Ömer Nasuhi Bilmen
Pages: 12
Bakara Suresi By: hafizvuslat Date: 29 Ekim 2009, 15:59:29
2-BAKARA SÛRESÝ

 

Bu mübarek sûre, Medine'de inmiþtir, iki yüz seksen altý ayetten meydana gelmektedir.

M'ek kî ve Medenî olan sûreler arasýndaki fark, kýsaca þöyledir: Mekkî olan sûreler. Peygamber (s.a.)in hicretinden evvel inmiþ sûrelerdir. Medenî olan sûreler de Peygamberin hicretinden sonra inmiþ sûrelerdir. Ýsterse Medine-i Münevvere dýþýnda meselâ Mekke-i Mükerreme'nin fethi esnasýnda Mekke'de veya diðer savaþlar esnasýnda inmiþ olsun.

Mekkî olan sürelerin bazý ayetleri pek kýsa ve edebidir. Dinin esaslarýný özet olarak içermektedir. Ýslâm'ýn baþlangýcýnda nazil olmuþ, Mekke-i Mükerreme'deki Arap ediplerine karþý bir belagat mucizesi olmak üzere tecelli eylemiþtir. Medenî olan âyetlerin büyük bir kýsmý ise nisbeten uzuncadýr. Bunlardan birçoðu ehli kitaba hitap etmektedir. Eski ümmetlerin tarihî hallerini birer ibret levhasý olmak üzere dikkat nazarlarýna sunmakla ve itikadî meselelere, ibâdetlere þahsî, medenî, siyasî muamelelere ait hükümleri kapsamaktadýr.

Ýþte Bakara sûresi de böyle binlerce meseleleri, hakikatleri içine almaktadýr. Özellikle bir bakara=sýðýr hadisesine dâir bilgi vermektedir ki, bu olay haddizatýnda Cenab'ý Hakkýn varlýðýna, kudret ve hikmetine ve nice harikalarý yaratmýþ ve yaratmakta olduðuna delâlet etmektedir. Ve bu olay peygamberlik ve risâletin hak olduðuna peygamberlerin mucizeler göstermeye muvaffak olduðuna ve bu zatlara itaatin lüzumuna tenbih ve iþaret etmektedir, Ýþte bu mühim nükteleri, iþaretleri kapsayan Bakara hadisesi münasebetiyle bu mübarek süreye Bakara sûresi adý verilmiþtir. Kendisinde bakara hadisesi bildirilen sûre demektir.

 

 

1. Elm = Elif, lâm, mîm.

1.  Bu mübarek ayetler, Kur'an'ý Kerîm'in hak olduðunu, hidâyete vesile olduðunu bildirmektedir.

Cayba inanan, dinî vazîfelerini yerine getiren, semavî kitaplara ve âhiret gününe Ýman eden kimselerin hidâyet üzere olup kurtuluþa erdiklerini müjdelemektedir. Þöyle ki (Elm): Harfleri, Bakara sûresinin birinci âyetini teþkil etmektedir. Bu gibi harflere "Hurûfi Mukataa" denir ki mânalarý bizce bilinmemektedir. Bunlarýn iniþinde birer hikmet vardýr. Kýsaca deniliyor ki bunlar baþlarýnda bulunduklarý sürelerin isimleridir. Bunlar, Ýnsanlarýn dikkatlerini çekmeye sebeptir. Adeta denilmiþ oluyor ki ey insanlar! Bütün Kur'an âyetleri bu gibi harflerden meydana gelmiþtir. Böyle olduðu halde siz ne için bu harflerden oluþan bir sûre meydana getiremiyorsunuz? Öyle ise acizliðinizi Ýtiraf ediniz ve Kur'an'ý Kerîm'in edebî bir mucize olduðunu kabul ediniz.

Bununla beraber ibni Abbâs hazretlerinden bir rivayete göre Elm'in mânasý:

(Ben en âlim olan Allah'ým) demektir. Araplar bazen bir kelimenin bir harfini zikredip o kelimenin tamamýný kasdederler. Nitekim þimdi Türkiye'de de bazý þahýs ve yer isimlerinin Ýlk harflerini yazmakla yetinilmektedir.

 

 

2.  Ýþte bu kitap ki, bunda bir kuþku yoktur, müttakiler için bir hidâyettir.

2.       Cenâb-ý Hak Kur'an'ý Kerîm'in yüceliðini beyân etmek için buyuruyor ki: (Ýþte bu kitap ki bunda bir kuþku yoktur.) Burada kitaptan maksat, Kur'an'ý Kerîm'dir. Bu bir eþsiz güzel söz ve bir sonsuz mucizedir ki bunun benzerini getirmek asla mümkün deðildir. Bunun âyetlerine karþý bütün edipler acizliklerini itiraf etmiþlerdir. Artýk bunun bir Allah kelâmý ve bir semavî kitap olduðunda nasýl þek ve þüphe edilebilir? Bu mübarek kitap bütün (sakýnanlar için bir hidâyettir.) onlarý doðru yola ileten, onlar için, bir selâmet ve saadet rehberi bulunmaktadýr.

§ Takva, Ýttikâ, Hak Teâlâ'dan korkmak, Ýnsaný günaha, zelilliðe düþürecek þeylerden sakýnmak nefsi gayri meþru þeylerden korumak ve himaye etmektir. Bu þekilde hareket eden, üzerine düþen dinî vazifeleri yerine getirmeye çalýþan bir þahsa (Mütteki) denilir.

 

 

3.  O müttakiler ki, gayba inanýrlar, namazý da doðruca kýlarlar, ve kendilerine rýzýk olarak verdiðimiz þeylerden de infakta bulunurlar.

3. Gerçek muttaki kimlerdir. Ýþte bunu Kur'an'ý Kerîm'in bu ayetleri þöyle açýklýyor: (O müttakiler ki gayba inanýrlar.) Yani görmedikleri halde aklî ve naklî delillere dayanarak bir takým varlýklara inanýrlar. Vazifeleri olan (Namazý da doðruca) usûl ve erkânýna uyarak (kýlarlar.) Bu kutsal ibâdeti vaktinde edâ ederler (ve kendilerini rýzýklandýrdýðýmýz þeylerden de infakta bulunurlar.) Yani:

Allah     tarafýndan ihsan buyurulmuþ olan nimetlerden bir kýsmýný da ailelerine zekât ve sadaka olarak diðer muhtaç kimselere sarf ederler ve insanlýða hizmet etmiþ olurlar.

 

 

4. Ve onlar o kimselerdir ki sana indirilmiþ ve senden evvel indirilmiþ olan kitaplara da îman ederler ve onlar âhirete de kesin olarak inanýrlar.

4.   (Ve onlar) o takva sâhibleri (O kimselerdir ki) Rasûlûm! Ey Muhammed aleyhisselâm (sana) yüce katýmdan (Ýndirilmiþ) olan Kur'an-ý Kerîme imân ederler. (Ve senden evvel) diðer peygamberlere (Ýndirilmiþ olan kitaplara da imân ederler.) Hepsini de tasdik ve tazimde bulunurlar. (Ve onlar âhirete de) Ýnanýrlar, bir sonsuz mükafat ve ceza âleminin varlýðýný da tasdik ederler. Onun varlýðýna (kesin olarak) Ýnanýrlar

 

 

5.  Ýþte onlar kerem sahibi Rableri tarafýndan bir hidayet üzredirler. Kurtuluþa erenler de ancak onlardýr.

5.      (Ýþte onlar) öyle güzel bir imân sahibi olan o takva sahibi kimseler, (keremi bol Rableri tarafýndan bir hidâyet) ve mutluluk (üzeredirler.) Onlarýn güzelce sakýnmalarý kendilerinin böyle büyük bir nîmete ulaþmalarýna sebep olmuþtur. (Kurtuluþa erenler de ancak onlardýr.) Her türlü korkudan, âhirete ait sorumluluktan emin olacak olanlar, onlardan baþkasý deðildir.

Binaenaleyh bu ilâhî sözler, bütün insanlýða hidâyet, selâmet ve mutluluk yollarýný gösteriyor ve insanlýðý yüce bir gayeye eriþtirecek þeyleri açýkça bildiriyor. Artýk bütün insanlýk âlemi uyanmalý, bu yüksek ve ilâhî irþattan istifade etmeye çalýþmalý deðil midir?

 

 

6.  Muhakkak o kimseler ki kâfir olmuþlardýr, onlarý korkutsan da, korkutmasan da onlar için müsavidir, onlar îmana gelmezler.

6. Yukarýdaki mübarek ayetler, hidâyet ve mutluluða ulaþan kimseleri bildirmiþtir. Bu iki ayeti celile de hidayetten yoksun ve azaba layýk olan kötü tabiatlý, þahýslarýn kimlerden ibaret olduðunu göstermiþtir. Þöyle ki (Muhakkak o kimseler ki kâfir olmuþlardýr.) Ýmân mutluluðuna erememiþlerdir. (Onlarý) Ýlâhi azab ile (korkutsan da, korkutmasan da onlar için müsavidir.) Onlar yaratýlýþlarýný kötüye kullanan Yüce Yaratýcýnýn varlýðýna þehadet eden eserleri görmemek için gözlerini kapayan ve üzerlerine düþen vazîfeleri yapmaktan kaçýnan inkarcý kimselerdir. Artýk onlara verilecek öðütlerin ve yapýlacak tehditlerin bir tesîri olamaz. (Onlar imâna gelmezler.) Onlar kendi iradeleri ile iþledikleri alçaklýðý küfür ve isyaný terk etmezler.

§ Bu ayeti kerime gösteriyor ki bazý mükelleflere ve muhataplar bakýmýndan bir nasihatin, bir dinî tebliðin bir serî tehdidin yapýlýp yapýlmamasý müsavidir. Fakat bu teblið ve tehdit vazîfesi bunlarý yapabilecek þahýslar açýsýndan eþit derecede deðildir. Belki onlar bu vazîfeyi yine yapmakla sorumludurlar. Ta ki ilâhî deliller tamam olsun, mükellefler: Biz böyle bizi irþat edecek ve uyaracak kimselerle karþýlaþmadýk, diye mazeret ileri sürmesinler.     Bu   sebepledir   ki,   mübarek   peygamberler  ve   onlarý   takip   eden   samimi   mü'minler   dalma   insan   topluluklarýný   uyarmaya çalýþmýþlardýr. Ýsterse o topluluklar bunu kabul etmiþ olmasýnlar.

 

 

7. Allah Teâlâ onlarýn kalplerini ve kulaklarýný mühürlemiþtir, onlarýn gözleri üzerinde de bir perde vardýr. Onlar için büyük bir azap da vardýr.

7.       Öyle inatçý ve inkarcý olanlar yaratýlýþ itibariyle sahip olduklarý irâde ve ihtiyarlarýný kötüye kullandýklarý için (Allahû Teâlâ onlarýn kalplerini ve kulaklarýný mühürlemiþtir.) Artýk onlarýn kalplerine imân girmez, kulaklarý hakký Ýþitmez. (Onlarýn gözleri üzerinde de bir perde vardýr.) Hakký göremezler ve bu kötü hareketlerinden dolayý (Onlar için büyük bir azab da vardýr.) Âhirette sürekli ve pek acýtýcý bir azaba tutulacaklardýr.

§ Evet... Allah Teâlâ bütün kullarýna bir irâde ve bir seçme kabiliyeti vermiþtir. Her insan bu kabiliyetini güzelce kullanmaya da, kullanmamaya da hikmet gereði muktedirdir. Cenâb-ý Hak ise her kulunun bu kabiliyetini bu dünyada ne þekilde kullanacaðýný ezeli âlemde bildiði için ona göre kullarý hakkýnda ezeli hükmünü vermiþtir. Binaenaleyh bunda bir zorlama yoktur. Belki bu ezeli hüküm kullarýn kendi hareket ve irâdelerine göre tecelli etmiþtir. Bu teklif âleminde ilâhî adaletin ortaya çýkmasý kulluk ve Rablýðýn belirmesi için bundan daha uygun yol yoktur.

Bu mübarek âyetler Rasûli Ekrem efendimizi teselli etmek mânasýný da içermektedir. Þöyle ki: Peygamber efendimiz herkesin Ýslâmiyeti kabul ederek ebedî mutluluða ermelerini arzu buyururdu. Kutsi emirlerini, öðütlerini kabul etmeyenlerin davranýþlarýndan dolayý pek müteessir olurdu. Cenab'ý Hak ise buyurmuþ oluyor ki: Rasûlüm!.. Üzülme, Ýnkarcýlarýn uðrayacaklarý azaplar, felâketler, kendilerinin hakký kabul etmeyip inatçý bir þekilde harekette bulunmalarýnýn bir neticesidir. Sen ise onlara hak ve hakîkati ulaþtýrmýþ olmakla peygamberlik vazîfesini yerine getirmiþ ve en yüksek derecelere aday olmuþsundur. Sallallahü Aleyhi vessellem.

 

 

8.  Ýnsanlardan bir kýsmý da: Biz Allah'a ve âhiret gününe inandýk der. Halbuki onlar inanmýþ deðildirler.

8. Bu mübarek âyetler, bir kýsým insanlarýn da münafýkça hareketlerde bulunduklarýný, bu yüzden pek fazla felâketlere, azaplara maruz kalacaklarýný bildirmektedir.

Binaenaleyh bütün insanlar, itikat, amel, ruhî durum itibariyle baþlýca üç kýsma ayrýlmaktadýrlar. Þöyle ki: insanlarýn bir kýsmý samimi surette mü'min olan zatlardýr. Onlarýn kalpleri, lisanlarý birdir. Hak ve hakikata doðruca inanýrlar, bunu itirafta bulunurlar. Ýþte hakikî mü'min bunlardýr, insanlarýn bir kýsmý da kâfirdirler. Ýlâhî dininin hükümlerini kabul etmezler, kendi yanlýþ inançlarýný açýða vururlar, kendi bozuk inançlarý içerisinde yürür dururlar. Bunlarýn bu davranýþlarý meydanda olduðu için kendilerine karþý vaziyet almak mü'minler için kolay olur. insanlarýn bir kýsmý    ise münafýklardýr. Bunlar kalplerinde olaný lisanlarýyla açýða vurmazlar. Bilâkis bunu saklar, kendilerini görünüþte mü'min gösterirler, ehli imaný aldatmak isterler. Artýk bu tür þahýslara karþý hakikî mü'minlerin pek uyanýk bulunmalarý lâzýmdýr. Ýþte Cenâb-ý Hak bunlarýn bu münafýkça tutumlarýný þöyle beyan buyuruyor: (Ýnsanlarýn bir takýmý da) dinsizliklerini gözlemek, mü'minler! aldatmak için (Biz Allah'a ve âhiret gününe inandýk derler.) Müslümanlýk iddiasýnda bulunurlar. (Halbuki onlar inanmýþ deðildirler.) Yalan söylemektedirler.

 

 

9. Onlar Allah'ý ve imân etmiþ kimseleri aldatmak isterler. Halbuki onlar kendi nefislerinden baþkasýný aldatamazlar da bunun farkýnda olamazlar.

9.   Evet: Münafýk olanlar, kendi kanaatlerini gizlerler, müslümanlara karþý kendilerini müslüman gösterirler. (Onlar) bu hareketleriyle haþa (Allah Teâlâ'yý ve Ýman etmiþ kimseleri) hakikî mü'minler! (Aldatmak isterler.) Aldatmak hayaline kapýlýrlar da bu cehaletlerinin, bu bozuk kanaatlerinin ne kadar yanlýþ, ne kadar akýl ve fikre aykýrý olduðunun farkýnda bile olamazlar. (Halbuki onlar kendi nefislerinden baþkasýný aldatamazlar da) gafîl, câhil herif ler (Bunun farkýnda olamazlar.) Böyle zelil bir durumda yaþar dururlar.

 

 

10.     Onlarýn kalplerinde bir hastalýk vardýr. Allah Teâlâ da onlar için hastalýðý artýrmýþtýr. Ve onlar için yalan söylemeleri sebebiyle gayet acý bir azap vardýr.

10.   (Onlarýn) o münafýklarýn (kalplerinde) o kötü inançlarýndan, hareketlerinden dolayý aðýr, öldürücü (bir hastalýk vardýr.) Bu ruhî, manevi bir hastalýktýr. (Allah-u Teâlâ'da onlar için) bu elem verici (hastalýðý artýrmýþtýr.) Kur'an'ý Kerîm'in âyetleri indikçe, Ýslâmiyet her tarafa yayýldýkça onlarýn düþmanlýklarý, nifaklarý artarak küfürleri kat kat olmuþtur. (Ve onlar için yalan söylemeleri) Ýman etmedikleri halde kendilerini mü'min göstermeleri (sebebiyle gayet acý bir azap vardýr.) Artýk onlar için bu yalancý tavýrlarýndan, bu münafýkça hareketlerinden dolayý pek aðýr bir cehennem azabý vardýr.

Gerçekten münafýklar böyle bir sonuca pek fazlasýyla layýk olmuþlardýr. Münafýklardan bir çoklarý bu kötü hareketlerinin cezalarýný daha dünyada iken de görmüþlerdir. Bunun daha müthiþini ise âhirette göreceklerdir.

 

 

11.  Onlara, yer yüzünde fesatta bulunmayýnýz, denilince onlar. "Biz ancak islâh edici kimseleriz" derler.

11. Bu mübarek ayetler de münafýklarýn hakký kabul etmediklerini, müminleri küçümseyip kendi fenalýklarýnda ýsrarlý bulunduklarýný bildirmektedir. Þöyle ki (Onlara) o münafýklara (yer yüzünde fesatta bulunmayýnýz) kötü, fesatçý hareketlerden kaçýnýnýz (denilince) bunu reddederler, kendilerinin alemi ýslah edici olduklarýný iddiada bulunarak (Biz ancak islâh edici kimseleriz, derler.) Kendi kusurlarýný görüp itiraf etmezler.

Evet: Yer yüzünde böyle bir takým þahýslar vardýr ki kendi sapýklýk ve beyinsizliklerinin hiç de farkýnda deðildirler. Onlar bütün insanlýk için zarar verici hareketlerde bulunduklarý halde bunu medenî, insanî bir hareket sanýrlar. Artýk bu gibi zararlý þahýslardan kaçýnmalýdýr.

 

 

12. Haberiniz olsun ki fesat çýkaran þahýslar, onlarýn kendileridir. Fakat bunu anlamazlar.

12.     Ey mü'minler! ey akýl sahipleri!.. Uyanýk bulununuz, öyle beyinsizce münafýkça hareketlerde bulunan þahýslarýn aldatmalarýna kapýlmayýnýz. (Haberiniz olsun ki fesat çýkaran þahýslar onlarýn kendileridir.) Asýl fesada, âlemin huzurunu bozmaya çalýþan onlardýr. (Fakat) ne garip ki (Bunu anlamazlar.) Bu hareketlerin farkýnda bulunamazlar.

 

 

13.    Ve onlara: "Sizde insanlarýn îman ettiði gibi îman edin" denilince derler ki: "Biz o beyinsizlerin îman ettiði gibi îman eder miyiz?" muhakkak biliniz ki beyinsiz olan ancak kendileridir. Fakat bilmezler.

13.     (Ve onlara) o fesatçý, münafýk kimselere hitaben geliniz (siz de insanlarýn) hakikî mü'minlerin (Ýmân ettiði gibi) samimî bir þekilde (Ýman edin denilince) onlar bencilliklerini açýða vurarak (Derler ki: "Biz o beyinsizlerin Ýman ettiði gibi Ýman eder miyiz?) halbuki asýl beyinsiz, budala olan onlardýr. Evet: (Muhakkak biliniz ki beyinsiz olan ancak kendileridir. Fakat bilmezler) bunu idrak edemezler.

§ Gerçek þu ki, her zaman, her yerde böyle bir takým yanlýþ düþünceli þahýslar bulunmaktadýr. Bunlar kendilerini bilgili, aydýn, ilerici zannederler. Baþkalarýna bir hakaret gözüyle bakarlar, kendileri gibi düþünmeyenleri fikirden, zekâdan mahrum sayarlar, onlarýn medeniyete ilerlemeye karþý olduklarýný sanýrlar. Zavallýlar kendilerinin nasýl bir cehalet ve gaflet çukuruna düþmüþ olduklarýnýn farkýnda deðildirler. Kendilerinin o acýnacak "karanlýk hallerini bir saadet, bir aydýnlýk hali zannederler" Ne diyelim, Cenâb-ý Hak cümlemize uyanýklýk nasip buyursun.

 

 

14.        Onlar îman edenlere rasgelince: "Biz îman ettik" derler. Kendi þeytanlarý ile yalnýz kalýnca da: "Biz sizinle beraberiz, biz ancak o îman edenler ile alay eden kimseleriz" derler.


14. Bu mübarek ayetler münafýklarýn ahlâk ve tavýrlarýný açýklamakta onlarýn hidayetten mahrum olduklarýný ihtar etmektedir. Þöyle ki: (Onlar) yani münafýklar, ciddiyetten mahrum olan kimseler (Ýman edenlere rasgelince) hakiki müminlerle karþýlaþýnca onlarý aldatmak, þahsî menfaatlerini elde etmek için (biz Ýman ettik.) bizde sizin gibi mü'min kimseleriz (derler.) Hakikate aykýrý olarak müslüman olduklarýný iddia ederler. Fakat (kendi þeytanlarý ile) yani reisleri ile, kendilerini aldatmýþ kimseler ile (yalnýz kalýnca) ýssýz yerde konuþunca da (biz sizinle beraberiz) biz sizin yolunuzdan ayrýlmayýz (biz) Ýman ettik demekle (ancak o Ýman edenler ile) müslümanlar ile (alay eden kimseleriz derler.)

Mü'minleri kandýrmak, onlar ile alay etmek isleriz diye söylenirler. Ýþte samimiyetten uzak, geçici menfaatlere düþkün olan vicdansýz kimselerin hali böyledir.

 

 

15. Allah Telâlâ ise onlar ile alay eder. Onlarý kendi azgýnlýklarýnda þaþkýn bir halde býrakýr.


15.    Halbuki o münafýk kimseler aldanýyorlar. (Allah Teâlâ ise onlar ile) o münafýklar ile (alay eder) yani onlara hikmet gereði bir müddet hayat, nimet verir. (Onlarý kendi azgýnlýklarýnda þaþkýn bir halde býrakýr.) Onlarýn o azgýnlýk, dinsizlik içinde bir müddet daha þaþkýn þaþkýn bir halde yaþamalarýna mühlet verir. Artýk onlar bu müdlet içinde elde edebildikleri geçici ehemmiyetsiz nimetlerden, makamlardan dolayý gururlu bir halde yaþarlar. Ýþte bu hal onlarýn hakkýnda bir manevî, ilâhî alay demektir ki neticesi pek acýklýdýr.

 

 

16.     Onlar -o münafýklar- o kimselerdir ki: Hidâyet karþýlýðýnda dalâleti satýn almýþlardýr. Onlarýn bu ticaretleri bir kazanç temin etmemiþtir. Ve onlar hidâyete ermiþ kimseler deðildir.

16.     Evet: mü'minler ile alay ettiklerini sýkýlmadan söyleyen o pis topluluk yok mu? Onlar pek aldanmýþlardýr. Evet: (Onlar) o münafýklar (O kimselerdir ki hidâyet karþýlýðýnda dalâleti) küfür ve isyaný (satýn almýþlardýr.) Böyle bir alýþveriþte bulunmuþlardýr. (Onlarýn) o münafýklarýn (bu ticaretleri) bu gayretleri hakikî (bir kazanç temin etmemiþtir.) Bilâkis pek büyük bir zarara, felâkete maruz kalmýþlardýr (Ve onlar hidayete ermiþ kimseler deðildirler.) Evet; onlar hakiki bir ticaret yoluna, manevi bir kazanç sahasýna yol bulmuþ deðildirler. Ne yazýk ki onlarýn, bu feci sonuçtan haberleri yoktur.

Artýk uyanýk mü'minlere lâzýmdýr ki o gibi beyinsiz kimseleri iyice tanýsýnlar, onlarýn aldatýþlarýna kapýlmasýnlar, kendi sahalarýný o gibi uðursuz kimselerin zararlý ve helak edici telkinlerinden korumaya çalýþsýnlar.

 

 

17.   Onlarýn durumu, ateþ yakmýþ kimsenin durumu gibidir ki, o ateþ çevresindekilerin! aydýnlatýnca. Hak Teâlâ hemen onlarýn nurunu giderdi, onlarý karanlýklar içinde görmez bir halde býraktý.

17. Bu mübarek ayetler, münafýklarýn acayip hallerini, Ýman nurundan nasýl bir mahrumiyet içinde yaþadýklarýný çeþitli þekilde misallendirmekte tasvir buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Onlarýn) o münafýk kimselerin (durumu) garip tavýrlar!, bir takým fâideli þeylerden istifade edemez halleri (ateþ yakmýþ kimsenin durumu gibidir ki o ateþ çevresindekileri aydýnlatýnca) o kimse de bundan istifâde edebileceðini sanýverdi. Fakat (Hak Teâlâ hemen onlarýn nurunu giderdi nurdan faydalanamadýlar. (Onlarý zulmetler içinde görmez bir halde býraktý.) Onlar yine karanlýklar içinde kalýp gittiler. Ýþte münafýklarýn karanlýktaki durumlarý!.. Çünkü münafýklar kendilerine bir kýsým açýk, parlak deliller getirildikçe inkâr ettikleri meseleler ortaya çýkar, açýlýr, kendilerinde hakký kabule, doðru yolu görmeðe bir temayül, bir kabiliyet vücude gelir gibi olur. Fakat yanlýþ düþünceleri, geçici menfaatlere kapýlmalarý sebebiyle o manevi temayülü takip etmezler, yine inkâr ve ihanet yoluna yönelirler, bu hareketlerinin lâik bir cezasý olarak da fâideli temayülleri Allah tarafýndan giderilir, kendileri yine o manevi karanlýklar, delâletler içinde býrakýlýrlar.

§ Mesel: Sýfat, açýk durum, geçmiþ zamandaki halleri tasvir eden garip kýssa demektir. Çoðulu: Emsaldir.

 

 

18. -Onlar- bir takým saðýrlar, dilsizler, körlerdir. Artýk onlar -o sapýklýktan- dönmezler.

18.      Onlar, o münafýk kimseler (Bir takým) manen (saðýrlar) dýr. Hak sözü dinleyip iþitmezler. Ve onlar (dilsizler) dir. Kelimeyi þahadet ile lisanlarýný ciddi þekilde nurlandýramazlar. Ve onlar (körlerdîr). Çevrelerindeki milyonlarca kudret eserlerini görüp onlarýn yüce yaratýcýsýný tasdik etmezler. (Artýk onlar -o dalâlete- dönmezler.) Onlar kendi tabii yeteneklerini kendi kötü hareketleri ile ellerinden çýkarmýþ olduklarý için artýk sapýklýktan kurtulup hidâyet yolunu takip edemezler.

 

 

19.     Yahut -onlarýn durumu- gökten þiddetle boþanan bir yaðmur gibidir ki onda karanlýklar vardýr, dehþetli bir gök gürültüsü, bir þimþek vardýr. Ölüm korkusundan dolayý yýldýrýmlardan parmaklarýný kulaklarýna týkarlar. Allah Teâlâ ise kâfirleri kuþatmýþtýr.

19.       (Yahut) onlarýn, o münafýklarýn durumu, garip halleri bir bakýmdan da (gökten þiddetle boþanan bir yaðmur gibidir ki) yani böyle bir yaðmura tutulmuþ kimsenin haline benzer ki (Onda) o yaðmurda (karanlýklar vardýr.) Karanlýk bir halde bulunur ve onda (dehþetli bir gök gürültüsü, bir þimþek vardýr.) Her tarafa dehþet verir. Bunu görüp iþitenler (ölüm korkusundan dolayý yýldýrýmlardan) kurtulmak hayaliyle (parmaklarýný kulaklarýna týkarlar.) Onlar böyle yapmakla kurtulacaklar mý? Ne gezer!.. (Allah Teâlâ ise kâfirleri) bütün dinsizleri (kuþatmýþtýr) ilim ve kudreti ile ihata buyurmuþtur. Artýk onun kudret elinden yakalarýný asla kurtaramayacaklardýr.

Ýþte münafýklar da böyledir. Kendilerine yönelen dinî ve insanî tebliðlerden, uyarýlardan, vaad ve tehditten dolayý müthiþ bir hâdise karþýsýnda kalmýþ gibi bulunurlar. Dünyevî varlýklarýn, fanî parýltýlarýn ellerinden çýkacaðý korkusu ile kulaklarýný týkarlar. Hak sözleri dinlemezler. Fakat böyle hareket etmekle kurtulacaklar mý? Ne mümkün!.. Allah Teâlâ onlarýn canlarýný alýr, kendilerini layýk olduklarý azaplara kavuþturur.

 

 

20.     Az kalýyor ki þimþek gözlerini hemen kapýyýverecek. Her ne zaman önlerini aydýnlatsa ýþýðýnda yürürler. Üzerlerine karanlýk çöktükçe de dikilip kalýverirler. Eðer Allah Teâlâ dilemiþ olsa idi onlarýn elbette iþitmelerini de, görmelerini de gideriverirdi. Þüphe yok ki Allah Teâlâ her þeye kadirdir.

20.     O bozuk düþünceli þahýslarýn gerçekteki durumlarýna güzelce bakýlacak olsa görülür ki onlar gelecek olan pek büyük bir tehlike ile karþý karþýya bulunmuþlardýr. Bu ayeti kerime onlarýn bu halini de temsil yoluyla þöyle açýklýyor. (Az kalýyor ki þimþek gözlerini hemen kapýverecek) Ýlâhî bir yýldýrým, bir azap onlarýn gözlerini hemen hemen kör edecektir. (Her ne zaman önlerini aydýnlatsa ýþýðýnda yürürler.) Ýlâhî bir imtihan olarak vakit vakit bir geniþ hale, bir parlak makama nail oldular mý, bunun parýltýsýnda yaþamaða çalýþýrlar. Fakat bu hal devam etmez. (Üzerlerine karanlýk çöktükçe de dikilip kalýverirler.) Onlarýn bahtlarýnýn açýklýðý tersine döner, ümitsizlik ve þaþkýnlýk içinde kalýrlar. Bunlar düþünmelidir ki: (Eðer Allah Teâlâ dilemiþ olsa idi onlarýn iþitmelerini de, görmelerini de) bütün varlýklarýný da bir anda (gideri verirdi.) Hiç bir þeye sahip olamazlardý. (Þüphe yok ki Allah Teâlâ her þeye kadirdir.) Buna inanmýþýzdýr.

Artýk o gibi kimseler uyanmalý deðil midirler?.. Fanî varlýklarýna güvenerek maneviyattan mahrum, hakikî ve daimî aydýnlýktan nasipsiz bir halde yaþamalý mýdýrlar? Cenab'ý Hak hepimize uyanýklýk nasip buyursun. Amin!..

§ Bu mübarek ayetler, vaktiyle Medine-i Münevvere ile çevresinde yerleþmiþ olan bir takým münafýklar hakkýnda nazil olmuþtur. Bu ayetlerin hükmü, bütün münafýklar ile diðer yanlýþ düþünceli kimseleri kapsamaktadýr. Bu yüce ayetler bütün insanlýðý irþat edecek bir mahiyette bulunmaktadýr.

 

Ynt: Bakara Suresi By: hafizvuslat Date: 29 Ekim 2009, 20:20:22
21. Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratmýþ olan rabbinize ibâdet ediniz ki sakýnmýþ olasýnýz.

21.    Hak Teâlâ Hazretleri, Ýnsanlarýn din bakýmýndan çeþitli guruplara ayrýlmýþ olduklarýný beyandan sonra bütün insanlýða lütfü ile hitap ederek onlarýn haklarýnda tecelli eden nîmetlerine ve kendisinin kudret izlerine iþaret buyurmuþ, onlarý bir birlik dairesinde yaþamaða, bir yüce yaratýcýya ibâdet ve itaatte bulunmaða, davet etmiþtir. Þöyle ki: (Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratmýþ olan Rabbinize ibâdet ediniz.) Onun emirlerine, yasaklarýna uyunuz. (Ta ki, sakýnmýþ alasýnýz). Yüce Allah'ýn rýzâsýný kazanýp, takva sahibi olmak þerefine nail olasýnýz. Evet: insanlarýn takva sahibi olabilmeleri için hem kendilerini yaratmýþ olan, hem de gelip geçmiþ kavimlerin yegâne yaratýcýsý olan alemlerin Pabbine ibâdet ve itaatte bulunmalarý lâzýmdýr, baþka çare yoktur.

"Lealle" kelimesi; belki, umulur ki, ihtimal ki, memuldur ki mânasýna ümit ifâde eden .bir edattýr.

Terecci ise ummak yalvarmak, temininde, niyazda bulunmak manasýnadýr. Meselâ bir þahsa hitaben:  ( ) "umulur   ki, sen bu kitabý okursun, yani: Senin bunu okuman arzu edilir, rica olunur" denilmiþ olur. Cenab'ý Hakkýn denilse Ýse kullarýndan hangi bir þeyi rica etmesi, hangi bir þey hakkýnda ümitli olmasý        düþünülemez. Çünkü o bütün kâinatýn yaratýcýsýdýr, her þeye hakkýyla kadir ve her þeyi bilendir. Dilediðini yaratabilir ve her þeyin ne olup ne olacaðýný bilir.

Binaenaleyh  Yüce Allah'ýn "Lealle" buyurmasý, beyan edilen þeyin dini yönden istenen ve Allah katýnda makbul olduðunu göstermek içindir. Ýþte (  O j*i^-> denilmesi de "Sizin züht ve takvada bulunmanýz Allah katýnda istenen ve kabul edilen bir þeydir. Size layýk olan odur ki sakýnasýnýz." demek yerindedir.

 

 

22. Öyle rabbiniz ki, sizlere yer yüzünü bir döþek, göðü de bir kubbe yapmýþ ve gökden su indirmiþ ve o su ile sizin için rýzýk olmak üzere -bir nice þeyler meydana¬cý karmýþtýr. Artýk Allah Teâlâ için bile bile eþler kýlmayýnýz.

22. Ey insanlar! Kendisine ibâdet ve itaatle mükellef olduðunuz zat, öyle yaratýcýnýz (Öyle Rabbiniz) dir (ki, sizlere yer yüzünü bir döþek) yapmýþtýr. Þu latîf yer yüzünü insanlara bir ikametgâh yaratmýþtýr, insanlar bunun üzerinde rahat rahat yaþayabilirler. Ve o yüce yaratýcý (Göðü de) üstünüzdeki muhteþem semayý da, (Bir kubbe yapmýþ) týr. Onu yer yüzünün üzerinde vücude getirmiþtir. Ve o Kereme sahibi yaratýcý (Gökten su indirmiþ) tir. O yüksek tabakadan, üstünüzdeki bulutlardan tatlý, berrak yaðmur sularýný yaðdýrmýþtýr. (Ve o su ile sizin için rýzýk olmak üzere) yer yüzünde (Meyvalardan) sebzelerden, ekinlerden (Bir nice þeyler -meydana-çýkarmýþtýr.) Bunlar ile bütün insanlýðý rýzýklandýrmýþtýr. (Artýk) o Rabbiniz, o yüce yaratýcýnýz olan (Allahü Teâlâ için eþler kýlmayýnýz.) O ortaðý ve benzeri olmaktan uzaktýr. Bu kadar güzel þeyler ve ilâhî l ut ûf I ar meydanda iken artýk o Yüce Yaratýcýnýn varlýðý, birliði nasýl inkâr edilebilir. Ve onun yarattýðý þeyler nasýl olur da ona ortak koþulabilir! (Siz ise) ey insanlýk kütlesi! Bu hakikati (bilirsiniz) evet... Siz yaradýlýþýnýza aykýrý hareket etmezseniz, yaratýlýþtan sahip olduðunuz akýl ve irfaný güzelce kullanýrsanýz, bu ilâhî eserleri göz önüne alýr da düþünürseniz elbette Allah Teâlâ'nýn yaratýcýlýðýný, ondan baþka yaratýcý, ibâdete lâik bir zatýn bulunmadýðýný bilir, tasdik edersiniz. Artýk yazýklar olsun o saðlam yaratýlýþlarýný kaybederek küfr ve þirke düþenlere!..

En d at: Niddin çoðuludur. Nidd ise misil, nezir, þebih, benzer demektir.

 

 

23.  Ve eðer siz kulumuza indirdiðimizden þüphede iseniz, onun benzerinden bir süre vücude getiriniz. Ve Allah Teâlâ'dan baþka þahitlerinizi davet ediniz, eðer siz doðru kimseler iseniz.

23. Bu mübarek âyetler Allah'ýn birliðini bütün insanlara teblið eden Hz. Muhammed Aleyhisselâmýn doðruluðuna, hakîkaten bir yüce peygamber olduðuna þahadette bulunan Kur'ân'ý Kerîm'in, benzerinin getirilmesi mümkün olmayan bir ebedî mucize olduðunu açýklamaktadýr. Þöyle ki: (Ve) Ey inkarcýlar! Ey münafýklar! Ey þüphede bulunanlar; (Eðer siz kulumuza) Hz. Muhammed'e âyet âyet, süre süre (indirdiðimizden) Kur'ân'ý Kerîm'den (þüphede iseniz) o apaçýk kitabýn bir ilâhî kitap olduðunda, onu size teblið eden zatýn peygamberliðinde þüphe ediyorsanýz (onun benzerinden bir sûre) o surelerden birinin bir benzerini (vücude getiriniz) baþkalarýndan da yardým isteyiniz. (Ve Allahü Teâlâ'dan baþka þahitlerinizi) yardýmcýlarýnýzý, mâbud olduðuna inandýðýnýz putlarýnýzý (davet ediniz) çaðýrýnýz, gelsin size vardým etsinler. (Eðer siz) iddianýzda (doðru kimseler iseniz) çok uzak, buna imkân mý var?

 

 

24.        Eðer siz onu yapamaz iseniz, elbette yapamayacaksýnýz ya, artýk o ateþten sakýnýnýz ki, onun çýrasý, bir takým insanlar ile taþlardýr. O ateþ ise kâfirler için hazýrlanmýþtýr.

24.    Ey câhiller! (Eðer siz onu yapamazsanýz) Kur'ân'ý Kerîmin bir sûresinin olsun benzerini vücuda getirmekten âciz kalýrsanýz (Elbette yapamýyacaksýnýz ya) zaten âciz kalacaðýnýz muhakkak ya (Artýk o ateþten sakýnýnýz ki) o cehennemden korkunuz ki (Onun çýrasý» onu yandýran, parlatan, tutuþturacak þey (bir takým insanlar ile taklardýr.) Evet... Onun çýrasý yerinde olan þeyler, kâfirler, bir takým günahkârlar ile bir çok taþlar, putlardýr. (O ateþ ise) asýl (kâfirler için hazýrlanmýþtýr) bugün mevcuttur. Artýk siz de küfr ve isyanda devam ederek öyle bir ateþe atýlmaya nasýl cesaret edebiliyorsunuz?

§ ilerde de beyan olunacaðý üzere Kur'ân'ý Kerîm öyle bir ebedî bir mucizedir ki, onun hiç bir sûresinin benzerini getirmeye hiç bir kimse muktedir olamamýþ ve olamýyacaktýr. O eþsiz ilâhi bir kitaptýr, Allah'ýn bir lütfudur, belagat ve fesahatin en parlak, benzersiz bir nümûnesidir. O Kur'ân-ý Kerîm'in bu yüceliðini bütün ilim ve fazîlet sahipleri kabul etmektedirler. Artýk böyle ebedî bir þekilde âleme diyanet, fazilet, hikmet, ilim ve irfan nurlarýný yayýp duran kutsî bir kitabý kim inkâr edebilir? Bunu deðiþtirmeye bozmaya kimin selahiyeti bulunabilir? Ne mutlu bu yüce kitabýn nurlarýndan hakkýyla istifâde edenlere!

Kur'ân-ý Kerîm'in bu pek yüksek mahiyetini bir çok insaflý yabancý bilginler de itiraf etmektedirler. Bu cümleden olarak Dr. Ýz ak, Taymis gazetesinde neþredilmiþ olan bir makalesinde þöyle demiþtir:

"Müslümanlýk, medeniyetin meþalesi olan Kur'an'a dayanmaktadýr. Bu kitap insanlarý bilmediklerini öðrenmeðe teþvik eder, ilerleme, doðruluk ve izzeti nefsin insanlar için lâzým olduðunu anlatýr. Þüphesiz dir ki, Islâmiyetin faydalý olduðu açýktýr. Onun baþlýca hususiyet!, medeniyetin esasý, belki en büyük direði olmaktýr."

Evet... Hakikî medeniyet, Ýnsanlýk, ahlâk ve fazîlet ancak Ýslâmiyet sayesinde ortaya çýkar. Elverir ki, ondan lâyýkiyle istifadeye çalýþýlsýn.

 

 

25.  îman edip güzel güzel amellerde bulunanlara müjde var. Þüphe yok ki onlar için altýndan ýrmaklar akan cennetler vardýr. Her ne vakit o cennetlerden bir meyva ile rýzýklanýnca diyeceklerdir ki: Bu meyva bizim evvelce de rýzýklandýðýmýz bir meyvadýr. Onlara birbirine benzeyen -böyle nimetler- verilmiþ olacaktýr. Ve onlar için cennetlerde tertemiz eþler de vardýr ve onlar o cennetlerde ebedî olarak kalacaklardýr.

25. Kur'ân-ý Kerîm'in âyetleri arasýnda pek güzel bir uyum, bir münasebet vardýr. Evvelki âyetler, küfür ve isyan sahiplerinin uðrayacaklarý ahiret azaplarýný ve felâketlerini bildirmiþtir. Bu âyeti Kerîme'de Ýman ve güzel âmel sahiplerinin ahiret âleminde ebedî olarak kazanacaklarý nimetleri, mükâfatlarý bildirmektedir. Þöyle ki: Ey yüce peygamberim! (Ýman edîp güzel güzel amellerde bulunanlara müjde var) onlarý müjdele (þüphe yok ki onlar için) aðaçlarý (altýndan ýrmaklar akan cennetler vardýr.) Bu mü'min, salih kullar için ne büyük bir müjdedir. Bu müjde, bütün insanlýðý uyanmaya davet ve o gibi nimetleri kazanmaya teþvik hikmetini de içermektedir.

Evet... mü'min, güzel amellere sahip olanlar için ebedî, mesut bir hayat vardýr. Onlar "cin.an, cennât" denilen ve aðaçlarý altýnda tatlý tatlý ýrmaklar akan ebedî bir âlemde pek mühim nimetler elde edeceklerdir. Ve mü'min salih kullar (Her ne vakit o cennetlerden bir meyva ile rýzýklanýnca) vaktiyle dünyada da elde etmiþ olduklarý nimetleri hatýrlayarak (diyeceklerdir ki: Bu meyva bizim evvelce rýzýklandýðýnýz bir meyvadýr) o nevidendir. Bu zatlar, Cenâb-ý Hakkýn kendilerini dünya da da, ahirette de rýzýklandýrmýþ olduðunu bir þükran vesilesi olarak saygýlý bir lisan ile anacaklardýr. Gerçek þu ki, her ne kadar dünya nimetleri, cennet nimetleri kadar ebedî, leziz, fevkalâde bir tazelik ve güzelliðe sahip deðilse de þekil ve mahiyet itibariyle onlara kýsmen benzemektedir. Bu bakýmdan bu dünya nimetleri de daima þükrana lâyýktýr.     (Onlara birbirine benzeyen) böyle nimetler (verilmiþ olacaktýr.) Bu ne büyük ilâhî lutuftur. Evet... Güzel düþünülürse dünyada da nail olduðumuz nimetler. birer ilâhî lutuftur. Bunlar da ne kadar kýymetlidir, ne kadar þükrana lâyýktýr. (Ve onlar için» o mü'min, salih kullar için (cennetlerde tertemiz) her kusurdan uzak (eþler de vardýr.) Bu da ne büyük bir nimettir. Evet... Dünyadaki evlilik hayatý da meþru, faziletli ve temiz olunca hayatýmýzýn devamýna, inkiþaf ve güzelleþmesine pek iyi bir vesiledir. Demek ki bunlar ahiret hayatýnda da liyakatli kimseler için birer büyük nimet mahiyetinde bulunacaktýr.

Artýk bugün de kýsmen olsun elde ettiðimiz nimetlerin kadrini bilmemiz icap etmektedir. Bu dünyevî nimetleri küçümseyenler, bunlarýn uhrevî hayatta ne iþleri var diyenler ise nimete nankörlük etmiþ, dünya hayatýný da, ahiret hayatýný da güzelce anlamak meziyeinden mahrum kalmýþ kimselerdir. (Ve onlar) mü'min, salih, þükreden kullar ise (o cennetlerde ebedî olarakkalacaklardýr.) Ýþte insan daha dünyada iken böyle bir istikbale sahip olmanýn sebeplerine sarýlmalýdýr. Ýmandan, salih amellerden asla ayrýlmamalýdýr. Cenâb-ý Hakkýn korumasýna'sýðýnmalýdýr.

 

 

 

26. Þüphe yok ki. Allahü Teâlâ bir sivrisineði ve onun üstünde bulunaný misal getirmekten haya etmez. Ýmdi îman etmiþ olanlar bunun Rableri tarafýndan bir hak olduðunu bilirler. Kâfir olanlar ise: Allah bununla misal olarak ne murat etti derler. Hak Teâlâ bu misal ile birçoklarýný saptýrýr birçoklarýný da hidayete eriþtirir. Allah Teâlâ bununla ancak fasik olanlarý dalâlete düþürür.

26. Bu mübarek âyetler: Müminlerin güzel inanýþlarýný bildirmekte, mü'min olmayanlarýn da cehalelerini, yanlýþ düþüncelerini teþhir etmektedir, onlarýn en boþ iddialar ile Kur'ân'ý Kerîm hakkýnda þüphe uyandýrmaða çalýþtýklarýný ilân eylemektedirler. Allah'a verdiði sözü bozmuþ, yer yüzünde fesat çýkarmaða çalýþmýþ olan kimselerin de ebedî ziyanda kalacaklarýný ihtar buyurmaktadýr. Þöyle ki Kur'ân'ý Kerîm'de birer misal olarak zübab = sinek - enkebut = örümcek gibi bâzý ehemmiyetsiz görülen hayvancýklar zikredilmiþtir. Bir takým cahil yahudiler ise, "Bu Allah kelâmýna benzemiyor" diye Kur'ân'ý Kerîm hakkýnda bir þüphe uyandýrmak istemiþler, bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur.

Evet... (Þüphe yok ki Allah Teâlâ bir sivrisineði ve) hattâ küçüklükte (onun üstünde bulunaný) diðer hayvancýklar gibi þeyleri Kur'ân-ý Kerîm'de (Misal olarak getirmekten utanmaz.) Bu, haþa haddizatýnda bir eksiklik deðildir, utanmayý icap etmez, belki bunda bir hikmet vardýr. Bu bir uyarma vesilesidir, bir ilâhî imtihandýr. (Ýmdi Ýman etmiþ olanlar, bunun Rableri tarafýndan bir hak olduðunu bilirler.) Bu sebeple de hidayete ermiþ, ilâhî nimetlere kavuþmuþ olurlar. Bilâkis (kâfir olanlar ise) bunun hikmetini anlamazlar. (Allah bununla misal olarak ne murat etti derler) inkâra cesaret gösterirler. (Hak Teâlâ) ise (bu misal ile birçoklarýný dalalette býrakýr) onlar bu inkârlan yüzünden dalâlete düþmüþ, ebedî olarak azabý hak etmiþ olurlar. Cenab'ý Hak bununla (birçoklarýný da hidayete eriþtirir.) Bundaki hikmeti, büyük gayeleri mü'minler anlayýp tasdik ederler, hidayete nail bulunmuþ olurlar. (Allah Teâlâ bununla) böyle bir hikmet gereði getirmekte (ancak fâsýk olanlarý dalâlete düþürür.) Onlar düþünerek bundaki hikmeti, gayeyi anlayamazlar, cehaletlerini anlamýyarak, Allah'ýn kelâmýna itarazda bulunurlar, bu yüzden ebedî bir þekilde sapýtarak felâkete düþerler.

§ Mesel: Lügatte bir þeyin benzeri, neziri demektir. Delil, hüccet, kýssa, hikâye, örnek olarak söylenilen söz, büyük ahlâkî hikâye mânasýnda kullanýlýr. Böyle bir þeyi hikâye etmeðe de "darbý mesel" denir. Darbýmeseldeki fayda ise bir þahsýn veya bir olayýn münasibini, benzerini söyleyip böylece o þahsýn veya olayýn güzelliðini veya çirkinliðini, özen göstermeye lâyýk olup olmadýðýný güzelce ve hâtýralarda kalacak bir þekilde göstermekten ibarettir. Bunun içindir ki en belið, en edebî makalelerde, manzumelerde birçok mesellere tesadüf olunur. Meselâ: Güzel sesli bir zata "bülbül", güzel gözlü bir insana "âhü" zararlý bir þahsa "yýlan" uðursuz bir kiþiye "baykuþ" denir. Bu benzetiliþ ile onlarýn mahiyetleri en kýsa birer ifade ile en kuvvetli bir þekilde anlatýlmýþ olur. Artýk, Kuraný Kerîmde bir hikmet ve ihtiyaçtan dolayý böyle bâzý mesellerin, benzetmelerin bulunmasý onun ilâhî bir kitap olmasýna engel olduðu nasýl düþünülebilir?

 

 

27. O kimseler ki Yüce Allah'ýn ahdini tevsik -yemin ile tekit- ettikten sonra bozarlar. Bitirmesini emret mi; olduðu þeyi kesiverirler, yer yüzünde fesat çýkarýrlar, Ýþte ziyana uðrayanlar, onlardýr.

27. (O kimseler ki) o fâsýk, sözlerinde durmaz þahýslar ki (Allah Teâlâ'nýn ahdini saðlam bir þekilde) yemin ile (pekiþtirdikten sonra bozarlar) ona

aykýrý hareketlerden kaçýnmazlar ve Cenâb-ý Hakkýn (bitiþmesini) sýmsýký tutulmasýný ve gözetilmesini (emretmiþ olduðu þeyi kesiverirler) onu gözetmezler, ve onlar (yer yüzünde fesat çýkarýrlar) diyanete, ahlâka, Ýnsanlýða aykýrý, zararlý þeyleri yaparlar, (Ýþte ziyana uðrayanlar) ziyana uðrayan ve sapýklaþanlar ancak (onlardýr.) Ne büyük bir felâket!

§ Ahid; Lügatte zaman, asýr, vasiyet, yemin, güven. Hakký gözetmek, söz vermek, mukavele yapmak, kefil olmak demektir. Allah Teâlâyý birlemek, bir söze inanýp güvenmek   mânasýnda kullanýlmýþtýr. Ayeti kerimedeki abid'den maksat ise ruhlar âleminde bütün ruhlarýn Allah'ýn Rab oluþunu tasdik etmiþ olmalarýdýr. (Ben sizin Rabbiniz deðil miyim?)" (A'raf 7/172) yüce hitabýna karþý "Evet" diye tasdikte bulunmuþlardý. Veyahut her insanýn yaratýlýþtan sahip olduðu Allah'ý tasdik etme kabiliyetidir. Bu yaratýlýþýn kaybetmeyen herkes, bu kâinatý yaratan bir yüce yaratýcýnýn varlýðýna, onun ibâdet ve itaata layýk olduðuna aklen, fikren kanaat getirebilirler.

Bununla beraber peygamber zamanýnda bazý kimseler veya kabileler, Rasülü Ekrem'e, müraccat ederek onu tasdik etmiþ, onunla saðlam anýlaþma yapmýþ olduklarý halde daha sonra sözlerinden dönmüþler, dünyada da, ahirette de belâlarýný bulmuþlardýr. Binaenaleyh bu âyeti kerimedeki ahid bunu da kapsamýna alýr.

§ Misak da; ahid, yemin, bir þeyi bir þey ile, baðlamak, takviyede bulunmaktýr. Yapýlan bir anýlaþmaya bir þey ile güvence altýna almak ve takviye etmek bir misak demektir. Nitekim senet ve delil gibi kendisine itimat edilen, inanýlýp kendisi ile kalbe kanaat gelen bir þeye de "vesika" denilir. Ayeti kerimedeki misaktan murat ise ahdi pekiþtiren, o husustaki düþünceleri aydýnlatan âyetler, mucizeler, semavi kitaplardýr.

§ Vasýl ise lügatte: Bir þeyi diðer bir þeye ulaþtýrmak, bitiþtirmek, ulaþývermek demektir. Ayeti kerimedeki vasýldan maksat ise, bütün peygamberleri, bütün semavî kitaplarý tasdik edip bunlarýn aralarýný ayýrmamaktýr; üzerimize düþen vazifeleri, görevleri yerine getirip terk etmemektir, bütün mü'minlere dostlukta, hayýr dileðinde bulunup aralarýna ayrýlýk düþürmemektir, umum halkýn iyiliðini saðlayan nizamlara uyup bunlarý ihmal eylememektir.

Ýþte bu gibi hususlara riayet etmeyenler, ahd ve yemini bozmuþ, dalâlete düþmüþ, ziyana uðramýþ fasýk kimselerdir.

§ Fiþka gelince: Bu da lügatte yoldan çýkýp sapmaktýr. Þeriat lisanýnda ise: Allah'ýn Emrini terkederek isyanda bulunmaktýr. Böyle hak yolundan çýkan þahsa da "fâsýk" denir. Çoðulu "Fasikün" ve "Füsekâ" d ir. f aþýklýðýn üç tabakasý vardýr. Birincisi: Günahlarý arasýra iþlemekle beraber onlarý (irkin görmektir; haram olduklarýný kabul etmektir. Ýkincisi: Kebire (büyük) denilen günahlarý Ýsleyerek, bunlara kapýlarak devamda bulunmaktýr. Üçüncüsü de: (Cebirelerin haram olduðunu, çirkin bulunduðunu inkâr etmek suretiyle onlarý islemektir. Ýþte bu üçüncü tabaka, bir küfür mertebesidir. Bir fasýk bu mertebede bulunmadýkça ondan Ýslâm adý kaldýrýlmaz. Çünkü o, haramý gerektiren esaslarý tastikte bulunmuþtur. Üçüncü tabakadakiler tevbe ve istiðfar etmeden ölürse ahirette ebedî olarak azap çekerler, ziyana uðrarlar.

§ Hüsran: Zarar, ziyan, noksanlýk, sermayeyi kaybetmek, helake ve dalâlete mâruz kalmak demektir. Sahibine "Haþir" denir. Çoðulu "Hâsirûn" dur.

 

 

28. Allahü Teâlâ'yý nasýl inkâr ediyorsunuz ki sizi ölüler iken o diriltti. Sonra sizi öldürecektir, sonra da sizi diriltecektir, sonra da ona döndürüleceksinizdir.

28.  Bu mübarek âyetler Kâinatýn Yüce Yaratýcýsýnýn insanlýk hakkýndaki þefkatini, kâinattaki tesarruflarýný uyanma vesilesi olarak gözler önüne koymaktadýr. Ve bütün insanlýðý gafletten uyanmaða davet ederek bütün kainatýn bilgili ve güçlü yaratýcýsýnýn kudret ve azametini düþünmeðe bizleri sevk eyelmektedir. Þöyle ki: Ey insanlar! Ey gafîl insanlar!.. Siz (Allahü Teâlâ'yý nasýl inkâr ediyorsunuz ki) o pek büyük olan Kâinatýn Yaratýcýsýný neye dayanarak inkâr edebilirsiniz ki bütün kâinat, onun varlýðýna þahittir. Bu cümleden olarak ey insanlar! (Sizi ölüler iken o diriltti) siz evvelce hayattan mahrum birer zerreden bir damla sudan ibarettiniz, sonra sizi hayata o kavuþturdu, sizi ruh, idrak sahibi bir hale getirdi. (Sonra sizi öldürecektir) geçici olarak hayattan mahrum býrakacaktýr. Fakat büsbütün mahv ve yok olmayacaksýnýz. Muhakkak ki (sonra da sizi) tekrar (diriltecektir.) Kýyamet günü size tekrar hayat verecektir. Daha (sonra da ona) o yüce yaratýcýya, onun mükâfat ve ceza âlemine (döndürüleceksinizdir.) Dünyadaki amellerinizden dolayý muhakemeye tâbi tutulacaksýnýzdýr, amellerinize göre mükâfat ve ceza göreceksiniz. Artýk bu akýbeti düþününüz.

 

 

29. O öyle bir Kerem sahibi yaratýcýdýr ki yer yüzünde her ne var ise hepsini sizin içni yarattý, sonra da semaya yönelip onlarý yedi gök olarak düzenledi, o her þeyi hakkýyla bilicidir.

29. Ey insanlar! ( Yüce Mabud (öyle kerem sahibi bir yaratýcýdýr ki, yer yüzünde her ne var ise hepsini sizin) Ýstifade edebilmeniz (için yarattý.) vücude getirdi, onlardan istifade için size kabiliyet verdi. (Sonra da) bundan baþka da (semaya) üstünüzdeki yüksek kubbelere (yönelerek) ilâhî Ýradesini yönelterek (onlarý yedi gök olarak düzenledi.) Oradaki kudret eserlerini sema, yedi tabaka, yedi âlem olmak üzere, tanzim kýldý. (Ve o) Kâinatýn yüce yaratýcýsý (her þeyi hakkýyla bilicidir) onun kudreti böyle her þeye fazlasýyla kâfidir. Ve onun her yaratýþýnda bir nice faydalar, hikmetler vardýr ki bunlarýn umumuna ancak o bilir. Artýk insanlar için lâzýmdýr ki gafletten uyansýnlar. Cenâb-ý Hakkýn nimetlerinden istifade ederek o cömertçe nimet verenin bütün emirlerine, yasaklarýna uysunlar. Yer yüzündeki bütün varlýklardan meþru bir þekilde istifade ederek bunlarý kendilerine ihsan buyurmuþ olan Yüce Mabuda þükretsinler.

Evet!.. Bu mübarek âyetlerden müslümanlar daima birer uyanýþ dersi almalýdýrlar, hayatlarýný, yurtlarýný, tanzim için daha ziyade çalýþmalýdýrlar, kendileri için yaratýlmýþ milyonlarca nimetlerden, yaratýlýþ kanunlarýndan istifade yollarýný takip etmelidirler. Tembellik ve sefalet içinde yaþayarak baþka milletlerin çalýþmalarýna, maddeten kalkýnmalarýna bir hayret bakýþýyla bakmamalýdýrlar. Belki maddî ve manevî kalkýnma hususunda bütün insanlýða bir parlak numune olmalýdýrlar. Nitekim vaktiyle müslümanlar böyle bir uyulacak Örnek halinde bulunmuþlardý. Medeniyet tarihi buna þahittir.

§ Arz: Bir cins isimdir. Bütün yer yüzüne denir. Çoðulu "arzât, uruz. arazým, erâzi" dir. Arz; nezle hastalýðýna, sarsýlmaða, titremeðe, aþaðý þeyede denir.

§ Sema; her þeyin sakf ma == tavanýna denir. Yaðmura, buluta da sema denir. Gök kubbesi verinde kullanýlmýþtýr. Çoðulu: Semavattir.

Kur'ân-ý Kerîm'de beyan buyrulan semadan ve semavattan maksat, bizim yer kürenin üstünde görülen birçok iþik saçan iþik alan sabit yýldýzlarý, gezegenleri, kapsayan tabakalardan ibarettir ki bunlarýn varlýklarýný kýsmen görmekte, keþfetmekteyiz. Fakat yedi tabakaya aynimi; olan göklerin varlýðýna inanmakla beraber, bunlarýn ne þekilde ne mahiyette olduðunu Allah'ýn ilmine havale ederiz.

Vaktiyle bir kýsým astronomi âlimlerinin semalar, gök cisimleri hakkýnda vermiþ olduklarý bilgiler, bilahara pek noksan görülmüþtür. Meselâ vaktiyle güneþ en büyük bir iþik merkezi kabul edilip diðer bir kýsým sabit yýldýzlar, gezegenler ise, onun etrafýnda dolanmakta, yalnýz ondan iþik almakta sanýlýyordu, özellikle Ay, Zühre, Utarit, Þems, Mirrih, Müþteri, Zühel adýndaki iþik saçan, n uran i yýldýzlarýn birer gök tabakasýnda yerleþmiþ bulunduðu görüþünde idiler. Bu sebeple bu yýldýzlarýn yedi kat göklerde bulunduðunu iddia ediyorlardý. Halbuki bilahara fennin, uzay araþtýrmalarýnýn ilerlemesi neticesinde anlaþýlýyor ki üzerimizdeki uzay sonsuzdur. Bunda pek ziyade iþiklý cisimler, yýldýzlar vardýr. Güneþ bize nisbeten yakýn olduðu için bütün yýldýzlardan büyük gözüküyor. Halbuki uzayda öyle iþiklý küreler vardýr ki güneþ onlara nazaran pek küçüktür ve bizlere pek yakýndýr. Güneþin iþiðý bizlere beþ on dakika içinde geldiði halde öyle yýldýzlar vardýr ki onlarýn iþiðý bizim küremize binlerce sene zarfýnda ancak gelip kavuþabiliyor.

Artýk kâinatýn geniþliðini, bunlarý yaratmýþ olan Yüce Yaratýcýnýn kudret ve azametini düþünmelidir. Artýk üstümüzde düzenlenmiþ müstesna bir halde bulunmuþ yedi sema tabakasýnýn bulunduðunu, mucize olan Kur'ân'ý Kerîm haber verdiði halde bunu kim inkâr eder ve uzak görebilir. Meðer ki, akýldan mahrum, kâinatýn geniþliðini Ýdrakten habersiz, ilâhî kudreti inkâr eden bir budala olsun.

Velhasýl biz m üs l umanlar yedi kat semanýn varlýðýna inanýrýz. Bunlarýn detaylarýný ise ancak AlIahü Teâlâ bilir.

 

 

30. Hatýrla o zamaný ki. Rabbin meleklere: "Ben yer yüzünde muhakkak bir halife kýlacaðým" diye buyurmuþtu. Melekler de: "Yer yüzünde fesat çýkaracak, kanlar dökecek kimseyi mi yaratacaksýn, bizler ise sana, hamd ile teþbih eder, seni takdis eyleriz." demiþlerdi. Allahü Teâlâ da: "Þüphe yok ki sizin bilemiyeceðiniz þeyleri ben bilirim." diye buyurmuþtur.

30. Bu âyeti kerime, Cenâb-ý Allah'ýn yer yüzünde bir halife yaratacaðýný meleklere bildirmiþ olduðunu, meleklerin de bu yaradýlýþtaki hikmeti anlayamadýklarý için bunu sual ettiklerini beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: Rasûlüm! (Hatýrla o zamaný ki Rabbin meleklere) hitaben (ben yer yüzünde muhakkak bir halife kýlacaðým) yerin imarýna, idaresine, zürriyetinin yer yüzünde yayýlmasýna, onu memur edeceðim (diye buyurmuþtu. Melekler de) bu husustaki ilâhî iradenin hikmetini idrâk edemedikleri için bunu anlamak istemiþler, Yarabbi! Sen (yer yüzünde fesat çýkaracak) isyanlar yüzünden fenalýklara sebebiyet verecek ve (kanlar dökecek) birbirini öldürecek (kimseyi mi yaratacaksýn) bu kabiliyette olan insan türünü mü vücude getireceksin?.. Ey Allah'ým! Bunun hikmeti nedir? (Biz ise sana hamd ile teþbih eder) subhanallah ve bihamdih deriz. (Seni takdis eyleriz) 11 ah lýðýna lâik olmayan þeylerden seni uzak tutarýz. Artýk hikmet nedir ki bizim gibi masum bir zümre varken, isyan    edecek bir zümreyi halife kýlýyorsunuz? (demiþlerdi.) Bunlar böyle demekle Allah'ýn iradesine haþa itiraz deðil belki onun yalnýz ne gibi hikmet ve menfaate

dayandýðýný anlamak istemiþlerdi. (Allah Teâlâ da) melekleri aydýnlatma, her iradesinde bir nice faydalarýn, hikmetlerin var olduðuna iþaret için (þüphe yok ki sizin bilemiyeceðiniz þeyleri ben bilirim "diye byurmuþtur".) Öyle bir nev'i mahlûku vücude getirmekte de nice faydalar vardýr. Onlarýn âsileri olacak ise de itaatkâr olanlarý da bulunacaktýr. Allah'ýn dinini yayamaya, insanlýðý aydýnlatmaya çalýþacak ne yüce þahsiyete sahip zatlar da ortaya çýkacaktýr. Artýk ey melekler! Siz her þeyin hikmetini bilemezsiniz. Her þeyin hikmetini, faydasýný, zararýný hakkýyla bilmek zatý uluhiyetime mahsustur, bunu böyle biliniz.

Melekler, Adem oðularýnýn yer yüzünde fesat çýkaracaklarýný, kan dökeceklerini, onlarýn yaratýlmasýndan önce nasýl bilmiþ idiler? Buna cevaben denilebilir ki, Cenâb-ý Hak geleceðe ait bütün hadiseleri levhi mahfuzda yazmýþ olduðundan melekler bu levhaya bakmakla bu bilgileri edinmiþlerdi. Veyahut bunu baþka bir yolla meydana gelmeden önce öðrenmiþlerdi.

§ Melâike, melek kelimesinin çoðuludur. Melekler bir takým mübarek, günahlardan uzak maddî yönden yiyip içmeðe ihtiyacý olmayan ibâdet ve itaatle meþgul olan muhtelif þekillere girebilen, lâtif varlýklardýr. Bunlarýn mahiyetlerini Cenâb-ý Hak bilir. Bunlar latif cisimlerdendirler. Ruhlar gibi, veyahut birer soyut cevherdirler. Bunlarýn birçok nevileri vardýr. Bir kýsmý peygamberlere Cenâb-ý Hakkýn emirlerini, kitaplarýný getirip teblið etmeye memur bulunmuþtur. Cibril Aleyhisselam gibi. Meleklerin varlýðýna bütün din mensuplarý ve bütün eski felsefeciler inanmýþlardýr.

§ Halife: Baþkasýnýn yerine geçen, onun makamýna kaim, onun bâzý hususlarda vekili olan kimse demektir. Çoðulu Hülefadýr. Bu âyeti kerimedeki halifeden murat Adem Aleyhisselamdýr. Kendi evlât ve torunlarýna Al I ah ü Teâlâ'nýn emirlerini, yasaklarýný Cenâb-ý Hak adýna vekâleten tebliðe memur bulunmuþtur.

§ Teþbih: Subhanallah diyerek Hak Teâlâyý yüceltmek ve O'nu noksan sýfatlardan uzak tutmak, yani onun bütün noksanlardan beri olduðunu itiraf etmektir.

§ Takdisde: Mukaddes saymak, mübarek tutmak, hamd ve övgüde bulunmak, layýk olmayan bir þeyden uzak tutmaktýr.

 

 

 

31. Ve -Allahu Teâlâ- bütün eþyanýn isimlerini Adem'e bildirdi. Sonra da bu eþyayý meleklere göstererek bunlarýn isimlerini bana haber veriniz. Eðer siz doðru söylüyor iseniz, diye buyurdu.

31.   Yüce Allah (30) âyeti kerimesi ile meleklerin bilemiyecekleri þeyleri bildiðini beyan ve her aradýðýnýn bir hikmete dayandýðna iþaret buyurmuþtu. Gerçekten, melekler de Allah'ýn ilminin azametine kani, ilâhi fi'lin bir hikmet ve faydaya dayandýðýný Ýtiraf ediyorlardý. Fakat Cenâb-ý Hak onlarý daha ziyade aydýnlatmak, kanaatlerini görerek pekiþtirmeleri için onlarýn bilmedikleri þeyleri Hazreti Adem'in bildiðini göstermiþ, binaenaleyh Adem Aleyhisselâmýn yer yüzünde hilaf ete meleklerden daha lâyýk olduðuna iþaret buyurmuþtur. Þöyle ki: (Ve Allahü Teâlâ) Hazretleri (bütün eþyanýn isimlerini Adem'e bildirdi.) Bütün isimleri, yani bu isimlerin delâlet edeceði eþyayý, mânalarý bir ilham, bir zaruri ilim þekliyle tarif ve tâyin buyurdu. (Sonra da bu eþyayý meleklere göstererek bunlarýn isimlerini) nelerden ibaret olduklarýný (bana haber veriniz eðer siz) iddianýzda, hilâfete daha lâyýk bulunduðunuzu zannetmenizde (sadýk) doðru sözlü (Ýseniz, diye buyurdu.) Onlarýn kanaatlerini tashih lütfunda bulundu.

 

 

32.  Dediler ki; Seni teþbih ederiz, senin bize bildirdiklerinden baþka bizim bilgimiz yoktur. Þüphe yok ki alîm, hakîm olan sensin.

32.  Melekler de acizliklerini ikrar edip sorularýnýn bir itiraz mahiyetinde olmayýp bir açýklama isteðinden ibaret olduðunu arz için (dediler ki) Ey Rabbimiz! (Seni teþbih ederiz) seni noksan sýfatlardan uzak tutar ve takdis eyleriz. Senin her fiilin, her hükmün elbette bir hikmet ve faydaya dayanmaktadýr. (Senin bize bildirdiklerinden baþka bizim bilgimiz yoktur) biz aczimizi Ýtiraf ediyoruz. (Þüphe yok ki alîm) her þeyi hakkýyla bilen ve (hakîm olan) her þeyi bir hikmet ve faydaya binaen yaratan ancak (sensin) buna inancýmýz tamdýr.

 

 

33.  Buyurdu ki: Ey Adem! O þeyleri adlarý ile bu meleklere haber ver. Adem de o þeyleri adlarý ile haber verince -Cenâb-ý Hak- buyurdu ki; Size dememiþ miydim ki, ben þüphesiz göklerin de, yerinde gizliliklerini bilirim. Ve sizlerin açýkça yaptýðýnýz ve gizlediðiniz þeyleri de bilirim.

33.   Allahü Teâlâ, Adem Aleyhiselâm'a hitaben (buyurdu ki ey Adem! O þeyleri adlariyle bu meleklere haber ver.) Bunlara dair bildiklerini anlat (Adem de) sahip olduðu zaruri bir ilim, ilâhî bir ilhama dayanarak (o þeyleri adlariyle haber verince) onlarýn ne gibi hikmetlere binaen yaratýlmýþ olduklarýný bildirince Cenab'ý Hak (buyurdu ki: Size dememiþ mi idim ki ben þüphesiz göklerin de, yerin de gizliliklerini) esrarýný, gayb þeylerini, gizli kapalý her þeyini (bilirim.) Tek olan zatýma hiç bir þey gizli kalamaz. (Ve) binaenaleyh (sizlerin açýkça yaptýðýnýz ve gizlediðiniz þeyleri de bilirim.) O halde Haz ret i Adem'e o payenin verilmesi de bir hikmeti i I âh iye m gereðidir. O hikmeti lâyýkiyle bilen de ancak benim, mahlûkatýn vazifesi de, Yüce Yaratýcýnýn ilim ve hikmetini tasdik ve tazim etmektir.

Velhasýl: Yüce Allah bu þekilde de insanlýðýn bir fýtrî fazilete sahip olduðunu göstermiþtir. Artýk bunun kadrini bilmek, insanlýðýn bu þerefini yok edecek gayri meþm hareketlerden kaçýnmak, biz insanlarýn üzerine düþen bir vazifedir.

 

 

34.  Hani biz meleklere demiþtik ki Adem'e secde ediniz. Onlar da hemen secde edivermiþlerdi. Yalnýz þeytan kaçýnmýþ, kibirlenmiþ ve kâfirlerden olmuþtu.

34.  Bu mübarek âyetler, Cenab'ý Hakkýn Adem Aleyhisselâm hakkýndaki lütfü ihsanýný bildiriyor. Hz. Adem'den insanlýk hali bazý hatalarýn meydana geldiðine iþaret buyuruyor. Ýnsanlýðýn düþmaný olan iblisin de ne kadar kötü olduðunu bildirerek onun vesvesesinden insanlarýn kaçýnmalarý lüzumunu gösteriyor. Þöyle ki: (Hani) Rasûlüm! Hatýrla ki (biz meleklere demiþtik ki) yani ben Yüce Mabud emretmiþ idim ki (Adem'e secde ediniz) ona saygýda bulununuz. (Onlar da) o melekler de (hemen secde edivermiþlerdi.) Bu ilâhî emre derhal uymuþlardý. (Yalnýz þeytan) müstesna, o, secde etmekten (kaçýnmýþ) bu emre uymamýþ (kibirlenmiþ) kendisini büyük görmüþ (ve kâfirlerden olmuþtu.) O habis, zaten Allah'ýn ilminde kâfirlerden idi. Bu tutumuyla da küfrü meydana çýkmýþ oldu. Bu ilâhî beyan gösteriyor ki Hak Teâlâ'nýn her hangi bir emir ve yasaðýný kabul etmek ve ona saygý göstermek Ýman alâmetidir, dinin gereðidir. Bunun aksine hareket ise küfür ve taþkýnlýk niþ an esidir. Ýþte bu secde hususundaki ilâhî emri beðenmemek alçaklýðýnda bulunan iblis, bu yüzden ebedî bir ziyana uðramýþtýr.

 

 

35.  Ve biz demiþtik ki ey Adem! Sen ve eþin þu cennette oturun. Dilediðiniz yerlerde onun yemiþlerinden bol bol yiyin. Ancak þu aðaca yaklaþmayýn, yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz.

35. (Ve biz demiþtik ki ey Adem! Sen ve eþin) hayat arkadaþýn olan Havva (þu cennette oturun) orasý sizin ikametgâhýnýz olsun. (Dilediðiniz yerlerde onun yemiþlerinden bol bol yiyin) onlardan istifade edin. (Ancak þu aðaca yaklaþmayýn) onun meyvasýndan yemeyin, (yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz.) Bunun üzerine gelecek cezadan dolayý nefsinize zulm ve gadr etmiþ, böyle güzel, pek hoþ bir cennetten çýkarýlmýþ bulunursunuz.

§ Meyvesinden yenilmesi yasaklanan aðaçtan maksat, rivayetlere göre buðday veya üzüm veya incir veya kâfur aðacýdýr. Fakat kesin veya açýk bir delil bulunmadýkça bunu tâyin etmemek en iyisi'd ir. Nitekim Kur'ân'ý Kerîmde de bu açýklanmamaktadýr. Yasaða uyma hususunda hepsi de eþittir, belirlemeye ihtiyaç yoktur. Binaenaleyh biz bunu da Allah'ýn ilmine havale ederiz.

§  Secde: Lügatte son de rece tevazu ile, tezellül ile baþ eðmektir. Buna "serf üm" denir. Þeriat lisanýnda ise ibâdet kasti ile baþ eðip alný yere koymaktýr. Bu secde

yalnýz Allahü Teâlâya yapýlýr.

§ Meleklerin Hz. Adem'e yaptýklarý secde ise bunun ya lüðavî mânasý kast olunmuþtur. Bunun mânai þerifi kast olunduðu takdirde ise, bu Adem'in kadrini, þanýný yüceltmek meleklerin ilâhî emre ne kadar itaatli olduklarýný göstermek için Hz. Adem'in bir kýblegâhý makamýnda bulunmasýndan ibarettir.

§ Cennet: Baðlýk, bahçelik yer demektir. Ahiret âleminde mü'minlere vaad edilen nimet ve saadet âlemine de cennet denilmiþtir ki, çoðulu Cennât ve cinandýr. Bu otuzbeþinci âyetteki cennetten maksat nedir? Biz bunu da Allah'ýn ilmine havale ederiz. Bir rivayete göre bu, yer yüzünde bulunan ve aðaçlar ile kuþatýlmýþ olan bir bostandan, bir mesireden Ýbarettir. Fakat, alimlerin çoðuna göre bundan maksat, asýl cennettir. Bugün mevcut olup âhirette mü'minlerin nail olacaklarý bir sevap yurdundan, bir ebedî saadet âleminden ibarettir. Þüphe yok, Yüce Yaratýcý her þeye kadirdir. Dilediði mübarek kulunu daha dünyada iken de cennetine kaldýrýp orada yerleþtirebilir. Bunu uzak göremeye asla mahal yoktur.

§ Hz. Adem: Peygamberler tarihine ait kitaplarda geniþçe yazýlmýþ olduðu üzere bütün insanlarýn Ýlk babasý ve Ýlk peygamberidir. Cenâb-ý Hak onu yer yüzünde bir hilkat hârikasý olmak üzere müstakillen topraktan yaratmýþ, kendisine ruh ile ilim ve irfan ihsan buyurmuþ ve ona eþ olarak ta "Havva" adýndaki muhterem validemizi yaratmýþtýr. Hz. Adem ile Havva bir müddet cennette kalmýþlar, bilahara yine yer yüzüne indirilmiþlerdir. Adem Aleysisselâm Hindistana, Havva da Cidde'ye indirilmiþtir. Adem Aleyhisselâm bilahara aldýðý emre binaen Mekke-i Mükerreme tarafýna gitmiþ, orada Hz. Havva ile buluþmuþtur. Rivayete göre Hz. Adem, bin veya dokuzyüzotuz sene yaþamýþ, vafatýnda Serendip daðýnda veya Mekke'de "Ebu Kubeys" daðýnda defnolunmuþtur.

5 iblis: Þeytan demektir. Bu cin taifesinden bir ferttir. Küfre kabiliyetli bulunmuþ, Adem'e secde etmekten kaçýnmýþ bu husustaki ilâhî emri doðru görmemiþ, bu sebeple Allah'ýn kahrýna uðrayarak ebediyyen küfr içinde kalmýþtýr. Kendisi ve soyu öteden beri insanlýðý saptýrmaya çalýþmaktadýrlar. Bunlarýn bu gizli, ruhî saptýrma aldatmalarýndan kaçýnmak, her akýllý mükellef insanýn en mühim bir vazifesidir.

 

 

36. Ýmdi þeytan, Adem ile Havva'yý cennetten kaydýrdý, oradaki nimetlerden çýkarýp uzaklaþtýrdý. Biz de dedik ki: Bâzýnýz bâzýnýza düþman olmak üzere yer yüzüne ininiz, sizin için yer yüzünde bir vakte kadar bir ikametgâh ve bir nasip vardýr.

36. Bu mübarek âyetler, þeytanýn insanlarý ne kadar zararlara sokacaðýný gösteriyor, ondan kaçýnýlmasý lüzumuna iþaret ediyor. Cenâb-ý Hakkýn da ne kadar kerem sahibi ve merhametli olduðunu ve tövbenin de af ve maðfirete ne büyük vesile bulunduðunu beyan buyuruyor. Þöyle ki: (Ýmdi þeytan. Adem ile Havva'yý cennetten kaydýrdý) oradan uzaklaþmalarýna sebebiyet verdi. (Oradaki nimetlerden çýkarýp uzaklaþtýrdý) böyle nimetlerden geçici olarak mahrum kaldýlar. (Biz de) ben Yüce Yaratýcý da Adem ile Havva'ya hitaben (bazýnýz bâzýnýza) yâni Adem'in zürriyetinden olan mü'minler ve onlarýn düþmaný olan þeytanlar sizler (yek diðerinize düþmanolmak üzere yer yüzüne ininiz) artýk cennette durmayýnýz. (Sizin için yer yüzünde bir vakte kadar) yani öleceðiniz zamana kadar veya kýyamet gününe kadar (bir karar) bir ikamet yeri (ve bir nasip) bir istifade (vardýr.) Sonra her biriniz layýk olduðunuz sonuca kavuþursunuz.

§ Þeytan; Hz. Adem ile Hz. Havva'ya vesvesede, kötü telkinlerde bulunmuþ, onlara yemin ederek demiþ ki: Siz cennetteki bu size yasaklanan aðacýn meyvasýndan yer iseniz bu cennette ebedî olarak kalýrsýnýz. Onlar da yemiþler, bunun üzerine cennetten çýkmalarýna ilâhî emir gelmiþ. O nimetlerden geçici olarak mahrum kalmýþlardýr.

 

 

37. Adem Yüce Rabbi tarafýndan bir kýsým kelimeler aldý. Onun üzerine tövbe eyledi. Tövbeleri ziyadesiyle kabul eden, pek ziyade merhamet sahibi olan ise ancak o Kerem sahibi Rab'dýr.

37.  (Adem) Aleyhisselâm, þeytanýn kýskançlýðýndan yapmýþ olduðu o aldatma ve iknayý müteakip (Yüce Rabbi tarafýndan bir kýsým kelimeler aldý) bu kelimeler; alimlerin  beyanýna göre: "Ey bizim Rabbimiz! Bizler nefislerimize zulüm ettik, artýk sen bizlere maðfiret etmez, bizlere merhamet buyurmaz isen elbette bizler

hüsrana  zarar ve ziyana, mânevi cezaya uðramý; kimselerden oluruz." mealindeki  âyeti kerimesidir. (Onun üzerine tevbe eyledi

tevbe edip baðýþ diledi, (tevbeleri ziyadesiyle kabul eden) ve kullarý hakkýnda (pek ziyade merhamet sahibi olan ise ancak o Kerem sahibi Rab'dir.) Binaenaleyh Hz. Adem'in töbesini de kabul buyurmuþ, onun hakkýnda yine sonsuz rahmet ve merhameti tecelli etmiþtir.

Tevbe: Lügatte bir þeyden geri dönmektir. Þeriat lisanýnda ise günahý bilip itiraf etmek, o yapýlan günahtan dolayý piþmanlýkta bulunmak ve o günahý bir daha iþlememeðe kesin olarak niyet eylemektir. Tövbe edene "Taib" denir. Cenâb-ý Allah'ýn yaptýðý bildirilen bir tövbe ise ceza vermekten affetmek, kulunun günahýný lütfen baðýþlamak mânâsýdýr. Bu yönden Yüce Allah "tevvâb" ismi cehlini taþýr.

§ insanlar, Ýnsanlýk icabý zaman zaman bazý günahlarda, hatalarda bulunabilirler. Elverir ki kusurlarýný bilsinler. Bunlarý bir an evvel terkedip bir daha iþlememeðe azim  etsinler ve bu hatâlarýndan dolayý Cenâb-ý Hakka niyaz edip onun af ve maðfiretini istirhamde bulunsunlar, Ýþte Hz. Adem kýssasý, bize bu hikmet dersini
vermektedir.

 

 

38.  Dedik ki: O cennetten hepiniz aþaðýya ininiz. Eðer benim tarafýmdan size bir hidayet gelir de her kim hidâyetime tâbi olursa artýk onlar için bir korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmayacaktýr.

38.  Bu mübarek âyetlerdeki hitap, Hz. Adem ile Havvaya ve tabii olarak onarýn gelecekteki evlâdýna ve onlarý aldatmaya çalýþan þeytana yöneliktir. Ýnsanlýk için, selâmet ve saadete vesile olacak yolu göstermektedir. Þöyle ki: Hz. Adem'in gaflet ederek yasak meyveden yemesi üzerine (dedik ki) ilâhî emrim çýktý ki (o cennetten hipiniz aþaðýya ininiz.) yer yüzüne inerek mukadder vakte kadar orada ikamet ediniz. (Eðer benim tarafýmdan size bir hidayet gelir de) sizin için hidayete vesile olacak         bir peygamber, bir kitap, bir þeriat gibi bir þey gönderilir de sizden (her kim) o (hidayetime tâbi olursa artýk onlar için bir korku yoktur.) Onlar Allah'ýn azabýndan kurtulacaklardýr. (Ve onlar mahzun da olmayacaklardýr.) Nail olacaklarý nimetler ellerinden çýkmýyacaðý için hüzün ve kedere düþmelerine bir sebep bulunmayacaktýr. Ne büyük saadet!

 

 

39. Ve o kimseler ki kâfir oldular ve bizim âyetlerimizi yalanladýlar, onlar ateþ sahipleridir, onlar o ateþte ebediyyen kalýcýlardýr.

39.  (Ve) bilakis (o kimseler ki, kâfir oldular) Allah Teâlâyý inkâr ettiler veya ona ortak koþtular, Hak Teâlâ'nýn gösterdiði doðru yola yönelmediler (ve bîzim

âyetlerimizi yalanladýlar) peygamberleri, kitaplarý, gerek dýþ alemde gerekse kendi varlýklarýndaki delilleri inkâr eylediler, Ýþte (onlar ateþ sahipleridir.) Asýl cehennem ehli onlardýr, (Onlar o ateþte) o ateþ saçan cehennemde (ebediyyen kalýcýlardýr.) Oradan ebediyyen çýkamayacaklardýr. Ne müthiþ bir felâket!

Binaenaleyh bütün insanlar uyanmalýdýrlar, öyle ebedî bir felâkete uðramamanýn sebeplerine sarýlmalýdýrlar. Allah Teâlâ'nýn gösterdiði hidayet yolunu takibe devam etmelidirler. Kurtuluþ için baþka çare yoktur.

 

 

 

40. Ey Ýsrail oðullarý: Benim sizlere lütf etmiþ olduðum nimetlerimi hatýrlayýnýz. Ve benim ahdimi yerine getiriniz ki ben de sizin ahdinizi yerine getireyim. Ve ancak benden korkunuz.

40.   Bu mübarek âyetler, Ýsrail Oðullarýna vaktiyle nail olduklarý nimetleri hatýrlatarak kendilerini ilâhî dine uymaya, Kur'ân'ý Kerîm'ini inkâr etmemeðe, hakký bâtýl ile deðiþtirmemeðe davet ediyor. Þöyle ki: (Ey Ýsrail Oðullarý! Benim sizlere) vaktiyle sizin atalarýnýza ve ecdadýnýza (Ýhsan etmiþ olduðum nimetlerimi yadediniz.) Siz bir peygamber sülâlesinden meydana getirilmiþ oldunuz, aranýzdan Hz. Musa gibi peygamberler yetiþmiþtir. Firavunun zulmünden kurtularak istiklâle, hâkimiyete kavuþmuþ idiniz. Sizleri irþat ve aydýnlatmak için Hz. Musa'ya Tevrat gibi mübarek bir kitap verilmiþtir. Bütün bunlar hakkýnýzda birer muazzam ilâhî nimettir. Bunlarý unutup, nankörcesine hareket etmeniz doðru olabilir mi? Artýk bu nimetleri unutmayýnýz. (Ve benim ahdimi yerine getiriniz.) Vaktiyle üstlenmiþ olduðunuz þeyleri yerine getiriniz. Yani: Ya ruhlar alemindeki ahd ve yemini korumaya çalýþýnýz. Vayahut Allah Teâlâ'ya Ýman, bütün peygamberleri semavî kitaplarý tasdik edeceklerine dair aba ve ecdadýnýzýn vermiþ olduklarý sözlerde durarak böyle bir ahd ve verilen sözü yerine getirmekte kusur etmeyiniz. (Ki ben) Yüce Mabud (da sizin ahdinizi yerine getireyim.) Sizi korkulardan koruyayým, sizi ilâhî lutuflarýma devamlý olarak nail eyleyeyim. (Ve) ey Ýsrail Oðullarý!.. (Ancak benden korkunuz.) Vaktiyle yapmýþ olduðunuz bir ahdi, üzerinize düþen bir dinî vazifeyi bir takým kötü kimselerin tecavüzlerine uðrayabileceðinizi düþünerek veya dünyevî, þahsi bir menfaatin elden uçmasýndan korkarak terketmeyiniz. Yalnýz Cenâb-ý Haktan korkarak onun gösterdiði yolu takip ediniz.

 

Ynt: Bakara Suresi By: hafizvuslat Date: 29 Ekim 2009, 20:26:57
41.     Ve sizin yanýnýzdakini tasdik edici olarak indirmiþ olduðuma îman ediniz. Onu Ýlk inkâr edenlerden olmayýn Ve âyetlerimi az bir paha ile satmayýn. Ve ancak benden sakýnýn.

41.      (Ve) ey Ýsrail Oðullar!.. (Sizin yanýnýzdakini) yani vaktiyle Musa Aleyhisselâm'a nazil olup yanýnýzda bulunan Tevrat'ý (tasdik edici olarak indirmiþ olduðuma) yani Kur'ân'ý Kerîme (Ýman ediniz.) Tevrat'ýn da semavî bir kitap olduðunu beyan buyuran ve onun gibi semavî, ilâhî bir kitap bulunan Kur'ân'ý Mübin'i artýk tasdik eyleyiniz. (Onu) o anlattýklarý mucize olan Kur'ân'ý (Ýlk inkâr edenlerden olmayýn.) Bilakis ona Ýlk Ýman edenlerden olmalýsýnýz. Onun nasýl ebedî, bir mucize olduðunu bakýp anlayacak bir durumda bulunuyorsunuz. (Ve âyetlerini az bir paha ile satmayýn.) Yani Hz. Muhammed'in doðruluðuna þahitlik edip sizin kitaplarýnýzda yazýlmýþ bulunan apaçýk âyetleri, haddizatýnda pek ehemmiyetsiz bir þey olan dünyevî mal, riyaset, cahilce geleneklere uymak maksadiyle inkâra, deðiþtirme ve bozmaya kalkýþmayýnýz. Bütün bu dünyevî, fanî þeyler, o âyetlerin yüceliði karþýsýnda pek kýymetsiz, ehemmiyetsiz þeylerden baþka deðildirler. Artýk o deðersiz þeyleri elde etmek için veya baþkalarýndan korkarak bu kutsî âyetler, hakikatler nasýl elden çýkarýlabilir. Ey gafiller!.. Öyle bir cürette bulunmayýnýz, (ve ancak benden sakýnýn.) Benim bir tek olan þahsýmdan korkun, bir takým maddî, fani menfaatlerden mahrum kalacaðýnýzdan korkmayýn, yalnýz Kerem sahibi yaratýcýnýzdan korkunuz ki sizi muhafaza edecek, sizi nimetlere nail buyuracak olan ancak odur.

 

 

42. Ve hakký bâtýl ile örtüp karýþtýrmayýn. Ve hakký bile bile saklamayýp.

42. (Ve) ey Ýsrail Oðullarý!., (hakký bâtýl ile karýþtýrmayýn.) Hz. Muhammed'in vasýflarý hakkýndaki Tevrat âyetlerini ve diðerlerini kendi uydurduðunuz esassýz þeyler ile deðiþtirme ve bozmaya kalkýþmayýnýz, (ve hakký saklamanýn.) Rasülü ekrem Sallallahü Aleyhi Vessellemin mübarek vasýflarýný gizlemeyin, bunun mesuliyetini düþününüz. (Halbuki siz) böyle inkarcý bir þekilde bâtýlca hareketlerin ne kadar çirkin, ne kadar cezayý gerektirir olduðunu (bilirsiniz.) Bu hususta cehaletinizi mazeret makamýnda ileri süremezsiniz. Yahut siz hakký gizlediðinizi biliyorsunuz. Artýk böyle bir isyana bile bile nasýl cüret ediyorsunuz.

Gerçek þu ki hakký gizlemek büyük bir rezalettir, bir ahlâksýzlýktýr, âmme hakkýnda bir hiyânettir. Þahsi menfaat hýrsiyle veya geçici bir mahrumiyet korkusu ile bile bile hakký saklamak, onun aksini yapmak ve yaptýrmak; bir alçaklýktýr, Ýnsanlýða yakýþmaz, hakikî selâmet ve saadetin yok olmasýna sebep olur. Binaenaleyh Allah Teâlâ Hazretleri cümlemizi haktan ayýrmasýn. Amin.

§ Ýsrail: Yakup Aleyhisselâmýn lâkabýdýr, Ýbranî lisanýnda abdullah (Allah'ýn kulu) veya Saffetullah (Allah'ýn seçkin kulu) manasýnadýr. Emir, Allah yolunda mücahit mânasýna olduðu da mervidir. Yahudiler Hz. Yakub'un neslinden geldikleri için "Beni Ýsrail" lâkabýný almýþlardýr. Hz. Musa'ya tâbi olduklarýný iddia ettikleri için de "Museviler" diye anýlmaktadýrlar. Bu mübarek âyetlerde onlara: (Ey Ýsrail oðullarý) diye hitap edilmesi bir uyarý ve iþareti içermektedir. Sanki denilmiþ oluyor ki: Siz yüce bir peygamberin evlât ve ahfadýndan bulunuyorsunuz. Yanýnýzda Tevrat denilen bir kitabý ilâhî vardýr. Orada son peygamberin vasýflarý yazýlýdýr. Artýk size düþer mi ki o kitaba aykýrý hareket edip Hz. Muhammed Aleyhisselâmý ve ona nazil olan Kuraný Kerim'i inkâr edesiniz. Bir nice hakikatleri deðiþtirme ve bozmaya çalýþasýnýz. Bu bir cehalet, bir nankörlük bir kadir bilmezlik deðil midir? Böyle hareketlerden vazgeçiniz, hakký kabul ediniz. Cenâb-ý Allah gafletten uyandýrsýn!

 

 

43. Ve namazý kýlýnýz, zekâtý da veriniz ve rükû edenler ile beraber rükû ediniz.

43. Bu mübarek âyetler, Ýsrail Oðullarýný ve benzerlerini kötülükten alýkoyarak en mükemmel bir kulluk vazifesini ifa etmeðe davet ediyor. Baþkalarýna iyilik yapmalarýný emrettikleri halde, kendileri Ýyilik yapmaktan kaçýnanlarýn bu hallerini kýnýyor. Hakkýn yardýmýný kazanmak için sabra, namaza devam edilmesini tavsiye buyuruyor. Cenâb-ý Haktan korkanlarýn da hangi zatlardan ibaret olduðunu gösteriyor: (Ve) ey Ýsrail Oðullarý!.. Sizler de müslümanlar gibi beþ vakit (namazý kýlýnýz.) Adabýna, erkânýna riayet ederek edaya çalýþýnýz. (Zekâtý da veriniz.) Mallarýnýzýn farz olan zekâtýný da fakilere ödeyiniz. (Ve rükû edenler ile beraber rükû ediniz.) Siz de cemaati müslimin ile beraber rükûa varýnýz. Velhasýl: Onlarýn da Ýslâm þerefine nail olup Ýslâm cemaatine katýlmalarý emir ve tavsiye olunuyor. Yahudilerin namazlarýnda rükû bulunmamaktadýr. Halbuki namazýn mühim bir rüknü olan rükû vaziyeti, pek lâtif hikmetleri, içermektedir.

 

 

44.  Nasa iyilik ile emredersiniz de kendi nefislerinizi unutur musunuz? Halbuki siz kitabý okursunuz, hiç düþünmez misiniz?

44. Ey Ýsrail Oðullarý!.. Siz (Ýnsanlara iyilik ile emredersiniz de) herkese iyilik yapmalarýný veya Ýslâm dininde sebat etmelerini bâzý kimselere emir ve tavsiyede bulunursunuz da (kendi nefislerinizi unutur musunuz?) Kendiniz neden o yolda hareket etmez, kimseye iyilikte bulunmaz, Ýslâmiyet sahasýna atýlmazýsýnýz. (Halbuki sizler kitabý) Tevrat'ý (okursunuz.) O kitapta herkesin elinden gelen Ýyilik ve ihsanda bulunmasý ve âhir zaman peygamberinin vasýflarý bulunmaktadýr. Veyahut o kitapta halka tavsiye ettikleri þeyler ile âmel etmeyenlerin cezaya, tekdire lâyýk olacaklarýna dair beyanatý görürsünüz. Artýk siz (hiç düþünmez misiniz) bunlarý düþünüp tefekkürde bulunmaz mýsýnýz? Nedir bunun aksine yaptýðýnýz hareketler?

Bu âyeti kerime; halka emr ve nehiyde, öðütler vermekte bulunduklarý halde bunlar ile kendileri âmel etmeyen kimseler hakkýnda büyük bir tehdit ve kýnamayý içermektedir.

 

 

45. Sabýr ile ve namaz ile yardým isteyiniz. Ve namaz þüphe yok ki aðýr bir iþtir. Ancak -Allah'tan- korkanlar için deðil.

45.      Ey Allah'ýn kullarý!.. (Sabýr ile ve namaz ile) Ýþleriniz hakkýnda Rabbinizden (yardým isteyiniz) muvaffakiyet bekleyiniz. (Namaz þüphe yok ki aðýrdýr.) Buna alýþmayanlara (etin bir i; gibi görünür. (Ancak Haktan korkanlar için deðil.) Takva sahibi olanlar için bu çetin bir i; deðildir. Öyle ibâdet ve itaat ehli için namaz; en zevkli, ruhu besleyen ibâdettir. Onlar bu gibi vazifeleri büyük bir þevk ve gayretle ifaya çalýdýrlar. Fakat Allah'tan korkmayan, nefislerine maðlûp olan, hakikî Ýstikbali düþünmeyen kimseler için sabretmek, namaz kýlmak büyük bir i; gibidir. Onlar bu gibi mühim, kutsî vazifelerden faydalanamazlar.

Rivayet olunuyor ki: Rasûlü ekrem, Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz güç bir olay karþýsýnda kalýnca namaza baþlar, onunla Cenâb-ý Hak'tan yardým talebinde bulunurdu.

 

 

 

46. Allah'tan korkanlar, o zatlardýr ki Rablerine kavuþacaklarýný ve onun manevî huzuruna döneceklerini düþünüp tefekkür ederler.

46.    (Allah'tan korkanlar o zatlardýr ki) o hakikî mü'minlerdir ki, öldükten sonra (Rablerine kavuþacaklarýný) Cenâb-ý Hakký göreceklerini (onun manevî huzuruna döneceklerini) âhirette onun cennetlerine, Yüce Allah'ý görme þerefine nail olacaklarýný (düþünüp tefekkür ederler) büyük bir þevk ve neþ'e ile ibâdet ve itaate devam eder dururlar. Ne bahtiyar zevat!

 

 

 

 

47.  Ey Ýsrail Oðullarý! Sizlere ihsan ettiðim nimetimi ve sizi âlemlere tercih ettiðimi hatýrlayýnýz.

47.       Bu mübarek âyetlerde Ýsrail Oðullarýna dedelerinin nail olduklarý ilâhî lutfu hatýrlatarak onlarý nankörlükten, dedelerinin doðru yoluna muhalefeti yasaklamaktadýr. Ve onlarý korkmaya, uyanmaya davet buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Ey Ýsrail Oðullarý! Sizlere lütf ettiðim nimetimi) yani sizin ecdadýnýza lütuf ve ihsanda bulunmuþ olduðum hoþ dirliði, refah ve rahatý düþününüz. (Ve sizi âlemlere tercih ettiðimi hatýrlayýnýz.) Artýk nîmete nankörlükte bulunmayýnýz. Evet... Cenâb-ý Hak Ýsrail oðullarýndan bir kýsým zevatý peygamberi iðe, ilim ve hikmete, saltanat ve ihtiþama nail buyurmuþtu. Onlar, Hz. Musa'dan ve onun yolunu takip etmiþ olan kimselerden ibarettir ki zamanlarýndaki âlemlere, kavimlere, hükümetlere üstün bulunmuþ idiler. Cenâb-ý Hak onlarýn kadrini yüceltmiþti. Artýk o zatlarýn torunlarý bulunan muasýr Ýsrail Oðullarýnýn da onlar gibi dindar, Hakký gözetici olmalarý icap etmez mi? Nedir bu mahalefet, Allah'ýn dinine karþý bu düþmanlýk!..

 

 

 

48. Öyle bir günden korkunuz ki, o günde hiç bir þahýs hiç bir þahýstan dolayý hiç bir þey ödemez. Ve o þahýstan hiç bir þefaat kabul edilmez. Ve ondan hiç bir fidye alýnmaz. Ve ne de onlara yardým olunurlar.

48. Ey Ýsrail Oðullarý! Siz (Öyle bir günden) kýyamet gününden (korkunuz) sakýnýnýz (ki o günde) Cenâb-ý Hakkýn müsaadesi olmadýkça (hiç bir þahýs, hiç bir þahýstan dolayý hiç birþey ödemez.) Lâzým gelen bir hakký kaza edemez. (Ve o þahýstan hiç bir þefaat kabul edilmez.) Adam kayýrmaya müsaade olunmaz. (Ve ondan hiç bir fidye) bir kurtuluþ bedeli (alýnmaz) böyle bir þey kabul edilmez. (Ve onlar ne de yardým olunurlar.) Ne de ilâhî azaptan kurtulmalarý için bir yardýma nail bulunurlar.

Ýþte inkarcýlarýn, münafýklarýn ahiretteki durumlarý böyledir. Artýk ata ve ecdadýn büyüklüðü ile gururlanýp, onlardan fayda göreceklerine ümitli olmamalýdýrlar. Kendi hallerini islâh etmelidirler ki nefislerini kurtarabilmiþ olsunlar.

§ Bu âyeti kerimedeki þefaatin reddi, kafirler içindir. Çünkü Kur'ân'ýn bu hitabý onlara yöneliktir. Ve Allah'ýn izni olmadýkça kimsenin þefaatte bulunamýyacaðýný bildirmektedir. Yoksa müslümanlar hakkýnda din büyüklerinin ve bilhassa Rasûlü Ekrem Efendimizin þefaatte bulunacaklarý naklen sabittir. Þefaat ise: Bir kimsenin suçunu affettirmek, kendisinden cezayý gidermek için hakkýnda yapýlan bir istek ve istirhamdan ibarettir.



49. Ve o zamaný hatýrlayýnýz ki, sizi Firavun taraftarlarýndan kurtardýk. Sizi en kötü azap ile cezalandýrýyorlardý. Oðullarýnýzý boðazlýyorlardý, kadýnlarýnýzý da diri býrakýyorlardý. Bunda sizin için Rabbiniz tarafýndan pek büyük bir imtihan vardý.

49.    Bu mübarek âyetler, Ýsrail Oðullarýna vaktiyle nail olmuþ olduklarý kurtuluþu, Allah'ýn korumasýný hatýrlatýyor, düþmanlarýnýn da nasýl helak olup gittiklerini bildiriyor, kendilerini uyanmaya davet buyuruyor. Þöyle ki. Ey Ýsrail Oðullarý!.. (Ve) siz (o zamaný da hatýrlayýn ki) bir ilâhî lütuf olarak (sizi Firavun taraftarlarýndan kurtardýk.) Yani sizin ecdadýnýzý Furavuna tâbi olanlarýn ezâ ve cefâsýndan kurtardýk. Onlar (sizî en kötü azab ile cezalandýrýyorlardý.) Onlar, dedelerinizi en þiddetli iþkencelere uðratýyorlardý. Onlar sizin (oðullarýnýzý boðazlýyorlardý.) Sülâlenizin erkek çocuklarýnýzý öldürüyorlardý. (Kadýnlarýnýzý da diri býrakýyorlardý.) Kýz çocuklarýnýzý öldürmüyorlardý. Onlar düþmanlarýnýz bulunuyorlardý. (Bunda) bu azapta, bu kurtuluþta ise (sizin için Rabbiniz tarafýndan pek büyük bir imtihan vardý.) Ta ki öyle düþmanlardan halâsýnýzý büyük bir nîmet bilip Cenâb-ý Hakka hamd ve þükür edesiniz. Bilahare sabredenlerin muazzam mükâfatlara nail olacaklarýný bilesiniz. Artýk o pek büyük tarihî yakalarý güzelce düþünerek bir intibah dersi almak lâzým gelmez mi?

 

 

 

50. Ve hatýrlayýnýz o zamaný ki sizin için denizi yardýk da hepinizi kurtardýk. Firavunun taraftarlarýný da sizler bakýp dururken boðduk.

50. (Ve) Ey Ýsrail Oðullarý! (Hatýrlayýnýz o zamaný ki, sizin) selâmetiniz uçin denizi) Kýzýl denizi (yardýk da hepinizi) sizin ecdadýnýzý (kurtardýk.) Firavunun kahrýndan, denizde boðulmaktan kurtardýk. (Firavun taraftarlarýný da) sularda (boðduk.) Hepsini hayattan mahrum býraktýk. (Bir haldeki sizler bakýp duruyordunuz.) Yani ecdadýnýz Firavun ile taraftarlarýnýn nasýl boðulduklarýný seyredip durmuþlardý. Yahut birbirine bakýp duruyorlardý. Artýk ýrkýnýz hakkýnda bu gibi nimetleri hatýrlayarak Þükrünü ifaya, Allah'ýn dinine uymaya çalýþmalý deðil misiniz?

§         Bu ilâhi açýklamalarda söyle bir uyan vardýr: Bir zata veya bir kavme hayýr veya ser olarak her ne isabet ederse bu Allah Teâlâ'nýn sýrf hikmet olan takdirine

dayanmaktadýr. Binaenaleyh, o s ey hayýr ise kadrini bilip þükret melidir. Ve eðer ser ise sabrederek Allah'ýn korumasýna sýðýnmalý ve islenilmiþ bir kusur varsa ondan da tövbe edip peþim an olmalýdýr ki, onun güzel bir inanç sahibi olduðu bu þekilde ortaya çýksýn.

§ Firavun: Mýsýr'da yaþamýþ olan Amâlika hükümdarlarýnýn unvanýdýr. Bunlarýn en son hükümdarý rüyasýnda görmüþtü ki Beyti Martik tarafýndan bir ateþ yönelip Mýsýrý kaplamýþ, Mýsýr ahalisinden olan her kýptiyi yakmýþ, yalnýz Ýsrail Oðullarýna dokunmamýþ- Firavun bu rüyasýný kâhinlere söylemiþ, onlar da: Ýsrail Oðullarýndan bir erkek çocuk doðacak, senin helakin ve hükümetinin yok olmasý onun elinde bulunacaktýr. Bunun üzerine Firavun, Ýsrail Oðullarýnýn her doðan erkek çocuðunu öldürtmüþtü. Bunlarýn miktarý bir rivayete göre on iki bindir. Bu yavrulardan yalnýz Hz. Musa müstesna bulunmaktadýr. Þöyle ki: Hz. Musa, Ýsrail oðullarý hanedanýndan imran adýnda bir zatýn oðlu olarak dünyaya geldi. Annesi bu mübarek yavrusunun Firavun tarafýndan öldürülmemesi için bir sandýk içine koyup Nil nehrine attý. Firavunun esi Asiye ise bu fevkalâde güzel çocuðu nehirde görüp çýkarmýþ onu sevip himaye etmiþ, onu Firavunun sarayýnda yetiþtirmiþtir. Ýste ilerde Firavunun helakine sebep olacak çocuk, bu melek yüzlü yavru idi. Evet!.. Bu muhterem yavru büyüdü. Hatta annesi bir süt anne olarak saraya alýndý. Yavrusuna kavuþmuþ oldu. Bu muhterem zat sonra da peygamberlik þerefine kavuþtu. Firavuna karsý pek muazzam mucizeler göstererek onu titretti. Ýsrail Oðullarýný Mýsýr'dan alýp Kenan iline çýkarmak   için birçok müracaatlar neticesinde Firavundan müsaade aldý. Fakat... Ýsrail Oðullarý toplanýp Mýsýrdan çýkarken Firavun piþman oldu. Onlarý mahvetmek için takibe baþladý. Bundan kurtulmak için yeni bir mucize gerçekleþti. Þöyle ki: Ýsrail Oðullarý kendilerini Firavunun takip ettiðini görünce heyecana geldiler. Fakat Hz. Musa bir mucize olmak üzere asasýný (bastonunu) Süveyþ, denizine vurdu, denizde oniki yol açýldý, Ýsrail Oðullarýnýn oniki kabilesi bu yollardan sahile sað salim çýktýlar. Firavun ise askerleri ile bunlarý takip ederken, denizin ayrýlmýþ olan sularý tekrar birleþti, bunlarýn yollarýný kapadý, Firavun da, ordusu da sularýn içinde helak olup gittiler.

Bu muazzam hâdise de gösteriyor ki Allah'ýn takdirine hiç bir tedbir mâni olamaz.

"Takdiri huda, kuvve i bazu ile dönmez"

"Bir þem"! ki mevlâ yaka bir veçhile sönmez"

"Allah'ýn takdiri pazu gücü ile dönmez."

"Mevla'nýn yaktýðý mum hiçbir þekilde sönmez."

 

 

 

51. Ve bir vakit Musa ile Kýrk geceyi vadeleþtirmiþtik, sonra siz zalimler olarak onun arkasýndan buzaðýya tutunmuþ idiniz.

51. Bu mübarek âyetler, Ýsrail Oðullarýnýn hayat safhalarýný gösteriyor. Haklarýndaki ilâhî nimetlere karþý ne kadar münasabetsiz hareketlerde bulunmuþ olduklarýný kendilerine bir uyanma vesilesi olmak üzere hatýrlatýyor. Þöyle ki: Ey Ýsrail Oðullarý! (Ve) hatýrlayýnýz ki (bir vakit Musa ile kýrk geceyi vadleþtirmiþtik) yani: Musa Aleyhisselâma 40 gün 40 gece Tur daðýnda bulunarak bizimle konuþmasý ve kendisine ilâhî vahyin nüzulü için bir vaadde bulunduk. Ona böyle bir zaman tâyin ettik. (Sonra siz zalimlerden olarak onun arkasýndan) Hz. Musa'nýn Tura gitmesini müteakip (buzaðýya tutunmuþ idiniz.) Buzaðýyý mabud edinmiþ, böyle ibâdeti yapýlmasý gerekenden baþkasýna yapmakla nefsinize zulmeylemiþ bulundunuz.

 

 

 

52. Sonra bunu müteakip sizi affettik, gerekli ki, þükredesiniz.

52. (Sonra bunu) böyle cahilce hareketiniz! (müteakip sizi) bu suçunuzu (affettik) hakkýnýzda afv gösterdik ve baðýþladýk, sizi bu putperestee hareketinizden dolayý hemen cezalandýrýp mahv etmedik. (Gerekti ki) böyle bir ilâhî nîmeti elde etmenizden dolayý (þükredesiniz.) Hakkýnýzda tecelli eden bu afv ve keremin kýymetini takdir eyleyesiniz.

 

 

 

53. Ve bir vakitte Musa'ya kitap ve furkan vermiþtik. Ta ki hidâyete eresiniz.

53. (Ve) gene hatýrlayýnýz ki (bir vakitte) pek büyük ilâhî bir lütuf olarak (kitap) Tevrat'ý Þerif (ve furkan vermiþtik) yani ona hak ile bâtýlýn, helâl ile haramýn aralarýný ayýrmaya vâsýta olan þeyleri, özellikle âsâ (baston) gibi, beyaz el gibi, mucizeleri ihsan etmiþtik. (Ta ki hidâyete eresiniz,) doðru yola gidesiniz. Bu gibi nimetlere nail olanlara lâyýk odur ki bunlarýn kadrini bilip þükrünü ifa etsinler, bunlara aykýrý hareketlerde bulunmasýnlar.

§  Tarihen sabittir ki Ýsrail Oðullarý Hz. Yusuf'tan sonra Mýsýr'da yerleþmiþ, çoðalmýþlardý. Hz. Yakup ile Hz. Yusuf'un þeriatlarýna tâbi bulunuyorlardý. Eski Mýsýr ahalisi  ise         kýpt kavmi olup putlara, yýldýzlara tapýyorlardý, Ýsrail Oðullarý daha sonra Hz. Musa ile ve onun kardeþi olan Hz. Harun ile beraber Mýsýr'dan çýkýp yolda

Amalikadan bir kavmin yurduna uðradýlar. Onlarýn öküz heykellerine taptýklarýný gördüler, cehalet sebebiyle o müþrik kavmin bu hareketlerine bir eyilim gösterdiler. Hz. Musa ise Allah tarafýndan Tur daðýna davet olmuþtu. Kardeþi Harun Aleyhisselâmý yerine vekil býrakarak kendisi Tura gitti. Orada 40 gün kalýp ibâdette, duada bulundu. Orada vasýtasýz olarak Cenab'ý Hakkýn kelâmýný iþitti ve kendisine Tevrat kitabý ihsan olundu. Tih çölünde kalmýþ olan Ýsrail Oðullarý ise S amiri adýndaki bir münafýkýn aldatmalarýna kapýldýlar. Samirî yanlarýnda bulunan altýnlarý toplayýp eritti, bundan bir buzaðý heykeli yaptý "Bu sizin ve Musa'nýn mabududur" diyerek onlarý buzaðýya taptýrdý. Ýsrail Oðullarý Harun Aleyhisselâmýn nasihatlerini dinlemediler, bu cehaleti Ýþlediler. Musa Aleyhisselâm Tur'dan avdet edince kavminin bu müþrikçe hareketlerinden dolayý çok müteessir oldu, kendilerini kýnadý. Onlar da piþman olup tevbe ettiler.

§ Hz. Musa'nýn Tur'da bulunduðu müddet: Zilkade ayý ile Zilhiccenin on gününden ibarettir.

 

 

 

54. Ve o zamanki Musa kavmine: Ey kavmim! Buzaðýya tutunmakla nefsinize zulmetmiþ oldunuz. Hemen Yaratýcýnýza tevbe edin, nefislerinizi öldürün. Bu sizin için rabbiniz katýnda hayýrlýdýr demiþti -O Kerem Sahibi Yaratýcý da- tevbenizi kabul etmiþti. Þübhe yok ki tevbeleri kabul eden rahim olan ancak Odur.

54.      Bu âyeti kerime, Ýsrail Oðullarýnýn bir aralýk Buzaðýya taptýklarýný, sonra tevbe edip yaptýklarýndan piþman olduklarýný bildirmektedir. Þöyle ki: Ey Ýsrail Oðullarý! iVe» yine düþününüz (o zamanki Musa) Aleyhisselâm (kavmine) bir tövbe ve piþman olmaya davet için (ey kavmim!) Siz (Buzaðýyý tutunmakla) hakikî mabud olan Allah Teâlaya tapacak yerde kendinize buzaðýyý mabud etmekle (nefsinize zulm etmiþ oldunuz.) Þüphe yok ki Allah'ý ortak koþmak en büyük bir zulümdür, en büyük bir felâkettir. (Hemen Yaratanýnýza tevbe edin) nadim ve peþim an olduðunuzu arz edin. (Nefislerinizi öldürün) ebedî hayatýnýzý kurtarmaða çalýþýnýz. (Bu) tövbe ve nefsi öldürme (sizin için Rabbinizin katýnda hayýrlýdýr.) Bu sebeple ilâhi azaptan kurtulmuþ olursunuz, (demiþti.) Bu emir ve tavsiye üzerine onlar da tevbe etmiþlerdi. Binaenaleyh o Kerem sahibi yaratýcý da (tevbenizi kabul etmiþti) yâni ecdadýnýzýn o tevbeleri Allah katýnda kabul edilmiþti. (Þüphe yok ki tövbeleri kabul eden) kullarý hakkýnda (rahim) çok merhametli (olan ancak O'dur) o Yüce Yaratýcýdýr. Artýk siz de bundan ibret alýnýz. Hz. Muhammed'i, Kur'ân-ý Kerîm'i diðer mukaddesa dinî þeyleri tasdik ederek hakikî bir imana ve bu sayede ebedî bir selâmet ve saadete nail olunuz. Sizin için baþka kurtuluþ çaresi yoktur.

§ Beni Ýsrail'in þeriatýna göre dinden dönen bir kimsenin tövbe edebilmesi için bu hareketinden piþman olup kendini öldürmesi lâzýmdýr. Binaenaleyh Hz. Musa'nýn bu teklifi üzerine üç bin kiþinin kendini öldürdüðü Tevrat'ta yazýlýdýr. Bizim müfessirlerin beyanlarýna göre bunlar on bin kiþiden ibarettir.

§ Tefsircilerin çoðunluðuna göre bu öldürmeden maksat gerçek öldürmedir, intihardýr. Bazý zatlara göre de bu kendini öldürmekten maksat mecazî mânadýr ki, nefsi islâh etmek, onun kötü temayüllerini gidermek, onu hayra yöneltmekten ibarettir. Fakat bu görüþ asýlsýzdýr.

 

 

 

 

55. Ve hatýrlayýnýz ki siz: "Ya Musa! Sana îman etmeyiz Allah Teâlâ'yý aþikâr surette görmedikçe" demiþtiniz de sizi yýldýrým çarpmýþtý. Siz ise bakýp duruyordunuz.

55. Bu mübarek âyetler, vaktiyle Ýsrail Oðullarýnýn liyakatlarý üstünde bir talepte bulunarak imanlarýndaki zayýflýðý göstermiþ olduklarýný bildirmektedir. Ve bu yüzden bir ceza olarak hayattan mahrum kaldýklarýný ve bir þükür vesilesi olmak için de tekrar hayata nail kýlýnmýþ olduklarýný beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: Hz. Musa bir mucize       olarak mekândan ve zamandan münezzeh olan Allah Teâlâ ile konuþmak, onun emirlerini almak için Tur daðýna gidiyordu. Bu mucizeyi görüp kavmine haber vermeleri için veya buzaðýya tapýldýðýndan dolayý özür dilemeleri için kavminden 70 kadar kimseyi beraber alýp götürdü. Onlar Hz. Musa ile beraber Tura gidince orasýný bir bulut kapladý. Musa Aleyhisselâm onlarý daðýn tepesine yakýn bir yerde býraktý, kendisi daðýn tepesine çýktý. Cenab'ý Hak ile konuþma þerefine nail oldu. Bu yetmiþ, kimse ise o konuþmayý Ýþittikleri halde bulut pek kesif olduðu için Hz. Musayý göremiyorlardý. Bu konuþmanýn Cenâb-ý Hak ile olup olmadýðýnda þüphe ettiler. Cenâb-ý Hakký görmek isteme cüretinde bulundular. Bunlarýn bu cüretini bu âyeti kerime þöyle beyan buyuruyor: (Ve) Ey Ýsrail Oðullarý! (Hatýrlayýnýz ki siz) yani ecdadýnýz (ya Musa! Sana Ýman etmeyiz) senin peygamberliðini, Hak T e âlâ ile konuþtuðunu tasdik eylemeyiz. (Allah Teâlâ'yý) bizler (aþikâr surette görmedikçe) bizler öyle açýk bir þekilde görmedikçe (demiþtiniz de) bu cüretinizden dolayý (sizi yýldýrým çarpmýþtý) yani bir yýldýrým hücum ederek o görme isteðinde bulunan ecdadýnýzý hayattan mahrum býrakmýþtý. (Siz ise bakýp duruyordunuz) yani bir haldeki kendilerine gelmekte olan bu musibet! onlar görüp duruyorlardý.

Bunlar Hz. Musa'nýn gösterdiði bir nice mucizeleri görmüþlerdi. O halde böyle bir istek ve iddiada bulunmalarý büyük bir cehalet ve gaflet eseri deðil miydi?

 

 

 

56. Sonra sizi ölümünüzü müteakip diriltmiþtik, ta ki þükredesiniz.

56.(Sonra sizi) Ey Ýsrail Oðullarý! Öyle yýldýrým çarpmasiyle meydana gelen (ölümünüzü müteakip) ilâhî kudretim ile (diriltmiþ) yeniden hayata nail etmiþ (dik.) Hakkýnýzda böyle bir ilâhî lütuf cerayan etmiþti. (Ta ki) bu ilâhî lütfü elde etmenizden dolayý (þükredesiniz) kulluk vazîfelerinizi ifaya çalýþasýnýz.

§ Evet... Ýsrail Oðullarýnýn bir cemaati öyle bir ölüm musibetine mâruz kalmýþlardý. Hz. Musa bundan müteessir olmuþ, bunlarýn bu feci ölümünü geride kalan kavmine nasýl haber vereceðini düþünmüþ, Cenab'ý Hakka tazarru ve niyazda bulunarak tekrar hayata nail olmalarýný Ýstirham etmiþ, Allah Teâlâ Hazretleri de bir yaratma harikasý olmak üzere onlarý yeniden hayata kavuþturmuþtur. Kerem sahibi Yüce Yaratýcý her þeye kadirdir. Buna inanmýþýzdýr.

 

 

 

57. Ve üzerinize bulutlarý gölgelik kýldýk. Ve üzerinize kudret helvasý ile -Selva denilen- yelve kuþunu indirdik. Size rýzk olarak verdiðimiz þeylerin pak -helâl-olanlarýný yiyiniz -dedik-. Bize zulmetmiþ olmadýlar ancak kendi nefislerine zulmeder oldular.

57.        Bu mübarek âyetler de vaktiyle Ýsrail Oðullarýnýn nail olduklarý nimetleri bildiriyor. Birçok þeylerden istifâde etmeleri için kendilerine müsaade edildiðini hatýrlatýyor, buna raðmen onlarýn muhalif vaziyet alarak pek büyük felâketlere uðradýklarýný bir ibret dersi olmak üzere hatýrlatýyor. Þöyle ki: (Ve) Ey Ýsrail Oðullarý! Vaktiyle Tih çölünde (üzerinize) gamamý -ince- (bulutlarý gölgelik kýldýk) güneþin hararetinden korunuldunuz. (Ve üzerinize) men denilen (kudret helvasý Ýle) selva denilen (yelve) veya býldýrcýn (kuþunu indirdik) bunlar ile sizi rýzýklandýrdýk (Size rýzk olarak verdiðimiz þeylerin pek -helâl- olanlarýný yiyiniz -dedik-.) Ýçinizden bu nimetlerin kadrini bilmeyip þükrünü eda etmeyenler ise (bize zulmetmiþ olmadýlar. Ancak kendi nefislerine zulmeder oldular.) nimete karþý nankörlük etmekten dolayý cezayý hak ettiler.

 

 

 

58. Ve hani demiþtik ki: Þu kasabaya girin, ondan dilediðiniz yerde bol bol yiyiniz. Kapýsýndan secde ederek giriniz ve "hitte" deyiniz, sizin için hatalarýnýzý baðýþlayalým. Ve iyilik edenlere -mükâfatý- daha artýracaðýz.

58. (Ve hani) ecdadýnýza hitaben (demiþtik ki: Þu kasabaya) beyti makdise veya erihaye (girin) Tih sahrasýnda gezip durmaktan kurtulun. (Ondan) onun meyvalarýndan, ürünlerinden       (dilediðiniz yerde) oturup (bol bol yiyiniz.) Ve onun içine (kapýsýndan secde ederek) mütevazi ve düþünür bir vaziyet alarak (giriniz.) Sizi bu nimete kavuþturan Rabbinize þükranlarýný arzediniz. (Ve hitta) yani: Günahlarýmýzýn, hatalarýmýzýn affedilmesini niyaz ederiz (deyiniz.) Siz böyle yalvarýnýz ki (sizin için hatalarýnýzý baðýtlayalým) Onlar ile sizi hesaba çekmeyelim. (Ve iyilik edenlerin) ibâdet ve itaatte, Allah'ýn yaratýklarýna karþý lütuf ve ihsanda bulunanlarýn (-mükâfatýný- daha artýracaðýz.) Onlarýn sevaplarýný, nimetlerini daha ziyade kýlacaðýz. Ne büyük bir ilâhî müjde!..

 

 

 

59. Fakat nefislerine zulmedenler, sözü kendilerine söylenilenden baþkasýyla deðiþtirdiler. Biz de zulmeden kimseler üzerine yaptýklarý fýþýklar sebebiyle gökten korkunç bir azap indirdik.

59.  (Fakat nefislerine zulmedenler) yani Ýsrail Oðullarýndan zulmeden þahýslar (sözü) hitta kelimesini (kendilerine söylenilenden baþkasýyla deðiþtirdiler.) Hitta yerine hintai hadra = kýrmýzý buðday gibi bir söz söyleyerek alayýmsý bir tarzda harekette bulundular. (Biz de) böyle ilâhî emre karþý gelmekle nefislerine (zulmeden kimseler üzerine yaptýklarý fýsklar sebebiyle) öyle itaatten ayrýldýklarýndan dolayý (gökten korkunç bir azap indirdik) kendilerini lâyýk olduklarý cezaya kavuþturduk.

§ Ricz, kelimesi lügatte: Korkunç ve pis þey, takdir edilen azap demektir. Gökter. indirilen ricz'in taun hastalýðý olduðu rivayet edilmektedir ki bir saat içinde 70 bin veya 24 bin þahsýn ölümüne sebep olmuþtur.

Velhasýl: Bütün bu gibi felâketler, insanlarýn yaptýklarý fenalýklardan dolayý baþlarýna gelmiþtir. Binaenaleyh tarihten ibret almalýdýr. Öncekilerin faziletlerini takdir ve takip etmelidir. Kötülüklerinden de kaçýnmalýdýr. Onlarýn selâmetlerine veya felâketlerine sebep olan þeyleri güzelce düþünerek uyanýk bir halde yaþamaða çalýþmalýdýr.

 

 

 

60.    Ve hani bir vakitte Musa, kavmi için su isteðinde bulunmuþtu. Biz de asan ile taþa vur, demiþtik -o da vurunca- taþtan on iki çeþme fýþ kýrdý. Her gurup kendisinin su alacaðý çeþmeyi bildi. -Biz de onlara dedik ki-: Allah Teâlâ'nýn rýzkýndan yiyiniz ve içiniz ve yer yüzünde bozgunculardan olarak haddi aþmayýnýz.

60. Bu âyeti kerime de Hz. Musa'nýn göstermeye muvaffak olduðu mühim bir mucizeyi bildiriyor. Ýsrail Oðullarýnýn da bu sayede rýzýklanýp kendilerine bozguncu hareketlerin yasaklanmýþ olduðunu hatýrlatýyor. Þöyle ki: Ýsrail Oðullarý, Tih sahrasýnda susuz kalmýþlardý. Mýsýr'daki sularý, nimetleri hatýrlayarak oradan ayrýldýklarýndan dolayý Hz. Musa'ya karþý, üzüntülerini göstermiþlerdi. Bunun üzerine Musa Aleyhisselâm, Allah'ýn dergâhýna yönelerek kendilerine su ihsan buyurulmasýný istirham etti. Ýþte bu mübarek âyet, bunu þöylece beyan buyuruyor: (Ve hani bir vakitde Musa, kavmi için su isteðinde bulunmuþtu) yani Cenâb-ý Haktan su ve yaðmur istemiþ dua ve niyazda bulunuvermiþti. (Biz de) yani ben Yüce Yaratýcý da ona vahye d erek (âsân ile taþa vur demiþtik.) Hz. Musa da asasýný taþa vurunca (taþtan) Ýsrail Oðullarýnýn kabileleri sayýsýnca (on iki çeþme fýþkýrdý) Bu kabileler birbirine zahmet vermeksizin (her gurup kendisinin su alacaðý çeþmeyi bildi). Kendilerine tâyin edilen pýnarlarý tanýyýp onlardan sularýný aldýlar, su ihtiyacýndan kurtuldular. Biz de onlara dedik ki: Yani haklarýnda þöyle bir ilâhî vahip tecelli ettik ki: Ey Ýsrail Oðullarý!.. (Allah Teâlâ'nýn rýzkýndan yiyiniz ve içiniz.) Yani kudret helvasý býldýrcýn etinden yiyip bu yerden kaynayan sulardan istifade ediniz. Ve yer yüzünde bozgunculardan olarak haddi asmayýnýz.). Bu nimetlerin kadrini bilip þükür vazifesini yerine getirmeye çalýþýnýz.

§ Bir gurubun baba ve dedelerinin kavuþtuklarý nimetler, kendileri için de bir hayat kaynaðý bir kurtuluþ vesilesi ve bir iftihar sebebi olduðundan onlara da bunun þükrünü yerine getirmeye çalýþmak lâzým gelir.

§ Asanýn yere vurulmasý ile sularýn hemen fýþkýrmasý, bir mucizedir. Bu kâinatta Allah'ýn kudretiyle nice mucizelerin, nice olaðanüstü þeylerin zaman zaman meydana geldiðini görüp iþiten hakikî aydýn ve mütefekkir zatlar için bu gibi mucizeleri inkâra asla imkân yoktur.

 

 

Ynt: Bakara Suresi By: hafizvuslat Date: 29 Ekim 2009, 20:36:02
61. Hani siz bir vakitte demiþtiniz ki: Ya Musa! biz bir çeþit yemeðe elbette s ab re dem eyiz. Bizin için rabbine dua et d e yerin bitirdiði tere, hýyar, buðday, mercimek, soðandan         bizim için de çýkarsýn. -Musa da- demiþti ki: Siz bayaðý olan þey ile hayýrlý olan þeyi deðiþtirir misiniz? Öyle ise bir kasabaya ininiz sizin için istediðiniz þeyler -orada- vardýr. Onlarýn üzerlerine alçaklýk, yoksulluk vuruldu ve Allah'ýn gazabýna uðradýlar. Bu da þüphe yok ki Allah'ýn ayetlerini inkâr, peygamberlerini haksýz yere katletmeleri sebebiyle olmuþtur. Ýþte bu ceza onlarýn isyan etmelerinden ve haddi aþmýþ olmalarýndan dolayýdýr.


61.       Bu ayeti kerime de Ýsrail Oðullarýnýn ne kadar nankör, isyankâr bulunmuþ olduklarýný ve bunun neticesinde ne kadar felâketlere maruz kaldýklarýný göstermektedir. Þöyle ki: Ýsrail Oðullarý Tih çölünde dolaþýrken Hz. Musa'nýn duasýyla kendilerine gökten kudret helvasý, býldýrcýn kuþlarý gibi nimetler verilmiþ, yerlerden sular fýþkýrmaða baþlamýþtý. Hiç bir zahmet çekmeden bu gibi pek mükemmel nimetlerden istifade etmekteydiler. Fakat Ýsrail oðullarý bu nimetlerin kadrini bilmediler. Mýsýr'daki yiyip içtikleri âdi þeyleri arzu ettiler, Ýþte Cenab'ý Hak bunlarýn o halini þöylece beyan buyuruyor! (Hani siz) Ey Ýsrail Oðullarý!., (bir vakitte demiþtiniz ki ya Musa! biz bir çeþit yemeðe elbette sabredemeyiz.) Böyle bir çeþit yemek ile yetinip duramayýz. (Bizim için rabbine dua et de yerin bitirdiði tere, hýyar, buðday, mercimek, soðandan bizim için de çýkarsýn) biz onlar ile gýdamýzý temin edelim. Bunlar adeta Mýsýr'dan çýkmýþ olduklarýna piþman olmuþlardý. Firavunun kendilerine yaptýðý eza ve cefâyý unutmuþlardý. Hz. (Musa da) bunlarýn bu kýymet bilmez hallerini görünce (demiþti ki: Siz bayaðý olan þey ile hayýrlý olan þeyi deðiþtirir misiniz?) Siz en hayýrlý olan kudret helvasý ve býldýrcýn eti gibi þeyleri öyle âdi þeyler ile deðiþmek istiyorsunuz. Bu ne kýymet bilmezlik!.. (Öyle ise bir kasabaya ininiz). Haydi bir þehre gidiniz ki (sizin için istediðiniz þeyler) orada (vardýr) o alýþtýðýnýz þeyleri orada bulabilirsiniz. Artýk (onlarýn üzerlerine) bu kötü hareketlerinden dolayý (alçaklýk, yoksulluk vuruldu.) Onlara ebediyyen z el il li k ve miskinlik damgasý vurulmuþ oldu. (Ve Allah'ýn gazabýna uðradýlar.) Nice milletlerin esareti altýnda yaþamaða mecbur oldular. (Bu da) böyle ilâhi gazaba uðramalarý da (þüphe yok ki Allah'ýn ayetlerini inkâr, peygamberlerini haksýz yere katletmeleri sebebiyle olmuþtur.) Nitekim onlar incil gibi Kur'ân-ý Kerîm gibi semavi kitaplara inanmazlar. Þa'ya, Zekeriya ve Yahya Aleyhisselâm gibi peygamberleri þehit etmiþlerdir. (Ýþte bu ceza) onlarýn ebediyyen zillet ve hakarete maruz kalýp durmalarý kendilerinin dini hükümlere, esaslara (isyan etmelerinden) ve insanlarýn ve bilhassa peygamberlerin hukukuna tecavüz ile (haddi aþmýþ olmalarýndan dolayýdýr.) Artýk bu gibi cinayetlere, Ýsyanla ra cüret edenler ebedi bir hüsrana maruz olmazlar mý?

 

 

 

 

62.    Þüphe yok ki, mü'minler ile Yahudilerden ve Hýristiyanlar ile sabiîlerden her hangi kimseler Allah Teâlâ'ya, âhiret gününe Ýman edip salih amellerde bulunmuþ olurlarsa onlar için rablarý katýnda mükâfatlar vardýr. Ve kendilerine asla korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmayacaklardýr.

62.Bu ayeti kerime, kimlerin azaptan, felâketten emin, mükâfatlara nail olacaklarýný bütün insanlýða teblið ediyor. Þöyle ki: Vaktiyle peygambere uyup, Ýman etmiþ olan (mü'minler ile Yahudilerden ve Hýristiyanlar ile sabiîlerden her hangi kimseler) peygamberlerinin bildirdikleri þekilde (Allah Teâlâ'ya) onun birliðine, yaratýcýlýðýna, i I âh lýðýna ve (âhiret gününe) kýyametin, mahþerin ve cennet ile cehennemin varlýðýna (Ýman edip salih amellerde) namaz, oruç, zekat gibi yapýlmasý gereken ibadetlerde hayýr ve iyiliklerde (bulunmuþ olurlarsa onlar için) öyle hakikî þekilde dindar olan iyi kullar için (rableri katýnda mükâfatlar vardýr.) Bu güzel amellerinin    sevabýna ulaþacaklardýr. (Ve kendilerine) dünyada (asla bir korku yoktur.) Tam bir emniyet içinde yaþayacaklardýr. (Ve onlar) ahirette sevaptan yoksunolma ve nimetlere eriþememe sebebiyle (mahzun da olmayacaklardýr.) Onlar her türlü ilâhî lutfa kavuþacaklardýr. Ýþte hakikî Ýmânýn mükâfatý!..

Evet... Bu ayeti kerime de gösteriyor ki: Her hangi bir insan, Allah'ýn azabýndan emin ve geleceðinin güvenli olmasý için hakikî bir dine baðlanmýþ, olmasý lâzýmdýr. Vaktiyle her hangi bir peygamberin tebliðlerine uyanlar o peygamberin ümmetinden sayýlmýþ, ve hak dine sahip bulunmuþlardýr. Bilâhare geçmiþ dinlerin bir çok hükümleri        kaldýrýlarak son din olan Ýslâmiyet, bütün insanlýðýn dinî olmak üzere Allah tarafýndan þaný yüce son peygamber olan Hz. Muhammed aleyhisselâm vasýtasýyle       bütün insanlara teblið edilmiþtir. Nitekim Kur'ân'ý Kerîm'de"Þüphesiz Allah katýnda din, Ýslâm dinidir (Al-i Imran 3/193) buyurulmaktadýr.

Binaenaleyh peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed'den itibaren onun tebliðleri doðrultusunda Allah Teâlâya, âhiret gününe diðer dinî esaslara Ýman eden ve namaz, oruç gibi salih amellerde bulunan insanlar, hangi bir kavme, hangi bir ýrka mensup bulunmuþ olurlarsa olsunlar artýk selâmettedirler, onlar için ahiretle ilgili bir korku, bir hüzün ve keder yoktur. Onlar ilâhî lutfa aday bulunmaktadýrlar.

§ Yahudiler vaktiyle Hz. Musa'nýn dinine girmiþ kimselerdir. Rivayete göre Yakup aleyhisselâmýn oðullarýndan birinin adý "Yahuda" imiþ, bilâhare Ýsrail oðularý bu isme nisbetle Yahudi adýný almýþlardýr. Bunlar bilâhare Hz. Musa'nýn dini adýna bir takým hurafelere tabi olmuþlar, Hz. Isa gibi Hz. Muhammed aleyhimasselâm gibi büyük peygamberleri inkârda bulunmuþlardýr.

S N as ara: Haz ret i Ýsa'nýn ümmetine verilmiþ bir isimdir. Bunlar Hz. Ýsa'ya yardým ettikleri veya "nasýra" denilen kasabada Hz. Isa ile beraber bulunduklarý için bu ismi almýþlardýr. Dinlerine "nesraniyyet" (Hiristiyanlýk) denilmiþtir. Bunlar da bilâhare bir çok mezheplere ayrýlmýþ, Hz. Ýsa'nýn asýl tebliðlerine muhalif itîkatlarda bulunmuþlardýr.

§ S ab i e; Hz. Nuh'un veya Hz. Ýbrahim'in dinî üzerine bulunmuþ kimselerdir. Bir görüþe göre bunlar meleklere veya yýldýzlara tapan bir guruptur.

Velhasýl: Bütün bu milletler, bu guruplar yanlýþ ve küfür dolu inançlarýný harekelerini býrakýr da Cenâb-ý Hakka layýk þekilde, þartlarý dahilinde Ýman etmiþ olurlarsa hidayete ermiþ, korkudan, hüzün ve kederden emin bulunmuþ olurlar. Ýþte insanlýk için en yüce gaye bundan ibarettir.

 

 

 

 

63. Haný bir vakitte misakýnýzý almýþ. Turu da üzerinize kaldýrmýþ size verdiðimizi kuvvetle tutunuz, onda olaný zîkreyleyiniz ki, korunmuþ olabilesiniz, demiþtik.

63. Bu mübarek ayetlerde Beni Ýsrail'in geçmiþ zamanlardaki kötü hareketlerini ve bir mucize olarak Tur daðýnýn üzerlerine kalkýp düþecek bir vazýyet almýþ olduðunu bununla beraber haklarýnda ilâhî rahmet eseri olarak bir takým felâketlerden kurtulmuþ olduklarýný hatýrlatýyor. Þöyle ki: Ey Ýsrail oðullarý!.. (Hani bir vakitte) ecdadýnýzýn zamanýnda Musa aleyhisselâma tabi olup Tevrat ile amel etmeniz için sizden, sizin ecdadýnýzdan söz ve (misakýnýzý almýþ, turu da üzerinize kaldýrmýþ) size bu kudret harikasýný göstermiþtik. Ve (size verdiðimizi) Tevrat kitabýný (kuvvetle tutunuz) tam bir gayret ve kuvvetle tutarak hükümlerine uyunuz. (Onda olaný) onunu bildirdiði hükümleri (zîkreyleyiniz) hatýrlayýnýz ve tefekkür eyleyiniz (ki korunmuþ) o sayede hem korunmuþ hem de, kendinizi korumuþ (olabilesiniz.. demiþtik.) Ne yazýk ki bir rahmet eseri olan böyle kutsi bir uyarýya riayet edilmemiþtir.

 

 

 

64. Sonra o misakýn ardýndan yüz çevirdiniz.. Eðer  üzerinize Allah Teâlâ'nýn fazi ve rahmeti olmasaydý elbette hüsrana uðrayanlardan olurdunuz.

64.  Ey Ýsrail oðullarý!.. (Sonra) siz ÝOJ söz ve ýmisakýn ardýndan) ona uymadýnýz, ondan lyüz çevirdiniz.) T anlý; yollar takibine baþladýnýz. (Eðer üzerinize Allah Teâlâ'nýn lütuf ve keremi) koruma ve himayesi (olmasa idî e! bette) büsbütün (hüsrana uðrayanlardan olurdunuz.) Tamamen mahv ve periþan olur giderdiniz. Artýk uyanýn, kaybedilen þeyleri telâfi etmeye çalýþýn.

§ Bu Tur hadisesi; bir harikadýr, bir mucizedir. Mübarek peygamberlerin ellerindi halkýn Ýman etmeleri için bir nice mucizeler meydana gelmiþtir. Bu mucizeleri gördük ten sonra güzel bir tefekkür ve kanaat neticesinde ortaya çýkacak bir Ýman, sahihtir Zora dayalý bir Ýman deðildir. Ýþte Tur'un kaldýrýlmasý harikasý da böyledir. Bunu görenlerin imaný da, zorlamaya dayanan bir Ýman sayýlamaz ki makbul olmamýþ olsun.

§ Bu Tur'un kaldýrýlmasý Allah'ýn kudreti karþýsýnda imkânsýz görülemez. Üstünde yaþadýðýmýz yer yüzü bir yere dayanmaksýzýn havada dönüp durmaktadýr Üzerimizdeki gök kubbesinde güneþ, ay ve yýldýz denilen binlerce kürenin fezada dönüp durduðu da fen ve his yoluyla sabittir. O halde Allah'ýn kudretiyle bir dað parçasýnýn yerden ayrýlarak bir müddet hava sahasýnda dönüp durmasý nasýl imkânsýz görülebilir? Böyle bir hâdise, insanlýk için bir uyarý vasýtasýdýr, bir mucize örneðidir.

§ Bu ayeti kerimedeki "Tur" dan maksat, bilinen Turi sinadýr. Bir kavle göre de dað þeklinde görülen diðer bir hava olayýdýr. Araf süresindeki (171) inci ayeti kerimenin izahýna da bakýnýz.

 

 

 

 

65. And olsun ki, sizler içinizden cumartesi gününde haddi aþanlarý elbette bilmiþsinizdir. Biz de onlara sefil, hakir maymunlar olunuz, demiþtik.

65.  Bu mübarek ayetler de vaktiyle Ýsrail oðullarý arasýnda Allah'ýn emrine muhalefet edenlerin bu yüzden uðramýþ olduklarý müthiþ sonlarýný bildirmektedir. Bu acý verici sonucun bir ibret ve nasihat vesilesi olduðunu beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ey Ýsrail oðullarý!.. (Andolsun ki sizler içinizden cumartesi gününde haddi aþanlarý) kendilerine yasak edilen avlanmaya karþý cür'et gösterip durmuþ olanlarý (elbette bilmiþsinizdir.) Bu bir tarihî hakikattir, milletInlzce bilinmektedir. (Biz de onlara) böyle haddi aþanlara (sefil, hakir maymunlar olunuz demiþtik.) Onlar da hemen maymun olmuþlardý. Ýþte ilâhî emre karþý gelmenin cezasý. Artýk bu gibi korkunç cezalara tutulmamak için Cenâb-ý Hakkýn emirlerine karþý gelmekten sizlerin de kaçýnmanýz lâzým deðil midir?

 

 

 

 

66. Artýk bunu o zamandakilere ve ondan sonrakilere bir ibret, korunanlar için de bir nasihat kýldýk.

66. (Artýk bunu) bu cezayý, yani: Cumartesi gününün haramlýðýný tanýmayan bir gurubun öyle bir cezaya uðrayýþýný (o zamandakilere) o hadiseyi görenlere (ve ondan sonrakilere) bilâhare vücude gelip bu tarihi hâdiseden haberdar olanlara (bir ibret) kýldýk. Bu fevkalâde hâdise, bütün insanlar için bir ibret vesilesidir. Ve bunu (korunanlar için de bir nasihat kýldýk.) Bundan asýl istifâde edecek olanlar da gerçekten korunmuþ olanlardýr.

§      Bilinmektedir ki: Yahudiler vaktiyle cumartesi gününe saygý göstermekle o gün dünya ile ilgili Ýþlerini býrakýp ibâdet ve itaatte bulunmakla mükellef kýlýnmýþlardý. Alý; veriþle, avlanma ile uðraþmalarý dini yönden yasak idi. Halbuki bunlardan "Ýle" kasabasý ahalisi bu güne asla riâyet etmiyorlardý. O günde aralýksýz balýk avlamakla meþgul bulunuyorlardý, Ýþte bunlara "maymun olunuz" ilâhî emri tecelli etmiþ, hepsi de derhal maymun kesilmiþti. Bu hadiseyi Yahudiler bilirler. Evet... Bu ceza Allah'ýn emrine karþý gelmenin bir cezasý idi. Ve bütün insanlýk için bir ibret ve uyarý vesilesi idi. Allah'ýn kudreti karþýsýnda böyle bir trajedinin meydana gelmesi Ýmkânsýz deðildir.

Binaenaleyh tefsircilerin çoðunluðuna göre bu maymunluða dönüþme iþi, hakikaten vaki olmuþtur. Bazý zatlara göre ise o kavmin maymun kesilmesi, þeklen deðil, ruhen idi. Onlar insaniyet þerefini kaybetmiþ ahlâk ve davranýþ yönünden maymun kesilmiþlerdi. Fakat kuvvetli bir delil bulunmadýkça bu gibi dinî metinleri, dýþ anlamlarýna ters düþecek þekilde yorumlamak doðru görülemez.

S ile; Medine-i münevvere ile Turi sina arasýndaki bir deniz sahilinde bulunan bir kasabadýr.

 

 

 

 

67. Bir vakitte Musa -aleyhisselâm- kavmine dedi ki: Allah Teâlâ bir sýðýr boðazlamanýzý size muhakkak emrediyor. Dediler ki: Sen bizimle alay mý ediyorsun? -Musa aleyhisselâm da- dedi ki: Ben cahillerden olmaktan Allah Teâlâ'va sýðýnýrým.

67.     Bu mübarek ayetler de Ýsrail Oðullarýnýn ruh hallerini gösteriyor, onlarýn aldýklarý dinî emirlere karþý ne kadar tereddütlü ve inatçý olduklarýný bildirmektedir. Söyle ki: (Bir vakitte Musa) aleyhisselâm aldýðý bir ilâhî vahiy sebebiyle (kavmine) hitaben (dedi ki: Allah Teâlâ bir sýðýr) hayvaný (boðazlamanýzý size muhakkak emrediyor.)         Onlar da bu emre hemen uyacaklarý yerde itiraza baþladýlar da (dediler ki) Ya Musa! (Sen bizimle alay mý ediyorsun?) Onlar Hz. Musa'ya yalan isnat etmiþler, onun Cenâb-ý Hak adýna emrettiði bir vazifeyi bir alay sanarak "Sen bizimle alay mý ediyorsun" demiþlerdi. Musa aleyhisselâm da kendisini müdafaa etmiþ, alayýn cahilce bir hareket olup peygamberliðin þanýna layýk olmadýðýna iþaret için (dedi ki: ben cahillerden olmaktan Allah Teâlâ'ya sýðýnýrým.) Size bu emrettiðim, bir ilâhî vahye dayanmaktadýr.

 

 

 

 

 

68.        Dediler ki: Bizim için rabbine dua et, o sýðýrýn ne olduðunu bize bildirsin. Dedi ki: Cenab'ý Hak buyuruyor. O bir sýðýrdýr ki, ne pek yaþlýdýr ne de pek gençtir, iki ortasý dinç bir sýðýrdýr. Artýk emrolunduðunuz iþi yapýnýz.

68.         Ýsrail oðullarý, Hz. Musa'nýn bu uyansý üzerine aðýz deðiþtirerek (dediler ki: Bizim için) bizim hakîkatten haberdar olmamýz için (rabbine dua et o sýðýrýn ne olduðunu) ne gibi bir vasýf ve tavýrda bulunduðunu (bize bildirsin.) Hz. Musa da aldýðý bir ilâhî vahye dayanarak (dedî ki Cenab'ý Hak buyuruyor, o bir sýðýrdýr ki ne pek yaþlýdýr, ne de pek gençtir. Ýkisi ortasý bir dinç sýðýrdýr.t Binaenaleyh böyle bir sýðýr bularak boðazlayýnýz, emrolunan þeyi yerine getiriniz. Fakat yine onlar suallerine devam ettiler.

 

 

 

 

69.          Dediler ki: Bizim için rabbine dua et onun rengi nedir. Bize açýklasýn. Dedi ki: Muhakkak o buyuruyor ki: O sarý renkte bir sýðýrdýr. Onun rengi tam sarýdýr. Kendisine bakanlarý sevindirir.

69. Bu mübarek ayetler, bir cinayetin harikulade bir suretle meydana çýkarýlmasý için Ýsrail oðullarýnýn kendilerine teklif edilen bir husus hakkýnda tekrar tekrar açýklama  isteðinde  bulunmuþ  olduklarýný  bildirmektedir. Ve  bu teklif edilen  hususun  bir alay için  deðil,  bir hikmet,  bir ilâhî emir gereði  olduðu  kendilerinceanlaþýlýnca aðýz deðiþtirdiklerini beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ýsrail oðullarý (dediler ki:) Ya Musa (bizim için rabbine dua et) istirhamda bulun. (Onun) o boðazlayacaðýmýz sýðýrýn (rengi nedir) onun ne renkte olduðunu (bize açýklasýn) onu tamamen anlayalým. Hz. Musa da onlara cevaben: (Dedi ki: Muhakkak o) Rabbim (buyuruyor ki: O sarý renkte bir sýðýrdýr.) Onun rengine baþka bir renk karýþmamýþtýr. (Onun rengi tam sarýdýr.) Öyle ki; O (kendisine bakanlarý sevindirir.) Memnun eder, neþeler içinde býrakýr.

 

 

 

70. Dediler ki: Rabbine dua et bize açýkça bildirsin. Þüphe yok ki o sýðýr bize karýþýk geldi. Ve þüphesiz ki Allah Teâlâ dilerse biz elbette hidâyete ermiþler oluruz.

70.    Ýsrail oðullarý aldýklarý bu bilgilerle yetinmediler. (Dediler ki:) Ya Musa (Rabbine dua et bize açýkça bildirsin) o sýðýrýn nasýl olduðunu anlayalým, biri birine benzeyen bir çok sýðýr hayvaný vardýr. (Þüphe yok ki o sýðýr bize karýþýk geldi) Bunun açýklýða kavuþturulmasýný arzu etmekteyiz. (Ve þüphesiz ki Allah Teâlâ dilerse biz elbette hidâyete ermiþler oluruz.) Yani bizler inþaallah bu sýðýrýn nasýl olduðunu tamamen öðrenir, onu keserek Allah'ýn emrini yerine getirmiþ ve hidâyete ermiþ oluruz.

§ Ýsrail oðullarýnýn böyle "Ýnþaallah" demeleri Ýmdatlarýna yetiþmiþ, Ýstenen sýðýrý bulup em re dildi ki eri vazîfeyi yerine getirmiþlerdir.

 

Þöyle ki:

 

 

 

 

71.     Dedi ki; O buyuruyor ki: O muhakkak bir sýðardýr ki zillete uðramamýþtýr. Ne tarla sürmeðe, ne de ekin sulamada alýþtýrýlmamýþtýr. Bütün kusurlardan uzaktýr. Onda renk karýþýklýðý yoktur, tam sarýdýr. Dediler ki: Ýþte þimdi hakikati getirdin. Hemen onu -o sýðýrý bulup- boðazladýlar. Halbuki -bunu- yapmaða asla yaklaþmýyorlardý.

71. Musa aleyhisselâm onlara ýDedi ki: O) Yüce Yaratýcý (buyuruyor ki: O muhakkak) öyle (bir sýðýrdýr ki zillete uðramamýþtýr.) O zelûl = hakarete, meþakkate maruz kalmýþ deðildir. O (ne tarla sürmeðe, ne de ekin sulamaða alýþtýrýlmamýþtýr.) Onda bir leke yoktur. (Bütün kusurlardan uzaktýr.) Böyle müstesna bir hayvandýr. (Onda renk karýþýklýðý yoktur, tam sarýdýr.) Bunun üzerine Ýsrail oðullarý tam bilgi sahibi oldular. Ve Hz. Musa'ya hitaben (dediler ki:

Ýþte þimdi hakikati getirdin.) gerçek olaný emrolunan þeyin tam mahiyetini getirip bize haber verdin ve (hemen onu) o emrolunduklarý sýðýrý bulup (boðazladýlar) emre uymuþ oldular. (Halbuki) bu emrolduklarý þeyi evvelce (yapmaða asla yaklaþmýyorlardý.) Nihayet bunu yerine getirmeye muvaffak olmuþlardýr.

§ Bu mübarek ayetlerde iþaret vardýr ki bir ilâhî emre hemen yapýþmamak, lüzumsuz suallerle açýklama isteðinde bulunmak, sorumluluðu artýrýr ve bazen hoþ olmayan neticelere sebebiyet verir, Eðer Ýsrail oðullarý Ýlk emre uyarak her hangi bir sýðýrý = bakarayý kesecek olsalardý baþka sorumlulukla karþý karþýya kalmazlardý.

§ Müfessirlerin izahýna göre bu sýðýr = bakara bir çok araþtýrmalar neticesinde bulunmuþ, bir çok bedel karþýlýðýnda da ancak temin edilebilmiþti. Þöyle ki: Bu sýðýr, bir yetimin malý imiþ, ihtiyar, salih pederi kendisinden sonra oðlu için yaþam vasýtasý olmak için bu sýðýn bir ormana salmýþ, yarabbi! Bunu oðlum için sana emânet veriyorum, sen bunu muhafaza buyur diye dua etmiþ, bu sýðýr ormanda korunmuþ, çocuk da olgunluk çaðýna ermiþ, bunun ardýndan Ýsrail oðullarý aradýklarý vasýflarý ancak bu hayvanda bulmuþlar ve bunu o yetimden büyük bir para karþýlýðýnda alýp kesmiþlerdir.

 

 

 

72. Ve yine hatýrlayýnýz ki: Siz bir þahsý öldürmüþtünüz, sonra bunda çekiþmeye kalkýþtýnýz. Allah Teâlâ ise sizin gizlediðiniz þeyi -meydana- çýkarýcýdýr.

72.   Bu mübarek ayetler de Ýsrail oðullarýna bir garîb tarihî olaylarýný hatýrlatýyor. Allah'ýn kudreti ile ne harikalarýn meydana gelebileceðini bütün insanlýða bildiriyor. Herkesi güzelce ve akýllýca düþünmeðe davet buyuruyor. Þöyle ki: Ey Ýsrail oðullarý!.. (Ve yine hatýrlayýnýz ki) ýrkýnýza âid tarihî mühim bir olayý da düþünüp ibret alýnýz ki (bir þahsý öldürmüþ idiniz.) Yani sizin ýrkýnýzdan bazý kimseler bir þahsý öldürmüþlerdi. O katiller ise meçhuldü. (Sonra bunda) bu katil hâdisesinde müdafaaya ve (çekiþmeye kalkýþtýnýz) Bu cinayeti meydana çýkarmak istemiyordunuz. (Allah Teâlâ ise sizin gizlediðiniz þeyi) meydana (çýkarýcýdýr.) Nitekim de çýkarmýþtýr.

§ Tefsirlerde açýklandýðý üzere Beni Ýsrail zenginlerinden bir þahsýn bir oðlu ile iki yeðeni varmýþ. Bu iki kardeþ, amcalarýnýn vefatýnda malý kendilerine kalsýn diye onun o bir tek oðlunu gizlice öldürmüþler. Cesedini de götürüp halkýn her gün toplanacaklarý bir yere atmýþlar. Sonra da bir çok yapma þamatalar kopararak katilin bulunup meydana çýkarýlmasýný istiyorlar, bu yüzden aralarýnda büyük çekiþmeler oluyor. Bir çok araþtýrmalar yapýlýyorsa da katiller bulunamýyor. Nihayet alýnan ilâhî bir emir sayesinde katiller anlaþýlýyor.

§ iddira: Lügatte; müdafaa, düþmanlýk besleme ve çekiþme demektir. Bir cinayetin vukuunu bazý kimselerin birbirine isnat etmeleri bir iddira'dýr.

 

 

 

 

73.       Ýmdi dedik ki: Onun -Boðazlayacaðýnýz sýðýrýn- bazý parçasýný o öldürülen kiþiye vurunuz. Ýþte Allah Teâlâ ölüleri böyle diriltir ve sizlere ayetlerini gösterir. Gerektir ki akýllýca düþünesiniz.

73. (Ýmdi dedik ki:) yani yapýlan cinayetin meydana çýkarýlmasý için Hz. Musa'ya vah ip yoluyla bildirdik ki (onun» boðazlayacaðýnýz sýðýrýn (bazý parçasýný o öldürülen kiþiye vurunuz) onlar da vurdular. Öldürülen þahýs Allah'ýn kudreti ile yeniden dirildi, kendisini öldürenlerin amcaoðullarý olduðunu bildirdi. Bunun ardýndan yine ruhunu teslim ederek vefat etti. Ýþte bu, bir kudret delilidir. (Ýþte Allah Teâlâ) diðer ölüleri de (böyle) kudretiyle (diriltir) hayat sahasýna çýkarýr. (Ve sizlere ayetlerini gösterir.) Bütün insanlýða vakit vakit böyle kudret ve yüceliðine delâlet ve þahadet eden harikalar! yaratýr. Artýk ey insanlar! (Gerektir ki, akýllýca düþünesiniz.) Hasn ve neþri, âhiret hayatýný inkâra cüret etmeyesiniz. Kanlatýn Yaratýcýsý bütün bunlara her bakýmdan kadirdir, inancýmýz, tamdýr.

§ Bakar ve bakara: Erkek olsun, diþi olsun mutlaka sýðýr hayvaný demektir. Bunlarýn erkeðine öküz, diþisine de inek denir. Kur'ân'ý Kerîm'de beyan olunan bakara hadisesi bir takým iþaretleri, hikmetleri içine almaktadýr. Yalnýz zikredilen maktulün diriltilerek katillerini haber vermesi için deðildir. Belki bundan baþka daha nice þeylere iþareti kapsamaktadýr. Kýsaca, bu sýðýrýn boðazlanmasý evvelâ: Ýsrail oðullarýnýn ruh hallerini peygamberlerinin emirlerine karþý ne kadar tereddütlü bir þekilde hareket etmiþ olduklarýný gösterir. Ýkincisi: Bu muamele, Allah'ýn emri üzerine bir kurban kesilmesi þeklinde gerçekleþmiþtir. Üçüncüsü: Allah'a emanet verilen çocuklar ve torunlarýn ilâhî koruma altýnda olacaklarýna bir iþareti kapsamaktadýr.

Dördüncüsü: ölmüþ bir þahsýn ilâhî kudrette tekrar hayat bulacaðýna açýkça bir alâmet ve þehâdeti içine almaktadýr. Beþincisi: Ýnþallah deyip muvaffakiyeti Cenâb-ý Haktan bilenlerin iþlerinde muvaffak olacaklarýna dâir bir iþaret taþýmaktadýr. Altýncýsý: Þahsî ve gayri meþru menfaatleri için baþkalarýnýn zararýna hareket edenlerin er geç anlaþýlýp meydana çýkacaklarýna bir delildir.

§ Bakara kýssasý, iþbu (73) üncü ayeti celileyle tamam olmuþtur.

 

 

 

 

 

74. Sonra onun ardýndan kalpleriniz katýlaþtý. O kalpler taþlar gibidir. Veya katýlýkça daha þiddetlidir. Ve þüphesiz taþlardan öylesi vardýr ki ondan ýrmaklar kaynar. Ve yine þüphe yok taþlardan öylesi vardýr ki yarýlýr, kendisinden su çýkar. Ve yine þüphe yok taþlardan öylesi vardýr ki, Allah korkusundan aþaðýya düþüverir. Allah Teâlâ ise sizin yaptýklarýnýzdan asla gafil deðildir.


74. Bu ayeti kerime de Ýsrail oðullarýnýn taþlardan daha katý olan ruhi sertliklerini tasvir ediyor. Ve onlar için bir tehdid mahiyetinde bulunmaktadýr. Þöyle ki: Ey Ýsrail oðullarý!.. O maktulün ilâhî kudrette nasýl dirildiðini gördükten (sonra) uyanmalý deðil miydiniz? Halbuki (onun) o Allah'ýn kudretine þehâdet eden harikayi (ardýndan kalpleriniz katýlaþtý.) Daha ziyâde sertleþti. Bu harikadan ibret alýp uyanmadýnýz. Çünkü (o kalpler taþlar gibidir) kolay kolay ibret alamazlar. (Veya katýlýkça daha þiddetlidir.) daha ziyâde katýdýr, serttir (Ve þüphe yok taþlardan öylesi vardýr ki) yarýlýr (ondan ýrmaklar kaynar.) Nehirler meydana gelir. (Ve yine þüphesiz taþlardan öylesi vardýr ki yarýlýr, kendisinden su çýkar.) Gözeler, sular meydana atýlýr. (Ve yine þüphe yok taþlardan öylesi vardýr ki Allah korkusundan aþaðýya düþüverir.) Kainatý Yaratanýn emir ve iradesine göre daðlarýn tepelerinden aþaðýya iniverir. Sizler ise ilâhî emirleri yerine getirmiyorsunuz. (Allah Teâlâ ise sizin yaptýklarýnýzdan, asla gafil deðildir) Elbette sizi bu hareketinizin cezasýna er geç kavuþturacaktýr.

§ Bu ayeti kerime, gösteriyor ki bütün kâinat Allah'ýn hükmüne tabidir. Bütün cansýz varlýklar ve hayvanlar da Allah'ý tanýma þerefine ermiþler ve Yüce varlýðýn iradesine    boyun   eðmiþlerdir.   Onlarýn   da   kendilerine   göre   ibâdetleri,   teþbihleri   vardýr.   Nitekim   bir   ayeti     "O'nu övgü ile teþbih etmeyen hiçbir þey yoktur." llsra 17/44) buyurulmuþtur. Diðer bir ayeti kerimede de "Allah Teâlâ'ya göklerde ve yerde

bulunanlarýn güneþ ile ayýn ve diðerlerinin secde ettikleri" zikredilmiþtir. Þu kadar var ki bu teþbihlerin, bu ibâdetlerin ne þekilde olduðunu biz bilemeyiz. Biz bunu Allah'ýn bilgisine havale ederiz.

 

 

 

 

75. Artýk sizin için onlarýn îman edip inanacaklarýný ümit eder m i-sin iz? Onlardan muhakkak bir gurup vardýr ki Allah'ýn kelâmýný iþitirler de onu akýllarý ile anladýktan sonra deðiþtirmeye kalkýþýrlar. Halbuki onlar bilirler.

75. Bu ayeti celile; Ýsrail oðullarýnýn Islâmiyete ve Allah'ýn kelâmýna karþý olan cüretlerini bildirmektedir. Þöyle ki: Asrý saadetle müslümanlar, bütün insanlýðýn hakikî bir dine, Islâmiyete kavuþup kurtuluþa ermelerini bir fazilet dininin eseri olarak arzu ederlerdi, kendilerine Ýslâm dinine girmelerini tavsiyede bulunurlardý. Halbuki Yahudilerden bir çoklarý inatçý bir þekilde veya münafýkça bir vaziyet alýr Ýslâmiyetî kabule yanaþmazlardý. Ýþte bu ayeti kerime onlarýn bu halini þöylece beyan buyuruyor:

Ey müminler!.. (Artýk sizin için onlarýn) o Yahudilerin (Ýman edîp inanacaklarýný ümit eder misiniz?) onlar ne inatçý kimselerdir. Hattâ (onlardan bir gurup vardýr ki) bile bile sapýklýklarýnda ýsrar eder dururlar. (Allah'ýn kelâmýný iþitirler de onu) o kendilerine teblið edilen ilâhî sözlerin yüceliðini, gerçekliðini (akýllarýyle anladýktan sonra)     yine cüret ederek (deðiþtirmeye kalkýþýrlar) Yani Allah Teâlâ'nýn kelâmý olan Tevratý iþitir, dinlerler, içindekileri anlarlar da sonra onu deðiþtirmeye çalýþýrlar. Evet... Onlar Tevrat'ta peygamber efendimizin vasýflarýný görüp okurlar da bunu örtbas eder, deðiþtirmeye cüret gösterirler. Tâki baþkalarý bunu anlayýp Islâmiyeti kabul etmesinler. (Halbuki onlar) böyle bir cürette bulunanlar, bu kötü hareketlerini (bilerler) buna raðmen yine bundan vaz geçmezler. Artýk bunlarýn müslümanlarý tasdik etmeleri yüceltmeleri nasýl ümit edilebilir?

Diðer bir görüþe göre Yahudilerden 70 kadar kimse Tun sinada Hz. Musa'nýn, nail olduðu ilâhî konuþmayý iþittikden sonra onun mealine aykýrý iddialarda bulunmuþlar, Cenâb-ý Hakkýn: Þu vazifeleri dilerseniz yapýnýz ve dilerseniz terk ediniz" dediðini gerçeðe aykýrý olarak iddiaya cüret göstermiþlerdi. Ýþte bu ayeti kerime, buna da iþaret etmektedir.

 

 

 

 

 

76.    Onlar, müminlerle karþýlaþtýklarý zaman biz de îman ettik derler. Ve bunlarýn bazýlarý diðer bazýlarý ile tenha kalýnca da derler ki: Allah'ýn size açtýðýný o müslümanlara haber verir misiniz, ki onunla rabbiniz katýnda size karþý delil getirsinler. Sizin buna aklýnýz ermiyor mu?

76.Bu ayeti kerime müslümanlara karþý münafýkça hareket eden bir kýsým Yahudiler ile kendi bilgilerini açýklayan diðer bir kýsým Yahudilerin hallerini bildirmektedir. Þöyle ki: (Onlar, mü'minlerle karþýlaþtýklarý zaman) yani: Asrý saadetteki Yahudilerin münafýklarý müslümanlar ile görüþtükleri vakit (bîz de Ýman ettik derler.) Yani: Biz de müslümanlýðý kabul ettik, siz hak üzeresiniz, peygamberiniz de, geliþi Tevrat'ta müjdelenmiþ olan zattýr, diye itirafta bulunurlar. (Bunlardan bâzýlarý dîger bâzýlarý Ýle tenha kalýnca da) bunlardan Kab ibni Eþref gibi baþta gelenleri o münafýklara hitaben (derler ki Allah'ýn size açtýðýný) yani: Hz. Muhammed'in vasýflarýna dâir Tevrat'ta haber verdiðini (o müslümanlara haber verirmisiniz ki, onunla rabbiniz katýnda size karþý delil getirsinler) Sizinle karþýlýklý düþmanlýkta bulunsunlar, sizi kendi ifâdelerinizle sustursunlar. Onlara tabi olmadýðýnýzdan dolayý sizi itham eylesinler. (Sizin buna aklýnýz ermiyor mu?) Bu sözlerinizin aleyhinizde bir delil olacaðýný neden düþünmüyorsunuz?

§ Diðer bir yoruma göre müslümanlara hitaptýr. Bu takdirde buyurulmuþ oluyor ki: Ey müslümanlar!.. Onlarýn imana gelmelerini nasýl ümit ediyorsunuz. Onlarýn hallerini, düþmanlýklarýn! inatçýlýklarýný bilip düþünemiyor musunuz? Artýk öyle bir ümide yer yok.

 

 

 

 

 

 

77.  Bilmiyorlar mý ki Allah T e âlâ þüphesiz onlarýn sakladýklarýný da, açýða vurduklarýný da bilir.

77.   Bu ayeti celile münafýklarýn ne kadar cahilce hareket ettiklerini kötülemektedir. Þöyle ki: O münafýklar ve onlarý kýnamayan kâfirler (bilmiyorlar mý ki Allah Teâlâ þüphesiz onlarýn sakladýklarýný da açýða vurduklarýný da) tamamen (bilir.) Evet Yüce Allah onlarýn küfürlerim de imanlarýný da bilir. Ve Tevrat kitabýnda onlara bildirilmiþ olduðu þeyleri, kýsaca peygamberin vasýflarýný gizleyip aksini iddia eylediklerini ve kendi kanaatlerini saklamayýp meydana koyduklarýný da tamamen bilir. Artýk bu çirkin hareketlerinin cezasýný görmeyecekler mi sanýyorlar? Heyhat!.. Onlar, sakladýklarý hakikatleri Kur'ân-ý Kerîm'in müslümanlara haber vereceðini de düþünmelidirler.

 

 

 

 

 

 

 

 

78. Ve onlardan bâzýlarý da ü m midirler. Kitabi bilmezdirler. Ancak bir takým batýl þeyleri bilirler. Ve onlar yalnýz zanneder dururlar.

78.   (Ve onlardan) Ýsrail oðullarýndan 'bâzýlarý da) bir takým þahýslar da vardýr ki (ümmidirlert okuyup yazmak bilmezler. (Kitabý) de Tevrat kitabýný da (bilmezleri onuniçeriðinden habersizdirler. Onlar (ancak bir takým batýl) faydasýz, hayali þeyleri (bilirler.) Hakikatlerden haberleri yoktur. (Ve onlar zanneder dururlar) uydurma ve isteklerine ait þeylerle yetinirler. Artýk bu gibi cahilce hallerden kaçýnmalý deðil midirler?

§ Bu ayeti kerimede Tevrat'ýn sonradan bir takým deðiþikliðe uðradýðýna iþaret vardýr.

§ Ümmî; okuyup yazmak bilmeyen bir kimse demektir. Cemi: Ümmiyyundur. Bu, henüz anasýndan doðmuþ, bir þey bilmez bir çocuk gibi sayýldýðýndan "ana" mânasýna olan ümme nisbet edilmiþtir.

 

 

 

 

 

79. Ýmdi yazýklar olsun o kimselere ki, kitabý elleriyle yazarlar da sonra bununla az bir behâ satýn almak için "bu Allah tarafýn d an d ir" derler. Artýk yazýklar olsun onlara o ellerinin yazmýþ olduðu þeylerden dolayý. Ve yazýklar olsun onlara o kazanmýþ olduklarý þeylerden dolayý.

79.   Bu ayeti celile kendi uydurma yazýlarýna ilâhî bir kýymet vererek dünyaya ait bir menfaat teminine çalýþanlarý kötülemekte ve onlarýn helake uðrayacaklarýný ihtar etmektedir. Þöyle ki: (Ýmdi yazýklar olsun) yani acýtýcý bir azap veya cehennemdeki bir vadi (o kimselere ki) onlar uydurma (kitabý elleriyle yazarlar da) kendi taraflarýndan hazýrlar, bununla halký aldatmak isterler de (sonra bununla) bu yazdýklarý asýlsýz þeyler ile (az bir baha satýn almak) yani: mukabilinde âdi, geçici bir menfaat temin etmek (için bu) yazýlan þey (Allah tarafýndan) bir semavî kitabtýr. (derler.) Bu ne kadar büyük cüret, hakikate muhalefet!.. Artýk (Yazýklar olsun onlara) öyle iddiada bulunanlara. (O ellerinin yazmýþ olduðu þeylerden dolayý.) Bu yüzden ne büyük azaba uðrayacaklardýr. (Ve yazýklar olsun onlara o kazanmýþ olduklarý þeylerden dolayý.) Bu yüzden ne büyük zarar ve ziyana uðrayacaklardýr. Evet... Vay bu gibi cahilce hareket edenlerin ve gayri meþru menfaatler peþinde koþanlarýn hallerine.

§ Eski kavimlerden bazýlarý özellikle Yahudiler, kendi kuruntularýna göre bazý þeyler yazmýþlar, bunlara bir ilâhî kitab süsü vermek istemiþlerdir. Kýsacasý Tevrat'ta peygamberimizin vasýflarýný ve recm ayetini deðiþtirmiþlerdir. Maksatlarýný kabul ettirmek için bu yazdýklarý þeylerin Allah katýndan gönderildiðini iddiada bulunmuþlardýr. Böyle bir hareket ise Cenab'ý Hakka karþý bir iftiradýr. Böyle hakikate, diyanete muhalif, yazýlarý vasýtasiyle elde edecekleri kazançlarý ise ne kadar maddi yönden çok olsa da haddizatýnda onlarýn hiç bir kýymeti yoktur, bilâkis felâketlerine sebeptir. Çünkü o cüretlerinden dolayý ebedî saadetten, ahirete dair mükafatlardan ebediyyen mahrum ve azaba uðramýþ olacaklardýr. Artýk insan böyle bir alçaklýða, cinayete nasýl cüret edebilir!.. Ýþte bu ayeti kerime onlarýn helake, azaba ebediyyen yakalanmýþ olacaklarýný hatýrlatýp durmaktadýr. Yazýklar olsun o gibi cahilce cüretlere devam edenlere.

 

 

 

 

 

80.     Ve dediler ki: Bizlere bir kaç sayýlý günden baþka cehennem ateþi temas etmeyecektir. De ki: Siz Allah'ýn huzurunda bir ahid mi aldýnýz? Elbet de Allah Teâlâ dönmez. Yoksa bilmeyeceðiniz bir þeyi Cenab'ý Hakka isnad edip söylüyor musunuz?

80. Bu mübarek ayetler; Ýsrail oðullarýnýn gerçeðe aykýrý iddialarýný reddetmektedir. Küfür içinde ölüp gidenlerin, ebediyyen azap göreceklerini hatýrlatmaktadýr, Ýmân ve iyi hal ile vasýflanan zatlarýnda ebediyyen cennetlerde kalacaklarýný müjdelemektedir. Þöyle ki: Ýsrail oðullarýna Ýslâmiyeti kabul etmeleri, aksi takdirde ebediyyen azap görecekleri hatýrlatýlýnca bunu inkâr ettiler. (Ve dediler ki: bizlere bir kaç sayýlý günden baþka cehennem ateþi temas etmeyecektir.) Bizim cehennemde kalacaðýmýz       nihayet bir kaç günle sýnýrlý bulunacaktýr. Cenâb-ý Hak ise onlarý yalanlamak için buyuruyor ki: Rasûlumü onlara (de ki: siz Allah'ýn huzurunda) katýnda (bir ahid mi aldýnýz?) bir söz mü aldýnýz? (elbette Allah Teâlâ ahdinden dönmez.) Buna inandýk!.. Fakat böyle bir akid neyle sabit. (Yoksa bilmeyeceðiniz bir þeyi Cenâb-ý Hakka isnad edip söylüyor musunuz?) Buna nasýl cesaret edilebilir?

§ Ýsrail oðullarý kendilerini müdafaa için temelsiz bir iddiaya kalkýþmýþlardýr, þöyle ki: Vaktiyle Ýçlerinden bazýlarý 40 gün buzaðýya tapmýþ olduklarý için cehennemde nihayet 40 gün kalacaklarýný söylemiþlerdir. Diðer bir kanaatlerine göre de dünyanýn 7000 sene ömrü olduðundan her bin sene için bir gün cehenneme gireceklerini, bu cihetle cehennemde nihayet 7 gün kalacaklarýný iddia etmiþlerdir. Ýþte bunlarýn bu pek yanlýþ ve boþ iddialarýný Cenâb-ý Hak bu ayeti celilesi ile reddedip çürütmektedir.

 

Ynt: Bakara Suresi By: hafizvuslat Date: 29 Ekim 2009, 20:49:09
81. Hayýr, her kim bir yaramazlýk iþler, günahý da kendisini kuþatýrsa iþte onlar ateþ halkýdýr. Onlar o ateþde ebedî kalacak kimselerdir.


81.         (Hayýr) öyle deðil (her kim bir yaramazlýk iþler) bir günahý yapar durur (günahý da kendisini kuþatýrsa) yaptýðý o günah kendisini her taraftan sararsa (Ýþte onlar ateþ halkýdýrlar.) Ebediyyen cehennem ehlidirler. (Onlar o ateþte) cehennem içinde (ebedî kalacak kimselerdir) oradan asla çýkamayacaklar. Devamlý þekilde azap görüp duracaklardýr. Artýk onlarýn öyle geçici olarak cehennemde kalacaklarýna ait iddialarý asýlsýzdýr. Kendilerinin uydurmasýdýr. Böyle bir vaziyet, böyle cehennemde ebedî kalmak küfür ehline mahsustur. Çünkü bir þahsý her yönden kuþatan, ruhuna ve vicdanýna musallat bulunan günah, küfürden baþka deðildir.

82. îman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise iþte onlar cennet ashabýdýr. Onlar cennette ebedî kalacaklardýr.

82. Kur'âný i erimde hoþ ve mükemmel bir üslûp vardýr. Bir azap ayeti zikredildi mi onun ardýndan bir sevap, bir lûtf ve inayet ayeti de zikredilir. Bu þekilde Cenâb-ý Hakkýn þiddetli azap edici olduðu gibi esirgeyici ve merhametli olduðu da açýklanmýþ olur. Ýþte bu 82 inci âyeti kerime de bu kabildendir. Bunda buyurulmuþ oluyor ki: (Ýman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise) yani: Ýman edilmesi dinen icab eden þeyleri kalben tasdik ve lisânen ikrar eyleyen ve üzerlerine düþen güzel güzel amelleri, vazîfeleri ifaya çalýþan zatlar yok mu (Ýþte onlar ashabý cennettir.) Cennet onlara mahsustur. (Onlar cennette devamlý kalacaklardýr) Cennette ebedî olarak kalacaklardýr. Ne büyük müjde.

Evet... Allah Teâlâ hem azabý þiddetli olan, hem de acýyan ve merhamet edendir. Bu kutsî sýfatlarý elbette tecellî edip duracaktýr. Onun gösterdiði yolu takip edenler onun sonsuz rahmetine kavuþacaklardýr. Onun gösterdiði binlerce delillere ve kanýtlara raðmen onu inkâr ederek veya ona ortak koþarak sapýklýk içinde kalmýþ olanlarda, ebedî bir azaba tutulacaklardýr. Hak Teâlâ'nýn bütün açýklamalarý gerçeðin ta kendisidir. Artýk insanlýk ona göre hayatýný tanzim etmelidir.

 

 

 

 

83. Ve biz bir vakit Ýsrail oðullarýnýn misâkýný almýþtýk ki siz Allah'tan baþkasýna ibâdet etmezsiniz, ananýza babanýza da ihsan -da bulunursunuz- Akrabalara, yetimlere, yoksullara da -ihsan edersiniz- Ve insanlara güzel söz söyleyin. Ve namazý doðruca kýlýn, zekatý da verin. Sonra siz, içinizden pek az müstesna olmak üzere yüz çevirdiniz ve siz halâ yüz çeviren kimselersiniz.

 3. Bu ayeti kerime Ýsrail oðullarýnýn vaktiyle mükellef olup, üstlenmiþ olduklarý dinî hükümlere, vazîfelere ne kadar muhalefette bulunmuþ olduklarýný bildirmektedir. Þöyle ki Hak Teâlâ hazretleri buyuruyor ki (ve biz) yani ben þaný Yüce Yaratýcý (bir vakit) Musa aleyhisselâm zamanýnda Tevrat vasýtasýyla (Ýsrail oðullarýnýn misâkýný) sözünü, teminatýný (almýþtýk ki siz Allah'tan baþkasýna ibâdet etmezsiniz.) Yani yalnýz ona ibâdette bulunun, baþkasýna ibâdet etmeyin. Ondan baþka ibâdet edilecek yoktur. (Ananýza, babanýza da ihsan) da bulunursunuz. Yani bunlara da iyilik edin. (Akrabalara) hýsýmlardan olana da (yetimlere, yoksullara da) iyilikte bulunun. (Ve insanlara güzel söz söyleyin.) Yani halk ile güzelce konuþun, bir birinize iyiliði tavsiye ediniz, hayra yo ne Ýtici öðütler veriniz. Ve sorumlu olduðunuz (namazý doðruca kýlýn.) Rükün ve þartlarýna uyarak kýlýn. Ve üzerinize düþen (zekatý da verin.) Ne yazýk ki bu emirlere uyulmadý. (Sonra siz, içinizden pek azý müstesna olmak üzere yüz çevirdiniz.) Söz ve yemine uymadýnýz, sizden Abdullah ibni Selâm gibi az bir zümre müstesna olmak üzere hepiniz de sözünüzde durmadýnýz. Ýþte sizin tarihî hayatýnýz böyle geçmiþtir. 'Ve) mamafih (siz halâ yüz çeviren kimselersiniz.) Evet... Siz halâ haktan dönen bir kavimsiniz.

§ Bu ayeti kerime, semavî kitaplarýn ne kadar faydalý, insanlýðý yükseltmeye sevkedici hükümler taþýdýklarýný göstermektedir. Ýþte Tevrat'ta da insanlara þu ahlâkî, sosyal, dinî hükümler, vazifeler emir ve tavsiyeler buyrulmuþtur:

1)  Yalnýz Allah Teâlâya ibâdet edilmesi. Evet... Bütün kâinatýn yaratýcýsý, ibâdet edileni birdir. Bütün kudret izleri buna þahittir. Binaenaleyh Allah Teâlâ'dan baþkasýný ilâh tanýyýp ona ibâdette bulunmak en büyük bir sapýklýktýr. Artýk böyle cahilce bir hareketten sakýnýlmasý emrolunmuþtur.

2)    Anaya, babaya ihsan edilmesi: Ana, baba insanýn hayatýna vesiledir. Onlar varlýklarýna sebep olduklarý çocuklarý hakkýnda ne kadar þefkatli, ne kadar fedakârdýrlar. Artýk onlarýn kadrini bilmek, kendilerine hizmette ve yardýmda bulunmak, onlarýn meþru emirlerine riayet eylemek mühim ve insanî bir vazife deðil midir? Ýþte ilâhî dinler insanlarý bu vazife ile mükellef tutmuþtur.

3)         Yakýnlara iyilikte bulunmak: Evet... Akraba, ana ve baba tarafýndan olan hýsýmlar, adeta bir aile teþkil etmiþ olurlar, aralarýnda mühim bir münâsebet, bir sosyal alâka vardýr. Artýk bunlar ile güzelce görüþüp konuþmak, kendilerine iyilikte bulunmak mühim bir vazîfe deðil midir? Ýþte ilâhî dinler bu hususa uyulmasýný da emretmektedir.

4)   Yetimlere yardým edilmesi: Vaktiyle babasýný kaybetmiþ, onun þefkatli bakýþlarýndan, yardýmlarýndan mahrum kalmýþ bir çocuðu düþünelim. Bunun bu vaziyeti, þefkatli bakýþý ve merhameti celbedecek bir halde deðil midir? Artýk bunlara da uygun þekilde yardýmda ve güzel mumelede bulunmak ne kadar insanî bir görevidir. Ýþte mukaddes dinler bu hususa da uyulmasýný Ýnsanlara emretmiþ bulunmaktadýr.

5)         Miskinlere, yani: geçimlerini temin edecek kuvvete ve hiç bir mala malik bulunmayan yoksul kimselere yardým edilmesi: Malumdur ki her yerde, her zamanda bir takým   aciz, periþan insanlar bulunur ki, kendi geçimlerini temin edecek birþeye sahip bulunmazlar. Artýk bunlara hali, vakti yerinde olan hemcinslerinin yardým

etmeleri lâzým deðil midir? Ýþte ilâhî dinler insanlara bu hayýrlý yardýmý da tavsiye buyurmaktadýr.

6ý Bütün insanlar ile güzelce konuþulmasý: Malumdur ki insanlar cins olarak aynýdýrlar, bir Yüce Yaratýcýsýnýn kullarýdýr, aralarýnda sosyal baðlar vardýr. Artýk biri biriyle güzelce, nazikâne konuþmalarý ve aralarýnda bir dayanýþmanýn, bir iyilik severliðin cereyaný gerekmez mi? Hakiki Ýnsaniyet ve medeniyet bu suretle ortaya çýkar. Ýþte semavi dinler insanlara bu mühim, bu karþýlýklý vazîfeyi de yüklemiþtir.

7)        Kerem sahibi Rabbimize kulluk arzýnda bulunulmasý: Þüphe yok ki bizler bir Yüce Yaratýcýnýn kullarýyýz. Bizler daima onun nimetlerine nail bulunuyoruz. Artýk daima o Yüce Yaratýcýmýzýn lütuf ve ihsanýný düþünmeli, ona vakit vakit kulluk arzýnda ve þükranda bulunmalý deðil miyiz? Bizler birer uyanýk ruha ve nurlu kalbe sahip olmalý deðil miyiz? Ýþte mükellef olduðunuz namazlar ve dualar bizlere bu yüce fâideleri temin etmektedir. Binaenaleyh doðru, hikmetli ve esasen ayný olan ilâhî dinler insanlýða bu yüksek farizeyi de yüklemiþtir.

8)      Fakir dindaþlara zekât adýyla yardým edilmesi: Malumdur ki aralarýnda din baðý bulunan insanlar din kardeþidirler. Bir hikmet gereði olarak bu insanlar, geçim itibariyle ayný durumda bulunamazlar. Bunlardan bir kýsmý servete ve refaha ulaþmýþ olduðu halde diðer bir kýsmý da maddi yönden bir ihtiyaç içinde bulunabilir. Ýþte birinci zümrenin bu ikinci yoksul zümreye maddi bakýmdan yardým etmesi pek uygun olmaz mý? Ýþte ilâhî dinler zekât vazifesiyle bu insanî davranýþý da temin etmiþ bulunmaktadýr. Artýk ilâhî dinlerin ve özellikle dinlerin sonuncusu olan ve hükmü bütün insanlýða yönelik bulunan ve bütün bu yüksek vazifeleri en mükemmel bir þekilde bütün insanlýk alemine teklif buyuran mukaddes Ýslâm dininin yüceliðini Ýtiraf etmek emirlerini, yasaklarýný tam bir þevk ve hürmetle kabul etmek bütün insanlara lâzým gelmez mi? Ne yazýk ki bir çok kütleler bu hakikatten gafil bulunuyorlar. Bu gibi faydalý, yüce hükümlere uymaktan kaçýnýyorlar. Ýþte Ýsrail oðullarý hakkýnda yapmýþ olduðumuz Kur'ânî açýklamalar da buna þahittir. Cenab'ý Hak cümlemize uyanýklýklar nasip buyursun amin!..

 

 

 

 

84. Ve bir vakitte biz: Kendi kanlarýnýzý dökmeyeceksiniz ve nefislerinizi yurdunuzdan çýkarmayacaksýnýz diye bir ahdinizi almýþtýk. Sonra ikrarda etmiþtiniz. Ve siz -bu ikrarýnýza- þahadet de edersiniz.

84.          Bu ayeti kerime Ýsrail oðullarýnýn kabul etmiþ ve itirafta bulunmuþ olduklarý bir söz ve yemini beyan etmektedir. Bu söz ve yeminin hem Musa aleyhisselâm

zamanýndaki bir söz ve yemine, hem de Hz. Peygamber zamanýndaki bir kýsým Yahudilerin arap kabileleri ile yapmýþ olduklarý anýlaþmayý içine alýr. Buyrulmuþ oluyor ki: (Ve) ey Ýsrail oðullarý! (bir vakitte biz, kendi kanlarýnýzý dökmeyeceksiniz) birbirinizi öldürmek suretiyle hayatýnýza tecavüz etmeyeceksiniz, (ve nefislerinizi yurdunuzdan çýkarmayacaksýnýz) bir kýsmýnýz, diðer bir kýsmýnýzý vatanýndan çýkarýp dýþarý atmayacaksýnýz (diye bir ahdinizi almýþtýk) sizden bu hususlara dair kesin söz almýþtýk. (Sonra) siz (ikrar da etmiþtiniz) yani: Bu ahdin hak olduðunu söyleyerek kabul de eylediniz. (Ve siz) bu ikrarýnýza (þahadet de edersiniz) Böyle bir söz ve ikrarý itiraf edersiniz. Artýk bu söze uymalý deðil miydiniz?.. Halbuki buna uymadýnýz.

S iþbu: 83. ve 84. âyetler Beni Ýsrail hakkýndaki "Evamiri aþereyi = On emri" kapsamaktadýr. Bunlarýn sekizi 83. âyeti celilenin izahýnda görülmektedir. Dokuzuncusu da haksýz yere adam öldürme ve intihardýr. Onuncusu da bir kimseyi haksýz yere vatanýndan çýkarmak, sürgün etmektir ki iþbu 84. âyeti kerime de bunlarý tesbit buyurmuþtur.

Velhasýl bu âyeti celilede suna da Ýþaret vardýr ki: Bir milletin fertleri bir birlik teþkil ederler, her birinin kaný, nefsi, vataný diðerinin de kaný, nefsi ve vataný mesabesindedir. Bunlardan birinin haksýz yere kanýný döken, sahsým vatanýndan uzaklaþtýran sanki kendi kanýný dökmüþ, kendi sahsým yurdundan uzaklaþtýrmýþ gibi olur. Artýk insanlar böyle bir hale teþebbüs etmemelidirler. Halbuki Ýsrail Oðullarý bilahara böyle bir harekette bulunmuþlardýr. Ýste 85. âyeti çelil bunu göstermektedir.

 

 

 

85. Sonra siz o kimselersiniz ki, kendilerinizi öldürürsünüz ve sizden olan bir fýrkayý da yurtlarýnýzdan çýkarýrsýnýz. Ve onlarýn aleyhine günah ile, düþmanlýkla yardýmlaþýyorsunuz. Ve onlar size esir olarak gelince de onlar ile fidyelesmekte bulunuyorsunuz. Halbuki onlarýn öyle yurtlarýndan çýkarýlmasý sizin üzerinize haram bulunmuþtur. Artýk siz kitabýn bir kýsmýna inanýr da bir ki simini inkâr mý eyliyorsunuz? Ýmdi sizden böyle bir fiilde bulunanlarýn cezasý, bu dünya hayatýnda zilletten baþka deðildir. Kýyamet gününde ise onlar azabýn en þiddetlisine sevkolunacaklardýr. Allah Teâlâ da sizin yaptýklarýnýzdan gafîl deðildir asla.

85.    Bu âyeti celile, asrý saaddetteki bir kýsým yahudi zümrelerinin birbirine düþman kesilmiþ, Tevrat'ýn da hükümlerine muhalefette bulunup durmuþ olduklarýný beyan ile bu hareketlerini vermektedir. Þöyle ki: Ey Ýsrail Oðullarý! (Sonra siz o kimselersiniz ki kendinizi öldürürsünüz) birbirinizin hayatýna kast edersiniz. (Ve sizden olan bir fýrkayý da yurtlarýndan çýkarýrsýnýz) kendi milletinizden bulunduklarý halde onlarý vatanlarýndan uzaklaþtýrýrsýnýz. (Ve onlarýn aleyhine günah ile, düþmanlýkta yardýmlaþýyorsunuz.) O fýrkanýn aleyhine olarak müttefiki bulunduðunuz kabilelerin fertleri ile bir diðerinize yardýmda bulunuyorsunuz. Zalimce hareketlere devam ediyorsunuz. (Ve onlar) o sizin ýrkdaþýnýz olan fýrkanýn fertleri (Size esir olarak gelince de onlar ile fidyelesmekte bulunuyorsunuz.) Onlarýn fidyelerini verip kendilerini esaretten kurtarmak istiyorsunuz. Diðer bir görüþe göre: Onlardan fidye alýyorsunuz, haklarýnda esir muamelesi yapýyorsunuz. (Halbuki onlarýn öyle yurtlarýndan çýkarýlmasý) Tevrat'ýn hükümlerine göre (sizin üzerinize haram bulunmuþtur.) Buna neden uymuyorsunuz? (Artýk siz kitabýn bir kýsmýna inanýr da bir kýsmýný inkâr mý ediyorsunuz?) Halbuki Ýman edilecek þeylerin bir kýsmýný kabul, diðer bir kýsmýný inkâr etmek, imana aykýrýdýr ve küfrü gerektirmektedir. (Ýmdi sizden böyle bir fiilde bulunanlarýn cezasý) pek büyüktür. (Bu dünya hayatýnda zilletten baþka deðildir.) Onlar daima zelilce yaþayacaklardýr. (Kýyamet gününde ise onlar azabýn) cehennem ateþinin (en þiddetlisine sevk olunacaklardýr.) Ne ebedî felâket!.. (Allah Teâlâ da sizin yaptýklarýnýzdan) hâþâ (gafîl) habersiz (deðildir.) Hepsini tamamen bilmektedir. Buna inancýmýz tamdýr. Artýk istikbalinizi düþünün!..

§ Tarihen sabittir ki: Peygamberimizin yaþadýðý dönemdeki Yahudilerden Medinei Münevvere civarýnda bulunan "Beni Kaynuka"' ile "Beni Kureyza" kabileleri biri birinin düþmaný kesilmiþti. Bunlardan Beni Kaynuka' araplardan "Evs" kabilesiyle, Beni Kureyza' da araplardan "Beni Nadir" ve "Hazrec" kabileleriyle ittifak kurmuþlardý. Eve ve Hazrec kabileleri arasýnda ise Ýslâmiyetten evvel bir düþmanlýk devam edip duruyordu. Bu suretle bu Yahudiler de diðer tarafta olan Yahudiler ile düþman kesilmiþ, vakit vakit çarpýþýp duruyorlardý. Sonra da Yahudilerden esir düþenlerin fidyelerini vererek onlarý esaretten kurtarmak isterlerdi. Ne için bunlar ile hem savaþta bulunuyorsunuz, hem de bunlardan esir düþenleri fidyelerini vererek esaretten kurtarmak istiyorsunuz? Denilince de: "Tevrata böyle emrolunmuþtur, ona binaen o dindaþlarýmýzý esaretten kurtarmak istiyoruz" derlerdi. Halbuki onlarýn kendi dindaþlarýna karþý savaþta bulunmalarý, onlarý yurtlarýndan uzaklaþtýrmalarý men edilmiþti. Binaenaleyh Tevrat'ýn bâzý emirlerini tutuyorlar, bâzý emirlerini de tutmuyor, inkâr etmiþ bulunuyorlardý. Ýþte onlarýn bu hallerini Kur'ân'ý Kerîm böylece haber veriyor. Ne kadar dalalette kalmýþ olduklarýna iþaret buyuruyor.

 

 

 

 

86.        Ýþte onlar öyle bir güruhtur ki, âhiret karþýlýðýnda dünya hayatýný satýn almýþlardýr. Binaenaleyh onlardan azap hafiflendirilmeyecektir. Ve onlar yardýmda olunmayacaklardýr.

86.       Bu âyeti çelik Ýsrail Oðullarýnýn ne kadar dünyaya baðlý ve ebedî azabla karþý karþýya olduklarýný göstermektedir. Þöyle ki: (Ýþte onlar) o ilâhî hükümlere muhalefet edip duran Ýsrail Oðullarý (öyle bir güruhtur ki) öyle geçici menfaatlere düþkün, yalnýz dünyayý düþünmekle meþgul bir cemaattýr ki (âhiret karþýlýðýnda) yâni ebedî hayat ve saadet mukabilinde, bunlarý feda ederek (dünya hayatýný satýn almýþlardýr.) Kendi elleriyle kendilerini ebedî azaba düþürmüþlerdir. (Binaenaleyh onlardan azap hafiflendirilmeyecektir.) Onlardan deðiþ-tokuþ yüzünden ebediyen uðrayacaklarý azaplar asla azaltýlmayacaktýr. (Ve onlar yardýmda olunmayacaklardýr.) Onlarýn haklarýnda bir þefaatçi, bir yardýmcý bulunmayacaktýr. Artýk bu aMbeti düþünmelidirler.

5 Malûm olduðu üzere dünya, en yakýn ve en aþaðý manasýnadýr, içinde yaþadýðýmýz bu fâni âleme verilmiþ bir isimdir. Ahiret ise dünya hayatýndan sonra yüz gösterecek olan ebedî bir âlemdir ki, Ýman sahipleri orada bir ebedî saadet içinde yaþayacaklardýr. Ýmandan mahrum olanlar da orada ilel ebed azab görüp duracaklardýr. Artýk aklý baþýnda olan bir insan o âhiret hayatýna kýymet vermez de bu dünya hayatýna hýrslý bir þekilde sarýlabilir mi?.. Her gün bu fâni dünya hayatýna veda edip gidenleri acaba görüyor muyuz? Bahtiyar ve hakikaten akýllý o kimsedir ki dünya hayatýndan da meþru þekilde istifade eder, bu hayat sayesinde dünyasýný da, âhiretini de makbul, makul ve mesuliyetten uzak bir þekilde kazanmaya muvaffak olur.

 

 

 

87.  And olsun ki muhakkak biz Musa'ya kitap verdik, ondan sonra da biri biri ardýnca peygamberler gönderdik. Meryem'in oðulu Ýsa'ya da mucizeler verdik. Ve onu ruhulkuds ile destekledik. Sizler ise her ne vakit nefislerinizin hoþlanmadýðý bir emir ile peygamber gelince büyüklük taslayarak bir kýsmýný yalanlayýp, bir kýsmýný da öldürecek misiniz?

87.    Bu âyeti celile de Ýsrail Oðullarýnýn vaktiyle kendilerini aydýnlatacak ve irþad edecek peygamberlere, kitaplara ve diðer delillere karþý ne fecî vaziyetler almýþ olduklarým bildirmektedir. Þöyle ki: Ey Ýsrail Oðullarý! (And olsun ki, muhakkak biz) ben þaný Yüce Rab (Musa'ya kitap verdik) ona Tevrat'ý Þerifi birden indirdik. (Ondan sonra da biri biri ardýnca peygamberler gönderdik.) Bu zatlarýn vasýtalariyle dinî, dünyevî hükümler sizlere ulaþtýrýlmýþ oldu. Kýsacasý (Meryem'in oðlu Ýsa'ya da mucizeler verdik.) Ona açýk deliller, açýk mucizeler, ölüleri diriltmek gibi, gaybdan haber vermek gibi harikalar veya incil gibi bir kitap ihsan ettik. (Ve onu) Hz. Ýsa'yý (ruhulkuds ile) yani Cibrili Emin ile veya Allah Teâlâ'nýn ismi azamý ile veya incil Kitabý ile (destekledik) onun yüce bir peygamber olduðunu gösterdik. (Sizler ise) o mübarek zat d an da istifadeye çalýþmadýnýz, bilâkis onu inkâra cüret ettiniz. Artýk sizlere (her ne vakit nefislerinizin hoþlanmadýðý) gönüllerinizin istek ve arzularýna zýt düþen (bir emr ile) bir dinî hükm ile (peygamber gelince) siz (büyüklük taslayarak) kibirli ve gururlu bir vaziyet alarak o muhterem zatlarýn (bir kýsmýný yalanlamýþ olacak, bir kýsmýný da öldürecek misiniz?) Nefisleriniz sizi daima böyle cinayetlere mi sevkedecek? Bu ne alçakça hareket!.. Nitekim onlar Hz. Isa ile son peygamber Hz. Muhammed'i yalanlamaktadýrlar. Hz. Zekeriya ile Hz. Yahya'yý da þehit etmiþlerdir. Kendilerinde merhamet ve Hakka saygý eseri asla görülmemiþtir.

 

 

 

88. Ve dediler ki: Bizim kalblerimiz perdelidir. Öyle deðil. Allah Teâlâ onlara küfürleri sebebiyle lanet etmiþtir. Onun içindir ki az pek az îman ederler.

88. Bu mübarek âyetler de bir takým Yahudilerin son peygamber Hz. Muhammed'e karþý olan inkarcý durumlarýný bildirmektedir. Þöyle ki: Rasûlü Ekrem Efendimiz, kendi zamanýnda bulunan yahudi kabilelerini Islâmiyete davet edip onlarýn yanlýþ inançlarýný açýða vurdukça onlar buna karþý alaycý bir tavýr aldýlar. (Ve dediler ki, bizim    kalblerimiz perdelidir) biz senin bu açýklamalarýný Kur'ân'ýn emirlerini, yasaklarýný Ýþitip kabul edecek bir durumda deðiliz. Bizim yüreklerimiz kaþarlýdýr. Halubik (öyle deðil) onar mükellef insanlar olduklarý için tabiatlarý Ýtibariyle o gibi emirleri, yasaklarý iþidip anlayabilecek bir yaradýlýþta bulunmuþlardýr. Öyle olmasaydý zaten mükellef olmazlardý. Nitekim akýl hastalarý mükellef deðildir. Fakat onlarýn bu alayýmsý sözlerini söyleyip Hakký kabulden kaçýnmalarý sebebiyle Cenab'ý Hak onlarý rahmetinden uzaklaþtýrmýþtýr. Evet... (Allah Teâlâ onlara küfürleri sebebiyle lanet etmiþtir.) Onlarý öyle yüksek bir yetenekten yoksun býrakmýþtýr. 'Onun içindir li» onlar (az pek az Ýman ederler.) Bazý þeyleri tasdik etseler de birçoðunu inkârda bulunurlar.

 

 

 

89. Vaktaki onlara Allah tarafýndan yanlarýndakini tasdik edici bir kitap geldi, halbuki evvelce kâfirlere karþý fetih ve yardým isterlerdi. Fakat o bildikleri þey kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Artýk Allah'ýn laneti kâfirler üzerinedir.

89.   (Vaktaki onlara) o yahudîlere (Allah tarafýndan yanlarýndakini) Tevrat Kitabýný (tasdik eden bir kitap geldi) yani Kur'ân'ý Kerîm nazil olarak hepsini Ýman daireyisine davet etti, onu inkâra kalkýþtýlar. (Halbuki evvelce kâfirlere karþý) öyle gelecek ilâhî bir kitap ile, Kur'ân'ý Kerîm ile veya gönderilecek âhirzaman peygamberi ile (fetih ve yardým isterlerdi.) O sayede hürriyete kavuþup, baþka milletlere galip geleceklerini beklerlerdi. (Fakat o bildikleri) Ýnsanlýk âlemine ergeç þeref vereceðine inandýklarý (þey) o yüce nebi veya o kitabý kerim (kendilerine gelince) kendilerini Ýslâm dinîne davet edince (onu inkâr ettiler.) Sýrf hasetlerinden ve makamlarýný kaybedecekleri endiþesinden dolayý o yüce peygamberi ve ona inen kitabý kerimi Ýnkâra cüret gösterdiler. (Artýk Allah'ýn laneti) bütün (kâfirler üzerinedir.) Artýk o münkirler de bu lanetten kendilerini kurtaramayacaklarýný düþünsünler.

 

 

 

 

90.    Nefislerini karþýlýðýnda sattýklarý þey ne kötü bir þey!.. O þey. Allah'ýn lütfuyla kullarýndan dilediði zata indirmiþ olmasýna haset ederek Allah Teâlâ'nýn indirdiðini inkâr etmeleridir. Artýk gazaptan gazaba uðradýlar. Kâfirler için bir alçaltýcý azap da vardýr.

90.    Bu âyeti celile de Ýsrail Oðullarýnýn ne kadar inkarcý ve inatçý hareketlerde bulunmuþ, ne derecelerde azabý hak etmiþ olduklarýný bildirmektedir. Þöyle ki: O Ýsrail Oðullarýnýn (nefislerini karþýlýðýnda sattýklarý þey ne kötü bir þey) Onlar dünya hayatý için ebedî hayatlarýný feda ettiler de farkýnda deðillerdir. Evet... (O þey Allah'ýn lütfuyla) lütuf ve keremiyle (kullarýndan dilediði zata) Son peygamber Hz. Muhammed'e vahiy yoluyla kitap (Ýndirmiþ olmasýna haset ederek Allah Teâlâ'nýn indirdiðini) Kur'ân-ý Kerîm'i, o ilâhî vahyi (inkâr etmeleridir.) Ýþte bu inkâr, ne kötü, ne felâket getiren bir þeydir. Bu sýrf bir küfürdür. Evet... Onlar (artýk) bu sebeple (gazaptan gazaba uðradýlar.) Bu küfrün bir cezasýdýr. Böyle (kâfirler için) þüphe yok ki bir (alçaltýcý) aþaðýlayýcý küçük düþürücü ve alçaltýcý (bir azap ta vardýr.) Onlar dünyada da, ahirette de felâketten felâkete uðrayacaklardýr. Evet... Tarihen de sabittir ki: Ýsrail Oðullarý, hem Tevrat'a Ýman ettiklerini iddia ederler, hem de Tevrat'ta vasýflarý bildirilmiþ olan âhir zaman peygamberini inkârda bulunurlar. Onlar vaktiyle firavunun ve diðer kavimlerin bir çok hakaretlerine uðramýþ, nîmetleri, vatanlarý, devletleri ellerinden çýkmýþtý. Bunlar onlarýn haklarýnda birer ilâhî gazab eseri idi. Sonra da âhir zaman peygamberini ve ona nazil olan Kur'ân'ý Kerim'i inkâr etmekle gazap üstüne gazaba layýk olmuþlardýr. Ne yazýk ki onlar bu hasetlerinde, inkârlarýnda devam edip durmaktadýrlar.91.      Onlara: "Allah'ýn indirdiklerine îman ediniz" denilince: "Bîz, bizim üzerimize indirilmiþ olana îman ederiz." derler. Onun öt esinde kini inkâr ederler. Halbuki o da kendileriyle beraber olaný -Tevrat'ý- tasdik eder hak -bir kitaptýr-. De ki: Eðer siz îman etmiþ kimseler iseniz, bundan evvel Allah'ýn peygamberlerini ne için öldürüyordunuz?

91.    Bu mübarek âyetler de Ýsrail Oðullarýnýn ne kadar yanlýþ kanaatlerde bulunduklarýný. Ýçlerinden bir çoklarý bir nice mucizeler gördükleri halde yine kendilerini  putperestlikten kurt aramamý; olduklarýný beyan buyurmuktadýr. Þöyle ki: (Onlara: Allah'ýn) peygamberlerine (indirdiklerine) Ýndirmiþ olduðu kitaplara ve özellikle son peygambere indirmiþ olduðu Kuran,! Kerîme (Ýman ediniz) onlarýn birer ilâhî kitab olduðunu tasdik eyleyiniz. (Denilince) onlar (Uz) vaktiyle (bizim üzerimize) bizim kavmimize (Ýndirilmiþ olana) Tevrat kitabýna (Ýman ederiz) bu bize kâfidir (derler.) Onlar (onun ötesindekini inkâr ederler.) Ýncil gibi, Kur'ân'ý Kerîm gibi ilâhî kitaplarý tasdik etmezler. (Halbuki o da) O Kur'ân'ý Kerîm'de (kendileriyle beraber olaný) yani Tevrat kitabýný, (tasdik eden hak bir kitaptýr.) Böyle kutsî bir kitabý neden tasdik etmiyorsunuz? Maamafih onlarýn Tevrat'a Ýman ettikleri hakkýndaki iddialarý da doðru deðildir. Tevratta peygamberlerin hayatlarýna sui kasýtta bulunmanýn haram olduðu yazýlýdýr. Onlar ise bu hiyâneti iþlemiþlerdir. Artýk onlara (de ki: Eðer siz) hakikaten Tevrat'a (Ýman etmiþ kimseler iseniz bundan evvel ecdadýnýzýn zamanýnda (Allah'ýn peygamberlerini ne için öldürüyordunuz?) Ecdadýnýzýn bu cinayetini doðru bir hareket gördüðünüz için siz de onlar gibi cani hükmünde bulunmaktasýnýzdýr. Binaenaleyh sizin fiilleriniz sözlerinize muhalif bulunmaktadýr.

 

 

 

92. Ve þüphe yok ki Musa sizlere mucizeler ile geldi. Sonra siz onun arkasýndan buzaðýyý tanrý edindiniz. Siz zâlim kimselersiniz.

92.  Ey Ýsrail Oðullarý!.. Þunu da düþününüz ki: (Þüphesiz Musa) Aleyhisselâm (sizlere) bir takým (mucizeler ile) açýk ve kuvvetli deliller ile, meselâ: Asa gibi, yedi beyzâ gibi mucizeler ile (geldi.) Sizi Allah'ýn birliðini tasdike davet etti. (Sonra siz onun arkasýndan) onun Turi Sinaya belli bir süre gitmesinin ardýndan (buzaðýyý tanrý edindiniz) Sizin ýrkýnýz bu kabiliyette kimselerdir. Artýk (siz zâlim kimselersiniz) sizin âdetiniz, zalimce harekettir. Allah'ýn emrine karþý gelmektir.

 

 

 

 

93.      Ve o zamaný hatýrlayýnýz ki, sizin misakýnýzý almýþtýk. Size verdiðimiz þeyi kuvvetle alýnýz ve dinleyiniz diye üzerinize Tur daðýný kaldýrmýþtýk. Demiþdiler ki: Ýþittik ve isyan ettik. Ve onlarýn küfürleri sebebiyle kalblerine buzaðý -muhabbeti- yerleþtirilmiþti. De ki size îmanýnýz ne kötü þey ile emrediyor, eðer mü'minlerseniz.

93.    Bu âyeti celile, Ýsrail Oðullarýnýn putperestlikte bulunmuþ olduklarýný bildirmekte, .onlarýn Tevrat'a Ýman etmiþ olduklarý iddialarýný çürütmektedir. Þöyle ki: Ey Ýsrail Oðullarý!.. (Ve o zamaný hatýrlayýnýz ki) kavminizin garip tarihî hayatýný göz önüne alýnýz ki (sizin) yani bir birlik teþkil ettiðiniz ecdat ve geçmiþlerinizin (misakýnýzý almýþtýk.) Fakat sözünüzü yerine getirmediðiniz için (size verdiðimiz þeyi kuvvetle alýnýz ve dinleyiniz) Tevrat kitabýna kuvvetlice sarýlýnýz, onun hükümlerine hakkýyla uyunuz, (diye üzerinize Tur daðýný kaldýrmýþtýk.) Bu harikayý vücude getirmiþtik. Bu þekilde muhatap olanlar ise (demiþtiler ki: Ýþittik) dinledik (ve isyan ettik) bunlarýn kabiliyetleri, hayat tarzlarý lisan ile olmasa bile kalb ile, hâlen böyle söylemiþ olmalarýný gerektiriyordu, (ve onlarýn küfürleri sebebiyle kalblerine buzaðý) sevgisi aþýlanmýþ, (yerleþtirilmiþti.) Bundan kaçýnmak istemiyorlardý. Rasûlüm, onlara (de ki) siz Tevrat'a Ýman ettiðinizi iddia ediyorsunuz, sonra da buzaðýya tapýyorsunuz. O halde (size imanýnýz) buzaðýya tapmanýzý hoþgören inancýnýz, size 'ne kötü þey ile emrediyor?) Sizler eðer bu þekilde (mü'minler iseniz) böyle Ýman mý, böyle mü'minlik mi olur? Çok uzak!..

 

 

 

 

94.  De ki: Eðer Allah Teâlâ'nýn yanýnda ah i ret vurdu baþka insanlarýn deðil de özel olarak sizin ise ölümünüzü temenni ediniz, eðer siz doðru sözlü kimselerseniz.

94. Bu mübarek âyetler, Ýsrail Oðullarýnýn hakikate aykýrý bir iddialarýný yalanlamaktadýr, ve onlarýn âhiret hayatýndan ne kadar kaçýndýklarýný beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: Rasûlüm!.. Ýsrail Oðullarýna (de ki: Eðer) öyle iddianýza göre (Allah Teâlâ'nýn yanýnda) onun emr ve takdirine göre (ahiret yurdu) cennet ve saadet (baþka insanlarýn    deðil de özel olarak) tek ve yalnýz (sizin ise ölmenizi temenni ediniz.) Bir an evvel dünya sýkýntýlarýndan kurtulup o ebedî saadete can atýnýz. (Eðer siz doðru sözlü kimseler iseniz.) Bu iddianýzda sadýk bulunuyorsanýz böyle bir temenniden geri durmayýnýz. Nerede, onlarda böyle bir temenni ne gezer? 95. Halbuki onu evvelce kendi elleriyle yaptýklarý þeyler sebebiyle asla temenni etmezler.

 

 

 

 

95.   (Halbuki) onlar, Ýsrail Oðullarý (onu) ölümü, o ahiret âlimine, o sonsuzluk yurduna çýkýp gitmeði (evvelce kendi elleriyle yaptýklarý þeyler) zulümler, isyanlar (sebebiyle asla temenni etmezler.) Hiç bir zaman onu arzuda bulunmazlar. Evet... Onlar bu dünyada ne günahlar, ne cinayetler yapmýþlardýr. Artýk ahirete, o mükâfat ve ceza alemine çýkýp gitmeðe cesaret edebilirler mi?

§ Halbuki onlarýn iddiasýna göre Cenab'ý Hak cenneti yalnýz Ýsrail kavmi için yaratmýþtýr. Ahiret nimetleri, saadetler! yalnýz kendilerine mahsustur. Onlardan bir kýsmý cehennemlik olsa da orada nihayet 40 gün kadar kalacaklar yine cennete gireceklerdir. Böyle dedikleri halde dünya hayatýna dört elle hýrslý bir þekilde sarýlmýþlardýr. Her biri binlerce sene yaþayacak olsa yine ölüp gitmek istemez. Bir kere düþünmeli, eðer iddialarý gibi ebedî saadet âlemi kendilerine ait ise ona bir gün evvel kavuþmayý temenni etmeli deðil midirler? Hayýr: Onlar dünyada binlerce sýkýntýya düþmüþ olsalar da yine daima dünyada yaþamak isterler, Islâmiyetten feyz almýþ olan seçkin mü'minlerin hali ise böyle midir? Bir kerre cennetle müjdelenen on þahsýn temiz hayatlarýný düþünelim. Onlar peygamber zamanýnda pek güzel yaþarlarken yine ölümden çekinmezler, ahiret hayatýna kavuþmayý büyük bir nimet bilirlerdi. Hz. Ali, savaþlarda korkusuzca saflar arasýna atýlýr, cihada devam ederdi. Bir gün muhterem oðlu Hz. Hasan demiþti ki: Biz savaþçýlarýn kendilerini böyle korkusuzca tehlikelere attýklarýný göremeyiz. Siz neden bu kadar atýlýyorusunuz? Hz. Ali de demiþ ki: Oðlum, ister baban ölüm üzerine düþsün ve ister ölüm baban üzerine düþsün, baban bunu kayýrmaz. Ýþte ahirete inanan salih mübarek zatlarýn durumalarý. Ýsrail Oðullarýna gelince onlar böyle midirler? Ne gezer.

 

 

 

 

96.    Ve and olsun ki onlarý. Ýnsanlarýn ve müþriklerin hayata en düþkünü bulacaksýn. Her biri arzu eder ki bin sene yaþatýlsýn. Halbuki yaþatýlmasý onu azaptan uzaklaþtýrýcý deðildir. Allah Teâlâ ise onlarýn neler yaptýklarýný hakkýyla görücüdür.

96.    Bu âyeti celile de Ýsrail Oðullarýnýn dünya hayatýna herkesten ziyâde düþkün olduklarýný þöylece beyan buyuruyor: (Ve andolsun ki) Rasûlüm!.. Sen (onlarý), o Ýsrail Oðullarýný, diðer (Ýnsanlarýn ve) hattâ ahireti inkâr eden ve Cenâb-ý Hakka ortak koþan (müþriklerin) dünyadaki geçici (hayata en düþkünü bulacaksýn.) Bir takým müþrikler, mecusîler; öldükten sonra dirileceklerini inkâr ettikleri için ahirete gidip azap göreceklerinden bir korkularý yoktur. Buna raðmen dünya hayatýna yahudiler kadar düþkün deðildirler. Yahudiler ise ahirete inanýp, zalimlerin ve günahkârlarýn orada azap göreceklerini kabul ettikleri için oraya gitmelerini hiç istemezler. Onlardan (her biri arzu eder ki bin sene) asýrlarca (yaþatýlsýn) Yaþasýn dursun. (Halbuki) ne kadar çok yaþarsa yaþasýn (yaþatýlmasý onu azaptan uzaklaþtýrýcý deðildir.) Onlar öyle çok yaþamakla azaptan mý kurtulacaklarýný sanýyorlar? Bu ne kadar da uzak!. (Allah Teâlâ ise onlarýn neler yaptýklarýný hakkýyla görücüdür.) Elbette onlarý o yaptýklarý Ýnkarcý hareketlerinin cezasýna ergeç kavuþturacaktýr.

 

 

 

 

97.     De ki: Her kim Cibrîl'e düþman olmuþ ise -Kahrolsun-. Çünkü Kur'ân'ý, önündeki kitaplarý tasdik edici ve mü'minler için bir yol gösterici ve bir müjdeci olmak üzere Allah Teâlâ'nýn izniyle senin kalbin üzerine indiren, þüphe yok ki odur.

97.   Bu mübarek âyetler de Kur'an'a düþmanlýklarýndan dolayý Cebrail'e düþman olan ve Cenâb-ý Hak ile diðer muhterem zatlara düþman kimselerin küfre düþüp Allah'ýn kahrýna uðrayacaklarýný hatýrlatmaktadýr. Þöyle ki: Rasülüm Ya Muhammedi.. Yahudilere (de ki: Her kim Cibrîl'e düþman olmuþ iþe) kahrolsun, gazabýndan gebersin, öyle bir meleðe düþmanlýk gösterebilir mi?.. (Çünkü Kur'ân'ý) o ilâhî kitabý, onun (önündeki) nazil olmuþ (kitaplarý) Tevrat, Zebur, Ýncil gibi semavî kitaplarý (tasdik edici ve mü'minler için bir yol gösterici ve bir müjdeci) yani onlara hidayet yolunu gösteren ve onlarýn ilâhî lutuflara nail olacaklarýný müjdeleyen (olmak üzere Allah Teâlâ'nýn izniyle senin kalbin üzerine indiren) o Kur'ân'ý Kerim'i vahiy yoluyla indirmiþ olan (þüphe yok ki odur.) O Cibril'i emindir. Artýk öyle kutsî bir meleðe nasýl düþmanlýk edilebilir? Böyle bir düþmanlýðýn acýklý neticesini düþünmeli deðil midir?

 

 

 

 

98. Her kim Allah Teâlâ'ya ve onun meleklerine, peygamberlerine ve Cebrail ile M i kail e düþman olursa -kâfir olur- Allah T e âlâ da þüphe yok ki, kâfirlerin düþmanýdýr.

98.       Evet... (Her kim Allah Teâlâ'ya ve onun) mübarek kullarý olan meleklerine, peygamberlerine ve bilhassa meleklerin en büyüklerinden olan (Cebrail ile Mikâile düþman olursa) elbette kâfir olur. Allah'ýn diniyle bir alâkasý kalmamýþ bulunur. (Allah Teâlâ da þüphe yok ki kâfirlerin düþmanýdýr.) Artýk o kâfirleri Allah'ýn helakinden ve ahiretteki azaptan kim kurtarabilir?

§ Yahudiler Hz. Cibril'e düþman bulunuyorlardý. Onlara göre vaktiyle uðradýklarý azaplar, savaþlar zelzeleler, kýtlýk ve pahalýlýklar bütün Cibril vâsýtasiyle meydana gelmiþtir. Kendilerini kýnayan haberleri içine alan Kur'ân'ý Kerim'i de Peygamber Efendimize o getirmiþtir. Ýþte bunlardan dolayý düþman kesilmiþlerdi. Yahut derlerdi ki: Allah Teâlâ peygamberliði bizlere getirmesini emrettiði halde Cibril, onu Hz. Muhammed'e getirmiþtir. Bu ne kadar cahilce bir itikad!.. Bir melek hiç Allah Teâlâ'nýn emrine aykýrý bir harekette bulunabilir mi? Allah Teâlâ da kendi emr ve iradesine aykýrý olan bir hareketi islâh ve tebdile kadir deðil midir? Halbuki Ýsrail Oðullarý böyle çürüklüðü açýk olan bir kanatte bulunmuþlardýr. Ýþte Cenab'ý Hak da onlarýn küfrü gerektiren bu hallerini çirkin görerek layýk olduklarý cezalara iþaret buyurmuþ oluyor.

§ Cibril: Ýbrani dilinde "Abdullah" demektir. Peygamberimize ilâhi vahyi getirmekle görevlendirilen pek yüce bir melektir. Buna "Cebrail" de denir. Mikâil de yine pek büyük bir melektir. Yaðmurlarýn yaðmasý ve diðer bir takým hâdiselerin ortaya çýkarýlmasýyla görevlendirilmiþtir. Bu iki büyük melek ile Azrail ve israfil adýndaki melekler, elçilik vasfýný taþýmaktadýr. Kendilerine "meleklerin elçisi" denilir.

 

 

 

 

99.  Andolsun ki sana çok açýk âyetler indirdik. Onlarý fasýllardan baþl a bir kimse inkâr etmez.

99.       Bu mübarek âyetler, Kur'ân'ý mübinin pek açýk bir mucize olduðunu inkâr edenlerin pek sapýk kimseler olacaklarýný bildirmektedir. Ve Ýsrail Oðullarýndan bir kýsmýnýn yapmýþ olduklarý anýlaþmada sebat etmediklerini beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: Rasülüm! (Andolsun ki sana çok açýk) pek açýk (âyetler indirdik.) Helâli, haramý, hukukî cezalarý ve diðer dinî hükümleri detaylý olarak bildiren Kur'ân'ý Kerim'i Ýndirdik. (Onlarý) o kutsî âyetleri (fasýklardan baþka bir kimse inkâr etmez.) Bu Ýnkâra inatçý þahýslardan baþkasý cüret gösteremez. Öyle açýk ve mana dolu, âyetler nasýl inkâr edilebilir?

 

 

 

 

100. Ya her ne zaman bir anýlaþma yapacak olsalar onlardan bir güruh o antlaþmayý bozup atacak mý?.. Belki onlarýn ekserisi Ýman etmezler.

100. (Ya) onlar, o Ýsrail Oðullarý (her ne zaman bir antlaþma yapacak olsalar) bir sözleþmeye bað I an s al ar (onlardan bir güruh) bir takýmlarý cüret edip (o antlaþmasý bozup      atacak mý?..) Böyle bir hareket uygun mudur? Evet... Onlar antlaþmalarýna riayet etmezler. (Belki onlarýn ekserisi iman etmezler) Tevrat'ý da inkâr ederler. Üstlendikleri þeyleri bozmaktan, inkârdan vazgeçmezler, çekinmezler. Onlarýn ruhsal halleri bundan ibarettir.

§ Hak T e âlâ Hazretleri Tevrat'ta Ýsrail Oðullarýndan Peygamber Efendimizin peygamberliðini tasdik edeceklerine dair bir söz almýþtý. Bilahara bu söze uygun hareket etmediler. Hattâ Ýçlerinden "Mâlik Ýbni Sevi" adýndaki þahýs "Bizim Tevrat'ta Ýsrail oðullarýndan âhir zaman peygamberine iman etmeleri için kesin bir söz alýnmamýþtýr" diye bu sözü inkâr etmiþti. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ ve onlarýn bu kabiliyetlerini ortaya çýkarmýþtýr.

 


Ynt: Bakara Suresi By: hafizvuslat Date: 29 Ekim 2009, 21:00:46
101. Ve onlara Allah Teâlâ tarafýndan yanlarýndaki kitabý tasdik edici bir rasül gelince o kendilerine kitap verilmiþ olanlardan bir güruh' sanki bilmiyorlarmýþ gibi Allah'ýn kitabýný arkalarýna atýverdiler.

101.     Bu âyeti çelik, yahudilerin Hz. Muhammed'in peygamberliðini tasdik etmemek için Allah'ýn kitabýna sýrt çevirmiþ olduklarýný bildirmektedir. Þöyle ki Ýsrail Oðullarý sözlerine riayet etmediler. (Ve onlara Allah Teâlâ tarafýndan) kendi (yanlarýndaki kitabý) Tevrat'ý (tasdik edici) onun ilâhî bir kitab olduðunu tasdik eden (bir rasül) yani: Hz. Muhammed Aleyhisselâm (gelince) peygamber gönderilmiþ olunca (o kendilerine hitap) vaktiyle Tevrat (verilmiþ olanlardan) yahudilerden (bir güruh) bir taife (sanki bilmiyorlarmýþ gîbî) Hazreti Muhammed'in peygamber gönderileceðini Tevrat'ta okumamýþlar gibi Ýnkâra kalkýþtýlar. (Allah'ýn kitabýný) Tevrat'ý veya Kur'ân-ý Kerîm'i (arkalarýna atýverdiler) ondan yüz çevirdiler. Bâtýl fikirlerin tesiri altýnda kalarak dalâlete düþtüler.

 

 

 

 

102.     Ve onlar Süleyman -Aleyhisselâm- mülkü aleyhine þeytanlarýn uydurduklarý þeylerin ardýna düþtüler. Halbuki Süleyman, asla küfretmedi, fakat o þeytanlar kâfir oldular. Onlar insanlara sihir ve Babildeki iki meleke, Hârut ile Marufa indirilmiþ olan þeyleri öðretiyorlardý. Bu iki melek ise: "Bîz ancak bir fitneyiz, sakýn kâfir olma" demedikçe bir kimseye sihir adýna bir þey öðretmezlerdi. Ýþte bir takým kimseler bu iki melekten koca ile karýnýn arasýný ayýracak þeyler öðreniyorlardý. Fakat bunlar Allah T e âl ân in izni olmadýkça bu sihir ile bir kimseye bir zarar verebilir deðildiler onlar kendilerine zarar verip fayda vermeyen þeyleri öðreniyorlardý. Yemin olsun ki onlar, o sihri satýn alan kimse için ahirette hiç bir nasip olmayacaðýný muhakkak bilmiþlerdir. Ne kötü bir þey, karþýlýðýnda nefislerini satmýþ oldular. Eðer bilecek olsalardý.

102. Bu âyeti kerime, vaktiyle Allah'ýn kitabýndan yüz çeviren bir kýsým Ýsrail Oðullarýnýn peygamberler hakkýnda ne kadar iftiralarda bulunmuþ olduklarýný bildirmektedir. Þöyle ki: (ve onlar) o ilâhî kitabý arkalarýna atan bir kýsým yahudiler (Süleyman) Aleyhisselâmýn (mülkü aleyhine þeytanlarýn uydurduklarý) okuduklarý, söyledikleri (þeylerin ardýna düþtüler.) Onlara tâbi oldular, Süleyman'ýn saltanatý bütün sihir sayesindedir dediler. (Halbuki Süleyman) Aleyhisselâm (asla küfretmedi.) Onlarýn öyle iftiralrý gibi sihir yaparak küfre düþmedi. (Fakat o þeytanlar) dýr ki. Ýnsanlara sihri öðreterek (kâfîr oldular.) Evet... (Onlar insanlara sihir) öðretiyorlardý. (Ve Babildeki iki meleðe) yani (Hârut ile Maruta) bu isimdeki iki meleðe (Ýndirilmiþ olan þeyleri, öðretiyorlardý.) Ýnsanlarý aldatýyor ve saptýrýyorlardý. (Bu iki melek iþe) kendilerine müracaat edenlere gerçek durumu bildiriyor (biz fitneyiz) ilâhî bir imtihan vasýtasýyýz. (Sakýn kâfir olma, demedikçe bir kimseye sihir adýna bir þey öðretmezlerdi.) Bunlarýn bu ihtarýna raðmen (Ýþte bir takým kimseler, bu iki melekten koca ile karýnýn arasýný ayýracak) bir ailenin daðýlmasýna sebebiyet verecek (þeyler öðreniyorlardý.) Bunlarý tatbika cür'et ediyorlardý. (Fakat bunlar) bu büyücüler (Allah Teâlâ'nýn izni) ilâhî takdiri (olmadýkça bu sihir ile bir kimseye bir zarar verebilir deðildiler.) O sihirler yüzünden meydana gelen zararlar yine Allah Teâlâ'nýn hikmeti gereði dilemesi ve yaratmasý iledir. Bu imtihan âleminde böyle bir takým olaylar meydana gelir. Bunlarýn ortaya çýkmasý için hikmet gereði bir takým sebepler vardýr. Ýþte sihir de böyle bir sebepten baþka bir þey deðildir. (Onlar) o sihir vapmavý     öðrenenler (kendilerine zarar verip) ahiret sorumluluðunu gerektirip (fâide   vermeyen   þevleri öðreniyorlardý.* Bunu takdir edemiyorlardý. (Yemin olsun ki  onlar)         o yahudi taifesi (o sihri satýn alan kimse için» öyle Allah'ýn kitabýný þeytanlarýn uydurma hikayeleriyle deðiþen her hangi þahýs için (ahirette hiç bir nasip

olmayacaðýný muhakkak bilmiþlerdir). Evet... Onlar öyle kimselerin ebediyyen cennetten mahrum kalacaklarýný kitaplarýnda okumuþ, bilmiþlerdir. Artýk ne cesaret ki, bu yahudiler bu bildiklerine muhalefet ederek þeytanlarýn uydurduklarý þeylerin ardýna düþtüler. Allah'ýn Kitabýný býrakarak onu sihir kitaplarý ile deðiþtirmeye kalkýþtýlar. (Ne kötü bir þey karþýlýðýnda nefislerini satmýþ oldular, eðer bilecek olsalardý) eðer bu hakký terk etmenin ve deðiþtirmenin ne kadar kötü, ne kadar sorumluluk gerektiren þeyler olduðunu düþünselerdi öyle dünya varlýðý için bunlarý yapmaya cesaret edebilirler miydi? Elbette böyle helak edici bir harekette bulunmazlardý.

§ Rivayete göre vaktiyle bir takým insan ve cin þeytanlarý Hz. Süleyman'a iftirada bulunmuþlar "onun mülk ve saltanatý yaptýðý sihirler sayesinde vücude gelmiþti" demiþler. Ve onun vefatýndan sonra tahtýnýn altýný kazýyýp oradaki sihre dair olan bir takým kitaplarý meydana çýkarmýþlar, Ýþte Süleyman bu kitaplardaki sihir vasýtasiyle o yüksek hâkimiyeti elde etmiþti diye iddiaya kalkýþmýþlar. Halbuki Hz. Süleyman, ilâhî vahye m az har olmuþ ve kendisine bir kýsým mucizeler verilmiþti. O öyle sihre tenezzül eder miydi?.. O sihir kitaplarý ise düþmanlarý tarafýndan sonradan getirilerek onun tahtýnýn altýna gömülmüþ, sonra da bunlar kendilerine bir delil olmak üzere meydana çýkarýlmýþtýr.

Maamafih Hz. Süleyman zamanýnda sihirbazlar çoðalmýþtý, sihre dair kitaplar yazýlmýþtý. Süleyman Aleyhisselâmýn o kitaplarý toplatýp böyle topraklara gömdürmüþ olmasý da düþünülebilir. Fakat onun düþmaný olan þeytanlar budan istifadeye kalkýþmýþlar, iftiraya cür'et etmiþlerdir, Ýþte bu âyeti celile, onlarýn bu alçakça iftiralarýný reddetmektedir.

§ Sihir: Lügatte sebebi gizli olan ince ve latif þey demektir. Ýst ilâhta ise sebebi gizli olduðundan hakikatinin aksine hayal edilen yaldýzlý düzenbazca ve yanýltýcý olan her hangi bir þeydir. Gözbaðcýlýk, hokkabazlýk bu kabildendir. Firavunun zamanýndaki sihirbazlarýn ellerindeki deðnekleri birer ejderha suretinde gösterdikleri gibi. 8 âz i gizli sebeplere binaen ruhlar üzerinde tesir eden ve ekseriya kötülüðe yönelik bulunan þeyler de birer sihir demektir. Bir aile fertleri arasýna ayrýlýklar býrakan büyücülük gibi. Bâzý cinlerden yardým istemek suretiyle yapýlan gayri meþru ve harika nevinden sayýlan bir takým muameleler de birer sihirdir. Buna cincilik denir.

Sihir, belirli bir usûle göre yapýlan ve bu usûlü bilenlerin bunu yapmaða kadir olacaklarý tabiî ve taplumun menfaatine hizmet etmediðinden mucizeler, kerametler gibi hakikaten sabit ve meþru bir faideye sahip deðildir.

Sihir, harama ve zararlý þeylere alet olacaðý sebebiyle bunun yapýlmasý haram olduðu gibi nasýl yapýldýðýný öðrenmekte çoðu alime göre haramdýr.

Bazý meþru þeyler; pek hoþ, pek dakik olup güzelliði, loþluðu kalplere tesir ettiði için onlara da mecazen sihir denir. Pek güzel þiirlere "helâl sihir" denilmesi bu kabildendir.

§ Hârut ile Marut: Ýki melektir. Hikmet gereði insan suretinde görünerek Babil þehrine indirilmiþlerdir. Vaktiyle Babil þehrinde sihirbazlar çoðalmýþ olduðundan bu melekler gelerek insanlara sihrin fenalýðýný, kötü neticesini bildirmiþler, buna raðmen yine sihir öðrenmek isteyenlere bir hikmet gereði olarak sihir adýna bazý þeyler öðretmiþler    ise de sihrin zararlarýný telkinden yine geri durmamýþlardýr. Nasýl ki Cenab'ý Hak, küfrün ebedî azaba sebep olacaðýný kullarýna bildirmiþtir. Mamafih  küfre kendi Ýradeleri ile can atanlar hakkýnda da küfrü takdir buyurmuþ, meydana getirmiþ olur. Böyle bir muamele, bir sýnama ve imtihan hikmetine dayanýr, bu teklif, âlemlerin gereðidir.

§         Bâzý zatlara göre bu iki melekten murat iki Ýnsandýr. Salih, fâzýl iki zat olduklarý için kendilerine melek denmiþir. Onlara nazil olandan murad da ilham aldýklarý

ilim ve bilgidir. Fakat bu, di; anlamýna aykýrý bir tevil demektir.

§ Babil þehri: Geldanilerin merkezi hükümeti olan meþhur bir þehirdir. Baðdat'ýn 93 Km. güneyinde ve "Hille" kasabasý civarýnda imiþ Nemrut tarafýndan bina edilmiþ, bir buçuk milyon halký varmýþ, o zaman dünyanýn en mâmur, en süslü bir þehri bulunuyormuþ. Burasý sihirbazlar diyarý olmakla þöhret bulmuþtu. Sonra bu þehir bir çok hükümdarlarýn ellerine geçmiþ, nihayet harap olup halký daðýlmýþ, kendisinden eser kalmamýþtýr.

§ Hille: Baðdat vilâlayetinde bir sancak merkezi olan bir kasabadýr. Bu inþa edilirken Babil harabelerin tuðlalarýndan istifade edilmiþtir. Maamafih son zamanlarda araþtýrmalar yapan Avrupalýlar bu Hille civarýnda Babile ait bâzý harabeleri, yazýlarý vesaireyi kefþetmiþlerdir.

 

 

 

 

103. Eðer onlar îman etseler ve s akýn s al ardý idi elbette Allah T e âlâ katýndan bir sevap çok hayýrlý olacaktý. Eðer bilir olsalardý.

103.  Bu mübarek âyetler, hakikî mü'minlerin büyük mükâfatlara ereceklerini bildiriyor. Rasülü Ekrem e karþý nasýl saygý gösterir bir tavýr alýnacaðýný tâyin ederek buna muhalefette bulunanlarýn sosyal terbiyeden yoksun olduklarýna iþaret buyuruyor. Þöyle ki: (Eðer onlar) yahudiler ve diðer müslüman olmayan unsurlar (Ýman etseler) Allah'ýn birliðine Hz. Muhammed'in peygamberliðine, Kur'ân'ý Kerîme ve diðer dinî esaslara inanýp itikatta bulunsalar (ve sakýnsalar) Allah Teâlâ'dan korkup haram olan þeyleri terk eyleseler (idi) bu sayede ebedî selâmet ve saadete ereceklerdi. (Elbette Allah Teâlâ katýnda) elde edecekleri (bir sevap) haklarýnda (çok hayýrlý olacaktý.) Onlarý öyle ebedî bir saadete kavuþturacaktý. (Eðer) onlar bu hakikati, ilâhi sevabýn tercih ettikleri þeylerden hayýrlý olduðunu (bilir olsalardý) Öyle cahilce hareketlerde bulunmaz, imana, tekvaya mualefet edip durmazlardý.

 

 

 

 

104.  Ey îman etmiþ olanlar!.. "Rain a", demeyin, "unzurna" d iyin ve dinleyin. Kâfirler için acýtýcý bir azap vardýr.

104. (Ey Ýman etmiþ olanlar!) Ey Hz. Muhammed'in peygamberliðini tasdik etmiþ olan müslümanlar!..0 Yüce Rasüle karþý (Raina demeyin) O Yüce Peygambere: Bizi gözet, kolla diye hitap etmeyin. (Unzurna diyin) bizi gözet, bize bak diye hitap edip. (Ve) o Yüce Rasülün sözlerini tam bir hürmetle (dinleyin) onlarý güzelce anlamaða dikkat eyleyin. Ona hürmet etmeyen hakaret dolu lâkýrdýlarda bulunan, onu inkâr eyleyen (kâfirler için elim) pek acýklý (bir azap vardýr.) Onlar o kötü hareketlerinin elbette pek dehþetli cezasýna kavuþacaklardýr.

§ Rivayete göre müslümanlardan bazýlarý vakit vakit peygamber (s.a.i)'in huzurunda bulunup yüce izahlarýna nail olunca: Ya Rasüllullah!.. "Raina" derlerdi. Yani: Ey Allah'ýn Peygamberi!.. Bizi gözet, kolla. Mübarek beyanatýný güzelce anlayabilmemiz için bizi gözet, konuþurken yavaþ ol diye istirhamda bulunurlardý. Halbuki, yahudiler "raina" tabiri ile baþka bir mâna kasdeder, "Raiyna" der Bununla: "Sen bizim çobanýmýzsýn" demiþ olurlardý. Binaenaleyh peygamberin huzuruna gelince bir hürmetsizlik maksadiyle böyle bir hitapta bulunurlardý. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ, Rasüli Ekrem'e nasýl hitap edileceði ehli imana emredilmiþti. Velhasýl: Bu mübarek âyet bütün insanlýða pek mühim bir edep dersi veriyor. Konuþmalarda nezaketten ayrýlmamayý, büyüklere karþý hürmete aykarý, yanlýþ yoruma tabi olacak lâkýrdýlarda bulunmamayý, bilhassa Rasûli Ekrem Sallallahü aleyhi vesselem hakkýnda daima edebe, hürmete aykýrý tâbirlerden kaçýnýlmayý emir ve tavsiye buyurmaktadýr.

 

 

 

 

105. Ehli kitaptan kâfir olanlar da ve müþrikler de sizin üzerinize Rabbiniz tarafýndan bir hayrýn indirilmesini arzu etmezler. Allah Teâlâ ise rahmetini dilediðine tahsis buyurur. Ve Allah Teâlâ pek büyük ihsan sahibidir.

105.    Bu âyeti kerime, gayri müslimlerin müslümanlar için ne kadar kötülük istediklerini beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Ehli kitaptan) Museviler ile isevilerden Islâmiyeti inkâr ederek (kâfir olanlar da) Cenâb-ý Hakka ortak koþan putperest (müþrikler de) ey müslümanlar!.. (Sizin üzerinize Rabbiniz tarafýndan bir hayrin indirilmesini arzu etmezler.) Hz. Muhammed'e peygamberlik ve rasülluk verilmesini, ona tâbi olanlarýn devlet ve nimete nail olmalarýný sevmezler, çekemezler, bundan müteessir olurlar. (Allah Teâlâ ise) bir hikmet sahibi, yaratýcýdýr, bir kerem sahibi Mabuddur. (Rahmetini) lütuf ve iyiliðini kullarýndan (dilediðine tahsis buyurur.) Onu seçerek lütfuna mazhar kýlar. (Ve Allah Teâlâ pek büyük ihsan) fazi ve lütuf (sahibidir.) Buna inanmýþýzdýr. Artýk, bu yüce ihsaný elde etmek için liyakat kazanmaða çalýþmalý deðil midir?

 

 

 

 

106.   Biz bir âyetten her neyi nesh eder veya unutturursak ondan daha hayýrlýsýný veya onun benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah Teâlâ þüphe yok herþeye tam manasýyla kadirdir.

106. Bu mübarek âyetler, kâfirlerin Ýslâm hükümleri hakkýndaki yanlýþ düþünce ve telkinlerinin batýllýðýný meydana koymaktadýr. Ve Allah Teâlâ'nýn bütün kâinata sahip ve hâkim olduðunu bildirerek gafilleri uyanmaya davet buyurmaktadýr. Þöyle ki: Kur'â-ý Kerîm, nazil olarak insanlýða yeni bir þeriat, bir ilâhî kanun ihsan buyrulmuþ, bunun gereklerinden olarak eski kitaplarýn bir kýsým ibâdetlere, muamelelere ait meseleleri hükümsüz kalmýþtýr. Artýk Tevrat ile, Ýncil ile deðil, Kur'an'ý Kerîm ile âmel edilmesi icap ediyordu. Bu, bir hikmet ve maslahat muhtezasý bulunmuþtur. Ehli kitap denilen Museviler ile i seviler ise buna itiraza baþlamýþlar, "Allah'ýn vaktiyle hakla göndermiþ olduðu hükümler, þimdi nasýl kaldýrýlýr? Allah Teâlâ beyanatýný, emirlerini, nehiylerini deðiþtirir mi?.. Dün yaptýðýný bugün bozar mý?.." diyerek müslümanlýk aleyhinde bir cereyan uyandýrmak istemiþlerdi. Ýþte onlarýn bu bâtýl düþüncelerini Cenab'ý Hak bu âyeti kerimesiyle þöylece reddediyor. (Biz) Ben yüce Mabud (bir âyetten her neyi) yani: Bir semavî kitabýn ayetlerinden, hükümlerinden hangi birini veya bir âyetin bir kýsmýný (nesh eder) artýk onunla amel edilmemesini emreylersek (veya) o âyeti (unutturursak) hafýzalardan çýkarýrsak veya vaktiyle bir peygambere verilip ondan sonra zamanýn geçmesiyle unutularak kendisinden eser kalmamýþ olan bir hükmü serîyi böyle unutturursak (ondan daha hayýrlýsýný veya onun mislini getiririz) Peygambere vahyeder bildiririz. Ey insan! (Bilmez misin ki Allah Teâlâ þüphe yok her þeye tam mânasiyle kadirdir.) Bir þeyi ne kadar mükemmel olursa olsun ondan daha mükemmelini vücude getirmeðe kudreti fazlasýyla kâfidir. Artýk bu neshi uzak görmeye mahal yoktur. Nasih olan âyet, mensuh olan ayetten hükmen daha mükemmel daha ziyâde hikmet dolu olabilir.

§ Nesh: Lügatte bir þeyi tebdil etmek, baþkasý ile deðiþtirmek demektir. Þeriat istilâhýnda ise her hangi bir ibâdete, bir muameleye ait bir serî hükmün yerine sonradan þeriatýn diðer bir hükmünün gelmiþ olmasýdýr ki, artýk evvelki hüküm mensuh olur, onunla âmel edilemez, nasih olan sonraki hükümle âmel edilir. Bu bir hikmet gereðidir. Cenab-ý Hak bunu zaten ilmi ezelîsiyle böyle bilip takdir buyurmuþtur. Zamaný gelince de bunu peygamberleri vasýtasiyle kullarýna bildirir. Bu bakýmdan       Allah'ýn ilminde ve takdirinde hâþâ bir deðiþiklik meydana gelmiþ olamaz. Belki bu; idarî, Ýçtimaî bir hikmet ve faydaya binaen böyle takdir edilmiþtir. Bu nesha Cenâb-ý Haktan b aþ kasý selâhiyetli olamaz. Ve nesih inanç esaslarýnda, haberlerde geçerli deðildir. Þer'î bir hükmün mensuh olduðu ise ya Allah'ýn Kitabý ile veya mütevatir veya meþhur olan hadis-i þerifler ile malûm bulunur.

(seviler neshi kabul ederlerse de yahudiler kabul etmezler. Neshi kabul etmeyip itiraz edenler düþünmelidirler ki, kendi kitaplarý da daha evvelki kitaplarýn bir çok hükümlerini nesh etmiþ hükümsüz býrakmýþtýr. Tevrat ile incil'in hükümleri ayný midir?.. Eðer ayný ise bunlarýn sahiplerin ne için bir birini tekfir ediyor? Artýk o kitaplardaki bir çok ahkamýn neshi ile yerine Islâmî hükümlerin geçmesini uzak görmeye, tenkide asla mahal yoktur. Kur'ân'ý Kerîm'in bâzý âyetleri arasýnda da bu nesih vakidir. Bu müctehidlerin icmaý ile sabit bir hakikattir. Bunun vukuunu müslümanlar, bir hikmeti ilâhîye gereði olarak bilir, saygý gösterirler.

Evet... Cenab'ý Hak, serî hükümlerden bâzýlarýný nesh etmiþtir. Bu da bir ilâhî sünnet ve dinî hikmet icabýdýr. Binaenaleyh neshin meydana gelmemesi, bu ilâhî sünnete ve rabbani hikmete aykýrý olacaðýndan asla iddia edilemez. Böyle bir iddia, hem Kur'ân-ý Kerîm'in hem de bütün müctehidlerin icmâýna muhalif, cahilce bir iddiadan baþka deðildir. Hattâ bu hususa dair Ibni Hazm'in bir eseri de vardýr.

 

 

 

 

107. Bilmez misin ki göklerin ve yerin mülkü muhakkak Allah'ýndýr, ve sözler için Allah T e âlâ' d an ba;l a ne bir dost ve ne de bir yardýmcý vardýr.

107.    Ey neshi inkâr eden insan! Bir kere düþün. (Bilmez misin ki göklerin ve yerin mülkü) bu sonsuz âlemlerin mülkiyeti, hâkimiyeti, tasarrufu (muhakkak Allah'ýndýr.) Bütün bunlar o þaný yüce yaratýcýnýn hükmüne, emrine tabidir. (Ve) ey insanlar! (Sizler için Allah Teâlâ'dan baþka ne bir veli) ne bir dost, bir destekçi (ve ne de bir yardýmcý vardýr.) Artýk o Yüce Yaratýcýnýn her þeye kadir olduðunu biliyorsunuz. Her zaman binlerce hâdiseler, deðiþiklikler, eþsiz güzel þeyler vücude getirdiðini görüyorsunuz. Hakkýnýzda o Kerim Rabbinizden baþka tam bir lûtf ile himaye ve korumada bulunacak kim vardýr? Elbette o nesh ve deðiþtirmede de sizlerin hakkýnda bir lütf, bir menfaat vardýr. Cenâb-ý Hak hâþâ abes yere bir þey yapmaz. Allah Teâlâ'nýn rasûlü de hakikate aykýrý bir iddeada bulunmaz. Artýk uyanýn, bu gibi inkârlardan vazgeçiniz, öyle cehalet ve delâlet içinde ölüp gitmiþ kavimleri taklit edip durmayýnýz.

 

 

 

 

108.    Yoksa evvelce Musa'ya sorulduðu gibi siz de peygamberinizi sorguya mý çekmek istersiniz? Her kim îmanýný küfr ile deðiþtirirse þüphe yok ki; yolun doðrusundan sapýtmýþ olur.

108. Bu âyeti kerime, müslümanlarý vaktiyle Ýsrail Oðullarýnýn peygamberlerini sorguya çekmek suretiyle yapmýþ olduklarý edepsizce harekelerden men etmektedir. Þöyle ki: Ey Ümmeti Muhammediye!.. Veya ey Mekke ahalisi! (Yoksa evvelce Musa'ya) kavmi tarafýndan uygun olmayan bir takým sualler (sorulduðu gibi) þimdi (siz de peygamberinizi) Hz. Muhammed Aleyhisselâmý o gibi uygunsuz bir þekilde (sorguya mý çekmek istersiniz?) Öyle bir sual ve talep, Ýmandan yoksunluk belirtisidir. (Her kim) bilfiil veya yaratýlýþ itibariyle bil kuvve sahip olduðu (Ýmanýný küfür ile deðiþtirirse) öyle alaylý yolu terk ederek dalâlet vadisine düþer alaylý sorular ile peygambere ihanette bulunmak isterse (þüphe yok ki, yolun doðrusundan sapýtmýþ olur.) O peygamberin gösterdiði dürüst yolu terk ederek delâlet vadisine düþer gider. Artýk öyle helak edici suallerden, hareketlerden kaçýnmalýdýr.

§ Vaktiyle yahudilerden bâzýlarý Hz. Musa'ya müracat ederek: "Bize Allah'ý apaçýk göster, bize Allah'ý ve melekleri getir, bize ýrmaklar akýt" diye bir çok þeyler istemiþlerdi.   Daha sonra Mekke ahalisinden bazýlarý da Peygamber Efendimize gidip: "Bize Mekke sahasýný geniþlet, bize Safa daðýný altýn kütlesi kýl" gibi Ýmtihan edercesine temennilerde bulunmuþlardý. Ýþte bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur.

 

 

 

 

109. Ehli kitaptan bir çoklarý kendilerine hak belirdikten sonra nefÝþlerindeki hasetten dolayý sizi îmanýnýzdan sonra kâfirler haline döndürmeði temenni etmiþtir. Ýmdi siz Allah'ýn emri gelinceye kadar affediniz, tekdirde bulunmayýn. Þüphe yok ki. Allah Teâlâ her þeye kemâliyle kadirdir.

109.   Bu mübarek âyetler; ehli küfrün, özellikle yahudilerin müslümanlar hakkýnda ne kadar kötü niyetli olduklarýný gösteriyor. Ve din, düþmanlarýnýn kötü telkinlerine bakmayýp ibâdet ve itaatlarýna devam etmelerini ve bunun mükâfatýný göreceklerini müslümanlara emir ve tavsiye buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ey cemaati müslimin!.. (Ehli Kitaptan) Yahudilerle isevîlerden (birçoklarý kendilerine hak belirdikten sonra) Islâmiyetin hakikî bir din olduðu kesin delil ile ortaya çýktýðý ve Tevrat ile incil'de yazýlý olduðu halde sýrf (nefislerindeki hasetten dolayý) ey müslümanlar! (Sizi Ýmanýnýzdan sonra) öyle Islâmiyete girmenizi müteakip (kâfirler haline döndürmeði) sizi Ýslâm'dan döndürmeyi (temenni etmiþtir.* Onlar öyle fena bir arzuda bulunurlar. Fakat Ey Müslümanlar!.. (Siz Allah'ýn emri gelinceye kadar) size onlar ile cihad emr edilinceye ve onlardan cizye almaða izin verilinceye deðin onlarý (affediniz) onlara tecavüz etmeyin ve (tekdirde bulunmayýn.) Onlarýn o kötü hallerine karþý sabredin. Onlardan yüz çevirin, emri ilâhinin gelmesini bekleyin (Þüphe yok ki, Allah Teâlâ her þeye kemâliyle kadirdir.) Elbette onlardan intikam alacaktýr.

110.        Ve namazý dosdoðru kýlýn, zekâtý da verin, nefisleriniz için evvelce hayýrdan her ne gönderirseniz onu Allah indinde bulursunuz. Þüphe yok ki. Allah Teâlâ Ýþlediðiniz þeyleri tamamiyle görücüdür.

110.    (Ve) Ey Müslümanlar!.. Siz düþmanlarýnýza karþý afv ve baðýþlama ile muamelede bulunacaðýnýz gibi (namazý) da erkâný ve adabýna uyarak (dosdoðru kýlýn) üzerinize düþen (zekâtý da) ehil olanlara (verin.) Fakirlere merhamet gösterin. (Nefisleriniz için) kendi faydalarýnýz maksadýyla (evvelce) namaz, zekât gibi (hayýrdan her ne gönderirseniz) hayatta iken bunlarý Allah rýzasý için yapmýþ bulunursanýz (onu) böyle takdim ettiðiniz ibâdet ve itaatin sevabýný (Allah katýnda bulursunuz) Yarýn ahiret âleminden bunun mükafatýna kavuþursunuz. Evet: (Þüphe yok ki Allah Teâlâ Ýþlediðiniz þeyleri tamamiyle görücüdür.) Onun katýnda hiç bir âmel meçhul kalmaz, zayi olmaz. Binaenaleyh siz de düþmanlarýnýzýn kâfirce tavsiyelerine bakmayýn, güzel güzel amellerde bulununuz ki, mükâfatýný göresiniz.

§ Gerçekten bir takým dinsiz, yabancý unsurlar: Islâmiyetin sönmesi için bin türlü çarelere baþ vururlar, bin türlü hilelere tevessül ederler, Islâmî fikirleri bozmak için bir çok yanlýþ, tahripkâr tavsiyelerde bulunurlar, ahlâkî fazileti din kuvvetini sarsacak þeyleri bir medeniyet icabý, bir ilerleme ve aydýnlanma vesilesi imiþ gibi masum halka telkinden geri durmazlar. Ýbadetler ve itaatler hakkýnda uzun dillilikte bulunmadan çekinmezler. Artýk müslümanlar için lâzýmdýr ki, dost ile düþmanlarýný tanýsýnlar, Ýslâm dininin bütün kutsî, son derece faydalý emirlerine, yasaklarýna hakkýyla riayet ederek ebedî saadete, mükâfata nail olsunlar.

 

 

 

 

111.       Ve dediler ki cennete Yahudî veya Hýristiyan olanlardan baþkasý elbette giremeyecektir. Bu onlarýn boþ hülyalarýdýr. De ki: delilinizi getirin, eðer siz doðru kimseler iseniz.

111. Bu mübarek âyetler, ehli kitap denilen iki taifenin iddiasýný reddediyor. Kimlerin korku ve kederden emin olarak cennete, Allah'ýn mükâfatýna nail olacaklarýný bildiriyor. Þöyle ki: Medine-i Münevveredeki Yahudiler ile Necran hýristiyanlarýndan bazýlarý Hz. Peygamber'in huzurunda bulundular. (Ve dediler ki: Cennete Yahudi veya Hýristiyan olanlardan baþkasý elbette giremeyecektir!) Yani Yahudiler dediler ki: Cennete ancak Yahudiler girecektir. Hýristiyanlar da dediler ki cennete yalnýz hýristiyanlar girecektir, baþkalarý deðil. Bunlardan her biri kendi dinlerinin hak olduðunu iddiada bulundu. Halbuki (bu) iddealarý (onlarýn boþ hülyalarýdýr) sadece kendi ümitleridir, kendi kuruntulandýr. Rasûlüm!.. Onlara (de ki: Delilinizi getirin) bu hususta dayandýðýnýz delilinizi gösteriniz. (Eðer siz) bu iddeanýzda (doðru kimseler iseniz.) Çok uzak! Onlar bu iddealarýný isbat edecek bir delile, bir hüccete sahip deðildirler. Artýk böyle bir delile, bir dayanaða dayanmayan bir iddeanýn ne kýymeti olabilir.

 

 

 

 

112. Hayýr... Kim muhsin olduðu halde yüzünü Allah'a teslim ederse iþte onun için Rabbinin katýnda mükâfatý vardýr. Ve onlarýn üzerine bir korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmayacaklardýr.

112.    (Hayýr) Yahudilerin, Hýristiyanlarýn bu iddealan boþtur. Cennet öyle muayyen bir taifeye mahsus deðildir. Oraya girebilmek için belli baþlý þartlar vardýr. Þöyle ki: Her (kim muhsin) yani: Dinî vazifelerini güzelce, lâikiyle ifâ eder (olduðu halde yüzünü) yani kendini (Allah için) ilâhî emre uyar, Allah'ýn rýzâsýný kazanmak için küfür ve isyandan (salim kýlarsa) kendisini Hakka teslim ederse (Ýþte onun için Rabbinin katýnda) âhiret aleminde (mükâfatý vardýr.) O cennete. Allah'ýn zatýný görmeye hak kazanacaktýr. (Ve onlarýn üzerine bir korku yoktur.) O gibi itaatkâr kullar için dünyada bir korku ve endiþe ariz olmayacaktýr. (Ve onlar mahsûn da olmayacaklardýr.) O muhterem zatlar, âhirette de bir hüzün ve kedere tutulmuþ olmayacaklardýr. Ýþte cennet bu gibi zatlara mahsustur.

Vaktiyle Hz. Musa'ya hakkýyla Ýman edenler ve Hz. Ýsa'ya da bir peygamber olduðunu bilip ümmet olanlarda bu güzel itikatlarýnýn mükâfatýný göreceklerdir, onlar da cennete gireceklerdir. Nasýl ki son peygamberin gösterdiði yolu takip edip Ýslâm þerefine nail olanlar da cennete gireceklerdir. Fakat Allah Teâlâ'nýn bir kýsým peygamberlerini, kitaplarýný inkâr edenler, bir kýsým insanlara tanrýlýk payesi verip tapanlar cennete ebediyen giremeyeceklerdir. Onlarýn bu husustaki iddialarý boþtur, semavî kitaplarýn beyanlarýna aykýrýdýr.

 

 

 

 

113.         Ve Yahudiler dedi ki: Hýristiyanlar hiç bir þey üzere deðildir. Ve Hýristiyanlar da dedi ki: Yahudiler hiç bir þey üzere deðildir. Halbuki onlar kitabý okurlar. Bilmeyen kimseler de onlarýn sözleri gibi söylediler. Allah T e âlâ ise bu ihtilâf ettikleri þeyler hakkýnda yarýn kýyamet günü aralarýnda hükmedecektir.

113. Bu âyeti kerime, müslüman olmayan milletlerin bir birine karþý olan kötü kanaatlerini göstermektedir. Þöyle ki, Necran Hýristiyan I arýn d an bir taife elçi olarak Hz. Peygamber'in huzuruna gelince Yahudi âlimleri de gelmiþlerdi. Bu iki taife arasýnda münakaþalar oldu. Biri birinin dini ile alay etti. (Ve Yahudiler dedi ki: Hýristiyanlar hiç bir þey üzere deðildir.) Onlarýn din adýna dayanacaklarý bir þey yoktur. (Ve Hýristiyanlar da dedi ki: Yahudiler hiç bir þey üzere deðildir.) Onlarýn istinad dayanacaklarý bir esas yoktur. O iki taife biri birinin kitabýný, peygamberini inkâr eylediler. (Halbuki onlar) o iki taife (kitabý okurlar). Yahudilerin okuduklarý Tevrat'ta, eski ahitte Hz. Ýsa'yý, onun bir peygamber olarak dünyaya geleceðini tasdik vardýr. Hýrýsityanlarýn okuduklarý Ýncil'de de Hz. Musa'yý tasdik vardýr. Artýk böyle mutlak inkâr lâyýk mýdýr?.. Ýþte... (Bilmeyen) cahil putperest, ilâhi dinlerden habersiz (kimseler de onlarýn sözleri gibi söylerler.) Yani onlar da öyle peygamberleri, kitaplarý inkâr ederler. (Allah Teâlâ ise) o taifelerin (bu ihtilâf ettikleri þeyler hakkýnda yarýn kýyamet günü aralarýnda hükmedecektir.) Bu ihtilâflarýnýn batýl olduðunu kendilerine gösterecek, onlarý lâik olduklarý azaba kavuþturacaktýr.

§ Artýk müslümanlar ile diðer kavimler arasýndaki farký düþünmeli. Bir müslüman; bu kainatýn Yüce Yaratýcýsýný tasdik eder, birliðine inanýr, saygýda bulunur. Bütün peygamberleri,   bütün semavi kitaplarý tasdik eder, bu cümleden olarak Hz. Musa ile asýl Tevrat'ý ve Hz. Ýsa ile asýl incil'i bilip tasdikte bulunur. Ve bütün insanlýk  arasýnda bir din kardeþliðinin, bir muhabbet ve dayanýlmanýn bulunmasýný arzu eder.

Museviler ise hem Hz. Isa ile incil'i, hem de son peygamber Hz. Muhammed ile Kur'ân'ý Kerim'i inkâr ederler, kendi ýrklarýndan baþkasý hakkýnda asla iyi niyette bulunmazlar. Hýristiyanlar ise hem Peygamber Efendimizle Kur'ân'ý Azimi inkâr ederler, hem de Hz. Musa ile Tevrat'a karþý hürmetsizlik gösterirler. Daha ileri giderek Hz. Isa gibi yarat ilmi; muhterem bir kimseyi Allah Teâlâ'nýn oðlu tanýyarak ona tapýnmakta bulunurlar.

Bütün dinleri inkâr edenler ise pek cahilce bir halde yaþamaktadýrlar. Bunlar için de yaþadýklarý bu kâinatýn azametini, yaratýlýþýndaki hikmeti, kendi hayatlarýndaki gayeyi Ýdrakten âciz, nefislerine maðlûp birer þaþkýn kimselerden baþka deðildirler.

Þimdi düþünelim: Bir mûsevî müslüman olsa ne kaybedecektir. Hem evvelce kendisine mensup olduðunu iddia ettiði Hz. Musa'yý, hem de asýl Tevrat'ý yine tasdik edecek, hem de Hz. Ýsa'yý ve incil'i inkâr etmeyecek, hem de son peygamber Hz. Muhammed ile ona nazil olmuþ olan Kur'ân'ý Kerîme Ýman etmiþ olarak hidâyete erecektir. Bir isevî de müslüman olunca hem Hz. Ýsa'nýn büyük bir peygamber olduðunu ve ona verilmiþ olan asýl incil'i ve Hz. Musa ile asýl Tevrat'ý yine tasdik edecek, hem de bunlarý tasdik eden son peygamber Hz. Muhammed'e ve onun ebedî bir mucizesi olan kitabýna Ýman ederek ebedî saadete nail olacaktýr.

Bütün dinleri inkâr eden bir þahsa gelince, bu da aklýný baþýna toplayarak bu kâinattaki harikalar! güzelce düþünse, beþeriyete en yüce bir ahlâk ve fazilet, bir adalet ve eþitlik dersi vermiþ olsa Ýslâmiyet! düþünse; þüphe yok ki yeni bir hayat bulacak, ebedî ve nuranî bir istikbâle aday olacak, bir çok ahlâkî güzellikleri bulunacaktýr.

Artýk düþünelim! Bütün insanlýk için Ýslâmiyetî kabulden baþka bir selâmet ve saadet, bir ittifak ve birlik yolu var mýdýr? Elbette ki yoktur. Ne mutlu bu hakikati idrak ederek Islâmiyete sýðýnanlara!..

 

 

 

 

114. Allah Teâlâ'nýn mescitlerinde onun isminin zikredilmesini engelleyen ve o mescitlerin harap olmasýna çalýþan kimseden daha zâlim kim vardýr? Onlar için o mescitlere korka korka girmelerinden baþka selâhiyet yoktur. Onlar için dünyada rezillik vardýr onlar için ahirette ise pek büvül  bir azap vardýr.

114. Bu âyeti kerime; mabetlerin harap olmasýna sebebiyet veren, onlarda ibâdet ve itaatin yerine getirilmesine mâni olan kimselerin fecî akýbetlerini ihtar etmektedir. Þöyle ki: (Allah Teâlâ'nýn mescitlerinde) mukaddes mabedlerinde (onun) o Yüce Mabudun mübarek (Ýsminin anýlmasýný) ona tekbir ve tesbihde bulunulmasýný (engelleyen) böyle yüce bir ibâdete engel olan (ve o mescitlerin) bakýlmayarak, cemaatten mahrum býrakýlarak (harap olmasýna) içinde ibâdet ve itaat edilmeyerek boþ kalmasýna (çalýþan kimseden daha zâlim) müslümanlarýn hukukuna daha çok tecâvüz eden (kim vardýr?) Evet!.. Böyle bir þahýs, son derece zâlimdir. Büyük cezalarý hak etmiþtir. (Onlar için) öyle bir zulme cesaret, mabedlere karþý ne büyük bir hakarettir. Halbuki onlarýn (o mescitlere korka korka) saygýlý bir vazîyet almýþ olarak (girmelerinden baþka selâhiyet yoktur.) Onlar ne hak ile o mabetlerin harap olmasýna öyle cesaret edebiliyorlar? Artýk (onlar için) bu engelleme ve tahribe cüretleri yüzünden (dünyada rezillik vardýr) rezil ve rüsva olacaklardýr. (Onlar için ahirette ise pek büyük bir azap vardýr.) Onlar cehennemde azap göreceklerdir. Binaenaleyh Ýslâm mabetlerinin muhafazasýna, onlarda Allah'ýn zikrin, selâtü selamýn devamýna hizmet edilmesi bizim için mühim bir vazifedir.

§ Rivayet olunduðu üzere Rasûlü Ekrem Hazretleri Hicretin altýncý senesi Kabe'yi ziyaret için eshabý kirâmýndan 500 zat ile Medine-i Münevvereden çýkýp Mekke-i Mükerreme  tarafýna hareket etmiþlerdi. "Hudeybiye" denilen mevkide Mekke müþrikleri ile karþýlaþmýþ, onlar bu ziyarete mâni olmuþlardý. Vaktiyle Romalýlar da Beyti  Makdisi yýkmýþ, orada ibâdet ve itaatte bulunulmasýna imkân býrakmamýþlardý. Ýþte Cenab'ý Hak bu gibi ibâdet ve itaate mâni, mescitleri yýkýp içlerinde teþbih ve tahlîl yapýlmasýna engel olanlar hakkýnda bu âyeti kerimesini Ýndirmiþtir.

 

 

 

 

115. Doðu da, batý da Allah'ýndýr. Artýk hangi bir yerde -yüzünüzü- kýbleye çevirirseniz Allah'ýn zatý oradadýr, þüphe yok ki Allah Teâlâ'nýn rahmeti geniþtir, o herseyi bilendir.

115.      Bu âyeti kerime, her nerede olursa olsun yapýlacak ibâdetlerin makbul ve Allah'a yönelik olacaðýný bildirmektedir. Beytullahý ve emsalini ziyaretten engellenen müslümanlarý da teselli etmektedir. Þöyle ki: Ey Allah Teâlâ'nýn kullarý!.. Biliniz ki (Masrik te) Doðu yeri de (Maðripte) Batý yeri de, yani bütün küreyi arz (Allah'ýndýr.) Onun mülküdür. (Artýk her hangi bir yerde) namaz gibi bir ibâdet için (yüzünüzü Kýbleye) Kýble yönüne (çevirirseniz Allah'ýn zatý oradadýr.) Allah Teâlâ'ya ibâdet ve itaat yönü orasýdýr. Onun mekân ve zamandan uzak bir olan zâtý için namaz kýlmýþ, ibâdette bulunmuþ olursunuz. (Þüphe yok ki. Allah T e âlâ vâsidir.) Onun kullarýna rahmeti, nimeti, maðfireti geniþtir. Bunun içindir ki, ibâdet hususunda da kullarýna bir geniþlik bir kolaylýk göstermiþtir. Ve o Kerem sahibi Mabud (âlimdir.) nerede yapýlacak olursa olsun zâtý ülühiyeti için yapýlacak zikirleri, ibâdetleri bilir, herkese lâik olduðu mükâfatý verir.

§ Ýslâm'ýn baþlangýcýnda Kudüs'e yönelerek namaz kýlýnýrken bilahara Kâbei Mükerremeye doðru namaz kýlýnmasý bir hikmet binaen emredilince bir takým gayri müslimler itiraza baþlamýþlar, müslümanlar neden kýblelerini deðiþtirdiler diye söylenmiþler. Bu âyeti kerime ise Cenâb-ý Hakkýn mekân ve zamandan uzak olup her ne tarafa yönelerek namaz kýlýnmasýný e m ret s e yine onun tek olan zatý için kýlýnmýþ olacaðýna i; erene bulunmuþtur.

Bazý milletlerde Allah Teâlâ ibâdetin yalnýz bazý mabedlerde yap 11 ab ilip, baþka yerlerde yapýlamýyacaðýný iddia ederler. Bu âyeti kerime ise onlarýn bu inançlarýný reddetmektedir, Cenâb-ý Hakkýn kullarý için pek geniþ bir ibâdet alaný göstermektedir.

 

 

 

 

116. Ve dediler ki Allah çocuk edindi etti -Hasa- Allah Teâlâ bundan uzaktýr. Doðrusu göklerde ve yerde ne varsa onundur. Hepsi de ona itaat edicilerdir.

116.       Bu mübarek âyetler: Yahudiler ile Hýristiyanlarýn ve Arap müþriklerinin pek bâtýl inançlarýný reddetmektedir. Ve Kâinatý yaratan yüce Allah'ýn evlât edinmekten uzak ve yüce olduðunu beyan eylemektedir. Þöyle ki: Bir takým cahiller, Kabe tarafýna dönülmesine itiraz ettiler. (Ve dediler ki: Allah evlat edindi.) kendisine çocuk edindi. Yahudilere göre Üzeyr Aleyhisselâm Allah'ýn oðludur. Hýristiyanlara göre de Hz. Isa Allah'ýn oðludur. Arap müþrikleri de melekleri Allah Teâlâ'nýn kýzlarý sanmýþlardýr. (-Hasa- Allah Teâlâ) kendisine evlât edinmekten (uzaktýr.) O evlada muhtaç deðildir. Bu gibi þeylerden beridir, yücedir. (Doðrusu göklerde ve yerde ne varsa onundur.) Hepsi de onun mahlûkudur, onun mülkiyet ve hâkimiyeti altýndadýrlar. (Hepsi de ona itaat edicilerdir.) Bütün bunlar, o yüce Yaratýcýya boyun eðer, itaat eder ve emrine uyarlar.

Artýk böyle bütün kâinatýn Yüce Yaratýcýsý evlada muhtaç olur mu? Bütün bu kâinat onun yaratmasýnýn eseridir, onun birer mülküdür. Artýk mahlûk olan, mülk bulunan Þeyler; Yaratýcýsýnýn, sahibinin üzerinde dilediði gibi tasarruf edenin evladý olabilirler mi?..

 

 

 

117.  -Allah Teâlâ- göklerin ve yerin yaratýcýsýdýr. Bir þeyi isteyince ona "ol" der, o da hemen oluverir.

117.  Evet... Þüphe yok ki (Allah Teâlâ göklerin ve yerin) bütün bu mükevvenatýn (yoktan yaratýcýsýdýr.) Bunlarý birer eþsiz varlýk olarak benzersiz bir þekilde vücude getirmiþtir. (Bir þeyi irade edince) hangi bir þeyin vücude gelmesini takdir buyurmuþ olunca da ýona"ol" der o da hemen oluverir.) Yani: O hikmet sahibi Yaratýcý bir þeyin vücudunu muayyen bir zamanda yaratmak isteyince o þey o zaman gelince bu ezelî irade sebebiyle hemen vücut sahasýna gelir, onun bu iradesine muhalefet düþünülemez. Artýk bu ezeli yaratýcý, evlada muhtaç olur mu? Öyle sonradan yaratýlan, bir çok ihtiyaçlar içinde yaþayýp ölüme mahkûm bulunan, birer yaratma sonucu meydana gelen, Allah'ýn birer kulu olan þeyler hiç o eþsiz yaratýcýnýn evladý olabilirler mi?.. Mahlükat; sonradan olmuþtur, fanidir, bunlar bir birinden ayrýlmýþtýr biri birine muhtaç bir vaziyette bulunurlar. Allah Teâlâ ise bu gibi þeylerden uzaktýr. Onun ilâhî zatýna hiç bir þey benzeyemez, onun kutsî varlýðýndan hiç bir þey bir cüz olamaz. Ve o hiç bir mahlûkuna muhtaç bulunmaz. Artýk Allah hakkýnda babalýk ve oðulluk nasýl tasavvur olunabilir?.. Ey gafîl insanlar!.. Artýk uyanýnýz, böyle bâtýl iddealarda, selâhiyetiniz haricindeki temennilerde bulunmayýnýz.

 

 

 

 

118.     Ve bilmeyen kimseler dedi ki: Allah bizimle konuþsa ya veya bize bir âyet gelse ya. Onlardan evvelkiler de onlarýn dedikleri gibi demiþti. Kalbleri bir birine benzemiþtir. Biz âyetlerimizi kesin îman sahibi olan bir kavme apaçýk bildirdik.

118.      Bu âyeti kerime, asrý saadetteki bir takým müþriklerin, kendilerinden evvelki kâfirlerin yaptýklarý gibi inkarcý ve alaycý þekildeki lâkýrdýlarýný beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Ve) bir takým (bilmeyenler) cehalet veya inatlarýndan dolayý cahilce harekete devam eden Arap müþrikleri de (dedi ki: Allah bizimle konuþsa ya) madem ki Allah, Hz. Muhammed ile konuþuyormuþ, yâni ona vahy ve ilhamda bulunuyormuþ, ona kitabýný gönderiyormuþ, o halde bizimle de konuþmalý deðil mi?.. "Veya bize) de (bir âyet gelse ya) madem ki Muhammed Aleyhisselâma âyetler nazil oluyormuþ, bizlere de bir âyet, bir harika, onun peygamberliðini gösterecek bir alâmet gelse olmaz mý?.. (Onlardan evvelkiler de) Ýsrail Oðullarýndan ve diðer kavimlerden bir takýmlarý da (onlarýn dedikleri gibî demiþti) Nitekim Ýsrail oðullarý. Hz. Musa'ya hitaben: Bize Rabbini apaçýk göster demek cüretinde bulunmuþlardý. Bunlarýn (kalbleri biri birine benzemiþtir.) Hepsi de böyle cahilce bir haleti ruhiyeye, bir kalbî kusura sahip bulunuyor. (Biz âyetlerimizi kesin Ýman sahibi olan bir kavme) hakikatleri anlayan þüphelerden uzak bulunanlara (apaçýk bildirdik) Hz. Peygamberin elinde bir takým mucizeler meydana geldi. Ona nazil olan Kur'ân ayetlerinden her biri de bir hikmet harikasý, edebiyat harikasý olarak tecelli edip duruyor. Artýk baþka âyetlere, alâmetlere ne ihtiyaç var?..

 

 

 

 

119. Þüphe yok ki, biz seni hak ile müjdeleyici ve uyarýcý olarak gönderdik. Sen cehennem ehlinden mesul olmazsýn.

119.      Bu mübarek âyetler Rasûlî Ekremin ne büyük selâhiyete sahip yüce bir peygamber olduðunu beyan ile kendilerine teselli vermektedir. Bir takým Ýslâm düþmanlarýnýn ise Islâmiyeti imha için ne bâtýl arzularda bulunduklarýný, Ýslâmiyet sahasýndan ayrýlacak olanlarýn da ebedî ziyana uðrayacaklarýný beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: Rasûlüm!.. (Þüphe yok ki, biz) yani ben þaný yüce Yaratýcý (seni hak ile) Kur'ân'ý Kerîm ile, Ýslâm þeriatý ile (mübeþþir ve münzir) müjdeleyici ve korkutucu (olarak gönderdik.) Senin vazifen, mü'min olanlarýn cennete, ebedî saadete nail olacaklarýný kendilerine müjdelemek, dinsiz olanlarýn da cehennemde ebediyyen azap göreceklerini kendilerine hatýrlatmaktýr, yoksa onlara cebir ve baskýda bulunmak deðildir. Zaten zora dayanarak kabul edilen bir Ýman muteber olmaz. (Sen cehennem eshabýndan mesul olmazsýn.) Senin vazifen, dinî hükümleri teblið, kendilerini Islâmiyete davettir. Artýk mesul olanlar, bu tebligatý kabul etmeyenlerdir. Bu mühim mesuliyeti artýk onlar düþünsünler.

 

 

 

 

120.   Sen onlarýn milletine tâbi oluncaya deðin senden ne Yahudiler ne de Hýristiyanlar asla hoþnut olmazlar. De ki: Asýl hidayet Allah'ýn hidâyetidir. Eðer sen sana gelen ilimden sonra, onlarýn arzularýna uyacak olsan, yemin olsun ki senin için Allah tarafýndan ne bir dost bulunur ne de bir yardýmcý.

120.     Rasûlüm!.. (Sen onlarýn milletine) yani: Dinine, bâtýl kanaatlerine, heva ve heveslerine (tâbi oluncaya deyin senden ne Yahudiler, ne de Hýristiyanlar asla hoþnut olmazlar.) Ne cahilce arzu... Habibim!.. Onlara (deki: Asýl hidâyet. Allah'ýn hidâyetidir.) Yani Allah Teâlâ'nýn hidâyet yolu olan Ýslâmiyet yok mu, Ýþte hidayet yolu onun tam kendisidir, baþka deðildir. (Eðer sen, sana gelen ilimden sonra) Kuraný Kerîm ile, diðer bir kýsým mucizeler ile Ýslâmiyetin hak oluþu öyle ortaya çýkmýþ olduktan sonra (onlarýn havalarýna) o bâtýl milliyetlerine, arzularýna bil farz (uyacak olsan yemin olsun ki, senin için Allah tarafýndan ne bir dost bulunur ne de bir yardýmcý.) O takdirde ebedî bir hüsran yüz göstermiþ olur.

§ Yüce Peygamberler böyle bir hüsrana uðramaktan korunmuþlardýr. Onlar ebediyyen günahsýz, ilâhî korumaya mazhardýrlar. Bu tarzdaki Kur'ân beyanatý, asýl müslüman fertler için bir uyanýklýk vesilesidir. Her asýrda gayri müslimlerin müslümanlarý yoldan çýkarmak için ne çarelere baþvurduklarý, ne propagandalar yaptýklarý malumdur. Artýk bütün müslümanlara düþen vazife uyanýk bulunmaktýr. Öyle yaldýzlý, aldatýcý sözlere kulak vermeyerek kendi yüksek dinlerinin, milliyetlerinin parlak feyz ve irfan sahasýnda muntazam bir þekilde yaþamaða devam etmektir. Baþarý Cenâb-ý Haktandýr.

 

Ynt: Bakara Suresi By: hafizvuslat Date: 29 Ekim 2009, 21:07:14
121.   Kendilerine kitap verdiðimiz kimseler ki, onun hakkýyle okuyarak tilâvette bulunurlar. Ýþte onlar ona îman ederler. Ve kimler ki onu inkâr ederlerse iþte hüsrana uðramýþ olanlar da onlardýr.

121. Bu âyeti kerime, her hangi bir ilâhî kitabý ona layýk bir þekilde okuyup anlayanlarýn o kitaba Ýman edeceklerini beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Kendilerine kitap verdiðimiz kimselerki) gerek geçmiþ ümmetlerden olsunlar ve gerek þimdiki ümmetlerden bulunsunlar peygamberleri vasýtasiyle elde ettikleri bir ilâhî kitabý güzelce düþünür, (onu gerçek bir þekilde tilâvette bulunurlar) ondaki beyanlarý deðiþtirip bozmaz, ondaki yüceliði, ondaki fazilet ve hikmeti güzelce düþünürler (Ýþte onlar ona Allah kitabýna (Ýman ederler.) Onun hak olduðuna, Ýçindekilerin hakikat olduðuna kânî olurlar. (Ve) bilâkis (kimler ki, onu) o Allah kitabýný lâikýyla göz önüne almayarak hemen (inkâr ederlerse) bu yüzden küfre düþerlerse (Ýþte hüsrana) ebedî zarar ve ziyana felâkete (uðramýþ olanlar da onlardýr.t Onlar ebedî saadetten mahrum cehennem azabýna ebedî olarak mâruz kalmýþ olacaklardýr.

§ Bu âyeti kerime, Habeþistandan Medine-i Münevvereye gelip Ýslâmiyeti kabul eden bir kýsým ehli kitap hakkýnda nazil olmuþtur. Yahudilerden, Hýristiyanlardan olup ta Tevrat ve incil kitaplarýný deðiþtirme ve bozma olmaksýzýn okuyan, onlarda yazýlý olan son peygamber Hz. Muhammed'in vasýflarýný olduðu gibi mütalâa eden insaflý, düþünceli ehli kitabýn Ýslâm dinini kabul edeceklerine de iþaret buyurmaktadýr. Nitekim vaktiyle Yahudilerden Abdullah ibni Selâm gibi âlim zatlar Ýslâmiyeti kabul etmiþlerdi. Bugün de Avrupada, Amerikada bulunan bir kýsým ilim adamý, aydýn hýristiyanlar, Kur'ân'ý Kerîm'i okuyarak ondan istifade ediyorlar, Kur'ân'ýn yüceliðini tasdik ederek Ýslâmiyeti kabul ile neþre çalýþýyorlar.

Binaenaleyh hidâyete, ebedî saadete nail olmak isteyenler için en birinci vazife, Allah'ýn Kitabýný güzelce muhafaza edip onun kutsal hükümlerine Ýman edip onunla amel etmektir. Bir þahýs, bir kavim için en ebedî felâkete sebepte Allah Kitabýnýn mukaddes hükümlerini deðiþtirme ve bozmaya cüret ile onu inkâra, onunla alaya cesaret etme alçaklýðýnda bulunmaktýr.

 

 

 

122. Ey Ýsrail Oðullarý!.. Size ihsan etmiþ olduðum nimetimi ve sizi âlemler üzerine üstün kýlmýþ olduðumu hatýrlayýnýz.

122.   Bu mübarek âyetler, Ýsrail Oðullarýný uyandýrmak için vaktiyle nail olduklarý nimetleri düþünmeðe tekrar davet ediyor. Onlarýn ahiret gününün felâketinden kurtulabilmeleri için Islâmiyeti kabulden baþka çare bulunmadýðýna iþarett e bulunuyor. Þöyle ki: (Ey Ýsrail Oðullarý!.. Size) sizin ata ve ecdadýnýza vaktiyle (ihsan etmiþ olduðum nîmeti) hatýrlayýnýz. Sizin ýrkýnýza vaktiyle Hz. Musa gibi saný yüce bir peygamberi göndermiþtim, sizlere son peygamberin vasýflarýný Ýçeren Tevrat kitabýný vermiþtim, sizleri Firavun'un öldürücü pençesinden kurtararak bir hükümete nail kýlmýþtým. (Ve sizi âlemler) yani muasýr milletler (üzerine tefdil) onlardan üstün (kýlmýþ olduðumu hatýrlayýnýz.) Artýk bu nimetleri düþünün de simdi nankörlük etmeyin. Ýslâmiyet gibi yüce ve kitaplarýnýzda yüksek vasýflarý yazýlý bir evrensel kabulden kaçýnmayýn, böyle hakikî bir dinden mahrumiyetin, ahiretteki cezasýný düþünün.

 

 

 

 

123.  Ve öyle bir günden sakýnýn ki, hiç bir þahýs hiç bir þahýs için bir sev ödeyemez ve hiç bir þahýstan fidye de kabul edilmez. Ve ona þefaat te fayda vermez. Ve onlar yardým da olunmazlar.

123.      Ey Ýsrail Oðullarý... (Ve öyle bir günden) bir kýyamet ânýndan, bir âhiret hesabýndan (sakýnýn ki) o günde ýhiç bir þahýs baþka bir þahýs için) onun hesabýna olarak (bir sey ödeyemez.) Onu mesuliyetten kurtarmak için ona yardýmda bulunamaz. (Ve hiç bir þahýstan fidye de kabul edilmez.) O þahýs öyle bir fidye karþýlýðýnda azaptan kurtarýlamaz. (Ve ona þefaat de fayda vermez.) Allah'ýn izni olmadýkça kimsenin kimseye þefaati kabul edilmez. (Ve onlar) öyle dünyada diyanetten. Hakka itaatten mahrum olan þahýslar o ahiret âleminde (yardým da olunmazlar.) Onlar hiç bir kimsenin yardýmýna nail olamazlar. Binaenaleyh daha dünyada iken uyanýnýz, üzerinize düsen vazifeleri belleyiniz, hak dini kabul ederek ibâdet ve itaatte bulununuz ki o müthiþ ahiret hayatýnýn azabýndan emin, selâmet ve saadete nail olabilesiniz. Ne merhametli bir nasihat! 47, 48. âyetlere de müracaat ediniz.

 

 

 

 

124.       Þunu da hatýrla ki, bir zamanlar Ýbrahim'i Rabbisi bir takým kelimeler ile imtihan etmiþti. O da bunlarý tamamen yerine getirmiþtir. -Cenâb-ý Hak- dedi ki: Ben seni insanlara Ýmam kýlacaðým. O da dedi ki: Zürriyet imden de -Hak T e âlâ da- buyurdu ki benim ahdime zalimler nail olamaz.

124. Bu âyeti kerime, bütün insanlýða dinler tarihinden. Peygamberlerin hayatlarýndan bir örnek gösteriyor. Cenab'ý Hakkýn verdiði söze, imamet ve riyaset makamýna kimlerin lâik olup olmadýðýna iþaret ediyor, sadece büyük bir zatýn soyundan olmanýn ahlâksýz, adaletsiz kimseler için fayda vermeyeceðini bildiriyor. Þöyle ki: Ey mütefekkir insan!.. (Þunu da hatýrla ki, bir vakit) Hz. (Ýbrahim'i rabbisi) olan Allah Teâlâ (bir týk kelimeler ile) yani: Emirler, yasaklar ile, meselâ: Namaz ile, Kâbe'i Muazzamayý tavaf ile, evlâdýný kurban etmek ile (imtihan etmiþti.) Mükellef kýlmýþtý. (O da) Hz. Ýbrahim de (bunlarý tamamen yerine getirmiþti.) Böyle kendisine emr edilen þeyleri hakkýyla ifa eylemiþti. Bunun mükâfatý olmak üzere Cenab'ý Hak (dedi ki) Ya Ýbrahim! (Ben seni insanlara Ýmam kýlýcýyým.) Seni peygamberliðe, en büyük imamlýða         nail kýlacaðým. (O da) Hz. Ýbrahim de (dedi ki: Zürriyetimden de) bir kýsmýný bu þerefe, bu risâlet ve imamate nail buyur. Hak Teâlâ da (buyurdu ki: Benim

ahdime) benim risalet ve imametime (zâlimler nail olamaz.) Onlar o makama lâyýk deðildirler. Zalim olmayan, yüksek bir yaratýlýþ üstün bir kabiliyete sahip olanlardan seçkin bir zümre o nîmete nail olacaktýr. Nitekim Hz. Ýbrahim'in zürriyetinden Ýsmail, Ishak, Yakup, Yusuf ve Hz. Muhammed Mustafa -Aleyhimüsselâm-gibi yüce zatlar bu þerefe nail olmuþlardýr. Hz. Ýbrahim'in o temennisi de bu suretle kabul edilmiþtir.

Maamafih Ýsrail Oðullarý, Ýbrahim aleyhisselâmýn soyuna mensup olduklarý için risalet ve imamet makamýna kendilerinin layýk olduklarýný iddia ediyorlardý. Bu âyeti  kerime ise bu iddiayý reddetmek, sadece öyle bir zata mensup olmanýn hakký kazanmaya sebep olamayacaðýný bildirmiþ, dinî hükümlere muhalefet edenlere öyle bit mensup olmanýn fayda vermeyeceðini ihtar buyurmuþtur.

§ Ýmtihan: Sýnamak, tecrübe etmek, bilinmeyen bir þeyi meydana çýkarýp anlamak veya baþkasýna anlatmak demektir. Cenâb-ý Hak her þeyi tam manasýyla bilmiþ olduðundan onun yaptýðý imtihan baþkalarýnca bilinmeyen bir þeyi meydana çýkarmak, o þeyin mahiyetini halka anlatmak içindir. Hazreti Ýbrahim hakkýndaki imtihan da onun Allah'ýn tekliflerini ne kadar yerine getirmekte olduðunu ve onun o sayede ne yüksek olgunluk mertebesine nail bulunduðunu bütün insanlýða ilân etme hikmetine dayanmaktadýr.

5 Ýbrahim Aleyhisselâm; Azer adýndaki bir kimsenin oðludur. Rivayete göre Hz. Adem'in yaratýlýþýndan (3337) sene sonra Babil þehrinde dünyaya gelmiþ (175). veya (200) sene yaþamýþtýr. Babil ahilisi putlara, aya, güneþe, yýldýzlara, Menrut denilen hükümdarlarýna taparlardý. Bu bir "Sabie" dini idi. Ýbrahim Aleyhisselâm, Nemrut ibni Kenan zamanýnda Babil ahalisine peygamber gönderilmiþ, kendisine 10 sayfa kitap verilmiþtir. Babil ahalisi bu mübarek peygamberin nasihatlerini dinlemediler. Nemrut, onu büyük bir ateþ içine attýrdý. Fakat bir mucize olmak üzere o ateþ, ona asla tesir etmedi. Bu harikayý görenlerden bazýlarý Hz. Ibrahime Ýman ettiler. Diðerleri yine küfürlerinde ýsrar edip durdular. Hazreti Ýbrahim de kendisine Ýman edenler ile Babilden çýktý, Þam diyarýna hicret etti. Bir aralýk Mýsýra gitti, sonra Kenan ilinde, yani: Kutsi Þerif dolaylarýnda ikâmet buyurdu. Kâbe-i Muazzamayý oðlu Ýsmail Aleyhisselâm ile beraber yeniden veya yýkýldýktan sonra tekrar bina etmiþtir.

Ýbrahim, Süryanîce: Ebirahîm = Çok merhametli baba mânasýndadýr. Kendisine "Halilür rahman" da denir. Ûlülazm denilen beþ büyük peygamberden birisidir. Diðerleri de Hz. Nuh ile Hz. Musa, Hz. Isa ve peygamberlerin sonuncusu Efendimiz Hazretleridir. Peygamber Efendimiz, Hz. Ýbrahim'in muhterem oðlu Ýsmail Aleyhisselâmýn neslinden dünyaya þeref vermiþtir. Hz. Ýbrahim, Kudüs'e tâbi bulunan "Halilürrahman" kasabasýnda bir maðara içinde defn edilmiþtir.

 

 

 

 

 

125. Ve o vakit de hatýrlayýnýz ki biz Beyti Þerifi Ýnsanlar için bir sevap yeri ve bir Eman yurdu kýldýk. Siz de Ýbrahim'in makamýndan bir namaz yeri edininiz. Ve biz Ýbrahim'e ve Ýsmail'e kesin emir vermiþtik ki: Benim beytimi tavaf edenler için ve orada mücavir bulunanlar için ve rüküa, secdeye yaracaklar için tertemiz bulundurunuz.

125. Bu âyeti kerime, Hz. Ýbrahim ile muhterem oðlunun yüksek hizmetlerini ve Kâbe-i Muazzamanýn yüceliðini göstermektedir. Ve Ýbrahim Aleyhisselâmýn zürriyetinden Hz. Muhammed Aleyhisselâmýn gönderilmiþ olup onun ve ümmetinin namazlarýnda rüküa varacaklarýna da iþaret etmektedir. Çünkü rükû ile namaz kýlmak bu seçkin ümmete mahsustur. Velhasýl buyrulmuþ oluyor ki: Ey müslümanlar!.. (Ve o vakti de hatýrlayýnýz ki biz beyti þerifi) Beytullahý, Kâbe-i Muuazzama denilen mukaddes mabedi (insanlar için) ehli Ýman için (bir sevap yeri ve bir eman yurdu kýldýk.) Oraya gidip ibâdette bulunanlar için büyük büyük sevaplar vardýr. Ve oraya sýðýnanlar tecavüzden emin bulunurlar. (-Siz de-) Ey, müminler!.. Kâbei Muazzamaya gidiniz. (Ýbrahim'in makamýndan) kendinize (bir namazgah ittehaz ediniz.) Sevaba ermek için orada namaz kýlýn, dua edin. (Ve biz Ýbrahim'e ve Ýsmail'e) bir abidde bulunmuþ, yani onlara (kat'î bir emir vermiþtik ki, benim beytimi) Kâbe-i Muazzamayý (tavaf edenler için ve orada mücavir bulunanlar için) uzun süre kalacaklar için (ve rüküa, secdeye yaracaklar için) orasýný (tertemiz bulundurunuz.) Temizliðine dikkat ediniz.

§ Bu âyeti kerime, bütün m ab edlerin temizliðine dikkat edilmesini de biz müslümanlara telkin et mi; bulunmaktadýr.

§ "Makamý Ýbrahim": Hazreti Ibrahimin Kâbe-i bina ederken veya insanlarý Kâbeyi ziyarete davet ederken üstüne çýkmýþ olduðu taþýn bulunduðu yerdir ki, hacýlar tavaf namazýný orada kýlarlar. Hz. Ýbrahim, ayaðýný basýnca bu taþ yumuþamýþ, mübarek ayaðý topuðuna kadar taþa batmýþ, bunun eseri hâlâ görülmekte bulunmuþtur, böyle bir taþa mübarek bir ayaðýn böyle tesir etmesi ise âdeta aykýrý olduðundan bir mucize mahiyetinde bulunmuþtur.

 

 

 

 

126. Sunuda zikret ki: Ýbrahim, Rabbim! Burasýný bir emin belde kýl, ahalisini Allah'a ve âh i ret gününe îman etmiþ olanlarý da meyvelerden rýzýklandýr, demiþtir. Allah Teâlâ da: Kâfir olaný da az bir müddet faydalandýrýrým, sonra da onu ateþ azabýna girmeye mecbur kýlarým. Ne fena bir gidiþ!., diye buyurmuþtur.

126.     Bu âyeti kerime Hz. Ýbrahim'in Mekke ve Mekke halký hakkýndaki bir niyazýný Cenâb-ý Hakkýn da o niyazý ne þekilde kabul buyurduðunu beyan etmektedir. Þöyle ki: Ey müslüman zat!.. (Þunu da zikret) güzel bir saygý ile an (ki: Ýbrahim) Aleyhisselâm, muhterem eþini ve oðlu Hz. Ýsmail'i alýp Mekke-i Mükerreme vadisine götürmüþ, orada yerleþtirmiþti. Orasý ise kuru, çýplak bir vadi idi. Binaenaleyh bunlarýn ve diðer ehli imanýn burada tam bir emniyet ile ve bol bir maiþet ile yaþayabilmeleri için dua ederek: (Rabbim! Burasýný bir emin belde kýl) burasýný bir takým kabîlelerin, yabancýlarýn tecavüzlerinden koru. Bunun (ahalisini) yani onlardan (Allah'a ve âhiret gününe Ýman etmiþ olanlarý da meyvelerden) her türlü mahsulâtýndan (rýzýklandýr, demiþti.) Böyle bir niyaz ve temennide bulunmuþtu. (Allah Teâlâ da: Kâfir olaný dahi az bir müddet yararlandýrýrým.) Yani: Ona da dünyada bulundukça rýzýk veririm. Fakat (Sonrada onu ateþ azabýna) cehennem ateþine (müzdar kýlarým) oraya atmaða mecbur ederim. Bu (ne fena bir gidiþ! diye buyurmuþtu.)

Burada bir iþaret vardýr ki, bu dünyada müþrikler de maddî þeylerden rýzýklanýp, yararlanacaklardýr. Bu da onlarýn haklarýnda ilâhî azabýn daha fazla meydana gelmesine sebep olacaktýr. Çünki onlara denilecektir ki: Siz dünyada bulundukça o kadar nimetlere nail olduðunuz halde o nimetleri size ihsan buyuran yüce Yaratýcýyý, o Kerem sahibi rýzýk vereni düþünüp ona niçin Ýman etmediniz? Artýk sizler o nankörlüðünüzün cezasý olarak bu kýyamet gününde cehennem azabýna ebedî olarak mâruz olacaksýnýzdýr. Ne fena bir sonuç!

 

 

 

 

 

127.  Hatýrla ki. Ýbrahim Beytullah'ýn temellerini Ýsmail ile beraber yükseltiyor, ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur, þüphe yok ki sen iþitensin ve bilensin, diyordu.

127.    Bu âyeti kerime; Hz. Ibrahimin Kâbe'i Muazzamayý inþa ettiðini ve bu hizmetinin Allah tarafýndan kabul edilmesini Ýstirham eylediðini göstermektedir. Bir rivayete göre Kâbe'i Muazzamayý Ýlk kez Hz. Adem bina etmiþtir. Sonra da zamanýn geçmesi ile yok olmuþ bir hale gelmiþ iken ikinci defa olarak Hz. Ýbrahim oðlu Hz. Ýsmail ile beraber yeniden inþa etmiþlerdir. Ýþte Hz. Ýbrahim bu mübarek amellerinin kabulünü Cenab'ý Haktan niyaz etmiþti. Cenab'ý Hak ta bunu þu suretle beyan buyuruyor. (Hatýrla) bir zaman (Ýbrahim) Aleyhisselâm (Kâ'be'nin temellerini) kaidelerini (Ýsmail ile beraber) atýyor (yükseltiyor) ve þöylece dua eyliyordu. (Ey Rabbimiz!) Þu yaptýðýmýz hizmeti (bizden kabul buyur, þüphe yok ki sen semisin) her þeyi iþitirsin, bizim bu niyazýmýzý da iþitmektesin (ve) sen (âlimsin) bütün fiil ve hareketlerimizin bütün istek ve istirhamýmýzý tamamen bilirsin, buna inandýk! (diyordu.)

 

 

 

 

128.    Ey Rabbimiz! Bir de bizleri sana iki Milaslý müslüman kýl. Ve zürriyetimizden de senin için bir müslüman ümmet -vücude getir- Ve bizlere haccýn usulünü göster, tövbelerimizi de kabul buyur. Þüphe yok ki sen tevbeleri kabul edensin, merhametlisin diye de duada bulunuyordu.

128.  Bu âyeti kerimede Hz. Ýbrahim'in kendi zürriyeti, aile ve evlâdý hakkýndaki pek yüce dualarýný göstererek bizlere bir dua ve yakarý; örneði göstermektedir. Evet... O þ an ý yüce mübarek peygamber þöyle dua buyurmuþ: (Ey Rabbimiz! Bir de bizleri) benim ile oðlumu (sana iki Milaslý t emir ve yasaðýna hakkiyle uyan (müslüman) iki kul (kýl). Zürriyetimizden de senin için müslüman bir ümmet temiz inançlý bir zümre (vücude getir ve bizlere menasikimizi göster.) Yani hacca ve kurbana ait vazifelerimizi bize bildir. (Ve töbelerimizi de kabul buyur.) Ýnsanlýk icâbý meydana gelecek noksanlarýmýzdan dolayý vuku bulacak piþmanlýklarýmýzý af ve maðfirete vesile buyur. (Þüphe yok ki tevbeyi kabul eden merhametli olan ancak Sensin.) Binaenaleyh daima Senin af ve maðfiretine, lütuf ve ihsanýna sýðýnýrýz.

 

 

 

 

129.   Ey Rabbimiz! Onlarýn arasýnda onlardan bir Peygamber gönder M, onlara âyetlerini okusun. Onlara kitap ve hikmet öðretsin. Ve onlarý temiz bir hale getirsin. Þüphe yok ki sen evet sen azizsin, hikmet sahibisin.

129.      Bu âyeti kerime ile beyan buyrulan temennide Hz. Ýbrahim'in Kabe'i Mu az zam ayý inþa sýrasýnda zürriyeti hakkýnda yaptýðý duanýn bir devamýdýr. Denilmiþ oluyor ki: (Ey Rabbimiz! onlarýn arasýnda) zürriyetimin bulunduðu muhitte (onlarýn kendilerinden) kendi sülâlelerinden (bir peygamber gönder ki onlara) senin (âyetlerini okusun.) Senin varlýðýna, birliðine, hak dinin yüce ulvi mahiyetine dair delilleri; alâmetleri göstersin. (Ve onlara kitabý, hikmeti öðretsin.) Onlara Kuraný Kerim'i, hikmet dolu meseleleri Öðretsin. (Ve onlarý tezkiyede bulunsun) onlarýn ahlâkýný, davranýþlarýný temiz bir hale getirsin. Ey Rabbim! (Þüphe yok ki sen evet sen azizsin) her dilediðini yapmaða kadirsin ve (hakimsin.)

Her dilediðin, her vücude getirdiðin þey, bir hikmet ve menfaat icabýdýr. Artýk öyle muhterem bir peygamberi, varlýk alemine getirmek için de senin kudret ve hikmetin her bakýmdan kâfidir.

Ýþte Hz. Ýbrahim'in bu duasý kabul olmuþ, onun muhterem oðlu Ýsmail Aleyhisselâmýn neslinden son peygamber Hz. Muhammad Mekke-i Mükerremede dünyaya þeref vererek ümmetine, bütün insanlýða Cenâb-ý Hakkýn dinini telkin buyurmuþ, bu hususta nice mucizeler göstermeye muvaffak bulunmuþtur.

130.        Nefsine ihanet edenlerden baþka kim Ýbrahim'in milletinden kaçýnýr. Þüphe yok ki biz onu dünyada seçkin mümtaz kýldýk ve þüphesiz ahirette de, o, muhakkak sâlihler zümresindendir.

130.    Bu âyeti kerime iþaret ediyor ki; Hz. Ýbrahim, gerek zürriyeti ve gerek bütün insanlýk hakkýnda pek çok hayýr dileðinde bulunmuþ, hakikî, kutsi bir dini neþre çalýþmýþtýr. Artýk böyle pek mübarek bir zata kim tabi olup, hürmette, bulunmaz, meðerki beyinsiz, düþünceden mahrum olsun. Evet... Buyruluyor ki: (Nefsine ihanet edenlerden) nefsini zelil edip sefahata sevk eyleyenlerden (baþka kim Ýbrahim'in milletinden iraz eder?) Kim onun dininden yüz çevirir? Vazgeçer? (Andolsun ki, biz onu) Ýbrahim Aleyhisselâmý (dünyada seçtik) onu mümtaz seçkin bir peygamber kýldýk. (Ve þüphe yok ki o ahirette de muhakkak sâlihlerdendir.) Hayýr ve iyilik üzere bulunan zatlardandýr. Artýk böyle pek mübarek zâttan beyinsizlerden baþka kim kaçýnýr.

 

 

 

 

 

131.  Hani o vakit ki Ýbrahim'e Kerem sahibi Rabbi Ýslâm ol dedi. O da âlemlerin rabbine teslim oldum -iþlerimi ona býraktým.- dedi.

131. Bu âyeti kerimede Ýbrahim Aleyhisselâmýn Cenâb-ý Hakka ne kadar teslimiyetle bulunduðunu. Hakka ibâdet ve itaat hususunda bütün insanlýða uyulmasý gereken bir       örnek olduðunu göstermektedir. Evet... Onun bulunduðu muhit, bütün putperestlerle dolmuþ, ilâhi dinden eser kalmamýþtý. Bu hale raðmen Hz. Ýbrahim bir üstün kabiliyete, bir temiz yaratýlýþa sahip olup Cenâb-ý Hakkýn kâinatýn yaratýcýsý olduðunu bilmiþ, ilâhî vahye mazhar olarak insanlýðý aydýnlatmaya çalýþmýþtýr, Ýþte buna iþareten buyruluyor ki (Hani o zaman ki Ýbrahim'e Rabbisi Ýslâm ol dedi) yani bana teslim ol, Ýþlerini yaratýcýna býrak, tamamen kendini Hakka teslim, ibadetlerini Allah'ýna tahsis et, diye emreyledi; (O da âlemlerin Rabbine teslim oldum dedi.) Alemlerin Rabbine kendim teslim ettim, onun mübarek emirlerine, nehiylerine boyun eðdim, nefsimi muhitimdeki þirk ve isyandan beri kýldým diye kulluk arzetti. Ýþte Yüce Peygamberlere tâbi olan zatlara düþen, vazîfe de bundan ibarettir.

 

 

 

 

132. Ve bunu -dinini- Ýbrahim de oðullarýna vasiyette bulundu, Yakup da. -Her biri dedi ki- Oðullanýn; þüphe yok ki Allah Teâlâ sizin için Ýslâm dinini seçti. Binaenaleyh siz ölmeyiniz, ancak müslüman olduðunuz halde ölünüz.

132.   Bu âyeti kerime; Hz. Ýbrahim ile Hz. Yakub'un oðullarýna olan tavsiyelerini bütün insanlýða bir hareket düþtüm olmak üzere þöylece beyan ediyor: (Ve bunun) yani Cenâb-ý Hakka boyun eðmeyi ve teslimi olmayý ve bir görüþe göre kelime-i tev-hid olan lâlilâhe illallah sözünü (Ýbrahim oðullarýna vasiyet etti. Yakup ta) kendi oðullarýna vasiyette bulundu. Ve her biri dedi ki: (Ey oðullarýný!.. Þüphe yokki Allah Teâlâ sizin için Ýslâm dinini) dinlerin aslý olan Islâmiyeti (istifa buyurdu) seçti. Artýk Ýslâmiyet e sarýlýn, onu asla terk etmeyeniz. (Ancak müslüman olduðunuz halde ölünüz.) Ölünceye kadar Ýslâm dininde sebat edip durunuz.

 

 

 

 

 

133.   Yoksa Yakub'a ölüm geldiði zaman sizler hazýr mý bulunuyordunuz. O vakit ki oðullarýna dedi: Benden sonra neye ibâdet edeceksiniz? Dediler ki: Senin ilanýna ve babalarýn olan Ýbrahim, Ýsmail ve Islý ak'in ilâhýna ibâdet edeceðiz ki bir tek ilahtýr. Ve biz ancak onun için müslüman kimseleriz.

133.       Bu âyeti kerime de Yahudilerin iddiasýný yalanlýyor, Hz. Yakub'un Ýslâm dini üzere yaþamýþ ve evlâdýna da onu tavsiye etmiþ olduðunu gösteriyor. Yahudiler Hz. Peygamberimize demiþlerdi ki: Sen bilmez misin ki, Yakup Aleyhisselâm vefat edeceði gün oðullarýna Yahudiliði tavsiye etmiþti. Ýþte Cenab'ý Hak, bunlarý yalanlamak için bu âyeti kerimeyi inzal buyurmuþtur. Deniliyor ki: Ey Yahudiler!.. (Yoksa Yakub'a ölüm geleceði zaman) onun ölüm hastalýðýnda (siz hazýr mý bulunuyordunuz?) da onun öyle vasiyetine þahit oldunuz!.. Halbuki o öyle vasiyet etmemiþti. Belki (o vakit oðullarýna dedi ki, benden sonra ne þeye ibâdet edeceksiniz? Onlar da dediler ki, senin ilanýna ve babalarýnýn Ýbrahim, Ýsmail ve Islý ak'in ilâhýna ibâdet edeceðiz ki bir tek ilahtýr.) Hepsinin mabudu bir Yüce Yaratýcýdýr. (Ve bizler ona teslim olmuþ) boyun eðmiþ (kimseleriz.)

Hz. Yakup bu suali ile evlâdýnýn tevhid dini, apaçýk Ýslâm dini üzere olmalarýnýn gereðini anlatmak ve onlardan bu hususta bir ah d ve saðlam söz almak istemiþtir.

§ Hz. Ýbrahim'in bir rivayete göre 4 oðlu vardýr. Bunlar Ýsmail, Ishak, Medyen ve Medan namýndaki zatlardýr. Hz. Yakub'un da 12 oðlu vardýr. Hz. Yusuf ile Bünyamin bunlardandýr.

 

 

 

 

134.  Onlar bir ümmettir ki, gelip geçmiþlerdir. Onlarýn kazandýklarý kendilerinedir. Sizin kazandýðýnýz þeyler de size aittir. Ve siz onlarýn yapmýþ olduklarý amellerden mesul olmayacaksýnýzdýr.

134. Bu âyeti kerime biz Ýsrail Oðullarýyýz diye gelip geçmiþ olan ata ve ecdatlarý ile iftihar edip duran Yahudilere þöyle hitap ediyor: (Onlar) yani Ýbrahim Aleyhisselâm ile oðullarý ve onlara tâbi olan zatlar (bir ümmet) bir üstün zümre (dir ki gelip geçmiþlerdir.) Onlara mensup olanlar onlarýn izinde gidenlerdir. Sizin ise onlar ile bir alâkamýz yoktur. Onlarýn yollarýný takip etmiþ bulunmuyorsunuz. Artýk (onlarýn kazandýklarý kendilerinedir.) Onlarýn kazançlarýna, güzel amellerine siz  iþtirak edemezsiniz. Nasýl ki (sizin kazancýnýz da size mahsustur.) Ondan ecdadýnýz istifâde edecek veya sorumlu olacak deðildir. (Ve siz) de (onlarýn yapmýþ olduklarý amellerden mesul olmayacaksýnýzdýr.) Binaenaleyh onlar ile övünmek yeterli deðildir. Onlarýn amellerinden siz mesul olmayacaðýnýz gibi ondan istifade edemezsiniz. Siz de güzel amellerde bulununuz ki mükâfata eriþip o büyük zatlara katýlabilesiniz.

§ Ümmet; Büyük bir cemaat, bir heyet, bir dine girmiþ veya bir zata tâbi olmuþ kimselerin meydana getirdiði topluluk gibi mânalarý kapsar.

 

 

 

 

135. Ve dediler ki: Yahudi veya Hýristiyan olunuz ki hidayete ermiþ olasýnýz. De ki: Biz hânif olarak Ýbrahim'in milletine tâbi bulunmaktayýz. O müþriklerden deðildir.

135.        Bu âyeti kerime Yahudi ve Hýristiyan taifesinden her birinin selâmet ve hidâyeti kendi dininde görüp baþkalarýný da kendileri gibi bâtýl inançlarý kabul etmeðe gayret sarf ettiklerini göstermektedir. Buyrulmuþ oluyor ki (Ve) Yahudi ve Hýristiyan taifeleri müslümanlara (dediler ki; Yahudi veya Hýristiyan olunuz ki hidayete ermiþ olasýnýz.) Yani Yahudiler müslümanlarý Yahudiliðe davet ettiler, Hýristiyanlar da kendi dinlerine davette bulundular. Rasülüm! Onlarý reddederek (de ki) öyle deðil (biz Hânif olarak Ýbrahim'in dini üzere bulunmaktayýz.) Asýl tabi olunacak din, yol, onun dinidir, onun yoludur. (O müþriklerden deðildir.) O Allah'ýn birliðine inanýrdý. Ey gafîl taifeler!.. Sizin gibi, insanlara ilahlýk isnad eden, Üzeyr Allah'ýn oðludur veya Isa Allah'ýn oðludur, diyen dinsizlerden deðildi. Artýk sizlere nasýl uyul a bilir.

 

 

 

 

136.       Deyiniz ki, biz. Allah'a ve bize indirilmiþ olana ve Ýbrahim'e, Ýsmail'e, Ishak'a, Yakup'a, Esbata indirilmiþ olana ve Musa ile Ýsa'ya verilene ve peygamberlere rabbileri tarafýndan verilmiþ olan þeylere îman ettik, biz onlardan hiç. birinin arþýný ayýrmayýz ve biz ona -Allah Teâlâ'ya- halisane itaat eden kimseleriz.

136.    Bu âyeti kerime de Yahudilerin, Hýristiyanlarýn iddialarýný reddettikten sonra müslümanlarýn onlarý hakikî bir dine, bir selâmet ve saadet yoluna þu þekilde davet ve irþatta bulunmalarýný emretmektedir. Ey mü'minler!.. Sizi kendi dinlerine davet edenlere (deyiniz ki biz Allah'a) onun varlýðýna, birliðine, evlada ihtiyaçtan uzak olduðuna Ýman ederiz. (Ve bize inzal olunana) yani Kur'ân'ý Kerîm'e de Ýman ederiz. (Ve Ýbrahim'e, Ýsmail'e, Ishak'a, Yakub'a, Esbata* yani onlarýn mü'min olan torunlarýna (indirilmiþ olana) yani onlara ait indirilmiþ olan sahifelere inanýrýz. Hz. (Musa ile) Hz. (Ýsa'ya verilene) asýl Tevrat ile incil'e ve bütün (peygamberlere Rabbîlerî katýndan verilmiþ olan þeylere) yani âyetlere, mucizelere de (Ýman ettik) bunlara da inanmýþ bulunuruz, hepsini de yüce tutarýz (Biz onlardan) o peygamberlerden (hiç birinin arasýný ayýrmayýz.) hepsine de hürmet ve muhabbette bulunuruz. (Ve biz ona) o peygamberler vasýtasiyle bizlere kitaplarýný ihsan buyurmuþ olan o ortak ve benzerden uzak mabudumuza (teslim olmuþ kimseleriz.) Biz o yüce Yaratýcýya tam bir ihlâs ile baðlý, itaatkâr kimseleriz. Artýk baþka milletlere lâzým olan, bizim gibi güzel bir inanýp, Ýslâm camiasýna can atmaktýr.

 

 

 

 

137.        Ýmdi onlar sizin îman ettiðiniz gibi îman ederlerse muhakkak hidayete ermiþ olurlar. Ve eðer yüz çevirirlerse þüphe yok ki onlar þikak -çekiþme ve mücadele -içinde kalmýþ olurlar. O halde Cenab'ý Hak onlara karþý sana yetecektir ve o iþitendir, bilendir.

137. Bu âyeti kerime müslümanlar için teselli edici olmuþtur. Müslümanlarýn Allah'ýn korumasýnda olup, yardýma nail olacaklarýný müjdelemiþ, gerçektende bu ilâhî vaid tahakkuk eylemiþtir. Buyrulmuþ oluyor ki: Ey müslümanlar!.. Siz o milletlere Islâmiyeti, hak ve hakikati beyan etmiþ bulunuyorsunuz. (Ýmdi onlar) da (sizin Ýman ettiðiniz      gibi Ýman ederlerse) bütün peygamberlere, bütün semavî kitaplara ve bilhassa son peygamber ile Kur'ân'ý Kerîme inanýr, tâbi olurlarsa (muhakkak hidayete ermiþ olurlar.) Ýhtida edip saadete kavuþmuþ bulunurlar. (Ve eðer yüz çevirirlerse* böyle hakikî bir imandan kaçýnýrlarsa (þüphe yok ki onlar þikak) bir nifak, bir mücadele ve çekiþme (içinde kalmýþ olurlar.) Habibim! Onlar öyle olunca þüphe yok ki (o halde Cenab'ý Hak onlara karþý sana kifayet edecektir.) Seni her bakýmdan koruma ve kollamaða, onlara karþý galip kýlmaða onun kudret ve azameti her bakýndan kâfidir. (Ve o) Yüce Yaratýcý (iþitendir) her þeyi hakkýyla iþtir ve (bilendir) her þeyi hakkýyla bilir. Binaenaleyh senin aleyhindeki sözleri, hareketleri de her bakýmdan bilir, iþitir, intikamýný alýr. Nitekim de öyle olmuþtur. Rasüli Ekrem Hazretleri ilâhî yardýma nail olmuþ, baþ düþmanlarý olan Kureyze kabilesi katledilmiþ, Nadir oðullarý kabilesi sürgün edilmiþ, diðer Yahudi, ve Hýristiyan kabileleri de cizyeye tâbi tutulmuþlardý.

Ýþte Hakka baðlananlar böyle baþarýlara, galibiyelere nail olurlar.

138. -Ey mü'minler! Diyiniz ki, bizim boyamýz- Allah'ýn boyasýdýr. Allah'ýn boyasýndan boyasý daha güzel olan kim vardýr? Ve bizler ancak ona ibâdet edenleriz.

138.    Bu âyeti kerime, Hýristiyanlarýn bir iddiasýný reddetmektedir. Þöyle ki: Hýristiyanlar doðan çocuklarýný yedinci gün Mamudiye = Vaftiz denilen sarý bir suya daldýrýlýrlar. Bu onlarca sünnet olma yerine geçen bir temizleme ve boyama muamelesidir. Çocuklarýn bu daldýrma ânýnda hakkýyla Hýristiyan olduklarýna inanýrlar. Ýþte bunlarýn bu kanaatlerine, ayinlerine karþý buyruluyor ki: (Ey müslümanlar!) onlara (deyiniz ki, bizim boyamýz Allah'ýn boyasýdýr.) Bizim manevî süsümüz, bizim fazilet rengimiz, bizim taharet ve temizliðimiz Ýslâm dinidir, bizim Ýslâm fýtratý üzerine bulunmamýzdýr. Cenab'ý Hak biz müslümanlarý bu suretle boyadý ve süsledi. Bunlar bizim için bir ilâhî, manevî boyadýr. Bunlara "Sibgatullah" denmiþtir. (Artýk Allah'ýn boyasýndan daha güzel boyasý olan kim vardýr?) Onun bütün insanlýk için en mükemmel bir mukaddeslik cilasý olan dininden daha mükemmel, daha güzel bir renk ve cila düþünülebilir mi? Ýþte böyle bir lütfi ilâhiye mazhar olduðumuzdan dolayý (bizler ancak ona) o Hâlikî Kerime (ibâdet edenleriz.) Bu þekilde þükran vazifemizi verine getirmeye çalýþýrýz.

139.    -Rasülüm!- de ki: Allah hakkýnda bizimle mücadele mi ediyorsunuz? Halbuki o bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Ve bizim amellerimiz bize aittir, sizin amelleriniz de size aittir. Ve bizler ancak onun Milaslý kullarýyýz.

139. Bu âyeti kerime de ehli kitaba karþý bir reddiye mahiyetindedir. Þöyle ki: Onlar diyorlardý ki: Hz. Muhammed Arap kavmine mensuptur. Eðer Allah bir kuluna peygamberlik ihsan edecek ve kitap indirecek olsaydý Arap ýrkýna deðil, bizim ýrkýmýza mensup bir zata ihsan eder ve kitap indirirdi. Halbuki bütün insanlar Cenab'ý Hakkýn kullarýdýr. Bütün zümreler onun birer mahlûkudur. Artýk o Hekimet sahibi yaratýcý peygamberlik ve risaleti, ilâhî kitaplarýný dilediði kuluna verir, dilediði zümreyi bu þerefe nail eder. Bunun tersi nasýl iddia edilebilir? Bunun aksini isbat için kim delil getirebilir? Ýþte bu hakikati beyan için þöyle buyruluyor. Rasülüm!.. Onlara (de ki: Allah hakkýnda bizim ile mücadelede mi bulunuyorsunuz?) Eðer Hak Teâlâ bir kimseye peygamberlik ihsan edecek ve kitap indirecek olsaydý bizim ýrkýmýza mensup bir zata ihsan eder ve indirirdi, diyorsunuz. Buna dair bir deliliniz var mýdýr? (Halbuki o) yüce Yaratýcý (bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir.) Hepimiz kullukta ortaðýz. O dilediði ýrký, dilediði kulunu rahmetine, risalet ve peygamberliðine mazhar kýlar. (Ve bizim amellerimiz bize aittir.) ona göre mükâfat veya ceza görürüz. (Sizin amelleriniz de size aittir.) Siz de bu amellerinizin gerektirdiðine kavuþursunuz. (Ve) maamafih (bizler ancak ona muhlis kullarýz.) Her hususta ona boyun eðmiþizdir, onun birliðine, doðmadan, doðurmadan uzak olduðuna inanýrýz. Sizler ise insanlara bile tapýyorsunuz. Sonradan yaratýlmýþ, fanî Ýnsanlara Allah'ýn oðlu diyorsunuz, Allah'ýn bir nice muhterem peygamberlerini, kitaplarýný inkâr ediyorsunuz. Artýk bizim Allah'ýn birliðini kabul eden, tertemiz bir inanca sahip olan peygamberimizin peygamberlik þerefine nail buyrulmasýný neden uzak görüyorsunuz?

 

 

 

 

 

140. Yoksa diyor musunuz ki þüphe yok Ýbrahim, Ýsmail, Ýshak, Yakup ve Es bat Yehudi veya Hýristiyan idiler. De ki: Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mý? Daha zalim kim vardýr? Allah tarafýndan yanýnda bulunan þahitliði gizleyenden? Allah Teâlâ sizin yaptýklarýndan gafil deðildir.

140.       Bu âyeti kerime de Yahudilerin, Hýristiyanlarýn iddialarýný yalanlayýp, kendilerini tehdit etmektedir. Þöyle buyruluyor ki: (Yoksa diyor musunuz ki: Þüphe yok Ýbrahim, Ýsmail, Ýshak, Yakup ve torunlar Yehudi veya Nesrani Ýdiler.) Bu ne kadar hakikat aykýrý bir iddea. Tevrat'ýn, Ýncil'in inmesinden evvel peygamber bulunmuþ olan bu yüce zatlarýn Yahudi veya Hýristiyan olduðu nasýl iddea olunabilir? Rasülüm! Onlara (de ki: Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah Teâlâ mý.) Cenâb-ý Hak Ýbrahim'in ve onun yolunda bulunan zatlarýn Yahudi ve Hýristiyan olmadýklarýný açýkça beyan buyurmuþtur. Bu, o iddia edenlerce de malûmdur. Artýk (daha zâlim kim vardýr? Allah tarafýndan yanýnda bulunan bir þahitliði gizleyenden?) Bu þahitlik ise Hz. Ýbrahim'in Yahudi ve Hýristiyan olmayýp bir Hânif Müslüman olduðunu Allah'ýn kitabýnýn söylemesidir ki, buna ehli kitap denilen Yahudiler ile Hýristiyanlar biliyorlar. Artýk bunu gizleyip te Hz. Ýbrahim'in kendilerinden olduðunu iddiaya nasýl cür'et ediyorlar? Bu hakikati deðiþtirmeye çalýþmak en büyük zulüm deðil midir? Ey ehli kitap (Allah Teâlâ sizin yaptýklarýnýzdan gafîl deðildir.) Sizin þu inkarcý bir þekildeki iddeanýzý bilmektedir. Ve ona göre cezanýzý verecektir. Ne büyük bir tehdit.

§ Ýsmail Aleyhisselâm: Hz. Ýbrahim'in oðludur. Annesi Hacer'dir. Hz. Ýbrahim'in þeriatý ile amel etmek üzere Yemen kabilelerine ve Amâlika denilen eski bir kavme peygamber gönderilmiþtir. Rivayete göre 137 sene yaþamýþ, vefatýnda annesinin Hicr'deki kabri civarýna defnedilmiþtir. Ýþte Peygamber Efendimiz bu mübarek zatýn soyundan dünyaya þeref vermiþtir.

§ ishak Aleyhisselâm: Hz. Ýbrahim'in ikinci oðludur. Annesi Sare'dir. Bu zat daha babasýnýn hayatýnda Þam ahalisine peygamber gönderilmiþti. Rivayete göre 160 yaþýnda iken vefat etmiþ Hz. Ýbrahim'in defnedilmiþ bulunduðu maðaraya defnedilmiþtir. Soyundan birçok peygamber gelmiþtir.

§ Yakup Aleyhisselâm: Ýshak Aleyhisselâmýn oðludur. Lekabý "Ýsrail" dir. Bu sebeple onun soyundan olanlara Ýsrail oðullarý denilmiþtir. Babasýndan sonra yerine peygamber olarak Kenan elinde kalmýþ, sonra da Mýsýr'a giderek orada vefat etmiþ, mübarek na'þý Ceddi Hz. Ýbrahim'in defnedilmiþ olduðu maðaraya götürülüp defnedilmiþtir.

§ Es bat: Bir kimsenin erkek ve kýz çocuðunun çocuðu yani torunlarý demektir. Tekil Sýbt'dýr. Ýsrail oðullarýna esbat denmiþtir. Bu Kabileler yerinde kullanýlmýþtýr.

 

Ynt: Bakara Suresi By: hafizvuslat Date: 29 Ekim 2009, 21:15:20
141.  O bir ümmettir ki, gelip geçmiþtir. Ona kendi kazandýðý, size de sizin kazandýðýnýz vardýr. Ve siz onlarýn yapmýþ olduklarýndan mesul olmayacaksýnýzdýr.

141. Bu âyeti kerime ata ve ecdat ile iftihar edilmenin onlara güvenilmesi insan tabiatýndan yerleþmiþ bir özellik olduðundan, bundan sakýndýrmak için bir hikmet gereði tekrar nazil olmuþtur. Yahut 134. âyeti kerimedeki hitap Ýsrail oðullarýna, bu âyeti kerimedeki hitap da Muhammed ümmetine yöneliktir. Bu takdirde bu tekrar sayýlmaz. Buyrulmuþ oluyor ki: Ey Muhammed Ümmeti! (O) Ýbrahim ile Yakup ve onlarýn Allah'ýn birliðine inanan evlâd ve torunlarý (bir ümmettir ki gelip geçmiþlerdir.) tarihe karýþmýþlardýr. Sizinle alâkalarý kalmamýþtýr. (O ümmete kendi kazanmýþ olduðu þeyler aittir.) O þeylerin mükâfatý, sorumluluðu ona aittir. (Size de, sizin kazanmýþ olduðunuz þeyler vardýr.) Siz de bu amellerinize göre mükâfat veya ceza göreceksiniz. Artýk siz kendinizi düþününüz. (Ve siz onlarýn) o eski ümmetlerin (yapmýþ    olduklarýndan  mesul  olmayacaksýnýzdýr.)  O  halde  onlarýn  nail  olacaklarý  mükâfatlara da ortak olamazsýnýz.  Onlarýn  amellerinin faydasý  da,  zararý  da  kendilerine aittir. Artýk onlarýn güzel amellerinden hisse alacaðýnýza ümitli olarak onlara dayanýp güvenmeyin. Kendi üzerinize düþen vazifeleri ihmal eylemeyiniz.

Ey ümmeti Muhammedi.. Siz müstakil bir ümmetsiniz. Sizin mükellef olduðunuz vazifeler de hikmek icabý olarak sizlere mahsustur. Binaenaleyh her hususta geçmiþ milletlerin hükümlerine tâbi olmanýz icap etmez. Bunun içindir ki, ibâdetler, muameleler hususunda size mahsus bir yenilik vardýr. Buna o kavimlerin itiraz hakký olamaz. Ýþte kýbleyi deðiþtirme meselesi de bu cümledendir.

 

 

 

 

142. Yakýnda diyeceklerdir ki: Onlarý yöneldikleri kýblelerinden hangi þey çevirdi? De ki: Doðu da Batý da Allah'ýndýr. Dilediði kimseyi doðru bir yola iletir.

142.   Bu âyeti kerime, Kâbei Muazzamaya yönelerek namaz kýlýnmasýna itiraz eden anlayýþsýz bir taifenin fikrî sapýklýðýný göstermektedir. Þöyle ki: (Ýnsanlardan beyinsiz olanlar) Yahudiler, münafýklar veya diðer bir kýsým cahiller (yakýnda) kýblenin deðiþtirildiðini öðrenince (diyecekler ki onlarý) o müslümanlarý (tarafýna yöneldikleri kýblelerinden) yani Beyti Mukaddes tarafýna yönelerek namaz kýlmalarýndan (hangi þey geri çevirdi?) Habibim!.. Onlara (de ki: Doðu da, batý da Allah indir) hepsi de onun mülküdür. Halk ta onun kullarýdýr. Hiç bir taraf, kendi mahiyeti itirabiyle kendisinden baþka yöne ibâdette dönülmesini engelleyecek bir ayrýcalýða sahip deðildir. Asýl gözetilecek þey, Allah'ýn emridir. Cenâb-ý Hak hangi tarafa yönelerek ibâdet edilmesini emrederse ona uymak lâzým gelir. O Yüce Yaratýcý (dilediði kulunu doðru yola hidayet eder.) Binaenaleyh bir müddet Beyti Makdise sonra da Kâbei Muazzamaya yönelerek namaz kýlýnmasý da o hikmet sahibi Mabudun bir hikmeti gereðidir. Buna kim karýþabilir. Bu gibi ilâhî emirlere riayet edilmelidir ki ona samimî þekilde itaat ve baðlýlýðýmýz ortaya çýkabilsin.

§ Kýble: Namazda tarafýna yüz çevirecek yer demektir. Peygamber Efendimiz Mekkei Mükkeremede iken Beytullaha, Medinei Münevvereye hicreti müteakip bir müddet Kudsi Þerife daha sonra da yine Kâbei Muazzamaya doðru namaz kýlmakla mükellef olmuþtur.

 

 

 

 

143.        Ve iþte böylece sizleri de bir orta ümmeti kýldýk ki Ýnsanlar üzerine þahitler olasýnýz. Ve bu peygamber de sizlerin üzerinize tam bir þahit olsun. Ve senin evvelce tarafýna yönelmiþ bulunduðun Kabe'yi yine kýble yapmadýk, ancak Rasule kimlerin tâbi olacaklarýný gerisi gerisine döneceklerden ayýrmak için yaptýk. Gerçi bu büyük bir hâdisedir. Ancak Allah'ýn hidayet ettiði zatlar hakkýnda deðil. Ve Allah sizin îmanýnýzý elbette zayi edecek deðildir. Þüphe yok ki Allah T e âlâ insanlara karþý elbette çok þefkatli, pek merhametlidir.

143. Bu âyeti kerime, ümmeti Muhammed'in pek seçkin bir ümmet olduðunu, dinî hükümlere hakkýyla itattkâr bulunduðunu beyan etmektedir. Kýblenin deðiþmesi meselesini tutamak edinerek Islâmiyete itiraz etmek isteyenleri de reddeylemektedir. Bu cümleden olarak Yahudiler demiþlerdi ki: Ey Müslümanlar! Eðer Kudüse doðru namaz kýlmanýz bir hidayet gereði ise þimdi Kâbeye doðru namaz kýlýnca o hidayetten mahrum kalmýþ olmazmýsýnýz?.. Kudüse doðru fýâmaz, bir dalâlet eseri ise evvelki namazlarýnýz ne olacak? Ve o tarafa namaz kýlanlardan vefat edenler de delâlet üzere vefat etmiþ olmayacaklar mý? Ýþte bunlarýn bu iddialarýný red için buyruluyor ki: (Ve iþte böylece) Ýbrahim Aleyhisselâm ile onun Allah'ý birleyen zürriyetini biz seçkin kýldýðýmýz gibi (sizleri de bir orta ümmet kýldýk). Sizi de ey ümmeti Muhammed Adil, mutedil, ifrat ve tefritten uzak, seçkin bir ümmet olarak varlýk alanýna geçirdik, (ki Ýnsanlar üzerine þahitler olasýnýz.) Onlara peygamberlerinin Allah'ýn hükümlerini teblið etmiþ olduklarýna dair kýyamet gününde þahitlikte bulunasýnýz. Çünkü müslümanlar bu hakikati peygamberimizin beyanlarý ve Kur'ân'ý Kerim'in tebliðler! vasýtasiyle kesin olarak bilmektedirler. (Rasüllullah ta sizin üzerinize tam bir þahit olsun.) Son peygamber sizi tezkiye etsin, adaletinize     þahitlikte bulunsun. (Ve senin evvelce tarafýna yönelmiþ bulunduðun Kabe'yi yine Kýble yapmadýk, ancak o Rasüle kimin tâbi olup kimin gerisin geriye  döneceðini bilmemiz için yaptýk.) Yani hakikî müslümanlar ile münafýklarý, dinden dönenleri birbirinden ayýklamak için yaptýk. Kabe'nin böyle yeniden kýble ciheti olmasý bu hususta itaatli olanlar ile asî olanlarýn halleri herkesçe bilinsin içindir. Yoksa her þey, bütün evrendeki olanlar meydana gelmeden evvel de Cenab'ý Hakka malumdur. Ancak meydana gelmelidir ki, mükâfat ve cezaya vesile olsun. (Gerçi bu) Kýblenin yine Kabe cihetine çevrilmesi (bir büyük hâdisedir.) Cenâb-ý Hakkýn emir ve yasaðýndaki fayda ve hikmeti güzelce düþünmeyenler için aðýr gelecektir. (Ancak Allah'ýn hidayete erdirdiði zatlar hakkýnda deðil.) Onlar böyle bir deðiþimi büyütmezler, elbette bir hikmete müsteniddir diye onu hemen kabul ve takdir ederler. (Ve Allah sizin imanýnýzý elbette zayi'edecek deðildir.) Hak Teâlâ sizin imanýnýzdaki sebatýnýzý, Kabe'ye dönme sebebi ile imanýnýza bir sarsýntý arýz olmadýðýný bilir, size mükâfatlar verir. Vaktiyle Beyti Makdise doðru kýldýðýnýz namazlarý da zayi, sevaptan mahrum ki I m ayacaktýr. (Þüphe yok ki Allah Teâlâ Ýnsanlara karþý þefkatlidir.) kullarýna þefkati, lütfü pek çoktur ve (merhametlidir) rahmet ve merhameti pek ziyadedir, onlarý esirger ve korur. Artýk onlarýn ilâhî emre uyarak yapmýþ olduklarý amelleri zayi, mükâf attan mahrum olur mu?.. Elbette olmaz.

 

 

 

 

144. Biz yüzünün semaya doðru çevrilip durduðunu muhakkak görüyoruz. Artýk seni hoþnud olacaðýn bir kýbleye muhakkak yönelteceðiz. Haydi yüzünü Mescidi Haram tarafýna döndür. Ve her nerede bulunursanýz yüzlerinizi onun tarafýna yöneltiniz. Ve þüphe yok ki kendilerine kitap verilmiþ olanlar da bunun Rabbileri tarafýndan hakkolduðunu elbette bilirler. Ve Allah onlarýn amellerinden gafil deðildir.

144.    Bu âyeti kerime Kýblenin deðiþmesi hakkýndaki ilâhî emrin geldiðini bildirmektedir. Bu deðiþtirme Bedir savaþýndan evvel Recep ayýnda öðle vaktini müteakip gelmiþtir. Serî emirlerden Ýlk evvel nesh olan da bu kýblenin deðiþmesi meselesidir. Bu âyeti kerimede þöyle buyruluyor: Habibim! (Biz yüzünün semaya doðru çevrilip, durduðunu muhakkak görüyoruz.) Kýblenin Kâbe-i Muazzama tarafýna deðiþtirilmesi hakkýnda Cibrili eminin sema tarafýndan bir vahiy getirmesini büyük bir arzu ile bekliyordun. (Artýk seni hoþnud olacaðýn bir kýbleye muhakkak yönelteceðiz.) Yani arzu ve temenni ettiðin Beytullaha doðru namaz kýlmana emir vereceðiz. (Haydi yüzünü Mecsidi Haram) yani Kâbe-i Muazzama (tarafýna döndür.) O tarafa yönelerek namaz kýl. (Ve) Ey Ümmeti Muhammed, sizler de (her nerede bulunursanýz) karada, denizde, Doðuda, Batýda bulunup namaz kýlacaðýnýz zaman (yüzlerinizi onun tarafýna) Mescidi Harama doðru (tevcih ediniz.) Þimdi size bu emredilmiþtir. Size böyle emredileceði önceki kitaplarda da yazýlmýþtýr. (Ve þüphe yok ki kendilerine kitap verilmiþ olanlar da) Yahudiler de, Hýristiyanlar da (bunun) bu kýblenin deðiþtirilmesi meselesinin (Rabbileri tarafýndan hak olduðunu elbette bilirler.) Artýk ona nasýl itiraz edebilirler! Nitekim onlarýn âlimlerinden Abdullah ibni Selâm gibi, zatlar bunu itiraf etmiþ, Ýslâm þerefine nail olmuþlardýr. (Ve Allah onlarýn amellerinden gafîl deðildir) her birine ameline, tasdik ve inkârýna göre mükâfat ve ceza verecektir. Bu kýblenin deðiþtirilmesini hikmete muafýk görmeyenler de lâyýk olduklarý cezaya kavuþacaklardýr. Ne büyük bir uyan ve tehdit!..

 

 

 

 

145.      And olsun ki sen kendilerine vaktiyle kitap verilmiþ olanlara her ne delil getirsen yine senin Kýblene tâbi olmuþ olmayacaklarýdýr. Sen de onlarýn Kýblesine tâbi olmazsýn. Onlarýn bâzýlarý da bazýlarýnýn Kýblesine tâbi deðildir. Ve kasem olsun ki sana gelen ilimden sonra onlarýn isteklerine tâbi olacak olsan þüphe yok sen de o zaman zalimlerden olmuþ olursun.

145. Bu âyeti kerime, Yahudiler ile Hýristiyanlarýn -Genel durumlarý itibariyle-kendi dinlerinde ne kadar tutucu olup hakký kabule temayül göstermediklerini, onlara bu gibi hususlarda tâbi olacak olanlarýn da kendi nefislerine, kendi varlýklarýna ne kadar zulüm ve ihanette bulunmuþ olacaklarýný gösteriyor. Evet... Cenâb-ý Hak þöyle buyuruyor: (Mukaddes Zatýma yemîn olsun ki, sen kendilerine vaktiyle kitap verilmiþ olanlara) Yahudiler ile Hýristiyanlara (her ne delil getirsen) Kabe tarafýna yönelmen       hak olduðuna ve diðer hususlara dâir her ne delil, getirsen, her hangi bir mucize göstersen (senin Kýblene tâbi olmayacaklardýr.) Onlar bir kibirleþme, bir  inat eseri olarak bunu inkâra devamda bulunurlar. Maamafih (sen onlarýn Kýblesine tâbi olmazsýn.) Artýk onlar buna ümitli olmasýnlar. Nitekim (onlarýn bâzýlarý da bâzýlarýnýn Kýblesine tâbi deðildir.) Onlar müslümanlara karþý bu hususta müttefik olsalar da Kýble edinme hakkýnda yine biri birine muhalif bulunmaktadýrlar. Yahudiler Sahreye, Hýristiyanlar da Güneþ'in doðduðu tarafa ibadette bulunurlar. Habibim!.. (Ve yemin olsun ki sana gelen ilimden) Kýble yönü sana gelen vahyile bildirildikten (sonra) farza (onlarýn arzularýna tâbi olacak olsan þüphe yok ki sen de o zaman zalimlerden olmuþ olursun.) Rasûli Ekrem masum olduðundan ehli kitabýn arzularýna tâbi olmayacaðý muhakkaktýr. Bu gibi ilâhî beyanlar asýl bizleri ikaz ve irþat hikmetini kapsamaktadýr. Bizleri gayri müslimlere uymaktan, onlarýn dinî ayinlerine iþtirak etmekten sakýndýrmana ve kaþýndýrmaktadýr.

 

 

 

 

 

146. O kendilerine kitap verdiðimiz kimseler kendi oðullarýný bildikleri gibi onu da bilirler. Fakat onlardan bir fýrka, hiç. þüphe yok ki, bilir olduklarý halde hakký gizlerler.

146.  'Bu âyeti kerime Peygamber Efendimizin bütün þemail ve vasýflarýný önceki kitaplarda anlatýlmýþ olduðunu gösteriyor. Þöyle ki: (O kendilerine kitap verdiðimiz kimseler) yani Yahudilerin, Hýristiyanlarýn âlimleri (kendi oðullarýný) tanýyýp (bildikleri gibi onu da) Hz. Muhammedi de tanýyýp (bilirler.) Çünkü onun mübarek varlýðýný kitaplarýnda açýkça görüp okumuþlardýr. (Fakat) bu böyle iken (onlardan bir fýrka, hiç þüphe yok ki bilir olduklarý halde hakký gizlerler.) Onun peygamberlik ve risaletini tasdik etmezler. Nefislerinin isteðine tâbi, þahsî menfaatlerine düþkün olduklarý için öyle parlak bir hakikati tasdik ederek þerefi Ýman þerefine nail olmazlar.

§ Hz. Ömer, Yahudi âlimlerinden, olup Ýslâm þerefine nail bulunmuþ olan Abdullah ibni Selâma demiþ ki: Sen Hz. Muhammedi nasýl tanýyýp bildin? O da demiþ ki: Ben onu kendi oðlumu bildiðimden daha ziyade bilip tanýdým. Çünkü ben kendi evladýmdan þüphe edebilirim. Onun annesi belki baþkasýndan edinmiþ olabilir. Fakat ben Hz. Muhammed'in zatýnda, peygamberlik ve risaletinde asla þüphe etmem. Bunun üzerine Hz. Ömer: Allah seni ey ibni Selâm!.. Muvaffak etsin, çok doðru söyledin demiþtir.

 

 

 

 

 

147.  O hak, Rabbindendir. Artýk þüphe edenlerden sakýn olma.

147.  Bu âyeti kerime de hak olduðu sabit olan þeyleri hemen kabul edip bu hususta bir takým inkarcýlarýn, yabancýlarýn kötü telkinlerine kulak vermemelerini bütün bu ümmeti merhumeye emir ve tavsiye etmektedir. Þöyle ki: Habibim! (O hak Rabbindendir.) Yani: Senin peygamberlik ve risaletin, senin Kâbeye yönelerek namaz kýlacaðýn veya senin önceki kitaplarda yazýlý evsafýn tarafý ilâhîden takdir ve tesbit buyrulmuþ birer hak ve hakikattir. (Artýk þüphe edenlerden sakýn olma.) Hemen uhdene düþen vazifeleri yap. Kýbleye yönelerek namaz kýl, Ýslâmiyet aleyhindeki dedi koduya kulak asma. Bu ilâhî emri, Hz. Peygamber vasýtasiyle bütün Muhammed ümmetine aittir. Peygamber Efendimizin masum, her türlü þüphelerden beri olduðu ise kesin olarak bilinmektedir.

 

 

 

 

148.  Her birinin bir kýblesi vardýr, o yüzünü o kýbleye döndürür. Artýk hayýrlý iþlere koþunuz. Siz her nerede olursanýz olunuz Allah Teâlâ hepinizi bir araya getirir. Þüphe yok ki Allah Teâlâ her þeye kadirdir.

148.   Bu âyeti kerime mü s l (i m an l arýn bir kýbleye yönelerek ibâdet ve itaatte bulunmalarýný, hayýrlý ve güzel iþlere koþmalarýný, bu sebeple bir birlik teþkil edip fevz ve   kurtuluþa nail olmalarýný emir ve tavsiye buyuruyor. Þöyle ki (Her birinin bir kýblesi vardýr, o yüzünü o kýbleye döndürür.) Yani: Her ümmet için bir kýble, ibâdette yöneleceði bir makam vardýr. Yahut müslümanlardan her zümre için bulunduklarý beldelere göre belirli bir kýble yönü vardýr. (Artýk hayýrlý iþlere koþunuz.» Kýble tarafýna yönelerek namaz kýlýnýz, ibâdet ve itaate devam ediniz, kabulünü Hak Teâlâ'dan dileyiniz ki, dünya ve ahiret saadetine nail olasýnýz. (Siz her nerede ikâmet ederseniz ediniz) ey müslümanlar! Ey ehli kitap! (Allah Teâlâ hepinizi toplayacak, bir araya getirecektir.) Sizi kýyamet sahasýna erdirecek, size amellerinize göre mükâfat veya ceza verecektir. (Þüphe yok ki Allah Teâlâ her þeye kadirdir.) Binaenaleyh sizleri diriltip bir araya toplamaya da kudreti fazlasýyla yeterlidir. Artýk ona göre düþünüp hareket ediniz.

 

 

 

 

149. Ve her nereden -sefere- çýkarsan hemen yüzünü Mescidi Haram tarafýna döndür. Þüphe yok ki bu Rabbin katýndan bir haktýr. Ve Allah Teâlâ sizin amellerinizden gafil deðildir.

149.    Bu âyeti kerime Allah'ýn rahmetine ermiþ bir ümmetin kendi kýblelerine yönelerek ibâdete devam etmelerini, bu bakýmdan bir birlik teþkil edip fevz ve kurtuluþa nail olmalarýný þöylece emir ve tavsiye buyuruyor: Habibim!.. (Ve her nereden) sefere (çýkarsan hemen) namazda (yüzünü Mescidi Haram) Kâbe'i Muazzama (tarafýna döndür. Þüphe yok ki bu) husustaki emir (rabbin tarafýndan bir haktýr.) Bir hikmete dayanan hakikattir. (Ve Allah Teâlâ sizin iþlediklerinizden gâfîl deðildir.) Bu emre itaat edip etmeyenlerin hareketlerini bilir, ona göre mükâfat ve ceza verir. Artýk bunu düþünüp iþinizi tanzim ediniz.

 

 

 

 

150.       Ve her nereden sefere çýkarsan hemen yüzünü Mescidi Haram tarafýna çevir ve her nerede bulunursanýz yüzlerinizi, onun tarafýna çeviriniz. Ta ki Ýnsanlar için sizin Üzerinize bir delil bulunmasýn. Ancak onlardan zalim olanlar müstesna. Artýk onlardan korkmayýnýz. Ve benden korkunuz. Hem üzerinizdeki nimetimi itmam edeyim, hem de hidayete nail olmanýzý ümit edebilesiniz.

150. Bu ayeti kerime kýbleye yönelme meselesini pekiþtirmekte ve yerleþtirmektedir. Çünkü bu husustaki nesh, kýblenin deðiþmesi hakkýndaki emir, bir ilâhî Ýmtihandýr, yanlýþ anlaþýlmasý, yanlýþ telâkki edilmesi muhtemeldir. Binaenaleyh bu emir kendisinde bir þüpheye, bir tereddüde mahal kalmamasý için hikmete binaen üç kere tekid buyrulmuþtur. Bununla beraber, bu üç emrin ikisi bizzat Hz. Peygambere üçüncüsü de bütün ümmeti Muhammede müteveccih bulunmuþtur. Þöyle buyruluyor ki: (Ve her nereden) sefere (çýkarsan) namazda (yüzünü hemen Mescidi Haram tarafýna çevir.) O yöne doðru namaz kýl. (Ve) ey rahmete ermiþ!.. Sizler de (her nerede bulunursanýz) gerek yurdunuzda ve gerek sefer halinde (yüzlerinizi) namaz kýlarken (onun) o mescidi haramýn (tarafýna döndürünüz.) Bu bir hikmet gereðidir. (Takî Ýnsanlar için aleyhinize bir delil bulunmasýn) Þöyle ki: Tevrat'ta ahir zaman peygamberinin kudüs tarafýný býrakýp kâbe tarafýna namaz kýlacaðý yazýlýdýr. Eðer þimdi müslümanlar kâbe tarafýna namaz kýlmayacak olsalar, bir kýsým inkarcýlar bunu delil getirmeye kalkýþýrlar, eðer bu zat, ahir zaman peygamberi olsa idi Tevrat'ýn bildirdiði þekilde kâbe tarafýna dönüp namaz kýlarlardý, derdiler. Artýk bu gibi bir delil getirmeye meydan kalmamasý için hemen Kâbe tarafýna yönelerek namaza devam ediniz. (Ancak o zalimlerden) o hakký inkâr eden topluluktan (olanlar müstesna.) Onlar da kendi kuruntularýna göre aleyhinize delil getirmek isterler. Meselâ derler ki: Muhammed -aleyhisselâm- in kâbe tarafýna yönelmesi, kavminin dinîne meyhnden ve beldesine muhabbetinden dolayýdýr. Bu gibi sözlerin ise ne ehemmiyeti vardýr. Bunlar aleyhte bir delil olacak þeyler deðildir. (Artýk) Ey müslümanlar! (onlardan) o zalimler, cahiller topluluðundan (korkmayýnýz) onlarýn öyle yerme ve ayýplamalarýna bakmayýnýz. Onlar size bir zarar veremezler, benim emirlerime sarýlýnýz. (Ve benden korkunuz) ki (hem üzerinizdeki nimetimi tamamlayayým, hem de hidâyete nail olmanýzý) hidayet üzere devamlý olmanýzý (ümit edebilesiniz.) § Bu ayeti kerimedeki nimetin tamamýndan maksat, Ýslâmiyet üzere ölmektir. Veya cennete girmek ile Allah Teâlâyý görme þerefine ermektir.

§ Bu ayeti kerimede þuna da iþaret vardýr ki hiç bir kimse iyi bir âkibete nail olacaðýný kesin olarak bilemez, nice kimseler senelerce hidayet yolunda iken bilahara bundan çýkmýþ dalâlete düþmüþlerdir. Binaenaleyh hidayet üzere devamlý olmayý Cenâb-ý Haktan niyaz etmeli, bu muvaffakiyet! ancak onun þefkat ve merhametinden beklemelidir.

 

 

 

 

151. Nitekim sizin içinizde sizden bir peygamber gönderdik ki size bizim ayetlerimizi okuyor ve sizleri tezkiye ediyor ve sizlere hitap, hikmet öðretiyor. Ve sizlere bilmedikleriniz þeyleri öðretiyor.

151.     Bu âyeti kerime, Cenâb-ý Hakkýn müslümanlar için nimetlerini tamamlayacaðýna dair olan vadini bizlere hatýrlatýyor. Bu ümmet hakkýnda nice ilâhî lutüflarýn tecelli etmiþ olduðunu gösteriyor ve kýsaca þöyle buyuruyor: Ey ümmeti muhammed (Nitekim sizin içinizde) Ýbrahim aleyhisselâmýn mübarek soyundan olmak üzere (sizden) insanlar cinsinden (bir peygamber gönderdik ki) o son peygamber Hz. Muhammed'dir. O öyle bir peygamberdir ki, ey insanlar! (Sizi bizim ayetlerimizi) Kur'ân'ý Kerim'i (okuyor) tilâvette bulunuyor (ve sizleri tezkiye ediyor) sizleri küfür ve günahtan temizlemeye çalýþýyor (Ve sizlere kitabý) Kur'ân-ý Kerim'i (hikmeti) ahlâka, içtimaiyata, muamelâta ait hayatýn tanzimini gerektiren hükümleri (öðretiyor. Ve sizlere bilmedikleriniz þeyleri) tefekkür ile, düþünme ile bilinemeyip ilâhi vahiy vasýtasýyla bilinen bir nice meseleleri (öðretiyor.) Ne büyük bir rehber, ne muazzam bir peygamber!

Evet... Peygamber Efendimiz bütün insanlýðý hak ve hakikatten haberdar etmek, insanlýk alemini maddi ve manevi hasletlerle süslemek ve onlarý uyarmak için Allah tarafýndan insanlýða en büyük bir nimettir. Ne mutlu bunu takdir ederek yüce peygamberin o mukaddes hayatýný kurtuluþ ve saadet rehberi edinenlere!

 

 

 

 

152. Artýk beni zikrediniz ki ben de sizi zikredeyim. Ve bana þükrediniz, bana nankörlükte bulunmayýnýz.

152. Bu ayeti kerimede Cenâb-ý Hakkýn o muazzam nimetlerine nail olan insanlara, düþünme ve teþekkür vazifelerini telkin buyuruyor. Evet... Hak Teâlâ hazretleri buyuruyor ki (Artýk beni zikrediniz.) kalbinizi, ruhunuzu, lisanýnýzý benim zikrimle aydýnlatýnýz ve süsleyiniz. Namaza, niyaza, tevhid ve teþbihe devam ediniz, (ki ben de sizi anayým.) Sizin ibadetlerinizi kabul, sizi sýkýntý ve belâ anlarýnda himaye edip koruyayým. (Ve) ey kullarým! Nail olduðunuz nimetlerden dolayý (bana þükrediniz.) Bu nimetlere ibâdet ve itaatle karþýlýk veriniz. (Bana nankörlükte bulunmayýnýz.) Nimetlerimi inkâr, emrime isyan etmek suretiyle nankörlükte bulunmaktan sakýnýnýz, sizin ebedi selâmet ve saadetiniz buna baðlýdýr.

§ Zikr: Lügatte anmak, yad etmek, hatýra getirmek, beyan ve ifade etmek, hafýzada olanlarý hatýrlamak gibi manalara gelir, ÝstÝlahta Cenâb-ý Hakkýn yüce ismini büyüklüðünü ve uluhiyetini anmaktýr ki üç þekilde olur. Þöyle ki: Ya lisânen olur. Bu, Hak Teâlâ'nýn mübarek isimlerinden birini veya bir kaçýný lisan ile söylemektir. Allah... Allah... denilmesi gibi. Ya bedenen olur. Bu da namaz, oruç gibi ibâdetleri ifa etmektir. Veya kalben olur. Bu da: Allah-u Teâlâ'nýn varlýðýný, kudret ve azametini düþünüp ruhi bir neþ'eyi elde etmektir.

Ya ilâhi! beni gafletten uyandýr daim,

Zikrü fikrinle benim kalbimi tenvir eyle.

Allahým! Beni daima gafletten uyandýr,

Senin zikrin ve fikrinle benim kalbimi aydýnlat.

$ Þükür; Ýyiliðe karsý minnettarlýk göstermektir, Ýyiliðe karsý sözle veya fiile gösterilen kadirþinaslýktýr. Cenâb-ý Hakka þükretmek ise üç þekilde olur. Birincisi: Lisânen þükürdür. Bu, Cenab'ý Hakkýn nimetlerine karsý yüce Allah'a dil ile saygý göstermektir. Ýkincisi: Bedenen þükürdür. Bu da Hak Teâlâ'nýn nimetlerini hatýrlayarak Þükür secdesine kapanmak gibi bir þekilde olur. Üçüncüsü de: Kalben þükürdür ki bu da Allah'ýn nimetlerini düþünerek kalben saygýlý hislerle mütehassis olmaktýr. Þükrün zýddý, küfr ve nankörlüktür ki nîmeti gizlemek ve inkâr eylemektir.

Nitekim bir zat söyle demiþtir:Nimete sükr etmek, nimeti artýrýr. Nimete karsý nankörlükte bulunmak da nimetin yok olmasýna, elden çýkmasýna sebep olur.

 

 

 

 

153. Ey mü'minler! Sabýr ile namaz ile yardým isteyiniz. Þüphe yok ki Allah Teâlâ sabredenlerle beraberdir.

153. Bu âyeti kerime, Cenâb-ý Hakkýn bir çok nimetlerine nail olan müslümanlarýn bir hikmet gereði olarak bazý hos olmayan hallere maruz kalabileceklerini, bu takdirde sabýr ile ve namaz ile yardým isteðinde bulunup mükâfata ereceklerini gösteriyor. Evet... Buyruluyor ki: (Ey Ýman edenler!) günahlardan kaçýnmak, bazý belalara, musibetlere tahammül edebilmek, cihada, ibâdet ve itaata devamda bulunabilmek gibi hususlarda (sabýr ile ve namaz ile) Allah Teâlâ'dan (yardým isteyiniz.) Ümitsizlik ve kedere kapýlmayýnýz. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ sabredenlerle beraberdir.) Yani onlarýn sabrýný bilir, kendilerine imdat eder, mükâfatlar ihsan buyurur.

$ Sabýr: Acýya katlanmak, insan tabiatýna uygun olmayan hallere karsý telâþ göstermeyip sarsýlmadan tahammül etmek demektir. Akýl ve þeriata aykýrý þeylerden kaçýnarak nefsi tutmak ta sabýrdýr. Sabreden zafer bulur. Nitekim söyle denilmiþtir:Evet...        Sabýr acýdýr, müþküldür, fakat meyvesi pek tatlýdýr. Bir çok eziyetler sabýr ve sebat, hakka dua ve niyaz sayesinde ortadan kalkar. Ýste, namazda insanýn  ruhuna, azmine kuvvet veren en yüce dua ve niyazý kapsayan bir ibâdet olduðundan buna güzelce devam edilmesi de insanýn maddî ve manevî kederlerini, üzüntülerin! gidermeðe en mükemmel bir vesiledir.

 

 

 

 

154. Ve Allah yolunda öldürülenlere, ölülerdir, demeyiniz. Yok, onlar hayattadýrlar, fakat siz bilmezsiniz.

154.     Bu âyeti kerime de iþaret ediyor ki, hak yolunda cihad da bulunup þehid olmak ta nefse aðýr gelirse de bu gerçekte bir mutlu, ebedî hayata nail olmaktan baþka deðildir. Artýk buna sabredilmez mi? Evet... Buyuruluyor ki (Ve) Ey müslümanlar!.. (Allah yolunda Öldürülenlere de ölülerdir demeyiniz.) Onlar hak yolunda fâni hayatý terk edip ebedî bir hayata ermiþlerdir. Onlar kendilerine tahsis edilen yüksek makamlarda rýzýklandýrýlmaktadýrlar. Nice ruhanî, manevî nimetlere nail bulunmaktadýrlar. Artýk onlara nasýl "ölüler" denilebilir? (Yok onlar hayattadýrlar.) Onlarýn bu hayatýný (fakat siz bilmezsiniz.) Onlarýn hayat þekli akýl ile deðil vahyi ilâhî ile malumdur. Onlarýn hayatý dünyadaki hayatýn kat kat üstündedir. Buna dair bir çok hadisi þerif de vardýr.

 

 

 

 

155. Vallahi biz sizleri elbette biraz korku ile, açlýk ile mallardan, canlardan, mahsulâttan biraz eksiklik ile imtahan edeceðiz. Sabredenleri müjdele.

155.       Bu âyeti kerime hakikî mü'minlerin bir hikmete binaen bâzý hoþ görmeyecekleri hallere mâruz kalacaklarýný ve o zaman Cenab'ý Hakkýn takdirine teslimiyet gösterip teselli olacaklarýný mükâfat elde edeceklerini gösteriyor. Þöyle ki: Ey ümmeti Muhammed (Bir olan Yüce Zatýma andolsun ki, biz sizleri elbette biraz korku ile) düþman endiþesi ile (biraz açlýk ile) kýtlýk ve pahalýlýk ile (mallardan, canlardan, mahsulâttan biraz eksiklik ile) bunlarýn helâkiyle, ölmesi, öldürülmesi, ihtiyar ve hasta olmasý ile, geliþip artmayýp zayi bulunmasý ile (imtihan edeceðiz.) Bu takdiri ilâhiye hanginizin razý, sabýrlý olup olmadýðýný meydana çýkaracaðýz. Rasûlüm!... Sen de þu kendilerine gelen bu gibi musibetlere karþý (sabredenleri müjdele) Onlar bu yüzden ne büyük mükâfatlara nail olacaklardýr.

 

 

 

 

156.  Onlar ki, kendilerine bir musibet isabet ettiði zaman: "Biz Allah içiniz ve biz sonunda ona döneceðiz" derler.

156.    Bu âyeti kerime de hakikaten sabýrlý olanlarýn kimlerden ibaret olduklarýný bildiriyor. Þöyle ki: (Onlar) o sabredenler, o zatlardýr (ki, kendilerine) hak tarafýndan (bir musibet) kötü, hoþ görmeyecekleri bir hâdise (isabet ettiði zaman) büyük bir ümitsizlik ve kedere kapýlmazlar. Belki (= Biz Allah içiniz, bîz sonunda ona döneceðiz, derler.) Yani: Biz Allah Teâlâ'nýn kullarýyýz, onun kölesiyiz, ve sonunda onun manevî huzuruna, âhiret âlemine dönüp gideceðiz. Bu geçici hayatýn ne ehemmiyeti vardýr, bu hayatta göreceðimiz þeyler geçicidir. Bu hoþ olmayan haller de yok olur, bunlardan dolayý sevaba nail oluruz diye teselli bulurlar.

 

 

 

 

157.  Ýþte onlar için Rabbileri tarafýndan maðfiretler ve rahmet vardýr. Hidâyete erenler de onlardýr.

157. Bu âyeti kerime de sabredenlerin nail olacaklarý mükâfatý açýklýyor. Þöyle ki: (Ýþte onlar) o kendilerinin Allah'a döneceklerini söyleyen sabýrlý zatlar (Ýçin Rabbleri tarafýndan maðfiretler) vardýr (ve rahmet vardýr.) Lûtf ve ihsan takdir edilmiþtir. (Ve hidâyete erenler de) doðru yolu takip etmiþ olanlar da (onlardýr.) Ne büyük baþarý!

§ Salevât: Salatin çoðuludur. Salât ta: Allah'tan rahmet, günahlarý affetmek ve örtmektir. Meleklerden istiðfardýr. Ve mü'minlerden de dua manasýnadýr. Namaz dediðimiz ibâdetin de ismidir.

                                               

istirca: Rücu etmek, geri dönmek ve musibet zamanýnda      Biz Allah içiniz, biz sonunda ona döneceðiz, demektir. Ýstirca:lisan ile deðil kalp ile de olmalýdýr. Þöyle ki: Bir mü'min bâzý belâlara düþebilir. Fakat düþünür, bunda da elbet bir hikmet vardýr der. Ben 511 kadar ilâ Hz. muhammed'in ümmetindenim, þimdi böyle bir musibete tutulmam da elbette ilâhî bir hikmet gereðid

Yalnýz nimetlere mazhar bulunuyorum, elhamdülillah müslümâným,

Hakkýn bana verdiði nimetler þimdi elimden aldýðý nimetlerden kat kat fazladýr. Veren de odur, alan da odur. Ben de nihayet onun manevî huzuruna gideceðim,      ebedî hayata nail olacaðým. Artýk bu gemici belânýn ne ehemmiyeti vardýr? diye güzel kanaatini gösterir. Böyle bir kanaat ise insana teselli verir. Ýnsanýn

itekim bir hadisi þerifte þöyle buyrulmuþtur: "Bir müslümana bir dert, bir aðrý, bir düþünce, bir

güzel      inancýna delalet eder, bu yüzden sevap ve mükâfata nail olur. gam,   bir hüzün, Ýsabet etmez ki, hattâ bir uzvuna bir diken batmaz ki illâ onun sebebiyle Cenâb-ý Hak o müslümanýn hatalarýný affeder ve örter." Bu arýza, o

■" "  ' ■ "ýret olmuþ olur. Ne büyük ilâhî merhamet. Diðer bir hadisi þerifte de buyrulmuþtur ki: "Mü'mine her eziyet veren þey bir musibettir."müslüman       için günahlarýna keffat

Ýþte böyle bir musibete karþý                                       diyen mü'minler ilâhî affa ve ilâhî lütufa nail olacaklardýr.

§ Ýbrahim Hakký merhumun þu kýtasý ne kadar güzeldir.

"Haktan olacak iþler"

"Boþtur gamü teþviþler"

"Hak bildiðini iþler"

"Mevlâ görelim neyler"

"Neyierse güzel eyler"

 

 

 

 

158. Þüphe yok ki Sefa ile Merve Allah Teâlâ'nýn þaairinden "dinî merasiminden" dir. Artýk her kim haç veya umre niyetiyle Beytullahý ziyaret ederse tavafý bu ikisiyle beraber yapmasýnda kendisi için hiç bir günah yoktur. Ve her kim bir hayri nafile olarak yaparsa þüphe yok ki Allah T e âlâ kabul edendir, bilendir.

158. Bu âyeti kerime; sözle ve fiil ile Allah'ý zikretmeyi içine alan büyük dinî bir vazîfemizi bizlere beyan buyuruyor. Þöyle ki: Ey müslümanlar!.. (Þüphe yok ki Sefa ile Merve) denilen iki mevki arasýnda sizin gidip gelmeniz. Say denilen dinî merasimi ifa etmeniz (Allah Teâlâ'nýn þaairindendir.) Ona yapýlan ibâdetler, muhabbetler, alâmetlerindendir. (Artýk her kini Haç veya Umre niyetiyle Beytullahý ziyaret ederse tavafý bu ikisiyle beraber yapmasýnda) yani Kâbe'i Muazzamayý ziyaret eder de onu tavaf etmekle beraber Sefa ile Merve arasýnda da gider gelir ise bundan dolayý (kendisi için hiç bir günah) sakýnca (yoktur.) Bu da bir kulluk vazifesidir, bir itaat alametidir.    (Ve her kim) böyle (bir hayri tatavveen) kendisine vacip olmasa dahi sýrf (Allah rýzâsý için yaparsa) pek çok sevaba, mükâfata nail olur. Zira, (þüphe yok ki Allah Teâlâ þakirdin kullarýný güzel amellerinden dolayý sevaba nail buyurur. (Alimdir) her þeyi hakkýyla bilir. Herkese niyetine, Ýtilasýna göre mükâfat ve ceza verir.

§ Sefa ve Merve: Kâbe'i Muazzamanýn hemen bir tarafýnda bulunan iki tepeden ibarettir. Bunlar bir cadde ile biri birine baðlýdýr. Sefa tarafýndan baþlanýp 4 defa Merveye, 3 defa da Merve tarafýndan Sefaya gidip gelmek biz Hanefilerce bir vaciptir. Bunlar Beytullahý tavaftan sonra yapýlýr. Bu, Ýmamý Ahmete göre sünnettir. Ýmamý Mâlik ile imami Þâfiye göre de farzdýr. Haccýn erkânýndan sayýlmýþtýr.

Vaktiyle Sefa ile Mervede birer put vardý. Müþrikler bunlarý ziyaret ederlerdi. Ýslâmiyet hâkim olunca o iki put kýrýlmýþ, atýlmýþ, o iki mübarek makam bunlardan temizlenmiþti. Bununla beraber bâzý müslümanlar, bu putlarýn böyle vaktiyle bulunmuþ olduðundan dolayý bu iki makam arasýnda gidip gelmeden çekinmiþlerdi. Bu âyeti kerime ise böyle bir çekinmeye lüzum olmadýðýný beyan buyurmuþtur.

§ Pastili Ekrem Hazretleri Hudeybiye anlaþmasý gereðince hicretin 7. senesi Medine-i Münevvereden Mekke-i Mükerremeye gitmiþ, iki bin kadar eshabý kiramý ile Beytullahý ziyaret etmiþ ve Sefa ile Merve arasýnda eshabý kiramýn kuvvet ve yiðitliðini göstermek için süratle gidip gelmiþlerdi. Buna "Say denilir. Bu say, bu hareket tarzý Yüce Yaratýcýya saygýyý, Ýhtiyaçlarý arz için Beytullahýn mübarek kapýsý önünde bir þevk ve heyecan ile tekrar tekrar gidip gelerek ilâhî rahmeti beklemenin bir sembolü yerinde bulunmuþtur.

§ Hac: Lügatte tazim edilecek makamlarý ve diðer yerleri ziyaret kasdinde bulunmaktýr. Seri Þerifte Arafat denilen yerde belirli vakitte bir miktar durmaktan, sonra da gidip Kâbe-i Muazzamayý tavaf suretiyle ziyaret etmekten ibarettir ki, þartlarýný taþýyanlar için bu ziyaret bir defaya mahsus olmak üzere farzdýr. Sonra tekrar ziyaret etmek tatavvü, nafile kabilinden olup sevaba vesîle olan bir ibâdettir. Haç eden zata "Hacý" denir.

Umre ise lügatte ziyaret manasýnadýr. Istilâhta Kâbe-i Muazzamayý tavaftan ve Sefa ile Merve arasýnda gidip gelmekten ibarettir. Bunun belirli bir zamaný yoktur. Ve bunun için Araf atta bulunmak lâzým deðildir. Bu bir sünneti müekkededir. .Bunu yapan zata "mut emir" denilir.

 

 

 

 

 

159. O kimseler ki bizim indirmiþ olduðumuz açýk delilleri ve hidâyeti Ýnsanlara açýkça beyan etmiþ olduðumuzdan sonra saklarlar, muhakkak onlara Allah Teâlâ lanet eder. Ve onlara lanet ediciler de lanette bulunurlar.

159. Bu âyeti kerime. Peygamberimizin mübarek vasýflarýný, Islâmiyetin doðruluðunu, kitaplarýnda görüp okumuþ olan birtakým Yahudi âlimleri hakkýnda nazil olmuþtur. Ensardan bâzýlarý, Rasüli Ekrem Efendimizin Tevrat'ta yazýlý olan vasýflarýný Yahudi bilginlerinden sormuþlar. Onlar ise bunu bile bile saklayýp beyan etmemiþlerdi. Ýþte bu gibi hareketlerin çirkinliðini beyan için þöyle buyruluyor: (O kimseler ki, bizim indirmiþ olduðumuz açýk delilleri) recm âyeti gibi, son peygamberin vasýflarý gibi þeyleri (ve hidâyeti) o peygambere imâna, ona tâbi olmanýn gereðine dalâlet eden mucizeleri biz Tevrat'ta ve diðer semavî kitaplarda (Ýnsanlara açýkça beyan etmiþ olduðumuzdan sonra) bir kýskançlýk, bir inâdî küfür eseri olarak (saklarlar) halka bildirmezler. Ýþte (muhakkak onlara Allah Teâlâ lanet eder.) Onlarý rahmetinden ebediyyen mahrum býrakýr. (Ve onlara iânet ediciler de lanette bulunurlar.) Onlara lanet etmesini Cenab'ý Haktan dilerler. Bu lanet okuyanlar, bütün insan ve cinlerin mü'minleridir, veyahut kendilerine mahsus birer lisan ile bütün mahlukattýr.

§ Bu ilâhî beyan: Naslara dayalý ve onlardan çýkarýlmýþ olan dinî ilimlerin saklanýlmayýp lüzumuna göre açýklanmasýný ve ilâm edilmesini icap etmektedir.

 

 

 

160. Ancak tövbe edenler, Islâhta bulunanlar ve açýklayanlar müstesna. Ýþte ben onlarýn tövbelerini kabul ederim. Ve tevbeyi çokça kabul eden, esirgeyen ancak benim.

160.      Bu âyeti kerime de, tevbe ve istiðfar edenlere rahmet ve maðfiret kapýlarýnýn açýk bulunduðunu müjdelemektedir. Þöyle ki, küfür ve isyanlarýndan dolayý (tövbe edenleri ve) bozduklarýný (islâh eyleyenler ve) kitaplarda gördükleri hakikatleri saklamaktan vaz geçip (beyanda bulunanlar müstesna, iþte) onlar lanete hedef olmaktan kurtulurlar. (Ben onlarýn tövbelerini kabul ederim.) kendilerini azaptan kurtarýrým. (Ve tevbeleri çokça kabul eden, esirgeyen ancak benim.) Bana yönelenlere merhamet ve lütf um boldur. Artýk bütün insanlar durumlarýný düzelterek bu ilâhî lütfü elde etmek için koþmalý deðil midirler?

 

Ynt: Bakara Suresi By: hafizvuslat Date: 29 Ekim 2009, 21:38:58
181. Artýk her kim bunu iþitip bildikten sonra deðiþtirirse þüphe yok ki bunun günahý o deðiþtirenin üzerinedir. Allah Teâlâ muhakkak iþitendir, bilendir.

181.       Bu âyeti kerime de, vasiyetlere güzelce uyulmasýný emretmektedir. Þöyle ki: (Her kim) vasilerden veya þahitlerden hangi bir þahýs (bunu) bu vasiyeti (iþittikten) buna muttali olduktan (sonra deðiþtirirse) aksine iddiaya kalkýþýrsa (þüphe yok ki bunun) bu deðiþtirilen vasiyetin (günahý o deðiþtirenlerin üzerinedir.) Ölü bundan beridir. Ona bu yüzden bir günah gelmez. (Allah Teâlâ muhakkak iþitendir) vasiyet edenin nasýl ve ne vasiyet ettiðini hakkýyla iþitmiþtir. (bilendir) her þeyi hakkýyla bilir, vasiyeti deðiþtirme ve bozmayla cüret edenlerin bu hallerini de tamamen bilir. Ona göre cezasýný verir.

 

 

 

 

182.       Ýmdi her kim vasiyette bulunan kimsenin bir hatasýndan veya bir günaha girmiþ olmasýndan korkar da aralarýný islâh ederse onun üzerine bir günah yoktur. Þüphesiz Allah Teâlâ çok baðýþlayan, pek esirgeyendir.

182. Bu âyeti kerime de müslümanlara, hayýr dilemelerini, içtimaî hayatlarýnda görülecek noksanlarý Ýslaha çalýþmalarýný emir ve tavsiye buyuruyor. Þöyle ki: Velilerden, vasilerden (her kim musînin) vasiyette bulunmuþ olan þahsýn (bir hatasýndan veya) kasden (bir günaha girmiþ olmasýndan) meselâ varislerden mal kaçýrmak gibi    bir maksada binaen vasiyette bulunmuþ olduðundan (korkar da) vasiyet yapan ile kendilerine vâsîyet yapýlanlarýn ve sair alâkadarlarýn (aralarýný islâh ederse) bundan dolayý (onun) o ýslah edenin (üzerine bir günah yoktur.) Çünkî o bozmaya deðil, Ýslaha çalýþmýþtýr. (Þüphe yok ki Allah Teâlâ çok baðýþlayandýr.) Kusurunu bilip islâhî tarafýna gidenin günahýný affeder ve gizler. Ve Allah Teâlâ pek esirgeyendir. O gibi ýslah eden kullarý hakkýnda rahmet ve yardýmý pek çoktur. Bu, âlemi Ýslaha çalýþanlar için ilâhî bir vadi ve ilâhî bir lütfa nâiliyeti müjdelemektedir.

§ Vasiyet: Lügatte emir, bir iþi birine ismarlamak demektir, Istilâhta bir malý veya bir menfaati, ölümden sonra kaydýyla bir þahsa veya bir hayýr yönüne meccanen baðýþlamaktýr. Böylece baðýþlanan mala "Müþabih" denir. Kendisine böylece baðýþlanan þahsa veya hayýr yönüne de "Musaleh" denilir. Bunu böylece teberrüen baðýþlayan kimseye de "Musi" adý verilir. Bir kimsenin mallarýnda, çocuklarýnýn iþlerinde tasarruf etmek üzere görevlendirilen kimseye de "vasi", "musaileyh" denilir. Bunun taþýdýðý sif ata da "vesayet" denilmektedir.

§ Þartlarý Ýçerisinde olan bir vasiyet pek faydalýdýr. Çok kere insanýn öldükten sonra da amel defterinin kapanmayý? ona sevap yazýlmasýna bir vesiledir, Ýnsanlýk adýna yapýlan güzel, hayýrlý, þefkatlice bir muameledir. Bu bir sadakai câriyedir. Özellikle dinî vazifelerinden bazýlarýný her nasýlsa vaktiyle yapamamýþ olan bir müslümanýn yapamadýklarýný telâfi için kefaret kabilinden yapacaðý bir vasiyet, bir vecibedir ki kendisinin kurtuluþu sebebi olabilir. Bu yüzden bir nice fakirlerin, zayýflarýn imdadýna koþulmuþ, dualarý alýnmýþ olur. Binaenaleyh vasiyetlerin meþru olmasýnýn hikmeti açýkça görülmektedir.

Þu kadar var ki bir kimsenin vasiyette bulunmasý için fazlaca malý bulunmalýdýr. Kendisine vâris olanlarý verasetten mahrum býrakmamalýdýr. Rivayet olunuyor ki; Hz. Ali'nin         bir azatlýsý vasiyette bulunmak istemiþ; Hz. Ali ona sormuþ: Ne kadar malýn var?. O da demiþ ki: Yedi yüz dirhem malým var. Bunun üzerine Hz. Ali ona mâni

olarak demiþ ki: Cenâb-ý Hak (intereke hayren) buyuruyor. Bu çok bir mal demektir. Senin bu malýn ise çok deðildir.

Bir kimsenin terekesinin muhtaç olan yakýnlarýna kalmasý bunu baþkalarýna baðýþlamasýndan daha ziyade sevaba vesiledir. Fakat, akrabasýný mahrum býrakmadýðý halde         oldukça fazla olan malýnýn üçte birini vasiyet ederse bu meteberdir. Ve yerine sarf edilince büyük sevaba vesile olur. Bu varisler de uymaya mecburdur. Ana,

baba veya diðer varislere yapýlan vasiyetlere ve üçte bir miktarýndan fazla olan vasiyete diðer varisler razý olurlarsa bu da geçerli olur.

§ Vasiyetler bir yönden de beþ kýsma ayrýlýr. Birincisi: Vacip olan vasîyetlerdir. Emânetleri, borçlarý sahiplerine vermeðe dâir ve vaktiyle yapýlmayan haç, zekât ve kefaretlere ait vasiyetler bu kabildendir. Ýkincisi: Müstehap vasiyetlerdir. Borcu ve varisi olmayan bir müslümanýn bütün mallarýný vasiyet etmesi gibi. Üçüncüsü; mendup olan vasiyetlerdir. Zengin bulunan ilim sahibi ve iyi durumda olan kimselere yardým için yapýlan vasiyetler gibi. Dördüncü mubah olan vasiyetlerdir. Gariplerden veya yabancýlardan zengin kimseler vasiyet gibi. Beþincisi de mekruh olan vasiyetlerdir, f asýk, günahkâr kimselere yapýlan vasiyet gibi.

 

 

 

 

183. Ey îman edenler!. Oruç sizden evvelkilerin üzerine farz olduðu gibi sizin üzerinize de farz olmuþtur. Ta ki sakýnabilesiniz.

183. Bu âyeti kerime, orucun pek kadim, mübarek bir fariza olduðunu bildiriyor. Þöyle ki: (Ey müslümanlar! Oruç sizin üzerinize farz olmuþtur.) Bu mübarek ibâdet (sizden evvelki) ümmetlerin. Hz. Adem'den itibaren bütün peygamberlerin ve onlara tâbi olan (zatlarýn üzerlerine farz olduðu gibi, sizin üzerinize de farz olmuþtur.) Evet... Bu öyle mukaddes bir ibâdettir ki, bununla bütün ümmetler mükellef bulunmuþlardýr. Bununla beraber bu hususta bir külfet hissedilirse bu külfete bütün takva sahibi    ümmetler Allah rýzasýný kazanmak için seve seve katlanmýþlardýr. Sizler de bu pek feyizli ibâdeti bir þevk ve muhabbetle ifa ediniz. (Ta ki) Allah'ýn emrine muhalef etten (sakýnabilesiniz). Nefsinizi koruyabilip takva sahipleri zümresinden olmuþ olasýnýz.

 

 

 

 

184. Sayýlý günler. Ýmdi sizden her kim hasta olur veya sefer üzere bulunursa tutamadýðý günler ad edince diðer günler de -tutar-. Oruca pek zor dayanabilecek kimse üzerine de fidye bir fakir yemeði -farzdýr-. Ýmdi her kim nafile olarak bir hayýr yaparsa bu kendisi için daha hayýrlýdýr. Ve eðer oruç tutarsanýz sizin için hayýrlýdýr. Eðer bilirseniz.

184. Bu âyeti kerime de oruç hususundaki ilâhî bir müsâadeyi bizlere bildirmektedir. Þöyle ki: Bu farz olan oruç günleri öyle pek uzun bir müddet deðildir. Belki (sayýlý günler) dir, bir aydan ibarettir. Baþkaca da kolaylýk gösterilmiþtir. (Ýmdi sizden her kim) bu oruç günlerinde (hasta olur veya) belirli bir süre (bir sefer üzere bulunursa) oruç tutmayabilir. Bilahara iyi olunca ve sefere son verip ikamete baþlayýnca (tutmadýðý günler adedince sair günlerde) oruç (tutar.) Bir de (oruca pek zor dayanabilecek bir kimse üzerine de) meselâ: Pek ihtiyar olduðundan veya müzmin bir hastalýðýn daimî tesiri altýnda bulunduðundan dolayý eda ve kaza suretiyle oruç tutmasý kendisi için asýn yorucu bir hal sayýlan bir müslüman üzerine de mutlaka oruç tutmak lâzým gelmez. Onun üzerine (bir fidye = bir fakirin yemeði) farz olmuþ olur. Yani her günün orucu için bir fakire bir gününe yetecek kadar sabah ve aksam yemek verir veya onun bedelini verir. (Ýmdi her kim nafile olarak) Allah rýzâsý için gönül hoþluðu ile nafile olarak (bir hayýr yaparsa) meselâ fidye miktarýný artýrýrsa veya pek ihtiyar olduðu veya hasta bulunduðu halde fazla metanet ve mukavemet göstererek orucu tutar, hem de fidye verirse (bu kendisi için daha hayýrlýdýr.) Bu yüzden daha çok sevaba nail olur. (Ve eðer) ey müslümanlar öyle hastalýk halinde veya sefer esnasýnda tahammül eder de (oruç tutarsanýz) bunu tehire býrakmazsanýz bu (sizin için hayýrlýdýr) vaktiyle vazifenizi yapmýþ, borcunuzdan kurtulmuþ, fazla sevaba nail olmuþ olursunuz. Þüphe yok ki, nimet külfete göredir. Binaenaleyh sizler (eðer) bu hakikati (bilirseniz) orucunuzu bir an evvel tutarsanýz, orucun faydalarýna nail olursunuz.

§ Savm, Siyam = Oruç; lügatta nefsi meylettiði þeylerden imsak etmek, yani o þeyi yapmaktan kendini tutmaktýr. Þer'en ise mükellef bir insanýn bütün bir gün, yani: Sabahýn baþlangýcýndan güneþin batmasý zamanýna kadar nefsini yemekten, Ýçmekten ve cinsel iliþkiden oruç niyetiyle engellemesidir.

§ Rasüli Ekrem Efendimiz, hicretin Ýlk yýllarýnda her aydan üç gün bir de aþure gününde nafile olarak oruç tutulmasýný eshabý kiramýna tavsiye buyurmuþtu. Hicretten bir buçuk sene sonra ise Þaban ayýnýn onuncu gününde ramazaný þerif orucunun farziyyeti beyan olunmuþtur.

§ Oruç Hz. Adem'den itibaren bütün ümmetlere tevcih edilmiþ bir mübarek ibâdettir. Fakat bilahara Yahudîler ve Hýristiyanlar, mükellef bulunmuþ olduklarý oruçlarýn günlerini, sayýlarýný deðiþtirmiþ, sanlarýný deðiþtirmiþ, perhiz ve diðer adlar altýnda uydurma törenler vücude getirmiþlerdir.

§ Orucun meþru olmasýnýn hikmeti pek açýktýr. Oruç ilâhî bir emirdir. Her ilâhî emir ise bir nice hikmetleri, faydalarý cemidir. Binaenaleyh oruç ta dinî, ahlâkî, Ýçtimaî, sýhhî bir çok faydalan ve meziyetleri içermektedir. Bu cümleden olarak, oruç tutan bir zat Kerem sahibi mabudunun emrine uymuþ olacaðýndan bu sebeple bir nice ilâhî lütfa mazhar olur. Bundan baþka nefsine hâkim olmuþ, geçici bir mahrumiyete katlanmýþ hayatýn muhtelif cereyanlarýna karsýdýr erebilecek bir özellik kazanmýþ bulunur.

Oruç tutan bir zatta rikkat ve merhamet duygularý tecelli eder. Bir takým fakirlerin, yoksullarýn hallerini düþünür, kendisinde bir kalp yumuþaklýðý bir insanlýk duygusu  meydana gelir. Bununla beraber oruç tutan bir zat, geçici bir mahrumiyete katlanýr, bunun neticesinde nail bulunmuþ olduðu nimetlerin kadrini daha iyi anlar, kalbinde daha ziyade þükran hissi parlamaða baþlar, diðer dinî vazifelerini de bir þevk ile ifaya çalýþýr durur. Velhasýl orucun daha bir nice faydalarý vardýr. Ne mutlu bu güzel vazifeyi bir þevk ve neþe ile hakkýyla ifa eden müslümanlara.

§ Sefer ve sefer müddeti: Sefer, lügatte: Her hangi bir mesafeye gitmektir. Buna müsaferet te denir. Mukabili ikamettir. Ýst ilâhta sefer: Mutedil bir yürüyüþ ile üç günlük, yani: On sekiz saatlik bir mesafeye gitmek. Mutedil yürüyüþ ise yaya yürüyüþtür ve kafile arasýndaki deve yürüyüþüdür. Denizlerde de yelken gemileri ile havanýn itidali muteberdir. Ýþte bu veçhile on sekiz saat sürecek mesafe, müddeti sefer sayýlýr.

Fýkýh alimlerinden bâzý zatlara göre sefer müddeti on sekiz fersahlýk bir mesafeden ibarettir. Bir fersah ise üç mil, her mil ise yirmi dakika sürecek olsa on sekiz fersah 18 saat sürmüþ olur.

Sefer müddeti Ýmamý Mâlik ile Ýmamý Ahmet'e göre de (16) fersah yani (48) mildir. Velhasýl sefer müddetinin böyle muayyen olmasý, bir ilâhî lütuftur. Yolcular için bir kolaylýktýr. Yolcular bu serî müsaadeden istifâde edebilirler. Ýsterse bu kadar mesafeyi süratli nakil vasýtasiyle bir iki saat içinde kat edecek olsunlar.

 

 

 

 

185. Ramazan ayý, o, öyle bir aydýr ki, o ayda insanlara doðru yolu gösteren ve açýk âyetleri içine alýp hak ile bâtýlýn arasýný ayýran Kur'ân'ý Kerîm nazil olmuþtur. Ýmdi sizden ramazan ayýnda hazýr bulunan, o ayýn orucunu tutsun. Ve kim hasta veya sefer halinde bulunursa, diðer günlerde o miktar oruç tutsun. Allah Teâlâ sizin için kolaylýk ister, sizin için güçlük istemez. Umulur ki oruç adedini ikmal edersiniz. Ve size hidâyet buyurmuþ olduðundan dolayý Allah'a tekbirde bulunursunuz ve þükredersiniz.

185.     Bu âyeti kerime Ramazan ayýnýn þerefini ve orucun ehemmiyetini þöylece göstermektedir: (Ramazan ayý öyle bir aydýr ki) yahut o sayýlý günler Ramazan ayýdýr ki ýo ayda insanlara hidayet olan) onlara dinî vazifelerini bildirip kendilerini selâmet sahasýna sevk eden (ve açýk delilleri kapsayýp hak ile bâtýlýn arasýný ayýran Kur'ân'ý Kerîm) levhi mahfuzdan dünya semâsýna Kadir gecesinde toptan (nazil olmuþtur.) Sonra âyet âyet, süre süre hikmet ve ihtiyaca göre 23 sene zarfýnda yüce Peygamberimize Cibrilî Emin vasýtasiyle indirilmiþtir. Diðer bir tefsire göre de Ramazaný Þerif öyle bir mübarek aydýr ki onun þan ve þerefi hakkýnda Kur'ân"! Kerîm nazil olmuþtur. (Ýmdi sizden) mükellef ve arýzalardan berî olarak (Ramazaný þerife kavuþan o ayýn orucunu tutsun.) Bu kendisi için bir farizadýr. (Ve) sizden (kim hasta veya sefer halinde bulunur) da oruç tutmaz (ise diðer) oruç tutulmasýnda bir mahzur bulunmayan (günlerde o miktar) o oruç tutmamýþ olduðu günler adedince (oruç tutsun) Bu oruç borcunu kaza etsin. (Allah Teâlâ sizin için kolaylýk ister.) Bunun içindir ki bu iki mazeretten dolayý orucu tehire býrakmanýzý caiz kýlmýþtýr, (sizin için güçlük istemez.) Size takatinizin üstünde bir þey ile emretmez. Artýk Cenab-ý Hakkýn bu lütuf ve keremini düþününüz. (Umulur ki) o kazaya kalan (oruç adedini ikmal edersiniz.) Ýlk fýrsatta gününe gün oruç tutarsanýz. (Ve size hidâyet buyurmuþ olduðundan dol ayý Al I ah'a tekbirde bulunursunuz.) Nail olduðunuz Ýslâmiyetten, hak ve hakikati idrake kudretten dolayý bunlarý size ihsan buyurmuþ olan Yüce Yaratýcýya saygý, teþbih ve tehlilde bulunmaya devam edersiniz. (Ve) o kerem sahibi nîmet verene (þükredersiniz.) Üzerinize düþen kulluk vazifelerini yerine getirmeðe çalýþýrsýnýz. Artýk böyle güzel bir hareket sayesinde manen Allah'a ne kadar yakýn olacaðýnýzý düþününüz.

 

 

 

 

186. Ve kullarým, sana benden sorduklarý zaman þüphe yok ki, ben pek yakýným. Bana dua ettiði vakit dua edenin davetine icabet ederim. Artýk onlar da benim için  icabet etsinler. Ve bana îman eyle sinler. Taki doðruyu bulmuþ oIalar.

186. Bu âyeti kerime ibadetlerde bulunan kullarýna Cenab-ý Hakkýn manen yakýn olduðunu bildirerek onlarý dua ve niyaza, ibâdet ve itaate teþvik etmektedir.

Rivayete         göre bir bedevî, Rasûli Ekrem'e müracaat ederek: Ya Rasûlallah!.. Rabbimiz bize yakýn mýdýr ki ona sessizce duada bulunalým, yoksa uzak mýdýr M ona

seslenelim diye sormuþ, onun üzerine bu âyeti celile nazil olarak Cenab'ý Hakkýn dualara olan icabeti þöyle beyan buyrulmuþtur. Habibim! (Kullarým sana benden sual ettikleri zaman) yani Rabbimiz bizim dualarýmýzý iþiterek kabul eder mi? Ona ne þekilde yalvaralým? diye sorduklarýnda onlara de ki: Rabbim þöyle buyuruyor:

(Þüphe yok ki ben) kullarýma (çok yakýným) yani onlara zaman ve mekândan uzak olarak manevî, bir yakýnlýk ile pek yakýným, onlarýn bütün hallerini, dualarýný bilirim. (Bana dua ettiði vakit dua edenin temennisine) hikmet ve menfaate muvafýk takdiri ezeliye aykýrý deðilse (icabet ederim) onu vücude getiririm. (Artýk onlar da) o dua ve niyazda bulunan kullar da (benim için) imâna davetime, ibâdet ve itaate devam etmeleri hususundaki emirlerime (icabet etsinler) muhalefette bulunmasýnlar. (Ve bana Ýman eylesînler) imânlarýnda sebat üzere bulunsunlar. (Ta ki raþidinden) doðruyu bulmuþ, hidayete ermiþ kullarýmdan (olabilsinler). Binaenaleyh Cenab-ý Hakkýn manevî yakýnlýðýna, onun merhamet ve þefkatine nâiliyet için halisane dualarda, niyazlarda bulunmalýyýz. Ýmanýmýzda, dinî vazifelerimizde sebat ve metanet göstermeðe çalýþmalýyýz. Hattâ bazý müfessirlere göre bu âyeti kerimedeki duadan maksat, ibâdet ve itaattir. Ýcabetten maksat ta sevaptýr. O halde buyrulmuþ oluyor ki: Kullarým bana ibâdet ve itaatte bulunsunlar ki ben de onlara sevap ihsan edeyim.

§     Dua: Lügatte çaðýrmak demektir, Ýstýlahta: Küçükten büyüðe, aþaðýdan yukarýya karþý yapýlan niyaz ve temenni mânâsýndý getirmektir.

Ýcabet ise istenilen þeyi vermek, yerine

§  Dualarýn lüzumu ve faydasý: Cenab'ý Hakka yapýlan dualar; ondan keremler, lütuflar, aflar, istemek demektir. Böyle bir istek, böyle bir niyaz bir Yüce Yaratýcýnýn varlýðýna    imanýn güzel bir delilidir. Cenab-ý Hakka baðlýðýn, ondan baþka hakikî bir þekilde veren, alan ve verilene engel olan bulunmadýðýna ait saðlam bir kanaatin

mükemmel       bir niþ an esidir. Maamafih dua ile kulluk ortaya konmuþ Yüce Mabudumuza karþý zillet ve güçsüzlüðümüz, ihtiyacýmýz gösterilmiþ bulunur,    Rabbinze yalvara yakara gizlice dua edin. (A'raf 7/55) âyeti kerimesi de gösteriyor ki, biz kullar Cenab'ý Hakka tam bir yalvarýþ ve

niyaz ile tenhaca gizli olarak, dua etmekle mükellefiz. Artýk duadan kim müstaðni olabilir? Ýnsana yönelen bir zararýn, bir felâketin açýlýp bertaraf olmasý için Kâinatýn Yaratýcýsý Yüce Allah'a dua ve niyazda bulunmamak þeriat ve tarikat ehli katýnda yerilmiþtir. Çünkü böyle bir hareket, dolaylý olarak, Allah'a karþý bir direnme, belâya karþý bir tahammül iddiasýný gösterir ki, bu kulluk þanýna lâik deðildir. Halbuki bütün m ah I ü kat her hususta Cenab'ý Hakka muhtaçtýrlar. Dua ise bu ihtiyacý itiraftýr. Cenab'ý Hakka ilticadýr. "Allah Teâlâ benim halime benim duamdan evvel kâfidir" diyen zatlar, bununla duanýn lüzumsuzluðu görüþünde deðildirler. Belki Cenab-ý Hakkýn hikmetinin gereði ne ise onun zuhur edeceðine inanmýþ bulunduklarýný ifade etmek istemiþlerdir. Bir de kendilerinin nail olduklarý binlerce nimete       raðmen mâruz kaldýklarý bedenî, geçici bir musibetten dolayý hemen duada bulunmayý, bir sabýrsýzlýk ve hakka teslim olmamak belirtisi gibi olacaðýndan derhal muvafýk görmemiþlerdir. Yoksa Hz. Ýbrahim gibi en büyük peygamberler de bir çok dualarda bulunmuþlardýr. Kur'ân'ý Kerîm bunu söylemektedir. Özellikle Fatiha-i Þerifeyi okuyan her müslüman, her gün defalarca Cenab'ý Hakka dua ve niyazda bulunmuþ, olmuyor mu? Binaenaleyh dua, bizim için bir kulluk vazifesidir. Bunu terk etmek kulluk alametine aykýrýdýr. Biz dua ile Cenab'ý Hakka manen yakýnlýk þerefine nail olmak, maddî ve manevî hastalýklardan kurtulmak niyaz ederiz.

§ Dualarýn kabulü meselesine gelince: Bunlarýn adabý ve þartlarý vardýr, dua: Meþru, haddizatýnda mümkün bir þey hakkýnda yapýlmalýdýr. Gafil ân e, eðlenircesine deðil bir huzüri kalp ile olmalýdýr. Maamafih kabulünü acele istememelidir. Olabilir ki hikmeti gereði bir zaman sonra kabul olunur. Bâzý dualar da takdiri ezeliye muhalif olacaðýndan istenildiði gibi kabul edilmezse de bundan dolayý dua eden sevaba nail olur, daha mühim dünyevî veya uhrevî bir nîmete kavuþur. Bu suretle de yine duasý l abul olmuþ sayýlýr.

Gerçek þu ki, yapýlan dualarý Cenab'ý Hakkýn kabul buyurmasý; bu dualarý Hak Teâlâ'nýn iþitip o hususta hikmetinin gereði ne ise onun tecelli etmesi demektir. Hak Teâlâ yapýlan dualardan haþa gafil deðildir. Bunlarýn takdiri ilâhiye, hikmet icabýna muhalif olmayan kýsmýný kabul buyurur. Sünneti ilâhiye böyle iþler.

§ Allah'a yakýnlýk meselesine gelince: Bu da bir manevî yakýnlýktýr, yoksa bir mekân yakýnlýðý deðildir. Malûm olduðu üzere Cenab'ý Hak zaman ve mekândan uzaktýr. O mahlûkat gibi her hangi bir mekâna muhtaç, bir mekânda mukim deðildir. Bu, mahlukata mahsus bir ihtiyaçtýr. Cenab-ý Hak bir mekânda olsa o mekâna uzak bulunan bir yerdeki mahlûkat ma uzak bulunmuþ olur. Meselâ: Semada olsa yeryüzünde bulunanlara, yer yüzünde bulunsa semada olanlara uzak düþmüþ olur. Böyle bir hal   ise ilahlýk þanýna zýttýr. O halde, Hak Teâlâ'nýn kullarýna yakýn olmasý, onun ilminin kemalini temsil içindir. Yani: Kullarýnýn bütün iþlerini, sözlerini son derece iyi bildiðine beyan içindir. Nitekim bir âyeti kerimede    = Biz ona boynundaki þah damarýndan daha yakýnýz. (Kaf 50/16J

buyrulmuþtur. Yani: Kullarýmýn her halini son derecede iyi bilmekteyim. Binaenaleyh biz kullara düþen vazife, Cenab-ý Hakkýn bizleri her bakýmdan görüp bildiðini düþünerek kendi hayatýmýza, þahsi terbiyemize, adabý Islâmiyemize hakkýyla riayette bulunmamýzdýr. O kerem sahibi ve merhametli olan mabudumuzun bizlere verdiði nimetlere, müsaadelere karþý da þükür secdesine kapanýp kulluk arzýnda bulunmaktýr.

 

 

 

187. Sizin için oruç gecesi kadýnlarýnýzla cinsel iliþkide bulunmak helâl kýlýndý. Onlar sizin için elbisedir. Siz de onlar için elbisesiniz. Muhakkak sizin nefislerinize hiyanet edeceðinizi Allah Teâlâ bildi ve tövbenizi kabul etti ve sizden -günahlarýnýzý- af buyurdu. Þimdi onarla cinsel iliþkide bulununuz. Ve Allah Teâlâ'nýn sizler için yazdýðý þeyi isteyiniz. Ve sizler için þahabýn beyaz ipliði siyah ipliðinden ayrýlýncaya kadar yiyiniz ve içiniz. Sonra orucu ertesi geceye kadar tam tutunuz. Ve siz mescitlerde  itikafta bulundukça kadýnlarýnýzla cinsel iliþkide bulunmayýnýz. Bu, Allah'ýn hudududur. Sakýn onlara yaklaþmayýnýz. Ýþte Allah Teâlâ âyetlerini insanlara  böyle açýkça beyan buyurur. Ta ki onlar sakýnalar.

187. Bu âyeti kerime, bu rahmete nail olmuþ ümmet hakkýnda önemli bir müsâadeyi içerir, aile hayatýnýn ehemmiyetine iþaret etmektedir, itikâfýn da bir kudsî ibâdet olduðunu göstermektedir. Þöyle ki: Vaktiyle müslümanlar oruç tutacaklarý zaman yatsý namazýný kýlýncaya, veya uyuyuncaya kadar yiyip içer, eþleriyle cinsel iliþkide bulunabilirlerdi, ondan sonra böyle yapamazlardý. Her nasýlsa ashabý kiramdan bazýlarý yatsýdan sonra eþleriyle cinsel iliþkide bulunmuþlar, sonra da bunun haram olduðunu düþünerek pek müteessir olmuþlar, Hz. Peygamber'e gelip özür beyanýnda bulunuvermiþlerdi. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ, bu rahmete ermiþ ümmet için bir lütfü ilâhî olarak fecri s ad ýkýn doðuþuna kadar yiyip, içmek ve eþlerine yaklaþmak oruç tutacak zatlar için helâl kýlýnmýþtýr. Sonra bir erkek ile eþi, biri birinin elbisesi sayýlmýþ, aralarýnda pek ziyâde bir baðlýlýk olduðu gösterilmiþtir. Bir elbise sahibini nasýl soðuktan, sýcaktan, insanlarýn gözlerinden muhafaza ederse bir koca ile bir karýsýnýn da biri birini böyle korumasýna, bir iffet ve nezahat dairesinde yaþamalarýna iþaret buyrulmuþtur.

Bir de itikaf halinde nefsanî þeylerden mümkün mertebe alâkayý keserek bir huzüri kalb ile ibâdet ve taatte bulunulmasýna dikkat çekilmiþtir. Þöyle ki: Ey müslümanlar!.. (Sizin için) Ramazaný þerifteki veya diðer günlerdeki (oruç gecesinde kadýnlarýnýzla cinsel iliþkide bulunmak helâl kýlýndý.) Artýk buna aykýrý olan hüküm, kaldýrýlmýþtýr. (Onlar) eþleriniz (sizin için bir elbisedir.) Sizinle bir vücut gibidir. Bir yatakta yatar, bir birinizle temasta bulunursunuz. Ey erkekler!.. (Siz de onlar için) o eþlerinize mahsus (bir elbisenizdir.) Aranýzda büyük bir alâka, mühim bir baðlýlýk vardýr. (Muhakkak sizin nefislerinize hýyanet edeceðinizi) oruç tutacaðýnýz günlerin gecelerinde nefislerinizi eþlerinizle cinsel iliþkiden engellemeyip zulme, günaha mâruz býrakacaðýnýzý (Allah Teâlâ) ilmi ezelîsiyle (bildi de tevbenizi) þimdi veya daha sonra olacak piþmanlýklarýnýzý (kabul buyurdu ve) tövbelerinizden dolayý (sizden) günahlarýnýzý (af buyurdu.) Onlarýn eserini imha etti. Ve size artýk müsaade buyurmuþtur, (þimdi onlara) eþlerinizle (cinsel iliþkide bulununuz ve) maamafih bu muameleniz yalnýz nefsanî zevklerinizi tatmin için olmamalýdýr. (Allah Teâlâ'nýn sizin için yazdýðý) mukadder buyurduðu (þeyi isteyiniz) evlât sahibi olmanýzý, nefsinizi yasak þeylerden, gayri meþru temayüllerden muhafaza buyurmasýný o kerem sahibi yaratýcýdan niyaz eyleyiniz. (ve sizler için sabahýn beyaz ipliði) gecenin (siyah ipliðinden seçilinceye kadar) sabahleyin þafak söküp tan yeri iplik gibi aðarýncaya kadar = Sabahýn bir beyaz hattý ziyaîsi zuhur edip imsak vakti oluncaya deðin (yiyiniz ve içiniz) cinsel iliþkide bulununuz, bunlar size helâldir. (Sonra) bu fecri sadýktan itiberen (orucu ertesi geceye kadar tam tutunuz.) Bu müddet zarfýnda yemekten, içmekten, cinsel iliþkiden sakýnýnýz. (Ve siz mescitlerde itikafta bulundukça eþlerinizle cinsel iliþkide bulunmayýnýz.) Bu halde bu iliþki caiz deðildir, itikâfa mânidir. (Bu) hükümler (Allah Teâlâ'nýn hudududur.) Bunlara tecavüz etmek caiz deðildir. (Sakýn onlara yaklaþmayýnýz) onlara tecavüz sayýlacak, tecavüze sebebiyet verecek þeylere temayül göstermeyiniz. (Ýþte Allah Teâlâ âyetlerini) dinî delilleri, (böylece açýkça insanlara beyan buyurur.) Onlarý ikaz eder ve aydýnlatýr. (Ta ki onlar sakýnalar) Cenab-ý Hakkýn emirlerine, yasaklarýna muhalefeten sakýnýrlar.

§ Itikâf: Lügatte bir þeye devam etmektir. Böyle bir þeye devam eden kimseye de "mutekit" denilir. Þeriat lisanýnda ise itikaf bir mescidi þerifte veya o hükümde bulunana bir yerde itikaf niyetiyle bir müddet ikamet etmektir.

itikâflar üç kýsýmdýr. Birincisi; kifayet yoluyla bir sünneti müekkededir. Bu müslümanlardan bir veya bir kaç zatýn Ramazaný þerifte itikafta bulunmasýdýr. Bu halde baþkalarý artýk bu sünnetle mükellef bulunmuþ olmazlar. Ýkincisi; müstehab olan itikâftýr. Bu, Ramazandan baþka bir zamanda ibâdet niyetiyle bir mescitte bir müddet ister    bir saat olsun yapýlan bir itikâftýr. Üçüncüsü de; vacip olan itikâftýr. Bu da nezrim olsun þu kadar gün itikafta bulunayým diye yapýlan itikâftýr. Bu itikaf için her halde oruçlu bulunmak þarttýr.

§ Ýtikâfýn diðer þartlarýna gelince: Itikâfa giren kimse müslüman, akýllý, temiz bulunmalýdýr. Ýsterse henüz balið olmamýþ olsun. Itikâf, mescitte veya o hükümde olan bir yerde yapýlmalýdýr. Kadýnlara için hanelerinde mescit edinecekleri bir oda mescit hükmündedir. Onlar bu odalarýnda it i kafa niyet edebilirler.

§ Ýtikâfýn serî hikmeti ihlâs ile yapýlan bir itikaf pek güzel bir ameldir, Ýnsan bu sayede geçici dahi olsa dünya iþlerinden ayrýlarak hakka yönelmiþ, ilâhî dergâha iltica eylemiþ sayýlýr. Bu müddet zarfýnda mümkün mertebe nefsanî þeylerden alâkasýný keserek bir huzuru kalb ile ibâdet ve itaatte bulunmuþ olur. Maneviyatý, tefekkürleri yüksetir. Ve bir mabette itikâfta bulunmadýkça dâima namaz vakitlerini bekleyeceðinden devamlý olarak namaz kýlýyormuþ gibi sevaba nail olur. Bu sayede maneviyatý yükselir, hayatýnýn en kýymetli faydalý günlerini yaþamýþ olur. Rasüli Ekrem Efendimiz Medine'i Münevvere'de bulundukça her Ramazaný þerifin son on gününde itikâfa devam buyurmuþlardýr.

Velhâsýl: Ýtikaf, bir güzel ameldir, bir takva, bir fazîlet niþânesidir. Rizai hak için itikafa giren bir zat, güzel bir itikade, güzel bir hayat tarzýna sahip demektir. Artýk o Mabudu Keriminin bütün emirlerine, yasaklarýna riayet etmek ister, kimsenin malýna, canýna kötü bir gözle bakmaz. Ne güzel bir hayat.

 

 

 

188. Ve mallarýnýzý aranýzda bâtýl sebeple yemeyiniz. Ve insanlarýn mallarýndan bir kýsmýný siz bildiðiniz halde günah ile yemek için o mallarý hakimlere düþürmeyiniz.

188. Bu âyeti kerime insanlýk âlemine en mühim hukukî, içtimaî bir ders vermektedir. Rivayet olunuyor ki: Abdanýl Harzemî adýndaki bir zat, Imrü Ülkaysil' Kindî aleyhine   bir arazi  hakkýnda peygamber (a.s.'in  huzuruna gelerek davada bulunmuþ,  bu  hususa dair delili  olmadýðý  için  imrür  Kays'ýn yemin  etmesi  gerekmiþ,

Resûlullahta = Allah'ýn ahdini ve yeminlerini az bir deðer ile deðiþtirenler var ya... (ÂliImran 3/77) âyeti kerimesini okumuþ, bunun üzerine imrür Kays titremiþ, yemine cesaret edemeyip o araziyi davacýya vermiþ, bunun üzerine de bu âyeti kerime nazil olmuþtur.

Bu âyeti kerime, bilhassa müslümanlara þöyle bir tenbihte bulunmuþ oluyor: Ey müslümanlar!. Siz oruçlu olduðunuz zaman kendi helâl malýnýzdan, ailenizden bile geçici bir zaman için olsun istifâde etmekten yasaklanmýþ bulunuyorsunuz. O halde kendi mallarýnýzdan ve baþkalarýnýn mallarýndan haram yere istifadeye çalýþmanýz nasýl caiz olabilir. Bir kerre insan kendi helâl malýný bile lüzumsuz yere sarf etmemeli, içki gibi, kumar gibi þeylere harç ederek günahkâr olmamalýdýr. O halde baþkasýnýn mallarýna da her hangi esassýz bir sebeple tecavüze kalkmamalýdýr. Yalan yere yemin etmek, yalancý þahit tutmak, bu hususta ona buna rüþvet vermek gibi en büyük günahlarý iþlememelidir. Her müslüman böyle bir hareketin caiz olmadýðýný bilir. Artýk buna nasýl cesaret edebilir?. Ve yine bu âyeti kerime de iþaret vardýr ki: Bir aile fertleri de biri birine karþý haksýz yere huþunette bulunmamalýdýr. Meselâ boþanma ve zulüm ve eziyet veya kötü davranma iddiasiyle hasmane bir vaziyet alarak mahkemelere düþmemelidir. Böyle lüzumsuz, hilafý hakikat iddialarla mallarýný boþ yere elden çýkarmamalýdýr. Bunun manevî mesuliyetini de düþünmelidirler. Evet...    Buyruluyor ki,  ey insanlar!.  (Mallarýnýzý  da aranýzda)  gasp  gibi,  hýrsýzlýk gibi  bir (bâtýl  sebeple yemeyiniz.)  Ondan  her hangi  haram  suretle  istifadeye  kalkýþmayýnýz. (Ve insanlarýn mallarýndan bir kýsmýný) size haram olduðunu (siz bildiðiniz halde günah ile) günahý icap eden yalan þahitlik ile, yalan yere yemin ile veya rüþvet ile elde edip (yemek için o mallarý hakimlere düþürmeyiniz.) O hususta muhakemelere sebebiyet verip bir kýsým mallarýn beyhude yere elden çýkmasýna meydan vermeyiniz. Bunun manevî, uhrevî mesuliyetini düþününüz.

Hâkim olan zat da basiret sahibi bulunmalýdýr. Ýcap ederse davacýlarý uyarmaya ve irþad etmeye çalýþmalýdýr. Maamafih hâkim þahitlerin þahadetine veya davacý veya davalýnýn yeminine binaen hüküm verir. Fakat eðer þahitler yalan yere þahadette bulunmuþlar ise veya yalan yere yemin yapýlmýþ ise bu hükmün Allah katýnda bir kýymeti yoktur. Bunun bütün mesuliyeti yalan yere davada bulunanlara, yalan yere þahitlik edenlere, yalan yere yemine cüret edenlere aittir. Artýk buna bir mü'min nasýl cesaret edebilir?..

"Gam deðildir gide dünya kala din"

"Gam odur kim kala dünya, gide din"

 

 

 

189. Sana hilâllardan soruyorlar. De ki: Onlar insanlar için ve haç için birer alâmettir. Ýyilik, evlere arka taraflarýndan gelmeniz deðildir. Fakat iyilik, takva sahibi olanýn iyiliðidir. Ve evlere kapýlarýndan geliniz. Ve Allah'tan korkunuz ki kurtuluþa eresiniz.

189. Bu âyeti kerime, Ay'ýn saftý alarmdaki hikmet ve menfaate ve hareketlerden sakýnmanýn lüzumuna iþaret etmektedir.

Malûm olduðu üzere: Ehille, hilalin çoðuludur. Hilâl ise ayýn birinci, ikinci ve üçüncü gecedeki halidir. Ondan sonra ayýn sonuna kadar "kamer" denir. Bâzý kimseler Rasûli Ekrem'e müracaat edip, bu hilâllerin böyle zuhur edip durmalarýndaki sebebi veya hikmeti sual etmiþlerdi. Bir de belirli aylarda haç veya umre yapan cahiliye kavimleri ihrama girdikleri zaman evlerine veya çadýrlarýna girmek zaruretinde kalýrlarsa bunlara kapýlarýndan girmezlerdi. Belki bunlara arka taraflarýndan birer delik açarak oralardan girerlerdi. Bunu da bir iyilik ve takva alâmeti sayarlardý. Ýþte bunun da doðru bir hareket olup olmadýðý sual olunmuþtur. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur. Buyrulmuþ oluyor ki: Resulüm!. (Sana hilâllerden soruyorlar.) Bunun ne hikmete mebni böyle göründüðünü anlamak istiyorlar. Kendilerine (de ki onlar) o hilâller (insanlar için ve haç için birer alâmetlerdir.) Bunlarýn vasýtasiyle ziraat, ticaret, borçlarý ödeme gibi dünyevî iþlere ait zamanlar anlaþýlýr. Oruç, iftar, bayram gibi dinî vazifelere ait zamanlar belli olur. Kadýnlara ait âdet, gebelik, boþanma iddeti gibi müddetler de bilinmiþ olur. Eda veya kaza edilecek haç ve umre vakitleri de bu sayede anlaþýlýr, ona göre hareket edilir.

Evlere girmek hususuna gelince (iyilik) hayýr ve takva (evlere arka taraflarýndan girmeniz deðildir.) Bunun ne faydasý var? (Fakat... Ýyilik, takva sahibi olanýn) haktan korkarak namaz, haç gibi dinî vazifelerini ifa eden ehli imanýn (iyiliðidir.) Ýyilik ve takva bunlarýn bu gibi hareketleridir. Ýþte siz de böyle hareket ediniz. (Ve evlerinize kapýlarýndan) gelip (giriniz) dinî hül ümleri deðiþtirmeyin veya yanlýþ telâkki etmeyin. (Ve Allah Teâlâ'dan korkunuz ki kurtuluþa eresiniz.) Fevz ve kurtuluþa nail olasýnýz.

Velhâsýl bu ilâhî beyanlardan pek güzel anlaþýlýyor ki, Cenab-ý Hakkýn her yarattýðý þeyde bir büyük hikmet vardýr. Bu cümleden olarak ayýn, muhtelif safhalarý birer kudret    harikasýdýr. Beþeriyet için bir mükemmel rehberi hareket rehberidir. Güneþ ile Ay arasýnda büyük bir münasebet ve yine büyük bir muhalefet vardýr. Kamer  ziyasýný muntazam güneþten almakta, onunla her ay muhtelif ve birbirine uygun tarzda karþýlaþmaktadýr. Fakat... Ay dâima güneþ gibi bir halde görülmemektedir. Hilâl halinde görülmekte, safhasýnýn ziyasý vakit vakit azalýp çoðalmaktadýr. Bu sayede ise medenî, bedevî, bütün insanlar için belirli vakitleri kolaylýkla tâyin etmek ve anlamak mümkün olmuþtur. Ne güzel bir hikmet örneði...

Diðer bir tefsir ve yoruma göre de bu âyeti kerime bir mühim uyarýyý içermektedir. Þöyle ki: Bâzý kimseler Rasûli Ekrem'e müracaat edip ayýn safhalarýndaki farklýlýðýn hikmetini, faydasýný deðil, astronomi ilmî bakýmýndan sebebini sormuþlar. Bu farklýlýðýn neden ileri geldiðini bildirmesini istemiþler, halbuki Yüce Peygamber'den bunu sormak deðil, bunun þer'î hikmetini umumî faydasýný sormak uygun olurdu. Binaenaleyh bu sualleri ile ters bir harekette bulunmuþlar, âdeta evlerine kapýlarýný býrakýp ta arka taraflarýndan girmek isteyenlere benzemiþlerdi. Artýk bunlarý irþat için bir darbý mesel kabilinden olarak: Evlerinize kapýlarýnýzdan giriniz, aksine harekette bulunmayýnýz diye tenbih buyrulmuþtur.

 

 

 

190. Ve sizinle savaþanlar ile siz de Allah yolunda savaþýnýz. Fakat haddi tecavüz etmeyiniz. Þüphe yok ki Allah Teâlâ öyle tecavüz edenleri sevmez.

190.   Bu âyeti kerime, Islâmî hayatý müdafaa ve muhafaza için cihadýn meþruiyetini bildirmektedir. Müslümanlar Ýlk zamanlarda müþriklerin ezâ ve cefalarýna karþý sabretmekle mükelleftiler. Bilahara bu âyeti kerime ile müslümanlara cihad emrolunmuþtur. Þöyle buyrulmuþ oluyor ki: Ey müslümanlar!.. Kurtuluþa ermek için Allah'tan korkunuz. (Ve sizinle savaþta) muharebede (bulunan) kâfir (ler ile siz de Allah yolunda) Cenab'ý Hakkýn dinini yüceltmek ve güçlendirmek için (mukatelede) cihatta (bulununuz.) Güzel niyetten ayrýlmayýnýz. (Ve haddi tecavüz etmeyiniz.) Bu hususta Islâmiyetin tâyin ettiði hududu asmayýnýz. Meselâ: Sizinle harb etmeyen kadýnlara, çocuklara, rahiplere, acizler güruhuna saldýrmayýnýz. (Þüphe yok ki Allah Teâlâ öyle saldýrgan olanlarý sevmez.) Yani onlar hakkýnda hayýr dilemez.

§ Muhabbet: Nefsin bir þeye meyletmesidir. Cenab-ý Hakta ise böyle bir nefsin meyletmesi düþünülemez, bu imkânsýzdýr. Binaenaleyh Allah'ýn muhabbetinden maksat, onun dilediði kulu hakkýnda lütf ve ihsanýdýr.

 

 

 

 

191.    Ve onlarý her nerede bulursanýz öldürünüz. Ve sizi çýkarmýþ olduklarý yerden siz de onlarý çýkarýn. Fitne ise katilden daha büyüktür. Ve onlar sizinle savaþta bulunmadýkça siz de Mekke hareminde onlar ile savaþta bulunmayýnýz. Fakat onlar sizinle savaþta bulunurlarsa onlarý öldürünüz. Kâfirlerin cezasý böyledir.

191. Bu âyeti kerime misilleme yoluyla müdafaanýn meþru olduðunu ve lüzumunu göstermektedir. Þöyle buyrulmuþ oluyor ki: Ey müslümanlar!. Siz, hayatýnýza, mukadderatýnýza saldýran din düþmanlarýna karþý koyunuz. (Ve onlarý her nerede) gerek Mescid'i Haram dýþýnda ve gerek haremde (bulursanýz öldürünüz.) Millî hayatýnýzý korumaða çalýþýnýz. (Ve sizi çýkarmýþ olduklarý yerden) Mekke'i Mükerreme'den (siz de onlarý çýkarýn.) Onlar fitnede bulunmuþ, þirke düþmüþ, sizleri vatanýnýzdan çýkarmýþ kimselerdir. Böyle bir (fitne ise öldürmekten daha þiddetlidir.) Onlarý harem sahasýnda öldürmenizden daha büyüktür. Onlar böyle bir katli fazlasýyla haketmiþlerdir. (Ve onlar sizinle savaþta bulunmadýkça siz de) haremi Mekke'de (onlar ile) Ýlk önce savaþta bulunmayýnýz. Haremin hürmetine riayet ediniz. (Fakat. Onlar sizinle savaþa kalkýþýrlarsa) Haremi Þerifin hürmetin! çiðneyen onlar olmuþ olurlar. O halde (onlarý öldürünüz) öyle mukaddesata ihanet eden (kâfirlerin cezasý böyle) öldürme ve tenkil (dir.)

§     Fitne: Ýmtihan, tecrübe, tefrika mânasýna geldiði gibi çok kere de insaný günaha sokan, insaný vatanýndan haksýz yere çýkaran, insaný belâya, sýkýntýya uðratan, insaný aldatan þey mânasýna gelir. Böyle bir fitne ölümden daha aðýrdýr. Çünkü bunun zararý ölümden sonra da devam edecektir.

 

 

 

192. Artýk þirke son verirlerse þüphe yok ki Allah Teâlâ baðýþlayandýr, esirgeyendir.

192.    Bu âyeti kerime, cihadý, ý âdi bir menfaat iç in olmayýp ilâhî din gayesine matuf olduðunu göstermektedir. Þöyle ki: (Artýk) size karþý savaþta bulunanlar, küfür ve þirke (son verirlerse) size karþý savaþmaktan sakýnýrlarsa, siz de onlarý býrakýnýz, dünyevî bir maksat için onlarý cezalandýrmaya çalýþmayýnýz. (Þüphe yok ki Allah Teâlâ baðýþlayandýr) onlarýn evvelce yaptýklarý þeyleri af ve maðfiret buyurur. Ve Hak Tealâ (esirgeyendir.) onlarý cezalandýrmaz. Bu halde onlara tecavüz etmenize merhameti ilâhiye müsaade etmez.

Bunun içindir ki Rasüli Ekrem Hazretleri vaktiyle Yüce Peygamberliðine karþý büyük düþmanlýkta, tecavüzde bulunup o mukaddes vücûdu Mekke-i Mükerremeden, o mübarek yurdundan çýkarmýþ olanlarý da bilahara tövbe ve istiðfar edip Ýslâmiyet! kabul ettikleri için af f etmiþ, haklarýnda Ýslâm kardeþliði düsturunu tatbik eylemiþ, hepsine karþý pek âlicenapça muamelede bulunmuþtur.

 

 

 

 

193. Ve bir fitne kalmayýp din yalnýz Allah için oluncaya kadar onlar ile savaþa devam ediniz. Eðer onlar son verirlerse artýk husûmet ancak zâlimlere karþý -olur-.

193.       Bu âyeti kerime Cihadýn ne zamana kadar ve kimlere karþý yapýlýp yapýlamýyacaðýný göstermektedir. Þöyle buyrulmuþ oluyor ki: Ey müslümanlar!. Düþmanlarýnýz size saldýrmayýncaya (ve bir fitne) bir küfür, bir zulüm ve isyan (kalmayýp din) ibâdet ve itaat (yalnýz Allah için oluncaya) ondan baþkasýna tapýlmayýncaya (kadar onlar ile) o müþrikler ile (cihada devam ediniz.) Ýslâm dinini yayýp yüceltmeye çalýþýnýz. (Ve eðer onlar) þirk ve isyana (son verir) tövbe ve istiðfarda bulunur (larsa) artýk onlara tecavüz etmeyin. Çünkü (husumet) Allah yolunda savaþ 'ancak zâlimlere) küfr ve isyan erbabýna (karþý olur.)

Binaenaleyh        halini düzeltip küfr ve zulme son verenlere karþý savaþta bulunmak caiz olmaz. Nitekim bir hadisi þerifte. buyrulmuþtur. Evet.. Günahýndan tövbe eden hiç günah iþlememiþ gibi olur.

"Fýþký ne ziyan eyler hayrolsa serencamý"

 

 

 

 

194. Haram ay haram aya karþýlýktýr. Ve bütün hürmetler bir birine kýsastýr. O halde her kim size tecavüz ederse siz de ona size olan tecavüzünün misliyle tecavüz ediniz. Ve Allah'tan korkunuz. Ve biliniz ki Allah Teâlâ þüphesiz korunanlarla beraberdir.

194. Bu âyeti kerime, bir mühim ceza nazariyyesinin aslýný teþkil etmektedir. Suç ile ceza arasýnda bir uygunluk bulunmasýný, cezanýn suçtan fazla olmamasýný emretmektedir.

Bilindiði üzere bu haram aydan maksat, Zilkade ayýdýr. Bu ay'a öteden beri hürmet edilirdi. Bu ay'da savaþ yapýlmazdý. Rasûli Ekrem hazretleri bir umre yapmak için bu ay'da Mekke-i Mükerremeye gitmiþti. Fakat Mekke müþrikleri bu umreye mâni olmuþlardý. Yapýlan bir anýlaþmaya göre Rasûli Ekrem hazretleri ertesi sene gidip bu  umreyi yapmýþtý. Þayet müþrikler yine mâni olacak olsalardý o yüce peygamber harp ederek Mekke'ye girip bu umreyi yapacaktý. Bazý kimseler þayet harp edilirse bu ayýn haramlýðý bozulmuþ olmaz mý? demiþlerdi. Bunun üzerine bu ayeti kerime nazil oldu. Buyrulmuþ oluyor ki: (Haram ay) zilkade ayý (haram aya karþýlýktýr.) Buna iki tarafta karþýlýklý olarak uymalýdýr. Madem ki müþrikler bu ayýn haramlýðýna riayet etmeyip müslümanlara karþý vaziyet aldýlar, harbi göze almýþ bulundular, müslümanlarda bu ayda onlara karþýlýk vererek harp edebilirler. Çünkü bu bir, misliyle karþýlýkta bulunmaktýr. (Ve bütün hürmetler (dokunulmazlýklar) birbirine kýsastýr.) Gayrimüslimler, haram aya haram belde olan Mekke-i Mükerremeye ve ihrama hürmete riayet etmeyip de bunlarda müslümanlara saldýrýrlarsa müslümanlar da bir kýsas, bir karþýlýk olmak üzere onlara saldýrabilirler. Buna o düþmanlar sebebiyet vermiþlerdir. (O halde) ey müslümanlar!. (Her kim size tecâvüz ederse) harem bölgesi içerisinde ihramlý iken veya haram ayda sizi öldürmeye cür'et gösterirse (siz de ona size olan tecavüzünün misli ile tecâvüz ediniz.) Çünkü bir kötülüðün cezasý, onun misli olan bir kötülüktür. (Ve) ey müslümanlar (Allah'tan korkunuz.) size izin verilmemiþ olan þeyi tercih edip cezayý artýrmayýnýz. (Ve biliniz ki Allah Teâlâ) kendilerine yardým etmek, þan ve þereflerini düzeltmek ve yüceltmek suretiyle (þüphesiz korunanlarla beraberdir.t Artýk Cenab-ý Hakkýn bu harp ve vuruþma hususundaki emirlerine de gerçekten uyunuz ki Allah'ýn yardýmýna ve lütfuna kavuþasýnýz.ý

 

 

 

 

195. Ve Allah yolunda harcayýnýz. Ve kendi nefislerinizi tehlikeye düþürmeyiniz. Ve iyilikte bulununuz. Þüphe yok ki Allah Teâlâ iyilik edenleri sever.

195. Bu âyeti kerime, hak yolunda fedakârlýðýn lüzumunu þöylece anlatmaktadýr. Ey müslümanlar!. Takva sahipleri olunuz (Ve Allah yolunda) cihad uðrunda, fakirlere yardým hususunda, hayýr ve iyilik konusunda mallarýnýzý (harcayýnýz ve kendinizi) harpten kaçýnmak, o uðurda mal sarfetmemek, düþmanýn maksadýný anlamaya çalýþmamak gibi sebeplerle veya malýnýzý boþ yere çokça sarf edip de fakirlik ve ihtiyaç içinde kalmak suretiyle (tehlikeye düþürmeyiniz. Ve) Allah yolunda mal ve bedenle (iyilikte) fedakârlýkta (bulununuz) elbette iyilikleriniz zayi olmaz. (Þüphe yok ki Allah Teâlâ iyilik edenleri) iþ ve ahlâký güzel (olanlarý sever.) Onlarý sevaba ve mükâfata ulaþtýrýr.

§ Bu âyeti kerimedeki, iyilikle emr, cihadý da içine almaktadýr. Çünkü cihad, müslümanlýkta iyilik etmek vazifesidir. Cihattan maksat; mal kazanmak, baþkalarýnýn yurdunu elde etmek, baþkalarýný esir olarak yaþatmak deðildir. Belki bütün insanlýk âlemini hak ve hakikatten haberdar etmek, bütün insanlarý gerçek bir dine, bir hürriyet ve hidayete kavuþturmaktýr. Cihad, görünürde bir tecavüz gibi görünse de, haddi zatýnda bir korunmadýr, bir korumadýr, insanlýðý sonsuz mes'üliyetten ve felâketten kurtarma vesilesidir, bir nice akýllý kimseleri uyandýrýp hak yoluna sevk etmeye sebeptir. Binaenaleyh böyle güzel bir niyetle yapýlan bir cihad, haddizatýnda bütün insanlýða karþý bir iyilikten baþka birþey deðildir.

Maamafih müslümanlara karþý sýrf dünya menfaatlarý sebebiyle düþman bulunan bir çok kavim mevcuttur. Artýk bunlara karþý müslümanlarýn uyanýk olmalarý mal ve bedenle fedakâr olarak cihada hazýr bir halde bulunmalarý lâzýmdýr. Bu da bir iyiliktir. Buna muhalif hareket ise Ýslâm cemiyeti hakkýnda bir tehlike teþkil edeceðinden asla caiz deðildir.

Ýstanbul'da defnedilmiþ bulunan ashabý kiramdan Ebu Eyyübil Ensârî demiþtir ki: Bu âyeti kerime bizim hakkýmýzda nazil olmuþtur. Biz Ýslâm'ýn baþlangýcýnda Resülullah'a yardým ettik. Onunla muharebelere iþtirak ettik, onu çocuklarýmýza, ailemizi mallarýmýza tercih eyledik. Vaktaki Ýslâmiyet etrafa yayýldý, müslümanlarýn sayýsý arttý, muharebelere son verilir gibi oldu, bizler de ailemize, çocuklarýmýza, mallarýmýza döndük, onlar ile meþgul olmaða baþladýk. Bu hal ise bir tehlikeye sebebiyet verebilirdi. Binaenaleyh bu âyeti kerime nazil oldu. Bu gibi tehlikelere kendi elimizle sebebiyet vermekten bizi men buyurdu, ikaz etti.

Gerçekten de söz konusu zat, bundan sonra bütün cihadlara iþtirak etmiþ ve Hz. Muaviye zamanýnda Ýslâm ordusu ile gelip Ýstanbul'un muhasarasýnda bulunmuþ ve bu esnada vefat edip bilinen türbesine gömülmüþtür. Allah ondan razý olsun.

 

 

 

 

196. Ve Allah için haccý da umreyi de tamam yapýnýz. Fakat men olunursanýz kurbandan kolaya geleni -Minâya gönderirseniz-. Ve bu kurban mahalline varýncaya kadar baþlarýnýzý týraþ etmeyiniz. Ancak sizden her kim hasta olur veya baþýnda bir eziyet bulunursa ona da oruçtan veya sadakadan veya kurbandan bir fidye -vacip olur-. Sonra emin olduðunuzda kim hac zamanýna kadar umre ile istifade etmiþ olursa kolayýna gelen bir kurban kesmek -icap eder- Fakat her kim bulamazsa üç gün hac esnasýnda, yedi günde döndüðünüz vakit oruç vacip olur ki bunlar tam on gündür, Bu, ailesi Mescidi Haramda bulunmayan kimseler hakkýndadýr. Ve Allah'tan korkunuz ve biliniz ki Allah Teâlâ'nýn azabý pek þiddetlidir.

196. Bu âyeti kerime, hac ve umre vazifesini yapacak zatlara nasýl hareket edeceklerini gösteriyor. Þöyle ki: Ey müslümanlar!. Korununuz ve iyilikte bulununuz. (Ve Allah için) sýrf Allah'ýn rýzasý için (haccý ve umreyi tamam yapýnýz.) Bunlardan herhangi birine veya her ikisine baþlanýlmýþ olunca bunlarý lâyýki veçhile tamamlamaya gayret ediniz. (Fakat men olunursanýz) yani ihramdan sonra her hangi bir mecburiyet sebebiyle hacdan, umreden alýkonulursanýz size (kurbandan kolaya geleni) vacip olur. Yani deve, sýðýr, davar nev'inden hangisini kurban etmeniz size kolay gelirse onu kurban olarak Minâya gönderirsiniz. (Ve bu kurban mahalline varýncaya kadar baþlarýnýzý týraþ etmeyiniz.) Yani: Bu kurbanýn Minâ'ya gidip kesilmiþ olduðuna kanaat gelinceye kadar siz týraþ olup ihramdan çýkmayýnýz. (Ancak sizden her kim) ihramda iken (hasta olursa veya baþýnda) yara gibi, bu gibi bir þey sebebiyle eziyet bulunur) da bundan kurtulmak için týraþ olur (sa ona da oruçtan veya sadakadan veya kurbandan bir fidye) vacip olur. (Sonra emin olduðunuz zaman) yani engellemekten veya hastalýktan, eziyetten kurtulduðunuz zaman sizden (her kim hac zamanýna kadar umre ile istifade etmek isterse) haccý temettüde bulunmak arzu eylerse veya hac zamanýna kadar umresine nihayet verir ihramdan çýkar, hac yapacaðý zamana kadar serbest bulunursa (kolayýna gelen bir kurban kesmek icab eder.) Kurban nevilerinden kolayýna geleni seçer. (Fakat her kim) böyle bir kurban (bulamazsa üç gün hac esnasýnda, yedi gün de) hacdan (döndüðünüz vakit oruç) tutmasý vacip olur ki (bunlar tam on gündür. Bu) umre ile haccý birleþtirerek temettüde bulunmak ve kurbanýn vücubu veya temettüde bulunan için orucun lüzumu (ailesi) ikametgâhý (Mescidi Haramda bulunmayan kimseler hakkýndadýr.) Mekke'de ve Mikad denilen saha dahilinde bulunanlar ise Mekke-i Mükerreme'ye ihramsýz olarak girebilirler. Hariçten gelip Mekke'de geçici olarak bulunanlar da Mikad yerinden dýþarýya çýkmadýkça Mekke-i Mükerreme'ye ihramsýz olarak dönebilirler. Kýsacasý ey müslümanlar. Hac ve umre vazifesini lâyýkýyla yapmaya çalýþýnýz. (Ve Allah'tan korkunuz.) Günahkâr olmayýnýz. (Ve biliniz ki Allah Teâlâ'nýn azabý pek þiddetlidir.) Artýk bu mukaddes vazifenizi de Allah'ýn rýzasýna uygun bir þekilde yapýnýz. Aranýzdaki din kardeþliðini de güzelce göstererek birbirinize karþý sevgide, birbirinizin hukukuna riayette bulununuz ki kurtuluþa ve saadete ulaþasýnýz.

§ Bir kimseye hac farz olmak için þöyle sekiz þart vardýr:

1 - Müslüman olmak.

2 - Balið olmak.

3 - Akýllý olmak.

4  - Hür olmak.

5  - Hatan farziyetini bilmek.

6  - Hacc vazifesini meþakkatsiz bir þekilde yapmaya yetecek bir vakit bulunmak.

7  - Hacca gidip gelinceye kadar kendisi ve ailesi ia'n yeterli miktar nafakaya mâlik bulunmak.

8  - Kendi haline münasip nakil vasýtasý ve yol masrafýna yetecek parasý bulunmak. Bu þartlar bulunmayýnca hac farz olmaz.


§ Bununla beraber haccýn edasýnýn farziyyeti için þöyle 5 þart ta lâzýmdýr:

1  - Bizzat hacc edebilecek derecede bir vücut sýhhati bulunmalýdýr.

2  - Hacca gitmeðe hapis gibi, zorla mâni olmak gibi bir engel bulunmamalýdýr.

3  -Yolda emniyet bulunmalýdýr.

4    - En az normal yürüyüþte 13 saatlik bir yolculukta bulunacak bir kadýnýn yanýnda kocasý veya ebediyyen nikâhý haram olan bir erkek bulunmalýdýr. Bu erkek aklý balið veya mürahik = Erginlik caðýna yakýn bulunmalýdýr.

5  -Boþanmýþ veya kocasý ölmüþ bir kadýnýn iddeti bitmiþ olmalýdýr. § Haccýn þöyle altý nevi vardýr:

1- Farz olan hacdýr. Bu þartlarýný taþýyan bir müslümana ömründe bir kere farz olan hacdýr.

2  - Vacip olan hacdýr. Bu da nezr edilen veya nafile olarak baþlanýlmýþ iken bozulan hac ia'n kaza etmek suretiyle yapýlan hacdýr.

3  - Nafile olan hacdýr. Bu kendisine farz olan haca yapmýþ olan bir yetiþkinin veya henüz bulûða ermeyip de rüþd çaðýna yaklaþmýþ olan birinin yaptýðý hacdýr.

4  - Haca ifraddýr. Bu umre ile birleþtirmeksizin yalnýz farz veya vacip veya nafile olarak yapýlan haçtýr. Bunu yapana "müfrid" denir.

5      - Haca temettüdür. Bu, hac mevsiminde evvelâ umre için ihrama girip umre yapýldýktan sonra ayný mevsimde daha yurda dönmeden tekrar ihrama girilerek yapýlan haçtýr. Bunu yapana "mutemetti" denilir.

6    - Haca kýrandýr. Bu da hac aylandan evvel veya hac aylarý içinde mikaddan evvel veya mikaddan itibaren umre ile arasý bir niyet ile bir ihram ile birleþtirilmiþ olan hacdýr ki, umre yapýldýktan sonra usulü dairesinde ifa edilir.

 

§ Haccýn rükünlerine gelince bu da ikidir. Birincisi: Arafatta bir müddet durmaktýr. Þöyle ki: Zilhiccenin 9 una rastlayan arafe gününün öðle vaktinden, kurban bayramýnýn Ýlk günü fecrin doðuþuna kadar olan zaman içerisinde Arafatta isterse bir dakika olsun durmak farzdýr. Ýkincisi de: Arafatta durduktan sonra gidip Kâbe'i Muazzama'yý ziyaret tavafý yapmaktýr. Ýsterse bu ziyaret bir müddet sonra olsun. Þöyle ki: Bu Arafatta durduktansonra Kâbe'i Muazzamanýn etrafýnda 7 defa dolaþmakta yapýlýr ki, bunun 4 defasý bir rükündür, bir farzdýr. Diðer 3'ü nafile kabilindendir. Kâbe'i Muazzamayý vakit vakit tavafta bulunmak ta bir sünnettir, bir ibâdettir, bir nevi, namazdan sayýlmaktadýr.

§Mîkad: Hac için dýþardan gelen zatlarýn girilebilir.

'ama girmelerine mahsus 5 yer vardý

bunlardan

Ýne "Mîkad" denir. Bu yerlere daha gelmeden de ihrama

§ Ýhramýn yapýlmasý: Þöyle ki hac için yolculukta bulunan bir erkek zat Mikad denilen bir yere gelince yýkanýr, apdest alýr, giderilmesi lâzým gelen tüylerini bedeninden giderir, týrnaklarýný keser, elbisesini çýkarýr, beyaz, temiz bir peþtimal ile dikiþsiz bir örtüye, meselha bir iki havluya sarýlýr. Güzel kokulu þeyler sürünür, baþýný   açýk, ayaklarýný çorapsýz bulundurur. Üstü açýk, topuklarý kýsa ayakkabý giyinir, Ýki rekât ihram namazý kýlar, ihrama niyet eder "Yarabbi! Ben hac etmek
istiyorum,onu bana kolay kýl ve onu benden kabul et." diye dua eder. Sonra = Emrin baþ üstüne Ey Allah'ým! emrin baþ üstüne...) diyE

telbiyede bulunur. Artýk karýsýyla cinsî münasebette bulunamaz, onu öpüp okþayamaz, dikiþli elbise giyemez, kokulu þeyler sürünemez, saçlarýný, týrnaklarýný kesemez, av hayvanlarýný avlayamaz, yeþil aðaçlarý, otlarý kesemez, kötü sözler söyleyemez. Fakat yýkanabilir, para kesesini de beline baðlayabilir ve usulü dairesinde gidip Arafatta bulunur. Sonra da Beytullah! ziyaret ederek ihrama son verir. (158.) âyeti kerimeye de bakýlabilir.

§ Haccýn farziyyetindeki hikmete gelince: O da þüphe yok ki çok mühimdir. Malumdur ki hac Islâmiyetin beþ esasýndan biridir. Hem malî hem de bedenî bir ibâdettir. Hak yolunda fedakârlýðýn bir alametidir. Bir ilâhî lütuf olan sýhhatimizin ve servetimizin bir þükran vazifesidir. Hac fârizesi Cenab-ý Hakkýn manevî dergâhýna sýðýnýlarak tam bir hürmet ve yakarýþ ile lütuf ve af niyaz edilmesinin bir örneðidir.

Pek yüce bir mabedin içinde binlerce din kardeþi ile birlikte yapýlan bir ibâdetin, bir dua ve yakarýþýn uyanýk ruhlar üzerinde yapacaðý hoþ tesirler ve ruhu besleyen neþeler ise her türlü maddî zevklerin binlerce kat üstündedir. Bütün müslümanlarýn kýblesi olan ve Hz. Ýbrahim gibi ulu bir peygamberin makamýný içine alan Beytullah'ta yapýlan bir ibâdet ve itaatin Allah'ýn yanýnda ne kadar makbul, ne kadar sevaba vesile olacaðý da pek açýktýr.

Rasüli Ekrem Efendimizin içinde doðup cihana nurlar yaymýþ olduðu mübarek beldeyi ve bu vesile ile o yüce nebinin hicret yurdu olup kabri saadetini þerefli göðsünde saklayan Medine'i Münevvereyi gidip bir arzu ve heyecan ile ziyaret etmek de Islâmiyete baðlýlýðýn, o yüce peygambere hürmet ve sevginin en açýk bir alametidir.

Hele doðu ve batýdan çeþitli ýrklara mensup müslümanlarýn böyle kutsî bir mabette toplanarak hep birden ayný þekilde dinî vazifelerini yerine getirmeleri de aralarýnda din kardeþliðini ne kadar canlandýrýr, aralarýnda ne kadar içten bir sevgi ve dayanýþmanýn ortaya çýkmasýna vesile olur. Ve Ýslâm âlemine dair bir çok bilgi edinebilmelerine yardým eder.

Seyahatin sýhhî, medenî, içtimaî menfaatleri herkes tarafýndan bilinmektedir. Bir çok yabancý kendileri için bir dinî vazife olmadýðý halde seyahati gerekli buluyor, dünyanýn muhtelif yerlerini gidip görüyorlar. Ýslâm dini ise bizlere en güzel þartlar çerçevesinde en tarihî, en kutsî bir mubite seyahat etmemizi emret mi; bulunuyor. Artýk bu ilâhî emrin ne kadar faideleri, hikmetleri kapsadýðýný hangi aydýn ve düþünen bir insan takdir etmez. Böyle kutsal bir vazife ile mükellef olduðumuzdan dolayý Rabbimizin yüce eþiðine teþekkürlerimizi takdim eyleriz.

"Her kime Kabe nasip olsa hüda davet eder"

"Her kiþi sevdiðini hanesine davet eder".

 

197. Haccýn vakti bilinen aylardýr. Her kini o aylarda haccý kendisine farz kýlarsa artýk hacda cinsel iliþkide bulunmak günaha sapmak kavga etmek yoktur. Ve hayýrdan her ne yaparsa Allah Teâlâ onu bilir. Ve azýk edininiz, azýðýn en hayýrlýsý ise takvadýr. Ve benden korkunuz. Ey tam akýl sahipleri!.

197. Bu âyeti kerime haccýn mevsimini ve hacýlarýn riayet edecekleri þeyleri bildirmektedir. Þöyle ki (haccýn vakti bilinen aylardýr.) Yani hacca baþlanacak aylar: Þevval, zilkade aylarý ile zilhiccenin tam on günüdür. Bu, Hanefilere göredir. Safîlere göre þevval, zilkade aylarý ile zilhiccenin dokuzuncu günü ve onuncu gününün yalnýz gecesidir. Ýmamý Mâlik'e göre: Zilhiccenin de tamamýdýr. Binaenaleyh (her kim o aylarda haccý kendisine farz kýlarsa) yani, hacca niyet eder de veya ihrama girer de veya telbiyede bulunur da veya kurban gönderir de hacca baþlamýþ, bu fârizeyi üzerin almýþ olursa (artýk hacda cinsel iliþkide bulunmak) yoktur. Bu müddet içinde karýsýyla cinsel iliþkide bulunamaz. (Günaha sapmak) da yoktur. Þeriatýn konularý dýþýna çýkmak veya ona buna söðüp, saymak asla caiz olamaz. (Kavga etmek) de yoktur. Hizmetçiler ile, yol arkadaþlarý ile ve diðerleriyle düþmanlýk ve kavga etmek asla uygun görülmez. (Ve hayýrdan her ne iþlerseniz) meselâ sadaka verirseniz, arkadaþlar ile güzelce yaþayarak onlara lüzumuna göre yardýmda bulunursanýz (Allah Teâlâ onu) o yaptýðýnýz hayrý, ezelî ilmiyle (bilir) mükâfatýný verir. (Ve) yolunuza rahatça, kalb huzuru ile devam edebilmeniz için de (azýk edininiz.) Maddî, manevî muhtaç olduðunuz gýda maddelerini tedarik ederek onunla hac yolculuðuna baþlayýn. (Azýðýn en hayýrlýsý ise korunmadýr.) Yâni Allah'tan korkup onun bunun malýna, canýna saldýrmamaktýr. Helâlýndan yiyip, haramdan sakýnmaktýr. ■ Ve benden korkunuz.) Korkunuz Allah için olsun. Sýrf dünya ile ilgili olan bir maksat için baþkalarýndan korkmak bir fazilet deðildir. (Ey tam akýl sahipleri!.) Ey hakikî aydýnlar!. Ey Islâmiyetin bu yüce tavsiyelerini güzelce anlamaya kabiliyetli olan zatlar.

§ Rivayete göre vakfiye. Yemen halký. Hicaza giderken yanlarýna azýk adýna bir þey almazlar, biz tevekkül ehli kimseleriz, biz Beytullah'ý ziyarete gidiyoruz, elbette Cenab-ý Hak bizleri yolda aç býrakmaz derlermiþ. Bununla beraber bazen yolda baþkalarýnýn mallarýna sataþmaya da mecbur kalýrlarmýþ. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ, hacca gidecek zatlara azýk denilen nafakalarýný, muhtaç olacaklarý þeyleri daha yola çýkmadan hazýrlamalarý emrolunmuþtur. Geçimi temin etme hususunda geçerli olan örf ve adete uymak lâzýmdýr. Meselâ, hac mevsiminde de geçimini temin etmek için meþru þekilde alýþ veriþte bulunulmasý caizdir. Nitekim þu âyeti kerime bunu ifade etmektedir.

 

 

 

 

198.   Rabbinizden bir rýzýk talep etmeniz sizin üzerinize bir günah deðildir. Araf attan geri döndüðünüz zaman Allah Teâlâ'yý Meþ'ari Haram yanýnda hemen zikrediniz. Ve onu, size hidayet ettiði gibi zikreyleyiniz. Þüphe yok ki, siz bundan evvel dalalette kalmýþ kimselerden idiniz.

198.  Bu âyeti kerime hac mevsiminde de ticaretin meþru olduðunu ve Cenâb-ý Hakkýn gösterdiði yola gitmenin lüzumunu bildirmektedir. Þöyle ki: Ey müslümanlar!.. Hac mevsiminde de ticaret yoluyla (Rabbinizden bir rýzýk talep etmeniz) caizdir. Bundan dolayý (sizin üzerinize bir günah) yüklenecek (deðildir.) Sonra (Arafattan) cemaat halinde (gerî döndüðünüz zaman Allah Teâlâ'ya Meþ'ari Haram yanýnda) Allahu Ekber ve La ilahe illallah diyerek, dua ve niyaz ile veya aksam ve yatsý namazlarýný kýlmak suretiyle (zikrediniz ve onu) o Yüce Rabbi (size hidayet ettiði) size dinî vazifelerini, hac ibadetlerini zikir ve fikir yolunu ihsan ve ilham buyurduðu (gîbî zikreyleyiniz) bu ilâhî hidayet sayesinde dinî vazifelerinizi bilmiþ bulunuyorsunuz. (Þüphe yok ki siz bundan evvel) bu hidayete, bu Ýslâmiyet þerefine ulaþmadan önce (dalalette kalmýþ kimselerden idiniz.) Ýmâný, itaati ve hacla ilgili ibâdetleri bilmeyen, yolunu þaþýrmýþ takýmlardan idiniz. Þimdi ise hidayete ermiþ bulunuyorsunuz. Artýk Cenab'ý Hakkýn emri üzerine hareket ediniz, ulaþtýðýnýz hidayet ve saadetin kadrini yüceltmeye, þükrünü yerine getirmeye çalýþýnýz.

§ Cahiliye döneminde bir çok pazar yerleri vardý. Araplar hac mevsiminde buralarda ticaretle meþgul olurlardý, Ýslâmiyet yayýlmaya baþladýðý zaman bazý müslümanlar böyle hac mevsiminde ticarette bulunmadan çekinmiþlerdi. Halbuki buna lüzmu yoktu. Ticaretle uðraþmak dinî vazifelere engel olmamak üzere her zaman caizdir. Özellikle hac mevsiminde etraftan bir çok zatlar Hicazda toplanýyorlar, bunlar kendi ihtiyaçlarýný bertaraf etmek için ticarethanelere müracaata mecbur kalmaktadýrlar. Eðer o mevsimde ticaret yasak olursa bu gibi zatlarýn ihtiyaçlarý nasýl giderilebilir? Binaenaleyh hikmet dolu olan Ýslâm dinî, bu ticareti men etmemiþtir. Elverir ki meþru þekilde yapýlsýn.

§ Arafat: Mekke-i Mükerreme þehrine on iki mil mesafede bulunan bir daðýn ismidir.Hacýlar arefe günü, yani; zilhiccenin 9 uncu günü burada vakfeye dururlar, zilhiccenin 8 inci gününe de "terviye günü" denilir.

Rivayete göre Hz. Adem Hinde, Hz. Havva da Ciddiye indirilmiþlerdi. Birbirini ararken arafat sahasýnda karþýlaþmýþ, birbirlerini tanýmýþlardý. Bu cihetle o güne arefe, o karþýlaþma sahasýna da Arafat denilmiþtir. Diðer bir rivayete göre de Ýbrahim Aleyhisselâm'a hacla ilgili ibâdetler burada vahyolunmuþ olduðu için buraya Arafat adý verilmiþtir.

Müzdelife: Mekke'de hacla ilgili Ýbâdetlerin yapýldýðý yerlerden biridir. Hacýlar Arafattan sonra Müzdelifeye vararak orada akþam, yatsý ve sabah namazlarýný kýlarlar.

§ Meþ'ari Haram, Müzdelifenin bitiþiðinde bir tepedir. Buna "Cebeli Kuzah" da denir. Arafattan Müzdelifeye dönüp gelen hacýlar, yolculara engel olmama! için bu Meþ'ari Haram tepesi civarýnda gecelerler.

 

 

 

 

199. Sonra insanlarýn geri döndüðü yerden siz de dönüveriniz. Ve Allah T e âlâ'd an maðfiret isteyiniz. Þüphe yok ki Hak Tealâ affedici ve esirgeyicidir.

199. Bu âyeti kerime de bütün müslümanlarýn ayný þekilde ibâdetlerle mükellef olduklarýný gösteriyor. Þöyle ki: Cahiliye döneminde Kureyþ kabilesi gibi bazý seçkin kabileler, halk Arafatta toplandýklarý vakit kendileri Meþari Haramda dururlar, onlara karýþmazlar, biz Allah'ýn ehliyiz derler, bu durumu bir üstünlük alâmeti sayarlardý. Sonra bunlar müslüman olunca kendilerine, hitaben buyruldu ki: Ey Kureyþ! Ey bütün müslümanlar!.. (Sonra insanlarýn koþup döndüðü yerden) yani Arafattan (Siz de hemen dönünüz.) hacla ilgili ibâdetlere tamamen iþtirak ediniz. Bu husustaki kusurlarýnýzdan, günahlarýnýzdan dolayý (Allah Teâlâ'dan maðfiret isteyiniz.) Daima       onun af ve keremine sýðýnýnýz. (Þüphe yok Yüce Allah gafurdur) af dileyenlerin günahlarýný maðfiret buyurur. (Rahimdir) kullarý hakkýnda rahmet ve yardýmýný  bol tutar. Elverir ki o kerem sahibi yaratýcýnýn yüce dergâhýna, kendisini zikr ve teþbih etmek suretiyle sýðýnýlsýn.

 

 

 

 

200. Sonra hacca ait ibadetlerinizi bitirdiðiniz zaman babalarýnýzý zikrettiðiniz gibi veya daha ziyade olarak Allah Teâlâ'yý zikrediniz. Ýmdi insanlardan öylesi vardýr ki: Ey Rab b i m iz bize -nasibimizi- dünyada ver der. Bunun için âhirette bir nasip yoktur.

200.  Bu âyeti kerime Allah'ý zikretmenin ehemmiyetini gösteriyor, Islâmiyetten evvel araplar hacca ait ibadetlerini bitirdikten sonra Mina'da mescit ile dað arasýndaki bir yerde toplanýr, babalarýnýn övünülecek þeylerini anarlardý. Bunlar Islâmiyetle þereflenince babalarýný andýklarý gibi ve hattâ ondan daha fazla Cenab-ý Hakký anmalarý, Hak Tealâ'nýn zikri ile dillerini süslemeleri, kalblerini nurlandýrmalarý kendilerine þöylece hatýrlatýlmýþtýr: (Ýmdi sizler hacca ait ibadetlerinizi bitirdiðiniz zaman) yani taslarý attýktan, tavafta bulunduktan Mina'da kaldýktan sonra (babalarýnýzý zikrettiðiniz gibi veya daha ziyade) daha kuvvetli, daha sevk ve heyecan ile (olarak Allah Teâlâ'yý zikrediniz) asýl onun yüceliðini, kudret ve büyüklüðünü, sizlere verdiði nimetleri bir ibâdet lisanýyla zikrediniz. Ondan dünya ve âhirete ait hayýrlar isteyiniz. Halbuki (insanlardan öylesi vardýr ki, ey Rabbimiz! Bize nasibimizi dünyada ver der.) Bunlar bir takým müþriklerdir ki, vaktiyle hac esnasýnda yalnýz dünya ile ilgili þeyleri ister, Yarabbi bize koyun ver, deve ver. Babalarýmýza verdiðin gibi bizlere de baðlar, bahçeler ver diye duada bulunurlar, âhiret fikrinden mahrum bir halde yasarlardý. Artýk (bunun için) böyle yalnýz dünyaya düþkün bir þahýs için (âhirette bir nasip yoktur.) Çünkü onun bütün arzu ve hedefi dünyadadýr.

Menasik: Hac esnasýnda yapýlmasý icap eden merasimin tamamý demektir. Tekili mensekdir. Bu kelime; ibâdet edilecek, kurban kesilecek yere de denir.

 


   
 

 
 

Ynt: Bakara Suresi By: hafizvuslat Date: 29 Ekim 2009, 21:49:58
201. Ve insanlardan öylesi vardýr ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir iyilik ve âhirette de bir iyilik ver ve bizi ateþ azabýndan koru der.

201. Bu âyeti kerime, mü'minlerin ne kadar güzel bir tarzda dua ve niyazda bulunduklarýný þöylece bildiriyor: (Ve insanlardan öylesi vardýr ki) Cenab-ý Hakka inanýp, onun âhirete âit nimetlerine çok fazla ihtiyacý olduðuna kanaat getirdiðinden (Ey Rabbimiz! Bize dünyada da bir iyilik ver, âhirette de bir iyilik ver) diye dua eder (ve bizi cehennem azabýndan koru) diye niyazda bulunur. Âhiret hayatýna inandýðýný bu þekilde de göstermiþ olur.

§ Bu mübarek dua âyetindeki haseneden murat nedir: Bilindiði üzere hasene lügat itibariyle güzellik demektir. Ýnsanýn nefsine, bedenine, servetine ait olup elde edinilmesiyle sevineceði her nîmet bir hasenedir. Ýbâdet ve itaat da birer hasenedir.

Bu âyeti kerimedeki haseneden maksat ise bazý âlimlere göre dünyada ilimdir, ibâdettir. Âhirette cennettir veya dünyada helâl rýzýktýr, âhirette de maðfirettir, sevaptýr. Ýmamý Aliden bir rivayete göre de hasene dünyada iyi ahlâklý kadýndýr, âhirette de cennettir. Nitekim bir hadisi þerifte:: Dünya varlýktan ibarettir. Dünya varlýðýnýn en hayýrlýsý ise iyi ahlâk sahibi olan kadýndýr.

 

 

202. Ýste bu iki kýsým insanlar yok mu, bunlar için kazandýklarý þeyden bir nasip vardýr. Ve Allah T e âlâ hesabý pek süratle görücüdür.

202.    Bu âyeti kerime de, mükâfat ve cezanýn amellere göre olduðunu þöylece göstermektedir: (Ýþte bu iki kýsým insanlar yok mu) yalnýz dünyayý isteyenler ile hem dünyayý hem de âhireti isteyen zümreler, (bunlar için kazandýklarý þeyden bir nasip vardýr.) Hayatýný yalnýz dünyaya adayanlar dünya varlýðýndan hisse sahibi olurlar, âhireti hiç. dikkate almadýklarý için âhiret saadetinden bir pay alamazlar. Fakat hayatýný güzel tanzim edip te hem dünya için meþru þekilde çalýþanlar, hem de âhirete ait vazifelerini yapýp âhiret nimetlerine ulaþmayý niyaz edenler de, hem dünyada hem âhirette nimetlere kavuþmuþ olurlar ve âhiret azabýndan korunurlar. (Ve) þüphe yok ki (Allah Teâlâ) kullarýnýn bu hallerini bilmektedir, yarýn âhirette bunlara ait (hesabý) bunlarýn haklarýndaki muhakemeleri (pek süratle görücüdür.) Artýk insanlar daha hayatta iken istikballerini düþünmeli üzerlerine düþen kulluk vazifelerini güzelce yapmalýdýrlar ki, ebediyet âleminde selâmet ve saadete ulaþabilsinler.

 

 

 

203.   Ve Allah Teâlâ'yý sayýlý günlerde zikrediniz. Ýmdi her kim iki gün içinde acele ederse onun üzerine bir günah yoktur. Ve her kim geri kalýrsa onun üzerine de günah yoktur. -Bu- korunan içindir. Ve Allah'tan korkunuz ve biliniz ki, sizler þüphesiz onun huzuruna toplanacaksýnýz.

203.    Bu âyeti kerime, teþrik günlerinde yapýlacak tekbirlere iþaret etmektedir. Þöyle ki: Ey hac vazifesini ifa eden zatlar!. Hacca ait ibâdetlere güzelce riâyet ediniz. (Ve Allah Teâlâ'yý sayýlý günlerde) yani teþrik günlerinde (zikr ediniz.) Allahu Ekber ve la ilahe illallah deyiniz. Namazlarýn ardýndan ve kurbanlarý keserken ve taþlarý atarken tekbir alýnýz. (Ýmdi her kim iki gün içinde) iþini bitirip vatanýna dönmek hususunda (acele ederse) bu iki gün Mina'da bulunmasý kâfidir. Bundan bir gün evvel ayrýldýðýndan dolayý (onun üzerine bir günah yoktur.) Bundan dolayý sorumlu olmaz, istediði gibi hareket edebilir. (Ve her kim geri kalýrsa) acele etmeyip üçüncü gün de Mina'da kalýrsa (onun üzerine de bir günah yoktur.) Bunlar da serbesttir. Bu acele etme ve geriye býrakmadan dolayý sorumlu deðildirler. Burada sorumluluðun olmamasý (takva sahibi olan) haccýný Allah rýzasý için yapýp ondan korkan hacýlar (içindir.) Artýk bunu düþününüz. (Ve Allah'tan korkunuz.) Bütün iþlerinizde takvadan ayrýlmayýnýz. (Ve biliniz ki sizler muhakkak onun) o Yüce Yaratýcýnýn (huzuruna toplanacaksýnýz.) Onun manevî huzuruna toplanýp varacaksýnýzdýr. Amellerinize göre mükâfat veya ceza göreceksinizdir.

§ Teþrik: Yüksek sesle tekbir almaktýr. Teþrik günleri ise zilhiccenin 11 inci, 12 inci, 13 üncü günlerine denilir ki, bunlar kurban bayramýnýn ikinci, üçüncü, dördüncü günleridir. Ýþte eyyamý madudat = Sayýlý günlerden murat, bu günlerdir. Hacýlar bu günlerde Mina'da bulunur, tekbir alýr, þeytaný taþlarlar. Þeytanî þeylere düþmanlýklarýný bu þekilde de göstermiþ olurlar, Ýþte bu Mina'de kurban bayramýnýn ikinci, üçüncü, dördüncü günlerinde bulunmak meþru olduðu gibi yalnýz ikinci, üçüncü gününde durmak ta caizdir. El verir ki korunma ve iyi niyetle olsun.

 

 

 

 

204. Ve insanlardan bâzýlarý vardýr ki, dünya hayatý hakkýndaki sözü senin hoþuna gider. Ve kalbinde olana Allah'ý þahit tutar. Halbuki o pek katý düþmanlýk sahibidir.

204.  Bu âyeti kerime sözleri özlerine uymayan münafýk kimselerin kýnanmýþ hareketlerini bildirmektedir. Þöyle ki: Habibim!.. (Ýnsanlardan bâzýlarý da vardýr ki) haktan yana görünür. (Dünya hayatý hakkýndaki sözü) dünya iþlerinin idaresi, geçim sebeplerinin beyaný ve sana karþý sevgi ve baðlýlýk iddiasý hususundaki ifadesi (senin hoþuna gider) hayretini çeker. (Ve kalbinde olana Allah'ý þahit tutar). Sözüm özüme uygundur der. Ýyi niyet sahibi olduðuna yemin eder. Buna Cenab'ý Hakký þahit tutar. (Halbuki onun) sana (düþmanlýðý pek þiddetlidir.) Veya o sözünde yalancýdýr. Veya onun kalbinin katýlýðý pek fazladýr. Sözleri hikmetli olsa da iþleri hata doludur.

 

 

 

 

205. Ve yanýndan ayrýlýnca yer yüzünde fesat çýkarmaða, ekinleri, zürriyetleri helak etmeðe çalýþýr. Allah Teâlâ ise fesadý sevmez.

205.       (Ve) o münafýk senin (yanýndan ayrýlýnca) veya bir iþe giriþime (yer yüzünde fesat çýkarmaða» müslümanlarýn kanlarým akýtmaða akrabalýk baðlarýný koparmaya baþlar (Ekinleri ve zürriyetler! helak etmeðe) Ýslâm cemiyyetini daðýtmaða (çalýþýr.t Fakat (Allah Teâlâ fesadý sevmez.)Yani      fesada     razý     olmaz.     Elbette     öyle fesatçýlarýn cezalarýný bir gün verecektir.

 

 

 

 

206. Ve ona Allah'tan kork denildiði zaman kendisini günah ile bir gurur yakalar. Artýk ona cehennem kâfidir. Ve ne fena bir yataktýr.

206.       (Ve ona) o münâfýka (Allah'tan kork) yalan söyleme, Allah'ýn azabýný düþün (denildiði zaman) bu söz onun gururuna dokunur. (Kendisini) o terk etmesi istenilen (günah ile beraber bir gurur yakalar.) Daha ziyade günaha girer, cahilce bir onurun düþkünü olur. (Artýk ona) ceza ve azap olmak üzere (cehennem kâfidir.) O cehennemde ebediyyen kalacaktýr. Cehennem bir azap yeridir. (Ve ne fena bir yataktýr.) Artýk bir insan, kendisini böyle ateþli bir yere sevkedecek olan kötü hareketlere nasýl cür'et edebilir.

§ Rivayete göre bu âyetler Sekif Oðullarýndan "Ahnes Ibni Þerik" hakkýnda nazil olmuþtur. Bu bir münafýktýr. Güzel yüzlü, tatlý sözlü bulunuyordu. Peygamberin huzuruna girmiþ, müslüman olduðunu söylemi;, Hz. Peygamber'i sevdiðini iddia etmiþ, bu sözlerinde doðru olduðuna yemin etmiþ ve Cenab-ý Hak sanidinidir demiþti. Halbuki hakikaten müslümanlýðý kabul etmiþ deðildi. Müslüman düþmaný bulunuyordu. Peygamberin huzurundan ayrýldýktan sonra müslümanlardan birinin tarlasýna uðramý;, ekinlerini yakmýþ, hayvanlarýný öldürmüþtü.

Bu âyetlerin nüzul sebebi, böyle hususî olsa da hükmü geneldir. Binaenaleyh bizlere iþaret buyrulmuþ oluyor ki: Ýnsanlarýn yalnýz sözlerine bakýp ta aldanmamak, nice münafýklar vardýr ki, Ýslâmiyet iddiasýnda bulunurlar. Yaldýzlý sözler söylerler, onu bunu aldatýrlar, fakat fýrsat bulunca bütün kutsal þeylere saldýrýrlar.

Maamafih samimî þekilde müslüman olup ta bu uðurda pek çok fedakârlýkta bulunan muhterem zatlar da vardýr. Ýþte þu âyeti kerime de bunu ifâde etmektedir.

 

 

 

 

207.  Ýnsanlardan bazýlarý da vardýr M. Allah T e âl ân m rýzâsýna kavuþmak için kendini feda eder. Yüce Allah ise kullarýna çok þefkatlidir.

207. Bu âyeti celile, hakikî mü'minlerin yüksek fedakârlýklarýný gösteriyor. Þöyle ki: (Ýnsanlardan bâzýlarý da vardýr ki Allah Teâlâ'nýn rýzâsýný talep için kendini feda eder.) Cihada atýlýr, veya ölünceye kadar iyiliði emreder, kötülükten sakýndýrýr. Diðer bir görüþe göre de Allah'ýn rýzasý için her fedakârlýkta bulunarak nefsini, ebedî hayatýný din düþmanlarýnýn tecavüzlerinden kurtarmaða çalýþýr. Artýk þüphe yok ki bu gibi þahýslar, Cenab'ý Hakkýn rýzasýný kazanmýþ olurlar. (Ve Allah Teâlâ) böyle (kullarý hakkýnda çok þefkatlidir.) Bu ilâhî þefkatten dolayýdýr ki, kullarýný kendi rýzasýna kavuþturacak bir hidâyet yoluna irþat buyurmuþtur.

§ Bir rivayete göre: Bu âyeti kerime Suheyb Ibni Sinani Rûmî hakkýnda nazil olmuþtur. Bu zat Ýslâmiyetî kabul etmiþtir. Müþrikler bunu yakalamýþlar, dövmüþler, Islâmiyetten döndürmek istemiþlerdi. Bu zat da "Ben ihtiyar bir kimseyim, ben müslümanlýðýmdan size bir zarar gelmez" demiþ ve büyük bir servetini o müþriklere vererek ellerinden kurtulmuþ Medine'i Münevvere'ye gelmiþtir.

Diðer bir rivayete göre de bu âyeti celile, Hz. Ali hakkýnda nazil olmuþtur. Çünkü Peygamber Efendimiz, Medine'i Münevvere'ye hicret ederken Hz. Ali, onun mübarek yataðýnda yatmýþ, Rasûlullah'ýn hicretini gizlemek istemiþ, düþmanlarýn hücumuna kendisini hedef yapmýþtý. Ýþte bu gibi din kahramanlarý hakkýnda elbette Allah'ýn þefkati ve lütfü pek mükemmel þekilde tecelli edecektir.

 

 

 

208. Ey imân edenler!. Hepiniz toptan barýþa giriniz. Ve þeytanýn adýmlarýna uymayýnýz. Þüphe yok ki o sizin için apaçýk bir düþmandýr.

208. Bu âyeti kerime, bütün müslümanlarýn dinî hükümlere layýkýyle sarýlmalarýný emretmektedir. Þöyle ki: (Ey mü'minler!. Hepiniz harîsa giriniz.) Hepiniz tam müslüman olunuz. Sulh ve barýþ içinde yaþayýn. Çekiþme ve mücadeleden sakýnýnýz, dininizin emirleri doðrultusunda hareket ediniz. (Ve þeytanýn adýmlarýna uymayýnýz.) Onun izinden yürümeyiniz. Ýnsanlarý dinden çýkarmak isteyen dalâlet sahiplerinin hareketlerini taklit eylemeyiniz. (Þüphe yok ki o) þeytan (sizin için) ey müslümanlar (apaçýk bir düþmandýr.) Aranýzý açmaya, aranýza nifak sokmaya çalýþan bir düþmandan baþka deðildir. Artýk uyanýk bulununuz.

 

 

 

 

209.  Ýmdi size bunca deliller geldikten sonra yine kayarsanýz, artýk biliniz ki. Allah T e âlâ þüphesiz azizdir, hakimdir.

209.      Bu âyeti kerime de bu gibi ilâhî uyarýlara aykýrý harekette bulunanlar için büyük bir tehdid taþýmaktadýr. Þöyle ki: Ey müslümanlar!. (Ýmdi size bunca beyyîneler) açýk deliller, emirler aklî ve naklî açýk kanýtlar (geldikten sonra yîne kayarsanýz) yine kusur eder, gösterilen doðru yoldan çýkarsanýz, þeytanlarýn aldatmalarýna kapýlýrdanýz (artýk biliniz ki. Allah Teâlâ þüphesiz azizdir) onun intikam almasýna bir þey mâni olamaz. O üstünlük ve galibiyet sahibidir. Sizlere lâyýk olduðunuz cezayý verir. Ve o Yüce Yaratýcý (hakimdir) her emri, her yaptýðý þey bir hikmet ve faydaya dayanmaktadýr.

§ Bir rivayete göre Ýslâm'ýn baþlangýcýnda bazý zatlar müslüman olmakla beraber eski âdetleri doðrultusunda cumartesi gününe saygý gösterir, devlerin etlerini, sütlerini çirkin görürlerdi. Bunun üzerine bu iki âyeti kerime nazil olmuþ, o gibi kanaatlerden, yabancýlara ait âyinlerden vazgeçilmesi, bütün müslümanlarýn bir selâmet ve kardeþlik dairesinde yaþamalarý emir ve tavsiye buyrulmuþtur.

 

 

 

 

210.     Onlar ancak beyaz buluttan gölgeler içinde Allah'ýn ve me-leklerin kendilerine gelmelerini beklerler. Halbuki, emir tamam olmuþtur. Ve bütün iþler Allah Teâlâ'ya döndürülecektir.

210.      Bu âyeti kerime Ýsrail Oðullarýnýn Ýslâmiyeti kabul etme hususundaki mallarýný göstermektedir. Onlar vaktiyle Hz. Musa'dan istedikleri gibi Asrý Saadette de Rasüli Ekrem'e imân etmeleri için Cenab-ý Hakkýn meleklerle beraber gelip kendilerine görünmelerini istemiþler. Zaman ve mekândan, gelip gitmeden uzak olan Allah Teâlâ'nýn yüce varlýðýný takdirden gafil bulunmuþlardý. Halbuki gelip gitmek hali; sonradan ortaya çýkma ve sýnýrlý olmayý görünme ve kaybolmayý, cisim olma yönüyle sonradan olanlara benzemeyi icap eder ki bütün bunlardan Cenab'ý Hak uzaktýr, yücedir. Böyle olduðu halde (onlar) o Ýsrail Oðullarý (ancak beyaz buluttan gölgeler içinde Allah'ýn ve meleklerin kendilerine gelmelerini) kendilerine lâzým gelen hükümleri ulaþtýrmalarýný ve söylemelerini (beklerler.) Ýmân etmeleri için sýkýlmadan böyle uygunsuz bir isteðe cür'et gösterirler. (Halbuki emir tamam olmuþtur.) Onlarýn haklarýndaki ilâhî hüküm sabit olmuþtur, onlarýn helaki kararlaþtýrýlmýþtýr. (Ve bütün iþler Allah Teâlâ'ya) âhirette (döndürülecektir.) Orada herkese amellerine, inançlarýna göre mükâfat ve ceza verilecektir. Artýk Allah'a imândan kaçýnanlar da o günü düþünsünler.

 

 

 

211.    Ýsrail Oðullarýna sor, biz onlara ne kadar açýl' âyetler vermiþtik. Ve her kim Allah'ýn nimetini, kendisine geldikten sonra deðiþtirirse artýk þüphe yok ki Allah cezasý þiddetli olandýr.


211.      Bu âyeti kerime de Ýsrail Oðullarý hakkýnda bir kýnamayý içermektedir. Çünkü onlar vaktiyle Hz. Musa vâsýtasiyle bir çok mucizeleri görmüþ, olduklarý halde yine yanlý; yola gitmekten geri durmamýþlardý. Ýþte bunun için buyruluyor ki; (Ýsrail Oðullarýna sor, biz onlara ne kadar açýk âyetler) mucizeler (vermiþtik.) Kýsacasý asanýn yýlana dönmesi bir çok kalýcý hastalýklarýn bertaraf olmasý, denizin yarýlmasý, kudret helvasý ve býldýrcýn etinin gökten yere iniþi gibi hârikalar onlara gösterilmiþti. Halbuki onlar bunlarý gördükleri halde yine inkâr ve isyana devam etmiþlerdi. Artýk bu gibi hareketlerde bulunanlar elbette cezalara uðrayacaklardýr. (Ve her kim Allah'ýn nîmetini) âyetlerini (kendisine geldikten sonra deðiþtirirse) onlarý deðiþtirmeye, inkâra cür'et gösterirse böyle cezalarý hak etmiþ olur. (Artýk þüphe yok ki Allah cezasý pek þiddetli olandýr.) Onu düþünmeli, onu gerektirecek gayri meþm hareketlerden çekinmelidir.

 

 

 

 

212.       Kâfîr olanlar için dünya hayatý süslü gösterilmiþtir. Ve onlar, imân edenler ile eylenirler. Halbuki bu takva sahipleri kýyamet gününde onlarýn üstündedirler. Ve Allah Teâlâ dilediðine hesapsýz olarak rýzýk verir.

212.      Bu âyeti kerime dünya varlýðýna al d an an beyinsizlerin hallerini bildirmektedir. Kýsaca Ebu Cehil gibi bir takým kâfirler, ellerinde bulunan geçici dünya varlýðýna güvenerek Abdullah Ibni Mes'üd, Bilali Habeþi, Ebu Übeyde gibi -Radiyallahu tealâ anhüm- ashabý kiramýn fakirleri ile alay ediyor, bunlar ile mi müslümanlýk yayýlacak diyorlardý. Ýþte bunlarýn bu halini beyan için buyruluyor ki: (Kâfir olanlar için dünya hayatý) dünyanýn fanî olan servet ve zenginliði (süslü gösterilmiþtir.) Onlar bunun ötesinde bir þey düþünemezler. Bu pek süslü gördükleri varlýklarýna aldanýrlar. (Ve onlar mü'minler ile) müslümanlarýn fakirleri ile (alay ederler) Bakýnýz þunlara, bunlar ile mi galibiyet yüz gösterecek derler. (Halbuki) fakir görülüp kendileriyle evlenilen (bu korunan) mü'min (ler kýyamet gününde onlarýn) o alaycý kâfirlerin (üstündedirler.) Bu mü'minler en yüce makamlarda, cennetlerde bulunacaklardýr. O kâfirler ise aþaðýlarýn aþaðýsýnda cehennemlerin içinde azap göreceklerdir. Artýk onlar, öyle geçici dünya varlýklarýnýn ne kýymeti vardýr ki, ona aldanýyorlar.

Bütün elvahi rengârengi dünya çeþmi ibrette

Hayali mahzdýr, bir tayfý zailden ibarettir.

Dünyanýn bütün rengarenk levhalarý, ibret alan göz için

Sýrf hayal ve yok olan bir hayaletten ibarettir.

(Ve Allah Teâlâ) bir hikmet sahibi yaratýcýdýr. (Dilediðini) bu dünyada ve âhirette (hesapsýz olarak) sonsuza kadar (rýzýklandýrýr.) Yavaþ yavaþ azaba yaklaþtýrmak için dünyada kâfirlere bir çok servetler verir, onlar bu nimetleri kendilerine veren Yüce Yaratýcýya kullukta ve þükürde bulunmadýklarýndan dolayý, bilâhare azaba, felâkete uðrayacaklardýr. Cenab'ý Hak mü'minlerin bir kýsmýna da bir ilâhî imtihan olarak bu dünyada büyük bir servet verir. Bunun þükrünü yerine getirdikleri takdirde sevaba kavuþurlar. Yarýn âhirette de sonsuz nimetlere ulaþmakla rýzýklanýrlar. Ýþte asýl övünmeye lâyýk olan varlýk, bundan ibarettir.

 

 

 

 

213.   Ýnsanlar bir tek ümmet idi. Allah Teâlâ müjdeleyin ve korkutucu olan peygamberler gönderdi. Ve onlar ile beraber hak yolu gösteren kitap indirdi ki insanlar arasýnda ihtilâf ettikleri hususlarda hükmetsin. Halbuki, kendilerine apaçýk deliller geldikten sonra aralarýnda olan kýskançlýktan dolayý dinde ihtilâfa düþenler, o kendilerine   kitap verilenlerden baþkasý deðildir. Ýmdi Allah Teâlâ imân edenleri ihtilâfa düþtükleri hakka kendi ilâhî iradesiyle   ulaþtýrýr. Ve Allah Teâlâ dilediðini  doðru yolu gösterir.

213.      Bu âyeti kerime, insanlýk cemiyetleri arasýndaki ihtilâflarýn yegâne sebebini gösteriyor ki o da: "Baðy" dýr. Yâni dünya hýrsý ile meydana gelen kýskançlýk ve zulümdür, aþýrý hýrstýr, haktan dönerek baþkaldýrmaktýr. Þöyle ki: (insanlar) vaktiyle (bir tek ümmet idi.) Aralarýnda ihtilâf yoktu. Hak üzere ittifak ediyorlardý. Sonra ihtilâfa düþtüler, haktan ayrýldýlar. (Allah Teâlâ) da bunlarý Ýrþat için (müjdeleyici) yani: Ýmân ve itaat sahiplerini cennet ile müjdeleyici (ve korkutucu) yâni: Küfr ve isyan sahiplerini de cehennem ateþi ile korkutucu (olan peygamberler gönderdi.) Ýnsanlarý o peygamberler vasýtasýyla hak ve hakikatten haberdar etti. (Ve onlar ile beraber) o peygamberler vasýtasýyle o insanlara (hak yolu gösteren) hak ve hakikati açýklayan (kitap indirdi ki) o kitap (insanlar arasýnda ihtilâf ettikleri) dinî (hususlarda hükmetsin.) Onun þer'î hükmünü kendilerine bildirsin (Halbuki) o insanlar (kendilerine apaçýk deliller) Allah'ýn birliði hususunda açýk, kesin deliller (geldikten sonra) aralarýndaki birliði daha güzel muhafaza etmeleri lâzým gelirken onlar bilâkis (aralarýnda olan kýskançlýkla!!) haset ve hýrstan (dolayý dinde ihtilâfa düþenler, o kendilerine) peygamberler vasýtasiyle (kitap verilenlerden) semavî kitaplarýn hükümleri, o kendilerine teblið edilenlerden (baþkasý deðildir.) Artýk onlar hakikati anlayýp din birliðini muhafaza etmeli deðil miydiler? Onlar ise bilâkis dünya ile ilgili hýrslarýndan kurtulamamýþ hak ve hakikate, selâmet ve hidayete ulaþamamýþlardýr. (Ýmdi Allah Teâlâ) öyle hýrs sahiplerini deðil (imân edenleri) o bir takým kimselerin kendisinde (ihtilâfa düþtükleri hakka) dinî gerçeklere, þer'î meselelere (kendi Ýlâhî iradesiyle ulaþtýrýr.) Onlarý bu husustaki hatâlardan korur, kendi rýzâsýna uygun olan tarafa yöneltir. (Ve Allah Teâlâ) kullarýndan (dilediðini) hidâyete ermesini takdir buyurmuþ olduðunu (doðru yola hidâyet eder) binaenaleyh Cenâb-ý Hakka sýðýnmalý, ondan hidâyet ve saadet niyaz eylemelidir.

§ Bu âyeti kerime de: Bir tek ümmetten maksat nedir? Bu hususta deniliyor ki: Bundan maksat, ya Hz. Adem'in arkasýndan çýkarýlan zürriyetidir. Bunlar Allah'ýn birliðini kabul etmiþlerdi. Veya Nuh'un gemisinde bulunan mü'minlerdir. Bunlar Hz. Nuh'tan sonra ihtilâfa düþmüþlerdi. Diðer bir görüþe göre de bütün insanlar Hz. Adem'in vefatýndan, Nüh aleyhisselâmýn gönderildiði zamana kadar bir þeriat üzere idiler. Sonra Hz. Nuh'un zamanýnda ihtilâfa düþmüþlerdir.

Diðer bir görüþe göre de bir tek ümmetten maksat, Hz. Adem'dir. Çünkü o insanlýðýn babasýdýr. Bütün insanlarýn aslýdýr. Sonra da Havva yaratýlmýþ, bunlarýn çocuklarý dünyaya gelmiþ, hepsi de müslüman olarak yaþamýþlardý. Kabil ile Habil arasýndaki öldürme hâdisesinden sonra ise ihtilâf yüz göstermiþtir.

Baþka bir görüþe göre de Hz. Ýbrahim'in zamanýnda insanlarýn hepsi de kâfirdir. Bu itibar ile birtek ümmet bulunuyorlardý. Cenâb-ý Hak bunlara Ýbrahim aleyhisselâmý ve diðer zatlarý peygamber göndermiþtir. Bu zatlara uyanlar hidayete ermiþ, ihtilâftan kurtulmuþlardýr. Bunlara uymayanlar da ihtilaflar içinde kalarak hidâyet ve selâmetten ebediyyen mahrum kalmýþlardýr.

 

 

 

 

214.      Yoksa Cennete gireceðinizi mi zannettiniz?. Sizden evvelki geçmiþ ümmetlerin hali sizlere gelmedikçe. Onlarý nice þiddetli ihtiyaçlar, hastalýklar kapladý ve sarsýntýlara uðradýlar. Hattâ peygamberleri ve onunla beraber imân edenler. Allah'ýn yardýmý ne zaman? diyecek bir hale geldiler. Haberiniz olsun Allah'ýn yardýmý þüphe yok ki pek yakýndýr.

214. Bu âyeti kerime, hak yolunda bazý sýkýntýlara uðrayan zatlara kalp dayanýklýðý vermekte ve teselli kaynaðý olmaktadýr. Bu âyeti celilenin, nüzul sebebi olarak deniliyor ki: Rasûli Ekrem Hazretleri ashabý kiranýným bir kýsmýyla Medine'i Münevvereye hicret edince mallarýný, yurtlarýný býrakmýþ, bâzý sýkýntýlara uðramýþlardý. Binaenaleyh     onlarýn gönüllerini hoþ etmek için bu âyeti kerime inmiþ, Allah'ýn rýzasýna kavuþmak için geçmiþ ümmetler arasýnda da böyle nice sýkýntýlara uðramýþ zatlarýn bulunduðu bildirilmiþ, hak yolunda çekilen böyle sýkýntýlarýn ilâhî yardýmýn bir an evvel gelmesine vesile olacaðý müjdelenmiþ.tiý.

Diðer bir rivayete göre de bu âyeti celilenin iniþ sebebi Hendek gazvesidir. Bu gazvede Medine'i Münevvere düþman tarafýndan kuþatýlmýþ, ashabý kiram bir çok sýkýntýlara uðramýþtý. Bu gibi üzücü haller geçmiþ ümmetlerin baþýna da gelmiþ, bunun mükâfatý olarak cennete aday bulunmuþlardý. Binaenaleyh þimdi müslümanlarýn da bu gibi geçici belâlara tahammül etmeleri gelecekte büyük mükâfatlara, yardýmlara ulaþmalarýna bir vesîle olacaktýr, diye buyrulmuþ oluyor. Gerçekten öyle de olmuþtur. Ýslâmiyet az bir zamanda Doðu ve Batýya yayýlmýþ ve Allah'ýn yardýmý tam manasýyla tecelli etmiþtir. Ýþte bu hakikati beyan için buyruluyor ki: Ey müslümanlar!.(Yoksa cennete gireceðinizi mi zannettiniz?) Hak yolunda bir takým musibetlere kat I anmadýkça. (Sizden evvelki geçmiþ ümmetlerin hali) onlarýn çekmiþ olduklarý sýkýntýlarýn benzeri (sizlere) sizlerin baþýnýza (gelmedikçe) tarihte de sabittir ki (onlarý nice þiddetli ihtiyaçlar, hastalýklar kapladý) nice zaruretler içinde kaldýlar. (Ve sarsýntýlara uðradýlar) cemiyetleri darma daðýn olmak tehlikesiyle karþý karþýya kaldý. (Hatta peygamberleri ve onunla beraber olan mü'minler) fevkalâde bir izdirap içinde bulunduklarýndan (Allah'ýn yardýmý ne zaman) gelecek, bizleri bu felâketten ne vakit kurtaracaktýr? (diyecek bir hale geldiler.) Bunun üzerine kendilerine þöyle bir ilâhî müjde verildi. Ey hak yolunda sabr eden ehli imân!.. (Haberiniz olsun Allah'ýn yardýmý þüphe yok ki pek yakýndýr.) Dinî ve mukaddesatý uðrunda sýkýntýlara katlananlar elbette ki, Allah'ýn yardýmýna kavuþacaklardýr. Artýk bu geçici sýkýntýlarýn ne ehemmiyeti vardýr? Sabreden zafere erer.

 

 

 

215. Ne infak edelim diye senden soruyorlar. De ki: Maldan ne infak ederseniz ana baba ile en yakýnlar, yetimler, yoksullar, yolcular içindir. Ve hayýrdan her ne yaparsanýz þüphe yok ki. Allah Teâlâ onu hakkýyla bilir.

215.    Bu âyeti kerime, sadakalarýn en münasip þekilde verileceði yerleri bildiriyor. Rivayete göre ensarý kiramdan Amr ibnil Cumuh, zengin bir ihtiyardý Rasüli Ekrem'e müracaat ederek nelerin infak edileceðini sormuþ, bunun üzerine bu âyeti celile nazil olarak her hangi helâl bir malýn infak edileceðine iþaret buyrulmuþ ve sadakalarýn asýl verileceði yerler ehemmiyetine göre açýlanmýþtýr. Þöyle ki: Habibim! (Ne infak edelim) ne gibi þeyleri sadaka olarak verelim (diye senden sual ediyorlar.) Onlara (de ki: Maldan) yani helâl mallardan az çok (ne infak ederseniz) onun yenileceði münasip yer (ana ve baba ile en yakýn akraba) nýzdýr. Ve muhtaç olan (yetimlerdir. Ve hiç bir þeyi olmayan (yoksullar) dýr. Bir de nafakasýz kalmýþ (yolcular içindir ve) bununla beraber (hayýrdan) gerek infak suretiyle olsun ve gerek baþka bir suretle olsun (her ne yaparsanýz) asla zayi olmaz, mükâfatsýz kalmaz. (Þüphe yok ki Allah Teâlâ onu) o yaptýðýnýz hayrý (hakkiyle bilir) onun mükâfatýný ihsan buyurur.

Bu âyeti kerime, nafile sadaka kabilinden olan infak hakkýnda olduðundan zekâtýn hükümlerine ters düþmemektedir.

 

 

 

 

216.   Cihad hoþunuza gitmediði halde üzerinize farz kýlýndý. Bazen bir þeyden hoþlanmazsýnýz. Halbuki o þey sizin için bir hayýrdýr. Ve bazen de bir þeyi seversiniz halbuki o þey sizin için bir serdir. Ve Allah Teâlâ bilir, sizler ise bilmezsiniz.

216. Bu âyeti kerime Ýslâm varlýðýný muhafaza için yapýlacak cihadýn büyük bir hayýr olduðuna iþaret ediyor. Þöyle ki: Ey Müslümanlar!.. ýCihad) Ýlk bakýþta meþakkati, mâl ve beden ile de fedakarlýðý gerektirdiði için (hoþunuza gitmediði halde üzerinize farz kýlýndý.) Halbuki cihadda zafer vardýr, ganimet vardýr, milletin varlýðýný muhafaza ve müdafaa vardýr. Þahitlikle sevab ve mükâfat vardýr. Artýk bu hoþ görülmeli deðil midir?. Fakat insanlýk, garip bir tabiatta yaratýlmýþtýr. Her þeyin mahiyetini,        hayýr mý, þer mi olduðunu güzelce takdir ve tesbit edemez. Aksine (bazen bir þeyden hoþlanmazsýnýz.) Hoþunuza gitmez, ondan kaçýnmak istersiniz. (Halbuki, o sizin için bir hayýrdýr.) Ýþte cihad da bu kabildendir. (Bazen de bir þeyi seversiniz.) Onu yapmaða koþarsýnýz. (Halbuki o þey sizin için bir serdir.) Ýþte cihaddan kaçýnmak ta böyledir. (Ve) þüphe yok ki (Allah Teâlâ) insanlarýn haklarýnda nelerin hayr ve nelerin þer olduðunu tamamen (bilir.) Ey insanlar (sizler ise) öyle her þeyi (bilmezsiniz) öyle ise Cenab'ý Hakkýn emir ve yasaðýna gerçek mânada uyunuz. Onun her emri sýrf bir hayýrdýr, onun her yasakladýðý þey de sýrf bir serdir. Artýk ona göre hareketinizi düzenlemelisiniz.

 

 

 

217. Sana haram ayý, o ayda yapýlan savaþý soruyorlar. De ki, o ayda savaþmak büyük bir günahtýr. Fakat insanlarý Allah'ýn yolundan men etmek ve onu inkâr eylemek. Mescidi Haram'dan mende bulunmak ve onun ehlini oradan çýkarmak Allah yanýnda daha büyük -bir cinayettir- Ve fitne ise katilden daha büyüktür. Onlar güç yetirebilseler sizi dininizden döndürünceye kadar si-zinle savaþtan geri durmazlar. Sizden ise her kim dininden dönüp te kâfir olarak ölürse artýk onlarýn bütün amelleri dünyada da, âhirette de boþa çýkmýþ olur. Ve onlar artýk cehennem ehlidirler. Onlar orada ebediyyen kalacaklardýr.

217. Bu âyeti kerime, dinsizliðin ve mukaddesata tecavüzün en büyük bir rezillik olduðunu gösteriyor. Þöyle ki: Rasüli Ekrem Efendimiz eshabý kiramdan Abdullah Bini Cahþ'ý bir Seriyye reisi olarak cemaziyelâhir ayý içinde Mekke'i Mükerreme tarafýna göndermiþti. Müþriklerin müslümanlara karþý ne tavýr aldýklarýný öðrenmek istiyordu. Bunlar Kureyþten bir kafile ile çarpýþtýlar. Onlardan Amr Ibni Eb dili ah 11' Hazremî öldürüldü. Ýki þahýs da esir alýndý. Bu çarpýþma ise Recep ayýnýn Ýlk gününe tesadüf etmiþti. Halbuki öteden beri zilkade, zilhicce, muharrem ve recep aylarý birer haram ay idi. Bunlarda muharebe caiz görülmemiþti. Fakat Ýslâm fýrkasý, henüz cemâziyelahirin son gününde bulunduklarýný sanmýþ ve bu savaþý yapmýþlardý. Her ne ise Kureyþ müþrikleri ve yahudiler bu hadiseyi, Ýtiraza sebep göstermiþler, bak müslümanlar haram olan aylarda da harb ederek bizden bir þahsý öldürdüler. Bu olur mu?. Bu günah deðil mi? derneðe baþladýlar. Bunun üzerine Seriyyede bulunan eshabý kiram da: Acaba günaha mý girdik? diye üzülmeðe baþlamýþlardý. Ýþte bu hâdiseden dolayý bu âyeti kerime nazil oldu. Ve zaten daha sonradan bu haram

aylarda da lüzum görülünce cihadýn caiz olduðuna dair baþka bir âyeti celile de nazil olmuþtur.

Bu âyeti kerime de buyruluyor ki: Habibim!.. (Sana haram ayý) yani: (o ayda yapýlan savaþý sual ediyorlar). Bu ayda savaþ caiz midir diye soruyorlar. (De ki: O ayda savaþ büyüktür.) büyük bir günahtýr (Fakat insanlarý Allah'ýn yolundan) dininden (men etmek ve Allah'a küfr eylemek) onu inkâr edip kâfir olmak (Mescid'i Haram'dan) yani Mekke'den (men etmek ve onun ehlini oradan çýkarmak) Rasüli Ekrem ile bir kýsým ashabý kiramý hicrete mecbur etmeleri (Allah katýnda daha büyüktür.) Seriyyenin yaptýðýndan daha büyük bir günahtýr. Seriyyenin hareketi bir hata eseridir, bir zanna dayanmaktadýr. Düþmanlarýn yaptýklarýyla kýyas etmek mümkün deðildir. (Ve fitne ise) yani düþmanlarýn küfr ve þirki (savaþtan daha büyüktür.) Daha büyük bir cinayettir. (Onlar) o kâfirler (güç yetirebilseler) faraza ellerinden gelse (sizi dininizden döndürünceye kadar) Ey müslümanlar!. (Sizinle savaþtan geri durmazlar.) Fakat buna güç yetiremiyeceklerdir. Lâkin (sizden) faraza (her kim dininden) Islâmiyetten (dönüp te kâfir olarak ölürse) küfründen dönmezse (artýk) öyle kimseler ebediyyen hüsrana uðramýþ olurlar. (Onlarýn bütün amelleri) vaktiyle yapmýþ olduklarý ibâdetleri, hayýrlý iþleri (dünyada da, âhirette de boþa çýkmýþ) ehemmiyetten, sevaptan mahrum kalmýþ (olur.) Kendileri pek büyük bir hüsrana uðramýþ bulunuyorlar. (Ve onlar artýk cehennem ehlidirler.) Orada azap göreceklerdir ve (onlar orada) cehennem ateþinde (ebediyyen kalacaklardýr.) Artýk onlar için kurtuluþ yoktur.

§ Müslümanlýktan dönen bir kimse daha sonra Islâmiyete geri dönse Ýmamý Azama göre vaktiyle yapmýþ olduðu amellerinin sevabý tekrar kendisine verilmez. O ameller     boþa gitmiþtir.  Fakat  Ýmamý Þâfiye  göre  böyle  biri  Islâmiyete  geri  dönünce  müslümanlýktan  ayrýlmadan  evvel yapmýþ  olduklarý  amelleri  boþa gitmez.

Binaenaleyh vaktiyle yapmýþ olduðu haccý iade etmesi gerekmez. Þu kadar var ki sevabý boþa gitmiþ olur.

 

 

 

 

 

218. Þüphe yok ki imân edenler ve hicret edîp t e Allah yolunda cihadda bulunanlar Allah'ýn rahmetini umarlar. Allah T e âlâ da gafurdur, rahimdir.

218.        Bu âyeti kerime, kimlerin Allah'ýn rahmetine lâyýk olduðunu þöylece göstermektedir. (Þüphe yok ki) muhakkak (imân edenler) Islâmiyeti kabul edip, Allah'ýn birliðini tasdik edenler (Ve) mallarýný, yurtlarýný, aþiretlerini býrakarak Allah'ýn rýzasý iç in (hicret edip t e Allah yolunda) Ýslâm dinini yüceltmek için müþriklere karþý (cihadda bulunanlar) nefislerinin arzusuna uymayýp Allah'ýn emrine uyarak dinî vazifelerini yapmaya çalýþan, görünüþte faydalý görülse bile haddizatýnda bir nice fenalýklarý doðuracak yasaklardan kaçýnan zatlar yok mu ya? Ýþte onlar (Allah Teâlâ'nýn rahmetini umarlar.) Allah'ýn Rahmetine kavuþacak olanlar iþte bu gibi korunan zatlardýr.         Þüphe yok ki (Allah Teâlâ da gafurdur.) Bu gibi Ýyi kullarýndan insanlýk icabý bir kusur ortaya çýksa onu affeder ve örter. Ve Hak Teâlâ (rahimdir.) Mümin kullarý hakkýnda ilâhî rahmetini bollaþtýrýr.

Bu âyeti kerime de þuna da iþaret vardýr ki, bir kimse ne kabar ibâdet yapsa ve kendini kulluða da adaþa âkibetinin ne olacaðýna kat'î surette hükmedemez. Önemli olan son nefestir. Binaenaleyh ibâdet ve itaata aldanmayýp güzel bir sonu Cenâb-ý Haktan rica etmelidir.

 

 

 

 

 

219.  Sana þaraptan ve kumardan soruyorlar. De ki: Ýkisinde de büyük günah vardýr, ve insanlar için faydalar da vardýr. Bunlarýn günahý ise faydalarýndan çok büyüktür. Sana ne infak edeceklerini de sual ediyorlar. De ki: Ýhtiyacýnýzdan artaný. Allah Teâlâ âyetlerini sizlere iþte böyle beyan ediyor, ta ki tefekkür edesiniz.

219. Bu âyeti kerime, sarhoþluk veren þeylerin ve kumarýn yasaklanmasýndaki hikmete iþaret buyuruyor. Rivayete göre Hz. Ömer ile ashabý kiramdan bazýlarý Rasüli Ekrem Efendimizden þarap ile kumarýn zararlý þeyler olduðundan dinî hükmünü sormuþlar. Bunun üzerine bu âyeti celile nazil olmuþtur. Þöyle ki: Habibim! (Sana þaraptan ve kumardan soruyorlar.) Bunlarýn hakkýnda bir fetva almak istiyorlar. Onlara (de ki: Ýkisinde de) hem þarapta hem de kumarda (büyük günah vardýr.) Bunlar insanlar arasýnda düþmanlýða, söðüp saymaya sebep olur, dinî vazifelerin yapýlmasýna engel bulunurlar. (Ve insanlar için) görünürde bazý (faydalarý da vardýr.) Geçici bir neþ'eye, bir kahramanlýða bir arkadaþlýk ve yakýnlaþmaya sebep olabilirler. (Bunlarýn günahý ise) bunlardan doðacak kötülükler, zararlar, günahlar ise bunlarýn (faydalarýndan çok büyüktür.) Artýk öyle cüzî, geçici bir menfaat uðrunda bu kadar büyük günahlar yapýlabilir mi? Resulüm!. (Sana ne infak edeceklerini de sual ediyorlar. Hz. Peygamber onlara sadaka vermelerini tavsiye buyurmuþtu. Onlarda ne þekilde sadaka vereceklerini sorup öðrenmek istemiþlerdi. Binaenaleyh buyruluyor ki: Habibim!. Onlara: (de ki, ihtiyacýnýzdan artaný) infak ediniz. Kendi ihtiyacýnýzý evvelâ görünüz, sonra bir malýnýz kalýrsa ondan münasip olan fakirlere sadaka veriniz. (Allah Teâlâ âyetlerini sizlere) ey Muhammed Ümmeti!. (Ýþte böyle beyan ediyor.) Faydalý olup olmayan þeyleri haber veriyor. (Ta ki tefekkür edesiniz.) Þu anýnýzý ve geleceðinizi düþünüp davranýþýnýzý ona göre tâyin edesiniz.

 

§ Hamr nedir? Çið üzüm þýrasýndan katýlaþmýþ ve köpüðünü atmýþ olan þarap demektir. Ýmamý Mâlik ile Ýmamý Þâfî gibi bir çok muctehidlere göre bu âyeti keremedeki Hamr'dan maksat, mutlak olarak sarhoþ eden herhangi bir þeydir. Binaenaleyh bütün sarhoþluk verici þeyler Kur'ân âyeti ile haramdýr. Ve her hangi birinin bir damlasýný bile içmek caiz deðildir. Ve bunlarýn alýnýp satýlmasý da haramdýr. Çünkü: Sarhoþluk verenlerin hepsi de rics = necis = pislik olmak üzere Kur'ân'ý Kerim'd e zikredilmiþtir.

Ýmamý Azama göre: Hamr, hususî bir þaraptan ibaret olup haramlýðý bu âyeti kerimeyle sabittir. Diðer sarhoþ eden þeylerin haramlýklarý da bu âyeti kerimenin delaletiyle ve (= her sarhoþluk veren þev haramdýr gibi birçok hadisle sabittir. Ve bunlarýn bir damlalarýnýn bile içilmesinin haram olduðu da:

= Çoðu sarhoþluk veren bir þeyin azý da haramdýr.) Ýçilemez gibi hadisler ile sabit bulunmuþtur. Çünkü bunlarýn azý da git gide fazla içilmesine sebep olur. Yasak bir bölgenin içine düþmemek için onun civarýna bile gitmemelidir. Ýhtiyat bunu icap eder.

§ Sarhoþ edici þeylerin yasaklanmasýndaki hikmet: Bilindiði üzere Cenâb-ý Hak, hikmet sahibi bir yaratýcýdýr, kullarý hakkýnda rahmet ve yardýmý sonsuzdur. Binaenaleyh kullarý hakkýnda neleri emretmiþse onlar aynen rahmettir, birer selâmet ve saadet sebebidir. Neleri yasaklamýþ ve menbuyurmuþsa þüphe yok ki onlar da insanlar hakkýnda hem dünya hayatýnda, hem de âhiret hayatý itibariyle zarar vericidir. Büyük tehlikeleri vardýr. Biz bunlarý kendi aklýmýzla da güzelce düþündüðümüz, tefekküre daldýðýmýz takdirde kýsmen olsun hemen anlarýz. Ýþte sarhoþ edici þeylerin yasaklanmasý da bu cümledendir. Cenâb-ý Hak, bizleri bu hususta düþünmeye davet ediyor.

Evet... Sarhoþluk veren þeyler nedir?. Bir öldürücü zehirdir. Bu, geçici bir neþ'e verebilir. Bazý kimseler bu yüzden biraz para kazanabilir. Bazý kimseler de bir araya toplanarak zevk ve safa ile bir müddet keyf alabilirler. Ýþte bunun faidesi. Fakat böyle cüz'î, geçici ve ehemmiyetsiz bir fayda karþýsýnda bunun bir kere de zararlarýný düþünelim: Ýnsan, içki yüzünen yaratýcýsýna isyan etmiþ olur ve kendisini ilâhî azabýn karþýsýnda bulur. Bunun ne feci bir akýbet olduðunu elbette her inanan insan takdir eder. Biz bunun biraz da dünyaya ait zararlarýný düþünelim, Ýçki yüzünden nice servetler, kýymetli vakitler mahvolup gider. Nice aileler arasýnda facialar yüz gösterir. Cemiyet arasýnda nice sürtüþmeler, hoþ olmayan hareketler ortaya çýkar.

Ýçkinin saðlýðý koruma bakýmýndan zararlarý ise sayýlamýyacak derecede çoktur. Evet. Koruyucu hekimliðe dair eserler gösteriyor ki: Þarap, raký, bira, arpa suyu gibi alkollü içkiler pek fazla zararlýdýr. Bunlarýn kýsaca þu gibi zararlarý vardýr: Alkollü içkiler hazým yolunda bozukluklar yapar, vücude titreme verir, yanma meydana getirir, elleri, ayaklarý tutmaz bir hale getirmiþ olur, sinirlere tesir ederek sarhoþluða sebebiyet verir, midenin ve bacaklarýn ince zarlarýný haþlanmýþ gibi bir hale koyar. Bu yüzden içki baðýmlýlarý yiyecekleri hazmedemeyip kusarlar ve günden güne zayýf düþerler. Bu içkiler insanda alýþýklýk meydana getirir. Artýk bunlarý terk etmek pek zor olur. Maamafih bu sarhoþ edici þeyler yüzünden bir çok insan zehirlenir, hafýza gücü zayýflar, aklýný kaybederek beyni bir kriz içinde kalýr, sefalete düþer ve insanlarýn hakaretine uðrar. Bunun manevî zararlarý ise hepsinin üstündedir. Artýk insan güzelce düþünürse böyle zararlý bir þeye meyleder mi?

§ Meysire gelince: Bu kumar oyunu demektir. Kumar oynayanlar birbirinin malýný kolaylýkla alýp verdikleri için kumara bu ad verilmiþtir. Bu da zararlarý faydalarýndan pek fazla olduðu için Ýslâm dininde yasaklanmýþtýr.

Vaktiyle cahiliye devrinde Araplar; tavla, satranç, piyango tarzýndaki oyunlar ile kumar oynarlar, biri birlerinin mallarýný böyle bir oyun neticesinde kolaylýkla elde ederlerdi. Bunun neticesindeki zararlarý hiç düþünmezlerdi, Ýslâmiyet ise kuman ferdî, içtimaî, dinî bir çok zararlarý olduðundan dolayý haram kýlmýþtýr.

Evet.

Bazý kimseler kumar yüzünden kolaylýkla zengin olabilirler. Fakat bu zenginlik kendi hemcinsinin bir þey karþýlýðýnda olmaksýzýn eli boþ kalmasý suretiyle olmu; olur. Buna ise temiz vicdan sahipleri tahammül edemez. Maamafih kumar yüzünden bir þeyler kazanmýþ olanlar sonra yine kumar yüzünden daha bir çok þeyler kaybederler ki, bu daima görülmektedir.

Kumar ile uðraþmak; insaný umuma mahsus faydalý Ýþlerden alý koyar, insaný ihtiraslara kurban eder. Bir çok kimseler kumar yüzünden servetlerini kaybetmiþ, haysiyetlerini ayaklar altýna almýþ olurlar, günleri hüzün ve kederle geçmiþ olur. Bu yüzden aile hayatýnda da hoþ olmayan haller meydana gelir, hayatî çalýþmalar felce uðrar. Bu yüzden arkadaþlar arasýnda vuruþmalar öldürme olaylarý bile yüz gösterir. Servetlerinin bu yüzden kolaylýkla ellerinden çýkýp gitmesi bir çok kimseleri ümitsizliðe düþürür, intihara bile sevk eder. Nitekim bu gibi üzücü hâdiseler daima görülmektedir.

Binaenaleyh düþünen bir insan kumardan, içkiden ve bu gibi diðer yasaklardan þeylerden kaçýnýr, meþru kazanç yollarýndan birine girer, baþarýyý Cenâb-ý Haktan niyaz eder. Ýþte selâmet ve saadet bundadýr.

 



 

220. Dünya ve âhiret hakkýnda. Ve sana yetimlerden soruyorlar. De ki: Onlar için ýslâhta bulunmak hayýrlýdýr. Onlar ile beraber bulunursanýz onlar sizin kardeþlerinizdir. Allah Teâlâ ise bozan ile ýslâh edeni bilir. Ve Allah Teâlâ dilese idi sizleri elbette meþakkate uðratýrdý, þüphe yok ki Allah Teâlâ azizdir, hakimdir.

220.   Bu âyeti kerime düþüncenin mahallini ve yetimlerin hukukuna nasýl riayet edileceðini göstermektedir. Rivayete göre ashabý kiramdan bazýlarý yetimlerin mallarýna tecavüzün büyük bir zulm, bir günah olduðuna dair bazý Kur'ânÝ açýklamalarý öðrendikten sonra büyük bir endiþeye düþmüþler, Rasûli Ekrem'e müracaat ederek bu hususta nasýl hareket edeceklerine dair bilgi almak istemiþler. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur. Bundan evvelki âyeti celile ile ilgisi vardýr. Buyrulmuþ oluyor ki: Habibim!. (Dünya ve âhiret hakkýnda) tefekkür edersiniz. Yani: Dünyanýn sonlu ve âh i ret in sonsuz olduðunu düþünür de ona göre Allah yolunda fakirlere ve zayýflara yardýmda bulunursunuz. (Ve sana yetimlerden de soruyorlar) onlarýn idaresine, muhafazasýna, mallarýnýn tasarrufuna dair senden bilgi almak istiyorlar. Onlara (de ki: Yetimler için Ýslahta bulunmak) onlarý koruma altýna atmak, mallarýný artýrmak onlardan kaçýnmanýzdan (hayýrlýdýr.) Binaenaleyh (onlar ile beraber bulunursanýz) onlar ile birlikte yaþar, mallarýný mallarýnýza katar, aranýzda bir yardýmlaþma meydana getirirseniz bu da uygundur. Çünkü (onlar) yabancý deðil (sizin) din (kardeþlerinizdir). Öyle birlik ve beraberlik içinde bulunmak ise kardeþliðin sânýndan dýr. Bununla beraber (Allah Teâlâ, bozan ile ýslâh edeni bilir.) Yetimler hakkýnda kimin ýslah edici þekilde çalýþýp, çalýþmayacaðýný da bilir, ona göre mükâfat ve ceza verir. (Ve Allah Teâlâ) böyle müsaade buyurmayýp zorluklar (dileseydi sizleri elbette meþakkate uðratýrdý.) Yetimler ile birlikte bulunmanýzý, onlarýn mallarýnda hiç bir þekilde tasarruf etmenizi caiz görmezdi. (Þüphe yok ki Allah Teâlâ azizdir) her þeye kadirdir, sizleri sýkýntýya sokmaya da, sizlere kolaylýk bahsetmeye de fazlasýyla kudreti vardýr. Ve (hekimdir) hikmetin gereði ve menfaat ne ise ona göre hükmeder. Buna inancýmýz tamdýr!.

 

Ynt: Bakara Suresi By: hafizvuslat Date: 29 Ekim 2009, 22:00:34
221.  Müþrikleri imân edinceye kadar nikâh etmeyiniz. Elbette mü'min olan bir câriye, bir müþrik kadýndan hayýrlýdýr. Ýsterse müþrik kadýn sizin hoþunuza gitsin. Ve müþrik erkeklere de imân etmedikçe -müslüman kadýnlarý- nikâh ettirmeyiniz. Elbette bir mü'min köle, bir müþrikten hayýrlýdýr. Ýsterse o müþrik hoþunuza gidecek olsun. Onlar -o müþrik erkek ve kadýnlar, insaný- ateþe davet ederler. Allah Teâlâ ise kendi izniyle cennete ve maðfirete davet buyurur. Ve insanlara âyetlerini açýkça bildirir, ta ki öðüt alsýnlar.

221.    Bu  âyeti  kerime,  müslümanlarýn  kimler ile  aile  kurup  kuramayacaklarýný  göstermektedirler.  Rivayete  göre  Ýslâm'ýn  baþlangýcýnda müslümanlar,  Müslüman olmayanlar ile de evlenebilmekteydiler. Hür olan erkek ve kadýnlar köle ve câriye olanlardan üstün bulunuyorlardý. Ashabý kiramdan Abdullah Ibni Revaha -radiyallahü anh- müslüman bulunan bir cariyesini hürriyetine kavuþturmuþ, sonra da onunla evlenmiþti. Bazý kimseler bunu garip görmüþler, bir çok hoþ ve güzellik, veya servet sahibi gayri müslim hür kadýnlar bulunurken neden bu azatlýsý kadýnla evlendi demiþlerdi. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur. Buyruluyor ki: Ey müslümanlar!. (Müþrik kadýnlarý) yani kâfir olan kadýnlarý onlar (imân edinceye) Islâmiyeti kabul eyleyinceye (kadar nikâh etmeyiniz.) Onlar ile evlenmeyiniz. (Elbette mü'min olan bir câriye) bir Ýslâm kadýný (bir müþrik kadýndan hayýrlýdýr, velevki, müþrik kadýn) güzelliði, serveti ve dünya ile ilgili bilgisi sebebiyle (sizin hoþunuza gitsin ve) mutlak olarak (müþrik) gayri müslim (erkekler de imân etmedikçe) Islâmiyeti kabul eylemedikçe müslüman kadýnlarýný onlara (nikâh ettirmeyiniz.) Bunlar gerek kitap ehlinden olsun ve gerek olmasýn eþittir. Bunlar ile müslüman kadýnlarýnýn evlenmesi katiyyen ve icma ile caiz deðildir. (Elbette bir mü'min köle, bir müþrikten hayýrlýdýr.) Bir mü'min kadýnýn, bir mü'min köle ile olsun evlenmesi her halde bir gayri müslim ile evlenmesinden son derece faydalýdýr. (Velev ki o müþrik) malý, güzelliði ve makamý itibariyle sizi kendisine baðlamýþ olsun, sizin (hoþunuza gidecek olsun.) Bu fâni, geçici bir varlýðýn ne kýymeti vardýr?. Asýl istikbali düþünmeli. (Onlar) o müþrik erkekler ve kadýnlar insaný (ateþe) cehenneme (davet ederler.) Onlar kendi arkadaþlarýný aldatmaya çalýþýr, kendi kötü inançlarýn onlara da aþýlamak ister, netice de onlarý imanlarýndan mahrum býrakarak ebedî zarara ve felâkete sevketmiþ olurlar. Artýk onlar ile aile kurmak uygun mudur? (Allah Teâlâ ise) kullarý hakkýnda pek merhametlidir. Onlara selâmet ve saadetlerine vesile olacak yollarý gösterir. Bütün kullarýný (kendi izniyle) kendi ilâhî iradesiyle kendi ilâhî emriyle (cennete ve maðfirete davet buyurur.) Güzel amellerde bulunmalarýný, meþru þekilde aile kurmalarýný emr ve ferman buyurur ki bu sayede cennete lâyýk ve maðfirete aday olabilsinler. (Ve insanlara âyetlerini) dinî hükümleri, yüksek hikmetleri kapsayan Kuran âyetlerini (açýkça bildirir, ta ki öðüt alsýnlar) onlarý hatýrlasýnlar, icabýna göre amel ederek, cennete, maðfirete kavuþsunlar.

§ Bu âyeti kerimenin hükmü, bütün gayri müslimleri kapsar. Þöyle ki: Islâmiyete göre müþrik, Ýslâm dinini kabul etmeyip Cenâb-ý Hakka açýkça veya dolaylý olarak ortak koþan kimsedir. Bu itibarla müþrikler iki kýsýmdýr. Bir kýsmý görünüþ itibariyle ve gerçekten müþrik olanlardýr. Bunlar Allah Teâlâ'ya açýktan ortak koþan, putlara, insanlara tapan mecusiler, putperestler gibi kimselerdir. Diðer bir kýsmý da görünüþte olmasa da hakikaten müþrik olan kimselerdir. Bunlar da Ýslâm dinini kabul etmeyip peygamberin bir takým mucizelerini ve özellikle Kuran-ý Kerimi inkâr eden, bunlarý insanlýk eserlerinden sayan, bu itibar ile insanlarý da bu hârikalar hususunda Allaha ortak kabul etmiþ olan kimselerdir. Ýþte yahudiler ile hýristiyanlar bu kabildendirler. Özellikle bunlar Allaha oðul isnat etmiþ ve teslise inanmýþlardýr.

Binaenaleyh bir müslüman kadýnýn bunlardan biri ile evlenmesi de kesinlikle haramdýr. Bu haramlýk, bu âyeti kerime ile ve diðer âyetler ve hadisler ile muhammed ümmetinin ittifaký ile sabittir. Þu kadar var ki: Kendilerine kitap ehli denilen ve görünüþte müþrik olanlardan farklý görülen yahudî ve hýristiyan kadýnlarýnýn iffetli olanlarý ile müslüman erkeklerin evlenmeleri: = Daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadýnlar da size helâldir. (Maide, 5/5)) âyeti kerimesi ile caiz görülmüþtür. Aile hayatýnda asýl hakimiyet erkek tarafýnda olduðundan böyle bir kitap el kadýnýn fazla tesiri olamýyacaðý cihetle bu evlilik caiz görülmüþtür. Nitekim

= Erkekler kadýnlarýn yöneticisidir. (Nisa,4/34) âyeti kerimesi de buna iþaret buyurmaktadýr. Bununla beraber fazla bir lüzum görülmedikçe bir mü s l uman in bir gayri müslim kitap ehli kadýnla evlenmesi pek uygun deðildir. Onun aile hayatýnda, özellikle çocuklarý üzerinde hoþ olmayan telkinler! görülebilir. Fakat böyle bir nikâh, onun sonradan Islâmiyeti kabul etmesine bir vesi! olursa o zaman takdire þayan bulunur. Artýk bu hususta ileri görüþlü hareket etmek lâzýmdýr.

 

 

222. Ve sana hayz halinden soruyorlar. De ki: O bir pis þeydir. Artýk hayz zamanýnda kadýnlarýnýzdan çekiliniz. Ve onlara temizleninceye kadar yaklaþmayýnýz. Fakat iyice temizlendikleri vakit onlara Allah'ýn size emrettiði yerden varýn. Þüphe yok ki Allah T e âlâ çok tövbe edenleri sever ve çok temizlenenleri de sever.

222.    Bu âyeti kerime, hayz halindeki karýkocalýk vazifesini bildirmektedir. Rivayete göre cahiliye Araplarý hayz halindeki eþleri ile beraber bir yerde durmaz onlar ile berber yemek yemezlerdi. Yahudiler ile mecusilerin âdetleri de böyle imiþ. Hýristiyanlar ise bu halde de karýylarýyla cinsî münasebette bulunurlarmýþ Bunlarýn bu halleri ise ifrat ve tefritten ibarettir. Bu âyeti kerime ise müslümanlara makul ve orta bir yol gösteriyor. Þöyle ki: Resulüm (Sana hayz halinden soruyorlar.) Bu âdet halinde kadýnlar ile ne yapýlabilir diye senden bilgi almak istiyorlar. Onlara (de ki: O) hayz veya onun mahalli (bir pis) temiz olmayan nefreti çeken, kötü kokulu (þeydir.) Bu tabiatiyle böyledir. (Artýk hayz zamanýnda kadýnlarýnýzdan çekiliniz.) Yani onlar ile cimada bulunmayýnýz. Bu uzaklaþma, bu çekilme cima etmekten kinayedir. Bu muameleyi böyle kinaye tarzý ile açýklamak, Kur'ân'ýn nezaketi gereðidir. Yoksa bu halde baþka yerlerde bulunmak lâzým deðildir. Bunu, Rasûli Ekrem Hazretleri bir sorana karþý açýklamýþtýr. (Ve onlara temizleninceye kadar yaklaþmayýnýz.) Yani onlar ile cimayý bu müddet içinde terk ediniz. Bu da bir tekit makamýnda bulunmuþtur. (Fakat iyice temizlendikleri vakit) yani âdet hali tamam olup yýkanýlýnca (onlara) zevcelerinize (Allah'ýn size emrettiði yerden) yani size helâl kýlmýþ olduðu tenasül organýndan (varýn). Baþka tarafa meyi etmeyiniz. Ýnsanlýk icabý günahkâr olmuþ bulunur iseniz hemen tövbe ederek Cenâb-ý Haktan aflar niyaz ediniz. (Þüphe yok ki Allah Teâlâ çok tövbe edenleri sever.) Onlara af ve keremde bulunur. (Ve çok temizlenenleri de sever) Kötü olan þeylerden çirkin nesnelerden beri olan, kaçýnan kullarýný lütuf larýna ulaþtýrýr. Ýþte adetli iken yaklaþmak veya aksi taraftan cinsel iliþkide bulunmak de bu kötü þeylerden sayýldýðýndan bunlardan kaçýnmanýn Allah'ýn sevgisine kavuþmaya bir vesile olacaðýna iþaret buyrulmuþ oluyor.

 

 

223.Kadýnlarýnýz sizin için bir ekin mahallidir. Binaenaleyh bu ekin yerinize nasýl isterseniz varýn ve kendiniz için -güzel ameller- takdim edin. Ve Allah Teâlâ'dan korkunuz. Ve biliniz ki sizler þüphesiz onun huzuruna varacaksýnýzdýr. Ve mü'minleri müjdele.

223. Bu âyeti kerime de, cinsel iliþkinin meþru þekline iþaret buyurmaktadýr. Þöyle ki: Ey müslümanlar!. (Kadýnlarýnýz) zevceleriniz (sizin için bir ekin mahallidir.) Evlât yetiþtirmek için bir ziraat yeri mesabesindedir. (Binaenaleyh bu ekin yerinize) bu çocuk yetiþtirecek mahalle, yani tenasül organýna (nasýl isterseniz varýn) yatarken, otururken, ayakta dururken ve bacaklarý arasýndan varabilirsiniz. Elverir ki ekin mahalli olan organa yaklaþmýþ olasýnýz, aksi bir harekette bulunmayasýnýz. (Ve kendiniz için) güzel ameller (takdim edin) meselâ yaklaþmadan evvel besmele-i þerifeyi hatýrlayýnýz, hayýrlý evlada Kavuþmayý Cenab'ý Haktan dileyin. Öyle yalnýz nefsanî arzularýnýzý tatmin etmek, davranýþýnýzýn gayesi olmasýn. (Ve Allah Teâlâ'dan korkunuz.) Günahlardan kaçýnýnýz. Özellikle haram olan yaklaþmalardan kaçýnýnýz. (Ve biliniz ki sizler þüphesiz onun huzuruna varacaksýnýzdýr.) Öldükten sonra tekrar hayat bularak mahþer yerine gideceksiniz. Dünyadaki amellerinizden sorumlu olacaksýnýz. Dünyada iken meþru þekilde hareket eden, hayýrlý amellerde bulunanlar ise nice, ebedî nimetlere kavuþacaklardýr. Artýk Habibim!. O gibi korunan ve iyi hal sahibi olan (mü'minleri) Allah'ýn lütfuna ebedî nimetlere ulaþmakla (müjdele) onlara müjde ver. Ne yüce bir baþarý.

§ Havz: Bir kadýnýn döl vat aðý denilen rahminden belirli müddetler içinde gelen kandýr. Buna "âdet hali" denir.

 

§ Kadýnlar en az 9 yasýnda akýl balið olup âdet görmeðe baþlarlar, elli veya elli be; yaslarýnda da "sinni iyas" denilen bir (aða kavuþup âdetten kesilirler. Bu müddetten daha evvel âdeften kesilen kadýnlar da vardýr.

§ Adet, müddetinin en azý 3 gündür. En çoðu da on gündür. Bu müddet arasýnda görülen kanlar âdet kaný sayýlýr. Bu arada gelmediði günler de olabilir.

§ Adet gören bir müslüman kadýný namaz kýlamaz, oruç tutamaz, Kurân-ý Kerim'den velev bir âyet olsun okuyamaz. Yalnýz dua âyetlerini dua maksadiyle okuyabilir. Ve la ilahe illallah ve sübhanellâh diyebilir. Kur'ân-ý Kerime ve Kur'ân yazýlý bir levhaya el dokunduramaz. Mescitlere giremez, Kâbe'i Muazzama'yý tavaf edemez, kocasý ile cinsî münasebette bulunamaz. Ve kocasý kendisinin göbeði altýndan diz kapaklarý altýna kadar olan uzuvlarýndan çýplak olarak -velev þehvetsiz olsun-faydalanamaz. Bunlar haramdýr. Giyimli bulunduðu takdirde ise elmanýn dýþýnda baþka bir þekilde istifade edebilir. Ve beraber yatýp kalkmalarý beraber yemek yemeleri de helâldir.

§ Adet gören veya lohusa olan bir kadýn kýlamadýðý farz namazlarý sonradan kaza etmez. Fakat tutamadýðý ramazan oruçlarýný kaza eder. Çünkü oruçlar namazlar tadar tekrar etmez.

5 Hayz ile nifas hallerinin azami müddeleri geçince daha yýkanmadan da kadýnlýk muamelesi helâl olur. Bu müddetten evvel kesilmiþ olursa hemen helâl olmaz. Bu takdirde kadýn ya yýkanmýþ olmalý, veya üzerinden bir namaz vakti geçmelidir veya bir özürden dolayý teyemmüm edip onunla velev nafile olsun bir namaz kýlmýþ bulunmalýdýr ki kendisiyle kocasýnýn cima etmesi helâl olsun.

 

 

 

224. Ve Allah Teâlâ'yý yeminlerinize engel kýlmayýnýz ki günahtan beri olasýnýz. Ve konmasýnýz. Ve insanlarýn arasýný ýslâh edebilesiniz. Ve Allah Teâlâ iþiticidir, bilicidir.

224.  Bu âyeti kerime, lüzumsuz yere yapýlacak yeminlerin zararlarýný gösteriyor. Rivayet olunuyor ki: Ashabý kiramdan bâzýlarý bâzý kimselere yardým etmeyeceklerine veya aralarýný Ýslaha çalýþmayacaklarýna dair yemin etmiþlerdi. Böyle bir yemin ise bir hayýrlý harekete bir engel teþkil etmiþ oluyordu. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil oldu. Buyrulmuþ oluyor ki: Ey müslümanlar! (Ve) bir de (Allah Teâlâ'yý yeminlerinize engel kýlmayýnýz.) Vallahi þunu yapacaðýz veya yapmayacaðýz diye yemin edip durmayýnýz. (Ki günahtan beri olasýnýz.) Çünkü bu yemine uymadýðýnýz takdirde sözünüzde durmamýþ olursunuz, bundan sorumlu olursunuz. Halbuki yemin etmemiþ olunca böyle bir sakýnca bulunmamýþ olur. Ve yemin etmeyiniz ki (konmasýnýz.) Meselâ yemin edip te sonra da ona aykýrý harekette bulunursanýz korunmadan mahrum kalýrsýnýz. Halbuki öyle bir yemin bulunmayýnca korunmanýz bozulmuþ olmaz. Ýþte yemin etmeyiniz ki, (insanlarýn arasýný Islâh edebilesiniz.) Meselâ bir hâdiseden gücenmiþ         olup ta bir aile arasýný Islâh etmeye çalýþmayacaðýna yemin eden kimse böyle pek insanî bir vazifeden mahrum kalýr. Fakat yemin etmemiþ bulunur da bu vazifeyi yaparsa elbette sevap kazanýr. (Ve Allah Teâlâ iþiticidir.) Sizin bütün sözlerinizi, yeminlerinizi iþitir. Ve (bilicidir) bütün hallerinizi bilir. Artýk ona göre ileri görüþlü olarak hareket ediniz. Lüzumsuz yeminlerden sakýnýnýz.

 

 

 

225.    Allah Teâlâ sizleri kasýtsýz yeminlerinizden dolayý sorumlu tutmaz. Fakat sizleri kalblerinizin kazandýðý þey ile sorumlu tutar. Ve Allah Teâlâ baðýþlayan, esirgeyendir.

225.     Bu âyeti kerime de, yeminlerin çeþitlerine iþaret etmektedir. Buyrulmuþ oluyor ki: Ey müslümanlar!. (Allah Teâlâ sizleri yeminlerînizdekî kasýtsýz yanýlma) kabilinden olan bir yemin (den dolayý sorumlu tutmaz) Bunun için sizi mesul tutmaz (Fakat sizleri kalblerinizin kazandýðý þey ile) kasden yapýp ta bozduðunuz yani yerine getirmediðiniz yeminden dolayý (sorumlu tutar ve) biliniz ki (Allah Teâlâ baðýþlayýcýdýr.) Kasýtsýz yeminlerden dolayý sizi sorumlu tutmayýp af eder ve (esirgeyendir), cidden yaptýðýnýz yeminlerden dolayý hemen sizi sorumlu tutmuyor ve tövbe etmenize zaman veriyor. Artýk ona göre hareketiniz! düzenleyiniz.

§ Yeminin mahiyeti: Yemin lügatte kuvvet manasýnadýr. Dinen: "Bir iþi yapmak veya yapmamak hususunda niyet veya iddiaya kuvvet vermek için Allah Teâlâ adýna yapýlan yemin veya boþamak, azad etmek gibi bir þeye baðlamak suretiyle yapýlan and demektir. "Vallahi þöyle yapacaðým, þu iþim olursa kölem azat olsun" denilmesi gibi.

§ Allah adýna yapýlan yeminler, üç kýsýmdýr: Birincisi "Laðiv yemini"dir. Bu, yanlýþlýkla veya doðru olduðu zanniyle yapýlan yemindir. Bir kimsenin baþka bir þey söylemek isterken kasýtsýz olarak "Vallahi" diye yemîn etmesi gibi. Ayný þekilde bir þahsýn borcunu ödememiþ olduðu halde ödemiþ olduðunu sanarak "Vallahi borcumu ödedim" demesi gibi. Ýþte bu tür yeminler affedilmiþtir. Ýkincisi: "Münakide Yemini'dir. Bu mümkün ve geleceðe ait bir þey hakkýnda yapýlan yemindir. Meselâ: "Bir kimse, ben Vallahi yarýn geleceðim" veya "Vallahi ben filân kimse ile konuþmayacaðým" dese bu tür bir yeminde bulunmuþ olur. Binaenaleyh bu sözünde durursa kendisine keffâret lâzým gelmez. Fakat durmazsa, meselâ: O gün gitmezse veya o kimse ile konuþursa yeminini bozmuþ olduðundan üzerine yemin keffareti lâzým gelir. Üçüncüsü de: "Gamüs Yemini'dir. Bu da yalan yere kasden yapýlan yemindir. Meselâ bir kimse borcunu vermediðini bildiði halde "Vallahi borcumu verdim" dese böyle bir yeminde bulunmuþ olur. Bunun günahý pek çoktur. Buna keffâret yeterli olmaz. Bundan dolayý tevbe edip af dilemelidir. Ve bir kimsenin hakkýna dokunmuþ ise onu da telâfiye çalýþmalýdýr. Böyle bir yemin, sahibinin her türlü felâketine sebep olabilir. Bundan çok sakýnmalýdýr.

§ Yemini münakideden dolayý lâzým gelen keffârete gelince bu yemine riâyet etmiyen kimse eðer mümkün ise müslim veya gayrimüslim bir köle veya câriye azat eder. Veya 10 fakiri akþamlý sabahlý doyurur veya 10 fakire orta halde birer parça elbise veya fitr sadakasý miktarýnca birer þey verir. Bunlardan birine güç yetiremeyince de 3 gün peþpeþe oruç tutar.

 

 

 

226.  Eþlerine yaklaþ mam að a yemin edenler için dört ay beklemek vardýr. Eðer bu yeminlerinden dönerlerse þüphe yok ki Allah Teâlâ baðýþlayan, merhamet edendir.

226.       Bu âyeti kerime, eþlere yaklaþmamak üzere yapýlan bir yeminden dönmenin ve rahmete vesile olduðuna ve aile hayatýný devam ettirmenin makbuliyetine iþaret buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Eþleriyle cimada bulunmayacaklarýna yemîn edenler) meselâ: "Ben Vallahi eþim ile cimada bulunmayacaðým" veya "Allah'a yemin ederim ki karýma 4 ay yaklaþmayacaðýný" veyahut "Eþim ile cimada bulunursam kölem azat olsun" diye and içenler (için dört ay beklemek) müddeti (vardýr). Bu müddet içinde yaklaþ mazlarsa yeminleri bozulmuþ olmaz. Kendilerine keffâret ve baþka þey lâzým gelmez. (Eðer bu yeminlerinden dönerlerse) yani daha 4 ay tamam olmadan eþleriyle cinsel iliþkide bulunurlarsa artýk aralarýnda boþanma meydana gelmez. (Þüphe yok ki Allah Teâlâ baðýþlayýcýdýr) bu yemini bozduklarýndan dolayý onlarý sorumlu tutmaz. Ve Cenâb-ý Hak (merhamet edicidir) onlarýn bu hususta verecekleri bir keffâret ki, ileride açýklanacaktýr, onlarýn sorumluluktan kurtulmalarýna ilâhî bir rahmet eseri olarak yetecektir.

 

 

 

227. Ve eðer boþamaya kesin karar verirlerse muhakkak yüce Allah iþitendir, bilendir.

227.   Bu âyeti kerime eþlere yaklaþmamak üzere yapýlan yeminden dönülmediði takdirde boþamanýn meydana geleceðini göstermektedir. Þöyle ki: Cinsel iliþkide bulunmamaya yemin edenler eðer bunda sebat gösterir (ve eðer boþamaya kesin karar verirlerse muhakkak Allah T e âlâ iþitendir) onlarýn bu husustaki sözlerini iþitir ve (bilendir) onlarýn maksatlarýný bilir. Artýk boþamak ta, evliliði devam ettirmek te güzel bir maksada dayanmýþ olmalýdýr ki manevî sorumluluk gerektirmesin.

§ Ýlânýn mahiyeti: ilâ lügatte yemin etmektir. Istilâhta: Eþe yaklaþmamak üzere yapýlan yemindir. Üç kýsma ayrýlýr. Biri geçici ilâdýr. Bu dört ay, 8 ay gibi bir müddetle kayýtlanmýþ olan ilâdýr. Diðeri: Müebbet ilâdýr. Bu, ebediyyen yaklaþmamak üzere yapýlan ilâdýr. Üçüncüsü de: Meçhul ilâdýr. Bu da bir müddet zikredilmeksizin, meselâ "Yemin olsun ki ben sana yaklaþmayacaðým" diye yapýlan ilâdýr.

§ Ýlânýn hükmüne gelince, eðer bunda sebat edilir de dört ay yaklaþýlmadan geçerse bir bain talak meydana gelir. Cenab'ý Hakka yemin suretiyle olduðu halde daha 4 ay geçmeden cinsel iliþki vuku bulursa yemin keffareti lâzým gelir. Ve eðer bir þeye baðlamak suretiyle yapýlýp ta 4 ay geçmeden cima yapýlýrsa o kendisine baðlanýlan þey lâzým gelir. Meselâ: Cinsel iliþkide bulunursam fakirlere 1000 lira sadaka vereyim denilmiþ ise bunu sadaka olarak vermek lâzým gelir.

§ Eþe yaklaþmama hakkýnda yapýlan yeminden dönmeye de (Pey') denilmiþtir.

 

 

 

 

228. Boþanmýþ kadýnlar kendi nefîsleri için üç hayz müddeti beklerler. Onlarýn rahimlerinde Cenâb-ý Hakkýn yaratmýþ olduðu þeyleri gizlemeleri, onlara helâl olmaz. Eðer onlar Allah Teâlâ'ya, âh i ret gününe imân etmiþler iseler. Ve onlarýn kocalarý eðer ýslâh etmek kasdinde bulunurlarsa o bekleme zamanýnda o eþlerini geri almaða çok haklýdýrlar. Kadýnlarýn lehinde de onlarýn aleyhlerindeki meþru hakka benzer bir hak vardýr. Fakat erkekler için kadýnlar üzerine bir derece fazla hak vardýr. Ve Allah Teâlâ azizdir, hakimdir.

228. Bu âyeti kerime, boþama hadiseleri hakkýndaki bazý hükümleri kapsamaktadýr. Buyrulmuþ oluyor ki: (Boþanmýþ kadýnlar) yani; âdet gören ve kendileriyle kocalarý cinsel iliþkide bulunmuþ ve hür olan kadýnlar kocalarý tarafýndan boþaltýlýnca (kendi nefîsleri için üç hayz müddeti beklerler.) Bu müddet bilmedikçe baþkalarýyla evlenemezler. (Onlarýn rahimlerinde Cenâb-ý Hakkýn yaratmýþ olduðu) hayz gibi çocuk gibi (þeyleri gizlemeleri) bu suretle bir an evvel iddetten kurtulmak veya dönme hakkýný iptal etmek istemeleri (helâl olmaz.) Meselâ: Henüz âdet hali devam ederken bunun nihayet bulduðunu söylemek doðru olmaz. Çünkü bu halde kocanýn dönmeye selahiyeti kalmamýþ olur. Bilâkis âdet hali nihayet bulduðu halde henüz devam ediyor denilirse koca eþine dönerek gayri meþru bir evlilik hayatý meydana gelmiþ olabilir. Binaenaleyh (eðer onlar) o boþanmýþ kadýnlar (Allah Teâlâ'ya ve âhiret gününe imân etmiþler ise) öyle hakikati gizlemeðe, tersini iddiaya cür'et edemezler. Allah'ýn azabýndan korkarlar. (Ve onlarýn kocalarý eðer islâh etme kasdinde bulunurlarsa) yani barýþmak ister, iyilikte bulunmak arzusunda bulunurlarsa (o bekleme zamanýnda) henüz hayz hali devam ediyorken (o eþlerin!) dönmek suretiyle (geri almaða) nikâhlarýnda tutmaya (çok haklýdýrlar.) Bu onlarýn selâhiyetleri cümlesindendir. Bu suretle aile hayatý daðýlmaktan kurtulmuþ olur. Bununla beraber (kadýnlarýn lehinde de onlarýn aleyhlerindeki meþru hakka benzer bir hak vardýr.) Kocalarýndan nafakalarýný, ikametgâhlarýný isteyebilirler. Kocalarý onlara zarara sokamaz, haklarýnda güzelce muamelede bulunurlar. Bu, Ýslâm terbiyesinin gereðidir.

Nitekim bir hadisi þerifte:    Mü'minlerin imân itibariyle en mükemmel olaný, onlarýn ahlâkça en güzel olanýdýr. Ve sizin en hayýrlýnýz, kadýnlarý için en hayýrlý olanýnýzdýr" buyrulmuþtur.

(Maamafih erkekler için kadýnlar üzerine bir derece fazla hak vardýr.) Çünkü erkekler daha fazla sýkýntýya katlanmaktadýrlar. Eslerinin mehillerini, nafakalarýný vermekle mükellef bulunmaktadýrlar. Yurtlarýný, varlýklarýný korumak ve müdafaa etmekle görevi idirler. Ve nisbeten nefislerine daha fazla hakimdirler. (Ve Allah Teâlâ azizdir) ilâhî hükümlerine muhalefet edenlerden intikam almaya gücü yeter. (Hekimdir) bütün þer'î hükümleri hikmet ve menfaat gereðidir. Binaenaleyh her halde bunlarý tatbik etmek icap eder.

 

 

 

 

229. Boþama iki keredir. Artýk ya iyilik ile tutmaktýr veya güzellikle salývermektir. Ve onlara verdiklerinizden bir þey almanýz sizlere helâl olmaz, meðer ki koca ve karý ilâhî hudutta Allah'ýn hududunda duramayacaklarýndan korksunlar. Eðer siz de onlarýn Allah'ýn sýnýrlarýnda duramayacaklarýndan korkarsanýz o halde.

229.     Bu âyeti kerîme, boþamanýn sayýsýný ve evlilik haklarýna saygýnýn lüzumunu göstermektedir. Rivayete göre vaktiyle bir kimse eþini birçok defa boþayabilir ve iddeti bitmeðe yaklaþtý mý müracaat ederek onu tekrar tekrar nikâhý altýna alýrdý. Belli bir sayý yoktu. Bu âyeti kerime ise, boþamanýn sayýsýný sýnýrlamýþtýr, þöyle ki: (Boþama iki keredîr.) Yani: Eþi boþama hakkýnda insanî olmayan muamelede bulunmayý? ya iddetini bitirerek veya üçüncü bir talak ile boþayarak nikâh kaydýndan kurtulmasýna müsaade edilmelidir. (Ve onlara) o boþ ad iðiniz eþlerinize mehirve saire olarak (verdiðinizden bir þeyi) boþamaya karþýlýk olarak (almanýz sizlere helâl olmaz.) Bu, insanlýða aykýrýdýr. (Meðer ki, onlar) koca ile karý (Allah'ýn hududunda) evlilik hukuku ve bu konudaki dinî hükümler üzerinde (duramayacaklarýndan) bunlara riâyette bulunmayacaklarýndan (korksunlar.) Ey hakimler!. (Eðer siz de onlarýn Allah'ýn sýnýrlarýnda duramayacaklarýndan) evlilik haklarýna riâyette bulunamayacaklarýndan   bazý alâmet ve iþaretlerden dolayý 'korkarsanýz o halde kadýnýn fidye olarak vereceði) yani boþanmasýna karþýlýk olarak mihrinden veya baþka

bir malýndan vereceði hangi bir (þeyde onlarýn üzerine) koca ile karý hakkýnda (bir günah yoktur.) Bundan dolayý günahkâr olmazlar. Bu bir ( /--*->*  = hule) meselesidir.

(Bunlar) bu hükümler (Allah'ýn hududur.) Onun tâyin ettiði sýnýrlardýr. (Bunlara) muhalefet suretiyle (tecavüz etmeyiniz.) Lüzumsuz yere boþamaya ve hur yoluyla ayrýlmaya ve resmen ayrýlmaya kalkýþmayýnýz, evlilik hukukuna riayet ediniz. (Ve her kim Allah'ýn hudutlarýna tecâvüz eder) þeriatin müsaadesi dýþýndaki þeyleri yapmaya kalkýþýr (sa iþte zâlim olan, onlardýr.) Zulmün âhirete ait cezasý ise pek büyüktür. Artýk her hususta ve kýsaca aile hayatý hakkýnda þeriatýn mübarek hükümlerine riayet etmelidir.

 

 

 

 

230. Eðer onu bir daha boþarsa artýk bundan sonra ona helâl olmaz. Ta ki ondan baþka bir kocaya varsýn. Bu da onu boþarsa Allah'ýn hudutlarýna riayet edeceklerini zannettikleri takdirde onunla evvelki kocasýnýn yeniden evlenme akdi yapmalarýndan dolayý kendileri için bir günah yoktur. Ýþte bunlar Allah'ýn hududur. Bunlar bilen bir kavm için beyan buyurur.

230. Bu âyeti kerime, üç talâk hakkýndaki þer'î hükmü beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Eðer) bir erkek (eþini) iki talaktan sonra (bir daha boþarsa) veya üç talâký birden yaparsa (artýk bundan) bu tam olan üç talaktan (sonra) bu kadýn (ona helâl olmaz.) Nikâh yenileyemezler. (Ta ki) o kadýn (ondan) o kendisini böyle boþamýþ olan kocasýndan (baþka bir kocaya varsýn) ve aralarýnda isterse bir defa olmak üzere cinsel temas meydana gelsin (Bu da) bu ikinci kocada (onu) o kadýný (boþarsa) veya bu ikinci koca vefat ederse ve bu iki takdire göre boþama ve vefat iddeti sona ererse bakýlýr. (Allah'ýn hudutlarýna) Cenâb-ý Hakkýn tâyin buyurmuþ olduðu karý-koca hukukuna (riâyet edeceklerini zannettikleri takdirde onunla) o üç talâk ile boþanmýþ olan kadýnla (evvelki kocasýnýn) o üç talâk yapan eski kocasýnýn (yeniden evlilik akdi    yapmalarýndan dolayý kendileri için bir günah yoktur.) Bu bir ilâhî izindir. Yeter ki karý-koca hukukuna artýk riayet etsinler. (Ýþte bunlar) bu zikredilen hükümler

(Allah Teâlâ'nýn hudududur.) Saldýrýlma ve muhalefetten uzak olan dini hükümleridir. Hak Teâlâ (bunlarý bilir bir kavm için beyan buyurur.) Zira Cenab'ý Hakkýn bu gibi hikmetli hükümlerini ancak düþünen, inanan ve bilgili olan zatlar hakkýyla anlar ve icabýna göre hareket etmeyi bir yüce vazife kabul eder.

 

 

 

231. Ve kadýnlarý boþadýðýnýzda, onlar da adetlerinin sonuna yaklaþýnca artýk onlarý ya iyilikle tutunuz veya iyilikle salýveriniz. Onlarý haklarýna tecavüz için zararlarýna olarak tutuvermeyiniz. Bunu her kim yaparsa muhakkak nefsine zulüm etmiþ, olur. Ve Allah Teâlâ'nýn âyetlerini eðlence yerine tutmayýnýz. Ve Allah Teâlâ'nýn üzerinize olan nimetlerini ve sizlere indirip kendisiyle öðüt verdiði kitabý ve hikmeti hatýrlayýnýz. Ve Hak Teâlâ'dan korkunuz. Ve biliniz ki Allah Tealâ þüphesiz her þeyi hakkýyla bilicidir.

231.  Bu âyeti, kerime boþanmýþ kadýnlar hakkýnda yapýlacak güzel muameleyi göstermektedir. Ve boþamada þakanýn caiz olmadýðýna da iþaret etmektedir. Þöyle ki: Ey müminler!. (Ve) bir de (kadýnlarý) bir veya iki ric'î talakla (boþadýðýnýzda, onlar da iddetlerinin sonuna yaklaþýnca artýk onlarý) ya dönerek nikâhýnýzda (iyilik ile) haklarýnda güzelce muamele yaparak (tutuveriniz) tekrar boþamaya kalkmayýnýz (veya iyilikle salýveriniz) iddetleri bitip sizinle evlilik baðlarý kalmasýn ve hak etmiþ olduklarý mihirlerini ve iddet nafakalarýný güzelce verip haklarýný gizlemeyiniz. (Onlarý haklarýna tecavüz için) meselâ: Onlardan bir karþýlýk almak, onlarý hul yoluyla yani karþýlýk vererek boþanmaya mecbur etmek için (zararlarýna olarak) geçici dönüþ gibi bir sebeple nikâhýnýzda (tutuvermeyiniz. Bunu) bu zarar verici muameleyi (her kim yaparsa muhakkak) kendi nefsine (zulmetmiþ olur.) Kendisini Allah'ýn azabýna uðratmýþ olur. (Ve Allah Teâlâ'nýn âyetlerini) þer'î hükümlerini (eðlence yerine tutmayýnýz) meselâ: Eþleriniz! boyadýðýnýz halde bir lâtife yaptýk, þaka yaptýk demeyiniz. Çünkü boþamada þaka olmaz. Nitekim bir hadisi þerifte buyrulmuþtur ki, üç þey vardýr ki onlarýn gerçeði de gerçektir, þakasý da gerçektir: Onlar ise boþama ile nikâh ve geri dönmedir. (Ve Allah Teâlâ'nýn üzerinize olan nimetlerini) Kýsacasý müslüman, ve Muhammed ümmetinden olma þerefine eriþtiðinizi (ve sizlere indirip kendisiyle öðüt verdiði) bütün vazifelerinizi, selâmetinize vesile olacak þeyleri sizlere iyilikseverlikle bildiren (kitabý) Kur'ân'ý Kerim'i (ve hikmeti) peygamberin sünnetini (hatýrlayýnýz.) Bunlarýn ne kadar büyük birer nimet, birer irþad edici olduðunu düþününüz. (Ve Hak Teâlâ'dan korkunuz) onun buyurduklarýna muhalefetten sakýnýnýz. (Ve biliniz ki. Allah Teâlâ þüphesiz herþeyi bilir) onun bilmesinden hiç bir þey hariç kalmaz. Binaenaleyh sizlerin aile hayatý hakkýndaki bütün yaptýklarýnýzý, düþündüklerinizi de hakkýyla bilir. Artýk ona göre hareket ediniz.

Rivayete göre bu âyeti kerime, ensardan Sabit Ibni Yesar adýndaki bir zatýn bir boþama muamelesinden dolayý nazil olmuþtur. Bu zat ailesini ric'Ý talakla boþamýþ, kadýn iddetini bitirmeðe yaklaþýnca onu tekrar boþamýþ, bununla kadýna zarar vermek, iddetini uzatýp onu üzüntüde býrakmak istemiþ. Halbuki, bu insanlýða ve insanlýk merhametine ters düþmektedir. Binaenaleyh bu gibi hareketler mü s I uman I ara yasaklanmýþtýr.

232.      Ve kadýnlarý boþadýðýnýzda, onlar da iddetlerini sonuna erdirince kendi aralarýnda güzelce anlaþtýklarý takdirde iki tarafta razý olursa kocalarý ile tekrar evlenmelerine mâni olmayýnýz. Sizden Allah'a ve ahiret gününe inanmýþ olanlara iþte bununla öðüt verilir. Bu husus sizin için daha faydalý ve daha temizdir Allah Teâlâ bilir, sizler bilmezsiniz.

232. Bu âyeti kerime, evliliði iade etmenin meþru, buna engel olmanýn yasak oluþu hakkýndadýr. Rivayete göre Makil Ibni Yesar, kýzkardeþini bir þahýsla evlendirmiþ, sonra bunlarýn arasýnda nasýlsa bir boþama meydana gelmiþ, fakat piþman olup yeniden birbiriyle evlenmek istemiþler. Makil ise buna mâni olmuþ, eðer onunla yeniden evlenirsen yüzüm yüzüne haram olsun diye kýzkardeþine darýlmýþ. Ýþte böyle bir hâdise üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþ, Makil bundan haberdar edilince hemen       nikâha razý olmuþ, Allah'ýn emrine boyun eðdiðini söylemiþtir. Bu âyeti celile de buyuruluyor ki: Ey müminler!. (Ve kadýnlarý boþadýðýnýzda, onlar da) boþama ile ilgili (iddetlerini sonuna erdirince) aranýzda ayrýlýk meydana gelir, fakat daha sonra piþman olurlarsa (kendi aralarýnda güzelce anlattýklarý) takdirde þeriatýn kabul edeceði bir tarzda, helâl bir akid ile (Ýki tarafýn rýzasýyla) iki tarafýn razý olmasýyla kadýnlarýn (kocalarý ile tekrar evlenmelerine mâni olmayýnýz.) Böyle bir men, onlarý zarara, düþ kýrýklýðýna götürebilir. Þu kadar var ki, bir veli benzer mihirden noksan ile veya dengi olmayan bir kimse ile evleneceði takdirde kadýnýn nikâhýna mâni olabilir. Bu bir gayri meþru engel sayýlmaz. (Sizden) Ey insanlar!. (Allah'a ve ah i ret gününe imân edenlere iþte bununla) bu beyan edilen men etmeme hükmü ile öðüt verilir. Bu husus) bu öðütü kabul ve gereði ile amel etmek (sizin için daha faydalý) dir. Daha menfaat vericidir. (Ve daha temizdir), günah þüphesinden daha beridir, daha temizdir. (Ve Allah Teâlâ) nelerde fâide ve temizlik olduðunu (bilir, sizler bilemezsiniz.) Velhasýl Cenab-ý Hak neleri emrederse sizin iyiliðiniz, kurtuluþunuz ve necatýnýz onlarla mümkündür. Artýk bütün ilâhî hükümlere uymaya çalýþýnýz.

§ "Talâk", lügatte boþamak hissi veya manevî bir baðdan kurtulmak demektir. Þer'an nikâh akdini hususî lafýzla hemen veya daha sonra fil'meal ortadan kaldýrmak ve geçersiz saymaktýr.

§ "Tatlîk de" eþi boþamaktan dolayý aradaki evlilik baðýný usulü dairesinde koparmaktýr.

§ "Talâklar üç kýsýmdýr". Birincisi: Ric'î Talâkdýr ki, bu eþle cinsî münasebette bulunduktan sonra yapýlan ve açýkça veya iþaret yoluyla sayýsýna veya bir þeye karþýlýk olmayan ve baln falaka delâlet eden bir vasýf ile vasýflanmýþ olmayan ve bir þeye benzetilmiþ bulunmayan talâktýr. Gerek açýk lâfýzlardan ve gerek ric'î talâki gerektiren kinayeli lâfýzlardan biriyle olsun. Meselâ: Sen boþsun, sen boþ olmuþsun. Seni boþadým, boþ ol, seni boþadým denilse bunlarla niyete muhtaç olmaksýzýn birer ric'î talâk vâki olur. Þart olsun sözü ile de talâkta örten kullanýlan yerlerde yalnýz bir ric'î talâk tahakkuk eder. Velevki üç talâka niyet edilsin. Ýkincisi: Bain talâkdýr ki, eþle cinsi temasdan takarrüpten evvel vâki olan, veya temasdan sonra bain talâki ifade eden kinayeli bir lâfýz ile yapýlan veya açýk bir lâfýz ile yapýlýp da açýkça veya iþaret yoluyla üç sayýsýna veya bir bedele baðlý bulunan veya bain talâk delâlet eden. Bir vasýfla vasýflanan veya bir þeye benzetilen talâktýr. Meselâ: Bir kimse eþine hitaben talâk niyetiyle: Sen bain talakla boþsun, sen bain talakla boþanmýþsýn senden ayrýldým. Seni terkettim, benden uzak ol, aramýzda nikâh yoktur, seni býraktým, çýk, git, cehenneme git, sen burs ün sözlerinden birini söylese bir bain talâk vücude gelmiþ olur. Kezalik bir kimse eþine: Seni üç talâk ile boþadým, veya benden üç talâk ile boþ ol dese üç bain talâk vâki olur. Iddet içinde veya farklý zamanlarda üç defa yapýlan birer talâk ile de üç talâk tahakkuk etmiþ olur. Meðer ki, arada usr u dairesinde baþka bir meþru nikâh bulunursa bu gerçekleþmez.

§ "Ric'at" = rücu: Lügatte geri dönmek ve döndürmek manasýnadýr. Þer'an: ric'î talâkdan sonra iddet içinde henüz baki olan nikâhý sözle veya fiille devam ettirmekten ibarettir. Meselâ eþ, ric'î talakla boþamýþ olduðu kadýna: Iddeti içinde sana müracaat ettim, veya sen benim esimsin dese veya onunla cima yapsa veya þehvetle boynuna s arý Isa ona geri dönmüþ, yani onu nikâhý altýnda tutmuþ bulunur.

§ "Tehlil": Galiz haramlýðý, yani üç talâk ile meydana gelen haramlýðý kaldýrarak evvelki eþ için nikâhýn yenilenmesini helal kýlan bir muameledir ki, ikinci bir nikâh ile cinsel temastan ibarettir. Buna (hülle) denir. Bu ikinci nikâh ve cinsel iliþkiden takarrüpten sonra ikinci koca vefat eder veya boþarsa bu kadýn iddet bekledikten sonra Ýlk kocasý ite yeniden evlenebilir. Bu ikinci kocaya (muhallil), birinci kocaya da (muhallelün leh) denilir.

§      "Bilindiði üzere nikâhýn meþruluðu, Ýnsanlýðýn bir selâmet ve temizlik içerisinde yaþamasýný temin etme hikmetine dayalýdýr. Ýnsanlýk âlemi ancak nikâh sayesinde

bir ahenk ve intizama sahip olmuþtur, Ýnsanlýk silsilesi ancak nikâh sayesinde takdir edilen zamana kadar devam eder. Dünyaya gelen çocuklar, birer meþru pederin jefkati sayesinde yetiþirler. Bu sayede nesebleri ortaya çýkar, Ýçtimaî bað kuvvet bulur bir çok felâketlere, ihtiraslara sebebiyet verecek olan gayri meþru iliþkilerden kaçýnýlmýþ olur. Kadýnlar da þereflerini, kýymetlerini muhafaza etmiþ, kendilerini rezillikten, hayvan derecesine düþmekten kurtarmýþ bulunurlar. Özellikle Ýslâm ailelerinin, cemiyetlerinin meydana gelmesi, Ýslâmiyete hizmet etmeleri birer meþru nikâh sayesinde mümkün olmaktadýr. Bunun içindir ki: Bir hadisi þerifte: Evleniniz, çoðalýnýz, çünkü ben klyamet günü sizinle ümmetlere karþý iftiharda bulunurum buyrulmuþtur...

Binaenaleyh nikâhýn kadrini bilmelidir, kat'î bir lüzum görülmedikçe boþama hadiselerine meydan vermemelidir. Bununla beraber içtimaî hayatta bazen garip hareketler, duygular, hoþ olmayan davranýþlar yüz gösterir, bu gibi hallerin iyi þekilde giderilmesine çalýþmak bir ahlâkî vazifedir. Fakat bazen bu mümkün olmayabilir. O halde daha büyük bir hâdiseden kurtulmak için boþamaya tevessül edilmesi lâzým gelir. Þu kadar var ki boþama, korkunç ve çok kere piþmanlýðý gerektiren bir harekettir. Bu hususta mümkün mertebe nefse hakim olmak, orta yoldan ayrýlmamak lâzýmdýr. Böyle bir kabiliyet ise kadýnlara nispetle erkeklerde daha fazladýr. Bir de erkekler, eþlerinin mihirlerini, nafakalarýný vermekle mükelleftirler. Bu bakýndan da kadýnlara tercihen boþama hakkýna erkekler sahip bulunmuþlardýr. Þu kadar var ki, erkekler de bu konudaki þer'î izni kötüye kullanmamalýdýrlar. Gerektirdiðinde bir veya iki ric'î talâk ile yetinmelidirler ki, piþmanlýk yüz         gösterince elden çýkan þeyi telâfi etmeye imkân bulunsun. Fakat bir erkek, fazla düþmanlýk ve nefret gösterir de eþini bain talâk ile, yani ayrýlýðý kesin olarak

gerektiren bir tabir ile bir veya iki defa boþarsa artýk geri dönüþe hakký kalmaz bilahara piþman olur, boþadýðý kadýn da evliliðin yenilenmesini arzu ederse aralarýnda yeniden evlenme caiz bulunur. Bu halde kadýna da böyle kabul etmek ve etmemek selahiyeti verilmiþtir.

Þayet böyle ihtiyatlý bir surette hareket edilmez de bir erkek, karýsýný üç talâk ile boþarsa artýk ona ne geri dönebilir, ne de onun rýzâsý ile nikâhý yenileyebilir. Çünkü bu takdirde nikâh nimetine karþý nankörlükte bulunmuþ, gelecekte piþmanlýk meydana geleceðini düþünmemiþ, kadýna karþý da son derece nefret ve düþmanlýk göstermiþ olur. Binaenaleyh bunlarýn hemen evliliði yenilemeleri artýk uygun olamaz. Böyle kolaylýkla yeniden evlilik selahiyetini elinden çýkaran bir erkeðin bir nimete nankörlük cezasý olmak üzere müþkil bir durumda bulundurulmasý, bir hikmet ve menfaat gereðidir. Bununla beraber bu baðý artýk hayat boyu yenileme imkânýnýn büsbütün kaldýrýlmasý da sosyal hayatýn ihtiyaçlarýna, eyilimlerine tamamen uymayacaðý cihetle bu baðýn yenilenmesi, boþamada bulunan kocaya bir ruhanî ceza, bir vicdanî azap olmak üzere bir hülle usulüne baðlanmýþtýr. Bu usul baþkalarý için de bir uyarý vesilesidir. Buna meydan vermemelidir.

Maamafih bir kadýnýn baþlangýçta bir erkekle meþru surette evlenmesi nasýl uygunsuz görülmezse, o erkekten ayrýldýktan sonra diðer bir erkek ile de yine meþru surette evlenmesi uygunsuz görülemez. Elverir ki, bu ikinci nikâh da geçici deðil, mutlak surette vuku bulsun, bir fasit þarta baðlý bulunmasýn. Daha sonra bu ikinci koca ölürse veya kendi arzusu ile boþarsa o kadýn iddetini bitirdikten sonra isterse Ýlk kocasý ile yeniden kendi arzusuyla nikâh akdi yapabilir. Bunu ayýplamaya mahal yoktur. Böyle bir þer'î cevaz da insanlýk hakkýnda ilâhî merhametin bir eseridir.

 

 

 

 

233. Anneler çocuklarýný tam iki sene emzirirler, emzirmeyi tamam yaptýrmak isteyen için. Bu annelerin nafakalarý ve elbiseler örfe uygun olmak üzere babaya aittir. Hiçbir þahýs kendi gücünden fazlasýyla mükellef olmaz. Ne bir ana çocuðu sebebiyle, ne de bir baba evlâdý sebebiyle zarar sokulmasýn. Mirasçý üzerine düþen de onun aynýsýdýr. Ýmdi ana ile baba kendi rýzalarý ile ve bir danýþma ile çocuðu memeden kesmek isterlerse ikisinin üzerine de bir günah yoktur. Ve siz çocuklarýnýzý baþkasýna      emzirtmek isterseniz vereceðiniz emzirme ücretini iyilikle teslim ettiðiniz takdirde yîne size bir günah yoktur. Ve Allah Teâlâ'dan korkunuz ve biliniz ki. Allah T e âlâ yaptýðýnýz þeyleri þüphe yok hakkiyle görücüdür...

233.      Bu âyeti kerime, yeni doðan çocuklar hakkýnda analarýnýn, babalarýnýn ve onlara mirasçý olabilecek kimselerin vazifelerini, selâhiyetlerini bildirmektedir. Þöyle ki: (Anneler) boþanmýþ olsunlar olmasýnlar (çocuklarýný tam iki sene emzirirler) süt müddetinin en çoðu böyle iki senedir. Analar yavrularýný böyle iki sene emzirmelidirler. Bu onlar için istihsan yoluyla bir vazifedir. Maamafih böyle ( emzirmeyi tamam) iki sene (yaptýrmak isteyen) babalar (içindir) bunlar istemezlerse iki seneden evvel de emzirmeye nihayet verilebilir, (bu annelerin nafakalarý ve elbiseleri uygun bir þekilde* hallerine uygun ve gerektiðinde hakîmin takdiriyle birer (mevlüdünleh) olan babalar (üzerinedir.) Ve (hiç bir kimse kendi gücünden fazlasýyla mükellef olmaz.) Binaenaleyh bir baba güç ve kudretinden fazla nafaka vermekle mükellef olmayacaðý gibi bir anne de kudreti bulunmadýðý takdirde çocuðunu emzirmekle mükellef bulunmaz. Binaenaleyh (ne bir ana çocuðu sebebiyle, ne de bir baba evlâdý sebebiyle zarara sokulmasýn) bunlardan kudretleri üstünde bir þey istenilmemelidir. Meselâ: Bir anne çocuðunu emzirmeðe mecbur edilmemelidir. Emzirmek isteyince de çocuk ondan alýnmamalýdýr. (Mirasçý üzerine düþen) vazife de baba üzerine düþen vazife gibidir, mirasçý (da) bu hususta (onun gibidir.), baba gibi çocuðun emzirilmesini saðlayacaktýr. Bu mirasçýdan maksat, çocuðun zirahmi mahremi yakýn akrabasý olan kimsedir. Bir çocuðun babasý vefat etmiþ, kendisine bir mal kalmamýþ ise onun süt annesine verilecek nafakayý, ücreti bu mirasçýnýn vermesi lâzým gelir. Ýmdi ana ile baba çocuklarýnýn halini nazara alýrlar, daha iki sene tamam olmadan onlarý sütten kesmeyi (kendi rýzalariyle) düþünür (ve) bu husustaki (bir danýþma ile) bunda bir zarar olmadýðýný anlarlarsa o halde selâhiyetleri vardýr. (Çocuðu memeden kesmek isterlerse) kaesebilirler. Bundan dolayý (ikisinin üzerine de bir günah yoktur ve) maamafih çocuk için baþka süt ana bulunmasý da caizdir. Þöyle ki: (Siz çocuklarýnýzý baþkasýna emzirtmek isterseniz) o baþkasýna iki tarafýn rýzasiyle (vereceðiniz emzirme ücretini iyilikle) dinen güzel görülen ve herkesçe kabul edilen bir surette süt anaya (teslim ettiðiniz takdirde yine size bir günah yoktur.) Elverir ki, süt verene, süt emene bir zarar verilmiþ olmasýn (ve) bu gibi hükümlere riayet hususunda (Allah Teâlâ'dan korkunuz) gayri meþru bir harekette bulunmayýnýz. (Ve biliniz ki. Hak Tealâ Hazretleri yaptýðýnýz þeyleri þüphesiz tamamiyle görmektedir.) Ona göre mükâfat ve ceza verecektir. Artýk evlâtlarýnýz hakkýnda da ona göre muamelede bulununuz.

 

 

 

234.    Ve sizlerden vefat edip de geriye eþler býrakanlarýn eþleri kendileri hakkýnda dört ay on gün beklerler. Sonra iddetlerinin sonuna erince artýk nefisleri hakkýnda uygun þekilde yapacaklarý þeyden dolayý sizin üzerinize bir günah yoktur. Ve Allah Teâlâ yapacaðýnýz þeylerden haberdardýr.

234. Bu âyeti kerime, kocalarý vefat eden kadýnlarýn iddet sürelerini beyan etmektedir. Þöyle ki: Ey müslümanlar!. Sizlerin boþayacaðýnýz kadýnlarýn iddetleri bildirilmiþti (Ve sizlerden vefat edip te geriye eþler býrakanlarýn eþleri) ise (kendileri hakkýnda dört ay on gün beklerler.) Bu ölüme baðlý bir iddettir. Bu müddet zarfýnda kimse ile evlenemezler. Bu bilicap sabittir. Ve bir zaruret bulunmadýkça kocanýn vefat ettiði evden çýkmazlar, bu da gerekli olan bir vazifedir. Ziynetlerini de býrakýrlar, kocalarýnýn hâtýralarýna riayet eder vefatlarýndan dolayý üzüntülerini göstermiþ olurlar. Buna þeriat dilinde: "hidad" veya "ihdâd" denilir ki, (Sonra iddetlerinin nihayetine erince) yani ölüme baðlý bekleme son bulunca (artýk kendileri hakkýnda uygun þekilde) þeriatýn inkâr etmiyeceði bir suretle (yapacaklarý þeyden dolayý) meselâ meþru surette süslenmelerinden veya baþkasiyle evlenmeðe aday olmalarýndan dolayý ey onlarýn velileri ve ey müslümanlar (sizin üzerinize bir günah yoktur.) Artýk bundan sorumlu olmazsýnýz. Elverir ki, ölüme baðlý bekleme süresi tamam olsun. Bu müddete riayet etmek, bir hikmet ve menfaat gereðidir. Bu müddetten hem hayýz müddeti geçmiþ hem de rahimde çocuk bulunmadýðý anlaþýlmýþ olur. Þayet çocuk bulunduðu anlaþýlýrsa o doðuncaya kadar yine baþkasiyle evlenmek caiz omaz. Bununla beraber bu müddet, nikâhýn son bulmasýndan dolayý bir üzüntü alametidir ve vefat eden kocanýn hatýrasýna bir saygý iþaretidir. Binaenaleyh buna riayet etmek lâzýmdýr. (Ve Allah Teâlâ yapacaðýnýz þeylerden haberdardýr.t Artýk onun bövle vüksek, hikmetli emirlerine muhalefetle bulunmayýnýz, sonra sorumluluktan kurtulamazsýnýz.

 

 

 

 

235. Kadýnlar ile evleneceðinize dair kinaye yoluyla isteðinizi göstermenizden veya bu arzuyu gönlünüzde gizlediðinizden dolayý üzerinize bir günah yoktur. Allah Teâlâ bilmiþtir ki, siz onlarý elbette anacaksýnýzdýr. Ancak kendileriyle gizlice sözleþmeyiniz. Ancak uygun þekilde bir söz söylemeniz müstesna. Ve ölüme baðlý bekleme süresi nihayet bulmadýkça da nikâh akdi yapmaya kalkýlmayýnýz ve biliniz ki. Allah Teâlâ gönüllerinizde olaný þüphe yok ki bilir. Artýk ondan sakýnýnýz ve biliniz ki Hak Teâlâ þüphesiz gafurdur, halimdir.

235.    Bu âyeti kerime, kocalarýnýn vefatýndan dolayý iddet bekleyen kadýnlar hakkýnda bazý dinî hükümleri kapsamaktadýr. Þöyle ki: Ey müslümanlar! Ölüme baðlý iddet bekleyen (kadýnlar ile evleneceðinize dair tariz yoluyla arzunuzu göstermenizden) dolayý günahkâr olmazsýnýz. Tariz, sözü örtülü söylemek, iþidenlerin bir düþünme neticesinde anlayacaklarý söz demektir. Zýddý açýk konuþmaktýr. Meselâ: Bir dul kadýna karþý "sen güzelsin", "sen iyi birisin", "ben evlenmek istiyorum", "ben sana raðbet ediyorum" denilmesi birer tarizdir. Ýþte böyle bir kinayeli söz, güzel bir niyete, hakikaten evlenmek niyetine baðlý olursa bir günaha sebep olmaz. (Veya bu raðbeti) böyle kinayeli þekilde göstermeyip de (gönlünüzde gizlediðinizden dolayý) da (üzerinize bir günah yoktur) yani: Evlenmeyi açýkça ve tariz yoluyla söylemeyip de yalnýz buna kalben niyette bulunmakla, veya yalnýz selâm vermekle veya hediye göndermekle bir günah iþlenmiþ olmaz. Bunlar, dinî yasaklarý ihlal etmez. Bu gibi eðilimlerden sakýnmak zordur. (Allah Teâlâ bilmiþtir ki, sýz onlarý elbette anacaksýnýzdýr.) Yâni: Ýddet I eri bitince nikâhlarýna açýkça talip olacaksýnýzdýr. Binaenaleyh bunu tariz yoluyla iddet içinde bildirmenizden veya buna kalben karar vermenizden dolayý sorumlu olmazsýnýz. (Ancak) bu hususta (kendileriyle gizlice sözleþmeyiniz) yâni: Onlar ile cinsel yakýnlaþmada bulunacaðýnýzý aralarýnýzda gizlice konuþmayýnýz veya birbirinizle evleneceðinize dair aranýzda gizlice and içmeyiniz. Veya baþkasýyla evlenmemeye söz vermeyiniz veya iddet içinde nikâh vadinde bulunarak cinsel iliþkiye cür'et etmeyiniz. (Ancak uygun þekilde bir söz söylemeniz müstesna) yâni meþru þekilde kinayeli konuþmanýz veya iyilik vadinde bulunmanýz veya sanma ihtimam göstermeniz ve çýkarlarýný koruyacaðýnýza dair münasip bir söz söylemeniz günahý gerektirmez. (Ve ölüme baðlý iddet nihayet bulmadýkça da nikâh akdi yapmaya kalkýþmayýnýz.) Öyle bir nikâh, akdedilmiþ olmaz. Buna cür'et edenler sorumluluktan kurtulamazlar. (Ve biliniz ki Allah Teâlâ gönüllerinizde olaný þüphe yok bilir.) Binaenaleyh tarizden maksadýnýzý ve nikâha karar verip, vermediðiniz!, ve yasaklara riayet edip etmiyeceðinizi gerçekten bilir, ona göre hareket ediniz ve (artýk ondan korkunuz) emirlerine muhalefet etmeyiniz. (Ve biliniz ki. Hak Tealâ þüphesiz gafurdur.) Ýþlemiþ olduðunuz bir günahtan dolayý ümitsizliðe düþmeyiniz, tövbekar ve afdileyici olunuz, o Yüce Yaratýcý bu halde sizi af ve maðfiret buyurur ve o Yüce Yaratýcý (halimdir) kullarý hakkýnda hak etmiþ olduklarý azabý acele etmez, kaybedilenin kazanýlabilmesi için uygun bir vakit býrakýr, bu surutle kullarý hakkýnda rahmet ve merhametin! göstermiþ olur. Artýk insan, daha hayatta iken kusurlarýný bilip bunlardan kurtulmanýn yolunu takib etmeli, o gafur ve halim olan Yüce Yaratýcýnýn af ve maðfiretine sýðýnmalýdýr.

 

 

 

 

236.      Kadýnlarý daha kendilerine temas etmediðiniz halde veya onlara bir mihr belirlememiþ olduðunuz halde boþamýþ olursanýz üzerinize bir günah yoktur. Þu kadar ki; onlarý yararlandýrýnýz. Zengin üzerine gücü nisbetinde, dar halli olan da gücüne göre ve uygun þekilde bir m ut'a vermek ic ab eder. Bu m ut'a iyilik edenler üzerine gerekli olan bir haktýr.

236. Bu âyeti kerime daha cinsel birleþme olmadan boþanmýþ kadýnlar hakkýnda yapýlmasý gereken güzel muameleyi göstermektedir. Þöyle ki: Ey müslümanlar!. Bir lüzum   ve menfaattan dolayý (kadýnlarý daha kendilerine temas etmediðiniz) aranýzda cinsel birleþme bulunmadýðý (halde) boþamanýzda bir günah yoktur, insanlýk hali buna lüzum görülebilir. (Veya onlara bir mihr belirlememi; olduðunuz halde boþamýþ olursanýz) yine (üzerinize bir günah yoktur.) Bu da caizdir. (Þu kadar var ki) bu gibi hâdiseler vuku bulunca (onlarý) o boyadýðýnýz kadýnlarý mahrum býrakmayýn (yararlandýrýnýz) boþamadan ileri gelen hüzün ve kederlerini, nefretlerini gidermeye, azaltmaya çalýþýnýz. Þöyle ki: Eðer mihr belirtilmiþse, cinsel temasdan önce boþamaktan dolayý bu mihrin yarasýný vermek lâzým gelir. Ve eðer mihir belirlenmediði halde cinsel birleþme meydana gelmiþ ise kadýna, dengi bir kadýnýn mihri ne ise onu vermek icabeder. Fakat hem cinsel birleþme olmamýþ, hem de mihir konuþulmamýþsa bir müt'a lâzým gelir. Bu da (zengin olan) koca (üzerine gücü nisbetinde) servetine göre (dar halli olana da gücüne göre) kendi kudretine göre (ve uygun biçimde) dinin güzel gördüðü þekilde üzere (bir müt'a vermek icabeder.) Müt'a ise bir kat elbisedir. Bunun en az miktarý ise bir baþörtüsü ile bir entari ve bir çarþaftýr. (Bu müt'a iyilik edenler) nefislerine güzel muamele yapanlar, baþkalarýnýn hukukuna saygý gösterip iyilikte bulunmak isteyenler (üzerine gerekli olan bir haktýr.) Bir gerekli vazifedir. Bunu güzelce ifa etmelidir, Ýslâmiyet, insaniyet bunu emreder. Her aile, kendi servetine, kendi içtimai durumuna göre bu gibi üzerine düþen vazifeleri güzel biçimde verine getirmelidir.

237. Ve eðer onlarý daha kendilerine temasta bulunmadan boþar da onlar için mihir belirlemiþ bulunursanýz o zaman bu belirlediðiniz mihrin yarýsý lâzým gelir. Meðer ki o kadýnlar affetsinler veya nikâhýn düðümü elinde bulunan affeylesin ve sizin affetmeniz takvaya daha yakýndýr ve aranýzdaki iyiliði unutmayýnýz. Þüphe yok ki, Allah Teâlâ yaptýðýnýz þeyleri hakkýyla görücüdür.

237.  Bu âyeti kerime, boþanmýþ kadýnlarýn haklarýna dair bazý hükümleri bildirmektedir. Þöyle ki: Ey müslümanlar!.. (Ve eðer onlarý) zevcelerinizi (daha kendilerine temasta bulunmadan) onlarla bir kere olsun cinsel iliþkide bulunmadan (boþar da onlar için) belirli bir miktar (mihir kesmiþ bulunursanýz o zaman) üzerinize (bu kestiðiniz mihrin yarýsý lâzým gelir.) Bunu onlara vermeniz icabeder. (Meðer ki o kadýnlar affetsinler) bu yarým mihirden vaz geçsinler, bunu istemesinler, bunu baðýþlasýnlar. (Veya nikâhýn düðümü elinde bulunan) nikâh akdini çözmek selâhiyetine sahip olan erkek (affetsin) bu mihrin yarýsýný deðil, tamamýný vermek istesin. (Ve sizin affetmeniz takvaya daha yakýndýr.) Ey eþlerini boþayan erkekler!. Siz bu hususta daha cömert olmalýsýnýz, madem ki eþlerinizi nikâh nimetinden marum býrakmýþ oluyorsunuz, artýk onlara mihirlerinin tamamýný vermek suretiyle yardýmda, fazlaca iyilikte bulunmanýz, onlara mümkün mertebe kaybettiklerini telefide bulunmalarýna yardým eylemeniz daha ziyade dindarlýk alametidir. Maamafih kadýnlarýn da kocalarýný affetmeleri, mihirlerini onlara baðýþlamalarý bir dindarlýk niþanesidir. (Ve) elhâsýl (aranýzdaki iyiliði unutmayýnýz) her iki taraf da birbirine karþý iyiliksever olmalýdýr. Boþama hâdisesinden dolayý düþmanca bir tavýr almamalýdýr, yine elinden gelen iyilikten kaçýnmamalýdýr. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ yaptýðýnýz þeyleri hakkýyla görücüdür.) Yapacaðýnýz iyilik ve yardýmdan haberdardýr. Artýk daima iyiliksever olunuz, Allah'ýn rýzasýný kazanmaya çalýþýnýz, Hak Tealâ'nýn kutsal emirlerine saygý gösteriniz ki, dünyanýzda, âhiretiniz de kazanýlmýþ olsun.

 

 

 

 

238.  Namazlara ve orta namaza devam ediniz. Ve Allah için onu zikredici olarak kýyamda bulununuz.

238. Bu âyeti kerime, müslümanlarýn aile hayatýna ve saireye ait vazifelerini güzelce yapabilmeleri için üzerlerine düþen namaz gibi dinî vazifelerini Iâyikiyle yerine getirmeye çalýþmalarý gereðine iþaret buyurmaktadýr. Çünkü bu dinî vazîfelere önem veren bir kul, yaratýcýsýnýn diðer emirlerine de riayet eder durur. Binaenaleyh buyuruluyor ki: Ey müslümanlar!. Sizlere farz olan (namazlara ve orta namaza devam ediniz.) Bunlarý güzelce korumaya çalýþýnýz. (Ve) namazda (Allah için) ona saygý göstermek       için (onu zikredici olarak) tekbir alarak, Kur'ân okuyarak (kýyamda bulununuz) ki, bu namazýn mühim bir tarzýdýr. "Salâvet" salatin çoðuludur. "Salât" ise bilindiði       üzere namaz demektir, "orta namaz" ise tercih edilen görüþe göre ikindi namazýdýr. Nitekim bir hadisi þerifte:orta namaz, ikindi namazýdýr" diye buyrulmuþtur. Ýkindi namazýnýn böyle ayrýca zikredilmesi bunun zamanýnda iþ, güç daha fazla olduðundan buna itina edilip gaflette bulunulmamasýna tenbih içindir. Bu âyeti kerime de namazlarýn beþ vakit olduðuna da iþaret vardýr. "Salâvat" tabiri çoðul olduðu için bunun en azý üçtür. Halbuki, ikindi namazý, orta namaz olmak için ondan baþka en az dört vakit namaz daha bulunmak lâzýmdýr ki, ikindi namazý onlarýn ortasýnda bulunmuþ olabilsin.

Maamafih orta namazý, beþ vakit namazdan her hangisi olmak üzere kabul edilse yine ortada bulunabilmesi için diðer namazlarýn dört vakit olmasý icabeder. Meselâ: Sabah namazý, orta namazý olsa akþam ile yatsý ve öðle ile ikindi namazlarý arasýnda bulunmuþ olur, diðer namazlar da böyledir. Diðer bir açýdan da orta namazý olmasý ihtimalinden dolayý hepsine karþý uyanýk ve hazýr bulunmasý gereðine bir iþareti içermektedir.

 

 

 

 

239. Fakat korkarsanýz yayan veya suvâri olarak -namazýnýzý kýlýn- emin olduðunuz zaman ise Allah Teâlâ'yý sizlere bilmediðiniz þeyleri nasýl öðretti ise öylece zikrediniz.

239.       Bu âyeti kerime de namaza ait bazý dinî müsaadeleri beyan etmektedir. Þöyle ki: Ey mü s l uman I ar! Namazlarýnýzý bilinen þekliyle kýlarsýnýz. (Fakat korkarsanýz) yâni bir düþmandan veya yýrtýcý bir hayvandan veya baþka þeylerden dolayý bir korkuya düþerseniz, namazýnýzý mümkün olacaðý þekilde kýlarsýnýz. Meselâ: Mümkün ise (yayan) olarak kýlarsýnýz, bu mümkün deðilse (veya) pek tehlikeli ise (suvâri olarak) kýlarsýnýz. Bu takdirde hem yürüyerek gider, hem de namazýnýzý kýlmaya devam edersiniz, velevki yüzünüz kýble tarafýna yönelik olmasýn, velevki yalnýz iþaret suretiyle mümkün olup baþka suretle kýlmamasýn. (Emin olduðunuz zaman ise) bu korkudan kurtulup selâmet sahasýna erdiðiniz zaman ise (Allah Teâlâ'yý sizlere bilmediðiniz þeyleri) meselâ: namaz, niyaz gibi ibâdetleri ve sair vazifelerinizi (nasýl öðretti ise) Yüce Peygamber'i vasýtasýyle, Kur'ân-ý Kerim vasýtasýyle nasýl öðretti ve telkin etti ise (öylece zikredin) öylece yapmaya çalýþýn, sizin selâmetiniz dünya ve âhiret saadetiniz, bütün ilâhî emirleri yerine getirmemize baðlýdýr. Ýþte onlardan biride þudur.

 

 

 

 

240.    Sizden vefat edip de eþlerini terkedenlere eþleri için bir seneye kadar evlerinden çýkmamak üzere bir meta vasiyet etmiþ bulunmalýdýrlar. Þayet eþler çýkarlarsa onlarýn kendi nefisleri hakkýnda meþru þekilde yapacaklarý þeyden dolayý sizin üzerinize bir günah yüklenmez. Ve Allah Teâlâ azizdir, hakimdir.

240. Bu âyeti kerime Ýslâm'ýn baþlangýcýnda kocalarý vefat eden kadýnlar hakkýnda yapýlacak muameleyi beyan etmektedir. Þöyle ki: Evvelce bir erkek vefat edince karýsý mirasa nail olamazdý. Ancak kocasýnýn vefatýnda evinden çýkmayýp orada bir sene kalmak isterse bu müddete ait nafakasýný vasiyet etmekle kocasý mükellef idi. Kadýn böyle beklerse bu nafakaya hak kazanýrdý. Beklemez de daha evvel çýkarsa bu nafakaya hakký olamazdý. Daha sonra eþlerinde miras almalarý hakkýndaki âyeti kerime nazil olunca bu vasiyet hükmü yürürlükten kaldýrýlmýþ kadýnlarýn lehine olarak miras hükmü cereyana baþlamýþtýr. Bu âyeti kerime de buyuruluyor ki: Ey müslümanlar! (Ýçinizden vefat edip de eþlerin! terkeden) erkek (ler, eþleri için bir sene kadar evlerinden çýkmadýklarý takdirde bir meta) bir nafaka ve elbise (vasiyet etmiþ bulunmalýdýrlar.) Maamafih eþler istedikleri gibi hareket edebilirler. (Þayet zevceler) böyle bir sene durmaz da (çýkarlarsa onlarýn kendi nefislerinde yapacaklarý meþru bir þeyden) meselâ süslenmelerinden, bir sene iddet beklememelerinden ve bu suretle bir senelik nafakalarýný alamayacaklarýndan (dolayý) ey vefat eden þahsýn velileri, mirasçýlarý!., (sizin üzerinize bir günah yoktur.) Onlar kendi haklarýný kullanmýþ olurlar. (Ve Allah Teâlâ azizdir) mülkünde dilediði gibi tasarrufta bulunur, kudreti herseye kâfidir. Ve o Yüce Yaratýcý (hakimdir) her fi'li, her emri bir hikmete dayalýdýr ve o fiillerinden dolayý sorumlu tutulamaz. Binaenaleyh onun bütün, emir ve yasaklarýna uymaya çalýþmalýyýz.

 

 

Ynt: Bakara Suresi By: hafizvuslat Date: 29 Ekim 2009, 22:11:12
241. Boþanmý? kadýnlar için meþru þekilde bir meta vardýr ki, bu korunanlar üzerine bir haktýr.

241.     Bu âyeti kerime, Ýslâm dininin kadýnlarý ne kadar himaye buyurduðunu göstermektedir. Þöyle ki: Gerek elmadan önce ve gerek sonra (boþanmýþ kadýnlar için) kendilerini boþamýþ olan kocalarý üzerine (meþru þekilde) imkân ölçüsünde, halleriyle mütenasip adete uygun biçimde (bir meta) bir nafaka veya müt'a (vardýr ki, bu) nafakayý temin etmek ve müt'a vermek (takva sahibi) mü'min kullar (üzerine bir haktýr) bunu kendileri vermezlerse mahkeme vasýtasýyle elde etme cihetine gidilebilir. '236) ýnca âyeti kerimeye de bakýlabilir!..

 

 

 

 

242.  Ýþte Allah Teâlâ âyetlerini böyle beyan buyuruyor, tâki aklýnýzla düþünüp anlayasýnýz.

242.       Bu âyeti kerime bizleri tefekküre, düþünmeye ve dinî hükümlerimizi güzelce fikretmeye sevketmektedir. Çünkü bütün dinî hükümler, birer hikmet ve menfaata dayanmaktadýr. Bunlarýn bu yüksek mahiyetlerini ancak akýl ve bilgisini güzelce kullananlar hakkýyla anlayabilir. Evet... Buyuruluyor ki: (Ýþte Allah Teâlâ âyetlerini) hayat= ve ölümden sonrasýna dünya, âhirete ve aile hayatýna ait hükümleri, delilleri (böyle beyan buyuruyor. Tâki aklýnýzla düþünüp anlayasýnýz) aklýnýzý güzelce kullanarak düþünesiniz ve tefekkürde bulunasýnýz. Cenab-ý Hakkýn kutsî hükümlerine uyma konusunda kusur etmeyesiniz. Bütün bu gibi içtimaî meselelerdeki hukukî hikmetleri de güzelce anlayarak gereklerine göre hareket edesiniz. Çünkü insanlýk cemiyetinin asýl selâmet ve saadeti bu sayede mümkün olur.

 

 

 

 

243.     Görmedin mi o kimseleri ki, onlar binlerce kiþi olduklarý halde ölümden sakýnarak yurtlarýndan çýktýlar. Allah Teâlâ ise onlara ölünüz diye emretti. Sonra da onlarý diriltti. Þüphe yok ki, Allah Teâlâ insanlar hakkýnda lütuf sahibidir. Fakat insanlarýn pek çoklarý þükretmezler.

243. Bu âyeti kerime, insanlarý tahammüle sevketmektedir, ve takdir edilen þeylere aykýrý hareketlerin, sahiplerine fâide vermeyeceðine iþarette bulunmaktadýr. Rivayete göre israiloðullarýndan bir gurup ki, sayýlarý on bin veya otuz bin veya daha fazla idi, taun hastalýðýndan korkarak yurtlarýný terketmiþlerdi veyahut bunlarý hükümdarlarý cihada davet etmiþti, bunlar ise öleceklerinden korkarak firar etmiþlerdi. Cenabý Hak ise bunlarý öldürdü, seksen gün veya daha ziyâde ölü olarak kaldýlar, sonra peygamberleri, Hýzkýl aleyhisselâm'ýn duasiyle bunlar yeniden hayat buldular. Ýþte Cenab-ý Hak buyuruyor ki: (Görmedin mi) yani görmüþ gibi þu garip hâdiseden haberdar olmadýn mý (o kimseleri ki, onlar binlerce kiþi olduklarý halde ölümden kaçýnarak) bulaþýcý bir hastalýktan veya savaþa iþtirakten korkup (yurtlarýndan çýktýlar) baþka bir yere can attýlar. (Allah Teâlâ ise onlara ölünüz diye emretti) onlarýn ölmelerini irade buyurdu, onlar da derhal öldüler. Firarlarý kendilerine fâide vermedi. Fakat Cenab-ý Hak, kudret ve hikmetini bütün insanlýða göstermek için (sonra da onlarý diriltti) onlara ilâhî kudretinin yüceliðini anlattý, onlara bir ibret dersi verdi, Allah'ýn kazasýndan kaçýnmaya imkân bulunmadýðýný anlattý. (Þüphe yok ki. Allah Teâlâ insanlar hakkýnda ikram) ve kerem (sahibidir). Bütün emirleri ve yasaklarý onlarýn hakkýnda sýrf hayýrdýr. Artýk onlar bunun þükrünü yerine getirmeye çalýþmalý deðil midirler?. (Fakat insanlarýn pek çoklarý þükretmezler.) Bu þükür görevini ifaya koþmazlar. Böyle bir durum ise bir nankörlük alametidir. Velhâsýl: Bu hâdise, öldükten sonra dirilmenin vukuuna dair bir ilâhî delildir, insanlarý uyanmaya davete bir vesiledir. Yapýlmasý gereken bir cihada iþtiraktan kaçýnmanýn uygun olamýyacaðýna dâir bir delildir.



244. Ve Allah yolunda muharebede bulunun ve biliniz ki. Allah Teâlâ semidir, âlimdir.

244.     Bu âyeti kerime, hak yolundaki cihâdýn lüzumunu, ehemmiyetini bildirmektedir. Buyrulmu; oluyor ki: Ey müslümanlar!. Hak'ka tevekkül ediniz. (Ve Allah yolunda muharebede bulunun) tâki, dine hizmet etmiþ ve Allah'ýn dinini yüceltmeye çalýþmýþ olasýnýz. (Ve biliniz ki Allah Teâlâ semidir) cihada koþanlarýn da, ondan kaçanlarýn da sözlerini i; it ir ve Hak T e al â (alimdir.) Hepinizin hallerini, gönülle rinde kileri bilir, ona göre mükâfat ve ceza verir.

 

 

 

 

245.     Kimdir o kimse ki. Allah için güzel bir ödünç ile ödünçte bu-lunur, Allah Teâlâ da ona kat kat fazlasýyla ihsan buyurur. Ve Allah Teâlâ sýkar ve açar ve ona döndürüleceksinizdir.

245.       Bu âyeti celile de hak yolundaki fedakarlýðýn ne kadar fazla mükâfata vesile olduðunu þöylece gösteriyor: (Kimdir o kimse ki) o hakikî müslüman ki (Allah için) hak yolunda, (güzel bir ödünç ile) cihada malýný sarfetmek, fukara ve yoksullara Allah rýzasý için infakta bulunmak gibi bir suretle (ödünç de bulunur) Allah yolunda malýný ve nefsini harcar (Allah Teâlâ da ona) o salih, fedakâr kuluna (kat kat fazlasýný ihsan buyurur) yâni böyle bir güzel amele birçok sevaplar verir ki, bunun miktarýný ancak Cenâb-ý Hak bilir. Bir kavis göre bire yedi yüz misli mükâfat ihsan eder. Elverir ki, amel iyi niyete dayalý, Allah'ýn rýzasýna uygun olsun. (Ve Allah Teâlâ sýkar ve açar) yâni dilediði kulunu dar bir rýzka müptelâ eder ve dilediði kulunu bol bir rýzka kavuþturur. Bu ilâhî hikmetin gereði olan bir imtihandýr. Bunu güzelce kabul etmek lâzýmdýr. (Ve ona döndürüleceksinizdir) dünya hayatýna nihayet verilecek, bütün insanlýk âlemi âhirete sevk olunacaktýr, herkes o âlemde lâyýk olduðu mükâfat ve cezaya uðrayacaktýr. Artýk bunu düþünmeli, ona göre daha elde fýrsat varken cihat gibi, fakirlere yardým gibi güzel amellerde bulunmalýdýr.

 

 

 

 

246.     Görmedin mi Musa'dan sonra Ýsrail Oðullarýndan olan bir cemaati, ki onlar kendi peygamberlerine: Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda muharebe edelim dediler. Peygamberleri de dedi ki: Üzerinize muharebe farz kýlýnsa muharebe etmiyecek olmayasýnýz? Dediler ki: Biz ne için Allah yolunda muharebe etmeyelim, biz yurtlarýmýzdan, evlâdýmýzdan çýkarýldýk - uzaklaþtýrýldýk. Fakat vaktaki, onlarýn üzerlerine muharebe farz kýlýndý, onlar içlerinden birazý müstesna geri dönüverdiler. Allah Teâlâ ise o zâlimleri hakkýyla bilicidir.

246. Bu âyeti kerime, bir tarihî olayý bizlere bir ibret ve uyarý vesilesi olmak üzere þöylece beyan buyurmaktadýr. Ey mü'min kulum!. (Görmedin mî?) görmüþ gibi kýssalarýna vakýf olmadýn mý? (Musa'dan sonra Ýsrail Oðullarýndan olan bir cemaati) onlarýn ileri gelen bir gumbu (ki, onlar kendi peygamberlerine) müracaat ederek (bize bir hükümdar) bir kumandan (gönder de) tayin et de (Allah yolunda muharebe edelim dediler. Peygamberleri de) meþhur olan görüþe göre Ýsmail aleyhisselâm da onlara (dedi ki: Üzerinize muharebe farz kýlýnýrsa muharebe etmeyecek olmayasýnýz?) Bilahara bu sözünüzde acaba duracak mýsýnýz? Onlar da (dediler ki: Biz ne için Allah yolunda muharebe etmeyelim?) Ne için böyle bir vazifeyi yerine getirmeyelim? Özellikle bizler düþmanlarýmýz tarafýndan (yurtlarýmýzdan, evlâtlarýmýzdan çýkarýldýk) onlardan uzaklaþtýrýldýk, birçok mahrumiyetlere uðradýk (fakat) bunlar bu sözlerinde durmadýlar (vaktaki, onlarýn üzerlerine muharebe farz kýlýndý) korkmaya, canlarýný düþünmeye baþladýlar (onlar, içlerinden birazý müstesna) olmak üzere harpten (gerî dönüverdiler) savaþtan yüz çevirdiler. Artýk bunlar böyle sözlerinde durmadýklarý kendi varlýklarýný müdafadan kaçýndýklarý Peygamberlerinin emrine muhalefet eyledikleri cihetle zulmedici oldular. (Allah Teâlâ ise o zâlimleri hakkýyla bilicidir.) Onlarýn bu hareketleri Allah tarafýndan bilinmektedir, ona göre ceza göreceklerdir. Tarihen sabit olduðu üzere Musa aleyhisselâmdan sonra Ýsrail Oðullarýnýn hayat düzenler! bozulmuþ, birçok hatâlarda bulunmuþlar, doðru yoldan çýkmýþlardý. Allah Teâlâ da onlara "câlut" kavmini musallat etmiþti. Bu kavim     Mýsýr ile Filistin arasýndaki sahillerde otururlardý. Bunlara "âmâlika" denilmektedir. Bunlar, Ýsrail Oðullarýna galip gelmiþler ve birçok yerleri istilâ eylemiþler.

birçok esir almýþlar, Ýsrail Oðullarý üzerine aðýr vergiler koymuþlardý. O zaman Ýsrail Oðullarý arasýnda bir peygamber yoktu. Bilahara kendilerine Allah tarafýndan iþmuiI veya Þem'un aleyhimesselâm, peygamber gönderildi. Bu zata karþý da cephe aldýlar, eðer sen peygamber isen bize bir hükümdar tayin et de cihada atýlarak kendimizi kurtaralým dediler. Bunun üzerine "Talüt" ismindeki bir zat Beni Ýsrail'e hükümdar tayin edilmiþ, bu sayede birçok fetihler elde etmiþler, amalikanýn "Câlut" denilen kumandanýný tepelemiþler, onlarýn tecavüzlerinden kurtulmuþlardý. Nitekim '2511 inci âyeti kerime bu hususu bildirmektedir.

 

 

 

247. Ve onlara Peygamberleri dedi ki: Ýþte Allah Teâlâ size hükümdar olmak üzere Talütu gönderdi, dediler ki: Bizim üzerimize onun hükümdar olmasý nasýl olabilir? Halbuki, biz mülke ondan daha haklýyýz. Kendisine malca da bir geniþlik verilmiþ deðildir. Peygamberleri de dedi ki: Þüphesiz Allah Teâlâ onu sizin üzerinize seçmiþtir. Ve ona ilim ve cisim itibariyle de bir fazla geniþlik vermiþtir. Ve Hak T e al â mülkünü dilediðine verir. Ve Yüce Allah h erseyi kuþatýcýdýr ve bilicidir.

247.     Bu âyeti kerime, Malikiyet ve hâkimiyete kimlerin lâyýk olup olmadýklarýna iþaret etmektedir. Þöyle ki: (Ve onlara) o Ýsrail Oðullarýndan olan cemaate (Peygamberleri) olan iþmuil aleyhisselâm veya diðer bir Peygamber (dedi ki) siz düþman ile savaþmak için bir kumandan istiyorsunuz (iþte Allah Teâlâ size hükümdar) reis, kumandan (olmak üzere Talütu gönderdi) onunla beraber savaþta bulununuz. (Dediler ki: Bizim) nesebce, servetçe, ailece mevkiimiz yüksektir. Artýk bizim (üzerimize onun) bir fakir, nesebce düþkün olan T al üt un (hükümdar olmasý nasýl olabilir?) Mülkün idaresi ona nasýl verilebilir? (Halbuki, biz) sahip olduðumuz vasýflar itibariyle (mülke ondan daha haklýyýz) o bizim gibi bir peygamber veya bir hükümdar sülâlesinden deðildir. (Kendisine malca da bir geniþlik verilmiþ deðildir.) Bu kendini beðenmiþ cemaate hitaben (peygamberleri de dedi ki: Þüphesiz Allah Teâlâ onu sizin üzerinize seçmiþtir.) Elbette bu seçimi bir hikmet ve menfaat icabýdýr. Buna kim itiraz edebilir? (Ve) maamafih (ona) Talütu (ilim ve cisimce de bir fazla geniþlik vermiþtir.) Mülkün nizamýný tanzim, siyaseti güzelce idare için ilim lâzýmdýr. Düþmana karþý koymak için beden kuvveti, ruh üstünlüðü lâzýmdýr. Bu özellikler ise Talütda mevcuttur. Bu hususta yalnýzca bir neseb ve maddî ve bir servet kâfi deðildir. (Ve) maamafih bütün bu kâinat Allah indir, artýk (Allah Teâlâ mülkünü dilediðine verir) buna kimse mâni olamaz. Buna itiraza kimse selâhiyetli deðildir. (Ve Allah Teâlâ herþeyi kuþatýcýdýr) onun lütfü ve ihsaný pek geniþtir, dilediðine fazla nimet, fazla selâhiyet verir. (Ve) o Yüce Yaratýcýsý (bilicidir) herþeyin mahiyetini, liyakatini,         mülke lâyýk olup olmadýðýný bilir ve ona göre ilâhî iradesi tecelli eder. Bizler her hadisenin iç yüzünü, meydana geliþ hikmetini bilemeyiz, bizim için Allah'ýn takdirine teslimiyetten baþka kurtuluþ çaresi yoktur.

 

 

 

 

248.    Ve onlara peygamberleri dedi ki: Þübhesiz T al I üt un hükümdarlýðýna açýk alâmet, size tabutun gelmesidir ki, onda Rabbiniz tarafýndan bir s e ki net vardýr ve Musa ile Harun hanedanýnýn býraktýklarýndan bir kalýntý vardýr. Onu mele ki er yükleneceklerdir. Eðer siz mü'minler iseniz þüphe yok ki, onda sizin için kesin bir delil vardýr.

248. Bu âyeti kerime, vaktiyle Ýsrail Oðullarýný ikaz etmek için gösterilmiþ olan bir hârikayý bildirmektedir. Þöyle ki: Ýsrail Oðullarýna, Talüt, hükümdar tayin edildi (ve onlara peygamberleri) olan zat (dedi ki: Þüphesiz Talütun hükümdarlýðýna) o makama lâyýk olmasýna (açýk alâmet, size tabutun) harikulade bir surette yeniden (gelmesidir ki) o tabutta veya onun bu gelmesinde (rabbiniz tarafýndan bir sekine!) bir emniyet ve itimat, o makama lâyýk olmasýna dair sizde meydana gelecek bir kanaat (vardýr ve) onda (Musa ile Harun ailesinin) veya bizzat kendilerinin (býraktýklarýndan bir kalýntý vardýr.) Bunlar Hz. Musa'nýn asasý ve Tevrat'ýn bazý levhalarý gibi þeylerdir. (Onu) bu tabutu (melekler yükleneceklerdir.) onu getirip Talüta teslim edeceklerdir. (Eðer siz mü'minler iseniz þüphe yok ki, onda) o tabutun böyle geliþinde (sizin için kesin bir delil) Talütun hükümdarlýða lâyýk olduðuna ve bu hususta ilâhî hükmün geldiðine dair açýk bir delil ve iþaret (vardýr.) Artýk bundan bir uyarý dersi alýnýz. Din yolunda sebat ve   metanet gösteriniz, Cenâb-ý Hakkýn yardým ve lütfunu bekleyiniz. Dindar olan zatlara lâyýk olan hareket de bundan ibarettir.

§ Tabuttan maksat, Tevrat'ýn sandukudur. Bu tabutun Hz. Adem'den intikal ederek Hz. Musa'ya ulaþtýðý rivayet olunuyor. Bunun içinde býrakýlanlardan maksat da bir rivayete göre Hz. Musa'nýn asasý ile bazý tevrat levhalarý ve Hz. Harun'un asasý ile sarýðý ve bir ölçek kudret helvasý idi. Hz. Musa: Bu tabutu muharebelerde ordusunun önünde bulundururmuþ, bu ordu için manevî bir kuvvet ve bir güven temin edermiþ. Bilahara Ýsrail Oðullarý Calüta maðlûb olunca bu mübarek tabut ellerinden çýkmýþ, bunu Câlut alýp kendi ülkesine götürmüþ, bunu pis yerlere atmýþlar, bu yüzden bazý belâlara uðradýklarýný görmüþler, bu sebeple uðursuz sayarak tabutu þehir dýþýna almýþlar, Cenâb-ý Hak da bu tabutu dört melek vasýtasiyle yine i s rai i Oðullarýnýn yurtlarýna göndermiþ. T al üt un hükümdarlýðýna bir alâmet olmak için onun hanesine býraktýrmýþtýr.

 

 

 

249. Vaktaki Talût, ordusu ile hareket etti. Dedid ki: Allah Teâlâ sizi bir ýrmak ile imtihan edecektir. Ýmdi her kim ondan içerse benden deðildir ve her kim ondan tatmazsa o þüphesiz bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan müstesna. Fakat onlardan birazý müstesna olmak üzere hepsi de ondan içiverdiler. Vaktaki Talût, ve beraberindeki mü'minler ýrmaðý geçtiler. Dediler ki: Bizim bugün Câlut ile ordusuna karþý gücümüz yok. Allah Teâlâ'ya kavuþacaklarýna kanaat getirenler ise dediler ki: Nice az bir fýrka, nice çok fýrkalara Allah'ýn izniyle galip gelmiþtir. Ve Allah Teâlâ sabredenler ile beraberdir.

249.        Bu âyeti kerime, kalp saðlamlýðý ve din kuvvetine hakkýyla sahip olanlarla olmayanlar arasýndaki farký þöylece gösteriyor. (Vaktaki, Talüt) harb için yurdundan çýkýp (ordusu ile beraber hareket etti) askerlerine hitaben (dedi ki: Allah Teâlâ sizi bir ýrmak ile imtihan edecektir) sizden itaatkâr olanlar ile âsî olanlarý ortaya çýkaracaktýr. (Ýmdi her kim ondan) o ýrmaðýn suyundan (içerse benden deðildir), bana tâbi olanlardan bulunmamýþtýr. (Ve her kim ondan tatmazsa o þüphesiz bendendir), bana tâbi olanlardandýr. (Ancak eliyle bir avuç alan) onunla yetinen (müstesna) O bununla bu emre muhalefet etmiþ olmayacaktýr. (Fakat onlardan) o ordu fertlerinden (birazý müstesna olmak üzere hepsi de ondan içiverdîler.) Derken hararetleri arttý, takatleri kesildi, korkularý arttý, ýrmaðýn kenarýnda kalýverdiler. Rivayete göre bunlarýn sayýsý dört bin idi. Irmaðý geçenler de Uhud mücahidleri kadar, yani üç yüz on zâttan ibaretti. (Vaktaki Talût ve beraberindeki mü'minler ýrmaðý geçtiler) düþmanýn çokluðun görünce (dediler ki, bizim bugün Câlut ile ordusuna karþý gücümüz yok), birçok arkadaþlarýmýz geride kaldýlar, artýk onlarla savaþta muvaffak olabilir miyiz?.. Fakat içlerinden (Allah Teâlâ'ya kavuþacaklarýna kanaat getirenler ise) daha ziyade ruhsal kuvvete sahip olan mücahitler ise (dediler ki: Nice az bir fýrka, nice çok fýrkalara Allah'ýn izniyle) yardýmýyle (galip gelmiþtir.) Bir de az olduðumuz halde o fertleri, çok düþmana Allah'ýn yardýmý sayesinde galip olabiliriz. Korkmaya mahal yok. (Ve Allah Teâlâ sabredenler ile beraberdir) onlara yardým eder, kolaylýk verir. Bizler de hak yolunda sebat etmeliyiz ki, Allah'ýn sevgisine kavuþabilelim.

 

 

 

 

250.  Vaktaki Câlut ile askerlerine karþý meydana çýktýlar, dediler ki: Ey Rabbimiz!. Üzerimize sabýr yaðdýr ve ayaklarýmýzý sabit kýl ve bizlere o kâfirler güruhu üzerine yardým ver.


250. Bu âyeti kerime, tehlikeli hâdiselerden dolayý Cenâb-ý Hak'ka nasýl yakarma ve niyazda bulunulacaðýný göstermektedir. Þöyle ki: Talût ile beraberindeki mü'minler (vaktaki Câlut ile askerlerine karþý meydana çýktýlar) düþman ordusunun çokluðunu görünce Cenâb-ý Hak'ka yalvarmaya baþladýlar, niyazda bulunarak (dediler ki: Ey Rabbimiz!. Üzerimize sabýr yaðdýr) kalblerimize kuvvet ver, bizlere tahammül nasip et (ve ayaklarýmýzý sabit kýl) harp meydanýnda bizlere kararlýlýk ve kudret ver. (Ve bizlere o kâfirler güruhu üzerine yardým ihsan buyur.) Ne mübarek bir dua. Demek ki, insan, bir mühim hâdise karþýsýnda kaldý mý, evvelâ sabretmeli, sonra sebatta bulunmalý, neticesinde de Allah'ýn yardýmýna kavuþmayý niyaz eylemelidir.

 

 

 

251. Hemen onlarý Allah Teâlâ'nýn izniyle hezimete uðrattýlar ve Davut, Câlut'u öldürdü ve Allah T e âlâ ona mülk ve hikmet verdi ve dilediðinden ona öðretti. Ve eðer Hak Teâlâ'nýn insanlarý birbiriyle defetmesi olmasaydý yer yüzü mutlaka fesada uðramýþ olurdu. Fakat Allah Teâlâ âlemler üzerine lütuf ve kerem sahibidir...

251.    Bu âyeti celile de dualarýn kabul olacaðýný ve cihadýn meþru hikmetini göstermektedir. Þöyle ki: T al üt ile ordusu dua ve niyazda bulunup (hemen onlarý) Câlut ile ordusunu (Allah Teâlâ'nýn izniyle) irade ve takdiriyle (hezimete uðrattýlar) o koca ordu bu az kuvvet tarafýndan maðlûb edildi (ve Davut) Aleyhisselâm da (Calütu öldürdü. Ve Allah Teâlâ ona) Davüd Aleyhisselâm'a (mülk ve hikmet verdi) ona peygamberlik ve saltanat nasip etti. Bu ikisini birleþtiren Ýlk peygamber, Hz. Davut'dur. (ve) Cenab'ý Hak (dilediðinden ona öðretti) Hz. Davud'a Zebur kitabýný verdi. Ona memleketini idare için lâzým gelen bilgileri öðretti, ona pek güzel bir ses verdi, demirleri yumuþatýp zýrh yapmak san'atým öðretti. O da zýrh yapar, satar, maiþetini onunla temin eder, devletin hazinesine yük olmazdý. Ve cihad sahalarýna atýlarak adaleti temin etmeye çalýþýr, Allah'ýn dinini yüceltmek için koþar dururdu. (Ve eðer Allah Teâlâ'nýn insanlarý birbiriyle defetmesi olmasaydý) aralarýnda vakit vakit mücadeleler olup âlemi isi âh etmeye çalýþan zümreler bulunmasaydý (yer yüzü mutlaka fesada uðramýþ olurdu.) Yer yüzünde adale,: ve intizamdan, temizlik ve dinden eser kalmazdý. Bütün fesatçýlar, umuma karþý zorbalýða devam eder dururdu. (Fakat Allah Teâlâ) bütün (âlemler üzerine) özellikle akýl sahipleri olan insanlar hakkýnda (lütuf ve kerem sahibidir) vakit vaki iyi kullarýna yardým eder, onlarýn vasýtasiyle yer yüzünde birçok fesatlarýn ortaya çýkmasýna meydan vermez, insanlýða hak ve hakikati, bildirecek zatlarý yaratýr, insanlarý uyanmaya, hak ve hakikati müdafaaya davet buyurur. Ýþte cihadýn meþrutiyet! de bu gibi hikmetlere dayanmaktadýr. Bütün bunlar Cenab'ý Hak'kýn insanlýk için birer lütuf ve kereminden baþka deðildir. Ne mutlu bunlardan istifadeye kabiliyetli olanlara.

§ Davut Aleyhisselâm, Yakup Aleyhisselâm'ýn oðlu Yehuda'nýn neslindendir. Babasýnýn adý Iyþadýr. Bu zat on üç oðlu ile beraber Talüt'un ordusunda bulunmuþtu. Hz. Davut, bunun en küçük oðlu idi. Câlut kendisiyle düello etmek için Talüt'tan er istemiþti. Bu karþýlýklý cengi Hz. Davut, üzerine almýþ ve harp meydanýna atýlýp Calüt'u öldürmeye muvaffak olmuþtur. Bunun üzerine Talüt da kýrým Hz. Davut'a vermiþ ve Talüt'un vefatýnda yerine Hz. Davut geçerek kýrk sene hükümdarîýkta bulunmuþ, bütün Ýsrail Oðullarý onun idaresi altýnda toplanmýþtý, Iþmuil Aleyhisselâm'ýn vefatýndan sonra da Hz. Davufc'a peygamberlik verilmiþtir. Hz. Davut, Kudusî Þerifi, Haleb'i, Nusaybin'i, Uruman beldelerini, Ermenistan'ý zaptetmiþ, KUUSI Þerifi baþkent yapmýþtý. Yetmiþ yaþýnda olarak vefat etmiþtir. Ölümü Hz. Musa'nýn vefatýndan beþ yüz otuz beþ sene sonraya tesadüf etmektedir.

Hz.Davut'a verilen Zebur Kitabý, hep öðütleri, ilahiyat! ve Allah'a yakarýþlarý içine alýyordu. Þftr'î hükümleri kapsamýyordu. Hz. Davut da Musa Aleyhisselâm'ýn þeriatiyle amel etmiþtir.

 

 

 

 

252.  Ýþte bunlar Allah Teâlâ'nýn ayetleridir. Bunlarý sana hak olarak okuyoruz. Sen de þüphe yok ki gönderilmiþ olan peygamberlerdensin.

252. Bu âyeti kerime, Kur'ân'ýn açýklamalarýnýn gerçeðin ta kendisi olduðunu bildirmekte ve Rasûli Ekrem'in peygamberliðini beyan etmektedir, þöyle ki: (Ýþte bunlar) Kur'ân'ý Kerim'de zikredilen bu kýssalar, eski ümmetlere ait tarihî olaylar, özellikle Talüt, Câlut hadisesi (Allah Teâlâ'nýn ayetleridir) bundan ibret alýnmasý icap eder. (Bunlarý sana hak olarak) gerçeðin ta kendisi olarak, kimsenin inkârýna imkân bulunmayacak bir surette (okuyoruz) bunlarý Cibrili Emin vasýtasiyle sana arka arkaya inzal eyliyoruz. Bunlarda ne kitap ehli, ne de tarihçiler þüphe edemez. Bunlar, önceki kitaplarda da zikredilmiþtir. (Sen de) Habibim Ya Muhammedi (Þüphe yok ki) Yüce Katýmdan (gönderilmiþ olan peygamberlerdensin.) Evet... Yâ Resülallah! Sen peygamberlerin en faziletlisi ve sonuncususun. Sana nazil olan ve bir sonsuz mucize olan Kur'ân'ý Kerim, buna en parlak bir delildir. Artýk bütün insanlýðýn sana tâbi olmalarý lâzýmdýr. Bütün insaniyet âleminin ebedî saadeti ancak sana tâbi olmakla mümkündür

 

 

 

253. O resuller yok mu, biz onlarýn bazýlarýný bazýlarý üzerine faziletli kýldýk. Onlardan kimi vardýr ki. Allah Teâlâ onunla konuþmuþtur. Bazýlarýna da yüksek dereceler vermiþtir. Meryem'in oðlu Ýsa'ya da açýk deliller verdik ve onu ruhulkuds ile destekledik. Eðer Allah Teâlâ dileseydi onlardan sonrakiler, kendilerine o açýk deliller geldikten sonra birbirini öldürüp durmazlardý. Fakat ihtilâfa düþtüler, artýk onlardan kimi imân etti ve onlardan kimi de kâfir oldu ve eðer Allah Teâlâ dilemi; olsaydý birbirlerini öldürmezlerdi ve lâkin Hak T e al â neyi irade ederse onu yapar.

253.   Bu âyeti kerime, Yüce Peygamberlerin aralarýndaki farka ve ümmetler arasýndaki ihtilâflarýn hikmetine iþaret etmektedir. Þöyle ki: (O) kýssalarý zikrolunan (resuller yok mu, biz onlarýn bazýlarýný bazýlarý üzerine faziletli kýldýk.) Her ne kadar onlar nübüvvet ve risâlet itibariyle ayný iseler de bazý þahsî özelliklerden dolayý, bir kýsým ilâhî lütuflara kavuþmalarý sebebiyle aralarýnda fark vardýr. (Onlardan kimi vardýr ki. Allah Teâlâ onunla) vasýtasýz olarak (konuþmuþtur) mekândan, harf ve sesden uzak olarak emirlerini bizzat teblið buyurmuþtur. Nitekim Hz. Musa'ya Turisinada, bizim peygamberimize de Miraç gecesinde bizzat hitap buyurmuþtur. (Bazýlarýna da yüksek dereceler vermiþtir.) Bu yüksek derecelere sahip olan en büyük peygamber ise Hz. Muhammed'dir. Allah'ýn s al at ve selâmý üzerine olsun. O son peygamberdir, onun þeriatý önceki þeriatleri ortadan kaldýrmýþtýr. O sidretülmüntehaya yükseltilmiþtir. O makamý mahmudun sahibidir, onun ümmeti, bütün ümmetlerden fazladýr. Binaenaleyh Rasûli Ekrem Efendimizin dereceleri bütün peygamberlerin derecelerinden üstündür. Cenâb-ý Hak buyuruyor ki: (Meryem'in oðlu Ýsa'ya da açýk deliller verdik.) Ona incil'i Þerif verilmiþtir. O ölüyü diriltme, bir takým hastalýklarý iyileþtirme ve bir takým gaybdan haber verme gibi mucizelere nail olmuþtur. (Ve onu ruhulkudüs ile) temiz bir ruh ile veya Ýncil gibi bir semavî kitap ile veya Cibrili Emin ile (destekledik) takviye buyurduk. (Eðer Allah Teâlâ dileseydi onlardan) o peygamberlerden (sonrakiler) muhtelif ümmetler (kendilerine o açýk deliller) o açýk mucizeler, o görünen âyetler (geldikten sonra) uyanýr, aralarýnda güzel bir din baðý bulunur, karþýlýklý dayanýþma içinde yaþarlardý. (Birbirini öldürüp durmazlardý) aralarýnda ayrýlýklar, mücadeleler görülmezdi. (Fakat ihtilâfa düþtüler) hepsi de akýllarýný, irâdelerini güzelce kullanarak bir birlik dairesinde toplanmadýlar. (Artýk onlardan kimi) akýllýca hareket edip Cenab'ý Hak'ka (imân etti) peygamberine tâbi oldu. (Ve onlardan kimi de kâfir oldu) nefsinin kötü düþüncelerine maðlûp olarak imân þerefinden mahrum kaldý. (Ve eðer Cenab'ý Hak dilemiþ olsaydý birbirlerini öldürmezlerdi.) Fakat Hak Tealâ Hazretleri hikmeti gereði insanlara bir cüz'î irade, bir seçme hürriyeti vermiþtir. Bir kul bu iradesini, seçme hürriyetini ne tarafa sarfederse Cenab'ý Hak bunu ezelî ilmiyle bildiði için onu bu suretle yaratýr. Bu imtihan dünyasý, onu gerektirmektedir. Binaenaleyh eðer Cenâb-ý Hak, insanlarýn aralarýnda savaþ olmamasýný dilemiþ olsaydý bunda zorlama olurdu. Ýnsanlarda bir irade bulunmamýþ olurdu. Bu halde itaat eden ile isyan eden ortaya çýkmýþ olmazdý. Böyle bir "hal ise mükellefiyet esasýna tersdir, artýk insanlar kendi iradelerini hayra, ittifak ve birleþmeye yöneltirlerse Cenâb-ý Hak da onu meydana getirir, bilâkis þerre, nifak ve ayrýlýða sarf eylerler ise Hak Tealâ da onu o þekilde irâde buyurmuþ olur. Maamafih Cenâb-ý Hak irâdesinde hürdür. Herhalde bir þeyi irade edip onu yapmaða mecbur deðildir. (Velâkin Hak Tealâ neyi irade ederse onu yapar) varlýk ve yoklukla ilgili iþlerden hangisini irâde buyurursa onu meydana getirir. Ýþte savaþý ortadan kaldýrmayý irâde buyurmamasý da bu cümledendir. Bu hikmetin gereðidir. Ve bu, teklif âleminin icaplarýndandýr.

 

 

 

 

254.    Ey imân etmiþ olanlar!. Size rýzk olarak verdiðimiz þeylerden infak ediniz. Bir günün gelmesinden evvelki, onda ne alým satým, ne dostluk, ne de þefaat vardýr. O kâfirler ise iþte zalim olanlar, onlardýr.

254.   Bu âyeti kerime, cihad ile mükellef olan mü'minlerin hak yolunda infak ile de görevli olduklarýný göstermektedir. Þöyle ki: (Ey mü'minler) Ey Allah Teâlâ'ya ve onun peygamberlerine ve Ýslâm dininin bütün hükümlerine imân et mi; olan m üs l umanlar!. (Size rýzýk olarak verdiðimiz þeylerden) servetinizden, yiyecek ve içeceklere ait, ihtiyacýnýzdan fazla mallarýnýzdan Allah yolunda (infakta bulununuz.) Zekâtýnýzý veriniz, fakirlere, güçsüzlere sadaka olarak veriniz, icap ettikçe vatanýn müdafaasý uðrunda mallarýnýzdan fedakârlýkta bulunmayý bir vazife biliniz. Bunlarý ifaya çalýsýnýz (bir günün) bir kýyamet vaktinin (gelmesinden evvelki, onda) o kýyamet gününde (ne alým satým) vardýr. Bir kimse baþkasýný bir fidye vererek azaptan kurtaramaz. (Ne dostluk) vardýr. Herkes nefsim, nefsim diyerek kendisinden baþkasýný düþünemez. (Ne de þefaat vardýr.) Cenâb-ý Hak müsaade etmedikçe bir kimse baþkasýna þefaat edemez, onun kurtulmasýný temenni etmeye cür'et gösteremez. Bu gibi hakikatleri, kutsal emirleri, vazifeleri inkâr edenler ise, imândan mahrum kimselerdir. Artýk (o) gibi (kâfirler ise) öyle zekâtý ve diðer dinî hükümleri inkâr edenler ise (iþte) asýl (zâlim olanlar onlardýr.) Binaenaleyh öyle zâlimlere bakmayýnýz, onlar gibi hareket etmeyiniz. Üzerinize düþen vazifeleri yerine getirmeye çalýþýnýz, size bunlarý emreden Yüce Yaratýcýnýn kudret ve büyüklüðünü mükâfat ve cezasýný düþününüz de onun kutsal emirlerine karþý gelmekten sakýnýnýz ki, siz de o gibi zalimlere katýlmýþ olmayasýnýz.

 

 

 

255. Allah Teâlâ ki, ondan baþka bir mabut yoktur. Hayy ve kayyum olan odur. Onu ne uyuklama ne de uyku tutmaz. Göklerde ne varsa yerde ne varsa hep onundur. Onun izni olmaksýzýn onun yanýnda þefaat edecek olan kimdir?. O yaratýklarýnýn seçmiþleri ve gelecekleri ne varsa hepsini bilir. Ve onun yaratýklarý onun dilediðinden baþka onun malumatýndan bir þeyi kavrayamazlar. Onun kürsüsü göklerden ve yerden daha geniþtir. Göklerin ve yerin korunmasý ona aðýr gelmez. Ve en yüce ve en ulu olan da ancak odur...

255. Bu âyeti kerime, "ayetülkürsi" adýný taþýmaktadýr ve Allah'ýn sýfatlarýný bildiren Kur'ân âyetlerinin en yücesi olmakla vasýflanmýþtýr. Þöyle buyuruluyor ki: (Allah Teâlâ) o en kutsal zat, o Yüce Yaratýcý (ki ondan baþka) bir yaratýcý ve ondan baþka (bir mabut yoktur) ilahlýk ve mâbutluk yalnýz ona mahsustur. (Hayy ve kayyum olan odur) ezelî ve ebedî olan hayat onun hayatýdýr. Onda yokluk ve zeval asla meydana gelmez. Ve o kendi zâtýyla varlýðýný devam ettirmektedir, varlýðý gerekli olandýr. Varlýðýnda hiçbir kimseye muhtaç deðildir. Bütün kâinatý yaratma, idare etme ve koruma ona aittir. (Onu ne uyuklama ne de uyku tutmaz.) Ona hâþâ gaflet gelmez, o dâima yaratýklarýn hallerini bilir. (Göklerde ne varsa, yerde ne varsa hep onundur.) Hepsi onun mülküdür, onun yaratýðýdýr. Onun tasarrufu altýndadýr. (Onun izni olmaksýzýn onun yanýnda) onun manevî huzurunda (þefaat edecek olan kimdir?.) Buna kim cesaret edebilir?. Buna kimin selahiyeti olabilir?. Ancak Cenâb-ý Hak'kýn müsaadesine nail olan büyük peygamberler ile bir kýsým sâlih mü'minler bu þefaat etme ayrýcalýðýna sahip olacaklardýr. (O) Yüce Yaratýcý (yaratýklarýnýn geçmiþleri ve gelecekleri ne varsa hepsini bilir) herkesin bütün iþlediklerini ve gelecekte iþleyeceklerini ilmî ezelisiyle bilmektedir. Her kulunun düþüncelerini, düþünecekleri þeyleri, dünyaya ve âhirete ait iþlerini ezelî ilmî kuþatmýþtýr. (Ve onun) o Yüce Allah'ýn (Yaratýklarý onun dilediðinden) takdir buyurmuþ olduðu þeylerden (baþka onun malûmatýndan) onun ilminin kuþattýðý þeylerden (bir þeyi ihata edemezler) kavrayamazlar. Mahlukatýn bilgileri sýnýrlýdýr. Ancak Cenâb-ý Hak'kýn dilediði miktarý kavrayabilirler. Artýk insanlar, o yüce zat hakkýnda, onun bir nice gizli hikmetleri hakkýnda kendi kendilerine nasýl hüküm verebilirler?. (Onun kürsüsü göklerden ve yerlerden daha geniþtir.) yani onun yüce arþý, onun þanýnýn yüceliði, onun ilmî kapasitesi bütün yaratýklarýn üstündedir. Hepsini kuþatmýþtýr. Hiç bir þey onun ilminden, kudretinden, hakimiyetinden hariç kalamaz. (Göklerin ve yerin korunmasý) bunlarý muhafaza buyurmasý, (ona) o kudretli yaratýcýya asla (aðýr da gelmez) onun yüce zatý üzülmekten, bir sýkýntýya uðramaktan uzaktýr. (Ve en yüce ve en ulu olan da ancak odur) o, yüce mabut, ve hikmet sahibi yaratýcýdýr. Binaenaleyh onu bilip tasdik etmek, onun gösterdiði yolu takip eylemek, ona ibâdet ve itaatle vicdaný aydýnlatmaya çalýþmak bütün insanlýk için en birinci vazifedir.

§ Bu âyeti kerime de beyan buyrulan (hay ve kayyum) sýfatlarý, rivayete göre Allah'ýn isimlerinin en büyüðüdür. Bunlara "ismi âzam" denilmiþtir.

§ Kürsü; lügatte üzerine bir zatýn çýkýp oturacaðý bilinen makamdýr. Cenâb-ý Hak ise mekâna, oturacak bir yere ihtiyaçtan uzaktýr. Onun, kürsüden maksadý ne ise biz onu Allah'ýn ilmine havale eder varlýðýna inanýrýz. Maamafih bu hususta din bilginlerinin bazý görüþleri vardýr. Þöyle ki: Kürsüden maksat, arþtýr veya arþýn altýnda ve göklerin üstünde bir yüce makamdýr. Veyahut kürsüden maksat, Allah'ýn saltanatýdýr, ilâhî kudret ve hakimiyettir, bütün mahlukatý kuþatan Allah'ýn ilminden kinayedir, ilâhî yüceliðini tasvir etmekten ibarettir.

§ Bu âyeti kerimeye "Ayetülkürsü" denilmiþtir. Bu Kur'ân'ý Kerimdeki âyetlerin en büyüðüdür. Bu âyeti kerime, Cenab'ý Hak'kýn ilâhî sýfatlarýný, hakimiyetini, büyüklük ve yüceliðini en belið bir þekilde bizlere bildirmektedir. Bizleri hidâyet yoluna sevk için en mükemmel, ilâhî bir rehber mevkiinde bulunmaktadýr. Ilâhiyyat ilminin bir özünü içermektedir. Binaenaleyh bunu okumakta birçok faideler vardýr. Bunu yatarken, kalkarken kalp huzuru ile okumak, bir mü'min! bir nice felâketlerden korur. Bu hususa dair birçok hadis vardýr.

 

 

 

256. Dinde zorlama yoktur. Doðruluk, sapýklýktan iyice ayrýlmýþtýr. Artýk her kim þeytana küfreder. Allah Teâlâ'ya îmanda bulunursa kopmasý bulunmayan bir kulpa yapýþmýþ olur ve Allah T e âlâ iþitendir, bilendir...

256. Bu âyeti kerime, Islâmiyeti kabul etmek için onun parlak, yüksek mahiyetini düþünmenin kâfi olup bu hususta zorlamaya ihtiyaç bulunmadýðýný bildirmektedir. Þöyle         ki: (Dinde zorlama yoktur) Islâmiyeti kabul etmesi için hiç kimse zorlanamaz ve Ýslâm dini, hiç bir þey, hiç bir muamele hakkýnda zor kullanmayý caiz

görmemiþtir. Gerek din hususunda ve gerek baþka hususlarda zorlama cihetine gidilemez. Malûm olduðu üzere ikrah, bir þahsa hoþlanmadýðý, rýzasý ile kabul etmediði bir þeyi tehdit ile kabul ettirmektir. Binaenaleyh zorlama yoluyla olup gönül rýzasýyla kabul edilmeyen Ýslâmiyet, kabul edilmiþ, sahibini mesuliyetten kurtarmýþ olamaz. Nitekim zorlama neticesi yapýlan ibâdetler de Allah katýnda makbul deðildir. Zorlama sonucu Islâmiyeti kabul eden bir kimse -bilâhare inancýný düzelterek bu kutsî dini samimiyetle benimsemedikçe- bir münafýk olmuþ olur. Maamafih böyle bir kimseye kâfir de diyemeyiz. Olabilir ki, kalpleri çeviren Allah Teâlâ onun kalbini imân yönüne çevirmiþ, zorlama buna bir vesile olmuþtur. Biz görünüþte dil ile yapýlan ikrara göre hükmederiz. Kimsenin kalbini teftiþe kalkýþamayýz. (Doðruluk) rüþt, yani: Islâmiyetin hak bir din olduðu, imânýn insaný ebedî saadete kavuþturacaðý, Cenâb-ý Hak'kýn varlýðýný gösteren bütün âyetler, deliller ile açýk ve belli olmuþtur. Binaenaleyh bu bakýmdan doðruluk (sapýklýktan) "gay"den yani: Küfürden, ebedî mutsuzluða ve azaba sebep olan dinsizlikten (iyice ayrýlmýþtýr.) Evet!. Peygamberlerin açýklamalarýndan, ilâhî kitaplarýn içeriklerinden dolayý ve Cenâb-ý Hak'kýn varlýðýna bütün kâinatýn þehadet edip durmasýndan ötürü hakikat ortaya çýkmýþtýr. Her akýllý insan, bunu düþünüp tasdik edebilir. Artýk zorlamaya lüzum yoktur. Herkes geleceðini düþünmeli, dinsizlik yüzünden uðrayacaðý uhrevî cezayý nazara almalý, zorlamaya hacet kalmaksýzýn kendi rizasiyle, temiz kanaatiyle Ýslâm dinini kabul eylemelidir. Aksi takdirde akýbetini kendisi düþünsün. (Artýk her kim Tâðuta küfreder. Allah Teâlâ'ya imanda bulunursa kopmasý bulunmayan bir kulpa yapýþmýþ olur.) Yani bu halde hakikî bir dine sarýlmýþ, ezelî ve ebedî olan bir Yüce Yaratýcýnýn ulûhiyetini tasdik ederek kendi geleceðini emniyete almýþ, tehlikelerden kendisini kurtarmýþ olur.

Tâðüt, azgýn, taþkýnlýk yapan, bozguncu kimse demektir. Þeytan bir Tâðüt olduðu gibi Cenab'ý Hak'ki inkâr eden, insanlarý dinden, ahlâktan mahrum býrakmaya çalýþan her þahýs da bir t âð uttur. Rablýk iddiasýnda bulunan Firavunlar, Nemrutlar ve onlarýn peþine düþmüþ olan bozguncu ve tabiat çý kimseler de birer t âðutt ur. Sihirbazlar, kâhinler de bu kabildendirler iþte bunlarýn bu durumlarýný bilip de kendilerinden kaçýnmak, tâðuta küfretmek demektir. Onu inkâr edip hakka yönelmektir. (Ve Allah Teâlâ     iþitendir) söylenilen sözleri, irþat edici sözler ile saptýrýcý lâkýrdýlarý duyar ve Hak Tealâ (bilendir) herkesin içindeki þeyleri bilir, herkesin niyet ve fiillerinden haberdardýr, sözlerinde, inançlarýnda samimî olanlar ile olmayanlar Hak Tealâ'ya tamamiyle malumdur. "Müslümanlýkta cihadýn meþruiyeti, Islâmiyeti düþmanlarýna kar; ý müdafaa içindir, fitnelerin ortaya çýkmasýna meydan vermemek içindir. Ýslâmiyet in yüceliðini cihana neþretmek ve ulaþtýrmak içindir, düþmanlarýn hücumundan Ýslâm ülkelerini korumak içindir. Yoksa baþka milletleri zoru zoruna Ýslâmiyet! kabule sevk için deðildir.

Müslümanlýkta zorlama bulunmadýðý içindir ki, müslümanlara maðlûp olan milletler, yine kendi dinlerini muhafaza edegelmiþlerdir. Hiç biri zorla Islâmiyete sokulmamýþtýr. Hiç birinin vicdan hürriyetine asla müdahale edilmemiþtir. Elverirki, yaptýklarý anýlaþmalara, verdikleri sözlere uysunlar, bir karýþýklýða cür'et göstermesinler. Fakat bir gayrimüslim, ahdini bozarsa veya bir müslüman bilahara dininden döner, baþka bir dine girerse elbetteki cezayý hak ederler. Meselâ: Bir müslüman dinden dönünce tevbe etmesi ve af dilemesi kendisine teklif edilir. Buna raðmen yine küfründe Ýsrar ederse idam cezasýna çarptýrýlýr. Bu zorlama meselesi deðildir. Belki mensup olduðu Ýslâm cemiyetinin dinini küçümseyerek ona karþý muhalif bir cephe almýþ olacaðýndan ve kötü bir örnek teþkil etmiþ ve Ýslâmiyet aleyhinde propaganda yapacaðý düþünülmüþ olacaðýndan dolayý tatbik edilmesi gereken bir cezadýr. Genel nizamî bozmaya meydan vermemek için bunun tatbik edilmesi sosyal siyasetin icaplarýndandýr. Nitekim: Bir milletin fertlerinden olan her hangi bir þahýs da o milletin kanunlarýna muhalif hareketinden dolayý cezaya uðrar, bu ceza, bir cebir ve zorlama sayýlmaz, onun vicdanî kanaatine bir müdahale addedilemez. Böyle bir ceza; umumun selâmeti adýna bir hikmet ve menfaat gereðidir.

 

 

 

257. Allah Teâlâ imân edenlerin velisidir. Onlarý zulmetlerden nura çýkarýr. Kâfir olanlarýn velileri ise taðuttur. Onlarý nurdan zulmetlere çýkarýrlar. Ýþte onlar cehennem ehlidirler. Onlar o ateþte ebedî olarak kalan kimselerdir.

257.   Bu âyeti kerime, imân ehli ile küfür ehlinin hallerini göstermekte, bu suretle insanlýðý aydýnlatma ve uyarma lütfunda bulunmaktadýr. Þöyle ki: (Allah Teâlâ) Yüce zatýna (imân edenlerin velisidir) onlarýn yardýmcýsýdýr, onlarýn muhafýzýdýr. (Onlarý zulmetlerden) cehaletten, kötü itikattan, kötü eðilimlerden koruyarak (nura) hidayete, imân nuruna ve saadet alanýna (çýkarýr.) Onlarý manevî karanlýklardan kurtararak ebedî aydýnlýða iletir. (Kâfir olanlarýn) küfürleri Allah'ýn ilminde sabit bulunanlarýn (velileri ise tâðut'tur) þeytandýr, diðer saptýrýcý kimselerdir, Kab Ibni Eþref gibi dinsiz reislerdir. (Onlarý) o küfrü kabul edip aslî yaratýlýþlarýna muhalef eyleyenleri (nurdan) hidayetten, tabii ýþýktan veya müþahede edip durduklarý mucizelerin aydýnlýðýndan mahrum býrakarak (zulmetlere) küfür ve isyan karanlýklarýna, cehalet ve dalâlet vadilerine (çýkarýrlar.) Onlarý ebedî bir felâkete uðratýrlar. Evet!. Þeytanlara, þeytan tabiatlý kimselere aldanýp uyanlar kendi saðlam yaratýlýþlarýný kaybederler, dinin nuruyla aydýnlanmaya kabiliyetli olduklarý halde o iðfal eden kimseler yüzünden bu kabiliyetlerini elden çýkararak küfür ve günah karanlýklarýna düþmüþ olurlar. Her türlü yasaðý iþlerler, nihayet bir ebedî azaba yakalanmýþ olurlar. Evet!.. (Ýþte onlar) o þeytanlar ve onlarýn saptýrýp küfür karanlýklarýna düþürdükleri kimseler yok mu? Ýþte onlar (cehennem ehlidirler.) Ýþledikleri suçlardan dolayý cehennem ateþine uðrayan kimselerdir. Ve (onlar o ateþte ebedî olarak kalan kimselerdir.) Bu da onlarýn kötü itikatlarýnýn, kötü amellerinin bir cezasýdýr. Onlar binlerce sene yaþayacak olsalar, ayný itikafta bulunmaya karar vermiþ dinin nurundan ebediyyen ayrýlmak kararýnda bulunmuþ olduklarý için böyle ebedî bir azabý hak etmiþlerdir. Bu husustaki ilâhî açýklamalarý, dini tehditleri hiçe sayan dinsizlerin lâyýk olduklarý ceza, bundan baþka olamaz. Elbette þeytanlara tâbi olanlar, böyle bir âkibete uðrayacaklardýr. Nitekim Kur'ân-ý Kerim, bizlere bu gibi dinsizlerin hayat tarihlerine dair bilgiler vererek bizleri uyarmakta ve aydýnlatmaktadýr.

 

 

 

 

258.   Sen görmedin mi Allah Teâlâ kendisine mülk verdiði için Ýbrahim ile Rabbi hakkýnda mücadelede bulunaný?.. O zaman Ýbrahim; Rab b i m o kudretli zattýr ki, diriltir ve öldürür deyince "ben de diriltir ve öldürürüm" demiþti. Ýbrahim: Þüphe yok ki, Allah Teâlâ güneþi doðudan getirir imdi sen onu batý tarafýndan getir deyince de o kâfir þaþýrýp kalmýþtý. Ve Allah Teâlâ zalimler gurubuna hidayet etmez.

258.  Bu âyeti kerime, tâðüt güruhundan olan Nemrudun kâfirce iddiasýný ve onun nasýl apýþýp kaldýðýný bir ibret numunesi olmak üzere göstermektedir... Rivayete göre Hz. Ýbrahim, tanrýlýk iddiasýnda bulunan Nemrudu, hak dine davet etmiþ, bir takým putlarý kýrmýþ olduðu için hapsedilmiþti. Sonra Nemrut, o muhterem Peygamberi yanýna çaðýrarak onunla tartýþma ve mücadelede bulunmuþ, Ya Ýbrahim!. Senin rabbin kimdir?, diye sormuþtu. Ýþte bu âyeti celile, bu mücadeleyi þöylece beyan buyuruyor. (Sen görmedin mi?) Habibim!. Hbette sen bilirsin, Kur'ân'ý Kerim sana haber vermiþ bulunmaktadýr ki, (Allah Teâlâ kendisine mülk) dünyevî bir saltanat, bir hâkimiyet (verdiði için» buna gururlanarak Hz. (Ýbrahim ile Rabbi hakkýnda mücadelede bulunaný) Nemrut adýndaki kötü ruhlu þahsý (o zaman) o Nemrudun suali üzerine Hz. (Ýbrahim, benim rabbim o zat) Yüceler Yücesi (dýr ki, diriltir ve öldürür) dilediðine hayat verir, dilediðini hayattan mahrum býrakýr (deyince) o tanrýlýk iddiasýnda bulunan cahil Nemrut, kendisinde yaratýcýlýk sýfatý olduðunu iddiaya cür'et ederek (ben de diriltirim ve öldürürüm demiþti.) Rivayete göre hapishaneden iki þahýs getirterek birini salývermiþ, birini de öldürmüþ, bu cahilce hareketiyle güya iddiasýný isbat etmek istemiþti. Hz. Ýbrahim, bu herifin diriltme ve öldürmenin mahiyetini idrakten âciz olduðunu veya onun aczini göstermemek için böyle þarlatanlýða saptýðýný görünce daha açýk bir delile geçerek: (Ýbrahim, þübhesiz Allah Teâlâ güneþi doðudan getirir) doðu tarafýndan doðmaya sevkeder. (Ýmdi sen) de hâþâ tanrýlýk ve yaratýcýlýk iddiasýnda doðru isen (onu) o güneþi (batý tarafýndan getir deyince de o kâfir) Nemrut (þaþýrýp kalmýþtý.) Hayret ve dehþet içinde kalmýþ, delili kesilmiþ bir hale düþmüþtü. Ýþte Allah Teâlâ böyle inkarcýlarý, yalancýlarý hüsrana uðratýr, (ve Allah Teâlâ) böyle (zalimler gurubuna hidayet etmez.) Onlar hidayete olan kabiliyetlerini zâyetmiþ, nurdan çýkarak karanlýklara düþmüþ bir halde bulunurlar.. Velhâsýl: Elde ettikleri geçici bir hâkimiyete, bir varlýða güvenerek tanrýlýk iddiasýna cür'et edenler, hakikî bir dinden yüz çevirenler nihayet þaþkýn ve kah re uðramýþ olurlar, rezilce bir duruma düþerler, alçaklýk ve cehaletleri bütün âleme gösterilmiþ bulunur. O gibi vicdansýzlara karþý hakký müdafaa eden, Allah'ýn Rab sýfatýný tasdik eden ve yücelten her hangi bir zat ise baþarýlara ulaþýr, ebedî bir saadete, bütün mü'minlerin sevgi ve saygýsýna mazhar bulunur. "124" üncü âyeti kerimeye de bakýlabilir!..

§ "Nemrut", Bâbil þehrinin kumcusudur. Orada hükümdar bulunmuþtur. Baþýna Ýlk taç koyan ve yer yüzünde kibirle saltanat süren ve tanrýlýk iddiasýna cür'et eden bir þahýstýr. Kendisine musallat olan sivrisinekler tarafýndan öldürülmüþtür, Isa Aleyhisselâm'ýn milâdýndan 2640 sene önce olduðu zannediliyor...

 

 

 

 

259.   Yahut o kimse gibisini görmedin mi ki, bir kasabaya uðramýþtý O kasabanýn tavanlarý çökmüþ, onlarýn üzerine duvarlarý yýkýlmýþtý. Allah Teâlâ bu kasabayý bu ölümden sonra nasýl diriltecek diyordu. Bunun üzerine Allah Teâlâ o kimseyi yüz sene ölü býraktý. Sonra da onu diriltti. Dedi ki: Ne kadar kaldýn?. Dedi ki:

259. Bu âyeti kerime, Allah'ýn kudretiyle ne kadar hârikalarýn meydana gelebileceðini ve ölümden sonra dirilmenin bir numunesini gösteriyor... Bir rivayete göre bu âyeti kerime de yeniden diriltildiði bildirilen zat, Üzeyr Aleyhisselamdýr. Bu zatýn peygamberliðinde ihtilâf vardýr. Bu Ýsrail Oðullarý arasýnda bulunuyordu. "Buhtû Nasr" Kudüs havalisini zaptedip harabeye dondurmuþ, halkýnýn bir kýsmýný öldürmüþ, bir kýsmýný da esir almýþtý. Bunlarýn içinde daha genç olan Hz. Üzeyr de bulunuyordu. Bâbilde bir zindana atýlmýþtý. Buradan bir yolunu bularak kaçmýþ, Kudüs havalisine gelmiþ, fakat oralarý büsbütün harap ve ahaliden boþ olarak görünce üzülmüþ buranýn eski haline nasýl geleceðini üzüntüyle düþünmüþtü. Ýþte bu hâdise þu þekilde anlatmýyor: (Yahut o kimse gibisini görmedin mi?) Yani: Onun hâli gibi garip,      harikulade, Allah'ýn kudretine delil olan þu olaylardan haberdar bulunmadýn mý ki: O kimse (bir kasabaya uðramýþtý) kendi eski vataný olan Beyti Maktise veya Mutefikeye dönmüþtü. (O kasabanýn) ise (tavanlarý çökmüþ, onlarýn üzerine duvarlarý yýkýlmýþtý.) Yani: Büsbütün harab olup ahalisinden kimse kalmamýþtý. O zat, bu hali görünce pek üzülmüþ (Allah Teâlâ bu kasabayý bu ölü" münden sonra nasýl) ne vakit (diriltecek) acaba bunu yeniden eski haline getirmeðe Allah'ýn iradesi yönelecek mi? (diyordu), tecrübelere göre böyle büsbütün mahvolup tarihe karýþan bir varlýðýn eski haline gelmesinin uzak görüldüðünü, bu cihetle bunun nasýl diriltileceðim söylüyordu. Yoksa Cenab'ý Hak'kýn bunu yeniden diriltmeye kadir olduðunu o zat da biliyordu. Fakat Cenâb-ý Hak, bunun ve benzerlerinin meydana gelmesini birer kudret harikasý olmak için o zat vâsýtasiyle bütün insanlýða göstermek, beyan etmek hikmetinden dolayý (bunun) bu temenninin (üzerine Allah Teâlâ o kimseyi yüz sene ölü býraktý) hayattan mahrum kýldý. (Sonra da onu) yeniden (diriltti) ve Cenâb-ý Hak veya bununla ilgilenen melek (dedi ki: Ne kadar kaldýn?.) babýndan geçen hâli biliyor musun? Ne miktar ölmüþ bir halde bulundun?. Farkýnda mýsýn? O da kendisini uykuda imiþ gibi zannederek (dedi ki: Bir gün veya bir günün bâzýsý kadar kaldým.) Cenâb-ý Hak ise kendisine vahy ederek veya melek vâsýtasiyle (dedi ki: Hayýr, yüz sene kaldýn), bu müddet içinde ölmüþ bulunuyordun (Ýmdi yiyeceðine ve içeceðine bak ki) vaktiyle yanýnda bulunmuþ olan yiyecek ile içeceðe dikkat et ki, onlardan (hiç biri bozulmamýþ) bunlar bu yüz sene içinde olduklarý gibi kalmýþlardýr. Bunlarýn incir ile þýra olduðu mervidir. (Merkebine de bak) o da ne hâle gelmiþ, parça parça olan kemikleri kendisinden nasýl ayrýlmýþ (ve seni insanlara bir âyet kýlmak için) böyle öldürüp dirilttik, seni öldükten sonra dirilmenin varlýðýna bir delil kýldýk (ve kemiklere bak onlarý nasýl birbirine birleþtiriyoruz) hepsini tekrar yerlerine nasýl iade ediyoruz. (Sonra da onlara et giydiriyoruz) onlarý yeniden eski haline getiriyoruz, hayata erdiriyoruz. Bu kemikler ya öldükten sonra diriltilen zatýn veya onun merkebinin veya genel olarak orada bulunan bir takým hayvanatýn kemikleri idi ki, kendilerinden ayrýlmýþ, parça parça olmuþ, kuruyarak etten soyulmuþ iken Allah'ýn kudretiyle yeniden eski hallerini almýþ, bu da ap açýk görülmüþtü. (Vaktaki) bu hakikat, bu ölüleri diriltme hususu veya Allah Teâlâ'nýn kudretinin kemâli (kendisine) o kimseye (belli oldu) bunlarý gözleriyle görüp müþahede eyledi. (Dedi ki: Ben bilirim, Allah Teâlâ þüphe yok ki her þeye kadirdir.) Binaenaleyh bütün ölüleri yeniden diriltmeðe de imân ettik, kudreti vardýr. Ölülerin nasýl diriltileceðim benim düþünüþüm, buna Allah'ýn kudretinin fazlasýyla kâfi olduðunu bilmediðimden deðildir. Belki bu diriltme acaba takdir edilmiþ midir? Takdir edilince acaba nasýl bir suretle meydana geleceðini endiþe ettiðimden dolayýdýr. Yoksa Cenâb-ý Hakkýn buna ve diðer nice hârikalar, eþsiz þeyleri yaratmaya ne kadar kadir olduðu þüphesizdir. Velhâsýl bu zatýn bu vefatýndan yetmiþ sene sonra Kudsi Þerif havalisi bir iran hükümdarý tarafýndan fethedilerek tekrar imar edilmiþ, Ýsrail Oðullarýnýn kalýntýlarý da yine burada toplanmýþ; bu havali âdeta yeniden hayat bulmuþtu. O zat da yeniden hayat bulunca iki üç harika karþýsýnda kalmýþ, hem kendisinin, hem kemiklerin yeniden hayat bulduðunu görmüþ, hem de yurdunun yeniden canlandýðýný müþahede eylemiþti. Cenâb-ý Hak'kýn daha böylece nice hârikalar! meydana getirmiþ ve getirmekte olduðu þüphesizdir, Ýþte onlardan yine birini de Kur'ân-ý Kerim bizlere bildirmektedir.

 

 

 

 

260. Ve o vakti de yâdet ki. Ýbrahim, Yarabbi. Ölüleri nasýl dirilteceðini bana göster demiþ, -Cenâb-ý Hak da- inanmadýn mý?, diye buyurmuþtu. O da evet... Ýnandým, fakat kalbim mutmain olsun için demiþ. Allah Teâlâ: Kuþlardan dört tanesini tut da onlarý kendine çevir sonra her dað üzerine onlardan birer parça at, sonra da onlarý çaðýr, sana koþarak gelirler ve bil ki Allah Teâlâ þüphe yok azizdir, hakimdir diye buyurmuþtur.

260. Bu âyeti kerime de Cenab'ý Hak'kýn kudretine, âhiret âlemine dair bir baþka delildir. Þöyle ki: Habibim!. (Ve o vakti de yâdet ki. Ýbrahim) Aleyhisselâm niyaz ederek (Yarabbü. Ölüleri nasýl dirilteceðini bana göster demiþti) Hz. Ýbrahim, Cenâb-ý Hak'kýn dirilten ve öldüren olduðunu Firavuna karþý söylemiþti. Onun bu hususta asla þüphesi olamaz. Ancak diriltmenin ne suretle, ne gibi bir keyfiyetin vuku bulacaðýný bir an evvel gözleriyle görmesini niyaz etmiþ oluyordu. Cenâb-ý Hak da vahiy yoluyla hitap ederek Hz. Ýbrahim'e (inanmadýn mý? diye buyurmuþtu) yâni: Sen Allah'ýn kudretiyle ölülerin yeniden diriltileceðim biliyorsun ve inanýyorsun, bu yeter. her halde görmene lüzum yok, maamafih senin deðerini yükselmek için ve görüp iþitenlere bir lütuf ve bir uyanma vesilesi olmak için sana bir diriltme numunesi göstereyim diye vahy olunmuþtu. Böyle bir ilâhî hitaba hâil olan (Hz. Ýbrahim de evet... inandým) Yarabbü. Sen ölmüþleri diriltmeðe kadirsin buna inanmýþýzdýr, (fakat kalbim mutmain olsun için) böyle bir niyazda bulundum, tâ ki bu hususta ben kesin bilgiden baþka gözle görme lütfuna da nail olayým, bu hususta ilâhî kudretin tecellisini daha dünyada iken görmüþ bulunayým (demiþ.) Bunun üzerine (Allah Teâlâ da: Kuþlardan dört tanesini tut da onlarý kendine çevir) onlarý güzelce görüp taný, ve onlarý parça parça et de (her dað baþýna onlardan birer parça at.) Bu kuþlar bir rivayete göre tavus, horoz, karga ile güvercin imiþ. (Sonra da onlarý çaðýr, sana koþarak gelirler) ölünün nasýl yeniden hayat bulacaðýný böyle bir numune ile görmüþ olursun. (Ve bil ki, Allah Teâlâ þüphe yok ki azizdir) her dilediðini yapmaya kadirdir (hakimdir) her fiili bir nizam ve düzen içindedir, bir hikmet ve menfaata dayanmaktadýr. Bir çok þeyleri birer sebebe baðlamýþ olmasý da birer hikmet gereðidir, (diye buyurmuþtur.) Hz. Ýbrahim de bu ilâhî emre uymuþ, parçalayýp atmýþ olduðu kuþlarýn bir harika olmak üzere tekrar hayata kavuþtuklarýný görmüþtür.

Velhâsýl: Bu olay, insanlýk için bir ibret dersidir. Bu kuþlarý ve benzerlerini baþlangýçta böyle hayat sahibi, çeþitli sýnýflara, muhtelif özelliklere sahip bir halde yaratmýþ olan bir Yüce Yaratýcýnýn bunlarý öldürdükten sonra tekrar diriltmeye kadir olacaðý da son derece açýktýr. Herhalde diriltme Ýlk yaratmadan daha kolaydýr.

Kâinatý Yaratanýn varlýðýna inanan bir insan böyle harikulade görülen bir olayýn meydana gelmesini inkâr edemez. Artýk öyle bir Yüce Yaratýcýnýn bütün emirlerine, yasaklarýna göre harekette bulunmak, onun dini uðrunda her türlü fedakârlýðý bir nimet telâkki etmek, onun yolunda mâl ve bedenle hizmette bulunmayý bir selâmet vesilesi ve saadet bilmek lâzým gelir, Ýnsan o sayede karanlýklardan kurtulup nura çýkar. Ýþte bunun içindir ki, Cenâb-ý Allah, bizlere mallarýmýzý hak yolunda harcamayý, fedakârlýkta bulunmayý emrediyor.

 

 

Ynt: Bakara Suresi By: hafizvuslat Date: 29 Ekim 2009, 22:26:40
261. Allah yolunda mallarýný harcayanlarýn durumu, o bir danenin durumu gibidir ki, yedi baþak bitirmiþ ve her baþakta yüz dane bulunmuþ olur. Ve Allah Teâlâ dilediðine kat kat artýrýr. Ve Allah Teâlâ geniþtir, herþeyi bilir...


261.      Bu âyeti kerime, Allah yolunda harcanacak mallarýn birçok sevaba vesîle olacaðýný ifade ederek m üs I uman l arý buna teþvik etmektedir. Þöyle ki: (Allah Teâlâ'nýn yolunda) yani din uðrunda, cihad için (mallarýný harcayanlarýn durumu) hâli, kavuþacaklarý mükâfatlarýn miktarý (o bir) ekilmiþ (danenin durumu gibidir ki yedi baþak bitirmiþ ve her baþakta yüz dane bulunmuþ olur.) Ýþte hak yolunda yapýlan bir hayrýn, verilen bir zekâtýn ve sadakanýn da böyle kat kat sevabý vardýr. (Ve Allah Teâlâ dilediðine) güzel amelinin sevabýný (kat kat artýrýr) bir güzel amele en az on misli sevap verir ve sahibinin iyi niyetine göre yetmiþ, seksen sevap da verir ve hesapsýz mükâfatlar da ihsan buyurur. (Ve Allah Teâlâ geniþtir) lütuf ve ihsaný pek boldur pek geniþtir ve (herþeyi bilir.) kullarýnýn yaptýklarý, yapacaklarý þeyleri tamamiyle bilir, ona göre mükâfat ve ceza verir. Binaenaleyh yapýlan hayýr ve iyilikleri de bilip ona göre sahiplerini kat kat mükâfata ulaþtýrýr.

 

 

 

 

262.  O kimseler ki, mallarýný Allah yolunda harcarlar. Sonra da o harcadýklarýna bir minnet, bir eziyet yüklemezler. Ýþte onlar için Rabbileri katýnda mükâfat vardýr. Ve onlarýn üzerine bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardýr...

262. Bu âyeti kerime, Allah'ýn l abul edeceði harcamalarýn nasýl olacaðýný bildirmektedir. Þöyle ki: (O kimseler ki) o mü'min Milaslý kullar ki (Allah yolunda) cihad uðrunda, Ýslâm ordusunun donaným! hususunda ve fakirlere yardým maksadiyle (harcarlar) mallarýný harcamýþ bulunurlar (sonra da o harcadýklarýna) o bolca harcadýklarý   mallara (bir minnet) de bir baþa kakýþta da bulunmazlar (ve bir eziyet) bir gönül incitecek muamele (yüklemezler) bu iyiliði tam bir samimiyyet ve nezaketle yapmýþ olurlar (iþte onlar için Rabbi) kerimleri (katýnda mükâfat vardýr.) Onlar, bu yaptýklarýnýn karþýlýðýna, sevabýna kavuþacaklardýr. (Ve onlarýn üzerine bir korku yoktur) dünyada ve ahirette hoþ olmayan hallerde korunmuþ bulunacaklardýr. (Ve onlar mahzun da olmayacaklardýr.) Onlar istedikleri güzel þeyleri kaybetmekten dolayý hüzün ve kedere uðramayacaklardýr. Cenab'ý Hak onlarý, arzularýna kavuþturacaktýr.

§ Rivayete göre bu âyet Hz. Osman ile Hz. Abdurrahman Ýbni Avf hakkýnda nazil olmuþtur. Tebük gazvesinde müslümanlarýn ordusu darlýk içinde kalmýþtý. Buna "ceyþülusre" denilmiþtir. Hz. Osman, bin deve semeriyle, palasýyle beraber getirip Hz. Peygambere vermiþ, ayrýca da bin dinar daðýtmýþtý. Rasüli Ekrem de, Yarabbü. Ben Osmandan razý oldum, sen de razý ol diye duada bulunmuþtu. Abdurrahman Ýbni Avf da dört bin dirhem vermiþ ve Ya Rasülüllah! Sekiz bin dirhemim vardý, bundan dört bin dirhemini kendi nefsim ile ailemin nafakasý için sakladým, dört bin dirhemini de Rabbime ödünç verdim demiþti. Nebiyyi Ziþân Hazretleri de: Allah Teâlâ sakladýðýný da, verdiðini de sana mübarek kýlsýn diye dua buyurmuþtu. Ýþte bu zatlar bir minnet, bir eziyet söz konusu olmaksýzýn sýrf Ýslâm dinine hizmet için bu cömertçe tesadduklarda bulunmuþlardý. Ýþte böyle samîmî þekilde yapýlacak fedakârlýklarýn pek büyük mükâfatlara vesîle olacaðýný bu âyeti kerime, müjdelemiþ bulunmaktadýr. Ne mutlu böyle hak yolunda mallarýný harcayanlara!..

263, Bir iyi söz, bir af, kendisini bir eziyet takip eden bir sadakadan hayýrlýdýr. Ve Allah Teâlâ zengindir, halimdir.

263.     Bu âyeti kerime, bizlere en güzel þekilde geçinme ve bir sosyal terbiye dersi vermektedir. Þöyle ki: (Bir iyi söz) bir tatlý lâkýrdý, bir gönül alan konuþma, bir fâideli kelâm (bir af) bir kusuru gizlemek, bir hoþ olmayan hâli açýða çýkarmamak (kendisini bir eziyet takip eden) arkasýndan bir baþa kakan, bir uzun dillilik þeklinde gelen (sadakadan) bir mal harcamadan (hayýrlýdýr), binaenaleyh bir fakire ve benzerlerine bir malý baþa kakarak, bir kibir ve gururla vermekten ise onu nazikâne bir suretle savmak bir içtimaî terbiye icabýdýr. Ve netice de daha iyidir. (Ve Allah Teâlâ zengindir) kullarýnýn sadakalarýna ihtiyacý yoktur. Allah rýzasý için yapýlacak iyilikleri mükâfatsýz býrakmaz. (Halîmdîr) kullarýnýn lâyýk olduklarý cezalarý hemen vermez, tevbe etmeleri ve af dilemeleri için mühlet verir. Artýk bu ilâhî lütufdan istifade edilmelidir, insanlýk icabý iþlenmiþ olan günahlardan bir an evvel tevbe edip, af dileyip Cenâb-ý Hak'kýn merhamet deryasýna can atmalýdýr...

 

 

 

 

264.   Ey imân etmiþ olanlar!. Sadakalarýnýzý baþ kakmakla, incitmekle iptal etmeyiniz. O kimse gibi ki, malýný insanlara gösteriþ için harcar da Allah Teâlâ'ya ve âhiret gününe inanmýþ bulunmaz. Artýk o kimsenin hali, üzerinde biraz toprak bulunan bir kaypak taþýn hâli gibidir ki, ona þiddetli bir yaðmur isabet ederek onu dümdüz bir halde býrakmýþ olur. Onlar kazanmýþ olduklarýndan bir þeye kadir olamazlar. Ve Allah Teâlâ kâfirler gurubuna hidayet etmez...

264. Bu âyeti kerime, baþa kakmak suretiyle ve dine aykýrý olarak yapýlan iyiliklerin sahiplerine fâide vermeyeceðini bildirmektedir. Þöyle ki: (Ey mü'minler! Sadakalarýnýzý) fakir ve düþkünlere yapacaðýnýz yardýmlarý onlara (baþa kakmakla) onlarý sözlerinizle, hareketlerin izle (incitmek) sûretiy (le iptal etmeyiniz) sevaptan mahrum býrakmayýnýz. (O kimse gibi ki, malýn; insanlara göstermek için harcar) gösteriþte bulunur (da Allah Teâlâ'ya ve âhiret gününe imân etmiþ bulunmaz) münafýkça hareket eder durur. (Artýk o kimsenin hali, üzerinde biraz toprak bulunan bir kaypak taþýn hâli gibidir ki,) o, topraðý muhafaza edemez. Ondan bir fâide göremez. (Ona þiddetli bir yaðmur isabet ederek onu dümdüz bir halde býrakmýþ olur.) Üzerinde topraktan eser görülemez. Ýþte baþa kakma ve eziyete dayalý olan bir iyilik de böyledir, onu yapan ölümün pençesine tutuldu mu, o iyilikten bir eser kalmaz, ondan yararlanamaz, boþ yere mahvolup gitmiþ bulunur. Ýþte bu gibi münafýk kimseler ebediyyen mahrumiyete mahkûmdurlar. (Onlar) öyle baþa kakmakla insanlara eziyet vermekle yapmýþ olduklarý sadakalardan ve diðer (kazanmýþ olduklarýndan      bir þeye kadir) bir sevaba nail (olamazlar), onlarýn bu amelleri boþunadýr. (Ve Allah Teâlâ kâfirler gurubuna hidâyet etmez) öyle gösteriþ için iyilik  yapan münafýklarý doðru yola sevk eylemez. Binaenaleyh yapýlacak bir iyilik, verilecek bir sadaka; iyi niyete, güzel bir itikada dayalý olmalýdýr. Baþa kakmadan, kalb kýracak sözlerden, kibir ve gururdan beri bulunmalýdýr. Yoksa onlarýn yapacaklarý bu iyiliklerin ne kýymeti vardýr...

"Lâzým deðil inayeti ehli tekebbürün"

"Bahþeyledim atasýný vechi abusuna"

Kibirli kimsenin yardýmý lâzým deðil

Onun yardýmýný asýk suratýna baðýþladým.

 

 

 

265. Ve mallarýný Allah'ýn rýzâsýný kazanmak ve nefislerini tesbit için harcamada bulunanlarýn durumu ise bir bahçenin durumu gibidir ki, ona çokça yaðmur yaðar da meyvelerini iki kat olarak yetiþtirir. Ona çokça yaðmur deðil de çiy isabet etse -yine kifayet eder-. Ve Allah Teâlâ yapacaðýnýz þeyleri görücüdür.

265.        Bu âyeti kerime, Allah'ýn rýzâsýna ve dinin hoþgörüsüne dayalý olan sadakalarýn sahiplerine ne kadar faydalý olacaðýný bildirmektedir. Þöyle ki: Baþa kakmadan beri ve samimi mü'min olan (ve mallarýný Allah'ýn rýzâsýný kazanmak) için (ve nefislerini tesbit için) yanî: Ýmanda sebat etmek ve cömertlikle vasýflanmak; ibâdet ve itaat etme alýþkanlýðýný kazanmak için (harcamada bulunanlarýn) bu harcamaya ait (durumu ise) güzel ve seçkin (bir bahçenin durumu gibidir ki) bütün hallerde meyve verir ve sahibine fâide temin eder. (Ona çokça yaðmur yaðar da meyvelerini iki kat olarak yetiþtirir.) Maamafih o öyle bir ürün verme gücüne sahiptir ki, (ona çokça yaðmur deðil de) yalnýz (çið) bir rutubet, en zayýf bir yaðmur (isabet etse) yine kifayet eder, yine onun meyveleri, kat kat yetiþir. Artýk ona göre hareket ediniz, ramimiyetten, iyi niyetten ayrýlmayýnýz (ve) biliniz ki, (Allah Teâlâ yapacaðýnýz þeyleri görücüdür) onun yüce zatýna hiç bir þey gizli kalamaz. Binaenaleyh Milaslý olanlarýn da, gösteriþte bulunanlarýn da hallerini bilir. Ona göre mükâfat ve ceza verecektir. Ne güzel birteþvikve ne güzel sakýndýrma.

 

 

 

 

266.     Biriniz arzu eder mi ki, onun hurma ve üzüm aðaçlarýyla dolu olan ve bunlarýn altýndan ýrmaklar akan bir bahçesi bulunsun ve onun için o bahçede her türlü meyveleri olsun, fakat kendisine ihtiyarlýk çoksun, kendisinin zayýf zayýf yavrucaklarý da bulunuversin de o bahçeyi içinde ateþ bulunan bir kasýrga isabet ederek yakýversin?. Ýþte Allah Teâlâ âyetlerini sizlere böylece beyan buyuruyor. Tâ ki tefekkür edesiniz...

266. Bu âyeti kerime, daha dünyada iken ebedî hayatýný kazanmaya vesîle olacak þeyleri bir nifak ve gösteriþ sebebiyle elden çýkaran gafillerin hallerini temsil etmektedir. Þöyle ki: Ey insanlar! Bir kere düþününüz, hiç (biriniz arzu eder mi ki) severek ister mi ki (onun hurma ve üzüm aðaçlarýyla) ve diðerleriye (dolu olan ve bunlarýn) bu aðaçlarýn (altýndan ýrmaklar akan bir bahçesi) bir bostaný (bulunsun ve onun) o sizden biriniz (için o bahçede her türlü meyvalarý) yetiþtirir bir halde olsun. Fakat kendisine ihtiyarlýk çoksun) baþka birþey kazanmaya iktidarý kalmasýn, bununla beraber (kendisinin zayýf zayýf yavrucaklarý da bulunuversin) hepsi de korunmaya muhtaç bulunsun (da) böyle bir halde (o bahçeyi içinde ateþ bulunan bir kasýrga isabet ederek yakýversin) o da, onun o çoluk çocuðu da âciz, geçimlerini temin etmekten mahrum, ve þaþkýn bir halde kalsýnlar. Artýk bunu kim arzu eder?. (Ýþte Allah Teâlâ) bu gibi ibret verici (ayetlerini sizlere böylece beyan buyuruyor, tâ ki tefekkür edesiniz» düþünüp ibret alasýnýz ve onun gereði ile amel edesiniz...

Kýsacasý: Beyan buyrulmuþ oluyor ki: Bazý kimseler dünyada iken bir takým iyiliklerde, fakir ve düþkünlere yardýmda bulunurlar, bunlarýn sayesinde uhrevî hayatlarýný kazanabilirler ve insanlýk icabý amellerin eseri olan bir nice günahlarýn yükünden de kurtulabilirler. Bu böyle iken onlar o yaptýklarý hayýr ve iyiliklerin kýymetlerini, uhrevî faidelerini gösteri; sebebiyle, baþa kakmak ve eziyet etmekle yok etmiþ olurlar. Ahirete boþ elle giderler, kaybettiklerini telâfi etmeye imkân bulamazlar, felâketler ihtiyaçlar içinde kalýrlar. Artýk böyle bir durumda kalmayý kim arzu eder?.. Elbette ki kimse arzu etmez. Öyle ise böyle güzel amelleri elden çýkaracak olan çirkin hareketlerden pek kaçýnmalýdýr...

 

 

 

 

267. Ey imân edenler!. Kazandýðýnýz þeylerin, ve yerden sizin için çýkarmýþ olduðumuz þeylerin temizlerinden harcayýnýz. Ve öyle kötüsünü vermek kastinde bulunmayýnýz ki, siz ondan harcarsýnýz da kendiniz ise onun hakkýnda göz yummadýkça alýcýsý olmazsýnýz. Ve biliniz ki, þüphe yok Allah Teâlâ zengindir, övülmüþtür.

267.  Bu âyeti kerime, kazanç yollarýný ve yapýlacak malî yardýmlarýn ne gibi mallardan yapýlacaðýný bildirmektedir. Þöyle ki: (Ey imân edenler); Ey Allah Teâlâ'yý tasdik, onun dinî hükümlerini kabul eden müslümanlar! Ticaret san'at gibi bir servet vasýtasýyla (kazandýðýnýz þeylerin) paralarýn ve sairenin (ve yerden sizin için çýkarýlmýþ olduðumuz) ekinlerin, meyvelerin, madenlerin ve benzeri (þeylerin temizlerinden) iyilerinden, helâllarýndan Allah yolunda harcayýnýz. Ýcap eden zekâtýnýzý veriniz, fakirlere tesaddukta bulununuz. (Ve öyle kötüsünü) aþaðýsýný, haram olanýný zekât veya sadaka için (vermek kastinde bulunmayýnýz ki) bu husustaki dinî vazifenizi lâikiyle yapmýþ olasýnýz. Öyle kötü bir mal nasýl infak edilebilir ki, (siz ondan harcarsýnýz da kendiniz ise) size alacaðýnýza karþýlýk olarak verilecek olsa (onun hakkýnda göz yurumadýkça) müsamaha etmedikçe, sýkýlmadýkça veya hakkinizin büsbütün zayi olacaðýndan korkmadýkça onun (alýcýsý olmazsýnýz.) Artýk nefsiniz hakkýnda uygun görmediðiniz böyle bir þeyi baþkasý hakkýnda nasýl uygun görebilirsiniz?. (Ve biliniz ki þüphe yok Allah Teâlâ zengindir) sizin harcamanýza ihtiyacý yoktur, bununla emretmesi sizin fâideniz içindir. Ve Hak Tealâ (övülmüþtür) mahlûkatý için pek büyük nimetler ihsan buyurmuþtur. Her þekilde hamd ve þükre lâyýktýr. Artýk o Yüce Yaratýcýnýn rýzâsýna uygun þekilde harcamaktan ayrýlmayýnýz.

§ Malumdur ki, bir milletin iktisat sahasýnda yükselebilmesi için hem yurdunun arazisinden, madenlerinden ve sair tabiî kaynaklarýndan istifâde etmesi, hem de ticaret, san'at gibi bir þey ile uðraþmasý lâzýmdýr, Ýþte bu âyeti celile, bizlere bu iki yolun lüzumuna, meþruiyetine iþarette bulunmaktadýr.

 

 

 

 

268.     Þeytan sizi fakirlik ile korkutur ve sizlere çirkin þeyler ile emreder. Allah Teâlâ ise size kendi katýndan bir maðfiret, bir lütuf vaad buyurur. Ve Allah Teâlâ geniþtir, bilendir...

268. Bu âyeti kerime, dinî vazifelerin yerine getirilmesine mâni olacak þeytan tabiatlý kimselerin aldatmalarýna bakýlmamasýna iþaret etmektedir. Þöyle ki: (Þeytan) iblis veya her hangi bozguncu bir þahýs veya kötülüðü emreden nefis (sizi fakirlikle korkutur) malýnýzý harcarsanýz züðürt kalýrsýnýz diye sizi hayýrdan men'e çalýþýr. (Ve sizlere çirkin) ahlâka muhalif, fuhþiyattan sayýlan (þeyler ile emreder) o fena þeylere teþvikte bulunur. (Allah Teâlâ ise) Ey Allah rýzâsý için harcamada bulunacak müminler!. (Size kendi katýndan bir maðfiret, bir lütuf) ve kerem (vaad buyurur) yapacaðýnýz harcamadan dolayý Cenab'ý Hak'kýn af ve maðfiretine, lütuf ve keremine nail olacaksýnýzdýr. O harcayacaðýnýz mal, mükâfatsýz kalmýyacaktýr, ve ondan dolayý fakir düþmeyeceksinizdir.. (Ve Allah Teâlâ geniþtir) onun lütuf ve keremi boldur ve (bilendir) yaptýðýnýz harcama ve diðer þeyler ona tamamen malumdur. Artýk þeytanýn vesvesesine kapýlmayýn, üzerinize düþen malî, bedenî vazifeleri ifaya çalýþýnýz ki. Yüce Rabbinizin affýn, lütuf ve ihsanýný elde edesiniz.

 

 

 

 

269. Dilediðine hikmet verir. Kendisine hikmet verilmiþ olan bir kimse ise muhakkak ona bir çok hayýr verilmiþ olur. Ve bunu ancak halis akýl sahipleri tefekkür eder.

269.   Bu âyeti kerime, hikmetin kadrini ve onu hangi zatlarýn takdir edebileceðini göstermektedir. Þöyle ki: Allah Teâlâ, kullarýndan (dilediðine hikmet verir) güzel amele götüren ilim verir, eþyanýn hakikatini anlama kudreti verir, Ýlâhî emirlerin faidelerini, gayelerini anlayabilme kabiliyeti verir, derin anlayýþ ve fazilet ihsan buyurur. Böyle (kendisine hikmet verilmiþ olan bir kimse ise) pek mutludur. Pek büyük bir ilâhî lütf a kavuþturmuþtur. Çünkü (muhakkak ona) o kendisine hikmet ihsan buyrulmuþ olan zata (birçok hayýr verilmiþ olur.) Bu sayede ebedî selâmet ve saadete aday olmuþ olur. (Ve bunu ancak hâlis akýl sahipleri) temiz düþünüþe, aydýn bir ruha sahip bulunan zatlar (tefekkür eder) anlarlar. Bunun büyük bir Allah vergisi olduðunu takdir ederek kulluk görevlerini tam bir þevk ile, hoþ bir þükran hissi ile ifaya çalýþýr dururlar. Ne büyük muvaffakiyet!..

§ Hikmet kelimesi, çeþitli þekillerde tarif edilmiþtir. Kýsacasý, Cenab'ý Hakka isnat olunan hikmetten murad, bütün cüzî ve idi Mî þeyleri bilmesi ve bunlarý son derece saðlam ve kuvvetli olarak icat etmesi demektir. Bu cihetle Cenab'ý Hakkýn bir mukaddes ismi de (hakimdir.) insanlara göre hikmet ise eþyanýn hakikatini imkân nisbetinde bilmek ve iyiliðe çalýþmaktýr. Hikmetle vasýflanmýþ olan zata ve hikmeti içeren þeye de (hakim) denir. Lokman hekim. Kur'ân'ý Hakim gibi. Maamafih hikmet tabiri þu gibi mânâlarda da kullanýlmaktadýr: (I) Kur'ân'ý Kerim, (2) Ýlim ve anlayýþ, (3) Allah'a ait ilim, (4) Peygamberlik, (5) Þüpheden beri olan ruhanî iþaret, (6) Din ve dünyanýn iyiliði, (7) Eþyanýn hakikatini bilmek, (8) Kâinatýn yaratýlmasýndaki faydayý ve var oluþ gayesini bilmek. (9) Ýlâhî emirlerin fayda ve gayesini anlamak, (10) Güzel fi".illeri yapma alýþkanlýðý (11) Siyaset sahasýnda insanlýðýn gücü ölçüsünde ilâhî hükümleri uygulamak, (12) Allah'ýn ahlâký ile ah I aklan m ak, ahlâkî faziletlerle donanmak, (13) Her þeyi lâyýk olduðu yere, mertebeye koymak, adaletin öngördüðü þekilde harekette bulunmak, (14) Ýcat, fâideli bir þey meydana getirmek, (15) Ruhlarýn sükûnete kavuþarak tatmin olmasý. (16) Bir nurdur ki, hakikat ile vesvesenin, hak ile bâtýlýn arasýný ayýrýr, (17) Faydalý ilimdir ki, güzel amellere sebep olur...

Ýsterim her yerde bir hurþidi hikmet parlasýn.

Her cihetten pertev ilmü fazilet parlasýn...

Ýsterim her yerde bir hikmet güneþi parlasýn.

Her yönden ilim ve fazilet ýþýðý parlasýn.

 

 

 

 

270. Ve nafakadan her ne harcarsanýz veya adaktan her ne kadar iseniz þüphe yok ki Allah Teâlâ onu bilir. Ve zalimler için yardýmcýlardan bir fert yoktur.

270. Bu âyeti kerime, yapýlacak sadakalara ve adaklara dikkat ve riâyet edilmesinin lüzumuna iþaret etmektedir. Þöyle ki: Ey müslümanlar!. Hak Tealâ size yapacaðýnýz iyiliklerden dolayý maðfiret ve fazilet ihsan buyurur. (Ve nafakadan) fakirlere, münasip yerlere vereceðiniz sadakalardan az olsun çok olsun, gizlice olsun aþikâre olsun ve zekât yoluyla olsun veya nafile yolu ile olsun (her ne sarfederseniz veya) bir þarta baðlý olsun veya olmasýn (adaktan her ne adarsanýz þüphe yok ki. Allah Teâlâ onu) o yaptýðýnýz infaký veya adaðý (bilir.) Yani: Yapacaðýnýz infak veya adak, Allah yolunda mýdýr, nefis ve heves uðrunda mýdýr, iyi niyete baðlý mýdýr, yoksa gösteriþ için midir, gayri meþru bir gayeden dolayý mýdýr, bütün bunlarý Cenâb-ý Hak bilmektedir. Artýk ona göre hareket etmelidir. Bu yaptýklarýnýz Allah rýzasý         için  olmayýp  da sýrf hava ve  hevesinizin  bir eseri  ise  nefsinize  zulmetmiþ,  kendinizi  mükâfattan  mahrum  býrakmýþ  olursunuz.  (Ve  zalimler için)  ise (yardýmcýlardan) âhirette kendilerine yardýmcý olacak (bir fert yoktur.) Onlar gelecekte bir dost, bir yardýmcýya kavuþamayacaklardýr. O halde kendileri için dünyada dost zannettikleri þeytan tabiat, aldatýcý þahýslar, yarýn âhirette yardým edecek bir durumda bulunamýyacaklardýr. Artýk ne için böyle kimselere güvenerek gayrimes.ru hareketlerde ve harcamalarda bulunmalýdýr...

§ "Nezr" Cenab'ý Hak'ka saygý için mubah olan bir fi'li üzerine almak, onun yapýlmasýný kendine vacip kýlmaktýr. Bunun türkçesi adaktýr. Bu ya bir þarta baðlý olur veya olmaz. Meselâ: Nezrim olsun, rýzâyý hak için bir kurban keseyim, denilse bu bir mutlak nezir olur. Fakat, filân isim görülürse Allah rýzâsý, için bir kurban keseyim denilse bu þarta istenen baðlý bir nezir olur o is görülmedikçe bu kurban lâzým gelmez. Bir de nezre dilen þeyin cinsinden bizzat yapýlmasý istenen bir farz veya vacip bulunmalýdýr. Binaenaleyh nezrim olsun bir gün oruç tutayým denilse bu sahih bir nezir olur, bunu yerine getirmek lâzým gelir. Fakat, "nezrim olsun filân hastayý ziyaret edeyim" denilse bu sahih bir nezir olmaz çünkü hastalan ziyaret övülecek bir þey ise de herhalde farz ve vacip deðildir.

Maamafih nezirler, dünyevî bir maksadýn meydana gelmesi için yapýlmamalýdýr. Meselâ: Filân isim yoluna girerse bir kurban keseyim gibi nezirlerde bulunmamalýdýr. Çünki yapýlacak bir ibâdet, verilecek bir sadaka sýrf Allah'ýn rýzâsý için olmalýdýr. Geliþigüzel dünyevî bir menfaat için böyle bir nezirde bulunmamalýdýr. Fakat bulunulmuþ olursa onu da ifâ etmelidir. Fakat nezredilen sev haddizatýnda günah bir is olursa bu muteber olmaz. Buna riâyet edilemez. Meselâ: Nezredilen bir intihar doðru deðildir. Binaenaleyh: "Þu isim olursa nefsimi hak yolunda kurban edeyim" denilse bunda yerine getirilemez. Çünki bu bir intihardýr, günah bir istir, nefse zulümdür.

 

 

 

271. Eðer sadakalarý açýkça yaparsanýz o ne iyidir. Ve eðer onlarý gizlerseniz, ve fakirlere -öylece- verirseniz o sizin için daha hayýrlýdýr ve sizin günahlarýnýzdan bir kýsmýný örter. Ve Allah Teâlâ yaptýklarýnýzdan haberdardýr.

271. Bu âyeti kerime de, sadakalarýn ne þjekilde verilmesini ve faidelerini göstermektedir. Þöyle ki: Ey müslümanlar!. (Eðer sadakalarý) zekât kabilinden olmayan yardýmlarý (açýkça) baþkalarýnýn görecekleri þekilde (yaparsanýz o ne iyidir) baþkalarýna da güzel bir örnek olmuþ olursunuz. Elverir ki bir gösteriþ H,n olmasýn. (Ve eðer onlarý) o vereceðiniz sadakalarý (gizlerseniz) baþkalarýna gösterip söylemezseniz (ve fakirlere) öylece, baþkalarýna göstermeksizin (verirseniz o) þekilde vermek (sizin için daha hayýrlýdýr.) Daha çok sevaba vesiledir. Çünkü bunda gösteriþ Þüphesi yoktur ve bu fakirlerin bir utanma hissetmelerine, görenlere karsý çekinir bir hal almalarýna sebebiyet vermiþ olamaz. (Ve) böyle verilen bir sadaka (sizin günahlarýnýzdan bir kýsmýný, örter) sizin âhirette bir kýsým; kusurlarýnýzý affa ve gizlemeye vesile     olur. (Ve) þüphe yok ki, (Allah Teâlâ yaptýklarýnýzdan haberdardýr) Gizlice yapacaðýnýz sadakalarý bilir, görür, mükâfatýný verir. Bu âyeti kerime de sadakalarýn

gizlice      verilmesine teþvik vardýr. Nitekim bir hadisi þerifte de: = gizlice yapýlan sadaka Cenab'ý Hak'kýn gazabýn 

söndürür" buyrulmustur. Yani böyle bir sadaka onu verenin ilâhî affa uðramasýna sebep olur. Bunun içindir ki: Bazý zatlar sadakalarýný verecekleri fakirlere de açýkça vermez, kendilerini bildirmeden onlara gönderir. Kendilerine karþý fakirleri þükran borçlusu olarak býrakmak istemezler. Ancak farz olan zekâtýn açýk olarak verilmesi efdaldir. Çünkü bu bir farzdýr, bir borçtur. Namaz gibi, ramazan orucu gibi þartlarýný taþýyan her müslümana bir vazifedir. Bunda gösteriþ olamaz. Zekâtýn böyle açýk olarak verilmesi, zekât verme durumunda olan bir müslümaný, zekâtýný vermemiþ olmak töhmetinden kurtarýr. Onun, Allah'ýn emrine yerine getirdiðini gösterir ve bu baþkalarýna da güzel bir örnek teþkil etmiþ olur. Ibni Ab bas Hazretlerinden rivayet olunduðuna göre gizlice verilen nafile kabilinden sadakalarýn sevabý

açýkça verilen böyle sadakalardan yetmiþ, kat fazladýr. Farz olan ve açýkça verilen sadakalarýn, yani zekâtlarýn sevabý ise bunlarýn gizlice verilenlerine göre yirmi beþ kat fazladýr.

Kýsacasý: Fakirlere ve düþkünlere yapýlan yardýmlarýn, iyiliklerin sevabý pek çoktur, kýymeti pek fazladýr. En güzel, medenî; insanî bir hizmettir.

"Dersen olayým naili ihsaný Ýlâhî"

"ihsanýný kat eyleme mihnet zedelerden"

"Eðer ilâhî lütfa ulaþayým dersen"

"Sýkýntýya düþenlerden yardýmýný kesme."

 

 

 

 

272. Onlarý hidâyete erdirmek senin üzerine -bir vazife- deðildir. Ve lâkin Allah Teâlâ dilediðine hidâyet nasip buyurur. Ve hayýrdan her neyi infak ederseniz kendi nefsiniz için etmiþ olursunuz. Ve siz ancak Allah Teâlâ'nýn rýzâsý için harcamada bulunursunuz. Ve hayýrdan her ne infak ederseniz size karþýlýðý ödenir ve siz zulme uðratýlmýyacaksýnýz.

272. Bu âyeti kerime, peygamberlik vazifesine ve gayrimüslimlere de zekât kabilinden olmayan sadakalarýn verilebileceðine iþaret etmektedir. Rivayete göre Rasûli Ekrem Efendimiz, Ýslâm'ýn baþlangýcýnda gayrimüslimlere sadaka verilmesini istememiþti. Tâ ki onlar, ihtiyaçlarý sebebiyle Islâmiyeti kabul etsinler. Maamafih onlar, müslümanlara karþý cephe almýþ bulunuyorlar, onlara sadaka vermek, düþmana yardým etmek gibi olabilir. Fakat Ýslâmiyet, bir þefkat ve merhamet dini olduðundan kendine mensup olmayanlara da yardým edilmesini caiz kýlmýþ, onun bu üstün yardým severliði birçok muhalif I erin i de mahcup ederek kendi yüce alanýna çekmiþtir. Bir rivayete göre de Hz. Ebu Bekir'in muhterem kýzý Esma, hac için Mekke'i Mükerreme'ye gitmiþti. Müþrik olan annesi gelip kendisinden yardým istemiþ; o da annesine gayrimüslim olduðundan dolayý yardýmdan kaçýnmýþtý. Bunun üzerine bu âyeti celile nazil olarak onlara da yardýmýn caiz olduðu bildirilmiþtir. Kýsacasý buyuruluyor ki: Habibim! (Onlarý) o gayrimüslimleri (hidâyete erdirmek) bilfiil doðru yola sevketmek (senin üzerine bir vazife deðildir.) Bu senin selâhiyetin haricindedir, senin vazifen irþaddýr, hak ve hakikati bildirmektir. (Velâkin Allah Teâlâ dilediðine) kabiliyetli olan, cüz'î iradesini güzelce kullanan her hangi bir kuluna (hidâyet nasip buyurur) böyle hidâyet buyurmak, Cenab'ý Hak'ka mahsustur. (Ve hayýrdan her neyi infak ederseniz kendi nefsiniz) in faidesi (için) infak (etmiþ olursunuz.) Onun menfaati, uhrevî mükâfatý size aittir. Velevki kendilerine nafaka verdiðiniz kimseler gayrimüslim bulunsunlar. (Ve) Ey hakiki müslümanlar!.. (Siz ancak Allah Teâlâ'nýn rýzâsý için harcamada bulunursunuz.) Artýk harcayacaðýnýz þeylerden dolayý kimseye minnette, gösteriþle bulunmayýnýz, ve gayrimüslimdir diye böyle bir iyilikten çekinmeyiniz, (Ve hayýrdan) maldan, faideli þeylerden (her ne harcarsanýz size) Allah tarafýndan (karþýlýðý ödenir.) Sevbaplara ulaþýrsýnýz. Yani ey müminler!. Siz sýrf Allah'ýn rýzasý için harcamada bulundukça onun kat kat karþýlýðýna erersiniz, velevki bu harcama, gayrimüslimler hakkýnda olsun, çünkü onlar da Allah'ýn kullarýdýr, onlarý da Cenâb-ý Hak rýzýklandýrýyor. Siz onlara iyilikseverliði göstermiþ olursunuz. (Ve siz zulme uðratýlmayacaksýnýz.) Her halde bu harcamanýzýn fâidesini göreceksiniz, bunun meyvesinden mahrum ve binaenaleyh zulme uðramýþ olmayacaksýnýzdýr. Artýk böyle bir iyilikten çekinmeyiniz.

Maamafih       gayrimüslimlere de nafile kabilinden olan sadakalarý vermek caiz ise de hallerini kimseye arzetmeyen, dâima cihada, ibâdet ve itaata devam eden ve  hak'ka tevekkül edip duran bir kýsým fakir müslümanlara intakta bulunulmasý daha çok sevaba vesile olur. Nitekim o gibi zatlarýn halleri þöylece beyan buyuruluyor.

 

 

 

273. O fakirlere ki. Allah yolunda kapanmýþ kalmýþlardý. Yer yüzünde dolaþmaya kadir olamazlar. Onlarý bilmeyen, istemekten çekindikleri için onlarý zengin kimseler s an arlar. Sen onlarý yüzlerinden tanýrsýn. Onlar insanlardan ýsrarla bir þey istemezler ve siz hayýrdan her ne infak ederseniz, þüphe yok ki Allah T e âlâ onu tamamen bilir.

273.      Bu âyeti kerime, "Suffe" ashabý denilen zatlarýn vasýflarý ve o gibi zatlara verilecek sadakalarýn övülmesi hakkýndadýr. Þöyle ki: Peygamber zamanýnda Medine'i Münevvereye hicret etmiþ olan dört yüz zat vardý. Bunlarýn evleri, servetleri, aþiretleri yok idi. Bu mübarek zatlar, Mescidi Nebevide "Suffe" denilen belirli bir yerde eyleþiyorlardý. Bu cihetle bunlara "Ashabý Suffe" denilmiþtir. Bu zatlar nefislerini cihad için hapsetmiþ, bütün seriyyelerde bulun muþlardý. Vakitlerini ibâdete, dinî hükümleri öðrenmeye hasreylemiþ bulunuyorlardý. Ýþte bu zatlarýn vasýflarý þöylece beyan buyuruluyor: Ey müminler!. Vereceðiniz sadakalarý asýl (o fakirlere) o suffe ashabýna veriniz (ki) onlar (Allah yolunda) cihad uðrunda, ibâdet ve itaat hususunda nefislerini hapsetmiþ (kapanmýþ kalmýþlardýr). Ticaret için, nafakalarýný tedarik için (yer yüzünde dolaþmaya kadir olamazlar.) Onlarýn oraya buraya koþmalarýna dinî meþguliyetleri veya kudretsiz durumda olmalarý müsaade etmemektedir. (Onlarý bilmeyen) onlarýn hallerine vâkýf olmayan bir þahýs (istemekten) ihtiyaçlarýný arzederek ondan bundan bir þey dilenmekten (çekindikleri) böyle bir þeye tenezzül etmeyip hallerine kanaat ettikleri (için onlarý zengin kimseler sanarlar.) Fakat ey muhat ab!. (Sen) dikkat edince (onlarý yüzlerinden) ne kadar iffetli, kanaatkar, ihtiyaçsýz zatlar olduðunu (tanýrsýn.) Bir takým alâmetlerden dolayý onlarýn o yüksek hallerini anlarsýnýz. (Onlar) ne kadar ihtiyaç içinde bulunsalar da yine (Ýnsanlardan yüzsüzlükle bir þey istemezler.) Onlar asla dilencilikte bulunmazlar. (Ve) Ey müslümanlar!. (Siz hayýrdan) maldan ne harcarsanýz, insanlýk âlemine maddî ve manevî ne gibi yardýmlarda bulunursanýz (her ne infak ederseniz, þüphe yok ki Allah Teâlâ onu tamamen bilir.) Onun mükâfatýný ihsan buyurur. Artýk böyle neticesi sadece hayýr olan fedakârlýklardan çekinmeyiniz, elden gelen hayýr ve yardýmlara çalýþýnýz. Halleri ve sýrlarý bilen Yüce Allah'ýmýzýn sonsuz l üt utlarýna aday olunuz.

 

 

 

274.      Onlar ki, mallarýný gece ve gündüz, gizli ve aþikâre olarak infak ederler, artýk onlar için Rableri katýnda mükâfatlarý vardýr. Ve onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardýr.


274. Bu âyeti kerime, harcamanýn en mükemmel þeklini göstermekte, böyle bir harcamada bulunacaklarýn ulaþacaklarý mükâfatlarý beyan buyurmaktadýr. Þöyle ki: (Onlar ki) Cenâb-ý Hak'kýn o mü'min, fedakâr kullarý ki (mallarýný) meþru þekilde sahip olduklarý, servetlerini (gece ve gündüz, gizli ve aþikâre) yani her vakit, her lüzum görüldükçe Allah'ýn rýzâsýna uygun (olarak infak ederler.) Pek büyük sevap kazanmýþ olurlar. (Artýk onlar için Rableri yanýnda mükâfatlarý vardýr) onlar bu mükâfatlarý dünyada da, ahirette de görürler. (Ve onlara bir korku yoktur) Geleceðe ait bir keder takdir edilmiþ deðildir. (Ve onlar mahzül da olmayacaklardýr.) Kendilerine ait sevilen, ve arzu edilen bir nimetin elden çýkmasý ile üzülmeyeceklerdir. Ne büyük bir mükâfat!.

§ Bu âyeti kerimenin nüzul sebebi hakkýnda birçok rivayetler vardýr. Kýsaca deniliyor ki: Hz. Ebu Bekir Radiyallahü anhýn kýrk bin dirhemi varmýþ, bunun on bin dirhemini gece, on bin dirhemini gündüz, on binini gizli, on binini de açýkça tasadduk etmiþ, bunun üzerine bu âyeti celile nazil olmuþtur.

Diðer bir rivayete göre de Hz. Ali Radiyallahü tealâ anhýn dört dirhemi varmýþ bunun bir dirhemini gece, bir dirhemini gündüz, bir dirhemini gizlice, bir dirhemini di açýkça       infakta bulunmuþ. Rasüli Ekrem Sallallahu tealâ Aleyhi Vesellem Efendimiz, Ye Ali! Seni bu infaka ne sevk etti diye sormuþ. O da: Rabbimin vadettiðine lâyýk olma! için infak ettim demi;. Peygamber Efendimiz de: Lekezalik = o vadedilen mükâfat, senin içindir, buyurmuþ,, bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuþtur.

Üçüncü bir rivayete göre de bu âyeti kerime, cihad için atlar besleyen zâtla hakkýnda nazil olmuþtur. Çünkü onlar bu atlara gece ve gündüz, gizli ve açýk olara! yem verir ve onlarý besler dururlar. Binaenaleyh Ýslâm yurdunun müdafaasý için tedarik edilecek harp vasýtalarý için, meselâ, toplar, tüfekler, tayyareler için yapýlan yardýmlarda böyle pek makbul birer sadaka mahiyetinde bulunmaktadýr. Kýsacasý Allah rýzasý için yapýlacak bu gibi yardýmlarýn sahipleri ilâhî korumaya ulaþmýþ, hüzün ve kederden korku ve endiþeden kurtulmuþ olacaklardýr. Bu âyeti kerime bunu müjdelemektedir Þunu da ilâve edelim ki: Böyle bir infakta bulunmuþ olmak için bütün   mallarý verip te hayatýn devamý için gerekli olan miktarýndan da mahrum kalmak lâzým gelmez. Çünkü bütün bütün eli boþ kalýp da baþkalarýna muhtaç bir hale

düþmek     caiz deðildir. = Eli sýký olma; büsbütün el açýk da olmaz.

(Isra 17/29) âyeti kerimesi de bunu göstermektedir. Zaten bir in þanýn kendi nefsine ve kendi ailesinin fertlerine meþru surette kazanýp sarfedeceði bi mal da bu infak cümlesindendir. O halde bir zat bu gibi zorunlu ihtiyaçlarýna tekabül edecek malýndan fazlasýný diðer fakir ve düþkünlere ve cihadýn gereklerine sarf etti mi bütün servetini Allah rýzâsý için sarfetmiþ sayýlýr, ona göre mükâfata aday olur.

"Bu âyeti celile, Ýslâm milletine lâyýk olan sosyal bir yardýmlaþmanýn Allah katýnd; ne kadar makbul olduðunu pek açýk bir þekilde gösteriyor. Evet!. Güzel bir dinî terbi yeye sahip olan bir zat, bütün insaniyete karþý, özellikle kendi muhitine, kendi dindaþlarýna karþý pek fedakâr bulunur, kendi servetinden sýrf Allah rýzâsý için baþkalarýný da yararlandýrmaya çalýþýr, onlara gece ve gündüz dem iye re k her lüzum görüldükçe gizli ve açýk þekilde yardým eder, bunu bir dinî vazife bilir. Bunu bir minnete, bir þöhret hevesine dayalý olmaksýzýn tam bir nezaketle yapar. Artýk böyle ahlâkî bir terbiye, böyle yüce bir his, bir milletin fertleri arasýnda yayýlýrsa, her fer elinden geldiði kadar baþkalarýnýn imdadýna koþarsa artýk o millet arasýnda sefaletten birbirinin hukukuna tecavüzden bir eser görülebilir mi? Aralarýnda en güzel bir dayanýþma, en takdire lâyýk bir milli birlik oluþmaz mý?

Maamafih böyle bir harcamanýn büyük mükâfatýný düþünüp tasdik eden bir zat kendisinin de böyle bir mükâfata kavuþabilmesi için iþ sahasýna daha fazla atýlýr, daha fazla servet sahibi olmasýný ister ki, kendisi de fakir ve düþkünlere yardým ederek böyle büyük bir nîmete, bir ebedî, uhrevî saadete ulaþsýn. Bunun neticesinde de milletin iktisadî hayatý daha fazla geliþme göstermiþ olur.

Fakat böyle yüksek bir duygudan, böyle temiz bir inançtan mahrum olan kimseler ise yalnýz kendi maddî menfaatlerini düþünürler, fýrsat buldukça baþkalarýnýn mallarýný da birer suretle ellerinden kapýp almak isterler, kendi servetleri ne kadar fazla olursa olsun yine doymazlar, hýrslý bir halde hareket ederler. Baþkalarýnýn sefaletlerine acýmaz, onlarýn ihtiyaçlarýný Allah rýzâsý için gidermek istemezler. Belki onlarýn ihtiyaçlarýndan istifade ederek kendileri için daimî bir gelir kaynaðý temin etmek ister dururlar. Böyle bir hal ise hikmete, fazîlete insaniyete muhalif deðil midir? Ýþte ribâ âyetleri, bizleri bu gibi aþaðýlýk ihtiraslardan men etmekte ve sakin d.ýrmaktadýr.

 

 

 

 

275. O kimseler ki, faizi yerler, onlar kalkamazlar, ancak þeytanýn çarpmýþ olduðu, delirmiþ bir þahýs gibi kalkarlar. Bu ise onlarýn alýþ veriþ muamelesi týpký ribâ gibidir,    demeleri sebebiyledir. Halbuki, Allah Teâlâ alým satýmý helâl, ribayý ise haram kýlmýþtýr. Ýmdi her kim ki, kendisine Rabbinden bir öðüt gelir de ribaya nihayet verirse, evvelce aldýðý kendisinedir ve onu hükmü Allah Teâlâ'yadýr. Ve her kim tekrar ribaya dönerse iþte onlar cehennem ehlidirler, onlar orada ebedî kalacaklardýr.

275. Bu âyeti kerime, müslümanlarý ribadan, faizden men etmek için nazil olmuþ, bunun ne korkunç felâketlere sebep olacaðýný en açýk bir þekilde göstermiþtir. Þöyle ki: Ey müslümanlar!. (O kimseler ki ribâ yerler) yani ribâ denilen muameleyi yapar, faiz alýr, ondan istifade etmek isterler (onlar) mezarlarýndan (kalkamazlar.) Mahþere aklî dengelerini muhafaza etmiþ bir þekilde varamazlar. (Ancak þeytanýn çarpmýþ) cinlerin hücumuna uðramýþ (olduðu delirmiþ) cinnet haline düþmüþ (bir þahýs gibi kalkarlar.) Böyle bir felâkete uðrarlar. (Bu ise) böyle bir kötü âkibet ise (onlarýn) bey'i (alýþ veriþ muamelesi týpký ribâ) faiz gibidir, (demeleri sebebiyledir.) Böyle bir iddia nasýl doðru olabilir?. (Halbuki, Allah Teâlâ alým satýmý) þartlarý içerisinde (helâl) kýlmýþtýr. (Ribayý ise) ribanýn en mühim kýsmý olan faizi ise (haram kýlmýþtýr.) Artýk bunlar nasýl birbirinin ayný olabilir?. (Ýmdi her kim ki, kendisine Rabbinden bir öðüt gelir) yâni ribanýn, faizin haram kýlýndýðýna dair bir dinî emir, bir ilâhî hüküm, bir dinî öðüt bildirilmiþ ve açýklanmýþ olur (da ribaya) faiz almaya (nihayet verirse evvelce) bu ilâhî yasaktan önce (aldýðý) faiz (kendisinedir.) Bunu iade etmesi icap etmez. (Ve onun hükmü Hak Tealâ'ya aittir.) Bu ilâhî emre uyarak o faizin alýnmasýna nihayet verirse Allah'ýn affýna ve lütfuna mazhar olur, onun vazifesi Allah Teâlâ'nýn emir ve yasaðýna uymaktýr. (Ve her kim) bu ilâhî emre muhalefet ederek (tekrar ribaya döner) faiz alýr (sa) onun akýbeti pek korkunçtur. Böyle ribayý helâl görenler yok mu (iþte onlar cehennem ehlidirler.) Böyle haramý helâl sayanlar, sabit bir hakikati inkâra cür'et gösterenler yok mu (onlar orada) o azab ateþi içinde (ebedî) olarak (kalacaklardýr,) Aman Yarabbü. Ne büyük felâket!.

§ Ribanýn mahiyeti: Ribâ lügatte ziyadelenmek, fazlalanmak demektir. Faiz denilen muamelenin ismi olmuþtur. Maamafih ribâ tabiri þeriat lisanýnda faizden daha umumidir, þöyle ki, alýþ veriþte akdi yapanlardan birine verilmesi þart olup karþýlýktan hâli bulunan fazla miktarýdýr. On miskal altýný on bir miskal altýn karþýlýðýnda satmak gibi. Ribâ, altýn ve gümüþ gibi tartýlan, buðday, arpa, hurma, tuz, kuru üzüm gibi ölçülen maddelerde cereyan eder. Ribâ, iki nevidir. Birisi "ribayý fazýFdýr ki, tartýlan veya ölçülen bir cins eþyanýn kendi cinsleri karþýlýðýnda peþin olarak fazlasýyle satýlmasý halinde meydana gelir. Meselâ: Bir altýn veya gümüþ veyahut bir miktar buðday kendi cinsiyle derhal deðiþtirilecek olsa bakýlýr: Eðer miktarlarý eþit ise bu caizdir. Fakat birinin miktarý biraz fazla ise bu deðiþtirme caiz olmaz. Meselâ, on kile buðday on bir kile buðday ile deðiþtirilecek olsa bu helâl olmaz. Velevki, bunlarýn bir kýsmý kaliteli, bir kýsmý da kalitesiz olsun. Çünkü asýl itibar cinsiyete ve miktaradýr. Ribanýn ikinci nevi ise "ribayý nesie"dir. Bu da tartýlan veya ölçülen þeyleri birbiri karþýlýðýnda veresiye olarak deðiþtirmektir. Velev ki miktarlarý eþit olsun, bu da haramdýr. Meselâ: On dirhem gümüþ, yine on dirhem gümüþ karþýlýðýnda veya bir kile buðday yine bilahara verilecek bir kile buðday karþýlýðýnda veresiye olarak satýlamaz. Bu ribâ, yalnýz altýn ve gümüþ gibi misliyatta, aralarýnda aþýn fiyat farký olmayan benzer maddelerde buðday v arpa gibi ölçülen þeylerde ve yumurta, ceviz gibi taneler arasýnda kýymetlerini deðiþtirecek bir fark bulunmayan sayýlabilen maddeler de cereyan eder. Bunlarý, cinsleri, miktarlarý eþit ise de veresiye olaný peþin olanýna denk olamaz. Bu bir riba muamelesidir. Bunlar kendi cinslerinin dýþýndaki þeyle alýnýp satýlabilirler.

§ Ýstikraz meselesine gelince: Bu da borç alýp vermek muamelesidir ki: Yalnýz altýn ve gümüþ gibi misliyatta, buðday arpa gibi ölçülen maddelerde yumurta, ceviz gibi taneleri arasýnda kýymetlerini deðiþtirecek derecede farklýlýk bulunmayan sayýlabilen þeylerde cereyan eder. Hayvanlarda ve mensucat gibi kýymetli mallarda yani çarþý ve pazarda misli bulunmayan yahut bulunsa da fiyat bakýmýndan farklý olan mallarda cereyan etmez.

Öyle borç alýnýp verilmesi caiz olan þeyler: Bir fazlalýða tâbi olmaksýzýn, bilâhan yalnýz ayný miktar alýnmak üzere borç verilir ve alýnýr. Buna "karzý hasen" denir. Bir sene     müddetle on lira borç verilip sonra yine on lira alýnmak gibi, fakat fazla bir þey þart edilmiþ olursa meselâ: On lira yerine bilahara on bir lira verilmek þart koþulmuþ olursa bu bir faiz meselesi olur ki, bu da ribâ hükmündedir. Bunun haramlýðý hakkýnda da ittifak vardýr. Bunun zararlarýna kýyasla düþünülen faideleri hiç hükmündedir.

 

 

 

276. Allah Teâlâ ribayý mahveder, sadakalarý ise artýrýr ve Allah Teâlâ, nîmete karþý çok nankörlük eden günahkârlarý sevmez...

276.     Bu âyeti kerime genel anlamda ribâlarýn faidesiz kalacaðýný, sadakalarýn ise bir çok faidelere sebep olacaðýný gösteriyor, bunun aksini söylemenin büyük bir günah olacaðýna iþaret buyuruyor. Þöyle ki: (Allah Teâlâ ribayý) faizi (mahveder) bereketini giderir. (Sadakalarý ise artýrýr.) Onlarýn sevabýný kat kat kýlar, sahiplerine nice nimetler ihsan buyurur. (Ve Allah Teâlâ, nîmete karþý çok nankörlük eden) ribayý helâl görmek gibi bir takým haramlarý helâl saymada ýsrar eden (günahkarlarý) yasaklarý iþlemeye devam edip duranlarý (sevmez.) Öyle kimseler, Allah'ýn sevgisine ulaþamaz, selâmet ve saadete eriþemezler. Böyle yüce gayelere ulaþmak için öyle yasaklardan kaçýnmak, namaz gibi, zekât gibi ilâhî emirlere boyun eðmek lâzýmdýr.

 

 

 

277.      O kimseler ki imân ettiler ve iyi amellerde bulundular ve namazlarýný doðruca kýldýlar, zekâtlarýný da verdiler, iþte onlar için Rableri katýnda mükâfatlarý vardýr ve onlar için hiç bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardýr.

277.   Bu âyeti kerime, yukardaki tehdidin ardýndan büyük bir ilâhî müjdeyi içermektedir. Ve böyle büyük bir müjdeyi kapsadýðýndan mükerrer olarak nazil olmuþtur. Evet... Þöyle buyruluyor: (O kimseler ki,) Allah Teâlâ (ya onun resulüne) ve onun bütün dinî hükümlerine (imân ettiler) bununla beraber (iyi amellerde) ibadet ve itaatte (bulundular ve) özellikle kendilerine farz olan (namazlarýný doðruca) þartlarýna ve usullerine riayet ederek (kýldýlar.) Mükellef olduklarý (zekâtlarýný da) onu hak eden fakirlere (verdiler.) Onun bunun malýný birer bahane ile meselâ faiz suretiyle almak deðil, kendi öz mallarýnýn bir kýsmýný bile fakir dindaþlarýna vermek fedakârlýðýnda bulundular (Ýþte onlar için) böyle Allah rýzasý için güzel amellerde bulunanlar için kerem ve merhamet sahibi olan (rableri katýnda) dünya ve âh i ret e ait (mükâfatlarý vardýr.) Bu yüzden ne büyük nimetler ve lütuflar elde edeceklerdir. (Ve onlar için) dünyada ve âhirette (hiç bir korku yoktur.) Gelecekte hoþlanmayacaklarý bir þey ile karþýlaþmayacaklardýr. (Ve onlar mahzun da olmayacaklardýr.) Her sevdikleri güzel, meþru þeylere kavuþacaklardýr, onlarýn kaybý ile hüzünlü ve kederli olmayacaklardýr. Ne büyük bir ilâhî müjde!.

 

 

 

 

 

278.  Ey imân edenler! Allah Teâlâ'dan korkunuz, ribadan geri kalaný terkediniz, eðer siz mü'min kimseler iseniz.

278.  Bu âyeti kerime, hakikî mü'minlerin Allah Teâlâ'dan korkarak onun emirlerine, yasaklarýna itaat edip boyun eðeceklerini gösteriyor. Þöyle ki: (Ey imân edenler) ey Ýslâm ile þereflenenler (Allah Teâlâ'dan korkunuz) onun kudret ve yüceliðini, yaratýcýlýðýný ve kendisine ibâdet edilmeðe lâyýk olduðunu düþünerek kalben titreyiniz, onun emirlerine muhalefetin ne kadar cezalarý celbedeceðini tefekküre dalarak ruhunuzu uyandýrýnýz. Bu cümleden olmak üzere (ribadan gerî kalaný terkediniz.) Vaktiyle borç vermiþ olduðunuz þeylerden dolayý faiz nâmýna ve alacaðýnýz kalmýþ ise artýk bu ilâhî emrin gelmesinden sonra borçlulardan atmayýnýz, onlarý býrakýnýz. (Eðer siz) hakikaten (mü'min) Allah'ýn emrine itaat eden (kimseler iseniz.) Allah Teâlâ'dan korkan, ciddî surette mü'min bulunan bir kula lâzým olan böyle yapmaktýr.

 

 

 

 

279.      Eðer böyle yapmazsanýz Allah Teâlâ ile Rasûli tarafýndan bir harb malûmunuz olsun, ve eðer tövbe ederseniz sizin için ana sermayeniz vardýr. Ne zulüm edersiniz ne de zulme uðrarsýnýz.

279. Bu âyeti kerime de ribadan kaçýnmayanlar hakkýnda en büyük tehdidi içermektedir. Þöyle ki: Ey müminler!. (Eðer böyle yapmazsanýz) yani Allah Teâlâ'dan korkup faizden alacaðýnýzýn kalanýný borçlulara terketmezseniz (Allah Teâlâ ile Rasûli tarafýndan bir harb malûmunuz olsun.) Siz Cenab'ý Hak'ka ve onun Resulüne isyan etmiþ, onlarýn emirlerine muhalefette bulunmuþ, bu cihetle mahv olmayý ve cezalandýrýlmayý hak etmiþ olursunuz. Hakkýnýzda þer'î cezalarýn uygulanmasý gerekir. (Ve eðer) ribanýn haramlýðýný bilip onu terkeder ve evvelce yapmýþ olduðunuz bir ödüncün kalan faizini borçluya býrakýp almaz da bundan dolayý (tövbe ederseniz) kendinizi cezadan kurtarmýþ olursunuz. Bu halde (sizin için ana malýnýz vardýr.) Borçludan ancak bunu alabilirsiniz. Artýk siz (ne zulm edersiniz) ne baþkasýnýn malýný tam bir karþýlýðý olmadýðý halde almýþ bulunursunuz. (Ne de zulme uðrarsýnýz) ana paranýzý alacaðýnýz cihetle zulme de uðramýþ olmazsýnýz. Adalet ve eþitliðe bu suretle uyulmuþ olur. Ibni Abbas Hazretleriden rivayet olunduðuna göre en son nazil olan, riba ayetidir. Evvelce A-li Imran süresindeki    âyeti        kerimesi nazil olmuþ ve ondan sonra mutlak olarak ribanýn haram olduðunu bildiren âyeti celile nazil olmuþtur ki, Mekke-i Mükerreme'nin fethi zamanýna

tesadüf      etmektedir. Bu sýralarda idi ki       = Bugün sizin için dininizi tamamladým... (Maide, 5/5.) âyeti kerimesi de nazil olmuþ Ýslâm dininin mükemmellikte doruk noktaya ulaþtýðý bildirilmiþti. Ýþte ribanýn büsbütün yasaklanmasý da böyle bir mükemmelliðin neticesi olmuþtur.

Bütün tefsirlerde açýklandýðý üzere: âyetindeki kaydý, -bilimsel ifadesiyle- bir kaydi ihtirâzî

kaydî vukuîdir (Yani ilerisi için düþünülen bir kayýt olmayýp bizatihi olayýn yapýldýðýný gösteren bir kayýttýr.) Cahiliye zamanýnda ekseriyetle uygulanan ribanýn uygulanýþ tarzýný ifade etmektedir. Þöyle ki: Bir kimse bir þahsa meselâ bir sene müddetle yüz lira borç verir, on lira da faiz kordu, müddeti sonunda bu para verilmedi mi, tekrar bir sene daha müddet verir ve o faiz ile yüz liraya tekrar o oranda bir faiz tâyin ederdi. Böyle seneler geçtikçe borcun ve faizin miktarý kat kat olurdu.    Ýþte böyle bir durum yükselen bir faizden müslümanlar men edilmiþ, bunun insanlýk þianna muhalif olduðuna iþaret edilmiþtir. Sonra mutlak olarak ribanýn haramlýðý = Tevbe ederseniz ana malýnýz sizindir (Bakara, 2/279   Allah alýþ veriþi helâl kýldý. Faizi haram kýldý... (Bakara, 2/275) gibi âyeti kerime ile kat'î surette açýklanmýþtýr. Maamafih az görülen bir takým faizlerde müddetlerinin uzamasý ve peþ peþe gelmesi neticesinde kat kat artacaðýndan onlar da kat kat artan faiz mahiyetini almaktadýr. Binaenaleyh böyle bir muamele bir çok hikmet ve faydadan dolayý kat'î surette yasaklanmýþ bulunmaktadýr.

§ Ribanýn yasaklanmasýndaki hikmetler:

1-Evvelâ: Þunu arzedelim ki, dinen yasaklanan bir þeyin faideden büsbütün uzak olmasý lazým gelmez. Fakat zararý faidesinden fazla olduðu için yasaklanmýþ olur.

 

Nitekim þarabýn. Kumarýn yasaklanmasý hakkýndaki ayeti kerime bunu ifade etmektedir. Ýþte riba da böyledir. Bir miktar para faiz sebebiyle artar, sahibi için bir gelir kaynaðý olabilir. Ondan baþkalarýda istifade ederek iktisat sahasýnda bir kalkýnma meydana gelebilir. Fakat bö'ðle az çok ribanýn caiz görülmesi durumunda ortaya çýkan ahlaki, içtimai, iktisadi sakýncalar daha mühim olduðundan onun düþünülen o cüz'i menfaatleri bu uðurda feda edilmiþtir.

2- Riba muamelesi, birçok kimselerin iktisadi faliyetlerini azaltýr. Faiz ile geçimlerini temin etmek isterler. I; alanýna atýlmazlar. Böyle riba yolu ile elde edecekleri bir paraya itimat ederek ticaretle ve sair faideli iþlerle uðraþmaya nihayet vermiþ olurlar Böyle bir hareket ise ferdî ve içtimaî bir zarardýr.

3  - Ribâ muamelesi, birçok kimseleri de aðýr bir yük altýnda býrakýr. Borç aldýklarý paralarý lüzumsuz yere sarfederler, tekrar ihtiyaçlar içinde kalýrlar, karþýlýðýnda bir þey kazanamadýklarý halde bu yüzden bir çok þeyleri, meselâ: Rehin býraktýklarý evleri de ellerinden çýkar. Onlarýn telâfisi mümkün olamaz.

4      - Ribâ muamelesi, sosyal yardým vazifesine aykýrýdýr, Ýslâm milleti arasýnda bir sevginin, bir dayanýþma ve yardýmlaþma muamelesinin cereyaný büyük bir vazifedir Faiz meselesi ise çok kere bu vazifenin ortadan kalkmasýna sebebiyet verir. Bu açýdan da genel olarak ribanýn haram kýlýnmasý, içtimaî faziletlere kefil olan dinî hikmetin icaplarýndan kabul edilmiþtir. Borç alan bir kimse, her halde ihtiyaç içinde bulunmak tadýr artýk böyle muhtaç bir kimseden bilahara fazla bir þey almak insanlýða aykýrý görülmez mi?

5    - Ribâ muamelesi, çok kere borçlunun huzurunu bozar, faiz vermek endiþesiyle üzülür durur. Bazanda alacaklýya karþý gücenmesine yol açar, aralarýnda eski güven ve sevgi kesintiye uðrar. Binaenaleyh kat'î olarak lüzum görülmedikçe "karzi hasen suretiyle de olsa borç bir þey almamalýdýr. Fakat muhtaç olanlara "karzý hasen" suretiyle yardýmda bulunmak, vakti ve durumu yerinde olanlar için güzel bir vazifedir. Bu yardým fakirlere sadaka vermekten daha ziyâde sevaba vesîle olabilir. Çünkî borç alan kimsenin her halde bir ihtiyacý vardýr. Halbuki bazen fakir zannedilerek kendisine sadaka verilen bir þahýs, haddizatýnda fakir olmayýp sadakaya ihtiyacý olmayabilir. Böyle bir kimsenin kendisini fakir gösterip sadaka almasý ise insanlýða aykýrýdýr; nîmete kars nankörlüðü ve uhrevî mesuliyeti gerektirmektedir.

6   - Ribâ muamelesinin caiz görülmesi, fakirlerin aleyhine olarak zenginlere büyüt bir selâhiyet vermektir ki, bu da adalete, fakir ve düþkünlere yardým vazifesine aykýrýdýr. Halbuki, Ýslâm dini, bir merhamet ve insanlýk dinidir, fakirlerin yardýmýn; koþulmasýný emretmektedir. Ýþte zekât meselesi ve borcun borçluya baðýþlanmasý da bu Ýslâm merhametinin güzel bir görüntüsüdür.

Burada hatýra gelen bir mesele vardýr. Þöyle ki: Bir zat, elindeki mallarý faiz almak suretiyle artýramadýðý halde bunlarýn her sene zekatýný verirse bunlarý büsbütün elinden çýkarmýþ olmaz mý? Evet! Bu bir iktisadi görüþle doðru görülebilir. Fakat daha iyi düþünülürse bir miktar servetin senede kýrkta birini vermekle o servet hali üzere kaldýðý takdirde ancak kýrk senenin sonunda elden çýkmýþ olacaktýr. Halbuki bu müddet içinde o servetin meþru surette artmasý için bir çok iktisadi yollar bulunabilir. Bir ticaret þirketine ortak olmak gibi.

1 - Riba meselesi, dinen yasak olduðu gibi emniyeti, itimadý, meþru ticaret muamelelerini bozacak ahlak dýþý hallerde hukuken haram bulunmuþtur. Ýslam dininin feyzinden yararlanan bir millet için yalnýz riba hususunda deðil bütün içtimai , iktisadi, ahlaki hususlar da Islâmiyetin uyarý ve irþadlarýna riâyet etmek gerekir. Bu hususlara      riayet edecek bir sosyal toplum arasýnda ise paranýn meþru þekilde artýrýlmasý için bir çok çareler bulunabilir. Meselâ: Elde bulunan bir miktar para meþru bir ticaret þirketinde sermaye olarak kullanýlabilir. Bundan alýnacak kâr, hissedarlar arasýnda belirli bir oran dahilinde daðýtýlabilir. Böyle bir kâr, ise ribâ yolu ile alýnacak bir kardan elbette daha fazla ve daha bereketlidir. Gerçekten bugün; bir sosyal toplum, bir iktisadî müessese, bu hususlarý gözetici olmayabilir. Fakat böyle bir topluluðun, bir müessesenin bu esaslara riayet etmemesi düþüncesiyle yüce gayelere yönelik olan kutsi hükümler, hikmet dairesinden çýkarýlmýþ bulunamaz. Diðer bir ifâde ile kutsî hükümler, bir sosyal toplumun, bir müessesenin keyfî eðilimlerine ve muamelelerine deðil, belki o kurul, o müessesenin o yüce hükümlere tâbi olmasý, ona göre hayatýný tanzim etmesi icabeder. Aksi takdirde ortaya çýkacak faydasýz sonuçlarýn mesuliyeti o kutsal hükümlere deðil, o topluma, o müesseseye ait olur.

B - Ribâ muamelesi hususunda þunu da düþünmelidir ki, dinimizin kutsî hükümleri tam bir adalet, ihsan ve eþitlik üzerine kurulmuþtur. Binaenaleyh alýnacak borç. paradan istifade etmek çok kere kesin olmayýp düþünce ve hele ihtimal dâiresi içerisinde bulunduðu halde, karþýlýðýnda verilecek faiz muhakkak olduðundan, böyle hayalî ve muhtemel bir þey karþýlýðýnda muhakkak bir þeyin verilmesini zorunlu görmekle Islâmiyetin her vesîle ile hedef kabul ettiði adalet, ihsan ve eþitlik prensibine muhalefet edilmiþ olur.

t -Ribâ muamelesinin haram olmasýnda yine bir çok hikmetler olabilir. Biz bunlarýn hepsini idrak edemeyiz. Fakat biliriz ki, Cenâb-ý Hak, bilici ve hikmet sahibidir. Her neyi emretmiþ ve yasaklamýþ ise onun mutlaka bir hikmeti vardýr, velevki, biz o hikmeti idrâk etmiyehm. Bizim vazifemiz, o ilâhî emir ve yasaða riâyet etmektir. Bizim itaatkâr birer kul olduðumuz bu suretle ortaya çýkar, biz bu sayede sevap ve mükâfata ulaþýrýz. Artýk öyle bir hikmetin bizce meçhul olmasý da, bir hikmet olmuþ olmuyor mu?

§ "Þu da malumdur ki, bir çok kimseler, maneviyatý, dinî hükümleri hikmetleri lâyýkiyle takdir edemezler. Gözleri her iþin Görünen tarafýna çevrilmiþ bulunur, maddî artýþ yerine meþru olan bir satýþ suretiyle bir faide temin edilmiþ olur. Buna: "Hile'i þer'iye" denilmiþtir ki, dinî bir çare, bir kurtuluþ vesilesi demektir.

Malumdur ki, bir akit çeþidi ile caiz olmayan bir muamele, diðer bir suretiyle yapýlacak bir akit vesilesiyle caiz olabilir. Bunun örnekleri mevcuttur. Hattâ bu þekilde muamele yapanlar ribadan kaçýnmýþ olacaklarý için Ýmam Yusuf a göre sevap da almýþ olurlar. Evet! Bunlar "karzý hasene" baðlý olmak üzere usulü dairesinde meþru bir satýþ muamelesi yapýyorlar. Aslýnda borç mes'elesi bulunmadýðý halde de bir kimse baþkasýnýn bir malýný kendi rýzasýyle gerçek kýymetinden fazla bir bedel ile satýn alabilir. Bu suretle o malýn sahibine bir iyilikte bulunmak isteyebilir. Bu, meþru, insanî bir muameledir. Velhâsýl: Bunlar, karzý hasene baðlý olmak üzere usulü dairesinde meþru bir satýþ akdediyorlar, bu sayede kendilerini faizden koruyarak muamelelerine meþru bir þekil veriyorlar ve bu yolla faizden kurtulup affa uðrayacaklarýný ümit ediyorlar. Maamafih bu tarzdaki bir satýþ muamelesi, imami Muhammed'e göre güzel bir yol deðildir. Bundan da kaçýnmak, ihtiyata daha uygundur. Doðrusunu en iyi Allah bilir.

Þunu da ilâve edelim ki: Ribâ muamelesi, pek fazla sorumluluk gerektirir. Binaenaleyh ribâ olduðu açýkça bilinen þeylerden kaçýnmak bir vazife olduðu gibi, kendisinde ribâ þüphesi bulunan þeylerden kaçýnmak da lâzýmdýr, bir ihtiyat icabýdýr. Nitekim bu hususta bir çok hadisi þerif vardýr. Yasak bir bölgeye girmek deðil, onun civarýna da yaklaþmamalýdýr ki içine düþmek ihtimali bulunmasýn. Mutlu bir hatýraya iâhip olmak mümkün olsun. Fâni bir varlýk için ebedî hayatý tehlikeye düþürmek, akýl kýrý mýdýr? Artýk pek ihtiyatlý hareket etmek, gerekmektedir...

 

 

 

280. ve eðer yoksul ise o halde geniþlik zamanýna kadar beklemelidir. Ve eðer baðýþlar iseniz sizin için hayýrlýdýr. Eðer bilirseniz.

280. Bu âyeti kerime borçlular hakkýnda gösterilecek en insanî bir vazifeyi bizlere beyan buyuruyor. Þöyle ki: Borçlu olan kimse, borcunu muayyen olan müddetle ödemelidir. Yapýlan sözleþmelere riayet lâzýmdýr. (Ve eðer) borcunu böyle vaktinde ödemeye hali müsait olmayýp (yoksul) bir durumda bulunur (ise o halde* onun (geniþlik zamanýna) borcunu verebilecek bir þeye sahip olduðu vakta (kadar) mühlet vermeli (intizar etmelidir.) Bu bir içtimaî yardýmdýr, sevaba vesiledir. (Ve eðer) o alacaðýnýzý o zavallý borçluya (baðýþlarsanýz) bu baðýþlama (sizin için hayýrlýdýr) ona mühlet vermekten daha iyidir, daha çok sevaba vesiledir. O biçare borçluyu üzüntüden kurtarmýþ olursunuz. (Eðer bilir iseniz) böyle bir baðýþlamanýn mühlet verekten daha hayýrlý olduðunu bilir, takdir ederseniz öyle yapýnýz, büyük bir insaniyet gösteriniz, sevaba, uhrevî mükâfata fazlasiyle nail olunuz.

 

 

 

281 günden korkunuz ki, o günde Allah Teâlâ'ya döndürüleceksinizdir. Sonra herkese kazanmýþ olduðu tamamen verilecektir. Ve onlara zulmedilmeyecekti

281. Bu âyeti celile de insanlýðý uyanýklýða ve âhiret hayatýný temine davet etmektedir. Þöyle ki: Ey insanlar! dünyevî iþlerinizi, alýþ veriþlerinizi meþ'ru bir þekilde yapýnýz. (Ve o) âhiret (gününden) kýyamet gününden (korkunuz ki, o günde Allah Teâlâ'ya) onun yüce mahkemesinde onun manevî huzuruna (döndürüleceksinizdir.) Orada muhasebeniz yapýlacaktýr. (Sonra herkese) dünyada iken (kazanmýþ olduðu) iyi veya kötü amellerinin mükâfat ve cezasý (tamamen verilecektir.) Haklarýnda ilâhî adalet tecelli edecektir. (Ve onlara zulm edilmeyecektir.) Güzel amelleri noksanlaþtýrýlmayýp çirkin amelleri de artýrýlmayacaktýr. Ebedî azaba uðrayacaklar da kendilerinin dünyadaki kötü amellerinin, devamýna kararlý olduklarý çirkin itikatlarýnýn cezasýna uðramýþ olacaklardýr. Fakat Cenâb-ý Hak mü'min kullarýna güzel amellerinin kat kat üstünde sevaplar ihsan buyuracaktýr ki, bu da sýrf O'nun ilâhî bir lütfudur. Artýk insanlar daha dünyada iken güzel itikafta, güzel amelde bulunmalý, âhiret hayatýný daima gözü önünde tutmalý, orasý için hazýrlýklý bulunmaya çalýþmalýdýr.

§ Ibni Abbas radiyallahü tealâ anhdan rivayet olunduðuna göre bu âyeti kerime, en son nazil olan bir âyeti cehledir. Veda haccý esnasýnda Rasûli Ekrem hazretleri Arafatta      vakfede iken        = Bugün sizin için dininizi tamamladým. Maide 5/51) âyeti kerimesi nazil olmuþ; Hz. Peygamber'

peygamberlik vazifesinin tamamlanmýþ olup âhirete teþrif edeceklerine iþaret olunmuþtu. Sonra da âyeti celilesi nazil olmuþ, bundan sonra   peygamber efendimiz yirmi bir gün veya seksen bir gün, veya yedi gün ve diðer bir rivayete göre de üç saat kadar yaþamýþ, sonra âhiret âlemine teþrif etmiþtir. Sallallahü tealâ aleyhi vesellem..

 

 

 

 

282. Ey müminler!. Belirli bir vakte kadar bir borç ile borçlandýðýnýz zaman onu yazýnýz ve bir kâtip, onu aranýzda adilce bir þekilde yazýversin. Ve Kâtip Cenâb-ý Hak'kýn ona öðretmiþ olduðu gibi yazmaktan kaçýnmasýn, yazsýn. Ve hak kendi üzerinde bulunan kimse, yazdýrsýn. Ve rabbi olan Allah Teâlâ'dan korkusundan ondan bir þey eksiltmesin. Ve þayet borçlu þahýs, aklý ermez veya zayýf veya doðruca yazdýramayacak durumda bulunursa onun velisi adalet üzere yazdýrýversin. Ve sizin erkeklerînizden iki kiþiyi de þahit tutunuz. Ve o iki þahit erkek olmazsa þahitliklerine razý olacaðýnýz kimselerden bir erkek ile iki kadýný -þahit tutunuz-. Bu iki kadýndan    biri unutacak olursa ona diðeri hatýrlatsýn. Þahitler de davet edildikleri zaman kaçýnmasýnlar. Siz de az olsun, çok olsun onu vadesine kadar yazmaktan  üþenmeyiniz. Böyle yapmanýz. Allah katýnda adalete daha uygun, þahitlik için daha kuvvetlidir. Ve þüpheye düþmemeniz için daha yakýn bir sebebtir. Meðer ki aranýzda hemen devredeceðiniz hazýr bir ticaret muamelesi olsun. O halde bunu yazdýrmadýðýnýzdan dolayý sizlere bir günah yoktur. Ve alým satým yaptýðýnýz vakit d e de þahit tutunuz. Kâtip de, þahit de zararlandýrýlmasýn. Ve eðer yaparsanýz, þüphe yok ki bu sizin için bir kötülüktür. Ve Allah Teâlâ'dan korkunuz. Ve Yüce Allah sizlere öðretiyor. Ve Yüce Allah herþeyi hakkýyla bilir.

282. Bu âyeti kerime, meþ'ru þekilde yapýlacak borçlar ve ticarî muameleler hakkýnda riayet edilecek usulü ve âdil Katip ile þahitler hakkýndaki lâzým gelen vazifeleri bildirmektedir. Þöyle ki: (Ey mü'minler) aranýzda (belirli bir vakte kadar bir borç ile borçlandýðýnýz) meselâ: ödünç alýp verdiðiniz, veya "selem" yoluyla yani peþin para ile veresiye mal sattýðýnýz (zaman onu) o borcu müddetiyle beraber (yazýnýz.) Çünkü bu bir belgedir. Ýlerde ihtilâf ve anlaþmazlýk çýkmasýna mânidir. Maamafih bunu yazmak, müstehaptýr yoksa her halde vacip deðildir. (Ve bir kâtip, onu aranýzda adilce bir þekilde yazýversin.) Eksik veya noksan olarak yazmasýn, açýk anlaþmazlýða mani bir tarzda kaleme alsýn. Bir tarafý tutmasýn, (Ve kâtip, Cenab'ý Hak'kýn ona öðretmiþ) lütuf ve keremiyle ona yazma kabiliyetini vermiþ (olduðu gibi yazmaktan kaçýnmasýn.) Cenâb-ý Hak'kýn kendisine verdiði bu kabiliyetin bir þükür ifadesi olmak üzere bunu yazmaktan kaçýnmasýn da öylece (yazsýn.) Eðer baþka yazacak kimse bulunmazsa bunu yazmak o kâtip için bir vazife olmuþ olur. Birçok borç muamelelerini yazdýrmaya ihtiyaç görülmektedir. Bunun içindir ki, birçok yerlerde birer noter daireleri mevcuttur. (Ve) bu husustaki belgeyi, senedi (hak) borç (kendi üzerinde bulunan kimse yazdýrsýn) çünkü borçlu olan odur. Onun ikrarý lâzýmdýr. Ýnkârý durumunda aleyhinde þahitlik edilecek olan da odur. (Ve Rabbi olan Allah Teâlâ'dan korksun da ondan) o haktan, o aleyhine yazýlacak borçtan (bir þey eksiltmesin) noksan ikrar ve itirafta bulunmasýn. (Ve þayet borçlu þahýs: Aklý ermez) noksan akýllý, mübzir = malýný boþ yere sarfeder bir kimse ise (veya zaif) çocuk veya ihtiyar, aklî dengesi bozulmuþ ise (veya doðruca yazdýramayacak durumda bulunursa) meselâ, dilsiz veya ifade edemeyecek bir halde ise (onun velisi) babasý, vasisi veya iþlerine usulen tâyin edilmiþ olan vekili veya tercümaný (adalet üzere yazdýrýversin.) Yazýlacak bölgede bir noksan, bir fazlalýk bulunmasýn. (Ve) ey müslümanlar!. (Sizin erkeklerinizden iki kiþiyi de þahit tutunuz) bu þahitlerin akilbalið, hür, müslüman ve töhmetten berî olmalarý lâzýmdýr. Borçlu, gayri müslim ise þahitlerin de gayrimüslim olmasý caizdir. (Ve o iki þahit erkek olmazsa þahitliklerine razý olacaðýnýz) þahitliklerini hoþ göreceðiniz, þahitliklerine itimat edeceðiniz (kimselerden bir erkek ile iki kadýný þahit tutunuz). Bunlarýn þahitlikleri mal, hususunda ve hanefiyyeye göre cezalardan baþka diðer hususlarda da caizdir. Ýslâm hukukçularýndan bazýlarýna göre de malýn dýþýndaki hususlar iki erkeðin þahitliði olmadýkça sabit olamaz, Ýmam Safîye göre ise kadýnlarýn daha ziyade bilecekleri hususlar meselâ: Doðurma, süt emzirme, dulluk, süyubet, bekâret gibi þeyler bir erkek ile iki kadýnýn þahitliði ile sabit olacaðý gibi dört kadýnýn þahitliði ile de sabit olur. (Bu iki kadýndan biri unutacak olursa ona) hadiseyi (diðeri hatýrlatsýn) yani; Bu iki kadýndan biri þahiti olduðu malî bir muameleyi geçici olarak unutmuþ olursa diðeri ona hatýrlatýr. Yoksa yalnýz diðerinin haber vermesine binaen þahitlikte bulunamaz, bunu þahitlikten evvel olduðu gibi kendisinin de hatýrlamasý lâzýmdýr. (Þahitler de davet edildikleri zaman) gelip þahitlikle bulunmadan (kaçýnmasýnlar) þahitliklerini saklayarak bir hakkýn zayi olmasýna sebebiyet vermesinler. Þayet þahitler, mahdut olup þahitlikle bulunmadýklarý takdirde bir hak zayi olacak ise onlar için þahitlikte bulunmak bir farz olmuþ olur. (Siz de) Ey kâtiblerî. (Az olsun çok olsun onu) o borcu, ona ait belgeyi (vâdesine kadar) ne müddetle borç verilmiþ olduðunu, onun diðer þartlarýný (yazmaktan üþenmeyiniz.) Hattâ bunlarý defterlere kaydetmek de pek uygundur. (Böyle yapmanýz) borçlarý öyle detaylý olarak yazmanýz (Allah katýnda adalete daha uygun, þahitlik için daha kuvvetlidir.) Daha saðlamdýr, daha faidelidir. (Ve þüpheye düþmemeniz için daha yakýn bir sebeptir.) Artýk o borcun miktarý ve müddeti hususunda tereddüde mahal kalmamýþ olur. (Meðer ki, aranýzda hemen) elden ele (devredeceðiniz hazýr bir ticaret muamelesi olsun) satýlan þey ile bedeli, hazýr ve teslimleri peþin olsun (O halde bunu yazdýrmadýðýnýzdan dolayý sizlere      bir günah yoktur) fakat mümkünse yazýlmasý daha iyidir. (Ve alým satým yaptýðýnýz vakitde de þahit tutunuz) bu muameleyi gizlice deðil, açýkça yapýnýz, tâ ki  ilerde bir inkâra meydan kaimi; olmasýn. (Kâtip de, þahit de zararlandýrýlmasýn) yazma ücreti var ise verilsin, þahitler uzak yerlerden getirilecek ise onlarýn da yol masraflarý ödensin, onlar ikide bir iþlerinden, güçlerinden alýkonulmasýn. (Ve eðer) bunu yaparsanýz) kâtibi de, þahitleri de zarara sokarsanýz (þüphe yok ki, bu sizin için bir kötülüktür) bir günahtýr, Allah'ýn emrine karþý gelmektir. Bunun manevî zararý size aittir. (Ve Allah Teâlâ'dan korkunuz) onun emirlerine, yasaklarýna muhalef etten sakýnýnýz. (Ve Yüce Allah sizlere öðretiyor) bu gibi içtimaî, iktisadî meseleleri sizlere bildiriyor. Bunlarýn bir adalet, bir intizam dairesinde cereyanýný temin edecek þeyleri sizlere bu kitabý mübin vasýtasiyle anlatýyor ve bildiriyor. (Ve Yüce Allah herþeyi hakkýyla bilir.) Bu emrettiði, yasakladýðý þeylerin lüzumunu, hikmetini bildiði içindir ki, sizlere teblið ediyor. Artýk sizin vazifeni;? de bunlara riayet etmektir. Evet!. Cenâb-ý Hak, Ýlim ve hikmet sahibidir, kullarý hakkýnda þefkatli ve merhametlidir. Bizlere Yüce Peygamberi ve Kur'ân'ý Kerim vasýtasiyle en doðru yollarý göstermiþtir. Meþru þekilde mal kazanmayý ve bu mallarý meþru þekilde muhafaza etmeyi ve artýrmayý bizlere emir ve tavsiye buyurmuþtur. Tâ ki: Ýktisadî hayatýmýzý meþru þekilde kalkýndýralým, hayatýmýzý tanzim edip rahatça yaþayabilelim, bu mallarýmýzdan fakir ve düþkünlere yardým ederek dua ve sevap kazanalým. Pibâ gibi zararlarý faidesinden çok olan þeylerden kaçýnalým, züht ve takvadan ayrýlmayýp dünyamýzý da ahretimizi de kazanmaya muvaffak olalým

§ Þahitliðin mahiyeti: Þahitlik, bir kimsenin bir þahýsta olan hakkýný isbat için "þahitlik ederim" lafzýyla hâkimin huzurunda ve davalýnýn yüzüne karþý doðruyu söylemektir.

"Bu davacýnýn bu davalý da borç olarak þu kadar alacaðý olduðuna þahitlik ederim" denilmesi gibi. Böyle bir haberi verene þahit denir. Lehine þahitlik edilen kimseye "meþhudünleh"

Ynt: Ünite 5: Hucurat suresi By: 8-D fatma zehra Date: 16 Ocak 2014, 15:28:09
surelin anlamlarý  çok önemlidir anlamýný bilerek okumak var bide bilmeden okumak var siz öðretiyosunuz bubun için teþekkür ederim
Ynt: Bakara Suresi By: yagmur_7-c Date: 31 Ocak 2014, 13:47:36
ALEYKÜM SELAM;
u mübarek sûre, Medine'de inmiþtir, iki yüz seksen altý ayetten meydana gelmektedir.

M'ek kî ve Medenî olan sûreler arasýndaki fark, kýsaca þöyledir: Mekkî olan sûreler. Peygamber (s.a.)in hicretinden evvel inmiþ sûrelerdir. Medenî olan sûreler de Peygamberin hicretinden sonra inmiþ sûrelerdir. Ýsterse Medine-i Münevvere dýþýnda meselâ Mekke-i Mükerreme'nin fethi esnasýnda Mekke'de veya diðer savaþlar esnasýnda inmiþ olsun.

Bakara suresi Kuran ý Kerim in en uzun suresi...Paylaþým için teþekkürler... :)


radyobeyan