Ayýn Konusu
Pages: 1
Ehl-i Beyt Kimdir? By: Rüveyha Date: 11 Ekim 2014, 12:28:35
Ehl-i Beyt Kimdir?


Ebubekir Sifil | Aðustos 2013 | AYIN KONUSU
   

“Ehl-i Beyt” kavramý, gerek Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’e karþý sorumluluðumuz çerçevesinde, gerekse tarih içinde ortaya çýkan “fýrkalaþma” hadisesi baðlamýnda bizim için son derece önemli bir yere sahiptir. Efendimiz s.a.v.’le ilgili sorumluluklarýmýzýn, O’nun bu dünyadaki varlýðýyla sýnýrlý olmadýðý açýktýr. O’nun hayatýmýzdaki merkezî konumu, kaçýnýlmaz olarak O’ndan sonra O’na ve bize býraktýklarýna karþý sorumluluklarýmýz konusunu da gündeme taþýmaktadýr.

Gerek Yüce Kitabýmýz’da, gerekse Sünnet-i Seniyye’de, Efendimiz s.a.v.’den sonra O’nun bize “emaneti” olarak kalan Ehl-i Beyt konusunda hassas davranmaya çaðýrýldýðýmýza göre, Ehl-i Beyt’e karþý bir takým sorumluluklarýn muhatabý olduðumuz açýktýr.

Bunun yanýnda, Ýslâm tarihinde erken dönemlerden itibaren yaþanan bir takým elim hadiseler sonucunda ortaya çýkan ve Ehl-i Beyt’i sahiplenme görüntüsü altýnda Ümmet’in ana gövdesini Ehl-i Beyt’e karþý ilgisizlikle, ihmalle, hatta “ihanet”le suçlayan, adýna “Þiîlik” dediðimiz oluþumun iddia ve ithamlarý da maalesef canlý biçimde varlýðýný muhafaza etmektedir. Dolayýsýyla bütün hassasiyetiyle gündemimizde kalýcý bir yer tutmakta olan bu meselenin bütün boyutlarýyla aydýnlýða kavuþturulmasý, daha doðrusu mevcut aydýnlýk konusunda bizim bir “hafýza tazelemesi” yapmamýz kaçýnýlmaz bir görev olarak ortaya çýkmaktadýr. Bunun için önce ilgili kavramlar konusunda bir hatýrlatma yapýp, ardýndan meseleye geçelim.

Ehl-i Beyt ve ilgili kavramlar

Ehl-i Beyt meselesi söz konusu olduðunda, onunla birlikte birçok kavram da tabiî olarak gündeme gelmektedir. “Âl-i Rasul”, “Evlad-ý Rasul”, “Âl-i Ali”, “Itre”, “Seyyid”, “Þerif”, “Haþimî”, “Alevî” bu kavramlarýn baþýnda gelmektedir. Tarih içinde her birinin anlam ve muhtevasý hassasiyetle belirlenmiþ olan bu kavramlar konusunda günümüzde zaman zaman kafa karýþýklýklarý yaþandýðý görülmektedir. Dolayýsýyla konuya bu kavramlarý netleþtirerek baþlamamýz gerekiyor:

Ehl-i Beyt

Sözlükte “ev halký” anlamýna gelen Ehl-i Beyt (Ehlu’l-Beyt), tabiri, bu anlam sahasý içinde bir kimsenin eþ(ler)ini, çocuklarýný, torunlarýný ve yakýn akrabasýný anlatýr. Cahiliye döneminde bu tabir, bu anlamlarý içine alacak þekilde kullanýlmaktaydý. Hatta kadim Arapçada “merhaben ve ehlen” veya “ehlen ve sehlen” tabirleri, yabancý bir muhite giden bir kimseye, “kendini burada yabancý hissetme; burasý sana ev halký gibi yakýnlýk gösterecek insanlarýn bulunduðu, iþlerini kolaylýkla halledebileceðin, kendini yakýn hissetmen gereken bir yerdir” anlamýnda kullanýlýrdý. (Âsým Efendi, Kamus Tercemesi, 3/136)

Ýslâmî bir kavram olarak ise Ehl-i Beyt, sadece Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in pak eþlerini ve temiz neslini anlatmak üzere kullanýlýr. (TDV Ýslâm Ansiklopedisi, 10/498)

Yüce Kitabýmýz’da birçok yerde farklý baðlamlarda geçen bu tabir, geçtiði her yerde eþ ve çocuklarla birlikte “ev halký” anlamýna gelmektedir. Söz gelimi Hûd suresi 73. ayet-i kerimede, “Allah’ýn rahmeti ve bereketi üzerinize olsun ey ev halký” buyurulmaktadýr. Hz. Ýbrahim a.s.’a gelen meleklerin aðzýndan nakledilen bu dua cümlesinde, Hz. Ýbrahim ve eþi Hz. Sâre validemizin kast edildiði açýktýr. Çünkü bu cümlenin hemen öncesinde Hz. Ýbrahim a.s.’a ve eþi Hz. Sâre validemize evlat müjdesi verilmektedir.

Ayný þekilde Kasas suresinin 12. ayetinde de bu tabir Hz. Musa a.s. baðlamýnda geçmektedir. Annesi tarafýndan ilahî emirle nehre býrakýlan ve Firavun hanedaný tarafýndan bulunarak saraya getirilen kundaktaki Hz. Musa a.s., ilahî takdirle saraydaki hiçbir kadýnýn sütünü emmemiþ, bunun üzerine O’nun bakýmý ve emzirilmesi meselesi gündeme gelmiþti. Kýz kardeþi, saray görevlilerine O’nun bakýmý için uygun bir aile tanýdýðýný söyleyerek yeniden annesine kavuþmasýna vesile olmuþtu. Bu ayet bize, Hz. Musa a.s.’ýn kýz kardeþinin, Firavun hanedanýna çocuðun bakýmý için uygun bir aile tanýdýðýný söylerken “ehl-i beyt” tabirini kullandýðýný haber veriyor ki, kasdettiði, annesinden baþkasý deðildir.

Yine Hûd suresinin 81. ayetinde inanmamakta ve o malum çirkinliði iþlemekte ýsrar eden kavmi helak etmek üzere gelen meleklerin, Hz. Lût a.s.’a þöyle dediði haber verilmektedir: “Dediler ki: “Ey Lût! Þüphe yok ki biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar (kavmin) sana elbette el uzatamayacak. Artýk sen ailen ile gecenin bir kýsmýnda yürü ve sizden hiçbir kimse geri kalmasýn, zevcen ise müstesna. Þüphesiz ki onlara isabet edecek þey, ona da isabet edicidir. Muhakkak ki onlarýn vaad edilen zamanlarý sabah vaktidir. Sabah vakti ise yakýn deðil midir?”

Burada Hz. Lût a.s.’ýn ev halkýndan “ehlike: senin ehlin” diye bahsedilmekte, “ehlinle birlikte yola çýk; onlardan hiç kimse geri kalmasýn” cümlesinden sonra, O’na karþý gelmekte ýsrar gösteren hanýmý bundan istisna edilmektedir. Bir diðer ifadeyle Hz. Lût a.s.’ýn hanýmý da esasen onun “ehl-i beyti”ndendir; ancak O’nunla birlikte çýkýp kurtuluþa ermeyi hak etmediði için helak edilenlerle birlikte o da helak edilmiþtir. (Bkz. Hicr suresi 65. ayet)

Ahzâb suresinin 33. ayeti, konumuzla doðrudan ilgili ayetlerden birisidir. Orada (32. ayetten itibaren) Yüce Allah þöyle buyurmaktadýr: “Ey Peygamber’in hanýmlarý! Siz, kadýnlardan herhangi biri gibi deðilsiniz. Eðer Allah’a karþý gelmekten sakýnýyorsanýz (erkeklerle konuþurken) sözü yumuþak bir eda ile söylemeyin ki kalbinde hastalýk (kötü niyet) olan kimse ümide kapýlmasýn. Güzel (ve doðru) söz söyleyin. Ve hanelerinizde karar ediniz ve evvelce cahiliye zamanýndaki açýlýþ gibi açýlývermeyiniz. Namazý dosdoðru kýlýnýz, zekâtý veriniz, Allah’a ve Peygamberi’ne itaat ediniz. Ve ey Ehl-i beyt, Allah sizden ancak kiri götürmek ve sizi tertemiz kýlmak dilemektedir.”

Görüldüðü gibi 32. ayet doðrudan müminlerin annelerine hitapla baþlamakta ve 33. ayette onlara “ey Ehl-i Beyt” diye hitap edilmektedir. Bu da açýk bir þekilde göstermektedir ki, Kur’an-ý Kerim’de Rasul-i Kibriya s.a.v. Efendimiz’le baðlantýlý olarak geçen Ehl-i Beyt tabiri, O’nun mü’minlerin anneleri olan pek zevcelerini anlatmaktadýr.

Konuyla ilgili bir diðer ayet, Âl-i Ýmran suresinin 21. ayetidir. Orada Yüce Allah, Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’e hitaben þöyle buyurmaktadýr: “Hani sen müminleri (Uhud’da) savaþ mevzilerine yerleþtirmek için, sabah erken ehlinden (ev halkýndan) ayrýlmýþtýn… Allah, hakkýyla iþitendir, hakkýyla bilendir.”

Burada da Efendimiz s.a.v.’in, sabahleyin erkenden yanýndan ayrýldýðý kimselerden, O’nun ehli diye bahsedilmektedir ki, kast edilenlerin, müminlerin anneleri olduðu açýktýr. (Yusuf suresinin 25 ve 93, ve Tâ-Hâ suresi 132. ayetlere de bakýlabilir.)

“Ehl-i Beyt” tabirinin hadis-i þerifilerde hangi anlamda kullanýldýðýna baktýðýmýzda karþýmýza þöyle bir manzara çýkmaktadýr: Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz, “Ehl-i Beyt” tabiriyle hem pak zevcelerini, hem de temiz neslini kast etmiþtir.

Efendimiz s.a.v., Hz. Zeyneb binti Cahþ r.anha validemizle evlendiðinde bir düðün yemeði vermiþ, yemeðin ardýndan her bir eþinin odasýna gidip kapýdan içeriye doðru “Selamünaleyküm! Nasýlsýnýz ey Ehl-i Beyt?” diye seslenmiþ, onlar da hayýr ve afiyet üzere olduklarýný bildirmiþlerdir. (Buharî; Müslim)

Sahabe, “Ya Rasulallah! Size nasýl salât edelim?” diye sorduðunda Efendimiz s.a.v. þöyle cevap vermiþtir:

– Allahým! Hz. Ýbrahim’in âline salât ettiðin gibi Hz. Muhammed’e, eþlerine ve soyuna da salât et. Hz. Ýbrahim’in âline bol hayýr ve bereket verdiðin gibi Hz. Muhammed’e, eþlerine ve soyuna da bol hayýr ve bereket ihsan eyle, deyin. (Buharî; Müslim vd.)

Bir diðer rivayette Efendimiz s.a.v. þöyle buyurmuþtur: “Kim bize, Ehl-i Beyt’e salâvat getirdiði zaman tam ve bol ecir almak isterse, ‘Allahým! Âl-i Ýbrahim’e salât ettiðin gibi, Nebi Muhammed’e, müminlerin anneleri olan eþlerine, soyuna ve ehl-i beytine de salât et; zira Sen Hamîd’sin, Mecîd’sin’ desin.” (Ebu Davud)

Zikrettiðimiz ayetler ve Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz, “Ehl-i Beyt” tabirini pak zevcelerini de içine alacak þekilde kullanmýþ, onlarý tabirin dýþýnda tutmamýþtýr.

Âl-i Rasul

“Âl” kelimesi sözlükte “Bir kimsenin ehl ü ýyali, tabileri, ahbabý, dostlarý” demektir. Bu manada kelimenin aslý “ehl” olup, ortadaki “h” harfinin elif harfine dönüþmesiyle “âl” haline gelmiþtir. (Âsým Efendi, Kamus Tercemesi, 3/139)

Kavram olarak “Âl-i Rasul” tabirinin kimi anlattýðý konusuna gelince, bu tabirin, Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in ikinci kuþak dedesi (Abdülmuttalib’in babasý, Abdimenâf’ýn oðlu) olan Hâþim’in soyundan gelenleri anlattýðýný söylemiþlerdir. Bilindiði gibi Hâþim’in dört oðlundan yalnýzca Abdülmuttalib’in erkek tarafýndan soyu devam etmiþtir. Dolayýsýyla “Âl-i Rasul” tabirinin içine Abbas, Hâris ve Ebu Tâlib’in evlatlarý girmektedir. (Tecrid Tercemesi, 5/295; TDV Ýslâm Ansiklopedisi, 2/305-6)

Kendilerine zekât verilmeyen kimselerin “Hâþimoðullarý” olarak sýnýrlandýrýlmýþ olmasý da bu görüþü destekleyen önemli bir husustur.

Bir rivayette Efendimiz s.a.v.’in, “Âl-i Rasul, takva sahibi herkestir.” buyurduðu nakledilmiþse de, bu rivayet Hadis imamlarýnca sahih bulunmamýþtýr. (Aclûnî, Keþfu’l-Hafâ, 1/32). Ancak bu rivayeti anlam olarak destekleyen baþka nakiller mevcuttur. Sahabe’den birçok kimsenin, takva sahibi olan bütün müslümanlarýn Efendimiz’in “âl”inden sayýlacaðýný ifade ettiklerini görüyoruz.

Dolayýsýyla “Âl-i Rasul” tabirinin, biri dar anlamda sadece Efendimiz s.a.v.’in soyundan gelenleri, ikincisi biraz daha geniþ anlamda Hâþimoðullarý’ný ve en geniþ anlamda bütün müttaki müminleri anlattýðýný söylemek gerçeðin ifadesi olacaktýr.


Evlâd-ý Rasul


Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in bütün çocuklarý kendisinden önce vefat etmiþtir. Sadece Hz. Fâtýma r.anha validemiz bunun istisnasýdýr. Efendimiz’in mübarek soyu da, Hz. Ali r.a’ýn Hz. Fâtýma r.anha validemizle yaptýðý evlilikten olan çocuklarý vasýtasýyla devam etmiþtir. Diðer kýzlarýnýn hiç birisinin soyu devam etmemiþtir. Dolayýsýyla “Evlâd-ý Rasul” denildiðinde ayný zamanda Hz. Ali ile Hz. Fâtýma r.anhüma’nýn nesli kast edilmiþ olur.

Bu evlilikten Hasan, Hüseyin, Muhsin, Ümm Gülsüm ve Zeyneb (Allah hepsinden razý olsun) dünyaya gelmiþtir. Muhsin küçükken vefat ettiði için Efendimiz s.a.v’in pak nesli Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin r.anhüma vasýtasýyla devam etmiþtir. Ýslâm kültüründe yaygýn olarak kullanýlan “Seyyid” ve “Þerif” tabirleri, ilgili kiþinin Hz. Hasan r.a.’ýn veya Hz. Hüseyin r.a.’ýn soyundan geldiðini anlatýr. Aþaðýda bunlarý göreceðiz.

Efendimiz s.a.v., “Kýyamet günü her türlü akrabalýk ve hýsýmlýk münasebeti kesilir. Sadece benim yakýnlýk ve akrabalýðým devam eder.” buyurmuþtur. Hz. Ömer r.a. da Efendimiz’e hýsýmlýk temin etmek maksadýyla Hz. Ali ile Hz. Fâtýma r.anhüma’nýn kýz çocuklarýndan Ümm Gülsüm’e talip olmuþ ve onunla evlenmiþti. Bu evlilikten Zeyd ve Rukýyye isimli çocuklar dünyaya geldi. Ancak ikisi de vefat etti ve soylarý devam etmedi.

Hz. Ömer r.a. vefat edince Ümm Gülsüm, Avn b. Ca’fer b. Ebî Tâlib ile evlendi. O vefat edince kardeþi Muhammed b. Ca’fer ile, o da vefat edince bir diðer kardeþ Abdullah b. Ca’fer ile evlendi. Onunla evli iken vefat etti ve bu evliliklerin hiç birisinden çocuðu olmadý.

Zeyneb’e gelince, amcasýnýn oðlu Abdullah b. Ca’fer b. Ebî Tâlib ile evlendi. Ondan birçok çocuðu oldu. Onlar içinde sadece Ali ve Ümm Gülsüm yaþadý, diðerleri vefat etti. Dolayýsýyla Ali ve Ümm Gülsüm’ün soyundan gelenler de “Evlâd-ý Rasul” sayýlma payesini elde ederler. Ancak onlar, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin r.anhüma’nýn soyundan gelenlere kýyasla daha aþaðý bir mertebede kabul edilmiþtir.

Hz. Fâtýma r.anha validemiz vefat edince, Hz. Ali r.a. onun vasiyetini yerine getirerek Efendimiz’in torunu (Hz. Zeyneb validemizin kýzý) Ümeyme ile evlendi. (Ümeyme, çocukken Efendimiz s.a.v. namaz kýlarken sýrtýna binen torunudur. O düþmesin diye Efendimiz secdeye giderken onu sýrtýndan indirir, kýyama kalktýðýnda tekrar sýrtýna alýrdý.) Ancak ondan çocuklarý olmadý. (Sehâvî, el-Ecvibetu’l-Mardýyye, 2/416-417)


Seyyid ve Þerif sýfatlarý

Hicri 358 (Miladi 969) yýlýndan itibaren Mekke emirlerinden Hz. Hasan r.a.’ýn soyundan gelenlere “Þerif”, Hz. Hüseyin r.a.’ýn soyundan gelenlere de “Seyyid” denilmiþ ve bu sýfatlar bu tarihten sonra Ýslâm Dünyasý’nda yaygýn olarak kullanýlmaya baþlanmýþtýr. Bu çerçevede soyu hem Hz. Hasan r.a.’a, hem de Hz. Hüseyin r.a.’a dayanan kimselere hem Seyyid hem de Þerif denilmiþtir. Neseben iki yönden Efendimiz’e baðlanmak haklý olarak müstesna bir þeref kabul edilmiþtir. Meþhur Kelam alimi Seyyid Þerif Cürcânî bunlardan biridir.

Hem anne, hem de baba tarafýndan Hz. Ali r.a.’ýn soyundan gelenlere “Seyyidü’s-Sâdât” denilmiþtir. Ayrýca Hz. Fâtýma r.anha validemiz vefat ettikten sonra Hz. Ali r.a.’ýn, evlendiði eþlerinden olan çocuklarýna da Seyyid denilmiþ ise de, tarih içinde bu isimlendirme devam etmeyip ortadan kalkmýþtýr. (TDV Ýslâm Ansiklopedisi, 37/40)


‘Alevî’ nisbesi


Az önce Hz. Ali r.a.’ýn, Hz. Fâtýma r.anha validemiz dýþýndaki eþlerinden olan çocuklarýna da, yaygýn olmasa da tarih içinde Seyyid dendiðini görmüþtük. Bilindiði gibi Hz. Fâtýma r.anha validemiz vefat ettikten sonra Hz. Ali r.a. pek çok evlilik yapmýþ ve bu evliliklerden Hz. Fâtýma validemizden olan çocuklarýyla birlikte toplam 14 erkek, 17 kýz çocuðu dünyaya gelmiþtir. Hz. Fâtýma r.anha validemiz dýþýndaki eþlerinden olan çocuklarý ve onlarýn devam eden soylarý tarih içinde kimi zaman Seyyid olarak, kimi zaman Alevî, kimi zaman da Hâþimî nisbesiyle anýlmýþtýr.

Ayný þekilde tarih içinde “Talibî” diye anýlan kimseler de olmuþtur. Bunlar da gerek Hz. Ali r.a.’ýn bu çocuklarý, gerekse kardeþleri Cafer b. Ebî Tâlib ve Akîl b. Ebî Tâlib’in çocuklarý için söz konusu olmuþtur. (Sehâvî, a.g.e., 2/421). Ancak Hz. Ali r.a.’ýn soyunu diðerlerinden ayýrmak için “Alevî” tabirinin diðerlerine göre daha yaygýn biçimde kullanýldýðýný söylemek gerekiyor.


Itre


Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz, “Size iki þey býrakýyorum ki, onlara sýmsýký sarýldýðýnýz sürece benden sonra artýk kesinlikle dalâlete düþmezsiniz: Allah’ýn Kitabý ve ýtretim, ehl-i beytim.” buyurmuþtur. (Tirmizî; Müsned-i Ahmed, 3/26; Nesâî, es-Sünenu’l-Kübrâ, 5/45)

Burada geçen “ýtre” tabiri, bir kimsenin soyu ve nesli demektir. Bu hadiste Efendimiz s.a.v., Ehl-i Beyt tabiriyle Itre tabirini peþpeþe kullanmýþtýr ki, bir anlamda bu iki tabirin eþ anlamlý olduðunu gösteren bir durumdur bu.

Þiîlik, burada geçen Itre tabirinden hareketle Ehl-i Beyt tabirini Efendimiz’in soyundan gelenlerle sýnýrlý tutup, Hz. Ali r.a.’ýn diðer eþlerinden devam eden soyunu, Hâþimoðullarý’ný ve bilhassa Efendimiz’in pak eþlerini bu çerçevenin içine almamýþtýr. Þia’nýn bu noktada meseleyi burada da býrakmayýp, Hz. Ali r.a.’ýn Hz. Fâtýma r.anha validemizden devam eden soyu konusunda da sýnýrlamaya gittiðini görüyoruz. Dolayýsýyla burada biraz durup, bu noktayý mercek altýna almakta fayda var.


Ehl-i Beyt ve Þiîlik


Gerek tarih içinde, gerekse günümüzde Þia, Ehl-i Beyt’i sahiplenme görüntüsü altýnda yoðun bir propaganda yürütmüþtür, yürütmektedir. Bunu yaparken de Ehl-i Beyt kavramýný alabildiðine daralttýklarý ve ‘On Ýki Ýmam’ dýþýnda kalan Evlad-ý Rasulü ve Âl-i Ali’yi Ehl-i Beyt ve Itre’den kabul etmediklerini görüyoruz.

Bunu yaparken, “Aba hadisi” diye bilinen rivayetten hareket etmektedirler. Bu yazýnýn baþýnda mealini zikrettiðimiz Ahzâb suresinin 33. ayeti nazil olduðu zaman Efendimiz s.a.v., Hz. Ali, Hz. Fâtýma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i (r.anhüm) abasýnýn altýnda toplayarak, “Allahým! Bunlar benim ehl-i beytim ve en yakýnlarým. Onlardan (her türlü) kiri gider ve onlarý temizle.” buyurmuþtur (Tirmizî). Bu rivayette anlatýlan olayýn Ümm Seleme r.anha validemizin odasýnda cereyan ettiðini ve Ümm Seleme r.anha validemizin, “Ey Allah’ýn Rasulü! Ben onlarla beraber (senin ehl-i beytinden) deðil miyim?” diye sormasý üzerine Efendimiz s.a.v.’in, “Sen yerinde dur. Sen zaten hayýrla birliktesin.” diye cevap verdiði nakledilmiþtir.

Efendimiz s.a.v.’in, Hz. Ali, Hz. Fâtýma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i (r.anhüm) abasýnýn altýnda toplayarak yukarýdaki gibi dua ettiði sahih olarak baþka kaynaklar tarafýndan da nakledilmiþtir (Müslim; Ahmed). Ancak hemen belirtelim ki, bu rivayeti nakleden Tirmizî dýþýndaki kaynaklar arasýnda Ümm Seleme validemizin Ehl-i Beyt mefhumunun dýþýnda tutulduðunu gösteren bir ifade yer almamaktadýr.

Þunu da zikretmeden geçmeyelim: Bu rivayet Vâsile b. Eskâ r.a. tarafýndan da nakledilmiþtir. Tahâvî, Hâkim ve Beyhakî tarafýndan nakledilen bu rivayette Vâsile r.a., “Ya Rasulallah! Ben de senin ehlinden miyim?” diye sordum. “Sen de ehlimdensin, buyurdu.” Dolayýsýyla Þia’nýn bu konuda sadece Tirmizî rivayetine dayanarak Efendimiz’in pak hanýmlarýný Ehl-i Beyt dýþýnda tutmasý dayanaktan yoksun, taraflý bir davranýþtýr.

Öte yandan Þia’nýn, tarih boyunca olduðu gibi bugün de Ehl-i Beyt taraftarý görüntüsü altýnda Sahabe düþmanlýðý yaptýðýna bilhassa dikkat çekmek gerekir. Onlarýn bu tutumunun baþta Ehl-i Beyt’i ve Evlad-ý Rasul’ü rencide ettiði açýktýr. Zira tarih içinde Ehl-i Sünnet dünyanýn olduðu gibi, Sahabe’nin de Ehl-i Beyt’le iliþkisi hep saygý muhabbet çerçevesinde yürümüþtür. Ehl-i Beyt ile Sahabe arasýnda Þia’nýn kurguladýðý türden hiçbir gerilim, düþmanlýk ve kin yaþanmamýþtýr.

Bu söylediðimizin en açýk delili þudur: Hz. Fâtýma r.anha validemiz vefat ettikten sonra Hz. Ali r.a.’ýn birçok evlilik yaptýðýný yukarýda söylemiþtik. Bu cümleden olarak, Leylâ bint Mes’ud ile yaptýðý evlilikten olan erkek çocuklarýndan birinin adýný Ebu Bekir; Sahbâ bint Rebîa’dan doðan erkek çocuðun adýný Ömer; Ümmü’l-Benîn bint Hizam’dan olan erkek çocuklarýndan birinin adýný Osman koymuþtur. (Taberî, Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, 5/153-154)

Yine ne Hz. Ali r.a. ne de onun pak soyundan gelenler, Sahabe-i Güzin efendilerimize karþý en küçük bir düþmanlýk beslememiþlerdir. Tarih kitaplarýnda bu söylediðimizi doðrulayan yüzlerce anekdot bulmak mümkündür.

Nitekim Hz. Hüseyin r.a.’ýn torunu, Ali Zeynelabidin rh.a.’ýn oðlu Ýmam Muhammed Bâkýr, Hz. Ebu Bekir r.a.’ýn dördüncü kuþak torunu Ümm Ferve ile evlenmiþ, Ýmam Ca’fer es-Sâdýk rh.a. bu evlilikten dünyaya gelmiþtir. (Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, 4/406)

Ehl-i Beyt’e karþý sorumluluklarýmýz

Efendimiz’in pak hanýmlarýnýn “müminlerin anneleri” olduðu, Kur’an ayetiyle sabit bir husustur. Ahzab suresinin 6. ayetinde þöyle buyurulmaktadýr: “Peygamber, müminlere kendi canlarýndan daha önce gelir. Onun eþleri de müminlerin anneleridir…” Dolayýsýyla annelerimize karþý hürmette kusur göstermek, Efendimiz s.a.v.’e karþý hürmette kusur göstermek anlamýna gelecektir.

Sahabe-i Kiram (Allah hepsinden razý olsun), Efendimiz s.a.v.’in terk-i dünya etmesinden sonra onlarý her zaman el üstünde tutmuþ, olabildiðince itinalý ve saygýlý davranmýþtýr. Hatta kaynaklar, Cemel Vakasý’nda kendisiyle savaþan Hz. Aiþe r.anha validemize, Hz. Ali r.a.’ýn, nasýl büyük bir ihtimam ve saygýyla muamele ettiðini nakletmektedir. Askerleri maðlup olunca yanýna kendi askerlerinden bir grubu vererek onu Medine’ye yolcu etmiþ ve her türlü ihtiyacýný karþýlamýþtýr.

Ehl-i Beyt’e karþý sorumluluklarýmýz sadece Efendimiz’in pak hanýmlarý ile sýnýrlý deðildir þüphesiz. Gerek tek tek, gerek topluca Hz. Ali, Hz. Fâtýma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (Allah onlardan razý olsun) hakkýnda vârit olmuþ pek çok sahih hadis bulunmaktadýr. Burada onlarý sýralayacak olursak bu yazýnýn boyutlarýný hayli aþmýþ oluruz. Onun için teberrüken sadece bir iki rivayete yer verelim:

Efendimiz s.a.v. þöyle buyurmuþtur: “Size Ehl-i Beytim konusunda Allah’ý hatýrlatýrým.” (Müslim; Nesaî; Tirmizî)

Yine Ehl-i Beyt’i kast ederek þöyle buyurmuþtur: “Allah’a yemin ederim ki, sizi Allah için ve benim yakýnlýðým dolayýsýyla sevmedikçe hiçbir müslüman kiþinin kalbine iman girmez.” (Nesaî; Tirmizî; Ahmed)

Yine þöyle buyurmuþtur: “Size bahþettiði nimetler sebebiyle Allah Tealâ’yý sevin. Beni, Allah sevgisi için sevin. Ehl-i beytimi de benim sevgim dolayýsýyla sevin.” (Tirmizî)

Yukarýda “Âl-i Rasul” baþlýðý altýnda, kendilerine zekât verilmeyen kimselerin Hâþimoðullarý soyu olarak sýnýrlandýrýlmýþ olmasýndan bahsetmiþtik. Yüce Kitabýmýz’da zekâttan bahseden ayetlerden birinde þöyle buyurulur: “Mallarýndan, onlarý kendisiyle arýndýracaðýn ve temizleyeceðin bir sadaka (zekât) al…” (Tevbe, 103). Bu ayetten anlýyoruz ki, zekât verebilecek durumda olan müminlerin mallarýndan zekât olarak vermeleri gereken kýsým, bir anlamda onlarýn ve mallarýnýn temizlenmesi gereken kýsmýdýr. Efendimiz’in bize mukaddes bir emaneti olan genelde Haþimoðullarý’nýn ve özelde Ehl-i Beyt’in böyle bir mala muhtaç durumda býrakýlmamasý, bütün ümmet üzerine bir görevdir.

Sahabe-i Kiram döneminden itibaren bu ümmet, Ehl-i Beyt-i Rasul’e daima edep ve saygý ölçüleri içinde muamele etmiþ, onlarý muhtaç, yoksun ve yoksul býrakmamýþtýr. Beytülmal’de onlar için daima bir ödenek bulundurulmuþ ve her türlü ihtiyaçlarý oradan karþýlanmýþtýr.

Malum ve meþhurdur ki, Osmanlý döneminde tesis edilmiþ bulunan Nakîbu’l-Eþraflýk müessesesi, sadece Evlad-ý Rasul’ün istismarlara karþý korunmasý görevini üstlenmekle kalmamýþ, ayný zamanda onlarýn hukukunun muhafaza ve müdafaasý iþini de yürütmüþtür. Devlet-i Aliyye bu müessese kanalýyla soy þeceresi sahih olarak tesbit edilen Seyyid ve Þeriflerin kayýtlarýný belli defterlerde tutturmuþ ve itinayla muhafaza etmiþtir. Hiç þüphesiz bu uygulama Evlad-ý Rasul’e gösterilen derin hürmet ve muhabbetin eseridir.


Ehl-i Beyt’in sorumluluklarý


Þurasý açýk bir hakikattir ki, bir insanýn kendisini Efendimiz s.a.v.’e nisbet etmesi, ayný zamanda omzuna aðýr bir mükellefiyeti de almasý demektir. Beyaz bir elbise üzerindeki en küçük lekeyi ayan beyan gösterir. Ehl-i Beyt’ten olmak da böyledir. Diðer insanlardan sâdýr olduðunda dikkat çekmeyen pek çok davranýþ, Ehl-i Beyt mensuplarýndan olduðunda göze batar. Dolayýsýyla Ehl-i Beyt mensuplarý diðer insanlara göre daha hassas, daha titiz, takva ve azimet ölçülerine daha bir riayetkâr yaþamak durumundadýr.

Bu yazýnýn baþýnda Ehl-i Beyt tabirini açýklarken Ahzab suresindeki ayetleri zikretmiþtik. Ehl-i Beyt’in sorumluluklarý çerçevesinde Yüce Allah bu surenin 30. ayetinde þöyle buyurur: “Ey Peygamber’in hanýmlarý! Ýçinizden kim apaçýk bir çirkinlik yaparsa, onun cezasý iki kat verilir.”

Bu hassasiyet, tarih boyunca Evlad-ý Rasul tarafýndan titizlikle yaþatýlmýþ ve o pak nesil her zaman topluma önder ve örnek olmuþtur. Ne devlete el açmýþlar, ne toplumun elindekine tamah etmiþlerdir. Tam aksine her zaman veren el olmuþlar, kanaat ve istiðnanýn zirvesinde yaþamýþlardýr.

Onlar pak neseplerine layýk þekilde yaþadýklarýnda toplum tarafýndan el üstünde tutulmuþlardýr. Ancak nadiren de olsa aralarýndan bu sorumluluðu taþýmaya ehil olmayanlar da çýkmýþtýr. Bu gibi kimseler, sorumluluklarýnýn gereðini yerine getirmektense sadece neseplerini ileri sürerek toplumdan hürmet ve muhabbet beklemiþler, ancak aradýklarýný bulamamýþlardýr.

Nitekim Hz. Nuh a.s.’ýn oðlunun ve Hz. Lut a.s.’ýn hanýmýnýn onlarýn ehli olmadýðý ilahî vahiy tarafýndan bildirilmiþtir. Hûd suresinin 46 ve 81. ayetleriyle Hicr suresinin 65. ayeti bu noktayý açýk bir þekilde ifade etmektedir. Dolayýsýyla kiþi taþýdýðý sorumluluðun gereðini yerine getirmeden kuru bir nesep davasý gütmemeli ve nesebi üzerinden insanlara tepeden bakmamalýdýr.

Yukarýda kendisinden birkaç alýntý yaptýðýmýz Hadis hafýzý Sehâvî, adý geçen eserinde (2/422) þöyle der: “Ebu’l-Aynâ, Hâþimî sülalesinden gelen birisine beklediði nezaketi göstermemiþti. O zat:

– Bir yandan her namazda “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ Âl-i Muhammed” diyerek bana salât ediyorsun, bir yandan da bana böyle mi davranýyorsun, diye çýkýþtý. Ebu’l-Aynâ þöyle karþýlýk verdi:

– Ben o cümleleri söylerken tayyip ve tâhir (pak ve temiz) olanlarý kast ediyorum. Oysa sen onlardan deðilsin!

Kendisi de seyyid olan müfessir allâme el-Âlûsî, “Garâibu’l-Ýðtirâb” isimli eserinde þöyle der: “Ýyice anladým ve kanaat getirdim ki, þerifler arasýnda öylesi var ki, eðer son nefesini en güzel þekilde vermeye muvaffak olamamýþsa Fâtýmatu’z-Zehrâ r.anha onu görünce caný sýkýlýr, Dedesi s.a.v., kýyamet günü onun kendisine nisbet edilmesinden utanýr.”

Tarih içinde Evlad-ý Rasul’den olduðunu iddia ettiði halde muhtelif bid’at mezheplere saparak Ehl-i Sünnet’in karþýsýnda yer alan niceleri olmuþtur. Bilhassa Mutezile ve Þia içinde bu kabil isimlere sýkça rastlanýr. Ahirette ne onlarýn dedeleri olan Rasul-i Kibriya s.a.v. Efendimiz’in yüzüne bakmaya yüzleri olur, ne de Efendimiz s.a.v. onlara evladým diye sahip çýkar!

Hayatýný O’nun pak nesline mensubiyeti en mutena bir emanet gibi kemal-i hassasiyetle muhafaza endiþesiyle yaþayan gerçek Seyyid ve Þeriflere ne mutlu! Onlarý gördükçe Peygamber-i Ziþan s.a.v. Efendimiz’in bir parçasýný gördüðü þuuruyla onlarý el üstünde tutan ümmete ne mutlu!..



radyobeyan