zalimler topluluðunu hidayete erdirmez.) bunu bilmeler! icabet m ez miydi?. Artýk hidayete uhrevî saadete asla nail o I amýyac aklardýr.

 

 

 

 

87. Ýþte onlarýn cezalarý, Allah Teâlâ'nýn ve meleklerin ve bütün insanlarýn laneti muhakkak onlarýn üzerine olmaktýr..

87. (Ýþte onlarýn) Öyle küfrü imâna tercih eden dinden dönmüþ kimselerin (cezalarý) m üst enik olduklarý kötü sonuç (Allah Teâlâ'nýn ve meleklerin ve bütün insanlarýn laneti muhakkak onlarýn üzerine olmakýr) Hak Teâlâ Hazretleri onlarý rahmetinden, ikramýndan, cennetten uzaklaþtýrýr. Melekler ile umum insanlar da onlara lanet okuyucu olurlar.

Bu âyeti kerime delâlet ediyor ki: Dinden dönenler dünyada da ahrette de lanete uðrayacaklardýr. Bunlarýn alçaklýðý diðer kâfirlerden daha ziyadedir. Çünki Ýslâmiyet in hak olduðu bunlarýn gözleri önünde meydana çýkmýþ, kendileri de bunu itiraf eylemiþ iken bilahara bunu inkâra cür'et etmeleri en büyük bir cinayettir, Ýslâm âlemine karþý bir hakarettir, Ýslâm düþmanlarýna bir yardýmdýr. Artýk bunlar dünyevî; uhrevî lanetlere, azaplara lâyýk olmazlar mý?. Ýlâhî adalet, içtimaî hikmet, umumun selâmeti bunu i c ab eder.

Cenel olarak, kâfir olanlara da þahýs belirt m eksizin lanet olunabilir. Çünkü küfür, hidayete aykýrý, laneti gerektirir. Fakat dinden dönmüþ olmayýp esasen kâfir olan muayyen þahýslara ne hayatlarýnda ve ne de öldükten sonra lanet edilmesi caiz deðildir. Çünkü bunlarýn imân edecekleri veya imân ile ölmüþ olmalarý düþünülebilir.

 

 

 

 

 

 

 

88. -Onlar- bunun içinde ebediyyen kalýcýlardýr. Onlardan azab hafifletilmez ve onlarýn yüzlerine bakýlmaz.

88. Onlar, o dinden dönmüþ olanlar (bunun) bu lanetin veya cehennem azabýnýn (içinde ebediyyen kalýcýlardýr) bu lanetten, bu azaptan ebediyyen kurtul amýyac aklardýr. (Onlardan)     cehennemde (azap hafifletilmez). Daima þiddetli azaba mâruz kalacaklardýr. (Ve onlarýn yüzüne bakýlmaz) onlara iltifat edilmez, onlara mühlet verilmez, devamlý olarak azap görüp duracakalrdýr

Bir rivayete göre bu âyetler Kureyze ve Nadir yahudîleri gibi þahýslar hakkýnda nazil olmuþtur. Bunlar Rasfili Ekrem'in evsafýný kendi kitaplarýnda görmüþ, onun son peygamber olarak gönderilmiþ olacaðýna inanmýþ, ve onun peygamberliðine þahitlik eden delil ve mucizeleri müþahede eylemiþlerdi. Buna raðmen bilahara o Yüce Resulü bir kýskançlýk ve haset sebebiyle inkâra cür'et eylemiþlerdir. Bu gibi kimseler, kendi nefislerine zulmetmiþ, saðlam yaratýlýþlarýný, nazarîyye güçlerini ihlâl eylemiþ, küfrü imâna tercih eylemiþlerdir. Daha hayatta iken nadim ve peþ i m an olup tövbekar olmaz, durumlarýný Ýslaha çalýþmazlarsa, ebedî lanete, hüsrana uðramýþ olurlar. Ne fena, ne müthiþ bir akýbet!..

 

 

 

 

89. Ancak o kimseler ki, bundan sonra tövbe ettiler ve ýslâhte bulundular onlar müstesna, çünkü Allah Teâlâ þüphe yok M gafurdur, rahimdir.

89.         Bu mübarek âyetler, küfre düþenlerin kýsýmlarýný ve her birinin hakkýndaki ilâhî hükmü beyan etmektedir. Þöyle ki: Küfr ve dinden dönme halinde yaþayýp o hal üzere ölenler          ebedî azaba tutulmuþ olacaklardýr. Onlar için bu azaptan kurtuluþ çaresi kalmamýþtýr. (Ancak o kimseler ki) o küfür ve irtidat sahipleri ki (bundan sonra) bu küfürlerinden, dinden dönmelerinden sonra daha hayatt al arken (tevbe ettiler) nadim ve peþ i m an olup Ýslâm dinine döndüler (ve) hallerini Ýslâm hükümlerine göre (Ýslahta bulundular) hakiki þekilde tövbe ve istiðfar etmiþ olduklarýný bu güzel amelleriyle pekiþtirdiler (onlar müstesna) onlarýn tövbeleri makbul, kendileri ilâhî lütfa nail olurlar. (Çünkü Allah Teâlâ þüphesiz baðýþlayýcýdýr) o gibi kimselerin tövbelerini kabul, günahlarýný af ve setir buyurur ve (rahimdir.) Onlara merhamet eder, lütfü ihsanda bulunur. El verir ki, bu tövbe bu piþmanlýk halisane olsun. Rivayete göre en s ardan Hars ibni Süveyd dinden dönüp kâfirlere katýlmýþtý. Sonra nadim ve piþman olmuþ, kavmine haber göndermiþ, onlar da bu hususta Yüce Peygamber'e müracaat etmiþler. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ; halisane olan tövbelerin Allah katýnda makbul olacaðý bildirilmiþ Gulâþ adýndaki kardeþi, bu âyeti kerimeden Hars'ý haberdar etmiþ, o da Medine'i Münevvereye gelip peygamberin huzurunda tevbe etmiþ, Hz. Peygamber de onu bu tövbesini kabul buyurmuþtur.

 

 

 

 

90.  Muhakkak o kimseler ki, îmanlarýndan sonra kâfir oldular sonra da küfrü arttýrdýlar, artýk onlarýn tövbeleri elbette kabul olunmayacaktýr. Ýþte sapýk olanlar, onlardýr...

90. (Muhakkak o kimseler ki) o kâfirler veya diden dönenler ki, (imanlarýndan sonra kâfir oldular) meselâ: Yahudiler gibi ki, Hz. Musa'ya imândan sonra, Hz. Ýsa'nýn peygamberliðini inkâr ederek küfre düþtüler. Veyahut bazý kimseler ki, son peygamberi evvelce tasdik ettikten sonra onun peygamberliðini inkâra baþladýlar. (Sonra da küfrü) kendi inkârlarýný, düþmanlýklarýný (arttýrdýlar) meselâ: Yahudiler gibi ki Hz. Ýsa'yý inkâr ile küfre düþtükleri halde daha sonra son peygamber Hz. Mu ham m ed' de inkâr ederek kat kat küfre düþtüler, bu küfürlerinde Ýsrar ettiler, baþkalarýnýn imân etmelerine de mâni olmaya çalýþtýlar. (Artýk onlarýn tövbeleri elbette kabul olunmayacaktýr) çünkü inatçý kimselerdir, ilâhî azap gözleri önünde tecelli etmedikçe, yani ölüm sarhoþluðu halinde bulunmadýkça tövbe etmiyeceklerdir, öyle bir haldeki tövbe ise elbette makbul deðildir. Veyahut onlarýn, tövbeleri samimî deðil, münafýkça olacaktýr. Öyle bir tövbe ise kabule þayan olamaz. Bir de þu var ki: Vaktiyle yapýlan bir tövbeyi müteakip ona muhalif bir hareket yapýlýrsa, meselâ, yeniden dinden dönülürse artýk o evvelce yapýlmýþ olan tövbenin bir kýymeti kalmaz, öyle bir tövbe kabule þayan olmaz. Bu ilâhî beyanýn bütün bunlara þümulü ve ihtimali vardýr. (Ýþte sapýk olanlar onlardýr) dalâlet üzere sabit bulunan bu kýsým dinsizlerdir.

Bir rivayete göre: Bir topluluk dinden dönüp Mekke'i Mükerremeye gitmiþler, biz Mekke'de oturup Hazret i Muhammed'in bir felâkete uðrayacaðý zamaný bekleyelim demiþler, bu þekilde küfürlerini arttýrmýþlar, bu âyeti kerime de onlarýn hakkýnda nazil olmuþtur.

Hülâsa:    Bu mübarek âyetlerden anlaþýlmýþ oluyor ki, küfre düþenler üç kýsýmdýr. Bir kýsmý, baþlangýçta kâfir olup sonra tövbe ederek Ýslâmiyeti kabul eden ve Ýslâmiyet il zara öl an d ir. Bunlarýn tövbeleri makbul, kentliler) uhrevî saadete nail olmuþ kimselerdir.

Ýkinci kýsým: Kâfir iken bir müddet Ýslâmiyet i kabul eden, sonra yine kâfir olan mürtedlerdir. Bunlar bu hal üzere ölünce ebedî azaba uðramý; olacaklardýr.

Üçüncü kýsým da kâfir olarak yaþayan ve günden güne de küfürlerini arttýran, meselâ mukaddesata hücum edip duran ve o hal üzere ölüp giden kimselerdir. Bunlar da tövbeye nail o lam ayýp küfür üzere ölen ve ebedî azaba uðramý; olan dinsizlerdir ki,' kendilerini kurtaracak hiç bir çare bulunmayacaktýr. Ýþte (91) inci âyeti kerime de bunu söylemektedir.

 

 

 

91. Þüphesiz o kimseler ki, kâfir oldular ve kâfirler olduklarý halde öldüler, artýk onlarýn hic birinden yer yüzü dolusu altýn feda edecek olsa elbette kabul edilmeyecektir. Ýþte onlar için elîm bir azap vardýr. Ve onlar için yardýmcýlardan bir kimse yoktur...

91.       Bu âyeti kerime, küfr üzere âh i ret e gidenler için hic bir kurtuluþ çaresi bulunmadýðýný bildirmektedir. Þöyle ki: (Þüphesiz o kimseler ki, kâfir oldular) ilâhî dinin nuru her tarafý aydýnlatýp dururken onu inkâr ederek kendilerini onun nurundan mahrum býraktýlar (ve kâfirler olduklarý halde öldüler) daha dünyada iken uyanacak kadar vakit yetiyi halde yine uyanýp imân þerefine nail olmadan ölüp gittiler (artýk onlarýn hic birinden) kendisini kurtarmak için kurtuluþ çaresi olmak üzere diyelim ki (yer yüzü dolusu altýn feda edecek) sadaka olarak verecek (olsa elbette kabul edilmeyecektir). Artýk kurtuluþ çaresi zamaný geçmiþtir, (iþte onlar için) öyle küfr içinde ölenler için (elim) gayet acýklý; elem verici (bir azap vardýr) onlar ebedî olarak cehennem ateþine atýlmýþ olacaklardýr. (Ve onlar için yardýmcýlardan bir kimse yoktur) onlarýn imdatlarýna kimse koþmayacaktýr. Dünyada iken taptýklarý, putlar, insanlar, kendilerine güvendikleri çoluk çocuklarý kendilerine yardým edemiyeceklerdir. Onlar için hiçbir yardýmcý bulunamaz. Onlara dünyada iken yaptýklarý iyilikler, sadakalar da yardýmcý olamýyacaktýr. Çünkü onlar saðlam bir imânla birlikte deðildir. Küfür karýþýk olan bir iyiliðin semeresi dünyada görülebilir, fakat bu iyilik ilâhî dinden mahrum olan bir kimseyi ebedî azaptan kurtarmaya vesile olamaz. Bundan kurtulmanýn çaresi imandýr, Ýslâm dinini kabuldür. Ancak bazý bahtiyar kimseler olabilir ki: Dünyada yaptýklarý iyiliklerin, sadakalarýn, büyük bir mükâfatý olarak daha dünyada iken imân þerefine nail olur, mü'm in olarak âh i ret e gider, o âlemde de bu güzel hareketlerinin mükâfatýný fazlasýyla görürler, Ýþte bu, büyük bir bahtiyarlýktýr. Cenâb-ý Hak cümlemizi Ýslâm þerefinden bir an mahrum býrakmasýn. Âmin...

 

 

 

 

92.  Sevdiðiniz þeylerden hare ayý ne aya kadar iyiliðe nail olamazsýnýz ve her ne þey harcarsanýz þüphe yok ki. Allah Teâlâ hakkiyle bilir.

92. Bu âyeti kerime, mü'minlere Cenâb-ý Hak'kýn lütf ve ihsanýna mazhar olabilmelerinin yolunu gösteriyor, onlarýn âl içen ab bir þekilde hareketlerine iþaret ediyor, gayri mü $ l i m I erin fidyeleri kabul edilmediði halde mü'minlerin yapacaklarý harcamanýn, hayýr ve iyiliklerin kabul edileceði mü'minlere müjdeleniyor. Þöyle ki: Ey mü'minler!

(Sevdiðiniz þeylerden) mala, cana, nefse ait, insanlarca tabisten sevilen ve istenen þeylerden hak yolunda daðýtýp (harcamadýkça) bunlarý sarf ve tasaddukda bulununcaya kadar (birre) tam bir hayra veya bir ilâhî rahmete, bir büyük sevaba, bir rýzayý hakka veya cennet bahçesine (nail olamazsýnýz) böyle bir kemâle, bir muazzam mükâfata eriþemezsiniz, (ve) hak yolunda (her ne þey harcarsanýz) gerek en sevgili þeylerinizden olsun ve gerek olmasýn (þüphe yok ki. Allah Teâlâ onu) o infak ettiðiniz þeyi (hakkiyle bilir) ona göre sözlere mükâfatýný ihsan buyurur. Halisane olan hiç bir harcamayý karþýlýksýz býrakmaz.

Velhâsýl: Allah rýzâsý için sadaka vermek, zekât vermek bir infaktýr. Bir makam ve mevkiyi Ýslâmiyete hizmet için güzelce idare etmek ve icabýnda onu terk eylemek bir i nf aktýr. Ýslâm yurdunu müdafaa için harp sahasýna atýlarak bedenen fedakârlýkta bulunmak bir infaktýr. Rýzayý hak için m ah I u kat a sözle, fiil ile yardým etmekte bir infaktýr. Bir mü'm in muktedir olduðu halde lüzum anýnda böyle bir infakta bulunmadýkça iyilik makamýna nail, ve ümmetin iyilerinden sayýlamaz. Bunun içindir ki, ümmetin iyileri hak yolunda mallarýný, canlarýný feda etmekten asla çekinmemiþlerdir. Hattâ, rivayet olunuyor ki: Bu âyeti kerime nazil olunca eshabý kiramdan birçok zatlar büyük harcamalarda bulunmuþlardýr. Ezcümle Ebu Talha hazretleri, Peygamber'in huzuruna varmýþ. Ya resûlallah! Benim mallarým arasýndaki en sevdiðim bir bahçem vardýr, onu nereye emrederseniz oraya býrakayým diye sormuþ, Rasüli Ekrem de ne güzel, ne güzel, onu yakýn akrabana ver diye buyurmuþ, Talha Hazretleri de o bahçesini amcazadelerine ve diðer akrabalarýna baðýþlamýþtýr.

Hz. Ömer de kisranýn medaini fethedildiði zaman esirler arasýndan bir cariye satýn aldýrmýþtý, cariye Medine'i Münevvere'ye getirilince Hz. Ömer'in muhabbetini c el bet m iþti. Bu âyeti kerime nazil olunca o sevdiði cariyesini rýzaya hak için azat eylemiþtir.

Hele eshabý kiramýn ve birçok Ýslâm mücahitlerinin Ýslâm'ý yüceltmek için cihat meydanlarýna atýlýp en kýymetli, en sevgili varlýklarý olan canlarýný feda etmiþ olduklarý tarih en sabit bir hakikattir ki, bütün o fedakârlýklar bu konudaki ilâhî emirlere tam boyun eðme ve uymanýn saygýya deðer bir neticesidir. Cenâb-ý Hak'ka olan sevgi ve baðlýlýðýn bir parlak alâmetidir.

Canlar feda muhabbeti canana ser deðil'

"Terki ser etmek ehli dile bir hüner deðil"

 

 

 

 

93. Bütün yiyecekler, Tevrat'in nüzulundan evvel Ýsrail oðullarýna helâl idi. Ýsrail'in kendi nefsine haram kýldýðý þeyler müstesna. De ki: Eðer doðru kimseler iseniz Tevrat'ý getiriniz de onu okuyuveriniz.

93.   Bu mübarek âyetler, bazý serî hükümlerin vaktiyle de neshedilmiþ olduðunu göstererek bunun aksini iddia edenleri susturmakta, son peygamber Hazretlerinin risaletine þahitlikte bulunmaktadýr. Þöyle ki: Yahudîlerden bir taife, Rasüli Ekrem efendimizle görüþmüþler ve demiþler ki: Sen Ýbrahim Aleyhisselâm'ýn milleti üzere bulunduðunu iddia ediyorsun, hem de onun dininde haram olan þeylerin helâl olduðunu söylüyorsun, bu nasýl olur? Bunun üzerine bu âyetler nazil olarak onlarýn bu iddialarý tekzib edilmiþ, o haram olan þeylerin sonradan haram olduðu Tevrat'ta sabit, bu sebeple neshin vukuu muhakkak olduðundan artýk bunun aksini ey Ýsrail oðullarý nasýl iddia ediyorsunuz? Getiriniz Tevrat'ý, okuyunuz bakalým iddianýzý destekleyecek bir þey var mý? Öyleyse bazý hüküm I erdeki nesh iddiasýný inkâr edemezsiniz? Evet... Ýþte buyuru Ýliyor ki: (Bütün taamlar) bütün yiyecek þeyler veya bütün yiyeceklerin nevileri (T evrat'in inmesinden evvel israiloðullarýna helâl idî) onlardan yiyip içebilirlerdi, dinen memnu deðildi (Ýsrail'in) Hz. Yakub'un (kendi nefsine haram kýldýðý þeyler müstesna) onlar kendisine mahsus olarak haram, kýlýnmýþtýr. Þöyle ki: Rivayete göre Hz. Yakub þiddetli bir hastalýða tutulmuþ, rahatsýzlýðý devam etmiþ, Cenâb-ý Hak bana þifa verirse, yiyip içmesini en sevdiðim þeyleri adaðým olsun nefsime haram kýldým demiþ ve þifa bulunca en sevdiði deve eti ile deve sütünü terketmiþtir. Ve diðer bir rivayete göre de Hz. Yakub, Ýrkým' nisa denilen bir hastalýða tutulmuþ, doktorlarýn tavsiyelerine binaen deve etini ve sütün kendisine haram kýlmýþtýr. Bir de israiloðullarýna isyanlarý yüzünden bazý yiyecekler bir ceza, bir azap olmak üzere bilahara haram kýlýnmýþtýr. Yoksa bunlar Hz. Adem ve Hz. Ýbrahim zamanýndan beri haram bulunmuþ deðildir. Habibim! Onlara (de ki: Eðer) siz o iddianýzda (doðru kimseler iseniz Tevrat'ý getiriniz de onu okuyuveriniz) öyle eski bir harama dair Tevrat'ta bir âyet varsa gösteriniz, ille de Tevrat'a ve diðerlerine hakikate aykýrý þeyleri isnat etmeyiniz.

 

 

 

 

94.  Ondan sonra Allah Teâlâ adýna kim yalan yere iftirada bulunursa iþte onlar zâlimdirler.

94.  (Ondan sonra) hu haram kýlmanýn bilahara meydana geldiði Tevrat'ýn mütalaasýyla da sabit olduktan sonra (Allah Teâlâ adýna) ona nisbet etmek suretiyle (kim yalan yere) hakikate aykýrý (iftirada bulunursa) bunu Cenab'ý Hak Hz. Ýbrahim'den beri haram kýlmýþtýr derse (iþte onlar) böyle iddiada bulunanlar (zalimlerdir.) Haktan batýla geçmiþ, din adýna yalan söylemek rezaletini istemiþ kimselerdir. Binaenaleyh Rasûli Ekrem'e karþý münakaþaya cüret edenler de iddialarýný isbat edememiþ Tevrat'ý götürüp onda davalarýný güçlendirecek bir âyet gösterememiþlerdir. Bu suretle de Rasûli Ekrem'in peygamberliði sabit olmuþtur. Çünkü evvelce hiçbir þey yazýp okumamýþ olduðu halde Tevrat'ýn içindekilere muttali olup onunla inkarcýlarý sükut ettirme ve susturmasý bir nevi mucize eseridir. Ve böyle bir haram oluþun bilahara vukuu Tevratta yazýlmýþ olduðundan da bu da neshin cevaz ve vukuuna bir delildir. Artýk bunun tersi nasýl iddia edilebilir.

 

 

 

 

95.  De ki: Allah Teâlâ doðru söylemiþtir. Artýk hanîf olan Ýbrahim milletine tabi olunuz. Ve o asla müþriklerden olmamýþtýr.

95.     Bu âyeti kerime: Peygamber'in açýklamalarýnýn ilâhî vahye dayanmýþ olduðundan her bakýmdan doðru olduðunu, bunun hilafýný iddia edenlerin de yalancý olduklarýný tariz yoluyla bildirmektedir. Ve bütün insanlarý Ýslâm dairesine davet eylemektedir. Þöyle ki: Habibim! O seninle münakaþaya cüret edenlere (de ki: Allah Teâlâ doðru söylemiþtir.) bütün beyanlarý hakikatin kendisidir. Bizim helâl ve harama dair verdiðimiz bilgiler de Cenâb-ý Hak'kýn vahyine, bizlere bildirmesine dayanmýþ olduðundan tamamen doðrudur. Aksini iddia ise hâþâ Hak Teâlâyý, onun dinini tekzibdir. (Artýk) küfürden, cehaletten kurtulmak istiyorsanýz (hânif olan) bir tevhit dini olup batýl dinlerden uzak bulunan (Ýbrahim milletine) Ýslâm milletine (tâbi olunuz.) Ýbrahim aleyhisselâmýn da bütün peygamberlerin de milleti bu Ýslâm milletinden, bu tevhit dininden baþka deðildir. (Ve o) Ýbrahim aleyhisselâm (asla müþriklerden olmamýþtýr) o daima Allah'ýn birliðine inanmýþ, daima Ýslâm dinini yaymaya hadim bulunmuþtur. Öyle insanlara tapan, mâbudluk isnat eden kimselerden asla bulunmamýþtýr, onlar ile hiçbir alâkasý yoktur, onlarýn Ýbrahim aleyhisselâm'a mensup olma iddialarý haki kat a aykýrýdýr. Bu Kur'anî beyanlar Yahudîler ile Hýristiyanlarýn bir nevi müþrik olduklarýnatariz ve iþaret etmektedir.

 

 

 

 

96.  Þüphe yok ki, insanlar için ilk tesis edilmiþ olan ev, Mekke'deki o çok mübarek ve âlemler için hidayet olan beyti Muazzamadýr.

96. Bu mübarek âyetler, Kabe'i Muazzama'nýn yüceliðini, onu ziyaretin ehemmiyetini gösteriyor. Onun diðer mabetlerden üstünlüðünü inkâr edenlere bir reddiyye mahiyetinde bulunuyor.

Rivayete göre Yahudîler demiþler ki, beyti mukaddes, Kabe'den üstündür, çünkü beyti mukaddes, peygamberlerin hicret etmiþ olduklarý bir makamdýr ve mukaddes arzda bulunmaktadýr. Müslümanlar da demiþler ki: Hayýr Kabe daha büyüktür. Bunlarýn bu münakaþalarýndan Rasûli Ekrem efendimiz haberdar edilmiþ, onun üzerine bu âyetler nazil olmuþtur. Þöyle buyuru Ýliyor ki: (Þüphesiz insanlar için) onlarýn ibâdetleri için ilâhî emir ile (Ýlk) yapýlmýþ ve (tesis edilmiþ olan ev) ibadethane, mukaddes makam (Mekke'deki o çok mübarek) hayýr ve faydasý ziyade (ve âlemler için) Kýblegâh olmasý sebebiyle vesile'i (hidayet olan) beyti muazzama (dýr.) Çünkü o yüce beyti ziyaret eden, onun etrafýnda tavaf eyleyen, onda it i kafa giren mü'minler için pek ziyade sevap vardýr, günahlarýn affýna vesiledir ve daha nice faideler vardýr. Naklen sabit olduðuna göre yer yüzünde bütün ehli imân için Ýlk yapýlan mabet Kabe'i muazzamadýr. Bunu Hz. Adem bina etmiþtir. Sonra tufanda mahvolduðundan onu ayný yerde Hz. Ýbrahim yeniden yapmýþtýr.          Daha sonra da yýkýlmýþ olmakla cürhüm'den bir kavmi, bilahara da Amal ika kavmi ve en sonra Kureyþ kabilesi bina kýlmýþtýr. Böyle daima mukaddes bir mabet

olarak vücude getirilmiþ ve umum mü'minler için bir kiblegâh bulunmuþtur.

Bir rivayete göre de Kabe'i muazzama sema ile yeryüzünün yaratýlmasý zamanýnda su yüzünde olmak üzere melekler tarafýndan bir beyaz hulusa halinde vücude getirilmiþtir. Sonra da yer sahasý bunun altýnda teþekkül etmiþtir. Hz. Âdem cennetten yeryüzüne inince melekler kendisine demiþler ki: Bu beyti muazzam ayý tavaf et, biz bunu senden iki bin sene evvel tavaf ettik. Velhâsýl Kâba'i muazzama, böyle eski, m il barak bir mabettir. Mescidi aks ad an daha önce ve daha mukaddestir.

 

 

 

97. Onda acýk alâmetler, Ýbrahim'in makamý vardýr. Ve her kim ona girerse emin olur. Ve onun yoluna gücü yeten kimseler üzerine de o beyti hac etmek Allah Teâlâ için bir haktýr. Ve her kim inkâr ederse þüphe yok ki, Allah Teâlâ bütün alemlerden ganîdir.

97. (Onda) o muazzam beytullahta tacil; alâmetler) vardýr. Onun kutsi bir mabet olduðuna acýk deliller vardýr. Ona suikasitte bulunan fil ordusu gibi zorbalar ilâhî kahra uðramýþlardýr.

Asýrlardan beri onun üstünden kuþlar uçup gitmezler, ona tazim için etrafýnda dolaþýrlar. Onda Hazret i (Ýbrahim'in makamý vardýr) Kabe-i muazzam ayý inþa ederken üzerine bastýðý taþta mübarek ayaklarýnýn izleri bulunup halen ziyaret edilmektedir. Bir rivayete göre de Hz. Ýbrahim Þam'dan Mekke-i Mükerreme'yi ziyarete gelmiþ ve at üzerinde bulunmuþ iken muhterem oðlu Hz. Ýsmail'in eþi, Hz. Ýbrahim'in baþýný yýkamak istemiþ, Hz. Ýbrahim attan inmeyince mübarek sað ayaðýnýn altýna bir taþ koyarak o taraftan mübarek baþýný yýkamýþ, sonra da sol tarafýna taþý koyarak o taraftan da yýkamýþ, Hz. Ýbrahim'in mübarek ayaklarý o katý taþa tesir ederek bir harika olmak üzere onda derince biriz býrakmýþtýr. Ýþte bu taþýn halen bulunduðu yere makamý Ýbrahim denilmektedir. (Ve her kim ona) beyti muazzam aya (girerse) iltica ederse (emin olur) orada bulundukça kendisine tecavüz olunmaz. Hz. Ömer'den rivayet edilmiþtir ki: Ben Kabe içinde babam Hattabýn katiline raslamýþ olsam oradan çýkýncaya kadar kendisine dokunmam. Ýmamý Âzam'a göre de katledilmesi þer'en lâzým gelen bir þahýs Haremi Þerife sýðýnsa kendisine dokunulmaz, þu kadar var ki, ona yiyecek ve iceceh verilmez, harice çýkmaða mecbur bir halde býrakýlýr. Fakat Haremi Þerif dahilinde katil olan bir kimse hakkýnda Harem dahilinde kýsas icra edilebilir. Ýmamý Þafii'ye göre ise Harem haricinde katil bir þahýs hakkýnda da Haremi Þerif dahilinde kýsas icra edilir. Zira kýsasta hem Allah hakký, hem de kul hakký vardýr. Kul hakkýný tehir ise caiz deðildir.

Bununla beraber Beytullah'ý halisane bir surette ziyaret edenler, âh i ret azabýndan em ân bulmuþ olurlar. Elverir ki, bilahara m es'illiyet i gerektiren bir harekette bulunmasýnlar.

Bir hadisi þerifte herhangi müslüman, Mekke-i Mükerreme ile Medine

Münevvere'd en birinde vefat ederse kýyamet gününde emin olarak diriltilir. Ne devlet! Artýk bir mü'm in, bir mâni bulunmadýkça o gibi yüce makamlarý ziyaret etmek istemez mi?. (Ve onun yoluna gücü yeten) yani hicaza gidebilmesi için yiyeceði, içeceði, nakil vasýtasý ve beden saðlýðý yerinde bulunan (kimseler üzerine de o beyti) Kabe'i Muazzam aya gidip (hac etmek) ziyarette bulunmak bir vazifedir, ve (Allah Teâlâ için) o kimselerin yerine getirmeye dinen mecbur olduklarý (bir haktýr) o kimse bunu ifaya borçludur. (Ve her kim inkâr ederse) haccýn farz oluþunu inkâr ederek küfre düþerse veya kendisine hac farz olduðu halde onu terk eylerse kendi aleyhine hareket etmiþ, kendisini          mesuliyet altýna sokmuþ olur. Allah Teâlâ onun haccýna hâþâ muhtaç deðildir. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ bütün alemlerden ganidir). Hiç bir kimsenin ibadet ve

itaatine muhtaç deðildir. Bu gibi ibâdetleri kullarýna emretmesi onlarýn maddî ve manevî faideleri içindir. Nitekim hac farizesinin nice hikmetleri, faideleri vardýr ki, bütün bunlar bu vazifeyi ifa edenlere aittir. Bunlarý bir engel olmadan t erkeden I er ise nîmete nankörlükte bulunmuþ olmazlar mý?

§ Haccýn yerine getirilmesinini þartlarý için Bakare süre-indeki (128 - 172.) âyetlere müracaat ediniz!

§ Mekke-i Mükerreme: Arap yarýmadasýnýn merkezi ve en büyük þehridir. Mübarek Hicaz bölgesinde bulunmaktadýr. Kabe'i Muazzama'yý içine alýr ve Peygamberimizin doðduðu yerdir. Bu cihetle bütün Ýslâm âleminin en mukaddes bir beldesidir. Hangi tarihte ve kimler tarafýndan tesis edilmiþ olduðu kesin bir þekilde deðildir. § Mekke tabiri lügat itibariyle bir þeyi emmek, azaltmak, helâl etmek demektir. Mekke'i Mükerreme'de birçok ziyaretçileri mübarek alanýna topladýðý, ziyaretçilerinin günahlarýný azalttýðý ve kendisine suikast edenlerin helakin a sebep olduðu için veya bulunduðu vadinin suyu az bulunduðu için böyle Mekke adýný almýþtýr.

§ Bekkede Mekke'i Mükerreme demektir. Bu kelime de luðat bakýmýndan toplanma ve izdiham mahalli demektir ve ezmek ve defetmek manasýndadýr. Mekke'i Mükerreme de hac için insanlarýn kendisinde toplandýðý, veya kendisine suikast edenlerin baþlarý ezilip def edildikleri için böyle Bekke adýný almýþtýr

§ Kâbe'i Muazzama da: Mescidi Haram denilen mukaddes bir mabedin ortasýnda bulunan, bütün mü'minlerin kýblegâhý olup dört köþeli bulunduðu için Kabe unvanýný alan bir mukaddes makamdýr ki: Bunun dört tarafýndan her hangi birine yönelerek namaz kýlýnýr ve etrafýnda tavaf vazifesi yerine getirilir. Bunun ortasýnda bulunduðu mabede saygý için Beytullah unvaný da verilmiþtir.

 

 

 

 

98. De ki: Ey Ehli Kitap!. Ne için Allah Teâlâ'nýn âyetlerini inkâr ediyorsunuz? Halbuki Allah Teâlâ yaptýklarýnýza hakkiyle þahittir.

98.        Bu mübarek âyetler, ehli kitabý uyanmaya ve ehli Ýslâm'a karþý al d it ý c ý hareketlerde bulunmadan vazgeçmeye davet ediyor, onlarýn kötü hareketlerini gösteriyor. Þöyle ki: Habibim! Senin peygamberliðini inkâr, ümmetini saptýrmak alçaklýðýnda bulunan Yehudîler ile Hýristiyanlar taif eþine (de ki: Ey Ehli Kitap) bir kere sýkýlýnýz, vaktiyle ecdadýnýza verilmiþ olan kitaplarý da okuyup duruyorsunuz, artýk (ne için Allah Teâlâ'nýn âyetlerini inkâr ediyorsunuz) neden Kur'ân'ý Kerim'i tasdik etmiyorsunuz? Ne için ondaki hacca ve saireye ait emirleri kabul eylemiyorsunuz? Kendi kitabýnýzdaki âyetleri de, Hz. Muhammed'in peygamberliðini gösteren Tevrat ile Ýncil'in beyanlarýný da ne için bilmemezlikten geliyorsunuz? (Halbuki, Allah Teâlâ yaptýklarýnýza hakkiyle þahittir) onlarý görüp bilmektedir. Sizi bu inkârýnýzdan dolayý elbette cezalandýracaktýr, sizi þüphe yok ki, azaba uðratacaktýr.

99.       De ki: Ey Ehli Kitap! Ne için imân edenleri Allah Teâlâ'nýn yolundan men ediyorsunuz? Onun çarpýklýðýný istiyorsunuz? Halbuki sizler þahitlersiniz, Allah Teâlâ da sizin yaptýklarýnýzdan gafil deðildir.

99. Habibim! unlara ide ki, ey ehli kitap) kendi küfür ve sapýklýk içinde yaþadýðýnýz size yetmiyor mu? (Ne için imân edenleri) mü'minleri, içinizden Ýslâmiyeti kabul eyleyenleri de (Allah Teâlâ'nýn yolundan) Ýslâmiyetten, insanlýðý ebedî saadete kavuþturacak olan tevhit dininden (men ediyorsunuz?) bir takým hilelere, iftiralara cür'et ederek onlarý Ýslâmiyet þerefinden mahrum býrakmaya çalýþýyorsunuz? (Onun) o dini ilâhînin, o hak yol olan Ýslâmiyet in (çarpýklýðýný istiyorsunuz?) bir hidayet yolu olan Ýslâmiyet in çarpýk, doðruluk ve hikmete muvafýk olmayan bir halde görülmesini arzu ediyorsunuz? Bir takým batýl, uydurma iddialarda bulunuyorsunuz? Meselâ: Nesh asla caiz deðildir, halbuki müslümanlýkta nesh kabul ediliyor diyorsunuz. Kýblenin Kâbe'i Muazzam aya çevrilmesini de dedikodu meselesi yapýyorsunuz. Hz. Muhammed de bizim kitaplarýmýzda evsafý yazýlmýþ olan peygamber deðildir, diyorsunuz, bu sözler ile Ýslâmiyeti kabul etmiþ ve edecek olan zatlarýn kalplerine þüpheler, tereddütler düþürmek istiyorsunuz. (Halbuki, sizler þahitlersiniz) Ýslâmiyetin hak olduðunu görüp durmaktasýnýz. Hz. Muhammed'in evsafýný kitaplarýnýzda okuyup anlamaktasýnýz, buna kendi vicdanýnýz da kanaat eder. Yahut siz kavminiz arasýnda sözlerine itimat edilen kimselersiniz, mühim hususlarda sizin þahitliðinize müracaat edilmektedir. Artýk, nedir bu kadar ihtiras! Nedir bu kadar haktan sapmak. Sizin bu haliniz, cezasýz kalacak mý sanýyorsunuz? Hayýr hayýr. (Allah Teâlâ, sizin yaptýklarýnýzdan) hâþâ (gafil deðildir) bu inkârýnýzý, bu hile ve aldatýcý hareketlerinizi tam m an asiyi e bilmektedir.

Evet!.. Sizler bile haktan ayrýlýyorsunuz, baþkalarýný saptýrmaya çalýþýyorsunuz. Fakat Allah Teâlâ kahretsin, sizleri bu hale sevkeden, hasettir, dünya muhabbetidir, rekabet hissidir. Siz bilir kiþiler olduðunuz halde böyle inkâra, baþkalarýný saptýrmaya cüret edip duruyorsunuz.

§ Bu inkarcýlara böyle, "ey ehli kitap!" diye hitab edilmesi, onlarý bir kýnamak içindir. Onlarýn bu inkârlarýnýn, bu küfürlerinin daha çirkin olduðuna iþaret içindir. Çünkü cahil kimselerin kabahati ile âlim kimselerin kabahati eþit sayýlamaz, bile bile kabahatte, cinayette bulunanlar daha fazla cezaya maruz kalýrlar. Binaenaleyh kendileri ehli kitap, ehli Ýlim olduklarý halde bir takým haki kat I arý örtbas edip inkâra, baþkalarýný da saptýrmaya çalýþanlarýn bu hareketleri elbette pek çirkindir, elbette büyük bir insafsýzlýktýr. Artýk cezalarý da ona göredir.

 

 

 

 

100. Ey imân edenler! Kendilerine kitap verilmiþ olanlardan herhangi bir topluluða itaat ederseniz sizi îmanýnýzdan sonra çevirip kâfirler yaparlar.

100.  Bu mübarek âyetler, Ýslâm düþmanlarýnýn lanet edilmeye lâyýk olacak þekilde hareketlerine iþaret ederek müslümanlara bir uyanma dersi vermektedir. Þöyle ki: (Ey imân edenler!) Hz. Mu ham m ed' e tabi, Ýslâm þerefine nail olan müslümanlar! Yahudiler gibi vaktiyle (kemlilerine) Tevrat gibi (kitap verilmiþ,) bilaharaonun hükümlerine muhalefet ederek küfre düþmüþ (olanlardan) Þaþ ibni Kays ve emsali gibi (her hangi bir topluluða itaat eden onlarýn sözlerine kýymet verir, aldatmalarýna kapýlarak birbirinize düþman kesilirseniz, onlar (sizi imanýnýzdan) Ýslâm þerefine nail, din kardeþliðine sahip, birbirinizi Allah rýzâsý için sevdikten (sonra çevirip) dinden dönmeye sevkederek sizleri (kâfirler yaparlar) imân ettikten sonra küfre düþürürler. Artýk onlarýn bu kötü maksatlarýný anlamaz mýsýnýz?. Onlarýn sözlerine kýymet verir misiniz? Elbette anlayýp kýymet sermemeniz icab eder.

 

 

 

Ynt: Al-i Imran Suresi By: hafizvuslat Date: 31 Ekim 2009, 14:25:55



101. Ve nasýl küfre dönersiniz ki, sizlerin üzerinize Allah Teâlâ'nýn âyetleri okunuyor, ve aranýzda da Peygamberi bulunuyor. Artýk her kim Allah Teâlâ'ya sýðýnýrsa muhakkak doðru bir yola çýkarýlmýþ olur.

101. Evet... Siz onlara nasýl itaat edersiniz, onlarýn sözlerine nasýl kýymet verebilirsiniz! (Ve) onlara uyup ta (nasýl küfre dönersiniz ki) Allah Teâlâ sizlere hidayet buyurdu, sizleri Ýslâm þerefine nail kýldý, (sizlerin üzerinize) sizleri aydýnlatmak için Rasüli Ekrem tarafýndan, mazhar olduðu ilâhî vahye dayanan (Allah Teâlâ'nýn âyetleri) Kur'ân'ý Kerim'in mübarek beyan I an (okunuyor) bunlarý dinleyip yüksek tebliðlerini anlýyorsunuz, (ve) özellikle (aranýzda da peygamberi bulunuyor) Fahri kâin at, peygamber ve resullerin sonuncusu olan, rahmet ve hidâyetin kendisi bulunan Hz. Mu ham m ed Aleyhisselâm aranýzda bulunarak sizleri irþat ve ikaz buyuruyor. Bu halde öyle düþmanlarýn kötü telkinlerine iltifat edilebilir mi? (Artýk) ey müslümanlar! O düþmanlarýn sözlerine bakmayýnýz, baþkalarýndan korkmayýn iz, aranýzda dini baðýný güzelce muhafaza ediniz Allah Teâlâya ilticada bulununuz. Þüphe yok ki (her kim Allah Teâlâ'ya sýðýnýrsa) onun mukaddes dinine s arý I irs a, bütün iþlerinde ona iltica ederse (muhakkak doðru bir yola çýkarýlmýþ) hidayete ermiþ, selâmet ve saadete kavuþmuþ, sapýklýk yolundan kurtulmuþ (olur.) Artýk hangi aklý baþýnda olan bir insan bunun aksini yapabilir.

§ Tarih en sabittir ki: Ýslâmiyetten evvel Hicaz havalisinde bulunan Eve ile Hazrec kabileleri birbirinin pek þiddetli düþmaný bulunuyordu. Aralarýnda nice kanlý savaþlar olmuþtu. Yevmibüas denilen tarihi bir günleri de vardý. O günkü muharebelerde nice kanlar dökülmüþtü. Eve kabilesi galip mevkiinde bulunmuþtu. Yahudîler bunlarýn bu savaþlarýndan istifade eder dururlardý. Vaktaki bu iki büyük kabile Ýslâm þerefine nail oldu, aralarýnda güzel bir din kardeþliði oluþtu, o eski düþmanca günlerini unuttular, el el e vererek birleþik bir cemiyet haline geldiler, bu sayede selâmet ve saadete erdiler. Fakat Ýslâmiyet in düþmanlarý, bunlarý kýskanmaya baþlamýþlardý, müslümanlarýn arasýna ayrýlýk düþürmek istiyorlardý, bu düþmanlardan olan "Þaþ ibni Kays" namýndaki ihtiyar bir Yahudî, müslümanlara karþý hasedi pek ziyade idi. Bir gün Eve ile Hazrec'd en müslüman bir cemaatin el el e vererek görüþtüklerini görmüþtü. Bunlarýn birbirine muhabbetini, kalben temayülünü, sözlerindeki birlik ve samimiyeti görüp hasedi galeyana gelmiþti. Onlarýn yanlarýna bir Yahudi gencini göndermiþ-, vaktiyle Yevmi Büasdaki kanlý hadiseleri tasvir eden þiirleri okutmuþ. Eve ile Hazrec arasýndaki o eski düþmanca olaylarý hatýrlatmýþ, bunun üzerine o iki cemaat arasýnda birbirine karþý bir çekiþme yüz göstermiþ, birbirine karþý savaþa kalkýþmýþlar, her biri kendi kabilesine    mensup olanlarý toplamýþ, adeta çarpýþmaya baþlamýþlardý. Bu keyfiyetten haberdar olan Rasüli Ekrem, s al I al I ah ü aleyhi vesellem efendimiz, muhacirler ile ensardan bir zümre yanýnda olduðu halde onlarýn yanlarýna teþrif etmiþler: "Ben sizin aranýzda bulunduðum halde ve Cenâb-ý Hak sizlere Ýslâmiyeti ihsan ve kalplerinizi telif buyurduktan sonra cahiliyyete ait iddialara mý kalkýþýyorsunuz?" diye beyan buyurmuþ, onlar da þeytanýn vesvesesine, düþmanlarýnýn hilesine, ifsadýna uðramýþ olduklarýný anlayarak uyanmýþlar, aðlamýþlar, silahlarýný atarak birbirine sarýlmýþlardýr.

Ýþte bu hâdise üzerine bu mukaddes âyetler birer ilâhî nasihat, birer uyanma ve irþat vesilesi olmak üzere inerek þeref vermiþlerdir. Bunlar, kendi Ýslâm milleti için bir yüce uyanma vesilesidir. Evet... Þüphe yok: Müslümanlara lâzým olan odur ki: Aralarýndaki din kardeþliðinin kadrini güzelce bilsinler, dünyevî fâni maksatlar dolayisiyle birbirine karþý düþmancasýna bir vaziyet almasýnlar, dostlarýný ve düþmanlarýný tanýsýnlar, düþmanlarýnýn yaldýzlý, münafýkça sözlerine aldýrmasýnlar, parça parça ayrýlarak kuvvetlerini zaafa uðratmasýnlar, sözleri de, özleri de, gayeleri de bir olsun. Bütün çalýþmalarý Ýslâm milletinin birliðine, umumi faidesine, Ýslâm yurdunun selâmetine yüksemesine yönelik bulunsun. Bu sayede Ýslâm milleti yaþar, terakkiden terakkiye nail olur, düþmanlarýnýn da gözleri kör olarak zararlý ümitleri suya düþmüþ bulunur. Yoksa düþmanlarýn sözlerine bakýlýr kýymet verilirse, -Cenâb-ý Hak muhafaza buyursun- Ýslâm toplumunun periþan bir hale gelmesi, muhakkaktýr. Düþmanlar, müslümanlarý þaþýrtmak için neler neler söylerler, Ýslâmiyet in terakkiye mâni olduðunu mu söylemezler, müslüman unsurlarý adýna ayrýlýðý, düþmanlýk doðuracak yalan sözleri mi uydurmazlar, doðru söz söyleyen, müslümanlarýn iyi niyetli bulunan zatlara teassup, cehalet mi isnat etmezler, ahlâkî faziletler dairesinde yaþamayý asriliðe karþý, aydýnlýða aykýrý mý saymazlar. Artýk bizlere düþen vazife, bu gibi aldatmalara kulak vermemektir, aldanmamaktýr. Nitekim vaktiyle Ziya paþa merhum, bu gibi Ýslâm düþmanlarýnýn haleti ruhiyelerini þu gibi manzumeleriyle teþhir etmiþtir:

Ýsnâdî teassup olunur merdi gayure.

Dinsizlere tevcîhî reviyyet yeni çýktý.

Ýslâm imiþ devlete pa bendi terakki.

Evvel yok idi iþbu rivayet yeni çýktý.

Milliyet! nisyan ederek her iþimizde

Efkârý firenðe tebaiyyet yeni çýktý.

 

 

 

102. Ey imân etmiþ olanlar!. Allah Teâlâ'dan gerçek takva ile sakýnýnýz. Ve siz ancak müslümanlar olduðunuz halde vefat ediniz.

102.    Bu mübarek âyetler, müslümanlara Hak Teâlâ'dan korkmalarýný, Ýslâm dinine güzelce sarýlmalarýný, Ýslâm birliðini korumaya çalýþýp dünyevî, uhrevî felâketlerden kurtuluþa, hidayet ve saadete nail olmalarýný emir ve tavsiye buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Ey imân etmiþ) Ýslâm þerefine nail olmuþ (olanlar) bu nîmetin kadrini biliniz, üzerinize düþen kulluk vazifelerini ifaye çalýþýnýz. (Allah Teâlâ'dan gerçek takva ile) zatý kibriyasýna karþý lâyýk olan saygý ve hürmetle (sakýndýlar) zümresinden (olunuz) üzerinize düþen vecibeleri ifa, haramlardan sakýnýnýz. (Ve siz ancak) þirkten uzak, tam bir ihlâs ile yaratýcýnýn birliðine inanmaya devam eden (müslümanlar olduðunuz halde vefat ediniz) siz ölünceye kadar ve ölüm anýnda yalnýz Ýslâm haleti üzere sebat ediniz, baþka bir halet üzere bulunmayýnýz ki, ebedî selâmet ve saadete ermiþ olasýnýz.

 

 

 

103.     Ve hepiniz Allah Teâlâ'nýn ipine sýmsýký sarýlýnýz ve birbirinizden ayrýlmayýnýz. Ve Allah Teâlâ'nýn üzerinizde olan nîmetini de hatýrlayýnýz ki, siz birbirinize düþmanlar iken sonra Allah Teâlâ kalplerinizi birleþtirdi de onu nîmeti sebebiyle kardeþler oluverdiniz ve sizler ateþten bir çukur kenarýnda iken sizi ondan çekip kurtardý. Ýþte Allah Teâlâ âyetlerini sizlere açýklar, tâki hidayete erebilesiniz.

103. (Ve) ey müslümanlar!. (Hepiniz) bir cemiyet halinde (Allah Teâlâ'nýn ipine) Kurân-ý Kerim'e, Ýslâm dinine, ibâdet ve itaate veya cemaati müslimine (sýmsýký sarýlýnýz) hepiniz onun hükümleri, gereði dairesinde hareket ediniz, sakýn ayrýlýða düþmeyiniz (Ve birbirinizden ayrýlmayýnýz) ehli kitap denilen Yahudîler, Hýristiyanlar gibi veya cahil iye zamanýndaki müþrikler gibi ihtilâfa düþmeyiniz, birbirinize arka çevirmeyiniz, birbirinizi düþman telâkki etmeyiniz, birbirinizi e cenk ve cidale kalkýþmayýnýz, hak ve hakikate muhalif hareketlerde bulunmayýnýz (ve) bununla beraber (Allah Teâlâ'nýn üzerinize olan) sizlere lütfen vermiþ olduðu sýnýrsýz (nîmeti de hatýrlayýnýz ki) vaktiyle asýrlardan beri imândan mahrum (birbirinize düþmanlar idiniz) o vakti birbirinize saldýrýr dururdunuz (sonra Allah Teâlâ) sizi Ýslâm nîmetine din kardeþliðine nail kýldý, o sayede (hallilerinizi birleþtirdi) sizleri bir kutsî itikada, bir yüce gayede topladý (de onun) o kerem sahibi yaratýcýnýn o pek muazzam (nîmeti sebebiyle) eski düþmanca tavrýnýzý terkederek hemen (kardeþler oluverdiniz.) Ýslâm þerefine nail, din kardeþliðine sahip bulundunuz. Özellikle, Eve ile Hazrec kabileleri ki, soy bakýmýndan ana baba bir kardeþler iken birbirine düþman olmuþ, aralarýnda yüz yirmi sene kadar düþmanlýk, cenke ve cidal devam etmiþken Ýslâm olur olmaz bu kan dökücü düþmanlýktan kurtularak din kardeþleri olmuþlardý. Bunlarý düþününüz' (ve) ey Ýslâm nîmetine nail olanlar!.. (Sizler) Ýslâmdan önce küfrünüz ve diðer kötü haliniz yüzünden (ateþten bir çukur kenarýnda) cehennemin kýyýsýnda olup hemen içine düþecek bir vaziyette (iken) Cenâb-ý Hak Ýslâmiyet sayesinde (sizi ondan) o çukurdan, o ateþin küfründen, (çekip kurtardý) Öyle bir badireden, öyle bir kötü sondan kurtulmuþ oldunuz. Elverir ki, Ýslâmiyetinizi güzelce muhafaza edesiniz. (Ýþte Allah Teâlâ âyetlerini) kudret ve azametini, lütuf ve ihsanýný gösteren delilleri (sizlere) böyle açýk beyanlar ile (açýklar) sizin tefekkür ve dikkatinize sunar (ta ki hidayete erebilesiniz) hidayet ve Ýslâmiyet üzere sabit kadem olasýnýz, hayýr derecelerinin en mükemmeline eresiniz...

§ Bu mübarek âyetler, bizim hattý hareketimizi þöyle tâyin buyurmuþ oluyor:

§ 1- Biz müslümanlar için lâzýmdýr ki, bizimle din birliði olmayan kimselerin dinimiz ve milletimiz hakkýndaki yanlýþ sözlerine iltifat etmeyelim, aramýzda ihtilâf ve ayrýlýk vücude getirecek lâkýrdýlarýna, tavsiyelerine kýymet verip dinlemeyelim.

2  - Biz müslümanlar kendi aramýzda birlik ve beraberlik dairesinde yaþýyalým, dayanýþmada bulunalým, birbirimize elden gelen yardýmlaþmayý yapalým, nifak ve bozuþmadan, düþmanlýk ve rekabetten kaçýnalým.

3     - Biz Müslümanlar her hangi müþkil bir mesele karþýsýnda kalýnca Kur'ân'ý Mübine, hadisi þeriflere, icmai ümmete müracaat edelim. Dünyevî ve uhrevî hayrýmýzý onlardan bekleyelim. Bütün mukaddesatýmýza hürmetten asla ayrýlmayalým.

§ Takva: Günahtan sakýnmaktýr, vacipleri ifa, haramlardan sakýnmaktýr. Cenâb-ý Hak'kýn emirlerine ve yasaklarýna riayettir, þeriatý garranýn adabýný muhafazadýr. Dergâhý ülühiyetten uzaklaþtýracak þeylerden kaçýnmaktýr. Yüce Allah'ýn cezalarýndan sakýnmaktýr. Ittikâ da takva ile vasýflanmýþ olmaktýr, Hak Teâlâ Hazretlerinden korkmaktýr, gayri meþru þeylerden sakýnmaktýr. T ü kat da bu mânayadýr.. Hakký tu kat ise hakkiyle takva demektir, hakkiyl e muttaki olmak manasýnadýr. "Tuka ve t ük ye" de takva gibi nefsi haramlardan ve þüpheli þeylerden korumak demektir. Ýbni Mes'ut hazretlerinden rivayete göre hakkiyle takva, itaat edip âsi olmamaktýr, þükredip küf ram nîmette bulunmamaktýr, zikredip unutmamaktýr. Bütün bunlar insanlara kabiliyetleri dairesinde yönelen birer vazifedir. Binaenaleyh (102 Ýinci âyeti kerimenin hükmü mensulý olmayýp bu þekilde caridir.

§ Habl: Lügatte kalýn ip, urgan, halat, rabýta demektir. Boyun damarlarýna (hablülverit) denir. Mecaz, istiare, temsil kabilinden olarak Kur'ân-ý Kerime, Ýslâm þeriatýna ibâdet ve itaate, ahd-ü em an e, Ýslâm cemiyetine ve insaný istediði hayýrlý bir þeye kavuþturan sebebe, vasýtaya da "heblullâh" denilmiþtir. Çünkü kuvvetli bir ipe, bir urgana, sarýlan kimse, yükseklere çýkabilir, düþüþten kurtulur, denizden, kuyudan çýkmaya muvaffak olur. Ýþte C en âb-1 Hak'kýn kitabýna, dinine sarýlanlar da sapýklýk ve isyandan kurtularak selâmet ve hidayet sahasýna ulaþýrlar.

 

 

 

104. Ve sizden hayra davet eder, iyiliði emreder, kötülüðü nehy eyler bir cemaat bulunsun iþte felah bulucular onlardýr..

104.     Bu mübarek âyetler, Ýslâm milletini baþka milletler gibi ayrýlýða düþmekten men etmektedir. Bilâkis bu Ýslâm milleti arasýnda pek iyi niyetle hareket ederek bütün insanlýðý irþat edecek, ittihat ve ittifaka davet eyleyecek zümrelerin bulunmasýný em reyi em ektedir. Þöyle ki: Ey Mu ham m ed ümmeti! Siz daima birlik ve dayanýþma içinde olunuz (ve sizden) insanlarý (hayra) dünyevî ve uhrevî menfaatlere (davet eder) delâlette, tavsiyede bulunur ve (iyiliði) meþru, makul, faideli þeyleri lütuf kârca bir biçimde (emir) eder. Ve (kötülükten) gayri meþru, gayri ahlâkî þeylerin yapýlmasýndan (nehy eyler) bunlarýn terkini, fenalýðýný ihtar eyler (bir cemaat) bir seçkin zümre (bulunsun) umum insanlarýn uyanmasý, aydýnlanmasý, istifadesi bu gibi zatlarýn bulunmasýna baðlýdýr (ve iþte felah bulucular), kemâliyle felah ve kurtuluþa erenler (onlardýr.) Böyle insanlarý hayra davet edip kötü þeyi yasaklayan nasihatçi iyi niyetli olan zatlardýr, mücahitlerdir. Nitekim muhterem, mü et eh it Ýmam Ahmet tbni Ham bel d en rivayet edilmiþtir ki: Peygamber Efendimiz, bir gün minberde iken "insanlarýn hayýrlýsý kimdir" diye sorulmuþ, Rasilli Ekrem Hazretleri de þöyle cevap vermiþtir: Ýnsanlarýn en hayýrlýsý, onlara iyiliði emir, onlarý kötülükten alýkoyandýr, ve onlarýn Allah Teâlâ'dan en fazla sakýnandýr, ve silai rahme en fazla riayet eyleyenidir. Velhâsýl: Bütün müslümanlar birbiri hakkýnda iyi niyetli olduðu gibi içlerinden bir kýsým seçkin zevat da daima emri mâruf ve nehyi münkerde bulunarak Ýslâm milletinin diyanetine, ahlâkýna, içtimaiyatýna hizmette bulunmalýdýr. Ve bu hizmet bütün milletçe takdir ve yüce edilmelidir. Gerçekten de iyiliði emr, kötülüðü yasaklamak bu rahmete ermiþ ümmet için bir büyük dini vazifedir. Bu vazife esasen bütün müslümanlara yöneliktir. Fakat ümmetin fertlerinden her biri bu vazifeyi ifa edebilecek bir iktidarda bulunmaz. Bu mühim vazifeyi güzelce yapabilmek için ilim ister, tecrübe ister, hakimane hitapta bulunmak melekesi ister, umum halkýn ihtiyacýný takdir etmek kabiliyeti ister. Binaenaleyh          bu kutsal vazife, kifaye yoluyla farzdýr. Bir halk arasýnda bunlardan bir zümrenin bu vazifeyi ifa etmesiyle bu fârize ifa edilmiþ olur. Böyle bir vazife hiç ifa edilmediði takdirde ise bütün millete dinî sorumluluk gelir, hepsi de günahkâr olur.

Bu vazife en büyük bir hayýrseverliktir, insanî deðerlerin tecellisine, Ýslâm milletinin aydýnlanmasýna, terakkisine, bir kardeþlik dahilinde yaþamasýna hadimdir. Maalesef bunu takdir edem iyen I er de bulunur. Binaenaleyh bir muhitte kötü þeyi yasaklama vecibesi, eðer mümkün ise el ile yapýlýr, bu mümkün deðilse dil ile yapýlýr. Buda kabil deðilse, o fenalýk kalb ile red edilir ve kötülenir.

 

 

 

105.  Ve kendilerine apaçýk deliller geldikten sonra ayrýlýk çýkarýp ihtilâfa düþenler gibi de olmayýnýz. Ve iþte onlar için büyük bir azap vardýr.

105. Ey hidayete nail olmuþ müslümanlar!. Siz öyle birlik, hayýrsever bir halde yaþayýnýz, (ve kendilerine beyyîneler) açýk deliller, emirler (geldikten sonra) haktan (ayrýlýk çýkarýp) o hususta (ihtilâfa düþenler) yahudîler, hýristîyanlar ve diðer inkarcý kavimler (gibi de olmayýnýz) onlar kendilerine peygamberleri tarafýndan Allah'ýn birliði, din kardeþliði ve saire telkin edilmiþ olduðu halde ona muhalefet ettiler, birbirine düþman gruplara ayrýldýlar, hakikî dinden mahrum kaldýlar, (ve iþte onlar için) öyle ihtilâfa düþüp dinî esaslarý kaybeden kavimler için (büyük bir azap vardýr) onlar cehennem azabýna giriftar olacaklardýr, hak üzere toplanmalarý emir olunduðu halde birbirine karþý cephe alarak ihtilâf ve ayrýlýða düþtükleri, dinî esaslarýný kaybedip son din olan Ýslâm dinine karþý da inkârda, düþmanlýkta bulunduklarý için öyle ebedî bir cezaya lâyýk olmuþlardýr. Binaenaleyh ey Ýslâm ümmeti! Sizler tarihten ibret alýnýz aranýzdaki dayanýþmayý, din kardeþliðini ihmal etmeyiniz, daima birlikte olunuz, daima birbiriniz hakkýnda iyilik isteyiniz ki, dünyada da ahrette de selâmet ve saadete eresiniz.

§ Mâruf; aklen ve þer'en güzel görülüp kitaba ve sünnete muvafýk olan herhangi bir þeydir. Münkerde bilâkis aklen ve þer'an (irkin görülüp kitaba ve sünnete muhalif bulunan herhangi bir þeydir.

 

 

 

 

106. Bir nice yüzlerin aðaracaðý ve bir nice yüzlerin de kararacaðý günü -hatýrlayýnýz-. O yüzleri kararmýþ olan kimselere:lmanýnýzdan sonra kâfir mi oldunuz?. O halde yaptýðýnýz küfür sebebiyle azabý tadýnýz, -denilecektir-.

106.     Bu mübarek âyetlerde bütün insanlýðý bir mükâfat ve ceza âlemi olan âh i ret hayatýný hatýrlatmakta, onlarý uyanmaya, düþünmeye davet etmektedir. Þöyle ki: Ey insanlar!. Düþününüz, uyanýk olunuz (bir nice yüzlerin) imân nuru ile parlayacaðý (aðaracaðý) bir manevî zevk ile bembeyaz olacaðý günü, kýyamet âlemini hatýrlayýnýz (Ve bir nice yüzlerin de) küfr ve isyanlarý sebebiyle (kararacaðý) simsiyah kesileceði her taraftan zulmetler içinde kalacaðý (günü -hatýrlayýnýz-.) Yarýn kýyamet günü (o yüzleri kararmýþ olan) kâfir (kimselere) kýnamak için denilecektir ki: Siz (imanýnýzdan sonra kâfir mi oldunuz?) Öyle bir þeyi nasýl yaptýnýz?. (O halde yaptýðýnýz küfür sebebiyle azabý tadýnýz.) Bu azap, sizin amelinizin bir cezasýdýr. Siz bu cezayý hak etmiþ bulunmaktasýnýz.

Bu küfrü d en maksat, ya ezel günündeki söz ve yemine muhalif olan küfürdür ki: Bütün kâfirleri kapsar. Veya ehli kitabýn küfrüdür ki onlar, vaktiyle kendi peygamberlerini tasdik etmiþ ve kitaplarýnda âhýr zaman peygamberinin evsafýný görüp onun bütün insanlýða peygamber gönderileceðini de tasdik eylemiþlerken bilâhare o Yüce Peygamberi inkâr ederek küfre düþmüþlerdir. Binaenaleyh kýyamet gününde onlara ihanet için: "Siz imanýnýzdan sonra küfre düþtünüz, öyle mi?. Artýk ebedî cezanýzý çekip durunuz.." denilecektir.

 

 

 

 

107.  Ve amma o kimselerin ki yüzleri aðarmýþtýr, onlar Allah Teâlâ'nýn rahmeti içindedirler. Onlar orada ebedî olarak kalacaklardýr.

107. (Ve amma o kimselerin ki yüzleri) Ýman nuru sayesinde parlayýp (aðarmýþtýr) bembeyaz nurani bir halde bulunmuþtur. (Onlar) da (Allah Teâlâ'nýn rahmeti) cenneti (içindedirler) nice nimetlere, tecellilere nail olacaklardýr ve (onlar orada) o nimetler yurdu olan cennette (ebedî olarak kalacaklardýr) oradan asla ayrýlmayacaklardýr, bir daha ölüme maruz kal m lyac aklardýr. Bu muazzam nimetleri devam edip duracaktý r.

108.  Ýþte bunlar Allah Teâlâ'nýn ayetleridir. Onlarý sana hak olarak okuyoruz. Allah Teâlâ ise âlemlere zulüm istemez.

108.  (Ýþte bunlar) bu vaat ve tehdit hakkýndaki Kur'an'in beyanlarý (Allah Teâlâ'nýn ayetleridir) bütün insanlarýn nazarý dikkat ve uyanmasýný saðlayacak hakikatlerdir. (Onlarý sana) Habibim ya Mu ham m ed!. Cibril Emin vasýtasiyle (hak olarak tilâvet ediyoruz) mü'minler ile kâfirlerin böyle mükâfat ve cezaya uðramalarý hak ve adalete uygundur. Bunlarda haksýzlýk ve zulm lekesi yoktur. Ne iyi iþ yapan mü'm in olanlarýn sevabý noksan verilir, nede günahkârlarýn, inkarcýlarýn cezalarý haksýz yere artýrýlýr. Her birine hak ettiðine göre muamele yapýlýr. (Allah Teâlâ ise) mutlak adildir. (Alemlere zulm istemez) Cenâb-ý Hak zulümden uzaktýr, bütün kâinat onun yaratmasýnýn, onun bütün fiilleri hikmet gereðidir. Bütün m ah I fi katý hakkýndaki hükümleri, iradeleri ayný adaletin kendisidir.

 

 

 

109.  Göklerde olan da, yerde olan da Allah Teâlâ'nýndýr. Ve bütün iþler de Allah Teâlâ'ya döndürülür.

109. Bu âyeti kerime de gösteriyor ki: Bütün kâinat, Cenâb-ý Hak'kýn birer mahlûkudur, birer mülküdür. Bütün bunlarýn idaresi Hak Teâlâya aittir. Binaenaleyh bunlarýn hakkýndaki vaat ve tehdidi, bütün hükümleri adalet gereðidir. Þöyle ki: (Göklerde) mevcut (olan da yerde) mevcut (bulunan da) bütün bunlar yalnýz (Allah Teâlâ'nýndýr) onun yarattýðý birer eseridir, bütün bu kâinat olaylarýnda mülk sahipliði ve hakimiyet Cenâb-ý Hak'ka aittir. Bütün bunlarý yaratan, yaþatan, nîmet ceza veren o Yüce Yaratýcýdýr. (Ve bütün bu) kâinata ait (iþlerde) umur ve husus da (Allah T eâlâya) onun hüküm ve kazasýna (döndürülür.) Onun mükâfat ve ceza yurduna sevkolunur. Binaenaleyh bütün bunlara      sahip ve hakîm olan Cenâb-ý Hak'týr.Bunlar da hikmetin gerektirdiðine göre tasarrufta bulunur. Bunlardan kimini ebedî saadete erdirir, kimini de hak ettiðine

binaen   ebedî azaba mâruz býraký 3/40)

Buna hiçbir kimsenin müdahaleye, itiraza hak ve selahiyeti olamaz.

Allah dilediðini yapar. (Al-i Ýmran

§ Ümmet: Bir þey üzerine toplanmýþ olna zümre, taife, cemaat demektir. Þer'an ümmet: Bir peygambere tâbi, onun teblið ettiði hükümler ile amel eden kimselerdir. Bizim Peygamberimizin risaleti bütün insanlýða þâmil olduðundan ona tâbi olan, onun þeriati ile amel eden müslümanlara (Ümmeti Muhammediye) (Ümmeti icabet) denilir. Bu þerefe nail olmayan sair insanlara da (ümmeti davet) denilir ki, onlar müslümanlýðý kabul etmedikçe ümmeti Muhammediyeden olmak nîmet ine nail olamazlar, ebedî azaba lâyýk bulunurlar. "Millet" de bir ýrka mensup cemaat bir dine girmiþ olan kavim demektir. Din ve þeriat mânasýnda da kullanýlmýþtýr. Ümmetin çoðu ümem, milletin çoðulu da m il el d ir.

 

 

 

 

110. Siz, insanlar için çýkarýlmýþ hayýrlý bir ümmetsiniz, iyiliði emredersiniz, kötülükte men eylersiniz ve Allah T eâlâya imân ediyorsunuz. Eðer eh I i kitap da imân etselerdi elbette kendileri için hayýrlý olurdu. Onlardan mü'm in olanlar vardýr, en çoðu ise fâsýk kimselerdir.

110. Bu mübarek âyetler, milleti Ýslâmiyenin meziyetini, insanlýk hakkýnda ne kadar hayýrlý bulunduðunu ilân etmekte, Ýslâmiyet in daima muvaffak olup yaþayacaðýný bizlere müjdelemektedir. Þöyle ki: Ey Ümmeti Mu ham m ed Aleyhisselâm, veya Ey es h abý kiram!.. (Siz insanlar için) ortaya (çýkarýlmýþ hayýrlý bir ümmetsiniz.) Siz bütün insanlýk hakkýnda hayýr isteðinde bulunmuþ, en seçkin bir cemaatsiniz. Sizin bu faziletiniz, Allah katýnda malûm; levhi mahfuzda yazýlmýþtýr. Çünkî siz (mâruf ile) en güzel þeylerle (emredersiniz) insanlýk âlemine meþru, makul, faydalý þeyleri emir ve tavsiyede bulunursunuz. Ve (münkerden) kötü þeylerden, gayri meþru hareketlerden de insanlarý (men eylersiniz.) öyle zararlý, gayri ahlâkî þeylerden sakýnmalarýný kendilerine ihtar ile m en'e çalýþýrsýnýz. Böyle pek faideli, pek mühim bir vazifeyi üstlenmiþ bulunursunuz. (Ve) imân edilmesi i c ab eden her hususta da (Allah T eâlâya imân ediyorsunuz) siz baþka milletler gibi Hak T eâlâya hâþâ ortak koþmazsýnýz, Cenâb-ý Hakkýn bazý peygamberlerini, kitaplarýný inkâr eylemezsiniz. Bütün dinî hükümlere, vazifelere inanýr, hürmet eylersiniz. Bunun içindir ki, mühim bir dinî vecibe olan iyiliði emir, kötülüðü men' etme vazifesini de ifaya çalýþýrsýnýz. (Eðer ehli kitap da) yahudîler ile hýristiyanlar sizin gibi Allah T eâlâya ve onun bütün peygamberlerine, kitaplarýna (imân etselerdi elbette) bu imân (kendileri için hayýrlý olurdu) çünki onlarý yanlýþ kanaatlerden, hareketlerden kurtararak selâmete kavuþtururdu. Onlar cehalet sebebiyle, hasetleri dolayýsiyle, riyaset sevdasiyle halký kendilerine tâbi kýlmak arzusu ile Ýslâmiyet gibi bütün insanlýðý bir birlik dairesine davet eden, umum insanlar hakkýnda hayýr istekte bulunan bir ilâhî dini kabul etmeyip bozulmuþ veya uydurma dinlere kýymet veriyorlar. Bununla beraber (onlardan) o ehli kitap olan yahudilerden Abdullah ibni Selâm gibi ve hýristiyanlardan Habeþ hükümdarý Necaþî gibi ve bunlarýn es h abý gibi Ýslâmiyet i kabul edip timimin olanlar) da (vardýr.) Fakat o ehli kitabýn (en çoðu ise fasýk) küfürlerinde ýsrarlý, inatçý (kimselerdir.) Eðer onlar Ýslâmiyet in ne yüce, ne umumî, ne hayýrlý bir din olduðunu güzelce düþünecek olsalar kendilerini o dini mübine intisab etme þerefinden mahrum býrakýrlar mý? Müslümanlara karþý düþmanca bir vaziyet alýrlar mý? Bu ne insafsýzca bir hareket!. Evet... Ýslâm dini, bütün insanlýða ait umumî, hakikî; ilâhî bir dindir. Bu dine mensup olanlar bütün ümmetlerin hayýrlýsýdýr. Nitekim bir hadisi þerifte þöyle buyrulmuþtur. Haberiniz olsun ki, vaktiyle yetmiþ ümmet gelip geçmiþtir, bu ümmet ise hepsinin hayýrlýsýdýr ve en deðerlisidir. Diðer bir hadisi þerif t e þu mealdedir: Ehli cennet yüz yirmi saftýr. Bunlarýn seksen safý bu ümmettendir. Diðer bir mümbarek hadisi nebevi de þu mealdedir: Ümmetimin durumu, yaðmur durumu gibidir, evveli mi, âhiri mi hayýrlý olduðu bilinmez. Yani: Kýyamete kadar Ýslâm milleti arasýnda seçkin simalar bulunacaktýr. Bunlarýn Allah katýnda ne kadar makbul, birbirine ne kadar manen üstün olacaðýný ancak Cenâb-ý Hak bilir. Binaenaleyh kýyamete kadar müslümanlýðýn devam edeceði þüphesizdir. Hattâ zamanýmýzda da bir nice gayri müslimlerin Ýslâm þerefine nail olduklarý görülmektedir. Bu cümleden olarak müslümanlýðý kabul edip Ýstanbul Müftülüðüne müracaat eden bir nice zatlara da acizane tarafýmdan ve arkadaþlarým tarafýndan dinî telkinler yapýlarak lâzým gelen vesikalar verilmiþtir. Hattâ Almanya'da bazý malûmatlý, mütefekkir zatlar Ýslâmiyeti kabul ederek bir cemiyet kurmuþlar, Ýslâmiyet i yaymaða çalýþmakta bulunmuþlardýr. Bunlardan (Achmed S eh i ede) adýnda bulunan ve Almanca (El-Ýslâm) mecmuasýnýn naþiri bulunan ve Diyanet Reisliðince çýkarýlan Almanca "Cep ilmihalini" tercüme etmiþ olan zat da Ýslâmiyeti kabul ederek yaymaya çalýþmaktadýr. Bana yazdýðý 8 Temmuz 1960 tarihli bir mektubunda þöyle diyordu: "Buradaki küçük Ýslâm cemiyetinin dini m es el el erdeki rehber veya yardýmcýsý ve bundan haberiniz olmadý ise de zatý aliniz idi. Ýbadet ve Ýslâmî ahlâk hususunda ne zaman bir müþkülümüz olduysa, derhal telif ettiðiniz "Büyük Ýslâm ilmihali" ne baþ vurarak bir hal çaresini buluyorduk. Þimdi en büyük istirhamýmýz da bizi bundan sonra da yardýmýnýzdan mahrum býrakmam an izdir. Takdir edeceðiniz gibi hýristiyan bir muhitte her bir günümüz manevî cihat denilecek bir mücadele ile doludur. Ellerimizde imkânlar ise gayet sýnýrlýdýr... Bize yapýlacak en büyük yardým. Almanca kitap basýp yollamaktýr..."

Ýþte bu mektup da gösteriyor ki: Lisânen ve kalemen yapýlacak emri mâruf un, nehy anil münkerin çok faidesi vardýr.. Bu vazife insanlýða büyük bir iyiliktir. Ýþte cihanþümul bir ilâhî dini olan müslümanlýk ta, bizi bu vazife ile mükellef tutuyor, bu vazifeyi ifa eden müslümanlarýn kadrini yüceltiyor. Ne mutlu bu kutsî vazifeyi ifa edenlere!.

 

 

 

 

111. Size ezîyetten baþka bir zarar veremezler. Ve eðer sizinle savaþta bulunurlarsa size arka çevirir kaçarlar. Sonra yardým da olunmazlar.


111.    Ey mü'minler! Ey o inkarcýlardan ayrýlýp Ýslâm þerefine nail olanlar veya ey eshabý kiram!. Müteessir olmayýnýz, metanetinizi, kaybetmeyiniz, emin olunuz ki, o size düþman olan, sizin kutsî dininizi inkâr eyleyen yalý udiler ve benzerleri (size eziyetten baþka bir zarar veremezler) onlar sizin aleyhinizde yalnýz yerme ve ayýplamada bulunurlar, dininize itiraz ederler, sizi tehdide cür'et gösterirler, aleyhinize propaganda yaparlar, baþka þey yapmazlar. (Ve eðer sizinle savaþta bulunurlarsa) Allah Teâlâ sizi korur, onlarýn kalbi eri ne korku düþürür, (size arka çevirir kaçarlar) maðlûp, yenilmiþ olurlar. (Sonra yardým da olunmazlar.) Size karþý mansur ve muzaffer olamazlar. Belki ey müslümanlar! Siz inayeti Allah'ýn yardýmýyla mansur ve muzaffer olursunuz. Nitekim öyle de olmuþtur. Bu âyeti kerime asýl yahudiler hakkýnda nazil olmuþtur. Onlar kendileri arasýndan müslümanlýðý kabul edenleri tehdit ediyor, müslümanlara karþý cephe almak istiyorlardý, Ýslâm'ýn baþlangýcýnda ümmeti Mu ham m ed iye ise düþmanlarýna nispetle sayýsý pek az bir zümreden ibaretti, Arap Yarýmadasýný ve etrafýný her taraftan yah udiler ve diðerleri sarmýþtý. Fakat Ýslâmiyet parlar parlamaz her tarafa yayýlmaða baþladý, müslümanlar düþmanlarýna galebe ettiler. Yahudileri Arap Yarýmadasýndan sürüp çýkardýlar, Ýslâm bayraklarý dünyanýn doðu ve batýsýnda dalgalanmaya baþladý. Halbuki, Ýslâmiyetten evvel Arap Yarýmadasý ahalisi hâkimiyetten mahrum, baþka milletlerin idareler! altýnda zelil bir halde yaþamakta idiler, Ýþte müslümanlar her ne zaman Ýslâmiyet e hakkýyla sarýlýrlar ise kendileri için galibiyet, selâmet ve saadet muhakkaktýr.

 

 

 

112. Onlarýn üzerlerine nerede bulunurlarsa bulunsunlar zillet -damgasý- vurulmuþtur. Meðer ki, Allah Teâlâ d an bir ahde ve insanlardan bir ahde sarýlsýnlar. Ve Allah Teâlâ d an bir gazaba uðradýlar ve onlarýn üzerine miskinlik t e vuruldu. Bu da onlarýn Allah'ýn âyetlerini inkâr etmeleri ve peygamberleri haksýz yere öldürmeleri sebebiyledir. Çünkü isyan etmiþler ve haddi tecavüz eylemekte bulunmuþlardý.

112.  Bu âyeti kerime, Ýsrailoðullarýnýn tarihî cinayetlerini ve hu yüzden felâketlere mâruz kaldýklarýný bildiriyor, bir ah d ve anýlaþmayý kabul etmedikçe horluk ve hakaretten kurtulamýyacaklarýný gösteriyor. Þöyle ki: (Onlarýn) Ýsrail oðullarýnýn (üzerlerine nerede bulunurlarsa bulunsunlar) her halde, her yerde (zillet) hakaret damgasý (vurulmuþtur.) Onlar için bir üstünlük ve kurtuluþ çaresi yoktur, canlarý, mallarý yok olmaya mahkumdur. (Meðer ki, Allah Teâlâ'dan bir ahde) sýðýnsýnlar, yani müslüman olsunlar (veya insanlardan bir ahde sarýlsýnlar) müslümanlarýn, Ýslâm hükümetinin korumasýný tabiiyetini kabul eylesinler. O zaman mallarý, canlarý korunmuþ olur. (Ve) onlar o kötü hareketleri sebebiyle (Allah Teâlâ'dan) Allah katýndan (bir gazaba uðradýlar) onlarýn ata ve ecdadý yaptýklarý günahlardan dolayý Allah'ýn gazabýný hak ederek ne felâketlere, maðlûbiyetlere mâruz kaldýlar ki, bu tarih en sabit bir hakikattir. (Ve onlarýn üzerine miskinlik de vuruldu) sefalet gibi, cizye, öldürülme ve esaret gibi hakaret ve felâketi gerektiren hallere mâruz kaldýlar (bu da) olarýn öyle zillet ve miskinliðe uðramýþ olmalarý da (onlarýn Allah'ýn âyetlerini inkâr etmeleri) semavî kitaplardan bir kýsmýný inkâr, bir kýsmýný da deðiþtirme ve bozmalar yüzündendir. (Ve peygamberleri haksýz yere öldürmeleri sebebiyledir.) Nitekim Zekeriya ve Yahya Aleyhisselâm'ý haksýz yere þehit etmiþlerdi. Evet... Onlar bu cinayetlere cür'et etmiþlerdi. (Çünkî) onlar Hak Teâlâ'ya (Ýsyan etmiþler ve haddi tecavüz eylemekte bulunmuþlardý) onlarýn bu isyanlarý, böyle Allah'ýn sýnýrlarýný aþmadaki cüretleri kendilerini küfür ve katil cinayetlerine þevket m iþtir. Þüphe yok ki küçük sayýlan günahlarda Ýsrar etmek sahibini kebâir denilen büyük günahlara sevkeder, büyük günahlarda Ýsrar etmek, bunlarý iþleyip durmak da sahibini Allah korusun küfre götürür.

Ýsrail Oðullarýnýn vaktiyle yaptýklarý cinayetleri onlarýn arkalarýndan gelenler sevap görüp, kendileri de bir kýsým peygamberleri, kitaplarý ve bilhassa bütün insanlýða peygamber gönderilmiþ olan son peygamber Hz. Mu ham m ed ile semavî kitaplarýn sonuncusu ve en faziletlisi olan Kur'ân'ý Kerim'i inkâr ettikleri için onlar da ec d ad I arý gibi ayný hitaba, ayný kýnamaya, mâruz kalmýþlardýr...

 

 

 

 

 

113.  Hepsi bir deðildirler. Ehli kitaptan istikamet sahibi bir topluluk vardýr ki, gece saatlerinde Allah Teâlâ'nýn âyetlerini okurlar ve onlar secde ederler.

113.      Bu mübarek âyetler de ehli kitaptan Ýslâmiyet i kabul ederek insaniyet hakkýnda hayrý tavsiye edici davranýþlarda bulunan zatlara istisna'î bir mevki veriyor, ve kendilerinin mükâfata nail olacaklarýný bildiriyor. Þöyle ki: Ehli kitabýn (hepsi) itikafta, ibâdette, ahlâkta (eþit deðildirler) içlerinden hakký kabul etmiþ, seçkin bir durumda bulunmuþ olanlar vardýr. Evet... (Ehli kitaptan istikamet sahibi) hak üzere sebat eden, müslümanlýðý kabul etmiþ bir (topluluk) bir grup (vardýr ki) hakký itiraf ve, ibâdete devam edip (gece saatlerinde) o feyizli, ruhanî vakitlerde (Allah Teâlâ'nýn âyetlerini) Kur'ân'ý Kerim'i (okurlar) geceleri böyle ibâdetle geçirmeye çalýþýrlar. (Ve onlar secde ederler) geceleyin yatsý ve t eh ece üt namazlarýný kýlarlar. Böyle ibâdete devamda bulunurlar.

 

 

 

 

 

114.  Allah Teâlâ'ya, âh i ret gününe imân ederler, iyiliði emreder, kötülükten m en ederi er. Ve hayýrlý iþlere koþarlar ve iþte bunlar salih kimselerdendirler.

114.     Ehli kitaptan müslümanlýðý kabul eden o muhterem zatlar, (Allah Teâlâ'ya ve âh i ret gününe) dosdoðru ve samimi bir þekilde (imân ederler) Hak Teâlâ'nýn birliðine, yaratýcýlýðýna, ortak ve benzerden uzak olduðuna inanýrlar, bir âh i ret âleminin varlýðýný bilip onun için hazýrlanýrlar. Yalnýz kendilerini kuftarmakla yetinmezler: Belki diðer insanlara karþý da (maruf ile) iyilik ile, ibâdet ve itaat ile (emir) ederler. Onlarý uyandýrmaða çalýþýrlar ve onlarý (münkerden) kötülüklerden, gayri meþru hareketlerden (m en ederi er) bunlardan kaçýnmalarýný tavsiyede bulunurlar. (Ve) diðer (hayýrlý iþlere) hayýr ve iyiliklere, fakirlere yardýma (koþarlar) iþte bunlar böyle müstesna bir durumdadýrlar. (Ve iþte bunlar salih kimselerdendir) diðer ehli kitap gibi bir takým hakikatleri inkâr edici, bir takým zararlý hareketlere cür'et edici deðildiler. Allah katýnda yüksek mertebelere ulaþmaya lâyýk, bulunmaktadýrlar.

 

 

 

 

 

115.  Ve hayýrdan her ne yaparlarsa elbette karþýlýksýz býrakýlmayacaklardýr. Ve Allah Teâlâ o takva sahiplerini hakkiyle bilendir.

115.     (Ve) o gibi yalnýz kendi maddî, geçici menfaatlerini düþünmeyi? bütün insanlýk hakkýnda iyiliksever olan zatlar (hayýrdan) ibâdet ve itaatten, insanlýða güzelce hizmet kabilinden (her ne yaparlarsa elbette) Allah katýnda mükafatlarýný göreceklerdir. O güzel hizmetlerinden dolayý (karþýlýksýz býrakýlmayacaklardýr) onun sevabýndan, mükâfatýndan mahrum kalmayacaklardýr. Þüphe yok Allah Teâlâ öyle sâlih kullarýný mükâfat sýz býrakmaz. (Ve Allah Teâlâ o takva sahiplerini hakkiyle bilendir) Hiç bir þey onun ezelî ilminin dýþýnda deðildir. Binaenaleyh onlarý da o güzel amellerinden dolayý mükâfata kavuþturacaktýr. Onlarý sevaptan, ilâhî lütuf I arýn d an mahrum býrakmayacaktýr. Allah Teâlâ, inandýk bilen, çok acýyan, ve merhamet edendir.

§ Yahudîlerden Abdullah ibni Selâm, Salebe ibni Sait, Üseyyid ibni Übeyd gibi bazý zatlar müslüman olunca Yahudî bilginleri demiþler ki: Mu ham m ede -aleyhisselâm-bizden ancak hayýrsýz kimseler imân etmiþlerdir. Eðer öyle olmasaydý babalarýnýn dinini terketmezlerdi. Bunun üzerine bu âyetler nazil olmuþ, asýl hayýrsýzlarýn o inkarcýlar olduðunu, bu müslüman olan zatlarýn ise mü'm in, salih, insanlýða hizmet eden ve mükâfatlara lâyýk olduklarýný göstermiþtir. Bununla beraber Necran halkýndan kýrk, Habeþ eden otuz iki Rom a'd an da üç zat, hýristiyan iken bilahara Ýslâmiyet i kabul etmiþerdi. Medine'i Münevvere'd e de en s ardan bazý zatlar vardý. Peygamber gelmediði ara dönemde de Allah'ýn birliði inancýný taþýmakta ve bildikleri bazý dini hükümlere amel etmektedirler. Hz. Muhammed'in peygamberliðinin ardýndan hemen müslüman olma þerefine eriþmiþlerdi. Bu mübarek âyetler bütün bu gibi zatlarý da kapsamaktadýr.

§ Bu zatlar þu sekiz güzide sýfatý taþýmaktadýrlar: (I) istikamet sahibi bir ümmettirler. Yani, ibâdetle, adaletle vasýflanmýþ bir topluluktur. (2) Geceleri Kuran-ý Kerim okurlar. (3) Secde ile, namaz ile meþguldürler, (4) Allah Teâlâyave âhiret gününe inanmaktadýrlar. (5) Ýyilik ile emrederler. (6) Kötülükten men ederler. (7) Hayýrlý iþlere koþarlar. (8) Sâlihler topluluðundan sayýlýrlar. Ne güzel, ne övülmüþ yüce vasýflar! Ýþte hakikî müslümanlarýn vasýflarý. Artýk bu gibi zatlar, insanlýðýn en hayýrlý üyelerini teþkil etmiþ, ilâhî mükafatlara aday bulunmuþ olmazlar mý?. Elbette olurlar, Ýþte bu kutsî âyetler de bunu müjdeliyor. Bu vasýflardan mahrum olmak ise en büyük felâkettir.

 

 

 

116.        Muhakkak o kimseler ki, kâfir oldular, onlarý ne mallarý ve ne de evlâtlarý Allah Teâlâ'nýn azabýndan kurtaramaz, ve onlar cehennem ehlidirler. Onlar orada ebedî kalacak kimselerdir.

116.     Bu mübarek âyetler de dinden mahrum olanlara hiç bir þeyin fâide vermeyeceðini, onlara dünyevî hareketlerinin âhirette bir menfaat temin edemiyeceðini bildiriyor ve onlarýn kendi nefislerine zulüm ve gadretmiþ olduklarýný þöylece gösteriyor. (Muhakkak o kimseler ki, kâfîr oldular) hak dini kabul etmediler, iki yüzlülük ve çekiþmeden geri durmadýlar (onlarý ne mallarý, ne de evlâtlarý) öyle güvenip durduklarý þeyler, yarýn kýyamet günü (Allah Teâlâ'nýn azabýndan kurtaramaz) onlara fayda saðlayamaz (ve onlar cehennem ehlidirler) onlar cehennem ateþine mâruzdurlar. (Onlar orada) o cehennem ateþinde (ebedî kalacak kimselerdir) oradan asla ayrý I amýyac aklardýr. Küfür ve þirkin cezasý böyle ebedî bir azaptýr. Artýk bunu düþünsünler.

 

 

 

 

117.     Bu dünya hayatýnda infak ettikleri þeyin durumu, bir rüzgârýn durumu gibidir ki, onda kavurucu bir soðukluk vardýr, nefislerine zulmetmiþ olan bir kavmin ekinlerine vurup mahvetmiþtir. Ve Allah Teâlâ onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmederler.

117. Böyle dinsiz kimselerin (bu dünya hayatýnda infak ettikleri) sarfeyledikleri mal ve saire gibi (þeylerin durumu) sýfatý, benzeri (bir rüzgârýn durumu) sýfatý, vaziyeti (gibidir ki, onda) o rüzgârda (kavurucu) þiddetli (bir soðukluk vardýr) o rüzgâr (nefislerine zulmetmiþ olan bir kavmin ekinlerine vurup) onlarý (mahvetmiþtir) o zalimlerin yaþ kuru bütün ekinlerini helak edip gitmiþtir. Bu felâket onlarýn zulümlerinin bir cezasýdýr. (Ve Allah Teâlâ onlara) öyle infak ettikleri þeyi faidesiz kýlmakla hâþâ (zulmetmedi) belki bir adalet ve hikmetin gereði olarak onlarý lâyýk olduklarý cezalara kavuþturdu. (Fakat onlar) dini terk, hayýr diye sarfettikleri mallarýný þerre âlet ettikleri için (kendi nefislerine zulm) ettiler ve zulm (eder) durur (lar). Velhâsýl: Dinsizlere, münafýklara dünyada iken hayýr adýna yaptýklarý 5eyerin uhrevî bir faidesi yoktur. Onlarýn bu hayrý, dünyevî bir maksat içindir, bir gösteri;, bir övünme içindir, bir meth ve övgüye kavuþma arzusuna dayanmaktadýr, bazen da insanlarý Allah yolundan menetmek gayesine yöneliktir yoksa bunlarýn bu hayýrlarý iyi niyete baðlý, Allah'ýn rýzâsýna ulaþmak maksadýna dayalý deðildir. Artýk böyle gayri meþru bir þekilde sarfedilen bir mal, haddizatýnda bir hayýr olamaz. Sahibine uhrevî bir faide temin edemez. Bilâkis onun bu sahadaki mesâisini sonuçsuz býrakýr, kendisi Allah'ýn azabýna ebediyyen mâruz kalmýþ olur. Böyle haince, mukaddesata, ahlâk?, aykýrý bir hareket ise en büyük bir zulümdür. En çirkin bir kötülüktür. Bunun cezasý da ebedî bir azaptýr. Kötülüðün cezasý elbette kötülüktür. Binaenaleyh böyle nefislerine zulmedenler daha dünyada iken, elde fýrsat var iken tevbe ve istiðfar edip kendilerine bu ebedî felâketten kurtarmalýdýrlar. Aksi halde lâyýk olduklarý cezaya mutlak? kavuþacaklardýr.

 

 

 

 

118. Ey imân edenler!. Sizden baþka olanlarý dost edinmeyiniz. Size fenalýk eriþtirmekte asla kusur etmezler. Size meþakkat verecek þeyi temenni ederler. Muhakkak kinleri aðýzlarýndan belli olmaktadýr. Kalplerinin gizlediði þey ise daha büyüktür. Þüphe yok size âyetleri apaçýk beyan ettik, eðer düþünüp anlýyorsanýz!.

118.  Bu âyeti kerime müslümanlara düþmanlarýnýn haince vaziyetlerini açýkça bildiriyor, müslümanlarý tefekküre, akýllýca bir vaziyet almaya davet buyuruyor. Þöyle ki: Ey müslümanlar! (Ey) Allah'a, peygambere (imân edenler!. Sizden baþka olanlarý) münafýklarý ve gayri müslimleri, (dost) sýrdaþ (edinmeyin) Cenâb-ý Hak'ki onun Yüce Peygamberini inkâr edenlere nasýl muhabbet ve itimat edebilirsiniz, bu size münasip olur mu?. O inkarcýlar ki (size fenalýk eriþtirmekte) sizi zararlara sokmak hususunda (asla kusur etmezler) birlikte çalýþýr dururlar. Onlarýn (muhakkak kinleri) size olan düþmanlýklarý (aðýzlarýndan) lâkýrdýlarýndan (belli olmaktadýr.) Sizin aleyhinize söz söyler, gýybette bulunurlar. (Kalplerinin gizlediði) içlerinde olan (þey) buðz ve düþmanlýk (ise) dýþa vurduklarýndan (daha büyüktür) daha düþmancadýr (þüphe yok ki) ey müslümanlar!, (size âyetleri) sizi hayra sevkeden, size mü'minlere muhabbet edip kâfirlerden uzaklaþmanýzý telkin buyuran öðütleri (apaçýk beyan ettik) artýk uyanýn, dost ile düþmaný tanýyýn, din düþmanlarýnýn sözlerine aldanmayýn (eðer düþünen) bu husustaki âyetlerden, alâmetlerden ders alan kimseler (oldunuz ise) artýk o sizden olmayanlara muhabbet ve eðilim göstermeyin iz, onlarýn o haince durumlarýný anlayarak onlardan kaçýnýn.

 

 

 

 

119.    Ýþte siz öyle kimselersiniz ki, onlarý seversiniz, halbuki: Onlar sizi sevmezler. Ve siz kitabýn hepsine inanýrsýnýz ve sizinle karþýlaþtýklarý zaman "Ýmân ettik" derler. Ve kendi kendilerine kaldýklarýnda ise sizin aleyhinizdeki kinden dolayý parmaklarýnýn uçlarýný ýsýrýrlar. De ki: Kininiz ile ölünüz. Þüphe yok ki Allah Teâlâ kalplerde olaný hakkiyle bilicidir.

119. Bu mübarek âyetler de müslümanlarýn dosça hareketlerine raðmen münafýklarýn ne fena bir zihniyette bulunduklarýný göstermektedir, onlarýn dost tutulmaya lâyýk bulunmadýklarýný bildirmektedir. Sabýr ve takva ile vasýflanmýþ müslümanlara onlarýn zarar veremiyeceklerini bildirerek müslümanlarý uyanmaya davet buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ey müslümanlar!. Artýk uyanýnýz! (Ýþte siz öyle kîmselersiniz ki) aranýzda olan neseb veya süt emme yoluyla meydana gelen yakýnlýktan veya vatandaþlýk gibi bir sebepten dolayý (onlarý) o münafýk þahýslarý (seversiniz) onlar ile samimî surette görüþür konuþursunuz. (Halbuki, onlar sizî sevmezler) aranýzda din ayrýlýðýndan dolayý size düþman bulunurlar. (Ve siz kitabýn hepsine inanýrsýnýz) semavî kitaplarýn her birini kabul eder, onlarýn birer ilâhî kitap olduðunu tasdik eylersiniz. Onlar ise sizin kitabýnýz olan Kur'ân'1 Kerim'e inanmazlar. Artýk böyle din düþmanlarýnýzý tanýyýp kendilerine dostlukta, fazla muhabbetle bulunmanýz bir hata eseri deðil midir?. (Ve) o münafýklar (sizinle karþýlaþtýklarý zaman) sizi aldatmak için biz de (Ýmân ettik derler) fakat sizden ayrýldýklarý (ve kendi kendilerine kaldýklarýnda ise) düþmanlýklarýný gösterirler, müslümanlýðýn ortaya çýkmasýna, yücelmesine mâni olmadýklarý için, ey müslümanlar! (Sizin aleyhinizdeki kinden) düþmanlýk ve hasetten dolayý (parmaklarýnýn uçlarýný ýsýrýrlar) öyle þiddetli bir kin, bir öfke gösterirler. Habibim!. O münafýklara (de ki: Kininiz ile ölünüz) sizin bu kin ve öfkeniz, sizin öleceðiniz zamana kadar devam etsin. Siz, kendinizi sevindirecek bir þey görmeyiniz. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ kalplerde olaný hakkiyle bilicidir) o bütün kalbi erdeki gizli þeyleri, bütün ruhsal durumlarý hakkýyla   bilir. Binaenaleyh ey düþmanlar!. Sizin içinizdekileri de, müslümanlar hakkýndaki düþüncelerinizi de tamamen bilir, böyle müslümanlara haber verir, onlarý ikaz lütfün d a bulunur.

 

 

 

 

120. Size bir nîmet isabet adarsa onlarý mahzun adar. Size bir fenalýk dokunursa onunla savinirler. Eð ar s ab radar va koru nursan iz onlarýn hileleri size hiç bir þey ile zarar vermez.

120.  Ey müslümanlar!. Þunu da biliniz ki: (Size bir nîmet) bir zafer, bir güzel muvaffakiyet (isabet eder) nasib olur (sa) bu nasip olan nîmet ve saire (onlarý) o münafýklarý (mahzun eder) buðz ve haset sebebiyle üzülür dururlar. Fakat ey müslümanlar! (Size bir fenalýk dokunursa) bir maðlûbiyet, bir kýtlýk ve pahalýlýk veya aranýzda ihtilâf gibi bir trajedi .ariz olursa (onunla sevinirler) iþte onlarýn müslümanlara karþý bu kadar kinleri, düþmanlýklarý vardýr. Artýk ey müslümanlar!. O gibi düþmanlarý tanýyýp onlardan kaçýnmanýz lâzým deðil midir? Sakýn onlardan korkmayýnýz (eðer) ey müslümanlar!. (Sabreder) bir takým sýkýntýlara katlanýr, fedakârlýktan ayrýlmaz (ve korunur) Allah Teâlâ'dan korkarak onun emirlerine, ve yasaklarýna riayet eder (iseniz, onlarýn hileleri size hiçbir þey ile zarar vermez) siz Allah Teâlâ'nýn lütuf ve keremi ile o gibi düþmanlarýn þerrinden emin olursunuz.

Kur'ân'in bu açýklamalarý, düþmanlarýn hilelerine karþý sabýr ve takva ile yardým istemeyi bizlere öðretmekte ve öyle harekete irþad etmektedir. Böyle harekette bulunanlarý, C en âb-ý Hak himaye buyuracaktýr. Bu hususa dâir ilâhî vadi vardýr. Nitekim es h abý kiramý bu sayede en büyük düþmanlarýnýn þerrinden korumuþ, onlarý muvaffakiyetlere ulaþtýrmýþtýr.

Filozoflar demiþtir ki: Sana haset edene tuzak kurmak istersen nefsinde fazileti arttýr. Yani: Sen tam bir fazilet ile ziyade vasýflanýnca haset eden þahýs bundan üzülür, kýskançlýðý yüzünden mahvolur gider, sen de onun hasedinden kurtulmuþ olursun.

 

Ynt: Al-i Imran Suresi By: hafizvuslat Date: 31 Ekim 2009, 14:34:50




121.  Hani bir vakit erkenden ehlinden ayrýlmýþtým. Müminler için savaþa elveriþli mevziler hazýrlýyordun. Ve Allah Teâlâ ise hakkiyle iþit içidir, hakkiyle bilicidir.

121.     Bu mübarek âyetler, sabýr ve takva ile vasýflanan mü'minlere Cenab'ý Hak'kýn yardým edeceðine, tersine hareket edenlerinde zararlara uðrayacaklarýna dair Uhud vak'asýný bir misal olarak göstermektedir. Þöyle ki: Habibim!. Mü'minlere hatýrlat... (Hani bir vakit) hicretin üçüncü senesi þevval ayýnda (eýlenden) l uslul; vakti (ehlinden) eþin Âiþe radiallahü an han in yanýndan (ayrýlmýþtýn) dýþarý çýkýp cihat tedarikine baþlamýþtýn. (Mü'minler) Ýslâm mücahitleri (için savaþa elveriþli mevziler hazýrlýyordun) harb için ne gibi bir vaziyet alýnmasýný düþünerek es h abý kiramýnla danýþmada bulunuyordun. (Ve Allah Teâlâ ise) sizin ne söylediðinizi (hakkiyle iþit içidir) Ve neler düþündüðünüzü de (hakkiyle bilicidir). Artýk hikmetin icabýna göre hakkýnýzda Allah'ýn iradesi tecelli eder.

 

 

 

 

122.  O vakit ki, sizden iki bölük daðýlmaya yüz tutmuþtu. Halbuki onlarýn koruyucusu Cenab'ý Allah'týr. Ve mü'minler ancak Allah Teâlâ'ya tevekkül etmelidirler..

122. (O vakit ki) sizin savaþa baþlamýþ olduðunuz zaman ki (sizden iki gurup) Hazrec kabilesinden Seleme oðullarý ve Eve kabilesinden Harise oðullarý münafýklarýn sözüne al d an arak (daðýlmaya) harb d en korkarak cihad meydanýný terketmeye (yüz tutmuþtu.) Öyle münafýklarýn sözüne bakmalý mýydý?. Bir takým din düþmanlarýndan korkmalý mý idi?. (Halbuki onlarýn) o iki gurubun, bütün hakikî mü'minlerin muhafýzý yardýmcýsý ve destekçisi (Cenâb-ý Allah'týr.) Artýk onlar neden öyle korkup daðýlmaya yüz tutsunlar. Onlar Allah Teâlâ'ya sýðýnmalý deðil miydi I er?. (Ve mü'min olanlar ancak Allah Teâlâ'ya tevekkül etmelidirler.) Cenâb-ý H ak'ka itimat edip zafer ve muvaffakiyet! ondan niyaz etmeli, düþmanlarýndan korkmamalýdýrlar. Nitekim Hak Teâlâ Hazretleri kendilerini Bedir gazvesinde büyük bir zafer ve muvaffakiyete kavuþturmuþtur. Elverir ki sabýr etsinler, takvadan, tevekkülden ayrýlmasýnlar. § Uhuel gazvesi; Ýslâm tarihinde detaylý bir þekilde beyan olunduðu üzere Mekke'i Mükerreme'de Kureyþ müþrikleri, bazý kabileleri de yanlarýna alarak üç bin askerden oluþan bir ordu ile Mekke'i Mü kerem eden çýkmýþlar, Medine'i Münevvereye doðru harekete baþlamýþlardý. Müslümanlar ile savaþta bulunmak istiyorlardý. Rasüli Ekrem, S al I al I ah ü aleyh i Vesellem Efendimiz, durumdan haberdar olunca ashabý kiramý yanýna toplamýþ, danýþmada bulunmuþtu. En s arý kiramdan birçoklarý: Yaresulullahl. Medine'den çýkmayalým, biz ne zaman dýþarý çýkýp düþman ile karþýlaþtýk ise zarara uðradýk, fakat düþman ne zaman bizi kuþ attýysa o maðlûbiyete uðradý, demiþler. Münafýklarýn reisi olan Abdullah ibni Übeyyibni Selûl dahi bu görüþte bulunmuþtu. Diðer bir kýsým zatlar da Yaresulullah!. Müsaade buyur biz o köpeklere karþý çýkalým, kendilerinden korktuðumuzu sanmasýnlar dediler.

Rasüli Ekrem Hazretleri ise: Ben rüyamda bir takým sýðýrlarýn boðazlandýðýný gördüm, hayýr ile yorum I ad im, ve kýlýcýmda bir gedik açýldýðýný gördüm, onu da bir hezimet ile yorum I ad ý m, ve arkama kuvvetli bir zýrh giydiðimi gördüm, onu da Medine ile yorumda bulundum. Artýk uygun görürseniz Medine'de kalalým, düþmanlara karþý çýkmayalým, diye buyurdu. Fakat Bedir gazvesinde bulunmak þerefine ulaþamayan bir kýsým zatlar da: Yaresulullah!. Bizimle Medine dýþýna teþrif et, cihattan geri kalmayalým, diye ýsrar ettiler. Bunun üzerine Rasüli Ekrem Hazretleri han e'i saadetine gitti, savaþa ait elbisesini, silâhýný giyinip kuþandý, cihat için hazýr bir hale geldi. Vaktaki; o zatlar bu hali gördüler: Kendilerinde bir piþmanlýk yüz gösterdi, biz Resûlüllaha nasýl olur da böyle yol gösterebiliriz, dediler ve Resûlullah'a müracaat ederek: Yaresulullah!. Sen neyi uygun görüyorsan onu yap diye itirazda bulundular. Rasüli Ekrem Hazretleri de buyurdu ki: Bir peygambere lâyýk deðildir ki, harb elbisesini giyindikten sonra düþman ile vuruþmada bulunmadan onu çýkarýversin.

Artýk cuma namazýndan sonra Medinei münevvere'den dýþarý çýkýldý. U h u el daðý civarýnda vaziyet alýndý. Rasüli Ekrem Efendimiz, Abdullah ibni Cübeyri bir takým mücahitlerle beraber oradaki bir vadinin korunmasýyla görevlendirdi, oradan düþmanlarýn baskýn yapmalarý düþünüldüðünden siz buradan ayrýlmayýnýz, þayet düþman gelirse onlarý oklarýnýzla karþýlayýnýz, ta ki bizim arkamýzdan hücum edebilmesinler. Siz buradan asla ayrýlmayýnýz, bizim arkamýza düþmeyiniz. Düþmanlar sizi burada görürlerse geri döner giderler diye buyurdu. Vaktaki Uhud sahasýnda müslümanlar ile düþmanlarý karþý karþýya geldiler, Ýslâm ordusunda bulunan münafýk Abdullah ibni Übey, arkadaþlarýna dedi ki. Mu ham m ed -Aleyhisselâm- düþmanlarýna karþý sizinle zafer elde edecektir. O halde siz müslümanlarýn düþmanlarýný görünce bozguna uðrayýnýz ki, o müslümanlar da size bakar bozguna uðrarlar, savaþ müslümanlarýn aleyhine olmuþ olsun. Gerçekten de iki kuvvet çarpýþmaya baþlayýnca Ýslâm ordusundaki o münafýklar bozguna uðradýlar. Sayýlarý üç yüz kadar idi, geri kalan yedi yüz kadar Ýslâm mücahitler! yine harbe devam edip düþmanlarý olan müþrikleri bozguna uðrattýlar. Fakat Uhud vadisindeki Ýslâm muhafýz kuvveti, düþmanlarýn bu bozgunundan haberdar olunca bulunduklarý mühim mevki býraktýlar, düþmaný takip etmek istediler. O vadide bulunan düþman kuvvetleri bundan istifade ederek Ýslâm ordusunu arkasýndan kuþattýlar, kanlý muharebeler oldu, Hz. Hamza gibi kahraman mücahitler þehit düþtü. Birçok Ýslâm askerleri daðýlýp Resûlullah'ý yalnýz býraktýlar, mübarek yüzü yaralandý, mübarek bir diþi de kýrýldý, yanýnda yalnýz Ebubekir, Ali, Ab bas, T al ha, ve S ad hazretleri gibi birkaç zat sebat edip kalmýþlardý.

Rasüli Ekrem'in þehit edildiði haberi yayýlmýþtý. Fakat en s arý kiramdan bir zat, Rasüli Ekrem'i yaþýyor görüp sevinmiþ, müslümanlara karþý: Ýþte Resûlullah, elhamdülillah yaþýyor diye nida etti, bunun üzerine muhacirinden ve en s ardan olan erler, tekrar Resulûllah'ýn etrafýnda toplandýlar, bundan haberdar olan düþman kuvvetleri de korkarak daðýldýlar, Mekke yolunu tutup gittiler.

Ýþte Kur'ân'ý Kerim bu tarihî hadiseyi müslümanlar için bir uyanma dersi bir manevî terbiye olarak göstermiþ oluyor. Resulûllah'ýn görüþüne aykýrý temennilerin, hareketlerin korkunç neticelerini bildiriyor. Komutanýn emrine muhalefet ederek korumakla emrolunduklarý yerleri terkedenlerin ne elem verici maðlûbiyetlere sebebiyet vereceklerini anlatýyor. Sabýr ve sebattan Allah Teâlâ'ya ve Yüce Peygamberine itaattan ayrýlmayanlarýn da nice muvaffakiyetlere ulaþacaklarýna iþaret buyuruyor.

 

 

 

123. Ve þüphe yok ki, siz kuvvetsiz bir halde iken Allah Teâlâ size Bedirde yardým etti, artýk Allah Teâlâ'dan korkunuz, ta ki þükretmiþ olasýnýz.


123.        Bu mübarek âyetler, sabýr ve sebat gösteren, Allah'a güvenip takva sahibi olan müslümanlarý Cenâb-ý Hak'kýn ne büyük yardýmlara ulaþtýracaðým. Bedir gazvesini bir örnek göstererek beyan etmektedir..

Þöyle ki: Ey müslüman cemaati! Ey Uhud gazvesinde bulunan mücahidler. Sabýr ve sebattan ayrýlmayýnýz, Cenâb-ý Hak'tan korkup daima ona sýðýnýnýz. Sabýr ve sebat gösterip, Hak Teâlâ'dan korkan ve O'na sýðýnan zatlarýn ne kadar ilâhî korumaya mazhar olduklarýný düþünün (ve) özelikle Bedir gazvesinde (þüphe yok ki, siz) ey Ýslâm mücahitleri! (kuvvetsiz) sayýnýz az, silâhýnýz, malýnýz noksan (bir halde iken Allah Teâlâ size Bedirde) oradaki harp meydanýnda (yardým etti) sizi düþmanlarýnýza galip getirdi. (Artýk) bunu düþününüz (Allah Teâlâ'dan korkunuz) onun düþmanlarýyla karþýlaþýnca sebat edip durunuz, onlardan korkarak daðýlmayýnýz. (Tâki) bu sebat ve takvanýz ile Cenâb-ý Hak'ka (þükretmiþ) vazifesini yapmýþ kullar (olasýnýz.) Böyle nîmete karþý þükürde bulunmak, nîmetin devam etmesine ve artmasýna vesile olur. Artýk bu þükran vazifesini güzelce yerine getirmeye çalýþmalýdýr.

 

 

 

 

124.  O vakitte idi ki, sen mü'minlere diyordun ki: Rabbinizin indirmiþ olduðu üç bin melek ile size yardým etmesi size yetmez mi?

124.   Habibim! Hatýrla (o vakitte) o Bedir savaþý anýnda (idi ki sen mü'minlere) beraberinde bulunan eshabý kiramýna kalplerini tatmin ve sebatlarýný temin etmek için (diyordun ki:) Ey mücahitler! Düþmanla karþýlaþtýðýnýz zaman (Rabbinizin) ordugâhýmýza yüce katýndan (indirmiþ olduðu üçbin melek ile size yardým etmesi) düþmanlarýnýza galip gelmek ve onlarýn eziyetlerine tehammül edebilmeniz için (size yetmez mi?) elbette eder.

 

 

 

 

125.  Evet... Sabrederseniz ve sakýnýrsanýz, onlar da ansýzýn üzerinize gelecek olurlarsa Rabbiniz size beþ bin niþanlý melekler ile imdat edecektir.

125. (Evet...) Öyle ruhanî bir imdat manevî bir kuvvet size fazlasýyle yeter. Sizin azlýðýnýza, düþmanýn ise çokluðuna bakýp da zaferden ümidinizi kesmeniz asla doðru olamaz. Bununla beraber (sabrederseniz) cihad meydanýnda sebat gösterir iseniz (ve) galibiyeti Cenâb-ý Haktan bekleyerek ondan (ittikâ ederseniz) ancak ondan korkup sakýnýrsanýz (onlar da) o düþmanlar da o harp saatinde (ansýzýn üzerinize) hücum edip (gelecek olurlarsa Rabbiniz) de (size) Ey Ýslâm mücahitleri! (beþbin niþanlý) alameti! (melekler ile imdat edecektir). Gerçekten de, o mübarek mücahitler sabýr ve sebat etmiþ, Cenâb-ý Hak'ka sýðýnmýþ, yüce melekler de Hz. Cibril'in komutasýnda insan mücahitleri þeklinde zuhur ederek cihadafiilen iþtirak etmiþlerdi.

§ Bedir gazvesi: Bu gazve hicreti nebeviyenin ikinci senesi ramazaný þeref inde vuku bulmuþtu. Rasûli Ekrem'in Ýlk yaptýðý gazve budur. Bu gazvede Ýslâm ordusunun toplamý (içyüz beþ zâttan ibaretti. Bunlarýn altmýþ dördü muhacirini kiramdan idi, geri kalaný daensarý kiramdan bulunuyordu, Ýslâm milletinin Ýlk ordusunu bu yüce zatlar teþkil etmiþtir.

Bu gazve þöyle vuku bulmuþtur: Mekke-i Mükerreme'deki müþrikler, þam'a bir ticaret kafilesi göndermiþlerdi. Bu sayede büyük bir servet elde edip ileride müslümanlara karþý savaþta bulunmak arzusunda idiler. Cenab'ý Hak da bunlarýn bu niyetini Rasûli Ekrem'ine bildirmiþ, bu ticaret kafi I es iyi e Kureyþ güruhundan birine karþý müslümanlarýn   zafer kazanacaklarýný Yüce peygamberine vahiy yoluyla müjdelemiþti. Rasûli Ekrem de bu kafileyi elde etmek için Medine'i Münevvere'd en çýkýp As i re denilen yere kadar gitmiþ ise de kervana tesadüf edemeyip Medine'i Münevvere'ye geri dönmüþtü. Sonra o ticaret kafilesinin Þam'dan geri döndüðünü haber alýnca Medine'i Münevvere'd en çýkýp Revlýâ denilen yere vardý. Bu hareketten haberdar olan bir þahýs Mekke'i Mükerreme'ye varýp: Ey Kureyþ! Ne duruyorsunuz? Þam'dan dönen kervaný müslümanlar elde edecekler diye feryada baþlamýþ, bunun üzerine baþta Ebu Cehil olduðu halde Kureyþ eþrafý Mekke halkýný sefere davet etmiþler, büyük bir kitle halinde Mekke'i Mükerreme'den çýkýp Bedir köyüne gelmiþlerdi. Kervan ise bir saldýrýya uðramaksýzýn Mekke'i Mükerreme'ye dönmüþtü. Fakat o kitle geri dönmemiþ, müslümanlar ile savaþta bulunmak istemiþlerdi. Müslümanlar bundan haberdar oldular, her ne kadar düþmanlarýna nazaran sayýlarý az ise de geri dönmeyi Ýslâm kahramanlýðýna aykýrý gördüler.

Rasûli Ekrem efendimiz, eshabý kiramý ile danýþmada bulundu. Kervanýn peþine düþmek mi istersiniz, yoksa Kureyþ ordusuna gitmeði mi uygun görürsünüz diye sordu, Ýki guruptan birini Cenab'ý Hak bana söz vermiþtir, diye buyurdu. Bazý zatlar savaþ için hazýrlýklý bulunmadýklarý için kervaný takip görüþünü tercih eder oldular. Rasûli Ekrem, bu görüþten hoþlanmadý. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer gibi deðerli s ah ab i I er. Ya resulullah! Biz Allah Teâlâ'nýn emri ne ise ona itaat ederiz ve biz seninle beraberiz, sen vallahi Hicaz arazisinin en sonuna kadar gitsen biz de seninle beraber gideriz, dediler. En s arý kiram da bu görüþe iþtirak etti.

Kýsacasý Ýslâm ordusu Kureyþ müþrikleri ile savaþý göze alarak Bedir köyüne doðru yürüdü. Rasûli Ekrem efendimiz vuku bulacak savaþta düþmanlardan öldürülecek þahýslarýn öldürülecekleri yerleri esbabýna gösterdi, bilahara da öyle vuku buldu, bu bir mucize idi. Nihayet Kureyþ ordusu da gelip Bedir suyunu zaptetmiþ bulundu. Fakat ertesi gün yaðmur yaðdý, esbabý kiram bol bol suya kavuþtular, bu yüzden olan sýkýntýlarý giderildi. Sonra harp meydanýna atýldýlar, düþman kuvvetleri müslümanlarýn kuvvetlerinin üç mislinden ziyade idi, yine korkuyorlardý, savaþ baþladý. Müslümanlar, cihadýn, þ eh ad et in manevî kýymetini takdir ettikleri için korkusuzca, tam bir neþ'e ile cihada atýlmýþlardý. Bu esnada Hz. Ömer'in azatlý kölesi olan "Mehca" þehit düþtü. Rasûli Ekrem efendimiz! "Melýca, þehitlerin efendisi" dir diye buyurdu.

Ýslâm milletinden Ýlk evvel, savaþ meydanýnda yaralanýp þehit olan bu zattýr. Radiyallahü teâlâ anh.

Bu Bedir savaþýnda Hz. Hamza Ali, Hz. Übeyde ibni Haris gibi zatlar düþmanlar ile düelloda bulunup galip gelmiþler büyük kahramanlýklar göstermiþlerdi. Bu esnada Hz. Ebu Bekir'in oðlu Abdurrahman da düþmanlar arasýnda idi, henüz müslüman olmamýþtý. Muhterem pederî Ebubekr'is Sýddýk bununla düelloya çýkmak istediyse de Rasûli Ekrem efendimiz izin vermedi, sen benim gören gözüm, iþiten kulaðým durumundasýn diyerek onu yanýndan ayýrmadý. Bu sýrada Hazrec kabilesinden Haris ibni Süraka adýnda bir genç s ah ab i þehit düþmüþtür. En s arý kiramdan Ýlk þehit olan, bu zattýr. Rasûli Ekrem efendimiz, "Yarab! Banavaad buyurduðun yardýmý ihsan et" diye dua etmiþ ve hafifçe bir uykuya dalmýþ ve hemen tebessüm ederek uyanmýþ, yaný baþýnda bulunan Hz. Ebu Bekir'e hitaben: Müjde Ey Ebu Bekir! Ýþte Cibrili Emîn ile diðer melâike'i kiram imdada geldiler, diye buyurmuþtu. Sonra da zýrhýný giymiþ: (O topluluk yakýnda bozulacak ve onlar arkalarýný dönüp kaçacaklardýr. iKamer, 54/45) âyeti kerimesini okuyarak çadýrýndan

dýþarý çýkmýþtý. Zaten sayýlarý fazla olan düþman ordusuna bazý bedevî araplarýn da katýlacaðý duyulmuþ olmakla bundan bazý Ýslâm mücahitleri endiþeye düþtüler. Bunun üzerine Allah katýndan melekler vasýtasiyle mü s l umanlara yardým olunacaðý müjdesi verildi. Rivayete göre o esnada gayet þiddetli bir rüzgâr çýkýp göz gözü görmez olmuþtu. Bu hal ise Hz. Cibril ile diðer meleklerin harp meydanýna gelmelerine bir niþane imiþ. O melekler kýr atlara binmiþ, beyaz ve sarý sarýklý insanlar suretinde görünmüþler ve bu Bedir harbine fiilen iþtirak etmiþlerdir. Bu Bedir gazvesinde m üs I (im an I ara evvelâ hin, sonra iki bin, daha sonra da iki bin melek imdada gelmiþlerdir ki, toplamý, âyeti kerimede görüldüðü þekilde be; bindir. Bu sava; esnasýnda Rasüli Ekrem efendimiz mübarek avucuna t aþlar alýp "Þehat il vücüh = yüzleri kapkara olsun" diye o taþlarý düþmanlarýn üzerine atmýþ, bunlar müþriklerin gözlerine, burun deliklerine dokunarak onlarý serseme döndürmüþtü. Buda peygambere ait bir mucize idi. Artýk düþman ordusu þaþkýn bir hale gelmiþdi ki, Ýslâm ordusu olarýn üzerine hücum etti, özellikle Hz. Hamza ile Hz. Ali hücum ederek düþman saflarýný yarýyorlardý. Bu sýrada Ebu Cehil öldürüldü, neticede düþman ordusu bozuldu, gitti, Ýslâm ordusu da büyük bir zafere kavuþtu.

Müslüman ordusundan on dört zat þehit düþmüþtü ki, bunlarýn altýsý muhacirin! kiramdan, altýsý da Hazrec kabilesinden ikisi de Eve kabilesinden idi. Radiyallahü Teâlâ anhüm. Müþriklerin ölüleri de yetmiþ kiþi idi. Bunlarýn yirmi dördü Kureyþ'in eþrafýndan idiler. Müþriklerden yetmiþ kiþi de esir edilmiþti. Peygamberimizin amcasý Ab bas i i) o i Abdilmuttalip ile amcazadesi Ukeyl ibni Übey de bu esirler arasýnda idiler. Bu iki zat da, bilahara müslüman olma þerefine nail olmuþlardýr.

Rasüli Ekrem efendimiz, düþmanlarýnýn bu yenilgisinden sonra bir gece Bedir'd e kalmýþ, sonra mübarek ordusu ile beraber Medine'i Münevvere'ye dönmüþtü. Bedir'e gidiþ ve dönüþü on dokuz gün devam etmiþtir. Medine'i Münevvereye getirilen esirleri. Yüce Peygamberimiz, eshabý kiramýna daðýtmýþ, bunlara güzelce bakýnýz diye emretmiþ, onlar da güzelce bakmýþlardýr. Bilahara bu esirler birer bedel karþýlýðýnda hürriyetlerine kavuþturulmuþlardýr. Bedel vermeðe kudreti olmayanlar da en s arý kiramýn çocuklarýna bir müddet yazý öðretip ondan sonra serbest olmak üzere Medine'i Münevverede alýkonulmuþlardý.

Kýsacasý: Eshabý kiram, sabýr ve sebatlarýnýn, takva ile, Rasüli Ekrem'in emirlerine itaat ile vasýflanmalarýnýn bir mükâfatý olmak üzere böyle þanlý bir zaferi elde etmiþlerdi.

 

 

 

 

126. Ve Allah Teâlâ bunu ancak size bir müjde olmak ve bununla kalpleriniz mutmain bulunmak için kýlmýþtýr. Yoksa zafer, ancak aziz hakîm olan Allah Teâlâ katýndandýr.

126.      Bu mübarek âyetler, zafer ve galibiyet elde etmenin, esasen maddî sebepler sayesinde deðil, ancak Allah Teâlâ'nýn dilemesi ve yardýmýyla olacaðýný bildirmektedir, adete göre i c ab eden maddî sebeplere sarýlmakla beraber ancak Cenab'ý H ak'ka itimat ve iltica edilmesi lüzumuna iþaret eylemektedir. Þöyle ki: (Ve Allah Teâlâ bunu) bu melekler vasýtasiyle imdadý (ancak size) Ey müslümanlar! (bir müjde) galibiyeti elde edeceðinize dair bir müjde (olmak) için yapmýþtýr (ve) bir de (bununla) bu imdat sebebiyle (kalbleriniz mutmain) sükûnete ermiþ (bulunmak için kýlmýþtýr) tâki, kendi sayýnýzýn azlýðýndan, düþman sayýsýnýn da çokluðundan dolayý kalben müteessir olmayasýnýz. (Yoksa zafer) sayýnýn, vâsýtalarýn çokluðundan deðildir. (Ancak azîz) asla aciz, maðlûp olmayan ve (hakim olan) hikmet ve faydadan dolayý dilediðini galip ve dilediðini maðlûp eden (Allah Teâlâ katýndandýr.) Binaenaleyh meleklerin Ýslâm ordusuna imdada koþmalarý da sadece müslümanlara bir müjde içindir. Câri olan adete göre onlarýn kalplerini teskin, etmek ve rahatlatmak içindir, müslümanlarýn ne muhteþem bir orduya sahip olduklarýný düþmanlarýna göstermek, o düþmanlarýn kalplerine dehþet vermek içindir. Daha bir nice hikmetlere dayanmaktadýr. Yoksa Hak Teâlâ Hazretleri dilerse bir melek ile de, hiç melek bulunmaksýzýn da herhangi bir kuvveti, herhangi bir kavmi mahv ve periþan edebilir. Buna inanmaktayýz!..

 

 

 

 

 

127.  Tâki, o küfredenlerden bir kýsmýný kessin, veya onlarý maðlûp etsin de bozguna uðramýþ olduklarý halde geri dönüp gitsinler.

127. Bir de Ey müslümanlar! Cenab'ý Hak, size bu zaferi ihsan edecek (tâki o küfredenlerin bir kýsmýný) bir gurubunu (kessin) onlarý harp meydanýnda parçalasýn, helak etsin, kýsmen esarete düþürsün (veya onlarý maðlûp) hezimetle, korku ve dehþette zillete mâruz (etsin de bozguna uðramýþ,) umduklarýna kavuþmaktan mahrum (olduklarý halde geri dönüp güsinler) yurtlarýna Öyle maðlûp ve ümitsiz bir halde dönsünler. Yâni: Onlar kýsmen öl dürtsün, esarete mâruz olsunlar, kýsmen de zelilce bir halde geri dönebilsinler.     Böyle: (ve = veya) tabirleri bu gibi yerlerde terdit bir fikri (Ýki ihtimalle anlatmak) için deðil tenvî (çeþitlendirmek) içindir. Yani: Düþmanlarýn felâketleri böyle muhtelif surette vuku bulacaktýr. Nitekim öyle de vuku bulmuþtur

 

 

 

 

128. Bu iþte senin için yapacak birþey yoktur, ya onlarýn tevbelerini kabul etsin veya onlara azap etsin, çünkü onlar zalim kimselerdir.


128.    Bu mübarek âyetler, Rasüli Ekrem'in selâhiyet derecesine, inkarcýlarýn davranýþlarýndan onun sorumlu olmadýðýna iþaret etmekte ve bütün insanlýðýn kaderinin ilâhî iradeye baðlý olduðunu göstermektedir. Þöyle ki: Ey Mu ham m ed -Aleyhisselâm-sen düþmanlarýn hareketlerinden dolayý üzülme, onlarýn hakkýnda bedduada bulunma, onlarýn haklarýnda hikmetin gereði ne ise o tecelli edecektir. Bu hususta (senin için emirden) onlarýn hakkýnda takdir edilmiþ olan þeylerden (birþey yoktur) bütün iþler, bütün meydana gelecek þeyler Allah Teâlâya aittir. Sen sabret, sen onlarý uyarmak için, onlar ile mücadele için gönderilmiþ bir peygambersin, onlarýn hallerinden sen mes'ul deðilsin. Allah Teâlâ: Seni onlarla cihad etmekle görevlendiriyor ki: Onlarýn bir kýsmýný parçalayýp atsýn veya maðlüb etsin ve (ya onlarýn tevbelerini kabul etsin) tevbeye muvaffak kýlarak, Ýslâmiyet I e þereflendirerek af buyursun (veya onlarý) küfür içinde öldürerek (azap etsin) onlar böyle bir âkibete lâyýktýrlar. (Çünkü onlar) öyle küfürlerinde Ýsrar edenler (zalim kimselerdir) azabý hak etmiþlerdir.

 

 

 

 

129.  Ve göklerde ne varsa yerde ne varsa hepsi Allah'ýndýr. Dilediðini baðýþlar ve dilediðine azap eder, ve Allah Teâlâ cok baðýþlayýcýdýr, çok merhametlidir.

129.          Kullarý hakkýndaki bütün tasarruflar Cenâb-ý Hak'ka aittir. (Ve göklerde ne varsa ve yerde) bütün kâinatta sahasýnda (ne varsa) yaratma, mülkiyet, emir ve irade hussunda (hepsi Allah'ýndýr) baþka bir kimsenin deðildir. Binaenaleyh kullarýndan (dilediðini baðýþlar) onu Ýslâmiyet e nail buyurup günahlarýný affeder ve örter (Ve dilediðine) de iþlemiþ olduðu günahlardan dolayý (azap eder) Artýk ey yüce peygamber! Sen sabret, onlarýn aleyhinde bedduada bulunma, bu hususta en doðru olan budur. (Ve Allah Teâlâ cok baðýþlayýcýdýr) dostlarýnýn günahlarýný affeder ve örter ve (rahimdir) bütün kullarý hakkýnda merhameti galiptir. Onlarýn aleyhinde beddua etmeye giriþil m em elidir.

§ Uhud gazvesinde Rasüli Ekrem efendimizin mübarek baþý yaralanmýþ Rebaiye denilen dört mübarek diþi kýrýlmýþ, mübarek yüzünden kanlar akmýþtý. Bunun üzerine düþmanlarýna bedduada bulunmuþ, peygamberlerine karþý böyle bir harekette bulunan bir topluluk nasýl kurtulabilir diye buyurmuþtu. Bunun üzerine bu âyetlerin nazil olduðu rivayet olunmaktadýr. Diðer bir rivayete göre de Rasüli Ekrem hazretleri hicretin dördüncü senesi Mekke'i Mükerreme ile "Esfan" denilen bir yer arasýnda bulunup "Biri meune" adýndaki bir belde ahalisine Kur'ân'ý Kerim'i ve dinî hükümleri öðretmek için ashabý kiramdan yetmiþ zatý göndermiþti. Orada bulunan Amir ibni Tüfeyl ile arkadaþlarý bu mübarek zatlarý þehit etmiþler. Bundan haberdar olan Yüce Peygamber efendimiz cok müteessir olmuþ, bir ay kadar bütün namazlarýnda o katil þahýslar aleyhinde lanette ve bedduada bulunmuþ, bunun üzerine bu âyetler nazil olmuþtur. Gerçekten de bir nice inkarcýlar, fasý ki ar, katiller bilahara tevbe ederek ve af dileyerek müslüman  olmuþlar, Ýslâmiyet e güzel güzel hizmetlerde bulunmuþlar ve Allah'ýn affýna nail olmuþlardýr. Binaenaleyh kâfir olarak ölüp gittikleri bilinmeyen düþmanlar aleyhinde beddua etmekten ise onlarýn hallerini düzeltmeleri için duada bulunmak Ýslâm'ýn merhameti gereðidir. Nitekim bir hadiste de  = Yerdeki I ere merhamet edin ki, gökteki I er de size merhamet etsinler" buyuru I m aktadýr.

 

 

 

 

130.  Ey imân edenler!. Faizi kat kat arttýrýlmýþ olarak yemeyiniz. Ve Allah Teâlâ d an korkunuz ki, kurtuluþa erdirilmiþ olabilesiniz.

130.      Bu mübarek âyetler de düþmanlarýna karþý cihat ile emredilmiþ olan m üs I (im an I ara nef isleriyle de cihadda bulunarak ribâ gibi haram olan þeylerden kendilerini korumalarýný hatýrlatmakta, onlara selamet ve kurtuluþa vesile olan hareket farzýný göstermektedir. Þöyle ki: (Ey imân edenler) ey Cenâb-ý Hak'kýn varlýðýna, birliðine Ýman ve bütün emirlerine, yasaklarýna boyun eðmenin lüzumuna inanmýþ olan müslümanlar! (Ribayý) faizi (kat kat attýrýlmýþ olarak) alýp (yemeyiniz) cahiliyet devrine ait, öyle insafsýzca bir muamelede asla bulunmayýnýz. (Ve Allah Teâlâ'dan korkunuz) onun bütün emirlerine, yasaklarýna riayet ederek faiz gibi yasaklarý iþlemeyiniz. (Ki, siz) ey müslümanlar!. (Felaha) aslý selâmet ve saadete Allah tarafýndan (erdirilmiþ olabilesiniz) öyle bir saadete lâyýk olmak ve kavuþturmak için Cenab'ý Hak'tan korkmak, onun dinî hükümlerine muhalefet etmemek lâzýmdýr.

§ Bu âyeti kerime, cahil iye zamanýnda faiz usulünü bildirmektedir. Þöyle ki: O zaman bir þahýs, diðer bir þahýsa meselâ bir miktar faiz ile ve bir sene müddetle yüz lira ödüne verirdi. Müddeti biter de bu borç verilemezse borç verenin talebi üzerine borçlu, bu borcun miktarýný meselâ ikiyüz liraya yükseltmekle bir sene daha üzerinde bulundururdu. Böyle seneler geçtikçe bu miktar artýrýlýrdý. Ýþte bu âyeti kerime ile bu cahil iye âdeti çirkin görülerek müslümanlar böyle bir muameleden men edilmiþlerdir. Yoksa böyle bir vakâyi ifade eden bu âyeti kerime kat kat olmayan bir faizin caiz olduðu mânasýný taþýmaz. Belki böyle bir cahil iye muamelesinin pek insafsýzca olduðuna iþaret etmektedir. Yoksa faiz, az olsun çok olsun mutlak olarak haramdýr.

Meselâ: Elindeki bir silâh ile ona buna saldýrýp duran bir þahsa hitaben sen böyle bir silâh ile ona buna saldýrýp durma denilse, o þahsa silâhsýz olarak saldýrmaða müsaade edilmiþ olmaz. Belki bu hareketinin fenalýðýna iþaret edilerek mutlak olarak o, bu tecavüzden men edilmiþ olur. Maamafili bu âyeti kerime, Mekke'i Mükerreme'de nazil olmuþtur. Sonra Medine'i Münevverede de faiz hakkýnda birçok âyet nazil olmuþ, mutlak olarak faizin haram olduðu, borçludan yalnýz ana paranýn alýnmasý lâzým geleceði beyan olunmuþtur. Bakara sûre-indeki faiz âyetlerinin tefsirine bakýnýz.

 

 

 

 

131.  Ve o ateþten korkunuz ki, kâfirler için hazýrlanmýþtýr.

131.  (Ve) Ey müslümanlar! (O ateþten) o cehennem azabýndan (korkunuz ki) o ebedî ateþ, asýl (kâfirler için hazýrlanmýþtýr) þu anda mevcuttur. Artýk o kâfirlere uymaktan kaçýnýnýz, onlarýn fiil ve hareketlerini körü körüne taklitten sakýnýnýz ki, onlar gibi Allah'ýn azabýný hak etmiþ olmayasýnýz.

Rivayete göre Uhud harbinde müþrikler faiz yoluyla elde etmiþ olduklarý mallarýný sarf etmiþlerdi. Müslümanlardan bazý zatlar da böyle bir yolla fazla servet kazanarak o düþmanlarýndan intikam almak eðiliminde bulunur gibi olmuþlar. Bunun üzerine bu faiz hakkýndaki âyeti kerime nazil olmuþ, müslümanlarýn düþmanlarýndan deðil, Allah Teâlâ'dan korkmalarý tenbih edilmiþtir. Gerçekten de öyle insafsýzca bir þekilde elde edilen bir servetin manevî zararlarý, maddî fai d el erin d en kat kat fazladýr. Artýk Cenâb-ý Hak'tan korkarak meþru olmayan vasýtalara müracaat edilmemelidir.

 

 

 

 

132.  Ve Allah Teâlâ'ya ve Peygambere itaat ediniz ki, rahmete erdirilesiniz.

132.   (Ve) Ey müslümanlar!. (Allah Teâlâ'ya ve Peygambere itaat ediniz) onlarýn bütün emirlerine, yasaklarýna ve bilhassa faiz hakkýndaki hükümlerine hakkiyle uymaya çalýþýnýz, muhalef etten kaçýnýnýz, (ki) Allah tarafýndan (rahmete) kurtuluþa, düþmanlarýnýz üzerine galibiyete (erdirilesiniz) sizin için bundan baþka selâmet ve saadet vesilesi yoktur. Ne güzel bir teþvik, ne yüce bir ilâhî vaad! Ne mutlu güzel amellerde bulunarak Allah'ýn bu vadine kavuþanlara...

 

 

 

 

133.  Ve calibinizden bir maðfirete ve eni gökler ile yer geniþliðinde olan bir cennete koþunuz ki, takva sahipleri için hazýrlanmýþtýr.


133.  Bu m ilh arak âyetler de m il s I il m an I arý baðý; ve saadete vesile olan bir yola teþvik etmekte, takva sahiplerinin üstün vasýflarýný bildirerek onlarýn kavuþacaklarý ebedî nimetleri göstermektedir. Þöyle ki: Ey mü'minler! Üzerinize düþen kulluk vazifelerinizi yerine getirmeye çalýþýnýz, (ve) insanlýk hali vuku bulan kusurlarýnýzdan dolayý (calibinizden bir baðýþ) dileyiniz, ilâhî affý temenni etmeye koþunuz. Ve ilâhî maðfirete ulaþmanýza vesile olacak olan vazifeleri, farizeleri yerine getirmeye gayret eyleyin iz. Ne kadar sâlih amellerde bulunsanýz bile onlara al d an m ayýn iz. Kul kusurdan uzak olamýyacaðý için daima tevbe ve istiðfar edici olunuz ve Allah'ýn lütfuna kavuþma temennisinde bulunarak (eni gökler ile yer geniþliðinde olan bir cennete koþunuz) öyle muazzam, semalardan, yerlerden daha çok geniþ olan bir ebediyet ve saadet âlemine gidebilmek için ibâdet ve itaate, iyilik ve takvaya devam ediniz (ki) o cennet (m (itteki I er) ibâdet ve itaatte bulunup günahlarý t erkeden I er (için hazýrlanmýþtýr) binaenaleyh siz de takva sahipleri gurubuna dahil olunuz ki, öyle büyük bir mükâfata kavuþasýnýz.

§ Bu âyeti kerime de ve benzerlerinde olan " ^-Lf-ý = (hazýrlandý)" kelimesi gösteriyor ki, cennet de cehennem de bu anda mevcuttur: Taratýlmýþtýr. Yüce Yaratýcýnýn sonsuz olarak yarattýðý eserleri vardýr. Cennetler ile cehennemler de bunlardan birer âlemdir.

5 Bu âyeti kerime de Cennetlerin çok geniþ olduðuna iþaret olunmuþtur. Bir Cennetin eni semalar ile yerküresine eþit olunca artýk onun uzunluðu ne kadar fazladýr, .artýk düþünmeli!. Evet... Allah'ýn Kudretini ve onun eserlerinin büyüklüðünü düþünüp tasdik edenler, o muazzam kudret ile öyle tasavvurlarýn üstünde geniþ âlemlerin meydana gelmiþ olduðunu kabulde asla tereddüt edemez.

Cennetler yedi kat semalarýn üstünde, Allah'ýn arþýnýn altýnda bulunmaktadýr. Cehennemler de yedi kat yerlerin altýndaki sonsuz boþlukta bulunmaktadýr. Vaktiyle Yahudîlerden bazýlarý Hz. Ömer'den sormuþlar ki: Cennetin eni o kadar geniþ olunca Cehennem nerede bulunacak?. Hz. Ömer de: Gece geldiði zaman gündüz nerede bulunur ve gündüz olunca gece nereye gitmiþ olur? Diye cevap vermiþ, onlar da: Evet Tevrat'ta da bunun bir misli vardýr, diye itirafta bulunmuþlardýr. Böyle bir sual, Hirakl tarafýndan vuku bulmuþ; Rasüli Ekrem efendimizin de böyle cevap vermiþ olduðu da rivayet olunmuþtur.

Evet... Güneþ batýnca kendisini göstereceði bir sahadan mahrum mu kalýyor? Ve doðunca da yeniden meydana geliyor da kendisi için evvelce bir boþluk bulunmamýþ mý oluyor? Nasýl ki, güneþ için doðacak ve batacak sonsuz boþluklar bulunuyor, güneþ gâh yukarda görülüyor, gâh aþaðýya girer gibi gözden kayboluyor, bu suretle vakit vakit yer küresinin üstünde ve altýnda bulunup duruyor, iþte güneþin bu durumlarý cennetler ile cehennemlerin durumlarý için bir örnek teþkil etmiþ oluyor. Bunun gibi cennetler de semalarýn üstünde, cehennemler de yer küresinin altýndaki boþluklarda bulunuyor. Bunu kim uzak görebilir?

Bugün fen'nin ulaþtýðý nokta da fezalarýn sonsuz olduðunu göstermektedir. Güneþin ýþýðý bizim küremize sekiz on dakika içinde geldiði halde uzayda öyle yýldýzlar var ki, ýþýklarý bizlere binlerce sene içinde ancak gelip kavuþabiliyor. Artýk uzayýn geniþliðini kâinatýn büyüklüðünü düþünerek Yüce Yaratýcýmýz için kulluk secdesine kapanmalýyýz.

 

 

 

 

 

134.  Öyle takva sahipleri ki, bollukta da darlýkda da infakta bulunurlar. Ve öfkeyi yutan ve insanlarýn kusurlarýný affeden kimselerdir. Allah Teâlâ'da ihsan edenleri sever.

134. (Öyle) kendileri için cennetler hazýrlanmýþ olan (takva sahipleri ki) onlar (bollukta da) servet ve zenginliðe sahip olduklarý zaman da (darlýkta da) ihtiyaçlý bulunduklarý zamanda da Allah Teâlâ'nýn rýzâsý için fakirlere, mücahitlere (infakta bulunurlar.) Çok olsun, az olsun ellerinden gelen yardýmý cihad uðrunda sarf etmekten geri durmazlar. Ve   onlar öyle faiz yoluyla, garý meþru vasýtalar ile servet elde edip de onu gayri meþru þekilde sarfetmek günahýný istemezler. (Ve) onlar, o takva sahibi zatlar, (öfkeyi yutan) hiddetlerine, gazaplarýna maðlûp olmayýp bunlarý hazineden ve (insanlarýn kusurlarýný affeden) cezayý hak etmiþ müstehýk olanlar hakkýnda ceza tatbikini t erkeden þerefli ve affedici (kimselerdir) ne güzel ahlâk!. Ne büyük lûtf ve ihsan. (Allah Teâlâ da ihsan edenleri sever) Artýk þüphe yok ki, o gibi ihsan edici kullarýný da sever, onlarý cennetlerine kavuþturur.

135. Ve öyle zatlar ki, bir büyük günah yaptýklarý veya nefislerine zulmettikleri zaman Allah Teâlâ'yý zikrederler, hemen günahlarý için istiðfarda bulunurlar. Ve kimdir Allah Teâlâ'd an baþka günahlarý baðýþlayan? Ve onlar yaptýklarýnda bile bile Ýsrar etmezler.

135.   (Ve) öyle cennete ulaþacak (zatlar ki) insanlýk hali zina gibi (büyük) fahiþ (bir günah yaptýklarý veya) nâmahreme þehvetle bakmak gibi (nefislerine zulmettikleri zaman) bu yaptýklarýndan piþman olarak (Allah Teâlâ'yý zikrederler) Cenâb-ý Hak'kýn tehdini, azabýný veya yüce hakkýný düþünürler ve (hemen günahlarý için istiðfarda bulunurlar.) C en âb-ý Hak'kýn af ve merhametine sýðýnýrlar. Zaten bundan baþka ne çare bulunabilir (Ve kimdir Allah Teâlâ d an baþka günahlarý baðýþlayan?) öyleyse ondan baþka kime sýðýnýl ab i I i r? (Ve onlar yaptýklarýnda) o çirkin, zalimce hareketlerinde (bile bile Ýsrar etmezler) belki öyle istiðfarda bulunarak Allah'ýn affýna kavuþmak isterler. Onlar o yaptýklarý kötülüklerinin çirkinliðini, gayrimeþru olduðunu bildikleri halde onlara devam edip durmazlar.

 

 

 

 

136.  Ýþte onlarýn mükâfatlarý baðýþlanmadýr. Ve altlarýndan ýrmaklar akar cennetlerdir. Onlar orada ebedî kalýcýlardýr. Ve ne güzeldir böyle amel edenlerin mükâfatý!.

136. (Ýþte onlarýn) o iki zümrenin yâni: Ýnfakta, afv ve ikramda bulunan ve Cenab'ý Hak'ki zikrederek tevbe ve istiðfar eden zatlarýn (mükâfatlarý baðýþlanmadýr) onlar hakkýnda ilâhî maðfiretin tecelli etmesidir. (Ve altlarýndan ýrmaklar akan cennetlerdir) o cennet bahçelerinde nice büyük nimetlere kavuþmaktýr. Bununla beraber (onlar orada) o cennetlerde (ebedî) bir halde (kalýcýlardýr) oradan bir daha çýkarýlmayacaklardýr. Artýk düþünmeli, bu ne büyük nimet!. (Ve ne güzeldir böyle amel edenlerin) üzerlerine düþen dinî ve dünyevî vazifeleri güzelce yerine getirenlerin þu ilâhî maðfirete ve cennetlere kavuþmaktan ibaret olan (mükâfatý) Cenâb-ý Hak cümlemize böyle bir mükâfat ihsan buyursun âmin!.

Bir hadisi þerifte beyan olunduðu üzere günahtan tevbe eden, hiç günah iþlememiþ kimse gibidi kötülüðünü düþünerek derhal tevbe ve istiðfarda bulunsunlar.

Binaenaleyh insanlar günahlardan uzak olamazlar, elverir ki, bunun

§ Bu mübarek âyetler de cennetin sakýnanlar, günahlarýnda ýsrar etmeyip tevbe ve istiðfar edenler için hazýrlanmýþ olduðu bildiriliyor. Yâni: Buraya asýl lâik olanlar onlardýr. Yoksa bundan dolayý cennete, günahlarýndan tevbe etmeksizin ölen müslümanlarýn giremiyeceði lâzým gelmez. Nitekim cehennemin kâfirler için ortaya konulmuþ olmasý da cehenneme hiçbir müminin girmeyeceðini gerektirmez. Belki cehennem, asýl kâfirler için ebedî bir azap yurdudur. Günahkâr mü'minlerin cehenneme girecekleri ise geçici bir zaman içindir, sonra yine oradan kurtulup cennete gireceklerdir. Mutezile âlimlerine göre ise mü'minler, takva sahiplerinden, tövbekarlardan ve günahlarýnda ölünceye kadar ýsrar edenlerden ibaret olmak üzere üç tabakaya ayrýlýr. Bunlardan cennete, takva sahibi ve tövbekar olanlarýn oluþturduklarý t ab akadaki I er gireceklerdir. Günahlarýnda ýsrar edere|. vefat eden tabaka ehli ise cennete asla giremiyeceklerdir. Bu yanlýþ bir görüþtür. Ehli sünnete göre her müslüman, imân ile ölünce cennete girecekdir.       Ancak tövbe etmeksizin günahkâr olarak ölen müslümanlar, Allah'ýn dileðine tabidirler. Cenâb-ý Hak bunlardan dilediðini affeder ve dilediðine bir müddet

cehennemde        azap eder, sonra yine cennete koyar Allah, kendisine ortak koþulmasýný asla baðýþlamaz; bundan baþkasý dilediði    kimse için baðýþlar. (Nisa, 4/48) = âyeti kerimesi de bunu göstermektedir. Þu kadar var ki, hangi þahsýn Allah'ýn affýna uðrayacaðý kestirilemez. Binaenaleyh insan daima ilâhî azaptan korkmalýdýr, Cenâb-ý Haktan utanmalýdýr, nîmete karþý nankörlük edip günah yoluna gitmemelidir. Cehennem azabýnýn bir günlüðü bile en müthiþ azaplardan, cezalardan sonsuz derecede fazladýr. Artýk her mü'm in bunlarý düþünmeli, kendisinden sâdýr olan günahlardan dolayý bir an evvel tevbe ve istiðfar etmelidir. Ýþte asýl ihtiyat ve kurtuluþ yolu bundan ibarettir.

 

 

 

 

137. Muhakkak sizden evvel birçok olaylar gelip geçmiþtir. Artýk yerde dolaþýnýz da bakýnýz ki, yalanlayanlarýn âkibetleri nasýl olmuþtur.

137.   Bu mübarek âyetler de m üs I umanlarý gayrete getirmektedir, Ýslâmiyet üzere sebatkâr bulundukça nice yüksek baþarýlara ulaþacaklarýný müjdelemektedir. Ve Uhud gazvesinde bazý zatlarýn þehit veya yaralý düþtüklerinden dolayý gevþekliðe, hüzün ve kedere düþmelerini tavsiye buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ey Mu ham m ed Ümmeti! (Muhakkak sizden evvel) insanlýk âleminde (birçok) tarihî, feci (olaylar gelip geçmiþtir) din düþmanlarý olan nice kavimler bir müddet ihmal edilmiþler ise de sonra yakalanýp lâyýk olduklarý azaplara kavuþturulmuþlardýr. Ýþte Uhud gazvesinde Ýslâm düþmanlarýnýn bir galibiyet göstermeleri de geçici olmuþtur, onlar da bir felâkete uðrayacaklardýr. (Artýk) Ey m üs l umanlar! (Terde) yer yüzünde, çeþitli ülkelerde (dolaþýnýz da bakýnýz ki) Peygamberleri, ilâhî hükümleri (yalanlayanlarýn) hak dine karþý isyan edenlerin (âkibetleri) son günleri (nasýl olmuþtur) onlar ne acý felâketlere, maðlûbiyetlere uðramýþlardýr. Binaenaleyh o gibi din düþmanlarýna bir vakte kadar hikmet gereði mühlet verilse de onlar nihayet lâyýk olduklarý acý âkibetlere kavuþacaklardýr. Artýk ey müslümanlar!. Siz ümitsizliðe düþmeyiniz, dayanýklýyý elden býrakmayýnýz.

 

 

 

 

138.  Ýþte bu insanlar için bir açýklamadýr, ve takva sahipleri için de bir hidayettir, bir öðüttür.

138.   (Ýþte bu) Kur'ân'ý Kerim'in geçmiþ olaylara ait âyetleri bütün (insanlar için) insanlýk âlemi için (bir açýklamadýr) evvelce gelip geçmiþ inkarcý kavimlerin nasýl helake uðradýklarýna iþaret eden bir ifadedir. (Ve) bilhassa (takva sahipleri) HakTeâlâ'dan korkan mütefekkir zatlar'için de) basiretlerinin artmasýna vesile olan 'bir hidayettir) bir saadet rehberidir ve (bir öðüttür) bir hikmetli öðüttür.

 

 

 

 

139.  Ve gevþeklik göstermeyiniz ve üzüntüye kapýlmayýnýz ve siz mü'minler iseniz çok yükselmiþ olanlar ancak sizlersiniz...


139.   Artýk ey ehli imân!. Kur'ân-ý Kerim'in açýklamalarýna dikkat ediniz, geçmiþ ümmetlerin tarihî hayatýný düþününüz, Uhud gazvesindeki bazý hadiseleri düþünüp ümitsizliðe düþmeyiniz (ve) düþmanlarýnýzla savaþ hususunda (gevþeklik göstermeyiniz ve) size isabet etmiþ olan bazý elem verici olaylardan dolayý (üzüntüye kapýlmayýnýz ve siz mü'minler iseniz) siz kuvvetli bir imâna sahip iseniz veya Cenab'ý Hak'kýn size zafer ve galibiyet ihsan edeceðine dair ilâhî vadisini tasdik etmiþ iseniz þüphe yok ki (çok yükselmiþ olanlar) Allah katýnda yüce mertebelere ulaþanlar (ancak sizlersiniz) çünkü siz hak üzere bulunmaktasýnýz, savaþýnýz Allah içindir. Allah'ýn dinini yaymak ve yüceltmek içindir. Düþmanlarýnýz ise bâtýla hizmet etmektedirler. Onlarýn savaþlarý þeytan içindir. Ey müslümanlar sizden þehit olanlarýn makamlarý cennettir, düþmanlarýnýzýn gidecekleri yerler ise mutlaka cehennemdir. Artýk Ey müslümanlar!. Bu yüksek mertebenizi düþününüz, ona göre din uðrunda fedakârlýktan geri durmayýnýz. Akibet sizin içindir. Nitekim bu ilâhî müjde, asrý saadette ve daha sonra gerçekleþmiþ, asýrlardan beri hakimiyetten mahrum periþan bir halde yaþayan bir insanlýk kitlesi Islâmiyeti kabul eder etmez doðuda ve batýda hakimiyeti elde etmiþlerdir. Bu akibeti vaktiyle müjdelemiþ olan Kurân-ý Kerim'in ebedî bir mucize olduðu bu suretle de ortaya çýkmýþtýr. Binaenaleyh müslümanlar, asla ümitsizliðe düþmemelidirler. Ýslâm dininin yüksek emirlerine hakkýyla uyduklarý takdirde birçok nimetlere, ve zaferlere kavuþacaklardýr.

 

 

 

 

140.      Eðer size bir yere dokunmuþ ise þübhesiz o kavme de onun benzeri bir yara dokunmuþtur. Ve o günleri biz insanlar arasýnda döndürürüz. Ve Allah Teâlâ'nýn imân edenleri bilmesi ve sizden þahitler edinmesi içindir. Ve Allah Teâlâ zâlimleri sevmez.

140. Bu m il barak âyetler, Ýslam mücâhitlerini teselli edici olmaktadýr, galibiyet ile maðlûbiyetin hikmetlerine iþaret etmektedir. Ve din düþmanlarýnýn sonunda kalýr ve h el âka uðrayacaklarýný göstermektedir.

Þöyle l<i; Ey Ýslâm mücahitler!!. Uhud gazvesindeki hâdiselerden dolayý ümitsizliðe düþmeyiniz (Eðer size) o savaþta (bir yara) ve benzeri bir þey (dokunmuþ ise) bu yalnýz size mahsus deðildir, (þüphesiz) düþmanýnýz olan (o) kâfir (kavme de onun) o size dokunan yaranýn 'benzeri bir yara) ve saire dokunmuþtur, onlar da Uhud gazvesinde yaralanmýþlardýr, onlardan da öldürülenler vardýr. Maam afili daha evvel Bedir gazvesinde böyle felâketlere uðramýþlardýr. Öyle olduðu halde korkm aks izin yine size saldýrmýþlardýr. O halde Ey müslümanlar!. Sizin için korkmak, kendinizi zayýf sanarak düþmanlarýnýzdan kaçýnmak nasýl uygun olabilir?. 'Ve o günleri) öyle zafer, galibiyet, maðlûbiyet devrelerini (biz insanlar arasýnda döndürürüz) bir gün bir kavim kazanýr; veya kaybeder, diðer bir gün de baþka bir kavim ya kazanýr veya kaybeder, zamanýn hadiseleri kavimlerin gâh lehine ve gâh aleyhine olarak meydana gelir. Bu hikmet gereðidir, hikmettir. (Ve) bu gibi muhtelif hâdiselerin meydana gelmesi hem (Allah Teâlâ'nýn imân edenleri bilmesi) seçmesi içindir. Çünkü Allah Teâlâya samimi þekilde imân etmiþ olanlar, bu gibi hâdiselerin birer hikmet ve menfaat gereði olduðunu düþünerek kuvvetli bir imân sahibi olduklarýný göstermiþ olurlar. Böyle bir imândan mahrum bulunmuþ olanlar da ümitsizliðe ve gevþekliðe düþerler, savaþlardan kaçarlar, durumlarý meydana çýkmýþ olur. (Ve) bu hâdiselerin böyle muhtelif tarzda meydana gelmesi hem de (sizden) ey müslümanlar!. Allah Teâlâ'nýn (þahitler edinmesi içindir) yani sizden bütün milletler hakkýnda þahadet edecek seçkin bir topluluk meydana getirmek içindir. Veyahut sizden bazý zatlarý þahadet þerefine ulaþtýrmasý içindir. Velhâsýl, ey Ýslâm milleti! Meydana gelen ve gelecek galibiyetlerde, maðlûbiyetlerde bu gibi hikmetler, gayeler vardýr. Artýk asla ümitsizliðe düþmeyiniz, i c ab ettikçe cihad meydanýna atýlmaktan geri durmayýnýz.

Imî ilâhî (Allah'ýn ilmi): Malumdur ki. Allah Teâlâ hazretleri ilim sýfatiyle muttasýftýr. O bilendir, gayblarýn vukuundan        evvel de, sonra da hakkýyla bilir. Onun ilminde deðiþme ve baþkalaþma yoktur. Binaenaleyh bazý âyetlerde (   = Allah'ýn bilmesi için]

= Bilmeniz için) (= Allah bilmeden) gibi buyrulmasý, bazý hâdiseler hakkýnda Allah'ýn ilminin ortaya çýkmasý içindir. Yoksa

hadiselerin       meydana gelme zamanýna ait olduðunu göstermek için deðildir. Onun ezelî ilmi, bu hadiseleri vukuundan evvel de içermektedir. Binaenaleyh böyle istikbal siðasýyla beyan buyrulmasýnda þu gibi mânâlar vardýr:

1      - Bu ilimden maksat ayý rd et m ektir. Yani: Cenâb-ý Hak, temiz olan kullarý ile temiz olmayanlarý ayrýlsýnlar, seçilsinler diye öyle bir kýsým hadiseleri meydana getirir. loksaCenâb-ý Hak, o kullarýnýn ne durumda olduklarýný ezelî ilmi ile zaten bilir.

2   - Bu ilimden maksat, bunun gereði olan mükâfat ve cezadýr. Yani Yüce Allah bu tür hadiseleri meydana getirir ki, onlarýn hikmet gereði olduklarýný bilip inancýný deðiþtirmeyen müslüman kullarýný mükâfata kavuþtursun, aksini yapanlarý da cezaya uðratsýn.

3    - Bu ilimden maksat, Allah'ýn ezelî ilme bildiði þeylerdir. Bu bir mecazdýr. Nitekim kudret kelimesi de bir mecaz olarak makdûr yani takdir edilen þey, yerinde kullanýlýr. Binaenaleyh bir þeyi Cenâb-ý Hak bilsin demek, o þey Cenâb-ý Hak'kýn malûmu bulunsun demektir. Gerçekte Allah'ýn ilminde yenilenme, çoðalma ve sonradan olma düþünülemez. Belki malumat yani bilinenler yenilenir, sonradan meydana gelir, sonra yine yokluða dönebilir.

4 - Bu ilimden maksat, Cenab'ý Hak'kýn velilerinin bilmesi demektir. Cenâb-ý Hak öyle garip, muazzam hâdiseler vücude getirir ki, bunlarý hakikî ve basiretli mü'minler gördükçe kalblerinde imân nuru parlamaya baslar, Allah'ýn yüceliðini tefekküre dalarak manevî zevke kavuþurlar. Binaenaleyh böyle bir ilim, yüceliðinden dolayý Cenâb-ý Hak'ka isnâd buyrulmuþtur. Kas ac asý: Allah Teâlâ âlemin bütün hâdiselerin! vukuundan evvel de, sonra da bilir. Mutezileden Hiþam i binil Hakem'in bu husustaki görüþü, bâtýldýr. Ona göre Cenâb-ý Hak, hadiseleri vukuundan evvel deðil, vukuundan itibaren bilir. Halbuki bütün kelâm âlimleri, bütün aklî deliller onun bu iddiasýna muhaliftir. Cenab'ý Hak bütün hadiseleri vukuundan evvel de bilir. Onun ilminde sonradan olma deðiþme ve baþkalaþma hâþâ cereyan etmez.

Ynt: Al-i Imran Suresi By: hafizvuslat Date: 31 Ekim 2009, 18:33:44




141. Ve Allah Teâlâ imân edenleri seçmesi ve kâfirleri helak eylemesi içindir.

141.  (Ve) öyle muhtelif günlerin, hâdiselerin insanlar arasýnda dönüp dolaþmasý bir de (Allah Teâlâ imân edenleri seçmesi) onlarý kendilerine isabet eden belâlar sebebiyle günahlardan tertemiz kýlmasý içindir. (Ve kâfirleri) de (helak eylemesi içindir) bilâhare onlarý da, onlarýn eserlerini de yok edip kendilerini cehennem azabýna kavuþturmasý hikmetine dayanmaktadýr. Binaenaleyh: Kâinatýn yaratýcýsýnýn her yarattýðý þey bir hikmet ve fayda gereðidir.

 

 

 

 

142.  Yoksa cennete girevereceðinizi mi sanýverdiniz? Allah Teâlâ sizden cihad edenleri ayýrd etmedikçe ve sabredenleri belli buyurmadýkça.

142.        Bu mübarek âyetler. Bedir muharebesinde bulunmadýklarýndan dolayý üzülen bazý müslümanlarýn bilâhare Uhud gazvesinde sebat ederek sevaba ulaþýp, üzüntüden kurtulmalarý lâzým gelirken bu Uhud gazvesinden kaçýndýklarý için haklarýnda bir kýnamayý içermektedir. Þöyle ki: Ey Uhud gazvesinde yenilmiþ olan Ýslâm erleri! Siz (yoksa) bir nîmet yurdu, keramet yurdu bir darý keramet olan (cennete) öyle kolaylýkla hemen (girivereceðinizi mi sanýverdiniz?) Elbette onu sanývermemiþsinizdir. (Allah Teâlâ sizden cihad edenleri) kullarý arasýnda (ayýrd) edip davalarýnda sadýk olduklarýný izhar (etmedikçe ve) savaþ sahasýnda düþmanlarýna karþý (sabýr) ve sebat (edenleri belli) seçkin (buyurmadýkça) evet... Siz hak yolunda öyle bir fedakârlýkta bulunmadýkça cennete girivermeðe lâyýk olduðunuzu sanývermezsiniz. Binaenaleyh Allah'ýn emrine uyup. Yüce Peygamber'e hakkiyle baðlanarak din uðrunda fedakârlýktan kaçýnmayýnýz ki, cennete girmeye lâyýk olasýnýz.

 

 

 

 

143.  Andolsun ki, siz ölümü onunla karþýlaþmadan evvel temenni ediyordunuz. Ýþte siz bekleyip durduðunuz halde onu görü verdiniz.

143.      Ey Bedir gazvesinde hazýr bulunmamýþ olan Ýslâm erleri! (Andolsun ki) yüce varlýðýma yemin ederim ki: (Siz ölümü) ölüme sebep olabilen savaþý, Bedir gazvesi gibi bir hadiseyi (onunla) öyle bir cihad ile (karþýlamadan) ondaki zorluklarý, fedakârlýðý görmeden (evvel temenni ediyordunuz) tâ ki siz de o Bedir mücahitleri gibi sevaba, mükâfata eriþesiniz (iþte sýz) öyle bir cihadý (bekleyip durduðunuz halde) arzunuz doðrultusunda (onu) o cihadý, o Uhud gazvesini bakýp (görüverdiniz) savaþ için orada hazýr bulundunuz. Artýk ne için arzunuza aykýrý hareket ettiniz? Ne için savaþtan korkup kaçýverdiniz? Kýsacasý: Ýnsan, sabýrlý, ve kudretli olmalýdýr. Hayýrlý iþlerde sebat etmelidir. Hak yolunda fedakârlýktan kaçýnmamalýdýr, fâni bir hayat için ebedî bir saadeti terk etmemelidir. Cenab'ý Hak'kýn cennetine, ve Allah'a ulaþmak için i c ab ettikçe her türlü fedakârlýklarda bulunmalýdýr.

 

 

 

 

 

144.   Ve Mu ham m ed de ancak bir peygamberdir. Ondan evvel de peygamberler gelip geçmiþtir. Eðer o ölse veya öldürülse siz gerisin geriye mi dönüvereceksiniz?. Ve her kim gerisin geriye dönerse elbette Allah Teâlâ'ya hiçbir zarar vermiþ olamaz. Ve Allah Teâlâ þükreden I ere mükâfat verecektir.

144. Bu âyeti kerime de Uhud gazvesindeki yenilgiye sebebiyet vermiþ olan bir kýsým Ýslâm erleri hakkýnda bir kýnamayý içermektedir ve bütün müslümanlar için uyanýþa vesile        olacak bir hakikati bildirmektedir. Þöyle ki: Ey bütün müslümanlar!. Ve ey Uhud gazvesinde bulunmuþ olan Ýslâm mücahitler!!. Malumdur ki, bütün insanlar bu dünyada geçici bir zaman için yaþarlar, sonra da âh i ret âlemine çýkar giderler. Binaenaleyh Hz. Mu ham m ed de bir mübarek insandýr. (Ve Mu ham m ed de ancak bir Peygamberdir) Peygamberlik vazifesine ve þerefine sahiptir. Yoksa ilahlýk sýfatýna sahip ve ölümden kurtulmuþ deðildir. (Ondan evvel de) Hz. Muhammed'den önce de nice (peygamberler gelip geçmiþtir) Hz. Adem'den Hz. Muhammed'in zamanýna kadar dünyaya gelmiþ olan bütün peygamberler bilahara vefat edip ebediyet âlemine göç eylemiþlerdir. Böyle bir akýbet, yalnýz Hz. Muhamed'e mahsus deðildir. Binaenaleyh (eðer o) Hz. Mu ham m ed de vakti gelip t e (ölse veya) faraza düþmanlarý tarafýndan (öldürülse siz) ümitsizliðe düþerek (gerisin geriye mi dönüvereceksiniz?) Cenâb-ý Hak muhafaza buyursun dinden mi döneceksiniz? Cahiliyet haline mi geri gideceksiniz? Böyle bir hareket hiç caiz makul, sizlere lâyýk olur mu?. (Ve) bununla beraber (her kim gerisin geriye dönerse) tekrar küfür ve þirke dönerse kendisinin zararýna, helakin a, hizmet etmiþ olur. (Elbette Allah Teâlâ'ya hiç bir zarar vermiþ olamaz). Cenâb-ý Hak kimsenin imanýna hâþâ muhtaç deðildir. Ýmândan mahrum kalan, küfür ve inkâr halinde yaþayan kimseler kendilerini zararlara, felâketlere düþürmüþ olurlar. (Ve Allah Teâlâ) kerimdir rahimdir. Sýrf ilâhî yardýmýnýn gereði olmak üzere (þükredenlere) elde ettikleri imânýn deðerini bilip Cenâb-ý Hak'ka þükürlerini arz edenlere dünyada da, âhirette de (mükâfat verecektir). Artýk aklý baþýnda olan bir insan, bunu düþünmelidir. Cenâb-ý Hak'kýn mükâfatýna kavuþmayý en yüce bir gaye bilmelidir. Bunun aksine hareket edenler kendilerini ebedî felâketlere uðratmýþ olurlar.

Evet!. Cenâb-ý Hak'kýn hiç bir kimseye ihtiyacý yoktur. Fakat maddî ve manevî nice ihtiyaçlar içinde yaþayan insanlar, kendi hayatlarýný, kendi istikballerini düþünmeli, Ýslâmiyet nîmetinin deðerini bilmeli, o sayede istikballerini temin etmiþ bulunmalýdýrlar. Bundan baþka kurtuluþ çaresi yoktur. Artýk Uluýd gazvesinde Rasüli Ekrem'in þehit düþtüðüne dair düþmanlarýn uydurma þayialarýna bakýp dacihad meydanýndan ayrýlmýþ olan bir kýsým Ýslâm erlerinin bu hareketleri de elbette uygun deðildir. Bilâkis Rasüli Ekrem Efendimiz þehit düþmüþ olsa idi yine Ýslâm mücahitlerinin Allah yolunda cihada devam etmeleri lâzým gelirdi. Nitekim ashabý kiramdan En es ibni Nadr böyle hareket etmiþ "Rasüli Ekrem þehit düþtü ise Rabbi bakidir; dini yaþamaktadýr" diyerek þehit oluncaya kadar düþmanlara kýlýna ile saldýrýp durmuþtur. Ve yine vaktiyle birçok peygamberler vefat etmiþ olduklarý halde bir kýsým ümmetleri onlarýn izlerini takip edip durmuþlardýr, geri dönmemiþlerdir. Allah'a ham d olsun ki Ýslâm milleti peygamberin vefatýndan beri asýrlarca dini Ýslâm'a sarýlarak müslümanlýklarýný muhafazaya çalýþmýþlardýr. Bunun aksine hareket, müslümanlar için bir felâkettir, bir ebedî helaktir. Cenab'ý Hak cümlemizi uyanýklýktan ayýrmasýn, âmin...

 

 

 

 

145. Ve hiç bir kimse için Allah Teâlâ'nýn izni olmadýkça ölmek yoktur. O vadesi tâyin edilmiþ bir yazýdýr. Ve her kim dünya menfaatini dilerse ona ondan veririz. Ve kim âh i ret sevabýný isterse ona da ondan veririz. Ve þükreden I eri elbette mükâfatlandýracaðýz.

145.   Bu âyeti kerime de takdir edilen þey her ne ise mutlaka meydana geleceðini, binaenaleyh savaþtan kaçmanýn böyle takdir edilen bir þeye manî olamýyacaðýný

göstermektedir. Þöyle ki: Bütün tabiat olaylarý Cenâb-ý Hak'kýn kazasýna ve kaderine tabidir. Hiçbir hâdise kendi kendine meydana gelemez. (Ve hiç bir kimse için Allah Teâlâ'nýn izni) kazasý, dilemesi, ruhlarý almasý için ölüm meleðine müsaadesi (olmadýkça ölmek yoktur) öyle muharebe meydanýna atýlmakla vesaire ile hemen ölüneceðine hü km edil em ez. (O) ölüm (vadesi) vukua geleceði zaman (tâyin edilmiþ) I evhý mahfuzda t es bit olunmuþ (bir yazýdýr) Cenâb-ý Hak bunu belirli bir vakte tahsis buyurmuþtur, herksin ömür müddeti yazýlmýþ bulunmaktadýr. Binaenaleyh muharebede sebat etmek herhalde ölüme sebep olamaz. Muharebeden kaçýnmak da insaný herhalde ölümden kurtaramaz. (Ve her kim) yaptýklarý iþler karþýlýðýnda (dünya menfaati) dünyevî meyveleri (dilerse ona) o kimseye (ondan) o dilediði dünyevî menfaatten takdir edilen miktarý (veririz) onu o menfaatten hikmet ve fayda gereðince faydalanýrýz. (Ve) her (kim de) kendi amelleri karþýlýðýnda (âh i ret sevabýný) sonsuz olan uhrevî mükâfatý (isterse önada ondan) o uhrevî sevaptan, mükâfattan büyük bir miktar (veririz.) Onu bu hayýrlý arzusuna kavuþtururuz. (Ve þükredenleri de) kavuþtuklarý nîmetlere karþý þükran vazifesini yerine getirenleri de (elbette mükâfatlandýracaðýz.) Binaenaleyh insan daima en hayýrlý þeyleri temenni etmelidir, o uðurda çalýþmalýdýr ve kavuþtuðu nîmetlerden dolayý da Cenâb-ý Hak'ka ham d ve þükür edip durmalýdýr. Ebedî mükâfatlara ulaþmak için bundan baþka yol yoktur. § Bu âyeti kerime de Uluýd gazvesinde ganimete ulaþmak için muhafaza etmekle görevlendirildikleri noktayý terketmiþ olan bir kýsým Ýslâm erleri hakkýnda nazil olmuþtur.

146. Ve nice peygamberler ile beraber birçok âlimler, savaþta bu-lundular da Allah yolunda kendilerine isabet eden þeylerden dolayý ne gevþediler ne zaafa düþtüler, nede baþ eðdiler. Allah Teâlâ ise sabredenleri sever.

146.   Bu mübarek âyetler de Uluýd gazvesinde bozguna uðramýþ olan bir kýsým Ýslâm erlerine ve bütün Ýslâm mücahitlerine geçmiþ peygamberlerin ve onlarýn ashabýnýn cihad meydanlarýndaki s ab r ve sebatlarýný, dua ve niyazlarýný ve bunun meyvesi olarak ulaþtýktan büyük muvaffakiyetler! uyulmasý gereken örnek bir davranýþ ve bir teþvik vesilesi olmak üzere açýklamaktadýr. Þöyle ki: (Ve) geçmiþ peygamberlerden (nice peygamberler) ve onlar (ile beraber birçok âlimler) o peygamberlerin ashabýndan bulunan ve kendilerine rebbaniyyün denilen bir nice hayýrlý, takva sahibi ve fakih zatlar veya bir çok cemaat (savaþta bulundular ve Allah yolunda) Allah'ýn dini uðrunda kendilerine isabet eden yara ve öldürülme gibi (þeylerden dolayý ne) korkup, usanýp (gevþediler ne de) bu mücadele yüzünden (zaafa düþtüler ne de) düþmanlarýna karþý tembellik gösterip (baþ eðdiler) onlar cihat meydanlarýnda sabýr ve sebat göstererek Allah'ýn ismini yüceltmeye çalýþýp durdular. (Allah Teâlâ ise) öyle hak yolunda (sabýr) ve sebat (edenleri sever) mükâfatlara ulaþtýrýr.

 

 

 

 

147.   Ve onlarýn sözleri baþka deðil, þöyle demekten ibaretti. Ey Rabbimiz!. Bizim için günahlarýmýzý ve iþlerimizdeki israflarýmýzý maðfiret buyur ve ayaklarýmýzý sabit kýl ve bizlere kâfirler güruhu üzerine zafer ver.

147.     (Ve onlarýn) o muhterem peygamberlerle birlikte savaþlarda bulunan âlimlerin, seçkin topluluðun cihat zamanlarýndaki (sözleri) temennileri, niyazlarý (baþka deðil, þöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz!.) Ey Yaratýcýmýz! Varlýðýmýzýn terbiyecisi. Yüce Rabbimiz; (bizim için günahlarýmýzý) senin emirlerine muhalif hareketlerimizi (ve iþlerimizdeki israflarýmýzý) haddi aþmýþ olmamýzý (maðfiret buyur) affet ve ört (ve ayaklarýmýzý) cihad meydanýnda, senin dinin uðrunda (sabit) kuvvetli ve dayanýklý (kýl ve bizlere) o kendileriyle savaþta bulunduðumuz (kâfirler güruhu üzerine zafer ver) bizleri din düþmanlarý üzerine galip kýl, ey bilen ve hikmet sahibi olan Allahýmýz.

 

 

 

 

148.  Artýk Allah Teâlâ da onlara hem dünya nîmetini, hem de ah i ret sevabýnýn güzelliðini verdi. Ve Allah Teâlâ güzel davrananlarý sever..

148.       (Artýk Allah Teâlâ da onlara) o peygamberler ile beraber savaþ meydanlarýna atýlýp ta devam ve sebatta bulunan, ve Cenab'ý Hak'ka sýðýnarak dua ve niyazda bulunmuþ olan zatlara (hem dünya nîmetini) verdi, onlarý zafere, ganimete, þeref ve þana ulaþtýrdý. (Hem de) onlara (âh i ret sevabýnýn güzelliðini verdi) onlarý cennete koyup, ilâhî lütuflarýna kavuþturdu. Çünkü onlar din uðrunda öyle fedakârlýklarda bulundular, Allah yolunda mallarýný, canlarýný feda ederek infak ve ihsanda bulundular. Allah Teâlâ ise öyle mücahitleri korur. (Ve Allah Teâlâ) öyle (güzel davrananlar! sever) onlarý öyle sevaplara, nimetlere ulaþtýrýr. Kýsacasý: Ey müslüman topluluðu! Vaktiyle savaþlarda bulunan peygamberlerini emirleri dairesinde hareket eden bir muhterem cemaat, böyle sabýr ve sebat göstermiþ dua ve niyazda bulunmuþ Allah'ýn yardýmlarýna kavuþmuþ, dünya ve âhiret nimetlerini, mükafatlarýný elde etmiþlerdir. Artýk sizler de o muhterem zatlarý örnek edininiz, Allah yolunda fedakârlýktan ayrýlmayýnýz, maddî ve manevî nîmetlere kavuþunuz...

 

 

 

 

149.  Ey imân edenler!. Eðer kâfir olanlara itaat ederseniz sizi gerisin geriye çevirirler. Artýk büyük zararlara uðramýþ olduðunuz halde geri dönmüþ olursunuz.

149. Bu mübarek âyetler de Uluýd gazvesindeki mücahitlere ve bütün müslümanlara hakikî yardýmcý ve destekçiyi bildirmekte, düþmanlarýn sözlerine al d an an I arýn en müthiþ bir       âkibete uðrayacaklarýný göstermektedir. Þöyle ki: (Ey imân edenler) ey Ýslâm dini ile vasýflanmýþ olan zatlar!. (Eðer kâfir olanlara) Yahudî ve hýristiyanlara veya münafýklara (itaat ederseniz) onlarýn sözlerini tutar, aldatmalarýna kapýlýrsanýz (sizi gerisin geriye) küfre, sapýklýða (çevirirler). Sizi Ýslâmiyet nimetinden mahrum býrakýrlar. (Artýk) dünyada da âhirette de (büyük zararlara uðramý; olduðunuz halde geri dönmüþ) dinden çýkmýþ, (olursunuz). Evet... Din düþmanlarýnýn sözlerine al d an an I ar dünyada da, âhirette de zarara, hüsrana uðramýþ olurlar. Bir kere bunlar dünyada düþmanlarýna boyun eðmiþ onlara ihtiyaçlarýný arzetmiþ olurlar ki, bu en büyük dünyevî bir zarardýr, bir hüsrandýr. Sonra bunlar âhirette de sevaptan mahrum, ilâhî azaba uðramýþ olurlar ki, bu da en büyük uhrevî bir zarardýr, bir hüsrandýr. O halde aklý baþýnda olan bir müslüman, nasýl olur da öyle din düþmanlarýnýn sözlerine aldanýr, onlarýn o kötü maksatlarýný anlamaz da kendi kutsal deðerlerine aykýrý hareketlerde bulunur.

Nitekim: Uluýd gazvesinde bir takým münafýklar, mü s l umanlara hitaben "Haydi kardeþlerinize dönünüz, onlarýn dinine giriniz, eðer Mu ham m ed -Aleyhisselâm- peygamber olsaydý öldürülmezdi" demiþlerdi. Bu aldatmalar yüzünden de bir daðýlma yüz göstermiþti. Artýk bizim için dost olanlar ile olmayanlarý tanýmak lâzým deðil midir?

 

 

 

 

150. Hayýr. Sizin m evi ân iz Allah Teâlâ'dýr. Ve o yardýmcýlarýn en hayýrlýsýdýr.

150.     (Hayýr).. O din düþmanlarýnýn sözleri, özleri doðru deðildir. Onlara itaat etmek asla uygun olamaz. Öyle bir itaat, felâkete sebeptir. Ey müslümanlar!. Dostunuz ile düþmanýnýzý tanýyýnýz. Þüphe yok ki: (Sizin m evi ân iz) sizin yardýmcýnýz, sizin koruyucunuz ancak (Allah Teâlâ'dýr) artýk yalnýz ona sýðýnýnýz, yalnýz onun hükümlerine uyunuz ive) biliniz ki, (o) Yüce Yaratýcýsý (yardýmcýlarýn en hayýrlýsýdýr) artýk yalnýz ona sýðýnýnýz, yalnýz ondan zafer ve yardým bekleyiniz.

Evet... Bir nice münafýklar, haktan yana görünüyorlar. Hayrý tavsiye edici bir tavýr alýyorlar, kendi haince maksatlarýný temin etmek için bin türlü hilelere baþ vuruyorlar. Hakikî dost ile düþmaný ayýrmaya kudreti olmayan gafiller de onlarýn bu sözlerine aldanýyorlar, kendi kutsi varlýklarýný tehlikelere düþürmüþ oluyorlar da bundan haberleri bile olmuyor. Fakat hak ve hakikati idrâk eden zatlar, öyle düþmanlarýn haince sözlerine al d an m azlar, Ýslâmiyet e dört elleriyle sarýlýrlar, Cenâb-ý Hak'ka sýðýnýrlar. Onu yardýmcý ve destekçi bilerek ebedî istikballerini kazanmaya muvaffak olurlar. Ýþte hakikî bahtiyarlýk, ebedî saadet bundan ibarettir.

 

 

 

151.    Hakkýnda Cenab'ý Allah'ýn hiç bir delil indirmemiþ olduðu þevleri ona ortak tanýdýklarýndan dolayý kâfirlerin kalbi eri ne yakýnda korku düþüreceðiz. Onlarýn gidecekleri yer cehennemdir. O zalimlerin duracaklarý yer ne kadar fenadýr.

151. Bu âyeti kerime de Uluýd gazvesinde Cenab'ý Hak'kýn düþmanlarýn kalplerine, korku ve dehþet salarak m üs l umanlarý korumuþ olduðunu bildirmektedir. Þöyle ki: Kendilerine ibâdetin caiz olduðu (hakkýnda Cenâb-ý Allah'ýn hiçbir delil) hiç bir burhan (indirmemiþ olduðu) kendilerine ibâdetin, tapýnmanýn caiz olduðunu peygamberlerini ve kitaplarýný vasýtasiyle bildirmemiþ bulunduðu (þeyleri) putlarý (ona) Cenab'ý Hak'ka (ortak tanýdýklarýndan dolayý) onlarýn o küfr ve þirkleri sebebiyle (kâfirlerin) Uluýd gazvesinde müslümanlar a saldýrmýþ olan müþriklerin (kalbi eri ne yakýnda) daha savaþ meydanýndan tamamen ayrýlmadan (korku düþüreceðiz) onlar müslümanlar a karþý tekrar hücuma cesaret ed em iyec eki erdir. Nitekim öyle de olmuþtur. Evet... Uluýd gazvesinde müslümanlar, peygamberin emrine muhalefetin bir cezasý olmak üzere bozguna uðramýþlardý. Harp meydaný düþmanlara kalmýþtý, müslümanlar üzerine saldýracak olsalardý görünüþe göre büyük bir galibiyet temin edebileceklerdi. Vaziyet müslümanlar için pek nâzik idi. Fakat Cenâb-ý Hak lütfetti, düþmanlarýn kalbi eri ne korku düþüreceðini muhterem Habibine müjdeledi. Bu hakikat hemen tecelli etti. Þöyle ki: Cenab'ý Hak onlarýn kalbi eri ne horhu düþürdü, müslümanlarý takibe cesaret edemediler, kaçýp Mekke'ye gittiler, (onlarýn) o kâfirlerin bu küfürleri yüzünden asýl (gidecekleri yer cehennemdir) onlar ebedi selâmetten mahrumdurlar, (o zalimlerin) öyle Cenâb-ý Hak'ka ortak koþarak nefislerine zulmetmiþ olan din düþmanlarýnýn (duracaklarý yer) ebedî ikametgâhlarý (ne kadar fenadýr) ne kadar ateþli bir mahaldir, ne ebedî bir ceza yurdudur!. Elbette küfrü imâna tercih edenlerin, Allah'ýn dinine, peygamberine karþý cephe alanlarýn âkibetleri bundan baþka olamaz.

 

 

 

 

152. And olsun ki, Allah Teâlâ size olan vaadini yerine getirdi. O zamanki, onlarý Cenab'ý Hak'kýn izniyle kesip doðruyordunuz. Ta ki o sevdiðinizi size gösterdikten sonra siz isyan ettiniz, yýlgýnlýk gösterdiniz, emîrde tartýþmaya kalkýþtýnýz, içinizden kimi dünyayý istiyordu ve sizden kimi de ahreti istiyordu. Sonra sizi imtihan etmek için onlardan çevirdi ve mamafih sizi af buyurdu ve Allah Teâlâ mü'minler üzerine lütuf sahihidir.

152.  Bu âyeti kerime Uluýd gazvesinde müslümanlar için vadedilen yardýmýn daha baþlangýçta geldiðini, bilaharayüz gösteren bozgunun da emre muhalefetin bir neticesi olduðunu bildirmektedir. Ashabý kiram bozguna uðramýþ bir halde Uluýd gazvesinden Medine'i Münevvereye dönünce bazý kimseler demiþler ki: Bu hal bize nereden isabet etti? Halbuki, Allah Teâlâ bize yardým vaad buyurmuþtu. Bunun üzerine bu âyeti celile nazil olmuþtur. Ýþte bu hakikat þöyle beyan buyuru Ýliyor: Yüce Varlýða (and olsun ki. Allah Teâlâ) sözünde sadýktýr. (Size) olan (vaadini) de. Uluýd gazvesinde yardýma kavuþacaðýnýza dair olan müjdesini de (yerine getirdi) bu ilâhî müjde de tecelli etti. (O zaman ki) savaþ meydanýnda (onlarý) o düþmanlarýnýzý (Cenâb-ý Hakkýn izniyle) onun emriyle, yardýmýyla (kesip doðruyordunuz). Büyük kahramanlýklar gösteriyordunuz. Ýþte o vadedilen yardým, bu þekilde ortaya çýkmýþ bulunuyordu. (Ta ki o sevdiðinizi) o vadedilen yardým, galibiyeti Cenab'ý Hak (size gösterdikten sonra siz) bunun þükrünü yerine getirmek için Peygamber'in emrine tamamen uymanýz lâzým gelirken bilâkis (isyan ettiniz) o emre muhalefette bulundunuz. Savaþtan (yýlgýnlýk gösterdiniz, emîrde) Rasüli Ekrem'in: Yerinizden ayrýlmayýn diye yapmýþ olduðu tenbih hususunda (tartýþmaya kalkýþtýnýz) düþmanlarýnýz bozguna uðrayýnca kiminiz peygamberin emrine uyarak yerlerinizden ayrýlmadýnýz, kiminiz de artýk yardým geldi diye korumakla görevli olduðunuz noktadan ayrýldýnýz. (Ýçinizden kimi) ganîm et sevdasiyle bulunduðu merkezi terketti, (dünyayý istiyordu) bir an evvel ganîmete ulaþmak arzusunda idi (ve sizden kimi de âhireti istiyordu) manevî mükâfata kavuþmak için peygamberin emrine riayet ediyor, bulunduðu noktadan ayrýlmýyordu. Nitekim ashabý Kiramdan Abdullah ibni Cübeyr, beraberindeki on kadar zat ile beraber þehit oluncaya kadar bulunduklarý noktadan ayrýlmamýþlardý. Ýþte ey müslümanlar!. Sizin bu galib gelme durumunuzdan (sonra) dýr ki, Cenab'ý Hak (sizi imtihan etmek için) içinizden ihlâslý olanlar ile olmayanlarý meydana çýkarmak için sizi (onlardan) o düþmanlardan (çevirdi) onlara karþý sizi bozguna uðramýþ bir vaziyete soktu, ta ki böyle bir vaziyetin sebep ve hikmetini takdir edenler ile etmeyenler meydana çýksýn, Resulûllah'ýn emir ve tavsiyelerine uyup ve uymamanýn neticeleri anlaþýlsýn. (Ve maamafih) ey müslümanlar!. Cenâb-ý Hak affedicidir, merhametlidir. Rasüli Ekrem'in emrine olan muhalef etten dolayý sizi sorumlu tutmayacaktýr. (Sizi) lütfuyla (af buyurdu ve) ey müslümanlar!. (Allah Teâlâ mü'minler üzerine lütuf sahibidir) onlarýn hakkýnda böyle af ve keremi tecelli eder ve onlarýn uðrayacaklarý bir bozgun, bir meþakkat da haklarýnda bir imtihandýr ki, o da onlar için bir rahmettir, bir sevap ve nîmet vesilesidir. Elverir ki, Allah'ýn takdirine rýza gösterilsin, Peygamber'in emrine kasten muhalefet edilmesin.

 

 

 

 

 

153.      O vakit ki, siz uzaklaþýyordunuz ve hiç bir kimseye dönüp bakmýyordunuz. Peygamber ise sizleri arkanýzdan çaðýrýyordu. Artýk Allah Teâlâ sizleri gam üstüne gam ile cezalandýrdý. Ta ki hem elinizden giden þeylerden ve hem de sizlere isabet eden þeylerden dolayý üzülmeyesiniz. Ve Allah Teâlâ yaptýðýnýz þeylerden haberdardýr.

153. Bu âyeti kerime, Uluýd gazvesinde emre muhalefet eden bir kýsým Ýslâm erlerinin uðramýþ olduklarý çeþitli durumlarý ve affa kavuþtuklarýný göstermektedir. Þöyle ki Ey Uluýd gazileri!. Hakkýnýzda ilâhî af (o vakit) ortaya çýkmýþtý (ki, siz) savaþ meydanýndan kaçarak (uzaklaþýyordunuz) daðlara çekilmeðe çalýþýyordunuz (ve hiç bir kimseye dönüp bakmýyordunuz) hep kendinizi kurtarmakla meþgul bulunuyordunuz. (Peygamber) Hz. Muhammed Aleyhisselâm (ise sizleri arkanýzdan çaðýrýyordu) Ey Allah'ýn kullarý!. Ey Allah'ýn kullarý!. Bana geliniz, ben Allah'ýn Resulüyüm, kim bana dönerse ona cennet vardýr diyordu. (Artýk Allah Teâlâ sizleri) bir uyanma vesilesi, bir af ve maðfiret sebebi olmak için (gam üstüne gam ile cezalandýrdý) çeþit çeþit kederlere uðradýnýz. Meselâ: O sýrada düþmanlarýn galip görülmesi bir gamdý, Resulûllah'ýn emrine muhalefet bir gamdý. Peygamberimizin yaralanmasý, þehit olduðunun yayýlmasý bir muazzam gamdý, tövbekar olabilmek için bozgunu býrakýp tekrar savaþ meydanýna atýlmak endiþesi bir gam idi. Böyle büyük gamlara uðramak da ilâhî affýn gelmesine bir vesile teþkil etmiþ bulunuyordu. (Ta ki) sizler ey m üs I uman gaziler! (Hem elinizden çýkan þeylerden) ganimet      mallarýndan ve saireden dolayý hüzün ve kedere düþmeyesiniz (ve hem de sizlere isabet eden þeylerden) öldürülmek ve bozguna uðramak gibi felâketlerden dolayý (üzülmeye; in iz) ilâhî affa uðramayý en büyük bir nîmet bilip onunla teselli olasýnýz (Ve Allah Teâlâ yaptýðýnýz þeylerden) bütün hareketlerinizden, maksatlarýnýzdan (haberdardýr) artýk daima basiret sahibi bulunur, Allah'ýn takdirine razý olup Peygamber'in emrine boyun eðerseniz daima Rabbinizin af ve lütfuna ulaþmýþ olursunuz.

 

 

 

 

154. Sonra o gamýn ardýndan üzerinize bir emniyet, hafif bir uyku indirdi ki, sizden bir gurubu örtüp kaplayýverdi. Sizden bir gurubu da nefisleri kayguya düþürmüþtür Allah Teâlâ'ya karþý cahil iye zannî gibi hakka muhalif bir zan d a bulunuyorlardý. Diyorlardý ki: Bize bu emirden bir þey var mýdýr?. De ki: Þüphesiz emrin hepsi de Allah'ýndýr. Onlar sana açýkiamýyacaklarý þeyleri kendi nefislerinde gizleyiverirler. Derler ki: Eðer bizim için bu emirden bir þey olsaydý burada öldürülmezdik. De ki: Eðer sizler evlerinizde olsaydýnýz, üzerlerine öldürülmeleri yazýlmýþ olanlar yine çýkar, ölüp yatacaklarý yerlere kadar muhakkak giderlerdi. Ve Allah Teâlâ göðüslerinizin içinde olaný meydana koymak ve kalbi erin izde olaný temizlemek için -bu hadiseyi vücude getirirdi-. Ve Allah Teâlâ göðüslerde bulunanlarý hakkiyle bilendir.

154. Bu âyeti kerime de Uhud gazvesinde ve Ýslâm ordusunda bulunan guruplarýn ruh hallerini göstermekte ve bir kýsmýnýn cahilce iddialarýna karþý lâzým gelen cevabý vermektedir. Þöyle ki: Ey müslüman topluluðu! (Sonra) Uhud gazvesinde sizi bozguna uðratýp (o) uðramýþ olduðunuz (gamm) o hüzün ve kederin, periþanlýðýn (ardýndan üzerinize) Cenâb-ý Hak (bir emniyet) yani: Düþünceden uzak (hafif bir uyku indirdi ki) o uyku (sizden bir gurubu) hakikaten mü'm in. Peygambere tâbi olanlarý (örtüp kaplayýverdi) artýk onlar korku kalmamýþ gibi bir uyur halde bulundular, vücutlarý istirahete kavuþtu. Çünkü: Onlar, Rasûli Ekrem'in peygamberliðine kat'î surette inanmýþlardý. Cenâb-ý Hak'kýn ona ergeç yardým edeceðine kanaat getiriyorlardý. Öyle geçici bir bozgunun müslümanlarý mahv edemeyeceðini ve köklerinin kazýnmasýna sebep olamýyacaðýný biliyorlardý. Artýk böyle bir emniyet ve kanaat sayesinde rahat olarak yaþýyorlardý. Maamafih öyle tehlikeli bir zamanda bu zatlarýn böyle korkusuzca uykuya dalýp rahat etmeleri de onlar için manevî bir mükâfat demekti, Cenab'ý Hak'kýn onlarý hýfzedeceðine dair kuvvetli bir delil mahiyetinde idi.

Ey Allah'ýn birliðini kabul edenler!. Aranýzda (bir gurubu da) münafýk bir topluluðu da (nefisleri kayguya düþürmüþtü). Bunlar yalnýz kendi nefislerini düþünüyorlardý. Bunlar ne Resülullah'ý ve ne de onun mübarek ashabýný düþünürlerdi. Onlar bu savaþa yalnýz ganimete ulaþma arzusu ile gelmiþlerdi. Bunu elde edemiyeceklerini anlayýnca ümitsizliðe düþtüler, büyük bir korkuya tutuldular, kaçýp kendilerini kurtarmak istiyorlardý. O münafýk gurup (Allah Teâlâ'ya karþý cahil iye) ehlinin bâtýl (zannî gibi hak'ka muhalif bir zan d a bulunuyorlardý) Cenâb-ý Hak'kýn Yüce Peygamberine artýk yardým etmiyeceðini sanýyorlardý, müslümanlýðýn yok olacaðýný zannediyorlardý. Bu münafýklar (diyorlardý ki: Bize bu emirden) düþmanlarýmýza galibiyetimize dair (birþey), bir ümit, bir iþaret (var mýdýr?) ki, biz de zafere kavuþalým. Habibim! Onlara (de ki: Þüphesiz emrin hepsi de Adabýndýr) Hakikî þekilde galibiyet Allah içindir ve onun velilleri içindir. Veya hüküm ve kaza Cenab'ý Hak'ka mahsustur, kullarý hakkýnda hikmet ve menfaat gereði ne ise onu meydana getirir ve dilediði þekilde hükmeder. Resulüm!. (Onlar) o münafýklar (sana açýklayamayacaklarý þeyleri) müslümanlarýn maðlûp, düþmanlarýnýn galip olmalarý hakkýndaki kalbî temennilerini (kendi nefislerinde gizleyiverirler) bu temennilerini açýða vurmaya münafýkça hareketleri mâni olur. O hainler (derler ki:) Hz. Muhammed'in vâd ettiði gibi (eðer bizim için bu emirden) bu yardým ve galibiyetten (bir þey olsaydý) veyahut: Bu harbe iþtirak edip etmemek hususu bizim irademize, arzumuza býrakýlmýþ olsa idi veya müslümanlarýn galibiyeti hakkýndaki açýklamalar, doðru bulunsa idi bizler (burada öldürülmezdik) buraya gelip böyle ölüme, ve yenilgiye uðramazdýk Yüce Peygamberim! Onlara (de ki: Eðer siz evlerinizde olsaydýnýz) böyle savaþ için harice çýkmamýþ bulunsa idiniz, sizden (üzerlerine öldürülmeleri yazýlmýþ olanlar) ölmeleri takdir edilmiþ bulunanlar (yîne) birer sebeple evlerinden (çýkar, ölüp yatacaklarý yerlere kadar) ölümün pençesine düþerek takdir edilen kabirleri tarafýna (muhakkak giderlerdi). Evet... Allah'ýn takdiri deðiþtirilemez, nice kimseler savaþa iþtirak ederler de ölmezler, nice kimseler de evlerinde ikamet ettikleri halde ölür giderler. (Ve) ey savaþ meydanlarýna atýlanlar! (Allah Teâlâ gögüslerînizin içinde olaný) kalblerimzdeki ihlâs ve nifaký (meydana koymak) sizleri imtihana tâbi tutmak (ve kalbi erin izde olaný) vesveseleri, þüpheleri giderip (temizlemek için) bu hadiseyi, bu Uhud gazvesindeki vaziyeti meydana getirdi (ve) maamafih (Allah Teâlâ gönüllerde) kalbi erde gizli (bulunanlarý) daha meydana çýkarýlmadan evvel de (hakkiyle bilendir) ne büyük bir müjde ve bir tehdit! Artýk ey insanlýk kütlesi, ona göre hareket ediniz!. Evet...          Þüphe yok ki Allah Teâlâ Hazretleri gayblarý bilendir. O her þeyi daha meydana gelmeden evvel de hakkýyla bilir. Kimseyi imtihana hâþâ ihtiyacý yoktur. Ancak herkesin mahiyetini, imân derecesini ve ihlâsýný umuma karþý meydana çýkarmak için onlarý imtihana çeker, onlarýn vaziyetlerini hikmeti gereði baþkalarýna karþý açýða vurmuþ olur. Ýþte Uluýd gazvesindeki ilâhî imtihan da böyle bir fayda ve hikmete dayanmaktadýr.

 

 

 

 

155. Þüphe yok ki, iki ordunun karþýlaþtýðý gün sizden geri dönenler yok mu, onlarýn ayaklarýný bazý kazanmýþ olduklarý kusurlarý sebebiyle þeytan kaydýrmak istemiþtir. Ve maamafih Allah Teâlâ onlarý muhakkak affet m iþtir. Þüphe yok ki. Allah Teâlâ çok baðýþlayandýr, halimdir.

155. Bu âyeti kerime, Uhud gazvesindeki yenilgiye bazý kusurlarýn sebebiyet verdiðini bildiriyor. O gibi kusurlardan kaçýnýlmasýna þöylece iþaret ediyor. (Þüphe yok ki iki ordunun) Uluýd gazvesinde müslüman kuvvetleriyle, müþrik kuvvetlerinin (karþýlaþtýðý gün) Ey müslümanlar!. (Sizden geri dönenler yok mu) ki, Ýslâm ordusunun ekseriyyetini teþkil ediyorlardý, (onlarýn ayaklarýný) o gaza meydanýnda sebat edip durmaktan (bazý kazanmýþ olduklarý kusurlarý sebebiyle) meselâ: Peygamber'in emrine aykýrý olarak doðusu terketmeleri, ganîmete hýrs göstermeleri gibi günahlarý yüzünden (þeytan kaydýrmak istemiþtir) artýk þeytanýn arzusuna uygun ve vesvese vermesine müsait olan o gibi yakýþýksýz hareketlerden uzak bulunmalýdýr. (Ve maamafih) o zatlar tövbekar olmuþ, özür dilemiþ olduklarý için (Allah Teâlâ onlarý muhakkak affet m iþtir.) Günahtan tövbe eden, hiç günah iþlememiþ gibidir. (Þüphe yok ki, Allah Teâlâ) tövbeleri kabul eder, (çok baðýþlayandýr) günahlarý af ve setreder (halimdir) kullarýnýn cezalarýný acele etmeyip tövbe edebilecekleri kadar kendilerine mühlet ihsan buyurur. Artýk kullarýn üzerlerine düþen vazife odur ki, bu ilâhî lütuf dan dolayý þükür borçlu olduklarýný bilip kusurlarýndan bir an evvel tevbe ederek af dilemiþ olsunlar!

 

 

 

 

156. Ey imân edenler!. Kâfir olanlar ve kardeþleri için sefere çýktýklarý veya gaziler olduklarý zaman, "eðer onlar bizim yanýmýzda olsalar idi ne ölürlerdi ve ne de öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayýnýz. Allah Teâlâ onu kalblerinde bir hasret kýlmak için yapmýþtýr. Halbuki Allah Teâlâ yaþatýr, öldürür ve Allah Teâlâ yaptýðýnýz þeyleri hakkiyle görücüdür.

156.  Bu mübarek âyetler de mü s l umanlarý uyandýrmaktadýr. Düþmanlarýnýn sözlerine iltifat etmemelerini tenbih etmektedir. Ve Allah yolundaki fedakârlýklarýn pek büyük bir nîmete, Hak Teâlâya kavuþmaya vesile olacaðýný bildirmektedir. Þöyle ki: (Ey imân edenler!) ey hakikî mü'minler!. Siz o (kâfir olanlar ve) nifak veya neseb itibariyle (kardeþleri için) ticaret için veya sair bir iþ için (sefere çýktýklarý veya gaziler olduklarý zaman) vefat edince veya öldürülmüþ olunca (eðer onlar bizim yanýmýzda olsalardý ne ölürlerdi ve ne de) baþkalarý tarafýndan (öldürülmezlerdi) yaþar dururlardý (diyenler gibi olmayýnýz) Ey müslümanlar! Böyle yanlýþ bir iddiada siz bulunmayýnýz (Allah Teâlâ onu) o münafýklarýn bu sözlerini (kalblerinde bir hasret kýlmak için yapmýþtýr) onlarýn böyle Allah'ýn takdirine aykýrý olan kuruntularý, kendi kendilerinin kalblerini kör eder, kendilerini zarar ve ziyan içinde býrakýr ve nice þiddetli üzüntülere uðratmýþ olur. Bununla beraber onlarýn bu sözlerine müslümanlar iltifat etmeyince de onlarýn o mel'unca çalýþma ve gayretleri boþa gider, bundan dolayý kalblerinde hasret, þiddetli bir üzüntü vücude gelir, bu cihetle de zarar ve ziyana uðrarlar. Onlarýn bu lâkýrdýlarý ne kadar yanlýþtýr!. (Halbuki, Allah Teâlâ yaþatýr ve öldürür) hayat ve ölümde tesir edici olan, O'dur. Yoksa ikamet ve sefer halleri deðildir. Cenâb-ý Hak, bazen misafirleri, gaziler! yaþatýr, bazen da birçok kimseleri yurtlarýnda kalýcý olduklarý halde öldürür. (Ve Allah Teâlâ yaptýðýnýz þeyleri hakkiyle görücüdür.) Artýk Ey Müslümanlar. Hareketlerinizi ona göre tanzim ediniz, o münafýklarýn sözlerine bakmayýnýz. Cenâb-ý Hak sizlere amellerinize göre mükâfat ve ceza verecektir.

 

 

 

 

157.  Ve and olsun ki: Allah Teâlâ'nýn yolunda öldürülürseniz veya ölürseniz Allah Teâlâ'd an bir maðfiret ve rahmet, onlarýn topladýklarý þeylerden hayýrlýdýr.

157. (Ve) Ey müslümanlar! (Andolsun ki Allah Teâlâ'nýn yolunda) cihad meydanýnda (öldürülürseniz veya) size ölüm gelip t e hak yolunda (ölürseniz) sizin için (Allah Teâlâ'd an bir maðfiret ve rahmet) vardýr. Sizin günahlarýnýzý affeder ve örter ve sýrf ilâhî rahmetinin eseri olarak sizi nîmetlere, cennetlere kavuþturur. Böyle bir maðfiret ve rahmet isa (onlarýn) o yalnýz dünya için çalýþan gafillerin (topladýklarý þeylerden) dünyadaki servet ve zenginlikten elbette pek fazla (hayýrlýdýr) bunlar fânidir, meþru þekilde elde edilmemiþ olursa sahibi için sorumluluðu, azabý gerektirmektedir. Maðfiret ve rahmet ise ebedî selâmeti temin edecek, ebediyyen ve her þekilde yüceltmeye lâyýk birer nîmettir. Artýk akýllý zatlar, en fazla bu ebedî nîmeti elde etmeðe çalýþýrlar, öyle münafýklarýn sözlerine iltifat etmezler.

 

 

 

 

158. Ve þüphe yok ki ölseniz de, öldürülseniz de her halde Allah Teâlâ'nýn huzurunda toplanacaksýnýz.

158.(Ve) Ey insanlar!. (Þüphe yok ki) evinizde veya sefer halinde (ölseniz de, öldürülseniz de her halde) ne þekilde hayatý terk etmiþ olursanýz olunuz (Allah Teâlâ'nýn huzurunda toplanacaksýnýz), baþkasýna deðil, sizin hakkýnýzda mükâfat ve ceza verecek olan ancak O hikmet sahibi yaratýcýdýr. Artýk hayatýnýzý ona göre tanzim ediniz, fâni bir menfaat uðrunda ebedî menfaatleri elden çýkarmak gafletinde bulunmayýnýz. Allah yolunda hayatýný feda etmeyi göze alanlar ise yarýn âh i ret âleminde ne kadar büyük mükâfatlara kavuþacaklardýr. Bunu güzelce düþünmelidir. Bu âyeti kerimeler de iþaret buyruluyor ki: Müminler hakkýnda tecelli edecek olan ilâhî mükâfatlar baþlýca üç mertebede bulunmaktadýr. Birinci mertebe: Günahlarýn affedilmesi ve örtülmesiyle ilâhî maðfiretin görünmesidir. Ýkinci mertebe: Cennete ulaþmak ve uhrevî nîm et I erden istifade etmek gibi ilâhî rahmetin görünmesidir. Üçüncü mertebe: Cenab'ý Hak'ka manevî olarak kavuþmakla Allah'ý görmenin tahakkuk etmesidir. Ýþte en büyük nîm et ve devlet t e budur. Cenab'ý Hak cümlemize nasip buyursun âmin.

 

 

 

 

 

159.     Ýmdi Allah Teâlâ'dan bir rahmet sebebiyledir ki, onlara yumuþak davrandýn, ve eðer sen çirkin huylu, katý yürekli olsaydýn, elbette etrafýndan daðýlýrlardý. Artýk onlarý affet, onlar için af talebinde bulun, ve onlar ile emr hususunda müþavere yap. Sonra azmettiðin zaman da Allah Teâlâ'ya tevekkül et. Þüphe yok ki, Allah Teâlâ tevekkül edenleri sever.


159. Bu âyeti kerime, Rasûli Ekrem Efendimizin ashabý ki ram in a, Uhud gazilerine karþý ne kadar hikmetli ve, faziletli muamelede bulunmuþ olduðunu Gösteriyor, bazý hususlar hakkýnda müþavere yapýlmasýnýn lüzumunu bildiriyor ve her yapýlmasýna karar verilmiþ iþde Cenâb-ý Hak'ka tevekkül ve it i m ad edilmesini emrediyor. Þöyle ki: (Ýmdi) ey Yüce Resulüm sen Uhud gazvesinde (Allah Teâlâ'dan bir rahmet) yumuþak davranmada baþarý (sebebiyledir ki, onlara) o savaþ esnasýnda daðýlýp sonra Risalet kapýna dönen erlere (yumuþak davrandýn) onlarýn hakkýnda sitemde bulunmayý? nazikçe ve yumuþak bir þekilde muamele yaptýn; böyle bir muameleyi baþarmak senin için ilâhî bir rahmet idi. (Ve eðer sen) böyle hareket etmeyip de onlar hakkýnda (çirkin huylu) kabal muameleli (katý yürekli) merhamet duygusundan beri (olsaydýn) o erler senden etkilenir (elbette etrafýndan daðýlýrlardý) halbuki öyle bir muamele, peygamberlik vazifesine aykýrýdýr. Yüce Peygamberlerin gönderilmelerindeki maksat ve hikmete muhaliftir. Çünki peygamberlerin gönderiliþindeki asýl maksat, Cenâb-ý Hak'kýn hükümlerini halka güzelce ulaþtýrmaktýr. Bu da halkýn kalbi erin i fi «el sözlerle, kendilerine merhametli, ve þefkatli þekilde hitap etmekle mümkün olabilir ve onlarýn bazý kusurlarýný affetmekle, kendilerine lütuf ve þefkat göstermekle meydana gelebilir. Bunun içindir ki; Peygamber olan zatýn kötü ahlâktan kalp katýlýðýndan uzak olmasý icap etmiþtir, fakirlere, zayýflara çokça yardým etmesi istenmiþtir.

Ýþte Rasûli Ekrem Efendimizin bu yüksek ahlâka sahip olduðu Uhud gazvesinde de görülmüþtür, Ýnsanlýk icabý bozguna uðrayýp sonra piþman olarak peygamberin yanýna dönen gazilere karþý sert þekilde muamelede bulunmuþ olsaydý, Rasûli Ekrem'in heybetinden, hiddetinden sýkýlarak etrafýndan tamamen daðýlýr giderlerdi. Böyle bir hal ise müslümanlar için zararlý olurdu, düþmanlarýn ise iþine yarardý.

Binaenaleyh Rasûli Ekrem, Sallallahuteâlâ aleyhi vesellem efendimiz onlarýn hakkýnda merhametli bir þekilde muamelede bulunmuþtu. Ýþte Hak Teâlâ Hazretleri de o yüce peygamberine þöyle emir etmiþti: (Artýk) Resulüm!. (Onlarý) o harb esnasýnda daðýlýp gitmiþ, emrine muhalefet eylemiþ olanlarý (affet) yaptýklarýndan dolayý kendilerini hesaba    çekme (onlar için af talebinde bulun), onlarýn günahlarýnýn affýný ulûhiyyet makamýndan temenni et, tâki senin bu þefaatini kabul ederek onlarý maðfiretime kavuþturayým. (Ve onlar ile) c ili ad ve benzeri konulara ait (emir hususunda danýþmada bulun) bu suretle onlarýn hakkýnda iltifat göster, onlara kýymet vermiþ ol, kalbi erin i kazanmaya kendilerine kýrgýn olmadýðýný göstermeye gayret et. (Sonra azîm ettiðin zaman) yaptýðýnýz danýþma neticesinde bir þey için kat'î karar verdin mi, artýk (Allah Teâlâ'ya tevekkül et) istiþareye ve. saireye güvenme, Cenab'ý Hak'kaitimad et, ondan muvaffakiyet bekle (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ tevekkül edenleri sever) onlara yardým eder, onlarý iyiliðe, hayýrlý yola sevkeder.

§ Tevekkül, güzel bir kuluk, vazifesidir. Bundan maksat, sebeplere baþvurmak sarýlmakla beraber arzu edilen iþin gerçekleþmesini Cenab'ý Hak'ka ýsmaramak ve havale etmektir. Binaenaleyh tevekkül tabiri, istiþareyi, sebeplere sarýlmayý tamamen terk ve ihmal etmek demek deðildir. Fakat arzu edilen bir þeyin sebeplerine sarýlmakla beraber onun meydana gelmesini Cenab'ý Hak'ka havale etmek, kulluk ve hikmet gereðidir. Çünkü arzu edilen þeyin hakikaten fai d el i, menfaata uygun olup olmadýðýný ancak Cenab'ý Hak bilir. Binaenaleyh öyle bir þeyi Hak Teâlâ Hazretlerine havale edip ondan hayýrlýsýný rica etmek, bir kulluk özelliðidir, bir hükmet gereðidir.

§ Müþavereye gelince: Bu, herhangi bir iþ hakkýnda danýþmak, bazý kimselerin reyine, mütalaasýna müracaat etmek, fikir alýþ-veriþinde bulunmak demektir. Böyle bir müzakere ve mütalâaya da istiþare denir. Bir yerde toplanýp birbirine danýþmada, diðer bir ifadeyle meþverette bulunan bil cemaate de "Sura" adý verilir. Müslümanlýkta meþveret, fikir alýþ-veriþi, ferdî ve içtimaî bir prensiptir. Kendi baþýna hareket ise pek kötüdür. Rasüli Ekrem S al I al I ah ü Aleyhi Vesellem Efendimiz bile hakkýnda ilâhî vahiy inmeyen ve dini esaslara ait olmayan, cihat ve diðer bazý dünya ile alakalý hususlarda ashabý kiramý ile danýþmada bulunurdu, bununla görevli idi. Ýþte izahýnda bulunduðumuz bu âyeti kerime de bunu ifade etmektedir.

Tefsir kitaplarýnda ve özellikle Tefsiri Kebirde yazýlý olduðu üzere Rasüli Ekrem Efendimizin ashabý kiramý ile danýþmada bulunmasý birçok hikmetlere, faydalara dayanmaktadýr. Baþlýcalarý þunlardýr:

1 - Rasüli Ekrem'in ashabý kiramý ile danýþmada bulunmasý, onlara olan aþýrý sevgisini, yöneliþini gösterir ve onlarýn kadir ve kýymetlerini arttýrmýþ olur. Onlara danýþmaya tenezzül buyurmasa idi, onlara bir ihanet sayýlabilir, onlarýn yanlýþ düþüncelerine sebebiyet verebilirdi.

t - Rasüli Ekrem efendimiz, þüphe yok ki aklen de bütün insanlarýn en mükemmeldir. Bununla beraber düþünülecek þeyler sonsuzdur. Çeþitli menfaatlerden bazýlarý bir zatýn     hatýrýna geldiði halde diðerbir zatýn hatýrýna hemen gelmeyebilir. Bu sebeple danýþma faidelidir. Hattâ Peygamber efendimiz büyük bir tevazu göstererek þöyle

buyurmuþtur:     Siz dünyanýzýn iþlerini daha ziyade bilirsiniz. Bende dininize ait þeyleri daha ziyad< bilirim.

3       - Resulüllah'ýn danýþma ile görevlendirilmiþ olmasý, ümmeti için danýþmaya riâyetin lüzumunu bildirir. Nitekim: Bir hadisi þerifte þöyle buyrulmuþtur: gir kavim istiþarede bulundukça iþlerinin en doðrusuna yol bulmuþ olur.) Yâni medenî, ve siyasî iþlerde baþarýya ulaþýr.

4  - Peygamber efendimize istiþare emredilmiþtir ki, danýþma hususunda da ümmeti ona uysun ve bu suretle danýþma peygamberin sünneti olsun.

5        - Rasûli Ekrem'in ashabý kiramiyle danýþmada bulunmasý onlarýn reylerinden istifade etmesi için deðildir. Belki onlarýn akýllarýnýn, düþüncelerinin derecesini bilmesi ve Resul u 11 alfa olan sevgi ve baðlýlýklarýný anlamasý içindi.

6       - Rasûli Ekrem Hazretleri, Uhud gazvesi sýrasýnda ashabý kiramý ile danýþmada bulunmuþ, Medine'i Münevvere'den çýkmamak görüþünü kabul eder gibi görünmüþtü. Bazý zatlar ise dýþarý çýkýlmasýný uygun bulmuþlar, o suretle hareket edilmiþ, fakat neticesi istenilene uygun olmamýþtý.

Artýk Rasûli Ekrem efendimiz onlar ile bir daha danýþmada bulunmayacak olsaydý, onlara karþý mübarek kalbinde bir gücenme kalmýþ olduðuna delâlet edebilirdi. Binaenaleyh Cenab'ý Hak bu vak'adan sonra bu danýþma ile emretmiþtir ki; bu istiþare onlara karþý peygamberin kalbinde bir gücenme eseri kalmadýðýný göstersin. Ne büyük bir ahlâkî fazilet!

ÝSLÂM DÝNÝNDE ÝSTÝÞARENÝN EHEMMÝYETÝ:

1 - Bilinmektedir ki; Ýslâm dininin en büyük hükümleri: Kur'ân'ý kerim ile, peygamberin hadisleri ile açýklanmýþ, birçok hükmü de yine bu iki esasa dayanarak ümmetin icmai ile t es bit edilmiþtir. Artýk bu gibi hususlarda danýþmaya mahal yoktur. Aksi takdirde mukaddes dinin kat'î hükümlerine uyulmamýþ, apaçýk olan dine karþý cephe alýnmýþ, Ýslâm âlemi büyük bir ayrýlýða düþmüþ olur. Fakat bazý dünyevî, idarî, siyasî meseleler vardýr ki: Bunlarýn hükümleri örf ve adete, zamanýn deðiþmesine, sosyal hayatýn çeþitli ihtiyaçlarýna baðlý olduðundan iþte bu gibi hususlarda danýþmaya lüzum vardýr. Bu gibi danýþmalar peygamberin sünneti gereðidir. Bu gibi hususlarda fikir alýþveriþi ferdî ve sosyal bir prensiptir.

2 - Evet... Ýstiþare, hakkýnda þer'î delil bulunmayan yerlerde bir peygamber sünnetidir. Rasûli Ekrem efendimizin bir kýsým dünyevî, idarî iþlerde müslümanlarla danýþmada bulunmasýnýn kendisine emredilmiþ olmasý bu muhterem ümmet için bir hikmet dersidir. Þöyle ki: Ýlâhî vahye sahip olan, en yüksek akýl ve zekâ ile donatýlan ve bütün Ýslâm âleminin önderliðini elinde bulunduran Hz. Mu ham m ed aleyhisselâm ümmet iyi e danýþmaya tenezzül buyurunca artýk ümmetin fertlerinin birbiriyle danýþmada bulunmayý?   da baskýcý ve zorbacý hareketlerde bulunmalarý naslý caiz olabilir?. Siyeri kebirde beyan olunduðu üzere Rasûli Ekrem Hazretleri danýþmaya büyük bir ehemmiyet verirdi. Hususi iþlerinde bile istiþarede bulunurdu. Bir hadisi þerifte buyuruImuþtur. Yâni: Hiçbir millet, danýþmadan zarar görüp helak olmuþ deðildir. Danýþmayý terketmek ise helake sebep olur.

3    - Müslümanlarýn sosyal hayatlarýnýn danýþma ve yardýmlaþma üzerine kurulmuþ olduðunu þu âyeti kerime ifade etmektedir: Müslümanlarýn iþleri, aralarýnda danýþma iledir. Bütün iþlerini danýþma ile hallederler ve onlar bizim kendilerine rýzýk olarak ihsan ettiðimiz þeylerden de muhtaç olanlara infakta bulunurlar. (Þûra, 42/38).

Demek  ki: Müslümanlar; haklarýnda dinî hüküm bulunmayan bir takým dünyevî, idarî, sosyal iþlerini kendi aralarýnda bir danýþma neticesinde halledeceklerdir. Ve zengin olan m il s I il m an I ar, fakirlere, muhtaçlara kendi servetlerinden, nimetlerinden birer hisse ayýrarak onlarýn o yoksulluklarýný gidereceklerdir. Artýk böyle medenî, ve sosyal bi topluluk arasýnda bir sevgi ve dayanýþma ortaya çýkmaz mý? Bunlarýn arasýnda düþmanlýktan karýþýklýktan ve kargaþadan eser görülebilir mi?

4 - Müslümanlýkta danýþmanýn ne kadar güzel, ne kadar gerekli olduðunu þu hadisi Þerif de göstermektedir:: Ýstihare eden zarar etmez, danýþmada bulunan piþmanlýk duymaz, iktisada riayet eden de fakir düþmez. Çünkü bu üç þeyi gözeten zat, hayatýna güzel bir istikâmet vermiþ, hareketini güzelce tanzim etmiþ olur.

5        - Müsteþar = Kendisiyle danýþmada bulunulan güvenilir, zat, mütefekkir, ve hayrý tavsiye eder olmalýdýr, kanaatine muhalif mütalaada bulunup reyinden istifade etmek

Ýsteyen kimseyi aldatan, hain bir þahýs demektir. Bir hadisi þerifte::     Her kim, kardeþine, kendisiyle danýþmada bulunan þahsa doðruyu ve hakkýn baþka tarafta olduðunu bildiði halde aksine birþey ile iþaret eder, ve görüþ bildirirse þüphesiz hiyanet etmiþ olur.

6   - Müsteþar, kendisini mukayese etmeli hâdise kendisine ait olsa, hakkýnda ne þekilde hareket edilmesini düþünürse baþkasý hakkýnda da öylece düþünüp öylece görüþ beyanýnda bulunmalýdýr. Kanaatini, Ýçerisinde olaný saklamamalýdýr. Ýþte þu hadisi þerifte bunu emretmektedir:: Kendisiyle istiþare olunan kimse, emîndir, mutemettir, kendisiyle danýþmada bulunulunca kendi nefsi hakkýnda yapacaðý þey ne ise onu göstersin, o yolda reyini ortaya koysun, aksi takdirde emniyeti kötüye kullanmýþ olur.

1    - Ýslâmiyett e danýþma: Muhtelif görüþlerin t ecellisiyle hakkýn ortaya çýkmasýna yardým edeceði için övülmüþtür, sünnettir. Fakat dünyevî gayeler uðrunda m üs I uman I arýn ihtilâfa     düþmeleri, fýrka fýrka olup biri birine karþý düþmanca bir tavýr almalarý asla caiz deðildir. Böyle bir hareket, m üs I uman I arýn sosyal, varlýðýný zayýflatýr, yok olmaya

sevkeder.       Bundan düþmanlar istifadeye kalkýþýr. Bu sebepledir ki, bir hadisi þerifte: Yâni: Allah Teâlâ'nýn kudrete yardým ve desteði cemaat üzerindedir, birlik ve beraberlik içinde yaþayanlar, Allah tarafýndan desteklenmiþ olurlar.

8    - Rasüli Ekrem S al I al I ahu aleyhi vesellem efendimiz, bir gün daðýnýk bir halde oturup ayrý ayrý konuþmakta bulunduklarýný gördüðü bir kýsým s eh ab e'i kiramýna hitaben: (

: Bana ne oldu!. Sizi fýrka fýrka görüyorum.

ümmet arasýnda bölünmenin uygun olmadýðýna iþaret etmektedir. Zaten müslümanlarýn aralarýna ayrýlýk sokanlarýn Müslümanlardan olmadýðýný: ( —'—*   ^-—r—->   d j*   iy*) hadisi þerifi de göstermektedir ki, biz m üs I (im an I arý ayrýlýða düþüren, bizden deðildir, manasýnadýr.

9    - Kýsacasý: Biz müslümanlar için tam bir din kardeþliði, vatan sevgisi dairesinde hareket ederek karþýlýklý olarak iyiliði tavsiye amacýyla istiþarede bulunmak bir dinî, ahlâki sosyal vazifedir. Þahsî menfaatler, düþünceler sebebiyle samimî þekilde istiþarelerden ayrýlmak, tamamen þahsî arzularýn benimsenmesini Ýstemek elbette Ýslâmiyet in bizlere verdiði terbiyeye, onun bu yoldaki pek lüzumlu emirlerine, tavsiyelerine muhaliftir. Danýþma heyetini teþkil eden zatlarýn bütün gayeleri, hak ve hakikatin ortaya çýkmasýný görmekten baþka olmayacaktýr. Bu gibi zatlar derler ki: Bizim için istenen ve müþterek olan gaye meydana gelsin de bu hususta hangi arkadaþlarýmýzýn reylerine uygun bulunmuþ olursa olsun, bizim için her þekilde takdire, kabule lâyýktýr...

10       -Þunu da arzedelim ki: Müslümanlardan selâhiyet sahibi olan zatlarýn bazý hususlarda bir istiþare bir ilmî araþtýrma neticesi olarak çeþitli reylerde, görüþlerde bulunmalarý,   ve bu bakýmdan gumplara, mezheplere ayrýlmalarý güzel bir niyete, usulü dairesinde bir içtihada dayanmýþ olduðu için dinî bakýmdan güzeldir. Nitekim bir

hadisi      þerifte: (      4_*j>-j    i_j---*^    *—'    -^->*  ■ buyurulmuþtur. Yâni: Ümmetimin ihtilâfý, bir mesele hakkýnda bir i et i had neticesi olarak güzel bir niyetle muhtelif reylerd bulunmalarý bir rahmettir, haklarýnda geniþlik ve kolaylýða bir vesiledir. Bunun içindir hi: Ehli sünnetten olan bütün müctehidlere Ýslâm milleti hürmet eder, hiç birinin içtihadýný küçümsemez. Fakat dinin esaslarýna muhalif, þahsî kuruntulara dayanan ihtilaflar ise bütün Ýslâm milleti için zararlýdýr, bir felâkettir ve hak'kýn rýzâsýna aykýrý olduðu cihetle büyük bir günahtýr. Binaenaleyh bunlardan da son derece kaçýnmak lâzýmdýr.

11  - Bilindiði üzere "Ýslâmî ilimler" den biri de "münazara âdabýna ait olan ve "Edeb ilmi" denilen mühim bir ilimdir. Bu ilim gösteriyor ki: Vaktiyle Ýslâm âlimleri bir mesele hakkýnda tartýþma ve münazarada bulununca hepsinin asýl maksadý hakikatin tecellisini görmekten ibaret bulunurdu. Bununla beraber her biri arzu ederdi ki: Bu hakikat arkadaþý tarafýndan meydana çýkarýlmýþ olsun. Tâki: Kendi nefsine bir gurur gelmesin ve arkadaþý da -ben reyimde isabet edemedim- diye üzülmesin. Ne güzel bir ahlâk, ne fazilet geliþtiren ilmî bir toplantý.

 

 

 

 

160. Eðer Allah Teâlâ size yardým ederse artýk size galip olacak kimse yoktur. Ve eðer sizi bozguna uðratýrsa artýk ondan sonra size yardým edecek kimdir. Ve mü'minler ancak Allah Teâlâ'ya tevekkül etsinler.

160. Bu âyeti kerime, her hususta ancak Cenab'ý Hak'tan yardým ve baþarý beklenilmesine ve ona tevekkül ve itimat edilmesine iþaret buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ey müslümanlar!, (eðer Allah Teâlâ size yardým eder) de sizi Bedir gazvesinde olduðu gibi düþmanlarýnýzýn üzerine galip kýlar (sa artýk size galip olacak) bir kuvvet, bir düþman (yoktur) hakkýnýzdaki ilâhî lütfa, ve Allah'ýn iradesine muhalif bir hareketin meydana getirilmesi asla mümkün deðildir. Fakat Cenab'ý Hak Uhud gazvesinde olduðu gibi (sizi bozguna uðratýrsa) size çokça yardým etmezse (artýk ondan) o Yüce Yaratýcýnýn yardýmýný kesmesinden ýsonra size yardým edecek kimdir?) Elbette yardým edecek bir kimse yoktur. Binaenaleyh bütün mü'minler yardým ve baþarýyý Cenab'ý Hak'tan niyaz etmelidirler. (Ve mü'minler ancak Allah T eâlâ'ya tevekkül etsinler) Kendi kuvvetlerine vesaireye güvenmeyip yalnýz Allah T eâlâ'ya itimat ve sýðýnarak yardým ve baþarýya ulaþmayý ancak o Yüce Yaratýcýdan beklesinler. Bundan baþka selâmet yolu ve kurtuluþ yoktur.

 

Ynt: Al-i Imran Suresi By: hafizvuslat Date: 31 Ekim 2009, 18:40:39




161.      Bir Peygamber için emanete hiyanet etmek doðru olamaz. Her kim hiyanet ederse o hiyanet ettiði þey ile kýyamet gününde gelir. Sonra her þahsa kazanmýþ olduðu þey  ödenir ve onlar zulm olunmazlar.

161.    Bu âyeti kerime de bütün Peygamberlerin hiyanetten. Peygamberlik vazifesine aykýrý olan þeylerden uzak olduklarýný bildirmekte ve herkesin kendi ameline göre mükâfat veya ceza göreceðini t enbih etmektedir. Þöyle ki: Herhangi (bir peygamber için emanete) ganîm et mallarýna vesai reye (hiyan et etmek) onlarý hak edenlere vermeyip benimsemek, hakikati gizlemek (doðru) adalete uygun, peygamberliðin þanýna lâyýk (olmaz) binaenaleyh Son Peygamber Hz. Muhammed'den de böyle h i eþeyin meydana gelmesi düþünülemez. (Her kim hiyanet eder) de kendisine ait olmayan bir þeyi gasb eder ve gizlerse, üzerine düþen vazifeyi yerine getirmekten çekinir (se o hiyanet ettiði þey ile) beraber, onu veya onun günahýný boynuna yüklenerek (kýyamet gününde) ceza mahkemesine (gelir) o kötü davranýþý herkese duyurulur, onun cezasýna kavuþmuþ olur. (Sonra) o kýyamet gününde (her þahsa) dünyada iken (kazanmýþ olduðu) iyi veya kötü þey ne ise o (þey ödenir) kendisine ya mükâfat veya ceza verilir. Ýþte hiyanet sahiplerinde de bu hareketlerinin cezasý verilecektir. (Ve onlar) öyle kýyamet sahasýna sevi'edilecek kimseler (zülmolunmazlar) onlardan itaat etmiþ olanlarýn sevabý azaltýlmaz, âsi olanlarýn azaplarý da arttýn I m az. Onlar hak ettikleri ceza ne   ise ona kavuþmuþ olurlar. Artýk ona göre düþünmeli!

§ Bu âyeti kerimenin nüzul sebebi hakkýnda çeþitli rivayetler vardýr. Bir rivayete göre Bedir gazvesinde ganîm et mallarý arasýnda bulunan bir kýrmýzý kadife kaybolmuþtu. Münafýklarýn bazýlarý: Bunu Resülullah almýþ olmalýdýr, demiþler. Onlarý yalanlamak için bu âyeti kerime nazil olmuþtur.

Diðer bir rivayete göre bu âyeti kerime ilâhî vahiy hakkýnda nazil olmuþtur. Þöyle ki: Cenâb-ý Hak'kýn Yüce Peygamber'ine vahyetmiþ olduðu þeyler onun yanýnda birer ilâhî emanettir. Artýk Hz. Peygamberin o vahyedilen þeylerden her hangi birini bir korkudan veya bir dalkavukluktan veya bir þeye raðbetten dolayý saklamasý, teblið etmemesi asla caiz deðildir, ve peygamberliðin þanýna yakýþmaz. Halbuki, bazý müþrikler, Rasûli Ekreme müracaat ederek kendi dinlerinin, kendi tapýndýklarý putlarýnýn aleyhindeki âyeti kerimeyi yaymamasýný ve teblið buyurmamasýný istemiþler. Bunun üzerine bu âyeti kerime inmiþ, bir Peygamber için teblið etmekle görevli olduðu bir hakikati gizleyip teblið etmemek, Allah'ýn dinine karþý bir hiyanet mahiyetinde bulunacaðýndan onun caiz olmamasý bu þekilde ifade edilmiþtir.

 

 

 

162.  Ya Allah Teâlâ'nýn rýzâsýna tâbi olan kimse. Allah Teâlâ'dan müthiþ bir gazapla dönen ve duraðý cehennem bulunan kimseye benzer mi? Ne fena bir dönüþ yeri.

162.       Bu mübarek âyetler, Cenâb-ý Hak'ka itaat edenler ile, etmeyenlerin meselâ, cihada iþtirak etmiþ olanlar ile olmayanlarýn, emanete hiyanet etmiþ bulunanlar ile bulunmayanlarýn aralarýndaki farka iþaret etmektedir. Þöyle ki: (Ya Allah Teâlâ'nýn) dinine riayet eden ve onun azabýndan korkup (rýzâsýna tabi) onun emirlerine boyun eðen, onun yasakladýðý þeylerden, meselâ ganîm et malýna hiyanetten, ve diðer haklara tecavüzden uzaklaþmýþ (olan kimse) iþlediði günahlar, hiyan et I er sebebiyle (Allah Teâlâ'dan müthiþ bir gazabla) cezaya uðrayan zarar ve ziyan içinde lâyýk olduðu ceza yurduna (dönen) âh i ret âlemine intikal eden (ve) orada (duraðý) ikametgâhý (cehennem bulunan kimseye benzer mî?) elbette benzemez. O cehennem (Ne fena bir dönüþ yeri) bulunmaktadýr. Bu âyeti kerime de Rasûli Ekrem'in ganîm et malýndan herhangi birþeyi benimsemiyeceðine iþaret ederek onun kadrinin yüceliðine iþaret etmektedir.

 

 

 

 

163.  Onlar Allah Teâlâ'nýn katýnda derece derecedirler. Ve Allah Teâlâ yaptýklarý þeyleri hakkiyle görücüdür.

163. (Onlar) insanlar, kabiliyetleri, hareket tarzlarý, Hak'ki gözetici olup olmamalarý itibariyle (Allah Teâlâ'nýn katýnda) onun manevî katýnda, onun hüküm sahasýnda (derece derecedirler) farklý mertebelerde bulunmaktadýrlar. Sevaba ulaþma ve cezaya uðrama itibariyle de dereceleri mertebeleri farklýdýr. (Ve Allah T eâlâ) o insanlarýn bütün (yaptýktan þeyleri) ezelî ilmiyle bilmektedir. Ve onlarý (hakkiyle görücüdür.) Binaenaleyh herkes Allah'ýn yanýnda lâyýk olduðu mükâfat ve cezaya kavuþacaktýr. Artýk daha fýrsat elde iken hakikî istikbali temine çalýþmalýdýr. Bilginlerin de açýklamasýna göre insanlarýn ruhlarý çeþitlidir, farklý derecelere sahiptir. Bazýlarý zekidir, bazýlarý ahmaktýr, bazýlarý parlak, nuranidir, bazýlarý da bulanýk, karanlýktýr, bazýlarý deðerlidir, bazýlarý da deðersizdir. Bütün bu ihtilaflar bedenî meydana getiren unsurlardan deðil, ruhlarýn mahiyetindeki farklýlýktan doðmaktadýr.

Nitekim bir hadisi þerifte de: Yâni: Ýnsanlar altýn ve gümüþ mâdenleri gibi madenlerdi

Kabiliyetleri, özellikleri farklýdýr.

Kýsacasý temiz bir ruha, güzel bir itikada, hayýrlý amellere muvaffak olanlarýn dereceleri Allah katýnda pek yücedir. Hilâfýna hareket edenlerde cehennemin en alt tabakasýna atýlacak, lâyýk olduklarý cezalara kavuþacaklardýr. Cenab'ý Hak cümlemize uyanýklýklar nasip buyursun. Âmin...

164. Andolsun ki, Allah Teâlâ mü'minlere Iütufda bulundu. Çünkü içlerinde kendilerinden bir peygamber gönderdi ki: Onlara Hak Teâlâ'nýn âyetlerini okuyor ve onlarý temizliyor ve onlara kitap ve hikmeti öðretiyor. Halbuki bundan evvel apaçýk bir dalâlet içinde bulunmuþ idiler.

164. Bu âyeti kerime, Rasûli Ekrem'in yaratýlýþýnýn yüceliðini ve bütün insanlýk için ne büyük bir hidayet rehberi olduðunu bildiriyor, kendisine tâbi olanlarýn ahlâk ve hareketlerini düzeltme ve yüceltme de ne kadar gayret gösterdiðini ifade etmektedir. Artýk o büyük fazilet ve olgunluklarla donatýlmýþ olan Yüce Peygamber'in ganîm et malý benimsemeye tenezzülden ve diðer þahsî menfaatler takibinden uzak olduðuna da þöylece iþaret etmektedir. (Andolsun ki: Allah Teâlâ mü'minlere I üt uf t a bulundu) Yâni: Ýmân þerefine ulaþan, Rasûli Ekrem'e uyan, onun kadrinin yüceliðini itiraf eden zatlara lütuf ve ihsanda bulunmuþ oldu. (Çünkü içlerinde kendilerinden) kendi cinslerinden veya kendileriyle ayný soydan olan zatlardan (bir peygamber gönderdi ki) Yâni Hz. Muhammed'i yüce bir Rasûl olarak gönderdi ki, onun ne kadar ahlâkî olgunluklarla vasýflanmýþ olduðunu gördüler, onun ne büyük bir soy þerefine, þahsî üstünlüklere sahip olduðunu bilip anladýlar. Ve öyle bir Yüce Peygamber ki (onlara) o gönderildiði zatlara (Hak Teâlâ'nýn âyetlerini) Kur'ân'ý Kerim'i (okuyor) halbuki, onlar vaktiyle cahil iye ehlinden idiler, kulaklarýna böyle ilâhî vahiyden birþey çarp mam iþti. (Ve onlarý temizliyor) onlarý kötü özelliklerden, bozuk akidelerden temizliyor (ve onlara kitap ve hikmeti öðretiyor) onlara Kur'ân'ý Kerim'i ve peygamberin sünnetini öðretiyor. Telkin ediyor, onlarýn nazarî kuvvetlerini, amelî kuvvetlerini artýrmaya yardým ediyor. Bu sayededir ki, asýrlardan beri cehalet, mahkûmiyet içinde kalmýþ olan arap kavminden, âlim, fazýl, her þekilde aydýn âlemin, nizamýný bilen, içtimaî, siyasî, idarî hikmet ve faydalarý idrâk eden seçkin bir ümmet meydana geldi, en kuvvetli bulunan Fars ve Rum kavimlerine galebe çaldýlar. (Halbuki) bu Ýslâmiyet i kabul edip imân nîmetine ulaþan zatlar (bundan evvel) Rasûli Ekrem'e imân etmeden ve tabi olmadan önce (ap açýk) þüphe edilemiyecek bir þekilde (dalâlet içinde bulunmuþ idiler) imândan, hidayetten mahrum, baþka milletlerin zulüm ve hakimiyeti altýnda periþan, kalkýnmadan ilim ve irfandan nasipsiz olarak yaþýyorlardý. Artýk Yüce Peygamberimizin bu pek yüce ve eþsiz baþarýlarýný güzelce düþünerek kendisine baðlýlýðýmýzý teþekkürlerimizi arttýrmaða çalýþmalýyýz. S al I al I ahu Teâlâ aleyhi vesellem.

§ Hz. Peygamber'in gönderilmesinden evvel Arabistan'ýn hâli: Vaktiyle dünyanýn her tarafý gibi Arabistan'da cehalet içinde kalmýþtý, halk, hakikî dinden ahlâkî faziletlerden ayrýlmýþ, parça parça olmuþ, putlara, insanlara tapýlmakta bulunulmuþtu. Halk arasýnda içki, kumar, fuhþiyat gibi þeyler pek çoðalmýþtý. Hele Arabistan pek acýnacak bir halde idi. Araplar arasýnda bazý þairler, ve edip kimseler yetiþmiþti. Fakat bunlar sayýlý olmakla beraber çeþitli ilim ve fen I eri e yetiþtirilmiþ deðildirler, yazý yazmaktan bile acizdiler, aralarýnda þiddetli bir düþmanlýk da vardý. Kabileler daima birbiriyle çarpýþýp dururlardý. Allah'ýn birliðini býrakmýþlardý. Bütün hadiseleri çeþitli ilâhlara, putlara, isnat ederlerdi. Güneþe, aya, yýldýzlara ve bazý meþhur þahýslara taparlardý, melekleri Allah Teâlâ'nýn kýzlarý diye tanýrlardý. Kabe'i Muazzam a' d a (360) put bulunuyordu. Ýþte Yüce Peygamber'imiz Arabistan'ý bu halde bulmuþtu. § Resulûllah'ýn pek yüksek varlýðý: Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa Aleyhissalâtü vesselam efendimiz, milâdýn 571 inci senesinde Mekke-i Mükerreme'de dünyaya gelmiþtir. Kendisi Ku reysin kabilesinin Al i ha; im ailesindendir. Bu en soylu bir ailedir. Hz. Peygamber daha doðmadan iki ay önce muhterem pederî Abdullah vefat etmekle yetim kalmýþtý, dünyaya geliþinden altý sene sonra da muhterem validesi Hz. Âmine vefat etmiþ, Hz. Peygamber efendimiz amcasý Ebü T al i b'in yanýnda kalmýþtý. Rasüli Ekrem efendimizin bütün hayatý iffetle, sadakatle, ve temiz bir þekilde geçmiþti, Cenâb-ý Hak kendisini korumuþtu. Putlara ve diðer batýl þeylere daima muhalif bulunmuþ, kendisinden asla yalan, hainlik hak'ka muhalefet görülmemiþtir. Kýrk yaþýna kadar ne bir ilim meclisinde bulunmuþ, ne de bir kimseden birþey okuyup yazmýþ, bu müddet içinde (Ümmî) bulunarak nübüvvet ve peygamberliðe dair mübarek aðzýndan bir söz çýkmamýþtýr. Onun bu hayat tarzý, hikmet gereði idi, hakkýnda þüphe edilmesine tamamen mâni bulunmuþtur ve bütün çevresi onun bu sade, ve temiz hayatýný biliyordu.

Ýþte o mübarek, masum zat, böyle kýrk yaþýna girer girmez etrafýnda bir takým hârikalar parlamaya baþlamýþ, kendisine Cibrili Emin denilen büyük bir melek gelmiþ, kendisini nübüvvet ve ri s al et I e müjdelemiþ ve kendisine azar azar Kur'ân'ý Kerim'in âyetlerini, sürelerini getirip bildirmiþtir. Artýk bu vasýta ile ilâhî vahye kavuþan Hz. Peygamber'in mübarek lisanýndan ilm ve hikmet yayýlmaya baþlamýþ, bütün çevresi tarafýndan bilinmeyen nice hakikatleri, Allah'ýn dinine ait hükümleri, tarihî, ve ibretli olaylarý açýklayýp durmuþtur. O tarihe kadar cehalet içinde kalmýþ olan Arabistan ve çevresi birden bire uyanmaða baþlamýþ, birçok zatlar Allah'ýn dinine ulaþarak cihad meydanlarýna atýlmýþ, bütün insanlýk için uyulmasý gereken birer örnek olmuþlardýr. Ve o zamana kadar birçok milletlerin esiri durumunda bulunan araplar kuvvetli bir hükümete kavuþmuþlar ve insanlýk dünyasýna ilâhî dinî yaymaya baþlamýþlardýr.

Rasüli Ekrem Hazretleri bu kadar nîmetlere, baþarýlara ulaþmýþken yine tavýr ve hareketini asla deðiþtirmemiþ kendisine yönelmiþ bulunan dünya varlýðýna asla tenezzül göstermemiþ, fevkalâde bir sade hayat ile yetinmiþ ve peygamberlik vazifesini yerine getirmeye devam ederek bu yolda nice sýkýntýlara katlanmýþtýr. Bütün bunlar, o Yüce Peygamber'in tabiatýndaki üstünlüðü ve mesleðindeki sebat ve büyüklüðü göstermektedir. O Rasüli Ekrem Hazretleri altmýþ üç yaþlarýnda olduðu halde hicretin on birinci senesi reblulevvelin on ikinci pazartesi günü ebediyet âlemine göç etmiþ, mübarek cismi Medine'i Münevvere'd eki mescidi saadetine defnolunmuþtur. S al I al I ahu tealâ aleyhi vesellem.

Peygamberlik ve risalete olan ihtiyaç: Ýnsanlara Allah'ýn dinîni telkin ve hareketlerini tayin için Hz. Adem'den itibaren birçok Peygamberler gönderilmiþtir ki onlarýn sonuncusu ve en büyüðü de Hz. Muhammed aleyhisselâtü vesselam'd ir. Artýk onun vasýtasýyla Ýslâm dini, bütün dünya âlemine ulaþtýrýlmýþ benzerini getirmek mümkün olmayan Kur'ân'ý Kerim bütün insaniyet âleminde yayýlmaya baþlamýþ, Ýslâmiyet e ait kitaplar bütün doðu ve batý kütüphanlerini süslemiþtir. Böyle insanlýða Peygamberlerin gönderilmiþ olduðundaki faideler ve hikmetler ise sayýsýzdýr. Baþlýcalarý þunlardýr:

1 - insanlar, bir Yüce Yaratýcýnýn varlýðýna iyice düþünseler aklen kanaat getirebilirler. Fakat o Yüce Yaratýcýya ne þekilde kullukta bulunacaklarýný kes d irip tayin edemezler. Ne gibi dinî vazifelerle yükümlü olduklarýný da bilemezler, bu hususta muhtelif kanaat I ardan kurtulamazlar, bu yüzden aralarýnda birlik ve dayanýþma meydana gelemez. Fakat Yüce bir Peygambere tabi olunca bu gibi hallerden, zararlý ihtilâflardan kurtulmuþ olurlar.

2 - Peygamberler sayesinde birçok kimseler, bir nice hakikatleri öðrenmiþler, kendi kendilerine düþünemedikleri þeylerden bu sayede haberdar olarak uyanmýþlar, ruhlarýnda bir fazilet ve üstünlük nurlarý parlamýþ durmuþtur.

3 - Ýnsanlar cemiyet halinde yaþamaya mecburdurlar. Aralarýnda bir sosyal, medenî bað vardýr. Aralarýndaki birliði, sevgiyi dayanýþmayý güzelce saðlamak ve korumak için kutsî bir esasa dayanmalarý, güzel bir hayat nizamýna sahip olmalarý lâzýmdýr. Bu da ancak Yüce Peygamberlerin tebliðlerine uymakla mümkün olur.

4    - Bir takým hareketlerin, muamelelerin haddizatýnda güzelliði, çirkinliði, manevî mükâfatý kazandýracaðý veya cezaya sebep olacaðý akýl ile tayin edilemez, bu hususta muhtelif düþünceler meydana gelir, insanlar hayretler içinde kalýrlar. Ýþte insanlarý bu gibi ruhî, medenî, üzüntülerden kurtaracak onlarý arýndýracak ve temizleyecek olan þey, ancak Yüce Peygamberlerin açýklamalarýdýr.

5   - Bir kýsým yeyilecek, içilecek ve yapýlacak þeylerin faydalan zararlarý, insanlarca kat'î surette bilinip tayin edilemez. Bunlarý güzelce kavramak için ilâhî vahye mazhar olan Yüce Peygamberlerin açýklamalarýna; öðretilerine ihtiyaç vardýr. Ýçki gibi, kumar gibi þeyler bu cümledendir.

fi - Ýnsanlar tabiattan itibariyle gevþeklikten, tembellikten, gafletten ve günahlara düþmekten uzak olamazlar. Bu gibi hususlarda aydýnlatýlmaya, teþvik edilmeye ve korkutulmaya muhtaçtýrlar. Bu hususlar ise Peygamberler vasýtasýyle yerine getirilmiþ insanlýða lâzým gelen bilgiler verilmiþtir.

7     - Ýnsanlar ne kadar zeki, ne kadar anlayýþlý olsalar da yine bir rehbere, bir öðretmene muhtaçtýrlar. Meselâ: Gözlerde bir görme özelliði vardýr. Fakat karþýlarýnda bir güneþ parlamadýkça bu gözler her tarafý göremezler, kendilerindeki görme Özelliði görmek için kâfi deðildir. Ýþte insan aklý da ne kadar aydýnlýk bulunursa bulunsun karþýsýnda bir nübüvvet ve risalet güneþinin ilâhî ýþýðý tecelli etmedikçe bir nice haki kat I arý görmeðe muvaffak olamaz.

8      - Peygamberler vasýtasýyla insanlýk hakkýnda ilâhî deliller tamam olmuþtur. Ýnsanlar o sayede vazifelerinden, s el âh iyet I erin d en haberdar olmuþlardýr. Artýk hiç bir insan, benim vazifem ne idi, ben yaratýcýma karþý ne ile mükelleftim, bilemedim, diye mazeret ileri süremez. Çünkü bütün Peygamberler ve özellikle nebilerin ve resullerin sonuncusu olan Hz. Mu ham m ed aleyhi ve aleyhimüsselâtü vesselam efendimiz bütün insanlýk âlemine ilâhî dini yaymýþ, her mükellef insana vazifesini bildirmiþtir. O sayede birçok zatlar, Ýman þerefine ulaþmýþ, insanlýk âleminde bir fazilet ve irfan güneþi parlamaya baþlamýþ, kabiliyetli olan ruhlar bundan istifade ederek hakkýyla aydýnlanmýþlardýr.

Evet... Nasýldý hâli âlem, bir düþün eyyamý fitrette?

Nasýl kalmýþtý her millet amansýz bir cehalette?

Üfül etmiþ diyanet, þulei efkâr sönmüþtü

Bütün ebnayi âdem, heykeli bîruha dönmüþtü.

Cihan mehcur idi baþtan baþ miri hidayetten.

Cihan mahrum idi herbir faziletten, nezahetten.

Kesilmiþdi ufuklar sert es er zulmet I i bir medfen.

Karanlýktý muhiti ademiyyet. Haki medfen d en.

Semaya yükselirken pek hazin feryad, vaveyla.

Karanlýklar içinde matem eylerken bütün dünya.

Tecelli etti bir miri diyanet evci vahdetten.

Acildi gitti zulmetler semayý ademiyetten.

Letafet buldu heryer, kâinata geldi bir revnak.

fuuyý dine elvahý tabiat oldu mustaðrak.

Seni tebcil-ü takdîs eylerim ey neyyîrî âli!

Diyanet! Ey bütün mü'minlerin aks ayý amali.

Diyanet! Ey klubi ümmeti tevhît eden kuvvet.

Diyanet! Ey veren mehtabý fikre nur) ulvîyyet.

Bütün halkýn hayatý nazre'i lutfûnla kaimdir.

Senin vechi lâtifin nüzhet efzayi avalimdir.

Diyanet perver olmak en müebbet bir saadettir.

Diyanettir bizi mesud eden ancak diyanettir.



165.  Vakta ki size bir musibet isabet etti, halbuki, siz onun iki katýný düþmanlarýnýza isabet ettirmiþ idiniz, bu musibet nereden mi dediniz?. De ki: O kendi nefisleriniztarafýndandýr. Þüphe yok ki, Allah Teâlâ herseye kadirdir.

165. Bu mübarek âyetler, Uhud gazvesinde münafýklarýn söylemiþ olduklarý münafýkça sözlerini açýða çýkarýyor, onlarýn hakikate aykýrý iddialarýný meydana koyuyor, müslümanlara isabet eden bazý belalarýn birer maslahat ve hikmet gereði olduðunu þöylece bildiriyor.. Ey Ýslâm ordusunu meydana getiren erler!. (Vaktaki) Uhud gazvesinde (size bir musibet) bir yenilgi usabet etti), yani peygamberin emrine muhalefet ederek merkezi terk ettiniz, bu yüzden bozulup el að ildiniz. Sonra da bu hadiseyi büyüttünüz, bu felâket bize nereden geldi derneðe baþladýnýz. Hiç düþünmediniz mi ki: Bu yenilgi, sizin emre muhalefetinizin bir neticesidir. Çünkî Cenâb-ý Hak'kýn sizi zafer vaadi, sizin merkezde sebat etmeniz ve peygamberin emrine uymanýz þartýna baðlanmýþtýr. (Halbuki siz onun) o size isabet eden musibetin (iki katýný) Bedir gazvesinde (düþmanlarýnýza isabet ettirmiþtiniz) Uhud'da yetmiþ kadar þehit verdiniz, Bedir'de ise düþmanlarýnýzdan yetmiþ þahsý öldürdünüz, yetmiþ kadarýný da esir almýþ idiniz. Artýk bu da bilinir iken bize isabet eden (bu musibet nereden mi dediniz?..) Ne için böyle fitne koparan düþüncelere düþtünüz. Bu musibet, Ýslâmiyet yüzünden deðildir. Peygamberin sözüne itaat edip savaþa atýlma yüzünden deðildir. Belki sizin peygamberin emrine muhalefet etmeniz yüzündendir, bulunduðunuz merkezi terkederek, ganimet malý   sevdasýna düþmeniz yüzündendir. Evet... Habibim!. Onlara (de ki: O) musibet (kendi nefisleriniz tarafýndandýr). Eðer siz emre aykýrý hareket etmeseydiniz, böyle bir musibete uðramazdýnýz. Ve (þüphe yok ki: Allah Teâlâ herseye kadirdir). Binaenaleyh zafer vermeðe de, vermemeðe de her þekilde kudreti vardýr, bazý guruplara zafer verir, bazý guruplarý da maðlûp düþürür. Onun hikmeti neyi gerektirir ise o meydana gelir. Ýþte Uhud gazvesindeki hâdiseler de bu cümledendir.

 

 

 

 

166. Ýki ordunun karþýlaþtýðý gün size isabet eden. Allah Teâlâ'nýn izni ile idi ve mü'minleri ayýrd etmesi içindi..

166.       Uhud gazvesinde (iki ordunun) Ýslâm kuvvetleriyle düþman kuvvetlerinin toplaþýp (karþýlaþtýðý) savaþa baþladýklarý (gün size isabet eden) yenilgi (Allah Teâlâ'nýn izni ile idi) onun hikmeti gereði dileyip takdir buyurmuþ olmasý ile idi. (Ve mü'minler! ayýrd etmesi içindi t tâ ki Cenab'ý Hak'kýn ve Yüce Peygamber'inin emirlerine hakkiyle uyanlarla, uymayanlar anlaþýlsýnlar, seçilsinler Allah'ýn takdirine razý olanlar ile olmayanlar meydana çýksýnlar, bilinsinler.

 

 

 

167.  Ve münafýk olanlarý acýya çýkarmak içindi. Ve onlara: Geliniz Allah yolunda savaþýnýz veya müdafaada bulununuz denildi. Dediler ki: Biz savaþmayý bilseydik elbette size uyardýk.. Onlar o gün imândan ziyade küfre yakýn bulunmuþlardý. Onlar kalblerinde olmayan þeyi dilleriyle söylerler. Ve Allah Teâlâ onlarýn ne sakladýklarýný tamamen bilicidir.

167.      (Ve) o yenilginin hikmetlerinden biri de (münafýk) Ýslâm ordusunun muvaffakiyetini arzu etmemiþ (olanlarý) o gibi ikiyüzlüleri, Ýslâm düþmanlarýný -(açýða çýkarmak) baþkalarýna tanýtmaktýr. Ýþte bir de bunun (Ýçinde) ki, o yenilgi meydana getirilmiþti. (Ve) onlar öyle münafýk kimselerdi ki: (Onlara) geliniz (Allah Teâlâ yolunda savaþýnýz veya müdafaada bulununuz denildi) yani: Geliniz, cihada atýlýnýz, dini, adaleti, hak ve hakikati kazanmaya çalýþýnýz, veya kendinizi, ailenizi, yurdunuzu müdafaaya gayret ediniz, veya Ýslâm ordusunda bulunup müdafaa vaziyeti alýnýz, veya Ýslâm kuvvetinin çokluðunu düþmanlara karþý gösteriniz. Allah göstermesin müslümanlarýn maðlûbiyeti, Ýslâm yurdu için bir felâkettir. Denilince o münafýklar (dediler ki: Biz savaþmayý bilseydik) yani sizin savaþmak için gittiðinizi veya savaþa atýlacaðýnýzý bilmiþ olsaydýk, veyahut bir harb ve çarpýþmayý bilen kimseler bu I un s aydýk (elbette size uyardýk) sizinle beraber sefere çýkar, muharebeye iþtirak ederdik. Bunlarýn bu gibi sözleri hakikate aykýrýdýr. (Onlar o gün) öyle söyleyip durduklarý zaman (imândan ziyade küfre yakýn bulunmuþlardý.) Çünkü kalplerinde gizledikleri þeyler anlaþýlmýþ, müslümanlýða karþý lakayt bulunduklarý meydana çýkmýþtý. Artýk öyle Allah Teâlâ yolunda cihattan geri duran, Ýslâm yurdunu müdafaadan kaçýnan kimselere mü'min sýfatý lâyýk olamaz. (Onlar) o gibi münafýk kimselere (kalblerinde olmayan þeyi) kendilerinin mü'min olduklarýný (dilleriyle söylerler) o söyledikleri þeye kalben inanmýþ deðildirler. Ýþte bu, münafýklýk belirtisidir. Fakat onlarýn bu hali gizli kalmaz. (Ve Allah Teâlâ onlarýn ne sakladýklarýný) kalblerinde ne gibi kuruntularý bulunduðunu (tamamen bilicidir) ona göre haklarýnda ilâhî cezasý gerekecektir.

 

 

 

 

168.         Onlar ki, kedileri oturduklarý halde kardeþleri için eðer bize itaat etseydiler öldürülmezler idi, dediler. De ki: Öyle ise kendi nefislerinizden ölümü def ediniz!. Eðer sâdýk kimseler iseniz.

168. Bu âyeti kerime, Uhud gazvesine katýlmamýþ olan münafýklarýn cahilce iddialarýný re'd d et m ektedir. Þöyle ki: (Onlar) O Uhud gazvesine katýlmayan münafýklar (ki, oturduklarý) savaþa iþtirak etmedikleri (halde) din veya vatan veya soy itibariyle (kardeþleri) olan þehitler ve öldürülenler (için eðer bize itaat) edip te savaþtan kaçýnsa, evlerinde ikamet (etse idiler) yaþarlardý (öldürülmezler idi dediler). Habibim! O gafillere ide ki:) Eðer (öyle ise) eðer savaþtan kaçýnmak insaný ölümden kurtaracak ise il>endi nefislerinizden ölümü defediniz, eðer) bu iddiadýzda (sadýk) doðru sözlü (kimseler iseniz) bu iddianýzý ispat ediniz bakalým. Heyhat!. Kýsacasý: Öldürülmek de, ölmek de Allah Teâlâ'nýn kaza ve kaderine baðlýdýr, ýralarýnda fark yoktur. Zamaný gelince insan ölür, hayattan mahrum kalýr. Buna hiç bir þey mâni olamaz. Ölüm için mutlaka belirlenmiþ, takdir edilmiþ bir zaman vardýr. Bunun sebepleri çeþitli ise de zamaný bellidir. Harb de ölüm sebeplerinden biridir. Eceli gelmiþ olan bir kimse bu sebeple veya baþka   bir sebeple hayattan mahrum kalýr, daha eceli gelmemiþ olan kimse de ne kadar harb I ere katýlsa da yine yaþar durur. Binaenaleyh savaþa katýlmamak mutlaka insanýn yaþamasýný icabet m ez.

Rivayet olunuyor ki: Bu münafýklar böyle bir iddiada bulunduklarý gün içlerinden yetmiþ kiþi ölmüþ gitmiþtir. Bu, Uhud þehidlerinin sayýsý kadardýr. Ne büyük bir ibret!..

 

 

 

 

169. Ve Allah Teâlâ'nýn yolunda öldürülmüþ olanlarý ölmüþler sanma, hayýr Pablerinin katýnda diridirler rýzýklanýrlar.

169.       Bu mübarek âyetler, Allah Teâlâ'nýn yolunda hayatýný feda eden muhterem þehitlerin yüksek mertebelerini, onlarýn ne kadar manevî bir neþe içinde ebedî bir hayat ile yaþamakta olduklarýný ve diðer Ýslâm mücahitlerinin de korku ve üzüntüden emin bulunduklarým bildirmektedir. Þöyle ki: Cenâb-ý Hak, Yüce Resulüne veya her bir müslümana hitaben þöyle buyuruyor: (Ve Allah Teâlâ'nýn yolunda) Cenab'ý Mevlâ'nýn dini uðrunda, cihat meydanýnda (öldürülmüþ olanlarý) þehit düþmüþ bulunanlarý (ölmüþler) gitmiþler (sanma, hayýr) onlar ölmüþ deðildirler. Onlar (Rablerinin katýnda) Hak Teâlâ'nýn manevî katýnda þeref ve mertebe itibariyle, ebedî bir hayata kavuþmak suretiyle (diridirler) Cennetlerin nimetlerinden, meyvelerinden (rýzýklanýr) durur (Iar.) Ne büyük bir mükâfat!..

 

 

 

 

170.      Onlar kendilerine Allah Teâlâ'nýn lütfundan verdiði þey ile sevinmektedirler. Ve onlar arkalarýndan varýp kendilerine yetiþmemiþ olanlara bir korku olmadýðý ile ve onlarýn üzüntüye uðramayacaklarý ile de müjdelenmiþ bulunurlar.

170.      (Onlar) o þehit düþmüþ olan zatlar, (kendilerine Allah Teâlâ'nýn) sýrf (lütfundan) kereminden olarak (verdiði) ihsan buyurduðu (þey ile) þehadet þerefiyle, ebedî bir hayata kavuþmakta Cenab'ý Hak'ka manevî olarak yaklaþmakla cennetlerin nimetlerinden istifade etmiþ olmakla daima (sevinmektedirler) Bir ruhanî zevk ile, bir manevî neþ'e ile yaþar dururlar. (Ve onlar) o þehit düþmüþ zatlar kendi (arkalarýndan varýp kendilerine) henüz (yetiþmemiþ olanlara) kendileri gibi þehit düþmeyip bir müddet daha dünyada kalarak Ýslâmiyet yolunda sebat edip durmuþ bulunanlara dahi uhrevî (bir korku) bir dehþet (olmadýðý için) de sevinmektedirler. Bu din kardeþlerinin de güzel bir istikbale kavuþacaklarýna muttali olarak bundan dolayý da sevine, ve huzur içindedirler. (Ve onlarýn) o geriye kalan din kardeþlerinin gelecekte (üzüntüye uðramayacaklarýna dair) müjdelenmiþlerdir. O din kardeþleri de ilerde kendileri gibi Allah'ýn yardýmýna kavuþacaklardýr. Onlar da mutlu, uhrevî bir hayata kavuþacaklardýr. Artýk onlarýn da üzüntü ve kedere düþmeyeceklerini bilmekle de muhterem þehitler (müjdelenmiþ bulunurlar). Bu da onlarýn uhrevî ferahlýklarýný arttýrmýþ olur..

 

 

 

171.  Ve onlar Allah Teâlâ'dan bir nîmet ile ve bir lütuf ile ve mü'minlerin mükâfatýný Allah Teâlâ'nýn elbette zayi etmiyeceði ile de müjdelenip sevinçli bir halde bulunurlar.

171. (Ve onlar) o muhterem þehitler, geriye kalmýþ olan din kardeþlerinin öyle mutlu geleceklerini bilerek sevindikleri gibi kendilerinin (Allah Teâlâ'dan bir nimet ile) Allah tarafýndan kavuþacaklarý büyük bir sevab ile (ve bir lütuf ile) pek fazla bir mükâfat ile de müjdelenmiþ olarak ziyadesiyle sevinirler. (Ve mü'minlerin mükâfatýný Allah Teâlâ'nýn elbette zayi etmeyeceði ile de müjdelenip sevinçli bir halde bulunurlar.) Din kardeþlerinin de böyle mükafatlara ulaþacaklarýný bilmekle de manevî bir zevke, bir kalp neþ'esine kavuþurlar. Ne güzel bir lütuf!...

§ Bu âyetler. Tefsiri Kebirde de bildirildiði üzere Bedir ve Uhud gazvelerinde þehit düþmüþ olan deðerli zatlar hakkýnda nazil olmuþtur. Bedir'd e on dört zat þehit olmuþtu ki: Sekizi ensardan akýsý da muhacirlerden idi. Uhud gazvesinde de yetmiþ zat þehit düþmüþtü ki: Otuzu ensardan, kýrký da muhacirlerden bulunmuþtu.

§ Bu âyeti kerime, bir kerre þehitlerin ne ebedî, ne mutlu bir hayata kavuþtuklarýný gösteriyor. Bununla beraber müslümanlarý kahramanlýða, din uðrunda her türlü fedakârlýðý göze almaya sevk etmiþ oluyor. Çünkü þehidlerin ulaþtýktan nimetleri, yüce tecellileri bildiriyor, o mübarek zatlarý bütün mü s l umanlar için uyulmasý gereken bir örnek olarak gösteriyor. Sonra hu m (Iharak ayetler din kardeþliðinin ne kadar mühim, ne kadar kýymetli olduðuna iþaret ediyor. Çünki müslüman þehidi er, kendilerinin her türlü uhrevî nimetlere kavuþtuklarýný görerek sevinçli olduklarý gibi kendilerinden geriye kalmýþ olan din kardeþlerinin de gelecekte öyle nîmetlere ulaþýp, üzüntü ve kederden korunmuþ olacaklarýný öðrenmekle sevinmiþ ve ziyadesiyle mutlu olmuþlardýr. Ýþte bu, din kardeþliðinin gereðidir. Müslümanlar daima birbirinin haliyle alâkadar olmalýdýrlar, birbirinin sevinciyle sevinçli kederivle kederli bulunmalýdýrlar. Ýþte bu hal, yüksek bir dinî terbiyenin icabýdýr.

S Ýstihsâr: Müjde almak, þad olmak; bir haberden dolayý sevinmek müjde sebebiyle meydana gelen sürür, neþ'e ve müjde istemek mânâlarýný da ifade eder.

Beþaret de; müjde, iyi haber vermek demektir. Tebþir de müjdelemek müjde vermek demektir. Mübeþþir: Müjde verendir, mübeþþer de müjdelenen kimsedir.

 

 

 

 

172. Onlar ki, kendilerine yara isabet ettikten sonra Allah Teâlâ için ve Peygamberin için -davete- icabet eylediler. Onlardan iyilik edenler ve korunanlar için pek büyük bir mükâfat vardýr.

172.   Bu mübarek âyetler de ashabý kiramýn muharebelerdeki fedakârlýklarýný, onlarýn kalplerinin saðlamlýðýný bildirmekte ve o muhterem zatlarýn kavuþtuklarý ilâhî I üt uf t an þöylece açýklamaktadýr. (Onlar ki) o Uhud gazvesinde bulunmuþ olan ashabý kiram ki (kendilerine) o Uhud savaþýnda vücutlarýna (yara isabet ettikten) -mübarek vücutlarý düþmanlarýný hücumlarý ile yaralandýktan (sonra) yine kendilerini düþünüp durmadýlar. (Allah Teâlâ için ve Peygamberi için) canlarýný feda etmeyi göze aldýlar, onlarý davetine (icabet eylediler) tekrar savaþ meydanýna koþmaktan geri durmadýlar. (Onlardan) o muhterem zatlardan ibaret olan o (iyilik edenler) bütün emrolunduklarý vazifeleri yapanlar (ve korunanlar) bütün yasaklardan kaçýnan o zatlar (için pek büyük bir mükâfat vardýr.) Onlar için cennet kapýlarý açýktýr. Onlar Allah'ýn nimetlerine kavuþacaklardýr. Onlar için en nurlu bir gelecek mevcuttur. Ne büyük bir baþarý!.. Ýþte Ýslâmiyet e hizmetin mükâfatý...

§ Bu âyeti kerime, "Hamraül' Esed" gazvesi hakkýnda nazil olmuþtur. Þöyle ki: Uhud gazvesinde düþman ordusu, müslümanlardan ayrýlmýþ "Revlýâ" denilen ve Mekke-i Mükerreme ile Medine'i Münevvere arasýnda bulunan bir mahalle dönmüþtü. Sonra bu hareketlerinden piþman olmuþlar, neden müslümanlar maðlûp iken onlarý takip edip de tamamen imha etmeden geri döndük demiþler, tekrar Ýslâm ordusu üzerine yürümek istemiþlerdi. Rasûli Ekrem Hazretleri, düþmanlarýnýn bu düþünce ve hareketlerinden haberdar olunca Ýslâm ordusunun kahramanlýðýný, tam manasýyla kuvvetli olduðunu göstermek için tekrar Medine'i Münevvere'd en ayrý I arak o mücahit ordusu ile beraber düþman üzerine yürümekte bulundu. Bu mübarek mücahitler ise Uhud gazvesinde yaralanmýþlardý, zahmetler içinde yaþýyorlardý, birbirini tutunarak yola devam edebiliyorlardý. Bu hal ile beraber yine Ýslâm'ýn kudretini göstermekten geri durmak istememiþlerdi. Fakat Cenâb-ý Hak düþmanlarýn içlerine bir korku düþürdü, Ýslâm ordusunun bu hareketinden haberdar olunca savaþtan vazgeçtiler, kaçýp yurtlarýna gittiler, Ýslâm ordusu da tam bir þeref ve þan ile Medine'i Münevvere'ye tehrar geri döndü.

Ýþte Ýslâm ordusuna lâyýk olan, böyle fedakârca hareket etmektir. Allah'ýn ismini yüceltmeye çalýþmaktýr. Cenâb-ý Hak bu kutsi âyetlerini, bütün Ýslâm milletine ebedî bir ders, bir uyanma vesilesi ve yükseliþ olmak üzere beyan buyurmuþtur.

 

 

 

 

173.     Onlar ki, insanlar onlara: Halk sizin için -kuvvet, topladýlar, artýk o düþmanlardan korkunuz dediler de bu onlarýn imânýný arttýrdý ve Allah Teâlâ bizlere kâfidir ve ne güzel vekilidir, dediler.

173. (Onlar ki) o üstün vasýflarý yukarýdaki âyeti kerime de zikredilmiþ olan zatlar ki (insanlar) düþmanlarý adýna söz söyleyen "Naim ibni Mesudil Eþcaî" (onlara) o muhterem    Ýslâm mücahitlerine hitaben (halk) düþman kuvvetleri (sizin için) kuvvet (topladýlar) sizi büsbütün maðlûp etmek istiyorlar (artýk). Ey müslümanlar!. Siz o düþmanlarýnýzdan (korkunuz) onlara karþý savaþa sýkmayýnýz (dediler) o mübarek mücahitlerin kalbi eri ne güya korku düþürmek istediler (de) bununla bir tesir yapamadýlar. Bilâkis onlarýn (bu) aldatýcý sözleri (onlarýn) o Ýslâm kahramanlarýnýn (imânýný arttýrdý) Cenab'ý Hak'kýn emirlerine olan baðlýlýklarýný artýrdý ve kuvvetlendirdi. (Ve) o zatlar (Allah Teâlâ bizlere) bizim iþlerimize ve baþarý saðlamamýza (kâfidir, ve) Yüce Yaratýcý (ne güzel vekildir), bütün varlýðýmýz, bütün iþlerimiz ona havale olunmuþtur, (dediler) bu suretle de kalplerinin saðlamlýðýný ve dine baðlýlýklarýný göstermeye muvaffak oldular.

 

 

 

 

174. Sonra da kendilerine hiç bir fenalýk d okun m aks izin Allah Teâlâ'nýn bir nîmetiyle ve bir lütfü ile geri döndüler ve Yüce Allah'ýn rýzâsýna tâbi oldular. Allah Teâlâ ise büyük bir lütuf sahibidir.

174.    Bu kahramanca hareketten (sonrada) o muhterem mücahitler (kendilerine) bir eziyet, bir kötü hâdise (hic bir fenalýk dokunmaksýzýn) o savaþ için gitmiþ olduklarý meydandan (Allah Teâlâ'nýn bir nîmetîyle) düþmanla karþý I aþ m aks izin bir afiyetle (ve) Cenab'ý Hak'kýn (bir lütfü ile) ihsan buyurduðu bir ticaret ile, bir kazanç ile (geri döndüler) Medine'i Münevvereye geri döndüler, (ve) böyle dindarca, fedakârca hareketleriyle (Yüce Allah'ýn rizasýna tâbi oldular) bu suretle dünya ve âh i ret selametine kavuþtular. (Ve Allah Teâlâ büyük bir lütuf sahibidir.) O muhterem mücahitlerin kalblerine kuvvet verdi, onlarý harp meydanýnda sabit kýldý, onlardaki imân nurunu çok parlak kýldý, onlarý cihad meydanlarýna atýlmaya, düþmanlarýna karþý kahramanlýk göstermeðe muvaffak buyurdu.

§ Tefsirlerde, siyer kitaplarýnda, geniþçe yazýlý olduðu üzere Uluýd gazvesinde düþmanlarýn reisi geri dönerken Hz. Peygambere nida ederek: Ya Muhammedi. Aleyhisselâm -istersen gelecek Bedir mevsiminde seninle tekrar savaþta bulunalým, demiþ. Peygamber Efendimiz de "inþaallah" diye cevap vermiþ. Sonra o mevsim gelince düþman reisinin kalbine bir korku düþmüþ, geri durmaya da gururu mâni olmaya baþlamýþ. "Naim bin Mesut" adýnda bir þahýs ile görüþmüþ, bu sene kýtlýk var, savaþta bulunmak doðru deðil; geri dönmemizden de müslümanlar cesaret alacaklardýr. Sana on deve veririm, çýk Medine'ye git, onlarý korkut, onlar savaþtan vaz geçsinler, bu hususta verilen sözü onlar bozmuþ olsunlar.

Naim de Medine'i Münevvereye gelmiþ, savaþ için hazýrlanmýþ bir guruba rastlamýþ, nereye hareket edeceklerini sormuþ onlar da demiþler ki: Düþmanlarýmýz ile aramýzda va' d edil en ikinci Bedir gazvesine yönelmiþ bulunmaktayýz. Bunun üzerine Naim, bir takým yalanlar uydurmuþ, sizin bu hareketiniz, sizin için pek korkunç, çünkü düþmanlarýnýz fevkalâde bir kuvvetle donatýlmýþ bulunuyorlar, sizden hiç biriniz onlarýn ellerinden kurtulamaz diye m üs I umanlarýn kalblerine korku düþürmek, onlarý savaþtan geri çevirmek istemiþti. Bazý zatlar bu sözlerden endiþeye düþer gibi oldular. Fakat Rasüli Ekrem Hazretleri, ben yalnýz da olsam Allah hakký için bu savaþa gireceðim sözümden dönmem diye buyurdu. Ashabý kirâmýndan yetmiþ kadar süvari ile Bedir tarafýna yöneldiler. Hepsi de <lý as bu nal I alý venimel vekil = Allah bize kâfidir ve ne güzel vekildir.) diyorlardý. Hz. Ýbrahim de ateþe atýlýrken böyle demiþ, ateþten kurtulmuþ idi. Nihayet Ýslâm mücahitler! Bedir mevkiine gelmiþlerdi, orada bir hafta beklediler, düþmanlarý meydana çýkamadýlar. Mübarek Ýslâm kuvveti hiç bir zarar görmeden geri döndü. Bu mevsimde Bedir de bir panayýr kurulur, alýþveriþ yapýlýrdý. Bu Ýslâm kahramanlarý da o hafta içinde hurma, üzüm ve cilalý deri gibi þeylerle ilgili bir hayli alýþveriþte bulunmuþlar, bir güzel ticaretle Medine'i Münevvereye sað salim geri dönmüþlerdi.

Ýþte bu mübarek âyetler bu hâdise üzerine nazil olmuþ, Cenab'ý Hakkýn, mücahit kullarýný ne kadar koruyup himaye ettiðini bu müslümanlara anlatmýþtýr.

 

 

 

175.  Sizi mutlaka o þeytan, dostlarýndan korkutuyor. Binaenaleyh onlardan korkmayýnýz benden korkunuz eðer mü'min kimseler iseniz.

175       Bu mübarek âyetler, þeytan tabiatlý kimselerin sözlerin mü'minlerin kýymet vermiyeceklerini gösteriyor. Küfür ve sapýklýk içinde yaþayanlarýn zararlarý kendilerine yönelik olup Cenâb-ý Hak'kýn onlardan heri olduðunu bildiriyor. Ve öyle kâfirlerin hallerinden dolayý Rasilli Ekrem'in kalbinin üzüntülü olmamasýný tavsiye ediyor, küfür ve fesat ehlinin geçici bir mühlet ve müsaadeye ulaþmalarý haklarýnda bir hayýr olmayýp uhrevî cezaya d ah a fazlasýyla çarpýlacaklarýný açýklýyor.

Þöyle ki: Ey müslümanlar! Ey ashabý kiram! (Sizi mutlaka o þeytan) o düþmanlarýn kuvvetini büyüterek sizi korkuya düþürmek isteyen Naim gibi þeytan tabiatlý herhangi bir þahýs (dostlarýndan korkutuyor) onlarýn büyük bir kuvvet hazýrladýklarýný söylüyor. Fakat siz, onun bu sözlerine kýymet vermeyiniz, endiþeye düþmeyiniz (binaenaleyh onlardan) o þeytanýn o dostlarýndan (korkmayýniz) onlar kim oluyormuþ! Ancak (benden) ben Yüce Yaratýcýdan (korkunuz) benim emrime uyunuz, benim emrime muhalefetten kaçýnýnýz. Sizin selâmet ve saadetiniz bununla mümkündür. (Eðer) siz hakikaten timimin kimseler iseniz) böyle Allah Teâlâ'ya itaat edesiniz, hakikaten ilâhî korkuyu her korku üzerine tercih eder, Allah'ýn emrine hakkýyla uyarsýnýz.

 

 

 

 

176.  0 küfre koþanlar seni üzmesinler. Þüphe yok ki, onlar Allah Teâlâ'ya bir þey ile zarar veremezler. Allah Teâlâ istiyor ki, onlara âhirette bir nasip vermesin. Ve onlar için büyük bir azap vardýr.

176.   Habibim!.. (O küfre koþanlar) münafýklar, dinden dönenler veya âhir zaman Peygamberinin geleceðine vaktiyle inanýp, gelmesini bekledikleri halde bilahara onu, ortaya çýktýðý anda inkâra cür' et eden birtakým bozulmuþ dinlerin sahipleri (seni üzmesinler) onlar kendi selâmet ve saadetlerini kendi arzularý ile ellerinden çýkarmýþ oluyorlar. Artýk sen onlarýn bu hallerine bakýp üzüntü ve kedere dalma, onlar kendilerini kendi iradeleriyle öyle bir felâkete sokmuþ bulunuyorlar. (Þüphe yok ki, onlar) bu kâfir halleriyle (Allah Teâlâ'ya) onun mukaddes dinine onun yüce þanýna (bir þeye) hiç bir þekilde (zarar veremezler). Onlar o kötü hareketleriyle kendilerine zarar vermiþ oluyorlar. Artýk bu hallerinden dolayý (Allah Teâlâ istiyor ki, onlara âhirette bir nasip vermesin) onlarý cennetine sokmasýn (ve) maamafih (onlar için) bu mahrumiyetle beraber (büyük) pek büyük (bir azap) da (vardýr) ki, o cehenneme girmeleridir. Küfürlerinin cezasý olarak ebediyyen azap görmeleridir.

 

 

 

 

177.  Muhakkak o kimseler ki, imân karþýlýðýnda küfrü satýn almýþlardýr. Elbette onlar Hak Teâlâ'ya bir þey ile zarar veremezler. Ve onlar için acýtýcý bir azap vardýr.


177.     (Muhakkak o kimseler ki,) o münafýk, o dinden çýkan, o kâfir þahýslar ki (imân karþýlýðýnda küfrü satýn aldýlar). Kendilerinin ebediyyen saadetlerini temin edecek olan Allah'ýn dinini terk ederek ona karþýlýk küfür ve dinden çýkmayý tercih eylediler (elbette onlar) bu küfürler! yüzünden (Hak Teâlâ'ya bir þey ile) hangi bir þekilde bir (zarar veremezler) Cenab'ý hak onlarýn imanýna muhtaç deðildir, onlarýn küfründen dolayý hâþâ zarara uðramaz. Bu küfür ve isyanýn zararlarý sahiplerine aittir. (Ve onlar için acýtýcý) pek ýzdýrap verici (bir azap vardýr) o da cehennem ateþidir. Artýk ona hazýr bulunsunlar!.

 

 

 

 

178.    Küfredenler asla sanmasýnlar ki, onlara mühlet veriþimiz onlarýn nefisleri için bir hayýrdýr. Biz onlara mühlet veriyoruz ki, günahlarýný artýrsýnlar. Ve onlar için alçaltýcý bir azap vardýr.

178. (Küfredenler) imâný býrakýp küfür ve sapýklýk içinde vakit geçirenler (asla sanmasýnlar ki, onlara mühlet veriþimiz) onlarý bir müddet yaþatmamýz, onlara bazý dünyalýklar vermemiz (onlarýn nefisleri) þahýslarý (için) haddizatýnda (bir hayýrdýr.) Hayýr, hayýr o bir hayýr deðildir. Belki (biz) ben Yüce Yaratýcý (onlara) öyle bir müddet (mühlet veriyoruz ki) onlara mühlet ve müsaadede bulunuyoruz ki (günahlarýný arttýrsýnlar) bir takým günahlarý iþleyerek kendilerini öyle ebedî bir azabý hak etmiþ bir hâle getirmiþ olsunlar. (Ve onlar için alçaltýcý bir azap vardýr) onlar dünyadaki kötü hareketlerinin cezasýna bu suretle uðramýþ olacaklardýr. Artýk böyle bir âkibete uðramak istemeyen      herhangi bir insan daha fýrsat elde varken davranýþ ve hareketlerini düzelterek dindarca faziletli bir halde yaþamak istemez mi? Nedir büyük bir insanlýk kitlesinin    gafleti!. Rasûli Ekrem Efendimizden insanlarýn hayýrlýsý kimdir? diye sorulmuþ. Buyurmuþ ki ömrü uzayýp ameli gazel olan kimsedir, insanlarýn þerlisi kimdir diye de sorulmuþ, önada  nasýn þerlisi ömrü uzayýp ameli kötü olan kimsedir. Binaenaleyh ömrünün deðerini bilmelidir. Onu güzel, meþru bir þekilde kullanmalýdýr. Küfür ve isyanla gecen kötü bir ömür, sahibi için ne büyük bir felâket demektir.

 

 

 

179. Allah Teâlâ mü'minleri sizin bulunduðunuz hâl üzere terkedecek deðildir. Nihayet murdarý temizden ayýracaktýr. Ve Allah Teâlâ size gaybý bildirecek de deðildir. Ve lâkin Hak Teâlâ peygamberlerinden dilediði zatý seçer. Artýk Yüce Allah'a ve peygamberlerine imân ediniz, ve eðer imân eder ve korunursanýz elbette sizin için büyük bir mükâfat vardýr.

179.         Bu âyeti kerime, birtakým: hâdiselerin, meselâ galibiyet ve maðlûbiyet hallerinin ortaya çýkýþ hikmetine iþaret ediyor, bu hikmetleri herkesin kavrayamayacaðýný bildiriyor, insanlýða selâmet ve saadet yolunu tavsiye buyuruyor. Þöyle ki: Ey insanlar! (Allah Teâlâ) hakikî (mü'minleri sizin) böyle muhtelif, mahiyeti bilinmez (bulunduðunuz) bir (hâl üzere terk edecek deðildir) içinizden samimî surette mü'm in olanlar ile olmayanlarý meydana çýkaracaktýr, herkesin durumunu dosta düþmana gösterecektir. Evet... (nihayet murdarý) münafýký, itikadý bozuk olaný (temizden) temiz inanç sahibi müminlerden (ayýracaktýr.) âleme duyuracaktýr. Ýþte Uhud gazvesinde ve diðer olanlarda meydana gelen bazý hâdiseler, bütün birer ilâhî imtihandýr, orada bulunanlarýn durumlarýný, derecelerini göstermeye vesiledir. Hak yolunda zahmetlere katlananlar ile kat I an m ayan I arýn herkesçe anlaþýlmasýna bir sebeptir. (Ve Allah Teâlâ size) Ey bütün insanlar (gaybý bildirecek de deðildir) ki, münafýklar ile münafýk olmayanlarý Cenâb-ý Hak birer suretle bildirmedikçe siz bilemezsiniz. (Velâkin Hak Teâlâ Peygamberlerinden dilediði zatý seçer) Bazý gayb durumlarý ona haber veriri, ona vahiy ve ilham buyurur. Ýþte peygamberlerin sonuncu olan Hz. Muhammed'e de öyle bir nice gayb durumlarý çevresinde bulunanlarýn ruh hallerine, imân ve münafýklýk derecelerini bildirmiþtir. Onun bu gibi hususlara dair size verdiði ve vereceði haberleri samimî þekilde tasdik ediniz. (Artýk) Ey insanlýk cemaati!. (Yüce Allah'a ve) onun muhterem (peygamberlerine) tam samimiyet ile (imân ediniz) gaybý, esasen yalnýz Allah Teâlâ'nýn bildiðini unutmayýnýz, bununla beraber muhterem peygamberlerine de dilediði gaybý bildireceðine kanaat getiriniz. (Ve eðer) Ey insanlar hakikiyle (imân eder ve) münafýklýktan, ayrýlýktan, günahlardan kaçýnýr ve (korunursanýz elbette sizin için büyük bir mükâfat vardýr) ona ulaþýrsýnýz, onun ne kadar takdirlere lâyýk olduðunu ancak Cenâb-ý Hak bilir. Ne mutlu akýllýca hareket ederek böyle bir mükâfata kavuþanlara.

 

 

 

 

180.     Allah Teâlâ'nýn kendilerine lütfundan olarak verdiði þeyde cimrilik edenler bunun kendileri için bir hayýr olduðunu sanmasýnlar. Hayýr.. Bu onlar için bir serdir. O cimrilik ettikleri þey kýyamet gününde boyunlarýna dolanacaktýr. Ve göklerin ve yerin mirasý Allah Teâlâ içindir. Ve Hak Teâlâ yaptýðýnýz her þeyden t amam iyi e haberdardýr.

180. Bu âyeti kerime, hak yolundaki cihadlarýn caný feda etmek sureti ile olacaðý gibi mallarý feda etmek suretiyle de olabileceðini gösteriyor, bu uðurdaki cimriliðin pek zararlý neticesini de tasvir buyuruyor. Þöyle ki: Ey insanlar!. Düþününüz. (Allah Teâlâ'nýn kendilerine) sýrf bir kerem ve (lütfundan olarak verdiði þeyde) malda, servette, kudrette tdmýilil edenler) bunlarda cimrilik gösterenler, pek yanlýþ bir harekette bulunmuþ olurlar. (Bunun) bu cimriliðin (kendileri için bir hayýr) birfâide, bir tasarruf (olduðunu sanmasýnlar.) Bunda öyle bir hayýr yoktur. (Hayýr) o öyle bir hayýr deðildir, belki (bu) cimrilik (onlar için bir serdir) onlarýn uhrevî sorumluluðunu gerektirmektedir.     Evet...  (o  cimrilik ettikleri  þey)  mal ve servet vesaire (kýyamet  gününde) yýlan  gibi  bir suret  alarak o  cimrilik göstermiþ  olanlarýn  (boyunlarýna dolanacaktýr.) Onlar gelecekte böyle bir acýklý durumla karþý karþýya kalacaklardýr. Artýk insan nasýl olur da geçici olan dünya varlýðýna o kadar sarýlýr? Ýnsanýn kendisi de, çoluk çocuðu da bütün servet ve zenginliði de yok olmaya mahkumdur. (Ve göklerin ve yerin mirasý) da (Allah Teâlâ içindir.* Evet... Bütün varlýklar yok olacak, Cenâb-ý Hak'tan baþka bir malik ve sahip kalmayacaktýr. (Ve Hak Teâlâ yaptýðýnýz her þeyden) üzerinize düþen vazifeleri, görevleri yapýp yapmadýðýnýzdan (t amam iyi e haberdardýr). Artýk ona göre hakkýnýzda mükâfat ve cezada bulunacaktýr. O halde insan; nasýl olur da cimrilik göstererek hak yolunda geçici bir malýný harcamaz da kendisini cezaya uðratmýþ olur. Bu ne cahilce bir hareket!.

§ Bu âyeti kerimedeki bubiden = cimrilikten murat, âlimlerin çoðuna göre vâcib olan malî bir vazifeyi yerine getirmekten kaçýnmaktýr. Meselâ: Bir insanýn kendisini ve nafaka vermesi gereken kimseleri idare için kudreti dahilinde olan malýný harcamasý bir vazifedir. Açlýktan ölmek tehlikesiyle karþý karþýya kalmýþ bir þahsýn imdadýna koþup onu o tehlikeden kurtarmak bir vazifedir. Vatýnýn, Ýslâm milletini müdafaa için lâzým gelen mâli yardýmlaþmada bulunmak da bir vazifedir. Ýþte bu gibi malî vazifeleri, yapmaya güçleri yettiði halde yerine getirmekten kaçýnanlar, ulýrevî cezalara adaydýrlar. Sadaka kabilinden olan yardýmlar ise sevaba vesiledirler. Fakat böyle bir cezayý gerektirici nitelikte deðildirler.

Ynt: Al-i Imran Suresi By: hafizvuslat Date: 31 Ekim 2009, 18:47:51



181. Andolsun ki Allah Teâlâ, "þüphe yok Allah fakirdir, bizler ise zenginleriz" diyenlerin sözünü iþitmiþtir. Elbette o dediklerini ve Peygamberleri haksýz yere öldürdüklerini yazacaðýz. Ve o yangýn azabýný tadýnýz diyeceðiz.

181.       Bu mübarek âyetler de Allah yolunda mallarýný i nf aktan kaçýnan ve bu husustaki dinî emirler ile alay eden cahillerin kolu aki bet I erin i þöylece açýklamaktadýr. (Andolsun ki) yani Yüce Zatýma yemin ederim ki (Allah Teâlâ) dinî emirleri inkâr edip alay yoluyla (þüphe yok Allah fakirdir) bizden borç istiyor, (bizler ise zenginleriz) çünki Allah'a borç vereceðiz, diyenlerin bu (sözünü iþitmiþtir) onlarýn bu edepsizce lâkýrdýlarýný duyup bilmektedir. (Elbette o dediklerini) Cenab'ý Hak'ka hâþâfakirlik isnat etmelerini (ve) Yahya, Zekeriya gibi mübarek (peygamberleri haksýz yere öldürdüklerini yazacaðýz). Bunlarý h af aza melekleri vasitasiyle onlarýn amel defterlerinde t es bit ettireceðiz. (Ve) onlara o melekler vasitasiyle (o yangýn azabýný) o yakýcý cehennem ateþini (tadýnýz diyeceðiz).

 

 

 

 

182.  Bu, sizin ellerinizin takdim ettiði þey sebebiyledir. Ve þüphe yok ki. Allah Teâlâ kullarýna zulmedici deðildir.

182. (Bu) azab (sizin ellerinizin takdim ettiði þey) alay, iftira ve peygamberleri öldürmek gibi cinayetler (sebebiyledir) böyle acýklý bir azaba uðramanýz, kendi nefislerinizin kötü   hareketlerinin cezasýdýr. 'Ve Þüphe yok ki Allah Teâlâ kullarýna zulmedici deðildir) ki, onlara zulm yoluyla böyle bir ceza versin. Belki bu cezalar onlarýn günahlarý

Yüzündendir  Evet... Herkes kendi ameline göre ceza görür. Artýk bunu bilmeli, cezayý gerektiren hareketlerden kaçýnmalýdýr.

§ Bu âyeti kerime de "nefs" yerine "yed" zikredilmiþtir. Çünkî insanlarýn en çok amelleri eleri vasitasiyle yapýlageldiði için nefis "yed" ile ifade edilmiþtir.

§ Zallâm: Çok zulmeden demektir. Cenab'ý Hak bütün zulümlerden uzaktýr. Ancak "kullar" mânasýna bir çoðu! lâfzý olan "Abîd" karþýlýðý zikredildiði için böyle mübalâðayý, ve çokluðu ifade eden bir tabir seçilmiþtir. Maamanlý zulüm þahsi bir fayda, bir intikam m aks ad iyi e yapýlýr. O halde fazla zulüm, zulüm yapan için fazlafâide temin etmiþ gibi olur. Artýk zallâm olmayan, yani þahsý için fazal fâide m aks ad iyi e zulüm yapmayan zâlim de olmamýþ bulunur. Çünkî fazlafaideyi t erketen az bir menfaati daha kolay t erkeyi er.      Bizde zallâm gibi mübalaða ifade eden kelimeler çok kere mübalâða için deðil, bir nispet ifadesi için kullanýlýr. Bezzaz (Manifaturacý), attar (Esans satýcýsý) gibi ki, b u n I ar d a m ü b al âð a m an as ý düþünülmüþ deðildir.

Velhâsýl: Cenâb-ý Hak, her türlü zulümden uzaktýr. Onun hakkýnda zulüm düþünülemez. Bütün kâinat onun mülküdür, onun iradesine baðlýdýr, onun adalet ve hikmet dairesinden asla hariç deðildir.

"Mülkünde hak tasarruf eder keyfemâyeþâ".

Bu mübarek âyetlerin iniþ sebebi hakkýnda deniliyor ki

= Kimdir o adam ki. Al I ah a güzel bir borç versin

Allah da ona kat kat fazlasýyla ödersin (Bakara, 245) âyeti kerimesi nazil olunca yahudilerden bazýlarý ve özellikle Huyey ibni Ahtap demiþler ki: Allah fakir olmalý ki, bizden borç istiyor! O halde biz ondan zenginiz. Bu alaycý ve edepsizce lâkýrdý üzerine bu mübarek âyetler nazil olmuþtur. Diðer bir rivayete göre de Hz. Ebubekir, Rasûli Ekrem'in peygamberlikle ilgili bir mektubuyla Beni Kaynuka Yahud'lerinin yanlarýna gitmiþ, onlarý Ýslâmiyet e, namaz kýlmaya, zekât vermeye ve Allah için faizsiz borç vermeye davet etmiþ. Yahudîler "Fenhas ibni Azura" adýndaki bir âlimlerinin yanýna toplanmýþlardý. Hz. Ebu Bekir bu þahsa da hitaben demiþ ki: Cenâb-ý Hak'tan kork, Ýslâmiyet i kabul et, Hz. Muhammed'in Resûlullah olduðunu, onun mübarek vasýflarýný Tevrat'ta görmektesiniz. Artýk imân et, tasdik et ve Allah için faizsiz olarak borç ver -yani Allah'ýn rýzâsý için fakir ve düþkünlere yardým ederek Cenâb-ý Hak'kýn sevabýna kavuþ- ta ki cennete girebil es in, sevabýn kat kat olsun.

Bunun üzerine Fenhas cevaben demiþ ki: "Ya Eba Bekir!. Rabbimizin bizden borç talebinde bulunduðunu iddia ediyorsun o halde Allah fakir, bizler ise zenginiz. Çünki fakir olan borç talebinde bulunur, Allah bizi faizden menettiði halde kendisi faizli muamelede bulunuyor. Bu m el'ün Fen has'in alaycý ifadesi üzerine Hz. Ebu Bekir onun çehresine bir tokat atmýþ ve eðer aramýzda bir anýlaþma bulunmasa idi. Vallahi senin boynunu vururdum, demiþ. Fenhas Peygamberin huzuruna koþmuþ, bak arkadaþýn bana ne yaptý diye söylenmiþ, Rasûli Ekrem de durumu Hz. Sýddýk'tan sormuþ, o da demiþ ki: Yaresillallah!. Bu Allah düþmaný büyük bir lâkýrdý söyledi, Allah Teâlâ'nýn fakir, kendilerinin zengin olduklarýný iddia eyledi. Artýk Allah için gazab edip çehresine bir tokat vurdum. Fenhas ise sözünü inkâr etmiþ, öyle bir söz söylememiþ olduðunu iddia eylemiþ. Bunun üzerine bu mübarek âyetler nazil olarak o haini yalanlamýþtýr.

Son derece açýktýr ki, Cenâb-ý Hak, hiçbir þeye muhtaç deðildir. Onun borç para ve saire almasý asla düþünülemez. Onun borç talebinde bulunmasýndan murat, onun rizasý için fakirlere, zayýflara zekât ve sadaka þeklinde yardým edilmesidir, bu sayede sevaplara ulaþmaktýr. Bu gibi ifadeler, karþýlýklý konuma ve diyalogun i çaplarýn d an d ir. Bunu herkes anlayabilir. Artýk bunu yanlýþ anlar gibi görünerek alaycý lâkýrdýlarda bulunanlar en ateþli azaplara lâyýk deðil midirler? Ýmân ettik lâyýkdýrlar. Ve azaba ergeç kavuþacaklardýr.

 

 

 

183.   O kimseler ki "þüphe yok Allah bize emretti ki: Ateþin yiyeceði bir kurban getirinceye kadar hiç bir Peygambere imân etmeyel evvel size peygamberler mucizeler ile ve dediðiniz þey ile gelmiþlerdi. Artýk ne için onlarý öldürdünüz, eðer siz sadýk kimseler iseniz? dediler. De ki: Þüphe yok benden

183. Bu mübarek âyetler de Kur'ân'in açýklamalarý ile alay eden alçaklarýn ne durumda olduklarýný, ne kadar cinayetlerde bulunduklarýný bildiriyor. Onlarý kýnayarak peygamber efendimizi þöylece teselli edior. (O kimseler ki) Muhammedin Peygamberlerini tasdik etmek istemeyen o cahil, o alaycý þahýslardýr ki, Hz. Muhammed'e hitaben: (Þüphe    yok ki Allah bize emretti) kitaplarýnda bize emir ve tavsiye buyurdu (ki ateþin yiyeceði) yakýp kendi tabiatýna çevireceði (bir kurban getirinceye kadar) böyle bir mucize gösterinceye kadar f Hiç bir peygambere imân etmiyelim" dediler.) Yüce Resulüm! O inkarcýlara (de ki: Þüphe yok benden evvel size peygamberler) bir nice (mucizeler ile ve o dediðiniz) kurban kabilinden (þey ile gelmiþlerdi) Zekeriya ve Yahya Aleyhisselâm gibi (artýk ne için onlarý öldürdünüz?.) Ne için onlarý tasdik etmediniz?. (Eðer siz sadýk kimseler iseniz!.) Öyle kurban getirileceði zaman imân edeceðinize dair sözlerinizde sadýk iseniz, ne için o peygamberleri tasdik etmediniz de onlarý öldürdünüz? Neden o mucizelerin görülmesine raðmen yine böyle cinayetleri iþlediniz. Evet... Bu inkarcýlar, her ne kadar o peygamberleri bizzat öldürmemiþler ise de o cinayetleri bunlarýn dedeleri yapmýþ, kendileri de ona razý bulunmuþ olduklarýndan artýk o cinayetleri fiilen kendileri yapmýþ gibidirler, ve kendilerinde o kötü eðilim mevcuttur...

§          Bu âyeti kerimenin iniþ sebebi olmak üzere deniliyor ki: Yahudî reislerinden Keab ibnil Eþref, Malik ibni Seyfi, Huyey Ibni Ahtab, Fen has ibni Azura, Ve h eli ilini Yelýûdâ gibi bir takým kimseler, peygamberin huzuran gelmiþler: Ya Mu ham m ed!. -Aleyhisselâm- Sen Allah'ýn Rasülü olduðunu iddia ediyorsun, halbuki Allah Teâlâ bize bir kitap indirmiþtir ve bize bir söz vermiþtir ki: Hiçbir Peygamber'e imân etmeyelim, ta ki bir kurban getirsin de onu gökten inen beyaz bir ateþ yakýp yiyiversin. Ýmdi sen de bunu getirirsen o zaman seni tasdik ederiz demiþler, bunun üzerine âyeti kerime nazil olmuþtur.

§        Bu kurban m es'el es i hakkýnda iki görüþ vardýr: Birisi þöyledir: Vaktiyle Peygamberleri tasdik için böyle bir kurban hadisesinin ortaya çýkmasý þart koþulmuþtu. Bundan ancak Hz. Isa ile peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed   müstesna bulunuyorlardý. Onlarýn gösterecekleri mucizelerin büyüklüðü,      böyle   bir kurban  hadisesine ihtiyaç býrakmýyacaktý. Merhum S ü el el i de bu görüþtedir.
ikincisi de þöyledir: Gerçekte bazý peygamberler zamanýnda bir mucize olmak üzere böyle bir kurban hârikasý meydana gelmiþtir. Fakat bu da diðer mucizeler kabilinden bir þey idi. Halkýn Peygamberlere imân etmeleri böyle bir mucizenin gösterilmesine baðlý deðildi. Böyle bir iddiayý bir takým yahudî reisleri kendilerinden ortaya atmýþlardýr. Bu bakýmdan bu iddia, hakikate aykýrýdýr.

 

 

 

184. Ýmdi seni yalanlarsa þüphe yok senden evvel de Peygamberler yalanlamýþlardý ki, açýk deliller ile, hikmetli s ah if el er ile ve nurlu kitap ile gelmiþlerdi..

184.   (Ýmdi) Ey þaný yüce peygamberim! (Seni) de (yalanlarsa) senin peygamberliðini de kabul etmezlerse üzülme, (þüphe yok ki senden evvel de) bir nice mübarek (peygamberler) kendilerine gönderilmiþ olduklarý kavimler tarafýndan (yalanlanmýþlardý) o Peygamberler ise senin kardeþlerindir, onlara isabet eden musibetleri, tekzip edilmeleri düþün de teselli bul. O peygamberler (ki) onlar da senin gibi (açýk deliller ile) açýk ve parlak mucizeler ile ve Ýbrahim Aleyhisselâm'a verilen mübarek s ah if el er gibi (hikmetli s ah ifalar ile ve) Tevrat, Ýncil gibi (nurlu) açýk (kitap ile gelmiþlerdi) bunlarý ümmetlerine duyurmuþlardý. Buna raðmen yine içlerinden bir çoklarý bu muhterem zatlarýn sözlerini, t avs iyi erin i kabul etmeyip küfür ve isyan içinde bir müddet yaþayarak en nihayet lâyýk olduklarý cezalarýna kavuþmuþlardýr. Artýk Ey Yüce Peygamber! Sen de sabret, teselli bul bu inkýlâp âlemi böyle kalmaz, d al et ve hikmetin gereði ne ise ergeç tecelli edecektir.

 

 

 

 

 

185.   Her nefis ölümü tatlýcýdýr. Ve þüphe yok sizlere yaptýklarýnýzýn karþýlýðý kýyamet gününde ödenecektir. Artýk kim ateþten uzaklaþtýrýlýr ve cennete girdiril irs e kurtuluþa ermiþ olur. Ve dünya hayatý ise bir aldatýcý m et ad an baþka bir þey deðildir.

185. Bu âyeti kerime, dünya hayatýnýn geçici durumunu, bir aldatýcý metadan ibaret olduðunu bildiriyor, yaratýklardan kimlerin kurtuluþa kavuþacaklarýný gösteriyor, selâmet ve saadete vesile olacak hareketlere iþaret ediyor ve bu suretle Rasüli Ekrem hakkýndaki teselliyi takviye ediyor ve onun mübarek kalbinden üzüntü ve kederi gidermiþ bulunuyor. Þöyle ki: (Her nefis) her hayat sahibi yaratýk, her insan, her melek, ve her cin bütün bunlar (ölümü tadýcýdýr) ölüme mahkûmdurlar. Mukadder vakti gelince     bu dünya hayatýndan mahrum kalacaklardýr. Maamafih böyle ölüme mâruz kalanlar, bir daha hayat bulmayacak deðildirler. Bilakis takdir edilen vakti gelince bütün hu ölenler Allah'ýn kudreti ile yeniden bir hayata kavuþacaklardýr. Bir sonsuzluk dünyasýna gitmiþ olacaklardýr. Artýk ey sorumlu insanlar! Sizler de yeni bir hayat bulacaksýnýzdýr (ve þüphe yok sizlere) dünyada iken yapmýþ olduðunuz iyi ve kötü amellerinizin karþýlýðý mükâfat ve cezalarýnýz (kýyamet gününde) o kabirlerinizden çýkýp mahþere sevkedildiðiniz günde t amam iyi e (ödenecektir.) Amelleriniz hayýr ise cezalarý da hayýr olacaktýr. Bilâkis amelleriniz þer ise cezalarý da hakkýnýzda þer bulunacaktýr. (Artýk) o kýyamet gününde (kim ateþten uzaklaþtýrýlýr) cehenneme atýlmasýna ilâhî irade müsaade etmezse (ve) kim ilâhî bir lütfa ve Allah'ýn affýna uðrayarak (cennete girdiril irs e) bir ebedî selâmet ve saadete ermiþ, uhrevî azaptan (kurtulmuþ) muradýna ermiþ, ilâhî tecellilere kavuþmuþ (olur.) Ne yüce bir mazhariyet!.. Ýþte insan böyle ebedî bir saadete ulaþmak için çalýþmalýdýr. (Ve) onu en mühim bir gaye bilmelidir. (Dünya hayatý ise) yani bu dünya varlýðý ise, bu dünyadaki bütün servet ve zenginlik makam ve mevki, cismanî zevkler, meþguliyetler, yiyip içmeler ise (bir aldatýcý) geçici, yok olmaya yönelik, insaný aldatan bir (metadan baþka birþey deðildir) binaenaleyh, böyle geçici, fânî ve sorumluluk sebebi olan þeylerden dolayý, insan, büyük bir üzüntü ve kedere kapýlýr mý?. Böyle insaný aldatan, insaný yüce gayeleri takipten men eyleyen bir fânî varlýk için insan, ebedî saadetine vesile olacak vazifelerini terkeder mi?.. Evet... Bir mü'm in dünyada bir takým kederlere, sýkýntýlara uðrasa da bunlarýn geçici ve bir hikmete dayalý olduðunu düþünerek bir ümitsizlik ve kedere kapýlmamalýdýr, asýl uhrevî saadeti temin edecek, sebeplere sarýlmalý onunla gönlü ferah olarak yaþamalýdýr. Yoksa dünya da, dünya varlýðý da f anîdir.

Evet... bu beyitte de denildiði gibi dünya bir kimse için daimî bulunsaydý, her halde Rasüli Ekrem dünyada ebedî olarak kalýrdý. Artýk, ona hâki olmayan bir dünya, baþkalarý için hâki, daim olur mu?.

"Gam deðildir gide dünya, kala din"

"Gam odur kim kala dünya, gide din"

§ Bu âyeti kerimedeki "   O *-**-> " kelimesi mükâfat ve cezalarýn t amam iyi e, büsbütün görüleceði yerin âh i ret âlemi olduðunu gösteriyor. Yoksa insan daha dünyada iken de veya kabire atýlýnca da bazý amellerinin bir kýsým mükâfat ve cezasýný görürse de bu tamam þekilde deðildir. Evet... Bazý insanlar daha dünyada iken de bazý amellerinin mükâfat veya cezasýný görürler. Fakat bunlar geçicidir, fanidir, yeterli deðildir. Çok kere de insanlar, amellerinin karýþlýðýný dünyada görmezler. Meselâ: Bir þehit, hayatýný feda eder, gider, dünyada kalýp bunun mükâfatýný bizzat görmez. Bir katil de yakalanmayarak yaptýðý cinayetin cezasýný dünyada görmeyebilir. Fakat asýl mükâfat ve ceza sahasý, âh i ret âlemidir ki, orada herkes lâyýk olduðu mükâfat ve cezaya kavuþacaktýr. Nitekim ölüp gidenler mezarlarýnda da bir nevi mükâfat veya ceza görecektir. Kabir kendileri için ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarýndan bir çukur kesilecektir. Fakat bunlar da geçicidir. Asýl t amam iyi e ceza ve mükâfatýn görülmesi kýyamet gününden itibaren baþlayacaktýr, Ýþte bu âyeti kerime de bunu göstermektedir. Dünyevî üzüntülere katlanýp asýl ebedî hayat alemindeki hakikî selâmet ve saadeti temine çalýþýlmasýna onunla teselliye kavuþup vicdan huzuru içinde bulunulmasýna iþaret etmektedir.


186.   Allah Teâlâ'ya and olsun ki: Mallarýnýz ve nefisleriniz hakkýnda imtihan olunacaksýnýzdýr. Ve elbette sizden evvel kendilerine kitap verilmiþ olanlardan ve müþriklerden birçok incitici sözler iþiteceksiniz. Ve eðer sabrederseniz ve korunursanýz, iþte þüphe yok ki, bu metaneti gerektiren iþlerdend

186.   Bu âyeti kerime, bütün müslümanlara sabýr ve sebatý, Ýslâmiyet aleyhindeki ceryanlara karþý basiretli ve hikmetli bir þekilde hareket edilmesini tavsiye buyurmaktadýr. Çünkî   bu þekilde hareket, bir çok kimselerin uyanmasýna, insafa gelmesine muhalefetten vazgeçip Ýslâmiyeti kabul etmesine sebep olabilir. Nitekim bir âyeti kerime de:

  "Ona yumuþak söz söyleyin, belki öðüt alýr ve korkar." Tâhâ, 44) buyurulmuþtur. Diðer bir âyeti celile de: "(Sen kötülüðü) en güzel þeyle sav. O zaman (bakarsýn ki) seninle

arasýnda düþmanlýk bulunan kimse, sanki sýcak bir dost oluvermiþtir. (Fussilet, 34) buyurulmuþtur. Ýþte izah etmekte olduðumuz âyeti kerimede de þöyle buyuru Ýliyor. (Allah Teâlâ'ya and olsun ki:) elbette Ey müslümanlar!, (mallarýnýz ve nefisleriniz hakkýnda imtihan) tecrübe, deneme (olunacaksýnýzdýr) Hak Teâlâ hazretleri, insanlara maî, can vermiþ, onlarý bu imtihan âlemine getirmiþtir. Þöyle ki: Hak Teâlâ dilediði kuluna mal ve servet verir, tâki o kul bu yüzden bir imtihana tâbi olsun. Kendisinin Allah'ýn emrine riayet edip etmediði anlaþýlsýn, o malý, o serveti ne þekilde elde etmiþ; ve onu ne gibi yerlere harcamýþ, onun zekâtýný vermiþ mi, vermemiþ mi meydana çýksýn. Ve Yüce Allah insana vücut, hayat, sýhhat ihsan etmiþtir. Tâki, bunlarý ibâdet ve itaate mi sarf ettiði veyahut arzu ve isteði yolunda mý zayi eylediði ortaya çýksýn. Ayný þekilde: nsan,  vakit vakit bazý hastalýklara, üzüntülere ve tutsaklýklara manýz kalýr. Tâki, bunlara karþý sabredip etmediði anlaþýlsýn, Allah'ýn takdirine ne derece razý olup olmadýðý meydana çýksýn, ona göre mükâfat veya cezaya kavuþsun

Gerçekte kâinatýn yaratýcýsý kullarýnýn bütün fiillerini, hareketlerini, niyetlerini, bütün kabiliyetlerini ilmi ezelisiyle tamamen bilir. Artýk onlarý öyle imtihana çekmesi, onlarýn hal ve hareketlerini kendilerine veya baþkalarýna göstermek içindir, ve ilâhî delillerin tamamen ortaya çýkmasý içindir. Tâki: Yarýn kýyamet gününde kimsenin bir itiraza, özür dilemeðe selahiyeti kalmasýn. (Ve elbette) Ey müslümanlar!. (Sizden evvel kendilerine kitap verilmiþ olanlardan) Yahudilerden ve Hýristiyan I ardan (ve) Arabistan'daki (müþriklerden birçok incitici) ruhunuza üzüntü verici (sözler iþiteceksiniz.) Meselâ: Yahudiler, Üzeyr Allah'ýn oðludur derler. Hýristiyanlar, mesih Allah'ýn oðludur ve üç ilâhtan biridir derler, Rasýlli Ekrem hakkýnda kýnama ve hakarette bulunurlar. Arap müþriklerinden Kaab Ýbnül Eþref gibi þahýslar da Rasüli Ekrem aleyhinde þiirler yazarlar, insanlarý, muhalefete teþvik ederlerdi, müslümanlar ile savaþ için asker toplamaya çalýþýrlardý. Ýþte müslümanlar, bunlarý görüyor, iþitiyor, duruyorlardý, bunlardan vicdanen rahatsýz oluyorlardý. Ýþte bütün bunlar müslümanlar için birer ilâhi imtihan idi. Ýþte asrý saadette böyle olduðu gibi ondan sonra da asrýmýza kadar da böyle Ýslâmiyet e karþý düþmanca ve muhalif tarzda haller devam etmiþ ve etmekte bulunmuþtur. Artýk müslümanlara düþen vazife, dost ile düþman olanlarý tanýmak, sabýrla ve hikmete uygun bir þekilde hareket etmek. Allah Teâlâya sýðýnarak Ýslâm varlýðýný muhafazaya gayret göstermektir. Ýþte Cenâb-ý Hak da buyuruyor ki: Ey müslümanlar!. Eðer o düþmanca hareketleri sabýrla ve uyanýk bir þekilde karþýlar (ve eðer sabrederseniz ve) Allah Teâlâ'nýn emirlerine, yasaklarýna riayet ederek (korunursanýz) sakýnýrsanýz sizin için büyük mükâfatlar, muvaffakiyetler vardýr. (Ýþte þüphe yok ki bu) böyle sabýr ve takva ile hareket metaneti gerektiren iþlerdendir. En doðru ve uygun bir tedbirdir, her akýl sahibi için lâyýk olan bir muameledir. § Bu âyeti kerime: Uhud gazvesinin ardýndan nazil olmuþtur. Zülirinin rivayetine göre Kaab Ýbnül Eþref gibi Ýslâm düþmanlarýnýn müslümanlara karþý olan düþmanca hareketlerini bildirmektedir.

"Fazilet ehline daim tehakkümi cühenâ"

" C i h an d a kai d ed i r t â c i h an, c i h an o I al ý."

 

 

 

 

187. Ve bir zaman Allah Teâlâ kendilerine kitap verilmiþ olanlardan bir söz almýþtý ki, elbette o kitabý insanlara açýklayacaksýnýz ve onu gizlemeyeceksiniz. Onlar ise onu omuzlarýnýn arkasýna at iverdi I er ve onunla az bir baha satýn aldýlar. Artýk o satýn aldýklarý ne kötü birþey!

187.   Bu mübarek âyetler kendisine baðlý olduklarýný iddia ettikleri dinin, kitabýn hükümlerine uymayan, hakikati saki ayan a ve mahiyetlerini gizleyip halký saptýrmaya çalýþan kimselerin o çirkin hareketlerini dikkatlere sunuyor, ve onlarýn pek acýklý akibetlerini bildirerek Rasüli Ekrem, müminleri tecelli ediyor. Þöyle ki: (Ve) Resulüm!. Hatýrla (bir zaman Allah Teâlâ kendilerine) Tevrat ve Ýncil gibi (kitap verilmiþ olanlardan) yâni Peygamberleri vasýtasýyla kitaplara ulaþan Yahudî ve Hýristiyan âlimlerinden (bir söz) bir vaad ve teminat (almýþtý, ki). Allah hakký için siz (elbette o kitabý insanlara açýklayacaksýnýz.) Onun hükmünü bozmadan ve deðiþtirmeden insanlara bildireceksiniz. (Ve onu) o kitabý, onun hükümlerini (gizlemiyeceksiniz) onu olduðu gibi teblið eyleyeceksiniz, sizin vazifeniz budur. Ýþte son peygamberin vasýflarýyla ilgili olan açýklamalar da bu cümledendir. (Onlar ise), o, kendilerine böyle kitab verilmiþ olanlar ise (onu) o söz ve yemini, o üzerlerine aldýklarý vazifeyi (omuzlarýnýn arkasýna at s verdiler) ona riayet etmediler, onun tersine hareket ettiler. (Ve onunla) onyn bedeli olarak karþýlýðýnda (az bir baha) kýymetsiz birþey (satýn aldýlar). Dünya varlýðý için ebedî hayatlarýný tehlikeye düþürdüler. (Artýk o satýn aldýklarý ne kötü þey!) kendilerinin helakini, ebedî felâketini gerektiren ne kadar çirkin ve felâket sebebi bir trajedi!.

 

 

 

 

188.     O getirdikleriyle sevinen ve yapmadýklarý ile de övülmek isteyen kimseleri sakýn sanma, artýk onlarý zannetme ki, onlar azabtan kurtulacaklarý bir yerde bulunacaklardýr. Ve onlar için pek acýklý bir azab vardýr.

188. (O getirdikleriyle) insanlarý saptýrmak için yaptýklarý vesveselerle kötü telkinler ile, (sevinen) halka bir hizmet ettim diye gayri meþru þeyleri ortaya çýkarmakla kalben rahat olan (ve yapmadýklarý ile de) hak adýna birþey söylemedikleri, güzel amel erde bulunmadýklarý halde bunlarý yapmýþ gibi görünerek halk tarafýndan (övülmelerini isteyen kimseleri) iyice anla, aldanma (sakýn sanma) ki onlar gerçek övgüye lâyýk kimselerdir, onlar sevaba ulaþmýþ, hak'ka hizmet eden þahýslardýr, hayýr hayýr. (Artýk onlarý zannetme ki onlar) öyle münafýkça hareket eden kimseler, yarýn kýyamet gününde (azabdan kurtulacaklarý bir yerde) meselâ: Cennette (bulunacaklardýr.) Hayýr... Öyle sanma, onlar cennette deðil, cehennemde bulunacaklardýr. (Ve onlar için) o cehennemde (pek acýklý bir azap vardýr.) Ondan kurtuIamýyacaklardýr. Aman yarabbü. Ne kötü bir âk Ý betj.

§ Tefsirlerde ve Sahihi B u h ar i ile Sahihi Müslimde anlatýldýðý üzere Rasüli Ekrem efendimiz, Yahudilerden kitaplarýnda olan bir þeyi sormuþ, onlar ise hakký gizleyerek tersini söylemiþler, ve kendilerini doðru sözlü göstermek ve bu hallerinden dolayý övülmeðe lâyýk olmak istemiþlerdi. Bir takým kimseler de kendilerini dýþtan müslüman gösterip hakikî müslümanlarý aldatmak, onlarýn yakýnlýklarýný kazanmak istemiþlerdi. Halbuki kalben inkarcý durumdadýrlar.

Ýþte bu mübarek âyetler bu gibi dinsizler hakkýnda nazil olmuþtur. Bu gibi iki yüzlü münafýklarýn âkibetleri pek korkunçtur. Bunlarýn bu hallerine karþý sabýr ve sebatta bulunmaktan daha güzel bir çare müslümanlar için yoktur. §   Bu  m ilh ârek âyetler gösteriyor ki  (evvelâ)  bir insan,  samimî bir m üs I (im an  olmalýdýr.  Üzerine düþen  dinî vazifeyi  I ây ikiyle yapmaya çalýþmalýdýr,  gösteriþten,  iki yüzlülükten    tamamen uzak bulunmalýdýr. Gücü yettikçe dinî hakikatleri, fýkhî ve ahlâkî mes'eleler! soranlara olduðu gibi bildirmelidir. Yanlýþ bir düþünceye düþerek: Bir kimse, kendisine bir ilmî m es'el e sorulur da onu gizler, söylemezse aðzýna kýyamet gününde ateþten bir gem vurulur, (ikincisi) bir müslüman, yaptýðý iyilikleri, dinî, dünyevî vazifeleri bir samimiyetle yapmalýdýr, gösteriþ için, onun, bunun övgüsünü kazanmak için yapmamalýdýr. Böyle bir hareketin hiçbir ahlâkî kýymeti olamaz, bilâkis manevî sorumluluðu gerektirir. (Üçüncüsü) bir insan Allah Teâlâ'dan korkmalýdýr, maddî bir fâideye ve dünyevî bir menfaat a kavuþmak için hak ve haki kat a muhalif, vicdana aykýrý sözleri ve cereyanlarý tasvib eder bulunmamalýdýr. Sonra bunun günahý pek büyüktür, böyle bir kimsenin hakikî mü s l umanlar yanýnda hiçbir kýymeti yoktur, uhrevî sorumluluðu ise pek fazladýr.

(Dördüncüsü) bir insan, daima Hak'ka hizmet etmelidir. Hak'kýn ortaya çýkmasýný bir gaye bilmelidir. Hakkýn iptaline, yok edilmesine sebebiyet vermemelidir. Hakla ilgili olan bir $oz ve fiilin aksini yapmamalýdýr, bu gibi hususlarda baþkalarýný müþkil bir durumda býrakmamalýdýr. Sonra bunun m es'illiyet i pek mühimdir, bunun neticesi ebediyyen saadetten mahrumiyettir, ebedî surette azab içinde kalmaktýr.

 

 

 

 

 

189. Ve göklerin de, yerin de mülkü Allah Teâlâ'nýndýr. Ve Allah Teâlâ herseye hakkiyle kadirdir.

189.     Bu mübarek âyetler, Cenâb-ý Hak'kýn bütün kâinata sahip ve, hakîm olduðunu, binaenaleyh fakirlik ve ihtiyaçtan uzak bulunduðunu gösteriyor ve Yüce Yaratýcýnýn kudret izlerini ibret nazarlarýna sunarak temiz ruhlarý Allah'ýn Yüceliðini düþünmeye sevkeyliyor. Þöyle ki: Bütün mahluklar Allah Teâlâ'nýn birer kudret niþanesidir, (Ve göklerin de, yerin de mülkü) varlýðý, idaresi, hâkimiyeti (Allah Teâlâ'nýndýr.) Bunlardaki rýzýklar, bitkiler, yaðmurlar ve diðer varlýklar, hazineler bütün Hak Teâlâ'nýn mülküdür, onun yarattýðý birer eseridir. Artýk öyle bir Yüce Yaratýcý, herhangi bir þeye muhtaç, fakirlikle vasýflanmýþ olur mu? (Ve Allah Teâlâ herseye hakkiyle kadirdir.) Daha böyle bir nice harikalarý meydana getirmeðe hakkýyla güç yet irendir ve kýsacasý mü'minleri kurtuluþa, saadete erdirmeðe, ve kendi yüce zatýný inkâra veya ona fakirlik isnadýna cür'et eden inkarcýlarý da cezalandýrmaya ve azab etmeye, inanýyoruz, fazlasiyle kudreti vardýr. Artýk böyle bir kudret sahibi yaratýcýnýn azab pençesinden inkarcý, hangi münafýk yakasýný kurtarabilir?

 

 

 

 

 

190.  Þüphe yok ki göklerin ve yerin yaradýlýþýnda ve gece ile gündüzün ihtilâfýnda elbette tam aklý sahipleri için açýkça deliller vardýr.

190. (Þüphe yok ki) Aklý baþýnda olan uyanýk bir kimse bu kâinatý güzelce düþününce Cenab'ý Hak'kýn kudretini, yaratýcýlýðýný ve ihtiyaçlardan uzak olduðunu hemen tasdik eder. Çünkü (göklerin ve yerin yaradýlýþýnda) bunlardaki acaibliklerde, harikalarda (ve gece ile gündüzün ihtilâfýnda) bunlarýn gidip gelmelerinde, artýp eksilmelerinde (elbette tam akýl sahipleri için) selim akla, doðru anlayýþa sahip zatlar için Hak Teâlâ'nýn varlýðýna, kudretinin üstünlüðüne, hakimiyetinin yüceliðine dair (açýkça deliller vardýr.) Evet... Bu kâinata ibret nazariyle bakan her aklý selim sahibi, kâinatýn yaratýcýsýnýn varlýðýný, büyüklüðünü ve kudretini tasdik etmeye mecbur olur. Hiçbir insana yakýþýr mý ki, bu kadar harikalar gözlerine çarpýp dururken bunlarý hayvan gibi birer gaflet bakýþýyla görüp duruversin? Her sabah doðan o muhteþem güneþi, her gece semalarda parýl d ayýp duran milyonlarca ýþýk saçan yýldýzlarý birer ibret gözü ile seyretmek lâzým deðil midir? Nedir o ihtiþam!. Nedir o harika kudret!. Her biri bir âlem, her biri yaratýlýþ kanununa tâbi, ne muntazam bir harekete sahip! Bunlarýn her biri gözleri aydýnlatyýor, kalpleri sevinçlere boðacak bir güzelliðe, bir parlaklýða sahip bulunuyor. halini hana bildirir misin? Hz. Âiþe aðladý, sonra buyurdu ki: Rasûli Ekrem'in her hali hayret verici idi. Bir gece yanýma teþrif etti, döþeðime girdi, hattâ mübarek cildi de cildime dokunuvermiþdi ki: Ya Âiþe: Bu gece rabbimin ibadetiyle meþgul olmama izin verir misin diye buyurdu. Ben de dedim ki: Ya Resul al I ah!. Ben senin yakýn olmanýn þerefini elbette severim, fakat senin arzuna uymayý da çok isterim. Ýbadetle meþgul olabilirsin. Bunun üzerine Rasûli Ekrem kalkýp ab dest aldý, sonra namaz kýldý ve Kur'ân'ý Kerimden okuyarak aðladý. Göz yaþlarý mübarek dizlerine yetiþmiþti. Sonra oturdu, Cenab'ý Hak'ka ham d ve övgüde bulundu, yine aðlýyordu. Sonra ellerim kaldýrdý yine aðladý. Hattâ mübarek gözlerinin yeri bile ýslattýðýný gördüm. Ardýndan Bilali Habeþi geldi, sabah ezanýný okuyacaktý. O da Rasûli Ekrem'i öyle aðlar bir halde görmüþ ve demiþti   ki: Ya Resûlullah! Sen de aðlar mýsýn ki, Allah Teâlâ senin için geçmiþ ve gelecek günahlarýný maðfiret buyurmuþtur. Bunun üzerine Rasûli Ekrem Hazretleri de þöyle

buyurmuþtur:    Ya  Bilâl!   Ben   Allah   Teâlâ'nýn   þükreden   bir   kulu   olmayayým   mý?.   Ben   nasb   aðlamayayým   ki,   bu   gece   bana. Artýk  Yazýklar olsun o kimseye ki bu âyeti kerimeyi okur daonda düþünceye dalmaz.

Binaenaleyh bütün biz müslümanlara lâzýmdýr ki: Bu gibi âyeti 'kerimeleri düþünerek okuyup dinleyelim, uyanmak için onlardan birer hisse alalým. Ve baþarý Allah'tandýr...

 

 

 

191. Onlar ki, ayakta iken de, otururken de ve yanlarý üzerine yatarlarken de Allah Teâlâ'yý zikrederler ve göklerin ve yerin yaradýlýþý hakkýndatefekkürde bulunurlar. Ýþte onlar þöylece teþbih ve duada bulunur dururlar. Ey Rabbimiz!. Sen bunlarý boþuna yaratmadýn. Sen yücesin, artýk bizleri ateþ azabýndan koru...

191. Bu mübarek âyetler de iyi kullarýn hayat farzýný, ibâdet ve itaate nasýl devam ettiklerini ve ne þekilde teþbih ve tehlilde, dua ve niyazda bulunduklarýný bizlere uyulmasý gereken bir örnek olmak üzere þöylece açýklamaktadýr. (Onlar ki,) o "ülül'elbab" denilen tam akýl sahipleri ki, kâinata bakarak Allah'ýn kutsiyetine deliller bulurlar, her zaman zikir ve düþünme ile, ibâdet ve itaatle meþgul olurlar (ayakta iken de, otururlarken de) zikre ve fikre devam ederler. Bedeni istirahatlarýný kazanmaya lüzum görünce de (yanlarý üzerine yatarken de Allah Teâlâ'yý zikrederler) daima kalplerini zikr nuruyla ve düþünmekle aydýnlatmaya çalýþýrlar. Özellikle bu durumlara namaz halinde riayet edilir. Þöyle ki: Bir müslüman sýhhatte bulundukça namazýný ayakta kýlar. Rahatsýz olur da ayakta d u ram azsa namazý oturduðu halde kýlar. Buna da güç yetiremezse, yani üzerine,    arkasý üzerine yatarak namazýný kalmaya çalýþýr. Kýsacasý: Bir mü'm in, zikir ve düþünmeden namaz ve duadan uzak olmamalýdýr. Nitekim bir hadisi þerifte þöyle; Bir kimse cennet bahçelerinden istifade etmek isterse Allah Teâlâ'y çokça ansýn. (Ve) o gibi zatlar ki (göklerin ve yerin yaradýlýþý) takdir ve tertib ediliþi (hakkýndatefekkürde bulunurlar) bunlarýn nasýl birer harikalar levhasý olduðunu düþünürler, bunlardaki çeþitli yaratýklarýn hallerine bakarlar bunlarýn bir hikmet sahibi yaratýcý, bir yüce idareci tarafýndan meydana getirilmiþ olduðunu düþünmeye dalarlar, onun kudret ve yüceliði karþýsýnda kulluk secdesine kapanýrlar.

Evet... Allah'ýn eserlerini düþünmek, kalplerden gafleti giderir, vicdanlarý aydýnlatýr, Allah korkusunu, Allah sevgisini arttýrýr. Nasýl ki temiz, þeffaf sularda bitkileri yetiþtirir, binlerce güzel çiçeðin açýlmasýna sebep olur. Ýþte düþünmek de kalplerde böyle bir nice haki kat I arýn ortaya çýkmasýna bir vesile teþkil etmiþ bulunur. -Ýþte onlar, öyle        düþünen zatlar- Cenab'ý Hak'kýn yarattýðý eserlerine tefekkür nazarýyla ele alýr þöylece teþbih ve duada bulunur dururlar. (Ey Rabbimiz!. Sen bunlarý) bu yaratmýþ olduðun gökleri, yerleri, bunlardaki bir nice m ah I û katý (be; yere yaratmadýn) bunlar hikmete muhalif, bir gayeye yönelik olmayan þeyler deðildir. Hepsi de bir nice büyük hikmete dayalýdýr. Özellikle insanlar marifetullah (Allah'ý tanýmak) ile vasýflanmýþ olmak, ibâdet ve itaatte bulunmak, bunun neticesinde ebedî bir hayata, sonsuz bir saadete ulaþmak için yaradýlmýþlardýr. Ey bütün bu kâinatýn yüce yaratýcýsý (sen yücesin) Ey Rabbimiz! Seni boþ yere birþey yaratmýþ olmaktan yüce tutarýz. (Artýk bizleri) biz aciz kullarýný (ateþ azabýndan koru) bizleri gafletten uyandýr, gökleri ve yerleri güzelce tefekküre dalmaktan bizleri mahrum býrakma. Bizleri cehennem azabýna sevkedecek cahilce, gafilce hallerden düþüncelerden muhafaza buyur. Ey kerem ve merhamet sahibi olan Allahýmýzl.

 

 

 

 

192. Ey Rabbimiz!. Sen kimi o ateþe sokarsan þüphesiz onu hakir ve zelil edersin. Ve zalimler itin yardýmcýlar da yoktur.

192.  (Ey Rabbimiz sen kimi o ateþe) o cehennem narýna ebedî bir halde kalmak üzere (sokar isen þüphesiz omu o þahsý (hakir) ve zelil (edersin) artýk onun için kurtuluþ yoktur. (Ve) öyle (zalimler) kafirler (için yardýmcýlarda yoktur.) hiç bir kimse onlarýn yarýn ah i ret e imdadýna yetiþmeyecektir. Ey Rabbim! Bizleri o gibi ebedî mahrumiyete mahkum olan þahýslarla ayný durumdan olmaktan koru. Âmin.

 

 

 

 

193.  Ey Rabbimiz!. Biz, Rabbinize imân ediniz diye imâna çaðýran bir davete i iþittik, hemen imân ettik. Ey Rabbimiz!. Artýk günahlarýmýzý bize baðýþla ve bizim kusurlarýmýzý bizden ört ve bizleri iyi kullar ile beraber öldür.

193.  (Ey Rabbimiz!) Biz kullarýný irþat ve ikaz etmek için I üt uf d a bulundun (biz Rabbinize imân ediniz diye imâna çaðýran bir davet; i iþittik) Ey Rabbim!. Senin yüce katýndan bütün insanlara bir lütuf olarak Peygamber gönderilmiþ olan Hz. Muhammed -Aleyhisselâm'ýn- o yüce davetini duyup gördük, bizler de hamdolsun (hemen) o zata tabi olarak onun emri doðrultusunda (imân ettik) onun ümmetinden olmak þerefine kavuþtuk (Ey Rabbimiz!) Ey Kerim Allahýmýz! (Artýk) büyük günah kabilinden olan (günahlarýmýzý bize baðýþla) onlarý tamamen yok et ve ortadan kaldýr ve bizim lal cýlk ün ah kabilinden olan (kusurlarýmýzý bizden ört) affet ve gizle. (Ve bizleri iyi kullar ile beraber   öldür) Bizleri mübarek kullarýn olan Peygamberler ile, veliler ile beraber hasret, bizleri onlarýn sohbetlerine devam edenlerden ve iltifatlarýna kavuþanlardan kýl,

l) i z\ "i i il ■* u n I arl a b erab er o I an I ard an s ay. Ç ü n kü H z. Peyi g am b er b uyu rm u þt u r. = Ki þ i, s evd iði kimse ile b erab er h aþ r olunur)

 

 

 

194.  Ey Rabbimiz!. Peygamberlerine karþý bizlere va'd ettiklerini bizlere ihsan buyur. Ve bizleri kýyamet gününde rezil etme. Þüphe yok ki, sen verdiðin sözden dönmezsin.

194. (Ey Rabbimiz!.) Ey Kerem sahibi yaratýcýmýz ve rýzýk verenimiz! (Peygamberlerine karþý) onlarýn lisaniyle, vasýtasýyle (bizlere) biz âciz kullarýna lütfen (va'd ettiklerini) lütuf ve rahmetini, kutsal yüzünü görmeyi (bizlere ihsan buyur) onlarý bizlere ver, bizleri, onlarý hak etme nimetinden mahrum býrakma. (Ve bizleri kýyamet gününde rezil etme) bizleri hakarete düþürme bizleri azaba uðratma. (Þüphe yok ki,) Ey Kerim olan Allahýmýz!. (Sen va'd buyurduðundan dönmezsin) mü'm in kullarýna sevap vereceðine, dua ve niyazda da bulunanlarýn istirhamlarýný kabul buyuracaðýna dair olan vadinde müjdende hâþâ cayma $oz konusu olamaz. Artýk biz kullarýný da imân ve itaat dairesinde sabit kýl, bu dua ve niyazýmýzý lütfen kabul buyur. Ey Kerim ve rahîm olan Rabbimiz!.

§ Hadislerde zikredilmiþtir ki: Bir kimseye mühim bir þey isabet eder de beþ kere "Ey Rabbimiz" diye dua ve niyazda bulunursa Allah Teâlâ o kimseyi o korktuðu þeyden kurtarýr, ona istediðini verir. Ýþte bu ayetlerde görüldüðü þekilde (Rabbena = Ey Rabbimiz) diye dua ve yakarýþda bulunan zatlarýn da bu istirhamlarýnýn kabul edilmiþ olduðunu (195) inci âyeti kerime müjdelemektedir. Binaenaleyh bu âyeti kerimeler, bizlere ne þekilde dua ve niyazda bulunmamýzý da öðretmiþ bulunuyor.

 

 

 

 

195. Artýk Rabbi kerimleri onlara þöyle karþýlýk verdi ki! Ben sizden gerek erkek ve gerek kadýn bir amel edinin amelini zayi kýlmam. Bazýnýz bazýnýzdansýnýz. Ýmdi hicret etmiþ olanlar ve yurtlarýndan çýkarýlmýþ bulunanlar ve benim yolumda eziyete uðrayanlar ve savaþta bulunan ve öldürülenler yok mu, elbette Allah katýnda bir sevap olmak üzere onlarýn suçlarýný örteceðini ve elbette onlarý altlarýndan ýrmaklar akan cennetlere sokacaðýný ve güzel mükâfat ise Allah Teâlâ katýndadýr.

195.       Bu âyeti celi I e, Cenâb-ý Hak'kýn ulûhiyet ve kutsiyetini bilen onun kudretinin izlerini tam bir hürmetle tefekküre dalan ve üzerlerine düþen kulluk vazifelerini yerine getiren, sonra da Allah Teâlâ'ya duada, niyazda bulunan zatlarýn dualarýnýn kabul edileceðini ve onlarýn büyük mükâfatlara ulaþacaklarýný göstermektedir. Þöyle ki Artýk) o tam akýl sahipleri olan zatlarýn dua ve. yalvarmalar! üzerine (rabbi kerimleri onlara) o zatlarýn istirhamlarýna (þöyle karþýlýk verdi) bütün isteklerinin meydana gelmesini kendilerine þöylece müjdeledi (ki, ben sizden gerek erkek) olsun (ve gerek kadýn) olsun aynýdýr, bunlardan (bir amel edenin amelini) o amelin sevabýný; mükâfatýný (zayi kýlmam) ona lâyýk olduðu mükâfatý veririm. Ey insanlar!, (bazýnýz bazýnýzdansýnýz) erkekleri de, kadýnlarý da bir asýl cem etmektedir. Erkekler kadýnlardan, kadýnlar da erkeklerden meydana gelmektedir, bu bakýmdan aralarýnda bir cins biri ið i, bir sosyal bað vardýr. Sonra müslüman olan erkekler ile kadýnlar da Ýslâmiyet itibariyle bir birlik teþkil etmektedirler. Binaenaleyh aralarýnda bu bakýmdan da bir fark yoktur, mükâfat ve ceza itibariyle de aralarýnda bir eþitlik vardýr. Her iki sýnýfýn da güzel amelleri makbuldür, sevaba kavuþmalar! takdir edilmiþtir. (Ýmdi) Erkek olsunlar kadýn olsunlar (hicret etmiþ olanlar) Mekke'i Mükerreme'den Medine'i Münevvere'ye hicret etmiþ olan müslümanlar (ve) din düþmanlarý tarafýndan zoru zoruna (yurtlarýndan çýkarýlmýþ bulunanlar) Ýslâm erkekleri ile kadýnlarý (ve benim yolumda) Allah yolunda (eziyete uðrayanlar) bir takým üzüntülere, fedakârlýklara katlananlar (ve savaþta) Ýslâm dinî uðrunda cihatta (bulunan ve) þehit olarak (öldürülenler yok mu) Bunlarýn bu halleri ne kadar takdire lâyýktýr! Ne kadar gýptaya lâyýktýr. Evet... Allah Teâlâ buyuruyor ki: (Elbette Allah katýnda) bir lütuf olarak (bir sevap olmak üzere onlarýn suçlarýný) baðýþlayýp (örteceðini) baþkalarýna göstermiyeceðim. (Ve elbette onlarý altlarýndan ýrmaklar akan cennetlere) ilâhî bir lütuf olmak üzere (sokacaðým ve) bu gibi fevkalâde (güzel mükâfat ise) yalnýz (Allah Teâlâ katýndadýr) baþka hiçbir kimse, baþka bir kimseye böyle büyük bir mükâfat vermeðe kadir deðildir. Ve âh i ret âleminde Cenâb-ý Hak'kýn yüce cemâlini görmek gibi en kutsal mükâfatlar da vardýr. Ne mutlu dünyada iken güzel amellerde bulunup bu mükâfatlara aday olanlara.

§ Rivayete göre Ümmi Seleme validemiz demiþti ki: Ya Ras illallah! Hicret hakkýnda daima erkekler Kur'ân'ý Kerim'd e zikrediliyor, kadýnlar zikredilmiyor. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ, o gibi güzel ameller hususunda kadýnlar ile erkekler arasýnda fark bulunmadýðý gösterilmiþtir. Evet: Dinî vazifelerini güzelce yerine getirenler erkek olsunlar, kadýn olsunlar eþittirler, hepsi de. Cenab'ý Hak'kýn lütfuna; mükâfatýna kavuþacaklardýr.

 

 

 

 

196.  Kâfir olanlarýn beldelerde dolaþýp durmalarý; sakýn seni al-d at masýn.

196. Bu mübarek âyetler, m ii s I umanlarý uyanmaya davet ediyor, Ýslâmiyetten mahrum olanlarýn geçici nimetlerine gýpta edilmemesini emrediyor, iyilik ve takva sahibi olanlarýn ise ne kadar muazzam ve ebedî nîmetlere kavuþacaklarýný müjdeleyerek kalplerine teselli veriyor. Þöyle ki: (Kâfir olanlarýn beldelerde) ticaretler için ve sair kazanç iþleri için (dolaþýp durmalarý) iktisadî, içtimaî iþlerine kýymet vermeðe çalýþmalarý, Habibim!. (Senî,) yâni: Senin ümmetini (sakýn aldatmasýn) bunlar sizi gaflete düþürmesin. Bunlarýn durum, ve âkibetlerinin geçici olmasý gözönüne alýnýnca bunlarýn gýpta etmeye lâyýk olmadýðý, bilâkis sorumluluðu gerektirdiði pek güzel anlaþýlýr.

§ Rivayete göre bazý müslümanlar, bir takým müþriklerin zengin geniþ bir ticaretle meþgul olup þehirler arasýnda gidip geldiklerini görünce: "Acaba biz mü'minler, darlýk içinde yaþadýðýmýz halde Allah Teâlâ'nýn düþmanlarý neden þu gördüðümüz varlýk içinde yaþýyorlar" demiþler, bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur. Binaenaleyh biz bu âyeti kerimeden en güzel bir uyanma dersi almalýyýz. Evet... Bir takým gayrimüslimler, büyük bir servet sahibidirler. Ýktisat sahasýnda büyük bir iktidara sahiptirler. Bir kýsmý da geniþ geniþ sahalarda hakimiyetleri ellerinde bulunduruyorlar. Fakat bu nîmetler onlar için geçicidir. Madem ki, onlar kendilerini bu nimetleri nasib etmiþ olan  Yýlca Allah'ý Iâyikiyle bilip birliðini tasdik etmiyorlar, insanlara, heykellere tapýp duruyorlar ve madem ki bütün insanlýða yönelik olan Ýslâm dinini kabul etmiþ bulunmýyorlar. Ve madem ki elde ettikleri servetleri, nîmetleri çok kere meþru þekilde deðil, fýrsat buldukça baþkalarýnýn haklarýna tecavüz etmek suretiyle elde etmiþ bulunuyorlar, artýk öyle bir nîmetin, devletin, servetin ne kýymeti olabilir ki, gýptaya lâyýk olsun. O haddizatýnda geçicidir, m es'illiyet i gerektirmektedir, sahibinin felâketine sebebtir.

Evet... Meþru surette olan bir nîmet, servet müslümanlýkta övülmüþtür, iþlenilmiþtir. Bunu bize ihsan buyuran Cenâb-ý Hak'ka bundan dolayý da þükrederek kulluk, secdesine kapanýrýz. Fakat gayrý meþru olan, küfre baðlý bulunan, kendisi haddizatýnda geçici olduðu halde uhrevî m es'illiyet i sonsuz bulunan bir nîmet ve servete aklý olan bir kimse gýpta edemez. O gerçekte bir nîmet deðildir, bir cezadýr, bir felâkettir, öldürücü bir zehirdir. Farzedelim ki: Bir þahsa bir gün sonra idam edilmek üzere bir milyon altýn verilse acaba bu paranýn o þahsa nazaran bir kýymeti, faidesi olabilir mi?. Bilâkis üzüntü ve kederi artmýþ olmaz mý? Bu yaratýlýþýn gereði deðil midir?

Ýþte âh i ret azabýný hak eden kimselerin bu geçici dünya hayatýnda kavuþtuklarý nimetler, servetler de bu kabildendir. Bununla beraber böyle nice nîmet I er vardýr ki, daha dünyada iken sahiplerinin ellerinden çýkmýþtýr. Nice servetlere; hakimiyetlere sahip kimselerin bunlarý elden çýkararak dünya sahifesinden silinip gittiklerini tarih kitaplarý bizlere pek açýk þekilde göstermektedir. Kýsacasý: Cenab'ý Hak, bizleri bu gibi sonu korkunç, geçici varlýklara gýpta etmekten men etmektedir. Bu da bizim hakkýmýzda ilâhî lutfun bir tecellisi demektir.

 

 

 

 

197. Azýcýk bir geçimdir, sonra onlarýn varýp sýðýnacaklarý yer cehennemdir ve o ne fena bir yatak!.

197.       O dinsizlerin dünyadaki varlýklarý; dolaþýp durmalarý (azýcýk bir geçimdin onlar bu geçimden dünyada az bir zaman için istifade etmiþ olabilirler. Bu geçim, ne kadar fazla olsa da geçicidir ve âh i ret âleminde kaybetmiþ olacaklarý nîmet I ere göre yok olan bir gölgeden ibarettir. Veyahut onlarýn bu geçimi, âhirette mü'minlerin elde edecekleri sevaplara, mükâfatlara göre hiç bir kýymet ifade etmez. (Sonra onlarýn) o inkarcýlarýn (varýp sýðýnacaklarý yer) onlarýn son ebedî ikametgâhlarý (cehennemdir ve ne fena bir yatak!.) Artýk düþünmeli!. Artýk öyle geçici, azabý gerektiren varlýklara kýymet vermemelidir.

 

 

 

 

198.        Fakat o kimseler ki, Rablarýndan korkmuþlardýr, onlar için altýndan ýrmaklar akan cennetler vardýr. Orada ebediyyen kalacaklardýr. Allah tarafýndan verilecek nice ziyafetler olduðu halde. Ve Allah Teâlâ'nýn katýnda olanlar ise iyi kullar için daha hayýrlýdýr.

198. (Fakat o kimseler ki) o mümin, o iyi kimseler ki (Rablerinden korkmuþlardýr) onun dinî hükümlerine karþý gelmekten sakýnmýþlardýr. (Onlar için) o korunanlar için (altlarýndan ýrmaklar akan cennetler vardýr) öyle ebedî, hayat bahþeden bahçeler, köþkler mevcuttur. (Orada ebediyyen kalacaklardýr.) Artýk o nimetlerden mahrum kalmayacaklardýr. Onlara (Allah tarafýndan verilecek nice ziyafetler olduðu halde) onlar nice hatýr ve hayale gelmeyen muazzam mükâfatlara kavuþacaklardýr. (Ve Allah Teâlâ'nýn katýnda) manevî katýnda (olanlar ise) takdir edilen mükâfatlar, sevablar ile (Ýyi kullar için daha hayýrlýdýr.) Çünkü onlar, ebedîdir, sonsuzdur, mahiyetleri pek yücedir. Öyle dünya nimetleri gibi yok olmaya mahkûm deðildir, Ýþte asýl gýpta edilecek, temenni edilecek nîmet ve devlet, bu âh i ret mükâfatýdýr. Allah'ýn sonsuz lütfü d ur. Güzelce düþünenler daha dünyada iken böyle mutlu bir akibeti kazanmaya çalýþýrlar.

Ezvaký kâinat, seraser hayâldir

Aþan dilfiribi cihan, bî mealdir

Aklý salime mâlik olanlar verir mi dil

Bir þeye ki hemiþe karini zevaldir.

 

 

 

 

199. Ve þüphe yok ki, eh I i kitaptan öyleleri de vardýr ki. Allah Teâlâ'ya ve size indirilmiþ olana ve kendilerine indirilmiþ olana imân ederler. Allah için korkarlar. Allah Teâlâ'nýn âyetleri ile az bir bahayý satýn almazlar. Ýþte onlar için rableri katýnda mükâfatbn lan vardýr. Muhakkak Allah Teâlâ hesabýný pek çabuk görendir.

199.      Bu mübarek iki âyet, Ýslâmiyet in yüce cazibesine tabi olan hakikaten aydýn ve düþünen zatlarýn daima bulunacaðýný bildirmektedir. Ve ebedî kurtuluþa, ilâhî I üt uf I ara ulaþmak için sabýr ve sebattan ayrý I m ayýp hak yolunda fedakârlýkta bulunulmasýný emri ve tavsiye etmektedir. Ve sonuç olarak bu su re'i c el Nedeki emir ve yasaklara riayet Edilmesinin lüzumuna þöylece iþaret buyurmaktadýr. Ehli kitap denilen Yahudî ve Hýristiyan gurubunun hepsi ayný kanaatte ýsrar etmekte ve Ýslâmiyet i kabulden kaçýnmaktadýr. (Ve þüphe yok ki, ehli kitaptan öyleleri de vardýr ki) güzel bir zekâya, güzel bir aklî muhakemeye sahip olup dinî hakikatlarý anlarlar (Allah Teâlâ'ya) onun birliðine, yaratýcýlýðýna inanýrlar, (ve) ey müslümanlar!. (Size) Allah tarafýndan (indirilmiþ olana) Kur'ân'ý Kerim'e de inanýr (imân ederler) ve onlar (Allah için) Cenâb-ý Hak'kýn büyüklük ve yüceliðine karþý (korkar) mütevazi bir vaziyette (bulunurlar.) Ve onlar (Allah Teâlâ'nýn âyetleri ile) kendi yanlarýnda bulunan Tevrat ve incildeki peygamberin vasýflarýna ait açýklama ile (az) fanî ve ehemmiyetsiz (bir babayý) bir dünyevî menfaati (satýn alamazlar.) Onlar öyle dünya için, maddî menfaatlerini, baþkanlýklarýný korumak için âyetleri deðiþtirme ve inkâra, peygamberin vasýflarýna ait bilgileri saklayýp aksini iddiaya cür'et etmezler. Nitekim, bir kýsým ehli kitap âlimleri ise böyle bir hakikati deðiþtirmeye cür'et göstermiþlerdir. (Ýþte onlar için) o Allah Teâlâ'nýn âyetlerini bozma ve deðiþtirmeye cür'et etmeyip Muhammed'in peygamberliðini kabul eden temiz kalpli ehli kitap için (Rableri katýnda) va' d edil en (mükâfatlarý) amellerinin sevaplarý (vardýr.) Onlara bu amellerinden dolayý iki kat mükâfat va'dedilmiþtir. (Muhakkak Allah Teâlâ) kullarýnýn mahþer gününde (hesabýný pek çabuk görendir) m ah I û kat in yaratýcýsý ve yüce hakimi olan Hak Tealâ hazretleri herkesin halini ve onlarýn lâyýk olduklarý sevap ve cezayý ezelî ilmî ile bildiðinden onlarýn muhakemelerini sür'at I e neticelendirir.

§ Bir rivayete göre bu âyeti kerime, Hebeþ hükümdarý olup Ýslâmiyet i kabul etmiþ bulunan As ham e adýndaki necaþî hakkýnda nazil olmuþtur. Bu zat H ab eþeye hicret eden ashabý kirama çok hürmet etmiþti. Bilahara vefat edince Rasüli Ekrem, bir mucize olmak üzere bundan haberdar olmuþ, mübarek gözleri önünde Habeþistan görünmüþ Necaþinin tahtý görünmüþ, Nebiyyi Ziþân efendimizde ashabý kiramý ile Baki mevkiine çýkarak Necaþî için cenaze namazý kýlmýþ, hakkýnda af talebinde bulunmuþtu. Bir takým münafýklar ise bunu görünce söylenmeðe baþlamýþlar. Hz. Mu ham m ed, görmediði bir vahþi hýristiyan üzerine cenaze namazý kýlýyor demiþlerdi. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ, o Habeþ hükümdarýnýn da Ýslâmiyet i kabul eden ehli kitaptan bir zat olduðuna iþaret olunmuþtur. Diðer bir rivayete göre de bu âyeti kerime, müslüman olma þerefine eriþen Necran ehlinden kýrk, Habeþlerden otuz iki ve mýndan sekiz zat hakkýnda nazil olmuþtur ki, bunlar Hýristiyan idiler. Abdullah ibni selâm hakkýnda nazil olduðunu gösteren rivayetlerde vardýr. Bununla beraber âyeti kerimenin mânasý umumidir, Ýslâmiyeti kabul eden bütün kitap ehlini kapsamaktadýr. Asrý saadetten beri "ehli kitap" denilen milletlerden müslüman olma þerefine eriþen zatlarýn sayýlarý milyonlara ulaþmýþtýr. Allah'a ham d olsun hâlâ da bir çoklarý Ýslâmiyeti yüceltmekte ve kabul ederek ebedî saadete aday bulunmaktadýrlar.

"Bir þ em' i ki m evlâ yaka bir veçhile sönmez"

 

 

 

 

200.  Ey imân edenler!. Sabrediniz, sabýr yarýsýnda bulununuz ve nöbet bekleyiniz ve Allah Teâlâ d an korkunuz ki, felah bulabilesiniz.


200.   (Ey imân edenler) Ey müslümanlar!.. Ey hak yolunda sebat edenler!. (Sabrediniz) görevli olduðunuz itaatleri yapma, günahlardan kaçýnma ve bazý musibetlere tahammül hususunda sabýrlý bulununuz, (sabýr yarýsýnda bulununuz.) Hak Teâlâ'nýn düþmanlarýna karþý savaþta bulunurken sabýr ve sebat hususunda onlara galip olunuz, onlar sizden daha sabýrlý bulunmuþ olmasýnlar. (Ve) sýnýrlarda (nöbet bekleyiniz) düþmanlara karþý hududta silâhlarýnýzla, nakil vasýtalarýnýzla cenge hazýr bir vaziyette bulununuz, düþmanlarýnýzý gözetlemekten geri durmayýnýz. (Ve) her hâlinizde, düþmanlarýnýz ile savaþ hususunda ondan bundan deðil, yalnýz (Allah Teâlâ'dan korkunuz ki felah bulabilesiniz.) Yâni: Ýslâm varlýðýný muhafaza etmiþ, ilâhî lütfa kazanmýþ, cehennem nârýndan kurtulmuþ cennete aday bulunmuþ olasýnýz. Ne muazzam bir mükâfat!.

§ Ali Ýmran sûre—i, bu âyeti kerime ile nihayete ermiþtir. Bu mübarek süre, bütün insanlýða selâmet ve saadet yollarýný göstermiþ, en kutsi vazifeleri öðretmiþ, en mühim medenî, idarî, sosyal esaslarý içerisine almýþtýr. Bu husustaki baþarýlarýn ne. sayede, ne gibi sebeplere yapýþmakla tecelli edeceðine de bu son âyeti kerime, iþaret buyurmaktadýr. Bunlarýn baþlýcasý ise sabýrdýr, m us ab eredir, murabeta ile takvadýr. Þöyle ki:

(Sabýr): Acýya katlanmaktýr, hoþa gitmeyen durumlardan dolayý telâþ göstermeyi? þikayet etmeden tahammül ve direne göstermektir. Geniþ bilgi için bu sürenin (17) nci âyetine bakýlabilir.

(Mü s ab ere) de belâ zamanýnda kalbi gözetlemek, kalbe kuvvet vermeðe çalýþmaktýr. Sabra devam etmektir. Güzel fiilleri yapmak çirkin iþlerden kaçýnmaktýr, bir içimse ile baþkalarý arasýnda meydana gelen çirkin hallere, ihtilâflara karþý direnç göstermektir. Cenâb-ý Hak'ka manen ulaþmaya vesile olacak þeylere sarýlmaktýr.

(Murabeta) da baðlamak, düþmanýn gelmesi muhtemel olan yerlere devamlý olarak gözlemek, Allah Teâlâ yolunda, din uðrunda düþmana karþý cebhe almak, olanca kuvveti o tarafa yönelt m ektir.

Velhâsýl: Sabýr ve sebatta, musaberede, mürabetada, ittikada bulunan müslümanlar, üzerlerine düþen dinî ve dünyevî vazifelerini güzelce yapmaya muvaffak olurlar. Bir kerre sabrýn alanýný düþünelim:

(1)  Dinen üzerimize düþen vazifeleri yerine getirmeye çalýþmak sabýrdýr. Nefs ile cihad etmek.

(2)  Haramlardan sakýnarak nefsin eðilimlerine karþý koymak, bu hususta meþakkatlere katlanmak bir sabýrdýr.

(3)  Dünyevî arýzalara, hastalýklara, ihtiyaçlara, korkulara karþý komak da bir sabýrdýr. § Müsadereye gelince bu da su gibi guruplara ayrýlýr.

(1)  Baþkalarýnýn, meselâ aile fertlerinin, yakýnlarýn, komþularýn hoþ olmayan hallerine karþý tahammül göstermek bir müsaderedir.

(2)  Fenalýk yapmýþ bir þahýstan intikamý terketmekle bir musaberedir. "Cahillerden yüz çevir" mealindeki ilâhî bir emir bunu göstermektedir.

(3)         Bir kimsenin baþkalarýný kendi nefsine tercih etmesi de bir musaberedir. Muhtaç olan bir zatýn kendi nefsini býrakýp da baþkalarýnýn ihtiyaçlarýný gidermeye çalýþmasý

gibi. Nitekim:  = Onlarý kendi nefislerine tercih ederler... (Haþr, 59/9) âyeti de bunu göstermektedir.

(4)       Zülüm etmiþ bir kimse hakkýndaki af ve baðý; da bir m üs ab eredir. buyurulmuþtur. sizin affetmeniz takvaya daha yakýndýr. (Bakara 2/237

(5) Ýyiliði emretmek, kötülüðü yasaklamak, bir takým yanlýþ itikatlarý düzeltmeye çalýþmak þüpheleri gidererek insanlarý aydýnlatmaya gayret etmek de bir müsaberedir. Maalesef bir çok kimseler, böyle hayýrlý bir hareketten üzüntü duyarlar, düþmanca bir tavýr alýrlar. Halbuki, böyle bir emir ve yasak, bir iyilikseverlik eseridir, sosyal terbiye ve fâide gereðidir. Bunu takdir edemiyenler, hastalýktan kurtulmaya bir vesile olan ilâçlarý, doktor tavsiyelerini reddeden zavallý hastalara benzerler.

ýb) Ýslâm yurdunu, Ýslâm varlýðýný muhafaza için hudutlara beklemek ve icab edince cihat meydanlarýna atýlmak da bir müsaberedir. Bir fedakârlýktýr. Kýsacasý:

Bütün bu sabýrlar, musabereler, mürabetalar, Allah Teâlâ'nýn rizasý için olacaktýr, Allah korkusundan, ilâhî sevgiden ileri gelecektir. Yoksa öyle maddî bir menfaat, bir þöhret ve gösteriþ için olmayacaktýr, Ýþte (Allah Teâlâ'dan korkunuz ki, felah bulaþýnýz) mealindeki ilâhî emri bize bu vazifeyi bildirmektedir. Allah Teâlâ hazretleri cümlemizi sabredenler zümresine katýp ilâhî korumasý altýna alsýn ve kurtuluþa eriþtirsin. Ey Allah'ým, Peygamberlerin efendisi hürmetine kabul buyur! Ham d, âlemlerin Rabbi Allah'adýr.


radyobeyan