Siret Ansiklopedisi
Pages: 1
Yedi Harf By: saniyenur Date: 23 Aðustos 2012, 13:18:49
YEDÝ HARF

Çeþitli yollardan rivayet edilen sahih hadis­lerde Rasûlullah'ýn, Kur'ân'ýn yedi harf üzere indiðini belirten ifadelerine þahit olu­yoruz. Bunlarýn en açýk olaný, Buhârî ve Müslim tarafýndan rivayet edilen ve lafzý Buhârî'ye ait olan þu hadistir:

Ömer b. Hattab (r.a.)'dan þöyle dediði rivayet olunmuþtur: "Rasûlullah'ýn saðlýðýnda (na­mazda) Hiþam b. Hakîm'in Furkan sûresini okuduðunu iþittim. Duydum ki, Hiþâm bu sûreyi Rasûlullah'ýn bana okumadýðý birta­kým lehçelerle okuyor. Az kaldý üzerine atýla­caktým. Fakat selâm verinceye kadar güçlükle sabrettim. Selâm verir vermez (kaçýrmamak için) hemen ridâsým göðsünün üzerine topar­layýp: Bu sûreyi sana -duyduðum gibi- kim okuttu? diye sordum. Rasûlullah okuttu, de­yince, yalan söylüyorsun. Çünkü Rasûlullah bu sûreyi bana, senin okuduðundan baþka bir lehçe ile okuttu dedim ve onu yakasýndan tu­tarak Rasûlullah'e götürdüm. Ey Allah'ýn Rasûlü, þunun Furkan sûresini bana okuttu­ðun lehçeden baþka bir lûgatla okuduðunu iþittim, dedim. Rasûlullah bana; Hiþâm'ýn yakasýný býrak, buyurdu. Ona da: Ey Hiþam, oku diye emretti. O da iþittiðim þekilde Rasûlullah'a okudu. Bunun üzerine Rasûlullah: Bu sûre böyle inzal olundu, buyurdu. Bundan sonra bana da: Ey Ömer oku, diye emretti. Ben de Rasûlullah'ýn bana vaktiyle okuttuðu gibi okudum. Bana da: Bu sûre böyle indirildi. Ey Ömer! Bu Kur'ân seb'a-i ahrüf (yedi lügat ve yedi lehçe) üze­rine gönderildi. Bunlardan hangisi kolayýnýza gelirse onu okuyunuz, buyurdu." (Buhari).

Bir baþka hadisde Ýbni Abbâs'dan rivayete göre Rasûlullah þöyle buyurmuþtur: "Bana Cibril Kur'ân'ý, bir okunuþ üzerine okuttu. Ben de durmadan bunun artmasý (ve Arabýn bundan baþka okuyuþlarýyla da okunmasýný) isterdim. Tâ yedi türlü okunuþa eriþinceye kadar bu dileðimde ýsrar ettim. (Her talebim Allah tarafýndan kabul olundu ve yerine geti­rildi)." (Buharî).

Her dilde ifade tarzý itibariyle türlü sîgalar ve lehçeler bulunduðu gibi Arapça'da da çeþitli kabilelerin kendilerine has bir lehçesi ve bir ifade tarzý vardýr. Kur'ân'ýn kelimeleri genel­likle Kureyþ kabilesi lehçesi üzerine nazil ol­duðu gibi bâzýsý Huzeyl, bazýsý Hevâzîn, ba­zýsý da Yemen lûgatiyle nazil olmuþ ve o suretle okunmuþtur. Rasûlullah bütün Arap kabilelerinin gönüllerini Kur'ân'ýn tevhid ve medeniyet nuru üzerinde toplanmasýný istiyordu. Bunun için Kur'ân'ýn tamamen Ku­reyþ lügati üzerine, bazý kelimelerinin diðer Arap lehçeleriyle gönderilmesini istemiþ ve bu dileðinde ýsrar ederek Araplar arasýnda belli yedi kabilenin lehçesi üzerine gönderil­miþtir. Ayný zamanda bu bir geniþletme idi. Kur'ân'ýn kabileler arasýnda süratle yayýlmasý için bir kolaylýktý. Baþka sebeplerin yanýsýra bu da, on yýllýk bir sürede Arap Yarýmadasý dahilinde yayýlmasý hususunda tesirli olmuþ­tur. Bu suretle Kur'ân'ýn yayýlmasý kolaylaþ­týktan sonra Hz. Peygamber'in vefat sene­sinin Ramazan'mda arza-i ahîre denilen ve Rasûlullah'm Cibril ile Kur'ân'ý son müdarese ve müzakereleri üzerine Kureyþ lehçesi karar kýlýndý. Hz. Fatýma'nýn bizzat Rasûlullah'dan tahric ettiði bir hadiste, Cibril'in her sene Ramazan geceleri geldiði ve o zamana kadar nazil olan âyetleri ve sureleri arz ile müzakere ve alýþtýrma yapýldýðý bildirilmiþtir.

Görüldüðü gibi Kur'ân'ýn yedi harf üzere nuzûlü hadisi, sahabeden sayýlamayacak ka­dar büyük bir topluluk tarafýndan rivayet edilmiþtir. Hafýz Ebu Ya'lâ'nýn Müsned'mde Hz. Osman'ýn bir gün minberden þöyle dediði rivayet edilir: "Allah hakký için, sizden kim Rasûlullah'in: 'Muhakkak ki Kur'ân-ý Ke­rim yedi harf üzere indirilmiþtir ve her biri þâfi ve kâfidir' dediðini hatýrlýyor?" Hz. Os­man kalktýðýnda, bu hadisi hatýrladýklarýný söyleyenler de ayaða kalktý. Sayýlamýyacak kadar çoktular (el-ltkan, c. I. sh. 78)

Sayýlmayacak kadar çok olan bu topluluðun bu konuda ayný þeyi söylemeleri, bazý âlimlerin bu hadisin mütevatir olduðunu söy­lemelerine sebep olmuþtur. Bunu ileri süren­lerin baþýnda Ebu Ubeyd el-Kasm b. Sellâm gelmektedir. Rivayet, sonraki nesillerde teva­tür derecesine yükselememiþse de, Rasûlul­lah'in ifade buyurduðu bu dinî hakikati pe­kiþtiren zikrettiðimiz hadislerin sýhhati bizim için yeterlidir.

Âlimlerin cumhuru, Osmanî mushaflarm, mevcut hattýnýn muhtemel okunuþlarýyla yedi harfi Ýhtiva ettiklerine meyletmektedir (Ýb-nu'1-Cezerî, Tabakatu'l-Kurra, c. I, sh. 292). Kadý Ebu Bekr b. et-Tayyib el-Bakýllânî bu görüþü benimseyerek þöyle demiþtir: "Doðru olaný þudur ki, bu yedi harf Rasûlullah'den zuhur edip yayýlmýþ, âlimler onu zaptetmiþ ve Hz. Osman ile sahabe de onu mushafta tesbit ederek sýhhatini haber vermiþler ve ondan mütevatir olarak sabit olmayaný da atmýþlar­dýr." {el-Burhan, c. I, sh. 213).

Hadiste geçen "harf kelimesi birkaç manaya gelmektedir: Ýbnu'l-Cezerînin þu sözünde ol­duðu gibi kýraat manasýnda kullanýlabilir: "Þam, Ýbnu Amir'in kýraati üzere okuyordu." Mâna ve cihet ifade edebilir. Nitekim Ebu Cafer Muhammed b. Sa'dân en-Nahvî böyle demektedir. Fakat "harfler"den maksadýn ký-raatlar olduðu, Halil b. Ahmed'den de rivayet edildiði gibi, kavillerin en zayýfýdýr. Özellikle kiþi, bunun yedi kýraat (kýraat-i sab'a) oldu­ðunu sanýyorsa. Hadiste geçen "harfler" keli­mesinden maksadýn ne olduðu hususunda âlimlerin ihtilafa düþmeleri, indirilenin haki­kati hakkýnda deðiþik bir çok kavillerin orta­ya çýkmasýna sebep olmuþtur. Bazýlarý bu ka­villerin otuzbeþ vecih olduðunu söylerken ba­zýlarý da bu sayýyý kýrka ulaþtýrmýþtýr (eî-It-kari). Ancak bunlarýn çoðunu destekleyen ne sahih bir nakil ve ne de saðlýklý bir mantýk vardýr. Burada hatanýn kaynaðý, bundan mak­sadýn ne olduðunun kesin olarak tesbit edil­mesi gayretidir. Oysa, Ýbnu'l-Arabî'nin de belirttiði gibi. bunun ne manaya geldiði huþucunda ne nass ve ne de eser vardýr ve insanlar onu tayinde ihtilâfa düþmüþlerdir (el-Burhan, c.I,sh-212).

Âlimlerin þu soruyu sormalarý kaçýnýlmazdý: Sayý, þu yedi harfe münhasýr mýdýr, yoksa bundan maksat okuyucu için bir kolaylýk ve geniþlik midir? Burada hasrý uzak görenler, daha önce de belirttiðimiz gibi, tevatür dere­cesine ulaþan nasslardan kaçýnmada aþýrý git­mektedirler. Kaldý ki nasslarýn "yedi" sayýsýný çokça zikretmeleri, "yedi" sayýsýnýn kastedilmediðini akýl dýþý býrakmaktadýr. Özellikle hadis, doðrudan vahyi ve nüzulünü konu edi­niyorsa. Bu gibi durumlarda Rasûlullah haberi kapalý olarak anlatmaz ve mefhumu olmayan bir sayý zikretmez. Sahabe âlimleri, itikatla ilgili olan bir hususta böyle bir þey nakletmemiþlerdir.

Ancak hadisleri gözardý eden ve onlarý terketmede yahut onlarý zahirlerinden baþka mana­da kullanmakta iþi aceleye getirenler þu görü­þü ileri sürdüler: "Yediden maksat, sayýnýn kendisi deðildir. Ondan maksat, kolaylýk ve geniþliktir. Yedi lafzý, onluk sayýlarda yetmiþ, yüzlük sayýlarda yediyüz olup çokluk ifade ettiði gibi küsürlü sayýlarda da yedi lafzý çok­luk ifade eder. Bu gibi sayýlarda sayýnýn ken­disi kastedilmez." (el-Itkan, c. I, sh. 78). Böyle bir görüþün, hiçbir þeyi sahih rivayete tercih etmeyen Kadý Iyâz'a (ö. H/544) nisbet edilmesi gariptir. Fakat Suyûtî bu görüþü nasslara dayanarak güçlü bir þekilde reddet­mektedir.

O halde burada "yedi" lafzýndan maksat, çok­luk deðildir. Aksine, âlimlerin çoðunun anla­dýðý þekliyle hasr Ýfade etmektedir. Bu se­bepledir ki, bu belli sayýyý araþtýrýp bulmaya büyük Önem vermiþlerdir. Ýbnu HÝbban'ýn (ö. H/354) belirttiði gibi, "çoðunluk bunun yedi­de münhasýr olduðu görüþündedir" (el-Burhan, c. I, sh. 212). Ancak bu gayretlerin pek Çoðu, yedi harften maksadýn kýraatlar olduðu görüþünü ileri sürenlerin bu iddialarýnda ol-"uðu gibi isabetsizdir. Bu harfleri bazý lehçe ve lûgatlara hamledenlerin görüþü de iki mefhum arasýnda hassas bir farklýlýða raðmen za­yýflýkta bu görüþe yakýn sayýlýr. Lehçeler âlimlerden bazýsýna göre lafýz ve manada farklýlýk arzeden ihtilaflardan deðildir. Çünkü izhar ve idgam, revm ve iþmam, tahfif ve teshil, nakl ve ibdal tek lafzýn söyleniþinde deðiþiklik arzeden sýfatlardandýr. Bunlarýn farklý oluþu, lafzý, tek lafýz olmaktan çýkar­maz. Bununla beraber, bu görüþ zayýf görül­memelidir. Çünkü tek lafzýn söylenmesinde sýfatlarýn deðiþik olmasý onu birden fazla la­fýz kýlabilir. Dolayýsýyla, meseleyi sýrf buna hasretmesinden dolayý zayýf karþýlanabilir. Ýleride de görüleceði gibi, Öyle ihtilaf vecih-leri tesbit edilmiþtir ki lehçelerle uzaktan ya­kýndan bir iliþkisi yoktur.

Lehçe farklýlýklarýnda, tek lafýzýn ifadesinde sýfat farklýlýklarýndan baþka bir þey bulmu­yorsak lügatlerin farklýlýðýnda, bir konuda bir lafýzla diðeri arasýnda bazen ayrýlýklar görü­lür. Þayet bu çeþit farklýlýktan muhtelif Arap lügatlerini fazla veya eksik yedi sayýsýna has-redebilseydik ve zorlanmadan, tereddütsüz bu husus kabul görseydi, bu sonuçsuz tartýþ­maya ihtiyaç kalmadan bu yedi lügatin yedi harf olduðu hemen söylenebilrdi. Fakat ister Arap lügatlerini Kureyþ'in Huzeyl, Temîm, Ezd, Rabia, Hevazîn ve Sa'd b. Bekr lugatlan olduðu, ister özellikle Mudar kabilelerinin lu-gatlarý olan Hüzeyl, Kinane, Kays, Dabbe, Teymu'r Rabab, Esd b. Huzayme ve Kureyþ lugatlarý olduðu söylensin. Bunun da bir zor­lama olduðu basiret sahipleri nezdinde gizle­nemeyecek kadar açýktýr. Çünkü Kur'ân-ý Kerim'de her iki görüþün dýþýnda kalan baþka kabilelerin lugatlan da mevcut olup bunlar Kureyþ lugatýyla temsil edilmektedir. Ebu Bekr el-Vâsýtî, el-Ýrþad fi'l-Kýraeti'l Aþr isimli kitabýnda kullanýlan lügatlerin sayýsýný kýrka ulaþtýrýr. Ehseva kelimesi Azire lugatýnda Ihzeva manasýndadýr. Bi'þe kelimesi Gassan lugatýndan olup þedide manasmdadýr. Lateðalu kelimesi îehm lugatýndan olup la-tezidu manasýnadýr. Hasret kelimesi Yemame lugatýndan olup dâgate manasýnadýr. Heluâ kelimesi Has'am lugatýndan olup dahare manasýnadýr. el-Vedaq kelimesi Cürhüm lehçesinde el-matar manasýnadýr (el-ltkan).

Ýbnu Abdi'l Berr, yedi harfin yedi lehçe ma­nasýnda kullanýlmýþ olmasýný uzak görür. "Çünkü böyle olmuþ olsaydý henüz baþlangýçta Müslümanlarýn bir kýsmý diðerlerinin lehçesine karþý çýkmazdý. Çünkü o lehçe, üze­rinde yaratýldýðý bir lehçedir. Yine Ömer b. el-Hattab ve Hiþâm b. Hakîm'in her ikisi Kureyþlidir. Ama kýraatlarý biribirinden farklý­dýr. Ömer'in, Hiþamýn lehçesini reddetmesi muhaldir." (el-Burhan, c. I, sh. 219). Ýbnu Abdi'l-Berr, yedi sayýsýyla çokluk kastedildi­ðini de savunur. Ancak böyle bir makamda sayýnýn mutlaka bir mefhumunun olmasý ge­rektiðini ifade ederek bu görüþün zaaflarýný açýklamýþtýk.

Yukarýda nakledilen bu görüþler zayýf olma­larýna raðmen âlimlerin, yedi harfi açýklama sadedinde onlarý zikretmelerini garipsemiyo­ruz. Ama bazý âlimlerin hiç bir delile dayan­maksýzýn kimsenin ileri sürmediði ve kendi­lerince yedi harf hadisini derin ve bâtýný bir tefsirle tefsir ettiklerini sandýklarý asýlsýz mef­humlara meyletmeleri yalnýz garipsenmekle kalmamalý, aksine þiddetle reddedilmelidir. Bu iddialardan biri, bununla yedi ilmin kaste­dildiðidir: "Ýnþâ ve Ýcad ilmi, tevhid ve tenzih ilmi, zat sýfatlan ilmi ile fiilî sýfatlar ilmi, af­fetme ve azablandýrma sýfatlan ilmi, haþir ve hesap ilmi ve gaybî haberler ilmi" Bu nevi­den diðer bir iddia yedi harfle þu yedi þeyin kastedildiðidir. "Mutlak ve mukayyed, âným ve hâss, nass ve müevvel, nâsih ve mensuh, mücmel ve müfesser, istisna ve kasemler."

Bazýlarý cüretkârlýkta o kadar ileri giderek, yedi harf meselesinde bâtýl görüþlerine zayýf bir hadisi delil getirmektedirler. Ýbni Mes'ud'un rivayetÝyle Peygamber'e ulaþtý­rýlan bu hadiste þöyle denilmektedir: "Ýlk kitap bir kapýdan ve bir vecih üzere inmiþtir. Kur'ân-ý Kerim ise yedi kapýdan ve yedi harf üzere inmiþtir. Bu yedi harf þunlardýr: Yasak­layan, emreden, helâl, haram, muhkem, müteþabih ve darb-ý mesel. Helâlini helâl ve ha­ramýný haram kabul edin. Darb-ý mesellerin­den ibret alýn. Müteþabihlerine inanýn ve; 'Ona inandýk hepsi Rabbimizin kalýndandýr' deyin." Bu hadisle ilgili olarak Ýbni Abdü'l-Berr þöyle demektedir: "Bu hadis, ilim ehli­nin yanýnda sabit deðildir ve zayýf olduðuna ilim ehli icma etmiþtir."

Bütün bunlar, bazý müfessir imamlarýn iyi niyyetle ortaya attýklarý görüþlerdir. Fakat böylece müsteþriklerin ve müminlerden ima­ný zayýf olanlarýn þüphelerine kapýyý ardýna kadar açmýþlardýr. Ýþte asýl problem ve tehlike buradadýr. Bu problem, bu âlimlerin yedi har­fi þu manaya hasretmeleri problemidir. "Yedi harften maksat çeþitli lafýzlarla ayný mananýn yedi vecihle ifade edilmesidir" (el-Burhan). Taberî'nin tefsirindeki sözlerin zahiri bunu ifade etmektedir. O, aleyhisselatu vesselamýn Hattab oðluna söylediði þu sözleri delil geti­rir: "Ey Ömer, rahmeti azab ve azabý rahmet yapmadýkça Kur'ân'ýn hepsi doðrudur." El­bette müsteþrikler bunu kendilerine dayanak yapacak ve "manasýyla okuma" nazariyesini ileri süreceklerdir. Hiç þüphesiz bu, Ýslâmî hayatta en tehlikeli nazariyedir. Çünkü bu na­zariye Kur'ân nassýný, her þahsýn hevasýna teslim etmiþ, herkes dilediði þekilde nassý tes-bit etmiþtir.

Böylece hakiki nasslar manalarýndan baþka manalara hamledilmiþtir. Burada nazariye ha­disin mana ile rivayetinde olduðu gibi hakiki manasýyla "mana ile kýraat" olarak isimlendirilemez. Çünkü Kur'ân ve kýraatlar biribirin­den farklý iki hakikattir. Kur'ân, beyan ve i'caz için Hz. Muhammed'e indirilen va­hiydir. Kýraatlar ise, harflerin yazýlýþýnda ya­hut þeddeli, þeddesîz ve baþka hususlarda harflerin keyfiyetiyle ilgili farklý lafýzlardýr. Þayet Rasûiullah baþlangýçta Müslümanla­ra meydaný geniþ tutarak ihtiyar ve yaþlýlara kolaylýk göstermiþ ve lehçeleri dýþýnda bir lehçeyle Kur'ân okumalarý onlara aðýr gele­ceðinden kendi lehçeleriyle okumalarýna izin vermiþse, bu, kýraatlarý devamlý sabit kýlmalanna ve Kur'ân'ýn üzerinde indiði lehçeler olarak yazýlmalarýna izin verdiði anlamýna gelmez.

O halde Rasulullah'ýn bu nevi kýraatlarda çerçeveyi geniþletmesi, özel bazý durumlarda bazý fertler için kolaylýk göstermekten baþka bir þey deðildir. Rasûlullah'ýn isbatý ve vahiy kâtiplerinin tesbiti ile bu gibi durumlarda izin verilen hususlar sayýlý kelimelerde olup teva­tür yoluyla bize gelmiþtir. Tevatür yoluyla gelmeyenler sahih ahad rivayetlerle gelse bile reddedilir. Çünkü bir þeyin Kur'ân olduðunu isbatlamak için tevatür kaçýnýlmaz bir þarttýr. Bu ferdî durumlarý yedi harf üzere genelleþ­tirmek ve manayla okumanýn yedi harfe gir­diðini söylemek, hadisi yanlýþ anlamak olur.

Yukarýdaki görüþlerin hiçbiriyle yetinmek doðru olmayacaðýna göre, bunlardan müm­kün olanlarý almanýn isabetli olacaðý kanaatý-na vardýk. Nakle ve akfa ters düþmeyen ve ifrat ile tefritten uzak olan budur. Bu yedi harften maksat -Allahu alem- bu ümmet için kolaylýk gösterilen yedi vecihtir. Okuyucu bu yedi vecihten hangisiyle okursa isabet etmiþ olur. Peygamber þöyle buyururken nere­deyse bunu açýkça ifade etmiþtir: "Cebrail bir harf üzere bana okuttu: Ona müracaat ettim ve tekrar tekrar müracaatýmý yeniledim. Ni­hayet yedi harfe ulaþtý." (Buhari).

Bir Kur'ân lafzý ne kadar deðiþik þekillerde edâ edilir ve okunursa, bu deðiþik þekiller aþaðýdaki þu yedi vechin dýþýna çýkmaz:

Birincisi: Ýster mana deðiþsin, ister deðiþme­sin irab vecihlerindeki farklýlýklardýr. Mana­nýn deðiþmesine misal, Allah Teâlâ'nýn þu sö­züdür: Fetalaqqa Ademu min Rabbihi kelîmâtin fetâbe aleyhi "Derken Âdem Rab-binden kelimeler belleyip aldý..." (2: 37). Fetalaqa Ademe... þeklinde okunduðunda mana þöyle olur: "Derken Âdem'e Rabbinden kelimeler geldi..."

Mananýn deðiþmediðine misal velâ yudarra kâtibûn velâ þâhidûn "...Yazana da, þahide de asla zarar verilmesin..." (2: 282). Yudarra kelimesi ötreli okunmuþtur.

Ýkincisi: Harf farklýlýklarý. Bunda ya mana deðiþir ama suret deðiþmez. Bazen bu, nokta farklýlýðýyla ifade edilir ya'lemûne-îa'lemûne misallerinde olduðu gibi. Veya suret deðiþir fakat mana deðiþmez. Bazý kelimelerin sin ve sadile yazýlmasýnda olduðu gibi.

Mushaflarda (52: 37) ayetÝndeki el-museytýrûn kelimesinin kök harflerinden olan sin yerine sad harfi yazýlmýþtýr. Böylece sâd ile okuma mushaf yazýsýnýn hakikatine, sîn kýra­ati de mushafm takdirî yazýsýna uygun düþ­müþtür.

Üçüncüsü: Ýsimlerin tekil, ikili ve çoðul ile erkekliðe veya diþiliðe delalet etmesindeki farklýlýktýr. Meselâ Müminûn sûresinin 8. âyetindeki emânâtihim kelimesi tekil olarak emânetinim þeklinde de okunmuþtur. Bilindi­ði gibi bu kelime sakin elifi ihtiva etmediðin­den Hz. Osman mushaflannda elifsiz yazýl­mýþtýr. Çoðul veya tekil olarak iki þekilde okunmasý ayný manayý vermektedir. Çünkü kelimeyi tekil haliyle okuduðumuz zaman cins kasdedilmiþ olur ki, cins isimde çokluk manasý mevcuttur. Çoðulda da fertleri ihtiva etme sözkonusudur ki, fertlerin, kapsamýn içine alýnmasýnda cinsiyet manasý mevcuttur, "emanetin gözetilmesi" "emanetlerin gözetil­mesi" gibidir. Her iki durumda da kül ve cüz­ler kelimelerin kapsamýna girmektedir. Bir sebepten dolayý da ayný âyette geçen ahit ke­limesi her iki kýraat ve vecihte tekil olarak gelmiþtir.

Yine el-bakara kelimesi Allah Teâlâ'nýn: in-ne'l-bakara teþâbehe aleynâ sözünde cins ifade etmesi için bir harfte (vecihte) kasden müzekker olarak okunmuþ, fiil maziye bina edilerek müzekker kýlýnmýþ ve teþâbehe aleynâ þeklinde okunmuþtur.

Bir vecihte de çoðul manasýný ifade etsin diye kasden müennes kýlýnmýþ ve muzari sigasma sokularak tahfif için tâ harflerinden biri atýl­dýktan sonra teþâbehe þeklinde okunmuþtur.

Çünkü aslý teteþâbehedit.

Dördüncüsü: Bir kelimenin yerine baþka bir kelimenin kullanýlmasýdýr. Bu kelimeler ge­nellikle eþ anlamlý olup deðiþik kabilelerde farklý þekillerde kullanýlmaktadýr. Nitekim ke'l-ýhni'l-menfûþ, ke'l-sevfe'l-menfûþ (101: 5) þeklinde de okunmuþtur. Yahut mahreçleri biribirine çok yakýn kelimelerin biribirlerinin yerine okunmasý þeklindeki ihtilâftýr. Lafýz yönüyle biribirleriyle çok yakýn olmalarý ma­na yönüyle de yakýnlýklarýna iþaret etmektedir. Meselâ talaha, talaa þeklinde de okun­muþtur.

Gerçekten ayýn harfi ile ha harfinin mahreci­nin bir olduðuna dikkat edilmelidir. Bu harf­ler kardeþtir ve boðazýn belli bir yerinden yan yana çýkmaktadýr. Ýbnu Mesudun fegatalû imanehamâ yerine eydihimâ þeklindeki kýra­ati ise þâzzdýr. Çünkü âhâd rivayetlerdendir. Bu sahabinin bu þekildeki kýraatinin tefsir ka­bilinden bir dercetme olduðu kesindir.

Beþincisi: Genel olarak Arap dilinde yahut özel ifade þekli içerisinde takdimi ve tehiri bilinen takdim ve tehir ihtilafýdýr. Allah'ýn, kendisi yolunda savaþarak cennet kargýlýðýnda Allah'ýn kendilerinden can ve mallarýný satýn aldýðý müzminlerle ilgili sözünde geçen feyeglulûne ve yuqîelûne kelimeleri (9: 111) takdim ve tehir edilerek de okunmuþtur. Bi­rinci vecih kýraatta müminlerin düþmanlarý öldürmek için vakit geçirmeksizin hemen ha­rekete geçtiði ifade edilmekte, ikinci vecih kýraatta ise, belki Allah onlarý þehid düþürür diye büyük bir umutla savaþ alanýna atýldýkla­rý ifade edilmektedir: Onun Ýçin takdim ve te­hir ile ifade kalýbý deðiþmiþ olsa bile her iki vechin neticesi birdir ve herhangi bir deðiþik­liðe uðramamaktadýr.

Ebu Bekir'in ve câet sekretü'î-mevti bi'l-hak-ki yerine ve câet sekretü'î-hakký bi'l-mevti þeklindeki kýraatine gelince, bu, tevatür dere­cesine ulaþamamýþ ahad bir rivayettir. Sahabe icmaýna ters düþtüðü için þâzzdýr. Ýnsan ba­zen yanýlýr yahut dili sürçer. Farkýna varmadan bir kelimeyi diðerinin yerine kullanýr. Þayet Ebu Bekir'den yapýlan bu rivayet doðru Ýse, o da bu duruma düþmüþtür.

Altýncýsý: Araplarýn âdeti olduðu üzere cer ve atýf harflerinin, bazen aradan çýkarýlmasý ve bazen de isbatý gibi cüz'i ilâve ve eksiklik­ler þeklindeki farklýlýktýr.

Onun için bu tür fazlalýk ve eksiklikler ancak belli ve sayýlý birkaç harfte olur. Yalnýz sika imamlarýn tesbitlerinin dýþýnda kalan þâzz ri­vayetlere aldýrýþ edilmez ve onlara karþý uya­nýk olmak gerekir. Fazlalýða misal: Tevbe sûresinde geçen (9: 100) ve eadde lehum cennâîin îecrV tah'teha'l-enhârû âyeti min îah'teha'l-enhârû þeklinde de okunmuþtur ve her iki kýraat mutevatirdir. Her ikisi de resmî mushafýn yazýlýþýna uygundur; min harfinin fazlalýðý Mekkî mushafa, çýkarma da diðerle­rine muvafýktýr.

Eksiðe misal: Bakara sûresinde, ve qalû'tta-haza'Hahu veleden âyeti (2: 116) vav'siz ola­rak da okunmuþtur ki bu kýraat Þam mushafý-na uygundur. Fakat ve mâ halaqa'z-zekera ve'l-un'sa yerine mâ halaqa kelimelerinin eksiðiyle okunuþu ile Ýbni Abbas'ýn salahate kelimesinin fazlalýðý ve verae kelimesinin yerine emame kelimesinin kullanýlmasý þek­linde kýraati, ahad rivayetlerden olup bu tür ahad rivayetler Kur'ân'dan sayýlamaz.

Yine birkaç Ýlave kelime vardýr ki ahad olma­da kýraatlere benzerlik gösteren okuyuþlar vardýr ki bunlarýn hepsi tefsir ve açýklama ka­bilinden ilâve edilmiþlerdir. Ýbnu Mes'ud özel mushafýnda onlarý yazmýþ olsa bile onla­rý yedi harf arasýnda saymanýn yolu yoktur.

Yedincisi: Üstün (Fetha) ile okuma ve kýsa heceyi lüzumundan fazla uzun okuma, bir harfi ince veya kalýn okuma, sýkma ve kolay1 laþtýrma, kýsma, uzatma gibi lehçe ihtilaflarý­dýr. Meselâ bazý kelimelerin kesreliymiþ gibi okunmasý; ra harfinin ince, iâm harfinin ka lýn sesle kýraati mevcuttur. Yine hemzemi terki ve harekenin nakli gibi az görülse de baþka misal de, Huzeyl kabilesinin ha harfini ayýn þeklinde telaffuz ederek okuma­larýdýr.

Gerçekten bu son vecih yedi vechin en önemlilerindendir. Çünkü Kur'ân'ýn yedi harf üze­re indiriliþinin en büyük hikmetini bu vecih ibraz etmektedir. Çeþitli kabilelerden meyda­na gelen ve böylece çeþitli lehçelere sahip olan, bazý lafýzlarý çeþitli þekillerde telaffuz eden bu ümmete kolaylýk saðlanmýþtýr. Ýslâm'ý kabul eden kabilelerin çeþitli lehçeleri ve fonetikleri gözetÝlmeliydi. Ama lugatlarý-mn gözetilmesi gerekmezdi. Çünkü Kur'ân-ý Kerim, bütün Arap lugatlarýný temsil eden Kureyþ lugatma sokulabilenlerden dilediðini almýþtýr. Bazý âlimler bazý kabilelerin lugatla-nnýn Kur'ân'da kullanýldýðýný ýsrar ederek ile­ri sürüyorlarsa da onlarý destekleyen ne naklî ve ne de aklî bir delil vardýr.

Araplar, Kureyþ lehçesini seçip onu müþterek edebî dil olarak kullanmaya baþladýklarýnda, ondan etkilendikleri gibi onu da etkilediler. Bütün diller için sözkonusu olan etkilenme ve etkileme kanunu Kureyþ lehçesi için de el­bette geçerli olacaktýr.

Dili, insanlýðýn bir gerçeði olarak ele alýnca bu kanun hemen hemen bütün diller için ge­çerlidir.

Ancak Kureyþ lehçesi bütün kabilelerin Ýtiraf ve kabulü ile diðer lehçeler içerisinde en ge­niþi, üslûp yönüyle en geliþmiþi, zengini ve Çeþitli söz sanatlarýnda en ilerisi, en güzeli ve en güçlüsüdür. Yazý, telif, þiir ve hitabette sa­dece bu lehçe kullanýlmýþtýr. Öyle ki Kureyþli olmayan þair, kendi lehçesinin özelliklerin­den sakýnýyor ve kelime yapýsý ve cümlenin kuruluþu hususunda kendi lehçesinin özel ni­telikleri varsa ondan uzak kalmaya gayret ediyor, halkýn ülfet ettiði ve çevresinde top­landýðý lehçeyi tercih ediyordu.

islâm, doðduðu sýralarda, Araplarýn üst taba­kasýnda seçilip kullanýlmaya layýk ideal bir dil Ýle karþýlaþtý. Kur'ân o ideal ve-seçilmiþ apaçýk Arap diliyle inzal olarak bu birliðin kapsamýný geniþletti ve ona güç kattý. Ancak Ýslâm'ýn doðuþu anýnda karþýlaþmýþ olduðu ve Kur'ân'm iniþinden sonra ona güç verdiði bu dil birliði, Ýslâm'dan önceki lehçelerin varlý­ðýný ve devamýný kesmedi. Þüphesiz Arapla­rýn hepsi kendi bölgelerine dönerken bu ideal ve birleþtirici lehçeyi deðil, kendi özel lehçe­lerini kullanýyorlardý. Ýfadelerine lehçelerinin özellikleri hâkimdi. Kendi fonetikleriyle ko­nuþuyorlardý. Ýbni Hiþam þöyle demektedir: "Araplar kendi aralarýnda birbirlerinin þiirle­rini okuyorlardý. Her biri, üzerinde yaratýldýðý seciyesi üzere söz söylerdi. Bazý beyitler hak­kýnda rivayetlerin çokluðu bundandýr." (el-Müzhir).

Ýnkâr edilmesi imkânsýz bu hakikatin yanýnda Kur'ân-ý Kerim, yedi harfi ile avam tabakasý­na kolaylýk göstererek onlarý, dillerinin ko­laylýkla dönmediði, bir lehçe ile konuþmaya zorlamayýp kýraatlarda çerçeveyi geniþ tuttu­ðu halde dil birliðini yerleþtirmek için Arap­larýn ileri gelenlerine ve þairlerine meydan okuyarak bir sûrenin benzerini, yahut bir âyetine benzer getirmelerini istiyordu. Ýbn'ul-Cezerî buna dikkat çekerek þöyle demektedir: "Kur'ân'ýn yedi harf üzere indirilmesi bu üm­mete verilen deðerden dolayý ona kolaylýk saðlamak içindir. Ona þefkat ve merhametten dolayýdýr. Yaratýklarýn en faziletlisi ve Hakk'ýn sevgilisi Peygamberinin dileðini ye­rine getirmek içindir. Çünkü önceki peygam­berler kendi kavimlerine gön derili yorken Son Peygamber Hz. Muhammed @ ise bütün in­sanlýða; Kýzýlýna, Siyahýna, Arabýna, Acemi­ne gönderilmiþtir. Kur'ân'ýn dilleriyle indiði Araplarýn þive ve lehçeleri deðiþikti. Birinin, diðerinin þivesiyle konuþmasý ve onun lehçe­sini kullanmasý, bir harften baþka harfe geçiþ yapmasý güçtü. Hatta eðitimle bile bunu be-ceremiyecekler vardý." (ez-Zerkânî, Menahi-lu'l-Ýrfan, c.I,sh. 139).

Bu lehçe farklýlýklarýnýn öneminin büyüklü­ðü, bazý âlimlerin yedi harfi, lehçe farklýlýklarina hasretmelerine sebep olurken bazýlarý da buna raðmen ona hiç yer vermemiþlerdir. Çünkü, Ýbni Kuteybe'nin izahýna göre, bu ih­tilaf lafýz ve manada çeþitlilik arzeden ihtilaf­tan deðildir. Zira, sözün söylenmesiyle ilgili bu farklý nitelikler, onu ayný söz olma vasfýn­dan çýkarmaz. (ez-Zerkânî, c. I, s. 154).

Her iki görüþte de aþýrýlýk vardýr. Yukarýdaki altý vechin önemi de inkâr edilemez ve yedin­ci vecihle yetinip diðerleri bir tarafa anlamaz. Ayrýca bazý seslerin çýkarýlmasýnda lehçeler arasýnda farklýlýðýn sahabe arasýnda bulundu­ðu ve bunun, dillerde dolaþan en çetin farklý­lýklardan biri olduðu bir vakýadýr. Onun için bunu görmemezlikten gelip diðer vecihlerle de yetinemeyiz. Öyle bir görüþ olmalý ki, farklýlýklarýn hepsini içine alsýn. Geçmiþlerin saydýklarý görüþler tek tek bu farklýlýklarýn hepsini içine almadýklarý için yedi harfi sa­yarken onlardan hiçbirini almadýk. Ne ez-Zerkânî'nin Menahilü'l-Irfan'da Ýbnu Kutey-be, Ebu'1-Hayr b. ez-Cezerî, el-Kadý Ebu Bekr b. et-Tayyib el-Bakýllânî'nin görüþlerine tercih ettiði Ebu'l FazI er-Râz'înin görüþünü aldýk ve ne de ismi geçenlerden herhangi bi­rinin görüþünü benimsedik. Çünkü er-Râzî el-Levâih kitabýnda ya'melûne - ta'melûne misalinde gördüðümüz harflerin deðiþmesi vechine hiç dokunmamiþtýr. Oysa bu vechi, diðer vecihlerin hiçbirinin kapsamýnda müta­laa edemeyiz. Ayrýca fiillerin mazi, muzarî ve emir çekimlerini baþlý baþýna özel bir ve­cih olarak ileri sürmüþtür. Halbuki bu, irab farklýlýklarýný temsil eden vechin kapsamýna girmektedir. Geri kalan üç kiþiye gelince, iç­lerinde nazari olarak müdafaa eden bulunsa bile pratik olarak lehçe farklýlýklarý vechini hesaba katmamýþ olmalarý, görüþlerini be­nimsemememiz için yeterlidir.

Saydýðýmýz yedi vecih, Kur'ân'ýn edasýnda bütün farklýlýklarý içine aldýklarýný söylerken bu yedi vechin tek kelimede bulunmasý ge­rektiðini kasdetmiyoruz. Her kelimede iki ve­ya daha fazla vecih bulunabileceði gibi sade­ce tek vecih de bulunabilir. Dikkat çekmek istediðimiz husus, bu yedi vechin, sözkonusu olabilecek farklýlýklarýn hepsini içine aldýkla­rýdýr (el-Burhan, c. I, s. 223).

Önceki âlimlerin görüþlerini bir araya getirip deðerlendirerek, farklý yönleri yedi vecihte topladýk. Yaþadýklarý bir dönemde Kur'ân-ý Kerim'in yedi harf üzere aralarýna indiði Sa-habe-i Kiramýn çoðu o zaman okuma-yazma bilmezdi. Yedi harften maksadýn sýnýrlarýný çizme imkânlarý yoktu. Onlar biliyorlardý ki, Kur'ân'ýn tüm kelimelerinde farklý vecihler yediden fazla deðildir. Uygulamada ise, Rasûlullah @'in kendilerinden kabul ettiði farklý kýraatlerinde de bu yedi vecih mevcut­tur. Bugün, ancak inceleme ve araþtýrma fark­lýlýklarýný ardarda sýralama neticesinde Kur'ân'ýn yedi harfinin ne olduðu sonucuna varmaktayýz (Dr. Subhi es-Salih, Kur'ân Ýlimleri, [Çev. M. Said Þimþek, Konya, ty.] ss. 16-94).

Bir yönü özellikle belirtmek gerekir ki, leh­çeler arasýndaki bu fark ve ihtilâf bir çeþitli­likten ibarettir. Zýtlýk ve çeliþki deðildir. Çün­kü zýtlýk ve çeliþki Kur'ân hakkýnda muhal­dir. Sonra Kur'ân'ýn her kelimesi yedi lehçe ve yedi vecih ile nazil ve bu suretle okunmuþ da deðildir. Belki bazý kelimeleri Kureyþ, ba­zý kelimeleri de diðer kabilelerin lehçeleriyie gönderilmiþtir. Kur'ân'a ait ilimlerin üstadý Abdullah Ýbni Mes'ud, hadisteki seb'a-i ahruf ile ifade buyurulan lehçe farkýna iþaret ederek; "Ben muhtelif kabilelerden Kur'ân okuyanlarýn kýraatlerini dinledim, iþittim. Hepsini mana itibariyle birbirlerine yakýn buldum. Sizin aranýzda (geliniz!) manasýna olan (helümme, akbîl) demeniz gibi -kî, hep­si bir kapýya çýkar- artýk nasýl öðrendÝyseniz öyle okuyunuz." demiþtir (Sahih-i Buharý Muhtasarý ve Tecrîd-i Sarih Tercemesi ve Þerhi, DÝB yayýnlarý, Ankara 1971, c. IX, ss. 28-29).


 


radyobeyan