Adalet Prensibi By: sumeyye Date: 29 Aðustos 2012, 15:02:57
Adalet Prensibi:
Vergi adaleti, üzerinde yüzyýllardan beri tartýþma yapýlan bir kavramdýr. Genellikle adalette olduðu gibi, vergi adaletinde de kesinlik olmamasýnýn baþlýca sebebi, fert veya fert gruplarýnýn zamana göre deðiþiklikler gösteren siyasî, sosyal ve hatta ahlâkî düþünceleridir.
Vergide kesin adaletin gerçekleþmesinin imkânsýz olmasý karþýsýnda, hiç olmazsa bazý teknik esaslara göre vergi adaletine yaklaþmak, devrin genel düþünceleri içinde, bir amaç olmuþtur. Bu bakýmdan maliye yazarlarý, vergi kaçakçýlýðý ve çifte vergilemenin önlenmesi, vergi yükünün mükelleflere orantýlý daðýtýlmasý gibi çare ve ölçülerin, vergi adaletine uygun düþeceðini belirtmiþlerdir. Bunun gibi, adalet duygusunu sarsabilecek þiddetli ve taraflý muamelelerden kaçýnýlmasý ve sermaye teþekkülüne veya reel gelirin artmasýna engel olunmamasý gerekir. Bu anlamda, zengin ve fakirden ayný miktarda vergi alýnmamasý, bir insaný ancak yaþatabilecek gelirin vergi dýþý býrakýlmasý, bir bekâr ile çocuklu veya çocuksuz bir aile reisinin ayný yük altýnda tutulmamasý, iþ ve sermaye gelirlerinin vergilendirilmesinde farklý muamele yapýlmasý vb. gibi esaslar, vergi adaletine yaklaþmayý saðlayabilir.
Vergi adaleti, ülke sýnýrlarý Ýçinde yaþayan yerli ve yabancý herkesin, ödeme güçleriyle orantýlý miktarda vergi ödemesidir. Bunun gerçekleþebilmesi, vergide genellik ve eþitlik esaslarýna dayanýr.
Verginin genel olmasý ve herkesi kapsamýna almasý; kiþilerin bir fark gözetilmeden, vergi ödemeleri lâzým geldiði demektir. Bu prensibe göre, bir ülkede, herkes sosyal sýnýf farký gözetilmeksizin, kendi gelir ve mallarýndan vergi vermek zorundadýr. Bu sebeple, bir ülkede oturan vatandaþ ve yabancýlar ile dýþarda oturmakla beraber ülke içinde faaliyet gösteren veya malý bulunan herkes vergi ödemek durumundadýr. Bu prensip genel olarak bütün anayasalarda yer almýþtýr. Anayasalarda bu çeþit hükümlerin yer almasý, demokrasilerin geliþmesiyle eski ayrýcalýklý sýnýflarýn ortadan kalkmasýnýn bir sonucudur. Gerçekten, eskiden ileri sürüler bir düþünceye göre, vergi halka düþer; “krala asilzade kanýný, papazlar duasýný ve halk da vergisini verir” denirdi. Kuþkusuz bu durum zamanýnda pek göze batmazdý ve olaðan görünürdü. Fakat demokrasilerin geliþmesiyle herkesin vergi vermesi prensibi kabul edilmiþtir. Bu kaide, ayrý tutmaksýzýn herkesin vergi ödemesini öngörmekle beraber, uygulamada bütün ülkelerde bir takým sosyal ve ekonomik görüþler sonucu, vergilerde, -kiþi veya mevzularla ilgili olarak- çeþitli muaflýk ve istisnalar kabul edilmektedir. Bu da toplum hayatýnýn zaruretlerinden doðmaktadýr.
Verginin gerçekten adil olmasý için, kamu mükellefliði karþýsýnda herkesin eþit tululmasý gerekir. Eþitlik kaidesi, uzun mücadeleler ve kanlý ihtilaller sonucu, imtiyazlý sýnýflarýn kaldýrýlmasýndan dolmuþ ve kanun karþýsýnda herkes eþittir, prensibi yerleþmiþtir.
Vergide eþitlik veya vergi önünde eþitlik prensibi, ilk anlamda, fertlerin, genel vergi yüküne, kendi ödeme güçlerine göre katýlmalarýný ifade eder. Ancak bütün güçlük, vergi ödeme gücünün ölçülerini belirtmektedir. Bu ölçüler, her zaman tatmin edici olmamaktadýr. Bunun yanýnda vergi adaletine yaklaþmak bakýmýndan, vergi önünde eþitlik prensibinin hukukî temeli daha kesin ve mutlak bir anlam alýr. Vergi kanunu önünde eþitlik, þu þekilde tanýmlanmaktadýr:
“Vergi kanunu ile belirtilen bir durumda olan bütün mükellefler, ayný vergi rejimine tabî tutulmalýdýr.” Þu halde, bir vergi memuru veya bir vergi yargýcý kanuna baðlý olarak, ayný durumda olan mükelleflere ayný ölçüleri uygulamak zorundadýr. Vergi kanunun bazý muafiyet ve istisnalar kabul etmiþ olmasý, vergi uygulayýcýsý ve yargýcý bakýmýndan, vergi eþitliðine aykýrý sayýlmamalýdýr. Bu, vergi koyucularýn iþidir. Kamu yararýna uygunluk dolayýsýyla, vergi kanunlarýnda kabul edilen esaslar, vergi uygulayýcýlarýný baðlar. Ancak ayný durumda olan mükelleflere ayrý muameleler yapýlmasý halinde, vergi kanunu önünde eþitlik bozulmuþ olur. Vergi kanunu Önünde eþitlik, tarafsýz ve yetkili vergi kazasý organlarýnýn bulunmasýna baðlýdýr.
Vergide eþitlik prensibinin bu hukukî yönü yanýnda, toplam vergi yükünün mükellefler arasýnda eþit olarak daðýtýlmasý için, sübjektif bir ölçüden, yani fedakârlýkta eþitlikten sözedilir. Bu prensip, fertlerin psikolojik hallerine dayanan marjinalist kurama göre açýklanýr. Bu prensibin esasý, vergi olarak her mükelleften eþit miktarda fayda alýnmasýný saðlamaktýr. Vergiler mükellefler için birer yük olduðuna ve onlarýn gelirlerinden elde ettikleri faydalarý azalttýðýna göre, marjinal fayda kuramý bakýmýndan, bu fayda azaltýmlarýnda eþitliðin gerçekleþtirilmesi, baþka bir deyiþle, fedakârlýkta eþitlik saðlanmasý gerekliliði ileri sürülmektedir. Fedakârlýkta eþitlik prensibi hakkýnda görüþler baþlýca eþit fedakârlýk, eþit oranlý fedakârlýk ve enaz toplam fedakârlýk noktalarýnda toplanmaktadýr. Fedakarlýkta eþitlik prensibi, bütün incelik ve sübjektif unsurlarýna raðmen, uygulama bakýmýndan tatminkâr deðildir. Bu prensibin yetersizliði, vergide eþitlik kuramýnýn belirtilmesinde bazý objektif ölçülerin gözönüne alýnmasýný gerektirmiþtir. Eþitliði, genel anlamda, “eþit koþullar altýnda bulunanlara eþit iþlem yapýlmasý” þeklinde tanýmlamak mümkündür. Vergide eþitliðin bir unsuru da, vergileme þartlarýnýn, vergilemenin objektif olmasýný saðlayacak derecede geniþ tutulmasý gereðidir. Bu bakýmdan, sözgelimi toplumun yalnýz bir kýsým fertlerine iliþkin þartlar konulmasý, objektiflik veya vergilerde kiþiler bakýmýndan ayrým yapýlmasý esasýný bozabilir. Öte yandan, vergilerin ve devletten alýnan karþýlýksýz yardýmlarýn belirli olmasý gereði de, vergide eþitlik bakýmýndan ayrý bir unsur olarak görülür. Vergi miktarýnýn arttýrýlmasý veya azaltýlmasý, benzeri durumda olan mükellefler bakýmýndan ayný derecede olmalýdýr. Son olarak, vergileme hatalarýnýn yaratabileceði eþitsizliðe de deðinmek gerekir. Burada konunun önemi, vergi kaçakçýlýðýnýn yarattýðý eþitsizlik durumunda ortaya çýkmaktadýr.
Vergide eþitlik prensibi, üzerinde geniþ tartýlmalar yapýlmakta olan bir konudur. Her toplum, eþitliðin þartlarýný kendi içyapýsý ve sosyal, ekonomik ve hukukî görüþlerine göre deðerlendirir. Bu görüþlerin, zaman içinde bile deðiþme ve geliþmeler gösterdiði tarihî bir gerçektir. Ancak, genel anlamda eþitliðin gerçekleþmesi veya eþitsizliklerin önlenmesi bakýmýndan, maliye ilminde bazý temel kurallar yer almýþtýr. Bunlardan biri ve belki de en önemlisi, günümüzde bir kýsým anayasalarda hüküm altýna alýnan vergi ödeme gücüdür.
Alman maliye yazarlarýndan Wagner'e göre, vergi ödeme gücü, mükellefin kendisini ve ailesini geçindirebilecek gelirlerinden fazla olan kýsýmdýr, italyan yazarlarýndan Morselli'ye göre ise, ilk yaklaþým olarak vergi ödeme gücü, bir ferdin kendi gelir ve servetiyle orantýlý þekilde vergi ödemesidir. Þurasý muhakkak ki, ödeme gücü, belirtilmek istenenin tersine, mükelleflerin birbirleriyle karþýlaþtýrýlmasýnýn bir sonucu deðildir. Bazý vergiler, tersine artan oranlý olduðu için, fakirlerin ödeme gücüne aykýrý düþer; fakat zenginlerden artan oranlý vergi almak, fakirlerin ödeme gücünü açýklamaz. Ödeme gücü, bir mükellefin kendi ihtiyaçlarý ve bu ihtiyaçlar, karþýlayabilecek varlýklarýnýn karþýlaþtýrýlmasýndan bulunur. Bir kimsenin geliri, ancak kendisini geçindirebilecek kadarsa, bu kimsenin ödeme gücü sýfýrdýr. Bir ödeme gücünün sýfýr olmasý ise, diðer bir ödeme gücünün sýfýr olmasýnýn sonucu deðildir.
Fertlerin kendilerini ve ailelerini geçindirebilecek gelirlerinden fazla olan kýsmý, ödeme gücüdür. Bu anlamda ödeme gücü, malî-iktisadî bir kavramdýr. Toplum halinde yaþayan insanlar, devletin gördüðü kamu hizmetlerinin karþýlýðýný, genel faydalanmaya göre vermek zorunluðunda olduklarýndan, bunu kendi iktisadî imkânlarý derecesinde yapmalarý gerekir. Ýktisadî imkânlar her þeyden önce fertlerin geçimleri bakýmýndan deðerlendirilir. Bu bakýmdan, fertlerin kendilerini ancak geçindirebilecek derecede gelir sahibi olmalarý halinde, kamu hizmetlerinden faydalanma karþýlýðý ödeyecekleri bir deðerin bulunmadýðý sonucuna varýlýr. Böyle bir ödeme gücü, insanlarýn yaþantýlarýný sürdürebilecek kaynaklarýnýn, varsa ancak üstünde bulunan kýsmý için sözkonusu olmak gerekir.
Ödeme gücüne göre vergilendirme, esas anlamýyla, kamu hizmetleri için belirli karþýlýk veya fayda gözönüne alýnmaksýzýn, her ferdin kendisini ve ailesini geçindirecek miktarýn üstünde malýk olduðu servet veya elde ettiði gelire göre vergi yüküne katlanmasýdýr. O þekilde ki, fertleri iktisadî kapasiteleri, servet veya gelir bölüþümünün ölçüsünü verebilir. Gelir veya servete göre ödeme gücünün ölçüleri, unsurlarý olarak maliyede baþlýca üç kural ele alýnmaktadýr:
1. Geçim Ýndirimi: Bir ferdin yaþamak veya üretim imkânlarýný sürdürmek için kullanabileceði gelir, onun ihtiyaç duyduðu enaz miktardýr. Bu miktarda ise, artýk ödeme gücü yoktur ve bunun vergi dýþý kalmasý gerekir. Kaldý ki, bu miktardan vergi alýnýrsa, sosyal dayanýþma bakýmýndan devletin gelir sahibine yaþama ve çalýþma imkâný saðlamak için yardýmda bulunmak zorunluðu doðar. Buna göre, geçim indirimi veya Türk Gelir Vergisi Kanunundaki deyimiyle genel indirim, vergide genellik prensibinin ancak görünüþte kalan bir istisnasýdýr.
Vergide ödeme gücünün ilk unsuru, mükelleflerin kendilerini ancak geçindirebilecek miktardaki gelirlerinin vergi dýþý býrakýlmasýdýr. Gerçekten, insanlarýn kendi bedenî ve fizyolojik yaþantýlarýný ancak devam ettirebilecek maddî kaynaklarýnýn vergide istisna edilmesi, hem mantýkî, hem da ahlâkî bir esastýr. Aksi halde bunlar kendi gýdalarýný kesmek zorunda kalacaklardýr. Vergi alýnmasýnda hiçbir gerekçe, insanlarýn kendi bedenî varlýklarýný devam ettirmek gerekçesinden üstün olamaz.
Geçim indiriminin mantýkî ve teorik temeli çok kuvvetli olmakla birlikte, uygulamada bunun ölçüsünün tespit edilmesi zordur. Gerçekten, insanlarýn yaþ, cinsiyet, ýrk, cüsse ve çalýþma þekil ve þiddetine göre geçim hadleri deðiþebilir. Bunlar için ortak bir ölçü bulmak hemen hemen imkâsýzdýr. Bu durumda, indirim miktarlarý ister istemez, gerçeðe uymaktan kýsmen uzak kalacaktýr. Genellikle ülkelerin özel þartlarýna ve geçim indekslerine göre, geçim indirimlerinin, gerçeðe yaklaþtýrýlmakta olduðu bir veridir. Böyle bir usulün akla uygun þart ve þekillerde, vergi sistemlerinde yer aldýðý görülmektedir. Prensip olarak, gelir vergilerinde uygulanan geçim indirimi, genellikle halkýn yaþayýþ biçimine, gýda maddelerinin fiyatýna, iþçi sýnýflarýnýn ortalama kazancýna göre tespit edilir. Bununla beraber devletin gelire olan ihtiyacýnýn þiddeti, halkýn ortalama kazanç seviyesinin düþük veya yüksek olmasý da, indirim miktarlarýna, yerine göre olumlu veya olumsuz etkiler yapar.
2. Ayýrma Prensibi; Gelirin elde edilmesinde keyfiyet bakýmýndan ayýrým yaparak, iþ gelirini sermaye veya servet gelirlerinden daha az vergilemek, ödeme gücü kavramýna girer. Gerçekten, emekten elde edilen, meselâ 1000 lira, servetten elde edilen 1000 liraya miktar olarak eþittir; fakat kaynaklarý bakýmýndan maliklerine göre bunlar ayný deðerde deðildir. Emek gelirinin sahibi, servet gelirinin sahibine oranla bu paraya daha çok önem verir. Bu bakýmdan, bu paralar eþit sayýlmaz. Ýþte ödeme gücünün bir unsuru olarak bu duruma maliyede Ayýrma Kuramý veya Ayýrma Prensibi adý altýnda yer verilmektedir. Çeþitli ülkelerin vergi uygulamalarýnda, bu kuramýn önemi azalmýþ deðildir. Geliþme halinde olan ülkelerde, sermayenin oluþumuna engel çýkarmamak bir amaç olarak gözükmekte ise de, emek faktörünün korunmasý da günümüz demokratik ve sosyal akýmlarýnýn bir gereðidir. Bu bakýmdan, ödeme gücünün gerçekleþmesi için, geçim indirimi ve artan oranlar usulü yanýnda, ayýrma kuramýna da geniþ ölçüde yer verilmesi, vergi adaletine daha çok yaklaþmayý saðlayabilir.
3. Artan Oranlar Usulünün Uygulanmasý Prensibi; Son olarak, fertlerin gelir ve servetleri arttýkça, bunlardan daha fazla oranda vergi almak da, ödeme gücünün baþka bir objektif unsurunu oluþturur. Bir kimsenin, bir kimseden ayný þartlar altýnda iki defa daha zengin olmasý, onun servet varlýðýnýn deðerinin iki defa daha yüksek olmasý anlamýna gelir. Bu bakýmdan, ödeme gücünün artýþý, ferdin varlýðýnýn artýþýna oranla daha fazla olur. Bu unsur da bize vergide artan oranlar esasýný vermektedir.
Ferdin geliri üzerine vergi koyan bugünkü vergi sistemleri çerçevesinde, fedakârlýkta eþitlik prensibi doðru görülebilir. Halbuki zekât, öncelikle tasarruf edilen miktar üzerine tarhedilir. Böylelikle de eþit fedakârlýk saðlanmýþ olur. Zekât, þahsýn yýllýk geliri üzerinden % 2.5 olarak alýnsaydý,- bu yoksulun zenginlerden daha çok fedakarlýk etmesi sonucunu doðururdu; fakat öncelikle tasarruflar üzerinden alýnmaktadýr ve böylece, küçük tasarruf sahiplerinden çok, büyük tasarruf sahiplerine yük olmaktadýr. Bundan baþka zekât, devlet tarafýndan istendiði þekilde harcanamaz, Zekâtýn harcama yerleriyle ilgili hedefler, yoksullarýn lehinedir ve zenginler bundan ya çok az yararlanýrlar ya da hiç yararlanmazlar. [98]
Zekât ne degressif, ne de regressiftir. Degressiften kastedilen, yüksek geliri vergiye tabî tutmaktýr. Bu yüksek gelirler, yüksek oranda vergilendirildiði halde, eþit fedakârlýk halinde daha az bir yüküme katlanýrlar. Regressif vergi ise, basit bir tarzda, belirli bir oran üzerinden vergi almak suretiyle eþit fedakârlýðý saðlar. Böylece zekât, bugünkü ülkelerde raðbette olan karýþýk vergi sistemlerinin baþaramadýklarý þeyi baþarýr. [99]
Zekâtta adalet prensibiyle ilgili olarak, bu teorik açýklamaya kaidenin uygulanmasý problemine çözüm getirecek þu esaslarý ekleyebiliriz:
1. Zekât Yükümlülüðünde Eþitlik: Zekât, -rengine, ýrkýna, soyuna ve sosyal sýnýfýna bakýlmaksýzýn- nisaba malik her müslümana farzdýr. Bu açýdan siyah-beyaz, soylu olan-soylu olmayan, yöneten-yönetilen, din adamý-din adamý olmayan, küçük-büyük, akýllý-deli, herkes eþittir. [100]
2. Nisabtan Az Olan Malýn Yükümlülükten Ýstisna Edilmesi: Temel ihtiyaç fazlasý olan mal, zekâtýn konusudur. Böylelikle, hayatýn idamesi için gerekli olan mal ve gelir, zekâtýn kapsamý dýþýnda tutulmuþ olur. [101]
3. Çifte Zekâtýn Kesin Yasaklýðý: Zekâtýn önemli prensiplerinden biri de, zekâta konu bir mal için ayný vergilendirme dönemi içinde ayný sebepten dolayý iki kez veya daha fazla zekât ödenmeyeceðidir[102]
4. Ödenecek Zekât Miktarýnýn Emek ve Tehlikeye Göre Deðiþmesi: Modern vergi sistemlerinde görülmeyen bu duruma göre, zekât, insan tarafýndan harcanan emeðe göre düzenlenen oranlarda ödenir. Ziraî mahsullerin tabiî sulamada % 10 veya aletli sulamada % 5; define ve madenlerin % 20 oranýnda zekâta tabiî tutulmasý, emeðin dikkate alýnmasý dolayýsýyladýr[103].
5. Þahsi Vergi Niteliðinde Olmasý: Bilindiði üzere zekât, mükellefin sosyal ve iktisadî durumunu önemle gözönünde tutar[104].
6. Uygulamada Adalet: Ýslâm, zekât konusundaki adaleti, yalnýzca yasama metinlerinde býrakmamýþ, bu metinlerin uygulama alanýna âdilâne bir þekilde konmasý noktasýnda önemle durmuþtur. Nitekim, Hz. Peygamber, zekât memurlarýna bu yolda emirler vermiþ ve onlarý sýký bir þekilde denetlemiþtir. [105][99] Sýddýkinin bu, düþüncesine karþý, Kardavi’nin fikirleri için bkz. Aþaðýda10.5.2.4.
[100] Son ikisiyle ilgili olarak bazý hukukçularýn görüþleri saklýdýr. bkz. aþaðýda 17.2. Ayrýca bkz. aþaðýda 17.1.2
[101] Bkz. aþaðýda 25.2 ve 3.
[102] Bkz. aþaðýda 51.
[103] Bkz. aþaðýda 72 ve 82.
[104] Bkz. aþaðýda 10.1.2.
[105] Bu konuda bkz. Tuð, Ýslâm Vergi Hukuku, s. 75-83.