> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tefsir Eserleri > Ömer Nasuhi Bilmen > Bakara Suresi
Sayfa: [1] 2 3 4   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Bakara Suresi  (Okunma Sayısı 9296 defa)
29 Ekim 2009, 15:59:29
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« : 29 Ekim 2009, 15:59:29 »



2-BAKARA SÛRESİ

 

Bu mübarek sûre, Medine'de inmiştir, iki yüz seksen altı ayetten meydana gelmektedir.

M'ek kî ve Medenî olan sûreler arasındaki fark, kısaca şöyledir: Mekkî olan sûreler. Peygamber (s.a.)in hicretinden evvel inmiş sûrelerdir. Medenî olan sûreler de Peygamberin hicretinden sonra inmiş sûrelerdir. İsterse Medine-i Münevvere dışında meselâ Mekke-i Mükerreme'nin fethi esnasında Mekke'de veya diğer savaşlar esnasında inmiş olsun.

Mekkî olan sürelerin bazı ayetleri pek kısa ve edebidir. Dinin esaslarını özet olarak içermektedir. İslâm'ın başlangıcında nazil olmuş, Mekke-i Mükerreme'deki Arap ediplerine karşı bir belagat mucizesi olmak üzere tecelli eylemiştir. Medenî olan âyetlerin büyük bir kısmı ise nisbeten uzuncadır. Bunlardan birçoğu ehli kitaba hitap etmektedir. Eski ümmetlerin tarihî hallerini birer ibret levhası olmak üzere dikkat nazarlarına sunmakla ve itikadî meselelere, ibâdetlere şahsî, medenî, siyasî muamelelere ait hükümleri kapsamaktadır.

İşte Bakara sûresi de böyle binlerce meseleleri, hakikatleri içine almaktadır. Özellikle bir bakara=sığır hadisesine dâir bilgi vermektedir ki, bu olay haddizatında Cenab'ı Hakkın varlığına, kudret ve hikmetine ve nice harikaları yaratmış ve yaratmakta olduğuna delâlet etmektedir. Ve bu olay peygamberlik ve risâletin hak olduğuna peygamberlerin mucizeler göstermeye muvaffak olduğuna ve bu zatlara itaatin lüzumuna tenbih ve işaret etmektedir, İşte bu mühim nükteleri, işaretleri kapsayan Bakara hadisesi münasebetiyle bu mübarek süreye Bakara sûresi adı verilmiştir. Kendisinde bakara hadisesi bildirilen sûre demektir.

 

 

1. Elm = Elif, lâm, mîm.

1.  Bu mübarek ayetler, Kur'an'ı Kerîm'in hak olduğunu, hidâyete vesile olduğunu bildirmektedir.

Cayba inanan, dinî vazîfelerini yerine getiren, semavî kitaplara ve âhiret gününe İman eden kimselerin hidâyet üzere olup kurtuluşa erdiklerini müjdelemektedir. Şöyle ki (Elm): Harfleri, Bakara sûresinin birinci âyetini teşkil etmektedir. Bu gibi harflere "Hurûfi Mukataa" denir ki mânaları bizce bilinmemektedir. Bunların inişinde birer hikmet vardır. Kısaca deniliyor ki bunlar başlarında bulundukları sürelerin isimleridir. Bunlar, İnsanların dikkatlerini çekmeye sebeptir. Adeta denilmiş oluyor ki ey insanlar! Bütün Kur'an âyetleri bu gibi harflerden meydana gelmiştir. Böyle olduğu halde siz ne için bu harflerden oluşan bir sûre meydana getiremiyorsunuz? Öyle ise acizliğinizi İtiraf ediniz ve Kur'an'ı Kerîm'in edebî bir mucize olduğunu kabul ediniz.

Bununla beraber ibni Abbâs hazretlerinden bir rivayete göre Elm'in mânası:

(Ben en âlim olan Allah'ım) demektir. Araplar bazen bir kelimenin bir harfini zikredip o kelimenin tamamını kasdederler. Nitekim şimdi Türkiye'de de bazı şahıs ve yer isimlerinin İlk harflerini yazmakla yetinilmektedir.

 

 

2.  İşte bu kitap ki, bunda bir kuşku yoktur, müttakiler için bir hidâyettir.

2.       Cenâb-ı Hak Kur'an'ı Kerîm'in yüceliğini beyân etmek için buyuruyor ki: (İşte bu kitap ki bunda bir kuşku yoktur.) Burada kitaptan maksat, Kur'an'ı Kerîm'dir. Bu bir eşsiz güzel söz ve bir sonsuz mucizedir ki bunun benzerini getirmek asla mümkün değildir. Bunun âyetlerine karşı bütün edipler acizliklerini itiraf etmişlerdir. Artık bunun bir Allah kelâmı ve bir semavî kitap olduğunda nasıl şek ve şüphe edilebilir? Bu mübarek kitap bütün (sakınanlar için bir hidâyettir.) onları doğru yola ileten, onlar için, bir selâmet ve saadet rehberi bulunmaktadır.

§ Takva, İttikâ, Hak Teâlâ'dan korkmak, İnsanı günaha, zelilliğe düşürecek şeylerden sakınmak nefsi gayri meşru şeylerden korumak ve himaye etmektir. Bu şekilde hareket eden, üzerine düşen dinî vazifeleri yerine getirmeye çalışan bir şahsa (Mütteki) denilir.

 

 

3.  O müttakiler ki, gayba inanırlar, namazı da doğruca kılarlar, ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de infakta bulunurlar.

3. Gerçek muttaki kimlerdir. İşte bunu Kur'an'ı Kerîm'in bu ayetleri şöyle açıklıyor: (O müttakiler ki gayba inanırlar.) Yani görmedikleri halde aklî ve naklî delillere dayanarak bir takım varlıklara inanırlar. Vazifeleri olan (Namazı da doğruca) usûl ve erkânına uyarak (kılarlar.) Bu kutsal ibâdeti vaktinde edâ ederler (ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden de infakta bulunurlar.) Yani:

Allah     tarafından ihsan buyurulmuş olan nimetlerden bir kısmını da ailelerine zekât ve sadaka olarak diğer muhtaç kimselere sarf ederler ve insanlığa hizmet etmiş olurlar.

 

 

4. Ve onlar o kimselerdir ki sana indirilmiş ve senden evvel indirilmiş olan kitaplara da îman ederler ve onlar âhirete de kesin olarak inanırlar.

4.   (Ve onlar) o takva sâhibleri (O kimselerdir ki) Rasûlûm! Ey Muhammed aleyhisselâm (sana) yüce katımdan (İndirilmiş) olan Kur'an-ı Kerîme imân ederler. (Ve senden evvel) diğer peygamberlere (İndirilmiş olan kitaplara da imân ederler.) Hepsini de tasdik ve tazimde bulunurlar. (Ve onlar âhirete de) İnanırlar, bir sonsuz mükafat ve ceza âleminin varlığını da tasdik ederler. Onun varlığına (kesin olarak) İnanırlar

 

 

5.  İşte onlar kerem sahibi Rableri tarafından bir hidayet üzredirler. Kurtuluşa erenler de ancak onlardır.

5.      (İşte onlar) öyle güzel bir imân sahibi olan o takva sahibi kimseler, (keremi bol Rableri tarafından bir hidâyet) ve mutluluk (üzeredirler.) Onların güzelce sakınmaları kendilerinin böyle büyük bir nîmete ulaşmalarına sebep olmuştur. (Kurtuluşa erenler de ancak onlardır.) Her türlü korkudan, âhirete ait sorumluluktan emin olacak olanlar, onlardan başkası değildir.

Binaenaleyh bu ilâhî sözler, bütün insanlığa hidâyet, selâmet ve mutluluk yollarını gösteriyor ve insanlığı yüce bir gayeye eriştirecek şeyleri açıkça bildiriyor. Artık bütün insanlık âlemi uyanmalı, bu yüksek ve ilâhî irşattan istifade etmeye çalışmalı değil midir?

 

 

6.  Muhakkak o kimseler ki kâfir olmuşlardır, onları korkutsan da, korkutmasan da onlar için müsavidir, onlar îmana gelmezler.

6. Yukarıdaki mübarek ayetler, hidâyet ve mutluluğa ulaşan kimseleri bildirmiştir. Bu iki ayeti celile de hidayetten yoksun ve azaba layık olan kötü tabiatlı, şahısların kimlerden ibaret olduğunu göstermiştir. Şöyle ki (Muhakkak o kimseler ki kâfir olmuşlardır.) İmân mutluluğuna erememişlerdir. (Onları) İlâhi azab ile (korkutsan da, korkutmasan da onlar için müsavidir.) Onlar yaratılışlarını kötüye kullanan Yüce Yaratıcının varlığına şehadet eden eserleri görmemek için gözlerini kapayan ve üzerlerine düşen vazîfeleri yapmaktan kaçınan inkarcı kimselerdir. Artık onlara verilecek öğütlerin ve yapılacak tehditlerin bir tesîri olamaz. (Onlar imâna gelmezler.) Onlar kendi iradeleri ile işledikleri alçaklığı küfür ve isyanı terk etmezler.

§ Bu ayeti kerime gösteriyor ki bazı mükelleflere ve muhataplar bakımından bir nasihatin, bir dinî tebliğin bir serî tehdidin yapılıp yapılmaması müsavidir. Fakat bu tebliğ ve tehdit vazîfesi bunları yapabilecek şahıslar açısından eşit derecede değildir. Belki onlar bu vazîfeyi yine yapmakla sorumludurlar. Ta ki ilâhî deliller tamam olsun, mükellefler: Biz böyle bizi irşat edecek ve uyaracak kimselerle karşılaşmadık, diye mazeret ileri sürmesinler.     Bu   sebepledir   ki,   mübarek   peygamberler  ve   onları   takip   eden   samimi   mü'minler   dalma   insan   topluluklarını   uyarmaya çalışmışlardır. İsterse o topluluklar bunu kabul etmiş olmasınlar.

 

 

7. Allah Teâlâ onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, onların gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap da vardır.

7.       Öyle inatçı ve inkarcı olanlar yaratılış itibariyle sahip oldukları irâde ve ihtiyarlarını kötüye kullandıkları için (Allahû Teâlâ onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.) Artık onların kalplerine imân girmez, kulakları hakkı İşitmez. (Onların gözleri üzerinde de bir perde vardır.) Hakkı göremezler ve bu kötü hareketlerinden dolayı (Onlar için büyük bir azab da vardır.) Âhirette sürekli ve pek acıtıcı bir azaba tutulacaklardır.

§ Evet... Allah Teâlâ bütün kullarına bir irâde ve bir seçme kabiliyeti vermiştir. Her insan bu kabiliyetini güzelce kullanmaya da, kullanmamaya da hikmet gereği muktedirdir. Cenâb-ı Hak ise her kulunun bu kabiliyetini bu dünyada ne şekilde kullanacağını ezeli âlemde bildiği için ona göre kulları hakkında ezeli hükmünü vermiştir. Binaenaleyh bunda bir zorlama yoktur. Belki bu ezeli hüküm kulların kendi hareket ve irâdelerine göre tecelli etmiştir. Bu teklif âleminde ilâhî adaletin ortaya çıkması kulluk ve Rablığın belirmesi için bundan daha uygun yol yoktur.

Bu mübarek âyetler Rasûli Ekrem efendimizi teselli etmek mânasını da içermektedir. Şöyle ki: Peygamber efendimiz herkesin İslâmiyeti kabul ederek ebedî mutluluğa ermelerini arzu buyururdu. Kutsi emirlerini, öğütlerini kabul etmeyenlerin davranışlarından dolayı pek müteessir olurdu. Cenab'ı Hak ise buyurmuş oluyor ki: Rasûlüm!.. Üzülme, İnkarcıların uğrayacakları azaplar, felâketler, kendilerinin hakkı kabul etmeyip inatçı bir şekilde harekette bulunmalarının bir neticesidir. Sen ise onlara hak ve hakîkati ulaştırmış olmakla peygamberlik vazîfesini yerine getirmiş ve en yüksek derecelere aday olmuşsundur. Sallallahü Aleyhi vessellem.

 

 

<...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Bakara Suresi
« Posted on: 27 Nisan 2024, 10:14:07 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Bakara Suresi rüya tabiri,Bakara Suresi mekke canlı, Bakara Suresi kabe canlı yayın, Bakara Suresi Üç boyutlu kuran oku Bakara Suresi kuran ı kerim, Bakara Suresi peygamber kıssaları,Bakara Suresi ilitam ders soruları, Bakara Suresiönlisans arapça,
Logged
29 Ekim 2009, 20:20:22
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #1 : 29 Ekim 2009, 20:20:22 »

21. Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratmış olan rabbinize ibâdet ediniz ki sakınmış olasınız.

21.    Hak Teâlâ Hazretleri, İnsanların din bakımından çeşitli guruplara ayrılmış olduklarını beyandan sonra bütün insanlığa lütfü ile hitap ederek onların haklarında tecelli eden nîmetlerine ve kendisinin kudret izlerine işaret buyurmuş, onları bir birlik dairesinde yaşamağa, bir yüce yaratıcıya ibâdet ve itaatte bulunmağa, davet etmiştir. Şöyle ki: (Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratmış olan Rabbinize ibâdet ediniz.) Onun emirlerine, yasaklarına uyunuz. (Ta ki, sakınmış alasınız). Yüce Allah'ın rızâsını kazanıp, takva sahibi olmak şerefine nail olasınız. Evet: insanların takva sahibi olabilmeleri için hem kendilerini yaratmış olan, hem de gelip geçmiş kavimlerin yegâne yaratıcısı olan alemlerin Pabbine ibâdet ve itaatte bulunmaları lâzımdır, başka çare yoktur.

"Lealle" kelimesi; belki, umulur ki, ihtimal ki, memuldur ki mânasına ümit ifâde eden .bir edattır.

Terecci ise ummak yalvarmak, temininde, niyazda bulunmak manasınadır. Meselâ bir şahsa hitaben:  ( ) "umulur   ki, sen bu kitabı okursun, yani: Senin bunu okuman arzu edilir, rica olunur" denilmiş olur. Cenab'ı Hakkın denilse İse kullarından hangi bir şeyi rica etmesi, hangi bir şey hakkında ümitli olması        düşünülemez. Çünkü o bütün kâinatın yaratıcısıdır, her şeye hakkıyla kadir ve her şeyi bilendir. Dilediğini yaratabilir ve her şeyin ne olup ne olacağını bilir.

Binaenaleyh  Yüce Allah'ın "Lealle" buyurması, beyan edilen şeyin dini yönden istenen ve Allah katında makbul olduğunu göstermek içindir. İşte (  O j*i^-> denilmesi de "Sizin züht ve takvada bulunmanız Allah katında istenen ve kabul edilen bir şeydir. Size layık olan odur ki sakınasınız." demek yerindedir.

 

 

22. Öyle rabbiniz ki, sizlere yer yüzünü bir döşek, göğü de bir kubbe yapmış ve gökden su indirmiş ve o su ile sizin için rızık olmak üzere -bir nice şeyler meydana¬cı karmıştır. Artık Allah Teâlâ için bile bile eşler kılmayınız.

22. Ey insanlar! Kendisine ibâdet ve itaatle mükellef olduğunuz zat, öyle yaratıcınız (Öyle Rabbiniz) dir (ki, sizlere yer yüzünü bir döşek) yapmıştır. Şu latîf yer yüzünü insanlara bir ikametgâh yaratmıştır, insanlar bunun üzerinde rahat rahat yaşayabilirler. Ve o yüce yaratıcı (Göğü de) üstünüzdeki muhteşem semayı da, (Bir kubbe yapmış) tır. Onu yer yüzünün üzerinde vücude getirmiştir. Ve o Kereme sahibi yaratıcı (Gökten su indirmiş) tir. O yüksek tabakadan, üstünüzdeki bulutlardan tatlı, berrak yağmur sularını yağdırmıştır. (Ve o su ile sizin için rızık olmak üzere) yer yüzünde (Meyvalardan) sebzelerden, ekinlerden (Bir nice şeyler -meydana-çıkarmıştır.) Bunlar ile bütün insanlığı rızıklandırmıştır. (Artık) o Rabbiniz, o yüce yaratıcınız olan (Allahü Teâlâ için eşler kılmayınız.) O ortağı ve benzeri olmaktan uzaktır. Bu kadar güzel şeyler ve ilâhî l ut ûf I ar meydanda iken artık o Yüce Yaratıcının varlığı, birliği nasıl inkâr edilebilir. Ve onun yarattığı şeyler nasıl olur da ona ortak koşulabilir! (Siz ise) ey insanlık kütlesi! Bu hakikati (bilirsiniz) evet... Siz yaradılışınıza aykırı hareket etmezseniz, yaratılıştan sahip olduğunuz akıl ve irfanı güzelce kullanırsanız, bu ilâhî eserleri göz önüne alır da düşünürseniz elbette Allah Teâlâ'nın yaratıcılığını, ondan başka yaratıcı, ibâdete lâik bir zatın bulunmadığını bilir, tasdik edersiniz. Artık yazıklar olsun o sağlam yaratılışlarını kaybederek küfr ve şirke düşenlere!..

En d at: Niddin çoğuludur. Nidd ise misil, nezir, şebih, benzer demektir.

 

 

23.  Ve eğer siz kulumuza indirdiğimizden şüphede iseniz, onun benzerinden bir süre vücude getiriniz. Ve Allah Teâlâ'dan başka şahitlerinizi davet ediniz, eğer siz doğru kimseler iseniz.

23. Bu mübarek âyetler Allah'ın birliğini bütün insanlara tebliğ eden Hz. Muhammed Aleyhisselâmın doğruluğuna, hakîkaten bir yüce peygamber olduğuna şahadette bulunan Kur'ân'ı Kerîm'in, benzerinin getirilmesi mümkün olmayan bir ebedî mucize olduğunu açıklamaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey inkarcılar! Ey münafıklar! Ey şüphede bulunanlar; (Eğer siz kulumuza) Hz. Muhammed'e âyet âyet, süre süre (indirdiğimizden) Kur'ân'ı Kerîm'den (şüphede iseniz) o apaçık kitabın bir ilâhî kitap olduğunda, onu size tebliğ eden zatın peygamberliğinde şüphe ediyorsanız (onun benzerinden bir sûre) o surelerden birinin bir benzerini (vücude getiriniz) başkalarından da yardım isteyiniz. (Ve Allahü Teâlâ'dan başka şahitlerinizi) yardımcılarınızı, mâbud olduğuna inandığınız putlarınızı (davet ediniz) çağırınız, gelsin size vardım etsinler. (Eğer siz) iddianızda (doğru kimseler iseniz) çok uzak, buna imkân mı var?

 

 

24.        Eğer siz onu yapamaz iseniz, elbette yapamayacaksınız ya, artık o ateşten sakınınız ki, onun çırası, bir takım insanlar ile taşlardır. O ateş ise kâfirler için hazırlanmıştır.

24.    Ey câhiller! (Eğer siz onu yapamazsanız) Kur'ân'ı Kerîmin bir sûresinin olsun benzerini vücuda getirmekten âciz kalırsanız (Elbette yapamıyacaksınız ya) zaten âciz kalacağınız muhakkak ya (Artık o ateşten sakınınız ki) o cehennemden korkunuz ki (Onun çırası» onu yandıran, parlatan, tutuşturacak şey (bir takım insanlar ile taklardır.) Evet... Onun çırası yerinde olan şeyler, kâfirler, bir takım günahkârlar ile bir çok taşlar, putlardır. (O ateş ise) asıl (kâfirler için hazırlanmıştır) bugün mevcuttur. Artık siz de küfr ve isyanda devam ederek öyle bir ateşe atılmaya nasıl cesaret edebiliyorsunuz?

§ ilerde de beyan olunacağı üzere Kur'ân'ı Kerîm öyle bir ebedî bir mucizedir ki, onun hiç bir sûresinin benzerini getirmeye hiç bir kimse muktedir olamamış ve olamıyacaktır. O eşsiz ilâhi bir kitaptır, Allah'ın bir lütfudur, belagat ve fesahatin en parlak, benzersiz bir nümûnesidir. O Kur'ân-ı Kerîm'in bu yüceliğini bütün ilim ve fazîlet sahipleri kabul etmektedirler. Artık böyle ebedî bir şekilde âleme diyanet, fazilet, hikmet, ilim ve irfan nurlarını yayıp duran kutsî bir kitabı kim inkâr edebilir? Bunu değiştirmeye bozmaya kimin selahiyeti bulunabilir? Ne mutlu bu yüce kitabın nurlarından hakkıyla istifâde edenlere!

Kur'ân-ı Kerîm'in bu pek yüksek mahiyetini bir çok insaflı yabancı bilginler de itiraf etmektedirler. Bu cümleden olarak Dr. İz ak, Taymis gazetesinde neşredilmiş olan bir makalesinde şöyle demiştir:

"Müslümanlık, medeniyetin meşalesi olan Kur'an'a dayanmaktadır. Bu kitap insanları bilmediklerini öğrenmeğe teşvik eder, ilerleme, doğruluk ve izzeti nefsin insanlar için lâzım olduğunu anlatır. Şüphesiz dir ki, Islâmiyetin faydalı olduğu açıktır. Onun başlıca hususiyet!, medeniyetin esası, belki en büyük direği olmaktır."

Evet... Hakikî medeniyet, İnsanlık, ahlâk ve fazîlet ancak İslâmiyet sayesinde ortaya çıkar. Elverir ki, ondan lâyıkiyle istifadeye çalışılsın.

 

 

25.  îman edip güzel güzel amellerde bulunanlara müjde var. Şüphe yok ki onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. Her ne vakit o cennetlerden bir meyva ile rızıklanınca diyeceklerdir ki: Bu meyva bizim evvelce de rızıklandığımız bir meyvadır. Onlara birbirine benzeyen -böyle nimetler- verilmiş olacaktır. Ve onlar için cennetlerde tertemiz eşler de vardır ve onlar o cennetlerde ebedî olarak kalacaklardır.

25. Kur'ân-ı Kerîm'in âyetleri arasında pek güzel bir uyum, bir münasebet vardır. Evvelki âyetler, küfür ve isyan sahiplerinin uğrayacakları ahiret azaplarını ve felâketlerini bildirmiştir. Bu âyeti Kerîme'de İman ve güzel âmel sahiplerinin ahiret âleminde ebedî olarak kazanacakları nimetleri, mükâfatları bildirmektedir. Şöyle ki: Ey yüce peygamberim! (İman edîp güzel güzel amellerde bulunanlara müjde var) onları müjdele (şüphe yok ki onlar için) ağaçları (altından ırmaklar akan cennetler vardır.) Bu mü'min, salih kullar için ne büyük bir müjdedir. Bu müjde, bütün insanlığı uyanmaya davet ve o gibi nimetleri kazanmaya teşvik hikmetini de içermektedir.

Evet... mü'min, güzel amellere sahip olanlar için ebedî, mesut bir hayat vardır. Onlar "cin.an, cennât" denilen ve ağaçları altında tatlı tatlı ırmaklar akan ebedî bir âlemde pek mühim nimetler elde edeceklerdir. Ve mü'min salih kullar (Her ne vakit o cennetlerden bir meyva ile rızıklanınca) vaktiyle dünyada da elde etmiş oldukları nimetleri hatırlayarak (diyeceklerdir ki: Bu meyva bizim evvelce rızıklandığınız bir meyvadır) o nevidendir. Bu zatlar, Cenâb-ı Hakkın kendilerini dünya da da, ahirette de rızıklandırmış olduğunu bir şükran vesilesi olarak saygılı bir lisan ile anacaklardır. Gerçek şu ki, her ne kadar dünya nimetleri, cennet nimetleri kadar ebedî, leziz, fevkalâde bir tazelik ve güzelliğe sahip değilse de şekil ve mahiyet itibariyle onlara kısmen benzemektedir. Bu bakımdan bu dünya nimetleri de daima şükrana lâyıktır.     (Onlara birbirine benzeyen) böyle nimetler (verilmiş olacaktır.) Bu ne büyük ilâhî lutuftur. Evet... Güzel düşünülürse dünyada da nail olduğumuz nimetler. birer ilâhî lutuftur. Bunlar da ne kadar kıymetlidir, ne kadar şükrana lâyıktır. (Ve onlar için» o mü'min, salih kullar için (cennetlerde tertemiz) her kusurdan uzak (eşler de vardır.) Bu da ne büyük bir nimettir. Evet... Dünyadaki evlilik hayatı da meşru, faziletli ve temiz olunca hayatımızın devamına, inkişaf ve güzelleşmesine pek iyi bir vesiledir. Demek ki bunlar ahiret hayatında da liyakatli kimseler için birer büyük nimet mahiyetinde bulunacaktır.

Artık bugün de kısmen olsun elde ettiğimiz nimetlerin kadrini bilmemiz icap etmektedir. Bu dünyevî nimetleri küçümseyenler, bunların uhrevî hayatta ne işleri var diyenler ise nimete nankörlük etmiş,...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ekim 2009, 20:26:57
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #2 : 29 Ekim 2009, 20:26:57 »

41.     Ve sizin yanınızdakini tasdik edici olarak indirmiş olduğuma îman ediniz. Onu İlk inkâr edenlerden olmayın Ve âyetlerimi az bir paha ile satmayın. Ve ancak benden sakının.

41.      (Ve) ey İsrail Oğullar!.. (Sizin yanınızdakini) yani vaktiyle Musa Aleyhisselâm'a nazil olup yanınızda bulunan Tevrat'ı (tasdik edici olarak indirmiş olduğuma) yani Kur'ân'ı Kerîme (İman ediniz.) Tevrat'ın da semavî bir kitap olduğunu beyan buyuran ve onun gibi semavî, ilâhî bir kitap bulunan Kur'ân'ı Mübin'i artık tasdik eyleyiniz. (Onu) o anlattıkları mucize olan Kur'ân'ı (İlk inkâr edenlerden olmayın.) Bilakis ona İlk İman edenlerden olmalısınız. Onun nasıl ebedî, bir mucize olduğunu bakıp anlayacak bir durumda bulunuyorsunuz. (Ve âyetlerini az bir paha ile satmayın.) Yani Hz. Muhammed'in doğruluğuna şahitlik edip sizin kitaplarınızda yazılmış bulunan apaçık âyetleri, haddizatında pek ehemmiyetsiz bir şey olan dünyevî mal, riyaset, cahilce geleneklere uymak maksadiyle inkâra, değiştirme ve bozmaya kalkışmayınız. Bütün bu dünyevî, fanî şeyler, o âyetlerin yüceliği karşısında pek kıymetsiz, ehemmiyetsiz şeylerden başka değildirler. Artık o değersiz şeyleri elde etmek için veya başkalarından korkarak bu kutsî âyetler, hakikatler nasıl elden çıkarılabilir. Ey gafiller!.. Öyle bir cürette bulunmayınız, (ve ancak benden sakının.) Benim bir tek olan şahsımdan korkun, bir takım maddî, fani menfaatlerden mahrum kalacağınızdan korkmayın, yalnız Kerem sahibi yaratıcınızdan korkunuz ki sizi muhafaza edecek, sizi nimetlere nail buyuracak olan ancak odur.

 

 

42. Ve hakkı bâtıl ile örtüp karıştırmayın. Ve hakkı bile bile saklamayıp.

42. (Ve) ey İsrail Oğulları!., (hakkı bâtıl ile karıştırmayın.) Hz. Muhammed'in vasıfları hakkındaki Tevrat âyetlerini ve diğerlerini kendi uydurduğunuz esassız şeyler ile değiştirme ve bozmaya kalkışmayınız, (ve hakkı saklamanın.) Rasülü ekrem Sallallahü Aleyhi Vessellemin mübarek vasıflarını gizlemeyin, bunun mesuliyetini düşününüz. (Halbuki siz) böyle inkarcı bir şekilde bâtılca hareketlerin ne kadar çirkin, ne kadar cezayı gerektirir olduğunu (bilirsiniz.) Bu hususta cehaletinizi mazeret makamında ileri süremezsiniz. Yahut siz hakkı gizlediğinizi biliyorsunuz. Artık böyle bir isyana bile bile nasıl cüret ediyorsunuz.

Gerçek şu ki hakkı gizlemek büyük bir rezalettir, bir ahlâksızlıktır, âmme hakkında bir hiyânettir. Şahsi menfaat hırsiyle veya geçici bir mahrumiyet korkusu ile bile bile hakkı saklamak, onun aksini yapmak ve yaptırmak; bir alçaklıktır, İnsanlığa yakışmaz, hakikî selâmet ve saadetin yok olmasına sebep olur. Binaenaleyh Allah Teâlâ Hazretleri cümlemizi haktan ayırmasın. Amin.

§ İsrail: Yakup Aleyhisselâmın lâkabıdır, İbranî lisanında abdullah (Allah'ın kulu) veya Saffetullah (Allah'ın seçkin kulu) manasınadır. Emir, Allah yolunda mücahit mânasına olduğu da mervidir. Yahudiler Hz. Yakub'un neslinden geldikleri için "Beni İsrail" lâkabını almışlardır. Hz. Musa'ya tâbi olduklarını iddia ettikleri için de "Museviler" diye anılmaktadırlar. Bu mübarek âyetlerde onlara: (Ey İsrail oğulları) diye hitap edilmesi bir uyarı ve işareti içermektedir. Sanki denilmiş oluyor ki: Siz yüce bir peygamberin evlât ve ahfadından bulunuyorsunuz. Yanınızda Tevrat denilen bir kitabı ilâhî vardır. Orada son peygamberin vasıfları yazılıdır. Artık size düşer mi ki o kitaba aykırı hareket edip Hz. Muhammed Aleyhisselâmı ve ona nazil olan Kuranı Kerim'i inkâr edesiniz. Bir nice hakikatleri değiştirme ve bozmaya çalışasınız. Bu bir cehalet, bir nankörlük bir kadir bilmezlik değil midir? Böyle hareketlerden vazgeçiniz, hakkı kabul ediniz. Cenâb-ı Allah gafletten uyandırsın!

 

 

43. Ve namazı kılınız, zekâtı da veriniz ve rükû edenler ile beraber rükû ediniz.

43. Bu mübarek âyetler, İsrail Oğullarını ve benzerlerini kötülükten alıkoyarak en mükemmel bir kulluk vazifesini ifa etmeğe davet ediyor. Başkalarına iyilik yapmalarını emrettikleri halde, kendileri İyilik yapmaktan kaçınanların bu hallerini kınıyor. Hakkın yardımını kazanmak için sabra, namaza devam edilmesini tavsiye buyuruyor. Cenâb-ı Haktan korkanların da hangi zatlardan ibaret olduğunu gösteriyor: (Ve) ey İsrail Oğulları!.. Sizler de müslümanlar gibi beş vakit (namazı kılınız.) Adabına, erkânına riayet ederek edaya çalışınız. (Zekâtı da veriniz.) Mallarınızın farz olan zekâtını da fakilere ödeyiniz. (Ve rükû edenler ile beraber rükû ediniz.) Siz de cemaati müslimin ile beraber rükûa varınız. Velhasıl: Onların da İslâm şerefine nail olup İslâm cemaatine katılmaları emir ve tavsiye olunuyor. Yahudilerin namazlarında rükû bulunmamaktadır. Halbuki namazın mühim bir rüknü olan rükû vaziyeti, pek lâtif hikmetleri, içermektedir.

 

 

44.  Nasa iyilik ile emredersiniz de kendi nefislerinizi unutur musunuz? Halbuki siz kitabı okursunuz, hiç düşünmez misiniz?

44. Ey İsrail Oğulları!.. Siz (İnsanlara iyilik ile emredersiniz de) herkese iyilik yapmalarını veya İslâm dininde sebat etmelerini bâzı kimselere emir ve tavsiyede bulunursunuz da (kendi nefislerinizi unutur musunuz?) Kendiniz neden o yolda hareket etmez, kimseye iyilikte bulunmaz, İslâmiyet sahasına atılmazısınız. (Halbuki sizler kitabı) Tevrat'ı (okursunuz.) O kitapta herkesin elinden gelen İyilik ve ihsanda bulunması ve âhir zaman peygamberinin vasıfları bulunmaktadır. Veyahut o kitapta halka tavsiye ettikleri şeyler ile âmel etmeyenlerin cezaya, tekdire lâyık olacaklarına dair beyanatı görürsünüz. Artık siz (hiç düşünmez misiniz) bunları düşünüp tefekkürde bulunmaz mısınız? Nedir bunun aksine yaptığınız hareketler?

Bu âyeti kerime; halka emr ve nehiyde, öğütler vermekte bulundukları halde bunlar ile kendileri âmel etmeyen kimseler hakkında büyük bir tehdit ve kınamayı içermektedir.

 

 

45. Sabır ile ve namaz ile yardım isteyiniz. Ve namaz şüphe yok ki ağır bir iştir. Ancak -Allah'tan- korkanlar için değil.

45.      Ey Allah'ın kulları!.. (Sabır ile ve namaz ile) İşleriniz hakkında Rabbinizden (yardım isteyiniz) muvaffakiyet bekleyiniz. (Namaz şüphe yok ki ağırdır.) Buna alışmayanlara (etin bir i; gibi görünür. (Ancak Haktan korkanlar için değil.) Takva sahibi olanlar için bu çetin bir i; değildir. Öyle ibâdet ve itaat ehli için namaz; en zevkli, ruhu besleyen ibâdettir. Onlar bu gibi vazifeleri büyük bir şevk ve gayretle ifaya çalıdırlar. Fakat Allah'tan korkmayan, nefislerine mağlûp olan, hakikî İstikbali düşünmeyen kimseler için sabretmek, namaz kılmak büyük bir i; gibidir. Onlar bu gibi mühim, kutsî vazifelerden faydalanamazlar.

Rivayet olunuyor ki: Rasûlü ekrem, Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz güç bir olay karşısında kalınca namaza başlar, onunla Cenâb-ı Hak'tan yardım talebinde bulunurdu.

 

 

 

46. Allah'tan korkanlar, o zatlardır ki Rablerine kavuşacaklarını ve onun manevî huzuruna döneceklerini düşünüp tefekkür ederler.

46.    (Allah'tan korkanlar o zatlardır ki) o hakikî mü'minlerdir ki, öldükten sonra (Rablerine kavuşacaklarını) Cenâb-ı Hakkı göreceklerini (onun manevî huzuruna döneceklerini) âhirette onun cennetlerine, Yüce Allah'ı görme şerefine nail olacaklarını (düşünüp tefekkür ederler) büyük bir şevk ve neş'e ile ibâdet ve itaate devam eder dururlar. Ne bahtiyar zevat!

 

 

 

 

47.  Ey İsrail Oğulları! Sizlere ihsan ettiğim nimetimi ve sizi âlemlere tercih ettiğimi hatırlayınız.

47.       Bu mübarek âyetlerde İsrail Oğullarına dedelerinin nail oldukları ilâhî lutfu hatırlatarak onları nankörlükten, dedelerinin doğru yoluna muhalefeti yasaklamaktadır. Ve onları korkmaya, uyanmaya davet buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey İsrail Oğulları! Sizlere lütf ettiğim nimetimi) yani sizin ecdadınıza lütuf ve ihsanda bulunmuş olduğum hoş dirliği, refah ve rahatı düşününüz. (Ve sizi âlemlere tercih ettiğimi hatırlayınız.) Artık nîmete nankörlükte bulunmayınız. Evet... Cenâb-ı Hak İsrail oğullarından bir kısım zevatı peygamberi iğe, ilim ve hikmete, saltanat ve ihtişama nail buyurmuştu. Onlar, Hz. Musa'dan ve onun yolunu takip etmiş olan kimselerden ibarettir ki zamanlarındaki âlemlere, kavimlere, hükümetlere üstün bulunmuş idiler. Cenâb-ı Hak onların kadrini yüceltmişti. Artık o zatların torunları bulunan muasır İsrail Oğullarının da onlar gibi dindar, Hakkı gözetici olmaları icap etmez mi? Nedir bu mahalefet, Allah'ın dinine karşı bu düşmanlık!..

 

 

 

48. Öyle bir günden korkunuz ki, o günde hiç bir şahıs hiç bir şahıstan dolayı hiç bir şey ödemez. Ve o şahıstan hiç bir şefaat kabul edilmez. Ve ondan hiç bir fidye alınmaz. Ve ne de onlara yardım olunurlar.

48. Ey İsrail Oğulları! Siz (Öyle bir günden) kıyamet gününden (korkunuz) sakınınız (ki o günde) Cenâb-ı Hakkın müsaadesi olmadıkça (hiç bir şahıs, hiç bir şahıstan dolayı hiç birşey ödemez.) Lâzım gelen bir hakkı kaza edemez. (Ve o şahıstan hiç bir şefaat kabul edilmez.) Adam kayırmaya müsaade olunmaz. (Ve ondan hiç bir fidye) bir kurtuluş bedeli (alınmaz) böyle bir şey kabul edilmez. (Ve onlar ne de yardım olunurlar.) Ne de ilâhî azaptan kurtulmaları için bir yardıma nail bulunurlar.

İşte inkarcıların, münafıkların ahiretteki durumları böyledir. Artık ata ve ecdadın büyüklüğü ile gururlanıp, onlardan fayda göreceklerine ümitli olmamalıdırlar. Kendi hallerini islâh etmelidirler ki nefislerini kurtarabilmiş olsunlar.

§ Bu âyeti kerimedeki şefaatin reddi, kafirler içindir. Çünkü Kur'ân'ın bu hitabı ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ekim 2009, 20:36:02
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #3 : 29 Ekim 2009, 20:36:02 »

61. Hani siz bir vakitte demiştiniz ki: Ya Musa! biz bir çeşit yemeğe elbette s ab re dem eyiz. Bizin için rabbine dua et d e yerin bitirdiği tere, hıyar, buğday, mercimek, soğandan         bizim için de çıkarsın. -Musa da- demişti ki: Siz bayağı olan şey ile hayırlı olan şeyi değiştirir misiniz? Öyle ise bir kasabaya ininiz sizin için istediğiniz şeyler -orada- vardır. Onların üzerlerine alçaklık, yoksulluk vuruldu ve Allah'ın gazabına uğradılar. Bu da şüphe yok ki Allah'ın ayetlerini inkâr, peygamberlerini haksız yere katletmeleri sebebiyle olmuştur. İşte bu ceza onların isyan etmelerinden ve haddi aşmış olmalarından dolayıdır.


61.       Bu ayeti kerime de İsrail Oğullarının ne kadar nankör, isyankâr bulunmuş olduklarını ve bunun neticesinde ne kadar felâketlere maruz kaldıklarını göstermektedir. Şöyle ki: İsrail Oğulları Tih çölünde dolaşırken Hz. Musa'nın duasıyla kendilerine gökten kudret helvası, bıldırcın kuşları gibi nimetler verilmiş, yerlerden sular fışkırmağa başlamıştı. Hiç bir zahmet çekmeden bu gibi pek mükemmel nimetlerden istifade etmekteydiler. Fakat İsrail oğulları bu nimetlerin kadrini bilmediler. Mısır'daki yiyip içtikleri âdi şeyleri arzu ettiler, İşte Cenab'ı Hak bunların o halini şöylece beyan buyuruyor! (Hani siz) Ey İsrail Oğulları!., (bir vakitte demiştiniz ki ya Musa! biz bir çeşit yemeğe elbette sabredemeyiz.) Böyle bir çeşit yemek ile yetinip duramayız. (Bizim için rabbine dua et de yerin bitirdiği tere, hıyar, buğday, mercimek, soğandan bizim için de çıkarsın) biz onlar ile gıdamızı temin edelim. Bunlar adeta Mısır'dan çıkmış olduklarına pişman olmuşlardı. Firavunun kendilerine yaptığı eza ve cefâyı unutmuşlardı. Hz. (Musa da) bunların bu kıymet bilmez hallerini görünce (demişti ki: Siz bayağı olan şey ile hayırlı olan şeyi değiştirir misiniz?) Siz en hayırlı olan kudret helvası ve bıldırcın eti gibi şeyleri öyle âdi şeyler ile değişmek istiyorsunuz. Bu ne kıymet bilmezlik!.. (Öyle ise bir kasabaya ininiz). Haydi bir şehre gidiniz ki (sizin için istediğiniz şeyler) orada (vardır) o alıştığınız şeyleri orada bulabilirsiniz. Artık (onların üzerlerine) bu kötü hareketlerinden dolayı (alçaklık, yoksulluk vuruldu.) Onlara ebediyyen z el il li k ve miskinlik damgası vurulmuş oldu. (Ve Allah'ın gazabına uğradılar.) Nice milletlerin esareti altında yaşamağa mecbur oldular. (Bu da) böyle ilâhi gazaba uğramaları da (şüphe yok ki Allah'ın ayetlerini inkâr, peygamberlerini haksız yere katletmeleri sebebiyle olmuştur.) Nitekim onlar incil gibi Kur'ân-ı Kerîm gibi semavi kitaplara inanmazlar. Şa'ya, Zekeriya ve Yahya Aleyhisselâm gibi peygamberleri şehit etmişlerdir. (İşte bu ceza) onların ebediyyen zillet ve hakarete maruz kalıp durmaları kendilerinin dini hükümlere, esaslara (isyan etmelerinden) ve insanların ve bilhassa peygamberlerin hukukuna tecavüz ile (haddi aşmış olmalarından dolayıdır.) Artık bu gibi cinayetlere, İsyanla ra cüret edenler ebedi bir hüsrana maruz olmazlar mı?

 

 

 

 

62.    Şüphe yok ki, mü'minler ile Yahudilerden ve Hıristiyanlar ile sabiîlerden her hangi kimseler Allah Teâlâ'ya, âhiret gününe İman edip salih amellerde bulunmuş olurlarsa onlar için rabları katında mükâfatlar vardır. Ve kendilerine asla korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmayacaklardır.

62.Bu ayeti kerime, kimlerin azaptan, felâketten emin, mükâfatlara nail olacaklarını bütün insanlığa tebliğ ediyor. Şöyle ki: Vaktiyle peygambere uyup, İman etmiş olan (mü'minler ile Yahudilerden ve Hıristiyanlar ile sabiîlerden her hangi kimseler) peygamberlerinin bildirdikleri şekilde (Allah Teâlâ'ya) onun birliğine, yaratıcılığına, i I âh lığına ve (âhiret gününe) kıyametin, mahşerin ve cennet ile cehennemin varlığına (İman edip salih amellerde) namaz, oruç, zekat gibi yapılması gereken ibadetlerde hayır ve iyiliklerde (bulunmuş olurlarsa onlar için) öyle hakikî şekilde dindar olan iyi kullar için (rableri katında mükâfatlar vardır.) Bu güzel amellerinin    sevabına ulaşacaklardır. (Ve kendilerine) dünyada (asla bir korku yoktur.) Tam bir emniyet içinde yaşayacaklardır. (Ve onlar) ahirette sevaptan yoksunolma ve nimetlere erişememe sebebiyle (mahzun da olmayacaklardır.) Onlar her türlü ilâhî lutfa kavuşacaklardır. İşte hakikî İmânın mükâfatı!..

Evet... Bu ayeti kerime de gösteriyor ki: Her hangi bir insan, Allah'ın azabından emin ve geleceğinin güvenli olması için hakikî bir dine bağlanmış, olması lâzımdır. Vaktiyle her hangi bir peygamberin tebliğlerine uyanlar o peygamberin ümmetinden sayılmış, ve hak dine sahip bulunmuşlardır. Bilâhare geçmiş dinlerin bir çok hükümleri        kaldırılarak son din olan İslâmiyet, bütün insanlığın dinî olmak üzere Allah tarafından şanı yüce son peygamber olan Hz. Muhammed aleyhisselâm vasıtasıyle       bütün insanlara tebliğ edilmiştir. Nitekim Kur'ân'ı Kerîm'de"Şüphesiz Allah katında din, İslâm dinidir (Al-i Imran 3/193) buyurulmaktadır.

Binaenaleyh peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed'den itibaren onun tebliğleri doğrultusunda Allah Teâlâya, âhiret gününe diğer dinî esaslara İman eden ve namaz, oruç gibi salih amellerde bulunan insanlar, hangi bir kavme, hangi bir ırka mensup bulunmuş olurlarsa olsunlar artık selâmettedirler, onlar için ahiretle ilgili bir korku, bir hüzün ve keder yoktur. Onlar ilâhî lutfa aday bulunmaktadırlar.

§ Yahudiler vaktiyle Hz. Musa'nın dinine girmiş kimselerdir. Rivayete göre Yakup aleyhisselâmın oğullarından birinin adı "Yahuda" imiş, bilâhare İsrail oğuları bu isme nisbetle Yahudi adını almışlardır. Bunlar bilâhare Hz. Musa'nın dini adına bir takım hurafelere tabi olmuşlar, Hz. Isa gibi Hz. Muhammed aleyhimasselâm gibi büyük peygamberleri inkârda bulunmuşlardır.

S N as ara: Haz ret i İsa'nın ümmetine verilmiş bir isimdir. Bunlar Hz. İsa'ya yardım ettikleri veya "nasıra" denilen kasabada Hz. Isa ile beraber bulundukları için bu ismi almışlardır. Dinlerine "nesraniyyet" (Hiristiyanlık) denilmiştir. Bunlar da bilâhare bir çok mezheplere ayrılmış, Hz. İsa'nın asıl tebliğlerine muhalif itîkatlarda bulunmuşlardır.

§ S ab i e; Hz. Nuh'un veya Hz. İbrahim'in dinî üzerine bulunmuş kimselerdir. Bir görüşe göre bunlar meleklere veya yıldızlara tapan bir guruptur.

Velhasıl: Bütün bu milletler, bu guruplar yanlış ve küfür dolu inançlarını harekelerini bırakır da Cenâb-ı Hakka layık şekilde, şartları dahilinde İman etmiş olurlarsa hidayete ermiş, korkudan, hüzün ve kederden emin bulunmuş olurlar. İşte insanlık için en yüce gaye bundan ibarettir.

 

 

 

 

63. Hanı bir vakitte misakınızı almış. Turu da üzerinize kaldırmış size verdiğimizi kuvvetle tutunuz, onda olanı zîkreyleyiniz ki, korunmuş olabilesiniz, demiştik.

63. Bu mübarek ayetlerde Beni İsrail'in geçmiş zamanlardaki kötü hareketlerini ve bir mucize olarak Tur dağının üzerlerine kalkıp düşecek bir vazıyet almış olduğunu bununla beraber haklarında ilâhî rahmet eseri olarak bir takım felâketlerden kurtulmuş olduklarını hatırlatıyor. Şöyle ki: Ey İsrail oğulları!.. (Hani bir vakitte) ecdadınızın zamanında Musa aleyhisselâma tabi olup Tevrat ile amel etmeniz için sizden, sizin ecdadınızdan söz ve (misakınızı almış, turu da üzerinize kaldırmış) size bu kudret harikasını göstermiştik. Ve (size verdiğimizi) Tevrat kitabını (kuvvetle tutunuz) tam bir gayret ve kuvvetle tutarak hükümlerine uyunuz. (Onda olanı) onunu bildirdiği hükümleri (zîkreyleyiniz) hatırlayınız ve tefekkür eyleyiniz (ki korunmuş) o sayede hem korunmuş hem de, kendinizi korumuş (olabilesiniz.. demiştik.) Ne yazık ki bir rahmet eseri olan böyle kutsi bir uyarıya riayet edilmemiştir.

 

 

 

64. Sonra o misakın ardından yüz çevirdiniz.. Eğer  üzerinize Allah Teâlâ'nın fazi ve rahmeti olmasaydı elbette hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.

64.  Ey İsrail oğulları!.. (Sonra) siz İOJ söz ve ımisakın ardından) ona uymadınız, ondan lyüz çevirdiniz.) T anlı; yollar takibine başladınız. (Eğer üzerinize Allah Teâlâ'nın lütuf ve keremi) koruma ve himayesi (olmasa idî e! bette) büsbütün (hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.) Tamamen mahv ve perişan olur giderdiniz. Artık uyanın, kaybedilen şeyleri telâfi etmeye çalışın.

§ Bu Tur hadisesi; bir harikadır, bir mucizedir. Mübarek peygamberlerin ellerindi halkın İman etmeleri için bir nice mucizeler meydana gelmiştir. Bu mucizeleri gördük ten sonra güzel bir tefekkür ve kanaat neticesinde ortaya çıkacak bir İman, sahihtir Zora dayalı bir İman değildir. İşte Tur'un kaldırılması harikası da böyledir. Bunu görenlerin imanı da, zorlamaya dayanan bir İman sayılamaz ki makbul olmamış olsun.

§ Bu Tur'un kaldırılması Allah'ın kudreti karşısında imkânsız görülemez. Üstünde yaşadığımız yer yüzü bir yere dayanmaksızın havada dönüp durmaktadır Üzerimizdeki gök kubbesinde güneş, ay ve yıldız denilen binlerce kürenin fezada dönüp durduğu da fen ve his yoluyla sabittir. O halde Allah'ın kudretiyle bir dağ parçasının yerden ayrılarak bir müddet hava sahasında dönüp durması nasıl imkânsız görülebilir? Böyle bir hâdise, insanlık için bir uyarı vasıtasıdır, bir mucize örneğidir.

§ Bu ayeti kerimedeki "Tur" dan maksat, bilinen Turi sinadır. Bir kavle göre de dağ şeklinde görülen diğer bir hava olayıdır. Araf süresindeki (171) inci ayeti kerimenin izahına da bakınız.

 

 

 

 

65. And olsun ki, sizler içinizden cumartesi gününde haddi aşanları elbette bilmişsinizdir. Biz de onlara sefil, hakir maymunlar olunuz, demiştik.

65.  Bu mübarek ayetler de vaktiyle İsrail oğulları arasında Allah'ın emrine muhalefet edenlerin bu yüzden uğramış oldukları ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ekim 2009, 20:49:09
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #4 : 29 Ekim 2009, 20:49:09 »

81. Hayır, her kim bir yaramazlık işler, günahı da kendisini kuşatırsa işte onlar ateş halkıdır. Onlar o ateşde ebedî kalacak kimselerdir.


81.         (Hayır) öyle değil (her kim bir yaramazlık işler) bir günahı yapar durur (günahı da kendisini kuşatırsa) yaptığı o günah kendisini her taraftan sararsa (İşte onlar ateş halkıdırlar.) Ebediyyen cehennem ehlidirler. (Onlar o ateşte) cehennem içinde (ebedî kalacak kimselerdir) oradan asla çıkamayacaklar. Devamlı şekilde azap görüp duracaklardır. Artık onların öyle geçici olarak cehennemde kalacaklarına ait iddiaları asılsızdır. Kendilerinin uydurmasıdır. Böyle bir vaziyet, böyle cehennemde ebedî kalmak küfür ehline mahsustur. Çünkü bir şahsı her yönden kuşatan, ruhuna ve vicdanına musallat bulunan günah, küfürden başka değildir.

82. îman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise işte onlar cennet ashabıdır. Onlar cennette ebedî kalacaklardır.

82. Kur'ânı i erimde hoş ve mükemmel bir üslûp vardır. Bir azap ayeti zikredildi mi onun ardından bir sevap, bir lûtf ve inayet ayeti de zikredilir. Bu şekilde Cenâb-ı Hakkın şiddetli azap edici olduğu gibi esirgeyici ve merhametli olduğu da açıklanmış olur. İşte bu 82 inci âyeti kerime de bu kabildendir. Bunda buyurulmuş oluyor ki: (İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise) yani: İman edilmesi dinen icab eden şeyleri kalben tasdik ve lisânen ikrar eyleyen ve üzerlerine düşen güzel güzel amelleri, vazîfeleri ifaya çalışan zatlar yok mu (İşte onlar ashabı cennettir.) Cennet onlara mahsustur. (Onlar cennette devamlı kalacaklardır) Cennette ebedî olarak kalacaklardır. Ne büyük müjde.

Evet... Allah Teâlâ hem azabı şiddetli olan, hem de acıyan ve merhamet edendir. Bu kutsî sıfatları elbette tecellî edip duracaktır. Onun gösterdiği yolu takip edenler onun sonsuz rahmetine kavuşacaklardır. Onun gösterdiği binlerce delillere ve kanıtlara rağmen onu inkâr ederek veya ona ortak koşarak sapıklık içinde kalmış olanlarda, ebedî bir azaba tutulacaklardır. Hak Teâlâ'nın bütün açıklamaları gerçeğin ta kendisidir. Artık insanlık ona göre hayatını tanzim etmelidir.

 

 

 

 

83. Ve biz bir vakit İsrail oğullarının misâkını almıştık ki siz Allah'tan başkasına ibâdet etmezsiniz, ananıza babanıza da ihsan -da bulunursunuz- Akrabalara, yetimlere, yoksullara da -ihsan edersiniz- Ve insanlara güzel söz söyleyin. Ve namazı doğruca kılın, zekatı da verin. Sonra siz, içinizden pek az müstesna olmak üzere yüz çevirdiniz ve siz halâ yüz çeviren kimselersiniz.

 3. Bu ayeti kerime İsrail oğullarının vaktiyle mükellef olup, üstlenmiş oldukları dinî hükümlere, vazîfelere ne kadar muhalefette bulunmuş olduklarını bildirmektedir. Şöyle ki Hak Teâlâ hazretleri buyuruyor ki (ve biz) yani ben şanı Yüce Yaratıcı (bir vakit) Musa aleyhisselâm zamanında Tevrat vasıtasıyla (İsrail oğullarının misâkını) sözünü, teminatını (almıştık ki siz Allah'tan başkasına ibâdet etmezsiniz.) Yani yalnız ona ibâdette bulunun, başkasına ibâdet etmeyin. Ondan başka ibâdet edilecek yoktur. (Ananıza, babanıza da ihsan) da bulunursunuz. Yani bunlara da iyilik edin. (Akrabalara) hısımlardan olana da (yetimlere, yoksullara da) iyilikte bulunun. (Ve insanlara güzel söz söyleyin.) Yani halk ile güzelce konuşun, bir birinize iyiliği tavsiye ediniz, hayra yo ne İtici öğütler veriniz. Ve sorumlu olduğunuz (namazı doğruca kılın.) Rükün ve şartlarına uyarak kılın. Ve üzerinize düşen (zekatı da verin.) Ne yazık ki bu emirlere uyulmadı. (Sonra siz, içinizden pek azı müstesna olmak üzere yüz çevirdiniz.) Söz ve yemine uymadınız, sizden Abdullah ibni Selâm gibi az bir zümre müstesna olmak üzere hepiniz de sözünüzde durmadınız. İşte sizin tarihî hayatınız böyle geçmiştir. 'Ve) mamafih (siz halâ yüz çeviren kimselersiniz.) Evet... Siz halâ haktan dönen bir kavimsiniz.

§ Bu ayeti kerime, semavî kitapların ne kadar faydalı, insanlığı yükseltmeye sevkedici hükümler taşıdıklarını göstermektedir. İşte Tevrat'ta da insanlara şu ahlâkî, sosyal, dinî hükümler, vazifeler emir ve tavsiyeler buyrulmuştur:

1)  Yalnız Allah Teâlâya ibâdet edilmesi. Evet... Bütün kâinatın yaratıcısı, ibâdet edileni birdir. Bütün kudret izleri buna şahittir. Binaenaleyh Allah Teâlâ'dan başkasını ilâh tanıyıp ona ibâdette bulunmak en büyük bir sapıklıktır. Artık böyle cahilce bir hareketten sakınılması emrolunmuştur.

2)    Anaya, babaya ihsan edilmesi: Ana, baba insanın hayatına vesiledir. Onlar varlıklarına sebep oldukları çocukları hakkında ne kadar şefkatli, ne kadar fedakârdırlar. Artık onların kadrini bilmek, kendilerine hizmette ve yardımda bulunmak, onların meşru emirlerine riayet eylemek mühim ve insanî bir vazife değil midir? İşte ilâhî dinler insanları bu vazife ile mükellef tutmuştur.

3)         Yakınlara iyilikte bulunmak: Evet... Akraba, ana ve baba tarafından olan hısımlar, adeta bir aile teşkil etmiş olurlar, aralarında mühim bir münâsebet, bir sosyal alâka vardır. Artık bunlar ile güzelce görüşüp konuşmak, kendilerine iyilikte bulunmak mühim bir vazîfe değil midir? İşte ilâhî dinler bu hususa uyulmasını da emretmektedir.

4)   Yetimlere yardım edilmesi: Vaktiyle babasını kaybetmiş, onun şefkatli bakışlarından, yardımlarından mahrum kalmış bir çocuğu düşünelim. Bunun bu vaziyeti, şefkatli bakışı ve merhameti celbedecek bir halde değil midir? Artık bunlara da uygun şekilde yardımda ve güzel mumelede bulunmak ne kadar insanî bir görevidir. İşte mukaddes dinler bu hususa da uyulmasını İnsanlara emretmiş bulunmaktadır.

5)         Miskinlere, yani: geçimlerini temin edecek kuvvete ve hiç bir mala malik bulunmayan yoksul kimselere yardım edilmesi: Malumdur ki her yerde, her zamanda bir takım   aciz, perişan insanlar bulunur ki, kendi geçimlerini temin edecek birşeye sahip bulunmazlar. Artık bunlara hali, vakti yerinde olan hemcinslerinin yardım

etmeleri lâzım değil midir? İşte ilâhî dinler insanlara bu hayırlı yardımı da tavsiye buyurmaktadır.

6ı Bütün insanlar ile güzelce konuşulması: Malumdur ki insanlar cins olarak aynıdırlar, bir Yüce Yaratıcısının kullarıdır, aralarında sosyal bağlar vardır. Artık biri biriyle güzelce, nazikâne konuşmaları ve aralarında bir dayanışmanın, bir iyilik severliğin cereyanı gerekmez mi? Hakiki İnsaniyet ve medeniyet bu suretle ortaya çıkar. İşte semavi dinler insanlara bu mühim, bu karşılıklı vazîfeyi de yüklemiştir.

7)        Kerem sahibi Rabbimize kulluk arzında bulunulması: Şüphe yok ki bizler bir Yüce Yaratıcının kullarıyız. Bizler daima onun nimetlerine nail bulunuyoruz. Artık daima o Yüce Yaratıcımızın lütuf ve ihsanını düşünmeli, ona vakit vakit kulluk arzında ve şükranda bulunmalı değil miyiz? Bizler birer uyanık ruha ve nurlu kalbe sahip olmalı değil miyiz? İşte mükellef olduğunuz namazlar ve dualar bizlere bu yüce fâideleri temin etmektedir. Binaenaleyh doğru, hikmetli ve esasen aynı olan ilâhî dinler insanlığa bu yüksek farizeyi de yüklemiştir.

8)      Fakir dindaşlara zekât adıyla yardım edilmesi: Malumdur ki aralarında din bağı bulunan insanlar din kardeşidirler. Bir hikmet gereği olarak bu insanlar, geçim itibariyle aynı durumda bulunamazlar. Bunlardan bir kısmı servete ve refaha ulaşmış olduğu halde diğer bir kısmı da maddi yönden bir ihtiyaç içinde bulunabilir. İşte birinci zümrenin bu ikinci yoksul zümreye maddi bakımdan yardım etmesi pek uygun olmaz mı? İşte ilâhî dinler zekât vazifesiyle bu insanî davranışı da temin etmiş bulunmaktadır. Artık ilâhî dinlerin ve özellikle dinlerin sonuncusu olan ve hükmü bütün insanlığa yönelik bulunan ve bütün bu yüksek vazifeleri en mükemmel bir şekilde bütün insanlık alemine teklif buyuran mukaddes İslâm dininin yüceliğini İtiraf etmek emirlerini, yasaklarını tam bir şevk ve hürmetle kabul etmek bütün insanlara lâzım gelmez mi? Ne yazık ki bir çok kütleler bu hakikatten gafil bulunuyorlar. Bu gibi faydalı, yüce hükümlere uymaktan kaçınıyorlar. İşte İsrail oğulları hakkında yapmış olduğumuz Kur'ânî açıklamalar da buna şahittir. Cenab'ı Hak cümlemize uyanıklıklar nasip buyursun amin!..

 

 

 

 

84. Ve bir vakitte biz: Kendi kanlarınızı dökmeyeceksiniz ve nefislerinizi yurdunuzdan çıkarmayacaksınız diye bir ahdinizi almıştık. Sonra ikrarda etmiştiniz. Ve siz -bu ikrarınıza- şahadet de edersiniz.

84.          Bu ayeti kerime İsrail oğullarının kabul etmiş ve itirafta bulunmuş oldukları bir söz ve yemini beyan etmektedir. Bu söz ve yeminin hem Musa aleyhisselâm

zamanındaki bir söz ve yemine, hem de Hz. Peygamber zamanındaki bir kısım Yahudilerin arap kabileleri ile yapmış oldukları anılaşmayı içine alır. Buyrulmuş oluyor ki: (Ve) ey İsrail oğulları! (bir vakitte biz, kendi kanlarınızı dökmeyeceksiniz) birbirinizi öldürmek suretiyle hayatınıza tecavüz etmeyeceksiniz, (ve nefislerinizi yurdunuzdan çıkarmayacaksınız) bir kısmınız, diğer bir kısmınızı vatanından çıkarıp dışarı atmayacaksınız (diye bir ahdinizi almıştık) sizden bu hususlara dair kesin söz almıştık. (Sonra) siz (ikrar da etmiştiniz) yani: Bu ahdin hak olduğunu söyleyerek kabul de eylediniz. (Ve siz) bu ikrarınıza (şahadet de edersiniz) Böyle bir söz ve ikrarı itiraf edersiniz. Artık bu söze uymalı değil miydiniz?.. Halbuki buna uymadınız.

S işbu: 83. ve 84. âyetler Beni İsrail hakkındaki "Evamiri aşereyi = On emri" kapsamaktadır. Bunların sekizi 83. âyeti celilenin izahında görülmektedir. Dokuzuncusu da haksız yere adam öldürme ve intihardır. Onuncusu da bir kimseyi haksız yere vatanından çıkarmak, sürgün etmektir ki işbu 84. âyeti kerime de bunları tesbit buyurmuştur.

Velhasıl bu âyeti celilede suna da İşaret vardır ki: Bir milletin fertleri bir birlik...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2 3 4   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes