> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tefsir Eserleri > Ömer Nasuhi Bilmen > Al-i Imran Suresi
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Al-i Imran Suresi  (Okunma Sayısı 4118 defa)
30 Ekim 2009, 14:40:01
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« : 30 Ekim 2009, 14:40:01 »



3-   ÂL-İ İMRAN SURESİ

 

 

1. Elif, lâm, mim

1. Bu mübarek kelime için bakare sûresinin birinci âyeti olarak açıklama yapılmıştır. Âli İmran sûre—i celilesi Medine-i Münevvere d e nazil olmuştur, İki yüz âyeti kerimeyi kapsamaktadır. Bu (Elif, lâm, mim) de bunun birinci âyeti bulunmaktadır.

"İmran, Musa Aleyhisselâm ile Hânin Aleyhisselâm'ın ve kız kardeşlerinin babasıdır. Bu muhterem zatlara ve onlara çocuk ve torunlarına (Ali Imrân), bu mübarek süreye de Ali Imrân sûre—i denilmiştir. Çünkü bu sûre—i celilede onların durumlarına dair bilgiler verilmiştir. Kendilerini Âli İmrândan sayan, fakat onların yolunu bırakıp küfrü ve şirke sapan kimseleri ikaz ve irşat için bunların dikkat nazarları çekilmiştir.

Evet.. Bu sûre—i celile, Cenâb-ı Hakkın birliğini, yüce vasıflarını bildirmektedir. Bütün insanlığı ve özellikle imran ailesine mensup olduklarını iddia ettikleri halde sonradan birbirine karşı pek inkarcı ve düşmanca tavır almış olan kavimleri bir birlik dairesine davet etmektedir. Bütün Peygamberlerin tasdik edilmesini emir eylemektedir. Onların da ALLAH'ın birer kulu olup ALLAH'ın birliğini ümmetlerine bildirmiş olduklarını beyan buyurmaktadır. Onlardan bazılarını inkâr etmek veya bazılarını ilah kabul etmenin asla caiz olamayacağını da açık bir şekilde hatırlatmaktadır, İslâm milleti hakkında tecelli eden ilahi lütufları ve onların elde ettikleri maddî ve manevî fetihleri de hatırlatarak din yolunda sebat etmelerini, hikmet gereği vakit vakit uğrayacakları bazı zahmetlere, musibetlere karşı da tam bir olgunlukla sabır ve direnç göstermelerini kendilerine emir ve tavsiye buyurmaktadır.

Sebebi   nüzul: Müfessirlerin rivayetlerine göre bu Âli İmran sûresinin evvelindeki seksenden fazla âyetin inmesine şu hâdise sebep olmuştur. Necran diyarındaki  Hıristiyan gurubunun ileri galenlerinden, rahiplerinden altmış süvari Medine-i Münevvere'ye gelip birkaç gün kalmışlar ve Mescid-i Saadette peygamberin huzuruna kabul edilmişlerdi. Namaz vakti gelmişti, peygamberin müsaade etmesinden dolayı Mescid'i Saadet'te doğu tarafına yönelerek namazlarını kıldılar. Seyyid ve Akıp adındaki reisleri, Rasüli Ekrem Efendimizle sohbette bulundular. Peygamber Efendimiz: İslâmiyeti kabul ediniz, diye buyurdu. Onlar da biz zaten senden evvel müslüman bulunmaktayız deyince Rasüli Ekrem Hazretleri, yok siz yalan söylediniz, sizi İslâmiyetten men eden üç şey vardır: Birincisi, ALLAH Teâlâya oğul isnat etmenizdir. İkincisi Haça ibâdet etmenizdir. Üçüncüsü de domuz eti yemenizdir.

Onlar da dediler ki: Ta İsa, ALLAH'ın oğlu değilse onun babası kimdir? Bunun üzerine hepsi de İsa Aleyhisselâm hakkında söz söylemeye başladı. Bunlardan bazıları, İsa ALLAH'tır, diyordu, bazıları da İsa ALLAH'ın oğlu diyordu, bazıları da üçün üçüncüsü diyerek "teslise" inanıyordu. Bunun üzerine bu âyeti celile nazil olmuştur. Rasüli Ekrem, S al I al I ahu aleyhi vesellem efendimiz onlara dedi ki: Siz bilmez misiniz ki, herhangi bir çocuk babasına benzer. Onlar da evet., dediler.

Hz. Peygamber buyurdu ki: Siz bilmez misiniz ki, bizim Rabbimiz şüphe yok ölmeyen diridir, İsa'ya yokluk ulaşacaktır. Onlar da: Evet., dediler.

Rasüli Ekrem buyurdu ki: Siz bilmez misiniz ki, bizim Rabbimiz şüphe yok her şeyi idare eder, her şeyi korur, rızıklandırır.. Onlar da evet dediler. Yüce peygamberimiz buyurdu ki: İsa bunlardan bir şeye sahip midir? Onlar da dediler ki: Hayır..

Yine Yüce Peygamberimiz buyurdu ki: Siz bilmez misiniz ki, ALLAH Teâlâ'ya şüphe yok yerde ve gökte hiç bir şey gizli kalmaz. Onlar da evet dediler. ALLAH'ın salât ve selâmı üzerine olsun peygamberimiz buyurdu ki: Cenab'ı Hak bildirmedikçe İsa bunlardan bir şey bilebilir mi?.. Onlar da dediler ki: Hayır bilemez.

Yine Rasüli Ekrem Hazretleri buyurdu ki: Siz bilmez misiniz ki, İsa'nın anası ona yüklü kaldı, sonra onu diğer analar gibi doğurdu, sonra da ona diğer çocuklar gibi süt verdi, yiyecek ve içecek verdi, İsa'da diğer çocuklar gibi, yer, içer, dışarıya çıkar oldu. Onlar da: Evet., dediler. Artık Rasüli Ekrem Efendimiz buyurdu ki: O halde İsa öyle sizin iddia ettiğiniz gibi nasıl olur da ALLAH'ın oğlu olabilir?.. Bunun üzerine o hey'et sukuta mecbur olmuştur.

Mamafih içlerinden bir zat, Müslümanlığı kabul etmiş ise de, diğerleri yine mallarında ısrar etmişlerdi. Hattâ demişlerdi ki: Ya Muhammed Aleyhisselâtı Vesselam: Siz iddia      etmiyor musunuz ki, İsa ALLAH'ın kelimesidir ve ALLAH'tan bir ruhtur? Resülüllah Efendimiz de: Evet öyledir., deyince dediler ki: İşte bu bize kifayet eder. Bunun üzerine=    Kalplerinde eğrilik bulunan kimseler...) âyeti kerimesi de nazil olmuştur ki: Onların böyle müteşabihattan olan

âyetlere tâbi olup da açık olan, muhkemattan bulunan âyetlerden yüz çevirdiklerini bir kınama olarak bildirmektedir..

Bunlar peygamberin irşadını kabul etmeyip küfürlerinde sebat edince bunlar karşılıklı lanetleşmede bulunması için Resülüllah'a vahiy nazil olmuştu. Peygamber Efendimiz de bunları lanetleşmeye davet etti, fakat düşünüp taşındılar, lanetleşme neticesinde malıvü perişan olacaklarını anladıkları cihetle gelip lanetleşmede bulunmaktan vaz geçtiklerini söylediler ve bize bir zâtı hakem tâyin et, mallara dair aramızda ortaya çıkacak ihtilâflardan dolayı aramızda hükmetsin dedileı Ekrem Efendimiz de Ashabı kiramdan (Ebu Übeyde Bini! Cerrahi) hakem tâyin buyurdu.. "Necran" adında üç kasaba vardır. Biri Yemen'de, diğerleri de Havran ile Kûfede'dir.. Bu Hıristiyan grubu, Yemen'deki Necran halkındandı. Bunlar böyle İslâmiyeti kabul etmemişlerdi. Fakat anılaşma yaparak İslâm tebâsına girmeyi kabul etmiş, Ebû Übeyde Hazretlerini de bir hakem olarak yurtlarına alıp götürmüşlerdi. Sonra bu Necran bölgesi Resulüllah'ın hicretinin onuncu senesinde sulh yoluyla feth edilmiştir.

Rasüli Ekrem'in Necran gurubuyla olan konuşması, bir tartışma mahiyetinde bulunmuştur. Bu gösteriyor ki: Dini tebliğ etmek, şüpheleri gidermek için tartışmada bulunmak, büyük peygamberlerin sanatıdır, mesleğidir. Haşeviye gurubu böyle bir konuyu ve görüşü inkâr ederler ki, bu inkâr, katiyyen yanlıştır.

 

 

 

2. ALLAH Teâlâ ki, ondan başka ilah yoktur, hayy ve kayyımı olan odur.

2.      Bu âyeti kerime: Dinin esası olan ALLAH'ın birliği inancını beyan etmekte ve Cenab'ı Hak'tan başka yaratıcı ve mabud bulunmadığını bildirmektedir. Şöyle ki: (ALLAH Teâlâ ki) bir Yüce yaratıcıdır, eşi ve benzeri olmaktan uzaktır. (Ondan başka ilah yoktur) hiç bir şey, hakkıyla mabudluk ve. Yaratma ve yöneticisi sıfatiyle vasıf lanamaz. Bütün varlıkların Yaratıcısı terbiye edicisi ve yöneticisi O'dur ve (hayy ve kayyımı olan odur.) O Yüce yaratıcı daima diridir. Onun evveli ve ahîrî olamaz. Ezelîdir, ebedîdir. Ve bütün mahlûkatı üzerinde yönetici, idareci, ve selahiyet sahibi olan ancak odur. Bütün gökler, yerler onun kudreti ile sonradan meydana gelmiştir. İşte bu mükemmel şeyleri meydana getirmiş olan O Yüce Yaratıcısı, Hz. İsa gibi nice muhterem zatları da meydana getirmiştir. Artık O'nun Yaratma ve sıfatlarına ilahlık yaratılan, sonradan meydana getirilmiş bulunan şeyler nasıl ortak olabilir?..

Hallâkı müküvvenat birdir. Eltafına halkı müftekirdir.

Etmiş şu bedia zari dehn. Hurşid! kemalinin sipehri

Olmakta bu lâvha-i tabiat. Mîr'atı hikem nümayı vahdet

Her hadisenin lisanı hali, tevhid ediyor o Zülcelâli

Tezyin ediyor cihanı kudret. Yarab! Bu ne cilvei meşiyet

 

 

 

 

3.  O Yüce ALLAH, senin üzerine kitabı, kendisinden evvelki -kitapları- tasdik edici olarak hakkıyla indirdi, Tevrat ve İncil'i de indirmişti.

3. Bu mübarek âyetler, insanlara hidayet yolunu gösteren semavî kitapların varlığını, bunları inkâr ile küfür vadisine saplanmanın hiç bir şekilde doğru olamayacağını, bilâkis ilâhî azabı gerektireceğini bildirmektedir. Şöyle ki: Ya Muhammedi Aleyhisselâm, senin Yüce Rabbin (senin üzerine kitabı) Kur'ânı Kerim'i (kendisinden evvelki) semavî (kitapları tasdik edici olarak bihakkın) hak ve hakikate tercüman olarak, kat'î delillerle (indirdi.) Azar azar, âyet âyet, süre süre indirdi, sana Cibriliemin vasıtasıyla vahiy buyurdu, bu kitaplar cümlesinden olmak üzere, (Tevrat ile incil'i de indirdi.) Tevrat'ı Hz. Musa'ya, İncil'i de Hz. İsa'ya birden indirdi. Bütün bu kutsî kitaplar, ALLAH Teâlânın birliğini, yaratıcılık ve diğer kutsî sıfatlarını beyan etmiştir. Artık bunlara muhalif harekette bulunmak, bunları bozmaya ve değiştirmeye çalışmak, ve bir kısmını tasdik edip, diğer bir kısmını inkâr eylemek nasıl doğru olur...

 

 

 

4. Daha evvel, insanlara hidayet olarak ve furkânı da inzal buyurdu. O kimseler ki. ALLAH Teâlâ'nın âyetlerini inkâr ettiler, onlar için şüphe yok ki, şiddetli bir azap vardır. Ve ALLAH Teâlâ azizdir, intikam sahibidir.

4.   Evet... Tevrat ile incil (daha evvel) Kur'ânı Kerim'in inişinden evvel inzâr buyrulmustur. Bu kitapların hepsi de (insanlara hidayet olarak) bütün insanlara doğru yolu, dinî hükümleri bildirmek üzere ALLAH tarafından insanlık için büyük bir lütuf olarak indirilmiş bulunmaktadır. (Ve) özellikle (furkâni da) o pek müstesna bir kitabî ilâhî olan Kur'ânı da veya Zeburu da veya genel anlamda herhangi bir semavî kitabı da veya hak ile bâtılın arasını ayıran mucizeleri de o Yüce ALLAH (indirdi) meydana getirdi ki, o sayede üzerinize düsen kulluk vazifelerini bilerek cehalet ve sapıklıktan kurullasınız. Buna rağmen (o kimseler ki) o nefislerinin, şeytâ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 30 Ekim 2009, 14:49:18 Gönderen: hafizvuslat »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Al-i Imran Suresi
« Posted on: 25 Nisan 2024, 10:37:25 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Al-i Imran Suresi rüya tabiri,Al-i Imran Suresi mekke canlı, Al-i Imran Suresi kabe canlı yayın, Al-i Imran Suresi Üç boyutlu kuran oku Al-i Imran Suresi kuran ı kerim, Al-i Imran Suresi peygamber kıssaları,Al-i Imran Suresi ilitam ders soruları, Al-i Imran Suresiönlisans arapça,
Logged
30 Ekim 2009, 14:48:40
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #1 : 30 Ekim 2009, 14:48:40 »

21. O kimseler ki. Allah Teâlâ'nın âyetlerini inkâr ve peygamberleri haksız yere öldürürler ve insanlardan adaletle emredenleri de öldürürler, artık onları elem verici bir azap ile müjdele!


21.    Bu mübarek iki âyet. Peygamberlerin tebligatını kabulden kaçınan inkarcıların üç türlü canice hallerini, ve onların maruz kalacakları felâketleri şöylece beyan buyurmaktadır: (O kimseler ki. Allah Teâlâ'nın âyetlerini) Peygamberlerine vermiş olduğu kitapları, ve Yüce Allah'ın varlığına kudret ve azametine delâlet eden harikaları, mucizeleri (inkâr) ederler. Bunlardan bir kısmını, hattâ birini inkâr dahi umumunu inkâr demektir. Meselâ: Kur'ân'ı Kerim bir ilâhî kitaptır, bir semavî mucizedir, buna dair geçmiş kitaplarda malûmat vardır. Artık Kur'ân'ı Kerim'i inkâr eden bir kimse, veya bir kavim, bütün bu kitapları inkâr etmiş olur. (ve Peygamberleri haksız yere öldürürler) vaktile Yahudiler bir çok Peygamberleri öldürmüşlerdi, sonrakiler de buna razı bulunmuş ve hattâ ellerinden gelseydi son peygamber Hz. Muhammed'in de hayatına kastedeceklerdi. Binaenaleyh bu itibarla bunların hepsi de peygamberler katili sayılmaktadırlar, (ve insanlardan adaletle emredenleri de öldürürler) Bir muhitin kalkınması, aydınlanması için içlerinden seçkin, dindar, bilgili bir zümrenin bulunmasına ihtiyaç vardır. Bu gibi zatların pek hayırlı olan öğütlerini, tavsiyelerini, iyiliği emretmelerini, kötülükten alıkoymalarını memnuniyetle telâkki etmek lâzımdır. Fakat güzel bir terbiyeden, akıllıca bir düşünceden mahrum olanlar, veya şahsî, ganî bir menfaat peşinde koşanlar, bu gibi pek hayırlı, âmme hakkında pek faideli olan tavsiyeleri, emirleri, yasakları hoş görmezler bunların sahiplerinin hayatına kastederler. Nitekim vaktiyle Yahudiler, Peygamberleri müdafaa eden zatlardan yüz on iki kişiyi bir günde şehit etmişlerdi, (artık onları elim) pek feci, pek ağırtıcı (bir azap ile müjdele.) Onların görecekleri şey böyle bir azaptan başka değildir. Bu azap ile sakındırma keyfiyeti, onlara karşı bir alay, bir küçümseme olmak üzere "müjde" diye beyan olunmuştur. Eshabı kiramdan Abdullah Ibni Cerrah radıyallahu teâlâ anh - diyor ki: Ben Resulellahtan sordum ki; kıyamet gününde azabı en çok olan şahıs kimdir? Buyurdu ki: Bir Peygamberi veya iyiliği emr eden, kötülükten alıkoyan bir zatı öldüren kimsedir.

 

 

 

22.  İşte onlar, amelleri dünyada da, âhirette de batıl olan kimselerdir. Ve onlar için yardımcılardan bir fert de yoktur.

22. (işte onlar) o âyetleri inkâr, peygamberleri ve iyiliği tavsiyede bulunanları öldürenler yok mu? İşte o caniler (amelleri) dünyada yapmış oldukları sadakaları, vücude getirdikleri maddî faideli şeyleri (dünyada da âhirette de batıl) kendileri için fâide teşkil etmekten uzak (olan kimselerdir) onlar ölünce bütün bunlardan mahrum kalacakları gibi, âhireti inkâr eden. Yüce Yaratıcının emirlerine muhalif oldukları için onun âhirette lûtfuna mazhar olmak şansını da daha dünyada iken elden çıkarmış bulunacaklardır. Bu ne felâket! (ve onlar için) yarın âhiret âleminde (yardımcılardan bir fert de yoktur) öyle küfür ve isyan ile hayatı terk edenler hakkında hiç bir kimsenin yardım etmesine, şefaatte bulunmasına imkân bulunmamaktadır. Elbette öyle inkarcı, inatçı kimselerin âkibetleri böyle bir felâketten, mahrumiyetten başka değildir.

 

 

 

 

23. Görmedin mi kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanları ki, aralarında hüküm etmesi için Allah'ın kitabına davet olunurlarda sonra onlardan bir zümre yüz çevirir. Ve onlar kaçınan kimselerdir.

23.   Bu âyeti kerime, ellerindeki kitapların bile ahkamına muhalefet eden yanlış ümitlere düşen, hakikati kabul etmeyen kimselerin maruz kalacakları uhrevî mesuliyetlere bir uyanma, vesilesi olmak üzere işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: Habibim! (görmedin mi?) ne şaşılacak hâl (kendilerine kitaptan) Tevrattan (bir nasip) bir bilgi ilimler ve hüh (imlere dair ve bilhassa son peygamberin vasıflarına ait malûmat (verilmiş olanları ki, aralarında hükmetmesi) hakem mevkiinde bulunması, âhir zaman Peygamberinin vasıflarını kendilerine göstermesi (için Allah'ın kitabına) Tevrata müracaata (davet olunurlar da) bu müracaattan (sonra onlardan bir zümre yüz çevirir.) Tevratın o beyanlarına iltifat etmez, (ve onlar) o zümre veya onların mensub oldukları kavim, zaten Hakkı kabulden (kaçınan) batıl üzerine İsrar eden (kimselerdir) artık onlardan ne beklersin?

 

 

 

 

24.     Bu da onların "bize ateş sayılı günlerden başka asla dokun-mayacaktır" demelerinden meydana gelmektedir. Ve onları dinlerinden iftira ettikleri şeyler aldatmıştır.

24.        (Bu da) böyle Hakkı kabulden yüz çevirmeleri de (onların bize) yaptığımız günahlardan dolayı (ateş) cehennem azabı (sayılı günlerden) yanî: Sığır buzağısına tapmış olduğumuz günler miktarından (başka asla dokunmayacaktır demelerinden ileri gelmektedir.) Bu cahilce bir kanaattir, (ve onları dinlerinde) kendileri uydurup (iftira ettikleri şeyler) Meselâ: Buzağı mes'elesi. Peygamber olan babalarının kendilerine şefaat edecekleri ve saire gibi kuruntular (aldatmıştır) böyle ümide düşürmüştür.

 

 

 

 

25.       Onları o vukuunda şüphe olmayan gün için topladığımız ve her şahısa kazanmış olduğu şey ödenecek olan zaman -onların hâli- ne olacaktır. Ve zulüm olunmuş olmayacaklardır.


25. Ne beyhude ümit! Bu nasıl olabilir? (onları) o İslâm dînini kabul etmeyen inkarcılar! (o vukuunda şüphe olmayan) meydana geleceği nice delilerle sabit bulunan (gün için) o kıyamet vakti, o mükâfat ve mücazat zamanı için (topladığımız ve her şahsa) dünyada iken (kazanmış olduğu şey) bütün amellerinin cezası, karşılığı (ödenecek olan zaman -onların hâli- ne olacaktır,) ne kadar acayip! Onlar hiç düşünmezler mi? Öyle iddiaları gibi geçici bir azap ile kurtulacaklarını nasıl iddia edebiliyorlar? Özellikle küfrün cezası ebedidir. Bunu bilmeler! icabetmez mi? (onlar) bütün insanlar (zulüm olunmazlar) herkese istihkakına göre muamele yapılır. Bir kimsenin haksız yere azabı arttırılmaz, sevabı da eksiltilmez, İlâhî Adalet buna müsait değildir.

§ Bu mübarek âyetlerin nüzul sebebi hakkında şöyle rivayetler vardır:

1   - Rasüli Ekrem, sallâllahû aleyhi ve sellem efendimizin mübarek vasıfları Tevratta anlatılmıştır. Yahudilerin âlimleri bunu biliyorlardı. Bu hususa dair Tevrata müracaat etmeleri kendilerine emir olunmuştu. Onlar ise bile bile inkâra devap edip bu müracaattan kaçınmışlardı. İşte bu âyetler bunu bildirmektedir.

2   - Fahri kâinat hazretleri. Yahudilerin dershanelerine teşrif etmiş, onları İslâm'a davet buyurmuş; onlar da: Sen hangi din üzeresin? Diye sormuşlar, Rasüli Ekrem de: Ben       İbrahim aleyhisselâmın dini üzereyim, yâni: Benim dinim de onun dinidir, bütün ilâhî dinler esasen bir olup, müslümanlıktan ibarettir, diye buyurmuş. Onlar ise: Hayır. İbrahim aleyhisselâm Yahudîdir, demişler. Peygamber efendimiz de buyurmuş ki, öyle ise Tevrat'i getirin bakalım, yâni buna dair tevratta ne vardır ki, ona dayanarak böyle iddia ediyorsunuz? Onlar ise bundan kaçınmışlar, Tevratta iddialarını isbat edecek bir şey bulunmadığını bildikleri için t evrat a müracaat edememişlerdir. İşte bu âyetler bu hâdise üzerine nazil olmuştur.

3 - Yahudîlerden şerefli bir aileye mensup bir erkek ile bir kadın zinada bulunmuşlardı. Tevratın hükmüne göre recmedilmeleri, yâni taşlanarak öldürülmeleri icab ediyordu. Bundan kurtulmak ümidi ile Rasûli Ekrem efendimize müracaat ettiler, o da bunların recmedilmelerine hükmetti fakat onlar buna razı olmadılar, böyle bir hükmü inkâr ettiler, peygamber efendimiz emr etti, haydi Tevrat'ı getiriniz, oradaki hüküm de böyledir, diye buyurdu. Tevrat'ı getirdiler, Yahudîlerden Abdullah İbni Surya, Tevrat'ı okumaya başladı, recim âyeti gelince üzerine elini koyup onu okumadan geçti. Orada bulunan Abdullah ibnî Selâm, bu keyfiyeti haber verince Abdullah elini çekti, recim âyeti görüldü. Rasûli Ekrem'in emriyle o iki şahıs recmedildi, Yahudîler ise bundan çok kızdılar, Tevrat'ta da mevcut olan bu hükmü bildikleri halde bundan kaçınmışlardı bunun hükmüne rıza göstermemişlerdi. İşte bu âyetler bunun üzerine indirilerek şeref verilmiştir. Maamafih bu âyetlerin hükmü, bu gibi hakikatları gizleyen ve inkâr edenlerin hepsine de şamildir.

 

 

 

26. De ki: Ey mülkün sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden çeker alırsın ve dilediğini aziz edersin, dilediğini de zelil kılarsın. Hayır senin kudret elindedir. Şüphe yok ki, sen her şeye fazlasıyla kadirsin.

26.        Bu iki âyeti kerime gösteriyor ki; Bütün kâinatta hakikaten hakim olan, ve tasarruf eden zat, Cenab'ı Haktan başka değildir. Bütün kâinatta meydana gelen değişikliklerin varlığı, bu ilâhî hakimiyetin birer parlak açık delilidir. Binaenaleyh, İslâmiyetin galibiyetine, bir çok yerlere yayılacağına dâir olan Hz. Peygamber'in beyanlarının imkânı da, tahakkuk edeceği de böyle hârikaları vücude getirmekte olan kerem sahibi yaratıcının irâde ve kudret bakımından asla uzak görülemez, nitekim tahakkuk da etmiştir.

İşte buyunıluyor ki: Yüce Resulüm! Senin gelecekte nice muvaffakiyetlere nail olacağını uzak görenler varsın öyle görsünler! Sen (de ki. Ey Allah'ım! Ey mülkün sahibi! Sen mülkü) malı, makamı, maddî ve manevi işlerde tasarrufu (dilediğine verirsin) buna kimse mâni olamaz. (Ve mülkü dilediğinden) irade buyurmuş olduğun şahıstan veya kavimden (çeker alırsın) buna da kimse engel olamaz. (Ve dilediğini aziz edersin) dilediğin kulunu dünyada da âhirett...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

30 Ekim 2009, 14:56:10
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #2 : 30 Ekim 2009, 14:56:10 »

41. Dedi ki: Ey Rabbim! Benim için bir alâmet kıl. Buyurdu ki: Senin için alâmet, insanlar ile bir işaretten başka üç gün konuşamamandır. Maamafih rabbini çokça zikret ve akşam, sabah namaz kıl.

41.    Zekeriya aleyhisselâm, bu büyük kudretin meydana gelmesine bir müjde olmak için (dedi ki: Yarabbi! Benim için bir alâmet kıl) bir nişane göster, eşimin böyle bir çocuğa hâmile olduğunu bilip şükür secdesine kapanayım. Cenâb-ı Hak da (buyurdu ki:) Hz. Zekeriya'ya vahyi eyledi ki: (Senin için alâmet) sana bu hakikati gösterecek nişane, senin (insanlar ile bir işaretten başka üç gün l<onuşamamandır.) sen başkalarıyle üç gün gece gündüz konuşmak kuvvetinden mahrum kalacaksın, yalnız elle veya baş ile işaret edebileceksin. Hz. Zekeriya, insanlar ile konuşmak kudretinden böyle geçici olarak mahrum kalmakla beraber Cenab'ı Hakkı zikir ve teşbih kudretine sahip bulunuyordu. Bunun için buyruldu ki: Ey Zekeriya: (Maamafih Rabbini çokça zikret ve akşam ve sabah namaz kıl) teşbih ve tehlilde bulun. Bu muhterem zatın böyle üç gün başkaları ile konuşmaya kadir olamaması, ve diğer bir yoruma göre kadir olduğu halde yalnız konuşmadan yasaklanmış bulunması, duasının kabul edilmiş olduğundan dolayı halk ile konuşmadan alâkasını keserek böyle üç gün bütün bir kalp huzuru ile Yüce Yaratıcısının zikr ve teşbihi ile meşgul olması, nail olduğu o büyük nimetin şükrünü ifaya çalışması içindi. Maamafih bazı zatların ifadelerine göre bunda Hz. Zekeriya için bir uyanma dersi vardı. Çünkü kendisinin bir oğula nail olacağını melekler kendisine sözlü olarak müjdelemiş oldukları halde buna bir alâmet istemesi gereksiz olduğundan bir ceza olarak üç gün konuşmadan mahrum bırakılmıştır.

§ Zekeriya aleyhisselâm: Süleyman aleyhisselâmın neslindendir. Beyti mukaddeste reis idi Tevrat nüshalarını yazardı. İsrailoğullarına peygamber tayin buyrulmuştu. Musa aleyhisselâmın şeriatiyle amel ederdi. Hz. Meryem'in valdesi Hanne'nin kız karındaşının kocası idi. Hz. Meryem'i yanına alıp beyti mukaddesteki bir hücrede himaye etmişti. Hz. Meryem'den İsa aleyhisselâm bir yaratılış harikası olarak babası olmaksızın dünyaya gelmişti. Gösterdiği birçok mucizeler de bunu isbat edip duruyordu. Buna rağmen Yahudîler Hz. Zekeriyaya iftirada bulunmuş, yüz yaşında bulunan o pek muhterem peygamberi şehit eylemişlerdir. Bir rivayete göre de Zekeriya aleyhisselâm, muhterem oğlu Yahya aleyhisselâm'ı, Filistin valisi (Herut) tarafından şehit edileceği zaman, kurtarmaya çalışmış, kendisinin de takip edildiğini anlayınca beyti mukaddese bitişik bir bahçede bir ağacın kütüğüne saklanmış, o ağaç ile beraber testere ile ikiye bölünerek şehit edilmiştir.

§ Yahya aleyhisselâm: Zekeriya aleyhisselâm'ın oğludur. Annesi de imrân'ın kızıdır. Cenâb-ı Hak, bu muhterem baba ve anneye ihtiyarlıkları zamanında bu mübarek oğulu ihsan buyurmuştur. Hz. Yahya, daha pek genç iken Tevratı şerifi okur, sahralara çekilerek kimse ile görüşmeksizin ibâdet ve itaatta bulunur, İsrailoğullarına vaaz ve nasihat eder, Hz. Musa'nın şeriatiyle âmel ederdi. Bilahara Hz. İsa'nın şeriatiyle amel etmek üzere kendisine de peygamberlik ihsan buyurulmuştur. Bu esnada Filistin hükümdarı bulunan "Heredos" kendi kız karındaşının kızını almak istemişti. Bunların nikâhı Hz. Musa'nın şeriatına göre caizdi. Bu nikâhı akdetmesini Hz. Yahya'ya teklif etti. Fakat Hz. İsa'nın şeriatına göre bu nikâh caiz değildi. Binaenaleyh Yahya aleyhisselâm bu nikâhı kıymaktan kaçındı. Bundan dolayı o kız ile annesi gücendiler, Hz. Yahya'yı öldürmesini Heredos'tan istediler, o da bu mübarek zatı onların yanında boğazladı. Şehit etti. Henüz otuz yaşında bulunuyordu. Bu hâdise Hz. İsa'nın semaya kaldırılmasından sonra vuku bulmuştur. Hz. Yahya, Kudüs'te sıbtiyede metfundur. Rivayete göre mübarek başı Dımışkde Ümeyye Camii içerisinde ve bir eli de Beyrut'ta medfün bulunmaktadır.

 

 

 

 

42.  Hani melekler dedi ki: Ey Meryem! şüphe yok ki. Allah Teâlâ seni seçkin kıldı ve seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınları üzerine üstün kıldı.

42.   Bu mübarek âyetlerde, Hz. Meryem'in üstün kılındığını ve onun bu imtiyaza karşı şükran vazifesi olarak ibâdet ve itaate devam etmekle mükellef bulunduğunu

göstermektedir. Şöyle ki: Habibim! Hatırla (hani) o vakit ki (melekler) Cibril Emin ile maiyetindeki melekler (dedi ki: ey) İmrân'ın muhterem kızı (Meryem!) seni müjdeleriz (şüphe yok ki. Allah Teâlâ seni seçkin kıldı) seni seçti, sana istisnaî bir meziyet ihsan buyurdu. Seni validenden güzelce kabul eyledi, seni bir yüce peygamber olan Zekeriya'nın himayesinde büyüttü, seni cennet nimetlerinden rızıklandırdı, ve özellikle sana bir takım yüksek kerametler ihsan buyurdu (ve seni tertemiz kıldı) seni erkeklerin temasından masum kıldı, Yahudilerin isnad ettikleri kötü fiilden uzak olduğunu daha beşikte olan bir yavrunun == Hz. İsa'nın konuşması ile açıkladı = (ve seni âlemlerin kadınları üzerine üstün kıldı) onların fevkinde kıldı. Sana İsa gibi bir melek yüzlüyü babasız olarak bağışladı, ve sizi âlemlere bir harika alemeti kıldı böyle bir şeref diğer kadınlara nasip olmamıştır.

Hz. Meryem bazı zatlara göre meleklerin kendisine hitap etmiş olmalarına göre peygamberlik şerefine de ermişti, fakat bu görüş, icmaa muhaliftir. Kadınlardan peygamber gönderilmediği hakkında icma vardır. Ancak bu hitab ona bir keramet olmak üzere gelmiştir. Veya bu hitap onun oğlu Hz. İsa'nın peygamberliğine bir irhâs = delâlet eden harikulade bir keyfiyettir veya Hz. Meryem'e melekler tarafından böyle bir ilham yoluyla cismanî ve ruhanî bir terbiye ve itaat yolunu göstermek hikmetine dayanmaktadır. Bu âyeti kerimeye göre Hz. Meryem, yalnız kendi asrındaki değil, bütün kadınlardan üstündür. Çünkü o bir yaratılış harikası olan Hz. İsa'nın annesidi meleklerin hitaplarına mazhardır, daha nice imtiyazlara sahiptir. Maamafih bir hadisi şerifte şöyle buyrulmuştuı

: Âlemlerin kadınlarından dört tanesi, sana en büyük birer kadın olmak üzere tanımaya kâfidi Onlar ise Meryem ile Fravunun karısı Asiye ve Haticetülkübra ile Fatimetüzzehra'dır.

buyurulmuştur.: Fatma, -radiyallahü teâlâ an ha- İmrân

Diğer        bir hadisi şerifte de: kızı Hz. Meryem'den başka bütün cennet kadınlarının ulusudur, reisidir.

 

 

 

 

 

43. Ey Meryem! Rabbin için itaate devam et, secde kıl, rüküa varanlarla rükû a var.

43. (Ey Meryem) Rabbin için (itaate devam et) daima itaatte bulun veya namaz kıl veya namazda ayakta fazlaca dur (secde kıl) namazlarda Cenab'ı Hak için secdeye kapan (rüküa varanlar ile beraber rüküa var) cemaat ile namaz kıl, namazın şartlarına riayet eyle, rükû edenler gibi sen de rukûda bulun. Deniliyor ki:

Hz. Meryem de beyti mukaddeste komşu bulunanlar ile beraber namaz kılmakla mükellef idi. Her ne kadar onlara karışmazsa da kendi hücresinde onlara uyar, namazlarını cemaatle kılar, rükû ve sucûdda bulunurdu. Rükû ve sücut, Cenâb-ı Hakka karşı yapılan en güzel bir saygı ve kulluk alametidir. Bu kulluk vazifesini yapmayanlar hüsranda ve ziyanda kalırlar. Evet:

"Şerrini secde'i rahmana firu etmeyenin"

"Kameti pişi edan ide hem olmazda ne olur"

Allah'a sacda etmek için başını eğmeyenin

 

 

 

 

44. Bu sana yayıp haberlerindendir. Onu sana vahy ediyoruz. Meryem'i hangisi himayesine alacak diye kalemlerini attıkları zaman sen onların yanında değildin. Ve onlar tartışmada bulundukları zaman da sen onların yanında bulunmuyordun.

44.    Bu âyeti kerimede Hz. Zekeriya ile Hz. Meryem kıssalarının ehemmiyetini ve bunlardan Rasûli Ekrem efendimizin bir mucize olarak ilâhî vahiy sayesinde haberdar bulunduğunu gösteriyor. Şöyle ki: Habibim! (Bu sana) Henne'ye, Zekeriya, Yahya ve İsa aleyhisselâma dair haber verdiğimiz eşsiz hâdiseler (gayıp haberlerindendir.) Gayba ait şeyler olup ancak vahy yoluyla bilinecek şeylerdendir. (Onu sana vahy ediyoruz) Cibrili Eminin tebliğ ile bildiriyoruz. Artık onun gayptan olduğu bilinmelidir. (Meryem'i) beyti mukaddesteki zatlardan (hangisi himayesine alacak) o kimin korumasına verilecek (diye) onların tevratı yazdıkları (kalemlerini) kur'a olmak üzere suya (attıkları zaman) Resulüm! (sen onların yanında değildin) onlarla beraber bulunmuyordun, onların zamanları çok evvel olduğu için bu taraf malûm. (Ve onlar tartışmada bulundukları) Meryem'i hangisinin himaye ve terbiye edeceği hususunda tartıştıkları ve mücadele yaptıkları (zaman da sen onların yanında bulunmuyordun) bu da malûm, onların böyle tarihî hayatından haberdar olmadığın da malumdur. Çünkü senin kitapla, okumakla, eskilerin tarihî olaylarını dinlemekle meşgul olmadığın herkesçe bilinmektedir. Binaenaleyh onlara dair vermekte olduğun bu haberler, şüphe yok ki, bir vahyi ilâhî eseridir. Sen böyle bir ilâhî vahye nailiyetinden dolayı pek mutlusun, pek şayanı tebriksin. Yazık bu hakikati idrâk ve tasdik etmeyenlere! Bu âyeti kerimede geçen kalemlerden maksat, bir rivayete göre de Hz. Meryem'i himayelerine almak isteyenlerin ellerinde bulunan bastonlardan veya oklardan ibaret idi. Kur'a çekimi için bunlara kendi adlarını yazmışlar, bunları bir torba içine bırakmışlar, sonra bunlardan birini gelişigüzel çekip torbadan çıkarmışlar. Bu onlardan hangi zata ait bulunmuş ise Hz. Meryem onun himayesine verilmiştir. Bu zat ise Hz. Zekeriya'dır. Bu kur'a onun mübarek adına isabet etmiştir.

 

 

 

 

45.    Hani melekler demişlerdi: Ey Meryem! Şüphesiz Allah T e âlâ sana tarafı ilâhîsinden bir kelime ile müjde veriyor ki, adı Mesih, Meryem oğlu İsa'dır. Dünyada da ahirette de itibarlı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

30 Ekim 2009, 18:47:14
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #3 : 30 Ekim 2009, 18:47:14 »

61.       Artık sana ilim geldikten sonra her kim onun hakkında seninle münakaşada bulunursa, de ki: Geliniz, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarınızı, kendi şahıslarımız ve şahıslarınızı davet edelim, sonra dua ve niyazda bulunalım. Allah Teâlâ'nın lanetini yalancılar üzerine kılalım..

61. Bu âyeti kerime, Rasûli Ekrem'in Hz. İsa hakkında sırf hakikat olan beyanlarını kabul etmeyen kimseleri I ân et I eş meye davet etmektedir ki, bu şeklide de bir peygamber mucizesi meydana gelmiş demektir. Şöyle ki: Bu Yüce sûrenin birinci âyetinin izahı sırasında beyan olunduğu üzere Necran'dan bir heyet, Medine'i Münevvereye gelmiş, Rasûli  Ekrem Efendimizle görüşmüş, onlar Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olmasında İsrar etmişlerdi. Bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur. Buyuru İliyor ki: Habibim!. (Artık sana) Hz. İsa hakkında, onun bir muhterem kul ve peygamber olduğuna dair (ilim geldikten sonra) vahiy yoluyla kesin açıklamalar geldikten sonra Hıristiyan I ardan (her kim onnu hakkında seninle mücadelede bulunursa) artık onunla öyle mücadeleye, münakaşaya lüzum yok. Ona (de ki: Geliniz) hepimiz (oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendi şahıslarımızı ve şahıslarınızı davet edelim) böyle ailemiz fertlerini bir araya toplayalım (sonra) Allah Teâlayayalvaralım (dua ve niyazda bulunalım) bu hakikatin tecellisini istirham edelim. Ve (Allah Teâlâ'nın lanetini yalancılar üzerine kılalım) I an et I eş m e ve bedduada bulunalım. Ey Rabbim! İsa'ya isnâd edilen vasıflar hususunda kim yalancı ise ona lanet et ve onu kahret, diye yalvaralım. Bu davet üzerine Necran hey'et i endişeye düşmüş, aralarında müşaverede bulunmuşlar. Reisleri olan Akil, Rasüli Ekrem'in peygamberliğini, anlattıklarının doğru olduğunu kabul etmiş, böyle bir I an et I eş m e neticesinde kavminin helak olacağını arkadaşlarına söylemiş, müslümanlara yıllık bir miktar vergi vermek üzere anlaşma yaparak çıkıp gittiler.

Rasüli Ekrem Efendimiz ise lânetleşmek için muhterem torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'i ve muhterem kızı Hz. Fatımayı ve damadı muhterem Hz. Aliyi yanına almış, ben dua ettiğim zaman siz de amin deyiniz diye onlara tenbihatta bulunmuştu.

Rasüli Ekrem Hazretleri bu duasının kabul olacağını kesin şekilde bilmeseydi, böyle bir I ân et I eş meye onları davet edemezdi. Binaenaleyh bu da onun bir yüce peygamber olduğunu gösteren bir mucize demektir. Gerçekten de Rasüli Ekrem Efendimiz buyurmuştur ki: Nefsim kudret elinde olan Allah Teâlâya yemin ederim ki: Eğer onlar I ân et I eş m ede bulunsaydılar, maymuna, domuza dönerlerdi, vadileri ateş içinde kalırdı. Cenâb-ı Hak Necran'ı da, ahalisini de, hattâ ağaçlardaki kuşlarını da ist iş ât eder, yani kökünden söker atar idi. Buna inanmışızdır. Cenab'ı Hak, her şeye kadirdir. Kâfirlerin cezasını tehir buyursa, dünyada vermese bile mutlaka ahrette verecektir. Bu bir hakikattir.

İbtihâl: Başkalarından alâkayı kesip ihlâs ile, samimiyet ile Cenab'ı H ak'ka yalvarma ve niyazda bulunmaktır. Mubah al e, tebahül de birbirine lanetle beddua etmektir ki, buna telâün de denir.

§ Lanet: Tart edilmek, rahmetten mahrum kalmak demektir. Lean de reddetmek bedduada bulunmak, hayırdan uzaklaştırmak manasınadır. Lianda lanet edişmek, biribirinin hakkında lanet okumaktır. Mülâanede, lanet edişmek, karı ile koca arasındaki la'n edilmesi. Leîn, m el'ün da tart edilmiş, reddedilmiş, lanet olunmuş, Allah'ın rahmetinden mahrum kalmış kimse demektir. Şeytan gibi.

 

 

 

 

 

62. Şüphe yok ki: Hak olan haber, iste budur. Ve Allah Teâlâ'dan başha hiç bir ilâh yoktur ve muhakkak ki, azîz, hakîm olan ancak Allah Teâlâ'dır..

62. Bu mübarek âyetler de Hz. Adem'in, Hz. İsa'nın yaradılışlarına ve diğer harikulade durumlara dair Kur'ân lisanı ile bildirilen hâdiselerin birer hakikat olduğunu ve Cenab'ı Hak'tan başka mâbud bulunmadığını, bunun aksine inanmış olanların fesatçı kimseler olup Allah'ın kahrına uğrayacaklarını göstermektedir. Şöyle ki: Habibim o inatçılara söyle (Şüphe yok ki, hak olan haber) beyanlar (işte budur) Hz. İsa hakkında, annesi hakkında sana böylece vahiy edilenden ibarettir. (Ve Allah Teâlâ'dan başka hiç bir ilâh yoktur). Hıristiyanların teslis yani: Üç ilahın varlığı görüşünde olmaları, vah udilerin Üzeyr Allah'ın oğludur, demeleri, Hz. İsa'nın temizlik ve peygamberliğini inkâr etmeleri ve bir takım kavimlerin insanlara, putlara tapmaları bir küfürden, bir şirkten başka değildir. Bütün kâinatın yaratıcısı, mabudu yalnız Yüce Allah'tır. (Ve muhakkak ki aziz) olan, bütün mukadderata kadir, mülkünde (hakîm) olan bütün bilinen varlıkları ilmiyle kuşatan her kudret eseri bir hikmete dayanmış (olan ancak) o birlik, büyüklük ve kudret vasıflarına sahip olan (Allah Teâlâ'dır) onun tam kudreti ve mükemmel hizmeti sahasında kendisine eşit bir kimse yoktur. Artık onun ) I âh lığında kendisine kim ortak olabilir? Bunun hilafı görüşünde olmak, bütün bir cehaletten bir fesattan başka değildir. Binaenaleyh Hz. İsa'ya da nasıl ilahlık isnad edilebilir? O nasıl Allah'ın oğlu olma vasfına sahip olabilir?. Onun kullukla övünmüş olduğunu kendisi de itiraf etmiş değil midir?.

 

 

 

 

 

63. Artık yine yüz çevirirlerse şüphe yok ki. Allah Teâlâ bozguncuları tamam iyi  bilir.


63. (Artık) bu kadar şahitler ve deliller, Allah'ın birliğini gösterip dururken o kimseler hakikî imândan (yine yüz çevirirlerse) döner, teslis ve diğer görüşlerde olurlarsa fesatçı kimseler olmuş olurlar. (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ) bütün bu gibi (bozguncuları t amam iyi e bilir) Cenâb-ı Hak'kın ezelî ilmî onların bütün durum ve sözlerini kuşatmıştır. Onları bu fesatları yüzünden ebediyyen cezalandıracaktır. Evet... Cenâb-ı Hakkın birliğine, onun dininin kutsiyetine bu kadar şahitler, deliller şahitlik edip dururken bunu kabul etmeyip de yanlış, müşrikçe kanaatlerde bulunulması, hak dinden yüz çevrilmesi, din sahasında bir fesattır. Bu yüz çevirme ve inkâr, nefs fesadına hatta âlemin fesadına sebeptir, insanlığın en felâketli durumu, hak dinden mahrumiyetidir. Bunun neticesi ise en büyük felâkettir. Artık hakikati inkâr eden fesatçılar, biraz düşünmelidirler, cehaletten, gafletten ayrılmaya çalışarak hak dine intisab. Yüce Allah'a iltica etmelidirler.     Başka türlü kurtuluş imkânı yoktur.

§ Kas as: Hayırlı haberdir. İnsanlara hakikati gösteren, insanları hak yola irşat eden, insanlara kurtuluş vesilesi olan şeyleri istemelerini emreyleyen beyanların hepsidir. Kıssa da emir, tercüme'i hâl, tarihi hikâyedir. Çoğulu Kısastır.

§ İsa Aleyhisselâm: israiloğullarının reislerinden ve Hz. Süleyman'ın neslinden bulunan imranın kızı Hz. Meryem'in oğludur. Hz. Peygamber'in hicretinden güneş yılı hesabı ile altı yüz yirmi iki sene evvel Filistin'in Beyti I eh m denilen kasabasında dünyaya gelmiştir. Hz . Meryem, pek temiz, muhterem bir kız idi. Henüz koca yüzü görmeden bir harika olmak üzere Cibrili Eminin öfürmesi ile Hz. İsa'ya yüklü kalmış, onu bir yaradılış hârikası olmak üzere doğurmuştur. Hz. İsa'nın gösterdiği mucizeler, harikulade haller, onun bir kudret hârikası olduğunu i s bat ediyordu. Buna rağmen yahudîler, Hz. Meryem'in aleyhinde dedi kod uya cür'et gösteriyorlardı. Hz. Meryem, amcası oğlu ve nişanlısı bulunan Yusuf i Nece ar ile beraber Mısır'a gitmişler, Hz. İsa on yaşına kadar Mısır'da kalmış, sonra yine Filistin'e dönülerek Naşire kasabasında ikamet etmişlerdi. Bir rivayete göre daha on üç yaşında iken peygamberliğe nail olmuştur. Fakat peygamberliğini otuz yaşında iken ilân etmiş, kendisine İncil'i şerif kitabı ile yeni bir şeriat verilmiştir. Hz. İsa, Hz. Yahya ile görüşmüş ve kendisine Havariler denilen on iki zat imân etmişti.

Hz. İsa, Havariler ile bir gece birleşip sohbet ederken demiş ki: Daha horoz ölmeden, yani sabah olmadan sizin biriniz beni inkâr edecek, ve beni pek az bir para ile satmak isteyecektir. Gerçekten de Havarilerden Budaşemun adındaki bir şahıs, daha sabah olmadan Yahudîler ile görüşmüş, onlardan bir miktar rüşvet almış, Hz. İsa'nın yerini onlara haber vermişti. Yahudîler, Hz. İsa'yı tevkif etmek için bulunduğu yere koşmuşlar, kendilerine hikmet gereği Hz. İsa gibi görünen Bu d ayı görüp yakalamışlar, hakkında idam hükmünü vermişler. Hz. İsa yerine Bu d ayı çarmıha germişler. Hz. İsa ise otuz üç yaşında olduğu halde Cenab'ı Hakkın kudretiyle semaya kaldırılmış, dünya gailesinden kurtulmuştur. Bir rivayete ve hıristiyanların kanaatine göre Hz. İsa, çarmıha gerilmiş ise de daha sonra yeniden diriltilerek semaya kaldırılmıştır. İsa Aleyhisselâm'dan sonra Havariler iseviliği yaymaya çalışmışlar ise de aralarında ihtilaflar meydana gelmiş, İncil adına birçok kitaplar türemişti. Maamafih Hıristiyanlığı kabul edenler hal<l<ında bir çok eza ve cefa yapılmakta olduğundan Hiristiyanlık üç yüz sene kadar gizli tutulmuştur. Nihayet Roma imparatoru Kostantin, İsa'nın doğumundan üç yüz sene sonra bir siyasî maksatla Hıristiyanlığın açıkça kabulüne müsaade etmiş, sonra Kostantaniya denilen İstanbul şehrini yaptırmış. Roma şehrini bırakıp Kostantiniye'yi Başkent edinmiş, kendisi de iseviliği kabul eylemişti. Fakat vaktiyle gerek İncil ve gerek hiristiyanlık şeriatı güzelce zapt edilmemiş olduğundan bu hususta bir çok ihtilaflar meydana çıkmıştı. İncil âdı ile sonradan yazılmış birçok kitaplar türemişti. Kostantin'in emriyle iznik şehrinden binden fazla âzası bulunan ruhanî bir meclis toplanmış, münakaşalarda bulunmuşlar, bunlardan bir kısmı yekdiğerinin konuşmasını bile anlayamıyorlardı. Nihayet İncil adındaki risalelerden yalnız dördü bu meclis azasının bir kısmı tarafından seçilerek onlara İncil âdı verilmiştir...

Daha    sonra Roma devleti ikiye ayrıldı. Biri Doğu imparatorluğudur, ki,...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

30 Ekim 2009, 19:04:28
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #4 : 30 Ekim 2009, 19:04:28 »

81.   Hatırla o zamanı ki. Allah Teâlâ -peygamberlere hitaben "size kitap ve hikmet verdim, sonra sizin yanınızdakini tasdik edici olarak bir Resul gelecektir. Ona elbette imân ve yardım edeceksiniz" diye peygamberlerden sağlam bir söz aldık da buyurdu ki: İkrar etiniz mi? ve bunun üzerine benim sözümü alıp kabul eylediniz mi? Onlar ikrar ettik d ed i I er.-C en âb-ı Hak da- buyurdu ki: Öyleyse şahit olunuz, ben de sizinle  beraber şahitlerdenim.

81. Bu mübarek âyetler, Cenâb-ı Hak'kın son peygamber Hazretlerini bütün insanlığa elci göndereceğini vaktiyle bütün peygamberlere ve onların vasıtalariyle bütün ümmetlerine haber vermiş ve onun bu risaletini ikrar ve onun zamanına erecek olanların ona yardım etmeleri hakkında da kendilerinden bir söz ve yemin almış olduğunu haber vermekte, böyle bir ikrar ve söze riayet etmeyenlerin ise fasık kimseler olacağını bildirmektedir. Evet!. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: Habibim!. (Hatırla o zamanı ki. Allah Teâlâ Peygamberlere) ve onların vasıtasıyla ümmetlerine vahiy yoluyla (hitâbederek size) Tevrat, İncil gibi (kitap) ve bir nice ahlâkî, içtimaî meseleleri içeren, vahye müstenit (hikmet verdim). Bunlar ile lâzım olan dinî esasları size bildirdim. (Sonra sizin yanınızdakini) kitabı ve hikmeti (tasdik edici olarak bir elçi geldi) yani bütün vasıfları sizce malûm oldu, geleceği muhakkak bulundu. (Ona) o gelecek Resule (elbette imân ve yardım edeceksiniz). Binaenaleyh bütün peygamberler birbirine inanıp onu tasdik ve kabul ile mükellef olduklarından son peygamber Hazretlerini de tasdik ile mükellef bulunmuşlardır. İşte bunun için bütün peygamberlere hitaben ona imân ve yardım   edeceksiniz, (diye peygamberlerden sağlam bir söz aldıkta buyurdu ki: İkrar ettiniz mi?) bu imânı kabul ve itiraf ediyor musunuz? (Ve bunun üzerine benim o ahdimi alıp kabul eylediniz mi?) diye hikmet gereği sordu, (onlar da ikrar ettik dediler) imân ve yardım ile mükellef olduğumuzu itiraf ederiz, bu husustaki verilen sözü de kabul eyledik diye cevap verdiler. Cenab'ı Hak da (buyurdu ki: Öyle ise şahit olunuz) bu ikrar hususunda birbirinize karşı şahitlikle bulununuz, bu ikrarınızı bütün ümmetlerinize bildiriniz. (Ben de) sizin bu ikrarınıza (sizinle beraber şahitlerdenim) artık bu ikrar ve üstlenmenin gerektirdiği şekilde hareket edilmesi bir vecibedir. Bu o peygamberlerin üzerine vecibe olunca onlara tâbi olduklarını iddia eden milletler üzerine de bir vecibe, bir dinî fariza bulunmuş olur. Aksi takdirde o peygamberlere tâbilik iddiası yalan bulunmuş olmaz mı?

İşte Hz. Musa da, Hz. İsa da kendi kitaplarını tasdik edici olan son peygamber Hazretlerinin dünyaya şeref vereceğini vaktiyle vahy yoluyla bilmiş, tasdik ve ikrar eylemişlerdir. Artık onlara uyma iddiasında bulunanlar, nasıl olur da böyle bir tasdik ve ikrarda bulunmazlar.

§ İsr: Pekiştirilmiş söz ve riayeti lâzım gelen adî görülmeyecek olan mukavele ve yemin manasınadır.

 

 

 

 

82. Artık bundan sonra kimler yüz çevirirse işte fasık kimseler onlardır.

82. (Artık bundan sonra) bu ikrar ve şahitlikten, bu söz ve yeminden sonra (kimler yüz çevirirse) son peygamber Hazretlerini tasdikten kaçınır, onun dinine hizmet etmezse (elbette fasık kimseler onlardır.) söz ve yemine riayet etmeyen, cemiyetin temiz hayatını bozmaya çalışan, o gibi inkarcı kimseler ise, acık delil ile sabit hakikatleri inkâra cür'et ettikleri için büsbütün fasık kimseler bulunmuşlardır. Evet... Son peygamber Efendimizin peygamberlik ve ri s al et i gün gibi acık, onun yaydığı İslâmiyet in en kutsî bir ilâhî din olduğu apaçık iken onu inkâr edenlerden d ah a fasık kim düşünülebilir?...

 

 

 

 

83. Artık Allah Teâlâ'nın dininden başkasını mı arıyorlar?. Halbuki ona göklerde olanlar da, yerde olanlar da isteyerek ve istemiyerek teslim olmuşlardır. Ve ona döndürüleceklerdir.

83. Bu âyeti kerime, Allah katında yegâne makbul olan dini İslâm'dan başkasını arayanların ziyanda ve hüsranda olacaklarını göstermektedir. Şöyle ki: Söz ve yemine, ikrar ve ş eh ad et e muhalefet edenler, Hz. Muhammed'in peygamberliğini kabul etmeyenler ne istiyorlar?. (Artık) onlar (Allah Teâlâ'nın dininden) bütün yüce peygamberler arasında esasen          bir olan İslâm dininden o tevhit dininden (başkasını mı arıyorlar?) Bu İslâm dininden başka Allah katında makbul bir din var mıdır?. Cenâb-ı Hak, bu dini mübini

kabul etmelerini kendilerine emrediyor, artık buna nasıl muhalefet edilebilir? (Halbuki ona) o halikı kerim hazretlerine (göklerde olanlar da yerde olanlar da) yani s em al ardaki melekler de ve yer yüzündeki insanlar da t av'an, yani (isteyerek ve) kerhen, yani (istemiyerek münkat olmuşlardır.) Teslimiyette bulunmuşlardır. (Ve) bütün bu m ah lü kat (ona) o Yüce Mabuda, onun büyük mahkemesine sevk olunacaklardır, (döndürüleceklerdir.) Ona imân etmiş ve boyun eğmiş olanlar, cennetlere dahil, nîmetlere nail olacaklardır. Onu inkâr edenler de, ona ortak koşanlar da, cehennemlere atılıp ebedî azaplar içinde kalacaklardır. Artık bu sonu düşünsünler!

§ Hak Teâlâ Hazretlerine isteyerek ve istemeyerek boyun eğme ve teslim olma meselesine dair tefsirlerde birçok yorum vardır. Kısaca deniliyor ki, semalardaki melekler Cenâb-ı Hak'ki isteyerek tasdik etmişlerdir. Yerde bulunan insanların ise bir kısmı isteyerek, bir kısmı da istemeyerek tasdikte bulunmuşlardır. Şöyle ki: Bir kısım insanlar sağlam bir yaratılışa sahip, tam bir hulûs ile Allah'ın birliğini tasdik edici olarak ilâhî dine boyun eğe gelmişlerdir. Bir kısmı da kendi maddî hayatlarını kurtarmak için istemeyerek kendilerini mü'm in göstermişlerdir. Kalben inanır bulunmamışlardır. Nitekim cihat meydanlarında mağlûp olan gayri müslimlerden bir takımı bu şekilde harekette bulunup durmuşlardır. Bunlar da bilâhare güzel düşünüp t e samimî şekilde İslâmiyet i kabul etmiş olunca İslâm şerefine nail olarak kendilerini ebedî azaptan kurtarmış olurlar. Fakat öyle münafıkça bir halde yaşar, o hal üzere ölmüş olunca ebedî azaba uğrarlar. Bir t uf an i azab neticesinde veya üzerine yönelen bir belâdan kurtulmak m aks ad iyi e istemeyerek imân edenler hakkında da bu hüküm caridir. Yani: Bu imândan sonra inancı sağlamlaştırarak samimî şekilde İslâm dinine s arı liri arsa yine ebedî azaptan kurtulmuş olurlar. Fakat bu inançları samimiyet kazanmazsa yine imansız olarak âh i ret e gider ebedî azabı d üş ar olurlar. Bir de küfr içinde yaşamış bir kimse öleceği saatte gözleri önünde parlamaya başlayan bir ilâhî azabın tesiriyle imân ederse bu bir ümitsizlik halindeki imân olacağından makbul olmaz. Firavunun gark olacağı andaki imânı gibi.

Diğer    bir yoruma göre de isteyerek ve istemeyerek imân    = Rabbınız değil miyim? lA'raf 7/172) hitabının yönelmiş olduğu ruhlar âleminde meydana

gelmiştir. O zaman isteyerek imân edenler bu âlemde de imanlarını muhafaza ederek saadete ermişlerdir. İstemeyerek imân edenler ise bu âlemde küfürlerini açığa vurarak ebedî hüsrana uğramışlardır ve uğrayacaklardır.

Velhâsıl: Bütün akıl sahipleri, ergeç, ister istemez Cenâb-ı Hak'ki tasdik edecek, ona teslimiyet gösterilecektir. Fakat bir kısmının tasdik ve teslimiyeti belirlenen vaktinde vâki olmamış olacağı nedenle Allah katında makbul olmayacaktır. Cenab'ı Hak, cümlemizi samimî imândan ayırmasın, âmin...

 

 

 

 

 

84. De ki: Biz Allah Teâlâ'ya, ve bize indirilene, ve İbrahim'e İsmaîl'e, İshak'a, Takub'ave Esbate indirilmiş olan ave Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere rableri tarafından verilmiş olanlara imân ettik, onlardan hiç birinin arasını ayırmayız. Ve biz ona teslim oluruz.

84.        Bu mübarek âyetler Yüce Peygamber Efendimizle ona tâbi zatların bütün peygamber ve elçileri ve onlara nazil olan bütün kitapları tasdik edici olduklarını ve hepsi de İslâm dini ile vasıflanmış olup bu yüce dinden başka dinlerin Allah katında makbul olmadığını ve bu yolda gidenlerin hüsrana uğrayacaklarını beyan buyuruyor. Şöyle ki: Hab i bini!. (De ki, biz) ben ve ümmetim (Allah Teâlâ'ya) onun yüceliğine, ve mâbudluğuna imân ettik onu tevhit ve takdis ederiz. (Ve bize indirilene) de yani Kur'ân'ı Kerim'e de imân ettik, onun bir ilâhî kitap olduğunu tasdik eyleriz. (Ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve Esbate) yani Yakub Aleyhisselâm'ın evlât ve torunlarına (indirilmiş olana) onlara Allah tarafından verilmiş olan mübarek s ah if el ere de imân ettik (ve Musa'ya, İsa'ya ve) diğer (peygamberlere rableri katından verilmiş olanlara) yani kitaplara ve mucizelere de (imân ettik) hepsi de haktır, Allah katında makbuldür, hepsinin dini de esasen İslâmiyetten başka değildir. Biz (onlardan hiç birisinin arasını ayırmayız) hepsinin de Allah tarafından birer peygamber veya İslâm dinine hizmetçi olarak gönderilmiş olduğunu ve onlara Alalı tarafından verilen kitapların da bu bakımdan bir birlik teşkil ettiklerini bilir tasdik eyleriz, Yahudîler, N as ara gibi onların bir kısmını tasdik, bir kısmını inkâr eylemeyiz. (Ve biz) ancak (ona) o Yüce Yaratıcıya (teslim oluruz) ona tamamen teslimiyette bulunmuş, onun yaratıcılıkta mâbfidlukta ortağı ve benzeri olmadığını bilip kendisine itaatli ve teslimiyette bulunmuş kimseleriz.

İşte ey yanlış düşünen milletler!. İslâmiyet in ne kutsî bir din olduğunu görün, anlayın, biz müslümanlar, Cenab'ı Hakkı, şanı ve büyüklüğüne lâik bir şekilde birliğine inanır ve takdis ederiz, o Yüce Yaratıcının bütün muhterem peygamberlerini, mukaddes kitaplarını tasdik ve tebcil eyleriz. İşte insanlığın temiz inancı bu şekilde tecelli eder, insanlık arasında birlik ve dayanışma esasları bu sayede meydana gelir. Artık bundan daha yüce, daha doğru bir yol bu...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes